İÇ TEHDİT

İÇ TEHDİT

2009 tır meselesinden sonra bir netice alınamayınca, dış tehdit artmaya başladı.

Eğer iç tehditle bir sonuç alınsaydı, dış tehdit bu kadar dehşetli olmazdı.

İç tehdit dış tehditten daha korkunçtur.

Bu memlekette; İran, Suriye ve rusyayla çatışmaya girilmesi halinde, iran, suriye ve rusyayı destekleyecek pek çok bu milletten olmayan; kanı, südü ve suyu bozuk insanlar çıkacaktır.

*****************    

İş gerçekten ciddi…

En önemlisi de içteki ihanet, uyuyan hücrelerin uyandırılması, içten kuşatma, abd-nin paralel b planı ve chp, sol, pkk, rus, iran, paralel kirli ittifakı, bütün bu tehditlerle beraber ışid, suriye, iran, pyd, rusya, abd ile dıştan kuşatma faaliyetleri…

Suriye bahanesiyle 40 yıldır terör örgütü pkk-ya devlet kurdurarak Türkiye için uzun süre tehdit oluşturacak oluşumu sağlamak…

İstikbalimiz tehdit edilmektedir.

Farz olan ittihad-ı islamla bunlara karşı mukabele edilebilir.

1970-lerdeki kominizm ve iran tehlikesi bu milleti yıkamadıktan sonra, hiçbir güç bu milleti çökertemez.

Ancak gene de unutulmamalıdır ki, kurt teşhis edilse de hala gövdeden beslenmektedir.

Toplum bilinçlendi…ekonomi düzeldi.. teknoloji düzeldi.. iletişim araçları yaygınlaştı..

Artık yalancının mumu yatsıya kadar yanmıyor. Anında sönüyor, izi kalsa, basiretsizleri etkilese de…

Kader bu saldırılarla perçinlenmeyi ve ittihad-ı islamı tahrik ve tacil ediyor. Bunun hızla gerçekleşmesi içinde hukuk ve meclis ayağının süratle işlettirilmesi gerekmektedir.

 

**********************    

Gülenin kirli ittifakı adeta iranın kirli ittifakına benziyor.

Zira iran hem rusya, çin, İsrail, abd ve Avrupa ile ortak hareket edip, Müslümanların aleyhinde bulunabiliyor.

 

-Pkk en kısa zamanda zaten piyon olan, kendilerini ve yaptıklarını perdeleyen Hdp-nin vekillerini hatta belediye başkanlarını bile devre dışı bırakacaktır.

Öyle ki, onlarıda ya silahlı mücadelenin içerisinde olma mecburiyetine ya da devre dışı bırakılma tercihine zorlatılacaktır.

 

-Saddamın gitmesi uğruna, iblisle bile iş birliği yaparız.-

Bu cümle Saddamı göndermeye çalışan kürt ve şii arapların sloganıydı.

Oysa bilemediler ki; iblis daha büyük bir fatura çıkarmadan, yardımda bulunmaz. Zalim Saddam-ın gitmesinde rol oynamaz.

Maalesef Türkiye-de de bugün paralel yapının yaptığı tam da budur.

İblisle hatta iblislerle ortaklık yapılmaktadır.

Türkiye-de iblislerin ortaklığı oluşmuş ve de oluşturulmuştur.

 

-Bir dostum Diyarbakır-da bulunan oğlunu ziyarette bir vatandaşla tanışıp konuşur.

Sur-da oturduğunu söyleyen kişi eve gitmediğini söyleyince sebebini sorar;

Evinde 17 tane teröristin bulunduğunu, kızının ve eşinin evde kalarak kendilerini hizmet edip, kendisinin evde bulunmamasını söylerler.

O dostum ise şaşkınlıkla bu kadar tanımadığın insanlara namusunu nasıl emanet ettin, onlar kızın ve eşine saldırırlarsa ne yaparsın? Diye sorunca şaşkınlıkla bunu beklemediğini söyleyen vatandaş, bir yandan da pek umursamaz.

-Diyarbakır kış nedeniyle yollar karlı ve buzludur.

Bir belediye görevlisine neden yolları temizlemediklerini sorduğunda aldığı cevap ise gayet düşündürücüdür;

-Bunlar buna layık değiller ki! Diyarbakırlılar bunu hak etmediler…

Nedenini sorduğunda ise; Onlar pkk-ya yardım etmediler…

-Ve doğu yine de saflığıyla beraber, cahil…

 

*Ahmet Emin Yalman, Naziler’den kaçıp İstanbul’a sığınan Musevi bilim adamlarından Prof. Andreas Schwarz’a, Türkiye’den ayrılmadan önce, Türkiye’de neler gördüğünü sorar. Schwarz şu cevabı verir:
“Türk milleti bünyesinde esaslı ve korkunç bir hastalık var. Türkiye’de iyi niyetli, temiz içli, dürüst aydınları yok etmek, yollarını kesmek, kendilerini bıktırıp kaçırmak için devamlı ve insafsız bir kıyım devam ediyor. Gerçek demokrasinin tabii amacı, en iyileri bulup üste çıkarmak, kendilerine serbestçe çalışmak ve kalkınma yaratmak için yetki ve imkan vermek olduğu halde, Türkiye’de kötü bir seçme ve ayırma sistemi hakimdir. Yeni ve üstün değerler sürekli yok ediliyor, orta ve düşükler, sivrilmenin ve başa yükselmenin yolunu buluyor.”[1]

 

********************    

Dün askeri darbeyle iktidara gelenler, bu gün entrikalar ve ihanetlerle devleti devirmeye çalışıyorlar. Yarında buradan ellerinin boş dönmesiyle silaha baş vuracak, toplumu kırdırmaya çalışacaklardır.

Dün kominizmle rusyayı bu memlekete davet edenler, bu günde rusyadan destek aramakta ve orada büro açmaktadırlar.

Burada meclise düşen iş; bir an evvel bunu organize eden başta milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırarak, bataklığı kurutma yoluna gidilmelidir.

 

*****************

Solun , iman ve küfür mücadelesinin, Hristiyanlık ve İslamiyet mücadelesinin yeni adı; Işid, pkk gibi mevzii terör örgütleridir.

Yeni dönem, sponsor terör örgütleridir.

Parayı veren, teröristi alır.

-Rejimden herkes şikayetçi.. atatürk ve onun bu millete diktiği elbise dar gelmektedir.

Ancak ne garib ve hazindir ki, mhp, chp, sol, paralel yapı ve bir kısım sağ kesim hala onun muhafazasına çalışmaktadır.

Ölüyü sürekli diri tutmaya çalışmaktadırlar. O perde altında hile ve dolaplarını çevirmektedirler. Bu milleti küçültmek ve küçük tutmak için ,Atatürkçülük şişirilerek büyük tutulmaya ve büyük gösterilmeye çalışılmaktadır.

-Atatürkçülük ve Chp ölüm döşeğinde iken özellikle paralel yapı, batı ve masonlar tarafından diri tutulmaya çalışılmaktadır.

*Türkiye-nin öne çıkarılan insanları, bunlar sanatta, sporda, akademi veya değişik dallarda olsun, seviyeli, yeterli, ölçü alınacak kimseler değillerdir.

Topluma yetersiz olanlar öne çıkarılarak, her şeyleri konuşması ve de sorularak mutlaka cevap vermesi sağlanarak, düşünce ve fikir kirliliği yaşanmaktadır.

***********************    

Tarihe baktığımızda ve özellikle safevilerden itibaren iranın islam dünyası için bir çıban başı olduğu su götürmez bir hakikattır.

Geçmişten günümüze kadarki bir çok eserde bunu görmekteyiz.

İranın batılılarla ve Hristiyan dünyası ile bir problemi olmamış, islam dünyasına problem olmuştur.

“Kanuni Sultan Süleyman devri boyunca Osmanlı Devleti ile Safaviler arasındaki münasebetler 1555’te imzalanan Amasya Barış Anlaşması’na kadar gergin ve düşmanca idi. Şah İsmail’den sonra Safavi tahtına Şah Tahmasb’ın geçmesiyle İranla ilişkiler tekrar sertleşmeye başladı. Safavilerin Osmanlı Devleti’nin doğu sınırlarında hareketleri ve Bağdat’ın sünni valisini katletmeleri Kanuni’nin Irakeyn seferine çıkması için bir sebep teşkil etmiştir. 1534’de başlayan ve 1535 sonuna kadar devam eden bu sefer sonunda istenilen netice elde edilemediyse de Van, Erzurum, Kars, Azerbaycan, Bağdat ve Irak’ın bazı bölgeleri ele geçirilmiştir.

İranlıların doğudaki tecavüzlerine, dini ve siyasi hakimiyetlerine son vermek için 1548’de Kanuni tekrar İran üzerine yürüdüyse de Şah karsısına çıkmadı. Kanuni’nin Halebe çekilmesini fırsat bilen Şah Van, Erciş, Adilcevaz, Erzincan ve Kars bölgelerini yağmaladı.

Safavilerin Adilcevaz, Ahlat ve Erciş kalelerini almaları ve Erzurum’u kuşatmaları sebebiyle Kanuni 1553’te tekrar İran üzerine sefere çıktı. Bu seferin akabinde 1555 yılında Amasya’da bir barış antlaşması yapıldı.

Bu tarihten sonra uzunca bir dönem İran ile ciddi bir çatışma meydana gelmemiştir. Bu antlaşma, Basra, Bağdat, Şehr-i Zor, Van, Bitlis, Erzurum, Kars ve Atabeğler üzerindeki Osmanlı hakimiyetinin Safavilerce tanınması anlamına gelmektedir. Antlaşma yaklaşık II. İsmail’in tahta geçmesine kadar 25 yıl yürürlükte kalmıştır.[2]

 

*İran Şâhı seçilen Nâdir Şâh’ın, Osmanlı Devleti ile musâlaha yapmak için Abdülbâkî Hanı Zengene’yi elçi göndermesi Osmanlı ve İran halkları arasında bir süredir devam edegelen kavga ve ihtilafın, Şah İsmail’in fitnesinin eseri olduğu, Safevî Sülalesi’ne uymaktan vazgeçilerek Sünneti Seniyye’ye tâbi olunduğu; bu ayrılıklara son vermek üzere İran eşrafından ve halktan temsil kabiliyeti yüksek kimselerden oluşan bir hey’etin Mogan Kışlağı’nda toplanarak kendisini Türkmen İli’nin şahı seçtikleri; Karaman Valisi Ali Paşa aracılığıyla Dersaadet’te akdi kararlaştırılan musâlaha için Abdülbâkî Hanı Zengene’nin İstanbul’a sefir tayin edildiği, Mirzâ Ebülkâsım ile Müderris Molla Ali’nin de ona refakatçi tayin edildikleri beyanlarıyla İranlı hacılar için Caferiye Mezhebi’ne Mescidi Harâm’da rükn tahsisi, iki devletin saltanat makamlarında karşılıklı elçi bulundurmaları ve Osmanlı beldelerinde olup kendi rızalarıyla evlenen İranlı esirlerin serbest bırakılmaları hususlarında Nadir Şah’tan Osmanlı şeyhülislamına Farsça mektup…[3]  

*”Müslüman topluluklar arasında hüküm süren kavga ve uyuşmazlıkların, Safevî Şah İsmail’in kişisel ihtiraslarından kaynaklandığı, şahsi ikbâlinin gerçekleşebilmesi yolunda buna tevessül ettiği; bu kavgaya son vermek üzere İran eşrafından ve temsil kabiliyeti yüksek kimselerden oluşan bir heyetin Mogan Kışlağı’nda toplanıp kendisini Türkmen İli’nin şahı seçtikleri; Karaman Valisi Ali Paşa aracılığıyla Dersaadet’te yapılması kararlaştırılan musalaha için Abdülbâkî Hanı Zengene’nin İstanbul’a sefîr; Mirza Ebülkâsım ile Müderris Molla Ali’nin de ona refakatçi tayin edildikleri beyanlarıyla İranlı hacılar için Caferiye Mezhebi’ne Mescidi Harâm’da rükn tahsisi, iki devletin saltanat makamlarında karşılıklı elçi bulundurmaları ve Osmanlı beldelerinde kendi rızalarıyla evlenen İranlı esirlerin serbest bırakılmaları hususlarında Nadir Şah’tan Sultan I.Mahmud’un sadrazamına Farsça mektup…[4]

MEHMET ÖZÇELİK

19-02-2016

 

[1] http://www.gunes.com/yazarlar/omer-ozkaya/agac-ve-balta-152660

[2] 294 NUMARALI HINIS LİVÀSI MUFASSAL TAHRÌR DEFTERİ -( 963/1556 ).sh.12.

[3] 3 NUMARALI NÂME-İ HÜMÂYÛN DEFTERİ. sh.32.

[4] 3 NUMARALI NÂME-İ HÜMÂYÛN DEFTERİ. sh.67.

I.MAHMUD-NADİR ŞAH MEKTUPLAŞMALARI.nda buna benzer mektuplar çoklukla bulunmaktadır.Bak.Devlet arşivleri genel müdürlüğü arşivlerinden,-Arşiv belgelerinden Osmanlı iran ilişkileri.

 




MÂİDE-2-3




ŞİANIN ZULMÜNÜN KAYNAĞI

ŞİANIN ZULMÜNÜN KAYNAĞI

-Ehli sünneti farklı kılan olay, Allaha karşı nezih inanç ve yaşayış içerisinde olmasıdır.

-Şia ise; Hristiyanlığı bozan Pavlos gibi, islamiyetin bozuk diğer ifadeyle hristiyanlaşmış yönü olan şia da, meşhur münafık Abdullah bin Sebe tarafından icad ve imal edilmiştir.

Şia bir tehlike olarak sari bir illet gibi tekrar yayılmaktadır.[1]

-Onlarca Şii mezhebine ait eserler ve bunlardan Şiilerin ne düşündüklerine dair özellikle itikadi konu ve alıntılarda ehli sünnetten farklı ayrılan hususlar görülmektedir.[2]

-Şiilikte ehli sünnetteki olan imanın altı esası bulunmamaktadır.

Bunlar; Peygamberlere iman, kitaplara iman ve de kadere imandır.

Özellikle Türkiye-de bu üç iman esasını zayıflatmak ve bunların üzerine gitmekteki sır, buradan kaynaklanmaktadır.

Şiaca peygambere gerek yoktur çünkü o işi masum olan imam yerine getirmektedir.

Kur’an-ı Kerim-de imanın beş şartı beraber ve bir arada zikredildikten sonra 9 surede ve on ayette kadere iman mevcut olduğu gibi, Buhari ve Müslimin iman bahsinde peygamberimiz imanın altı şartını zikretmektedir.

Kur’an-ı Kerim-in âyetleri de eksik olarak kabul edildiğinden o da çok rahat inkâr edilebilmektedir.

Dolayısıyla bunlara inanmayanlarda Müslüman olmamış olmaktadırlar.

Bu gün Esed tarafından iranın desteğiyle suriyede öldürülen dört yüz bin insan ve sürülen milyonlarcası, kaçarken ölenlerle beraber bunca zulümler hep bu şia itikadının ve ateşinin yakmasıdır.

Oysa bir insan dört yüz bin tavuğu veya sineği bile öldürmekten sıkılır, kaçınır.

Oysa Esed-in ve iranın bu vahşeti, itikat ve inançtaki vahşetin tezahürüdür.

*********************  

Evvela sahabeye saldırıldı yani rasulullahın çevresi boşaltılmaya çalışıldı.

Daha sonra Kur’anın ilk müfessiri ve temsilcisi olan peygamberimize hücum edilerek, Kur’anın etrafının boşaltılmasına gidilmektedir.

Kur’an-ı Kerim-in 17.000 ayet sayılmasıyla eldeki Kur’an inkâr edilmekte, Kur’an devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır.

Birde imamların masumiyetiyle beraber peygamberin yerine imamların getirilmesiyle, peygamberlik müessesesi ve dolayısıyla peygamberimizin peygamberliği de devre dışı bırakılmış olmaktadır.

O’nun bir postacı olup, postayı bırakmış ve de gitmiştir, basitliğiyle basitleştirilmeye çalışılmaktadır.

Veya Muhammedin Allahın bir şirket gibi ortağı olmadığı zırvasıyla, güya Allahın tenzihine gidildiği kuruntusu verilmektedir.

Diyanetin hutbesine [3] tahammül edemeyen Mustafa İslamoğlu; “Diyanetin bugünkü hutbesini yazan zat, Tevhid dini olan İslam’ı, Allah ile Peygamber’in ortaklaşa kurduğu limited şirket zannediyor.” Sığ ve seviyesizliği içindeki kusmuğuyla etrafı kokutmuş oluyor.

O’nu küçük düşürecek yollara baş vurularak, O’nun zatı normalinde ötesinde basitleştirilmeye çalışılmaktadır.

Buna binaen hadislerde geçen Efendimizi övücü ve yükseltici hadisler uydurma hadis bahanesiyle reddedilmektedir.[4]

Özellikle ;“Levlâke levlâk mâ-halaktü’l-eflâk: Sen olmasaydın bu kâinâtı yaratmazdım.”[5]

-Basmasa mübârek kademin rûy-i zemine,

Pâk etmez idi kimseyi hâk ile teyemmüm. (Kazasker Mustafa İzzet)

-İbn Teymiye şu görüşlere yer vermiştir: “Manası anlaşılmazsa bile, Kitap ve Sünnette yer alan her şeye iman etmek gerekir.”[6]

-Bunlara rağmen bizdeki şia yanlısı Mustafa İslamoğlu, Abdulaziz Bayındır veya çöpe atılmış, itibar görmemiş görüşleri şianın görüşü olarak ortaya koyan Mustafa Öztürk ve vs. gibi heriflerin yapmaya çalıştıkları da, şianın tarzını ve düşüncelerini oluşturmaktadır.

Nitekim –MUSTAFA İSLAMOĞLU’NUN MEAL-TEFSİRİNİN TENKİDİüzerine yazmış olduğum araştırma, tahlil ve tenkid yazımda da bunu genişçe dile getirdim.[7]

Nasıl ki yüz sene önce Gladiston tarafından Kur’an-ı Kerim-in ortadan kaldırılmaya çalışılmasına karşı, bu gün Kur’an-ı Kerimin etrafındaki kaleler ve iman surlarına saldırılmaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK

15-02-2016

[1] http://www.siimezhebi.com/

[2] http://www.siimezhebi.com/siilerin-temel-kitaplarindan-sok-alintilar/

[3] http://www.corummuftulugu.gov.tr/12-02-2016-peygambere-iman-tevhidin-bir-geregidir-konulu-hutbe-degisikligi/

[4] http://www.dinihaberler.com/analiz/mustafa-islamoglu-nun-inkar-ettigi-hadisler-h87204.html

[5] İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ ve Muzîlü’l-İlbâs amme’ştehera mine’l-Ehâdîsi alâ-Elsineti’n-Nâs (I-II), Mektebetü’l-Kudsî, Kâhire, 1351, c. II, s. 164 (Hadîs nr.: 2123.

[6] Mecmuu’l-fetavî, 3/41. http://www.sorularlaislamiyet.com/qna/144433/sahih-veya-hasen-hadisi-inkar-etmek-haram-midir-boyle-bir-kimse-ehl-i-sunnetten-cikar-mi.html

[7] http://www.tesbitler.com/2015/01/02/mustafa-islamoglunun-meal-tefsirinin-tenkidi/




AYRIK OTLARI

AYRIK OTLARI

Daha önceki bir yazımda – DİNE EKİLEN AYRIK OTLARI – [1] adıyla, dindeki ayrık otlarını yazmıştım.

Ancak ayrık otlarının bulunduğu alan o kadar çok ki, gerçek gül ve çiçeklere yer kalmamaktadır.

Bir mecelle kuralıdır ki; “Def-i şer, celb-i nef’a racihtir.”

Yani kötülüğü defetmek, iyiliği çekip elde etmekten evla ve önceliklidir.

Zira kötülüğü defetmekte, aynı zamanda iyiliğin gelmesi söz konusu olmaktadır.

Dinde imandan sonra en üstün makam, takvadır.

Takva ise iyiliği yapmak değil, kötülükten kaçınmaktır.

Büyük devletler başta Abd ve Rusya, gizli güçlerden İsrail, İngiltere, fransa, almanya, iran ise dünyaya ayrık otları ekmekle varlıklarını sürdürmektedirler.

Mesela; Abd incirlikten kökümüze incir ağacı dikiyor.

Bu durum önceden daha hızlı idi, dün de yapıldı.

Bir aradan sonra şimdide yapılmaktadır.

Abd ortadoğuyu hatta bizi incirlikten kontrol etmektedir.

Haberde:” ABD, PYD ile sadece Suriye’de aynı cephede yer almakla kalmıyor, Türkiye’yi de içeriden vuruyor.”[2]

Abd hem terör estiriyor, hem terörü besliyor, ekiyor, yetiştiriyor ve de dünyaya salıyor.

Teröristler toplumun birer ayrık otlarıdırlar.

Dünya bu ayrık otlarıyla dolu ki; ahirzamanın on büyük alametinden birisi de diğer adıyla ye’cüc- Me’cüc denilen ayrık otlarıdırlar.

Yüz yıl önce bizler böyle bir ayrık otlarının ekildiği ortamda yetişirken, bu gün kürtler aynı kıskacın içerisinde bir defa daha kıstırılmaya çalışılmaktadır.

Kürtler sosyalist, Marksist, ateist, Zerdüşt olan insanlara teslim edilmeye çalışılmaktadır.

Kesinlikle kürtler maddi ve manevi mahrumiyetler içerisinde yetişseler bile, bu zihniyetteki insanlara teslim edilmemelidir.

-Doğuda ekilen en büyük ayrık otlarından birisi de, kürt veya alevi görüntüsünde varlığını sürdüren ermenilerdir.

*Ne kadar gariptir değil mi?

Suriye ve iran gayrı müslimle savaşıp, Müslüman olmayanı öldürmüyor.

Öldürdüğü kimseler bir çok noktadan kendisiyle ortak olduğu noktalardır.

Onlar Müslümanlardır.

*********************  

İşte devletin kademelerindeki ayrık otları.

-Bülent Ecevit- Mesut Yılmaz- Devlet Bahçeli hükümeti döneminde 22 bankayı batırıp, 47 milyar dolar hortumlandığında, ortada olmayıp, ses çıkarmayanlar.

-Türkiye-de mahalleyi yönetemeyenlerin hükümet olmasına, kendisini idare edemeyenlere devlet yönetimi veriliyor.!

Ne tezat değil mi?

-İşte bütün bunlar milletin isteği doğrultusunda gelişmezken, araya sızdırılan ayrık otlarının yerleştirilmesiyle geliştiriliyor.

-Bu gün ayrık otlarının gereğini yapmak üzere ortaya çıkıyorlar.

Onlar dün neredeydi?

Neden sesleri çıkmadı?

Ki onlar bir şey yapmadıkları gibi, Türkiye ilk defa o dönemde ekonomikmen çökmüştü.

*Bülent Arınç kozmik odaya girilmesine alet oldu.

Veya birileri tarafından alet edildi.

Özellikle o…

Sebeb oldu mu?

Onu vicdanına danışarak kendi açıklasın!

*17-25 aralık başarılı olup, Erdoğan devrilseydi yerine kim gelecekti?

Elbette sıradaki Chp ve Hdp…

Çapulcular…

Taksim gezgincileri…

Türkiye-ye 3. Havalimanı yapılmasın.. kanal İstanbul yapılmasın yani yatırımlar dursun diyenler iş başında olacaklardı.

Paralel yapı kime hizmet etmiş oldu?

Bir asırdır zaten bu milleti bunaltarak, dünya ve ahiretini bitirerek yönetenlere?

İşte tam bir oluşacak kaos ortamı!!!

-Bu sadece memleketimizde yapılmadı, tüm islam dünyası aynı ayrık otlarıyla ayrıştırıldılar.

İşte Mısır…

Bu gün Sisi islam dünyasına ekilmiş bir ayrık otudur.

Mısırda despot kral Faruka karşı, sosyalist ve münafık olan Abdunnasırla ortaklık yapıp, Kral Faruku devirerek yerine geçen Abdunnasır ilk iş olarak onunla ortaklık yapan kişi tarafından kırk bin ihvanı müslimin öldürülmüştü.

Bizdeki sinsi oyun ondan daha dehşetli olacaktı.

Tam bir basiretsizlik…körlük…ihanet…

MEHMET ÖZÇELİK

10-02-2016

 

[1] http://www.tesbitler.com/2015/01/03/dine-ekilen-ayrik-otlari/

[2] http://www.haber7.com/guncel/haber/1788763-pyd-incirlikten-mi-yonetiliyor

 




EN’AM.1-2




MEVCUDATIN LİSANI

MEVCUDATIN LİSANI

“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır.” [1]

Allah-ın dışında var olan tüm mahlukat, varlıklar ve mevcudat kendi lisanları ve dilleriyle Allahı, Rablerini tesbih edip, takdis etmektedirler.

Hiçbir varlık yoktur ki, Allahı teşbih etmiş olmasın…

Bu da ancak iman kulağıyla duyulur ve anlaşılır.

“Kulaktaki zar, nur-u İmân ile ışıklandığı zaman, kainattan gelen manevi nidaları işitir. Lisan-ı hal ile yapılan zikirleri, tesbihatları fehmeder. Hatta o nur-u İmân sayesinde rüzgarların terennümatını, bulutların naralarını, denizlerin dalgalarının nağamatını ve hakeza yağmur, kuş ve saire gibi her neviden Rabbani kelamları ve ulvi tesbihatı işitir. Sanki kainat, İlahi bir musiki dairesidir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalblere hüzünleri ve Rabbani aşkları intiba ettirmekle kalbleri, ruhları, nurani alemlere götürür, pek garip misali levhaları göstermekle o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere garkeder. [2]

Küfür ise bu sesi işitmeye manidir.[3]

Kur’an-ı Kerimde anlatılan karıncaların beyinin konuşması ,[4] Süleyman Peygamberin hayvanların dilini bilmesi ve Hüdhüd kuşuyla konuşması, [5] Allahın yer ve göğe emrederek emrine gelmelerini emrederek, onlarında itaatle emre uymaları,[6] Hadislerde geçen devenin konuşması, taşların avucunda tesbih etmeleri , ağacın davetine icabet etmesi, kurdun konuşması gibi hadiseler göstermektedir ki;

Kâinatta bulunan atomdan oluşan her şey yani taş ve toprak, bitki ve hayvan kendi dilleriyle konuşmaktadırlar.

Allah kâinatın birbirleriyle olan konuşmasını kendi lisanıyla, lisanının tecelli ve tezahürü olan Kur’an-ı Keriminde anlatmaktadır.

*“Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra’dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer mânidar nevaz. Terennümât-ı hava, naarât-ı ra’diye, nağamât-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecâtı, kuşların seceâtı birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecaz.

Eşyada olan asvat birer savt-ı vücuttur; ben de varım derler. O kâinat-ı sâkit birden söze başlıyor: “Bizi câmid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!”

Tuyurları söylettirir ya bir lezzet-i nimet, ya bir nüzul-ü rahmet. Ayrı ayrı seslerle, küçük âğazlarıyla rahmeti alkışlarlar. Nimet üstünde iner, şükür ile eder pervaz.

Remzen onlar derler: “Ey kâinat, kardeşler! Ne güzeldir halimiz.”[7]

*” Eğer o yüksek hakîkatleri yakından temâşâ etmek istersen, git, fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor. “Ne diyor­sunuz?” de! Elbette “Yâ Celîl, Yâ Celîl, Yâ Azîz, Yâ Cebbâr!” dediklerini işiteceksin. Sonra deniz içinde ve zemin yüzünde mer­hamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanâttan ve yavrulardan sor. “Ne diyorsunuz?” de! Elbette “Yâ Cemîl, Yâ Cemîl, Yâ Rahîm, Yâ Rahîm! (Hâşiye)” diyecekler. Semâyı dinle. Nasıl “Yâ Celîl-i Zülcemâl!” diyor. Ve arza kulak ver. Nasıl “Yâ Cemîl-i Zülcelâl!” diyor. Ve hayvanlara dikkat et. Nasıl “Yâ Rahmân, Yâ Rezzâk!” diyorlar.”[8]

*Sınırlı işiten,duyan,tadan,düşünen insanların önündeki tüm perdelerin kaldırıldığını düşündüğümüzde, muhteşem bir ortam olacaktır. Sonsuz boyut ve imkânları içerisinde bir hareket alanı oluşturacaktır.

-Sesin şiddeti doğrudan kulak zarına ulaşan mekanik basınçla ilişkilidir ve desibel (dB) olarak ölçülür. Kulağımız 0-140 dB arası sesleri algılar. 140 dB kulakta ağrı, kulak zarında yırtılma gibi etkiler yapar. İnsan kulağı 20-20 bin Hz arasındaki sesleri duyar.

-Cennet bütün güzellikleriyle fâş olacak, tezahür edecektir.

Yani kulak rahatsız olmadan tüm desibel sesleri işitecek ve lezzet alacaktır.

*”Güya âleme teşrif ettiğinden, herbir nevi, kendi lisan-ı mahsusuyla alkışladığı gibi, Sultan-ı Ezel, zemin ve âsumanın evtârını intak edip herbir tel başka lisanla mu’cizatının nağamatını inşad etmekle, o sadâ-yı şirin bu kubbe-i minâda ilelebed tanîn-endaz etmiştir. Güya âsuman, kendi mirac ve melek ve kamerin elsine-i semaviyesiyle risaletini tebrik; ve zemin, kendi hacer ve şecer ve hayvanın dilleriyle mu’cizelerine senâhân; ve cevv-i feza, kendi cin ve bulutların işârâtıyla nübüvvetine beşaret ve sâyebân; ve zaman-ı mazi, enbiya ve kütüp ve kâhinlerin rumuz ve telvihatıyla o şems-i hakikatin fecr-i sadıkını göstererek müjdeci; ve zaman-ı hal, yani asr-ı saâdet, lisan-ı haliyle tabiat-ı Araptaki inkılâb-ı azîmin ve bedeviyet-i sırftan medeniyet-i mahzânın def’aten tevellüdünü şahit göstererek nübüvvetini ispat; ve zaman-ı müstakbel, kendi vukuat ve fünununun etvar-ı müdakkikanesiyle onun mevkib-i ikbalini istikbal ve lisan-ı hakîmâne ile irşadatına teşekkür; nev-i beşer kendi muhakkikleri ile, bahusus hatîb-i beliği ki, şems gibi kendi kendine burhan olan Muhammed’in (a.s.m.) lisan-ı fasihânesiyle haktan geldiğini ilân; ve Zât-ı Zülcelâl kendi Kur’ân’ının lisan-ı beliğanesiyle ol Nebiyy-i Ümmînin ferman-ı risaletini kıraat ediyorlar ve okuyorlar.”[9]

*”İKİNCİ BURHAN: Kâinat kitabıdır. Evet, şu kitabın bütün hurufu ve bütün noktaları, efrâden ve terekküben Zât-ı Zülcelâlin vücud ve vahdetini, elsine-i mahsusaları kıraatla – “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin.” [10] ‘yi tilâvet ediyorlar. Cemî zerrat-ı kâinat, birer birer, zât ve sıfât ve saire vücuh ile hadsiz imkânat mabeyninde mütereddit iken, birden bire bir ciheti takip, muayyen bir sıfatla ittisaf, mahsus bir keyfiyetle tekeyyüf ederek hayret-bahşâ hikemi intaç ettiğinden, Sâniin vücub-u vücuduna şehadetle, avâlim-i gaybiyenin enmuzeci olan lâtife-i Rabbâniye içinde ilân-ı Sâni eden misbah-ı imanı ışıklandırıyorlar.” [11]

*”Güya âsuman, kendi mirac ve melek ve kamerin elsine-i semâviyesiyle risaletini tebrik ediyor.” [12]

*”Yedi kat semâvât ve arz ve onlarda olan herşey elsine-i mahsusalarıyla Onu takdis ve tesbih ediyorlar.” [13]

*”Bununla beraber, her cebelin bir şahs-ı mânevîsi bulunduğunu ve ona münasip birer tesbih ve birer ibadeti olduğunu, eski Sözlerde beyan etmişiz. Demek her dağ, insanların lisanıyla aksisada sırrıyla tesbihat yaptıkları gibi, kendi elsine-i mahsusalarıyla dahi Hâlık-ı Zülcelâle tesbihatları vardır.”[14]

*Risale-i Nurda kâinat lisanları nazara verilirken, şu dillerle konuştuklarına işaret edilir.

*Yaklaşık 358 kere tekrarlarla beraber zikredilmektedir. Dilleri ise;

Asr-ı Saadet lisân-ı hâliyle , kendi lisan-ı mahsusuyla, mevcudatın lisan-ı hâl ve kal ile ettiği tesbihat, Lisan-ı gayb, lisan-ı ubudiyet, lisan-ı istidadıyla, lisan-ı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanla, lisan-ı şeriatte, lisân-ı Arabî vacip, lisân-ı tazarru ve ubudiyetle ve duayla ilân et, , lisan-ı nahvî, lisan-ı ehl-i Cennetten sayılan Fârisî lisanıyla, lisan-ı ihtiyaç ile, lisan-ı risaletin irsiyet noktasında, lisan-ı sâdıkı, lisân-ı tasavvufta, lisân-ı zâkir-i tevhid, lisan-ı acz, lisan-ı işaretiyle, lisan-ı ismetiyle, lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî, lisan-ı remziyle, lisan-ı nâtıkı, lisan-ı ıztırarî, lisan-ı mahsusuyla, lisan-ı Ahmedîden gelen, lisan-ı Üstad, lisan-ı vâhidle, lisan-ı tarihte, lisan-ı mu’cizatlarıyla, lisan-ı âdât ve ef’âlin telkinatıyla,, lisan-ı tasrihiyle, lisân-ı âdât ve ef’âlin telkinâtıyla, lisân-ı hamasetinden, zaaf ve acz lisan-ı haliyle tevekkül eden yavruların, lisan-ı Nübüvvete, o şeriat, lisan-ı i’câzıyla, lisan-ı ulvisinden, lisan-ı hikmetle, Kur’ân’ın lisan-ı semâvîsinden, lisan-ı şehadettir ki, Lisan-ı siyasette, lisân-ı belâgatin, lisân-ı resmiyeye

ulvî lisan-ı Nübüvvetten, lisan-ı mu’cizü’l-beyân-ı Nebevî, lisan-ı hikmetle, lisan-ı Türkî ve Arabî, lisan-ı Cennet, lisan-ı mânâ, lisan-ı nâsta…[15]

Bizler bilmediğimiz bir lisanla konuşan hakkında anlayabildiğimiz veya yakıştırabildiğimiz manaları ona yükleriz.

Bunun gibi de; Ya Rahim diyen kedinin teşbihine, mırmırları yakıştırırız.

Tüm ses çıkaran varlıklar kendi dilleriyle konuştuklarından, onların dillerini iman kulağıyla dinlemeyip bilmediğinden, yakıştırma yollarına gider.

-Alemde her şeyin bir dili vardır. O dil ile söyler.

-Her şey Allah der.

Mü’min onu işitir ve seyreder.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] 17/İSRÂ-44.

[2] İşaratü’l-İ’caz, Sayfa 71-71.

[3] Enam 25

[4] 27 / Neml  18-19.

[5] Neml suresinin 16-44.

[6] Fussilet suresi 11. Ayet.

[7] Sözler.252. http://www.erisale.com/#home

[8] Sözler .Yirmi Dördüncü Söz -124.

[9] Muhakemat.16.

[10] İsrâ Sûresi, 17:44.

[11] Nur’un İlk Kapısı.156.

[12] Nokta Risalesi.53.

[13] Nur’un İlk Kapısı. 48.

[14] Sözler.20.söz.351.

[15] http://www.erisale.com/#content.tr.11.252




FİTNEYE ALET OLANLAR

FİTNEYE ALET OLANLAR

-Fitnenin başında şah olacağıma, ıslahın başında geda olmayı tercih ederim.

Fitneyi ateşleyen ateş olacağıma, cehennemde kor ateş olmayı tercih ederim.

Bir binayı yakan ateş olmaktansa, kül olmayı tercih ederim.

Hadiste; Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin.

Fitneyi uyandırmamak gerektir.

“Haricî ve büyük bir düşmanın hücumu zamanında, dâhilî küçük düşmanlıkları bırakmak elzemdir. Yoksa, hücum eden büyük düşmana yardım hükmüne geçer. Bunun için daire-i İslâmiyede eskiden beri tarafgirane birbirine mukabil, muarız vaziyetini alan ehl-i İslâm, o dâhilî düşmanlıkları muvakkaten unutmak, maslahat-ı İslâmiye muktezasıdır.” [1]

Arınç ve Gül bu hakikatı kendilerine kıble etmeleri gerektir.

*Gül, Arınç, Babacan Parti Mi Kuruyor?[2]

Korkulan odur ki, kendi girdabına birkaç temiz insanı daha çekmektir.

Gerçi temiz insanı mı yoksa Abdullatif Şener-in akıbetine düşmek ve düşürmek midir?

*****************    

Neden hücum ve fitne çıkarmak için Abdullah Gül ve Bülent Arınç tercih ediliyor?

-“Bence yol ikidir; mizânın (terazinin) iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”[3]

Haricî saldırı zamanında,dahilî husumeti terk etmeli…
Menfi insanlarla beraber olanlar ve onlara destekte bulunanlarda sefih, sefil ve rezildirler.

*Bülent Arınç tam bir Brütüslük yapmakta , patavatsız çıkışlar sergilemekte, Akibeti hayırla sonuçlanmayan ve de sonuçlandırmayan bir yola girmektedir…

Tam da Erdoğan’dan Arınç’a: O zat dürüst değil, sözü yerinde olan adam, ne kadar adamsa…

Abdullatif Şener-in [4] akıbetine uğrayan adam yani Adıyamanın ikinci Dursun Çavuş bile olamayan adam.

Buna yediği sofrayı kirletmek, arkadan hançerlemek denir ey zat…

Tam bir Truva atı oluşturmaktır.

Namazı ifsad edip, Niyeti iyi, karnı kurulayan adam gibi davranmaktır.

“Zulmedenlere en küçük bir meyil dahi göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur.” [5]

-“O biçareler, “Kalbimiz Üstadla beraberdir” fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Halbuki, ehl-i ilhâdın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın “Kalbim sâfidir, Üstadımın mesleğine sadıktır” demesi bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor, hades vuku buluyor. Ona “Namazın bozuldu” denildiği vakit, o diyor: “Neden namazım bozulsun? Kalbim sâfidir.”[6]

Bu sözüm Bülent Arınç ve Abdullah Gül-e atfedilir. Fayda vermeseniz de, zarar vermeyin.. gölge etmeyin.

Bu kumpasa dikkatlerini çekerim.

17-25 Aralık kumpası ile Kılıçdaroğlu’nu başbakan yapacaklardı.[7]

Kendine de yazık etti, yıllarına da…

**********************    

Şu anda güneydoğuda yapılan olayları görmeyip kör olmak, dışarıdan bunca baskılara karşı tavus kuşu gibi kafayı kuma sokup görmemek ve de görmek istememek saflığın ve iyi niyetin değil, kuruntu ile beraber bir ihanetin işidir.

-Güney doğudaki pkk-nın yaptığı operasyonlar birinci derecede kürtleri imha etme faaliyetidir.

Oradan bir kanal açarak, Türkiye-yi yıpratma faaliyetidir.

*Rahmetlik dedem taa 1970 yıllarında derdi;

-Evlat eşkıya eskiden dağdaydı, şimdi ise şehre indiler.

Dedem bu gün olsaydı , meclise girdiklerini görürdü.

Artık terörist ve terör destekçileri meclisde bulunmaktadırlar.

-Guguk kuşu [8]farklı bir hayvan.

Bizdeki ermeni-chp-paralel uygulamalarına çok benzemektedir.

************************    

Düne kadar refah-fazilet-selamet partisine katılımın olmaması, tavır ve çıkışlarının tasvib edilmemesinin en büyük ve birinci sebebi, bu gün Gül-ün gösterdiği benzeri tavırlardandır.

Erdoğan-ın kabulüne vesile olan tavır ise, o istikametsiz, vefasız, ölçüsüz ve ifrat tavırların terkedilmesidir.

En önemlisi de mertliğidir.

Bilinçli olarak suya da sabuna da dokunmasıdır.

Gül-de o vasıf yok.

Herkesi memnun edeyim derken, hakkın hatırını kırmaktadır.

-İyi ki Hdp var diyen Gül-den, açıkça tavrını ortaya koyan Erdoğana…

Ankara-daki bombalı saldırıda ölmelerden dolayı Hdp başkanını arayarak baş sağlığında bulunan Gülden, bunu hdp-nin yaptığını söyleyen Erdoğana ve “Kendi takdiridir ama taziye evi Başbakanlıktır. Burada taziye evi kim taziye kime verilir. Burada taziye evi bütün Türkiye’dir. Sadece HDP’ye taziye dilemek bütün vatandaşlarımızı HDP ile özleştirmek olurdu. Hepimizi araması lâzımdı, tüm Türkiye’nin taziyesi bu” diyen başbakan Davutoğluna…

Gül hala 70-lerdeki gömleğiyle otururken, onu çıkaran ve yenilenen Erdoğana…

-”İran İstihbarat Teşkilatı.

İranda 13 MOSSAD Ajanının faaliyette olduğunu fark eder. Uzun süre bu ajanları takip eden iran istihbaratı hepsini suç üstü eş zamanlı bir operasyonla ele geçirir.

İran yasalarına göre yargılanan ajanlar ömür boyu hapis cezasına çarptırılırlar.

İsrailli bir gurup diplomat Abdullah Güle gelerek bu ajanların Erbakan Hoca tarafından kurtarılarak kendilerine verilmesi için Abdullah Gülden yardımcı olmasını isterler.

Eğer ajanları Erbakan irandan alır ve bize verirse ABD deki yahudi lobilerinin
REFAH YOL HÜKÜMETİ ne yardımcı olacaklarını söylerler.

Erbakan Hoca Abdullah Gülü dinledikten sonra sert bir şekilde azarlar bir daha böyle işlere burnunu sokarsan seni disiplin kuruluna sevkeder ve partiden atarım der.

bu uyarıdan sonra Gül direk İran büyük elçiliğine giderek ajanları ister.

Durum tahrana bildirilince İran Başbakanı Erbakan Hocayı arayarak sitem eder.

İşte bu ABDULLAH GÜL ,İkbal merdivenlerini hızla tırmanarak çankaya ya çıkar.

Not: bu bilgiler gazeteci Nasuhi Güngörün 1999 yılında neşrettiği (yeni dünya düzeni ve yenilikci hareket) isimli kitabının 122. sayfasında bildirilmektedir.[9]

-Abdullah Gül hala eski gömlekle gezmektedir. Erdoğan gibi gömleğini çıkarmamıştır.

-Abdullah Gül çekingen bir insan, hep mevcudu muhafazaya çalışmış, çoğunluğu değil, birilerini memnun etmeye veya kuruntu gereği herkes tarafından sevilen bir insan olarak görülmeye çalışmış bir insandır.

-İyi ki Hdp var –diyen bir insanın aslında gerçek olarak içinde neyi sakladığını bilmek istiyorum.

Kimi memnun etmeye çalıştı veya kimleri kırdı, neleri yıktı.?

Aslında çok şey yazılabilir ama değmez…

*Gül ve Arınç fitneye meyilli olmasalar da, fitneye açık kimselerdir. Onlar kanalıyla partiye darbe vurulmaktadır.

Onlar bu noktada kapıyı açık bırakmaktadırlar.

-Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal, “Türk İmparatorluğu’nun Yıkılışına Dair Kehanetler” adlı kitapta yer alan “Türkiye’nin 11’inci liderinin adı 11 harfli” cümlesinin Abdullah Gül’e işaret ettiğini belirtti ve ekledi: “Kehanetlere göre bu cumhurbaşkanı döneminde Türkiye devasa bir sarsıntı geçirecek”

Acaba onlarında fitneye kapı açmalarının bir dahli var mıdır?

MEHMET ÖZÇELİK

04-02-2016

 

 

[1] Bediüzzaman. Emirdağ-1 – 211.

[2]http://www.habervaktim.com/haber/454786/gul-arinc-babacan-parti-mi-kuruyor.html

[3] Sünûhat, s. 67.

[4] http://www.tesbitler.com/wp-content/uploads/2015/01/sener-ve-dursun-cavus.doc

[5] Hûd Sûresi, 11:113.

[6] Yirmi Dokuzuncu Mektup- 102) / Altıncı Risale Olan Altıncı Kısım.

[7] https://www.youtube.com/watch?v=rEzel0bmmOU

[8]https://www.google.com.tr/?gfe_rd=cr&ei=FDKzVsvOE4uH8Qek2Kf4Cw&gws_rd=ssl#q=guguk+ku%C5%9Fu

[9]https://www.facebook.com/mg.s.akademi/photos/a.374490419320488.1073741831.374131112689752/618977054871822/?type=1

 




EN’AM-1-




PADİŞAHLAR İÇKİ İÇMEZDİ

PADİŞAHLAR İÇKİ İÇMEZDİ

Bu konuda daha önce de yazmıştım.[1]

Ancak sürekli kızdırılıp kızdırılıp sunulmaya çalışılıyor.

Divan Edebiyatında geçen bade , saki gibi sözler manevi içeceği ve sarhoşluğu ifade edip, kendinden geçmektir.

Padişahların bir çoğu veli ve de şair idiler.[2]

Divan sahibi idiler.

-Padişahlar da birer insandır.

Ancak bizler yetersiz olduğumuz halde içkiden sakınır ve başkasından da sakınırken, dini terbiye almış, Şeyhul İslamın ve toplumun kontrol ve gözetiminde olan bu insanların basit bir işmiş gibi bu içkiyi kullandıklarını söylemek, bir cehaletin ve kinin ifadesidir.

*Cemil Meriç-in ifadesiyle bizdeki tarihçi gibi geçinenler Müstağribler yani garbın yeniçerileridirler.

Padişahların içtiği iddiasında bulunan Halil İnalcık hakkında,Kadir Mısıroğlu-nun İnalcık-ın kendi durumunu ifade eden ifadesiyle şöyle söylediğini aktarır; Amerika-da bir toplantıda namaz için ara verilip bana; Sen Osmanlısın, geç bize namaz kıldır denildi.

Ben namaz kılmasını bilmediğimi söyleyemedim, mazeret beyan edip, arka saflarda yanımdakinin nasıl namaz kıldığına bakarak namazı kıldım, der.

Doğulu olup, batı kafalı bir kimsedir.

Biraz fazla şişirilmiş bir kimsedir.

Osmanlı sultanlarının içki içtiği iddiasında bulunurken, edebiyatta geçen sâki ifadesini içki olarak değerlendirir.

Oysa divan edebiyatında mey ve saki ifadeleri kendinden geçmedir, tekkedir.

Manen mest olmak ve manevi sarhoşluğu ifade eder.

Oysa bu kafaya göre cennette de içkinin olduğunu söylemesi gerekir.

Burada arapça ve edebiyat bilmemenin etkisi büyüktür.

Şürb, meşrubat, şarab, şurub hepsi de içecek manasına olup, içmek demektir.

Bir de dinde şarab, sekr ve hamr demektir ki, oda sarhoş eden ve aklı örten manasınadır.

Kanuninin oğlu Sarı Selim- in içtiği söylenir. [3] Onu da bir Yahudinin alıştırdığı ve sonunda oda terketti.

Hatta doktorlar birden bire bırakmamasını söylemesine rağmen, o devam ettirmez.

Padişahlar içinde içkiden ölen de yoktur.[4]

Osmanlıda içki de kerhanede vardı ancak bunlar gayrı müslimler içindi.

Müslümanlara yasak idi. Mesela bir Müslümanın içki içmesi halinde ona yetmiş sopa vurulurdu.[5]

-İşret meclisi sözü ise, içki manasına olduğu gibi, sohbet meclisi manasına da kullanılmaktadır.

Sakiya mey sun ki bir gün lalezar elden gider
Erişir fasl-ı hazan bağ-u bahar elden gider.

Her nice Zühd-ü salaha mail olur hatırım
Gördüğümce ol nigarı ihtiyar elden gider.

Şöyle hak oldum ki, ah etmeye havf eyler gönül
Lacerem bad-ı saba ile gubar elden gider.

Gırre olma dilbera hüsnü cemale kıl vefa
Baki kalmaz kimseye nakşünigar elden gider.

Yar içün ağyar ile merdane ceng etsem gerek
İt gibi murdar rakib ölmezse yar elden gider. Avnî (Fatih Sultan Mehmet Han)

1-Sonbahar geldiğinde bağ ve bahar mevsimi elden gider. Ey saki Şarap sun çünkü bir gün lale bahçesi elden gider.

2-Gönlüm her ne kadar zühd ve salaha ilgili olsa da, o (resme benzeyen) nigarı gördüğümde iradem elden gider.

3-Hiç şüphe yok ki saba yeli ile toz yok olur ben de öylesine toprağa dönüştüm ki, gönül bu nedenle ah etmeye korkar.

4-Ey sevgili güzelliğin ile gururlanma vefalı ol çünkü kimseye güzellik baki kalmaz, elden gider.

5-Yar için rakiplerle yiğitçe savaşmalıyım (çünkü) köpek gibi pis olan rakip ölmezse yar elden gider.

-Fatih içki içtiğinden mi böyle yazmaktadır?

Ondan mıdır Peygamber müjdesine mazhar olan?

MEHMET ÖZÇELİK

05-01-2015

 

[1] http://www.tesbitler.com/2015/01/02/padisahlar-icki-icer-miydi/

[2] Bak. http://www.frmtr.com/tarih/5404730-osmanli-padisahlari-icki-icer-miydi.html

http://forum.memurlar.net/konu/1325777/

[3] https://www.youtube.com/watch?v=qfV1AjjxpYo

[4] http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=454

[5] http://www.sorularlaislamiyet.com/article/2904/osmanli-padisahlari-icki-icmis-midir.html

http://yandex.com.tr/video/search?text=padi%C5%9Fahlar%20i%C3%A7ki%20i%C3%A7er%20miydi&path=wizard&parent-reqid=1449497427972446-1155801970353029144628082-sas1-5519&filmId=F8MosaLoUXI&redircnt=1449497463.1

http://yandex.com.tr/video/search?text=padi%C5%9Fahlar%20i%C3%A7ki%20i%C3%A7er%20miydi&path=wizard&parent-reqid=1449497427972446-1155801970353029144628082-sas1-5519&filmId=6gG_ulxOUXI&redircnt=1449497454.1

http://gizlenentarihimiz.blogspot.com.tr/2009/07/osmanl-padisahlar-icki-icer-miydi.html

 

 




HAYATA BAĞLILIĞIMIZ

HAYATA BAĞLILIĞIMIZ

Varlıklar Ademden Vücuda çıkışla hayata geçiş yaptı.

Mutlak yokluk yoktur. Zira her şeyi ihata edip kuşatan ezeli ve ebedi bir ilahi ilim vardır.

Allah-ın varlığının ve de ilminin dışı yoktur ki, varlıklar onun dışına çıkmış, O’nun varlığının dışında bir varlık ve oluşum olsun…

-Hayat varlıkların gözünü açtı.

Bir şeyi her şeyle ve de her şeyi de bir şeyle bağladı.

Bu bağ koparsa, her şey de ve her şeyle olan ilişki de kopmuş olur.    

-Hayata pamuk ipliği ile bağlıyız. Her an her şey olabilir.

Zira bir çok şey hayata hizmet ederken, aynı zamanda hayatı tehdit etmektedir.

Hayatta olan olumsuzluklar, hakikatte hayatı beslemek için vardırlar.

Veya hayatlar arasında bir değişim ve dönüşümün olmasını sağlamak amaçlıdır.

Bizi ancak Allah’ın hıfzı ve inayeti, varsa samimiyetimiz, iyiliklerimiz bizleri ayakta tutmakta, hayattan kopmamızı engellemektedir.

**********************  

Ömrün hedefi muammerliktir.

Ömür ebedi ömrü netice vermesi amacıyla var olmuştur.

Yok edilen ve bozuk para gibi harcanan bir ömür, kısa zamanda telafisi mümkün değildir.

-Boşa geçen bir ömür, ebedi yolculuğun önünde en büyük seddir ve kayıptır.

-Allah kendisine aid bir sıfatı zayi etmez, karşılıksız bırakmaz.

Hayata mazhar olan her şey kıymetli ve kıymettardır.

İsterse bu sıfat kâfirde olmuş olsun.

Ancak kâfir bu hayatın nurunu, ışığını, santral gibi her şey ile olan bağlantısını koparmaktadır.

Kâfir ana şarteli kapamıştır küfrüyle…

-İmanındaki nurunun özelliğiyle öne çıkan mümini ebediyyen, ebedi hayatta lütfuna mazhar kılarken, kâfiri de bu dünyada memnun edecek, zahiren cennet gibi bir hayatı ona verecektir.

Mü’min kendisine aid bir sıfatı üzerinde taşımış olmasından dolayı kıymet kazanmaktadır.

***********************  

Herkes ruhun ve ruhunun yüceliğini taşıyamıyor.

Taşıyamayanlar onlarla beraber çöküyor, sönüyor ve de yok oluyorlar.

Muhafaza edemediklerinden, muhafaza olunamıyorlar.

İnsana verilen ruh ve ruhun askerleri durumundaki emanetlerini muhafaza edemeyenler, Kur’an-ı Kerim-in hükmüyle zalim ve cahiller derekesine düşüyorlar.

Kendilerine verilen fırsatı, tanınan imkânı değerlendiremiyorlar.

*************************  

Herkes âhirete hazır ol vaziyetinde gidiyor.

Önceden, dünya hayatında iken – Hazır olması – söylenmiş iken;

Ancak Hazır mı?

Hazır mıyız?

O tabut kişi için ebede kendisini uçuran bir binek mi yoksa bir hapis yeri mi?

-Sizler değersiz, kıymetsiz, beş para etmeyen bir şeye yatırım yapar mısınız?

O halde elbetteki Allah da kendisini bilmeyen, zulmedip küfreden, kıymetsiz bir insana ebedi kalacağı bir hayatta neden varlığına müsaade etsin?

Neden onu ödüllendirip, ebedi lütfuna mazhar etsin?

-“İnkârcılar, ateşten hiç çıkmayacaklardır.” [1]

Hadiste; “Ey cehennem ehli! Burada kalıcılığınız devamlıdır. Ölüm yoktur.”[2]

-Cehennem temizlemek ve dünyada iman ve ibadetle pişmeyenleri, ateşle pişirmek içindir.

Varlıkları yokluğa atılmaktan koruyan Rahmetin ve Celalin tecelli mahalli.

-Allah ölümü öldürecek, Peygamber Efendimizin ifadesiyle bir koç gibi getirilecek olan ölüm, kendisi de ölecek ve öldürülecektir.

Zira ölüm son bulana kadar, hayata geçişin adıdır.

Hayatın basamakları ölümle aşılır ve çıkılır.

Ölüm bu terfi işini yaptıktan sonra, o da öldürülür.

Vazifesi bitmiştir onun artık.

Kâinatta esas hayattır.

Her şey hayatı üretmekte ve hayatı doğurup netice vermektedir.

Allah-ın Hayy ismi ebediyyen tecelli edecektir.

Diğer isimleri de hayatla tezahür etmekte, hayatla tecelli edip vazifesini yapmaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK

03-01-2016

[1] Bakara, 2/167.

[2] Beyhakî, Şu’abü’lîmân, I, 305.

 




UYUYAN HÜCRELER UYANIYOR

UYUYAN HÜCRELER UYANIYOR

İçte uyuyan virüsler uyanmaya ve ittifak etmeye başladı.

Zararlı unsurlar bir asırdır meydana olan hakimiyetin rehavetini yaşamaktaydı.

Bunun göstergesidir ki, bizdekiler başta aydın geçinen aydın müsveddeleri olmak üzere ya İsrail ya rusya ya pkk ya da iran ağzıyla konuşmaktadır.

-Yüz yıl önce kaybedilen topraklara bedel, bu gün o toprakların insanları buraya tekrar bağlı oldukları ülkeye göç etmekte ve de ettirilmektedirler.

********************  

Bu gün devlete ve millete karşı yapılan operasyonlar paralel yapı üzerinden yapılmaktadır.

-Neden Gülen seçildi?

1-Ilımlı bir islamı tesis etmek için.

2-Merkez olan Türkiye-yi kontrol etmek için.

3-İslam dünyasının kilidi olan Türkiye-den, islam dünyasını buradan yönetmek için.

4-İlk bin yılda avrupayı, ikinci bin yılda afrikayı, üçüncü bin yılda da Türkiye kanalıyla Orta Asya-ya Hristiyanlığı yaymak için.

-Büyük oynandı, büyük kayıb oldu, büyük kaybettirildi.

*17-25 aralık 2013 bir kırılma noktasıdır.

*Abd-nin karıştırarak bıraktığı ortadoğuyu, bu gün rusya doldurmaya çalışmaktadır.

O da iran, suriye lehine kararlar alarak her türlü zulmü gerçekleştirmektedir.

******************  

Paralel yapı yöneticilerinden sonra, neden Hdp nin yönetici ve başkanları da yurt dışına kaçmaktadırlar?

-Cemaat mossada çalıştı

İşte dehşete düşüren manşetler;[1]

Latif Erdoğan, bir dönem Fethullah Gülen‘e en yakın isimdi. Savcıya ifade verdi. Paralel Yapı‘nın CIA ve MOSSAD‘ın maşası olduğunu söyledi: Gülen’in iki amacı vardı. Biri, ABD ve İsrail’den oluşan üst aklı memnun etmek. İkincisi ise 17 Aralık’ta devleti ele geçirip İslam devleti kurmaktı.[2]

*Nasıl oluyor da bunca iftiralar yalan oluyor?[3]

Bunca kirli işlere giripte, temiz kalmak nasıl bir sütten çıkmış ak kaşıklıktır ki?

Bu isnadlarda bulunan insanlar işin içinde bulunan, kırk-elli yıllık beraber arkadaşlık yapan insanlar!

Yurt dışındaki okullarda bulunup, olaylara şahid olan kimseler…

Zaten olayların gidişatı, ifşaatlar, bilgi ve belgeler bu kirlenmeyi göstermektedir.

Belli ki büyük bir hesabın alt yapısı oluşturulmaktadır.

Dahası da var, eğer bir de faili meçhuller, dink ve danıştay saldırısı gibi olaylarda bunun arkasından çıkarsa şaşmamak gerektir.

Onca dinlenilen ses kayıtlarının nesi yalan?

Üç yüz terebaytlık kayıtlar belgesel kaydı mı?

-Aslında sadece ve sadece milyonlarca temiz mensublarının hayal kırıklığına neden olma günahı bile, büyük günah ve cürüm olarak yeter.

Bunu ancak cehennem temizler.

-Ergenekon kendi bitişini durdurmak için sol kolunu sağ koluna kurban etti.

Paralel yapıya ergenekonun sol kolu kestirilerek, sağ kolu olarak oluşturuldu.

Paralel yapı ergenekonun sağ kolu olarak devreye konuldu.

-Ergenekon piyonlarını satıyor.. uzantılarını deşifre ediyor.. ana gövdeyi kurtarmak adına dallarından vaz geçiyor.

Niyeti en az yarım asır sürecek olan bir kaos ortamı oluşturmak…

-İnancı için bir insanı ve siyasetini feda edebilecek bir insan ve onun tavrı ile, bir insan için her şeyi feda edecek insanların ve siyasetlerinin tavrı bir olmaz, isabet edemez.

-İntiha ibtidadan haber verir.

Akibet başlangıcın samimiyet ve ihlasın derecesinden haber verir.

Gelinen bu akıbet, başlangıcının da iyi niyetle olmadığını göstermektedir.

-Yapılanların hiçbir mazereti kalmamış, hiç de savunulacak tarafları bulunmamaktadır.

-İşte 17-25- 2013 Gezi olaylarından bir ay önce Türkiye-yi bölmek için paralel yapıyla Chp-nin görüşmesi, Kemal Kılıçdaroğluna başbakanlığın vadedilmesi amacıyla taşların önceden kirli bir şekilde döşenmesini ve bunun Türkiye-yi bölmeye kadar gideceği tehlikesini dile getiren Chp milletvekili…[4]

*Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, Gazetenin Genel Yayın Yönetmenliği görevine 2001 yılında Abd-den geldiğinde ilk aklıma gelen;

-Acaba bu da Bizim Oğlanlardan mıdır? Diye düşünmeye başlamıştım.

Çünkü 1980 darbesi olduğunda Abd; Bizim Çocuklar Darbe Yaptı- ,demişti.

Ancak zaman içerisindeki sessiz ve sakin! hali sebebiyle şüphelenmemeye başladım.

Demek 17-25 Aralık 2013 Darbesi olan B Planı için bekletilmekte ve hazırlanmaktaymış.[5]

 

*****************************    

Türkiye-de önce cezalandırılacaklar tesbit ediliyor. Arkasından suç işleniyor, daha doğrusu işlettiriliyor ve de akabinde suçlanacaklar algı operasyonuyla veya zorla itiraf ettirilerek veya mahkeme sonucu sonuçlanana kadar faillerin üstü, onları azmettiren birinci eller gizleniyordu.

*Bediüzzaman doğunun üç hastalığından birinin cehalet olduğunu yüz sene önce söylemişti.

Doğu bu günde hala cahil.. Cehaletten kurtulmuş değil.. Az bir görünüm değişmesi var.. Cehalet sürüyor…

-Pkk-yı besleyen rusya, pkk-lık yapıyor.

-Ne kadar gariptir ki, Hdp-nin yüzün üzerinde belediye başkanlığı, milletvekilleri varken, bu silaha sarılmak neyin işidir?

Belediyeleri ele geçirmek, belli ki devlete karşı bir silahlı saldırının hesabıymış.

Niyet Türkiye-yi bölmek ve de doğuyu Suriyelileştirmektir.

-“Beşer esirliği parçaladığı gibi, ecirliği de parçalayacaktır”

Bir rüyada demiştim: “Devletler, milletlerin hafif muhârebesi, tabakāt-ı beşerin şedîd olan harbine terk-i mevki‘ ediyor.”Zîrâ beşer edvârda esirlik istemedi, kanıyla parçaladı. Şimdi ecir olmuştur, onun yükünü çeker. Onu da parçalıyor. Beşerin başı ihtiyâr, edvâr-ı hamsesi var. Vahşet ve bedeviyet, memlûkiyet, esâret şimdi dahi ecirdir, başlamıştır geçiyor.[6]

-Haklar vahşice ve vahşetlice elde edilmeye çalışılmaktadır.

İnsanlık tekrar eski hali olan vahşet ve bedeviyet dönemine sevkedilmektedir.

Bu oyun doğuda oynanmaktadır.

 

*************************    

Suriye-ye özenen Chp, içerisinde alevi asıllı insanları öne çıkarıp, Chp- yi adeta bir alevi partisi görünümü haline getirmiştir. Chp- nin başındaki Kemal Kılıçdaroğlu-nun alevi olması, tüm partiye de yansımıştır.

Bunun bir proje olduğu bellidir.

Fuhuş kasediyle Deniz Baykal-ın götürülüp, Kemal Kılıçdaroğlu-nun getirilmesi büyük bir hesabın adımıdır.

Haber de; Aleviler başardı.

CHP’DEKİ önseçimler, üç büyük il açısından Alevi kökenli adayların başarısına sahne oldu. Ankara 1 ve 2’nci bölgelerde seçilebilecek sıralarda Alevi kökenli adayların yoğunluğu dikkat çekti. İstanbul 3’üncü ve İzmir 1’inci bölgede de Alevi kökenli adaylar başarılarıyla öne çıktı. [7]

İŞTE YENİ TBMM’DEKİ TÜM ALEVİ MİLLETVEKİLLERİ*


AKP’den seçilenler:

Hüseyin Tuğcu (Kütahya)
Reha Çamuroğlu (İstanbul)
İbrahim Yiğit (İstanbul)

CHP (DSP)’den Seçilenler

Derviş Günday (Çorum)
Durdu Özbolat (K.Maraş)
Yılmaz Ateş (Ankara)
Vahap Seçer (Mersin)
Ali Oksal (Mersin)
Tacidar Seyhan (Adana)
Fuat Çay (Hatay)
Erol Tınastepe (Erzincan)
Orhan Ziya Diren (Tokat)
Süleyman Yağız (İstanbul)
Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)

Bağımsızlar

Aysel Tuğluk (Diyarbakır)
Gültan Kışanak (Diyarbakır)
Fatma Kurtulan (Van)
Şerafettin Halis (Tunceli)
Kamer Genç (Tunceli)

Sebahat Tuncel de Alevi.

Malatya-Yazıhan-Balaban köyünden, Alevi Kürt.


 

-Alevilerin seçilmesinde bir problem yoktur ancak bir projenin parçası olarak öne sürülmesi ibret- amizdir.

Türkiye-de de aleviler her zaman olduğu gibi tahrik edilecek, ortam darbeye hazırlanılacak, Chp başa geçecek, Gülen Humeyni gibi Pensilvanyadan getirilecekti.

Tıpkı uzun süre iranda solcuların darbe yapamamaları üzerine Fransadan getirilen Humeyni gibi projeler uygulanacaktı.

-Türkiye son kaledir.

Bunca hücumlar boşuna değildir.

Kale düşerse, işgaller başlar.

Tekrar yüz sene öncesine dönülür.

-“Onlar hileye başvurdular, Allah da onların tuzağını boşa çıkardı. Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır.”[8]

Mevla görelim ne eyler/ Neylerse güzel eyler.

MEHMET ÖZÇELİK

[1]https://www.google.com.tr/search?q=cemaat+mossada+%C3%A7al%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1&ie=utf-8&oe=utf-8&gws_rd=cr&ei=NHesVsmnO4aiyAOQ95uoBg

[2] http://www.medyagundem.com/iste-uslunun-calistigi-vakfin-cia-ve-mossad-baglantisi/

http://www.medyagundem.com/fetullah-gulenin-mossadla-iliskisinin-sok-belgesi/

http://www.yurtgazetesi.com.tr/mit-mossad-cemaat-makale,9860.html

[3] http://www.iftiralar.org/

http://iftiralaracevap.com/

[4] http://www.siradisiprogrami.com/1689-en-siradisi-ulke-tv-28-ocak-2016-ahmet-kekec-hasan-ozturk-savci-sayan-yusuf-ziya-comert.html

[5] http://www.hurriyet.com.tr/zaman-gazetesinin-genel-yayin-yonetmeni-ekrem-dumanli-istifa-etti-30241985

[6] Sözler.765.

[7] http://www.hurriyet.com.tr/yeni-chp-ayari-28600669

[8] ALİ İMRAN-54.

 




HİCRET – MUHACERET

HİCRET – MUHACERET

Dünyaya hicret ederek gelen bu insan, tüm hayatı boyunca bu hicreti sürdürmektedir.

Bazen mahallesinden, bazen şehrinden, bazen devletinden, bazen dünyasından hicretle hayatını sürdürmektedir.

-Şer-den hayra bir ömür boyu kaçarak hicret edilirken, diğer yandan hayra büyük kafileler halinde hicret sürmekte ve de sürdürülmektedir.

-Hicret kaçmak için değil, yaşamak içindir.

Hicret ölmekten dönüş, hayata varıştır.

Hicret cehennemden kaçış, cennete varıştır.

-Hak şerleri hayreyler, zannetme ki ğayreyler.

Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.

-Kainatta en yüksek maksad, hayırdır.

Hicret hayra hicrettir.

Hakka göçtür.

Şerler hayra hicret için bir kamçıdır.

Oluştan başlayıp doğuşa, dünyadan başlayıp âhirete, Mahşerden cennet ve cehenneme hicret hiç durmadan muhaceret sürmektedir.

* “  – O her şeyi en güzel şekilde yarattı. (Secde Sûresi: 7.) -âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:

Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hâdise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zâhiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:

Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribâtı, hazin firâk perdeleri arkasında, tecelliyât-ı Celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhâfaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nâzenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nâzenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, vebâ gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemâsız kalan birçok istidad çekirdekleri, zâhiri çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güyâ umum inkılâblar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.

Fakat insan, hem zâhirperest, hem hodgâm olduğundan, zâhire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhâkeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana âit gâyesi bir ise, Sâniinin esmâsına âit binlerdir. Meselâ, kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkkî eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar.

Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zâhiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ, “kar”ı pek bâridâne ve tatsız telâkkî ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gâyeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.

Hem insan, hodgâmlık ve zâhirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhâkeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilâf-ı edeb zanneder. Meselâ, âlet-i tenâsül-i insan, insan nazarında bahsi hacâletâverdir. Fakat şu perde-i hacâlet, insana bakan yüzdedir. Yoksa, hilkate, san’ata ve gâyât-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacâlet ona hiç temas etmez.

İşte, menba-ı edeb olan Kur’ân-ı Hakîmin bâzı tâbirâtı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasıl ki bize görünen çirkin mahlûkların ve hâdiselerin zâhirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar; ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar; ve pek çok zâhirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitâbet-i kudsiyedir. “[1]

-İnsan dışındaki tüm varlıklarında yaşayış seyri bir hicrettir.

Noktadan başlayan varlıklar sonuçta yine nokta da sonlanmakta, hicretini sonlandırmaktadır.

*” Her bir şeye, hususan herbir zîhayata, pek çok müşevveş ihtimâlât içinde, muayyen bir ihtimalle ve pek çok akîm yollar içinde, neticeli bir yolla ve pek çok imkânât içinde mütereddit iken gayet muntazam bir teşahhus verilmesi, hadsiz cihetlerle bir irade-i külliyeyi gösteriyor. Çünkü, herşeyin vücudunu ihata eden hadsiz imkânat ve ihtimâlât içinde ve semeresiz, akîm yollarda ve karışık ve yeknesak, sel gibi mizansız akan câmid unsurlardan, gayet hassas bir ölçüyle, nazik bir tartıyla ve gayet ince bir intizamla, nazenin bir nizamla verilen mevzun şekil ve muntazam teşahhus, bizzarure ve bilbedâhe, belki bilmüşahede, bir irade-i külliyenin eseri olduğunu gösterir.”[2]

-Varlıkların halden hale değişimi, dönüşümü, oluşumu bir hicrettir.

*” Senin yüzün, veçhin o kadar küçüklüğüyle beraber, geçmiş ve gelecek bütün insanların adedince kendisini onlardan ayıran ve tarif eden nişan ve alametleri havi olduğu gibi, yüzünü teşkil eden esas ve erkanında da bütün insanlar ittifaktadır. Bütün insanlarda, biri tevafuk, diğeri tehalüf olmak üzere iki cihet vardır. Tehalüf ciheti Saniin muhtar olduğuna, tevafuk ciheti ise Saniin Vahid-i Ehad olduğuna delalet ederler. Bu iki cihetin bir Kasıdın kasdıyla, bir Muhtarın ihtiyarıyla, bir Müridin iradesiyle, bir Alimin ilmiyle olmadığını tevehhüm etmek, muhalatın en acibidir. Fesübhanallah! Yüzün o küçük sayfasında nasıl gayr-ı mütenahi nişanlar derc edilmiştir ki, gözle okunur da nazarla, yani akılla görünmez.” [3]

-İnsandan insana hicret… insanın kendisine hicreti… maddeden manaya hicret…

Kuldan Rabbe hicret…

MEHMET ÖZÇELİK

 

[1] Sözler | On Sekizinci Söz | 210-1.

[2] Mektubat | Yirminci Mektup | 236.

[3] Mesnevi-i Nuriye | Zerre | 151.