KİRLİ ELLER
KİRLİ ELLER
Yeni büyük Ortadoğu projesinde üç hedef vardır;
Bir Türkiye merkezli terör,
Orta doğu devlet başkanlarının ve rejimlerin değişimi,
Türk cumhuriyetlerinin rusya eksenli savaş ortamına çekimi.
Türkiye-deki solcuları alevilerle birleştirerek bunu orta doğuya yaymak, diğer yandan milliyetçilerle Türk cumhuriyetleri üzerinde operasyonda bulunmak.
*İttihat ve Terakki’nin kurucularından olan Mithat Paşaya bir gazeteci meslektaşımız sormuş;
-Paşam İstediğiniz oldu. Abdülhamit gitti artık Abdülhamit yok.
-Bu süreçten sonraki projeleriniz nelerdir?
-Bundan sonra neler yapacaksınız?
Bu soruları beklemeyen Mithat Paşa bu sorular karşısında bir süre duraksadıktan sonra birazda sıkılarak şu cevabı verir.
-Biz sadece Abdülhamit’i yıkmaya odaklanmıştık Abdülhamit’ten sonra ne yapacağımız hakkında hiçbir çalışma yapmamıştık cevabını verir.
-Dünyadaki üst aklın, derin devletleri faaliyet göstermektedir.
Gizli teşkilatlarla köklü, kökten ve derinden gitmektedirler.
***************************
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in, “Önce ASALA başladı terör meselesine, ardından bu işi PKK’ya devretti. İddia ediyorum PKK ve ASALA arasında yakın bir bağ var” sözlerini de akıllara getirmektedir.[1]
-Kiliseler 1965’den bu yana Ortadoğu’daki Kürtçülük hareketleriyle ve 1983’den sonra da PKK ile çok yakından ilgilenmekteydiler. Güney Doğu Anadolu’daki ilk gizli ve örgütlü etnik ve dinsel ayrımcılığı esas alan istihbarat Faaliyetlerini 1962’de Barış Gönüllüleri adıyla bölgeye gönderilen çoğunluğu Katolik ve Anglikan Kiliseleri’ne kayıtlı Amerikalı uzmanlar başlatmışlardı.
Bunlar üç yıl süreyle bu bölgede yoğun misyonerlik faaliyetlerinde bulundular, bir çok
vatandaşımıza din değiştirme telkinleri yaptılar, inanılmaz vaatlerde bulundular ve etnik ve dinsel ayrımcılığı körükleyecek bölgesel inanç farklılıklarını “Bilgi” haline dönüştürerek ABD’deki Çeşitli istihbarat birimlerine aktardılar. Bu gönüllülerin hazırladıkları raporların bir kısmı da doğrudan doğruya Kiliselere gitti.
*Diyalog ve Hoşgörü toplantılarını düzenleme faaliyetleri ise daha 1960’da ilk kez gündeme gelmişti ve taraflar Amerika’da kısaca SCO-Bfl diye bilinen (Standing Conference of Canonical Ortodox Bishops of America) daimi bir konferans örgütü kurmuşlardı, işte bu örgütün yıllar süren çabaları sonucunda dünyadaki “Komünist” hareketin gelişme çizgisi de göz önünde tutularak ilk uluslararası Diyalog ve Hoşgörü toplantıları düzenlenmeye başlandı.
Bu karar Lübnan’daki Balamand Manastırı’nda Temmuz 1993 yılında düzenlenen gizli bir toplantıda alındı ve ilk Hoşgörü ve Diyalog Konferansı’nın sembolik önemi de dikkate alınarak istanbul’da yapılmasına karar verildi.
Fener Patriği Bartolomeus’un girişimiyle bu ilk toplantı kutsal St. Andrew günü, 30 Kasım 1993’de Istanbul’da yapıldı ve ünlü Boğaziçi Deklarasoynu yayınlandı. Katolik ve Ortodoks Kiliseleri’ni birbirlerine bağlayan şahıs Suriye Ortodoks Kilisesi’nin başı Mar Athanasius Yeshue Samuel olmuştu. Bu şahıs ile ondan önceki ruhani Gabriel Abdül-said bu uğurda çok çalışmışlardı. Mar Athanasius namlı bir Türk düşmanıydı. Suriye’deki Nusayriler’le de çok sıkı ilişkiler içindeydi. Nitekim 1989 ve 1991 yıllarında bu kilise iki kez Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne şikayet etti. Kilisenin şikayet mektubunda aynen şöyle yazılmıştı: Türk Silahlı Kuvvetleri Güney Doğu Anadolu’daki Kürt ve Süryaniler! öldürmekte, evlerini yıkmakta ve onlara işkence uygulamaktadır. Kürtler ve Süryaniler TSK’nın ve Müslümanların boyunduruğundan kurtarılmalıdırlar.”
İşte PKK ile Vatikan ve diğer Kiliseler arasındaki doğrudan bağları bu Kilise sağlıyordu. Çok geçmeden Vatikan bu Ortodoks Kilise-si’yle birlikte PKK’yı savunan yayınlara başladı.
Dünyadaki 900 milyon Katolik için yayın yapan radyo, televizyon ve yazılı basınında TSK’nın ve Türklerin Kürtleri vahşice yok etmekte oldukları yazılmaya başlandı. Örneğin The World Catholic Report Mayıs-Haziran 1995 tarihli yayınlarında tam sekiz sayfa Türkiye’yi iğrenç bir şekilde karalayan yayınlar yaptı ve başta İtalyanlar olmak üzere tüm Hıristiyanlara PKK’ya ve ayrılıkçı Kürt hareketlerine destek olmaları çağrısında bulundu. Vatikan daha önce de La Documentatlon Catholic adlı resmi yayın organında tüm Türkiye topraklarının gerçekte Hıristiyan Arap ve Kürtlere ait olduğunu yetkili bir ağızdan, Cezayir Arşövek’i Monsenyör Henry Tessier tarafından dile getirmişti (Nr. 2012).
Şimdi yeniden Apo’nun mektubuna dönelim, Apo mektubunda aynen şöyle yazmış Papaya: “Suriye’de bulunduğum sırada Suriye Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Yoharına İbrahim Mar Gregorius ile bir çok kez görüştüm. Türkiye’deki rejim sadece Kürtleri değil, Ermenileri, Süryanîler! ve Rumları da imha etmiştir. Ben, Kürdistan topraklarında yaşayan Hıristiyan azınlıkları da Türk vahşetinden korumak için savaşıyorum. Beni bu savaşta yalnız bırakmayacağınıza eminim.”
Kiliseler Apo’yu gerçekten de yalnız bırakmadılar. Papalığın Doğu Kiliseleri Birliği
Komisyonu’nun başı Achille Silvestrini, Apo’nun mektubundan iki gün sonra bir açıklama yaparak Vatikan’ın PKK’yı ve onun başını desteklediğini açıkladı. Rusya’da ise Ortodoks Kilisesinin en hareketli savunucularından biri olan bir milletvekili Apo’yu Rusya’ya getirmek ve ona sığınma hakkı tanıtmak için var gücüyle çalıştı. Üstelik bu milletvekili Komünist değildi, tam bir Kilise taraftarıydı! Nedir ki bu milletvekili aynı zamanda gizli bir tarikatın da üyesiydi. 6u Hıristiyan tarikatı yüzlerce yıllık geçmişi olan “ORDRE SOUVERRIN MILITAIRE ET DVNASTIQUE DES CHEVALIERS D6 LA CROIX DE CONSTANTINOPLE (İstanbul Haçı’nın Egemen Askeri ve Hanedansal Tarikatı)” idi. Bu tarikatın başında da yasal Bizans İmparatoru olduğu başta Rus, ABD, İtalya, İngiltere ve Fransa mahkemeleri tarafından tevsik edilmiş olan Prens Henry Paleolog vardı. Söz konusu milletvekili 23.6.1997’de St. Petersburg’do bu tarikatın düzenlediği ve İmparatorun hazır bulunduğu Taç giyme törenine katılmış ve hem Yeltsin’i hem de Duma’yı temsil etmişti.
İşte bu gizli tarikat da 1970’li yıllardan bu yana özellikle Alman-ya’da Duisburg, Karlsruhe ve Berlin’de ayrılıkçı Kürt hareketlerine ve PKK’lıtara maddi ve manevi destek veriyordu. El altından dağıtılan bildirilerinde aynen şöyle yazılmıştı: “Türkiye’de boyunduruk altında yaşayan siz Kürtleri çok yakında bu barbar boyunduruğundan kurtaracağız.’
.. Avrupa Birliği ve onun lideri Almanya -ki buna 4. Reich deniyor- Türkiye’de bir “Kürt Sorunu” yarattılar. 1800’lü yıllarda yine Almanya bir Yahudilik Sorunu yaratmıştı. Öyle ki bir süre sonra Almanya’da yaşayan Yahudiler Kilise tarafından körüklenen bu propaganda kampanyasının etkisinde kalıp kendilerinin gerçekten de bir “SORUN” olduklarına inanmışlardı. En ünlü Yahudi aydınları “Evet Biz Sorunuz” şeklinde kitaplar yazmışlar ve belki inanmayacaksınız ama Hitler’den yaklaşık 100 yıl önce Ari Alman ırkın’dan kendilerini Yahudilikten kurtarmasını istemişlerdi. Tarihte “Jewish Self- Hate Movement” (Yahudiliğin Kendinden Nefret Hareketi) diye bilinen bu sapık akım Holocaust’la sonuçlanmıştı.
Türkiye’de Almanya’nın yaratmaya çalıştığı gibi bir “Kürt Sorunu” yoktur. Çünkü PKK tüm Kürtleri temsil etmez. Türkiye’de PKK’nın kendisi dış destekli bir “SORUN”dur. Şimdi AB, işte bu sorunu artık bir Türk sorunu diye değil doğrudan doğruya bir “Avrupa Sorunu” haline getirmeye çalışmaktadır. Diğer bir deyişle şu dönemde PKK sorununu Almanya’nın ve Kilisenin birlikte uydurdukları “Kürt Sorunu” başlığı altında “Avrupalılaştırılıyor”.
-27 Mayıs 1960 ihtilali sonrasında Celal Bayar da idama mahkum edilmişti, Ama Papa 23. John eski dostu Celal Bayar’ı idamdan kurtarmayı başardı. Bu Papa, 1935-42 yılları arasında Türkiye’de bulunmuştu. Usta bir istihbaratçıydı ve güzel Türkçe konuşurdu. Celal Boyar tarihte ilk kez Papanın ayağına giderek onun Papa olmasını kutlayan ilk ve tek Müslüman devlet başkanıydı.
Benzer durum hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, Apo için de gündeme gelecektir. () Ki öyle de olmuştur.)Vatikan’ın Dinler arası Diyalog çağrısında yer alan bazı İslami gruplar da benzer ricalıkta Papayı aratmayacaklardır.
Herkes şunu bilmelidir ki, Apo idam edilmezse en geç beş yıl içinde AB, Vatikan ve yandaşları onu hapisten çıkartırlar. Sonra da bir siyasi partinin başına geçirirler.[2]
*Yahudiler Türk kimliğine, Ermeniler de Kürt kimliğine saklandılar.
Dünyada ermeniler, islam dünyasında da aleviler olumsuzluk aracı olarak kullanılmaktadır.
-Haşhaşilerden yani Hasan Sabbahın uygulamasının daha geniş ve kontrollü uygulaması denendi.
Dağdan pkk bu işi yapacak, içten de bu iş paralele yaptırılarak, devletin eli kolu bağlanacaktı.
Senaryo çok yönlü idi.
Medya boş durmadı, ermeni tasarıları devreye konuldu, dış güçler ve göçler mengene gibi sıkıştıracaktı.
Aslında yıkılmamak için hiçbir sebeb kalmamıştı.
Tüm sebebler hazırdı.
Unutulan tek bir şey var dı ki, en önemlisi de o idi;
Allahın hesabı….
*Dünya devletleri adıyla tüm sınırları kaldırarak, dünyayı tek bir elden yönetmek amaçlanmaktadır.
Azar azar yemekle doymayan üst ve derin akıl, bunu toptan yapıp, standarda bağlamak istemektedirler.
Bizdeki tek şef uygulamasının, dünyadaki yansımız halidir.
*Işid orta doğuyu yani islam ülkelerini yeniden biçimlendirme operasyonudur.
*************************
”1990’da İtalya’da savcı Felice Casson’un çabalarıyla ortaya çıkarılan ve bütün Avrupa ülkelerinde varlığı saptanan Gladio örgütlenmesi işte bu yıllarda kuruldu. ABD yönetimi, Sovyet Kızılordusu’nun Avrupa’yı işgal edeceği varsayımıyla, NATO üyesi bütün ülkelerde ve bu pakta üye olmayan Avrupa ülkelerinde, gizli Kontrgerilla örgütleri kurdu. Bu örgütlenmenin iki ayağı vardı. Yerüstünde özel komando birlikleri, yeraltında “vatansever’lerden oluşan ve kural olarak hiçbir yasaya bağlı olmayan, köylere kadar inen gizli örgütlenme. 1952’de Gladio örgütlenmesi tamamlanmıştı.
…Örtülü eylemler, Beyaz Saray tarafından Sovyetler’in Avrupa’daki etkisini sınırlamak için gündeme getirilmişti; ancak CIA’yı ilk kez soruşturan Senato Komitesi’nin Başkanı Frank Church’e göre, CIA’nın operasyonları esas olarak Üçüncü Dünya’daki “küçük ve zayıf ülkeleri” hedef almıştı.
…CIA hakkında en aydınlatıcı kitaplardan birini yazan John Prados, Başkan’ın Gizli Savaşları: 2. Dünya Savaşı’ndan Beri ABD ve Pentagon’un Örtülü Operasyonları adlı eserinde, CIA’nın “Kirli işler Dairesi” OPC’nin füze hızıyla gelişmesini şöyle saptıyor:
“1949’da OPC’nin bütçesi 4,7 milyon dolardı; 1952’de 82 milyon dolara çıktı; personel sayısı aynı 3 yılda 302’den 2 812’ye, istasyon sayısı 7’den 47’ye çıktı.”
…CIA 1947’de kuruldu, ancak babası olan OSS’nin Yakındoğu İstasyonu aracılığıyla 2. Dünya Savaşı yıllarından beri Türkiye’de faaliyette.
CIA kuruluşundan itibaren Türkiye’de o zamanki adı ile Milli Amale Hizmet (MAH) veya “Milli Emniyet” diye bilinen MİT’le ve polis teşkilatıyla iç içe çalıştı. MİT ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün merkezlerine hükmetti. Para verdi, eleman yetiştirdi, bütün dosyalarına uzandı, para karşılığı operasyon sipariş etti, köstebek yerleştirdi. Bu ilişki artarak sürüyor.
CIA’nın Türkiye’de halka karşı önemli faaliyetlerinden biri, 1951 Türkiye Komünist Partisi (TKP) tutuklaması oldu. Kurtuluş Savaşı’nın ateşi içinde doğan Türkiye’deki Komünist Hareket işgal yıllarında bile faaliyetini yürütmüştü. Ancak CIA’nın yönlendirmesinde yürütülen 1951 tutuklamalarıyla, işçi sınıfı devrimciliğinin örgütlü mücadelesi kesintiye uğratılabildi.
CIA, o zamanın parasıyla ayda 7,5 lira verdiği bir TKP üyesini ajanlaştırmış, bu ajan aracılığıyla operasyonu, Parti’nin Merkez Komitesi’ne kadar uzatabilmişti. CIA’nın örgütlediği ajan, daha sonra MİT’in Kontr-Komünizm Masası’nda istihdam edildi. Söz konusu kişi, 1994 yılında “Başbakanlık Müşaviri” sıfatıyla öldü.
Ülkemizde CIA’nın yönlendirilmesiyle gerçekleşen ikinci büyük komplo, 1955’teki 6-7 Eylül olaylarıydı. Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba konulduğu iddiasıyla galeyana getirilen İstanbul’daki işsiz güçsüz güruhu, azınlıklara ait evlere ve mağazalara saldırdı. Daha önce Özel Harp Dairesi Başkanlığı’nda da bulunmuş olan MGK Genel Sekreterliği’nden emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül olaylarını “ÖHD’nin düzenlediği mükemmel bir operasyon” olarak niteledi.
…Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur’un araştırmasına göre, Milli Emniyet birimlerine CIA ayda 100 bin, İngiltere gizli servisi 30 bin, Fransızlar 7-8 bin, İtalyanlar da 4 bin lira ödüyorlardı. CIA dışındakiler parayı, Milli Emniyet’in Ankara’daki merkezine veriyorlardı. CIA ise ne merkez tanıyordu, ne de yöntem değiştirmeye yanaşıyordu. Egemenliğine aldığı gizli servis ünitelerine her ay CIA’nın adamları gidiyor, birimin başındaki kişiye zarf içinde “para” bırakıyordu.
….27 Mayıs askeri müdahalesi MİT içinde Bayar-Menderes yönetiminin yandaşlarını işten uzaklaştırsa bile CIA ile ilişkileri kesemiyor.
1962-1964 yıllarında MAH Başkanlığı ve 1966-1971 yılları arasında MİT Müsteşarlığı yapan Fuat Doğu ile ilgili olarak, Arcayürek şöyle yazıyor:
“1988’de bir gün, Fuat Doğu, ziyaretine gelenlerle bir söyleşi sırasında ‘1965’lerde MAH ile CIA’nın aynı binalarda çalıştığını’ söyleyecek, ‘sonradan bu birlikteliğin kaldırıldığını vurgulayacaktı.”
…12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinin CIA tarafından hazırlanıp yönlendirildiği artık yadsınamaz hale geldi. CIA’nın ünlü Türkiye İstasyon Şefi Paul Henze’nin 12 Eylül generalleri için “Bizim oğlanlar yaptı” (Our boys have done) sözü başka bir kanıt aramaya gerek bırakmıyor.
…Tansu Çiller’in Başbakanlığa kadar tırmanmasında en büyük destekçisi, CIA oldu. Tansu Çiller de, 3 yıla yakın başbakanlığı döneminde kendisine ikinci pasaportu sağlayan kurumu ihya etti. Dünya Bankası’nın Özelleştirme Müdürü gibi çalışan Çiller, bir de CIA’nın denetiminde özel istihbarat teşkilatı kurdu. Başbakanlıktan ayrılmadan önce de örtülü ödenekten çektiği 500 milyar lirayı, bu örgüte aktardığı saptandı.
….CIA’nın temel işlevi, gerçekte, ekonomik savaşı, darbeleri, suikastları ve hatta soykırımı da içeren örtülü ve gizli operasyonları yürütmektir. Örtülü operasyonlar CIA’nın can damarıdır. “[3]
*Türkiyede oynanan oyun maalesef sadece soldan değil, sağdan da gelmektedir.
İçtekiler irtica yaygarası yaparken, işid gibi dışarıdakilerde kafir oldu yaygarası yapmaktadırlar.
*****************
İngilizler, Filistin’de komutanken bir gün Mustafa Kemal’i arayarak, ondan saltanata karşı bir darbe yapmasını istediler ve bu hususta kendisine yardım edeceklerini vaat ettiler. Bunun üzerine Mustafa Kemal hemen meslektaşlarından, kendisine yakın olan iki ordunun komutasını üstlenen, iki Osmanlı liderini arayarak, bu konuda muvafakatlerini talep etti. İki lider ise bu haberi duyduğunda hoşnutsuzlukla karşılayarak reddetti ve Mustafa Kemal’e şöyle dedi: “İdam cezasını gerektiren bir isyana kalkışmadığına göre, biz de bu işi gizleyeceğiz. Sana da bu meseleyi unutulmuş saymanı tavsiye ederiz.”[4]
Şöyle diyor: “Bir İngiliz’in ağzından şu sözü duydum. ‘Sultan, Mustafa Kemal vasıtasıyla İngilizleri oyuna getirmek istedi’.
Ne var ki İngilizler, Mustafa Kemal vasıtasıyla Sultan’ı tuzağa düşürdü. Mustafa Kemal Anadolu’nun batısının savunmasını üstlenmek üzere anlaştı.Şark cephesinin müdafaasını ise komutan Kazım Karabekir üstlendi.
-Genel Kurmay Başkanı Sir Henry Wilson da, “İngiliz diplomasisinin önünde Mustafa Kemal’le dostluk kurmaktan başka yol yok.” diyor.[5]
-Mustafa Kemal mevkisi sarsılıp, düşmenin eşiğine geldiğinde, müttefikler onu Sevr Antlaşması’yla kurtardı. Bu antlaşma gereği, Türkiye Avrupalılar arasında paylaşıldı. İstanbul devlet oldu (Osmanlı Devleti artık yalnızca İstanbul’u ve Anadolu’nun küçük bir bölümünü kapsıyordu). Arap ülkeleri Türkiye’den çıktı. Trakya ve Ege Adaları Yunanistan’ın egemenliğine verildi.
Ermenistan’ın bağımsız bir devlet olarak tanınması hükme bağlandı. Kürdistan’a özerklik verildi. Boğazlar uluslararası bir komisyonun denetimine bırakıldı.
Ordudaki asker sayısı sınırlandı, ordunun -mali kontrolün verildiği ve eski ayrıcalıklarını muhafaza eden- müttefiklerin denetimi altında tutulması kararlaştırıldı.
Hristiyan azınlıklara ilave özel haklar verildi. Daha sonra Sevr Antlaşması’nın metinleri geniş kapsamlı olarak yayınlandı ve kamuoyu, halifeye ve onun başbakanına karşı kışkırtıldı. Ve İngilizler’den şiddetle nefret edilmeye başlandı.[6]
-…Ve İngilizler, Atatürk’le yaptıkları gizli anlaşmalarla İstanbul’u boşaltmaya karar veriyor. İstanbul’daki müttefik askerlerinin sayısı birkaç bine düşürülmüştü.
Başkomutan hemen planını kurdu ve acil tahliye esasına göre bütün ekipmanı hazırladı. Dokümanlar yakıldı, depolar yıkıldı, cephaneler imha edildi, ihtiyaç halinde patlatılması için taş köprülere mayınlar döşendi ve donanma gemileri ayrılmak üzere tam hazırlıklı bir şekilde Haliç’te (Altın Boynuz Körfezi) yerini aldı.
Bunun da ötesinde, müttefikler, Yunanlılar’ı, müttefikleri olmasına rağmen, Trakya’dan (Türkiye’nin Avrupa yakası) çıkarmaya ve en sonunda –kendileri de Türkiye’den ayrılmaya karar verdiler. Bu ise, bütün Avrupa’nın –devam etseydi- yapabileceğinin kat kat fazlasını kahraman yapsın diye idi..!! [7]
-Mustafa Kemal’in İngilizler’le olan bağlantısı ve ilişkisine işaret etmek için bir bölüm sunduktan sonra, onun İngilizler’e olan bağlılığını ve onlara duyduğu sevginin ibadet derecesinde olduğunu ortaya koymamız gerekiyor.
Ölene kadar da bu böyle devam etti. Öyle ki ölüm döşeğinde de İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine’e cumhurbaşkanlığı görevini vasiyet etmeyi tasarlamıştı.[8]
–El Ahram Gazetesi’nin Sunday Times Gazetesi’nden naklederek 16 Zil Ka’de 1387 Hicri senesinde (15 Şubat 1968 Perşembe) ‘Kemal Atatürk, kendisini Türkiye’nin cumhurbaşkanlığı görevine getirmek üzere İngiltere Büyükelçisi’ni çağırtıyor’ başlığı altında yayınladığı belgenin tam metnini size sunuyoruz.
Sunday Times Gazetesi, ‘Adamımız Türkiye’yi yönetmeyi nasıl reddetti’ manşetiyle diplomasi tarihinin en garip sayfalarını yayınladı. Gazete şöyle yazdı: 1938 Kasım ayında Türkiye Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk ölüm döşeğinde yatıyordu. On beş sene boyunca zorluğuna rağmen Türkiye’yi sıkı bir diktatörlüğe sürüklemeye ve 20. yüzyıla uydurmaya çalıştı. Fes ve başörtüsü giyilmesini yasakladı, dinin gücünü kırdı. Latin harfleriyle Türk Dili sistemini getirdi.
-Elie Levy Abou Asal ‘Yahudi Dünyasının Uyanışı’ adlı kitabında (253-259) Mustafa Kemal’in Yahudiler’le ilişkisini şu sözlerle ortaya koyuyor: “Gazi Türkiye’nin kapılarını Yahudiler’e açtı: (Türkiye’nin kapılarını onlara sonuna kadar açtı) ve Türk üniversitesinin organize edilmesi, bir başka deyişle İslam ve Müslüman karşıtı bir yaklaşımla yönetilmesi için onlara itimat etti.” Yahudi yazar şöyle diyor: “Üniversitede büyük bir ilim kalesi kurulmasını hedefleyen meşhur bilim adamı Philip Swarchi‘nin projesini kabul etti ve o üniversitedeki bölümlerin sahasını genişletmek için kırktan fazla Yahudi profesör getirtti. Marburg Üniversitesi’nde büyük bir şöhrete ve mevkiye sahip olan meşhur ekonomist Rick de bu Yahudiler arasında yer alıyor. Bu yazarın, kendi insanlarını tazim etmede aşırıya kaçmasında bir gariplik yok.
Ne var ki bu, yeryüzünde fitne ve fesat çıkaran ve el attığı her şeyi ve her yeri ancak yerle bir eden Yahudi gerçeğini asla değiştiremeyecektir.
…Atatürk’ün Yahudiler’e karşı bu denli soylu davranışlar sergilemesi onun dürtüsel olarak yaptığı bir şeydi. Yahudiler’e yönelik bu dürtüsel meyil yine ancak bir Yahudi’den olabilir.
…Hayim Nahum’un statüsü ve Mustafa Kemal Paşa’nın, bakanların ve diğer nüfuzlu insanların gözündeki konumu yükseldi.
Ve bütün yaptıkları muvaffakiyetle sonuçlanmaya başladı.”” Sh.27.
“Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. Allah, bozguncuları sevmez.” [9]
–Yahudi haham Hayim Nahum, İsmet İnönü’den ‘emrime itaat eden ve sözüme muhalefet etmeyen arkadaşım İsmet’ diye bahsediyordu..sh.29.
-Yahudi gazeteci Sami Kohen, Adnan Menderes’in asılma sebepleri üzerine İngiliz gazetesi Gwen Chronicle’da şunları yazdı: “Menderes’i darağacına götüren direk sebep, İslam alemine yakınlaşma ve İsrail’le ilişkilerini aşamalı olarak soğutup yabancılaştırma yönündeki kararlı siyasetiydi.”sh.30.
-İngiltere’de son zamanlarda ortaya çıkan ve El Muctema Dergisi’nin (Kuveyt), Irak’ta yayımlanan El Âfak Dergisi’nden alıntı yaparak, ilk defa 25 Aralık 1978 tarihinde 425 ve 429. sayılarında yayınladığı bu belgenin en önemli kısımlarını aktarıyoruz:
Yüz kırk bin nüfuslu Selanik kentinin 80 binini İspanyol asıllı Yahudiler (İspanya’dan kaçanlar), 20 binini de Levi kabilesinden olanlar ve kendilerini Müslüman gibi gösteren (dönme) Yahudiler oluşturuyor.
İspanyol Yahudiler’in çoğu İtalyan vatandaşlığına sahip ve İtalyan localarına üye olan masonlardır. Bunun için de kovuşturma ve teftişe karşı Osmanlı Devleti’nin yabancılara verdiği dokunulmazlık hakkından faydalanmaktadırlar.
Yahudi Emanuelle Carasso (Karasu) birkaç yıl önce Selanik’te -İtalyan masonlarıyla işbirliği içinde- Makedonya Risorta Locası’nı kurdu. Ve Türkiye’deki genç subayları ve sivilleri masonluğa üye olmaları yönünde ikna etti.
Amacı Türkiye’deki yeni durumlar üzerinde Yahudi nüfuzunu dayatmaktır.
-Selanik’teki Jön Türkler Hareketi’nin mimarlarının çok büyük olasılıkla Yahudiler olduğu anlaşılıyor.
-1908 devriminden kısa bir süre sonra, hareketin liderlerinden birçoğunun mason olduğu ortaya çıktı.sh.32.
–Lawther, “Buradan anlaşılmaktadır ki; Büyük Doğu Mason Locası Türkiye’nin gizli hükümetidir ve başında da büyük üstat Talat Bey vardır.” demiştir.
-Masonluk faaliyetleri Türkiye’den İran’a kadar uzandı. İran’da meydana gelen inkilabın arkasında mason İttihat ve Terakki Cemiyeti vardır. Şu anda İran’da kurulmaya başlayan Doğu Mason Locası’ndan söz ediyoruz. Konstantiniye’deki İran büyükelçiliğinin yeni maslahatgüzarı Farah Allah Han, yakın zamanda masonluğa katıldı.sh.35.
-Ali Şükrü Mustafa Kemal’in siyasetine sözlü saldırıda bulununca Atatürk’ün baş muhafızı Osman Ağa onu boğarak öldürdü ve cesedini boş bir araziye attı. Bu olay ortaya çıkınca da Atatürk, İsmet İnönü’yü başbakanlık görevinden alarak, yerine Fethi Okyar’ı atadı.
Ancak muhalefet şiddetlendi. Bu noktada işbirlikçisi Atatürk’ü kurtarmak için İngiltere harekete geçti ve Musul’un ele geçirilmesi hususunda bir uyarı gönderdi. Ve Kürt devrimi meydana geldi. Bunun üzerine ‘Ülke tehlikede’ diye bağırarak İngiliz ve Kürtlere karşı Türkler’in hiddetini uyandırarak, onları kışkırttı. Şeyh Said’in de aralarında bulunduğu kırk altı kürt lideri tutuklayarak astı. Sonra da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı (İlerici Cumhuriyet Partisi) İngilizler ile bağlantılı olmakla suçladı. Ve İstiklal mahkemesini kurarak, mahkemeye siyasi muhaliflerinin -özellikle de dört askeri paşanın- idam edilmesine hükmetmesi emrini verdi. Bunun üzerine mahkeme hepsini idama mahkum etti.sh.38.
-Mustafa Kemal’in şehvetlerine düşkünlüğü, hayatının başlığıdır. Hayatı üç kelime ile özetlenebilir: Kadınlar, içki ve paranoya.sh.40.
MEHMET ÖZÇELİK
22-06-2016
[1] http://www.aa.com.tr/tr/s/8978–pkk-ile-asala-arasinda-bag-var
[2] Aytunç Altındal – Vatikan ve Tapınak Şövalyaleri.sh.74-75,77.
[3] CIA’NIN BÜYÜK OPERASYONLARI . Mark Zepezauer .
[4] Büyük Osmanlı Devleti Tarihi (Muhammed Ferid) İhsan Hakkı’nın Yorumu– Sayfa (75), Kayıp Minare Kitabı PDF Oku – Abdullah Azzam Kitapları = Ebu Abdulmumin Tekin Mıhçı.sy.12.-Şeyh Mustafa Sabri(28) Dr. İhsan Hakkı’nın Osmanlı Devleti Tarihi Hakkında Yorumu. (750)
[5] Age. sh.14.
[6] Age. sh.17.
[7] sh.18.
[8] El Ahram Gazetesi 15 Şubat 1968 Perşembe günü Sunday Times Gazetesi’nden alıntı yaparak yayınlamıştır.
[9] Maide: 64.
EN’AM-51-55
O RUH AYAĞA KALKTI
O RUH AYAĞA KALKTI
İslamın bin yıldır bayraktarlığını yapan ordu, cumhuriyetin kuruluşundan sonra rejim koruyuculuğuyla, 1960 dan sonra da yapılan darbeyle, bu ordu bizim ordu olmaktan çıktı. Bizi temsil etmekten uzaklaştı.
“Darbe sadece DP hükümetinin yıkılmasıyla sonuçlanmamıştı. Orduda, ABD-NATO ekseninin planlama ve finansmanı ile büyük bir tasfiye işlemi başlatılmıştı. 27 Mayıs darbesinden sonra 275 general ve amiralle, 7.000 albay, yarbay ve binbaşı rütbesindeki subay ordudan tasfiye edilmişti. ABD Büyükelçisi Warren’in 11 Ağustos 1960 tarihli raporuna göre, emekliye sevk edilen subaylar, generallerin % 90’ı, albayların % 55’i, yarbayların % 40’ı, binbaşıların da % 5’ydi. Emekli İnkılâp Subayları (EMİNSU) olarak bilinen bu tasfiye hareketinin finansmanı tamamen ABD’den temin edilmişti. Tasfiyenin amacı, 1952’de resmen NATO’ya üye olan Türk ordusunun hem teşkilât yapısı, hem de tarih ve düşman algısı bakımından NATO standartlarına uygun hale getirilememesi idi. Türkiye’nin NATO inisiyatifi dışına çıkmaması için, ordunun NATO konseptine bağlanması, Amerikan harp doktrinlerine göre biçimlendirilmesi gerekiyordu. Bu tasfiyeyle TSK, NATO standartlarına ve konseptine uygun olarak yeniden yapılandırılmaya başlandı. Geçen yüzyılın modernleşme çabalarının Alman hâkimiyetine teslim olmayla sonuçlandığı gibi, ABD-NATO eliyle modernleşme çabası da, bu güçlerin ülkede hâkimiyet kurmasıyla neticelenecekti.”[1]
*”27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nin asıl mağduru, Türk Silâhlı Kuvvetleri’dir.
..Milli Birlik Komitesi üyeleri, 27 Mayıs 1960 günü, kendi yandaşlarıyla birlikte Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni kontrol altına almayı başardı.
…5 Temmuz 1960 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde çıkan haberden, kaynağın bulunduğu anlaşılıyor:
“Amerika 1 milyar liralık yardım yaptı. Antlaşma dün imzalandı. 500 milyon Milli Savunma’ ya harcanacak. Millî inkılâbımızı her vesile ile desteklemekte olduğunu belirten ABD, hükümetimize yardımlarını artırmaktadır.”
….235 General ve Amiral ile değişik rütbelerden 4 000 ( bir başka iddiaya göre ise 7 200) subay resen emekliye sevk edildi.
Ne ilginçtir ki, tutuklanan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun’un yerine, 3 Haziran 1960 günü Genelkurmay Başkanlığı’na getirilen Orgeneral Ragıp Gümüşpala da 4 Ağustos 1960 günü emekli edildi.
SSCB Başbakanı Nikita Kruşçev, “Memleketinize birkaç atom bombası atılsaydı, bu derece kıymetli General ve subaylarınızı bir hamlede imha edemezdi” derken, içler acısı hali ortaya koymuştu.
….27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’nden CHP memnundu; açıklamalardan anlaşılıyor ki, halen memnun olanlar var.
…38 subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi’nin başlattığı 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi, darbeler geleneğinin öncüsü oldu. Ordu siyasetten tümüyle uzaklaşamadı. MBK’nin “Darbe Yapma Mikrobu” Türk Silâhlı Kuvvetleri içinde kalmış olmalı ki, 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980’ler yaşandı.
235 General ve 7 000 askeri personel de resen emekli edildiğiyle kaldı.”[2]
*12 temmuz 1997 tarihli aksiyon dergisine açıklamalarda bulunan bir üst düzey emniyet görevlisi, türk silahlı kuvvetleri içerisindeki bir yapılanmanın, Türkiye-yi Suriye ya da ırak yapmak istediğine dair ellerinde belge olduğunu söylüyordu.”[3]
*Yıllardır askeriyedeki şu bozuk zihniyet sebebiyle darbeler yapıldı ve tekke zaviyeler kapatıldı;
Halk olgunlaşmamıştır.
Halk demokrasiye geçmemiştir.
Geçtiği zaman o yasaklar, tekke ve zaviyelere gitmelerine müsaade edilir.
Bu kof ve kısır düşünce içerisinde olanlar oysa masonluk teşkilatının kurulmasına, kominizm partisinin kurulmasına hatta kendileriyle savaştıkları pkk-nın matbaasına dokunulmamaktadır.
Oysa sen kim oluyorsun ki millet adına, milletin demokrasisinin gelişmiş olmasına müdahale edebiliyor ve onun adına konuşabiliyorsun?
Millet kendi inancının gereğini yapmak amacıyla tekkesine gitmesine onun adına askerin veya askeriyedeki zihniyeti farkı olan buna müsaade etme yetkisine sahip değildir.
Maalesef Habertürk tv- de, masonluk ile ilgili bir konuşmada üç saat konuşan asker asıllı Erol Mütercimler masonluğu tehlikeli görmezken, tekke ve zaviyelerin açılmasına –lütfen- olgunlaşmamalarından dolayı müsaade zahmetinde bulunmadılar.
Cumhuriyet gazetesinde muhabirler yapmasını normal görerek…
Askeriyeyi işte bu zihniyet çökertti.
İslamın bin yıllık kahraman evladı olan askeriye maalesef bu zihniyetin hakimiyeti ile bir asra yakın sürede cismen ve madden bir çürüme yaşadı ancak o ruh ölmedi.
-Bu gün 677 sayılı karara göre hala tekke ve zaviyeler kapalı tutulmakta ve yasak kapsamı içerisinde devam etmektedir.
-“TEKKE VE ZAVİYELERLE TÜRBELERİN SEDDİNE VE TÜRBEDARLIKLAR İLE BİR TAKIM UNVANLARIN MEN VE İLGASINA DAİR KANUN (1) (13/7/1965 tarih ve 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesiyle sürgün cezası kaldırılmıştır.) Kanun Numarası : 677.Kabul Tarihi : 30/11/1925
-Maalesef aynı kanun devam etmektedir.
*Türkiye ye yüz yıldır bu zihniyet hükmetti, daha doğrusu zulmetti. İki asırdır Osmanlıdan Türkiye ye hakim olan mason yapı ve düşünce, bir ağ gibi her yeri kaplamış, bu temiz toprakları bozuk ve özürlü tohumlarla sürüp ekmişlerdir.
Yönetimine İngiliz, düşüncesine Fransız hakim oluyordu.
*Askeri millet ve devletle karşı karşıya getirip düşman eden zihniyet, işte bu zihniyet idi.
-Benim müsaade ettiğim kadar dinini ve hayatını yaşayabilirsin, onu ben belirlerim.- denilmektedir.
Devlette ve askeriyede çöreklenen bu zihniyet, bunu garantiye almak için darbeleri de yedekte tutuyor, yeri geldikçe uyguluyor, bunu kanunen meşrulaştırıyor, işini sabitleyip, kendini resetliyordu.
*Türkiye-de bir asırdır önce maneviyat, sonra da maneviyat büyükleri yıkılmaya başlandı.
*Süfyanın hakimiyetini kurduğu ve sürdürdüğü yer, askeriyedir.
Süfyanın elinden ilk kurtulacak kurum ordu ve asker, sonrasında ise hukuk ve adalettir.
“Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor” diye rivayetlerden anlaşılıyor.”[4]
“Hem en acibi budur ki: Başka mahkemenin müdde-i umumisi benden sordu: “Mahrem Beşinci Şuada demişsin: ‘Ordu dizginini o dehşetli şahsın elinden kurtaracak.’ Muradın, orduyu hükümete karşı itaatsizliğe sevk etmektir.” Ben de dedim: “Maksadım, o kumandan ya ölecek veya tebdil edilecek, ordu tahakkümünden kurtulacak, demektir. Acaba, hem gayet mahrem, sekiz senede yalnız iki defa elime geçen ve aynı zamanda kaybedilen, hem ahirzamana ait bir hadisin manasını külli bir surette beyan eden, hem aslı eskiden telif edilen bir risale, hem birtek nefer görmediği halde nasıl sebeb-i itham olur?” Maattessüf, o insafsızların o acip ithamı iddianameye girmiş.” [5]
*Bediüzzaman’ın dediği gibi; orduda bir ruh var, o benimle beraberdir, der. Yani bin yıllık İslamın bayraktarlığını yapan ordu, dünyaya adaleti götüren ordu bu ordudur.
Ve diğer bir sözünde; Ordu bilerek baltayı ayağına vurmaz.
Ordu bunu gösterdi. İçerisinde darbeye zemin hazırlayan, terörü besleyen, menfi insanları destekleyenleri ordu dışarısına atmış, adeta içini kusarak temizlemiş veya en azından o alanda bir adım atmıştır.
Ancak yeterli mi? Elbette değil.
Ordu bin yıllık birikimini üç-beş darbeciye elbette feda etmez, etse bile o ruh ettirmez.[6]
-Yüz yıllık o uyuyan ve uyutulan ruh, bu gün artık ayağa kalktı.
MEHMET ÖZÇELİK
21-06-2016
[1] http://www.sde.org.tr/tr/authordetail/-27-mayistan-gunumuze-ordunun-donusumu-ve-profesyonel-askerlik/992
[2] http://www.ahmetakyol.net/27-mayisin-magduru-kim/
[3] Üst akıl.Murat Aka.347.
[4] Şualar, 596. http://www.tesbitler.com/2016/03/21/sufyanizmin-son-ayak-sesleri/#_ftn17
[5] Tarihçe-i Hayat, Sayfa 354.
[6] http://www.tesbitler.com/2015/01/01/askeriyede-kurt-bogan-ruhu-ve-suriye-senaryolari/
OKULLARDA DİSİPLİN KURULU ÇIKMAZI
OKULLARDA DİSİPLİN KURULU ÇIKMAZI
Türkiye-de okullardaki problemlerin önemli bir kısmı Disiplin Kurullarının ya işletilmemesi, ya sağlıklı sürdürülmemesi veyahut da neticelendirilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Bu da öğretmendeki çalışma şevkini kırdığından; ya bu olumsuzluğu içine akıtıp psikolojikmen etkilenmeye veyahut da meseleyi disiplin kuruluna göndermeden –çünkü sonuç alınmayacağını görüp bildiğinden- bizzat kendisi çözmeye veya halletme yoluna gitmektedir.
Elbette bu da farklı sıkıntıları beraberinde getiriyor.
Peki neden işletilmiyor veya sonuca ulaştırmıyor disiplin kurulları?
Evvela iyi niyetimizden dolayı, iyi niyet kuruntusu.. cılkı çıkmış insancıllık.. iyi görünüp, kötü görünmeme korku ve sıkıntısı…
Ve maalesef o sıkıntıyı çekenin yerine kendisini koymadan gerekli sorumluluğu göstermemeden kaynaklanmaktadır.
Özellikle büyük şehirlerdeki ta ilkokullara kadar varan uyuşturucu mübtelalığının gittikçe artması veya liselerde sigara içen öğrencilerin gün be gün artması disiplin kurullarının yetersizliğinden veya gerektiği gibi işletilmediğinden kaynaklanmaktadır.
O halde ya bu disiplin kurulları kaldırılmalı veya verilen cezaların affı Öğretmenler kuruluna gelmemelidir.
Öğretmenler Kurulu Kara Para Aklama yeri haline getirilmemelidir.
Şu bilinmelidir ki, bir öğretmen iş olsun diye veya rastgele ve başına iş açmak için disiplin kuruluna gitmemektedir.
Belki onlarca defa düşünülmüş, sabredilmiş, artık son raddeye geldikten sonra son çare olarak hatta isteksizce, disiplin kuruluna gitmektedir.
Sene sonlarında bu öğrencilerin affedileceği öğrenciler tarafından çok rahat bilinmekte, geçici bir süre suskun kalırsa affedileceğini bilmektedir.
Böylece yara tedavi edilmemekte, geçici pansumanlarla üstü kapatılmaktadır.
Oysa öğrenci hissetmeli veya ona hissettirilmelidir. Bu durum her sene için suçların azalmasına sebeb olacaktır.
Fakat her sene suçlar artıyor ve suç işleniyorsa, bu durum Disiplin kurullarının yetersizliğinden ve gerektiği gibi işletilmediğindendir.
-Bir öğretmen otuz yıldan fazla kaç kere disiplin kuruluna şikayette bulunmuştur?
Üç, bilemedin beş.
Bu öğretmen yaptığı şikayetten de bir sonuç alamıyor, daha da ötesi görüşülme yoluna bile gidilmiyorsa, işin fecaatı ortadadır.
Suçlu öğretmen mi, idare mi, milli eğitim mi?
Bu kişiler acaba aynı duruma kendileri maruz kalsalardı, aynı ilgisiz ve ihmalliği gösterecekler miydi?
Ortada bir çürüme olduğu gerçek.
İyi öğretmen kötü öğretmen olarak değil, bu çökmüşlüğü iyileştirmeli, hiç olmazsa çöküşü geciktirmelidir.
Bakanlık bu konuda ciddi adımlar atmalı, girişimde bulunmalıdır.
-Nasıl mı?
En azından ciddi anlamda okuma isteği olanları okutmalı, mecburi eğitimi kaldırmalı, olumsuz insanları koruyalım derken, bir okul, milyonlarca öğrenci kaybetmektedir.
-Her sınıfta en fazla üç veya beş olumsuz öğrenci bulunmaktadır. Tüm sınıfı bitiren bu öğrencilerdir.
Bunları koruma uğruna sınıf kaybedilmektedir.
Milli eğitim üç- beş kişiyi kazanmayı değil, otuz-kırk kişiyi kaybetmemeyi düşünmelidir.
Milli eğitimin uygulamaları kazanmaya değil, kaybetmeye yöneliktir.
-Sele kapılmış bir eğitim ordusu var. Öğretmen bunlardan kaç tane kurtarabilirsem telaşı içerisindedir.
-Eskiden öğrenciye talebe deniliyordu. Hiç olmazsa arayan ve araştıran. Şimdilerde o da yok.
Öğrenme değil, Geçim telaşı, bir yerlere girme çabası.
Girsin de nasıl girerse girsin.
Veli bile aynı durumda.
Hocam sonra öğreniyor, diyor.
-Milli Eğitim hangi birine baksın ki, denilebilir.
Ancak disiplin başta gelir.
Günü ve resmiyeti kurtarmaya yönelik bir eğitim değil veya bana eğitim problem çıkarmasın da düşüncesinden hareket edilmemeli, tamamen samimiyet ve sorumluluk içerisinde sürdürülmelidir.
Mesele öğrenciye ceza vermek olarak düşünmemeli, iyi ve başarılı öğrencilerin korunması ve savunması olarak düşünülmelidir.
-İslam hukukunda da ceza asıl değil, suçsuzun hakkını koruma esastır.
Okumak isteyen öğrencilerin hakkı, engelleyenlerden korunmalıdır.
Sorumsuz ve de düşünmeden hareket eden insanın bu halini görmez, değerlendirmez, en önemlisi de bunu kendisine hissettirmezseniz, onun sorumsuzluğunu arttırmış olursunuz.
Öğrencinin hakkının korunmaya çalışıldığı kadar, öğretmenin hakkı da korunmamaktadır.
Başarılı öğrenci ödüllendirilmeli, sorumsuz olan öğrenciler ise yıl kaybı yaşamamak üzere, açık öğretimle topluma kazandırılmalı, eğitime kaybettirilmemelidir.
Öğrenciyi kazanmaya yönelik tavırlar aldığını söyleyen Milli Eğitim, aslında eğitimi ve öğretmeni kaybetmektedir.
Eğiten bir eğitim değil, üğüten bir eğitim durumuna düşmektedir.
Sözün özü, Disiplin Kurullarının Disipline ihtiyacı var.
MEHMET ÖZÇELİK
20-06-2016
ZÜLKARNEYN
ZÜLKARNEYN
Zülkarneyn meselesi, kıyametin on büyük alametinden biri olan Ye’cüc- Me’cüc meselesi ile ilgilidir.
Ye’cüc-Me’cüc ise terör ve anarşidir.[1]
Bu konuda Tefsir ve Hadislerde çok muhtelif yorumlar mevcuttur.
Bu yorumlar kuru kuruya veya yeterli olmayan aklın anlamamasıyla inkâra gitmek değil belki anlamaya çalışılması şartıyla konunun anlaşılmasına ışık tutmaktadır.
*Kuran-da Zü`l-Karneyn ile alakalı tahmini 16 ayet geçiyor.[2]
*Hadis-i Şeriflerde de Zülkarneyn ile ilgili bilgi verilmektedir.[3]
*Zül-Karneyn konusunda en isabetli kapsamlı bilgi Risale-i Nurlarda verilmektedir.[4]
*”Risale-i Nur, bu mübarek vatanın mânevî bir hÂlâskârı olmak cihetiyle; şimdi iki dehşetli mânevî belâyı defetmek için matbuat Âlemi ile tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.
O dehşetli belâdan birisi: Hıristiyan dinini mağlûp eden ve anarşiliği yetiştiren şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanı bu vatanı mânevî istilâsına karşı Risale-i Nur bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî vazifesini görebilir.”[5]
*”Biz, bütün kuvvetimizle anarşiliğe bir sedd-i Zülkarneyn gibi, bir sedd-i Kur’âni tesisine çalışıyoruz. Bize ilişenler, anarşilik ve belki komünistliğe zemin ihzar ediyorlar.”[6]
*”Evet, Kur’ân-ı Hakîmin mucizâne belâgat-i ifadesi bu cümle ile çok mesâili ders veriyor. Evvelâ, Zülkarneyn’in mağrip tarafına seyahati, şiddet-i hararet zamanında ve bataklık tarafına ve güneşin gurup âvânına ve volkanlı bir dağın fışkırması vaktine tesadüf ettiğini beyan etmekle, Afrika’nın tamam-ı istilâsı gibi çok ibretli meselelere işaret eder.
Malûmdur ki, görünen hareket-i şems zâhirîdir ve küre-i arzın mahfî hareketine delildir, onu haber veriyor. Hakikat-i gurup murad değildir. Hem çeşme, teşbihtir. Uzaktan, büyük bir deniz, küçük bir havuz gibi görünür. Hararetten çıkan sis ve buharlar ve bataklıklar arkasında görünen bir denizi, çamur içinde bir çeşmeye teşbihi ve Arapça hem çeşme, hem güneş, hem göz mânâsında olan kelimesi, esrar-ı belâgatçe gayet mânidar ve münasiptir. HAŞİYE Zülkarneyn’in nazarında uzaklık cihetiyle öyle göründüğü gibi, Arş-ı Âzamdan gelen ve ecrâm-ı semâviyeye kumanda eden semâvî hitab-ı Kur’ânî, bir misafirhane-i Rahmâniyede sirac vazifesini gören musahhar güneşi Bahr-i Muhit-i Garbî gibi bir çeşme-i Rabbânîde gizleniyor demesi, azametine ve ulviyetine yakışıyor ve mucizâne üslûbuyla denizi hararetli bir çeşme ve dumanlı bir göz gösterir; ve semâvî gözlere öyle görünür.
Elhasıl: Bahr-i Muhit-i Garbîye “çamurlu bir çeşme” tabiri, Zülkarneyn’e nisbeten uzaklık noktasında o büyük denizi bir çeşme gibi görmüş. Kur’ân’ın nazarı ise herşeye yakın olduğu cihetle, Zülkarneyn’in galat-ı his nev’indeki nazarına göre bakamaz. Belki Kur’ân semâvâta bakarak geldiğinden, küre-i arzı kâh bir meydan, kâh bir saray, Bazen bir beşik, Bazen bir sayfa gibi gördüğünden, sisli, buharlı, koca Bahr-i Muhit-i Atlas-ı Garbîyi bir çeşme tabir etmesi, azamet-i ulviyetini gösteriyor.
İKİNCİ SUALİNİZ: Sedd-i Zülkarneyn nerededir? Ye’cüc, Me’cüc kimlerdir?
Elcevap: Eskiden bu meseleye dair bir risale yazmıştım. O vaktin mülhidleri onunla mülzem olmuşlardı. Şimdilik hem o risale yanımda yoktur, hem kuvve-i hafızam tatil-i eşgal etmiş, yardım etmiyor. Hem Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında bir nebze bu meseleden bahsedilmiş. Onun için, bu meselenin yalnız iki üç nüktesine gayet muhtasar bir işaret edeceğiz. Şöyle ki: Ehl-i tahkikin beyanına göre, hem Zülkarneyn ünvanının işaretiyle, Yemen padişahlarından, Zülyezen gibi zü kelimesiyle başlayan isimleri bulunduğundan, bu Zülkarneyn, İskender-i Rumî değildir.
Belki Yemen padişahlarından birisidir ki, Hazret-i İbrahim’in zamanında bulunmuş ve Hazret-i Hızır’dan ders almış. İskender-i Rumî ise, Milâttan takriben üç yüz sene evvel gelmiş, Aristo’dan ders almış.
Tarih-i beşerî, muntazam surette üç bin seneye kadar gidiyor. Bu nâkıs ve kısa tarih nazarı, Hazret-i İbrahim’in zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafevâri, ya münkirâne, ya gayet muhtasar gidiyor.
HAŞİYE
deki tabiri, esrar-ı belâgatçe lâtif bir mânâyı remzen ihtar ediyor. ?öyle ki: “Semâ yüzü, güneş gözüyle zeminin yüzündeki cemâl-i rahmeti seyirden sonra, zemin dahi deniz gözüyle yukarıdaki azamet-i İlâhiyeyi temâşâyı müteakip o iki göz birbiri içine kapanırken, rûyi zemindeki gözleri kapıyor” diye, mucizâne bir kelime ile hatırlatıyor ve gözler vazifesine paydos işaretine işaret ediyor.
Bu Yemenî Zülkarneyn, tefsirlerde eskiden beri İskender namıyla iştiharının sebebi, ya o Zülkarneyn’in bir ismi İskender’dir ki, İskender-i Kebir ve Eski İskender’dir. Veyahut, âyât-ı Kur’âniyenin zikrettiği hâdisât-ı cüz’iyeler, küllî hâdisâtın uçları olduğu cihetle, Zülkarneyn olan İskender-i Kebirin nübüvvetkârâne irşâdâtıyla akvâm-ı zâlime ile milel-i mazlume ortasında hâil ve gaddarların garetlerine mâni olacak meşhur Sedd-i Çin’in binasını kurduğu gibi; İskender-i Rumî misilli müteaddit cihangirler ve kuvvetli padişahlar maddî cihetinde, ve mânevî âlem-i insaniyetin padişahları olan bir kısım enbiya ve bazı aktab dahi mânevî ve irşadî cihetinde, o Zülkarneyn’in arkasında gidip, iktidâ edip, mazlumları zalimlerden kurtaracak çarelerin mühimlerinden olan dağlar ortalarında sedleri, HAŞİYE sonra dağlar başlarında kaleleri kurmuşlar. Ya bizzat maddî kuvvetleriyle veyahut irşad ve tedbirleriyle tesis etmişler. Sonra, şehirlerin etrafında surları ve ortalarında kaleleri, tâ son çare olan kırk ikilik topları ve kale-i seyyar gibi diritnavtları yapmışlar. Hattâ rû-yi zeminin en meşhur seddi ve kaç günlük uzak bir mesafe tutan Sedd-i Çin’i, Kur’ân lisanıyla Ye’cüc ve Me’cücün ve tabir-i diğerle tarih lisanında Mançur ve Moğol denilen ve âlem-i beşeriyeti kaç defa zîrüzeber eden ve Himalaya Dağlarının arkasından çıkan ve şarktan garba kadar harap eden akvâm-ı vahşiye ve garetkâr milletlerin Hint ve Çin’deki akvâm-ı mazlumeye tecavüzlerini durdurmak için, o Himalaya silsilelerine yakın iki dağ ortasında uzun bir sed yaptığı ve o akvâm-ı vahşiyenin kesretle hücumlarına çok zaman mâni olduğu gibi, Kafkas dağlarında, Derbent cihetinde yine çapulcu, garetgîr akvâm-ı Tatariyenin hücumunu durdurmak için, Zülkarneyn-misal eski İran padişahlarının himmetiyle sedler yapılmıştır. Bu neviden çok sedler var. Kur’ân-ı Hakîm, umum nev-i beşerle konuştuğu için, zâhiren bir hadise-i cüz’iyeyi zikredip, umum o hadiseye benzer hâdisâtı ihtar ederek konuşuyor. İşte bu nokta-i nazardandır ki, Sedde ve Ye’cüc ve Me’cüce dair rivayetler ve akvâl-i müfessirîn ayrı ayrı gidiyor.
Hem Kur’ân-ı Hakîm, münâsebât-ı kelâmiye cihetinde, bir hadiseden uzak bir hadiseye intikal eder. Bu münâsebâtı düşünmeyen zanneder ki, iki hadisenin zamanları birbirine yakındır. İşte, Seddin harabiyetinden kıyametin kopmasını Kur’ân’ın haber vermesi, kurbiyet-i zaman cihetiyle değil, belki münâsebât-ı kelâmiye cihetinde iki nükte içindir:
HAŞİYE
Rû-yi zeminde mürur-u zamanla dağ şeklini almış, tanınmayacak bir surette gelmiş çok sun’î sedler vardır.
Yani, bu sed nasıl harap olacak, öyle de dünya harap olacaktır. Hem nasıl ki fıtrî ve İlâhî sedler olan dağlar metindir, ancak kıyametin kopmasıyla harap olurlar. Öyle de, bu sed dahi dağ gibi metindir, ancak dünyanın harap olmasıyla hâk ile yeksân olabilir, inkılâbât-ı zaman tahribat yapsa da çoğu sağlam kalır demektir. Evet, Sedd-i Zülkarneyn’in külliyetinden bir ferdi olan Sedd-i Çinî binler sene yaşadığı halde daha meydanda duruyor. İnsanın eliyle zemin sayfasında yazılan mücessem, mütehaccir, mânidar, tarih-i kadimden uzun bir satır olarak okunuyor.”[7]
*”Dördüncü Mesele :
Sedd-i Zülkarneyndir.
Nasıl bildin ki, birşeyin vücudunu bilmek, o şeyin keyfiyet ve mahiyetini bilmekten ayrıdır. Hem de bir kaziye çok ahkâmı tazammun eder. O ahkâmın bazısı zarurî ve bazısı dahi nazarî ve muhtelefün fîhâdır.
Hem de malûmdur: Bir müteannid ve mukallid bir sâil, imtihan cihetiyle, bir kitapta gördüğü bir meseleyi, eğerçi bir derece de muharref olsa, bir adamdan sual etse, tâ gaybda olan malûmuna cevap verse, o cevap iki cihetle doğrudur: Ya doğrudan doğruya cevap verse; veyahut sâil-i müteannidin malûmuna ya bizzat veya teville cevab-ı muvafık veriyor. İkisi de doğrudur. Demek bir cevap, hem vâkii razı eder, zira haktır; hem sâili ikna eder. Zira eğerçi murat değilse, malûmuna tatbik eder. Hem makamın hatırını dahi kırmıyor. Zira cevapta ukde-i hayatiyeyi derc eder ki, makasıd-ı kelâm ondan istimdad-ı hayat eder.
İşte cevab-ı Kur’ân dahi böyledir. Bundan sonra zarurî ve gayr-ı zarurîyi tefrik edeceğiz. İşte, cevab-ı Kur’ânîde mefhum olan zarurî hükümler ki, inkârı kabul etmez, şudur:
Zülkarneyn müeyyed min indillah bir şahıstır. Onun irşad ve tertibiyle, iki dağ arasında bir sed bina edilmiştir: zâlimlerin ve bedevîlerin def-i fesatları için… Ve Ye’cüc-Me’cüc, iki müfsit kabiledirler. Emr-i İlâhî geldiği vakit sed harap olacaktır, ilâ âhirihî. Bu kıyasla, ona Kur’ân delâlet eden hükümler, Kur’ân’ın zaruriyatındandırlar. Bir harfin inkârı dahi kabil değildir. Fakat o mevzuat ve mahmulâtın keyfiyatlarının teşrihatları ve mahiyetlerinin hududu ise, Kur’ân onlara kat’iyyü’d-delâlet değildir. Belki “Âmm hâssa, delâlet-i selâseden hiçbirisiyle delâlet etmez” kaidesiyle ve mantıkta beyan olunduğu gibi, “Bir hüküm, mevzu ve mahmulün vech-i mâ ile tasavvur etmek, kâfi olduğu”nun düsturuyla sabittir ki, Kur’ân onlara delâlet etmez. Fakat kabul edebilir. Demek o teşrihat, ahkâm-ı nazariyedendir. Başka delâile muhavveldir. İçtihadın mazannesidir. Onda tevil için mecal vardır. Muhakkikînin ihtilâfatı, nazariyetine delildir. Fakat vâ esefâ! Cevabın suale her cihetle lüzum-u mutabakatın tahayyülüyle, sualdeki halele ehemmiyet vermeyerek, cevabın zarurî ve nazarî olan hükümlerini, birden me’haz-i sâilden ve menbit-i sualden hûşeçîn olup, alıp müfessir oldular. Yok, belki müevvil, yok belki mâsadakı mânâ yerine mânâ gösterdiler. Yok, belki mâsadakı olmak caiz ve bir derece mümkün olan şeyi, medlûl ve mefhum olarak tevil ettiler. Halbuki, Üçüncü Mukaddemenin sırrıyla zahirperestler kabul ederek ve muhakkikîn dahi hikâyat gibi ehemmiyetsiz olduğundan tenkitsiz şu tevili dinlediler. O teşrihatı, muharref olan Tevrat ve İncil’de olduğu gibi kabul ederse, akide-i Ehl-i Sünnet ve Cemaatte olan mâsumiyet-i enbiyaya muhalefet oluyor. Kıssa-i Lût ve Davud Aleyhimesselâm, buna iki şahittir.
Vakta ki, keyfiyette içtihad ve tevilin mecali vardır. Ben de bitevfikillâh derim: İtikad-ı câzim, Hüdâ ve Peygamberimizin muratlarına kat’iyen vaciptir; zira zaruriyat-ı diniyedendir. Fakat murat hangisidir, muhtelefün fîhtir. Şöyle:
Zülkarneyn, İskender demem; zira isim bırakmaz. Bazı müfessir melik (lâm’ın kesriyle), bazı melek (lâm’ın fethiyle), bazı nebî, bazı velî, ilâ âhir demişlerdir. Herhalde Zülkarneyn, müeyyed min indillâh ve seddin binasına mürşid bir şahıstır. Amma sed ise, bazı müfessir sedd-i Çin ve bazı müfessir “Başka yerde cebelleşmiş” ve bazı müfessir “Sedd-i mahfîdir; inkılâp ve ahval-i âlem setreylemiştir” ve bazı ve bazı, demişlerdir, demişlerdir… Herhalde müfsidlerin def-i şerleri için bir redm-i azîm ve cesîm bir duvardır.”akvam-ı şarkiye-i şimalî” ve bazı dahi, “benî Âdemden bir cemiyet-i azîme, dünya ve medeniyeti hercümerc eden bir taife” ve bazı dahi, “mahlûk-u İlâhîden yerin zahrında veyahut batnında âdemî veya gayr-ı âdemî bir mahlûktur ki, kıyamete, böyle nev-i beşerin hercümercine sebep olacaktır”; bazı ve bazı ve bazı dediklerini dediler… Nokta-i kat’iye ve cihet-i ittifakî budur: Ye’cüc ve Me’cüc, ehl-i garet ve fesad ve ehl-i hadâret ve medeniyete, ecel-i kaza hükmünde iki tâife-i mahlûkullahtır.
Amma harabiyet-i sed; bazı, kıyamette ve bazı, kıyamete yakın ve bazı, emaresi olmak şartıyla uzaktır ve bazı, harap olmuştur. Fakat dekk olmamış. Kıyle’ler çok. Herhalde nokta-i ittifak, seddin inhidamı, yerin sakalına bir beyaz düşmek ve oğlu olan nev-i beşer de ihtiyar olmasına bir alâmettir. Eğer bu müzakeratı muvazene ve muhakeme etmişsen caizdir, tecviz edesin, sedd-i Kur’ân, sedd-i Çindir ki, çok fersahlarla uzun ve acaib-i seb’a-i meşhureden bir müeyyed min indillâhın irşadıyla bina olunmuş, o zamanın ehl-i medeniyeti, ehl-i bedeviyetin şerlerinden temin eylemiştir.
Evet, o vahşîlerden Hun kabilesi Avrupa’yı hercümerc ettiği gibi, onlardan Moğol taifesi de Asya’yı zîr ü zeber eylemiştir. Sonra seddin harabiyeti kıyamete alâmet olur. Bahusus dekk, ondan başkadır. Peygamber, “Eşrat-ı saattenim. Ben ve kıyamet bu iki parmak gibiyiz” dese, neden istiğrab olunsun ki, harabiyet-i sed, zaman-ı saâdetten sonra alâmet-i kıyamet olsun?
Hem de seddin inhidamı, ömr-ü arza nispeten, yerin yüzünde ihtiyarlıktan bir buruşukluktur. Belki, tamam-ı nehara nispeten vakt-ı ısfırar gibidir-eğerçi binler sene de fâsıl olsa… Kezalik Ye’cüc ve Me’cücün ihtilâlleri, nev-i beşerin şeyhuhetinden gelme bir hummâ ve sıtması hükmündedir.
Bundan sonra On İkinci Mukaddeme’nin fatihasında bir tevil-i âhar sana feth-i bab eder. Şöyle: Kur’ân hısas için kasası zikrettiği gibi, ukad-ı hayatiye hükmünde ve makasıd-ı Kur’âniyeden bir maksadına münasip noktaları intihap ve rapt-ı maksada ittisal ettiriyor. Eğerçi hariçte ve husulde birbirinin narı veya nuru birbiriyle görünmediği halde, zihinde ve üslûpta teânuk ve musahabet edebilirler. Hîna ki, kıssa hisse içindir. Sana ne lâzım teşrihatı nasıl olursa olsun, sana taâlluk edemez. Kendi hisseni al, git. Hem de Onuncu Mukaddemeden istizhar et. Göreceksin: Mecaz mecaza kapı açar, (“Nihayet gün batısına vardı ve güneşin hararetli ve çamurlu bir çeşme suyunda gurub ettiğini gördü.” Kehf Sûresi, 18: 86. )zâhirperestleri dışarıya sürüyor.
Malûm olsun ki, esâlîb-i Arapta tecellî eden hüccetullahın miftahı, yalnız istiare ve mecaz üzerine müesses ve asl-ı i’câz olan belâgattir. Yoksa, şöhret sebebiyle yalancı hadsle lâkîta olunan ve rızaları olmadığı halde esdâf-ı âyâtta saklanan boncuklar değildir. İstersen Onuncu Mukaddemenin Hâtimesini istişmamla zevk et. Zira, hitamı misktir. Ve içinde baldır. Hem de caizdir ki, meçhulü’l-keyfiyet olan sed, başka yerde sair alâmât-ı kıyamet gibi mestur ve kıyamete kadar bakî ve bazı inkılâbatıyla meçhul kalarak kıyamette harap olacaktır.
İşaret
Malûmdur: Mesken, sakinlerinden daha ziyade yaşar. Kale, ehl-i tahassundan daha ziyade ömrü uzundur. Sükûn ve tahassun, vücudunun illetidir, beka ve devamına değildir. Beka ve devamına olsa da, istimrar ve adem-i hulüvvü iktiza etmez. Birşeydeki garazın devamı, belki terettübü, o şeyin devamının zaruriyatından değildir. Pek çok binalar süknâ veya tahassun için yapılmışken, hâvî ve hâlî olarak ortada muallâk kalıyor. Bu sırrın adem-i tefehhümünden, tevehhümlere yol açılmıştır.
Tenbih :
Şu tafsilden maksat; tefsiri te’vilden, kat’îyi zannîden, vücûdu keyfiyetten, hükmü etrafın teşrihatlarından, mânâyı masadaktan, vukuu imkândan temyiz ve tefrikle bir yol açmaktır. “[8]
MEHMET ÖZÇELİK
15-06-2016
[1] http://www.tesbitler.com/2015/01/01/a-h-i-r-e-t-a-h-v-a-l-i/
[2] http://meal.ihya.org/kurandan-ayetler/kuranda-gecen-zu-l-karneyn-ile-ilgili-ayetler.html
http://ahirzaman.net/kehf_suresi06.html
[3] http://zulkarneynseddi.blogcu.com/hadis-i-seriflerde-zulkarneyn-seddi/10368640
http://zulkarneynseddi.blogcu.com/-ZULKARNEYN+SEDDININ+DEGERLENDIRILMESI
https://www.youtube.com/results?search_query=z%C3%BClkarneyn
[4]http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Home&SubSection=Search&Command=Results&where=Kulliyat&TextAny=z%FClkarneyn
[5] Mektubat, Sayfa 467.
[6] Emirdağ Lahikası, Sayfa 30, Emirdağ Lahikası, Sayfa 90,
[7] Lem’alar, Sayfa 111-3.
[8] Muhakemat, Sayfa 58.Bak. http://www.sorularlarisale.com/index.php?q=z%C3%BClkarneyn&submit=&s=ara_google
EN’AM-46-.
EN’AM-40
YENİ HOCALAR ÇIKARILACAK… ARANIYOR…
YENİ HOCALAR ÇIKARILACAK… ARANIYOR…
*Hadis ve bazı dinin hükümlerini inkar edenler, mensublarını bu hareketleriyle pervasızlaştırıyorlar.
Cahil cesur olur, kabilinden cesaret veriyorlar.
Ahmak cesareti.
Kartal yavrusunu kartal gösteriyor. Benim ondan ne farkım varmış, deyip adeta civciv iken kendisini aynada şahin görüyor. Zira onun sahip olduğu kanat gibi organlara ben de sahibim, diyor.
* Hadislerin anlaşılıp da tahlil edilmesi yoluna gidilmeden direkmen akla sığmadığı sığlığı ve seviyesizliğiyle direkmen inkar yoluna gidilmektedir.
Güzel olan husus ise, bütün bu redlere rağmen, doktora tezleri olarak bu konularda araştırmalar yapılmış ve de yapılmaktadır.
*********************
Şefaatı inkar edenlerin delil olarak ileri sürdükleri ayetlerden mesela, Bakara 48, 123. Ayetler Yahudiler hakkındadır.
Şuara. 100-101.ayetler kafirler hakkındadır.
Müddessir.42-48. Ayetler ahireti inkar edenler hakkındadır.
Oysa şefaat ehli iman hakkındadır.
O ayetler ise; Bakara.255, Meryem.87, Taha.109, Enbiya.28.
Şefaat konusu ile ilgili hadisler ise gayet çoktur.
-Şefaat yok diyene, şefaat yok.Risale-i Nurlarda da bu konuya değinilmiştir.[1]
*Ebu Bekir El Beyhaki (384-458 h/994-1066 m) “Şuabul İman” adlı eserinde Ebu Harb El Hilali kanalıyla bu bedevinin kıssasını zikreder:
“Ebu Ali Er Ruzberi- Amr bin Muhammed bin Amr bin El Huseyn bin Bekiyye -Şükr El Herevi – Yezid Rekkaşi – Muhammed bin Revh bin Yezid El Basri kanalıyla Ebu Harb El Hilali şöyle demiştir: Bir bedevi haccetti daha sonra Resulullah’ın – sallallahu aleyhi ve sellem -mescidinin kapısına geldiği zaman hayvanını çöktürüp bağladı. Sonra Mescide girdi, kabre yürüdü. Resulullah’ın – sallallahu aleyhi ve sellem – Yüzü hizasında durdu ve dedi: Babam anam sana feda olsun ya Resulullah. Günah ve hatalarımla sana geldim. Senden Rabbin katında şefaat etmeni istiyorum. Çünkü Yüce Allah kitabının açık ayetinde buyurur: “…Eğer onlar nefislerine zülüm ettikleri zaman, senin yanına gelip Allah’tan bağışlanma dileseydiler ve resul da onlar için bağışlanma dileseydi. Allah’ı tövbeleri kabul eden, merhametli olarak görürdüler.” (En-Nisa: 4/64) Babam anam sana feda olsun, sana günah ve hatalarımla geldim. Senden Rabbin katında benim günahlarımı bağışlaması ve hakkımdaki şefaatini kabul etmesi için şefaat etmeni istiyorum. Sonra şöyle diye diye insanların arasına karıştı: Ey kemikleri bu ovada defnedilenlerin en hayırlısı Onların güzel kokusundan ova ve tepeler hep güzelleşmiştir Senin bulunduğun kabre benim canım feda olsun Orada iffet, cömertlik ve şeref vardır.”[2]
*“Emîrü’l-Mü’minîn Ebû Ca’fer Mansûr, Hz. Peygamber’in Mescidinde İmâm Mâlik ile tartışmıştı, İmâm Mâlik, Halîfe Mansûr’a: “Bu Mescid’de yüksek perdeden konuşma. Çünkü Allahu teala:
“Ey iman edenler, seslerinizi peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa çıkar-gider.” (49 Hucurât 2) buyurarak bir grubu te’dîb etmiş, diğer bir zümreyi: “Şüphesiz, peygamberin yanında seslerini alçak tutmakta olanlar; işte onlar (var ya), Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır.” (49 Hucurât 3) diyerek överken bir başka topluluğu da: “Şüphesiz, hücrelerin ardından sana seslenenler de (var ya), onların çoğu aklını kullanmıyorlar.” (49 Hucurât 4) diye zemmetmişti. Şüphesiz Hz. Peygamber’e vefatından sonra yapılacak hürmet, aynen sağlığında yapılan gibidir”. Ebû Ca’fer, bunları kabul edip sordu: “Ey Ebâ Abdillâh, Kabe’ye yönelerek mi, yoksa Resûlüllah’a yönelerek mi dua edeyim?” İmâm Mâlik cevap verdi: “Resûlüllah Efendimiz kıyamet gününde Allah’a senin ve ceddin Âdem’in vesilesi iken niçin O’ndan yüzünü çevirecekmişsin?! Hayır, Resûlüllah’a yönel ve O’ndan şefaat talep et ki, Allahu teala O’nu sana şefaatçi kılsın. Zâten Allahu teala da şöyle buyurur: “Biz her rasulü ancak Allah’ın izni ile kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan hemen bağışlanma dileseler, rasul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.” (4 Nisa 64)”
************************
İnsanların tek bir nefisten yaratıldığına dair ayetlerde;
-“Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah’tır. O, eşini kucaklayıp sarılınca (ona yaklaşınca), eşi hafif bir yük yüklendi (hâmile kaldı). Bir müddet böyle geçti, derken yükü ağırlaştı. O vakit ikisi birden Rableri olan Allah’a şöyle dua ettiler: “Eğer bize salih bir evlat verirsen, biz muhakkak şükredenlerden olacağız.” (A’raf, 7/189)
-“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının…” (Nisâ, 4/1)
-“Bütün çiftleri yaratan Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir.” (Yasin, 36/36)
–“Şüphesiz Allah Âdem’i seçerek üstün kıldı.” (Âli İmran, 3/33).
“Allah Ademi topraktan yarattı. Sonra ona ‘ol’ dedi ve o da oluverdi.” (Âli imran, 3/59)
-“Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın.” (Bakara, 2/35; A’raf, 7/19)
***********************
Giden hocaların yerine yeni hocalar aranıyor.
Aman dikkat.
-Deşifre olan veya falsoları ortaya çıkıp, tabiri caizse ne mal oldukları anlaşılanların yerine yenileri bulunup devreye konulmaktadır.
*Bazen Adem-e baba aranırken, bazen de insanların toplu olarak yaratıldığından dem vurulmaktadır.
Hz. Ademin babasız olduğunun bir delili de;” Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.” ALİ İMRAN-59, derken, İsanın babasız olduğuna işaret ettiği gibi, Hz. Ademin de İsa gibi babasız hatta aynı zamanda annesiz olarak da yaratılmış olduğunu ifade etmektedir.
Ve aynı zamanda Hz. Âdemin bir babadan değil, topraktan yaratıldığını ifade etmektedir.
******************
Papa II. John Paul neredeyse 100 yıldır uygulanmayan bir “Papalık Hakkını” da bu atamalarda kullanmıştı. Vatikan terminolojisinde “in pectore” diye bilinen bu uygulamaya göre Papa 20 Kardinaline ek olarak iki de “in pectore” yani GİZLİ Kardinal atamıştı. Söz konusu sözcük Latince “Kilisenin bağrına bastığı gizli evladı” anlamına gelmektedir.
Diğer bir anlatımla “in pectore” ile yıllardır Vatikan’ın “gizli” hizmetinde çalışan ve/fakat KENDİ ÜLKESINDE KİMLİĞİNİ GİZLEYEN BAŞKA DİNE MENSUP iki kişi şu anda Vatikan’da Kardinal yapılmış bulunuyorlar. Papanın özel “Audiance=Görüşme” yapmasından sonra Kardinalliğe getirmeye uygun gördüğü bu kişilerin kim oldukları şu anda Papa dahil sadece 7 kişi tarafından biliniyor. Geleneğe göre Papanın bu şahısların kimliklerini ölümünden önce açıklaması gerekiyor, yoksa bu kişilerin “in pectore” statüleri kimlikleri açıklanmadan sürecek.
Yıllardır Vatikan’ın isteklerini yerine getirerek “Gizli Katolik” olarak çalıştıkları ve bizzat Papanın dediğine göre gerçek kimliklerinin açıklanması halinde ihanetleri nedeniyle kendi ülkelerinde ÖLDÜRÜLEBILECEKLERİ ihtimali bulunan bu iki kişi acaba kimdir?
Bunlardan birinin Çin Halk Cumhuriyetindeki bir din adamı olduğu tahmin ediliyor. Diğeri de acaba Orta Doğu’dan Müslüman bir lider, kral ve/veya bir din adamı mıdır? Soğuk savaş yıllarında CIA hesabına çalıştığı bilinen Papa II. John Paul’un Vatikan’daki Mafyası OPUS DEI’nin Orta Doğu’da hangi liderlerle kol kola ve sermayesiyle iç içe olduğu biliniyor. Birkaç yıl içinde çok hazin bir “ALDANIŞ’la karşılaşmasınlar diye Orta Do-ğu’nun Müslümanları bu soruyu kendilerine sorsalar iyi ederler, kanısındayım…”[3]
*****************
“Rivayetler, Deccal’ın dehşetli fitnesi islâmlarda olacağını gösterir ki, bütün ümmet istiaze etmiş. Bunun bir te’vili şudur ki: İslâmların Deccal’ı ayrıdır. Hatta bir kısım ehl-i tahkik, İmam-ı Ali’nin (R.A.) dediği gibi demişler ki: Onların Deccal’ı, Süfyan’dır. İslâmlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin Büyük Deccal’ı ayrıdır. Yoksa büyük Deccal’ın cebr u ceberut-u mutlakına karşı itaat etmiyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz.” (Şualar, 585)
“Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor” diye rivayetlerden anlaşılıyor.” (Şualar, 596)
“Hem büyük Deccalın, hem İslâm Deccalının üç devre-i istibdadları manasında üç eyyam var. Bir günü; bir devre-i hükümetinden öyle büyük icraat yapar ki, üç yüz sene yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi adileşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır.” diye, gayet yüksek bir belağatla ümmetine haber vermiş.” (Şualar, 587)
“Rivayette var ki: “Süfyan büyük bir âlim olacak, ilim ile dalalete düşer. Ve çok âlimler ona tabi olacaklar.”
Vel’ilmu indallah, bunun bir te’vili şudur ki: “Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekavetiyle ve fenniyle ve siyasi ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok âlimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine tarafdar eder ve din derslerinden tecerrüd eden maarifi rehber edip tamimine şiddetle çalışır.” demektir.” (Şualar, 585)[4]
******************
Hz. İsa ve Hz. Aliyi farklı olan ne gibi bir özelliği vardı ki, onları ilah makamına oturttu.
-Bu gün başta Türkiye olmak üzere yapılmaya çalışılan sinsi olay; Alisiz Alevilik gibi, Muhammedsiz Kur’an, Muhammedsiz din, Peygamber efendimizi devre dışı bırakmak amacıyla, Kur’an islamı, – Muhammedsiz İslam- adıyla bir düşünce yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.
Daha sonrasında ise, Kur’ana şüphe düşürmek amacıyla, şiadaki gibi Kur’anın altı bin küsür değil de, on yedi bin civarında olduğu yafta ve safsatası yayılmaya çalışılmaktadır.
Bir batılı Hristiyan yazarının da ifade ettiği gibi, -Biz tüm gayretlerimizle Muhammedin peygamber olmadığına çalıştık. Eğer başarsaydık, Kur’anında gerçek olmadığı ve önceki kitaplardan alınma olduğu üzerinde duracaktır.
Dün batı dünyasının Peygamber Efendimizi devre dışı bırakma çabasını, bu gün içimizdeki temsilcileri sürdürmektedirler.
-Bu gün mevcut olan en eski incil dört asır öncesine ait iken, Kur’anın ilk nüshası elimizde mevcuttur.
******************
Erzurumlu İbrahim Hakkı (1194/1780) şöyle der:
“Allah bütün yaratıklardan evvel, bazı rivayetlere göre, kendi nurundan latif ve azim bir cevher var edip, ondan bütün kainatı bir tertip içinde yavaş yavaş yarattı. Buna ilk cevher, Nur-i Muhammedi, Levh-i Mahfuz, akl-ı kül, izafi ruh adını verirler ki, bütün ruhların ve cisimlerin başlangıcı ve kaynağı bu cevherdir. [5]
-İbn Abbas’ın (r.anh) gelen bir rivayette Peygamber (s.a.v); ‘Alah ‘ın yarattığı şeylerin ilki kalemdir. Elif ve lam harflerinden önce Allah onu hece harfinden yarattı. O da, nurdan bir kalem olarak şekillendi . .. ” buyurmuştur.[6]
-“Ben, Adem ‘in yaratılmasından dört bin sene önce, Rabb’imin huzurunda bir nurdum,” hadisini zikretmiştir. [7]
****************
Günümüzdeki temsilcilerine, “Uydurulan Din ve İndirilen Din” adıyla yayınladıkları ve her bir konusu için geniş çaplı reddiyeler yazılabilecek mahiyette olan “Kuran Araştırmaları Grubu” adındaki bir oluşumu örnek verebiliriz. Zira onlara göre: “Hadissiz yalnız Kur’an’lı İslam baştan beri var olan İslam’dır. Bilakis hadisler, sonradan türemiş ve din diye yutturulmuşlardır” [8]
-Bu fikri benimseyeıılere göre, peygamberimize aidiyetinde şüphe olmayan hadislerin sayısı 30’u geçmemektedir ve Ebu Hanife’ye göre de bu rakam 17’dir. [9]
-Günümüzde de bu fikri benimsediği anlaşılan bazı ilim adamlarının değişik basın-yayın araçlarında sık sık “sahih hadis/sahih sünnet/gerçek sünnet’in dışındaki hadislerin hiçbir değeri haiz olmadıkları” yönündeki beyanına rastlamak mümkündür (Mesela bkz: Yaşar Nuri Öztürk, “Yeniden Yapılanmak Üstüne” adlı makale, Star gazetesi, 19.01.2003; “Nasıl Bayramlaşalım” adlı makale, aynı gazete, ( 06.12.2002). Hatta Öztürk: “Hz Muhammed, hayatı boyunca hiçbir sözünün kayda geçirilmesine müsaade etmemiş, birinci ve ikinci halifeler Ebu Bekir ve Ömer de aynı tavrı korumuşlardır. Daha sonraki zamanlarda, ortalığı saran kavga ve karmaşa yüzünden aynı titizlik gösterilmemiş, siyasal çıkarların dine dayandırılması süreci hızlandığı için de Peygambere isnad edilerek binlerce yalan uydurulmuştur” diyerek bu tür hadislere sarılanların Kur’andaki İslam’ın dışında ikinci bir İslam peşinde olduklarına işaret etmektedir. [10]
*Muhammed Gazzali, Reşid Rıza’nın; “Bu asırda mikroskop vasıtasıyla tesbit edilip, mikrop olarak isimlendirilen canlı ve görünmez varlıkların, cinlerin bir ceşidi oldukları doğrudur. Bu mikropların bir çok hastalığın sebebi oldukları tespit edilmiştir. Biz de ‘veba’nın, cin çarpmasından ileri geldiğine ilişkin hadisin tevilinde mikropların cin çeşidinden olduğunu söylemiştik” [11] şeklindeki görüşünü naklederek Reşid Rıza ile aynı görüşü paylaşmaktadır.
Gerek Reşid Rıza gerekse Gazzali, bu görüşlerine kelamcıların “Cinlerin; görünmeyen, canlı ve gizli varlıklar (cisimler/ecsam) olduğu”nu söylediklerini delil getirmektedirler.
Konu ile İlgili Hadis:
Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Ebu Musa el-Eş’ari’den nakledilen rivayette Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“(Ümmetimin fenası/yok olması, ta’n ve taun iledir.’ buyurunca, ashab tarafından: ‘Ta’n’ın ne demek olduğunu biliyoruz, peki taun nedir?’ diye sorulur. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi: ‘Cin(ler)den olan düşmanlarınızın dürtmesidir ki, bütün şehidlerde bulunur.” [12]
Yine Müsned’de Ebu Musa el-Eş‘ari’den nakledilen diğer bir rivayette de; (Peygamber (s.a.v.), taunu zikretti ve (taun) ‘Cin(ler)den olan düşmanlarınızın dürtmesidir ki, bu (dürtme) müslümanın şehadetidir.’) şeklinde geçmektedir. [13]
Buradaki ifade, mikrobun bilinmemesinden dolayı, gözle görülmeyen mahluklar ve varlıklar demektir.
-“Mikroplar, Cin Olabilir mi?
Mikropların; aletler (mikroskoplar) vasıtasıyla gözle görülebilen ve incelenebilen, duyularla hissedilebilen maddi varlıklar olduğu günümüzde açıkça anlaşılmıştır. Mikroplar, fiziki alemin birer unsurudur.
Cinler ise manevi varlıklardır, onların somut bir vücutları yoktur. Pozitif ilimlerin fiziki alemleri incelediği dikkate alındığında mikropların görünmesini sağlayan yöntemlerle, metafizik alemin bir parçası olan cinler üzerinde bir araştırma yapıldığı şu ana kadar görülmemiştir. Bu bakımdan mikropları, “cin” olarak yorumlamak mümkün görülmemektedir.
-Mikropların cin olabileceğini savunan bazı çağdaş alimler bulunmakla birlikte çoğunluk bunun aksini savunmaktadırlar.
-Şayet cinlerin bir nev’i şeklinde yorumlanacak olursa o zaman şu sorulara da cevap bulmak gerekecektir:
a- Mikroplar, şuurlu varlıklar mı?
b- Mikroplar, şuurlu varlıklar olarak kabul edilirse o zaman imanla mükellef
olduklarını kabul etmek gerekmez mi?
c- Hz. Peygamber (s.a.v.), şuurlu varlıklar olan insanlara ve cinlere peygamber
(rasulu’s-sekaleyn) olarak gönderilmiştir.( Şibli, Muhammed, Cinlerin Esrarı (Çev.: Muhammed Ferşat), İstanbul 1992, s. 176-180; Gölcük,387; Ateş, s. 36; el-Hac, s. 252–256.) O zaman Hz. Peygamber’in mikropların da peygamberi olduğunu söylemek doğru olmaz mı?
d- Cinler, Kur’an-ı Kerim’e muhatap varlıklardır. Acaba mikroplar da
Kur’an’a muhataplar mı?
e- Mikropların, alet vasıtasıyla incelenebilen ve duyu alemine girmiş varlıklar
olduğu artık tartışma götürmemektedir. O zaman cinlerin de mikroskopla
incelenebileceği söylenemez mi?
f- Mikroplar, çoğu kere ilaçlarla yok edilebilmektedir. Acaba, cinleri de
ilaçlarla insanlardan uzaklaştırmak mümkün mü?
g- Mikroplar üzerinde senelerdir laboratuvarlarda araştırma ve inceleme yapılmaktadır, bundan sonra da yapılmaya devam edilecektir. Acaba, cinler üzerinde de fiziki olarak yapılan bir araştırma var mıdır?
h- Mikropların, maddi özellikleri, çoğalmaları, sebep olduğu hastalıklar ve tedavi yöntemleri üzerinde ilmi eserler yazıldığı halde cinler hakkında da böyle yazılan eserler mevcut mudur?
ı- Cinlerin, insan ve ceşitli hayvan şekillerine girdikleri belirtilmektedir. Bir mikrobun da ceşitli şekillere girdiği henüz tesbit edilmiş mi? ( el-Hac, s. 227–235.)
i- Hz. Süleyman (a.s.), cinleri istihdam etmiş, büyük ve ağır işlerde çalıştırmıştır.( Sebe’, 13–14; Neml, 39; Geniş bilgi için bkz, el-Hac, s. 233.)
Mikropların bu şekilde istihdam edilmesi mümkün müdür?
…hadisi, teşbihi bir anlatım olarak kabul etmek daha doğru olacaktır.[14]
MEHMET ÖZÇELİK
27-05-2016
[1] http://www.hizmetvakfi.org/risaleinur/?s=%C5%9Fefaat
[2] Beyhaki, Şuabul İman: 6/60, no: 3880, Mektebetur Ruşd: 1423/2003.
[3] Aytunç Altındal – Vatikan ve Tapınak Şövalyaleri.sh.71.
[4]https://www.facebook.com/photo.php?fbid=172730473129845&set=a.130946853974874.1073741828.100011786797811&type=3&theater
[5] Erzurumi, İbrahim Hakkı, Marifetname, 1257, s. 5.
[6] Hakim, Ebu Abdillah Muhammed b. Abdillah en-Nisaburi, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn,Beyrut trz., c. II, s. 454. Bu hadisi Hakim el-Müstedrek’inde tahric etmiş ve ‘bu hadisin isnadı sahih olduğu halde Müslim ve Buhari tahric etmedi, ‘ demiştir. Aynı hadisi bazı değişik lafızlarla İbnu Kesir de Taberi’den naklen tahric etmektedir.( Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’lBeyan an Te’vili Ayi’l-Kur’an, Mısır 1321, cüz: 29, s. 10; İbn Kesir, Imaduddin Ebu’I-Fida’ İsmail b. Ömer, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, İstanbul l984, c. VIII, s. 212.
[7] Acluni, Keşfu’l-Hafa, c. I, s. 265, 266. Aynı şekilde Levneki (103.1/1886) de hadisin aslının olduğunu kabul etmiştir. Levneki, Abdulhayy Muhammed Abdulhalim, el-Asaru ‘l-Merfua fi Ahbari ‘l-Mevdua, Beyrut 1984, s. 42.Bak. HZ. PEYGAMBER’DEN İLK YARATILAN ŞEY HAKKINDA RiVAYET EDİLEN HADiSLER IŞIGINDA HAKİKAT-İ MUHAMMEDİYE.Dr. Rifat OKUDAN.
[8] Bkz: Kur’an Araştırmalan Grubu, Uydurulan Din ve İndirilen Din, Ozan Yayıncılık, İst. 2000, s. 65
[9] Bkz: Yaşar Nuri Öztürk,Cevap Veriyorum (Gerçek Dini Arayanlada Başbaşa), Yeni Boyut Yay., İst. 200ı, s. 156-160; Kur’an’daki İslam, İst. ı995, s. 361.
[10] Bkz: Yeniden Yapılanmak Kur’an’a Dönüş, Yeni Boyut Yay., İst. 1996, s. 22-3),Bak. Sahih Dışındaki Hadisleri Reddeden Fikre Eleştirel Bir Yaklaşım.A. Kadir EVGİN.
[11] Reşid Rıza, III, 96–97.
[12] Ahmed b. Hanbel, IV, 395.
[13] Ahmed b. Hanbel, IV, 413.
[14] Bak. Mikroplar Cinlerin Bir Nev‘i mi?:
Bir Hadisle İlgili İki Yorumun Eleştirisi-Adem DÖLEK, Yrd. Doç. Dr.
DİNİME DAHLEDEN BARİ MÜSÜLMAN OLSA
DİNİME DAHLEDEN BARİ MÜSÜLMAN OLSA
Almanlar şimdiye kadar gördüğüm en aşağı bir milletmiş meğer.
Zalim olup, fırınlarda yaktıklarını biliyordum ancak bu kadar bizzat canlı bir vahşete şahit olmamıştım.
Gaz ile arabada çıplak olarak boğduğu, boğarak öldürdüğü insanları görünce kahrolmamak, kahretmemek, hele hele lanet etmemek hiç mümkün değildir.[1]
-Cezayir’in ilk Cumhurbaşkanı olan Ahmet Bin Bella “1492 ile 1800 yılları arasında 100 milyon Afrikalı öldürülmüştür. Bu tarihlerde İngiltere’nin nüfusu 3 milyon, İspanya’nın nüfusu ise 11 milyondur. “ derken, Müslüman olmadan beş yıl önce 1977 yılında yazdığı Medeniyetler Diyaloğu kitabında Roger Garaudy “Batılılar yüz milyonu aşkın Amerika Yerlisini öldürerek dünyada daha önce benzeri görülmemiş bir soykırım yaptı. Bunun ardından üç yüz yıl süren köle ticareti sırasında en az yüz milyon Afrikalıyı öldürerek bir başka akıl almaz soykırımı gerçekleştirdi.“ demiştir.[2]
Nuri Pakdil-in dediği gibi; Soysuzlar, soylular hakkında karar veremez.
Ne gariptir ki, soyu soykırımlarla dolu, soyu lekeli ve bozuk olanlar, bizleri soykırımlarla itham etmektedir.
Bu olaylar insanların kanını, suyunu ve soyunu, südünü de ortaya koymaktadır.
Ermeni soykırımını kaldıran Almanya, soyunu da ortaya koymuş oldu.
-Yüz yıl önce Ermenileri bize karşı kışkırtan Rusya, bu günde Ermenistanı Azerbeycana karşı kışkırtırken, Ukrayna-ya savaşın kapısını mı çalmaktadır?
Şimdilerde ise tüm dünya Ermenistanı kullanmaktadır.
Yoksa Erminiler mi onları kullanmaktadır?
****************
Moskova Radyosu dün akşamki yayınlarında Kızıl Şair Nazım Hikmet Borzecki’in Moskova’ya vardığını ve hava alanında beyanatta bulunurken “beni yaratan Stalindir” diye bağırdığını bildirmiştir. Gene Moskova Radyosu’na göre, kızıl şair, Stalin’i göklere çıkaran şu sözleri de sarf etmiştir:” Gözlerimin ışığını Staline borçluyum, her şeyimi ona borçluyum, o beni yarattı, o beni yaşatıyor.”[3]
-“ Yüzüne tükürülsün diye Nazım Hikmet Borzecki’in resmini 1. sayfasına basan Cumhuriyet gazetesi” [4]
Meğer İçimizde ve dışımızda fotoğrafları çokça basılıp yayınlanacak çok insan varmış!!!
*****************
Bu gün Bizansın çocuklarıyla, Fatihin çocukları netlik kazanmıştır.
Artık Bizansın çocukları kendilerini gizlememektedirler.
Tohum aslına çekermiş.
Asırların içindekileri kustuğu asrımızda, kişilerde içlerindeki kezzapları akıtmaktadırlar.
Bu millete ihanet edenler, bu milletin kanını taşımamaktadırlar.
Bizans tohumu…
Türkiye yüz yıllık maddi-manevi kirinden arınmakta, temizlik faaliyeti yapmaktadır.
MEHMET ÖZÇELİK
04-06-2016
[1] https://www.youtube.com/watch?v=DCpPOB26Bkc
https://www.youtube.com/watch?v=VuaWA0U0QfI
https://www.youtube.com/watch?v=NNgEAXxoS08
https://www.youtube.com/watch?v=7lq0LULut9w
https://www.youtube.com/watch?v=pIUxOSzIG50
https://www.youtube.com/watch?v=WK36tS-cHC8
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=947285115384384&set=pcb.947285668717662&type=3&theater
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=244185349287624&set=p.244185349287624&type=3&theater
http://www.yenisafak.com/dunya/soykirim-uzmanlari-2476036
http://www.soykirimgercegi.com/newsdetail.asp?id=403
http://www.soykirimgercegi.com/newsdetail.asp?id=983
http://m.turkinfo.nl/iste-avrupanin-soykirim-karnesi/10638/
http://asyaahileri.com/bati-nin-soykirim-haritasi-hayli-kabarik_m73.html
http://www.kanalahaber.com/yazar/alper-tan/haclilarin-korkunc-soykirim-tarihi-27158/
http://www.haber7.com/gazeteler/haber/1990513-almanlar-2-milyon-cingeneyi-nasil-oldurdu
[2] http://www.tonbil.com/batinin-katliam-tarihi/
[3] Cumhuriyet, 30 Haziran 1951.
[4] http://www.balkanlar.net/forum/index.php?topic=2197.0;wap2
RAMAZAN AYI VE ORUÇ
RAMAZAN AYI VE ORUÇ
Rahmet ve merhamete muhtaç biz insanlara Ey Rahmet Ayı Ramazan Hoş Geldin…
Oruç;Cenâb-ı Hakkın rızasını gözeterek,ibadet niyetiyle imsak vaktinden yani fecrin tuluundan,güneşin gurubuna kadar olan zaman süresi içerisinde yemekten,içmekten,cinsi muameleden nefsini men etmektir.
Oruç;kıblenin tahvilinden sonra,Hicretin ikinci senesinde,Şaban ayında,Bedir gazasından bir ay ve birkaç gün evvel farz kılınmıştır.
“İslâm öncesi Mekke Arapları,Muhammed (SAM) dahi onlarla beraber,takvimlerinin birinci ayı olan Muharrem ayının 10. günü (Aşura) olmak üzere yılda sadece bir gün oruç tutuyorlardı.”[1]
Ramazan kelimesi hususunda:”1)Hadis-de”Ramazan geldi,ramazan gitti”şeklinde konuşmayınız. Ramazan ayı geldi,ramazan ayı gitti”deyiniz. Çünki Ramazan Allah Taalanın isimlerinden bir isimdir.”demiştir. (Şehrullah,şehru ramazan gibi)
2)Hadiste:”Ramazan ayı Allah’ın kullarının günahlarını yaktığı için,bu ad ile isimlendirilmiştir.”
3)Günahlar,Allah’ın rahmeti karşısında öylesine tükenirler ki adeta yanıp biterler… İşte bu aya bereketiyle bütün günahların yanıp arınması manasında,ramazan adı verilmiştir.[2]
Oruç gizli olduğu için,zahiri ibadetlerden namaz,hac gibi olmadığından,riyadan uzaktır.
Oruçta Cenâb-ı Hak,onun mükafatını ben veririm,bana aittir,buyuruyor ve bunu haber veriyor. O halde büyüklerin büyüklüğüne yakışır bir şekilde ihsanda bulunması gibi,Allah’da şanına yakışır bir şekilde ikram ve atâ’da bulunacaktır.
Oruçla şeytanın yolları kapanır. Hayvani duyguları zayıflatır,ruhani duyguları kuvvetlendirir. Melekiyet kesbeder. Süfli şeylerden uzaklaşır. Faziletlerle donanır ve süslenir.
Allah’a karşı zaaf ve aczini anlar,Cenab-ı Hakkın kudretini bilir ve görür.
Fakirlerin halini anlar ve onlara yardım elini uzatır.
Lokman Hekim oğluna tavsiye eder:”Ey oğul! Karnını doldurduğunda fikrin uyur,hikmet (ilim-fen) söner,gider ve azalar ve organlar ibadetten,kalbin safası ve ince anlayışlılıkla duanın lezzeti ve zikrin tesirinden geri kalır.”
Bu konuda Bediüzzaman Hazretleri;Ramazandaki orucun bir çok hikmetlerinden:”Hem Cenâb-ı Hakkın rububiyetine,hem insanın hayatı içtimaiyyesine,hem hayatı şahsiyesine,hem nefsin terbiyesine,hem niâmı ilâhiyyenin şükrüne bakan hikmetleri var.
… Ramazan-ı şerifteki oruç,hakiki ve halis,azametli ve umumi bir şükrün anahtarıdır.
…İşte ramazanı şerifteki oruç;en gafillere ve mütemerridlere,za’fını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor. Midesindeki ihtiyacını anlar. Zaif vücudu,ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin fir’avunluğunu bırakıp,kemali acz ve fakr ile dergah-ı ilahiye ilticaa bir arzu hisseder ve bir şükrü manevi eliyle rahmet kapısını çalmağa hazırlanır. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise…
…İşte ramazanı şerif adeta bir ahiret ticareti için,gayet karlı bir meşher,bir pazardır. Ve uhrevi hasılat için,gayet münbit bir zemindir. Ve neşv-ü nema-i a’mal için,bahardaki ma-i nisandır. Saltanatı rububiyeti ilâhiyeye karşı ubudiyeti beşeriyenin resmi geçit yapmasına en parlak,kudsi bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan,yemek-içmek gibi nefsin gafletle hayvani hâcatına ve mâlâyani ve hevaperestane müştehiyata girmemek için oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut ahiret ticaretine girdiği için,dünyevi hâcatını muvakkaten bırakmakla,uhrevi bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek;savmı ile,Samediyete bir nevi ayinedarlık etmektir. Evet,Ramazan-ı şerif;bu fani dünyada,fani ömür içinde ve kısa bir hayatta baki bir ömür ve uzun bir hayatı bakiyeyi tazammun eder,kazandırır.
… Demek,beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilacı da oruçtur.
…Onun içindir ki;Ramazan-ı Şerifte mü’minler,derecatına göre ayrı ayrı nurlara,feyizlere,manevi sürurlara mazhar oluyorlar.Kalb ve ruh,akıl sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen,onlar masumane gülüyorlar.”[3]
Ramazan münasebetiyle camilerdeki coşkulu manevi hava,müslümanların arasındaki sohbet,birlik ve beraberlikler,teravih namazlarının huzuru ve zevki ile tüm İslam alemindeki maddi ve manevi hayatlarda birliği sağlayan mayayı oluşturmuş olur.
“Sabreden zafere erer.”hakikatı ramazanda tezahür etmektedir.
Böylece;sevabların artmasıyla adeta bir sevab pazarı oluşturur,maddi-manevi perhize alıştırır.
“Ulemanın cumhuruna göre,sinni büluğa ermeyen çocuklara oruç vacib değildir. Seleften İbni Sirin ile Zühri gibi bazıları müstehab olduğuna kail olmuşlardır. İmam-ı Şafii-de bu tariki içtihadı iltizam ederek;çocuğun oruç tutmağa kudreti bedeniyesi kifayet derecesinde olursa temrin (alıştırmak) için,ibadete alıştırmak için ibadetle emrolunurlar,demiştir. Ve bununda haddini yedi ve on yaş olarak tayin etmiştir. İshak’a göre,oruçla emrin çağı on iki yaştır. İmam-ı Ahmed bin Hanbel’e göre,ondur. Evza-i,çocuğun kuvayı bedeniyesine zaaf arız olmaksızın üç gün arka arkaya oruç tutabilirse,istihbaben oruç tutturulur,demiştir. Eimme-i Malikiyeye göre,çocuk hakkında oruç meşru değildir.”[4]
“Ekvator kuşağı” bölgesinde olanlar”,bu gibi bölgelerde 13 saat 30 dakika kadar oruç tutulmuş olacaktır.”[5]
ORUCUN SAĞLIĞIMIZA SAĞLADIKLARI :
a)Sindirim sistemine etkisi. Bu organlar ailesi ise;ağız ve çenemizdeki tükrük bezlerinden,dil,ağız,yutak,yemek borusu,mide,on iki parmak bağırsağı,karaciğer ve pankreas gibi organlarımıza fayda sağlar.
“Eğer gerçekleri anlıyorsanız her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”[6]
b)Dolaşım sistemlerine olan etkisi. Kan hacmi azalır. Bu olay kalbe ciddi bir rahatlık sağlar. Bir aylık oruç küçük tansiyonun düşmesine sebeb olur.
c)Damarların temiz olmasıyla tahrib ve damar sertliği önlenmiş olur. Böylece böbreklerde sağlığa bununla kavuşmuş olur.
d)Hücreleri en çok etkileyen su dengesi ayarlanmış olur.
e)Sinir sistemleri rahatlar,bunalım ve stresler kalkar.
f)Oruçlu iken karaciğer dinlenmiş olduğundan,kemik iliğinin kan yapmak için ihtiyaç duyduğu maddeleri daha iyi ve sağlıklı hazırlar.[7]
Orucun bu çok yönlü biyolojik hikmetleri nedeni ile zayıflar oruç tutunca şişmanlar,. Aksine şişmanlarda oruç tutunca genel sağlıktaki olumlu etkileri nedeni ile zayıflar,fazla yağlar erir.
Bir yıl boyunca devamlı çalışan vücut,memurun yıllık izini gibi dinlenir.
Hastalıkların çoğu mide hastalığından ileri gelir,oda rast gele yemenin neticesidir. Bundan dolayı doktorların en çok hastalarına yaptıkları tavsiye,perhizdir. Oruç ise,en büyük maddi ve manevi perhizdir.
Tıbbın babası olan İbni Sina,tıb ilmini iki kelimede topladığını ifade ederek;biri,-konuştuğun zaman az konuş-,diğeri ise;yediğin zaman az ye,dört-beş saat geçmeden yeme,çünkü şifa hazımdadır.-der.
Yapılan araştırmalar göstermektedir ki;”Kandaki,oruç tutan bir insanın kanındaki mikrop öldürücü akyuvarların çok daha güçlü olduklarını ve bu akyuvarların kanser hücrelerini yok ettiğini ve kandaki mikropları öldürerek vücut direncini güçlendirdiklerini”[8]ortaya koymaktadır.
– BİR KISSA VE BİR HİSSE
Bir ramazan günü,merhum Cemal Öğüt hoca İstanbul’da bir camide va’z eder. Der:Cemaat bizim hanım çok saftır,inşaallah içinizde değildir,der. Göz gezdirerek,tebessüm eder ve devamla:”Eve gittim ki hanım feryad edip, -Aaah aaah,bu günleri de mi görecektim”deyip duruyor. Sebebini sorduğumda:
-“Kedi iftarlık pideyi yedi.” Bunda şaşılacak ne var hanım,dedim. Bir tane daha alırım. Hanım ise;ekmekte değilim,nasıl olur da bu oruç vakti kedi ekmeği yer,ben buna şaşırıyorum,dedi. Ben de kendisine cevaben dedim:
“Hanım,hayvanlar oruç tutmaz. Hayvanlar namaz kılmaz. Hayvanlar sorumlu değillerdir,dedim de ikna edip,birazda geç kalışım ondandır…
– AYETLERLE ORUÇ –
“Ey iman edenler!Oruç, sizden önce (Adem’den beri) gelip geçmiş ümmetlere yazıldığı (farz kılındığı gibi) size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”[9]
“Oruç size sayılı günler olarak yazıldı. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa,tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da oruç tutmağa güçleri yetmeyenlere fidye gerekir. Fidye,bir fakir doyumu miktardır. Bunun dışında kim gönüllü bir hayır yaparsa,bu kendisi için daha iyidir.. Eğer gerçekleri anlıyorsanız,her güçlüğe rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”[10]
“Ramazan ayı,insanlara yol gösterici,doğruyu ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak kendisinde Kur’an indirilen aydır. Sizden her kim Hilali (Ramazan ayının ilk hilalini) görürse oruç tutsun. (oruca başlasın) Kim o anda hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günler de tutsun. Allah size kolaylık ister,zorluk istemez. O,sayıyı tamamlamanızı,size doğru yolu gösterdiği için Allah’ı tazim etmenizi ister. Umulur ki,şükredersiniz.”[11]
“Kullarım sana,beni sorduğu vakit deki,ben herhalde yakınım. Dua edenin duasını bana dua ettiği anda işitir,ona karşılık veririm. O halde kullarım da benim davetime uysunlar ve bana inansınlar,umulur ki doğru yolu bulurlar.”[12]
“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için birer elbise,sizle onlar için birer elbise gibisiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul etti,sizi bağışladı. Şimdi (ve bundan sonra ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını isteyin (arayın). Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı),siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyin,için,sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde ibadete çekildiğiniz anlarda,kadınlara hiç yaklaşmayın. Bunlar Allah’ın yasak sınırlarıdır. Bu sınırları aşmayın. İşte böylece Allah ayetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.”[13]
(İslâmın ilk zamanlarında farz olan ramazan orucunu tutarken sahur yemeği yoktu. Oruç tutan kimse,akşam orucunu açınca yatsı namazını kılıp uyuyuncaya kadar yer içerdi. Bundan sonra yemek içmek ve kadınlara yaklaşmak haramdı. Bazı müslümanlar dayanamayıp kadınlara yaklaştı. Bazıları da iftardan sonra yorgunlukları sebebiyle hemen uyudukları için,ertesi gün açlık ve susuzluktan baygınlık geçirdiler. Cenâb-ı Allah mü’minlere acıdı ve bu ayeti gönderdi.)[14]
“Oruçlu olarak geçirdiğiniz günler karşılığı olarak şimdi afiyetle yeyin,için.”[15]
“Hiç kimse,onların işlediklerine mükafat olmak üzere saklanmış olan göz aydınlığını bilemez.”[16]
“Sabredenlere mükafatları bol ve hesapsız olarak ödenecektir.”[17]
“Yanlışlıkla olması dışında bir mü’minin bir mü’mini öldürmeğe hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mü’mini öldüren bir kimsenin,mü’min bir köle âzad etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola! (Bu takdirde diyet vermez.) Eğer ölen mü’min olduğu halde,size düşman olan bir toplumdan ise mü’min bir köle âzad etmek lazımdır. Eğer kendileriyle aranızda andlaşma bulunan bir toplumda ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mü’min köleyi âzad etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin,Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşi peşine oruç tutması lazımdır. Allah her şeyi bilendir,hikmet sahibidir.”[18]
“Allah,kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz,fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bununda keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek,yahut onları giydirmek,yahut da bir köle âzad etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun. (Onlara riayet edin) Allah size ayetlerini açıklıyor;umulur ki şükredersiniz.”[19]
“Buna imkan bulamayan kimse (Zıhar cezasına),temas etmeden önce aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen,altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah ve rasulüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah’ın hükümleridir. Kafirler için acı bir azap vardır.”[20]
HADİSLERDE ORUÇ –
-Rasulullah İslamı tarif ederken:”Ramazan
-Orucunu tutmak”diye belirtir.[21]
-“Oruç tutun,sıhhat bulun.”
-“Oruç sabrın yarısıdır.”
-“Oruç bir perdedir,mü’minin sığınacağı kalelerden bir kaledir.
-“Oruç ateşe karşı (sağlam) bir perdedir. Yeter ki yalanla,gıybetle kişi onu yırtmamış olsun.”
-“Oruçlunun uykusu ibadettir,susması tesbihtir,amelleri misliyle kabul edilir,duası makbuldür,günahı affedilir.”
-“Oruçta riya yoktur. Allah taala hazretleri buyurur ki:”Oruç benim içindir,onun mükafatını ben vereceğim,oruçlu yiyecek ve içeceğini benim için bıraktı.”
-“Oruçlunun yanında birisi yemek yeyince melekler ona rahmet okurlar,bu hal,öbürü yemesini bitirinceye kadar devam eder.”
-“Oruçlu için iki sevinç vardır:Biri,orucu açtığı zamanki sevincidir. Diğeri de,rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku (haluf) Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.”(Ebu Hüreyre-den)
-“Oruç perdedir. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin,bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa:”Ben oruçluyum.”desin. (ve ona bulaşmasın)”(Kütüb-ü Sitte imamları)
-“Kıyamet günü olunca,Allah kullarını hesaba çeker,üzerindeki kul haklarını amellerinden karşılar,öyle ki oruç hariç hiçbir şeyi kalmaz. Allah baki kalan hakları kendinden öder ve orucuna dokunmaz,onunla da kulunu cennete koyar.”(İbni Hacer)
-“Kim Allah taala yolunda bir gün tutsa,Allah onunla ateş arasına,genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar.”(Tirmizi)
-“Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır,kimse oradan giremez.”(Buhari-Müslim-Nesa-i),”Oraya kim girerse ebediyyen susamaz.”(Tirmizi)
-“Kim bir oruçluya iftar ettirirse,kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeble oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.”(Tirmizi-İbni Mace)
-“Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır,cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.”(Buhari-Müslim-Nesa-i) (Dünya bir ay boyunca şeytansız bir dünyadır. Ancak onun vekili olan nefis vardır. Oda oruçla susturulursa,şeytani ve süfli hareketler rastlanmayacak veya nadirattan olacaktır.)
-“(Muteber) Oruç, (hep beraber) tuttuğunuz gündekidir. (muteber) İftar, (hep beraber) ettiğiniz gündekidir. (muteber) Kurban, (hep beraber) kurban kestiğiniz gündekidir.”(Tirmizi-Ebu Davud)
-“Oruç,giren şey için,abdest de çıkan şey için bozulur.”(Buhari)
-“Kim oruçlu olduğu halde unutur ve yerse veya içerse orucunu tamamlasın. Çünki ona Allah yedirip içirmiştir.”(Buhari-Müslim-Tirmizi-Ebu Davud)
-“Kim ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse,sanki yıl orucu tutmuş olur.”(Müslim-Tirmizi-Ebu Davud)
-“Sizden kimse,ramazanı bir veya iki gün önceden oruç tutarak karşılamasın. Eğer bir kimse,önceden oruç tutmakta idiyse,orucunu tutsun.”(Buhari-Müslim-Ebu Davud-Nesa-i)
-“Sahur yemeği yeyin,zira sahurda bereket var.”(Buhari-Müslim-Tirmizi-Nesa-i)
-“Bizim orucumuzla ehli kitabın orucunu ayıran fark sahur yemeğidir.”(Müslim-Ebu Davud-Tirmizi-Nesa-i)
-“Biriniz ezanı işitince (yiyip içtiği) kap elinde ise,ihtiyacını görünceye kadar onu bırakmasın.”(Ebu Davud)
-“İnsanlar iftarda ta’cile yer verdikleri müddetçe hayır üzerine devam ederler.”(Buhari-Müslim-Muvatta-Tirmizi)
-(İftar duası)“Allahümme leke sumtü ve ala rızkuke eftartü.”(Allahım! Senin rızan için oruç tuttum ve senin rızkınla orucumu açıyorum.)”(Ebu Davud)
-“Kim sefer sırasında ramazana erer ve bereketinde kendisinin karnını doyuracak yere götürecek bir bineği varsa,nerede olursa olsun orucunu tutsun.”(Ebu Davud)
-“Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse,velisi ona bedel tutar.”(Buhari-Müslim-Ebu Davud)
-“Ramazan ayında,hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın kim bir günlük orucunu yerse,bütün zaman boyu oruç tutsa bu orucu kaza edemez.”[22](Buhari-Tirmizi-Ebu Davud)
-“Kim inanarak ve sevabını Allah’dan umarak ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”(Buhari)
-“Peygamber Efendimiz minbere çıktıklarında üç kere (Evet, öyle olsun manasına) “Amin”dedi. Sebebi sorulduğunda Peygamberimiz:”Cibril bana geldi ve dedi:Kim ki ramazan ayına yetişir (Allah’a isyan ederek,fırsatı değerlendirmeyip tevbe etmez) bağışlanmadan cehenneme girerse;Allah onu rahmetinden uzaklaştırsın. Amin-de,dedi. Bende,amin,dedim.”buyurur.”(Buhari)
-“Karın,hastalığın (yeri,evi ve) aslıdır. Oruç (ve perhiz ise) deva (ve şifanın) aslıdır.”
-“Allah-u taala abid olan gençle,meleklere iftihar eder ve buyurur:Ey benim için şehvetini terk edip gençliğini feda eden genç,sen benim katımda,bazı meleklerim gibisin.”(Tirmizi)
-“Şeytan (ın hilesi),kan,damarda dolaştığı gibi,Adem oğlunda dolaşır,oruç ise onların yollarını daraltır.”(Buhari-Müslim)
-“Ebu Hureyre’den;Rasulullah dedi:”Eğer şeytanlar,Adem oğullarının kalblerinde dolaşmasaydı,onlar,gökler aleminin gizliliklerini görürlerdi.”(İmam-ı Ahmed)
-“Cabir,Enes’den rivayet etti ki,Rasulü Ekrem (SAM) buyurdu:”Beş şey orucu bozar (sevabını azaltır):Yalan konuşmak,Gıybet etmek,Kovuculuk yapmak,Yalan yemin,şehvetle bakmak.” (Bundan dolayı kamil oruç,bütün duygularla tutulan oruçtur. Bunlar:Gözün harama bakmaması,kulağın kötü söz dinlememesi,aklın kötü düşünmemesi,el ve ayakların kötülükte değil,hayırda kullanılması gerekir.)
-“Resul-i Ekrem’in (SAM) zamanında idi ki oruç tutan iki kadın akşama doğru,açlık ve susuzluktan helak olacak vaziyete geldiler;oruçlarını bozmak için müsaade almak üzere Resul-i Ekrem’e bir kişi gönderdiler. Peygamber Efendimiz de bir bardak verdi ve onlara,yediklerini bu bardağa (kaba) kusmalarını söyle buyurdu. Onlardan birisi safi kan ve et kusarak bardağı yarı doldurdu. Diğeri de aynı şekilde kusarak bardağı doldurdular. Bu vaziyetten herkes şaşırmıştı. Peygamber Efendimiz:”Bunlar, Allah taalanın kendilerine helal kıldığı şeyden tuttu ve fakat haram ettiği şey ile iftar ettiler.”buyurdu.
(sonra da bunu açıklayarak) Birisi diğerinin yanına sokuldu ve halkın gıybetini yaptılar. İşte şu gördüğünüz yedikleri insan etleridir.”buyurdu.”(İmam Ahmed)
“Ey gençler topluluğu. Sizden evlenmeye gücü yeten,evlensin. Evlenmeye gücü yetmeyen,oruca devam etsin. Zira o oruç onun için (şehvetten) koruyucudur..”(Nefsini frenleyicidir.)(Buhari-Müslim)[23]
-Vasile bin Esga’dan,İmam Ahmed dedi ki:Rasulullah (SAM) dedi:”İbrahimin suhufu ramazanın ilk gecesinde indi,Tevrat ramazanda tamamlandı,İncil ramazanın 13’de geçti,Allah Kur’an-ı ramazanın 24’de indirdi.”
Suhuf (sahifeler),Tevrat,Zebur,İncil onlardan her biri nebilere toptan indirildi. Amma Kur’an dünya semasında Beytül İzzet’e birden indirildi. Buda ramazan ayında,Kadir gecesinde idi. Daha sonra olaylara göre parça parça indi.”[24]
-İbni Ömerden rivayet edilmiştir:”İslam beş şey üzerine kurulmuştur.Allah’dan başka ilah olmayıp,Muhammed’ in (SAM) Allah’ın rasulü olduğuna şehadet etmek,Namazı kılmak,Zekatı vermek,Ramazan ayının orucunu tutmak,beyti (Kabeyi) haccetmektir.”[25]
-Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir:”Ramazan ayı girdiğinde rahmet kapıları açılır,cehennem kapıları kapanır,şeytanlar zincire vurulur.”
Ebi Ümame’den rivayet edilmiştir:”Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa;Allah onun yüzünü,sahibine itaat eden soylu atın yarış meydanından koşuşu gibi,cehennemden yüz senelik mesafeye ve yere uzaklaştırır.”[26]
-Gündüzleri evine misafirin inip de,dumanının (ocağının) evinde tütmediği görülmeyen,(Devamlı misafiri hazır olan) Ebu Ümame anlatıyor,dedim:” Ya rasulallah,beni cennete götürecek bir ameli bana söyle veya buna benzer. Dedi:”Oruca devam et,çünkü onun (dünyevi-uhrevi-maddi-manevi) misli (ve benzeri) yoktur.”[27]
-Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir:”Her şeyin bir zekatı vardır,bedenin zekatı oruçtur.”[28]
-İbni mes’ud’dan,Rasulullah (SAM) dedi:”Burnu sürünsün o adamın ki;yanında (ismim) söylenir de bana salat getirmez.
Burnu sürünsün o adamın ki;ramazan girerde,bağışlanmadan (o ay) sona erer.
Burnu sürünsün o adamın ki;yaşlı anne-babasına (veya onlardan birine) kavuşurda,onlarla cennete giremez. (Onlara şefkat kanadını germek suretiyle…)”[29]
Ebu Hüreyre’den,Rasulullah yemin ederek dedi:”Müslümanlar üzerine ramazandan daha hayırlı bir ay gelmemiştir. Vaktaki,mü’min ibadete kuvvet hazır eder. Münafık ise hazırlamayıp insanların gafletine (uyar) ve kadınlarına (tabi) olurlar. Ramazan mü’min için ganimet olup,fâcir de (günahkârda) ondan istifade eder.”[30]
-Huzeyfe’den,Rasulullah elini göğsüne dayadı ve dedi;Kim,Allah’ın rızasını arar ve akibeti onunla neticelenmek üzere –La ilahe illallah- derse,cennete girer.
Kim bir gün_Allah’ın rızasını arayıp,akibeti (imanla) neticelenerek- oruç tutarsa cennete girer.
Kimde –Allah’ın rızasını arayarak ve akibet onunla neticelenerek- bir sadaka verirse cennete girer.”[31]
-Ebu Hureyre’den,Rasulullah (SAM) dedi:”Üç kişi vardır ki duası reddedilmez:Adil imam (devlet reisi,idareci),iftar edinceye kadar oruçlu (nun duası),Mazlumun duası.
Allah kıyamet günü o duayı bulutların üzerine çıkarır ve ona sema kapıları açılır ve Rab (taala) der:İzzetim hakkı için;(bir anlık) bir zamandan sonra da olsa,elbette sana yardım edeceğim (o dua sahibinin duasını kabul edip,reddetmeyeceğim.)”[32]
-Damrat bin Habib’den,Rasulullah (SAM) dedi:”Muhakkak ki her şey için bir kapı vardır. İbadetin kapısı oruçtur.”[33]
Sehl bin Sa’d’den,Nebi (SAM) dedi:”Cennet de bir kapı vardır,ona Reyyan denilir. Kıyamet günü getirilir,denilir:”Oruçlular nerede? Kim oruçlulardan ise,oraya girer. Oraya giren,ebediyyen susamaz.”[34]
-İbni Büreyde babasından,Rasulullah (SAM) Bilal’e dedi:”Biz rızkımızı yeriz,Bilal’in rızkının fazlası (ona fazla olarak) cennettedir.”
Âgâh ol (uyanık ol,bil ki) Ya Bilal,muhakkak ki sâim (in),kemiği tesbih eder,onun yanında yenildiği (oda sabrettiği için) melekler onun için istiğfarda bulunur.”[35]
-İbni Abbas’dan,Rasulullah (SAM) dedi:”Kim Mekke’de ramazana ulaşır (orada idrak eder) oruç tutar ve kâim olur (ibadette bulunursa) bundan dolayı;Allah’ın ona yüz bin ramazan ayı yazması müyesser olur. Bunun dışında;Allah onun her günü için bir köle âzad,her gecesi için bir köle âzad,her gün Allah yolunda iki at yüklü (sadaka tasadduk), her günde bir hasene (iyilik) ve her gecede bir hasene yazar.”[36]
-İbni Ömer’den,Rasulullah (SAM) dedi:”Mekke’de ramazan,Mekke’nin dışındaki bin ramazandan daha faziletlidir.”[37]
-İbni Abbas’dan,Nebi (SAM) ramazan ayı girdiğinde her esiri serbest bırakır,her isteyene (boş çevirmez,isteğini) verirdi.”[38]
-Ebu Said-el Hudri’den,Rasulullah (SAM) dedi:”Ramazan orucu (diğer) ramazana kadar,arasındaki (işlenecek) lere keffârettir.”[39]
-Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir:”Sahuru yapınız,muhakkak ki sahurda bereket vardır.”[40]
-Amr bin As’dan,Rasulullah (SAM) dedi:”Bizim orucumuz ile ehli kitabın orucunu ayıran sahur (da) yemektir.”[41]
-İbni Abbas’dan,Rasulullah (SAM) dedi:”Biz enbiyalar topluluğunun işi;iftarı acele,sahuru geç yapmak ve (namazda) sağ eli,sol el üzerine koymaktır.”[42]
-Ebu Hureyre’den,Rasulullah (SAM) dedi:” Sizde biri oruçlu olduğu halde yer ve içerse;orucunu tamamlasın,muhakkak ki onu,Allah yedirmiş ve içirmiştir.”[43]
-Hz. Âişe’den,Rasulullah (SAM) dedi:”(Oruçlu iken) Misvak;sâim (oruçlu) in hasletlerinin en hayırlılarındandır.”[44]
-Ebu Said’den,Nebi (SAM) yle beraber gazvede idik. Bizden bazısı oruçlu,bazısı oruçsuz idik. (Orucu) tutanı tutmayana karşı,tutmayanı da tutana karşı ayıplamazdı.”[45]
-Abdullah bin Amr’dan,Nebi (SAM) den ramazanın kazasından soruldu:”Onu (kaza ettiğin günlerde) ard arda kaza et,ayırsan da olur.”[46]
-İbni Abbas’dan,bir kadın Nebiye (SAM) geldi ve dedi:”Ya Rasulallah,kız kardeşim öldü,üzerinde ard arda iki ayın orucu vardı. (tutamamıştı) (Nebi (SAM) dedi:” Ne dersin? Eğer kız kardeşinin borcu olsaydı,onu öder miydin? Kadın –evet-dedi. Dedi:”Allah’ın hakkı (ödenmeye) en layıktır.”
İbni Ömer’den rivayette:”Her gün yerine bir fakiri yedirmesini” ve onun yerine oruç tutulmasına”Evet”der.[47]
-Cabir’den,bir adam Nebi’ye (SAM) sordu:”Ne dersin? Beş vakit farz namazımı kılarsam,Ramazan orucumu tutarsam,Helal’ı helal sayar,Haram’ı haram sayıp,buna hiçbir şeyi de ziyade kılmazsam cennete gider miyim?
(Peygamberimiz)”Evet”dedi. (adam) dedi:”Vallahi bunlara hiçbir şeyi ziyade kılmayacağım.”(Müslim)
-Enes’den,”Nebi (SAM) kışta hurma ile,yazda su ile iftar ederdi.”(Tirmizi)
-Amir bin Rabia’dan:”Nebi (SAM) yi oruçlu olduğu halde (çok) misvak kullanır gördüm. (çokluğundan) sayısını ve hesabını bilmiyorum.”(Buhari-Ebu Davud-Tirmizi)
-Hz. Âişe’den,Nebi (SAM) dedi:”Misvak ağzı temizleyici,Rabbın rızasını kazandırıcıdır.”(Buhari)
-Ebu Hureyre’den,Rasulullah (SAM) farz veya vacib gibi emir etmeksizin ramazan (gecesin) de (teravih için) kalkmayı teşvik ederdi de:”Kim faziletine inanarak ve sevabını umarak ramazanda (ibadet için) kalkarsa,geçmişteki hataları bağışlanır.”buyurdu.(Müslim)
-İbni Abbas dedi ki:Rasulullah (SAM) insanların en sahavetlisi idi. Ramazanda Cebrail ile karşılaştığı zaman daha cömert olurdu. Cebrail,ramazanda her gece Resul-ü Ekrem’le buluşup kendisiyle karşılıklı Kur’an okurlardı. Rasul-ü Ekrem,Cebrail kendisine geldiği vakit,rahmet yüklü buluttan daha sehavetli idi.”(Buhari-Müslim)
-Ebul Yakzan Ammar bin Yasir dedi ki:”Kim (şaban veya ramazan olduğunda) şek edilen günde oruç tutarsa,Ebul Kasım (Muhammed) (SAM) a isyan etmiş olur.”(Ebu Davud-Tirmizi)
Hadisin rivayetlerinde vardır ki;Cenâb-ı Hak nefse demiş ki:”Ben neyim,sen nesin? Nefis demiş:”Ben benim,sen sensin.” Azab vermiş,cehenneme atmış,yine sormuş. Yine demiş:”Ene ene,ente ente”Hangi nevi azabı vermiş,enaniyetten vaz geçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş:”Men ene vema ente” Nefis demiş:”Ente rabbiyer rahim ve ene abdukel aciz.” Yani:”Sen benim Rabb-ı Rahimimsin,ben senin aciz bir abdinim.”[48]
MEHMET ÖZÇELİK
[1] İslam Peygamberi. Muhammed Hamidullah. 2 / 735.
[2] Tefsir-i Kebir Fahreddin-i Razi. (Heyet) 4 / 346.
[3] Mektubat. B.Said Nursi. Sh. 372-378.
[4] Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi. 6 / 288.
[5] İslam Peygamberi.age. 2 / 794.
[6] Bakara.184.
[7] Bak. Kur’an-ı Keri^’den Ayetler ve İlmi Gerçekler. Haluk Nur Baki. Sh. 38.
[8] Bak. Zaman Gazt.22-1-1997.
[9] Bakara.183.
[10] Bakara.184.
[11] Bakara.185.
[12] Bakara.186.
[13] Bakara.187.
[14] Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Terc. (heyet) Sh.28.
[15] el-Hakka.24.
[16] Secde.17.
[17] Zümer.10.
[18] Nisa.92.
[19] Maide.89.
[20] Mücadele.4.
[21] İslam Peygamberi. age. 2 / 718.
[22] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. Prof. İ. Canan. 9 / 418-526,et-Terğib vet-Terhib. Münziri. (Arapça) 2 / 79- 150, Mevsuatül Hadisin Nebevi. (Arapça) 1 / 1 – 103,el-Lü’lü-ü vel Mercan (Arapça) 1 / 238 – 262, Tecrid-i Sarih. (Arp) Ahmed bin Abdullatif. 1 / 121 – 127,İhya-i Ulumiddin. İmam-ı Gazali.1 / 643 – 675,et-Tac. (Arp) Şeyh Mansur Ali Nasıf. 2 / 44 – 105, Riyazus Salihin. İmam Nevevi. Terc. M. Emre. 713,728 – 752, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih. Şarih. Kamil Miras. 4 / 70 – 96 , 6 / 247 – 311.
[23] Muhtasarı Tefsir-i İbni Kesir. (Arp) M. A. Sabuni. 1 / 159.
[24] Age. 1 / 161, Mecmuatün minet Tefasir. (Arapça) Beyzavi-Nesefi-Hazin-İbni Abbas- 1 / 260.
[25] Arapça Mevsuatül Hadisin Nebevi Kitabının 1. Cildinden tercüme edilmiştir. 1 / 9.
[26] Age. 1 / 34.
[27] Age. 1 / 36.
[28] Age. 1 / 36.
[29] Age. 1 / 48.
[30] Age. 1 / 52.
[31] Age. 1 / 54.
[32] Age. 1 / 55.
[33] Age. 1 / 56.
[34] Age. 1 / 64.
[35] Age. 1 / 65.
[36] Age. 1 / 66.
[37] Age. 1 / 70.
[38] Age. 1 / 70.
[39] Age. 1 / 91.
[40] Age. 1 / 194.
[41] Age. 1 / 198.
[42] Age. 1 / 224.
[43] Age. 1 / 298.
[44] Age. 1 / 302.
[45] Age. 1 / 475.
[46] Age. 1 / 543.
[47] Age. 1 / 549. (NOT:Kaynak olarak gösterdiğimiz bu “Mevsuatül Hadisin Nebevi”kitabı üç büyük cilt halinde olup,1618 sayfadan müteşekkildir. İki cildi –1104 sayfası- bütün oruç ile ilgili hadisleri ihtiva etmektedir. Üçüncü cilt ise,musannifin tasnifine ayrılmıştır. Arapça asıllı bu eser,ilgilenenlerce yazarından istenilebilir. Ücretsizdir. Adres:Abdulmelik Bekr Abdullah Kadı. Camiatül Melik Fahd ll Betrul vel Meadin. Reisu Kısmud-Dırasatil İslamiyye vel Arabiyye. Ez-Zahran).
[48] Mektubat. B. Said Nursi. 377-378.
RAMAZAN VE ORUÇ MP3 DOSYALARI İNDİR
-ORUÇ ÜZERİNE.mp3
http://www.dosyaupload.com/2B1m
– ORUÇ ÜZERİNE
http://www.dosyaupload.com/2B1r
– ORUÇ ÜZERİNE
http://www.dosyaupload.com/2B1s
-ORUCUN FAYDALARI-1-
http://www.dosyaupload.com/2B1u
– ORUCUN FAYDALARI-2-
http://www.dosyaupload.com/2B1y
-İFTARA DOĞRU-1-
http://www.dosyaupload.com/2B2p
-İFTARA DOĞRU-2-
http://www.dosyaupload.com/2B2q
-İFTARA DOĞRU-3-
http://www.dosyaupload.com/2B2r
-İFTARA DOĞRU-4-
http://www.dosyaupload.com/1L11
-İFTARA DOĞRU-5-
http://www.dosyaupload.com/1L12
-İFTARA DOĞRU-6-
http://www.dosyaupload.com/1L13
-İFTARA DOĞRU-7-
http://www.dosyaupload.com/1L14
-İFTARA DOĞRU-8-
http://www.dosyaupload.com/1L15
-İFTARA DOĞRU-9-
http://www.dosyaupload.com/1L16
-İFTARA DOĞRU-10-
http://www.dosyaupload.com/1L18
-İFTARA DOĞRU-11-
http://www.dosyaupload.com/1L1b
-BAYRAMA DOĞRU
http://www.dosyaupload.com/312u
-HAMD VE ŞÜKÜR
http://www.dosyaupload.com/2B2o
– KDD-BAKARA-183-4
http://www.dosyaupload.com/1L1c
– KDD-BAKARA-183—
http://www.dosyaupload.com/1L1d
– BAKARA-185-
http://www.dosyaupload.com/1L1e
– BAKARA-186-DUA-1-
http://www.dosyaupload.com/1L1f
– BAKARA-186-DUA-2-
http://www.dosyaupload.com/1L1g
– BAKARA-188-
http://www.dosyaupload.com/1L1h
– BAKARA.186-
http://www.dosyaupload.com/V0i
– BAKARA-187
http://www.dosyaupload.com/V0j
– MELEKLER VE ORUÇ
http://www.dosyaupload.com/V0k
– namaz sohbeti-1
http://www.dosyaupload.com/V0m
– namaz sohbeti-2
http://www.dosyaupload.com/V0n
– Namaz İbadeti-1-
http://www.dosyaupload.com/1L2q
– Namaz İbadeti-2-
http://www.dosyaupload.com/1L2D
– Ramazan Feyzi-1-.
http://www.dosyaupload.com/1L2y
– Ramazan Feyzi-2-
http://www.dosyaupload.com/1L2z
– Risale-i Nur-da Eğitim.
http://www.dosyaupload.com/1L2A
-HEPSİ
http://www.dosyaupload.com/1L2E
-İNSAN VE ORUÇ
http://www.dosyaupload.com/1L3p
-RAMAZAN VE ŞÜKÜR
http://www.dosyaupload.com/1L3u
-Ramazan ve Oruç
http://www.dosyaupload.com/1L3t
-Rahmet Ayı Ramazan
http://www.dosyaupload.com/1L3s
-Asrı saadette oruç
http://www.dosyaupload.com/1L3r
RAMAZAN UMRE HATIRALARI VİDEOSU
http://www.tesbitler.com/wp-content/uploads/2015/01/RAMAZAN-UMRE-V%C4%B0DEOLARI1.htm
VALİLİK
VALİLİK
Sahiplik, velayet, velilik, veli, dost manalarınadır.
Bir beldenin halkına, halkın da kendisine sahip olduğu kimsedir.
Bu günlerde geniş çaplı olduğu gibi, belirli zamanlarda valiler kararnamesi ile bir çok valinin yeri değişir.
Bunun bir statüsü, değerlendirmesi olması gerekir.
Mutlaka bir hesap vardır ancak genelde bu hesaplar siyasi olur.
Amaç kapsamlı ve çok yönlü olması gerekir. Nasıl mı;
-Valilerde Başbakanlar gibi kendi çalışma gurubu, kabinesi olmalı.
Bir yere atanmadan önce bu grubun projesi olmalı.
Bu grup içerisinde; -gideceği bölgeye göre- Tarım alanında mühendisler, hayvancılık, madencilik, eğitim, arge, çevre, mimar, dini temsilci, örnekler çoğaltılarak adeta küçük bir devlet projesi oluşturanlar içerisinden seçilmelidir.
Gittiği beldeye körlemesine değil, bir proje ve hesap ile gitmelidir.
Projelerine bir an faaliyete geçirerek, yeni istihdam alanları oluşturmalıdır.
Projenin uygulanabilirliliğine göre, dört artı dört şeklinde sekiz sene ,ihtiyaca göre bir devre daha verilmelidir.
Başka bir beldeye gideceği zaman, gideceği yerin araştırmasını heyetiyle birlikte yapmalı, bunu devlete sunarak kabul görmesi halinde yönlendirmelidir.
O beldeyi bilen birkaç kişi de o heyete dahil edilmelidir.
Bu durum o beldenin halkı içerisinden de oluşturularak, seçimle de seçilme yoluna gidilebilir.
Ancak şimdiye kadar bir asırdır yapılan uygulamalarda valilik siyasi bir temsilci olarak atanmıştır.
Tek parti döneminde seçilen valiler, Chp temsilcilerinden seçilir, o partinin aldığı kararlar despot bir şekilde baskı aracı olarak uygulanırdı.
Halka hizmet değil, bir baskı unsuru ve tehdit olarak oluşturulurdu.
-Valilerin yetkileri devletin kontrolünde arttırılmalıdır.
Halkın taleblerini hızla yerine getirebilmeli, yapılacak işleri bürokrasiye takılmadan hızla sürdürülmelidir.
Valiler siyasi temsilci değil, halkın temsilcileri olmalılar.
İcraatın başı olmalılar.
Toplumun değerlerinden kopuk, su-i istimale açık, pasif olanlar asla bu göreve atanmamalı.
Maddi manevi kriterleri açık ve net bir şekilde belirlenmelidir.
Müslim gayrı müslim ayırmadan herkese hizmet götürmelidir.
Halk temsilcileriyle sürekli halkın içerinde gezerek problemleri tesbit edip, hızla çözümüne gidilmelidir.
Valilik amirlik değil, hizmet makamı olmalıdır.
-Bir kavmin efendisi, o kavme hizmet edendir.- hakikatını kendine rehber edinmelidir.
Göreve geldiği zamanla, gittiği zaman arasında büyük fark oluşturulmalıdır.
Bu puanlama sistemiyle terfi ettirilmeli ve ödüllendirilmelidir.
Valilerin sürekli proje üreten birimleri olmalıdır.
Ne yapalım değil, şunu da yapalım içerisinde olmalıdır.
Özetle Valiler o şehre maddi manevi nefes aldırmalı, oranın nefesi ve sesi olmalıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
04-06-2016
EN’AM.38
AVRUPA BİTİŞTE
AVRUPA BİTİŞTE
-“Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız, şüphesiz o topluluk da (Müşrikler de Bedir’de) benzeri bir yara almıştı. İşte (iyi veya kötü) günleri insanlar arasında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, bazen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez.”[1]
Bediüzzamanın deyimiyle; “Evet, bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehâsı birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazen terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazen tedennî içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir. Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşaallah. Hakikat-i İslâmiyenin güneşiyle, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi rahmet-i İlâhiyeden bekleyebilirsiniz…“[2]
*“Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz” [3]
Avrupa artık hızla inişini yaşamakta, yakıt hırsızlığına kadar gidilmekte, halk her yeri yangın haline dönüştürmektedir.
Şımarık olan batı, zorluğa, kemerleri sıkmaya gelemediğinden isyan bayrağını açmaktadır.
Evet, Avrupa 10 veya 20 yıl içinde yıkılırsa şaşmayın.
Kokan ve kokuşan batı sefahetteki rezaletiyle içten içe erimektedir.
İslam dünyasına saldırarak çöküşünü geciktirmeye çalışmakta, insanları islama saldırtarak da zaman kazanma yoluna gitmektedir.
Din ve hayat yönüyle biten batı; ya bu bitişini engellemek için İslama teslim olacaktır veya neye sarılıp bağlı kaldığının kendisini götürdüğü sonucu bizzat müşahede ederek yaşayacaktır.
***********************
İnancı tahrif edilmiş batı, hayatıyla da kopuk yaşamaktadır.
* Newton’a göre İncil’in 1. Korintliler 8:5 (“Bizim için tek bir Tanrı Baba vardır.”) ve 1.Timoteyus 2:5 (“Çünkü tek bir Tanrı ve Tanrı ile insanlar arasında tek bir aracı vardır.” ) bölümleri açıkça üçleme inancıyla çelişmekte, Tanrı’nın birlik ve bütünlüğünü vurgulamaktadır.
Newton’a göre gerçek Tanrı, Hıristiyanların “Baba” dediğidir, Kutsal Ruh ve İsa, Tanrı değildir:
“Kutsal metinlerde Tanrı birdir denildiğinde, Baba kastedilmektedir” Aynı makalede Newton daha da net bir biçimde bu iddiayı şöyle tekrarlamaktadır: ( Isaac Newton’un 1670’lerde yazdığı, “İsa’yı Tanrı’dan Ayıran 12 Madde” isimli makalesinden.) “Baba’ya verilen ‘her şeye kadir’ sıfatı yerindedir. Zira her şeye kadir Tanrı’dan biz her zaman
Baba’yı anlarız.
Newton’un üçlemeyi reddetmesinin ikinci nedeni ise yaptığı Hıristiyanlık tarihi araştırmalarıydı.
Ona göre üçleme kavramı Yunanlı papazlar tarafından IV. yüzyılda Hıristiyanlık’a sokulmuştu. Yunan metafiziği ve Platonizm’in etkisi altındaki bu papazlar Tanrı’nın özü ve yapısı hakkındaki düşüncelerini Hıristiyanlık’a sokmuş ve böylece İsa ve Tanrı’nın öz bakımından aynı olduğu görüşünü ortaya atmışlardı.
… Newton bu konudaki görüşlerini gizli tuttu. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Newton üçlemeyi reddettiğini açıklaması halinde en iyi ihtimalle üniversiteden atılırdı. Üçlemeyi reddeden insanların diri diri yakıldığı da oluyordu. Üçlemeyi reddetmek hukuken yasaktı ve bu yasak Newton’dan ancak iki yüzyıl sonra 1813’te kalkacaktı. Dolayısı ile Newton bu düşüncelerini sadece güvendiği kişilerle paylaşırdı.
…. Hz. İsa’nın getirdiği din IV. yüzyılda Athanasius tarafından bozulmuştu.
….. “Bizim için tek bir Tanrı Baba vardır.”, “Çünkü tek bir Tanrı ve Tanrı ile insanlar arasında tek bir aracı vardır.”( 1.Timoteyus 2:5. Buradaki aracı İsa’dır. Dolayısı ile Newton’a göre bu pasaj açıkça İsa’nın Tanrı değil aracı olduğuna işaret etmektedir.) “Onların tartışmalarını dinleyen ve İsa’nın onlara güzel bir cevap verdiğini gören bir din bilgini yaklaşıp O’na, «Tüm buyrukların en önemlisi hangisidir?» diye
sordu. İsa şöyle karşılık verdi: “En önemlisi şudur:
‘Dinle, ey İsrail! Tanrımız olan Rab tek Rab’dir’»”[4]
*Hristiyan dünyası, kendilerinin de ifadeleriyle-ömürde iki sefer yıkanırlar; Bir doğarken ve bir de ölürken…
Batı kirli…
Kendi kirli olduğu gibi, dünyayı da kirletti.
******************
*Dün bir türlü medeni olmayan batı, bu gün de aynı medeniyetten uzak yaşantısını sürdürmektedir.
Dün hipodrumlarda zencileri ve köleleri asillere ,esirleri hayvanlara öldüren batı, bu gün ise bunu toknolojik silahlarla toptan yapmaktadır.
İnsanları öldürmede hızını alamayan batı, yırtıcı hayvanların bulunduğu ortama küçük ve büyük baş hayvanları hatta tavukları atarak, onların yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmasını zevkle seyretmektedirler.
Bunları görüntüye alma çabası içerine girmektedirler.
Avrupanın sicili kirli, lekeli ve çok da kabarık..
Gururlanacakları bir şeyleri yoktur.
İşe yaramayan, zulmü alkışlayan büyükledikleri adamları dahi, bakıldığında temiz değil.
Batı maddi-manevi, içiyle ve de dışıyla kokmuş ve de kokuşmuş bir yapıya sahiptir.
Hayata değil, ölüme ve öldürmeye hizmet etmektedirler.
Büyüklükleri veya öyle görünmeleri, her şeyi çok iyi hırsızlamalarından kaynaklanmaktadır.
Gerçekten de iman insanı insan eder yani Rabbisiyle bağlantısını koparanlar, diğer varlıklarla hiçbir münasebetleri de kurulamaz.
MEHMET ÖZÇELİK
[1] ALİ İMRAN-140.
[2] Hutbe-i Şamiye, s. 37-38.
[3] İsra, 16
[4] Markos 12:28-29. (” Dâhi ve Dindar: Isaac Newton.sh.21-22.