-Bazı kimselerin hakkını arama adına dükkanlara
saldırması veya bazı yerleri yakması hatta toplumun huzurunu bozması bir
özgürlük müdür?
Mesela dağ hayvanlarının masum insanlara saldırıp
açlıklarını ve ihtiyaçlarını gidermeleri bir özgürlük müdür yoksa bir hayvanlık
mıdır?
Oysa gerçek manada özgürlük ve hürriyet; kişinin ne
kendisine ve ne de başkasına zarar vermemesidir.
Zarar vermeyi bir özgürlük olarak sayanlar, aslında zulme
ve küfre, terör ve hukuka tecavüze destek olmaktadırlar.
Hak haksız yollarla değil, hukuki ve meşru yollarla
aranır.
-Mehmet
Metiner şöyle der: “Devlet kişisel maneviyat empoze edemez. Bizlere günah
işlemek özgürlüğü tanınmalıdır. Sâdece Allah’a hesap vermekle yükümlüyüz.
Cehennemin kapılarından içeri girmek yasaklanmamalıdır. “
Devletin
sorumluluğu nerede kalıyor?
Sorumluların
hakkını kim koruyacaktır?
Allah bir
yandan cehennemin kapılarını açık bırakırken, diğer yandan da oraya gidilmemesi
için hem hukuki ve hem de ceza-i yöntemleri uygular.
Oraya
gidilmemesi için peygamberler, kitaplar ve dinleri gönderir.
Müslümanlara
bir çok sorumluluklar yükler.
Bunu hem
dünyada verir ve hem de ahirette vereceğini söyler.
Adeta
kanalizasyonların dışarıya akıtılmasına müsaade etmenin bir özgürlük olarak
değerlendirilmesi gibi.Veya komşusunu rahatsız eden adamın, Her koyun kendi
bacağından asılır, denilip normal görülmesi gibi.
-Halk
TV’de Uğur Dündar moderatörlüğünde yayınlanan Halk
Arenası programına konuk olan Metin Akpınar skandal sözler sarf
etti.
Akpınar,
sözde demokrasi dersi verdiği programda “Demokrasiye ulaşamazsak her
faşizmin karşılaştığı gibi belki liderini ayağından asarlar, belki mahzenlerde
zehirlenerek ölür, belki başka liderlerin yaşadığı gibi kötü sonlar yaşayabilir!”
ifadelerini kullanmıştı.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan metin akpınar ve müjdat gezene cevabında, bunların sanatçı müsveddesi
olduğunu söyledi.
Erdoğan,
“Beni ipe götüreceklermiş, bunu sanatçı müsveddeleri yapacakmış, senin her
yerin sanatçı olsa ne yazar. Beni ipe götürecekmiş, senin haddine mi? Biz
şahadete inanmış insanlarımız: Biz bunların bedelini ödemeye hazırız. Bunlar
sanatçı müsveddesi. Bunun bedelini ödeyecekler” dedi.
Akpınarın
bu sözü özgürlük müdür.
Evet
elbette hayvan hayvanlığını yapacak ve insan insalığını ancak insanda
çobanlığını ve insanlığının gereğini yapacaktır…
Kıssa: Timur’un
imparatorluğunun sınırlarını olabildiğine genişlettiği dönemde, Hafız bir gazel
yazar.
Bu gazelin bir beytinde şöyle der:
“O
Şirazlı Türk (güzel) bize iltifat eder, gönlümüzü alır, aşkımızı kabul eylerse Onun
siyah benine Semerkand’ı de bağışlarız, Buhara’yı da”
Hikâye
edildiğine göre Timur Hafız’ın kenti Şiraz’ı fethedince şairi huzuruna getirtir
ve azarlar, Semerkand ve Buhara gibi gözbebeğimiz iki kentimizi bir
güzelin kara benine nasıl feda edersin be adam?
Hafız üzerindeki yırtık pırtık giysileri işaret eder ve şöyle cevaplar.
-Zaten vere vere bu hale düştüm sultanım!
Bu bir
özgürlük mü?
MEHMET ÖZÇELİK
24-12-2018
KUR’AN-I KERİM-DE PEYGAMBER BEDDUALARI
KUR’AN-I KERİM-DE PEYGAMBER BEDDUALARI
Kur’an-ı
Kerim-de Peygamber bedduaları bulunmaktadır.
Peygamberimiz
ve de peygamberler beddua etmişlerdir.
“Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim!
Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!”
Çünkü sen onları bırakırsan,
kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.”
Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş
olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla.
Zalimlerin de ancak helâkini arttır.”[2]
“Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur”
dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler.
Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların
bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah,
onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!”[4]
“Onları gördüğün zaman kalıpları
hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise
giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar.
Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan)
çevriliyorlar!”[5]
“Cehalet içinde gaflete dalmış olan
(ve “Muhammed şairdir, delidir” diyen) yalancılar kahrolsun!”[6]
“Bir de Yahudiler, “Allah’ın eli
bağlıdır” dediler. Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlansın ve lânete
uğrasınlar! Hayır, O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun,
sana Rabbinden indirilen (Kur’an) onlardan birçoğunun azgınlık ve küfrünü
artıracaktır. Biz onların arasına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Her
ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Onlar
yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah, bozguncuları sevmez.”[8]
-Kafirleri
tehdit eden ayetler bulunmaktadır.
Allah
günah işleyen kavimlerle beraber, onlara sessiz kalanları da helak etmiştir. Şuayb
kavmi gibi.
Karun
şımarıklığından dolayı yerin dibine malıyla birlikte batırılmıştır.
Kur’an-ı
Kerim-de Yahudilerin yeryüzünde iki kere fesadından bahsedilir.[1]
“Dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna giden, pek
azılı düşman iken, kalbinde olana Allah’ı şahid tutan, işbaşına geçince,
yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çabalayan insanlar
vardır. Allah bozgunculuğu sevmez.”[2]
Bu zamanda en büyük terör, gıda terörüdür.
Zira herkesi kapsar, harici olmaz.
Ahirzamanda gelecek olan yecüc ve mecüc, bütün terörleri
içerisinde barındıran terördür.
İlaç terörü, silah terörü, gıda terörü, ekonomik terör,
teknolojik terör.
-Süleymanın
yüzüğünün güç kaynağı olması, adeta enerji yüklü.
Biyoenerji
yüzüğü … Gıdanın verdiği enerji… Suyun güç ve enerjisi…
Suyu
ağızda bekleterek içmek adeta o enerjiyi massetmektir.
Telefonu
uzakta tutmanın gereği, onun vücudun enerjisini alması sebebiyledir.
Başta
zemzemin içindeki enerjinin gücü, içtiğimiz suların en az dört katıdır.
Mineralleri
yüksektir. Bazı terme suları da bu kabildendir.
-“Duygular
karında oluşur ve karında etkili olur.” Horst Ferdinand Herget.
“Bağırsaklar
ikincil beynimizdir, onsuz yaşam düşünülemez.”Horst Ferdinand Herget
Sindirim organımız 200 milyon sinir
hücresine ile
çevrilidir.
“Vücudumuzda toplamda 10 trilyon insan hücresi
varken bağırsağımızda 100 trilyon mikrop vardır. Bağırsaktaki floraya
ait eşsiz genleri insan hücreleri ile karşılaştırdığınızda, onların insan
vücudu içinde sinyal yolladığını ve sayıca da 150 kat daha fazla olduğunu
görürsünüz (insan genlerinde 3,3 milyon mikrop geni vardır).”[3]
Günlük
yaşanan stresi kompanse edebilmek için sağlıklı bir bağırsak florasına ihtiyaç
vardır.
Eğer
bağırsak florası bozuk ise oral probiotik almak gerekir.” [4]
“75
yılda 30 ton besin ve 50.000 litre sıvı bağırsaklardan geçmektedir ki bu da bağırsaklarımızın mükemmel
işleyişini göstermektedir.” [5]
“Bağırsaklarımız
100 trilyon sinir hücresinden
oluşur ki bu da omurga sisteminde bulunan tüm sinir hücrelerinin toplamından
daha fazladır.
Bağırsaktaki
hücre tipleri ve reseptörleri ise beyin hücrelerinin özelliklerini
taşımaktadır.” [6]
-İnsan
yediğidir.
Can
boğazdan girer ve boğazdan çıkar.
Sürekli
hayvan eti yiyen adeta hayvanlaşır.
Koyun ve
sığır eti bile mizacın farklılığında farklı yönden etkili olur.
-İnsan
alemden süzülmüş bir varlıktır.
Alemde ne
varsa, insanda da o vardır.
İnsan
alemin ve alemde bulunan maddi ve manevi özelliklerin hülasasıdır.
”İslâm
Tıbbı hakkında yazılan tüm büyük sistematik eserlerin girişinde şu öğretilerden
bahsedilir: Evren dört ana unsurdan meydana gelir. “Anasır-ı
Erbaa” olarak bilinen ve dört sır manasına gelen bu unsurlar su, toprak, ateş ve havadır. İnsan bedeninde bu
dört unsurun her birinin karşılığı olduğuna inanılır ve bunlara hılt adı
verilir. Hıltların karışımından müteşekkil insan bünyesine ise mizaç denmiştir.
Her bünyede bu karışımlar değişik oranlarda bulunduğundan, insanların mizaçları
da farklı farklıdır. Bir bünyede hangi mizaç hâkimse bünye onunla anılmıştır.
Safravi mizaç, sevdavi mizaç, demevi mizaç ve balgami mizaç gibi. Kan grupları
da dörttür. Fakat hiç kimse tek başına ve tamamen şu veya bu mizaçtan olmuyor.
Herkes, bu mizaçların belli oranda karışımından müteşekkil bir yapı arz ediyor.
Bu mizaçların belli orandaki bileşkelerine göre eski hekimler 64 çeşit temel
mizaç olduğunu ifade etmişlerdir.”[7]
Bazen
insanda ateş galib gelir. Aşk üzere gider, hem yanar ve hem de yakar.
Aklı
örtülüdür. Ateşin kontrolü altındadır.
Mecnun,
aklın kendisini terkettiği kimsedir.
Aşk
ise; aşıkın aklı terkettiği kimsedir.
-Cesaret
ve tersi olan korkaklık yine mizaçtaki hususiyetin galibiyeti iledir.
-Ecdâdımızın
heybeti ma’rûf-u cihândır.
Fıtrat
değişir sanma bu kan yine o kandır …
-40 günde bir insana arız olur şu 3 şey; İllet, Kıllet, Zillet…
Bunun temelinde de nimet…
-Hastalıkların çoğu çok yemektendir.
Yemek yememenin bir problemi varsa da, yemenin 99 problemi
olur.
-AZ YİYİREM HEKİME İŞİM DÜŞMEZ, DÜZ GİDİREM HAKİME İŞİM DÜŞMEZ.
Hastalıkların çoğu kanın tam devrini yapmaması, tıkanması,
hasiyet ve özelliğini kaybetmesidir.
Kansız insanların kansızlığı, ya mizaçlarından ya da kan
yapısının bozukluğundandır.
Kayseri Melikgazi Anadolu İmam Hatip Fen ve Sosyal Proje okulu olarak, okul yönetimiyle ortaklaşa; 2018 Yılı Aralık ayı içerisinde İmam Hatip Liselerinin genel olarak durumunu öğrenmek amacıyla Kayseri merkezde aşağıda belirtilen iki farklı lisede 9.10.11.12.Sınıflarda Toplam 1400 kadar öğrenci üzerinde yapmış olduğumuz anketin sonucudur:
1.Buraya
(Anadolu Meslek vb. Liselere ) gelirken
hiç İmam Hatip Lisesine gitmeyi düşündünüz mü?
2.Çevrenizde
İmam Hatipli arkadaşlarınız var mı ?
Varsa
İmam Hatipli gibi davranıyor mu ?
3.Lise
tercihi yapacak eş ve dostlarınıza İmam Hatip Lisesine gitmeyi önerir misiniz ?
4.Yeniden
tercih dönemine dönecek olsanız İmam Hatip Lisesine gitmeyi ister misiniz ?
5.İmam
Hatip’ten bir şey çıkmaz görüşüne katılıyor musunuz ?
6.Yeni
İmam Hatip neslinden ve ruhundan umutlu musunuz ?
7.İmam
Hatip tarihini hiç araştırdınız mı?
Araştırmadıysanız
araştırmak ister misiniz ?
8.İmam
Hatip Liselerine ayrı bir saygı duyuyor musunuz ?
9.Son
dönemdeki sıklaştırılan İmam Hatip Liselerinin açılması sizce gelecek vaad
ediyor mu ?
10.Size
hiç İmam Hatip’e gitmenizi öneren oldu mu?
16.İmam-Hatip Liselerine karşı ön yargılarınız nelerdir?
ORTALAMA
CEVAP: %90 ön yargısı yok , %10’u var.
Mesleki derslerin baskısından ön yargı oluşuyor.
17. İmam-Hatip Liselerine Fen Bölümlerinin açılmasını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
ORTALAMA
CEVAP: %95 olumlu , %5 olumsuz.
Bilim
yönünden olumlu olacağı düşünülüyor.
18.İmam-Hatip Liselerinin Meslek Derslerindeki yeterliliğj hakkında
düşünceleriniz
Nelerdir?
ORTALAMA
CEVAP: %80 derslerin fazlalığı ve zorluğu , %20 uygun ve yeterli olduğunu
düşünülüyor.
Anket
Yönetmeni: Mehmet ÖZÇELİK (Öğretmen)
ÖĞRENCİLER:
460.KADİR
ÖZMÜŞ
824.KADİR
ÇAKMAK
173.FATİH
AKÇIL
229.SAMET
DOYMUŞ
SELEFİ PERDESİ
SELEFİ
PERDESİ
Peygamber
Efendimiz zamanında sahabeler problemlerini ve sorularını direk Peygamberimize
soruyor; ya cevabını hemen alıyor veya Cenab-ı Hak – Yes’eluneke- ifadeleriyle
Peygamberimize sorulanlara direk Allah tarafından cevap veriliyordu.
Özellikle
3. Asırdan itibaren farklı dinlerden insanların islamiyete girmesiyle meydana
gelen bulanıklıklar sebebiyle; bir yandan islami ilimlerin ana kaynağı ve de
içtihat kapısı açılırken islami alanda farklılıklar ve farklı yollar ve
mezhepler çıkıyordu.
Bir
yandan bulanıklığı gidereyim darken, diğer yandan da bazı bulanıklıklar, diğer
adıyla itikad ve amelde batıl ve sapık mezheplerde ortaya çıkıyordu.
Selefilik
bu noktada asla ve temele bağlı kalmak amacıyla ve de iyi niyetle ortaya
çıkarken, zaman içerisinde bazı ifrat ve tefritler de baş gösteriyordu.
Ümmeti
kucaklamakta zorlanıyordu.
Geçmişten
günümüze doğru ise, siyaset arenasına çekilmesi, çehresinin değişmesiyle aynı
safiyetini koruyamamıştır.
Tıpkı
İngiliz siyasetine alet olan Suud devletinin Vehhabiliği tercih ederken, islamı
kısırlaştırmış, darlaştırmış, hareket alanını daraltırken, siyasetin ağırlığı
dinin ağırlığını hafifleştirmiştir.
Dinin
kişi veya devletler tarafından, doğru veya yanlış uygulamalar ve engellemeler
sonucunda ortaya çıkan farklı mezhep ve tarikatlar; bir yandan dinin
esnekliğini gösterirken, diğer yandan da bir ihtiyacın tezahürü olarak ortaya
çıkmıştır.
Mezhep-
tarikat- cemaat bunlar din olmayıp, dinin birer şubesidirler.
Tıpkı
Erciyes dağından Kayserinin mahallelerine farklı yerlerden ve borulardan
getirilen suyun aynı kaynaktan dağılımı gibi.
Yeter
ki; sular yolda, boruda, evlere gelen seyir içerisinde bulanmasın ve
bulandırılmasın.
Kaynak
aynıdır. Her mahalle suyunu erciyesten almaktadır.
-Ağacın
temeli ve kökü din ise; onun dalları, budakları cemaattır. Mezhepler, tarikatlar
müşteridir, ücretlidir. Bunlar dini temsil ederler ancak din değildirler. Din
ile eş değerde ve aynı noktada değerlendirilmez.
Ancak
bunlar dinden beslenirler.
Ana
kaynaktan çıkan su din ise, borular veya musluklar yoluyla evlere taşınan suda,
dinin yani suyun ana kaynağından beslenmektedir. Sadece problem olacak olan,
suyun bulandırılması, gerçek dışı olanların katıştırılması, kaynakların dar,
yersiz ve yetersiz olmasıdır.
Kendine
güvenen ve yeterli olduğuna inanan Hz. Musa gibi sondajını kendi oluştursun.
Bu
amaçla ortaya konulan dini meseleleri dinin dışına atmak ne kadar tehlikeli bir
durum ise, bunları da aynen din olarak kabul etmek de tehlikelidir.
Dinin
dört temel esası olan terazisinde tartmalıdır.
Kur’an-ı
Kerim başta olmak üzere; hadis gibi şer’i delillere aykırı olmamalıdır.
****************
Bir çok islam dışı şeyler Selefilik kılıfına
büründürülerek, islam diye sunulmaktadır.
Deaş terör örgütü de bunlardan biridir.
-15 Temmuzdan önce Gaziantep merkezli bir terör
oluşturulmakta idi.
Malatya buna her zaman hazır durumda idi. Adıyaman ise
selefilik ve terörle beraber götürülmeye çalışılmakta idi.
Bu konuda Apo özel ilgi duyuyordu. Ondandır ki bazılarına
özel sahip çıktı.
Bir yakın arkadaş, şimdi başkanı hapiste olan selefi bir
derneğe, bir arkadaşının oğlunun oraya gidip gitmemesi konusunda fikir danıştığını
bana sorunca ben, ben olsam oğlumu oraya gondermem, deyince, tamam anlaşıldı,
demişti.
Ortam kirli, destek büyük.
Türkiye Ortadoğuunn kalbidir.
Kalp durursa vücutta durur.
Ondandır ki bir yüz yılı daha şekillendirmek amacıyla
sürekli kalbe hücum edilmektedir.[2]
-Suudi
Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, itiraf dolu açıklamalarda
bulundu. Washington Post Gazetesi›nden Karen De Young’a konuşan Veliaht Prens
Selman, Soğuk Savaş döneminde ABD’nin talebiyle komünizme karşı Vehhabiliği
yaymaya başladıklarını söyledi.
Selman,
Vehhabiliği yayma faaliyetlerinin finansmanının artık hükümet değil, Suudi
merkezli vakıflar tarafından sağlandığını sözlerine ekledi. Veliaht Prens, Ekim
ayında yaptığı açıklamada, “Suudi Arabistan, radikal düşünceleri derhal yok
ederek 1979 yılı öncesinde olduğu gibi ılımlı İslam’a ve normal yaşama dönecek”
demişti.”[3]
Yoksa
Salmanın başına örülen Cemal Kaşıkçı olayı Suudi Arabistanı normal yaşama
dönmekten engellemek için, devre dışı mı bırakıldı?
-İslam
dünyasındaki olumsuz çıkış ve özellikle bazı dini görüntülü yapıları başta
İngiltere olmak üzere, batı besliyor.
Tıpkı
bizde olduğu gibi…
-Tasavvuf karşıtlığıyla tanınan Mısır
kadısı Mehmed Efendi, Gülşeni’nin müridIeri
arasındaki zendekaya eğilimli kişiler
sebebiyle de olsa gerek İbrahim-i Gülşeni’nin zındık olduğu ve taraftarlarının
kestiklerinin yenmeyeceği, onlarla evlenilemeyeceği,
imamlıklarının kabul edilemeyeceğine
dair fetvalar vermiştir.[4]
-Nurettin
Topçu:”Topçu’nun yakın arkadaşlarından Sırrı Tüzeer’in
onu tasavvuf çevreleriyle tanıştıran kişi olduğu anlaşılmaktadır. Tüzeer, “Sırrı, çok perişanım, hoca
da, papaz da adam aldatıyorlar.” diyen Topçu…
…“Kafamda
bir sürü problem var, fakat kimseye güvenemiyorum.” diyen arayış
içindeki Topçu…
…Topçu’nun çıkardığı Hareket dergisi çevresinde yetişmiş ve
Türkiye’de tasavvuf
tarihi alanının
uzmanlarından Mustafa Kara da
“Topçu’nun mürşidi Abdüiaziz
Bekkine’dir.” diyerek Topçu-Bekkine ilişkisinin
tasavvufi bir bağlanma
olduğunu vurgulamıştır. [5]
Sıkıntı
ise temiz alanların kirletilmesiyle, temiz yerler dahi kötü
değerlendirilmektedir.
-Selefilik
tekke ve medreselerde varlığını kolayca sürdürebilir.
-Zamanımızdaki
özellikle geniş gelişmeleri düşünecek olursak; geçmişte verilmeyen fetvalara,
şimdilerde ne diyeceğiz. Mesela;
-Bir zamanlar bir kişi değil bir cemaat; hoporlörle ezan
okunmasına ve mikrofon haram diyerek buna karşı çıkmıştı. Camiye gitmeye engel
görülmüştü.
Maalesef bu
fetvalarına kadar girmiş ve olumsuz fetva verilmiştir.[6]
Bu günkü dijital dünyaya ne diyecekler acaba?
Telefon, internet ve tablete engel olabiliyorlar mı?
Medeniyet dünyayı bir ev haline getirmiş ve ümmet o evin
odalarında oturmaktadır.
Dinin muhkem olmayan hususlarda katı hüküm beyan etmeyip
esnek bırakması, dinin yaşanılmaz değil, yaşanılır bir din olduğunu ortaya
koymak içindir.
-Ve
yine bazı gençlerin yapmış oldukları teknolojiyi kullanarak röportaj yapmaları,
bunları internet üzerinden yayınlamalarına karşı çıkanlara sormak lazım; sizin
ölçünüz nedir?
Neye
göre bunu tehdit ve tenkid ediyorsunuz? Kabiliyetiniz var mı bu konuda veya
anlarmısınız? Teknolojiyi bilir misiniz? Bu gençlerin hangi yanlışından dolayı
ve ölçünüz nedir?
Sizin
bu yaptığınız otomatikman şuna benzemiyorum mu?
100
sene önce hamalların kamyonların çıkışına karşı çıkması gibi.. İşimiz elden
gidiyor diye karşı çıkmalarına benziyor. Oysa tam tersine işleri azalmıyor,
daha çok nakliye olmasından dolayı işleri artıyor.
O
halde yanlışları ne ise onları tenkit etmeli. Tashihe ihtiyacı varsa tashih
edilmeli. Rehberlik yapılacaksa rehberlik yapmalıdır.
Yoksa
ucuz bir iş olarak tenkid edip, kabiliyeti olanları susturmak seviyelik değil,
tam tersine bir seviyesizliktir.
Sebeb
ve gerekçeleri ortaya konulmadan, yanlışları göstermeden, bana uygun değildir
denilirse o zaman sana; Sen kimsin? denilir. Senden delilleriyle gerekçeleri
istenir.
-İnternete
giriliyor, o alan tehlikelidir diyenler, böyle geniş alanı çakallara ve
tilkilere bıraktıklarının farkında değiller.
Hayatı
içtimaiyeden önce kendileri soyutlanmalıdır. Ve bu durum kendilerine olan
güvensizlikleridir.
Geniş
düşünmek, doğru düşünmek, isabetli düşünmek, zamana göre islami ölçü ve
düsturlarla düşünmek gerekir.
Bir
zamanlar belki hassasiyetten, iyi niyetten dolayı, ortamın tehlikeli olması,
baş örtüsünün yasaklanması gibi sıkıntılar az değildi.
O
gün eve alınmayan televizyon, bu gün çocukların cebine girmiş durumda.
Mesele
yasaklamaktan daha önemli ve öncelikli olanı alternatif üretmektir.
Bir
de kalkıp o alternatiflerin önünü tıkarcasına ucuz tenkitte bulunmamaktır.
İfrat
ve tefritten kaçınılmalıdır. İslamiyet vasattır.
Ne
şimdiki gibi hükümetin kadınları siyasete ve iş dünyasına çekmesindeki ifrat
gösterilmeli, ne de kadınları her yerden soyutlama yoluna gitmelidir.
Şöyle
ki; Din sadece erkeklere değil, kadınlara da gelmiştir.
Erkekler
kadar kadınlarda dinden ve dinin meselelerinden sorumludurlar.
Kendi
alanlarında hareket etmelidirler.
*****************
İnsanların hayat bulmak üzere gittiği bir ülke olan Mekkeden,
bir İslam ülkesi olan Yemen’e hayatı ortadan kaldırıcı bombalar gidiyor.
Ne kadar hazin değil mi?
-Suudi Arabistan’da Mekke-i Mükerreme ve başkent Riyad
olmak üzere çeşitli şehirlerinde hafta başından beri etkili olan şiddetli yağış
sonucu sel felaketi meydan geldi. EN AZ 14 ÖLÜ.[7]
Bunlar
tesadüfi değil, düşünülmesi lazım…
-“Ka’be’yi yıkacak olan o apışık, iri ayaklı,
koyu siyah Habeşli’yi Ka’be’nin (duvar) taşlarını
birer birer koparır hâlinde görür gibiyim.” buyurmuştur.
“Şüphesiz Kâ’be’nin
definesini, Habeşlilerden iki cılız bacaklı birisinden başkası
çıkarmayacaktır.”[8]
Başka rivayetlerin de delaleti ile anlaşılıyor ki, Ka’benin
Habeşliler tarafından yıkılması Hz. İsa (as)’ın inmesinden sonra olacaktır.[9]
Bu gün Suud ve başındakiler buna alet mi olmaktadırlar?
-Ebu Hureyre (Radıyellahu anhu) şöyle dedi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “İki gurup savaşmadıkça kıyamet
kopmaz. Aralarında büyük ölümler olur. Davaları birdir. Otuz taneye yakın
yalancı Deccallar gönderilmedikçe kıyamet kopmaz. Bunlardan herbiri, kendini
Allah’ın Resulu zanneder.”[10]
[4] Bu fetvalara ilk defa Abdülbaki
Gölpınarlı. Melamilik ve Melamiler, (İstanbul
1992, s.86 not ) ile Mevlana’dan Sonra
Mevlevilik (istanbul 1983. s.323)’de değinmiştir. Ayrıca bunların yorumu
için bkz. Ocak, Zıııdıklar. 5.314,3
i5.
İhanet
her dönemde olmuştur ve de olacaktır. Bu bir vakıadır.
Ancak
bir asrı aşkın sürede yapılan ihanet yoğun ve etkili bir şekilde
sürdürülmüştür.
Bunun
başında da medya kullanılmıştır.
Bununda
en baskın hali Abdulhamid döneminde başlamış ve görülmüştür.
İşte
bu noktada tarihten kesitler;
-Abdulhamid dönemindeki gazeteler, bu dönemdeki
gazetelerden farklı değildi. Elbet kontrolü gerekti.
Gazeteler her zaman için kendilerini dördüncü kuvvet
saymışlar, istediklerini al aşağı etme aracı olarak kullanmışlardır.
Nitekim Abdulhamid döneminde gazetede çıkan bir
haberde; Bir at su deposuna düştü.
Arpalığını alan gazete ertesi günkü attığı manşette;
At su deposuna düştü ancak şişip
dağılmadan çıkarıldı.
Şimdilerde bizde olduğu gibi; Müftü keçi çaldı.
Oysa keçisi çalınan müftü idi.
Gazeteler darbelerin borazanlığını yaptı. Daha da
ileri giderek fuhşu yaydı, kaos oluşturdu.
Toplumun ahlakını ve inancını yıktı.
-Girit sorunu, Belgrat kalesinin verilmesi (Ali Suavi:
Muhbir), “Şark Meselesi” (NamıkKemal: Tasviri efkâr) vb. gibi konular
ele alınarak hükümetin eleştirilmesi sadrazam Ali Paşa’yı tedirgin etmiş ve
“Kararname-i Âli” (hükümet kararnamesi; sözlük anlamı: Yüce
kararname; alay anlamında:
Ali Paşa kararnamesi) diye anılan ünlü kararname yayınlanmıştır
(Mart 1867):
“İstanbul da çeşitli dillerde basılan gazetelerin bir kısmının bir süreden
beri memleketin
genel çıkarlarına aykırı birtakım zararlı düşünceler ve yalan haberler
yayınlamakta…,
bir çok uydurma ve yalanlarla zihinleri karıştırma, bunun sonucu olarak da
halk arasında çatışmaya yol açmakta ” oldukları gerekçesiyle çıkarılan bu
kararname ile:
“Asayişi ve düzeni korumak gerektiğinden, bu türlü gazete ve dergilerin
bütün devlete ve bütün millete dokunan zararlarının önlenmesi için, Basın
Nizamnamesi ‘nin hükümleri dışında olarak hükümetçe cezalandırma işlemine ve
önleyici tedbirler alınmasına karar verilmiştir.”[1]
–Abdülhamit
devrinde, 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi’ne hiç dokunulmamış, (Meclis-i
Mebusan’da yeni bir “Matbuat Nizamnamesi” hazırlanmışsa da, yürürlüğe
konmamıştır. [2]
-Abdülhamit,
sansür konusunda herhangi bir kanun; ya da nizamname yayınlatmamış, Kanün-i
Dahiliye Müdürlûğü’ne bağlı sansür kurulu 1890 yılma kadar birkaç memurla
çalışırken, kadrosu 1902’de 15,1905te 20,1908’de25 kişiye yükselmiş tir. (1
müdür, 5 muavin, 1 matbaalar müfettişi, 5 müfettiş, 1 Bulgarca-Sırpça, 1
Ermenice, 1 Rumca gazeteler müfettişi, 2 denetleme memuru, 3 tiyatro
müfettişi). [3]
Şu
olmamış değildir;-“ İstanbul’da
Hamidiye suları yeni akıtılmış, çeşmeler açılmış; “Servetifünun”
dergisinde yayınlanmak üzere, Dr. Besim Ömer Paşa, sular üzerine bir makale
yazmış; “çeşme başında bir ihtiyar adamın dua eylediğini gösterir artistik
bir renkli resim de makale ile birlikte basılacak”mış. Sansür memuru
Ebülmukbil Kemal Bey resmin yanma bir “soru” işareti koymuş.
Dergi
sahibi Ahmet İhsan (Tokgöz), bunu görünce şaşırmış, Kemal Beye bir tezkere
yazıp “sebebini” sormuş; şu karşı lığı almış (Mayıs 1906): Çeşme resmi gerçekten pek güzel ve dua her Müslüman in
gözünde şüphesiz ki kutsaldır. Lakin bugünlerde kötü düşünceliler o kadar çoğaldı ki,
bu güzel resmi Servetifünun da görür görmez (Hah! bunu bu biçimde burada
yayınlamak, alttan alta: “İşimiz duaya kaldı” demek olduğunu
anlatmaktır) anlamında saç malayacaklarını yakından bildiğimden…[4]
Abdulhamid döneminin en çok tenkid edenlerinden olan
Hüseyin Cahit Yalçın şöyle der:-“Abdülhamit döneminde gazetecilik iyice güç, tehlikeli
bir işti… İp üzerinde cambazlık belki bu kadar ustalık gerektirmezdi.[5]
-Medya
olayları abartarak veya çarpıtarak toplumun tepkisini arttırarak huzursuzluğu
arttırmakta, bir çok darbelerin alt yapısını da medya oluşturmaktadır.
Algılar
ile toplum ehli tahkik olmadığından sürekli yanıltmakta, nefret toplumu haline
getirmektedir.
-Bu
gün sosyal medya kişinin kendisini ifade etmesinden çıktı izhar etmesine, ifşa
etmesine, itiraf etmesine hatta yakınlarının hallerini ortaya koymasına kadar
gitti.
-Özellikle
bir asrı aşan süre içerisinde Ermeniler bu ihanetlere alet olmuşlar, ihanetlerini
bu günde Pkk ile sürdürmektedir.
-Ermenilerin kendilerine mahsus ne dilleri ne de dinleri
vardı. İnançları, bir parçasını teşkil ettikleri Frinklerinki gibiydi.
Sonraları yayıldıkları yerlerdeki halkın veya istilacıların dili ne ise ona
uyarlardı. Hristiyanlık ermenistana girdiği zaman Ermenilerin yazısı rumcaydı.
Ermeniler yıldızlara tapmayı hititlerden, ateşe tapmayı
azerilerden, puta tapmayı da romalılardan öğrenmişlerdi. Hristiyanlığı
bizanlılardan, İslamlığı da araplardan aldılar. Fakat sonra islamlıktan
ayrılarak hristiyan oldular. Miladın IV. Yüzyılına kadar İncil bile rumca
yazılır ve okunurdu. Ermenilerin ilk para bastırmaları da Küçük ermenistanda mö
170, büyük ermenistan da 190 olup yazılar rumcaydı.”[6]
-“Meşhur kutup kaşifi Nansen de,Cemiyet-i Akvam murahhas
üyesi olarak bir heyetle,1926’da, Ermenistan’ı dolaştıktan sonra, yazdığı
eserin sonunda şu sözleri söylemek zorunda kalacaktır;
‘Avrupa politikasına karıştırılan Ermeni halkına yazık
oldu. Bir Avrupalı diplomatı tarafından adının hiç ağza alınmaması kendisi için
daha hayırlı olurdu.”
Ama Avrupalı diplomatlar Ermenileri dillerine dolayacak ve
bu da, Ermeniler için hiç de hayırlı olmayacaktır.’[7]
-”16 Mart günü sabahı, uyanır uyanmaz, ilk işimiz
bermutat gazeteleri aramak oldu. Fakat, o sabah gazeteler gelmedi. Sebebini
soruştururken, İngilizlerin âni bir baskınla Şehzadebaşı karakolundan itibaren,
şehri yer yer işgal ettiklerini haber aldık. Biraz sonra da, İngilizlerin benim
Beyoğlu’nda oturduğum apatmanı basmış ve beni orada bulamayınca, nerede
bulunabileceğimi tahkike koyulmuş olduklarını öğrendik. Bu durumda, sokağa
çıkarken de ihtiyatlı bulunmak gerekiyorndu. Apartmanda kapanıp kalamazdım.
İngilizlerin, bulunduğum yeri kolayca keşfedemiyeceklerini de düşünerek, Hâşim
Beyin apartmanından çıkıp, arka yolları takiple, doğru Mebusan Meclisine gitmek
üzere idim ki, Kâzım Paşa (Orbay) ile Miralay Seyfi Bey ziyaretime geldi. Her
ikiside, sevip saydığım dostlarımdı.Teessür ve heyecan içinde idiler.
Böyle ânî gelişlerinin sebebini merak ederken, (hemen Ankara’ya gitmek)
istediklerini söylediler. O günlerde, hele İngilizlerce mimlenmiş güzide
şahsiyetlerin İstanbul’dan, Anadolu’ya geçmeleri ancak gizli yollardan mümkün
olabiliyordu. Bizce hazırlanıp tesbit edilmiş en emin yolun mebdei:
Vaniköy’deki tekke idi. ( Bu tekkenin M
illî Harekete canla başla bağlı bir şeyhi vardı.)
Gizlice bu tekkeye gidenler, oradan hükümetin kendisinden katiyen
şüphelenmemesi için, Maltepe Endaht Mektebi Kumandanlığı vazifesini de almış ve
bilâhere İstanbul Mebusu olan- Enver Paşa’nın da askeri yaveri- Yenibahçeli Şükrü
Bey (Oğuz) tarafından alınıp Maltepe’den itibaren arka yollardan içerilere
gönderiliyorlardı.
…Giderken yollarda, sağda, solda, cihana hükmedermiş
gibi mağrur, dimdik duran süngülü düşman askerlerini gördükçe, yüreğimiz
sızlıyarak, sesimiz kısılmışçasına, susuyorduk. Fakat itiraf ederim ki, maruz
kaldığımız felâketin büyüklüğünü açıkça gösterin bu manzara karşısında, ne
benim, ne de yanımdaki arkadaşlarımın, bugünlerin de geçerek yurdun ve milletin
kurtulduğu güne kavuşulacağı hakkındaki iman ve ümidimiz kat’iyen sarsılmış
değildi. İngilizler, şimdi kuvvetlerine güvenerek herşeyi yapabilirlerdi, fakat
hiç bir zulmün devam etmesine imkân olmadığı gibi, bunun
da, Allah’a ve yurtseverliğinden emin olduğumuz millete güvenimiz bâki
kaldıkça, sonu geleceğine inanıyorduk. İşte bu duygularla mütehassis olarak
Saraya vardık ve derhal huzura kabul olunduk.[8]
MEHMET ÖZÇELİK
16-12-2018
[1]Bk. Belgeler III. ABDÜLHAMÎT DEVRİNDE
SANSÜR I – Cevdet Kudret. Sh.4-5-
Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı İsmail Hakkı Pekin, Fetullah Gülen’in 1959’daÖzel Harp Dairesi için görevlendirildiğini açıkladı.
-12
Eylül 1980 Evren darbesinden sonra tutuklanan Fetullah’ın nasıl serbest
bırakıldığını da Milliyet gazetesinden Tunca Bengin’e şöyle anlatıyor:
“Fetullah Gülen’i bıraktırmak için önce Deniz Kuvvetleri Komutanı arıyor,
sonra Kara Kuvvetleri Komutanı telefon ediyor. En son Kenan Paşa’nın
telefonundan sonra serbest bırakılıyor…”[1]
-Fetöyü
ordu koruyup besledi.
Darbeleri
yapan Atatürkçü zihniyet bazen solcuları kullandığı gibi, fetöyü de bu amaçla
kullanmıştır.
Toplumla
bir türlü barışmayan bu zihniyet, mesafesini korumuş, cemaatlere cephe almış,
maalesef anlamaya gitmemiştir.
Bu
durum gün be gün azalsa da, o fertler bitmemiştir.
Fetönün
ordudan nisbeten temizlenmesi ile dizginini eline alan ordu, gerçek vazifesi
olan hariçte mücadelesine başlamış oldu.
O
zihniyet ise, hep orduya pranga vuruyor ve iç düşman oluşturarak kendi halkına
saldırıyordu.
Şimdiye
kadar dizgini kendi elinde olmayan ordu, bu gün engellemelerle beraber
dizginini ele almıştır.
“Gariptir,
hem çok gariptir: Yedi yüz sene müddetinde İslâmiyetin ve Kur’ân’ın elinde
şeref-şiar, bârika-âsâ bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü,
muvakkaten İslâmiyetin bir kısım şeâirine karşı istimal etmeye çalışır! Fakat
muvaffak olmaz, geri çekilir. Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor
diye rivayetlerden anlaşılıyor. “[2]
–Manisa‘da,
1982 yılında Kara Harp Okulu son sınıf öğrencisiyken askeriyeden atılan Abdullah Saka, darbe dönemi
ardından, Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY) mensuplarının harp okulu
içerisinde nasıl örgütlendiklerini ve askerlere yaptıkları eziyetleri anlattı. TSK
içerisinde hala daha 15 bin FETÖ’cü subay olduğunu öne süren Saka, ‘Biz
kendimizi kime emanet ettik?’ diye sordu.
Abdullah
Saka, “Ayakkabında niye toz var, diye sorup, 3 gün oda cezası
veriyorlardı. Cemaatçi subaylar, kendinden yana olmayan kişileri ‘istifa etsin’
ya da ‘okuldan atılsın’ diye mobbinge maruz bıraktılar.” dedi.[3]
Bu
örgüt en çok ordu ve hukuka hakim olmuştur. Mesela;
“Türkiye’deki
hakimlerin verdiği 100 karardan 62’si yanlış
Yargıtay’a
giden 100 davanın 62’sinde yerel mahkemenin verdiği karar değişiyor.”[4]
-Pkk içte yani fetönün çatısı altında az yoğunluklu bir çatışmayı
sürekli devam edip destekledi.
Ne olsun ne de ölsün.
Fetö bitince pkk da bitme noktasına geldi.
Pkk yı gizliden destekleyen abd, bundan sonra açıktan açığa
destekler oldu.
Ankara’daki adli emanetten uyuşturucu çalarak sokaklarda
sattırdığı iddiasıyla 2 yıl önce 25 yıl hapis cezası alan firari eski CAT
görevlisi Kudret T., İstanbul polisi tarafından Üsküdar’da yakalandı.
Uyuşturucu parasını FETÖ’ye aktardığı tespit edilen zanlının üst aramasında
örgüt şifresi olan 1 Dolar çıktı. Kudret T.’nin Cumhurbaşkanlığı’nda görev
yaptığı sırada komiserlik sınavını kazandığı fakat örgütün “yerinde
kal” talimatı gereği komiserliğe geçmediği ortaya çıktı.[5]
-FETÖ elebaşının Türkiye’deki militanlarına verdiği
Yunanistan’a kaçma talimatı MİT’e takıldı. FETÖ’nün militanlarına “Meriç
kenarına gidin. ‘Gülenist’ parolasıyla Yunan polisine 3 bin euro verin”
talimatını ilettiği tespit edildi.[6]
-Ölmüş olan fetö diri tutulmaya, diriltilmeye ve tarihe mal
edilmeye çalışılıyor.
***************
Ergenekon
ne oldu?
Şimdiye
kadar Ergenekon zihniyetinin yaptığı darbeleri, bu sefer Ergenekonun sağ koluna
yaptırılan 15 Temmuzdan sonra, eski darbeci ve Ergenekon zihniyetine ne oldu?
Darbeler
bitti mi?
Dikkat
gerekir.
Şimdilik
toplumsal memnuniyetsizlikler, patates, soğanla başlayan sıkıntılar, hala
kaşınan bir yaranın ve yararlananın olduğunu gösteriyor.
Canını
veren bu millet, malına gelince fırsatları kolluyor.
Bu
tavrının yeni bir 15 Temmuza zemin hazırlamasını umursamaksızın, olursa yeni
bir fedakarlık yaparız diyor.
Bir
yerlerde bir bozukluk olduğu gerçek…
Ortadoğuyu
şekillendirme hesapları olanlar, bu şekillendirmeyi bitirmiş değil, o halde
oyun devam ediyor demektir.
Tehlike
bitmiş değildir.
Oyun
da bitmiş değil.
Ergenekon
davalarında bazı fetonun yanlışları var diye, hepsi masum demek değildir.
-Neden oyuncuların oyunlarını oynamalarını engellemek için,
oyun alanları kapatılmıyor?
Neden darbecilerin darbe yapmalarını meşru halde getirecek
gayrı meşru yollar kapanmıyor?
Neden Atatürkü koruma kanunu bahanesiyle harcamaya
gidenlerin harcamalarının engellenmesine gidilmiyor?
Neden köklü çözümlerle meseleler çözülmeyip, geçici
pansuman yöntemleriyle gözler boyanıyor?
Toplum kandırılıyor ve uyutuluyor mu?
********************
Dikkat çeken detay… FETÖ’nün ‘kedicik’ imamları!
Adnan Oktar soruşturmasında örgüt üyelerinin telefonlarını mercek
altına alan polis, kediciklerin irtibatlı olduğu FETÖ imamlarını ortaya çıkardı.
ÜST DÜZEYLERLE İLETİŞİM
Liste haline getirilen abone bilgilerinden FETÖ’nün üst düzey
isimleri arasında yer alan firari Osman Karakuş, firari Mehmet Hanefi
Sözen, firari Reşit Haylamaz tutuklu İlhan İşbilen, eski Fatih Üniversitesi
Rektörü firari Şerif Ali Tekalan, örgütün kasalarından tutuklu Ali Çelik,
Gülen’in avukatlarından tutuklu Abdulkadir Aksoy, kapatılan Zaman Gazetesi’nin
eski imtityaz sahibi tutuklu Aleaddin Kaya, firari Önder Aytaç’ın Oktar grubuna
mensup şahıslarla irtibatlı oldukları tespit edildi.
Oktar yapılanmasında yer alan Aslıhan Hantal, 2014 yıllarında İlhan İşbilen ve
Aleaddin Kaya ile Fatma Ceyda Ertüzün, Şerif Ali Tekalan, Abdulkadir Aksoy ve
Osman Karakuş ile irtibatlı oldukları, Özdemir Uygur isimli şüphelinin
FETÖ’den Ali Çelik ile iletişim halinde oldukları belirlendi.
Oktar grubuna mensup şüphelilerin yanı sıra şüphelilerin
ailelerinin de FETÖ üyeleri ile iletişim halinde oldukları görüldü. Grubun
mensuplarından Mert Sucu’nun kardeşi Mehmet Sucu ve babası Bekir Sucu’nun
Albulkadir Aksoy ile, şüpheli Murat Terkoğlu’nun annesi Halime Terkoğlu’nun
Harun Tokak ile, Fatih Mehmet Doğan’ın kardeşi Metin Doğan’ın Mehmet Hanefi
Sözen ile görüştükleri tespit edildi.”[7]
Devlet akıllı hareket ederek, kaos oluşturmaya çalışanların
bahanelerinin önünü kapayarak, Fetö bahanesiyle yaftalananların içinde suçsuz
isnadda bulunanların karar sonuçları hala belirsizliğini sürdürürken bu
insanların tehdit haline getirilmelerinin önüne geçerek, millet arkasına alıp
hatta garip gelse bile trafik cezalarıyla bile memnuniyetsizler grubu
oluşturarak saldırıların önüne geçilmelidir.
Devlet bağırsaklarını masumların hukukunu gözeterek, devleti
cemaatlara karşı yapılan tahriklere gelmeden temizlemelidir.
Bir asırlık kirletme ve kirlenmelerden arınmalıdır.
Bir tesbitte;” “Ülkemizdeki, örümcek ağını destekleyen CIA,
MOSSAD, MI6, BND, SAVAMA gibi örgütlerin istihbarat ağları ortaya
çıkarılmadıkça, yabancıların içerdeki ortaklarının girişimleri
engellenemeyeceğinden bu konudaki araştırma ve değerlendirme görevi de artık
ertelenemez? “
“ABD ve Soros’un parasal destek sağladığı sivil toplum
kuruluşlarının maskelerini iş işten geçmeden düşürmek, bence en önemli görev…”[8]
İnsan ve Cennet uyumu; her ikisinin de Android sistemli olmasındandır.
Yani birbirlerine mütenasib olarak sonsuza dek güncellenme özelliğine sahip oluşundandır.
Her insan ve bulunduğu cennet, insanın duygularının inbisatı nisbetince güncellenecek, büyüyüp gelişecek, layık olduğu makamda büyüme gösterecektir.
Tıpkı gerek bilgisayarlarda ve gerekse de cep telefonlarında işletim sisteminin gücüne göre, reminin büyüklüğüne göre gelişim ve değişim göstermesi gibi…
Büyüklükleri nisbetinde veya proğramlarının yüklü ve fazlalığı ölçüsünde güncellenme olacaktır.
Her ikisi de birbirine uyumlu ve de uygun olarak yaratılmıştır. Çünkü ikisi de adeta Android sistemi üzerine donatılmıştır.
İnsan donanımlı, proğramlı, kaliteli, kapasiteli, sureti, görünümü, hüsnü takvimde, programlı, özellikle kapsamlı olarak yaratılmıştır.
Sürekli güncellenmektedir.
Marifetullah- Muhabbetullah- Rü’yetullah- İlim gibi hakikatlar bu çerçevede gelişecektir.
Cennet ebedidir.
İnsan ebede namzettir.
Gülle bülbül beraberliği gibi…
İki ebedi dost, Zatı ve Esmasıyla ezeli ve ebedi olan Allah ile beraber sonsuza dek varlıklarını sürdüreceklerdir.
Aradaki fark hiç bir zaman için de kapanmayacaktır.
Dünyada amel cihetiyle eken, duyguları cihetiyle ekilen bu insanlar; aldıkları sonuç, bu dünyadan mezun oldukları puan üzerinden güncellenmelerini ve gelişmelerini sürdürecek ve de göstereceklerdir.
-Aynı durum cehennem için de geçerlidir.
O da layığını bulacağından dolayı, onunla uyumlu olarak uyumluluğunu sonsuza dek sürdürecektir.
Sobaya münasip odun ve kömür, kanalizasyona münasib faresi arasındaki münasebet gibidir.
Cennet ve cehennemin ehilleriyle adaletli olarak adeta kol kola varlıklarını sürdürmeleri, gelişip güncellenmeleri dünya imtihanının bir sonucu ve ürünüdür.
Haşa sümme haşa, elbette Allah zulmetmez.
Hiç bir kimseye ve varlığa haksızlık etmez.
O’nun Hak ismi her hak sahibine hakkını hakkıyla vermek istemeyi gerektirir.
Şimdiye kadar verilenler ne kadar hak ve adaletin neticesi ise, bundan sonra verilecek olanlar da bu Hak isminin bir tezahürü olarak devam edecektir.
MEHMET ÖZÇELİK
13-12-2018
İKİ EKİN YERİ
İKİ EKİN YERİ
Allah iki Ekin yeri yaratmıştır.
Bunlardan birisi kalp, diğeri ise topraktır.
Toprağa ekilen maddi tohum vardır.
Kalbe ekilen ise muhabbettir.
Toprağa ekilen habbe ekilen habbe ile, kalbe ekilen muhabbet kök olarak aynı yere dayanır.
Muhabbet habbenin manevi, habbe ise muhabbetin maddi halidir.
-Kul olmak için yanmak ve kül olmak gerekir.
Habbe toprağın kalbinde eriyip çürür, kendini habbesine feda eder.
Bir ölür bin dirilir.
Binlerin doğumunu bir habbe yoklukla ve yoklukta var olur, varlık bulur.
Duygular da kalb tarlasının muhabbet toprağında fani olursa, bakileşir, varlığını nesiller boyu devam ettirir.
-İnsanın yaratılmasına verilen kararın gerekçesi bilgi sahibi olmasıdır.
Bilgiyi akıl tarlasına eken insanlar, kalp toprağında yeşertmektedirler.
İslamiyet suyu ile sulayıp solmasını engellerken, iman güneşiyle de varlığını devam ettirmektedirler.
-İnsan bu dünyaya hem ekmeye ve hem de ekilmeye gelmiştir.
Hadiste; Dünya ahiretin tarlasıdır, ifadesiyle insan bu dünyada ne ekerse, ahirette de elbette onu biçer.
Duygularıyla da bu dünyada ekilen insanlar, duygularının açılımı ve açılmasıyla da ahirette o nisbette yararlanırlar.
Ahirette gelişim ve büyüme, bu dünyadaki duyguların açılımı nisbetiyledir.
O aradaki fark ebediyyen kapanmayacaktır.
Cenab-ı Hakkın isimlerinin en çok tecelli ettiği yer topraktır.
Cenab-ı Hakkın Hadis-i Kudsi de; -Ben yere ve göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım.- dediği külli mana, kalpde tecelli etmektedir.
İkisi de kibri değil, tevazuyu simgelemektedir.
Görünmeyen ve pek bilinmeyen ancak çok hakikatları izhar eden iki cevher.
Kalp Allaha bakarken, toprak kainata bakmaktadır.
Toprak kainattaki lafızları sünbül verirken, kalp mana mahsulatını netice vermektedir.
Adeta kainata insan kalbinden rasad etmekte, gözetip gözetleyerek, müşahede ve temaşa etmektedir.
-Sadık Yâr.
Toprak en iyi yâr.
Kara topraktır benim güzel yârim.
Allah yâr, ğayrı bâr, bu dünya dar, ukba ise dâr-ı karar.
-Cem Karaca- nın , Allah Yar şiirinde;
Dervişanız hak dost deriz
Dervişanız dervişan
Allah yar yar
Bu can emanet bu bedene
Sonunda sararlar kefene
Allah yar yar
Yol bir akıl bir
Bak da görebil
Sev korkma sakın
Rab sana yakın
Allah yar yar
Üç var yedi var
Oniki var kırk var
Altı bin altıyüzaltmışaltı inen var
Allah yar yar…
-Abbasilerden Osmanlıya batının sürekli en çok dikkatini çeken ve de bazen su-i istimallere kadar varan harem konusunda Andre şu ifadeyi kullanır:
“Halifenin eşleri ve ailesi haremde yaşardı. Harun’un hareminde iki yüz kadın olduğu, bunlardan yirmi kadarının ona çocuk verdikleri söylenir. Elli yıl kadar sonra tahta oturan Mütevekkil’in hareminde 12 000 kadın olduğu göz önüne alınırsa, neden olmasın? Batı dış gücünü uzun süredir meşgul eden sarayın harem bölümü, sıkça yazılanların aksine, hiç de sanıldığı gibi bir sefahat merkezi değildir. Halife eşleri ve halifeye çocuk veren cariyeler haremde özel daire sahibi olurlardı. Diğer cariyeler ve hizmetli kadınlar, kadınlar ve hadımlar tarafından örgütlenip yönetilen bu kapalı dünyada yaşarlardı. Harem kadınlarının çoğu pazardan satın alınmakla birlikte, bazen de halifeden bir lütf dileyen eşraf, ya da bir aile üyesi tarafından halifeye armağan edilirdi. Harun döneminde Arap, Türk, Kafkas ve Yunan asıllı çok değişik milletlerden gelmiş kadınlara rastlanmaktaydı. Bu kadınların çoğu Araplar ile Bizans arasında bitmek tükenmek bilmez savaş ve talanlarda ele geçirilmişlerdi.” [2]
-Bu kadınlar sarayda hizmet eden kişilerdi. Tıpkı şu anda cumhurbaşkanlığı köşkünde bulunan tüm kadınlar Cumhurbaşkanının eşi olmadığı gibi.
Elbette köle gibi cariye hukuku da islamda vardır.
Su-i istimaller varsa, bu hata şahıslara aittir.
-Müslüman dünyası, VII yüzyıldan XI yüzyıla kadar Batı üzerine olduğu kadar, Doğu üzerinde de yadsınamaz bir üstünlük kurmuştur. M. Lombard
-OSMAN GAZİ
Matlabımız din-i Hüda’dır bizim
Mesleğimiz rah-ı Hüda’dır bizim
Yoksa, kuru mihnet ve kavga değil
Şafa-ı cihan olmağı dava değil
-Osman Gazi on dokuz yaşında iken şeyhi Edebali’nin kızı Malhun Hatunla evlendi, nikahlarını Edebali’nin müritlerinden Turgut kıydı.
Artık fırsat ve nusret senindir
Hidayet menzili nimet senindir
Sana verildi taht düşmesin baht
Ezeli ta ebed devlet senindir
Yansın çerağların alem içinde
Döşene sofalar davet senindir
İki cihanda hayırla anılmak
Nesep ve nesil ile burhan senindir
Çocukken erdi sana baht-ı devlet
Cihanda olan devran senindir
Süleyman zamanının menbağısın
Hem inse hem cinne ferman senindir.[3]
-Şeyhi Edebali, bey olduğu gün kendisine, tarihe geçen şu çarpıcı nasihatleri yaptı: “Ey oğul! Beysin … Bundan sonra öfke bize; uysallık sana… Güceniklik bize; katlanmak sana… Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana… Geçimsizlikler bize, çatışmalar bize, anlaşmazlıklar bize; adalet sana… Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana… Ey oğul! Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana… Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana… Ey oğul sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma: İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Ey oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Allahu Teala yardımcın olsun…”
-ORHAN GAZİ
Ey bağlarımın tatlı meyvesi olan Oğul! Saltanatına mağrur olma. Unutma ki dünya, Hazret–i Süleyman’a kalmamıştır. Unutma ki dünya saltanatı geçicidir.
Lakin büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve Peygamberimiz Aleyhisselam’ın şefatine mazhariyet için, bu fırsatı iyi değerlendir! Dünyaya ahiret ölçüsüyle bakarsan; ebedi saadeti feda etmeye değmediğini göreceksin.
-Yahya Kemal Beyatlı “İstanbul’u fetheden yeniçeriye” şöyle sesleniyordu: Vur Pençe-i Âlî`deki şemşîr aşkına
Gülbang-ı âsmânı tutan pîr aşkına
Ey leşker-i müfettihü`l-ebvâb vur bugün
Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına
Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün
Gelmiş bu şehsüvâr-i cihângîr aşkına
-Ebussuud Efendi’nin şiirlerinden biridir.
Ya Rahıme’l-halaik aslıh ümurana
Ya rabbena bi-fadlik temmim kusurana
Kaldı miyan-ı zulmet-i gaflette kalbimiz
Min dav’i nur-i zikrik nevvir sudurana!
Şal dem ki, hake sala bizi sarsar-ı ecel,
İc’l mine’l-cinani riyadan kuburana!
-1. Selim Han:
Bir köprüdür bu cihan kim gelüp geçer
Bi’l-emni ves’-selameti ic’al ‘uburand!
Ruz-i cezada cem’ ola emrin ile halk
Yessir lena bi-ehl-i ne’imin hudurand! (Ey bütün yaratıkları esirgeyen Allahım! İşlerimizi düzelt. Ey Rabbimiz! Kusur ve eksiklerimizi lütfunla tamamla! Kalbimiz kaldı gaflet karanlığında, Seni anmanın nurunun ışığıyla gönüllerimizi aydınlat! Bizi ecel rüzgarı toprağa saldığı zaman, Kabirlerimizi cennet bahçelerinden bir bahçe eyle! Bu cihan bir köprüdür herkes gelip geçer, ya Rab ! Geçişimizi selamet ve emniyetli kıl! Bütün insanlar emrinle Kıyamet günü toplandığında cennet ehli ile beraber olmayı bize nasib eyle!)[4]
-111 . MURAD HAN:
Gönül levhine yazdum bir nice söz
Birini almak içün vir nice yüz
Dilersen niki kalbi taş olma
Vefsuzla sakın yoldaş olma
Sakın raz açmagıl na-ehl olana
Eyü gözle bakma ad-u sana
Sakıngıl talib olma mal-u caha
Nice cah ehli gördüm düşdi çaha
Açıklaması:
Gönül levhasına pek çok söz yazdım.
Birini almak için çok yüz ver.
İyi olmak dilersen taş kalpli olma ve sakın
vefasızla yola çıkma.
Ehil olmayana sakın sır verme.
Ad ve sana bel bağlama, iyi gözle bakma.
Sakın mal ve mevkiye talip olma, nice böyle kimseler gördüm ki mal ve mevki hırsı onları kuyuya düşürmüştü.
-III . MEHMED HAN
İmtisal-i cahid-u fillah olubdur niyyetüm
Din-i İslam’un mücerred gayretidür gayretüm
Fazl-ı Hakk u himmet-i cünd-i ricalullah ile
Ehl-i küfri ser-te-ser kahr eylemekdür niyyetüm
Enbiya vü evliyaya istinadum var benüm
Lutf-ı Hak’dandur heman ümmid-i feth ü nusretüm
Nef-ü mal ile n’ola kılsam cihanda ictihad
Hamdülillah var gazaya sad hezaran rağbetüm
Ey Mehemmed mu’cizat-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umaram galib ola a’da-yı dine devletüm
-”Sultan Murad’ın çocuklarından sağ olarak yirmi yedi kız ve yirmi oğlan kalmıştı. Tahta çıkan III. Mehmed, yirmi erkek kardeşin en büyüğü idi. Tahta çıktığı zaman “Nizam-ı alem” kanunu gereğince on dokuz kardeşi odalarında boğduruldu. Ertesi gün cenazelerin saraydan çıkışı, görenler tarafından büyük bir üzüntüyle karşılandı. Bu durum belki de çok fzla geçmeden üç yüz yıldır tahta geçmek üzere kullanılan Osmanlı saltanat sisteminin değişmesine neden olacak ve ekber ve erşed evlat sisteminin yolunu açacaktır.
Şehzadeler, Ayasofya Camii avlusunda babaları III. Murad’ın ayak ucunda hazırlanmış bulunan on dokuz mezara defedildi. Bunlar dördü ileri yaşta olup iyi bir terbiye görmüş şehzadelerdi. Mustafa, Bayezid, Osman, Cihangir, Abdurrahman, Hasan, Yakub, Alemşah, Yusuf, Hüseyin, Korkut, Ali, İshak, Ömer, Alaaddin, Murad ve Abdullah gibi isimlerindeki şehzadelerden en fazla ümit verici olan ise Sultan Mustafadır. Kendisi edebiyat ve şiirle de uğraşırdı. Hatta babası Sultan Murad’ın ölüm haberi üzerine büyük şaşkınlık yaşamış ve kendi akıbetini sezerek şu hazin beyti yazmıştır:
Nasıyemde katib-i kudret ne yazdı bilmedüm
Ah kim bu gülşen-i alemde bir kez gülmedüm.
-…III. Murad ve III. Mehmed Han veliaht şehzade olarak sancağa çıkmışlar, kardeşleri ise sarayda tutulmuşlardı. Babalarının vefatı ile tahta çıktıklarında ise Fatih Kanunnamesi’ne dayanarak hayatta bulunan kardeşlerini boğdurtmuşlardı. Sultan I. Ahmed’in cülus ettiğinde Mustafa adında bir erkek kardeşi bulunuyordu. Sultan III.
Mehmed’in defin işlemini gerçekleştiren devlet adamları hemen dağılmamışlardı. Bir müddet Şehzade Mustafa’nın cenazesi için davetçi beklemişlerdi. Ertesi gün de bu yolda bir haber gelmeyince önce hayret edildi. Sonra büyük şehre bir huzur havası yayıldı.
Çünkü İstanbul halkı kardeşini boğdurtmayan bu genç padişahı, tahta çıktığı gün pek sevmişti.” [5]
-Fatih döneminde de 5 çocuk öldürülmüştü.
Elbette dünyada aldıkları fetva gibi, ahirette de verecekleri bir hesap ve savunmaları vardır ve olacaktır.
Dayandığı kanunnamede;” “Her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı alem için katl etmek münasiptir. Ekser-i ulema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar”
–Nola tacım gibi başımda götürsem daim Kademi nakşını ol hazret-i Şah-ı Rüsül’ün Gül-i gülzar-ı nübüvvet o kadem sahibidür Ahmeda durma yüzün sür kademine o Gül’ün.
(Peygamberler sultanı o ulu Peygamber’in ayak izini her zaman bir tac gibi başımda taşısam bunda şaşılacak bir şey olmaz. O Peygamber ki nebilik gülistanının en kıdemli ve en müstesna gülüdür.
Ey Ahmed ! O halde durma sen de o gülün ayağına yüzünü sür!) Sultan I. Ahmed Han.
-”Osmanlı padişahlarından Sultan Ahmed, bir gün Aziz Mahmud Hüda-i’ye bir hediye göndermiş; Hüda-i Hazretleri de gönderilen hediyeyi içine haram karışmış olabileceği şüphesi ile kabul etmemiş, geri çevirmişti. Padişah, aynı hediyeyi, devrin ünlü şeyhlerinden Abdülmecid Sivasi’ye gönderdi. O ise, gelen hediyeyi kabul etti. Bir gün padişah, Abdülmecid Sivasi’ye: “Size gönderdiğim hediyeyi daha önce Aziz Mahmud Hüdayi’ye göndermiştim, Kabul buyurmamıştı” dedi. Abdülmecid Sivasi alçak gönüllü davranıp: “Padişahım, Aziz Mahmud Hüda-i bir anka kuşudur ki, leşle beslenmeye tenezzül etmez” dedi. Padişah birkaç gün sonra da Aziz Mahmud Hüda-i’nin sohbetine gitti. Ona da: “Geri çevirdiğiniz hediyeyi, Abdülmecid Sivasi’ye gönderdim, o kabul etti” dedi. Bu söz üzerine Aziz Mahmud Hüda-i: “Sultanım! Şeyh Abdülmecid, bir deryadır ki, içine bir damla pislik düşmekle kirlenmiş olmaz. .:’ diye cevap verdi.” [6]
-“Bir gün, Aziz Mahmud Hüda-i Hazretleri Sultan I. Ahmed Han’ın daveti üzerine saraya gitmişti. Uzun süre oturup sohbet ettiler. Kafes arkasından padişahın annesi Handan Sultan da sohbeti dinlemekteydi. Az sonra mübarek veli abdestini tazelemek istedi. Padişah derhal leğen ve ibrik getirtti. O abdest alırken kendisi de eline döküyordu. Bu sırada sultanın annesi de, kafes arkasında elinde havlu beklemekteydi. Bu arada gönlünden: “Ne büyük veli, bir kerametini görsem” diye geçirdi. Nihayet abdest bitti. Büyük veli perde gerisinden verilen havlu ile kurulanırken: “Hayret” diye mırıldandı. Padişah meraklandı: “Hayırdır hocam ! Neye hayret ettiniz?” “Bazısı bizden keramet görmek istiyor” buyurdu. “Halbuki padişah eğilmiş, elimize su döküyor. Annesi, havlu tutmak için ayakta bekliyor. Bundan büyük keramet mi olur?”[7]
-” Il. Mehmed Han, Karamanoğlu’nun faliyetlerini haber alınca Anadolu beylerbeyliğine getirdiği İshak Paşayı önceden ileri sevk ettiği gibi kendisi de Rumeli’de gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra:
Bizimle saltanat lafın edermiş ol Karamani
Hüda fırsat verirse kara yere karam anı… diyerek sefere çıktı. [8]
-Her şeyin avlandığı yer boğazıdır.
Hayvanlar avlarını yakaladıklarında ilk yakaladıkları yer boğazlarıdır.
Fatih Sultan da aynısını yapar.
Hem İstanbulda Anadolu hisarının karşısına rumeli hisarını yaptı.
Boğazı tutmuştu.
Bu aynı zamanda bizanstan gelecek yiyeceklerin gelmesini de engellemeye uygun bir yerdi.
Her iki nokta da da bizans boğazından yakalanmıştı.
Feth-i İstanbul fırsat bulmadılar evvelun Feth idüb Sultan Muhammed dedi tarih Ahirun”
“Ahirın” kelimesi ebced hesabına göre fetih tarihi olan Hicri 857’ye işaret etmektedir.
Yetişmez mi bu şehrin halkına bu nimet-i Bari Mihmandar-ı Resulillah Eba Eyyub-i Ensari
-Perdedarı mikoned der kasr-ı kayser ankebut Bum nevbet mizened der kubbe-i Afrasiyab (Kayserin kasrında örümcek perdedar olmuş Afrasiyab’ın sarayında baykuşlar ötüyordu) Molla Cami.
-..Hem Emevi ve hem de Abbasi Devleti zamanında yaşadı. Ne Emevi hilafetine ve ne de Abbasi hilafetine cevaz vermemiş ve bu hilafetleri kabul etmemiştir. Henüz Emeviler iktidarda iken, imam Hüseyin’in oğlu Zeynelabidin’in torunu ve bugün Yemen’de yaygın olan Zeydiye mezhebinin meşhur imamı imam Zeyd hazretlerine biat edilmesi
konusunda, el altından gizlice fetva verdi. Onun için Emeviler zamanında Irak valisi ve kumandanı olan meşhur ibn Hubeyre tarafından tartaklanmış ve hapsedilmiştir. İbn Hubeyre hergün, imam-ı Azam’ı hapishaneden çıkararak insanların huzurunda kırbaçla döver, sonra yine hapsederdi.
Abbasiler zamanında imam-i Azam hazretleri, Hz. Hasan’ın çocuklarından Nefs-i Zekiye demekle meşhur olan Muhammed Mehdi‘ye yardımda bulunulmasına ve biat edilmesine; zekat, ganimet gibi şer’i vergilerin ona verilmesine gizli gizli fetvalar verdi. Bundan dolayi da Abbasilerin ikinci halifesi olan Ebu Cafer Mansur tarafindan hapsedilmiş ve nihayet hapishanede iken vefat etmijtir. “[9]
-Bekri MUSTAFA 4. MURAT MEYHANEDE İÇKİ İÇTİĞİNİ GÖRÜNCE BEKRİ SARIĞINI içkinin üzerine koyuyor settarul uyub,tesbih çekiyor iclal kulub,sana ne yapayım ğaffaruz zunub.
Osmanlı İmparatorluğu son dönem padişahlarından birisi olan IV. Murat han İçki yasağının hem uygulayıcısı hem de içki seven padişahı olarak bilinir. O zamanların en büyük berduşu Bekri Mustafa’da aynı dönemde yaşamıştır. IV. Murat bu yasağa uyulup uyulmadığını zaman zaman halkın içine çıkıp bizzat kontrol eder. Etmekle de kalmaz en ağır şekilde cezalandırılmasını sağlardı. Bir gün sabah padişah IV. Murat han yanına veziri Bayram paşayı da alarak kılık değiştirip tüccar kılığında Bekri Mustafa-nın kayıkçılık yaptığı üsküdar iskelesine gelir. Duyum aldığı üzere sora sora Bekri Mustafa-yı bulur, selam verir .
-Selamun aleyküm babalık bizi karşıya atarmısın?
-Olur tabi evlat! dedikten sonra sahilden baya açılırlar. Bekri Mustafa kayığın oturağının altına gizlenmiş bölmeden rakı testisini çıkarır, tepesine diker.
-Ohh serinledim! dedikten sonra testiyi yerine koyacakken IV.Murat;
-Baba bizede ver testiyi bizde bir oh çekelim serinleyelim der.
-Olmaz evlat içerisindeki su değil rakı sen içemezsin.
-Niye içmeyelim ?
-Siz dayanamazsınız belli olur, hem kendinizi hem bizi yakarsınız.
Sultan IV. Murat ısrar edince Bekri Mustafa testiyi uzatır. Kayığı çekmeye devam ederken padişah IV. Murat’la veziri arasında testi gidip gelmektedir. Bir ara IV. Murat han ;
-Baba sen IV. Muratın yasağından korkmaz mısın?
-Korkarım korkmasına’da padişah beni burda nasıl görecek?
-Peki IV.Murat’a ben söylersem?
-Haha söyleyemezsin evlat sende benimle içtin, seninde kellen alınır. Biraz çakırlaşan IV.Murat ;
-Ya ben IV.Murat bu adamda vezir Bayram paşaysa ne yaparsın? Bekri Mustafa kürekleri atıp katıla katıla gülmeye başar.
-Vay köftehorlar sizi, siz buna dayanamazsınız demedim mi? iki yudumcuk almayla biriniz padişah biriniz vezir olmaya kalktı.
Bu olayda Padişah IV. Murat Han Bekri Mustafayı uyarıp bağışlamıştır. Fakat bu dönemde içki yasağından dolayı bir çok kişi cezalandırılmıştır.
-“Dördüncü Murat, Bekri’yi içkiye tövbe ettirmiş. Bir iki saat sonra Balıkpazarındaki kaçak meyhaneleri gezerken Bekriye raslamasın mı. Bekri Murat’ı görünce elindeki testiciği arkasına gizlemek istemiş. Murat “Uzat elini” deyince boş elini uzatmış. “Öteki elini uzat ” emrini alınca testiyi tutan elini değiştirmiş. Murat gülerek buyruk vermiş bu kez”İki elini birden uzat”. Bekri hemen sırtını duvara dayayarak testiyi sırtına kıstırıp ellerini uzatmış. Murat hınzır bir edayla “şimdi bana doğru gel” deyince de dayanamamış:”Oynama Murat!” demiş.”Testiyi kırdıracaksın.”