AMAÇ

AMAÇ

Bu gün Mısırda Sisi-nin darbeyle gelmesine ses çıkarmayıp hatta destek olanlar, dünde Kaddafi , Mübarek, Saddam ,Hafız Esed ve Oğlu Esad, Atatürk gibilerin başa geçmesine destek oldular.

Vaadlerde bulundular.

Bu gün onlar yıprandı, çok yaralı olup şaibeleri ortaya çıkınca devre dışı bırakıldılar, aynı elin devamlılarınca…

Bu gün de bir yüz yıl için daha aynı yol denenmektedir.

Erdoğan gibi biraz sert olup, engel olmaya çalışanları ise içten ve dıştan destekçileriyle yıpratmaya çalışmaktadırlar.

**********************

Amaç Mhp-yi sokağa çekmek.

Pkk-nın hendeğinden daha büyük tehlike, Mhp-li gençlerle, pkk-nın içerisinde bulunan sol kesime alan açma yoluna gidilecektir.

– Doğru Yol Partisi’nde (DYP) lider Tansu Çiller’e yakın isimlerden biriydi o.

– Susurluk Skandalı’nın gölgesinde başladığı görevindeki en önemli çıkışı mecliste PKK lideri Abdullah Öcalan için ‘Ermeni dölü’ demesi oldu. Peşinden bu sözleri nedeniyle özür diledi ve “Ben Türkiye’de yaşayan Ermenileri değil, genel olarak Ermeni ırkını kastettim” cümlesini kurdu.[1]

Ülkücüler, kadın eli değmeli diyorlar.

Şimdi mi?

Bu mu erkeklik!?

Yoksa dünyayı değiştirmeye çalışanların Mhp-yi ve de Türkiye-yi değiştirme çabalarının bir sonucu mudur?

-Hesapta olmayan ve hakkında bir çok şaibeler ileri sürülen Devlet Bahçeli-nin birden bire başa gelmesine neden sessiz kalındı?

Bahçeli-nin tek başarısı ancak önemsiz görülmeyecek tek işi, gençleri sokağa dökmemesidir.

-“ CNN TÜRK’te Şirin Payzın’ın konuğu olan Meral Akşener Gezi olaylarına destek olduğunu açıkladı.

– “Gezi benim çok ilgimi çekti ve ben o çocukların arkasında durdum. Oğlum dahil çevremden bir çok kişi gitti geldi. Oğlum yaşça büyüktü ama gitti geldiler” dedi.[2]

 

*Meral Akşener-in çıkışı Mhp-li gençleri sokağa dökme amaçlı mıdır?

Paralel yolla yapılan bir çıkış mıdır?

Ülkücü gençlik sokağa çıkarılarak kavga ortamı oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Zira Bahçeli- nin tek marifeti veya önemsiz görülmeyecek tek bir işi –dediğim gibi- varsa o da, ülkücü gençliği sokağa dökmemesidir.

-Muhsin Yazıcıoğlu; “Bizim tarlayı sürmüşler… Çok sonra öğrendik…” demişti.

Mhp şu anda sürülmüş mü, sürülüyor mu? Ekilmiş mi yoksa ekiliyor mu?

Haberleri var mı?

Başbakanlık bile teklif edilip Chp ile ortaklığa zorlanan Mhp, azlığı ve hafifliği ile beraber, dengeleri değiştirebilecek bir partidir.

Dün Mesut Yılmaz ile ortaklığı sağlanarak Türkiye yi hem 28 Şubat sivil darbesine, hem Abdullah Öcalan-ın affına ve hem de bir asırdır ekonomikmen çöküşe götürmede kullanıldı.

Kılıçdaroğlu-nun kana susamışlığı ile, kan dökme oyunları aynı noktada birleşmektedir.

 

******************

Memleket hiçbir zamanda olduğu kadar bu zamanda bu kadar haini bir arada görmemiştir.

-Yumuşak karnımız;

Türkçülük- Kürtçülük, Alevilik- Sünnilik

Ve bunları hem Arap ve hem de Türk dünyasına yaymak.

Aleviliği büyüterek tüm Arap dünyasını da içine alarak dini bir savaş oluşturmak, diğeri ise, hem Türk cumhuriyetlerini ve hem de Kürtleri ayağa kaldırarak ırkçılık akımıyla İslam dünyasını bölmek.

1970- lerdeki kominizm tehdidine karşı, şimdilerde din ve ırk devrede…

Bizdeki ırkçı veya Türkçülerle, birbirine denk gelen iki dağı değiştirmek için yani sağ-sol cenahlarını , bir ceviz durumundaki ülkücü dava ile de değiştirmek ve onlarla oynamak.

*************************

Bir batılı 1909 ile 1918 arasına Osmanlı mason devleti adını verir.

Sultan Reşad (1909–1918) İttihatçıların elinde esâreten bir saltanat sürmüştür.

-“Abdülhamid, Osmanlının 300 milyon dış borcunu 30 milyona indirmişti. Mason İttihat Terakki ise (1909-1918) 9 yıllık dönemde, Osmanlının 30 milyon dış borcunu 400 milyona çıkararak, Osmanlının ekonomi gücünü kırarak, Batıya bağımlı hale getirmeyi başarmıştı.” [3]

*Kılıçdaroğlu, TOBB’da yaptığı konuşmada Başkanlık sistemi için “Böyle bir sistemi bu ülkede kan dökmeden gerçekleştiremezsiniz” dedi.[4]

-Bir asırdır kanla beslenen zihniyetin son temsilcisinin sözleri.

Vampir gibi kan içmeden iş yapamayan bir zihniyet…

Bu pis ve çirkin sözün altından pis bir koku çıkmazsa şaşmayın.

Birilerine mesaj mı yoksa bir tahrik ve çıkışın başlangıcı mı?

O koku çıkınca göreceğiz.

Yüz sene öncesinde Atatürk de Bursa nutkunda aynı çağrıyı yapmıştı.[5]

********************

Arnoldo TOYNBE ,1917 de Amerikalılara yazdığı bir savaş propaganda metninde şöyle diyor.”Size kalan Kuzey İslamı, Biz Güney İslam’ını hallettik (Eşari bölgesini kastediyor.) Bir şeyhi satın alır, işinizi görebilirsiniz. Asıl olan Kuzey İslamı Horasan-İstanbul hattıdır.”

-İSRAİL’İN İLK CUMHURBAŞKANI CHAİM WEİZMAMN DİYOR’Kİ;

“Biz Yahudiler orta doğuda yıkılmaz denen devleti ( OSMANLI’ yı ) yıkıp iki tane devlet kurduk. Onlara öyle güzel sistem inşa ettik ki, Müslümanlar bize filistini vermeyen ABDULHAMİT’e en az 200 sene daha söverler”.

*”Türkiye’deki demokratikleşme adımları kimliklerini gizleyerek yaşayan Ermenilerin ortaya çıkmasını sağlıyor. Pek çoğu etnik kimliklerini Ermeni olarak tanımlamalarına karşın ‘Sünni-Müslüman’ ya da ‘Kürt- Alevi’ kimlikleriyle yaşıyor. Kendisini Sünni-Müslüman olarak tanımlayan Diyarbakır Ermenilerinin tanınan simalarından Gaffur Türkay da babasının hacı olduğunu ve Sünni-Müslüman kültürüyle yetiştiğini söylüyor. Gerçek soyadının Ohanyan olduğunu 15 yaşında öğrenen Türkay, “Müslüman olarak yaşıyorum ama geçmişimi ve kültürümü inkâr etmiyorum. Din önemli değil fakat dilimi bilmek istiyorum” diyor. Diyarbakır’daki Müslüman Ermenilerin birbirlerini tanıdıklarını söyleyen Türkay, Hıristiyan Ermenilerin Müslüman Ermenileri küçümsedikleri görüşünde: “Sanki bu durumu biz tercih ettik. Ermeni kimliği etnik köken etrafında birleşmeli, din etrafında değil.”
Türkiye’de Türk düşmanları/Ayrıntı seyirlikte “1915’te öldü” denilen Ermeniler, kısaca Türk düşmanları bugün müslüman kılığında Türkiye’de. Bunlar da son bir asır içinde ya Sünnî, ya Alevî görünerek araziye uymuştur. Türkiye’de yaşayan 20 kadar Ermeni Aşiretin kendilerini gizlemekte..

-Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu’nun geçen yıllarda, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin Türkmen, kendilerini Kürt- Alevi olarak tanımlayanlarınsa Ermeni kökenli olduğunu söylemiş, ‘gizli Ermeniler’le ilgili kayıtlar olduğunu öne sürmüştü. Bu sözleri büyük tartışma yaratan Halaçoğlu, Türkay’ın sözleri için, “Sadece Diyarbakır değil, Türkiye genelinde gizli Ermeniler var ve artık kimliklerini açıklıyorlar” diyor. 

Prof. Halaçoğlu, ülkemizde en az 500 bin “kripto Ermeni” olduğunu belirterek, bu gerçeği söyledi…[6]

*Bir terörist arkadaşına bomba düzeneklerini düzenlerden aynen şu ifadeyi kullanıyor;” Ermenilerde olmasa bu savaşı kazanamazdık.”

*********************

İslamın baharı geliyor. Kışın çiçeklerin açması engellenebilir de, baharda nasıl mani olunacak?

Neresi kapatılacaktır?

Bahar doğuşun müjdecisidir.

MEHMET ÖZÇELİK

27-05-2016

[1] http://www.aljazeera.com.tr/portre/portre-meral-aksener

[2] http://www.ensonhaber.com/meral-aksenerden-gezi-itirafi-video-2016-05-03.html

[3] http://www.kokludegisimdergisi.com/index.php?p=makaleDetay&makale=469

[4] http://www.haber7.com/siyaset/haber/1943021-baskanlik-sistemi-kan-dokulmeden-gelmez

[5] http://www.star.com.tr/mobil/mobilyazar.asp?Newsid=1111330

[6] http://acikistihbarat-bilgipaylasim.blogspot.com.tr/2014/11/gizli-ermeniler-kimliklerini-acklamaya.html

https://www.facebook.com/ADITURK.BiLiNCLENDiRME.PLATFORMU/videos/257065064378240/

 




ALLAH BENİ NİYE YARATTI

ALLAH BENİ NİYE YARATTI
-Ne yani! Sana mı soracaktı?
Bu latifeden sonra, Birkaç sebepten;
Hadis-i Kudsi de;- “Ben gizli bir hazine idim, mahlukatı yarattım tâ ki kendimi bileyim ve bildireyim.”
-Sanatkâr sanata sormaz, yapar. Mesela bir telefon sahibine ; Beni niçin yaptın? –deme hakkı var mıdır?
Topraktan dala pamuk takıp, oradan boyayla karıştırılarak yapılan kumaşın ne olacağını ona mı soralım yoksa onu yapacak olan mahir terziye mi?
O mahir terzi bütün bilgi ve tecrübeleriyle onu ölçer, biçer, keser ve de diker.
İyi olur değil mi?
Yoksa yanlış mı yapıldı?
-Allah varlıklar içerisinden kabiliyetli olanları seçmek amacıyla yarattı. Aksi takdirde o kabiliyetlere haksızlık yapılmış olacaktı.
Mesela senin gibi değerli bir insanın bir anlık yaratılmadığını düşünsene..
Olmamış olmanız ne kadar eksiklik olurdu değil mi?
Afrika-da altın arayıcıları koca dağı elekten eleyerek, birkaç gramlık altını seçmeye ve bulmaya çalışırlar.
Allahın da altın değerinde olan insanları, diğerlerinden ayırmak için seçmesi ve yaratması onun adaleti ve yerinde değerlendirmesi değil midir?
Müşahhas olarak düşünecek olursak, Peygamber Efendimizden tüm peygamberlere ve değerli şahsiyetlere kadar, bunların yaratılmamış olması büyük bir eksiklik olmayacak mıdır?
-Geldin de memnun kalmadın mı?
Taş, ot, hayvan olsan hoşuna gider miydi?
Her ne kadar hiçbir şeyi bilmiyor olarak kalsan bile…
Bir terziye, bir marangoza o eşya kendisi hakkında ondan daha fazla ne düşünebilir ve yapabilir?
Yaparken sana mı danışsaydı?
Ne buyururdun?
Mesela telefonun ilk maden halini düşün. Ve ona ney ve nasıl olmak istersin diye sor.
Ne kadar ve ne diyebilir?
Her şeyden önce sanatkâr sanatını, sanattan daha iyi bilir.
Nasıl olacağına da sanat değil, sanatkâr karar verir.
*********
Bediüzzaman bu konuda; “Cenab-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkal ve vaziyetlerinden en yükseği müslim sıfatıyla insan sûretine getirmiştir. Mebde-i hareketin ile son aldığın sûret arasında müteaddid vaziyetlerin, menzillerin ve etvâr ve ahvâlin herbirisi sana ait nimetler defterine kaydedilmiştir. Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin envâına bir fihriste şeklini veriyor.
Binaenaleyh geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvârında, ahvâlinde: “Nasıl bu nimete vâsıl oldun? Ne ile müstehak oldun? Ve şükründe bulundun mu?” diye suale çekileceksin. Çünkü, vukua gelen haller suale tâbidir. Amma imkânda kalıp vukua gelmeyen şeyler suale tâbi değildir. Geçirmiş olduğun ahvâl, vukuattır. Gelecek ahvâlin ademdir. Vücud mes’uldür, adem ise mes’ul değildir. Öyle ise, mâzide şükrünü edâ etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır.” Mesnevi-i Nuriye
*Ey insan-ı müştekî! Sen mâdum kalmadın, vücut nimetini giydin, hayatı tattın, câmid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalâlette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün, ve hâkezâ…

Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenâb-ı Hakkın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücut mertebelerine mukàbil şükretmeyerek, imkânât ve ademiyat nev’inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden, bâtıl bir hırsla Cenâb-ı Haktan şekvâ ediyorsun ve küfrân-ı nimet ediyorsun?

Acaba bir adam, minare başına çıkmak gibi âli derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin:“Niçin o minareden daha yükseğine, çıkamadım ?” diye şekvâ ederek ağlayıp sızlasın ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfrân-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder; divaneler dahi anlar.”
MEHMET ÖZÇELİK
12-05-2016




KABİR VE KABİR AZABI

KABİR VE KABİR AZABI

İnsan bir yolcudur. Bu yolculuk ise yokluktan, ruhlar aleminden çocukluk, gençlik, ihtiyarlık ve de kabirle âhiret alemine olan yolculuk başlar.

Kabir hayatı başlı başına bir hayattır.[1]

Bu dünya hayatından sonraki başlayan uzun ahiret yolculuğunun ilk menzili ve ilk durağıdır.

Kabir azabı haktır ve muhakkaktır.

Âyet ve Hadislerle sabittir.[2]

-“Size böyle nimet eden bir Zât sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.”[3]

Bediüzzaman Hazretleri bu konuyu geniş ve sahih olarak neticeye kavuşturmuştur.[4]

Kur’an-ı Kerim-de geçen iki ayetle sabittir ki; Şehitler ölmez.

Kendilerine münasib bir hayatı vardır.

Onun gibi de, kabir de Hadiste buyurulduğu üzere;

“Kabir ya cennet bahçesinden bir bahçedir veya cehennem çukurundan bir çukurdur.”

“Peygamberler kabirlerinde (Mecburiyet olmaksızın, zevk aldıklarından dolayı) namaz kılarlar.”

-“ Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Necaşi rahimehullah öldüğü zaman biz onun kabrinin üzerinde uzun müddet bir nur görüldüğünü konuşurduk.”  [5]

*Kabir azabının en zahir delili şu ayettir.

“Onlar sabah-akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı günde kendilerine, “Firavun ailesini en çetinine sokunuz” denilecektir.”[6]

Elmalı tefsirinde şöyle izah edilir;

“Âyet kabir azabına işaret eder. Kabirde azap ruhlaradır. İbn Mes’ud (r.a)’dan rivayet edildiğine göre kâfirlerin ruhları siyah kuşların bedenine girip sabah akşam cehenneme karşı tutulurlar, bu iş kıyamet gününe kadar böylece devam eder.

Buharî ve Müslim tarafından nakledilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s.) ister cennetlik, ister cehennemlik olsun, ölen kişiye kabirde, sabah akşam gideceği yer gösterilip “İşte dirildikten sonra gideceğin yer!” denileceğini bildirmiştir.”

MEHMET ÖZÇELİK

[1] En’am.98.Tevbe.84,Hac.7,Furkan.53,Fatır.22,Yasin.51-52,Kamer.7,Mümtehine.13,Mearic.43, Abese.21,İnfitar.4,Adiyat.9,Tekasür.2.

[2] http://www.kuranikerim.com/kutubi-sitte/5460.html

http://hadis.resulullah.org/index.php?s=oku&id=2776

http://hadis.resulullah.org/index.php?s=oku&id=2774

Taha.124,Mümin.46,Nuh.18,

[3] http://www.erisale.com/#content.tr.1.171

[4]http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Home&SubSection=Search&Command=Results&TextAny=kabir&TextExact=&TextAll=&TextNone=&where=Kulliyat&BookName=Sozler&BookName=Mektubat&BookName=Lemalar&BookName=Sualar&BookName=MesneviiNuriye&BookName=IsaratulIcaz&BookName=EmirdagLahikasi&BookName=KastamonuLahikasi&BookName=BarlaLahikasi&BookName=TarihceiHayat&BookName=HizmetRehberi&BookName=BeyanatveTenvirler&BookName=AsayiMusa&BookName=SikkeiTasdikiGaybi&BookName=Muhakemat&BookName=Munazarat&BookName=HutbeiSamiye&BookName=Sunuhat&BookName=DivaniHarbiOrfi&BookName=HutuvatiSitte&submit=Arama+Sonu%E7lar%FDn%FD+G%F6ster

[5] Ebu Davud, Cihad 29, (2523.

[6] Mü’min.46.




ENAM-35




İLAHİYATIN PROBLEMLİ İLAHİYATÇILARI

İLAHİYATIN PROBLEMLİ İLAHİYATÇILARI

Şimdilerde İslamiyet içten vurulmaya çalışılıyor.

Kurt gövdenin içine girip kemirmektedir.

Tehlike küçük değil, büyüktür.

Gerçek niyetleri sezemeyenler, bu tehlikeli sele kapılabilirler.

Bunun için ileride din ve İmam-Hatip meslek derslerini verecek olan öğretmenler işlenmeye çalışılmaktadır.

Kokuşma baştan başlatılmıştır.

Balık baştan kokmaya başlamıştır.

İnşaallah, bu milletin köklü geçmişi, bu köksüzlüklere pirim ve destek vermeyecektir.

-İlahiyat fakültelerine  akademik çalışma için gidenlerin, samimi bile olsalar, çoğunluk itibarıyla eski hallerinden samimiyet ve teslimiyetlerinden neredeyse pek hal kalmıyor.

Öyle ki babalarını bile sorgular hale geliyorlar.

İlahiyatlarda hikmet sorgulaması ve araştırmalardan ziyade, fessefi ve şüpheci bir akım gelişiyor.

Öyle ki, belki babam Adem değildir veya öyle diyenler de varmış, diyerek başkalarının en azından borazanlığını ve neredeyse savunuculuğunu yapmaya başlıyor.

Eskiyi araştırmak, tahlil ve tashihten ziyade, tenkid ve redde yönelik bir tavır içine giriliyor.

İmam-ı gazali ve Ebu Hureyre sorgulamasıyla başlayan yıkım faaliyeti,  Efendimizi basite irca etme ve arkasından önce Kur’an-ı Kerim-e şüphe iras etmeyle başlayarak, daha sonra Kur’an-ı Kerim-i şiadan etkilenerek veya şia savunuculuğu yaparak sorgulama yoluna gidiliyor.

En iyisi bile; öyle diyenler var, diyerek muteber olmayan nakilleri nakletmeye başlıyor.

Hadis-i Kudsilerle Kur’an-ı Kerim-i mukayese ederek, Kur’an-ın bu manada eksikliğini tartışmaya açabiliyor.

-1970- lerde  siyaseten hükmetmeye çalışan şia yani İran, bu gün fikren ve bulandırmalarla hakimiyet kurmaya çalışıyor.

********************   

İttihad-ı İslamın tahakkuku için, aynı zamanda İttihad-ı Kulub, İttihad-ı Fikir olmalıdır. İslam dünyası için Kur’an-daki ortaklık gibi , akaid  ve muamelatta da bir birlik sağlanmalı. Yani hurafelerden, yanlış olan noktalar belirlenmelidir.

Yanlışlar ehli sünnet çerçevesinde tashih edilmelidir.

-İslama hizmet etmiş olanlar ölçüsüzce devre dışı bırakılmamalıdır.

-Eğer her şey Kur’an-da var ise, ya sen niye konuşuyorsun?

Ve de Kur’an-da Peygamberimize ve de alimlere uyulmayacak diye bir ifade mi var?

Belki onlarca uyulmasını ifade eden ayetler mevcuttur.

-Mesela Kur’an-ı Kerim-den sonra en muteber olan Buhari ve Müslim devre dışı bırakılmaya çılışılmaktadır.

Oysa Buhari de ittifak edilmiş, onu kabul etmeyen de ittifak edilmemiştir?

İşte aradaki fark…

Sınırlı olarak onda da ittifak bile olunsa, onlarda acaba ittifak olunmuş mu?

**********************  

Hariçten düşman aramaya, islama darbe vuranları engellemeye gerek kalmamaktadır. Zira zaten onların görevlerinin aynısını hatta daha fazlasını, onların yapamadıklarını içimizde bulunan; -Şefaatı, Kabir azabını, hatta hayra vesile olan Kutlu doğumu inkar ve reddeden sözüm ona herifler yapmaktadırlar.

**********************

Efendimiz şöyle buyurur: “Sakın sizden birinizi, emrettiğim veya yasakladığım bir konu kendisine iletildiğinde, köşesine yaslanmış olarak cahilce, „Biz Allah‟ın Kitabı‟nda ne bulursak ona uyarız; hadis tanımayız!‟ derken bulmayayım!” [1]

 

 Peygamberimizin helal kıldığını helal, haram kıldığını haram saymamızı ister.

“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[2]

MEHMET ÖZÇELİK

 

 

[1] İbn-i Mâce, Sunne, 2; Tirmizî, İlim, 10.

[2] Ahzâb, 33/36.

 




DARBELERİN GÜNLÜĞÜ

DARBELERİN GÜNLÜĞÜ

*Yüz sene önce petrol için boğazımıza basan batı, bu gün enerji için boğazımızı sıkmaya çalışmaktadır.

İç ve Dış darbeler yolu denenerek…

*Bir asırdır ilk defa devletin derinliklerine, ergenekonun inine girildi, gizli devlet ve gizli  dinsiz komitenin deşifresine başlandı.

Artık mücadele açıktan açığa sürdürülmektedir.

*Yarım asır önce rusyanın yaptığı; böl-parçala-yut politikasını, bu gün Avrupa yapmaktadır.

*Milliyet yazarı Yaman Törüner, Akıl Oyunları kitabıyla ünlü yazar Michael Powell’ın yeni çıkan kitabının içinden darbeyle ilgili bölümleri süzdü. Yazar, “bir ülkeye daha çok demokrasi getirmek” adına yapılan darbelerin nasıl hazırlandığını da anlattı, “yabancı devletler tarafından desteklenmeyen bir darbe yapılamaz” dedi. Darbenin en önemli hazırlıklarından birinin de “gazeteleri, televizyonları ve interneti kontrol etmek” olduğunu söyledi.

*” Rıza Tevfik anılarında şöyle anlatıyor: “Bir gün Talat’a dedim ki; ‘biz bu ihtilal için ecnebi sefirlerden hayli teşvik gördük. İşte hürriyeti ilan ettik. Gidelim bu süferayı (Büyükelçileri) ziyaret edelim, teşekkür edelim’.
Evvela İngiliz sefaretine gittik. Galatasaray’daki o muhteşem binayı tam bir ölü sessizliği içinde bulduk. Ben emindim ki sefir de dahil olmak üzere bütün sefaret erkanı içerideydi. Fakat bizi karşılayan sefaret kavası, kimi sorduksa “yok” dedi. Çok soğuk bir adem-i kabuldü bu! Bir mana veremeden dönmüştük.
Oğlum Said İngiltere’de oturuyordu. Onu ziyarete Londra’ya gitmiştim. Said’e İskoç asilzadelerinden Lord Nikilsin (1908 döneminde İstanbul’daki İngiliz sefiri) cenapları hayli yardım etmişti. Hem bu alakalarına teşekkür etmek, hem de eski dostluğu bir daha ihya eylemek üzere ziyarete gittim. Sohbet sırasında İstanbul sefaretinin bize gösterdiği soğuk adem-i kabul hatırıma geldi. Lord cenaplarından sebebini sordum: “Dostum Rıza Tevfik bey… Biz Jön Türkleri teşvik ettik. Onlardan büyük bir netice bekliyorduk. İhtilal olacak, İstibdatla beraber Sultan da, bu bahusus temsil ettiği hilafet müessesesi de alaşağı edilecekti. Fakat aldanmış olduk. Beklediğimiz neticeyi alamadık. Zira ihtilal yaptınız, gerçi Kanuni Esasi geldi, fakat Sultan da hele hilafet müessesi de yerinde baki…”
Lord cenaplarına tekrar sordum; “İngiltere Devleti fakimesini hilafet müessesesi bu derece şiddetle neden alakadar ediyor?”… “ Ha..! Dostum Rıza Tevfik bey… Biz Mısır’da, bilhassa Hindistan’da İslam kitlelerini idaremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık, muvaffak olamadık. Halbuki Sultan yılda bir defa Selam-ı Şahane, bir de Hafız Osman Kur’an-ı Kerimi gönderiyor, bütün İslam ümmetini hudutsuz bir hürmet duygusu içinde, emrinde tutuyor. İşte biz bu ihtilalden ve siz Jön Türklerden ihtilal sonunda, sultanların da hilafetin de, yani bir selam-ı şahane ve bir hafız Osman Kur’an-ı ile kitleleri avucunda tutan kuvvetin de devrilmesini bekledik, aldandık. İşte bu sebeple bir soğuk adem-i kabul gördünüz…” [1]

********************  

 

NATO’nun Gizli Orduları, Daniele Ganser- in eserinden notlar;

Türkeş, İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman Naziler”in Türkiye”deki bağlantı kişisiydi.

Ülke çapında ismini ilk kez 1944″te, antikomünist bir gösteriye katılma suçlamasıyla yanındaki 30 kişiyle birlikte tutuklandığında duyurdu. Genel de ırk üstünlüğü teorisine, özelde de Türkler”in üstünlüğüne inanan Albay Türkeş, kariyeri süresince beyanatlarının çoğunda Hitler”in Mein Kamp! (Kavgam) kitabından alıntılar yaptı. Savaşın ardından 1948″ de CIA ile bağlantıya geçti ve söylenenlere göre bu süre boyunca, CIA emirleri doğrultusun “Türkiye”de gizli bir gölge ordu kurma çalışmalarına katıldı. Birleşik Devletler”le işbirliği güçlendikçe, karizmatik lider Albay Türkeş ülkesiyle Birleşik Devletler arasında mekik dokumaya başladı ve hem Pentagon”la hem de CIA”yla samimi bağlantılar kurdu.

1955″ten 1958″e kadar NATO”yla ilgili Türk askeri görevi nedeniyle Washington”da görev yaptı.

Türkiye 4 Nisan 1952″de NATO”ya katıldığında, Alb. Türkeş”in de katkılarıyla ülkede çoktan bir gizli ordu kurulmuştu. Karargâhın adı Seferberlik Tetkik Kurulu”ydu (STK” ve Amerikan Askeri Yardım Heyeti”nin (JUSMATT) Ankara Bahçelievler”deki binasında faaliyet gösteriyordu. Seferberlik Tetkik Kurulu 1965″te yeniden yapılandırıldı ve adı Özel Harekat Dairesi (ÖHD) olarak değiştirildi.

1990 Gladyo açıklamaları sırasında Türk gizli askerlerin komuta merkezi bu adla anılıyordu. Özel Harp Dairesi, teşhir edilen bu ismi bir kez daha değiştirmek zorunda kaldı ve Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) adıyla faaliyet yürütmeye başladı.

1955″ten 1958″e kadar NATO”yla ilgili Türk askeri görevi nedeniyle Washington”da görev yaptı.

*CIA ve Adnan Menderes hükümeti arasında 1959″da imzalanan askeri bir anlaşmada gizli ordun yurtiçi görevi ifade edilirken, gizli askerlerin “rejime karşı iç ayaklanma durumunda da” harekete geçirileceği belirtiliyordu.

CIA ordusu gerçekten askeri bir darbeyi engellemek için mi oluşturulmuştu?

*Böyleyse bile, başarıdan hayli uzak bir yapılanma olduğu kesin. Çünkü Türkiye, 27 Mayıs 1960″da askeri bir darbe yaşadı; CIA liyezon askeri Kurmay Albay Türkeş”in de aralarında bulunduğu 38 asker hükümeti alaşağı edip Başbakan Adnan Menderes”i tutukladı. Gizli savaş uzmanı Selahattin Çelik, Türk ordusunun Özel Harp Dairesi” “gizli duvarları arkasından seçilmiş hükümetlere defalarca müdahale ettiğini belirterek, ÖHD”nin Türk demokrasisini korumak için oluşturulmuş bir birim olmaktan çok, Türk demokrasisinin karşı karşıya bulunduğu en büyük tehdit olduğunu söylemektedir.

Türk ordusu generalleri, çok gizli Özel Harp Dairesi komutanlığına getirilmeden önce, kural olarak resmen “emekli” ilan ediliyordu; böylelikle gizli komutanlık görevini görünmezlik zırhı altında sürdürebiliyorlardı.

Çelik, “Özel Harp Dairesi”nin en önemli faaliyetleri, üç askeri darbeydi” yorumunda bulunuyor.

*Darbeden sonra cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Orgeneral Cemal Gürsel yönetimindeki Türk darbeciler sözlerini tuttular; darbe sabahı, Kurmay Albay Alpaslan Türkeş”in Türk Silahlı Kuvvetleri adına Ankara Radyosu”ndan yaptığı açıklama şu sözlerle bitiyordu:

“Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO”ya inanıyoruz ve bağlıyız CENTO”ya inanıyoruz ve bağlıyız.

*Aslın da Türkiye”de bir askeri darbe hazırlığı yürütüldüğüne dair ipuçları, yıllar önce yaşanan bir olayla da açığa çıkmıştı.1957 yılında Türkiye “nin gündemine damgasını vuran ve “Dokuz Subay Olayı” diye adlandırılan bir skandal yaşandı.

Samet Kuşçu adlı bir subay, Aralık 1957″de Başbakan Adnan Menderes” e giderek, ordudan bir grubun darbe hazırlıkları yürüttüğü ihbarında bulundu ve bu gruptan dokuz subayın ismini verdi.

Kuşçu “nun, başlangıçta bu gruba dâhil olmak istediği, ancak sonradan vazgeçtiği belirtiliyordu. Askeri mahkemede, ordu içinde gizli bir ihtilal hazırlamak suçlamasıyla yargılanan subaylar, altı ay sonra beraat ettiler. Samet Kuşçu, yanlış ihbarı nedeniyle iki yıl hapis cezası aldı.15

Darbeden sonra CIA”nin Türkiye”deki bağlantısı Kurmay Albay Türkeş, Cemal Gürsel”in sağ kolu ve kişisel sekreteri oldu.

*Demokratik yapıların yok edildiği süreci Türkeş yönetti.

Tutuklanan Başbakan Adnan Menderes, dört siyasi liderle de idam edilirken, toplam 449 politikacı ve hâkim tutuklanarak ağır hapis cezalarına çarptırıldı. Ardından darbeyi gerçekleştiren 38 subay arasında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Albay Türkeş, yanındaki bir düzine subayla birlikte, Pantürkizm vizyonuna sadık kalarak otoriter bir devlet yapısı kurulmasını isterken darbeci askerlerin çoğunluğu ülkede hukukun ve düzenin yeniden sağlanması için yeni bir anayasa hazırlanmasından ve seçimlere

gidilmesinden tavır aldılar.

*Kurmay Albay Türkeş, Hindistan Yeni Delhi”de ki Türk büyükelçiliğine askeri ateşe olarak gönderilerek siyasi arenadan soyutlandı. Darbeci yönetiminde kalan diğer subaylar yeni bir anayasa oluşturdular ve anayasa Temmuz 1961″ de yapılan referandumla kabul edildi.

Yaşamı boyunca kendisine ilham veren Pantürkizm vizonundan asla sapmayan Türkeş, 1963 Mayıs ayında Hindistan”dan döndükten sonra, subay arkadaşı Talat Aydemir”le birlikte bir kez daha hükümeti devirme girişiminde bulundu. Darbe girişimi başarısız oldu ve ikili tutuklandı.

Aydemir ölüme mahkum edilirken Türkeş “kanıt yetersizliği nedeniyle serbest bırakıldı.

*Turhan, Bozkurtların kontrgerilla yapısına dâhil olduğuna, İstanbul”un Erenköy semtinde bulunan Ziverbey Köşkü”ndeki işkence odalarında, ilk elden tanık oldu.

Köşk,1950″lerde eski Sovyet ülkelerinden, özellikle de Bulgaristan ve Yugoslavya”dan insanları “sorguya çekmek” için kullanılmaktaydı ve kontrgerilla, işkence teknikleri üzerine ilk eğitimini bu köşkte almıştı. Köşkün karanlık odalarında, izleyen yıllarda da, kontrgerilla tarafından öldürülen ya da sakat bırakılan yüzlerce insanın çığlıkları yankılandı. Turhan yaşadıklarının bir bölümünü, “İstanbul Erenköy”deki işkence köşkünde, MİT sorgu timi şefi emekli subay Eyüp Özalkuş “un işkence timi

gözlerime gözbağı taktıktan sonra ellerimi ve kollarımı bağladılar. Sonra bana “artık Ordu üst yönetimi emrinde, anayasa ve yasalardan bağımsız faaliyet gösteren bir kontrgerilla biriminin ellerinde” olduğumu söylediler.

*Türkiye” deki gölge yapı araştırmasında, MİT ve kontrgerilla birimlerinin CIA sponsorluğunda kapalı bir kutu olan Özel Harp Dairesi komutasında faaliyet gösterdikleri, başka bir anlatımla kurumsal anlamda iç içe geçmiş iki yapı oldukları ortaya çıktı. Özel Harp Dairesi”nin eğitim ve komutasını üstlendiği, uygulaması ise MİT ve kontrgerillaya düşen özel harp metotlarının “açık ve sinsi faaliyetler” tanımı altında adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, şike, kötürüm hale getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık ve şantaj” faaliyetlerini kapsıyordu.

*CIA, Türk gizli servis yapısına öylesine nüfuz etmişti ki MİT”in önde gelen mensupları dahi Beyaz Saray”a bağlı olduklarını kabul ediyorlardı.

*Savaşman, “CIA”dan MİT”le birlikte çalışan en az 20 kişilik bir grup vardı ve bunlar MİT içindeki en yüksek organı oluşturuyorlardı” diye açıklıyordu. “Hem istihbarat alış verişini, hem de Türkiye içi ve dışındaki ortak harekâtlara dönük işbirliğini sürdürmekle görevliydiler.” Savaşman işbirliğinin kendi görev süresi esnasında başlamadığını ısrarla vurguluyordu: “Bizim istihbarat servisimizle CIA”nın

işbirliğinin geçmişi 1950″lere dayanıyor… Teşkilatın kullandığı bütün mekanik malzemeler CIA tarafından temin edilmiştir. Birçok personel Amerikalılar tarafından yurtdışındaki kurslarda eğitilmiştir. Teşkilat binası CIA tarafından kurulmuştur.” Savaşmanın ifadelerinden CIA”nın Türkler”e işkence aletleri de verdiği ortaya çıkıyordu: “Sorgu odalarındaki tüm aletler, en basitinden en kompleks yapıdakilere kadar CIA” dan temin edilmişti. Bu çalışma içinde ben de vardım, oradan biliyorum.” MİT personelinin “yıllardan beri CIA gibi çalışmakta ve “Amerikan Servisi hesabına görev almakta” olduğunu belirten Savaşman, özellikle vurguluyordu: “[Personel] yurt içi ve yurtdışındaki operasyonlarda ücret kabul etmektedir.”

*Birleşik Devletler”de örtülü faaliyet operasyonları üzerine eğitim alan Abbas, bir MİT ajanı olarak adını ilk kez Beyrut”ta, İsrail gizli servisi Mossad”la yürüttüğü ortaklaşa operasyonlarla duyurdu.

Abbas 1968 ile 1971 yılları arasında Filistin halkına yapılan sayısız kanlı saldırı içinde yer aldı. Müsteşar Yardımcısı Sabahattin Savaşman, duruşmada Abbas”ı “Lübnan”da CIA”yla beraber operasyonlara katılan, Onllardan yüklü ücret ve ikramiyeler temin eden, Filistin kamplarındaki solcu gençleri hedef alan faaliyetlerde gösterdiği başarı sonucu mükafatlandırılan” bir kişi olarak tanımlıyordu. Abbas Türkiye”ye döndükten sonra CIA”yla yakın ilişkileri sayesinde MİT hiyerarşisi içinde hızla yükseldi ve hassas terör operasyonları yürütmeyi sürdürdü. Akıl hocası CIA istasyon şefi Clarridge İtalya”daki CIA istasyon şefliğine atandıktan sonra bile yükselişi devam etti.

Clarridge 1981″ de Başkan Reagan ve CIA şefi Bill Casey emri altında çalışmaya başladığı sırada dahi Abbas”la irtibat halindeydi. O sıralarda CIA genel merkezi Latin Amerika masasında görev li olan Claridge ABD”nin Nikaragua”daki Kontralar”a sunduğu destekle ilgileniyordu.

*1973″te Barış gazetesi Türk toplumunu felce uğratan esrarengiz şiddet olaylarının ve vahşetin ortasında PM 30-31 talimnamelerini yayınlayacağını duyurdu. Ancak gizli talimnameyi ele geçiren Barış muhabiri ortadan kayboldu ve bir daha kendisinden haber alınamadı. İki yıl soma Talat Turhan, var olan açık tehlikeye karşın çok gizli PM 30-31 “in Türkçe çevirisini yayımladı; ardından ABD”nin bu terör talimnamesi İspanya ve İtalya”da da yayımlandı.

Gizli NATO ordularının tüm Avrupa”da açığa çıkartılması sonrası, araştırmacılar FM 30-31 ile gölge ordular arasındaki doğrudan bağ üzerinde çalışmaya başladı.

Allan Francovich, BBC için hazırladığı Gladyo belgeselinde üst düzey ABD”li yetkililere PM 30-31 B “nin bir kopyasını gösterdi. 1960″lı yıllarda CIA İstihbarat Başkan yardımcılığı görevinde bulunan Ray Cline, “bu güvenilir bir belgedir” sözleriyle belgenin varlığını teyit ediyordu.

*Kontrgerilla gölge ordusu operasyonlarını yaygınlaştırdığı da, hükümeti 1973″te devralan Başbakan Bülent Ecevit kendi ifadesiyle “tamamen tesadüf eseri” gizli kuvvetten haberdar edildi.

Ecevit daha sonraları, 1974″te dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar”ın, ABD desteğinin kesilmesi nedeniyle, “acil bir ihtiyaç için Başbakanlık”ın örtülü ödeneğinden bir kaç milyon dolar istemesiyle” başlayan ve kendisini “dehşete düşüren” bilgilendirilme sürecini şöyle aktaracaktı:

“O yıllarda milyonlar büyük paraydı ve benden istene miktar da örtülü ödenekteki paranın tümüne yakındı. .. Genelkurmay”dan bu paranın ne amaçla istendiğini sormak zorunda kaldım. “Özel Harp Dairesi için istiyoruz” yanıtı geldi.

“Öyle bir resmi dairenin, o zamana kadar adını bile duymamıştım… “Şimdiye kadar bu dairenin giderleri nereden karşılanıyordu?” diye sordum. O zamana kadar bu dairenin tüm giderlerini bir gizli ödenekle ABD”nin karşıladığı; ancak artık ABD”nin bu parasal katkıyı kestiği, o nedenle başbakanlığın örtülü ödeneğinden para istemek zorunda kalındığı bana bildirildi… Özel Harp Dairesi”nin nerede bulunduğunu sordum. “Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada” yanıtını aldım…

*Aldığı yanıt nedeniyle “hayrete düşen ve kaygılanan” Ecevit, ordudan söz konusu dairenin işlevleri ve kuruluş biçimi hakkında bilgi istemiş, bunun üzerine kendisine bir brifing verilmişti. “Öz sunuş (brifing) toplantısına rahmetli Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık”la birlikte katıldım. Bilgi vermek üzere de rahmetli Genelkurmay başkanı Semih Sancar”la, o sırada Özel Harp Dairesi Başkanı olduğunu öğrendiğim General Kemal Yamak ve bir-iki subay katıldı.”

Ecevit brifingde anlatılanları özetle şöyle aktarıyordu; “Özel Harp Dairesi, Türkiye”nin veya bir kısım topraklarımızın düşman istilasına uğraması” durumunda, istilacılara karşı gerilla yöntemleriyle ve her türlü yeraltı etkinliğiyle mücadeleye hazırlanmak üzere kurulmuştu.

“Adları gizli tutulan bazı “vatansever gönüllüler” de Özel Harp Dairesi”nin sivil uzantısı olarak çalışmak üzere ömür boyu görevlendirilmişlerdi. Gereğinde bu gönüllü sivil vatanseverlerin kullanmaları için de, Türkiye”nin bazı yerlerinde gizli silah depoları oluşturulmuştu.”

*”Brifingde verilen bilgiler çok gizli olduğu için; o acı devlet sırrını bir zehir gibi içimde saklamak zorunda kaldım” diyen Ecevit”in kaygılarının ne kadar doğru olduğu zamanla ortaya çıkacaktı. 1977 yılında Türkiye” de büyük bir katliam yaşandı. 1970″lerin terör yılları boyunca Türkiye”deki işçi sendikaları konfederasyonları uluslararası işçi günü 1 Mayıs “ta Taksim Meydanı”nda büyük eylemler

gerçekleştirmişlerdi.

1976″da süregelen ve artan terör olaylarına karşın eyleme 100 bin kişi katılmış ve barışçıl bir gösteri yapılmıştı. 1977″ de ise meydanı 500 bini aşkın eylemci doldurmuştu. Dehşet saatleri gün batımında, konuşmacıların bulunduğu platforma, meydana hâkim konumda bulunan Sular İdaresi”nin duvarları üzerinde ve İntercontinental Otel”in çatısında mevzilenmiş meçhul kişiler tarafından kalabalığa ateş açılmasıyla başladı.

Kabalık panikledi ve yaşanan olaylarda otuz sekiz kişi öldü yüzlerce insan yaralandı. Silah atışı 20 dakika boyunca devam etmiş, ancak alanda bulunan bir kaç bin polisten hiç biri müdahale etmemişti.

CIA istasyon şefi Clarridge”le “kardeşten öte” bir ilişkisi olan Türk CIA ajanı Hiram Abbas 1 Mayıs katliamında bizzat yer almıştı.

İntercontinental Otel, Şili”de 1973″te Allende hükümetine karşı girişilen darbenin de

finansörlerinden olan ITT grubuna aitti. 1 Mayıs”tan üç gün önce otelin tüm müşterileri boşaltılmış ve yeni rezervasyonlar kabul edilmemişti.

1 Mayıs günü otele yabancı bir grup geldi. Katliamdan otel başka bir şirket tarafından satın alınarak ismi “The Mamara”olarak değiştirildi. Soruşturma sırasında, video ve ses kayıtları birdenbire ortadan kayboldu.

O sırada Başbakanlık koltuğunu Süleyman Demirel”e devretmiş olan ve ana muhalefet partisi lideri olarak mecliste bulunan Bülent Eevit katliamın hemen ardından Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk”ü ziyaret ederek kendisine Özel Harp Dairesi”yle ilgili bilgileri aktarmış ve terör eyleminde gerillanın parmağı olduğundan şüphelendiğini bildirmişti.

Korutürk meseleyi Başbakan Süleyman Demirel”e açmış. Ancak Demirel iddiayı ciddiye almadığı gibi “büyük bir tepki de göstermişti.”

*1978″ de yeniden başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra da Özel Harp Dairesi “nin “sivil uzantısı ve gizli silah depolarının” izini sürmeye devam eden Ecevit, kuşkularını doğrulayan bir anıyı da aktarıyordu: “1978-1979″daki Başbakanlığım sırasında bir Doğu ilçemizi ziyaret ederken, oradaki Askeri birliğin komutanı olan generalle görüşüyordum. Kendisinin bir ara Özel Harp Dairesi”nde çalışmış olduğunu öğrenince, kuşkularımı belirterek, kendisinden bilgi almaya çalıştım. Generalin kuşkularımı yersiz bulması üzerine bir soru yönelttim: “Farzımuhal, bu ilçedeki Milliyetçi Hareket

Partisi(MHP) Başkanı aynı zamanda Özel Harp Dairesi”nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı? General, “Evet öyledir, ama kendisi çok güvenilir vatansever bir arkadaşımızdır” yanıtını verdi.”

*Aynı dönemde Albay Türkeş”in sağcı partisi MHP, kontrgerilla, Özel Harp Dairesi ve terör olayları arasındaki bağlantıyı araştırmaya başlayan bir isim daha vardı: Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz.

Araştırma sonrası hazırladığı nihai raporda Öz, “Bütün bu çalışmalar içinde askeri ve sivil güvenlik güçleri vardır. Kontrgerilla, Genel Kurmay Harp Dairesi”ne bağlıdır” diyor ve ekliyordu: “Kontrgerilla il ve ilçelerde, seferberlik işlemini yürüten kurum olarak askerlik şubelerince yönetilmektedir. Bu konuda en çok, aşamalı eğitimden geçen astsubaylar kullanılmaktadır. Sivil güvenlik güçleri içinde Mit elemanları ve 1. şube görevlileri kullanılmaktadır.

Bu çok gizli sırrı açığa çıkartan Savcı Doğan Öz, 24 Mart 1978″ de uğradığı suikast sonucu yaşamını yitirdi.

Katili ülkücü İbrahim Çiftçi”nin yargılanması tam yedi yıl sürdü ve bu süre içinde Ankara Sıkıyönetim 1 No”lu Askeri Mahkemesi dört kez Çiftçi”ye oybirliği ile ölüm cezası verdi. Karar her defasında Askeri Yargıtay tarafından bozuldu. Yerel mahkeme son kararda şu kaydı düşerek davayı kapattı: “Sanık İbrahim Çiftçi”nin… Doğan Öz”ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüştür.

Ancak Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararları mahkememizi bağlayıcı nitelikte bulunduğundan… Sırf bu hukuki zorunluluk nedeniyle sanık İbrahim Çiftçi”nin beraatına… Karar verilmiştir.

İbrahim Çiftçi” Avukatı tüm yargılama boyunca müvekkilinin “normal” Vatandaş olmadığını dile getiriyordu. Serbest bırakılan Çiftçi son olarak 1997 yılında MHP genel başkanlığına adaylığını koydu.

 

MEHMET ÖZÇELİK

07-05-2016

 

[1] https://www.facebook.com/alper.tan.33/posts/558434507607333

Bak.Destansı hüzün.sh.45.İbrahim Refik.

 




İMANDA KARDEŞİZ




YÜKSELEN FERYATLAR

YÜKSELEN FERYATLAR

Üç yıl kadar önce Diyarbakırlı bir dostumun yakını misafirliğe gelmişti.

İlk işim ona Diyarbakır ile ilgili bilgi sordum.

O zaman sadece iki mahallenin problemli olduğunu, medyanın ise bunu tüm Türkiye-ye taşıdığını söylemişti.

Dün yine bize oturmaya geldiğinde, oturur oturmaz vicdanını rahatlatmak ve bunları bir yerlere duyurmam için, gidene kadar anlatması bitmedi.

Hanımlardan kalkma emri gelince mecburen anlatacaklarını bitirmeden kalkmak mecburiyetinde kaldı. Ancak meramı anlaşılmıştı. Onun dilinden sizlere arz edeyim;

-Devlet sineklerle değil, bataklığı kurutmalıdır. O ölen teröristlerin çoğu aslında tamamen dağdan gelmiş olanlar değil. Gerek merak ve erkeklik taslamak amacıyla toplu silahların gelmesi haberi üzerine etraftan toplanan hırsız, dolandırıcı, uyuşturucu, varoşlardan toplanan gençler idi.

-Benim akrabamdan birisi üç defa dağdan kaçarak geldi. Çocuğu ailesini öldürmekle tehdit edip, tekrar dağa çıkardılar.

-En önemlisi Diyarbakır belediyesine bir katrilyona yakın yolları, belediye hizmetlerini yapması için para gönderilmişken, bu paralarla;

-Belediyede dağdaki pkk –lılar çalıştırılmaktadır.

-Kreşten gençlik ve kadın kolları gibi onlarca dernekle pkk- nın reklamı yapılmaktadır.

-Erdoğan-ı yaptığı sarayla tenkid edenler, Diyarbakır belediyesinin yaptığı Kongre Merkezi veya Meclise rakip oluşturulacak federel devlet meclisi şimdiden hazırlanmıştır. Bir ona baksınlar, sarayın küçük kaldığını göreceklerdir.

Pkk- nın meclis binası şimdiden hazırdır.

Meclisten atılacakların yeri de şimdiden belirtilmiş oluyor.

-Devletin kurumlarında pkk-nın tv-si gösteriliyor. Hatta bende biraz dinleyeyim dedim ve şu kanaata vardım; Bu anlatılanları dinleyen insanlar mutlaka dağa çıkarlar. Devlete ve Erdoğan-a düşman olurlar.

-Maalesef üst düzeyden insanlar pkk- ya destek olmaktadır. Öğretmenler adeta pkk- ya eleman yetiştirmekte, doktorlar pkk- ya hizmet edip, yaralı asker ve polisleri kasıtlı olarak tedavi etmeyip, kan kaybından ölmesine sebeb olmaktadırlar.

-Büyük Şehir Belediyesi uygulaması en çok pkk- ya yaradı. Bu sayede daha önce Akp veya Fazilet partisinin başkanlığını yaptığı Diyarbakır- Mardin- Van gibi yerler Hdp- nin eline geçmiş oldu.

-Bir arkadaşımın sekiz çocuğu olduğundan sıkılarak söylüyordu. Pkk mensubu olan kimseler ise hem çok evlilikle hem de çok çocuk yaparak en az yirmi çocuğa sahip olan bu kimseler orada bir hakimiyet kurmaya çalışıyor.

-Bir tanesi ölse, daha gitse pek umurunda olmuyor.

İş yapanlar mesela inşaat işinde olanlar pkk- nın payını ayırıyor.

Belediyenin ihaleleri yine onlara veriliyor.

-Şu anda Diyarbakır-da bulunan halk, yerli halk değildir. Genelde Mardin- Siirt- Bitlis- Van gibi on bir diğer illerden gelmiş kimselerdir.

Mesela İzmir-de yüz binin üzerinde Diyarbakır-lı mevcuttur.

Çünkü o insanlar üç tercihle baş başa bırakıldı;

Ya bana katılırsın, Ya gidersin, Ya da beni desteklersin.

-Orada insanlar kolay kolay konuşamıyorlar. Bunları orada anlatamıyorlar. Aksi takdirde ajan olarak yaftalanıyorlar.

Seksen yaşındaki hacı amca bile, hiç ummadığın dindar insanlar bile özellikle kürt ırkı sebebiyle Hdp – Pkk- ya sempati besliyor.

Devlet yeterli sahiplikle bulunmuyor. Devlet gündüz oralara hakim olsa bile, gece oraya hakim olmuyor.

Adamlar kalabalık bir grub halinde, silahlı evlere giriyor, barında ve yemek gibi ihtiyaçları karşılanıyor.

Özel istihbarat ve güvenlik ekipleri oluşturulmalıdır.

-Temizlendi denilen sur bile ancak üçte biri durumunda…

Belediyeler onlara her türlü gıda, silah gibi yardımlarını sürdürüyorlar.

Devlet hafif kalıyor. Ağırlığını göstermesi, destek verenlerin acilen cezalandırılması gerekir.

Devlet bu temizleme faaliyeti içerisinde kesinlikle anlaşma yoluna gitmemelidir.

Bu tıpkı aç olan canavara şefkatle yaklaşmak demek olur ki, arkasından diş kirasını isterler.

Bu gün pkk dişinin kirasını istemektedir. Devlet bu konuda ihanetlerinde etkisiyle çok ihmalkâr ve ilgisiz davrandı.

-Bediüzzaman Said Nursi- nin Diyarbakır gibi tüm doğuda büyük bir ağırlığı var. Bunlara tepki çekmemek için dokunamıyorlar.

Bunlara destek olunup-  Nur Dershanelerin her tarafta açılmasıyla bu teröre engel olunabilir.

Bu işin tek çözüm yolu budur.

Devlet kendisine bağlı aşiretleri ve müsbet cemaatleri ve de sivil toplum örgütlerini desteklemelidir. Onlarla birlikte hareket etmelidir.

Ağırlığı olan kişilere sahiplenmelidir.

-Hüdapar- da silahlı gençlere sahip olduğundan, onlara da pek ilişemiyorlar.

Mahalleler pek korumasız durumda. Karakolların boşaldığı yerlere teröristler giriyor. Karakolların ve emniyet güçlerinin arttırılması gerekir.

Pkk- nın direk tek hedefi islamiyettir. Tüm gayretleriyle islamiyeti kaldırmak için çaba gösteriyorlar. Diyarbakırın merkezinde belediye eliyle Zerdüşlüğün heykelini dikilmiştir. Belli ki Hz. Adem le başlayan iman- küfür mücadelesi açıkça burada sürdürülmektedir.

İslamiyet kalkmazsa bu işin olmayacağını açıkça söylüyorlar. Ondan dolayı din derslerinin yerine kürtçe öğretme yoluna gidiyorlar. Bunu ta kreşten itibaren başlatıyorlar.

-Kesinlikle belediyelerin özellikle büyük belediyelerin onların ellerine bırakılmaması lazım. İşte büyük şehir olunca çok nüfusa sahip olan bu kişiler hatta dört evlilik yaparak kırk çocuğa sahip olup, kontrolü ellerine geçiriyorlar. Sürdükleri insanların yerine kendi elemanlarını getirerek de orada yerleşip, güçleniyorlar.

-Çok iyi bildiğim surun her karışına bomba yerleştirmişler. Asker ve polise yazık oluyor. Çok hainane çalışıyorlar.

Ekonomik ve her türlü destekleri ve yolları engellenmedikçe , bu iş bitmez.

Tam bir korku imparatorluğu kuruluyor.

Deniz gibi coşan içimdeki fırtınadan yükselen 1,5 saatlik anlatımdan, denizden bir katre…

MEHMET ÖZÇELİK

 

 




GEÇMİŞİ UNUTMA

GEÇMİŞİ UNUTMA

Ünlü iş adamı Durmuş Döven, Ben eski Solcuydum, komünist olacağım diye uğraştım, parayı kazanınca kapitalist oldum, her şeyden evvel şimdi muhafazakar oldum. Her dönem bir şey oluyorum. Zaten vardır ya; Parayı bulana kadar komünist, parayı bulunca kapitalist, kadın koca bulana kadar feminist diye. Bu dünya düzeni bizim elimizde değil.[1]

*1920-de tek adam dönemi başladı. 1930-da tek şef dönemine girildi. 1950-de nefes alma dönemine geçildi. 1960 darbeler dönemi açıldı. 1970 kominizm ve İran tehlikesi Türkiye-yi sarstı. 1980 sefahetin kapısı açıldı. 1990 faili meçhuller başladı. 2000 yılından itibaren dibe vuruşla yukarıya çıkış dönemi başladı. 2010 derin devletin koruyucusu olan hukuk yırtıldı. 2020 mi, -inşaallah- İttihadı İslam devri devreye girecektir.

-1950 de Menderes, 1982 de Özal ve 2002 de Erdoğan devri, bu kirli dönemde aradan çıkan fabrika hatası mamullerdir.

-100 yıl içerisinde her on yılda bir bu milletin ayağa kalkması engellendi.

Bitirilmeye çalışılırken, o münbit zeminlerde bitti, yeşerdi.

*********************   

”Baba İshak’ın Güney Anadolu’da yaydığı Hıristiyanlık-Müslümanlık-Mazdekizm karışımı doktrin dikkate alındığında, her iki olayın ideolojisi de, dinler arası senkretik bir nitelik gösterir.

Şeyh Bedreddin İsyanında da özellik de halifeleri Torlak Kemal ve Börklüce

Mustafa’nın, Müslümanlık-Hıristiyanlık-Yahudilik karışımı bir inancı, başka

bir deyişle heterodoks bir İslam anlayışını propaganda ettiklerini biliyoruz.”

….isyanın amacı da, söylendiğine göre, özlenen “adaletin hakim olduğu bir toplumsal düzen” yaratmaktır. Ancak bu amaç sadece bir tek yolla, siyasal iktidarı ele geçirerek gerçekleşebileceğinden her iki isyan da bir açıdan siyasal hareketlerdir.

Nasıl Babai İsyanın aslında siyasi-sosyal bir hareket olmasına rağmen, kendinden sonra Babai Hareketi denilen büyük bir dini-mistik hareket doğurmuşsa, Şeyh Bedreddin İsyanı da aynı nitelikte bir ayaklanma olmuş ve kendinden sonra Bedreddinilik yahut Simavenilik denilen dini hareketi doğurmuş ve bu yolla Balkan Aleviliği’ni yaratmıştır.

….Osmanlı kuvvetleriyle yapılan son muharebede, Şeyh Bedreddin’in yanındaki sipahiler ve feodaller, toprak vaat edilir edilmez, Osmanlı kuvvetlerinden yana geçmişler, Şeyh’in yanında kalanlar ise kendi müridleri olmuştur. Oysa Babai İsyanı’nın başarısızlığının sebebi ihanet değil, Türkmenler’in zırhlara bürünmüş paralı Frenk

askerleri ve ağır silahları karşısında çok amatör ve zayıf kalışlarıdır.

….Araştırmacıların bugüne kadar onun hakkında yaptıkları değerlendirmeler Şeyh Bedreddin’i bütün türevleri hesaba katılmak kaydıyla iki zıt çizgiye indirger:

  1. a) Her ne kadar büyük bir alim olsa da Şeyh Bedreddin sonuçta devlete karşı ayaklanmış bir isyancıdır.
  2. b) Mazlum halkların ezilmesine karşı çıkarak onları paylaşımcı, eşitlikçi bir düzen içinde yaşatmayı amaçlayan büyük bir devrimcidir.

…..Bize göre ise o, Osmanlı merkeziyetçi yönetimine karşı olan bir İslam alimi ve mutasavvıf kimliğiyle, yaşanan toplumsal kargaşaya son verip toplumu ve mensup olduğu kesimi selamete eriştirme konusunda kendini yetkili görerek bir “mehdi” ruhuyla düzene karşı çıkan bir aksiyon adamıdır.[2]

-Bu gün doğuda yapılan ve de paralel yapının mehdiyeti de aynı noktaya oturmakta, cahil bir halk ile, ermeni gücü başta olmak üzere farklı hesapları tek hesapta birleştirme faaliyetidir.

-Dünkü baş kaldırı “zındık ve mülhid” hareketi olarak değerlendirilirken, bu günkü hareket ise “ Mehdiyet ve Ateistlik” gibi iki zıt kavramın devlete karşı baş kaldırışıdır.

Bu isyan hareketleri en az yüz yılda bir depreşiyor ve depreştiriliyor.

*****************  

Hiç bunların içinde  insaflı, vicdanlı, düşünceli, insanlığını kaybetmemiş kimseler yok mu?

Yeter diyecek, isyan edip, dur diyecek?

Seviyeli, vicdanlı, anlayışlı, dindar, ahiretini düşünen, şefkat ve merhamet sahibi insanlardan hiç mi nasibi yoktur…

Suriye-de zulme ortak olanlar insan ismine layık kimseler değildirler.

***********************

Yıllar öncesi büyük elçilerimizi öldüren direk ermeniler, bu gün içteki ortaklarıyla beraber polis ve askerimizi ve bu arada vatandaşlarımızı da öldürmektedir.

*Bu günlerde askerin darbe yapacağı söylentilerine, askeriye acil cevap verip, reddetti.

Ancak darbe yapılacağı kesin. Ancak bu darbe ordu eliyle değil, hukuk eli ve uygulaması ile yapılacaktır.

*Güzel bir başarı.

Artık Türkiye-ye vurmak isteyenler en yakın yerden , cumhurbaşkanlığı, başbakanlık gibi bir mahalden değil de, Can Dündar seviyesinde! Bir saldırı seviyesizliğine kadar düşmüşler.

Eskiden arkadan, dost gözükerek vururlardı, şimdi ise bir gazetecinin arkasına sığınarak vurmaya çalışmaktadırlar.

En üst seviyeden darbe yer ve kurtulamazdık.

Tuzluyayım da kokmayasınız, emi…

*17-25 aralık 2013 darbesi sağdan gelirken, 28 şubat 1997 darbesi ise soldan gelmiştir. Ancak 17-25 Aralık 28 şubattan daha tehlikelidir.

28 şubatta direk halka darbe yapılırken, 17-25 aralıkta ise, halkın seçtiği hükümete yapılmıştır.

İkisi de masonik bir darbedir.

*****************

ÇİN EN ÇOK ATEİST NÜFUSA SAHİP ÜLKE

Araştırmalarda %49 çıkan Çin Ateist Nüfusu, bu alanda Dünyanın zirvesinde.1.3 Milyar İnsanın yaşadığı Çin Halk Cumhuriyetinde ateist sayısı 600 Milyondan fazla!

Bunun en büyük sebebi ise Komünizm ile yönetilen Çin’in dini inançlara karşı baskı oluşturması.

Ayrıca Konfüçyanizm dininin bölgede hakim olması bunun ikincil sebebi çünkü Konfüçyanizm tek bir yaratıcının olduğu dini inanca karşı.

TÜRKİYE’DEKİ ATEİST – İNANÇSIZLIK ORANI

Aynı araştırmaya göre, Türkiye’deki inançsızlık oranı yüzde 4’ün altında.

EN ÇOK ATEİSTİN YAŞADIĞI ÜLKELER

1- Çin
2- Japonya
3- Çek Cumhuriyeti
4- Fransa
5- Avustralya
6- İzlanda[3]

********************  

*Türkiye tarihi yalanlar üzerine kurulu bir tarihtir.

Aslında tarih bile değildir.

Kuşa benzetilmiş nutkun yani atatürkün hatıra defterinin yamalanmış halidir.

Diyarbakır vekili Hacı Şükrü, İstanbul hükümetinin ve ve Vahdettinin besmele ile taşlanmasını öneriyor.

Bir asırdır dünyanın en tartışılan kişisi olan Atatürk yani kendi ifadesiyle Kamal, öyle görülüyor ki, en az bir asır daha tartışılacaktır.

***************

*Tarih boyunca garib gurebaya, fakir fukaraya, üç milyon Suriyeliye, milyonlarca afrikalı ve ve ihtiyaç sahiplerine el atıp yardımda bulunan, asker ve eğitim gibi bir çok yatırımlara imza atan bir şahsa yapılan haksız ithamlara bakın!

Dinime dahleden bari müsülman olsa…

 

*”Orhan Kemal, 3,5 yılını hapiste Nazım Hikmet’le birlikte geçirir. Çıktıktan sonra yazdığı Çöpçü, Arka Sokak ve Grev adlı öyküleri yüzünden yeniden başı belaya girer. “İtalya, Almanya bizden daha ileridir” dediği için yabancı rejimler ve komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 5 yıl ağır hapis cezasına mahkûm edilir (1939).

Sait Faik Abasıyanık da Şahmerdan (1940) adlı kitabındaki “Çelme” başlıklı öyküsünde yöneticiye hakaret suçuyla sıkıyönetim mahkemesinde yargılanır. Yetmezmiş gibi Medar-ı Maişet Motoru adlı romanı 1944’te sıkıyönetimce toplatılır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu yaşlılık demlerinde yeğeni Murat Belge’ye ilginç bir itirafta bulunur:

“Hayatımda ne yapmak istedimse hep tersini yapmak zorunda kaldım. Proust gibi bir yazar olmak isterdim ama Balzac gibi olmam gerekti.”

Bu itiraftan sonra Yakup Kadri’nin kitaplarını yeniden gözden geçiriyor Belge: “Nur Baba’yı düşündüm. İlk romanı. Aslında tekke havasını,Bektaşiliği çok sever. Buna rağmen o romanda tekke şeyhinin nasıl bir dolandırıcı olduğunu anlatmak zorunda kalmış. Dediğinde bir doğruluk payı olduğuna o zaman kanaat getirdim.

****************** 

Japonlar Türklerin neden geri kaldığını araştırmak üzere Türkiye-ye gelirler. Uçaktan inince ilk kişiye Türkiye hakkında soru sorarlar. O kişi de; eğer ben başbakan olsaydım şöyle yapardım, böyle yapardım, diye başlar konuşmaya.

Daha fazla araştırmaya gerek görmeyen bu araştırmacılar, mesele anlaşılmıştır, der. Çünkü kendi işini yapmayıp başkasının işine burun sokan bu insanlar bir toplumda bulundukça, geri kalmaları kaçınılmazdır.

Türkiye-de bunlardan sürüyle…..

*”30 yıl öncesinin Milli Piyango talihlisi Mehmet Sarıoğlu, köylülerin aralarında para toplayarak yaptığı bir barakada soğuktan donarak hayata gözlerini yumdu.”(Yeni Şafak-20 Ocak 2008 Pazar  

*RAUF DENKTAŞ KIBRISTA BULUNAN 10 TANE KUMARHANEDEN HER BİRİNDEN GECEDE 2 BİN DOLAR TOPLAM 20 BİN DOLAR PARA ALIYORDU.HER GECE KENDİSİNE KUMARHANENİN ÜSTÜNDE BULUNAN LİONS DERNEĞİNE GETİRİLİYORDU.

YAPILAN YORUMLARDA;

KIBRIS’I YILBAŞI GECELERİNDE KUMARHANELERLE,MEYHANELERLE,PAVYONLARLA,UYUŞTURUCUYLA ANILAN BİR YER YAPTIĞI İÇİN…
…KIBRIS’I DARBECİLERİN MEKANI YAPTIĞI İÇİN…
…KIBRISTAKİ BÜTÜN KURAN KURSLARINI KAPATIP,DİN EĞİTİMİNİ YASAKLADIĞI İÇİN…
…KIBRISTA KURAN ÖĞRENEN İLKOKUL TALEBELERİNİN ELLERİNE KELEPÇE VURUP KARAKOLLARA ÇEKTİĞİ İÇİN…
…ERGENEKON DAVASINI GÖZDEN DÜŞÜRMEK İÇİN KATİLLERİN AVUKATLIĞINI YAPTIĞI İÇİN…
…AK PARTİYİ DEVİRMEK İÇİN KARANLIK ODAKLARLA EL ELE VERDİĞİ İÇİN…
…KIBRISI ERGENEKONCULARA PEŞKEŞ ÇEKTİĞİ İÇİN…
…KIBRISTA YILLARCA ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN BAŞ MİMARLIĞINI YAPTIĞI İÇİN…
…HAYATI BOYUNCA DARBECİ İSLAM DÜŞMANI GENERALLERİ FİNANSE ETTİĞİ İÇİN…
…BAŞBAKAN ERDOĞANA “KIBRISI RUMLARA SATIYOR DİYE İFTİRA ATTIĞI VE DARBECİLERİN SÖZCÜLÜĞÜNE SOYUNDUĞU İÇİN…”
…HAYATI BOYUNCA İSLAMA SAVAŞİ AÇTIĞI İÇİN HAKKIMIZI HELAL ETMİYORUZ…
…ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM…

*Bizim ULUSALCI RAUF DENKTAŞ,PKK YÖNETİCİSİ DOĞU PERİNÇEKLE ,BİR YANLARINDA MÜSLÜMAN KIZLARIN BAŞINI ZORLA AÇMAK İÇİN İKNA ODALARINI KURAN NUR SERTER,BİR YANINDA MÜSLÜMANLARA HABİS UR DİYE HAKARET EDEN VURAL SAVAŞ…(ve arka planda pusulasını şaşırmış ülkücü Mehmet Gül)
…KIBRIS’IN SAHTE KAHRAMANI RAUF DENKTAŞ, ÖMRÜNÜN SON GÜNÜNE KADAR AK PARTİYİ DEVİRMEK İÇİN DARBECİLERLE EL ELE VERMEKTEN VAZGEÇMEYEN İNANÇ VE DEMOKRASİ DÜŞMANI ZAVALLI…
…HAYATIN BOYUNCA DİNİMİZE VE MÜSLÜMANLARA DÜŞMANLIK ETTİĞİN İÇİN HAKKIMIZI HELAL ETMİYORUZ..

*****************   

26 Ağustos 2014’te yapılan görüşmede Önder, raporu okuduktan sonra Öcalan ‘’Siyaseti doğru, dikkatli ve ciddi yapmalısınız. Emeğinize saygı duymalısınız, yoksa kasıp kavrulursunuz. Buna dikkat etmelisiniz. Sırrı, sen yedi yıl cezaevinde kaldın, kendi emeğine sahip çıkmalısın. Kaldı ki sen bir yetimsin’’ diyor. 

Öcalan’ın sözleri üzerine Sırrı Süreyya Önder söz alarak, ‘’Olur mu Başkanım? Siz söylediniz ya, benim babam sizsiniz, ben kendimi yetim saymıyorum’’ ifadelerini kullanıyor. 

Kitapta Öcalan’ın bu sözlere çok güldüğü belirtilerek, şu ifadeleri kullandığı aktarılıyor:

‘’Ben senin siyaseten babanım, sen bana siyaseten Adıyaman’daki o değerli emekçi İl Başkanı’nın emanetisin. Bizim de bir sol geleneğimiz var, emek geleneğimiz var, buna sahip çıkıyoruz. Ekonomik güçlüklerin var, biliyorum, onu çözebilirsiniz.’’

”Ekonomik sorunum yok”

Sırrı Süreyya Önder, Öcalan’ın ardından tekrar söz alarak şu yanıtı veriyor:

‘’Hiçbir ekonomik sorunum yoktur Başkanım, çözdüm ben.’’[4]

MEHMET ÖZÇELİK

16-04-2016

[1] http://ekonomi.haber7.com/is-dunyasi/haber/1693736-doven-kapitalisttim-simdi-muhafazakar

[2] OSMANLI TOPLUMUNDA ZINDIKLAR VE MÜLHİDLER – AHMET YAŞAR OCAK.SH. 208.209.

[3] http://www.risalehaber.com/en-cok-ateist-orada-yasiyor-264898h.htm

[4] http://www.habervaktim.com/haber/459546/teroristbasinin-oglu-sirri-sureyya-onder.html