İPLERİ ECNEBİ ELİNDE OLAN DÜNYA SİYASETİ
İPLERİ
ECNEBİ ELİNDE OLAN DÜNYA SİYASETİ
İslam
dünyası özellikle bir asırdır ecnebilerin siyaseti altında idare edilmektedir.
İslam
dünyasını ve de memleketimizi bir asırdır, kendi bünyemizden çıkardığımız
insanlar değil, ecnebiler yani Ab ve Abd ve özellikle İngiliz menşeli insanlar
idare etmektedir.
Her
ne zaman milletin kendi seçtikleri ile idare edilmeye çalışılmışsa, bu da darbe
ile ve darbe kanunlarıyla devre dışı bırakılmıştır.
-Nasıl
bir siyaset ve siyasete alet olmaktır ki; 50 yıldır hatta bir asırdır zahiren
birbirleriyle mücadele eden siyasetçiler, onların mensupları; inançta, amelde,
yaşayışta farklı oldukları halde bir araya gelmektedirler?
O
da dağdaki eşkiyayı hem milletin meclisine ve hem de belediyelerin meclisine girmesini
sağlayarak…
Ve
buna mensubları da göz yummakta ve de sessiz kalarak zulme ortak olmaktadırlar.
Bediüzzaman;
üç mesele var; Biri İman, biri Hayat, biri Şeriat diyor.
Bugün
Mehdiyet-Deccaliyet ve Süfyaniyetin üçüncü devresi olan Şeriat yani siyaset
devresi sürmektedir.
Hem
islam dünyasında hem de insanlık dünyasında…
Şu
anda islam dünyasında ve de insanlık dünyasında Ecnebi siyaseti hüküm
sürmektedir.
Bunun
farz olan çaresi ise İttihad-ı İslamdır.
Diğeri ise; hala uykuda olan ve tenbelleşen Arapların uyanması ile münkün olacaktır.
Bununla ilgili olarak Bediüzzaman eserlerinde çokça bahseder.
Sizlere
hülasaten sunacağım;
-“
Araplar ye’si bırakıp, İslamiyetin kahraman ordusu olan Türklerle hakîki bir
tesanüd ve ittifak ile el ele verip, Kur’an’ın bayrağını dünyanın her tarafında
îlan edeceklerdir.”[1]
-“
Bu umumî harpleri yapan ecnebî gaddarların, hırs ve hasetle bizdeki Hürriyet
inkılâbının Kur’ân lehindeki neticelerini bozmak fikriyle tebeddül-ü saltanat
ve Balkan ve İtalyan harpleri ve Birinci Harb-i Umumînin patlamasıyla maddî ve
mânevî şerlerini, siyasî diplomatların, radyo diliyle herkesin kafalarına
sihirbaz ve zehirli üflemeleriyle ve mukadderat-ı beşerin düğme ve ukdelerine
gizli plânlarını telkin etmeleriyle bin senelik medeniyet terakkiyatını
vahşiyâne mahveden şerlerin vücuda gelmeye hazırlanmaları…”[2]
-“ Şimdiye kadar ecnebîler bahane mahane tutarlardı, milletimizi
eziyorlardı. Şimdi ise, ellerinde urûk-u insaniyetkârânelerine veya damar-ı
mutaassıbânelerine veya âsâb-ı dessasânelerine dokunduracak ellerinde
serrişte-i bahane olacak öyle nokta bulamazlar. Bulsalar da tutamazlar.
Bahusus, medeniyet hubb-u insaniyeti tevlid eder.” [3]
-“ Siyaset yolu meşkuk ve müşkilatlıdır
Denilmiş : “Ne için siyasetten çekildin? Hiç yanaşmıyorsun?”
Elcevap: Dokuz-on sene evveldeki Eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki
siyaset vasıtasiyle dine ve ilme hizmet edeceğim, diye beyhude yoruldu ve gördü
ki; o yol meşkûk ve müşkilatlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu
hizmete mani ve hatarlı bir yoldur. Çoğu yalancılık ve bilmeyerek ecnebi
parmağına alet olmak ihtimali var. Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya
muhalif olur. Eğer muvafık olsa; madem memur ve meb’us değilim, o halde
siyasetçilik bana fuzulî ve malayani bir şeydir. Bana ihtiyaç yok ki, beyhude
karışayım. Eğer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle karışacağım.
Eğer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok. Çünkü mesail tavazzuh etmiş; herkes benim
gibi bilir. Beyhude çene çalmak manasızdır. Eğer kuvvet ile ve hadise çıkarmak
ile muhalefet etsem, husulü meşkûk bir maksad için binler günaha girmek
ihtimali var. Birinin yüzünden çoklar belaya düşer. Hem on ihtimalden bir-iki ihtimale
binaen günahlara girmek, masumları günaha atmak; vicdanım kabûl etmiyor, diye
Eski Said sigara ile beraber gazeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i
siyasiyeyi terk etti.”[4]
-“ ecnebi menfaati hesabına ve bu millet ve bu vatanın pek büyük
zararına çalışan bir gizli komite…”[5]
-“ Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebîye
sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik,
anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dahil olanlar, onları taklit edip
çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) olan İttihad-ı İslâmın
efkâr ve meslek ve hakikatini efkâr-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı
varsa etsin, cevaba hazırız.”[6]
-“ Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı
partinin altında bu vatana hakim olacaktır. Halbuki, bir Müslüman kat’iyyen
komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebilerle mukayese
edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike
teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Partiyi, Kur’an ve
vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.
Milliyetçilere gelince, “Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa,
Demokrat Partiye yardım ettiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara
gelmesine çalışmaz. Eğer bu parti, ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise, birden
hakikî Türk olmayan bu vatandaki ekseriyetin ancak onda üçü Türktür, kalan
kısmı da başka milletlerle karışmıştır. O zaman hürriyetin başında olduğu gibi,
bu asîl ve masum Türk milleti aleyhine bir milliyetçilik tarafgirliği meydana
gelecek, o vakit hakikî Türkleri, ecnebiler boyunduruğu altına girmeye mecbur
edecek. Veya Türkleşmiş sair unsurdan olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve
unsurculuk damarıyla bir ecnebiye istinad ile masum Türk milletini tahakkümleri
altına alacaklar. Bu durum ise, dehşetli, tehlikeli olduğun-dan, Kur’an ve
vatan ve millet hesabına, dindar ve dine hürmetkar Demokrat Partinin iktidarda
kalmasını temin etmeleri için ders veriyorum” dedi.”[7]
-“ Madem bu ittifaksızlıktan gelen za’fiyet ve kuvvetsizlik
sebebiyle ecnebînin politikasına ve ehemmiyetsiz, muvakkat yardımlarına karşı
bu acib manevî rüşvetler veriliyor, dört yüz milyon kardeşin uhuvvetine,
milyarlar ecdadın mesleğine ehemmiyet verilmiyor gibi bir mana hükmediyor. Ve
asayiş ve siyasete zarar gelmemek için bu kadar israfat ile bol maaşlar
suretinde kuvvet teminine kendilerini mecbur zannederek, rüşvetler veriliyor;
milletin fakr-u hali nazara alınmıyor. Elbette ve elbette ve kat’î olarak şimdi
bu memleketteki ehl-i siyaset, Garba ve ecnebiye verdiği siyasî ve manevî
rüşvetin on mislini alem-i İslamın ileride cemahir-i müttefikası hükmünde
olacak olan dört yüz milyon Müslüman kardeşlere memleket ve milletin ve bu
devlet-i İslamiyenin selameti için gayet azîm bir bahşiş ve zararsız rüşvet
vermesi lazım ve elzemdir.”[8]
-“ Şimdi, Adnan Menderes gibi, “İslâmiyetin ve dînin
icaplarını yerine getireceğiz” diye; ve mezkûr iki kanun-u esasîye karşı
muhalefet edip tam zıddına olarak iki dehşetli cereyan, gayet büyük rüşvet ile
halkları aldatmak ve ecnebilerin müdahalesine yol açmak vaziyetinde hücum etmek
ihtimali kuvvetlidir.”[9]
-“ katiyen size beyan ediyorum ki, dinsizlik hesabına bizi ezen
sizler, vatan ve millet, asayiş ve idare aleyhinde ve anarşilik lehinde ve
müthiş bir ecnebi hesabına beni sıkıştırıp, bir sarsıntı çıkarıp, o cereyanın
müdahalesini istiyorsunuz. Onun için, bütün ihanet ve hakaretlerinize beş para
kıymet vermem; asayiş, idare lehinde sabır ve tahammüle karar verdim.”[10]
-“ Otuz sene evvel Darü l-Hikmet azası iken, birgün,
arkadaşımızdan ve Darü l-Hikmet azasından Seyyid Sadeddin Paşa dedi ki:
“Kat i bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan
bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki: Bu eser sahibi
dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul
ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız diye senin idamına hükmetmişler.
Kendini muhafaza et.”[11]
-“ sırf garazla ve ecnebî parmağıyla aleyhimize dönen işlerden ve
işkencelerden bizi ve âlem-i İslâmı pekçok sevindiren Demokratların dikkat edip
Nurcuları kurtarmalarını, hürriyetperver hükûmetten rica ederiz.”[12]
-“ Hem o yeistir ki, kuvve-i mâneviyemizi kırmış. Az bir kuvvetle,
imandan gelen kuvve-i mâneviye ile şarktan garba kadar istilâ ettiği halde, o
kuvve-i mâneviye-i harika meyusiyetle kırıldığı için, zâlim ecnebîler dört yüz
seneden beri üç yüz milyon Müslümanı kendilerine esir etmiş. Hattâ bu yeisle,
başkasının lâkaytlığını ve füturunu kendi tembelliğine özür zannedip neme lâzım
der, “Herkes benim gibi berbattır” diye şehamet-i imaniyeyi terk edip
hizmet-i İslâmiyeyi yapmıyor.”[13]
-“ Bunu da teessüf ve teellümle size beyan ediyorum ki:
Ecnebîlerin bir kısmı, nasıl kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden
aldılar, onun bedeline çürük bir fiyat verdiler. Aynen öyle de, yüksek
ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye temas eden
seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar, terakkilerine medar ettiler. Ve
onun fiyatı olarak bize verdikleri, sefihane ahlâk-ı seyyieleridir, sefihane
seciyeleridir.
Meselâ, bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: “Eğer
ben ölsem milletim sağ olsun. Çünkü milletimin içinde bir hayat-ı bakiyem
var.” İşte, bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas
da budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise, din-i haktan ve iman
hakikatlerinden çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır. Halbuki, ecnebîlerden
içimize giren pis ve fena seciye itibarıyla bir hodgâm adam bizde diyor:
“Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem
bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.” İşte bu ahmakane kelime
dinsizlikten çıkıyor, âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiş,
zehirliyor.
Hem o ecnebîlerin bizden aldıkları fikr-i milliyetle, bir ferdi, bir millet
gibi kıymet alıyor. Çünkü, bir adamın kıymeti himmeti nispetindedir. Kimin
himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir. Bazılarımızdaki
dikkatsizlikten ve ecnebîlerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve
kudsî İslâmî milliyetimizle beraber, herkes “Nefsî, nefsî” demekle ve
milletin menfaatini düşünmemekle, menfaat-i şahsiyesini düşünmekle, bin adam,
bir adam hükmüne sukut eder.”[14]
-“ Eğer uçları ecnebî elinde olan dünya siyasetine karışmak için
bir iştahım olsaydı, değil sekiz sene, belki sekiz saat kalmayacak, tereşşuh
edecekti, kendini gösterecekti. Halbuki sekiz senedir birtek gazete okumak
arzum olmadı ve okumadım.”[15]
-“ Hem bizde, iptida-yı Hürriyette, Babil Kalesinin harabiyeti
zamanında “tebelbül-ü akvam” tabir edilen teşâub-u akvam ve o teşâub
sebebiyle dağılmaları gibi, menfi milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni olarak
pek çok kulüpler namında sebeb-i tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler
cemiyetleri teşekkül etti. Ve onlardan şimdiye kadar ecnebîlerin boğazına
gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin zararını gösterdi.”[16]
-“ Şeâir-i İslâmiyeyi tağyire teşebbüs edenlerin senetleri ve
hüccetleri, yine her fena şeylerde olduğu gibi, ecnebîleri körü körüne
taklitçilik yüzünden geliyor. Diyorlar ki: “Londra’da ihtidâ edenler ve
ecnebîlerden imana gelenler, memleketlerinde ezan ve kamet gibi çok şeyleri
kendi lisanlarına tercüme ediyorlar, yapıyorlar. Âlem-i İslâm onlara karşı
sükût ediyor, itiraz etmiyor. Demek bir cevaz-ı şer’î var ki sükût
ediliyor.”
Elcevap: Bu kıyasın o kadar zâhir bir farkı var ki, hiçbir cihette onlara kıyas
etmek ve onları taklit etmek zîşuurun kârı değildir. Çünkü, ecnebî diyarına,
lisan-ı şeriatta “dâr-ı harp” denilir. Dâr-ı harpte çok şeylere cevaz
olabilir ki, diyar-ı İslâmda mesağ olamaz.
Hem frengistan diyarı, Hıristiyan şevketi dairesidir. Istılahât-ı şer’iyenin
maânîsini ve kelimât-ı mukaddesenin mefâhimini lisan-ı hÂl ile telkin edecek ve
ihsas edecek bir muhit olmadığından, bilmecburiye, kudsî maânî, mukaddes elfâza
tercih edilmiş; maânî için elfaz terk edilmiş, ehvenüşşer ihtiyar edilmiş.
Diyar-ı İslâmda ise, muhit, o kelimât-ı mukaddesenin meÂl-i icmÂlîsini ehl-i
İslâma lisan-ı hÂl ile ders veriyor. anane-i İslâmiye ve İslâmî tarih ve umum
şeâir-i İslâmiye ve umum erkân-ı İslâmiyete ait muhaverât-ı ehl-i İslâm, o
kelimât-ı mukaddesenin mücmel meallerini, mütemadiyen ehl-i imana telkin
ediyorlar. Hattâ, şu memleketin maâbid ve medâris-i diniyesinden başka,
makberistanın mezar taşları dahi birer telkin edici, birer muallim hükmündedir
ki, o maânî-i mukaddeseyi ehl-i imana ihtar ediyorlar. Acaba kendine Müslüman
diyen bir adam, dünyanın bir menfaati için bir günde elli kelime frengî
lügatından taallüm ettiği hÂlde, elli senede ve hergünde elli defa tekrar
ettiği Sübhanallah, Elhamdü lillâh ve Lâ ilâhe illÂllah ve Allahu ekber gibi
mukaddes kelimeleri öğrenmezse, elli defa hayvandan daha aşağı düşmez mi? Böyle
hayvanlar için bu kelimât-ı mukaddese tercüme ve tahrif edilmez ve tehcir
edilmezler. Onları tehcir ve tağyir etmek, bütün mezar taşlarını hâkketmektir;
bu tahkire karşı titreyen mezaristandaki ehl-i kuburu aleyhlerine döndürmektir.”[17]
-“ bizim milletimiz ve ebedî kardeşlerimiz üç yüz milyondan ziyade
iken, bunlar üç müthiş kayd-ı istibdat ile mukayyed olup, ecnebilerin
istibdâd-ı mânevîlerinin taht-ı esaretlerinde ezilirler.”[18]
-“ Üstâdımız, o zamanda bir hiss-i kable’1-vukû nevinde şimdiki
âlem-i İslâmın ecnebî istibdâdından kurtulması ve bir Cemâhir-i Müttefika-i
İslâmiye tarzında tezâhüre başlamasını tasavvur etmiş, ümit etmiş, hissetmiş ve
bütün kuvvetiyle bağırmış, hürriyet-i şer’iyeyi takdir etmiş. O zamanki
hutbelerinde demiş ki: “Hürriyet, terbiye-i İslâmiye ile olmazsa, ölecek;
bir istibdâd-ı mutlak, yerine çıkacak.”[19]
-“ Ecnebî parmağıyla idâre edilen zındıka komiteleri, İslâmiyeti
imhâ için, İslâm memleketlerinde, bilhassa Türkiye’de öyle desîselerle
entrikalar çevirmişler, hâince dolaplar döndürmüşler, hunharâne ve vahşiyâne
zulümler irtikâb ve şeytânî ve menfur plânlar tatbik etmişler ve iğfalâtta
bulunmuşlar; iblisâne, sinsi metodlar tâkip etmişler ve kardeşi kardeşle
çarpıştırmışlar ve öyle aldatıcı yalan ve propagandalar ve yaygaralar
yapmışlar, fitne ve fesad ve tefrika tohumları saçmışlardır ki; bunlar İslâmın
bünyesinde derin rahneler açmış ve büyük tahribâtlar yapmıştır.”[20]
-“ ecnebî parmağıyla bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan
âlem-i İslâmın teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret
verdirmek için siyaseti dinsizliğe âlet ederek perde altında küfr-ü mutlakı
yerleştirenlerdir ki, hükûmeti iğfal ve adliyeyi…şaşırtır…..”[21]
-“ “Eski Said, hiss-i kable’l-vuku ile bin üç yüz yetmiş
birde-başta Arap devletleri-âlem-i İslâmın ecnebi esaretinden ve istibdadından
kurtulup Islâmî devletler teşkil edeceklerini kırk beş sene evvel haber veımiş.
İki harb-i umumî ve otuz-kırk sene istibdad-ı mutlakı düşünmemiş. Bin üç yüz
yetmişte olan vaziyeti bin üç yüz yirmi yedide olacak gibi müjde vermiş,
tehirinin sebebini nazara almamış.”[22]

MEHMET ÖZÇELİK
29-03-2019
[1]
Tarihçe-i Hayat.84. Bak. Hutbe-I Şamiye.51,61.
[2]
Asa-yı Musa.76.
[3]
Münâzarât, ss. 63-65, Beyanat ve Tenvirler.58.
[4]
Beyanat ve Tenvirler.144-145.
[5]
Emirdağ Lâhikası.17.
[6]
Divan-ı Harb-i Örfi.68.
[7]
Beyanat ve Tenvirler.208.
[8]
Beyanat ve Tenvirler.223-224.
[9]
Beyanat ve Tenvirler.239.
[10]
Emirdağ Lâhikası.111.
[11]
Emirdağ Lâhikası.168.
[12]
Emirdağ Lâhikası.296.
[13]
Hutbe-I Şamiye.50.
[14]
Hutbe-i Şamiye.64.
[15]
Mektubat.51.
[16]
Mektubat.311.
[17]
Mektubat..420.
[18]
Münazarat.61.
[19]
Münazarat.150.
[20]
Sözler.722.
[21]
Şuâlar.252.
[22] Sünuhat.14. Daha geniş bilgi için bakınız. http://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat/arama/Ecnebi




