CEZALAR BIKTIRICI OLMAMALI

CEZALAR BIKTIRICI OLMAMALI

İslam hukukunda ceza esas olmayıp, masumun hakkını ve hukukunu korumak esas ve amaçtır.

Amaç cezadan ziyade, caydırmakdır.

Türkiye Cumhuriyeti devlet ve hükümetlerinde hep baskı ve ceza yöntemi uygulanmıştır.

İşler ceza vererek, soruşturma tehdidinde bulunarak, midesinden yakalama yolunu seçip yönetmeye gidilmiştir.

Yani devlet kafası çözüm yöntemli değil, ceza yöntemli çalışmaktadır.

Adeta meseleyi çözmeye değil, çözmemeye yönelik çalışmakta, % 1 de olsa yanlış yapan emsal alınmakta, olabilirlerle hareket edilmektedir.

Eskisi kadar olmasa da; Bu gün git yarın gel, zihniyeti sürdürülmeye çalışılmaktadır.

Oysa devlet sadece Peygamber Efendimizin şu hadisini kendisine emsal alsa yeter:

“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın ve müjdeleyin.” [1]

Bu her dönemde de olmuştur.

Mesela trafik cezaları ile ilgili şikayetleri Google- a girerek, insanların feryatlarını çok rahat duyabilirsiniz.

Elbette cezaların caydırıcılığı olmalıdır.

Ancak cezalar nefret ettirici, bıktırıcı, isyana vardıran, mağdur eden cinsten olmamalıdır.

-Yıllar önce arkadaşlarla bir taziyeye gidiyorduk.

Şöförümüz biraz hızlı gittiğinden ceza kesilen arabaların en arkasında ceza kesilmek üzere sıraya geçtik.

Amirin yüzünden düşen sinek bin parça olacak gibi sinirliydi.

Yanına yaklaştım ve taziyeye gittiğimizi ve eğer biz öğretmenlerde sizin çocuklarınızın yaptığı hatalardan dolayı para kesecek olsak, günde milyarlarca lira para cezası kesmemiz gerekecekti.

Bu sözüm üzerine yumuşayıp gülen amir, Haydi hocam gidin, dedi ve ayrıldık.

Acaba gerçekten trafik polisleri aynı anlayışı ne kadar göstermektedirler?

Bir ara karadeniz tarafında çoklukla cezalar yazılıyordu. Şikayet üzerine işin içerisinde kötü niyet olduğu anlaşılıp, cezalar iptal edildi.

Devlet cezalarla ve vergilerle idare edilmez.

Bu despot yönetimlerin işidir.

Elbette su-i istimaller, kötü niyetler, insan hukukuna kastedilen durumlar cezalandırılır.

Devlet af kozunu kullanacaksa, bu konularda kullansın.

Yoksa yolu güzel yapın, son model arabalar üretin ve 80- 90 ile giden araçlara ağır para cezaları yazın!

Bu hangi mantık ve hangi insaf ve yönetim işidir.

İçişleri bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü caydırıcı olmaktan çok, nefret ettirip bıktırıcı olan ceza-i yöntemlerini gözden geçirmeli, insafla hareket etmelidir.

Evet… Cezalar caydırıcı olmalı ancak Bıktırıcı ve Nefret ettirici olmamalıdır.

Devletin şu anki cezaları bir yandan ümitlendirici ancak cezaları Evet caydırıcılığı ötesinde bıktırıcı ve Nefret ettiricidir.

Bunun orta yolunun bulunması lazım.

Cezalar özgürlüğü engellememeli, başkalarının da özgürlüğünü kısıtlamamalıdır.

Denge unsurunu gözetmeli, dengede olmalı, dengeli olmalı ,dengeyi muhafaza etmelidir.

Cezalar ağır boyutta olmamalı.

Cezalar, Trafik kazalarını önleme bahanesinin önüne geçmemelidir.

Devletin gelir kapısı haline getirilmesin…

*****************   

Devlet evvelden bir okul açıp bir hapishane kapatmaktan bahsederdi.

Bugün devlet, bir okul açıp, bir de hapishane açmaktadır.

-Adam kış gelince hukuku çok iyi bildiğinden, dört beş aylık suç işliyor, hapishanede kalmak için.

Devlet buna tedbir alıp, adeta girmeyi yasaklasın…

-Derse gittiğim hapishanede 26 yaşındaki genç,7 kere girmiş çıkmış, 8.cide 3 kişi daha yanında getirmişti.

Ve bu kişi daha ilk haftada içerde soyacağı yerin planını yapıyordu.

Evet, söz verip, bir daha yapmayacaklarına dair yemin ettikten sonra, Kırıkkalede bir marketi soymanın planını yapıyorlardı.

İşte burada hırsızlığı caydırıcı tedbir almalı ve vatandaşı mağdur eden bu insanlar ağır cezalara çarptırılmalıdır.

-Bir merhum büyüğümüz başından geçen bir olayı yıllar öncesinde anlatmıştı.

Bir savcıyla konuşurken, el kesmeyi merhametsizlik gören bu savcının bir kaç ay sonra evi tamamen soyulur. Yani yıllık iznine ayrılan savcının kapısının önüne kamyon dayanarak, tüm ev boşaltılır.

Savcının tayininin çıktığını düşünen komşularda bir şey demezler.

Geldiğinde evi soyulan savcıya geçmiş olsuna giden bu büyüğümüze konuşmasında savcı;

Mahmut bunları öldüreceksin , öldüreceksin, der.

Mahmut abide taşı gediğine koyarak;

Hayrola savcı bey, Siz devletin hukuk dağıtan bir kişisi olduğunuz ve de el kesmeyi vicdansızlık ve merhametsizlik görürken, şimdi kalkmış adamın öldürülmesinden bahsediyorsunuz.

Savcı cevaben; Yok yok Mahmut, gerçekten öldürmek lazım.

Ben 25 yıllık memuriyetimde zorla kazandığım, katillerle, suçlularla mücadele edip 25 yılda biriktirdiğim evimi adam gelmiş bir kaç saat içinde boşaltmış gitmiş.

Yok yok, bunları öldüreceksin Mahmut.

Kim daha insaflı ve vicdanlı?

El kesen mi yoksa öldüren mi?

-Osmanlı döneminde Yedikule zindanları korkunçtu ama müşterisi azdı.

Bizim hapishaneler 3-5 yıldız ve korkusuz ancak müşterisi çok!

Bir batılı 1900 yıllarının başında, 10 yıl kaldığı İstanbulda 2 hırsızlık olayına şahit olduğunu, bunlardan biri gayrı müslim, diğeri ise müslümandı, der.

MEHMET ÖZÇELİK

08-10-2018

[1] Buhârî, İlm 12, Edeb 80; Müslim, Cihad 6, 7, (1732-1733).

https://www.facebook.com/yasamvesanat/photos/a.276003019103533.59492.229449740425528/1291486174221874/?type=3




EVLERİMİZİ SARAN VE SARSAN TEHLİKE – BOŞANMA

EVLERİMİZİ SARAN VE SARSAN TEHLİKE – BOŞANMA

İslâmın temel esaslarını ihtiva eden Kur’an, Hadis ve İslam alimleri her yönüyle evliliği teşvik etmektedir.

Bu konuda sadece evliliğin büyük bir yük ve sorumluluk ihtiva ettiğini ifade için; Bekârlık sultanlıktır, diyerek, bekârlığın teşvik edilmesi değil, evliliğin büyük bir vebal ve emanet olduğu şu şiirle dile getirilmiştir;

Evlenen bahre düşer, evlat olursa ğark olur.

Sen sahili bahri tut, varsa sultanlık budur.

Anlam itibarıyla; evlenen denize düşer, çocuk olursa boğulur. Sen denizin sahilinde dur yani bekâr kal, denize düşme, varsa sultanlık budur.

Evlerle beraber tüm memleketimizi sarsan en büyük tehlike, boşanma tehlikesidir.

-Türkiye’de son 10 yılda boşanma rakamları 1 milyon 151 bin 590’a ulaştı. En az boşanma sayısı 2006 yılında 93 bin 489 olarak gerçekleşirken, 2015 yılında bu rakam 131 bin 830 olarak kayıtlara geçti.[1]

-Eşlerin birbirine kefaet olan denkliğin olmaması ve bu denkliğin özellikle maneviyatta, din ve ahlakta olmayışı bunun en önemli sebeplerindendir.

Manen tatmin olmayan eşler bunu hariçte ve başka yollarla tatmine çalışmaktadırlar. Mesela;

-“Konya’da hamilelikte de uyuşturucu kullanmaya devam eden 19 yaşındaki E.T.’nin dünyaya getirdiği bebeğin de eroin yoksunluğu nedeniyle kriz geçirdiği ortaya çıktı.

Hamilelikte uyuşturucu kullanımına bağlı olarak bebeklerin bağımlı doğması daha çok ABD’de görülüyor. ABD’de son 10 yıldır 130 binden fazla bebeğin uyuşturucu bağımlılığıyla doğduğu belirtiliyor. 2010’dan bu yana ise 110 bebeğin anne karnında ya da anne sütünden uyuşturucu aldıkları için hayatını kaybettiği kaydediliyor.[2]

Haram yiyen, haram-zâde olur.

-Boşanma asrın hastalığı haline gelmiştir.

Hiçbir insan yok ki, boşanmama garantisi olsun.

Hürmet ve merhamet ziyadesiyle sarsılmıştır.

Taraflar birbirlerini anlamaktan ziyade, anlamamaya ve dinlememeye çalışmaktadır.

-Bekârlar evlenmek için gayret gösterirken, evli olanlar da boşanma düşüncesine girmektedir.

Düne kadar evlenmek için yanan Gençler bugün çok rahat evlilik hayatını sonlandırmak da yıkıp yapmaktadır.

Aşk bedenle değil, hayatla ve ruhla yaşanır.

****************     

İslamiyet girdiği yerlerde yanlış uygulamaları kaldırmıştır.

“Açıktır ki, bu tatbikatı her şeye ve nasıl olursa olsun, uygulamak söz konusu değildi. Bir misal: İslam öncesi Mısır’da genç güzel bir kızı, bereket kaynağı olan Nil tanrısına kurban olarak sunmaktan ibaret olan bir tatbikat hüküm sürüyordu. Her sene, böyle bir genç güzel kız araştırılıp bulunuyor, diri diri Nil nehrine atılmadan önce, ziynet ve süs eşyalarıyla donatılıyordu. Nil’in bereket dolu taşmaları, Tanrı tarafından kabul edilmiş olan bu kurban takdimine atfediliyordu. Müslümanlar Mısır’a geldikleri zaman, ordu kumandanı Amr İbni el-As bu uygulamayı yasak etti. Gel gör ki, tesadüfen o sene yağmurlar gecikmiş ve Nil nehrinin taşması gerçekleşmemişti. Halk endişelenmeye, mırıldanmaya başladı; müslüman validen bu uygulamayı zorunlu kılmasını istediler. Vali de, detaylarını açıklayarak, durumu halifeye bildirdi. Derken şöyle cevap geldi: “Bu zarfta Nil’e hitaben bir mektup var, mektubu alıcısına gönder“. Hakikaten de aşağıdaki şekilde kaleme alınmış, Nil’ e hitap eden bir mektup bulunuyordu: “Ey Nil! Eğer kendi iradenle kabarıyorsan, bil ki sana ihtiyacım yok! Eğer, bilakis seni taşıran Allah ise, Allah ‘tan seni taşırmasını niyaz ediyorum“. Bu mektup Nil’ e atıldı ve ertesi gün o ana kadar duyulmamış seller oldu: Yalnız bir gecede su, on iki dirsek yükseldi. İşte o zamandan beri bu cani ve vahşiyane adet kaldırılmış oldu. Bir başka örnek de su: Hz. Ömer zamanında, Hindistan’ a giden müslümanlar orada, bir önceki kadar acımasız ve vahşi, ama esasında açıklanabilir bir uygulamayla karsılaştılar: Evlilik ebedi bir ilişki olduğundan, zevce kocasından sonra yaşayamazdı. Şayet, tesadüfen koca karısından önce ölürse dul kadın, kocasının cesedi yakılırken kendisini ateşe atarak canına kıymak zorundaydı. Müslümanlar hakim oldukları bölgelerde bu uygulamayı kaldırdılar.”[3]

-Aile çocuklar üzerinde baskı sebebini koz olarak kullanmamalı, onlara olumlu yaklaşılmalı, görüşleri alınmalı, fikirlerine danışılmalı, anlayış çerçevesi içerisinde aile hayatı sürdürülmelidir.

Ailenin bu konuda eğitimli olması, bilerek hareket etmesi önemlidir.

Manevi ve ahlak yönünden eşler denk olmalıdırlar.

Kuranı Kerim’de Ahzab suresinin 37-40 ayetlerinde Zeyd ve Zeyneb-in boşanması anlatılıyor.

Acaba bunlar ikisi de dindar, dindar’ın ötesinde ikisi de sahabi olup uyuşamayıp boşanmalarına sebep nedir?

Efendimiz evlilikte 4 esasın yani soyluluk, zenginlik, güzellik ve huy yani ahlaki durumun göz önünde bulundurulmasını, bunun birincisinin ve tercih sebebinin ise dindarlık olduğunu ifade ediyor.

Bundaki Hikmet nedir denilirse oda; onların dindarlık yönüyle değil de soyluluk açısından ikisi arasında bir uçurum vardı.

Birisi Soylu bir aile Zeynep, diğeri ise bir köle Hz Zeyd.

İkincisi evlilikte esas olan kefaettir yani denkliktir. Bu denkliğin en güzeli ahlak yönüyledir. Burada bir uyuşmazlığın olmasındaki sebep aradaki farklılıkların ön plana çıkmış olmasıdır. Yoksa dindarlık tercih sebebi olup tek sebep değildir.

Bediüzzaman bu konuyu Mektubat adlı eserin 7. Mektubunda geniş ve mukni bir şekilde izah etmektedir.[4]

-Mesela dinde gayrimüslim bir Hristiyan veya yahudi kadınla evlenmesi caizdir.

Hatta dinen o kişi kendi eşini Hristiyan ve Yahudi olması durumunda Müslüman olmaya zorlayamaz. Böyle bir yetkisi de yoktur. Ancak sevdirip teklif edebilir.

-Kuran-ı Kerim erkeğin iki özelliğini ortaya çıkartıyor. Kavvâmun ifadesi ve bir de Derece ifadesi ile üstünlüğünü meydana getiriyor.

Bu üstünlük kalite ve değer cihetiyle değil, sorumluluk cihetiyle olmuş olmaktadır.

Tıpkı Kuran-ı Kerim’de geçen leh ve aleyh sözcüğünü, İmamı Azam Ebu Hanifenin hak ve sorumluluk olarak tanımlaması gibi.

-Ailenin kurulmasında ifrat ve tefritten kaçınılmalıdır. Daha önceleri 15 – 17 yaşlarında daha sorumluluk yetkisini bilmeden evlendirilen çocukların yerinde bugün, 27 – 37 yaşlarında evlenmektedirler.

İnsanlar elbette madden ve manen evliliğe hazır olmalıdırlar. İfrat ve tefritten kaçınılmalı, evlilik hayatını sürdürebilecek his ve duygusu inancına vardıktan sonra evlenmeye karar vermelidir.

Çocuk bir mal olarak alınıp kullanılan bir şey olarak değildir.

Aile çocuğu bir mülkiyet olarak değil, Allah’ın kendisine ihsan ettiği bir emanet olarak değerlendirmelidir. Mülkiyet olunca üzerinde her türlü tasarrufa yetkili manası ve hatta kaba ifadeyle onun mal olarak değerlendirme manası çıkar. Ancak emanet olunca onun korunması yönünde ona rehberlik yapmak yönünde bir yükümlülük ve sorumluluk almış olur.

Anne olacak kişi çok çocuğun ileride ahlaken üstün olmasında önemli rol oynar. Böylece baba çocuğun kariyerini ön plana değil de, ahlakını ön plana çıkarmalıdır. Kariyer kazanmasından önce ahlaki değerleri kazanması yönünde gayret etmelidir.

Aile hayatı fıtrattandır, fıtridir. O halde aile fıtri olarak devam ettirilmelidir.

İlk insan anne ve baba olan Hz. Adem ve Havva ilk aile idiler.

-Aile nikahla başlar talakla biter. Bu konuları genişçe daha önce ele almıştım.[5]

-Aile nasıl kurulmalı değil de, aile nasıl olunmalı yönünde kafa yorulmalıdır. Aile nasıl kurulmalı derken maddi olarak şekilleri nasıl olmalı, düğün nasıl olmalı diye böyle bir telaş içerisine girmenin ötesinde; bir aile nasıl kurulmalı yani nasıl olmalı? Nasıl uyum sağlanmalı? Nasıl sürdürülmeli yönünde kafa yormalıdır.

 

FUHUŞ

Şeytanın aileyi yıktığı ilk şey haram  yedirerek fuhşu ortaya çıkarmasıdır.

“Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.

Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti.

Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.

Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”[6]

-Bir asırdır bu milleti iman ve düşünce cephesinden yıkamayanlar yani kalb ve fikir yönüyle bitiremeyenler; şimdiler de yerli ve yabancı fuhuş ve sefahetler ve dizilerle vurmaya çalışıyorlar.

-Arap Yarımadasında erkekler, sayı tahdidi olmaksızın, istedikleri kadar kadınla evlenebilirlerdi.

Kur’an-ı Kerim bu cahiliye adetine bir sınırlama getirdi. Azami olarak dörde kadar evlenebileceğini açıkladı. Cenab-ı Hak “Eğer hanımlarınız arasında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, sadece bir tane ile yetinin.” buyurdu.[7]

Bediüzzaman şöyle diyor:

“Dörde kadar taaddüd-ü zevcat, tabiata, akla, hikmete muvafık olmakla beraber, şeriat bir taneden dörde çıkarmamış, belki sekizden dörde indirmiştir. Bahusus taaddütte öyle şerait (şartlar) koymuştur ki, ona müraat etmekle (uymakla) hiçbir mazarrata müeddi olmaz (hiçbir zarara sebep olmaz). Bazı noktada şer olsa da ehven-i şerdir. Ehven-i şer ise bir adalet-i izafiyedir. Heyhat! Alemin her halinde hayr-ı mahz olamaz.”[8]

-Aile hayatı manevi bir atmosfer içerisinde yetişmeli.

Bir tohum bile rast gele her yerde yetişmiyor, yeşermiyor.

Her meyve bile her yerde yetişmiyor.

Mahalle baskısı önemlidir.

Kötü koku insanda kötü etki bıraktığı gibi, kötü çevre de insan üzerinde kötü etki bırakır.

Çocukların yetişecekleri iyi ortamlar bulunmalı, iyi insanlarla beraber olmaları sağlanmalıdır.

Kutsal ve manası yoğun yerler gezdirilmelidir.

Ecdat bu manada yaptığı külliyeler ile camiyi merkez almıştır.

Bu gün ise her şey AVM’ nin çerçevesi içerisinde gelişmektedir.

İnsanlar eskiden rahatlamak için merkezi noktadaki camiye giderlerdi ve ona göre merkezden muhite doğru bir rahatlama durumu olurdu.

Şimdi ise rahatlamak için merkezi noktada oluşturulan camileri değil, camilerin merkezdeki yerini almış olan AVM’lere gidiyor.

Bu noktada buraların tıklım tıklım olması maddeyi ön plana çıkıyor. Madde alanlar madde satıyor, maddeleşiyor.

Bu da Kültür yozlaşmasını ortaya çıkarıyor.

Nitekim Amerika Kuzey Kore’ye yapmış olduğu anlaşmanın şartlarından birisini; yemek şirketi olan McDonald’s-ın kendilerinde kurulmasını istiyor.

Her gün yedikleri yemek kültürlerini bozarak, hayatlarını da bozmayı amaçlıyor.

Aile hayatı, hayatın yanlışlarıyla sarsılmakta, bozulup yıkılmaktadır.

****************

Başkan Erdoğana Çağrı: Bir zaman Almanya’ya gidenler gitmek için eşleriyle boşanıyorlardı.

Birisi ile evlenme akdi yapıyorlar sırf orada kalma amaçlı olarak….

Devlet boşanma neticesinde kadınlara nafaka verme, malları yarıya bölme durumunu bir daha düşünmelidir. Elbette onlar mağdur edilmemelidirler. Acaba bu boşanmayı yavaşlatıyor mu arttırıyor mu düşünülmesi lazım?

Şarbon hastalığından, domuz gribinden, Kuş gribinden daha salgın bir şekilde bu boşanma hadiseleri baş göstermektedir. Buna bir an evvel çare bulunmalıdır.

Altı aylık evli olan da, 30-40 yıllık evli olanda bir çırpıda, kolaylıkla ve yoğunlukla boşanabilmektedir.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın yürüttüğü “Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması” nda Türkiye genelinde toplam 12 bin 56 hane ile yapılan anket çalışmasında; boşanmada birinci sebebin Yüzde 27,3’lük oranla ilgisizlik ve sorumsuzluk olduğu ifade ediliyor.

Bununla beraber Şiddet, kötü, kaba, küfürlü söz olduğu ifade ediliyor.[9]

Gerçek olmakla beraber içi boş bir ifade.. Acaba bu ilgisizlik tek tarfalı olarak erkekten mi kaynaklanmaktadır?

Veya devletten maaş almak amaçlı mı? Az da olsa bu durumda mevcuttur…

MEHMET ÖZÇELİK

11-08-2018

 

[1] http://www.habervaktim.com/haber/491944/turkiyede-son-10-yilda-1-milyon-151-bin-590-kisi-bosandi.html

[2] http://www.habervaktim.com/haber/487824/konyada-dogan-bir-bebek-uyusturucu-bagimlisi-dogdu.html

[3] Hz. Peygamber  Gayrİ Müslİmlere NasIl DavrandI? Prof Dr. Muhammed HAMİDULLAH-Çeviren: Suphi Seyf.

[4] http://www.risaleinurenstitusu.org/kulliyat/mektubat/yedinci-mektub/31

[5] http://www.tesbitler.com/category/islamda-kadin-ve-aile/

http://www.tesbitler.com/category/islamda-kadin-ve-aile/page/2/

http://www.tesbitler.com/category/islamda-kadin-ve-aile/page/3/

http://www.tesbitler.com/category/islamda-kadin-ve-aile/page/4/

[6] A’raf.20-23.

[7] Nisa Suresi, 3

[8] Münazarat, 69.

[9] https://www.e-psikiyatri.com/iste-en-buyuk-bosanma-sebebi-31721

https://www.facebook.com/yasamvesanat/photos/a.276003019103533.59492.229449740425528/1279680645402427/?type=3




MÜJDE! ÖĞRETMENLER OKUYOR

MÜJDE!

 ÖĞRETMENLER OKUYOR

Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün gerçekleştirmiş olduğu; “Gönül Coğrafyası Okumaları” seminer proğramına katıldım.

Öğretmenleri okumaya teşvik etmesi açısından güzel bir uygulama idi.

Ancak 11 güne iki kitapla yetinilip konuşulması biraz göstermelik olmuştu.

Böyle olunca bende; “Fikir ve Hareket Öncüleri Okumaları” na katılan arkadaşların üç kitabını da alarak okudum.

Stk- ların ve gönüllü olarak öğretmenlerin yapmaları gereken okuma faaliyetlerini Din Öğretimi bu büyük açığı görerek öğretmenleri okumaya teşvik etmişti.

Bu takdire şayan bir uygulama idi.

Tekrar ifade edebilirim ki; bunun içinin doldurulması, öğretmenin daha çok okumasını sağlamak amacıyla daha çok eser verilmesi, gelmeyenlerin farklı kitaplarının da okuyacaklara verilmesidir.

Bir kaç ay önce gündeme gelen Diyanetin Güncellenmesi [1] üzerine bir yazı yazmıştım.

En az Diyanet kadar önemli olan ise Milli Eğitim ve onun motorunu oluşturan öğretmenlerin güncellenmesidir.

Elbet her şeyin bir istisnası vardır. Ancak şu bir gerçek ve hükümdür ki;

Öğretmenler okumuyor.

Öğretmenler kendilerini güncellemiyor.

En iyi okuyan öğretmen, günlük gazete ve haberleri, spor sayfalarını ve bir kısmı hararetle ekonomi sayfalarını okuyor.

Bakanlık bu güzel uygulamasını seneye yaymalı hatta bir teklifimdir;

Her ay öğretmenlerin maaşından otomatikman belli bir miktar para kesilsin. Yayın evleriyle sözleşme yapılsın. Öğretmenler diledikleri kitapları her ay indirimli alıp okumaları sağlansın.

-Bir diğer teklifim ise;

Her okulda bilgisayar öğretmenleri görevlendirilip, öğretmenlerin mecburi çalışma ve makaleleri yayınlansın.

Yazmaları, tecrübe, teklif ve tavsiyelerini yazmaları sağlansın.

Zira toplumun en birikimli insanları öğretmenlerdir. Ancak bunlar ölünce bilgi ve tecrübeleri de kendileriyle beraber gömülmektedir.

Yeteri kadar gelecek nesillere bu birikimler aktarılmamaktadır.

Öğretmenler güncellenmelidir.

Şimdiye kadar geçimi bahane eden ve eser ortaya koymayan öğretmənler, şimdi de lüks yaşantıya ulaşamamayı bahane etmektedirler.

Öğretmenlerin site açması veya site de yazması mecburi olsun.

Biz 1986 –da göreve başladığımızda bir defter tutar ve onu gerektiğinde idareye gösterirdik.

Benim için o dönemde yazdıklarım epey bir birikim oluşturdu. Yazmaya teşvik oldu.

Bu zorlamayla olmasa bile teşvik edilmelidir.

-Öğretmenlerin görevde akademik çalışma yapmalarının da önü açılmalı, hiç olmazsa bu akademik çalışma ile okuyup araştırmaları teşvik edilmelidir.

-Çanakkaleye ilk defa gitmiştim. Elbette Ahirette Çanakkaledeki şehid askerlerimizden görüntü ve şahitler eşliğinde canlı dinleyeceğiz.

Ancak yüz sene önceye gittik, herkesin görmesi gereken o mübarek yerleri soluduk.

Üzülerek ifade edeyim ki; zihinleri bulandırmamak için açıkça ifade etmeyip şunu kısaca söylerim ki; Çanakkalenin manevi havası hiç de hoş değil ve oraya da hiç mi hiç yakışmıyor.

Bunda da sorduğumda Belediyenin etki ve sebebi olduğunu söylediler.

Belliki bu parti ve temsilcileri yüz yıllık elbisesini bir türlü çıkaramamış. Milleti dinleyip de taleblerini bir türlü yerine getirme yönünde çaba göstermemiş.

Belliki bunlar çoğunluğu değil meğer azınlığı temsil ediyorlarmış…

Ondandır ki; tozlanmış şaibeli olan elbisesini yıkama niyet ve gayreti de olmaksızın aynı zihniyetini sürdürmekte, devam ettirmektedir.

Sonuç olarak; Çanakkaleden memnuniyet ve güzel hatıralarla ayrıldık.

MEHMET ÖZÇELİK

https://www.facebook.com/yasamvesanat/photos/a.276003019103533.59492.229449740425528/1264863576884134/?type=3

 

 

 

[1] http://www.tesbitler.com/2018/03/14/diyanet-guncellenmeli/