EN’AM.138-141




ÜÇ AYLAR VE REĞAİB GECESİ

ÜÇ   AYLAR   VE   REĞAİB   GECESİ

             Mübarek üç aylar ve onların içerisinde barındırdıkları Mübarek Geceler; müslümanların aleminde manevi birer atmosfer oluşturmaktadırlar.

Sıkıcı bir atmosfer içerisine giren insan sıkılır. Bunun gibi de ferahlı ve rahat,Rahmet atmosferi altında bulunan kimse de o nisbette huzur bulur. İşte bu aylar (Receb-Şaban-Ramazan) huzur ayları,bu gecelerde huzur geceleridir.

Nasıl ki Cenâb-ı Hak;hararetle su bekleyen,suya susamış,susuzluktan çatlamış toprağa sünger gibi bulutlardan Rahmetini indirip,toprağın imdadına koşturuyorsa,bunun gibi de;maneviyata susamış,bunalmış bir milletin ve milletlerin her düzeydeki ferdine de manevi rahmet feyzini akıtmakta,onları teskin etmektedir. Fasıkı da,kafiri de o rahmetten istifade etmektedir. Her ne kadar sıkılmaya çalışsa ve istemese de… Yağmurdan rahatsız olan ve zarar gören tenbel insanın kendisinden kaynaklanan bir eksikliğinden dolayı her ne kadar zarar görse de,dolaylı olarak o zarardan daha fazla fayda görmekte,bolluğa neden olmaktadır. O yağmur yine rahmettir..yine rahmettir..Ramazanda dolaylı her kes için bir rahmettir.

Yağmur rahmeti yanında yer yüzünü de pisliklerden ve çör-çöpten temizler. Bu rahmet ayı ve gecelerde insanları manen günah kirlerinden temizler ve arındırır. Mü’mini cennete ehil olacak hale getirir.

Rahmet ayı ve gecelerin cehennem ve azabından farkı;insanı eziyetsiz,cezasız,temiz ve pak kılmasıdır. neticede her ikisi de temizler.

Nitekim bir mü’mini bozuk yerlerin havası nasıl rahatsız eder,kaçmaya çalışırsa,o bozuk havaya alışmış ve kendini alıştırmış bir insanı da –manevi yönü kapalı olduğundan- rahatsız edici gibi olsa da,yine dolaylı olarak onun Rahmetinden istifade eder.

Yılın belirli zamanlarında fuarlar,haftanın belirli günlerinde pazarlar kurulur. İnsanların umumi istifadesine sunulur. İnsanlar senelik veya haftalık ihtiyaçlarını,bazen de ömürlük kazançlarını buradan temin ederler.

Üç aylar ve gecelerde böyledir. İnsanların ebedi hayatlarına lazım ihtiyaçlarını temin ettikleri bir fuar,bir Pazar ve bir sergidir. Zad-ı ahiret buralarda,bu zamanlarda tedarik edilir.

Kimini hayra teşvik eder,kimini kemâlâta uruç ettirip,çıkarır. Kiminin beraetine vesile olurken,kimine de seksen senelik bir ömür mahsulatı içerisinde kazanılacakları kazandırır.

O halde insan nerede çok kalacaksa yatırımının da çoğunu oraya yapmalıdır. anne karnında pek uzun müddet kalmayacağımızdan dolayı oraya yatırım yapmadık ve yaptırılmadı. El-ayak-gözler burası için verilmişti. Ora için değildi.

Bize verilen hayat ki;bu kısa dünya hayatı için değildir. İçerimize yerleştirilmiş olan bu manevi duygular ki;bu maddi,kesif ve dar olan alem için değildir. Belki baki ve ebedi bir alem içindir.

Teşbihte hata olmasın;Devlet ve iş damları senenin belirli zamanlarında ve aylarında belli yerlere ve işlere yatırım yapar,işini kurar ve çalıştırır.

Bu mübarek aylar ve gecelerde manevi ticaret ve yatırımların yoğun olduğu aylardır. Geri kalmak hatadır. Böyle bir hataya düşmemek gerek. Yüzümüzü ve nazarlarımızı dünyadan ukbaya,ebedi ahiret hayatını netice verecek hakikatlara çevirmeliyiz.

 

                                   RECEB         AYI

Üç ayların İlk olan Receb ayı,aynı zamanda arabi ayların yedincisidir. Ta’zim ve Tebcil etmek anlamınadır.

Hadiste:”Receb şehrullahdır. Şaban benim ayımdır. Ramazan ise ümmetimin ayıdır.”buyurulmuştur.

İbni Abbas’dan nakledildiği üzere:”Rasulullah (SAM) Receb ayında bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki biz,(galiba) hiç yemiyecek (ayın her gününde tutacak) derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz, (galiba) hiç tutmayacak,derdik.”der.Bununla bu ayda tutmanın mendub [1] olduğunu söylemiş,emretmemiştir.[2]

Müşriklerce de haram ay olan Zilkade,Zilhicce,Muharrem ve Receb ayları kutsal sayılırdı.”Bu dört ayın haram edilmesi,İbrahim ve İsmail Aleyhimus Selam’dan intikal etmiş adeti seniyyedir.

“Ey iman edenler! Bu dört ayda (nefsinize) zulmetmeyiniz. Çünki,bu aylarda işlenecek güzel amellerin sevabı diğer aylardan fazladır. Ve bu aylarda işlenecek kötülüğün cezası da öteki aylardan daha büyüktür.”[3]

Peygamberimiz halası oğlu Abdullah bin Cahşı,Bedir savaşından iki ay önce bir müfrezeyle Kureyş kabilesinin kervanını gözlemek üzere gönderdiğinde,onlar Mekke ile Taif arasında bulunan Batn-ı Nahl denilen yere vardılar.

Üç kişilik bir kervanla karşılaşıp,birini öldürüp,ikisini esir alarak peygamberimize getirdiler. Bunun üzerine müşrikler:”Muhammed haram ayları,içinde korkanların bile emin olduğu kutsal ayları helal sayıyor ve o ayda kan döküyor.”dediler. Peygamberimiz o sahabelere:”ben size haram aylarda savaşmanızı emretmedim.”buyurdu.

Abdullah bin Cahş ise:”Ya Rasulallah,biz İbnül Hadramiyi öldürdük. Sonra akşam olunca Receb ayının içinde mi Cumadel ahire ayı içinde mi öldürdüğümüzü anlayamadık.dedi. Cenâb-ı Hakkın hükmü beklenildi. Bunun üzerine inen ayette:

“Sana haram o ayı,ondaki muharebeyi sorarlar. De ki:”O ayda muharebe etmek büyük günahtır;Allah yolundan men etmek,onu inkar etmek,Mescid-i harama gitmelerine mani olmak,onun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyüktür. Fitne,katlden de beterdir. Kafirler,güçleri yetse,sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam edeceklerdir. İçinizden kim dinden dönerse,kafir olarak ölürse,o gibilerin yaptığı (iyi) işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennem yaranıdırlar. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.”[4]

Ayeti ile müşriklerin yaptıklarının daha şiddetli olduğu ifade edilmektedir.

Ve bu ayet cumhuru ulemaya göre de:”O müşrikleri,onları nerede bulursanız öldürün.”[5] Ve “Müşrikler sizinle nasıl top yekun harb ederlerse sizde onlarla top yekün harb edin.”[6] ayetleriyle de neshedilmiştir.[7]

Ve”Haram ay,haram aya bedeldir. Hürmetler karşılıklıdır. Onun için kim sizin üzerinize saldırırsa sizde,tıpkı onların size saldırdıkları gibi,onlara saldırın.”[8] âyetiyle de müdafaanın caiz olduğu bildirilmiştir.[9]

Zira onlar ve onların devamı olanlar her an savaş ve fitne üzeredirler. Böylece:”Yahudi ve hristiyanlar,sen onların dinine girmedikçe senden razı olmazlar.”[10]hükmünce de,onların dinine girme söz konusu olmayınca da bu durum kıyamete kadar da geçerlidir,fitne de onlardan eksik olmaz.

                                                REĞAİB   GECESİ

Reğaib:”çok istenilecek şeyler,hediye,atiyye,çok rağbet olunan şeyler,bol bol ihsan etmek.”[11]anlamlarına gelir.

Bu gecede Allah’ın rahmet,bereket ve ihsanının kullarına bol bol verilip,böyle atiyye ve ihsanlara karşı da insanların bigane kalmayıp rağbet etmeleri gerektiği içindir ki,bu ad verilmiştir.

Yapılması Müstehab olup,Peygamberimizden rivayet edilen bir hadiste:”Kim ki Recebin ilk Perşembe günü oruç tutar sonra akşam ile yatsı veya yatsı ile gecenin üçte biri arasında ve her rekatta bir fatiha,üç Kadr suresini ve on iki İhlas okumak ve iki rekatta bir selam vermek üzere on iki rekat Namaz kılar,selamdan sonra yetmiş kere:”Allahümme Salli ala Muhammedinin Nebiyyil Ümmiyyi ve ala alihi.”der,sonra secdeye kapanır ve secdesinde yetmiş kere:”Subbûhun Kuddûsun Rabbul melâiketi ver ruhi.”der;

Sonra başını kaldırır yetmiş kere:”Rabbiğfir ve erham ve tecâvez ammâ ta’lemu.”der,sonra tekrar secdeye kapanır ve birinci secdede okuduklarını aynı şekilde tekrar eder. Sonra secdede iken dilediğini isterse,bütün istekleri yerine gelir. Zira Peygamber Efendimiz devamla buyuruyor ki:”Bu namazı kılan kimsenin,deniz köpükleri,kumlar sayısı,dağlar ağırlığı kadar,ağaçlar yaprakları sayısınca günahı olsa da Allah-u taala bütün günahlarını mağfiret eder ve akrabasından cehennemi hak etmiş yedi yüz kişiye şefaat eder.”[12]

Büyük müjde…Müjde-i kübrâ… 

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi.Prof.İ.Canan. 10 / 466.

[2] Zad-ul Mead. İbni Kayyım el-Cevzi. 2 / 83.

[3] Üç aylar ve faziletleri. Abdulkadiri Geylani. Hazr. M. Güner.sh.8.

[4] Bakara.217,Tefsir-i Kebir Tercümesi.(Heyet) 5 / 90, Ahkam Tefsiri.M. Sabuni. Terc. M.T. 1 / 215, (Arapçası) 1 / 190,Muhtasar Tefsir-i İbni Kesir.M. Sabuni.(Arapça) 1 / 260.

[5] Tevbe.5.

[6] Tevbe.36.

[7] Ahkam Tefsir-i Tercümesi.age. 1 / 257.

[8] Bakara.194.

[9] Tefsiri Kebir.age. 5 / 91,93.

[10] Bakara.120.

[11] Yeni lugat.A.Yeğin.579.

[12] İhyau Ulumiddin. İmam Gazali. 1 / 555.

 

REĞAİB GECESİ

Rağbet ve teşvik anlamına gelen bu gece,insanların nazarlarını fâniden bâkiye,cüz’iden külliye çevirme amacıyla yapılan ve verilecek olan teşvikler dile getirilir.

            Normal durumda sevab bire on verilirken (En’am.160),Bu gecede bir yüz,Şabanda üç yüz,Ramazanda bin,Cumalarda binler,Kadirde otuz bin,tıpkı bire yedi yüz veren tohumlar gibi…

            Bu isim melekler tarafından verilmiştir.

            Rahmet ve berekete vesile olan bir gecedir.Bu gecenin alameti,yağmurla geçmesidir.Maddi ve manevi bereketin beraber nüzulüdür.

            “O’na ancak güzel sözler yükselir (Ulaşır).Onları da Allah’a amel-i Salih ulaştırır.”(Fâtır.10)

            Bu gecede tüm amel-i Salihlerin Allah’a arzedilip sunulduğu,Kelime-i Tayyibenin Kelime-i Habiseye galebe ettiği bir gecedir.Bunun da yer yüzüne aksetmesiyle iyilerin ve iyiliklerin,kötülere ve kötülüklere üstün gelmesine sebeb teşkil ettiği bir gecedir.

            İlâhi tecellilere mahzar olan Peygamberimizin ikişer olarak toplam on iki rekat namaz kıldığı rivayet edilir.

            Geceyi Kur’an ve anlamlarıyla,dua ve ibadetlerle geçirmeli,hiç olmazsa gecenin üçte biri değerlendirilmelidir.

            Rasulullah sahabilere;Müflis kimdir?diye sorduklarında sahabiler;Ya Rasulallah!Malını,mülkünü kaybetmiş ola müflistir,iflas etmiştir,buyurunca Efendimiz;-Hayır-der,müflis o kimsedir ki,ahirette Allah’ın huzuruna getirildiğinde,sevabından hiçbir şey olmayan ve bulunmayan kimsedir,buyururlar.

            Ölmüş ve çatlamış olan bir toprak için su ne ise,ölmüş ve çatlak kalbler içinde bu gecenin ehemmiyeti odur.

            Bu gece ve geceler,müminler için bir fuar niteliğindedir.Her türlü sevab pazarlarının sergilendiği gecelerdir.

            Bu ay ve geceler yatırım ayı ve geceleridir.Bu gecelerin yılda birkaç kere geldiği unutulmamalı,bu gecelerde âhiret hayatı için her türlü yatırımın temelleri atılmalıdır.

            Allah bu geceyi tüm alem-i İslâm için hayırlara ve fereclere vesile kılsın.Âmin.

 

                                                                                                          10-5-2003

                                                                                                   Mehmet   ÖZÇELİK     

 




REFORM MU DEFORM MU ?

REFORM MU DEFORM MU ?

Evet yapılmaya çalışılan Reform mu Deform mu?

İslamda reform yapmaya çalışanların ilk ve birinci amacı Deformdur.

İslâmı bozmak ve onun ötesinde kendilerine otuz yıl verildiğinde ne yapacakları konusunda;

-“1946 yılı içinde, TBMM kürsüsünde konuşan Başbakan Şükrü Saraçoğlu: “Din zehirdir.  Türkiye’den dini tamamen atabilmek için bize 30 sene daha lazım.

-M. Kamâl: İkra, Bismi, Rabbi Safsatasını esas tutmuş Araplar… [TTK’ya 16-17 Ağustos 1931 tarihli mektup]

-Refik Ahmet Sevengil: “Allah’ı da, Sultan’la birlikte tahtından indirdik.

-Yine Osman Nuri Çerman “Türkün Dini Kemalizmdir” diye bir kampanya başlatmıştı, “Dinde Reform” isimli bir de dergi çıkarıyordu. Çerman’a göre, sadece ezan Türkçeleştirmekle kalmamalı, namazın şekli, vakitleri yeniden düzenlemeli, camilerin de yapısı yeniden düzenlenerek halkevlerinin kontrolüne verilmeli idi. Bu projeye göre, Kur’an’dan Ahkam ayetleri çıkarılacak, yerine Nutuk’tan parçalar eklenecekti.

-M.Kemal’in en yakın arkadaşlarından Falih Rıfkı Atay: “Cehennemim var diye / Kurum etme ey Tanrım / Bağrımdaki ateşle / Seni bile yakarım”

-M. Kamâl: Masum ve cahil insanları, yüzlerce ALLAH’A taptırmak veya ALLAH’LARI muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir ALLAH kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir. (Türk Tarihinin Ana hatları kitabı veya 2000’e Doğru dergisi 22- 28 Şubat 1987 yayınlanmış el yazıları)

-M. Kamâl: ”Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum.[Andrew Mango – Atatürk]

-M. Kamâl: Dini ve Namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar!. Böyle Kimselerle ülkeyi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce insanların din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi bunu yapanlarla kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz! Kalkınma bu şekilde kolay ve çabuk olur!

Dinî ve ahlâkî inkılâp yapmadan önce bir şey yapmak mümkün değildir. Bunu da ancak bu prensibi kabul edebilecek genç unsurlarla yapabiliriz

Ve bunun daha yüzlerce örneklerini verebiliriz ve görebilirsiniz.[1]

Ancak Allah müsaade etmedi, başarılamadı.

Ancak üç nesil kaybetti ve kaybettirildi.

Reforma gelince;

Mesela bir Felsefeci oruç tutma konusunda şöyle bir teklifte bulundu.

Aya göre tutulamaz mı? Yani sıcak aylara gelen zamanlarda bunu serin ve kısa zamanlara göre ayarlanıp tutulsa daha güzel olmaz mı?

Bu ve buna benzer seviyeli olmayan ve gülünç olan teklifler elbette ilahiyatçıların da zihinlerinde bulunmaktadır.

Bu durum şunu göstermektedir ki; Kendilerini dine uyduramayanlar, dini kendilerine uydurmaya çalışmaktadırlar.

Oysa bizler temmuz ayını ocak ayına, şubat ayını ekim ayına taşıyabiliyor muyuz?

Her ayı kendi içerisinde değerlendiriyoruz.

Arabi aylar bellidir. Ramazan ayı da o aylardan bir aydır. Bu ayın zamanını başka aya taşıdığımızda o ay ramazan değil ya receb olur veya zil-hicce olur, vs.

O ramazan ayı olmaz.

Oruç da ramazan ayında tutulan bir aydır.

Kısa bir hayatta her konuda kendilerini dünyaya uyduranlar, ebedi ve sorumlu oldukları hususta ise dini ve dinin emirlerini kendilerine benzetmeye çalışmaktadırlar.

Ve bu değişim burada kalmayacak mesela sabah namazı kaldırılsa veya ne zaman uyanırsak o zaman kılınsa, yatsı namazı geç olduğunda erkene alında, vs.

Din ise dinlikten çıkarılacaktır.

Sulandırılacak, kendilerine benzetilecektir.

*****************    

Başlangıçta saf ve samimi olarak çıkan selefilik, zaman içerisinde, sosyal yapının değişimi veya savaş ortamlarının oluşu sebebiyle radikal selefiliğe kapı açmış oldu.

Özellikle 3. Asırdan itibaren yabancıların islama girmesi, islama giren gayrı Müslimlerin eski kalıntılarıyla beraber Müslüman olmaları üzerine bir bulanma oluştu.

Bu ise hem selefiliğin saflığını ve hem de islami ilimlerin doğuşunu hızlandırdı.

Zamanla sivrileşme, sertleşme radikal selefiliği devreye koydu.

Radikal selefilik ise dışlayıcı olup, kendisinden olmayanı dışladı, mürted olarak değerlendirip, çok rahat tekfir etti.

Fıkıhta Hanefilik, itikattaki maturidilik ise kapsayıcı, müsamahakâr, kucaklayıcı oldu.

Özellikle vehhabilikle başlayan ve İngiltere destekli radikal selefilik, diğer ifadeyle  vehhabilik kendisine bir devlet desteği de bulmuş oldu.

Böylece İslâmiyet bir yandan tefritle, diğer yandan da ifratla rayından çıkarılmaya çalışılmaktadır.

*Özellikle âyetteki;”Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürünüz.”[2] bu ayet terör estirip güvenliği bozan putperest araplara iken, genelleştirilmeye çalışılmakta, ehli kitap hukuku rafa kaldırılmaktadır.

Oysa âyetteki amaç saldırganlıklarını durdurmaktı.

-Bütün bunlarda maddi manevi olarak İran tarafından beslenmektedir.

Geçmişte başlangıcından beri bu toprakların mahsulü olmayan ve iran bağlantılı şia taraftarlığına varan bir görüşü temsil eden M. İslamoğlu;

“Yaşar Kaplan-ın 1978 de çıkardığı Aylık Dergi….. de, Cihan Aktaş, Ümit Aktaş, Mustafa İslamoğlu gibi bir sonraki kuşağın radikal yazarlarının ilk kalemlerini oynattıkları bu dergi, Ehli sünnet özel sayısıyla (1985) birlikte mezhepsizlik ithamının odağı olmuş, daha sonra da iran devriminin ivme kazandırdığı radikalizme ayarlı bir çizgiye oturmuştur.” [3]

-Mezheblerin tevhidi veya diğer tabirle Cemaleddin-i Efgani, Muhammed Abduh, Ali Şeriati gibi reformistlerde bu görüşü temsil etmektedirler.[4]

Bunlar toplumun genelinde bir kabul görmese de, toplumdan kabul görmeyenler bu görüşlerle kabul görmeye çalışmaktadırlar.

 

[1] https://www.facebook.com/notes/faysal-%C5%9Favl%C4%B1%C4%9F/chp-nin-din-d%C3%BC%C5%9Fman%C4%B1-s%C3%B6zleri/463345463753470/

[2] Tevbe.5.

[3] Çağdaş İslami Akımlar. M. Ali Büyükkara.264-265.

[4] http://www.tesbitler.com/2015/01/01/m-e-z-h-e-b-l-e-r/

 




İNSAN ALDANDI

İNSAN ALDANDI

Kur’ân-ı Kerim, HADÎD Suresi 14. ayet meali:
“Yunâdûnehum e lem nekun meakum, kâlû belâ ve lâkinnekum fe tentum enfusekum ve terebbastum vertebtum ve garret kumul emâniyyu hattâ câe emrullâhi ve garrekum billâhil garûr.”
“Münafıklar onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. (Müminler de) derler ki: Evet ama, siz kendi başınızı belaya soktunuz; fırsat beklediniz; şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan (şeytan) sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah’ın emri gelip çattı!”

İnsan aldandı.

Aldandığını anladı, aldırmadı.

Kötü arkadaşının ardına düştü. Onu aldandırdı.

İnsan aldandı, ebediyyen ağladı.

İnsan aldandı. Ağlanacak acı haline aldırmadı.

İnsan aldandı. Aldanan insan içindeki yılanı besledi, büyülttü.

İnsan aldandı. Aldanan bu insan içindeki şeytanla arkadaş oldu, ortaklık yaptı.

İnsan aldandı. Aldanarak nefsine râm oldu, onun kölesi oldu.

İnsan bir ömür boyu aldandı. Kendini aldattı. Yakınlarını ağlattı.

İnsan aldandı. Heva ve hevesine daldı.

İnsan aldandı. Aldanmış olarak bu dünyadan gitti.

İnsan aldandı. Aldanan ve aldatan insan bizden olmadı.

-Uydura geldikleri şeyler o insanı aldattı.

-Şeytanın vaadi o insanı aldattı.

-Dinlerini oyun ve eğlence edinen insan aldandı.

-Süslü sözler o insanı aldattı.

-Dünya hayatı o insanı aldattı.

-Düşüşü yükseliş zanneden insan aldandı.

-Din hakkında olumsuz sözler o insanı aldattı.

-Servet o insanı aldattı.

-Evlatlar o insanı aldattı.

-Münafık insan aldandı.

-Zalimler zulümleriyle aldandı.

-Küfür içerisinde olanlar aldandı ve aldattı.

-Allahın ayetlerini alaya alanlar aldandı.

Şüphe ve kuruntu içerisinde olan insan aldandı.

-Fani şeyler insanı aldattı.[1]

İnsan aldandı. O akıbetini düşünmedi ve de görmedi.

Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz damadını ve kızını evliliklerinin ilk altı ayında devamlı sabah namazına çıkarken kapılarının önünde durup: “Ey Muhammed’in ev halkı! Haydi Namaza!” diye çağırmış ve peşinden; “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden günah kirini gidermek, sizi tertemiz yapmak ister.” meâlindeki Ahzâb sûresi 33. âyetini okumuştur. (Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.) Bir defasında da sabah namazı dönüşünde damadının evine uğramış ve kızını uykuda bulunca, namazını kılmadı zannederek şöyle seslenmişti:

“Kızım Fâtıma! Muhammed Mustafa’nın kızıyım diye sakın namazı terk edeyim deme. Beni hak peygamber olarak gönderen Allah’a andolsun ki, beş vakit namazı vakti içinde kılmadıkça cennete giremezsin” buyurdu.[2] 

MEHMET ÖZÇELİK

6-1-2017

 

[1] http://meal.ihya.org/kurandan-ayetler/kuranda-gecen-gurur-aldanma-ile-ilgili-ayetler.html

http://www.kuranfihristi.net/kelime.php?id=7231

[2] Abdüllatif, Meclisü’l-Envari’l-Muhammediye, s. 26.




EN’AM.133-137




Geçmişten Günümüze Bediüzzaman

Geçmişten Günümüze Bediüzzaman

 -Bundan yüz sene önce Bediüzzaman; vatanın izzetini korumak üzere doğuda ruslar ve onların maşası olan Ermenilerle fiili mücadele etmekte;

Yıkılmalar dönemi, yıkılmayan kalmamış, bir yandan cephede rus ve ermeni ile savaşırken, diğer yandan alemi islama gelen darbeleri önce kendisinde hissetmekte;

-İlmin izzetini korumak üzere düşmanın kurşunlarına aldırmadan , Habib kâtibine – Yaz- diyerek mükemmel bir tefsir örneği olan İşarat-ül İ’caz-ı yazdırmakta;

-Rusyaya esir düştüğünde rus komutan Çarın yeğeni Nikola Nikolaviç-e karşı ayağa kalkmamakla İslâmın izzetini korumakta;

-İngiliz işgali altındaki istanbulda, İngiliz Muhibler Cemiyeti yani ingilizi sevenler derneği kurulmuş, boğazımıza bastıkları bir halde iken, milletin izzetini korumak üzere; -Tükürün zalimlerin o hayasız yüzüne, tükürün- diye haykırıp ölümü hakir görmekte;

-Lozanda Lorg Gürzon-un direktifiyle istiklalimiz tanınırken, istikbalimiz elimizden alınmış, -Din öldürülecektir- kararıyla lozanın iç yüzünü ortaya koyarak, – Din hayatın hayatı, hem nuru hem esası ,ihya-yı din ile olur şu milletin ihyası.-  hakikatını yüzlerine vurarak, Dinin ihyası için meydana atılmakta;

-Gladiston-un –Bu Kur’an Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakiki hakim olamayız. Ya bu Kur’an-ı ortadan kaldırmalıyız ya da  Müslümanları bundan soğutmalıyız- gizli planına karşı;

-Ben de Kur’an-ın sönmez ve söndürülmez bir hakikat olduğunu  tüm dünyaya işittireceğim- diyerek Kur’an-ı Kerim-in izzetini koruyarak ilan ve tebliğde bulunmakta;

-Hurşit Paşanın pencereden asılan 15 kadar insanı göstererek tehdit-vari; -Sende mi şeriat istemişsin?- sözüne karşı;

– Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa her gün biri kesilse, hakikat-ı Kur’aniyeye feda olan bu başı zendekaya ve küfr-ü mutlaka eğmem ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem.

Fakat ihtilalcilerin istediği gibi değil… ,diyerek İmanın izzetini koruyup, küfre meydan okuyan adam…

-Zorlu dönemlerin insanları da zorlu oluyor.

624 yıldır devam eden, 24 milyon m2- ye hakim Osmanlı yıkılmış, devletler yetim kalmıştı.

Bir yandan külleri savrulmuş, diğer yandan küllerinden yeni bir devlet oluşturulmaya çalışılmış.

En önemlisi ise; eskiyle yeniyi, geçmişle geleceği birleştirmek üzere köprü görevi görecek bir değere ihtiyaç vardı.

Yeni devlet ve lafzen ve görünürde eskinin  devamı, manen ise tamamen ondan kopuk idi.

İcraatları taban tabana zıt, adeta bin yıllık birikimin içi boşaltılmış,, kendi insanına zulmeden bir devlet doğmuştu.

Bediüzzaman milleti adına bu zulmü çekti.

Gelen nesle hitab ediyor, gelen neslin önünde durmayın, çekilin diyerek, milletin sahiplendiği bu kişiye, devlet düşman kesiliyordu.

Zulüm üzerine zulüm, hapisler, zehirlemeler, nefiyler onu yıldırmıyordu.

Bir asırlık iman mücadelesi neticesini veriyordu.

İman sarayının odalarını göstererek adeta aynel yakin derecesinde, görmek istemeyenlerin gözlerine hakikatları sokuyordu.

Küfrün beli kırılmıştı, bir daha doğrulmamak üzere.

Eserleri dünya dillerine çevriliyordu.

Şimdiye kadar hep Arapçadan Türkçeye çeviriler yapılırken, ilk defa Türkçeden tüm dillere çeviriler yapılıyor, dünyaya yayılıyordu.

Asrın adamı, asrının adamı, muasır şahsiyet, asırlara manen hükmeder hale geliyordu.

Ortaya koyduğu reçeteler insanlara deva, insanlığa şifa oluyordu.

Ekilen nur tohumları milyonlarca sünbül veriyordu.

Zulmetler dağılmış, asır nur asrı oluyordu.

Allah zulmetler içerisinden nuru ve nurunu çıkarıyordu.

 




AZINLIK MI ÇOĞUNLUK MU ?

AZINLIK MI ÇOĞUNLUK MU ?

Osmanlıda problem olmayan azınlıklar, bizde problem olmuştur.

Azınlıkların her türlü hakları korunmuştur.

İslâm hukukunda azınlıklar ile ilgili hükümler onların maddi- manevi haklarını korumaya yöneliktir.

Cumhuriyetle birlikte  umumi bir fırtınayla tüm haklar ihlal edilmiş ise de, zamanla çoğunluğun hakları  azınlığa feda edilmiştir.

Azınlığın haklarını koruma bahanesiyle konulan ve kesinlikle bu milletin içinden çıkmayıp, benimsenmeyen laiklik, Demokles-in kılıncı gibi bu milleti doğramıştır.

Bazen de azınlıklar çoğunluğa karşı  tahrik edilmiş, isyana teşvik edilmiştir.

Gizli dinsiz bir komite sürekli bunu gündemde tutmuş; alevi-sünni, Türk-Kürt, doğu-batı diye toplumları bölerek karşı karşıya getirmiştir.

Yıllarca doğu problemli gösterilmiş, problemli insanlar doğuya sürülmüş, bu bahane ile pkk kurdurulmuş, Leyla Zananın ifadesiyle 22 devlette bunun arkasında durarak uyuşturucunun üretim ve geçiş köprüsü haline getirilmiştir.

İçişleri Bakanlığı’nca Ağrı Belediye Başkan Vekili olarak görevlendirilen Ağrı Valisi Musa Işın, HDP Ağrı Milletvekili Leyla Zana’nın seçimlerden sonra kendisini ziyaret ettiğini ve terör örgütü PKK‘yı 20 devletin kullandığını söylediğini belirtti.

“PKK BU BÖLGENİN İNSANI DEĞİLDİR”[1]

Azınlık olan pkk ya, çoğunluk olan Türkiye devredilmeye çalışılmıştır.

Azınlık bağlarıyla tüm Türkiye bağlanmıştır. Hareketleri sınırlandırılmıştır.

Bu bahaneyle sürekli başına vurulmuştur.

Darbelerin bahanesi azınlıklar olmuştur.

Mahalle baskısıyla çoğunluğa tahakküm edilmiştir.

Azınlık çoğunluğa değil, çoğunluk azınlığa benzetilmeye, onlar gibi yaşayıp inanmaya zorlanmıştır.

Çoğunluk baskılarla azınlık durumuna getirilirken, azınlık çoğunluk olarak gösterilmiştir.

Azınlık olan İttihat ve Terakki cemiyeti bir yandan osmanlıyı yıkarken, diğer yandan da çoğunluğu yönetmeye talip olmuş hatta bir asırdır da o zihniyet Türkiyeyi yöneltmektedir.

Nitekim Âl-i Osman olsun da neden Âl-i Mithat olmasın ki?

Osmanlının devleti olsun da neden Enverland olmasın?

Hüseyin Avni Paşa gibiler azınlıkların elinde kukla olmuş, çoğunluğu devred ışı bırakmaya çalışmıştır.

Makam ve para uğruna.

Ve hepsinin başında İttihat ve Terakki cemiyeti, şer odakları bulunmaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK

18-03-2017

 

[1] http://www.ahaber.com.tr/gundem/2017/03/09/leyla-zana-bana-pkkyi-20-devlet-kullaniyor-dedi-1489071117

 




EN’AM.129-132




BATI HALA BARBAR

BATI HALA BARBAR

Batı geçmişten bu güne kadar kirli, lekeli ve sicili de bozuk.

Barbarlıkta zirve yapmıştır.

İnsana zulüm adına ne varsa yapmıştır.

İnsanı yaşatma üzerine değil, öldürme üzerine kurulmuştur.

Tamamen menfaat üzerine kurulmuş bir devlettir, batı medeniyeti.

Ne kadar medeniyse?

Mim-siz medeniyet yani deniyet ve aşağılık üzerine kurulmuş bir sistem işlemektedir.

İnsanları hipodrumlarda vahşi hayvanların önüne atıp, ölümlerini ve parçalanmalarını zevkle seyrederlerken, aynısını bu günde yapmaktadırlar.

İnsanları eğlendirmek için vahşi hayvanlara tavuk, koyun gibi hayvanları parçalattırarak buradan para kazanmakta ve eğlenmektedirler.

-Dün terörü estiren batı, bu gün teröristi desteklemekte ve beslemektedir.

İhale yoluyla terörü yaygınlaştırmaktadır.

-Zaten hak bir din üzerine olmayan ve de dinle de ilgisi olmayan batı, problemlerin kaynağıdır.

Bunu da din adına yapmakta, Hristiyan terörü estirmektedirler.

Avrupa’da 356 cami ve mescidin kundaklandığını ve yakıldığını söyleyen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Türkiye olarak hiçbir zaman Hristiyan terörü diye bir terim kullanmadıklarını belirtti.[1]

-Avrupa her alanda denge bozukluğu yaşamaktadır.

Bunu yaşadığı gibi, dünyaya da yaşatmaktadır.

-Geçenlerde çok acı bir rapor yayınlandı. Avrupa Teftiş Mahkemesi, geçtiğimiz yıl tüm dünyada, 800 milyonu aşkın insanı doyurabilecek miktarda yiyeceğin israf edildiğini açıkladı

-Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) verilerine göre dünya genelinde sigara içenlerin sayısını 1 milyar 100 milyon. Yılda 6 milyon insan tütün tüketimi sebebiyle hayatını kaybetmekte. Sigaranın tüketicileri 2 noktadan vurduğunu belirten Kardiyoloji uzmanı Dr. Murat Şener, “Türkiye’de sigara içenlerin yarısı, sigaraya bağlı nedenlerle oluşan kalp damar hastalıları ve kanser sebebiyle ölüyor” dedi.[2]

-KOLESTEROL YALANI.
Dünyaca ünlü kolesterol uzmanı Philippe Even, “Kötü kolesterolün” İlaç Endüstrisinin ürettiği bir yalan olduğunu iddia etti.
İlaç şirketlerinin son 15 Yılda “kolesterol yalanı” ile Masum İnsanlardan 300 Milyar Dolar kazandığı belirtildi. Yani İnsanlardan böyle büyük paralar çalmışlar.[3]

Rahmetlik dedem; eskiden eşkıya dağdaydı, şimdi ise şehre indi, derdi.

Şu anda Avrupa-da yapılanlar medeni bir eşkıyalık faaliyetidir.

Bir asırdır önü tıkanan Türkiye şaha kalktı.

Bağlarını kopardı.

İçte kenetlendi.

İslâm dünyasının güvenini kazandı.

İnsanlığı kurtarma yolunda..

Avrupa-ya insanlık ve medeniyet dersi vermede…

***********************    

Batı ric’atte.

Her bir perdenin arkasından başka bir perde açılıyor.

Gezi olayları, 15 Temmuz, Dolar saldırısı, Almanya ve Hollanda hırlaması ve bununla kalmayıp devamı gelecektir.

Bu bir kuyruk acısıdır.

Erdoğan-ı devirememenin perde arkasındaki olaylar.

Avrupa-nın son en büyük Fetö oyunu bozulunca çözülmeler de başladı.

Devam edecek bitene kadar.

Kurduğu iktidar gücüyle Türkiye-yi karıştıramayan Fetö, Avrupa-dan karıştırmaya, Avrupa-yı aleyhimize karıştırmaya çalışıyor.

Fetö elli yıldır münafıkane nifak perdesi altında sürdürdüğü kaosu, şimdi açıktan sürdürmektedir.

Türkiye-deki kaos, Avrupa-ya ve oradaki Müslümanlara uygulanmak üzere ihraç ediliyor.

“Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler.”[4]

Firavun bile ıslah edici olduğunu söylüyor.

“Firavun dedi ki: “Bırakın beni, Mûsâ’yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabbini yardıma çağırsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.”[5]

-Gizli oyun oynayan batı artık açıktan oynamakta ve bunu gizlememektedir.

Şimdiye kadar gizli olan düşman artık açıktadır.

İçimizdeki hala kişilik çöküntüsü içerisinde olanlar, Türkiye-nin sert çıkışını nazara vererek, düşmanla adeta ortaklık kurmaktadır.

Hala Avrupa-nın çanaklarını yalamaktadır.

Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri;” Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”[6]

Maalesef şu sefilliğe bakınız ki; Erdoğan-a vurarak, Almanya ve Hollanda manen desteklenmektedir.

Biz büyüdükçe kavga büyüyecek, kavga büyüdükçe biz büyüyeceğiz.

“Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır.”[7]

MEHMET ÖZÇELİK

14-03-2017

 

[1] http://www.habervaktim.com/haber/499179/bozdagdan-cuk-oturan-cevap.html 

 

[2] http://www.iha.com.tr/haber-dunyada-1-milyar-100-milyon-kisi-sigara-iciyor-618762/

[3]https://www.facebook.com/photo.php?fbid=1274877939223225&set=a.260896443954718.70879.100001030941148&type=3&theater

[4] Bakara.11.

[5] Mümin.26.

[6] Sünuhat. Rüyada Bir Hitabe.

[7] Bediüzzaman.17.Lem’a.5.nota.




DÜNYA ÖLÜM DÖŞEĞİNDE

DÜNYA ÖLÜM DÖŞEĞİNDE

Bediüzzaman Hazretleri kıyametin ne zaman kopacağı ile ilgili olarak Hicri 1545 yılını verir yani Miladi 2129 tarihidir.

2090 yılına kadar da bu durumun galibane hüküm süreceğini ifade eder.

Bu tarihten kıyamet kopmasına kadar ise gizli ve mağlubiyet içerisinde devam edeceğini söyler.[1]

Hadiste: ”Bu ümmetin ömrü bin (1000) seneyi geçecek fakat bin beş yüz (1500) seneyi aşmayacaktır.”[2]

“Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.”[3]

Yaşlı amca doktora gider.

Vücudunun her yerinin ağrıdığını ve teker teker neresinin ağrıdığını söylese doktor cevaben;

-Amca yaşlılıktan, cevabını alır.

Bu duruma sinirlene yaşlı amca doktora ağzını açar, gözünü yumar.

Buna da cevaben Doktor;

Amca, bu da yaşlılıktan, der.

-Dünya tam manasıyla yaşlı bir dünya…

Dünya hastalıktan dolayı ölüm döşeğinde.

Manen kriz geçirmekte, sitresi yaşamaktadır.

Fiziki olarak da ekolojik denge bozukluğunu sürdürmektedir.

Bundan 1400 sene önce Kur’an-ı Kerim; “ Kıyamet yaklaştı.[4] der.

1400 sene önce kıyamet yakın olursa, bu gün için ne derece yakın olduğu elbette daha iyi anlaşılır.

Efendimizin bir sıfatı da; Âhirzaman peygamberi olmasıdır.

-Kıyametin on büyük alameti ve yüzlerce küçük alametleri hadislerde sıralanmaktadır.

Bunlara baktığımızda değil küçük alametlerin, büyüklerin dahi önemli bir kısmının kendisini gösterdiğini görmekteyiz.

Âhirzamanın son âhirinde Müslümanlar mağlubiyete düçar olacakları bir sırada Allah müminlerin ruhunu önceden kabzedecek ve kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.

Dünyanın hastalıkları depreşiyor, ölüm hırıltıları gelmeye devam ediyor.

MEHMET ÖZÇELİK

12-03-2017

 

 

[1] Bak.Kastamonu Lahikası.47.

[2] bk. Suyuti, El-Keşfu Fi Mücazevet; Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayınları, s. 299.

[3] bk.Suyuti, el-Keşfu an Mücavezeti Hazihil Ümmeti el-Elfu, el-havi lil Fetavi,2 / 248; Tefsiri Ruhul Beyan, Bursevi,(Arapça) 4 / 262; Ahmed bin Hanbel, İlel, s. 89.

http://www.sorularlarisale.com/makale/20665/hadiste_ummetimin_omru_1500_seneyi_pek_gecmez_deniyor_bediuzzaman_hazretleri_risalelerinde_verdigi_kiyametle_ilgili_1506_ve_1542_seneleri_ile_neyi_anlatmaya_calisiyor_bu_hadis_ile_tam_tevafuk_ediyor_mu.html

https://sorularlaislamiyet.com/benim-ummetimin-omru-1500-seneyi-pek-gecmeyecek-ifadesi-hadis-midir-bu-hadis-sahih-ise-kiyamet

[4] Kamer.1.




BU MİLLİ EĞİTİM BİZİM Mİ ?

BU MİLLİ EĞİTİM BİZİM Mİ ?

İlk verilecek cevap; Eğer bize aid olsaydı, bizim bizi ve bize aid değerleri anlatırdı!!!

Geçmişine küfretmez, sadece geçmişinden kopuk olarak Atatürk ve onun dönemine yönelik bir eğitim olmazdı!!!

Kırk yamalı bohça olan eğitim, hala bizim eşyalarımızı taşımamaktadır.

Başkalarının değirmenine su taşımaktadır.

İşte en belirgin belgesi;

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, eğitim sistemindeki bozulmayı, ”1945’e kadar İngiltere’nin sömürgesiydik. 1945’ten sonra ABD’nin sömürgesi olduk. Milli Şef İsmet İnönü 1947 tarihinde yaptığı resmi (Fulbright) anlaşması ile Türk Milli Eğitim sistemini ABD’lilere teslim etti”

Araştırmacı-Yazar Yılmaz Dikbaş ‘Atatürkçüler Yenildi’ isimli kitabında bu anlaşmayı “ABD ile imzalanan ikili anlaşma gereği, sekiz kişiden oluşan bir Eğitim Komisyonu kuruldu. Bu komisyonun adı Fulbright Eğitim Komisyonu idi… Bu Komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani programlarını belirlemekti. Türk ulusunun geleceği olan gençlerin eğitimi, yarısı Amerikalılardan oluşan bir komisyona bırakılıyordu” şeklinde özetliyor.[1]

-Müfredatın değişmesi için sunulan teklifte Milli Eğitim Bakanlığına Müfredat için 10 günde 112 bin müracaat ve teklif olmuş. Bu alanın boşluğunu, bu müfredatın bize aid olmadığını ve bir asırlık ihtiyacı gösteriyor.

Bir eğitimci olarak bizzat ben, bir Din Dersi öğretmeni olarak bir Milli Eğitim müdürü tarafından baş örtüsünü anlattığım için sorgulandım, oradan bir şey tutturamayınca da, sen sevdiriyormuşsun diyerek baş örtüsünü sevdirmeyi suç olarak dile getirmektedir.

Bu kişi Bakandan sonraki adamı olan milli eğitim müdürüdür.

Ve daha da garibi göreve başlayacağım 24 Ocak 1986 da parmağımda gümüş yüzük olduğundan dolayı beni 2,5 saat göreve bir türlü başlatmayan o milli eğitim müdürünün müdürüdür.

Öğretmenler toplantısında sanki toplantıyı İngiltere, fransa, yunan askeri düşmanı işgal etmiş gibi, okulda bir öğrencinin baş örtüsü takmasından dolayı eğitimin en önemli meselesiymiş gibi saatlerce bunun üzerine konuşuldu.

Bu gibi kirli ve lekeli uygulamalarının fazlasını sizde bilmektesiniz.

Bu milli eğitim benim milli eğitimim olabilir mi?

İşte dünya ve ahiret zilletine sebeb olacak uygulamalardan küçük bir hatırlatma;

-Bu milletin değerlerine hakaret edenler, baş örtüsüne saldıranlar, namazı engelleyenler, dini insanların dünyasından tecrid etmeye çalışanlar; acaba şu anda nasıl yaşıyorlar?

Daha doğrusu yaşıyorlar mı? Yaşayabiliyorlar mı?

Çarşıya ve akrabalarının arasına çıkabiliyorlar mı?

Yüzleri kızarmıyor mu?

Ölünce kendilerini yaratan ve bunları emreden yaratıcının huzuruna hangi yüzle varacaklardır?

Yoksa utanmayı yitirmişler mi?

Vicdanları buna nasıl dayanabilmektedir?

Nasıl bir kalptir ki bunu nasıl kabul etmektedir?

Bu insanlar dinin sahibine, O’nun emirlerine muhalefet edenler kendilerini yaratan bu yaratıcıdan başkasına gidemeyeceklerine göre, O’na nasıl varacaklar?

Diyecekleri şeyleri hazır mı?

Hangi yüzle???

Düne kadar bu dine her türlü engellemelerle mani olanlar, bu gün ise dinin içinden bu dini bulandırmaya, sulandırmaya, vurmaya çalışmaktadırlar…

Milli eğitimi bizi temsil etmeyen bir eğitim sitemi olarak görmek istemiyoruz.

İşte bir kıssa;

Cahiliye döneminde yaşamış Muaydî isminde bir şair varmış. Yazdığı şiirlerle meşhur, ancak çok çirkin bir insanmış.
Bazıları onu merak edip görmeye gelir ama çirkinliği karşısında şok olup, keşke görmeyeydim dermiş.

Bu hadise zamanla İslam kültürüne de geçmiş:
“Muaydi‘yi duyman, onu görmenden evladır. Zira gördüğünde, duyduklarının tılsımı bozulur.” manasında bir deyim olmuş.

TESMEU BİL MUAYDİ HAYRUN MİN EN TERAHU.

Dışı kalaylı içi vayvaylı bir eğitim sistemi.

MEHMET ÖZÇELİK

08-03-2017

 

 

[1] http://www.milligazete.com.tr/eti_bizim_kemigi_amerika%E2%80%99nin/456030

 




DAVA MI YOKSA KAVGA MI ?

DAVA MI YOKSA KAVGA MI ?

Dava; bir müddeanın ideal sahibi kişiler tarafından kabul edilip savunulmasıdır.

Dava bir iddiadır.

Tıpkı Rasulullahın davası gibi ki, bu dava kâinatın fevkinde bir dava ve isbat edilmiş bir iddiadır.

Davası olmayanlar kavgaya sarılırlar.

Dava adamı o kimsedir ki; davasını kendisine feda etmez belki gerekirse kendisini davasına feda eder.

Dava harcanmaz.

Hele hele yarım asırdır iddia edilen bir dava, dünyanın değil küçük bir meselesi için belki en büyük bir meselesi için dahi olsa feda edilemez.

Eğer gerçekten dava ebedi bir dava ise…

Oysa ortada rahatça yarım asırlık davalarını kendileri ve menfaatları için feda edenleri görmekteyiz.

Test olundular kaybettiler ve bir çoklarına da kaybettirdiler.

Yüksek insanlar, davası yüce olan insanlardır.

Ancak bir dava uğruna yola çıkan Fetö mensublarına baktığımızda eğer az bir dava aşkı ve samimiyet olsa idi kaçmaz veya kaçmaya teşebbüs etmezlerdi.

İnandıkları dava uğruna şerefle yatarlar hatta ipe koşarak giderlerdi.

Demek ki; işin içerisinde ya maddi menfaat veya makam sevdası söz konusu imiş.

Elbette kıyaslanamaz hatta kıyası, kıyas-ı maal-farıktır.

Ancak bağlılarına bir mesaj vermek için derim ki; Bediüzzaman Hazretleri 28 yıl boyunca hapisten hapse atılmış, 19 defa zehirlenmiş, kendisini yurt dışına kaçırmak isteyenleri reddetmiş ve hatta Mekke de de olsam, buraya gelmek iktiza ederdi, diyerek burada imani hizmetini sürdürmüştür.

********************    

Türkiye Suriye yapılmaya çalışıldığına göre, o zaman bir de buna başbakan olacak Esad da hazırlanmıştır mutlaka…

Yani bir asırdır Türkiye-de yapılmaya çalışılan tıpkı Suriye-de yüzde 8- lik Esed ve yanlılarının yüzde 92- ye yöneticilik yapması gibi, azınlıkların çoğunluğu despot ve baskıcı yöneticiler getirmekle yapıldı.

15 Temmuz 2016 da da; valiler, bakanlar, belediye başkanları, vs. yöneticiler hazır olduğu gibi, başbakan da hazırdı.

Yani Türkiye-nin Esadı…

Bu asla şüphe götürmez bir hakikattır.

Bir faraziye ve senaryo değildir.

Bir çok kimsede çok rahatlıkla bu kişinin kim olacağını az bir kıyasla bilebilir.

Vaadlerle bir çok insan bu güne hazırlandırıldı.

15 Temmuzda sonucun başarıya gitmesini bir çok kimse perde arkasında beklemede kalarak seyretti.

İşin seyri tersine dönünce meydana çıktılar.

Hatta kendilerini suçlular tarafından ellerini ve gözlerini bağlatmayı bile denediler.

İhlaslı ve samimi olmayan hiçbir dava, hedefine ulaşamaz.

MEHMET ÖZÇELİK

07-03-2017




BAŞARISIZLIKLAR ÜZERİNE KURULAN EĞİTİM SİSTEMİ

BAŞARISIZLIKLAR ÜZERİNE KURULAN EĞİTİM SİSTEMİ

Nasıl mı?

Başarılı öğrencilerin başarısını arttırmaktan ziyade, başarısızları koruma üzerine kurulu bir eğitim sistemi.

Ancak bu başarısızlar başarılıların içinde muhafaza edilmektedir.

Başarılılar başarısızları etkileyemedikleri gibi, başarılılar hatta sınıf başarısız olanlara kurban edilmektedir.

Öğrencilerin bir şeylerini kaybetmemelerini düşünmekten, kazanmalarını düşünmeye geçemedik.

Dışarıda kalıp da kaybetmesinler diye, içteki başarılı ve isteklilerin başarısızlığına kapı açılmış oldu.

Yeter ki kaybetmesinler denilip, kazanmasalar da…, üzerine odaklanıldı.

Değerlerini kaybetmemesi çabası, kazanmaları çabasına ulaşamadı.

Öyle hale gelindi ki, kaybedilecekleri kazanmaya yönelik çalışmadan dolayı, kazanacaklar unutulur hale geldi.

Kütük kurtarma! Üzerine mi çalışılıyor?

Bizde olaya olumlu bir açıdan bakacak olursak, bizim durumumuz da biraz ve bir cihetle buna benzemektedir.

Tıpkı insanlara cenneti kazandırmak değil de, cehenneme gitmelerini engelleme üzerine gösterilen çaba gibi…

Tıpkı selin önünden kütük kurtarma çabası gibi.

Ne kadar çok kurtarılırsa oda cabası…

-Elbette mesele kazanmaktan ziyade, kaybetmemektir.

Ancak başarıyı arttırmak esas ve hedef olması lazım gelirken, başarısızlığı engelleme üzerine bir eğitim sürdürülmektedir.

Bu arada başarılılar da kaybetmiyor değil…

Teşviklerle başarı sağlanamayınca, tehditlerle veya tavizlerle başarısızlığın önü alınmaya çalışılmaktadır.

Eğitim arabasında en çok kullanılan fren bölümüdür.

Gaza pek sıra gelmiyor.

Arada bir gaza basılmalar da boşluğu doldurmuyor, mesafeyi kısaltmıyor.

Bir asırlık boşluk…

Bunlar bir umutsuzluk sebebi olması için değildir.

Vakıaların dile getirilmesi için söylenmektedir.

Günün Sözü: Evvelden üç ayda öğretmen olunurdu, şimdi ise üç ayda idareci ve yönetici olunuyor.

-Eğitim doğuştan var olan duyguları geliştiriyor.

Kötü eğitim o duyguları öldürüyor.

Bir asırdır Türkiye-de bu amaçla oynanan asıl oyun şudur;

-Bilimle din bilim adamı görünümlü materyalist kimseler tarafından ayrıştırılmaya çalışılmaktadır.

Bilimi dinden soyutlama çabası sürmektedir.

Mesela eğer insan bilim adamı görünümlüler tarafından  evrim neticesinde olmuş olsaydı, Allah meleklere neden;

Yer yüzünde bir halife yaratacağını söylemiş olsun?

Eğer zaten önceden yaratılmış bir varlık olup, ondan devam edecekse, neden yeniden bir türün yaratılmasına başlanılmış olsun?

Varlıklar oluşmuş, yaşam devam ediyor ve en son varlık olarak insan yaratılıyor.

İlk insan Âdemin  insani özelliği, Allaha muhatap oluşu ve Havva ile cennette hayatlarını sürdürürken, beraber olarak dünyaya indirildiler.

MEHMET ÖZÇELİK

25-02-2017