DEVLET MİLLET EL ELE

DEVLET MİLLET EL ELE
Paralelin ibadet ve hizmetle uğraşan alt yapısı maalesef kirli üst yapının yaptıklarını görmedi, göremedi, beklemede kaldı.
Hdp ve Chp ile olan ittifak biraz kopmalara ve soğumalara sebeb oldu.
Ancak bir kısmı hala taraftarlığını, bekle gör politikasını, muhabbetin gözünün kör olması ve etmesiyle bu körlük devam etmektedir.
Verilen gazlar yeterli olmasa da bir kısmını safında tutmaktadır.
-Hükümet neden paralel yapının bu kirli ilişkilerini görmedi? Göremedi mi?
Diğerlerinin görmediği, hüsnü zanda bulunup, itimatsızlıkta bulunmadığı, herkesin kendi içindeki küçük kırılmalar kopmaya yetmediği ve en önemlisi de, ilgi ve bağlantıda hep paralel yapının ibadet kesimi muhatab alındı.
Kokuşma engellenemedi. Kanalizasyon açıldı, kokuşmalar başladı.
Küçük hesaplar birleşince büyük hesaplar anlaşılmış oldu.
-Paralel yapı devletin gizli ve derin bilgilerine ulaşınca, derin devlet olan Ergenekon-un yeri boşaltıldı.
İyi de oldu.
Ancak güç sarhoşluğuyla hareket eden paralel yapı o boşluğu doldurarak, kendisine imkan sağlayan insanlara darbe yapmaya başladı.
-Derin devletin sağ eli, sol elini koparıp, yerine geçmiş oldu.
Bu sefer devlet sağ derin devletle mücadele edince, sol derin devlet deşifre olarak tekrar devreye girmiş oldu.
Ancak bu sefer sağ ve sol derin devlet hükümete karşı ittifak ettiler.
Bununla da kalınmadı, dış ve iç tüm cemiyetlerle kirli ittifaka girildi.
Ve bu açıkça yapıldı.
-Bu gün her şeyin ortaya çıkmasıyla görülmüştür ki; bu hesap taa 1960 yılları ve sonrasının hesaplarıdır.
*17-27 Aralık darbe girişimi dolayısıyla bu durumu değerlendiren Çölaşan; ‘Bizim başaramadığımızı Fethullah’la ekibi başardı’
Çölaşan, son yolsuzluk operasyonunu böyle değerlendirdi ve ekledi: Bunların bizde belgesi yoktu. Onlar, devleti ele geçirmiş olmanın avantajını iyi kullandı.
******************
Terörist başı verdiği mesajda;” PKK’nın sözde lideri Cemil Bayık, hedefinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve AK Parti iktidarını devirmek olduğunu söyledi.”
Böylece ister paralel yapı olsun, isterse muhalefet olsun Erdoğan-a hücum etmekle kime hizmet ettiklerini göstermiş olmaktadırlar.
-Devlet millet 1950- den sonra ilk defa bir araya gelmiş, ortak düşmanlarına karşı dik durmaktadır.
*******************
*Türkiye-de hürriyetleri bağlayan kanunlar entrikalarla kabul ettirildi.
Mesela; Türkiye-nin bazı doğu bölgeleri olağan üstüne alınacak, memurların maaşlarında bir artış olacaktı.
Belirtildiği üzere, Elazığ bu olağan üstüne alınmayan şehirlerden idi.
Ancak bu kanunun mecliste kabul edilmesinden önce Elazığ-da silahlar patladı, mahallelerde silah sesleri gece boyu duyulmaya başlandı.
Bir gün sonrasında da Elazığ da olağan üstüne alınan illerden oldu.
-Atatürk büstlerinin kırılmasıyla 5816 sayılı atatürkü koruma kanunu çıkartıldı, bir çok zulmün kapısı açılmış oldu.
Lozan anlaşmasının kabulü de, başta şiddetli muhalefet eden Rize milletvekili Ali Şükrü boğularak öldürüldü, sonrasında çıkarılan karışıklıklarla Osmanlıyı temsil eden 1. Meclis vekilleri lağvedilerek, gelen 2. Meclis üyeleri ile kabul edilmiş, daha doğrusu entrikalarla kabul ettirilmiş oldu.
1993 yılındaki faili meçhul olaylar, Turgut Özal-ın öldürülmeye çalışılması, 2000 yıllarındaki Ergenekon soruşturmasıyla beraber Danıştay saldırısı, darbe girişimleri, Chp-nin genel başkanı Deniz Baykal-a karşı kurulan kaset oyunu, sayısız kumpaslar kirli işlerin ve ilişkilerin birer ayak sesleri idi.
Darbe sağdan ve soldan geliyorum, diyordu.
******************
”MİT MÜSTEŞARI EMRE TANER “KULLANDIK” DEMİŞTİ Hizbullah’ı büyüten de MÎT 2006 yılında Kasım’ın son haftası, Avrupa Karma Parlamento toplantısına katılacak milletvekillerine MÎT karargâhında brifing verilmişti. MÎT Müsteşarı Emre Taner, brifingte, Hizbullah terör örgütünün bir dönem devlet tarafından kullanıldığını söyledi. Taner ayrıca, “Hizbullah uzun süredir sessizliğe bürünmüştü. Yeniden harekete geçirme faaliyetleri var. Takip ediyoruz. Yakında yeniden seslerini yükseltmek isteyebilirler” diyordu.
MÎT Müsteşarı, “Büyük Kürdistan”ın kurulması için bazı ABD ve israil kaynaklarının Türkiye’yi hizaya getirme çabalarının yoğunlaştığını söylüyor, bu hedef için önümüzdeki yedi yılın çok önemli olduğunu savunuyordu.
Abdullah Öcalan’ın MlT bağlantısını ortaya koyan bilgiler “Şafak Bildirisi” olayıyla sınırlı değil.
“Kürt Dosyası”nın 30. Sayfasında şu satırlar yer alıyor: Abdullah Öcalan, 1973 yılında bir bahar günü birkaç arkadaşıyla birlikte Ankara’da Çubuk Barajı’na gidiyor ve parti kurup gerilla yöntemleriyle ayaklanma hazırlamak gerektiğini anlatıyor ve PKK’nın temelini atıyordu.
Abdullah Öcalan’ın 24 Mayıs 1978 yılında evlendiği karısı Kesire Yıldırım’ın MİT’le bağlantılı olduğu biliniyor. Bu durumu sonradan Abdullah Öcalan da dile getiriyor. Uğur Mumcu, Kesire Yıldırım’ın babası Ali Yıldırım’ın yaşam öyküsünü ve şeceresini çıkardığı kitabında, Yıldırım’ın Korgeneral Abdullah Alpdoğan’la Dersim ayaklanması sırasında ve sonrasında sık sık görüştüğünü anlatıyor.
Eski Rızgari grubunun lideri İbrahim Güçlü, 1980’de 200 kişiyle geçtiği Suriye’de Abdullah Öcalan’ın Muhaberat’a teslim oluşuna tanıklık eder. Güçlü, “Ortadoğu’da ilişkiler karşılıklı çıkar temelinde gelişiyordu” dedi Aydınlık’a. “Tarafların kişilikleri, kimlikleri önemli. Bazıları istenmeden verir. Bazıları prensiplidir. Öcalan, pragmatik kişiliğe sahip.” MİT’in kurduğu örgüt, 1980’den sonra Suriye Muhaberatının kontroluna girdi. 1990-1998 yılları Suriye’de muhaberat, Kuzey Irak’ta ABD kontrolü biçiminde çift başlı kontrol dönemi.
MEHMET ÖZÇELİK




GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BEDİÜZZAMAN




GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BEDİÜZZAMAN

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BEDİÜZZAMAN

-Bundan yüz sene önce Bediüzzaman; vatanın izzetini korumak üzere doğuda ruslar ve onların maşası olan Ermenilerle fiili mücadele etmekte;

Yıkılmalar dönemi, yıkılmayan kalmamış, bir yandan cephede rus ve ermeni ile savaşırken, diğer yandan alemi islama gelen darbeleri önce kendisinde hissetmekte;

-İlmin izzetini korumak üzere düşmanın kurşunlarına aldırmadan , Habib kâtibine – Yaz- diyerek mükemmel bir tefsir örneği olan İşarat-ül İ’caz-ı yazdırmakta;

-Rusyaya esir düştüğünde rus komutan Çarın yeğeni Nikola Nikolaviç-e karşı ayağa kalkmamakla İslâmın izzetini korumakta;

-İngiliz işgali altındaki istanbulda, İngiliz Muhibler Cemiyeti yani ingilizi sevenler derneği kurulmuş, boğazımıza bastıkları bir halde iken, milletin izzetini korumak üzere; -Tükürün zalimlerin o hayasız yüzüne, tükürün- diye haykırıp ölümü hakir görmekte;

-Lozanda Lorg Gürzon-un direktifiyle istiklalimiz tanınırken, istikbalimiz elimizden alınmış, -Din öldürülecektir- kararıyla lozanın iç yüzünü ortaya koyarak, – Din hayatın hayatı, hem nuru hem esası ,ihya-yı din ile olur şu milletin ihyası.-  hakikatını yüzlerine vurarak, Dinin ihyası için meydana atılmakta;

-Gladiston-un –Bu Kur’an Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakiki hakim olamayız. Ya bu Kur’an-ı ortadan kaldırmalıyız ya da  Müslümanları bundan soğutmalıyız- gizli planına karşı;

-Ben de Kur’an-ın sönmez ve söndürülmez bir hakikat olduğunu  tüm dünyaya işittireceğim- diyerek Kur’an-ı Kerim-in izzetini koruyarak ilan ve tebliğde bulunmakta;

-Hurşit Paşanın pencereden asılan 15 kadar insanı göstererek tehdit-vari; -Sende mi şeriat istemişsin?- sözüne karşı;

– Eğer başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa her gün biri kesilse, hakikat-ı Kur’aniyeye feda olan bu başı zendekaya ve küfr-ü mutlaka eğmem ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeçmem ve geçemem.

Fakat ihtilalcilerin istediği gibi değil… ,diyerek İmanın izzetini koruyup, küfre meydan okuyan adam…

****************** 

Zorlu dönemlerin insanları da zorlu oluyor.

624 yıldır devam eden, 24 milyon m2- ye hakim Osmanlı yıkılmış, devletler yetim kalmıştı.

Bir yandan külleri savrulmuş, diğer yandan küllerinden yeni bir devlet oluşturulmaya çalışılmış.

En önemlisi ise; eskiyle yeniyi, geçmişle geleceği birleştirmek üzere köprü görevi görecek bir değere ihtiyaç vardı.

Yeni devlet ve lafzen ve görünürde eşkinin  devamı, manen ise tamamen ondan kopuk idi.

İcraatları taban tabana zıt, adeta bin yıllık birikimin içi boşaltılmış,, kendi insanına zulmeden bir devlet doğmuştu.

Bediüzzaman milleti adına bu zulmü çekti.

Gelen nesle hitab ediyor, gelen neslin önünde durmayın, çekilin diyerek, milletin sahiplendiği bu kişiye, devlet düşman kesiliyordu.

Zulüm üzerine zulüm, hapisler, zehirlemeler, nefiyler onu yıldırmıyordu.

Bir asırlık iman mücadelesi neticesini veriyordu.

İman sarayının odalarını göstererek adeta aynel yakin derecesinde, görmek istemeyenlerin gözlerine hakikatları sokuyordu.

Küfrün beli kırılmıştı, bir daha doğrulmamak üzere.

Eserleri dünya dillerine çevriliyordu.

Şimdiye kadar hep Arapçadan Türkçeye çeviriler yapılırken, ilk defa Türkçeden tüm dillere çeviriler yapılıyor, dünyaya yayılıyordu.

Asrın adamı, asrının adamı, muasır şahsiyet, asırlara manen hükmeder hale geliyordu.

Ortaya koyduğu reçeteler insanlara deva, insanlığa şifa oluyordu.

Ekilen nur tohumları milyonlarca sünbül veriyordu.

Zulmetler dağılmış, asır nur asrı oluyordu.

Allah zulmetler içerisinden nuru ve nurunu çıkarıyordu.

 

İTTİHAD-I İSLAM

Yüz sene önce büyük tehditlerle karşı karşıya kalan Osmanlı parçalanarak yok edildi. İstiklali tehdit altındaydı.

Aynı saldırı bu günde yapılmaktadır. Bu günde istikbalimiz tehdit altındadır.

Bu gün İttihadı-ı islama farzı ayn derecesinde bir ihtiyaç vardır.

*Bu konuda Bediüzzaman önemini şöyle dile getirir:

*Şimdi milletin arzusuyla şeâir-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çâre-i yegânesi, ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır. Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mâni olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil, belki muhtaçtırlar. Çünkü komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik, doğrudan doğruya anarşistliği intaç ediyor. Ve bu dehşetli tahrip edicilere karşı ancak ve ancak hakikat-ı Kur’âniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmaya vesile olduğu gibi, bu vatanı istilâ-yı ecanipten ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur. Ve bu hakikate binaen, Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikate istinad edip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zarurîdir.

Bir ezan-ı Muhammedînin (a.s.m.) serbestiyetiyle kendi kuvvetlerinden yirmi defa ziyade kuvvet kazandılar. Milleti kendilerine ısındırdılar, minnettar ettiler. Hem mânen eski İttihad-ı Muhammedîden (a.s.m.) olan yüz binler Nurcularla, eski zaman gibi farmason ve İttihatçıların mason kısmına karşı ittifakları gibi, şimdi de aynen İttihad-ı İslâmdan olan Nurcular büyük bir yekün teşkil eder. Demokratlara bir nokta-i istinaddır. Fakat Demokrata karşı eski partinin müfrit ve mason veya komünist mânâsını taşıyan kısmı, iki müthiş darbeyi Demokratlara vurmaya hazırlanıyorlar.”[1]

*Elhasıl: Sultan Selim‘e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira, o vilâyat-ı şarkiyeyi ikaz etti. Onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır. Bu meselede seleflerim, Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abduh, müfrit âlimlerden Ali Suâvi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki, demiş:

İhtilâf u tefrika endişesi

Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.

İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz,

İttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni.[2]

*Bağdat’ta çıkan ed-Difa gazetesi Risale-i Nur talebelerinden bahisle diyor ki:

Türkiye’deki Nur talebelerinin İhvan-ı Müslimîn cemiyeti ile alâkaları nedir, ne münasebeti var? Hem farkları nedir? Türkiye’deki Nur talebeleri, Mısır’da ve bilâd-ı Arapta İhvan-ı Müslimîn namında ittihad-ı İslâma çalışan cemiyetler gibi müstakil cemiyet midirler? Ve onlar da onlardan mıdır? Ben de cevap veriyorum ki:

Nur talebelerinin ve İhvan-ı Müslimîn Cemiyetinin gerçi maksatları, hakaik-i Kur’âniye ve imaniyeye hizmet ve ittihad-ı İslâm dairesinde Müslümanların saadet-i dünyeviye ve uhreviyelerine hizmet etmektir.[3]

*“İttihad-ı İslâm, şarktan garba, cenuptan şimale mümted bir meclis-i nurânîdir ki, el’an üç yüz milyondan fazla bulunur ki, gafletlerinden nâşi gayr-ı meş’ûr bir sûrete girmiş olan bir rabıta-i metin ile birbiriyle merbutturlar. Misâk-ı ezeliye ile, peyman ve yeminimiz olan iman ile o cemiyete dahil olmuşuz, ehl-i tevhidiz, ittihada memuruz. Şu cemiyetin şubeleri bütün mesacid ve medaris ve tekâyâ ve zevâyâdır. Ve şu cemiyetin reisi, Resul-i Ekremdir (a.s.m.). Kanun-u esasîsi, Kur’ân-ı Azîmüşşândır.[4]

ttihad-ı İslâm umum askere ve umum ehl-i imana şâmildir. Hariç kimse yoktur.[5]

 

*Şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’ân’a ve ittihad-ı İslâma taraftar olmaya mecburdurlar.[6]

 

*Evet, Osmanlıların hürriyeti, koca Asya tali’inin keşşafıdır; İslâmiyetin bahtının miftahıdır; ittihad-ı İslâm sûrunun temelidir.[7]

 

*Ve bu dehşetli tahrip edicilere karşı ancak ve ancak hakikat-ı Kur’âniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmaya vesile olduğu gibi, bu vatanı istilâ-yı ecanipten ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur. Ve bu hakikate binaen, Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikate istinad edip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zarurîdir.[8]

 

*O zâtın üçüncü vazifesi, hilâfet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve tevile muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir ve vermiş; hücumlarına vesile olur. Çünkü, birinci vazifenin hakikatini ve kıymetini göremiyorlar; öteki cihetlere hamlederler.[9]

*”Küfrün inşikakından ne görüyorsun?”

“İttihad-ı İslâm.”

“İttihad-ı İslâm nedir?”

İttihad-ı İslâm, şarktan garba, cenuptan şimale mümted bir meclis-i nurânîdir ki, el’an üç yüz milyondan fazla bulunur ki, gafletlerinden nâşi gayr-ı meş’ûr bir sûrete girmiş olan bir rabıta-i metin ile birbiriyle merbutturlar. Misâk-ı ezeliye ile, peyman ve yeminimiz olan iman ile o cemiyete dahil olmuşuz, ehl-i tevhidiz, ittihada memuruz. Şu cemiyetin şubeleri bütün mesacid ve medaris ve tekâyâ ve zevâyâdır. Ve şu cemiyetin reisi, Resul-i Ekremdir (a.s.m.). Kanun-u esasîsi, Kur’ân-ı Azîmüşşândır.[10]

 

MEHMET ÖZÇELİK

 

 

 

 

 

 

[1] İsparta Hayatı( 32 / 155), http://www.erisale.com/#home

[2] Bediüzzaman’ın İlk Hayatı( 43 / 142) / İlk Hayatına Kısa Bir Bakış( 37 / 52

[3] Emirdağ Lahikası – II( 187 / 272) / 100.~119. Mektuplar( 1 / 32

[4] Şuâât (Marifetü’n-Nebi)( 49 / 49) / Tevhidin Tenviri( 2 / 2)

[5] Hutbe-i Şâmiye( 44 / 89) / Arabî Hutbe-i Şâmiye’nin Zeylinin Kısa Bir Tercümesi( 7 / 9

[6] Emirdağ Lahikası – II( 58 / 272) / 40.~59. Mektuplar( 14 / 23) / Mektup: 50( 1 / 2

[7] Münâzarat( 23 / 92)

[8] Emirdağ Lahikası – II( 22 / 272)

[9] Risale-i Nur’dan Parlak Fıkralar Ve Bir Kısım Güzel Mektuplar( 6 / 1

[10] Şuâât (Marifetü’n-Nebi)( 49 / 49

 




SÜFYANİZMİN SON AYAK SESLERİ

SÜFYANİZMİN SON AYAK SESLERİ

Deccal ve deccalizm tüm insanlığı tehdit eden ateizm ve inançsızlık iken, Süfyanizm islam dünyasını ve özellikle hilafet merkezini tehdit eden ve kominizmden daha dehşetli bir inançsızlığı işlerken, diğer yandan bin yıllık islama aid tüm değerleri ve birikmişleri devre dışı bırakır.

Öyle ki; bin dört yüz yıldır islam adına yapılanlardan adeta değiştirilmedik ve kaldırılmadık bir şey kalmaz.

İşte bir örneği:

Tâlimat: Gazetelerimizin son günlerdeki neşriyatı arasında dinlerden bahis bâzı yazı ve mütâlaasına ve temennilere rastlanmaktadır. Bundan sonra dinler mevzuu üzerinde gerek târihî, gerek temsilî ve gerek mütâlaa kâbilinden olan her türlü makâle, bend, fıkra ve tefrikaların neşrinden tevakki edilmesi ve başlamış bu kâbil tefrikaların en çok üç gün zarfında nihâyetlendirilmesi ehemmiyetle ricâ olunur. [1]

1917-1990 yılları arasında kominizm dünya üzerindeki etkisini kaybederken, süfyanizm hala varlığını ve gücünü devam ettirmektedir.

 

Tüm Risale-i Nur Külliyatından iktibas ederek hazırlamış olduğum Veciz Sözler adlı eserimde [2] ele aldığım Süfyanizm ile ilgili tesbitlerde Bediüzzaman şu izahlarda bulunur;

Hem bazı ehl-i velayetin istihracatıyla anlaşılıyor ki, İslâm Devletinin başına   geçecek olan Süfyanî Deccal ise; gayet muktedir ve dâhî ve faal ve gösterişi istemeyen ve şahsî olan şan ü şerefe ehemmiyet vermeyen bir sadrazam ve gayet cesur ve iktidarlı ve metin ve cevval ve şöhretperestliğe tenezzül etmeyen bir serasker bulur, onları teshir eder. Onların fevkalâde ve dâhiyane icraatlarını, riyasızlıklarından istifade ile kendi şahsına isnad ve o vasıta ile koca ordunun ve hükûmetin teceddüd ve inkılab ve harb-i umumî inkılabından gelen şiddet-i ihtiyacın sevkiyle işledikleri terakkiyatı şahsına isnad ettirerek şahsında pek acib ve hârika bir iktidar bulunduğunu meddahlar tarafından işaa ettirir.”[3]

 “Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadîslerin ifade ettikleri mana budur ki: Âhirzamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:

Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

            İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe âhirzamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, uluhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir.”[4]

“Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.”[5]

“Bir hadîste: “Âhirzamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar, alnında “Hâzâ kâfirun” yazılmış bulunur” diye hadîs var deyip benden sordular. Dedim: “Bir acib şahıs, bu milletin başına geçer ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydirir.” Bu cevabdan sonra bunu sordular: “Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?” Dedim: “Şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek, inşâallah müslüman edecek.” Sonra dediler: “Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hâdise ile Süfyan olduğu bilinecek?” Ben de cevaben dedim: “Bir darb-ı mesel var: Çok israflı adama “eli deliktir” denilir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi’ oluyor, deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya mübtela olup, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak.” Sonra birisi sordu ki: “O öldüğü zaman İstanbul’da Dikili Taş’ta şeytan dünyaya bağıracak ki; filan öldü.” O vakit ben dedim: “Telgrafla haber verilecek.” Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim.”[6]

“Deccal ve Süfyan gibi eşhas-ı müdhişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.”[7]

“Yedinci Mes’ele: Rivayette var ki: “Süfyan büyük bir âlim olacak, ilim ile dalalete düşer. Ve çok âlimler ona tâbi’ olacaklar.” Ve’l-ilmu indallah,(Gaybı ancak Allah bilir.) Bunun bir tevili şudur ki: İslâmların Deccal’ı ayrıdır. Hattâ bir kısım ehl-i tahkik İmam-ı Ali’nin (R.A.) dediği gibi demişler ki: Onların Deccal’ı Süfyan’dır. İslâmlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek. Kâfirlerin Büyük Deccal’ı ayrıdır. Yoksa Büyük Deccal’ın cebr u ceberut-u mutlakına karşı itaat etmeyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kâfir olmaz, belki günahkâr da olmaz.”[8]

“Rivayetlerde, vukuat-ı Süfyaniye ve hâdisat-ı istikbaliye Şam’ın etrafında ve Arabistan’da tasvir edilmiş. Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Merkez-i hilafet eski zamanda Irak’ta ve Şam’da ve Medine’de bulunduğundan, râviler kendi içtihadlarıyla -daimî öyle kalacak gibi- mana verip “merkez-i hükûmet-i İslâmiye” yakınlarında tasvir etmişler, Haleb ve Şam demişler. Hadîsin mücmel haberlerini, kendi içtihadlarıyla tafsil etmişler.”[9]

“İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.”[10]

“Bir zaman Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Hazret-i Ömer Radıyallahü Anh’a yahudi çocukları içinde birisini gösterdi, “İşte sureti” dedi. Hazret-i Ömer Radıyallahü Anh, “Öyle ise ben bunu öldüreceğim” dedi. Ferman etti: “Eğer bu Süfyan ve İslâm Deccalı olsa, sen öldüremezsin; eğer o olmazsa, onun suretiyle öldürülmez.

Bu rivayet işaret eder ki; onun sureti, hâkimiyeti zamanında çok şeylerde görüneceği gibi, kendisi yahudiler içinde tevellüd edecek. Garibdir ki, onun suretindeki bir çocuğu katledecek derecede ona hiddet ve adavet eden Hazret-i Ömer Radıyallahü Anh, o Süfyan’ın en çok beğendiği ve takdir ettiği ve çok defa ondan senakârane bahsedeceği bir memduhu -Hazret-i Ömer’le- çıkmış.”[11]

“Ehl-i siyaseti Risale-i Nur’a karşı cephe almağa ve tecavüz etmeye sebebiyet veren şapka ve ezan mes’eleleri ve deccal ve süfyan ünvanları, Risale-i Nur şakirdleri yabanilere karşı lüzumsuz medar-ı bahs ve münazaa edilmemek lâzımdır ve ihtiyat etmek elzemdir ve itidal-i demmi muhafaza etmek vâcibdir. Hattâ sizde cüz’î bir ihtiyatsızlık, buraya kadar bize tesir ediyor.”[12]

“Hem de “İnnâ a’taynâ”  nın sırrı kısmen tahakkuk etmiş. Çünki Süfyaniyetin dört rüknünden en kuvvetlisi ve dehşetlisi bütün bütün çekildi. Kabir altında azap çekiyor. Ve en büyüğü dahi alakası bilfiil çekilmiş. Mason komitesinin mahkumu ve âleti olup azabiyle meşguldür. Yalnız onun gölgesi hükmediyor. İleri tecavüz etmemekle beraber kısmen geriliyor. Bakî kalan iki şahıs ise ellerinden gelse tâmire çalışacaklar.”[13]

“Hem büyük Deccalın, hem İslâm Deccalının üç devre-i istibdadları manasında üç eyyam var. Bir günü; bir devre-i hükümetinden öyle büyük icraat yapar ki, üçyüz sene yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi adileşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır.” diye, gayet yüksek bir belagatla ümmetine haber vermiş.” [14]

            – Süfyanizmin dört devresi vardır. Dördüncü devresinde kendisini korumaya çalışır, hiçbir şey yapmaz. Paralel yapının hukukçuları ve hakimleri tarafından korunmaya çalışılmaktadır.

            Bütün su-i istimallerin olduğu ve alınacak kararların devre dışı bırakıldığı, toplumun ve yöneticilerin, hükümetin icraatta elini kolunu bağlayacak en önemli kurum hukuk ve hukukçulardır.

            Menfiliklerin çöreklendiği yerlerdir hukuk ve adalet…

            Toplumun bir çok kesiminin memnun olmadığı hukuktan işte bir haber;

            “680 hâkim-savcı açığa alınıyor.

HSYK Teftiş Kurulu Paralel Yapı’nın yargı ayağındaki isimleri tek tek tespit etti. 680 hakim ve savcı için soruşturma başlatıldı. İhracı gündeme gelen isimlerin yargılanmaları sağlanacak.”[15]

*Rusya istilacı, bölüp parçalayarak yutma özelliğine sahiptir.

Karakteri bozuk. İnsani yüzünü göstermesi aldatıcı olur.

Tıpkı timsah göz  yaşları gibi. Hem avını yer ve hem de arkasından göz  yaşı döker.

İştahını açmış olmasından dolayı olsa gerek?

1960-larda Kominizme karşı savaş derneği kuran Gülen, ne garip bir tecellidir ki, ruslarla el ele verip, Rus yanlısı Hdp- ye destek vererek Türkiye-ye cephe almaktadır.[16]

            Süfyanın hakimiyetini kurduğu ve sürdürdüğü yer, askeriyedir.

            Süfyanın elinden ilk kurtulacak kurum ordu ve asker, sonrasında ise hukuk ve adalettir.

            “Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor” diye rivayetlerden anlaşılıyor.” [17]

-“Bir gün, Eskişehir’de, Yıldız Otelinin üst katında Hazret-i Üstadın odasında hizmetindeydik. Bir kuşluk vakti idi. Beş adet jet uçağı otelin üstünden şiddetli ses çıkararak geçtiler. Pencereler de açık idi. Hazret-i Üstad gülümseyerek, ‘İnşaallah bunlar bir zaman İslâmiyete büyük hizmetler edecekler’ dedi. Ve ilaveten, ‘Sungur, askeriyede bir ruh var. O ruh, benimle dosttur. Bilmiyorum, ya o bir kişidir veya cemaattir; sağdır ve ölüdür; velîdir veya kutubdur. Bilmiyorum, fakat bir ruh var ki; o ruh benimle dosttur’ diye beyanda bulundular.

“Bunlarla iftihar ediyorum”

-“Ben bakıyorum; kim bana zulmediyor, dikkat ediyordum, onlar katiyen Türk değillerdir. Çünkü, hakiki Türklerde zulmetmek damarı yoktur. Bana zulmedenler, Türklük perdesi altına girmiş başka millettendir, ‘ ve ‘ Her milletten ziyade yüksek bir haslet, bir manevi kahramanlık Türklerde görüyorum’ derdi.[18]

-Kaderin karar verip önünü açtığı kimsenin  önünde duran yıkılır ve rezil olur.

Yükseklerden gelecek kararı  durduracak bir karar, zarardır ve geçersizdir.

Nuh dedi ki: ‘Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma.’

«Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; yalnız ahlâksız, nankör (insanlar) doğururlar (yetiştirirler).»[19]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] 24.7.1942 Matbuât Umum Müdürü nâmına İzzettin Tuğrul Nişbay.

[2] http://www.tesbitler.com/category/veciz-sozler/

[3] Ş.594-595,S.341,343-344.

[4] M.56-57,K.K.388.

[5] M.270,441,L.425,Ş.583,K.K.545.

[6] Ş.359,417,558,K.K.637.

[7] Ş.579,583.

[8] Ş.585,K.K.643-644.

[9] Ş.585,591,596,K.K.645.

[10] Ş.593,545.

[11] Ş.595-596,K.K.650.

[12] Ks.248,E.II/42,52,61,107,T.399,543.

[13] St.118,Kevser suresi.

[14]http://www.sorularlarisale.com/makale/1623/risale- i_nurlarda_deccal_ve_sufyan_konulari_nasil_islenmistir.html       Bak.Şualar, 587, http://www.saidnur.com/foreign/trk/risaleler/siracunnur/5sua.htm

[15] http://www.sabah.com.tr/gundem/2016/03/06/680-hkim-savci-aciga-aliniyor#

[16] http://www.haber7.com/guncel/haber/1836046-gulen-ruslarin-elini-sikip-bakin-neler-soyledi

http://www.yeniakit.com.tr/haber/gulenden-ruslari-sevindiren-aciklamalar-145143.html

https://www.google.com.tr/?gws_rd=ssl#q=G%C3%BClen+HDP+el+ele+-+Ahaber

http://www.tesbitler.com/2016/03/02/eksen-degil-kisilik-kaymasi/

[17] Şualar, 596.

[18] http://www.risale-inur.org/msungurveli7.htm

http://www.tesbitler.com/wp-content/uploads/2015/01/manevi-destek.htm

[19] Nuh.26-27.




EN’AM-20-




ÇANAKKALE İMANIN KÜFRE HAKİMİYETİ

ÇANAKKALE  İMANIN  KÜFRE  HAKİMİYETİ

          Evet;Çanakkale imanın ve imanlının küfre ve küfranı dağıtıp savunanlara tarih boyunca hiç unutamıyacakları bir tokat,bir şamardır. Osmanlı şamarı…

            Kur’an-ı Kerim-de cihad,Allah yolunda savaşmak ile ilgili olarak yüzden fazla ayete rastlamaktayız.[1]

            Savaşların diyalog için olduğunu söyleyen Dr. M. Daryal şöyle der:”Müslümanlar Medine’ye hicret ettikten sonra müşriklerle aralarındaki diyalog kesildi. Çünkü gelen vahiy artık Medine’ye geliyor,Mekke vahiyden mahrum kalıyordu. Bu sebeble Mekke’liler bundan sonra nasıl müslüman olacaklardı veya müslümanlarla müşrikler arasındaki diyalog nasıl devam edecekti? Bence müslümanlarla müşrikler arasındaki diyalog ancak Medine’ye hicretten sonra harblerle sağlanmıştır.”[2]

            Sırtlanların Çanakkale’ye saldırısından bir hafta sonra,Başkumandan vekili Enver Paşa’nın daveti üzerine Osmanlı başkentinde bulunan Amerikan büyük elçisi yahudi Morgenthau hatıralarını hayret ve dehşetle anlatarak:”Topların çoğu 1895 modeli Alman ve Fransız silahları idi. Oysa,denizden ve havadan bombar-duman edilmişti bu topraklar. Peki,nasıl olmuştu da,İngiliz ve fransız amiralleri bu istihkamları yok edememişlerdi?

            İngiliz ve fransızların boşa ateş ettiklerini yani Türklerin toprağa soba borularını yerleştirip onları ateşlediklerinden ingiliz ve fransızları yanıltmadan dolayı boşa ateş edildiğini ve dünyanın en güçlü armadasında sulara gömülerek,kaçırtmayı Türk ordusunun kahramanlığını ifade ediyordu…[3]

            -Fahrettin Altay;Çanakkale de Arı burnuna Atatürk’ten önce 2.3 alayın düşmanı durdurmak üzere gidip durdurduğunu,Atatürkün ise ondan sonra gecikmeyle düşmanın Conk bayırında tesadüf edip geri püskürttüğünü,belirtmektedir.[4]

            Ve Altay devamla:”Atatürk’ün kendi komutanı olan 3. kolordu komutanı Esad Paşanın yanına gidiyor. Esad Paşa,Atatürk’e neden geldiğini,neden geri döndüğünü sorunca oda;”Düşmanın büyük kuvvetlerinin Kaba tepe kumsalına çıkmaya başladığını haber aldığını”belirtir. Esad Paşa,bir yanlışlık olduğunu,düşmanın bu bölgeye çıkmadığını belirtir. Gerçek de Esad Paşanın belirttiği gibi olmuştur. Atatürk,yanlış rapora kanıyor. Bir subay merkez tepeyi kumsal tepe zannetmiş. M. Kemal cepheye gidince merkez tepeye düşmanın çıktığını görüyor. Elindeki 72. alayla saldırıya geçiyor. Başarılı olamıyor,geri çekiliyor.[5]

            Mikusch,yazdığı eserinde Atatürk’ün düşmanın çıkacağı yerleri bilmeyip,askeri tatbikata çıkardığında bir askerin,ingilizlerin geldiğini söylemesi üzerine M. Kemal kurmay başkanına;”Savaş cephanesi var mı?”diye sorar oda;””var” demesi üzerine;”Haydi öyleyse”karşılığında bulunur.[6]

            Atatürk’ün Çanakkale’de emir aldığı Esad Paşa uzun boylu hatıralarındaki açıklamalarını özetle şöyle belirtmektedir:”İngilizlerin Arı burnu ve Seddül bahire karşı kat’i surette çıkarma yapmaya karar verdikleri anlaşılmış olduğundan, (Atatürk’ün tümeni olan 19. tümene) 11. tümenden 33. alay ile Anadolu yakasındaki 64. alay,Arı burnuna sevk edilerek 19. tümen kumandanının emrine verilmiştir.” Ve;”19,tümen ise,kendisinden umduğum kahramanlığı bu defa gösteremedi ve bir adım ilerlemedi.”der.[7]

            -F. Altay:” 19 Mayıs başarısızlığından sonra M. Kemal,in emrindeki kuvvetlerin bir kısmı elinden alınıyor.”[8]

            Esad Paşa hatıralarında:”M. Kemalin 29 Haziran günü saat 21.00’de düşmana şiddetli bir gece taarruzu yapmaya teşebbüs etti ise de başarısız”oldu demektedir.[9]

            Aynı hatanın;”Anafartalar savaşı”nda da olduğunu söyleyen Esad Paşanın[10] bu ifadeleriyle beraber askerlerimizin gayretleriyle ve o kadar imkansızlıklar içerisinde azmimiz bizi ayakta durdurmuştur.

            Mehmetçik Çanakkale’nin geçilmezliğini zulümle değil,kahramanlıkla,adaletle göstermiştir.

            Yani Moorehead’ında belirttiği gibi;”Avustralya ve Yeni Zelanda birlikleri,kendilerine dağıtılan gaz ve maskelerini kullanmayı reddediyorlardı. Bunun sebebi sorulduğunda,şöyle cevap veriyorlardı:”Türkler gaz kullanmazlar. Onlar temiz,mert savaşçılardır.”

            Ancak İngiliz,yani Çörçil şöyle düşünmüyor ve zehirli zehirini savurmayı emrediyor. Ancak kader müsaade etmiyordu. Zira rüzgar geçici de olsa karadan denize esiyordu.[11]

            -Çanakkale İngiliz ve tebaaları (Avustralya,yeni Zelanda,Kanada,Yunanistan,Hindistan) toplam dört yüz bin askerle,fransanın 80 bin,toplam 500 bine yakın askerleriyle,denizde yüzdürdükleri batan dağlarına karşı,batmayan kalelerin mücadelesinde;bir defa daha iman küfre meydan okumuştu.

            Nusret gemisinin döşediği mayınların belirlediği sonuç ile,ilâhi nusretin desteği birleşmiş;gerçek nusret ve zafer tecelli etmişti.

            Ve ilahi Nusret Seyyid Çavuş eliyle de tecelli ediyordu. Zira Muhammed oğlu Seyyid 215 okkalık yani 276 kiloluk mermiyi beş basamak sırtında taşıyıp topun ağzına yerleştirerek Allah’ın adı ve izniyle son kurşun,son koz ve imkan idi.Savaşın sonunu belirleyecek son an idi ve öyle oldu. İngiliz zırhlı gemisi Ocean bacasından giren bu mermi ile,zırhlı bir yandan batarken,bir yandan da şaşkına dönen ingiliz ve fransızlar şaşkınlığı kaçmakla teskin ediyorlardı.

            Düşmanı şaşırtan olay ise;Kimle çarpıştıklarının,karşılarındakinin görünenler mi,yoksa görünmeyenler mi? olduğunun bilinememe ve çözülememesinde saklı idi.

            Vehbi Vakkasoğlu bir Çanakkale ilgili hatırada:” Binbaşı Ömer Lütfi Bey’in ‘Yetiş ya Muhammed; kitabın gidiyor!’ feryadı Medine-i Münevvere’ye öyle bir ulaşmış ki Efendimiz’in geldiğini, ilahi yardımların yağmur gibi Mehmetçikler’in üzerine yağdığını idrak edememek mümkün değil. Rivayet o ki; 1915’de Hindistan’dan Peygamber sevgilisi bir zat, bölgedeki savaşa aldırmaz ve doğruca Medine’ye gider. Ama gider görür ki; Peygamber’in ruhaniyeti orada değildir. Ağlayıp sızlanır. Türbedarın kapısında bekleyen yaşlı bir adam, yolcuya üzülür. O gece rüyasında Peygamber’i görür. Ona der ki, “Hindistan’dan gelen ümmetime söyle. Ona görünmemem, adımı taşıyan asker evlatlarım Çanakkale’de zor durumda; onları yardım için orada bulunuyorum.”

            Binlerce yıldır bizi tanıyan düşman,başta ingiliz ve fransız;Çanakkale’de daha iyi tanımış oldu.

            Çanakkale ordumuzun tarihi seyrinde tüm imkansızlıklar ve –bitti- denilen noktada yeniden sünbüllenebildiğimizin ifadesi olarak görünmemizi göstermiştir.

            Ve hırsla dolu olan düşman;ne kadar büyük olursa olsun,manen,ruhen ve içinin boş olmasından dolayı yıkılabileceğini bir defa daha görmüş,görünmüş ve de tüm dünya ve tarih isbatlayarak göstermiştir.

            Bizim için vatanın en küçük bir ferdi,düşmanın en büyük fertlerinden ve komutanlarından daha büyüktür.

            Binaenaleyh;bu savaş bizim için bir “Yedek Subay” savaşı olmuştu.

            Yılların emeği gelecek nesillere müstakbel yemeği hazırlamış,düşmana bu yemeği ve nimetleri zehir etmişti.

            Ve yıllardır,belki de asırlardır o zehirin etkisiyle kıvranmış ve de kıvranacaklardır.

            Güçler,diğer ifadeyle sıkletler eşit olmamasına rağmen bizler 253 bin şehid vermiş,düşman ise;252 bin ölüsünü bırakarak kaçmıştı…

            Çünkü bizimkiler ölüme gülerek,düğüne koşar gibi giderken,düşman ölmemeye ve ölmemek için gidiyordu. Fark gayet net ve açık…

            Çanakkale kilit noktası olduğundan çok önemliydi. Çünkü o şifre çözülürse,her şey çorap söküğü gibi sökülecekti.

            İngiltere başbakanı Çörçil’in dediği gibi;bunun çözülememesi,birinci dünya savaşının iki sene daha uzamasına sebeb olmuştur.

            Bu Müslüman Türklere bu ruh,dinin bağlayıcı,kopma ve dağılmadan koruyucu esasından kaynaklanmaktaydı.

            Yani;1. dünya harbinde tüm Müslümanları bir fetva cihada çağırmaya yetiyordu.[12]

            -Bu arada ingiliz siyaseti ve ingiliz kini de,kinini kusmaktaydı.

            Yani Anzakları da kendi hilelerine alet etmekteydiler. İşte bakınız;bir Anzak asker;”Bir gün çok susamıştım,su içmek için dereye indim. Bir Türk subaya başımda bir anda beliriverdi. Ödüm koptu. Fakat susuzluktan oraya geldiğimi anlayınca;”Haydı iç ve çekil,git buradan”dedi,bana dokunmadı.”

            Bir diğer anzak da:”Biz kaçarken ayaklarımıza çaput bağlıyorduk. Çünkü Türk askerinin ölüsüne (şehitlere) ayakkabımızla basarız da uyanırlar diye korkuyorduk.”[13]

            İki anzak,İngilizlerle  Çanakkale’ye gidecek olan iki tümen anzak askerini,200 kişilik süvari birliğine karşı koyarak geciktirmeyi başardılar.[14]

            Peki neden savaşa gidip,İngilizlere katıldıklarına gelince;bir çok sebeble beraber,-Halifeyi kurtarma- bahanesi onları sevk eden önemli faktörlerden idi.[15]

            Nitekim bunu teyiden Nezih Uzel’in konu ile ilgili yazısında:”Haydar paşa İngiliz mezarlığında,tesbit edilen 31 müteveffayı sıralarken bunların bir kısmı –isimsiz- büyük bir kısmı ise İslami isimlerdir.[16]

            Madalyonun diğer yüzü,işin gerçek mahiyetini ortaya koyuyor olsa gerek…

            -Asıl işin esas ve hakikatı bu hadiseleri yaşayanlardan ve canlı şahitlerinden dinlemektedir. Binlerce canlı şahid,aynı zamanda olmuşken şehid ve de gazileri,bunları konuşturmak,dinlemek ve de tekrar yaşattırmak…

            -Olayın şahidi Alman Mareşal Liman Von Sanders,şahit olduğu olayları şöyle anlatıyor:” Çanakkale’yi bir asker olarak anlatmak imkansızdır. çelikten,manevi kudretten,vatan aşkından bir insan yapısı ne demektir? Bu sualin cevabı,işte bu gösterişsiz,mütevekkil ve sessiz Anadolu çocuğunun kendisiydi.

            Saadet,Türklerle beraber aynı safta dövüşmektir. Bu şerefi ömrümün sonuna kadar taşıyacağım.”diyordu.[17]

            Bedrin arslanları gibi Çanakkale’nin arslanlarına kimler yardıma koşmuyordu ki…

            Askere denilir:”Derler ki muharebede bizim askerlerin gözüne yeşil sarıklı askerler görünürmüş;siz de gördünüz mü onlardan?

            -Hayır Efendim,biz görmedik. Yalnız kuşlar vardı.Yeşil yeşil. Ateşin arasından geçerlerdi. Sonra zeytin ağaçlarına konarlardı. Başka bir şey görmedik. İşte o zeytin ağaçlarını kurşun,gülle kırmış,yıkmış,dalını budağını karıştırmış. O yeşil kuşlar oraya konarlardı. Kurşun murşun,Allah tarafından,onlara dokunmuyordu.”[18]

            Yahya çavuşun 11 arkadaşıyla,3000 düşman askerini yok ettiği siper. Ve düşmanın gemiyle çıkartma yapıp,kan gölüne döndüğü kıyı. Çanakkale zafer abidesi…

            Bir kahraman takım ve Yahya çavuştular

            Tam üç alayla burada gönülden vuruştular

            Düşman tümen tümen sanırdı bu şahane erleri

            Allah’ı arzu ettiler,akşama kavuştular…

            Evet,Çanakkale geçilmez. Doğru,geçilmez. Çünkü karşılarında duran Kim? Bilen kim? Kim biliyor? Melek mi? Cin mi? İns- mi? Dünyalıklar mı? Başka yurtların,ülkelerin mahlukları mı? Düşman;”Meçhul orduyla” savaşıyor. Meçhule kurşun sıkıyor,bombar duman yapıyor. Asker meçhul.. anıt meçhul.. Aman Allahım! Biz asırlarca meçhul askerler tarafından korunmuşuz da haberimiz yokmuş! Demek biz yalnız değilmişiz! Kimmiş bu meçhuller???

            Çanakkale geçilmez. Çünki Stalin’in ilk hedefi Çanakkale boğazını ele geçirmek idi.[19]

            Eğer gayb perdesi açılsaydı,savaşın tüm safhalarının harikalarla dolu olduğu daha zahir ve net görülecekti.

            Nitekim:”Batan düşman gemisinden ayağı yaralı yüzerek sahile çıkmaya çalışan düşman subayı,karşısına çıkan Türk neferinin kendisine yaptığını özetle şöyle anlatıyordu:”Türk askeri yanıma yaklaştı,yere diz çöktü,cebinden çıkardığı sargı bezi ile yaramı sardı,kaputunu çıkardı,titreyen ıslak vücuduma sardı. Mermi yağmuru altında koluma girdi. Yavaş yavaş geriye doğru yürüdük. Türkler siperlerinde bana sıcak çay ikram ettiler. Kendime geldim.”[20]

            Evet,bu ne ilk idi,ne de sondu ve nede son olacaktı. Nitekim bataryayı ateşe tutan ve sonunda tayyarenin düşmesiyle denize atlayan tayyarecileri mıntıka kumandanı süvari kaymakamı Mahmud beyin emriyle kurtaran erimizin bu hareketi,birinin ölüp ancak diğerinin kurtarılmasına karşı ingiliz şunu diyordu:”Türkleri şöyle cesurdurlar,böyle ali cenaptırlar diye kitaplarda okudum. Bu defa da cephede gördüm. Fakat böyle şiddetli bir ateşe karşı bu derece fedakarlıklarını bilemezdim. Bu derecesini bir ingiliz bile yapamaz.”[21]der.

            -22 kişilik Yeni Zelandalılarla üçü adresini ve isimlerini de vererek anlatmaktadırlar ki;267 kişilik ingiliz taburu tırmandıkları tepede bir bulut tarafından yutuluyor.

            Hatta ingilizler yurdumuzu işgal ettiklerinde 267 kişinin iadesini istemişlerdir.

            Osmanlılar ise böyle esir almadıklarını söylemişlerdir.

            -İ. E. Şumnu’nun eniştesi Gazi Zeynel hatırasında,yaralanıp baygın düşüyor,uyandığında tepede yalnız,açlık hissediyor. O anda; beyaz sakallı,nurani biri belirip,heybesinden çıkardığı somunu vererek –iyileşeceksin evlat-diyerek,kayboluyor.”[22]

            -3.Kasım-1710’da istişare amacıyla İstanbula çağrılan Kırım hanı Devlet Giray’ın Rusya’nın sulh istemeyeceğini (gerek onların,gerekse de tüm batı alemi de dahil):”Bu kafirin kasdı İstanbuldur. Bu caniblere yürümesine şek-ü şüpheniz kalmasın.”diyerek,gerçek niyetlerini net[23] olarak ifade etmiştir.

            Çanakkale de bu hainane niyet yatmaktadır.

            Ya Rusya bizim boğazımızı sıkıp,canımıza okuma yoluna gidecek veya başkalarını üzerimize gönderecektir.

            Ya da;bizler sürekli askeri,siyasi ve ekonomik yönden hazır olacağız. Savaş için değil,kendimizi savunma,müdafaa ve caydırmak için…

            Çünkü biz boğazları boğazımızda tutmakla,kendisi için nefes borusu olan gerek Çanakkale,gerekse de İstanbul boğazlarına Rusya sürekli el atma yoluna giderken,İngiliz ve fransız da gözü gibi gördüğü bu yerlerden gözünü esirgememektedir.

            Bedelsiz hiçbir şey olmuyor. İşte bir bedel:

            “Çanakkale alay karargahında bulunan Muzaffer,vazifeli olarak İstanbul’a gönderilir. Malzeme temin edecektir. Gereken para ise,İstanbul’daki erkan-ı harbten istenecektir.

            Muzaffer,malzemeleri ve yedek parçaları bulur. Fakat idarede para yoktur.Çanakkale’ye,yani cepheye bu malzemelerin ne kadar elzem olduğunu bilen Muzaffer,acılar içinde kıvranır. Dolaşır,dolaşır ve aklına gelen bir fikirle tüccara geri dönerek der ki:

            “Resmi muamele akşam üstü bitecek. Vapur yarın öğleden evvel Çanakkale’ye kalkıyor. Onun için sabah ezanında geleceğim. Malları mutlaka hazır ediniz.” Sonra durur ilave eder:”Altın para vermiyorlar. Kağıt para verecekler.”

            Sabah ezan vakti,Muzaffer resmi araç ve eratla gelir. Bir”Yüzlük kaime”verir ve acele Sirkeci İskelesine yetişilir.

            O gün, piyasa açılınca elindeki”Yüzlük kaime”yi Osmanlı bankasına götüren yahudi tüccar,şu cevabı alır: Sahtedir.

            Mesele şudur:Muzaffer,o devir kağıt paralarının kağıdından temin etmiştir. Çini mürekkeb ve boya ile bütün gece uğraşarak ayırt edilmeyecek kadar güzel bir taklid para yapmıştır.

            Muzaffer,sadece şu farkı bilerek meydana getirmiştir: Eskiden paraların üzerinde”Bedeli dersaâdette altun olarak tevsiye olunacaktır.” Yani,”Bedeli İstanbul’da altun olarak vardır.”yazısı bulunur.

            Muzaffer ise,kendi imalatı olan paraya şöyle yazar:”Bedeli Çanakkale’de altun olarak tesviye olunacaktır.”

            Para,daha sonra Şehzade Abdulhalim Efendi tarafından satın alınarak İstanbul Emniyeti’ne teslim edilir. Halen müzededir.

            Mehmed Muzaffer ise,yirmi yaşında iken katıldığı ikinci cephe olan Gazze’de şehid olur. Tarih 07-3-1917’dir.

            Fatihalar onun içindir.”[24]

            -Mehmet Geçcan’ın:”Çanakkale savaşlarından menkıbeler”adlı kitabında da belirttiği üzere:”14-15 yaşlarında,Eceabat köyünden Zeynel isminde bir çocuk,ihtiyar bir ninenin,oğlum Zeynel,Maydos’a git de,biraz aş getir yiyelim.”demesi üzerine Zeynel gider. Bir de ne görsün;mutfakta kazanlar kaynıyor. Ancak aş kazanlarının başında  yaşlıca ihtiyar kişiler oturmuş. Kazanın altına uzattıkları parmak uçlarından alevler fışkırıyor. Kazanlar da fokur fokur kaynıyor. Yemek piştikten sonra aşçı başı kazanların başında:”Bârekallah ve berekâtı kelâmullah”duasının bereketiyle millet doyuyor,kaplarındaki bitiyor. Ancak karavanalar dop dolu.

            Zeynel bu durumun,üzerinde icra ettiği tesirden yanlarında kalmayı istiyor,ancak kabul edilmiyor.

            Bu Zeynel daha sonra çavuş olarak istiklal savaşına katılıyor.

            -18-Mart-1915 günü;her zaman olduğu gibi yine imanın tekniğe,mananın maddeye,hakkın batıla,imanın küfre;düğüne gidercesine ölümün yüzüne gülüp,ölüme gidenlerle,ölümden ve ölmekten kaçanların buluştuğu muhteşem bir gündür.

            Düşman kumandanlarını hayrette bırakan manzaralar. Yer gök ölü püskürdüğü halde gelişmeler sadece santim santim. Çanakkale geçilmemekte. Zira Mehmetçik et ve kemiğinden duvar örmüş,kanını da harç yapmış. İlahi terkibli bir kale…

            -Çanakkale gazilerinden Mülazım Halit Üngör’ün ifadesi üzere:”Siperde iken düşman tarafından bir asker sıçraya sıçraya bize doğru geliyordu. Eratlar ateş ettiği halde vurulmuyordu. Anlaşılan bomba atma mesafesine girince el bombası atacaktı. Nişan aldım ve vurdum. Sürüne sürüne yanına gidip üstünü aradığımda üzerinden bir Kur’an çıktı. Müslüman olduğunu anlamıştım. Ah bu sömürgeci ingilizler,fransızlar… Bu Kur’an Çanakkale abide altı müzesine tarafımdan hediye edilmiştir. Yıl ise 15-Nisan-1915 idi.

            (Devamla);22-Haziran-1915 saat 10’da tel örgüleri önünde yaptığımız bir hücum esnasında yaralandım. Mitralyöz kurşunu ile olduğunu zannederim. Kurşun,omuzumda asılı çantayı delerek geçti. Bu çanta ve kanlı gömleğimi bir hatıra olmak üzere sakladım.”der.

            -Çanakkale askeri bedrin arslanlarını hatırlattığı gibi,bir cihetle Yavuz’un askerlerini de hatırlatmaktadır: İşte bir Çanakkale şehidi olan Hasan Etem’in 17-Nisan-1915’de annesine yazdığı uzun mektubun bir bölümü:

            İşte bu geçen dakikalar anında,hizmet eri!

            -Efendim,çayınız,buyurunuz içiniz,dedi.

            -Pekala,dedim. Aldım baktım,sütlü çay…

            -Mustafa bu sütü nereden aldın?dedim.

            -Efendim,şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?

            -Evet,dedim. Evet ne kadar güzel.

            -İşte onun çobanından 10 paraya aldım. Bağlardan üzüm alıp,asmalarının altına Yavuz’un askerleri de parasını koymuştu. Ruh aynı ruh…

            -Başta ingiliz olmak üzere dünya devletlerinin harb sahasında –her ne kadar imkansızlıklar söz konusu olsa da- bizlerden almaları gereken çok ders ve ibretler vardır.

            İşte hatıralar, Mehmet Niyazi-Çanakkale Mahşeri-kitabından:”Şerifali Arslan-Çan/Mallı Köyü: “Seddülbahir’de Şeytandere’ye geldik. Bulunduğumuz yer açıklık. Gavur bir nefer görse yağdırıyor mermiyi, kavuruyor ortalığı kafir. İkindi sıralarıydı. El Turan Tabyası’ndan yürüdü asker. Biz ateşe davrandık. Ermeni vardı aramızda. O da asker, postalık yapıyordu. Ermeni posta bağırıyor; “Atmayın, bizim askerler” diye. Ateşi kestik. Bir takım asker kalmış koca 26. Alay’dan. 26. Alay’ı karıştırıvermiş daneyle (bomba) kafir. 26. Alay’ın yerini aldık 25. Alay olarak. Bir de Seyyar Jandarma Alayı vardı. Onlar da bizlerle beraber eridiler gittiler. Orada bir burunda kaldık bir akşam üzeri. Üzerimize çeviriverdi makinalı tüfeği düşman. 3 kişi kaldık koca takımdan.”

            – Mehmet Yavaş, Çan-Göle Köyü: “16 yılda geldim köyüme. Balkan’a, Rus’a gittim. Çanakkale’de çarpıştım. Sabaha karşı bir vapur geldi Seddülbahir önüne. Geminin etrafı fırdolayı kayık. Manga kolunda kayıklar siperlere doğru geliyorlar. Tüfeklerin mesafesine girince, ateşe başladık. Öğleye kadar kayık kırdık orada. Ne kayığı bitti, ne askeri bitti kafirin. Denizin üzeri hep gemiydi. Gavurun zırhlısı çoktu. Atılan mermiler üzerimizden geçip gerilerimize düşüyor. Sonra Eşek Adaları tarafından ateş açtılar üzerimize, 26. Alay’ı toprağa gömüverdiler. Biz 25 kişi bir sıçanyolu bulup çıktık. Bir baktık Seddülbahir önlerindeyiz. Gökyüzünde bir mermi patlıyor. Lapır lapır dolu gibi kurşun yağıyor üzerimize. Bir binbaşı bizi orada bir derenin içine götürdü. “Arkadaşlar vatan elden gidiyor, namus gidiyor, ırz gidiyor” diye konuştu. Binbaşıyla 26 kişi olmuştuk. Soğandere’de hücuma kalktık. Denizden gavurun makinalı tüfek ateşi geliyordu. Biz ateş ediyoruz. Gavur da askerini kılıçla döve döve üzerimize yürütüyor. Ama askeri yürümüyor gavurun. Yatsıya kadar ateş yaptık. Soğandere’de belimden ve bacağımdan yaralandım.

“Çanakkale içinde bir dolu sandık 
Alayların içinde dört asker kaldık 
Çanakkale içinde bir top kestane 
Kalan gazilere çalı dibi hastane.”

Gavur kaçtıktan sonra bir kısmımız Mekke tarafına gitti. Bizim alay Rus’a gitti. Ruslar’la ve Ermeniler’le harp ettik. Cenk için dolaştık dünyayı şöyle bir çevirdik. Hamdolsun.”

            – Mehmet Öztürk, Biga – Gürçeşme Köyü: “10 senede geldim askerden. İlkin Çanakkale’de girdim savaşa. Çanakkale’de topçu ayırdılar beni. 5. Bölük’e düştüm. Üç gün sonra geçirdiler bizi karşı yakaya. Arıburnu tarafına.. Üç ay ateş ettik düşmana. Ne Boğaz’dan geçebildi, ne karadan. Geri gitti. Biz Ali İhsan Paşa cephesindeyiz. Seferberlikte 80 kişi gitti bizim köyden. Ben Arabistan’a gittiğim için geç geldim köye. Çanakkale’de kırıldı bizim bu köyden gidenlerin çoğu, birkaç kişi ancak gelmişler. Onlar da ya kolu yok… Ya bacağı.”

            – Ali Demirel, Biga-Gündoğdu Bucağı: “Köyden bir çıktım 8 senede geldim. Arıburnu Cephesi’nde 27. Alay’daydım. Alayın o meşhur aynalı tüfeklerini ben yapardım. Düşmanın çıktığı sabah, 1 ve 3. Taburlar Maydos (Eceabat)’taydılar. Biz yalnız İkinci Tabur vardık Arıburnu’nda. Arkadan 1. ve 3. Taburlar da yetiştiler. Gavur bizim üzerimize çıktı. Bütün alayca hücum ettik düşmana. Bizim bölükte bütün subaylar vuruldu. Lapsekili Eyüp Sabri kaldı bölüğün başında, başçavuştu.. Düşman mevzileri bize çok yakındılar. Bomba atarlardı bizim mevzilerimize. Düşman kaçarken, tünel kazıp içine dinamit doldurmuş. Patlatınca bizden bir bölük gitti. Kimse kurtulamadı. Toprak minare gibi havaya çıktı. Düşman mevzilerine yaptığımız bir hücumdan, bir aynalı tüfek ele geçirmiştik. Tüfeğe baka baka bizim tüfeklere ayna siper yaptım. Kafanı çıkarmadan aynalara bakıp düşmanı görürdün. Gavur üzerimize çıkınca hücum ettik. O ara ateşe tuttu bizi kafir. Kalçalarımdan yaralandım. Üç ay yattım. Sonra mevzilere döndüm.”

           

BİR  YOLCUYA

 

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın, Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda, Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,

İstiklal uğrunda, namus yolunda, Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

 

Bu tümsek, koparken büyük zelzele, Son vatan parçası geçerken ele,

Mehmed’in düşmanı boğuldu sele, Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin, Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,

Bir harbin sonunda, bütün milletin, Hürriyet zevkini tattığı yerdir.( NECMETTİN HALİL ONAN)

 

ŞEHİTLER ABİDESİ İÇİN

Gökkubbenin altında yatar, al kan içinde,

Ey yolcu, şu toprak için can veren erler.

Hakk’ın bu veli kulları taş türbeye girmez,

Gufrana bürünmüş, yalınız Fatiha bekler.

 

            ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE

            Şu boğaz harbi nedir? Var mı dünyada eşi?

            En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

            Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

            Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

            Ne hayasızca tahaşşüd ki,ufuklar kapalı!

            Nerde,gösterdiği vahşetle,bu bir Avrupalı

            Dedirir,yırtıcı,his yoksulu,sırtlan kümesi,

            Varsa gelmiş,açılıp mahpesi,yahut kafesi.

            Eski dünya yeni dünya,bütün akvam-ı beşer,

            Kaynıyor kum gibi… Mahşer mi,hakikat mahşer,

            Yedi iklim-i cihanın duruyor karşısında,

            Avustralya’yla beraber bakıyorum Kanada

            Çehreler başka,lisanlar,deriler rengâ renk

            Sade bir hadise var ortada,vahşetler denk.

            Kimi hindu,kimi yamyam,kimi bilmem ne bela,

            Hani,tauna da züldür bu rezil istila.

            Ah o yirminci asır yok mu? O mahluku asil,

            Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil.

            Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına,

            Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına

            Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz,

            Medeniyet denilen kahpe,hakikat yüzsüz.

            Sonra mel’undaki tahribe müekkel esbab,

            Öyle müthiş ki,eder her biri bir mülkü harab…

                                   **********

            Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın

            Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın

            hercü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab

            Seni ancak ebediyetler eder istiâb.

                        ——-

            Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem:

            Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

            Tüllenen mağribi,akşamları sarsam yarana…

            Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

                        ——–

            Sen ki,son ehli salibin kırarak savletini,

            Şarkın en sevgili sultanı Salahaddin’i,

            Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…

            Sen ki,İslâmı kuşatmış,boğuyorken husran,

            O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

            Sen ki,ruhunla beraber gezer ecramı adın;

            Sen ki,a’sara gömülsen taşacaksın… Heyhat,

            Sana gelmez bu ufuklar,seni almaz bu cihat…

            Ey şehid oğlu şehid isteme benden makber

            Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber.

                                   *******

            Çanakkale içinde aynalı çarşı

            Anne ben gidiyorum düşmana karşı

            Çanakkale içinde sıra sıra selviler

            Binbaşılar oturmuş,asker öğütler

            Çanakkale içinde bir kırık testi

            Anneler ve babalar ümidi kesti

            Arı Burnu’ndan çıktık,yan basa basa

            Hep düşmanlar kaçıyor kan kusa kusa…

                                   ********

            Gök kubbenin altında yatar,al kan içinde,

            Ey yolcu,şu topraklar için can veren erler.

            Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez

            Gufrana bürünmüş,yalnız Fatiha bekler….

 

                                                                                              MEHMET    ÖZÇELİK

                                                                                                          

[1] Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır. (Terc.Heyet) 2 / 40,153,166,Konularına göre Kur’an-ı Kerim fihristi. N. Yüksel.sh.183-192 arası.

[2] Zaman gaz. 15-3-1991.

[3] Agg.18-3-1991.

[4] Agg.18-3-1991.

[5] 10 yıl savaş.agy. 90-91,bak . Zaman gaz.18-3-1991.

[6] Agg.18-3-1991,19-3-1991. M. Kafkas.

[7] Agg.19-3-1991 ve age.

[8] Agg.19-3-1991.

[9] Agg.19-3-1991.

[10] Agg.19-3-1991.

[11] Agg.17-3-1993.

[12] Agg.18-19-Mart-1991.

[13] Agg.18-3-1991.

[14] Agg.19-3-1991.

[15] Agg.17-3-1992.

[16] Agg.19-3-1991.

[17] Agg.17-3-1992.

[18] Agg.18-3-1992. Hatıralar ışığında çanakkale. İ. Refik.

[19] Rusya askeri bilimler akademisi üyesi Prof- Lev Alexandroviç Bezimenski-yenin arşiv belgesindeki plana göre,hedef bu idi.Bak.Türkiye gazt.10-5-1996.

[20] 10 yıl savaş.Agg.19-3-1992.

[21] Agg.19-3-1992.

[22] Zafer derg.Mart.1990.

[23] Yeni Asya gazt.30-8-1980.

[24] Zaman gazt. 18-19-Mart-1992,20-3-1992.N. Şahiner,21-3-1992.

 




2016 YGS SORULARINI İNDİR

ygs 2016




DERBEDER EDEN DARBELER

DERBEDER EDEN DARBELER

Bizdeki darbe faaliyetleri osmanlıyı önce yıkmak , sonra da kalıntılarını tamamen ortadan kaldırmak üzere süre gelmiştir.

Birlik ve yükseliş perdesi altında İttihat ve Terakki ile başlayıp, bize aid olmayan bir adla genç Türkler değil de Jön Türkler adıyla yabancı bağlantılı darbelerin temeli atıldı.

Ve Cumhuriyet perdesi altında İngiliz uyruklu bir devlet kurulmasına karar verildi.

Bunu sağlamlaştırmak amacıyla sürekli on yılda bir darbe yapılmaya devam edildi.

Bugünkü saldırılar, on yılı aşmış olmasına rağmen bunun sarsıntıya uğrama sıkıntısı ve saldırısıdır.

-İşte cumhuriyet yolunda döşenen taşlar;

*Rıza Tevfik, “Ben bu şiiri Türk milletine hakaret kasdıyle değil, tamamiyle aksi olarak, Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han’a edilen iftiraları tesbit gayesiyle yazdım.

31 Mart Vak’asını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük Hükümdar, bu isnadla, sadece iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart’ı tertipleyen İttihadçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben de vardım! 31 Mart’ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı Tarcan ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulağını kabartsın!” [1]

*Nutuk’da Dinleri Birleştirme Hayali. 

“Efendiler, bütün beşeriyetin tecribe, malumat ve tefekkürde teali ve tekemmülü,  Hristiyanlıktan, Müslümanlıktan, Budizmden sarfı nazar ederek basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş alemşümûl saf ve lekesiz bir din teessüsü ve insanların şimdiye kadar kavgalar, levsiyat (pislikler) kaba arzu ve iştihalar arasında bir sefalethanede yaşamakta olduklarını kabul ederek bütün vücutları ve zekaları zehirleyen ufûnet tohumlarına galebe etmeye karar vermesi gibi şeraitin husulüne müstelzim olan bir “cihanşümûl ittihadı hükümet” tahayyülünün tatlı olduğunu inkar edecek değiliz.”

*“Mustafa Kemal’in Güneş-dil teorisi bir sapıklıktan başka bir şey değildir. Baştan başa Mustafa Kemal’in icadı olup aşırı alkol tüketiminin de bunda büyük yardımı olmuştur. Tamamıyla bunaklık alametidir. (…) Âh Mustafa Kemal! Ne olurdu şu zehiri bu kadar içmese idin; aklın başında kalsa ve yaşasaydın!…” Bu sözler çok yakınlarında bulunan ve Paşa tarafından kendisine milletvekilliği “ihsan edilen” bir Kemaliste ait; Saim Ali Dilemre’ye.[2]

*Fevzi Çakmak hatırasında bu olayı şöyle anlatır;

”Eylül’ün (1918) ilk haftasında Suriye’den çok fena haberler geldi; İngilizler büyük bir taarruza geçmişler ve bir hamlede tekmil Filistin ve Suriye’yi ele geçirmişlerdi. General Liman von Sanders, Alman Kurmayı ve M. Kemal de geri çekilmek zorunda kalmışlardı.

”Ben bu acı haberi öğrendiğim anda Enver Paşa, bir top güllesi gibi bulunduğum odaya girdi. Beni görünce;
”M. Kemal ordusunu bırakıp kaçmış. Hemen kurşuna dizilmesi için emir vereceğim, dedi.
…”Odada daha bazı arkadaşlarda vardı. Hemen cesaretimi topladım;

”Paşam, gelen haberlere göre .M. kemal, Alman Generaliyle birlikte çekilmek zorunda kalmış. Eğer kendisini kurşuna dizdirmeye kararlıysanız, aynı suçu içleyen bütün Alman general ve subaylarını da kurşuna dizdirmeniz gerekir. Adalet bunu icap ettirir, dedim”
Fevzi Çakmak, bu sözlerin Enver Paşa’ya çok tesir ettiğini ve böylece M. Kemal’i kurşuna dizilmekten kendisinin kurtardığını anlatıyor…”[3]

-Fevzi Çakmak, Sakarya Savaşı sırasında İsmet Paşa’nın son derece hatalı davrandığını anlattıktan sonra sözü şuraya getiriyor: ‘‘Sonradan Büyük Millet Meclisi’nde yapılan bir konuşmada bu hatalı davranışlarından dolayı İsmet Paşa’yı Yüce Divan’a vermeye, hatta idama mahkûm ettirmeye kalkıştılar. Hemen müdahale ederek, bu kararı benim de tesvip ettiğimi, aynı cezanın bana da verilmesi gerektiğini söyledim. Böylece onu kötü bir akıbetten kurtarmış oldum…’’ [4]

*Peki 1914’te ne oldu da…

O zaman çok sayıda İngiliz casus Irak’a gelmişler. Meşhur Lawrence’de en etkililerinden. Irak Şeyhül Meşayihi Uceymi Sadun Paşa’nın emrinde 40 bin altı vardır. O yıllar İngilizler Arapları Osmanlılara karşı ayaklandırmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Casus Lawrence ayaklanmayı reddeden tek kişi olan Sadun Paşa’ya Emir Abdullah ile şu haberi gönderir; “Bizimle birlikte ol seni Irak kralı yapalım.” Sadun Paşa bu teklifi hemen reddeder ve Emir Abdullah’a şu cevabı veriri; “O hain elime geçmesin. Bir insan sadakati bilmeyebilir, fakat kendi ihanetini başkasında düşünmesi için bir sebep lazımdır. Ona bir gün bu teklifi bana yapabilme cesaretini nereden bulduğunu soracağım.”

Sonra ne oldu?

Amcam; “İngiliz bayrağı dalgalanıyor, ben oraya gelmem. Müslüman kardeşlerimle rahatım, ilelebet gelmem” dedi ve emrindeki kuvvetlerle Osmanlı’nın yanında kahramanca çarpıştı. Savaşta Türklerle beraber çok sayıda şeyhlerimiz öldü. İngilizler bizi rüşvetlerle satın alamadılar ama kimi Arap aşiretleri İngilizlerin yanında yer aldılar.

….Araplarda bugün bir Osmanlı kırgınlığı var mı?

Hayır Araplarda hiçbir zaman Osmanlı’ya karşı bir kırgınlık olmadı. 1900’lerin başında da olmadı, gün kimi Araplar kandırılmışlardı Osmanlı’ya karşı… Araplar Türklere çok bağlıdır, çok severler, daima kardeş ve dostturlar. O İngiliz yalanları bitti gitti. [5]

*******************    

*Ergun Babahan’ın da yine Neşe Düzel’e verdiği röportajda “28 Şubat’ı ABD organize etti. Amerikan devleti adına en önemli ayak eski Ankara Büyükelçisi Abramowitz’di… Sabah’a çok gelip gitti… Zaten 28 Şubat organizasyonunda Amerika adına en önemli ayak oydu” dediği Abramowitz..

….1960 ihtilalinden sonra, alt kadrolar yanlış yapmasınlar diye orduda öyle müthiş bir istihbarat ağı kuruldu ki, Genelkurmay karargâhının ve Genelkurmay başkanının bilgisi olmadan orduda hiç bir darbe hazırlığı yapılamaz.[6]

“ABD post-modern darbeyi destekledi. Meğer 28 Şubat’tan iki hafta sonra, 12 Mart cumartesi günü Washington’da Dışişleri Bakanı Albright’ın çağrısıyla bakanlığın yedinci katında, Türkiye toplantısı yapılmış.”

“Bernard Lewis, Paul Wolfowitz, Richard Perle hepsi orada. Türkiye’ye ilişkin olarak ne yapılmalı, o gün konuşulmuş. Toplantıdan çıkan sonuç, ‘doğrudan askerî bir darbe olmadan bu hükümet gitmeli’ olmuş.

Bernard Lewis bir tarihçi. Onun ne işi var Genelkurmay’da?

Kendisi Neo-conların… Amerika’daki İsrail lobisinin beyni. Bizim Genelkurmay’la hep sıkı ilişkileri oldu onun.

28 Şubat’la ilgili geçen hafta gözaltına alınanların hepsi Batı Çalışma Grubu’yla ilişkili askerler. Size yönelik andıç operasyonunu da BÇG mi yaptı?

Kuvvetle muhtemel. BÇG diye hudayinabit bir istihbarat örgütlenmesi oluştu orada. BÇG’nin sadece askerlerden ibaret olmadığı kanısı var bizde. BÇG’nin sivil ayakları da var. Medya ayağının da olması icap ediyor. Bakın… Medyaya bizimle ilgili çıkan düzmece haberi bir bilgi notu olarak gönderdiler! Haber, Genelkurmay’da hazırlanmıştı ve iki gazeteye verildi. Aynı metin hem Kanal D’de okundu hem de iki gazetede yayımlandı. Rahmetli Ufuk Güldemir, bana, “Haber Milliyet’e de geldi ben direndim, koymadım” dedi ama…

28 Şubat’ta Cumhuriyet tarihinin en büyük soygunu oldu. Bu soygunun bedelini vatandaş 2001’de feci bir ekonomik krizle yoksullaşarak ve işsiz kalarak ödedi. Sadece bankaların içinin boşaltılması, vatandaşa 380 milyar liraya mal oldu. Vatandaş bu faturayı fakirleşerek ödedi.

Öyle… 28 Şubat sürecinde yaşananlar o kadar aleniydi ki! Ama medya kontrol altında tutulduğu ve manipüle edildiği için bunlar yazılmadı. 28 Şubat darbesi göstere göstere yapıldı! Herkes belli roller üstlendi. Demirel, hükümet kurma görevini Mesut Yılmaz’a verdi. Aradan 10-15 gün geçti, parlamento aritmetiği birden değişti ve DYP’den istifalar başladı. Yılmaz’ın partisi ANAP aniden Meclis’te en büyük parti oldu. Hüsamettin Cindoruk ve Ecevit’le koalisyon yapıldı.

28 Şubat sadece iç güçlerle yapılmış bir darbe değil mi?

Hayır. Amerika’nın en İsrail yanlısı çekirdeği de dâhil bu darbeye. O dönemde iktidarda Clinton yönetimi var. O yüzden doğrudan askerî darbeyi istemediler. 28 Şubat’ın simge ismi olan Çevik Bir o dönemde çok muteber biriydi. Amerika’da iki tane aleni, kote edilmiş İsrail lobisi var. Çevik Bir’in bunlarla o kadar yoğun ilişkisi vardı ki, 2000 yılında ilk kez ihdas ettikleri “uluslararası devlet adamı” ödülünü Bir’e verdiler. Bir’in Demirel’den sonra cumhurbaşkanı olması gerektiği fikrini yaydılar. Çevik Bir’in İsrail askerî sanayileriyle de çok sıkı ilişkileri vardı

Emekli olduktan sonra İsrailli silah firmalarının temsilcisi olmadı mı?

Evet. Dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri ile İsrail establisment’ı ve Amerika’daki İsrail yanlısı çekirdek kadrolar arasındaki çok yoğun ve yakın ilişkiyi görmeden 28 Şubat’ı anlayamayız. Bir de tabii dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın hiç mi haberi ve onayı yok olup bitenlerde? Mesela dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, o sırada Londra Büyükelçisi olan Özdem Sanberk’e, “Andıç sırasında ben Çevik Bir’e söyledim. Bunu yapmayın dedim. Bu iş sızar ve Bumerang gibi dönüp bizi vurur, yaralar, dedim. Ama dinlemediler” diyor.

Sizce neden 28 Şubat davası en yavaş ilerleyen dava oldu?

28 Şubat’ın diğer çıplak darbelerden farklı olarak çok daha girift dış bağlantıları var. İnce dengeleri var. İşin, Amerika’ya ve İsrail’e giden bir boyutu var.


İsrail destekli bir darbe miydi 28 Şubat?

Tabii öyleydi. Türkiye-İsrail işbirliği ve askerî ilişkileri 28 Şubat’la nereden nereye gitti, hangi rakamlara ve mali boyutlara vardı görmek gerekir.[7]

 “Abramowitz, ‘Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilerde yazılı olmayan bir kod vardır. Erbakan bu kodu bozdu. Amerika, ne yapacağı kestirilemeyen, kontrol edilemeyen müttefikten hoşlanmaz.’ dedi. Erbakan ilk dış gezisini, kendisine yapma dendiği halde İran’dan başlattı. İkinci gezisini Mısır, Libya ve Nijerya’ya yaptı.”[8]

-Çandar;” Tarihimizle ilgili ciddi bir soruşturma ve yüzleşme yapılacaksa askerlerle sınırlı kalamaz. Mesela 28 Şubat darbesine çok önemli bir katkısı var Demirel’in. Zaten 28 Şubat’ın özelliği post-modern darbe olmasıdır. Yani bunu, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’den ayırt eden bir özelliği var. Arkasında askerin olduğu, fakat siviller tarafından icra edilmiş bir darbedir bu.”

 

*******************  

Darbe dönemi bitmedi ve kapanmadı.

Soldan olmadı, sağdan başladı.

Darbe için her yol meşru görülmeye başlandı.

**Yeraltı dünyasının ünlü isimlerinden Kürşat Yılmaz, bir soruşturma kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na ifade verdi. Geçtiğimiz aylarda verdiği ifadede çarpıcı iddialarda bulunan Yılmaz, 2005 yılında paralel örgütün ‘Ankara imamı’ tarafından kendisine “Gel bizim mafyamız ol, seni koruruz” teklifi yapıldığını söyledi. 2005’te Fetullah Gülen’e bağlı örgütün ‘Ankara imamı’ İsmail Issuz ile birlikte örgüte ait Bank Asya’nın Kızılcahamam’daki Asya Termal tesislerine gittiklerini anlatan Yılmaz, burada kendisine şok teklifler sunulduğunu anlattı. İşte Yılmaz’ın ifadesinden satır başları:

SOLCU HAKİMLERİ VUR.

“Kızılcahamam’da kalırken Ömer Küçük ve kayınbiraderim Zeki Bacacı’nın da bulunduğu bir ortamda İsmail Issuz bana ‘Sen bizim mafyamız ol. Yargıtay’da Aleviler ve solcular yoğunlukta. Onlardan bir iki tane hakim vurdurursan vatana hizmet etmiş olursun. Hem de onlar kendilerine çekidüzen verirler. Bir de Hrant Dink var, Türk düşmanı, onu da vurdur. Biz seni bu işlere hiç dahil etmeyiz’ dedi.”

.. Bir ara ben İsmail’in teyzesinin oğlu İrfan Yaman’a ‘bunlar ne iş yapıyorlar, her yerden iş bitiriyorlar’ dedim. O da bana ‘Bunlar CIA ile çalışıyorlar. Sen işlerini halletmene bak’ dedi. İstanbul’a geldiğimde ben rahatlıkla gezip dolaşıyordum, kimse bana bir şey sormuyordu. Yaklaşık 10 gün sonra Ömer Küçük, İsmail ve Hüseyin Albay bana geldiler. Bu kişiler 10-15 gün İstanbul’da kaldılar. Gündüz ne iş yaptıklarını bilmiyordum. Bana ‘senin işlerini hallediyoruz’ diyorlardı. Bunlar da benim İstanbul’da takip edilmem gibi hususlardı.”[9]

*Bunları da bilelim ama;
1-Murat Belge-1984’te Milli Gazete bir ara Fehmi Koru’nun yönetimine geçmişti. Güya entelektüel yayınlar yapacaktı. O zamanlar entelektüel yayın demek “solcu, batıcı, marksist”leri konuşturmaktı. Milli Gazete Murat Belge ile konuşma yapmış o da göğsünü gere gere “ateistim” demişti. Bereket rahmetli Erbakan Hoca müdahale etmişti de Fehmi Koru ve ekibini Milli Gazetenin başından uzaklaştırmıştı.
2-Mehmet Altan, 2010 yılına kadar bizim Müslüman kesimin gözbebeği idi. Ordu aleyhindeki her konuşması bazılarını mest ediyordu. Hükümete yakın medyada dünyanın parasını kazandı.Dindar kesimin konferanslarında baş konuşmacıydı. Alkol almadan da konuşamazdı. Bu haram alkol ona ev sahipliği yapan güya dindar kuruluşlar tarafından ikram edilirdi.
3-Nazlı Ilıcak, ona ve gazetesi Tercümana karşı mücadele etmek bazı mütedeyyinlere sanki farz olmuştu. Ancak 28 Şubatta birden dümen kırdı. Refah Partisine arka çıkmaya başladı. Rüşveti kelam bir iki laf etti, hemen baştacı edildi. Merve Kavakçı olayında, Fazilet Partisi -sakin bir zamanda yemin edecek, kararı almışken, o, bu planı bozup, Merve Kavakçı’nın kolundan tutup TBMM’ye getirdi. Sonu malum tabi. Fazilet Partisi kapatıldı. Zaten destek için nereye gitti ise orayı batırmıştır.
4-Cengiz Çandar 1980’lerin başında Cumhuriyette yazıyordu. Humeynici olmuştu. Filistin Dramını yazıyordu. Yine bazı mütedeyyinler tarafından baştacı edilmişti.1990’da Özal’ın danışmanı I. Körfez Savaşında Irak’a karşı en amansız savaş kışkırtıcısıydı. Bu tutumunu hiç bozmadı. II Körfez Savaşında da Irakın yok edilmesi için TV’lerde az konuşmadı. O gün anlatıkları şuydu ” Irak halkı zarar görmeyecek, sadece Saddam’ın savaş makinaları yok edilecekti” diyordu, sonuç ortada![10]

Nuh dedi ki: ‘Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırakma.’

«Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; yalnız ahlâksız, nankör (insanlar) doğururlar (yetiştirirler).»[11]

 

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Hilmi Yücebaş,Filozof Rıza Tevfik: Hayatı, Hâtıraları, Şiirleri,İst. 1978, s. 347.

[2] http://www.derintarih.com/desifre/ataturkun-yakin-dostu-boyle-yakinmisti-ah-mustafa-kemal-ne-olurdu-su-ickiyi-bu-kadar-icmeseydin/

 

[3] Hürriyet Gazetesi – Meraşal Fevzi Çakmak’ın Hatıraları,Tef.No:2.

http://birdeburadandinleyin.blogspot.com.tr/2012/10/mkemal-kursuna-dizilmekten-nasl.html

[4] http://www.hurriyet.com.tr/cakmak-cumhurbaskanligini-uc-kez-neden-reddetti-64720

[5] http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=30223

[6] http://farukarslan.com/genel/niye-boyle-oldu-cengiz-abi/

http://www.medyagundem.com/candarin-muteber-adam-diye-sundugu-darbeciyi-iyi-taniyin/

[7] http://www.duzceyerelhaber.com/Nese-Duzel/7584-Cengiz-Candar-28-Subat-darbesinde-israil-var

[8] http://www.duzceyerelhaber.com/Huseyin-GULERCE/24537-Cengiz-Candar-demisti-ki

[9] http://www.yenisafak.com/gundem/gel-bizim-mafyamiz-ol-2428627

http://www.habervaktim.com/haber/459718/fetoden-sinirlari-zorlayan-teklif.html

[10]https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10153923663178006&set=pcb.10153923682713006&type=3&theater

[11] Nuh.26-27.




MEHMET AKİF ERSOY VE HAYATI

MEHMET   AKİF   ERSOY   VE    HAYATI

 

         Zor dönemin zorlu insanıdır Akif. O zor ve zorba dönem ki;yıkılışlar ve çökülüşler devresidir. Yıkılan asırlık çınarın,tohumunu toprağın karanlıkları ve basıcı havasına attığı dönemdir.

            İşte Akif,o tohumun filizlendirdiği şahsiyettir. Mümtaz olup,ancak ne ilktir ne de son.

            Bir cihetle;haşmetli maziyi ve onun bitişini hasretle seyreder ve haykırırken,diğer cihetle de parlak müstakbeli müjdeleyip,terennüm ederek ümid vermektedir.

            Mağdur ve mazlum bir milletin dilidir Akif. Onların feryatlarının ve iniltilerinin sesidir o.

            Millete gelecek her türlü zulüm zulmete göğsünü gererek siper etmektedir.”Siper et göğsünü,dursun bu hayasızca akın.”

            O milletin çektiğini hisseder,yaşar ve yazar. Akıcı bir üslupla,sönmüş ruhları dahi ihtizaza getirecek şiir üsluplarıyla…

            -Dr. Tahir Barçın’ın da ifadesiyle Akif;Fatih’deki Sarıgüzel semtinde bir evde (şimdiki Barçın apartmanının yerinde) 1290 (1878)’de dünyaya gelmiştir.[1]

            Akif:”İlk terbiyemi annemden aldım.”der.[2]

            Yani Akif,Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle:”Kendisinden önce Türk edebiyatında kimsenin yapmadığı bir işi yapıyor. Mabede sokağı,dinin içine hayatı sokuyor.

İnzivasında insanların hallerini düşünen Yunus,bir gün:

“Kasdım budur şehre varam feryâd-u figan koparam.”der. Fakat şehirde değil,ruhun içinde dolaşır. Akif şehrin içine gerçekten giren ve feryâd-u figan koparan bir şairdir.”[3]

Hayatın dışına yitilen ve terk edilen İslâmı,hayatın içine alarak işleyen İslâmi bir hamiyete sahibtir.

Nitekim o,Venizelos’un oğlu Sofoklis Bursa’yı işgal eden işgal kuvvetlerinin başında iken edebsizce,Osman Gazi’nin sandukasına tekme ile vurup:”Kalkta milletini kurtar.”demesi haberi üzerine:”Taceddin Dergahında”,”Bülbül”adlı şiirinde şöyle feryâd-u figan eder:

Eşin var,âşiyanın var,baharın var ki beklerdin.

Kıyametler koparmak neydi ey bülbül,nedir derdin?

O zümrüt tahta kondun,bir semavi saltanat kurdun;

Cihanın yurdu hep çiğnense,çiğnenmez senin yurdun,

Bugün yemyeşil bir vadi,yarın kıpkızıl bir gülşen,

Gezersin,hânumânın şen,için şen,kainatın şen,

Hazansız bir zemin isterse,şayet rûh-i ser-bâzın,

Ufukları bûd-i mutlaklar bütün mahkumu-i pervâzın,

Değil bir kayde sığmazsın kanatlandın mı eb’ade,

Hayatın muhayyel gayedir ahrara dünyada,

Neden öyleyse matemlerle eyyamın perişandır?

Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurâşandır?

Hayır,matem senin hakkın değil…Matem benim hakkım;

Asırlar var ki,aydınlık nedir bilmez âfâkım!

Teselliden nasibim yok hazan ağlar baharımda;

Bugün bir hânumansız bir serseriyim öz diyarımda;

Ne hüsrandır ki,şarkın ben vefasız,kansız evladı,

Serâpa ğarba çiğnettim de çıktım hak-i ecdadı;

Hayalimden geçerken şimdi fikrim hercü merc oldu,

Selahaddin-i Eyyubilerin,Fatih’lerin yurdu,

Ne zillettir ki,nâkus inlesin beyninde Osman’ın,

Ezan sussun,fezalardan silinsin yad-ı Mevlanın!

Ne hicrandır ki;en şevketli bir mazi serab olsun!

Çökük bir kubbe kalsın mabedinden Yıldırım Hanın;

Şenaatlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın!

Yıkılmış hânumanlar,yerde işkenceyle kıvransın;

Serilmiş gövdeler binlerce,yüz binlerce doğransın!

Dolaşsın,sonra,İslâm’ın harem-gâhında nâmahrem…

Benim hakkım,sus ey bülbül,senin hakkın değil matem!”[4]

Akif’in o zamandaki ifadeleri hala tazeliğini muhafaza etmektedir. Balıkesir’de mücadeleci ruhuyla Zağnos Paşa camii civarında kalabalık halka şöyle sesleniyordu:

Cihan alt üst olurken seyre baktın,böyle durdun da

Bugün bir serserisin,deredesin kendi yurdunda.”ve

Ben böyle bakıp durmayacaktım,dili bağlı

İslâmı uyandırmak için haykıracaktım.

-Konya’da iken bir Konya’lı Akif’e”Biz Selçukluyuz. Bizden olmayan bir hükümetin yıkılmasından bize ne?”dediğinde üzüntüyle cevaben şöyle der:”Allah bir hükümeti zayıf bırakmasın. En büyük felaket budur. Hükümet zaafa düşünce her yer oğul verir.”

Bediüzzaman Hazretleri Akif’le ilgili olarak Emirdağ Lahikasındaki bir mektubta:”..Merhum Mehmet Akif gibi insaflı,Risale-i Nur gibi fevkalade takdir ve tahsin eden o muhterem ve merhum zatların hatırı için biz,İstanbul hocalarına dostuz,onlardan gücenmeyiz. İnşaallah bir zaman”Yirminci lem’a-i ihlas”kendini onlara okutturacak,o eski dostları da yeni dostlar yapacak.”der.[5]

Bir gün camiden çıkıp dağılan halka bakan Akif arkadaşı Nuri’ye:”Ne zaman bu camilerden şu dizlikli,poturlu hamallarla,küfecilerle beraber senin benim gibi yakalıklı,bastonlu beyler çıkarsa,o zaman bu millet adam olur.”der. Madde ile manayı birleştiren bir zattır o.

Bu insanların ve vatanın kurtuluşu, milletin derdiyle dertlenen,onların ateşiyle yanan ve inanç ateşini yakan Akif gibi insanlara ihtiyaç vardır. Onların yanmasıyla vatan ve millet yanmaktan kurtulur. Yani Ataullah Bahaeddin’in dediği gibi ki:”Odama girdim;kapıyı kapadım;ağlamaya başladım. O gün akşama kadar İslâmın garipliğine,müslümanların inhitatına (çöküş ve yıkılışına) ağladım,ağladım…” Bir kere ağlamak,üç kere çalışmak.

Akif o zamanın basınından da şikayetçidir. Eşref Sencer Kuşcubaşı’na yazdığı 18-Mayıs-1931 tarihli tarihli,müstehcen matbuat için şöyle der:”Nedir o matbuatın hali? Öyle resimler basılıyor,öyle hikayeler yazılıyor ki,bunları seyredebilmek,okuyabilmek için insanda edeb denilen,haya denilen devletliden zerre kadar nasibi olmamak icab eder.”[6] ve bunu 40 sene evvelinden değil yazmak,ağza almaktan çekinildiğini.”söyler. Ya şimdi?

Buda bir batılı ajanın;kendi ektikleri tohumların iki-üç asır sonra derileceğini,kendilerinin ise,kendilerinden önce ekilenleri derip topladıklarını söyler.

Yani şu zamandaki müstehcen neşriyat,taa o zamanki tohumların bir mahsulü,bir dikenidir.

Akif der:”İnsan iki şeyi bilmeli;biri haddini,diğeri de hesabını. Ben haddimi bilirim ama hesabımı bilmem.”

Safahat’da:”Akif,aruzun Mimar Sinan’ıdır. Sinan’ın,Şehzade camii,çıraklık;Süleymaniye,kalfalık;Selimiye,ustalık eseri olduğu gibi Akif’inde birinci Safahat,kendi sanatında yola çıkması;ikinciden beşinciye kadar olan Safahat,san’atında yürümesi;altıncı Safahat,sanatının dağ başına varmasıdır.”

 

                                            İSTİKLAL     MARŞI

Akif,milletin içinde bulunduğu durumu en güzel bir şekilde bilip,ona göre ruhunun derinliklerinden gelerek 48 saat içerisinde İstiklal Marşını yazar.

O’nu o zamana kadar bekletip yazdırmayan sebeb;bakanlığın müsabakayı 500 lira para mukabilinde açmış olmasından dolayıdır. Paraya da şiddetle ihtiyacı olduğu halde,para karşılığı olduğu için yazmaz.

Bakan Hamdullah Suphi’de (Tanrıöver) böyle bir şiiri ancak Akif’in yazabileceğini bildiğinden;Hasan Basri Çantay’ın tavassutuyla Akif razı edilir. Zira Hasan Basri paranın kalktığını,48 saatlik mühlet kaldığını belirterek,böyle ayakta hürmetle dinlenilecek,milletinin istikbalinin simgesi olan:”İstiklal Marşı”nın yazılmasında Akif razı,millet memnun edilmiştir. Diğer yerlerden bakanlığa gönderilen 700 küsur şiir ise kabul edilmemiştir.

 

                                      NÜKTELER

-Dinsizliğiyle meşhur Abdullah Cevdet bir sabah hızla ve telaşla gitmekte iken Akif’le karşılaşır. Akif ona böyle nereye gittiğini sorduğunda cevaben:-Gazeteye;Ben bu vatanın öksüzüyüm-diye verdiğim halde –S- düşmüş,-Ben bu vatanın öküzüyüm.- diye çıkmış düzelttireceğim deyince Akif;telaşınıza gerek yok,isabetli olmuş,der.

-Kendisini küçük düşürmek için Baytar mısınız?-diye soran birisine;Evet,muayene mi olacaksınız?-der.

-Hasan Basri Çantay anlatır:” Hiç unutmam;Samih Rıfat Bey,üstadın sevmediği bir adamı koluna takarak-güya Akif’le barıştırmak için- onun bulunduğu bir yere getirmişti. Üstad o zatı karşısında görür görmez yayından boşanmış ok gibi dışarı fırladı. Bir daha dönmedi. Ben,bu yaptığının iyi olmadığını söylediğim zaman şöyle cevap vermişti:

“Evet,ayıp ettim. Samih buna meydan vermeyecekti. Benim o adamla bir zorum yok. Fakat mukaddesatıma sövdü o. Basri,Basri,o,benim evladımı öldürseydi belki affedebilirdim. Hânumanımı (yuvamı) söndürseydi,yine affedebilirdim. Daha ileri gideyim. İnsanların ortasında benim yüzüme tükürseydi yine vaz geçebilirdim;mademki bana gelmiştir ve onu aziz bir dostum getirmiştir. Fakat o,benim mukaddesatıma sövdü,mukaddesatıma sövdü!”(Akifnâme)

-Hasan Basri anlatıyor:”Bir akşam,bizi Ankara’da evine çay içmeye çağırmıştı. Biz tam gitmek üzere iken,o koşa koşa bize geldi,dedi ki:

“Bu akşam çayı sizde içeceğiz.” Tabii ben memnun oldum. Fakat bunun sebebini de anlamak isterdim. Sordum,gülerek dedi ki:

“Bizim odanın kilimini bir fakire vermişler…”

-27-Aralık-1936’da hakkın rahmetine kavuşur. Rahmetullahi aleyh.

Hepsi göçmüş,hani yoldaşlarının hiç biri yok!

Sen mi kaldın,yalınız kafileden böyle uzak?

Postu sermekse meramın yola,serdirmezler;

Hadi,gölgenle beraber silinip gitmene bak.

Akif’in son mısralarından:

Çöz de artık yükümün kör düğüm olmuş bağını

Bana çok görme ilahi bir avuç toprağını…

 

                                                                                              MEHMET  ÖZÇELİK

[1] Son devrin İslam akedemisi.Dar-ul Hikmetil İslamiye.S.Albayrak.sh.174,Yeni Nesil gazt.1-1-1982.

[2] Agg.28-12-1981.

[3] Şiir Tahlilleri. M. Kaplanç.sh.174.

[4] Sarıklı Mücahidler.K. Mısıroğlu.sh.357.

[5] Yeni Nesil Gazt.agg.31-12-1981.

[6] Tercüman Gazt.27-12-1985.

 




EN’AM-19-




ÇOK BEDEL ÖDEDİK

ÇOK BEDEL ÖDEDİK

*Bir asırdır devlete ve askeriyeye küs olup cemaatlere dönen bu millet, Ergenekon bahanesiyle kendisine yapılan saldırılarla bir derece keffaretini ödemiş ve bin yıldır beraber olduğu ve savunduğu milletine geri dönmüş oldu.

Onunla barışmış ve onu korumak amacıyla bir asırdır millete çevirdiği silahını, dış düşmana çevirmeye başlamıştı.

Devlette millete sahip çıkmaya başladı.

En önemlisinden birisi de; terörist ve ihanet içerisinde olanların tasfiyesine gidilmiştir.

Temizlik faaliyeti gerçekleşmiştir.

Zulüm, saldırı, zorluk ve tehditler bunları bir araya getirmiştir.

Doğudaki baş kaldırı ve dış ortak tehditlerin içteki ihanet, kirli şebekeyle yaptıkları ortaklık şer görünür iken; her yönüyle maddi manevi toparlanmaya gidilmiştir.

 

*****************

Diyarbakır başta olmak üzere Pkk-yı alkışlayıp kürt devletini arzu edenler özgür olacaklarını mı zannediyorlar?

Kör olup Irak-ı, Suriyeyi, Libyayı, Mısırı, Yemeni görmüyorlar mı?

Çok zorla düşünmeye gerek yoktur.

Hayal peşinde koşan gençlik ve özellikle 2000 yılından önceki hayatı bilmeyenlerin arkasında, düşünce ve planlarını gerçekleştirmek isteyenlerin oyununa gelmekte, piyon olup bugün kullanılırken, daha sonra da kırılıp atılacaklardır.

 

********************        

Şimdiye kadar hiç bu kadar seviye düşmemiş, kirlilik yaşanmamıştır.

Küfre ve zulme olan ortaklık hiç bu kadar zirve yapmamıştı.

Gerek fert olarak ve gerekse de cemaat olarak…

Gerek başı paralel yapının çekmesi ve çoğunun da bu konuda suskun kalması ve gerekse bir kısım Yeni Asya grubunun bu kirli ittifakla öne çıkmış olması.

Diğer bir kısım siyasi ve eski gömleğini çıkarmamış, nükseden çıkışlarıyla bu zulme ortak olanlarda ortaya çıktı.

-Yeni Asya 1970-den beri yaptığı güzel hizmetleriyle beraber; bir dönem sırf Chp-nin iktidar olmaması için bir alternatif olan mason Demirel-e oy verme, ifrat ederek peşinden gitmeye devam ederken, maalesef bu gün Chp ve de onun küçük yavrusu olarak terör örgütü temsilcisi Hdp- yi zımni ve açıkça desteklemekle zulme ve küfre ortak olmuştur.

Oysa şimdi Demirel döneminden tamamen farklı olarak en büyük bir alternatifte mevcut iken…

Yeni Asya kurulmadan ihtilafla başladı, ihtilafla devam etti. 1980-de cemaatin ayrılmasına sebeb oldu.

Bu gün de açıkça Chp ve pkk-nın ekmeğine yağ sürmektedir.

Kirli ve silinmez lekeli ittifak…

Böyle bir ortaklıktan daha büyük bir zillet ve cehennem var mıdır?

Güya meşverette Hdp-ye oy verme kararı çıkarken, bir kısım bunu hazmedemeyip reddetmiştir.

Göz kör olmuş, kulak sağır ve basiret dumura uğrayıp bağlanmıştır.

Nasıl bir körlük, sağırlık ve kalpsizliktir ki, Demirel gibi binlerce adamı tartacak bir Erdoğan-a olan düşmanlık, Chp ve Pkk hayranlığına ve yandaşlığına bu insanları sevketmektedir!!!

Şu Yeni Asya ne menemmiş ki, ihtilafı körükledi, cemaatı bölüp parçaladı!!!

Ateist ve sosyalist olan insanların Aydınlık gazetesini kendi matbaalarında bastılar yani ellerindeki bilezikleri bile veren, -kayınvalidem gibi- insanlara ihanet ettiler.

Bunu ancak cehennem temizler…

-Evet, gerçi beşer zulmeder, kader adalet eder.

Bu şer! de de vardır bir hayır… Zulmedenlerin zulmü dışında

Mutlaka vardır bir hikmeti. Onlar mı?

*Nurcuların bölünmesinin birkaç hikmet ciheti bulunmaktadır;

1-Tahrib alanları külli olduğundan, tamirinde külli yapılırken, görev taksimatının yapılmasındandır.

2-Bir yandan büyüyüp hizmet ederken, diğer yandan da hizmetin ihlas ve selameti için içindekileri dışarıya atmaktadır. Temizlenme ve arınma olmaktadır.

3-Bu bölünme bölünerek büyümedir.

4-Ordudaki karacı-havacı-denizci farklılığı gibi olup, sonuçta aynı düşmana karşı ortak hareket etmektedirler.

5-Fıtratlara göre farklı hizmetler verilmektedir.

6-Daha fazla himmetleri tahrik etme amaçlıdır.

7-Hizmetin farklı cihetlerinin temsiliyetini gerçekleştirmektir.

8-Toplumun tüm kesimlerini kucaklayarak, insanları dışarıda bırakmamak.

9-Farklı istidatları ortaya çıkararak, zenginleşmeyi sağlamak.

10-Farklılıklar, Rahmeti netice verecek, müsbet ihtilaflardır.

 

*********************

*Dünya hayatı bir ayrışma ve kesişme noktasıdır.

İnsanlar inanç ve amelleriyle burada birbirinden kendi iradeleriyle ayrışırlar.

-Kazanmak derdi olmayıp ,sürekli kaybeden bir insanın kaybetmekten korkacağı da elbetteki olmaz.

Kaybetmekten korkmaz.

Kötü tohum ekenlerin biçeceği de zakkumdur.

Nur ekenler nur, zulmet ekenler de zulmet ve zulmeti biçeceklerdir.

MEHMET ÖZÇELİK

03-03-2016

 




EN’AM.13-18




EKSEN DEĞİL KİŞİLİK KAYMASI

EKSEN DEĞİL KİŞİLİK KAYMASI

Dünyanın hiç bir meclisinde terörist ve eşkiyaların seçtiği milletvekillerinin olduğu ve de vekillerin terörist ve dağ eşkiyasını savunduğu ikinci bir meclis velevki afrikanın en ücra küçük bir devleti veya insan eti yiyen yamyamların dünyasında bile yoktur.

Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti, meclis kürsüsüne çıkarak; bu meclisin yarısı hıyardır, demişti. Meclis başkanının uyarısıyla sözünü geri alması istendiğinde ise meclise çıkan Serdengeçti, bu sefer de ,Bu meclisin yarısı hıyar değildir, diyerek kürsüden inmiştir.

Peki ya şimdi bu meclisin yarısı nedir?

Takdir sizindir….

-Şimdiye kadar alevileri kullanan Chp, şimdilerde ağırlıkla kürtleri kullanma yoluna gitmektedir.

***************    

2006 yılında Anayasa mahkemesi ile ilgili, olumsuz tutumunu ve de meclisin üzerinde kendisinde bir güç tevehhüm etmesi düşünce ve uygulamasında olduğu ile ilgili bir yazı yazmıştım.’ YENİ HÜKÜMET : AMTBMM’

Hukuktaki aksaklık hala devam ediyor. Bir farkla ki, o zaman gizli ve sinsice yapılıyordu, şimdi ise açıkça yapılıyor. İrin deşildi, kokular zahir oldu.

Anayasa mahkemesi Cumhurbaşkanının 2 yıl önce verdiği dilekçeyi devreye koymazken, vatana ihanet eden Can Dündar-ın kararını 3 ay da verdi.[1]

Ne gariptir ki; Can Dündar-ın çıkarılma kararını verenler; Ahmet Necdet Sezer ve Abdullah Gül ağırlıklı atanan Anayasa mahkemesi üyelerin ortaklığıyla gerçekleşmiştir.

Erdoğan Bediüzzaman-ın dediği üç mesele olan İman-Hayat-Şeriat yani siyaset ve ittihadı islamı deruhte ederken, süfyanizmin 4 devresi olan dördüncü devrede kendisini muhafaza ettiği alan olan hukuk yani en son düzelecek olan hukuk devresi yaşanmaktadır. Hukukun hukuksuzluğunun kalktığı dönemde Türkiye rayına girmiş demektir.

*Bediüzzamanın üç mesele var, dediği; İman-Hayat-Şeriat yani siyaset yani ittihad-ı islamdır.

  1. Tayyib Erdoğan siyaset ve ittihadı islamın tesisine çalışmaktadır.

Paralel yapı ve dolayısıyla Gülen ise bilinçli veya bilinçsiz son yaptıklarıyla; Süfyanizmin dört devresini sıralarken, dördüncü devresinin adileşeceğini, kendisini muhafazaya çalışacağını ve de bunu hukukta sağlayarak, ölüyü canlandırmaya ve ya bir müddet daha ömrünü uzatmaya çalışacağını ifade etmektedir.

 

*Olaylar ve paralel yapı üzerindeki perdeler daha bu kadar açılmamışken, birkaç paralel mensubuna şunu söylemiştim;

Benim korkum 1970-de sağ-sol karşı karşıya getirildiği gibi, şimdilerde de paralel yapı ile diğer toplum ve cemaatler karşı karşıya getirilirse ve hatta bunun boyutları silahlı çatışmaya kadar götürülürse şaşmayın, demiştim.

Bu gün bu yaşanmaya başlamış, paralel yapının pkk ile ittifakı gizli yapılmadan açıkça görülmektedir. Maddi manevi destek olunmakta, polise ve askere kurşun sıkan dağ eşkıyasının yer tutması için istihbari, stratejik yardımda bulunan, hendeklerin kazılıp, silahların şehirlere taşınmasında bu olaylara paralel yapıya mensub polislerin göz yumduğu şaibesi içerisinde olanlara nasıl müsbet bakıp değerlendirilebilir!!!

Mesela; Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü yapmış olan paralel yapı mensubu Recep Güven çok rahat şunu diyebiliyordu; -Dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız, insan değilsiniz.” [2]

            Bu durum zulmün ötesinde, küfre rızadır.

Gülen-in verdiği cihad emri de kılıçların kınından çıkarılma mesajı olduğunu da göstermektedir.

Paralel yapının içerisinde bulunan basiretli kimselere mesajımdır;

Bunları görün, hissedin, anlayın, dillendirin, mani olun, sessiz kalarak zulme ortak olmayın.

Artık Gülen eski Gülen değildir.

İster ilaç içirilmiş olsun, ister akıl kontrolü yapılsın, ister niyeti zaten bu idi denilsin, zulme alet olmuş olsun, ne olursa olsun, şu bir gerçektir ki;

Bu günkü Gülen, dünkü Gülen değildir.

Dün kendisi olanlar, bu gün de kendisi olarak kalmalıdır.

Paralel yapının alt tabakası bu gidişlerine dur demez, eksen değil kişilik kaymasına devam ederlerse, dünyada da ahirette de ebedi zillete mahkum olurlar.

Memleketin yıpranmasında, asker ve polisin ölmesinde en az onlarda bu zulme ortaktırlar.

İçte ve dıştaki kirli ellerle ortaklık yapılmaktadır.

-Bütün bu kirli ilişkiler ağır da olsa şu iddiayı gündeme getirmektedir;

-Gülen-in; istihbarat teşkilatı mit-in tesbit ve yönlendirmesi, islami görünümü, zahiren düşman görünse de İran yanlı takiyyeci, Kasım Gülek aracılığıyla mason destekli, Abd planlı, Cıa yapılanması bir oluşumda seçilmiş bir şahsiyet olduğu şaibesini arttırmaktadır.

Zira ortaya çıkan paralel yapı ve yapılanlar, Gülenin başarı ve becerisinin sonucu değildir.

Mesela; Çalışma Bakanlığında kendi elemanlarını yerleştirmek için 81 vilayette müdürlük ihdas edilmesi ve eski müdürlerin pasif müdür, merkeze çekilmesiyle sessiz bir darbe yapılmıştı.

Yine paralel yapının güya Kck-ya karşı düzenlediği sorgulama faaliyeti ile, pkk-nın içerisinde bulunan Mit elemanlarını deşifreye yönelik bir faaliyet olarak yürütülmüş ve de başarılı oluşmuştur.

Mahkemede bir çok mit elemanı ceza almamak için deşifre olmuş, artık yapılacak her türlü sinsi ve kirli işlerin önü açılmış ve güvene alınmış oldu.

Benzerleri tüm kurumlarda yapılmıştı.

-Bu milletin daha önceden bir çok defa ağzı yandı.

Bundandır ki; Zaman gazetesi Genel müdürü Ekrem Dumanlı Abd-den Türkiye-ye geldiğinde ilk düşündüğüm şu oldu;

Abd 1980 ihtilali için; -Bizim çocuklar yaptı- demişti.

Acaba Dumanlı da o çocuklardan mı? demiştim.

Paralel yapı bu darbeye 2010-daki Hsyk seçimleriyle başlamıştı.[3]

-İşte bir örnek; Hüsnü Tuna ve Cüneyt Toraman darbede Amerika’nın birinci dereceden etkisinin olduğunu söylüyor. Tuna ayrıca, 28 Şubat’ın iskeletinin Güven Erkaya, Çetin Doğan, Doğu Aktolga ve MİT Müsteşarı Teoman Koman’dan oluştuğunu belirtiyor. Toraman, “Eğer silahlı çatışma çıksaydı 2000-3000’den fazla gömülü silahları var” diye ekliyor.[4]

 

 

MEHMET ÖZÇELİK

01-03-2016

[1] http://www.ahaber.com.tr/galeri/turkiye/casusluga-vize-veren-aym-uyeleri-kimler-1456607292/7

[2]https://www.google.com.tr/?gws_rd=ssl#q=da%C4%9Fda+%C3%B6len+ter%C3%B6riste+a%C4%9Flayam%C4%B1yorsan%C4%B1z,insan+de%C4%9Filsiniz.&tbm=vid

Bak. http://www.habervaktim.com/haber/459101/pkk-muhimmatlari-sehirlere-bakin-nasil-sokmus.html

http://www.habervaktim.com/haber/459123/pkk-yapti-feto-izledi.html

[3] http://www.memurlar.net/haber/476821/

[4] http://www.yenisafak.com/gundem/28-subat-avukatlarinin-alni-aktir-2421156

 




28 Şubat ve Derin Devlet

28 subat ve derin devlet




Selefi-ve-Vehhabilere-cevaplar

Selefi-ve-Vehhabilere-cevaplar