İÇTEN KUŞATILAN İLÂHİYAT
İÇTEN KUŞATILAN İLÂHİYAT
Dıştan engellenmeye çalışılan ilahiyat sahası, aşılan engeller sonucu açılışı sağlanmıştır.
Ancak ondan daha tehlikelisi ise içten kuşatılmaya, sulandırılıp bozulmaya çalışılmasıdır.
-Farklı anlatımı deneyen ilahiyatçıların en büyük hatası, tashihe ve ıslaha yönelik bir davranış içerisinde olmayıp, inkâr ve ifsada yönelik davranmalarından dolayıdır.
-Ne gariptir ki, Kur’an bizim diyenler onlarca eser yazıyorlar.
Peygamberi konuşturmayanlar ve de bu kadar konuşmamış diyenler maalesef kendileri 24 saat konuşmaktadırlar.
Kendilerinin kısır ve sınırlı konuşmalarından onlarca eser ortaya koyanlar, vahye dayalı peygamberi susturmaktadırlar.
*Buharî’ de görmek, aynı Sahabeden işitmek gibidir.”
*İster islami alanda , isterse islam dışı inkar alanında en büyük problem; anlamama veya anlayamamadan dolayı inkâra gidilmesidir.
Oysa bunun en güzel çözüm yolu ise, anlama yolunun takib edilmesi, anlamaya çalışılmasıdır.
*Tesettürde bozulma, defileler, modalar, ayak ayak üstüne atan okul müdiresi, vs, keyfiyet yerine kemiyet. Dar elbiseler.
İmam hatiplerdeki kalite yetersizliği ve örtünme problemleri.
Okulda örtülü, onun dışında açılma, az da olsa var.
İşte bu ve fazlası hep içten bozmaya yönelik işlerdir.
*İlahiyatçılar insanların ruh dünyasına girmeli. Vicdan denilen duyguyu harekete getirmeli. Yüz kapısı olan insanın ölene kadar mutlaka mevcut açık olan bir kapısını bulup, oradan girilmelidir.
İşte yaşanmış hayattan güzel bir örneği;
-15 Temmuz darbe yürüyüşünde ateist olan arkadaşının Allahu ekber deyişi onu şaşırttı.
Özür dileyen Volkan Ertit, “Son 2 senedir sizleri trollediğim için kusura bakmayın, ben de bu halk tarafından trollendim” diye yazdı.
İşte Ertit’in özür yazısı:
“ATEİST ARKADAŞIM ALLAH’U EKBER DİYE BAĞIRDI”
*Asrımızın en büyük diğer bir hastalığı da; kaderi inkârdır.
”Her ümmetin mecusisi vardır. Benim ümmetimin mecusileri ise ‘Kader yoktur.’ diyenlerdir. Onlardan biri ölürse, cenazesine katılmayın, hasta olursa ziyaretine gitmeyin. Onlar deccal taifesidir. Allah’ın onları deccale ilhak ettirmesi (ona katılmış bir grup olarak değerlendirmesi) hakkıdır.”
*İslamın bazı meselelerini anlayamayanlar, onu anlamaya çalışırlarsa o zaman inkara gitmeyecek, belki hayretleri artacaktır.
Tıpkı; -Levlake levlake lema halaktül eflak-, Yani –Ey Habibim sen olmasaysın, sen olmasaydın varlıkları yaratmazdım.”
*Bir Müslüman için Hz. İsa ve İncile, Hz.Musa ve Tevrata iman etmek nasılki imanın şartlarından ve olmazsa olmaz şartlardan ise, aynı derecede Hristiyan ve Yahudiler için de Peygamberimize ve Kur’an-a iman etmekte olmazsa olmaz ve de imanın ana şartlarındandır.
”Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar- Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de mü’minlere.”
Tefsirinde;- Cumhur, yani bütün tefsir âlimleri, bu âyetin Ebu Talib hakkında nazil olduğunu nakletmişlerdir ki, bunun dayanağı da Said b. Müseyyeb, Zührî, Amr b. Dinar ve Ma’mer’den gelen bir rivayettir. Demişler ki; Ebu Talib’in hal-i hayatında Hz. Peygamber “Ey amcacığım de.” Bu bir kelimedir ki, Allah’ın huzurunda bunun ben senin lehinde delil olarak kullanayım.” dedi. Orada Ebu Cehl ile Abdullah ibni Ebi Ümeyye de vardı. Bunlar “Ey Ebu Talib, Abdülmuttalib’in milletinden vaz mı geçeceksin?” dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de “Yasaklanmadığım sürece ben de senin için istiğfar edeceğim.” dedi. Sonra da işte bu “Peygamber ve müminler için müşriklere istiğfar etmek diye birşey yoktur.” âyeti ile “Muhakkak ki, sen kendi istediğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah dilediğini hidayete erdirir.” (Kasas, 28/56) âyeti nazil oldu.
Bu rivayetlere göre, bu âyetler ya Mekke’de nazil olmuş, ya da bu âyetlerin nüzulüne kadar senelerce Hz. Peygamber istiğfara devam etmiş demek olur ki, bunun ikisi de dış görünüşüyle akla uzak ihtimaller olarak görülmektedir. Bazı rivayetlerde de, bu âyetin Mekke fethinden sonra Hz. Peygamber’in, annesi Âmine’nin kabrini ziyaret edip ona istiğfar etmek istemesi dolayısıyla nazil olduğu kaydedilmiştir. Bazıları da bunun yukarıda söz konusu edilen “Onlara yetmiş kere istiğfar etsen de Allah onları affetmeyecektir” âyetiyle ilgili olarak nazil olduğunu söylemiştir. Abdullah b. Abbas’dan gelen bir rivayete göre; bir kısım müminler “Hz. İbrahim’in babasına istiğfar ettiği gibi biz de ölmüşlerimize istiğfar edelim.” demişlerdi, bu sebeple nazil oldu diye söylenmiştir. Bazı âlimler burada istiğfardan maksat namazdır, demişler. Gerçi cenaze namazı da ölü hakkında bir istiğfardır, fakat mağfiret istemek demek olan istiğfar, namazdan daha geniş ve daha genel anlamlıdır. Zahir olan da budur. “Onların cehennemlik oldukları kendilerine açıklandıktan sonra (artık istiğfar etmek yoktur.)”
*Şeyhulislam Molla Hüsrev Dürer kitabında;” Bir kimsenin kalbi iman ile dolu olduğu halde, küfre sebeb olan bir şeyi zaruret olmadan yapar veya söylerse, kafir olur. Kalbindeki imanın ona hiçbir faydası olmaz.”
-“ Bu ümmetten* bir Yahûdî veyâ Hıristiyan, beni işittiği halde bana îmân etmeden ölürse, o ancak Cehennem ashâbından olur.”
*Hadîsde geçen ümmetten murâd, ümmet-i da’vettir. Ümmet-i da’vet ise, Resûl-i Ekrem (asm)’ın gelmesinden, tâ kıyâmete kadar olan zaman içindeki bütün insanlardır.
*Üstadımızın: “Elbette şimdi fetret gibi karanlıkta kalan Hazret-i İsa’ya mensub Hristiyanların mazlumlarının çektikleri felâket, onlar hakkında bir nevi şehâdettir denilebilir.”
İmam-ı Gazali’nin “Faysalü’t-Tefrika” adlı kitabından o kısmı okutmuştum.
“Efendim, keşke gazetedeki o yazıları bizimle görüştükten sonra yazsaydınız. Üstad Hazretleri itikaden Eşarî mezhebindendir. Biz ise Maturudî mezhebindeniz. Eşari mezhebi ile Maturudi mezhebi arasında bu konuda görüş ayrılığı var. Eşariler;
“Biz Peygamber göndermediğimiz kavme azab etmeyiz.” ayetine dayanarak, kendilerine peygamber gelmemiş, davet ulaşmamış insanları necat ehli kabul ederler.” dedim ve kendisine Mektubat’tan şu kısmı okuduk;
“Fakat zaman-ı fetrette “Biz Peygamber göndermediğimiz kavme azab etmeyiz.” (Âl-i İmrân, 3/64.) sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil’ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş’arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla’ ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz.”
İmam-ı Gazali’nin “Faysalü’t-Tefrika” adlı kitabının 96. sayfasını kendisine gönderdim. Faydalı olacağı ümidiyle o bölümü aynen buraya derc ediyorum.
“İnancıma göre, İnşaallah Allah-ü Teâlâ, zamanımızdaki Rum, Hıristiyan ve Türklerin pek çoğunu da Rahmet-i İlâhiye şümûlüne alacaktır. Bunlardan maksadım, uzak memleketlerde yaşayan ve kendilerine İslâm’ın dâveti ulaşmayan Rum ve Türklerdir. Bunlar üç kısımdır:
Hazret-i Muhammed’in (asm. ) ismini hiç duymamış olanlar.
Hazret-i Peygamber’in ismini, sıfatlarını ve gösterdiği mu’cizelerini duymuş olanlar. Bunlar İslâm memleketlerine komşu olan yerlerde veya Müslümanlar arasında yaşayan kimselerdir. Bunlar kâfir ve mülhidlerdir.
Bu iki derece arasında bulunan gruptur. Hazret-i Peygamber’in ismini duymuşlarsa da vasıf ve hususiyetlerini duymamışlardır. Daha doğrusu bunlar Hazret-i Peygamber’i tâ küçüklüklerinden beri “İsmi Muhammed olan, peygamberlik iddiasında bulunan birisi” olarak tanımışlardır. Tıpkı bizim çocuklarımızın “El-Mukaffa adında birisinin Allah’ın kendisini peygamber olarak gönderdiğini iddia ettiğini” duymaları gibi. Kanaatime göre bunların durumu birinci grupta olanların durumu gibidir. Çünkü bunlar Hazret-i Peygamber’in ismini, haiz bulunduğu vasıfların zıdlarıyla birlikte duymuşlardır. Bu ise hakikati araştırmak için insanı düşünmeye ve araştırmaya sevk etmez. Bunlar da birinci grup gibi ehl-i necattırlar.”
*İslamın tarlası başkaları tarafından çoktan sürülmüş, hala da sürülmekte, yaban otları ekilmektedir.
-İlahiyatçılara Moon çengeli..
Prof. Yaşar Nuri Öztürkün de aralarında olduğu pek çok ilahiyatçının Moon tarikatının yurtdışındaki toplantılarına katıldığı ortaya çıktı…
Ankara Sheraton Hotelde bilimsel toplantı bahanesiyle Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zekeriya Beyazı tuzağa düşüren Moon tarikatı, ilahiyatçılara çok daha önceden çengel atmış. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Mehmet Erkal, İ.Ü. İlahiyat Fakül-tesi Dekanı Prof. Yaşar Nuri Öztürk, 19 Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Osman Zümrüt ile Marmara İlahiyat Fakültesin-den Prof. Salih Tuğun tarikatın yurtdışındaki toplantılarına katıldığı belirlendi. Prof. Saim Yeprem, Prof. Hulusi Yavuz, Prof. Ömer Faruk Harman, Prof. Erdoğan Alkin, Prof. Kerem Doksat, Prof. Sebahattin Zaim ve Prof. Ergün Arıksal da toplantılara katılan isimler arasında. Prof. Dr. Salih Tuğ: Bunlar bilimsel toplantılardır. Kilise finanse ediyordu. Kilisenin arkasında da Moon denilen şahıs var. San Francisco ve Seuldeki toplantılara katıldım. Önceki toplantılara katılan Yaşar Nuri Öztürk, San Franciscodaki toplantıya da katıldı. Prof. Dr. Saim Yeprem: Romadaki toplantıya İstanbul ve Marmara üniversitelerinden grup olarak gittik. Toplantı Moonla ilgiliydi, ama akademikti. Yaşar Nuri Öztürk de defalarca bu toplantılara katıldı. Prof. Dr. Mehmet Erkal: Romada bir toplantıya katıldım. Kandırıldım. Prof. Dr. Hulusi Yavuz: Atinada bir toplantıya katıldım.
-Neden bir kısmı memnuniyetini dile getirirken, M. Erkal ise; neden, – Romada bir toplantıya katıldım. Kandırıldım.- demiştir?
-F. Gülen-in de Moon tarikatıyla ilgisinin olması düşündürse gerek!!!
MEHMET ÖZÇELİK
15-08-2016