Dürüstlük,
her noktada, inanç ve amelde, insanlıkta istikameti elde etmek ve korumaktır.
Özellikle
ve özellikle bunun hayata yansıyan noktası olan sözlerimizde bu dürüstlüğü ne
kadar göstermekteyiz?
Bediüzzaman
Emevi camiinde verdiği hutbede;
“Evet,
sıdk ve doğruluk, İslamiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir;
riyakarlık fiilî .bir nevî yalancılıktır, dalkavukluk ve tasannu alçakça bir
yalancılıktır, nifak ve münafıklık muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise,
Sani-i Zülcelalin kudretine iftira etmektir.
Küfür, bütün envaıyla kizbdir, yalancılıktır; îman sıdktır, doğruluktur. Bu
sırra binaen, kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; şark ve garp
kadar birbirinden uzak olmak lazım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek
lazım. Halbuki, gaddar siyaset ve zalim propaganda, birbirine karıştırmış;
beşerin kemalatını da karıştırmış.
Ey
bu Cami-i Emevîdeki kardeşlerim ve kırk-elli sene sonra alem-i İslam mescid-i
kebîrindeki dört yüz milyon ehl-i îman olan ihvanımız! Necat yalnız sıdkla,
doğrulukla olur. Urvetü’i-vüska, sıdktır; yani, en muhkem ve onunla bağlanacak
zincir, doğruluktur.Amma, maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiştir.”[1]
Başka
zamanda üç yerde söylenilmesi caiz olan yalanı bu zaman neshetmiş, ortadan
kaldırmıştır.
Bunu
şunun için dile getirdim;
-Bir
ilde ezan yarışması dolayısıyla saat 9.00 da orada olmamız ve yoklamanın
yapılarak yarışmanın o saatte başlayacağını söylemişlerdi.
Zorluklara
ragmen erkenden vardık. Ancak yarışma 10.00 da başladı.
Heyetinden
yarışmacılara kadar sözünde durmama hepsinde olmuştu.
Bu
durumdan rahatsızlığı bir arkadaşa söylediğimde cevaben;
Bu
devamlı böyle oluyor, demişti.
Yani
devamlı dürüst değiliz, demekti.
Bu
durumun Diyanet ve İlahiyat camiasında olması gerçekten üzücü bir durumdur.
Batıda
uçak-otobüs v trenlerin kalkışı konusunda; tam saat başları olmayıp, zamanın
öneminden dolayı, 5.13, 14.37, gibi küsuratlı saatlerde kalktığı ve de
beklemediği söylenmektedir.
Ezan
saatlerine de dikkat ettiğimizde, tam saat başlarında değil, küsuratlı olarak
okunmaktadır. 12-56, 15.24 gibi.
İslam
dünyasının kaybettiği değer ve içerisine düştüğü sıkıntı; istikameti ve
doğruluğu kaybetmesidir.
[1] Tarihçe-i Hayat Birinci Kısım: İlk Hayatı. Sh.85-86.
ÖĞRENCİLER NADASTA MI? NERDE?
ÖĞRENCİLER
NADASTA MI? NERDE?
Evet,
Öğrenciler Nadasta…
Milli
eğitim nerede?
En
iyi öğrenci, uyuyan öğrenci.
Gece
boyunca cep telefonunu kullanan ögrenci, o yorgunluktan uyuyor.
Bazen
öğrencilere sınıfın adını değiştirmek gerektiğini, onun yerine otel demenin uygun
olduğu söylendiğinde, pek rahatsız olmuyorlar.
Ve
yine uyuma mazeretleri hazır; hocam ben konuşmuyorum ki.
Bir
adım ötesinde Öğrenci, hocam ben zaten sizin anlattıklarınızı biliyorum.
Veli
arandığında ise, pek ciddi bir değişim olmuyor.
Çocuklar
mı uyuyor, eğitim politikası mı uyutuyor?
Uyuyan
eğitim.
Uyutan
eğitim.
Eğitime
neşter vurulmalı.
Ameliyat
masasına yatırılmalıdır.
İki
bin yılının başında ekonomi dibe vurdu.
O
andan itibaren de çıkışa geçti.
Zira
dalgıçlar boğulacakları zaman kendilerini dibe vurup öyle çıkarlarmış.
Değişik
makyaj ve teneffüs faaliyetleriyle eğitime sürekli Sun-i Teneffüs yaptırılmakta
ve güzel gösterilmeye çalışılmaktadır.
Tıpkı
90 lık neneyi güzelleştirme işlemi gibi.
Bu
hükümetin, herkesçe de kabul görmektedir ki, en başarısız olduğu alan, milli
eğitimdir.
Küflenme
içinde olan eğitim, o durumdan kurtarılmalıdır.
Fıtrata
uygun bir eğitim verilmelidir.
Sınıfın
dar duvarlarından kanatlanmalı, geleceğe kulaç atması sağlanmalıdır.
Bu
da uyutulması ile değil, uyuduğu uykudan uyandırılması ile mümkündür.
Bu
küflenme zincirleme olarak üniversitelerede sirayet etmiştir.
Tencere
dibin kara, seninki benden de kara…
Eğitimdeki
yara, en büyük yara.
-Eğitimde
beni en çok mutlu edeni ise, hafta sonu kendi isteğiyle gelen ve eğitimini
medresesinde de sürdüren öğrencilerle yaptığım eğitimdir.
Zira
onlar istekli, ben istekliyim.
Onların
isteği benim iştahımı açmaktadır.
Hafta
sonunu adeta iple çekmeye çalışmakta ve de öğrencilerde de bunu görmekteyim.
Öğrencileri
etkinlik amaçlı olarak değişik görevlere gönderdiğimizde zevk ve şevkle bunu
yapmaktalar.
Yorgunlukta
dinlenmektedirler.
Aslında
öğrencileri yoran, dinlemelerini sağlayarak dinlendirme yöntemidir.
-Öğretmenlere
dokunuyor veya dokunmadan onları dinlemeye çalışıyorum.
Milli
Eğitim Bakanlığı ve Müdürlüğü öğretmene ne kadar dokunuyor ve onları ne kadar dinliyor?
Öğretmenlere
kulak verilmelidir?
Öğretmenler
bir an evvel dinlenmeli, problemler tesbit edilmeli ve cevap verilerek, hızla
çözüme gidilmelidir.
Öğrenciler
nadastan çıkarılmalıdır.
MEHMET
ÖZÇELİK
16-02-2019
İNSAN SURESİ
ZAMAN BEDİÜZZAMANI HAKLI ÇIKARDI
ZAMAN
BEDİÜZZAMANI HAKLI ÇIKARDI
Vaktuz zaman olmayan, zamane çocuğu olur.
Bu asrın memesinden süt emen Bediüzzaman, asrını çok
iyi tanımakta ve hastalıklara isabetli reçeler yazmaktadır.
Peygamber Efendimizden sonra hatta daha cenaze
kalkmadan hilafet meselesi, siyaset ve riyaset meseleleri tartışılmaya
başlanmıştır.
İslam dünyası 14 asırdır hep siyaset cephesinden yara
almış ve yaralanmıştır.
Oysa siyaset meselesi, islamın yüzde bir meselesidir.
Cemel vakasıyla on bin kadar, Sıffin vakasıyla yetmiş
bin kadar sahabe şehid olmuştur.
İlk
Cemel ve Sıffin Vakası siyasi odaklıdır.
Fitne, fesat ve nifakın en çok rol oynadığı alandır
siyaset.
Bütün bu gibi başta menfaat olmak üzere sebeplerden
dolayı Bediüzzaman, şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçmış ve Allaha
sığınmıştır.
-Siyasetin
kirliliği tamamı ile kendini 15 Temmuzda gösterdi. Temiz insanlar kirli
yerlerde, kirli insanlar temiz yerlerde yer aldı.
Şeytan
artık sadece soldan gelmedi, Sağdan da geldi. Her kılığa bürünüp. her renge
girdi.
-Evet
gerçekten de zaman Bediüzzamanı haklı çıkarmıştır.
-At
iziyle it izinin birbirine karıştığı, kimlik ve kişiliklerin yer değiştirdiği
bir siyaset içerisindeyiz.
Tarih boyunca bizler dıştan çok içten çekmişiz. Dış bizi
yıkamamış ancak içten yıkılmışız.
-Emeviler’in
durumu siyasi olaydır. En büyük kaybını bu Ümmet siyasetle vermiştir.
-Asker ne vakit siyasetle uğraşmış, dış ile mücadeleyi
bırakarak, içte birbirleriyle uğraşmışlardır.
-Osmanlı tarihinde İstanbul’da birçok defa isyanlar çıkmış
ve bunların çoğunda da askerler başrolü oynamışlardır.
Bu da askerin siyaset üstü olması gerektiğini
göstermektedir.
Nitekim 31 Mart Vak’ası ile başlayan siyasî ve askerî
isyan, yerini 1960 yılından itibaren başlayan darbelere bırakıyordu.
II. Abdulhamidin devrilmesiyle birlikte ordudaki tecrübeli
alaylılar gitmiş, yerine mektepliler gelmişti.
Ondan sonra ise;” Peşpeşe gelen gaileler, Arnavutluk
isyanı, Trablusgarb Harbi, İttihat ve Terakkiye olan muhalefeti had safhaya
çıkardı.”[1]
Ve neticede 1. Dünya savaşı, çanakkale savaşları ve Dev
çınar olan Osmanlının yıkılması başlayacaktı.
”Osmanlı döneminde de
asker birçok defa isyan ederek yönetime müdahale etmiş, Osmanlı padişahlarının yaklaşık üçte
biri askerin müdahalesiyle değiştirilmişti.”[2]
-”Türk Masonluğunun
tahtına yerleşen İttihat ve Terakki ricali, “zabitlerin siyasetle alakası
kesilmelidir” diye ortaya koyduğum fikrimi karşılamak üzere onları da Mason
localarına kayıt ile elden çıkarmamağa çalışıyorlardı.”[3]
-”Fatih Sultan
Mehmed’den sonra isyanla yüzleşmeyen Osmanlı padişahı yok gibidir.
Osmanlı padişahından 12 tanesinin isyan ve darbe ile tahtını kaybettiği…”[4]
-İsyancılar
yaptıklarının yanlarına kâr kaldığını bildiklerinden dolayı çok rahat isyana
kalkmaktadırlar.
Nitekim Genç Osmana karşı yapılan isyanda;” İsyanın ikinci
günü asiler önce Yeniodalar’da, sonra Fatih Camii’nde toplandılar,
sonra şehrin dört bir yanından Atmeydanı’na doğru akın ettiler. Ulemadan birkaç
kişi, asilerin isteklerini padişaha iletmek için saraya gönderildi. Aracılar,
asilerin katledilmesini istedikleri kişilerin isimlerinin bulunduğu bir kâğıdı padişaha verdiler ve
“Padişahım istediklerini ver, yoksa hâl harap olup şehir yağmalanır” dediler.
Ancak II. Osman, asilerin öldürülmesini istedikleri kişileri vermemekte
diretti. Heyetin, “Padişahım kul taifesi toplandıklarında istediklerini
alırlar. Atalarınızdan dahi istediklerini almışlardır. Şimdi dahi
onlar istediklerini alırlar. Şehir yağma olmadan istediklerini ver” demesi
üzerine padişah, “Evvel sizi, sonra onları kırarım. Onların tedariki
görülmüştür” şeklinde sert bir cevap verdi. Ancak II. Osman bu cevapla kendi
sonunu hazırlamaktaydı.”[5]
Osmanlı tarihinde ilk defa bir padişah idare ettiği
insanlar tarafından öldürülüyordu.[6]
Ancak bunu yapanların yanına bu kar olarak kalmadı,
kendileri de yaptıklarının cezasını gördüler.
4. Murat bu eksikliği gördü. Kendisi de her ne kadar fedai
verdi ise -saltanatının ilk yıllarında çünkü küçük yaşta tahta geçmişti.- Bunu
affetmedi.
-“IV.
Murad, tüm hükümdarlığı boyunca zorbaların devleti ne hale düşürdüklerini hiç
unutmadı ve bu yüzden en küçük bir ihmali veya asayişsizliği en ağır şekilde cezalandırdı.”[7]
Şefkat ise maraz getiriyordu.
Nitekim ‘. Abdulhamid Sultan Abdulazizin öldürülmesinde
katkısı olanların çoğunluğun idam istemesine karşı şefkatli sultan son karar
mercii olması hasebiyle onların idamına değil, müebbed kürek mahkumluğuna
çevirdi.
“II. Abdülhamid, Yıldız Saray’ında devlet adamlarından
oluşan 25 kişilik bir heyet topladı. Burada idam cezalarının uygulanıp uygulanmaması
konusu tartışıldı. Katılanlardan 15 kişi idamların yerine getirilmesini, 10
kişi ise cezaların hafifletilmesini istedi. İdamların onaylanmasını isteyenler
arasında Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa da vardı. Paşa kararın
uygulanmasının hukukun gereği olduğunu söylemiş, aynı zamanda, ibret olması
açısından da idamların yerine getirilmesini istemişti. Ancak son karar merci
olan II. Abdülhamid bambaşka bir hükme vardı. Bütün idamları müebbet küreğe
çevirdi ve mahkûmların cezalarını Taif’te çekmelerine karar verdi.[8] Temmuz 1881’de, başta Midhat Paşa olmak üzere, kürek
mahkûmları İzzeddin Sultan Vapuru’yla Taif’e gönderildiler.”[9]
-Ömer bin Abdulaziz
Emevi halifelerindendir.Emevilerin seyyiatının hasenatındandır.
“İmparatorlukların da, insanlar gibi bir yaşamları,
kendilerine özgü bir varlıkları vardır. Onlar da doğarlar, büyürler, olgunluğa
erişir, ardından yaş1anır güçten düşerler.” İbni Haldun.
Tıpkı ayette; “İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür
dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) [10]
Gerek alınan kararlar
ve gerekse de yapılan yanlışların birikimi ve monotomluk şairin şu sözlerini de
doğrular;
-“Hükümdar yine en kötü söze uydu, böldü halifeliği ve
toprağı, kimin aklına geldiyse, baksaydı görürdü saçlarının ağardığını.”
Mesudi bir devecinin şu dizeleri
seslendirdiğini dile getiriyor: “Bu
seçimle verilen sözler tutulmayacak/Bir yangın ki, her yanı saracak.” Getirilen çözümle ilgili olarak
görüşü sorulan bir adamın da, “Kılıçlar kınlarından
sıyrılacak, imparatorluk kan ve ateşe bulanıp parçalanacak,” [11]
-Şu dizeler Fadıl’a aittir: “Bahtsızlığımızdan yakarışımız Allah’adır/Acı
ve kederimizin ilacı ancak onıın ellerindedir/Dünyadan gittik ama yine de
dünyadayız/Ne öldük, ne de
canlı sayılırız.”
******************
Bediüzzaman Said Nursi gazetelerde yazı yazmasının
nedenini, “Volkan gibi cerâid-i diniye ile nesâyih-i diniyeyi, o mütehassis ve müteheyyic
vicdanlara yağdırmak istiyoruz” sözleriyle açıklar [12]
Gazetecileri de “huteba-i umumî” olarak tavsif eden Nursi
(Nursi, 2012, ESDE,
s. 57) gazetelerin “bedraka-i efkâr” (fikirlerin kılavuzu) olmaları gerektiğini
de ifade etmektedir.(Nursi, 2012, ESDE, s. 115).
“Edipler edepli olmalı; hem de edeb-i İslâmiye ile
müteeddip olmalı. Ve onun sözleri kalb-i umumî-i müşterek-i milleten bî- tarafane
çıkmalı. Ve matbuat nizamnamesini, vicdanınızdaki hiss-i diyanet ve niyet-i
halise tanzim etmeli” (Nursi, 2012, ESDE, s. 124.) diyerek de gazetecilik ilkelerine
ahlaki ve şer’i bir çerçeve çizer.
-“Yine “Asker Kardeşlerime” başlığı ile (18 Nisan 1909,
sayı: 152) Serbesti’de yayımlanan yazısında Said Nursi, ordunun siyasete
karıştırılmaması gerektiğini ifade etmekte ve meşrutiyetin devamından duyduğu
memnuniyeti dile getirmektedir (Nursi, 2012, ESDE, s. 105). Aynı gazetede (Serbesti, 20
Nisan 1909) “Umum Zabitanımıza” başlıklı bir yazısında da bütün
askerlerin “itaat-i kamile” ile muvazzaf oldukları dile getirilmektedir (Nursi, 2012, ESDE,
s. 106).
-“Bediüzzaman
Said Nursi esaret sonrasında Osmanlı ve İslam alemi üzerinde oynanan oyunları
bozmak için gazete ve neşriyat imkanlarını sonuna kadar kullanır. Mesela
“Kürtler ve Osmanlılık” başlıklı (22 Şubat 1336/7 Mart 1920.İkdam, 8273)
yazısı o günlerin siyasal karışıklığı ve parçalanmaya doğru giden Osmanlı
üzerindeki oyunları bozmaya yöneliktir. Yazı Paris’te, Şerif Paşa ile Ermeni
heyet-i murahhasası reisi Boğos Nubar Paşa arasında, Kürdistan ve Ermenistan
hakkında bir itilâf akdedildiği haberlerinin çıkması üzerinedir (Nursi,2012, ESDE.
ss. 106-107).
Nursi, bu itilafnameye şiddetle karşı çıkar. Yazının imza kısmında
Bediüzzaman’la birlikte Sâdât-ı Berzenciyeden Dava Vekili Ahmet Arif, Hizan
Sâdât-ı Kiramından İhtiyat Binbaşısı Muhammed Sıddık isimleri de vardır. Bu bağlamda Sebilürreşad’da
da “Kürtler ve İslamîyet” başlığı ile bir yazı daha çıkar (17 Mart 1920).
Yazının girişinde, “Bu hususta en ziyade söz söylemek salâhiyetini haiz bulunan
ve Kürdlerin salâbet-i diniye, necabet-i ırkiye ve celâdet-i İslâmiyesini
bihakkın temsil eden ve Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiye azasından, Kürd eşraf ve
mütehayyızânından bulunan fazıl-ı şehîr Bediüzzaman Said el-Kürdî Efendi
Hazretleri buyuruyorlar ki:” açıklamasıyla Boğos Nubar ile Şerif Paşa arasında
akdedilen mukaveleye şiddetli itiraz dile getirilir. “Kürdler camia-i
İslâmiyeden ayrılmaya asla tahammül edemezler” denilerek bunun aksini iddia
edenlerin Kürtlük namına söz söylemeye yetkili olmayan beş-on kişiden ibaret
olduğu ifade edilir (Nursi, 2012, ESDE, s.108). Kürtleri temsil yetkisinin Meclis-i Mebusan’da olduğunu
ifade eden Said Nursi, “Kürdistan’a verilecek muhtariyeten bahsediliyor.
Kürdler ecnebi himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense ölümü tercih
ederler. Eğer, Kürdlerin serbestiyet-i inkişafını düşünmek lâzım gelirse bunu
Boğos Nubar’la Şerif Paşa değil, devlet-i Âliye düşünür.” diyerek çözümün
adresini de gösterir (Nursi,2012, ESDE, s.109).
-“1907-1920
aralığında onlarca gazetede onlarca yazısı çıkan Said Nursi, istibdat,
hürriyet, meşrutiyet, Batıcılık, İslamcılık, Kürt meselesi, İslam aleminin
genel problemleri gibi hususlarda Kuranî yaklaşımı dile getiren yazılar yazmış
ve makalelerini Makalat adlı eserinde toplamıştır.[13]
******************
Gerçekten
bu gün tüm partilerin içerisinde düşmanın bile yapmadığı ve de
yapamadığını yapan
kopuk ve kişiliksiz ve de bu milletin değerlerine saldıran ve salyasını akıtan
insanları devamlı görmekteyiz.
Bu
menfi insanlar işte mesaj verecekleri bu günler için sahipleri tarafından
beslenmişlerdir.
-Trenden
inenler, hükümetin başarısızlığı için her kozu kullanmaya, boşluğun sürmesini
arzu ediyorlar.
Kendileri
dökülenler, hükümetin de dökülmesini temenni ediyor, sonrası için hazırlık
yapıyorlar.
-Türkiyede
patates ve soğandan medet uman kokmuşlar var.
Milleti
patates zamlarıyla esir almaya çalışan şövalyeler ve şövalye zihniyetliler
bulunmaktadır.
-Trump-un
doları yükselterek bizi çökertmeye çalışmasına karşı, içimizdeki Trumplarda
patates ve soğanları yükselterek hükümeti devirmeye çalışmaktadır.
-Kirletilen
kelime cemaat-hizmet-tarikat-şeriat olmuştur.
Bediüzzamanın
siyasetten kaçmasının büyük hikmetleri vardır zira siyasete girenler kirleniyor
ve teker teker toplanıyor.
-Siyaset
üzerine epey yazı yazmıştım. Onlardan bir kaçına atıfta bulunulmuştur.[14]
-Zamanın
yöneticileri tarafından Hacı Bayramı velinin müridlerinden vergi alınmaması
üzerine adeta vergi verecek kimse kalmaz.
Buna
bir çare olarak Hacı Bayramı veli, kendisinin 1,5 müridinin olduğunu söyler.
Ve
yüksek bir meydanda kendisini sevenlerin kurban edileceğini söyleyip, çadırda
bir kurban kesildiğini ve kanın aktığını gören herkes kaçmaya başlar.
Sadece
bir erkekle bir kadın, canımız feda olsun der, kaçmaz. Bu iki kişiden vergi
alınmaz.
-Cemaatlerin
devlet kademesinde olması normal iken, gayr-ı meşru ve haksız olarak bunu elde
etmesi anormaldir.
-Cemaatlarda
istihbarat ekipleri bulunmaktadır. Mesela bu konuda eğer Fetönün durumu
perdelenmeden deşifre edilseydi, bu duruma gelinmezdi.
-Siyasetle
iştiğal etmeyen Bediüzzamana saldıranlar, yine siyaset perdesi altında bunu
yürütmektedirler.[15]
-Yıldıray
Oğur’un TV5’teki “Medya Analiz” programında konuşan Karar Gazetesi yazarı Ahmet
Taşgetiren’in “12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat döneminde yazdım, kendimi bu
zamandaki kadar kısıtlı bir duygu içinde görmedim.” sözü üzerine epey tepki
aldı.
Bu
da eski siyaset gömleğinin hala sürdürüldüğünü göstermektedir.
-Bediüzzaman’ın
iman –Hayat- Şeriat üçlemesi içerisinde şu anda şeriat denilen yani diğer bir
ifadeyle siyaset devresi yaşanmaktadır.
Mehdiyet
ve süfyaniyetin son devresi siyaset alanında cereyan etmektedir.
MEHMET
ÖZÇELİK
15-02-2019
[1]
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA ASKERÎ
İSYANLAR ve DARBELER E.AFYONCU-A.ÖNAL- U.DEMİR.Sh.166.