SEÇKİN HAYATLAR

SEÇKİN
HAYATLAR

Ölüm
öncesi ve sonrası bir hayatı hiç mukayese ederekten düşündünüz mü?

Düşününüz
ki; ortalama 70 yıl bir hayat yaşıyorsunuz ve ondan sonra ne olacağını bilmeden
yaşadığınız bir hayatın sizin için ne kadar bir elem verici, sıkıntılı ve en
büyük bir kayıp olduğunu düşününüz.

Her
şey ve bu dünyada iken elde edeceğiniz her şey bir an içerisinde yok olup
gidiyor ve geri hiçbir şey kalmıyor.

Ama
öyle bir hayat düşününüz ki, bu hayat öbür hayata bir basamak oluyor ve bu
hayat bitse de, işte asıl ondan sonra bu hayatta belki de çok arzu ettiğiniz,
elde etmeye çalıştığınız, düşüncenizin hatta hayalinizin de ötesindeki bir
hayat ile karşı karşıya kalıyorsunuz.

Adeta
önceki bir hayatın daha kapsamlı bir şekilde devam eden bir hayat olaraktan
sürdürülebilirliğini düşününüz…

Ebedi
bir hayat içerisinde sürdürebileceğinizi, tek başımıza da değil, birçok
hayatlarla beraber sürdürülebilir bir hayatın sizin için olduğunu düşününüz.

Ve
böyle sınırı olmayan, sınırlanmayan, sınırlandırılmayan sonsuz bir hayat
içerisinde sürdürülebileceğini ve sürekli gelişen, geliştirilebilen böyle bir
sonsuz hayatın, sonsuz bir yaratıcının garantisi altında olan bir hayatın var
olduğunu düşününüz…

Hem
hayatınız tam bir garanti içerisinde..

Çünkü
sonsuz hayat sahibinin kendi hayatı tamamıyla zati, subuti olduğu içindir ki
bizzat var olduğundan, zıddı olan yokluğu düşünülemediği için böyle bir hayat
sahibine dayanan bir hayatın ebediyen devam ettirileceğini bir düşününüz.

Aslında
dünya hayatındaki tüm sıkıntıların böyle bir mukayese yapmamadan kaynaklandığını
düşündüğünüzde çok rahat anlayacaksınız.

Nitekim
bunun şifrelerini veren Peygamber Efendimiz; -İnsanlar uykudadırlar, ölünce
uyanırlar.- buyururlar ve hatta -Ölmeden evvel ölünüz.- buyururlar.

Aslında
bu mânâ bir derece ebediyen sonsuz, gerçek, ikinci bir hayatın şifreleri
içerisinde mevcut olduğunu ancak onunla sürdürülebilir, bağlantılı olduğunu da
ifade etmektedir.

Yani
ikinci bir hayatın, sonsuz bir hayatın hayat olarak devam edebilmesi için,
tamamı ile bir hayatın O’na endeksli olarak, O’nunla bağlantılı olarak, O’na
bir mukaddime ve hazırlık olarak onu açacak bir anahtar olup onu netice verecektir.

Derdi Allah olanın dermanı Allahtır ve Allahdadır.

Dermanı Allahtan olduğunu bilmenin derdi, derdi Allah
olanın derdi değildir.

-Dünya
ahiretin mezraasıdır- yani burada ekmek ve ekmeye bağlı olduğunu bilmesi ile
olmaktadır.

Nasıl,
böyle bir hayata hazır mıyız? Ve böyle bir hayata hazırlık yapmakta mıyız veya
bu hayat ile O Hayat arasında bir köprü oluşturabilmekte miyiz?

Yoksa
oluşturulmuş olan o köprüleri -Allah korusun- yıkmakta mıyız, tahrip mi etmekte
veya zayıflatmakta mıyız?

Veya
tersi yönü ile sürekli güçlendirmekte ve güncellemektemiyiz? Tüm mesele burada
bulunmaktadır.

Aslında
bütün dava hep bu noktada odaklanmaktadır. Allah’ın -tabiri caizse- ısrar ile
insanlara yapmış olduğu ikazlar, kitapların ve peygamberlerin gönderilmesindeki
tüm uyarılar, hep bu noktada toplanmaktadır. Yani dünya ile ahiret köprüsü’nü
kurmak, ahiret vuslatını, kavuşmasını, oluşmasını, geçişini sağlamak amaçlıdır.

Ya
geçilecek ya da köprüler yıkılarak ölünecek, ebedi bir bitişin startı verilmiş
olacaktır.

-Düşünebiliyor
musunuz; Bir köyde, dar bir yerde değilsiniz ve hatta 81 milyonun olduğu bir
devlette de değilsiniz veya 7 buçuk milyar insanın bulunduğu bir dünyada
değilsiniz veya Hz Adem’den bu yana sayısız insanların, milyarlarca insanın
olduğu bir yerdesiniz.

Biraz
daha büyütecek olursak; aynı zamanda sayısını ancak Allah’ın bildiği bir
melekler ve bizden belki de daha çok olmakta olan cinlerin ve hatta karada,
denizde, havada bulunan tüm hayvanların oluşmuş olduğu sayısız imkanların,
imkansız denilebilecek, imkansız imkanların insanın önüne serildiği, bütün
kainatın, sonsuz bir alemin insanın önüne sofra olarak serildiği bir alemi
düşünün, bir hayatı düşününüz.

Bu
dünyanın dar alanından, dar hayat bağlantılarından çıkarak adeta zincirleri
kırarak sonsuz bir hayatı düşündüğümüz zaman her şeye, hayata bakış açımız da
değişecektir. Dünya neymiş, biz neymişiz, varlık neymiş, önce biz ve sonramız
neymiş.. Elbette daha iyi bilecek ve daha iyi anlaşılacaktır.

Dünya
hayatı ahiret hayatından daha önemli olmasa da ancak ebedi ve sonsuz hayatın startı
buradan verildiği ve buraya göre orası şekillendiği için elbette dünya hayatı
bu ciheti ile gayet önemlidir. İnsanların dünyanın lafzından ziyade, dünyanın
bu manasını ve hikmetini yani anlamını bilmiş olması aslında ebedi ahiret
hayatını daha iyi bilmesine sebep olacaktır.

Dünyaya
gelen insanlar ahirette sümbül verebilmeleri için İslamiyet suyu ile, Kur’an’ın
hakikatları ile bir derece o duygularını, yaratılıştan getirmiş oldukları o
kabiliyetlerini neşv-ü nemâ etmeleri gerekir. İnsanlar bir yandan ekmek ve
ekilmek için geldikleri için; amelleri ile ekecekler ta ki ahirette, Cennet
suresinde ortaya çıksın veyahut da kendileri duyguları cihetiyle ekilecekler,
İslamiyet, iman, ibadet, Hidayet gibi hakikatlarla kendileri sümbül verecekler.
Ahirette daha istidatlı ve kabiliyetli adeta android sistemi gibi sürekli
gelişen bir kabiliyete, sonsuzluğa kulaç atacak bir özelliğe sahip
olabilsinler.

-Bir
diğer önemli nokta ise; insan hayatı ile diğer varlıkların hayatını kıyas
edelim ve bir hayvan hayatına bakalım.

Bu
canlılar bir yandan belki insanları düşündürmek, ibret almak, hayatını devam
ettirmek, belki bir yandan eğlendirmek gibi kabiliyet ile donatılmış olarak
adeta başka bir alemde eğitim görmüş olaraktan, tekamül etmiş bir vaziyette bu
dünyaya gelirler. Bütün bunların böyle bir şekilde bu dünyaya gelişleri, hep
hazır olarak gelmeyen ama kabiliyet ve duygular cihetiyle hazır bir durumda
olan insanın hayatının geliştirilmesi içindir. Ona bir derece adım ve basamak,
terakkisine vesile olması ve duygularının vüs’atine ve inkişafına vesile olması
içindir.

Tüm
varlıklar hep insan kabiliyetlerinin gelişmesi için yaratılmış, var edilmiş
varlıklardır. Adeta tüm kainat bir toprak, insan ise o toprak içerisinde ekilen
bir kabiliyet ve bir kapasite içerisinde gelişen varlıktır. Ya duygularını öldürecek,
söndürecek ya da var edecektir.

İki
şıktan birisi; ya olacak ya ölecek, ya sönecek ya yakacak bununla karşı
karşıyadır. —Diğer hayatları kendi hayatımızda mukayese ettiğimiz zaman,
insan hayatı hayatların en üstü durumdadır. Diğer hayatlar insan hayatına
hizmet etmekte, insan hayatının altında bulunmaktadırlar.

-Kainat
adeta bir hayat ordusu,

Bir
de bu hayatların senin hayatına inzimam ettiğini yani eklendiğini ve külli bir
hayat olduğunu düşününüz. Çünkü insanın sonsuz hayattaki hayatının istifadesi
sadece şahsi hayatının istifadesi ile bir lezzet, bir tekâmül almamaktadır. Diğer
hayatlarda onun yani  senin hayatına
inzimam edip eklenince, tam bir hayat külliyesi içerisinde, külli bir hayat
oluşacaktır.

-İnsan
bu dünya hayatı içerisinde adeta kabuk ve yumurta ve çekirdek gibi hayatın
oluşumu içerisine girmektedir. Nasıl ki 21 günlük devresini yumurta içerisinde
tamamlayan bir kuş ve herhangi bir canlı gibi.

O
devresini tamamlamayan veya hariçten ve dahilden müdahalelerle tekamülünü
tamamlamayan insanlar, cehennem çöplüğünde yok olmaya, çöplükte hayatını
sürdürmeye mecbur kalacaklardır.

Tamamlayanlar
ise gökyüzünde bazen bir kuş, bazen denizlerde yüzen bir balık, bazen karalarda
gezen bir canlı vesaire gibi adeta iradeli bir insan olaraktan hayatını
sürdürecektir.

Tüm
faaliyetler seçkin hayatların seçimi üzerinedir. Bizler seçilmiş olarak dünyaya
geliyoruz.

Hayatımızdaki
bu hayatlar içerisinde de Seçkin Hayatlar cennet için seçiliyor. Bütün varlıklar
içerisinde farklı bir hayat olan seçkin, seçilmiş olup bu dünyaya gönderilen ruhlar,
hayatlar bu dünyada ayrı bir elekten elenerek şiddetli bir imtihana tabi
tutulmaktadırlar.

Çünkü
insanlar madenler gibidirler. Kömür, Bakır, gümüş, altın ve elmas gibi…

Tüm
alemler insanı netice vermekte, insanda Seçkin Hayatları netice vermektedir.

HAYAT
YOLCULUĞU

Hayat
yolculuğu..Hayat serüvenimiz. geçmişten geleceğe giden bir hayat yolu ve
yolculuğudur.

Bizler
önemli bir yolculuğu aşmış isek de, önümüzde sonsuzluğa uzanan bir yol ve
yolculuk bizi beklemektedir.

Her
şeyi ve neticeyi belirleyecek bir yoldayız.

Önemli
bir yolcuyuz.

Müsabaka
meydanında bütün alemler kendi pencerelerinden bize bakıp, heyecanla bizi takip
etmektedirler.

“İnsan
bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre,
kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder. Her iki hayatın
levâzımatı, Malikü’l-Mülk tarafından verilmiştir. Fakat o levazımatı, cehlinden
dolayı tamamen bu hayat-ı faniyeye sarf ediyor. Halbuki, o levâzımattan lâakal
onda biri dünyevî hayata, dokuzu hayat-ı bakiyeye sarf etmek gerektir. Acaba
birkaç memleketi gezmek için hükümetten yirmi dört lira harcırah alan bir
memur, ilk dahil olduğu memlekette yirmi üç lirayı sarf ederse, öteki yerlerde
ne yapacaktır? Hükümete ne cevap verecektir? Böyle yapan kendisine akıllı
diyebilir mi? Binaenaleyh, Cenab-ı Hak her iki hayat levazımatını elde etmek
için yirmi dört saatlik bir vakit vermiştir. Çoğunu aza, azını çoğa vermek
suretiyle, yirmi üç saat kısa ve fani olan dünya hayatına, hiç olmazsa bir
saati de beş namaza ve baki ve sonsuz uhrevi hayata sarf etmek lazımdır ki,
dünyada paşa, ahirette geda olmasın!”[1]

HİÇ
DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

            Bu dünyada ne arıyorsunuz?

Buraya
niçin Geldiniz?

Sizi
kim gönderdi ve niçin gönderdi?

Bu
gidiş nereye?

Bu
gidiş nasıl gitmektedir?

Nerede
son bulacaktır?

Kiminle
ve kimlerle sonuçlanacaktır?

En
önemlisi de nasıl sonuçlanacaktır?

Bu
bir üniversite veya göreve atanma sonucunu bekleme gibi olmayacaktır.

Ebedi
hayatı ve onun nasıl olacağını belirleyecek bir sonuç olacaktır.

Yola
çıkanlar, yolda gidenler ve yolu sonlayanlar kimler olacak, kimler
dökülecektir?

Kaç
kişiyle çıkıldı ve kaç kişi kalındı ve hedefe varanlar içerisinde miyiz?

Bitmiyor…

Sorgu
sualler…

Neden
devam ettiremeden, varamadan döküldün, en geride kaldın?

Zira
verilenler bir hesaba tabidirler.

Müflislerden
miyiz?

Müflis
miyiz?

Ne
kazandık ve ne kaybettik?

Yıllar
süren bir hesap ve hesaplaşma süresi.

Mahcup
ve perişanlık dönemi mi başlayacak?

Yoksa
sürur ve sevinç dönemi mi?

Amel
defteri sağından verilen Ashab-ı Yemin mi, yoksa solundan ve gerisinden verilen
Ashab-ı Şimal mi?

MEHMET ÖZÇELİK

09-01-2019


[1] Bediüzzaman
Said Nursî, Mesnevi-i Nuriye, s.189.