YENİ BİR DÖNÜM NOKTASI : 17 – 25 ARALIK 2013

YENİ BİR DÖNÜM NOKTASI : 17 – 25 ARALIK 2013

 Temel hocanın merhume annesi Efendimizi 17 aralık olaylarından önce iki kere rüyasında görüyor.

İkinci gördüğünde Efendimizin dişinin kırılmış olduğunu müşahede ediyor.

-Mahmut kardeş de bu olaylardan önce Erdoğanı Yozgat çamlıkta Sungur abi gibi ağabeylerin olduğu bir ortamda iken, kendisinin dışarıya çıktığını ve ileriden çamurluk bir tarladan Alparslan gibi başına bir miğfer takmış ancak bunun miğferinin ondan daha uzun ve üzerine beyaz bir sarık sarılmış, onunda üzerinde değişik renklerde işaretler olduğu halde at üzerinde Erdoğan-ın geldiğini görüyor.

Kendisinin yüksek bir yerde kanepe üzerinde otururken Erdoğan-ın yanına geldiğini ve elini hızla sıkarak –Bana dua ediniz-diyerek sitemde bulunduğunu bana anlattı.

Görünümü bitkin bir vaziyette olup;-Biz kimlerle ve nelerle uğraşıyoruz, diyerek döndüğünü anlatmıştı.

-21 Ekim 2014 de ise bir daha Erdoğanı gördüğünü ancak bu sefer sevinçli bir vaziyette bulunduğunu gördüğünü anlattı.

Eline gittim, eğilerek ayağını öpmek istedim, bırakmadı.

Ancak bu sefer rahatlamış bir vaziyetteydi.

Özetle o hassas dönemin alemi menamdaki yansıması…

 

**********************  

 

Bülent Ecevit gibi, yaşantısı tenkide gayet açık, inancı şüphe götüren bir insana şefaat etmeyi bir vecibe bilirken, diğer yandan inançlı ve ibadetli bir insanın devrilmesi için her şeyi yapan bir insan, ne kadar sağlıklı, şaibeden uzak ve samimi olabilir?[1]

-Mason, Moon Tarikatının Türkiye temsilcisi ve daha bir çok karanlık bağlantıları olan Kasım Gülek [2] –le Gülen-in ilişkisi nedir? [3]

Cenaze namazını kıldırmasının hikmeti nedir?

*Paralel yapının Gürcistan sorumlu ve imamı olan Hayati Küçük, orada 25 yıl boyunca Cuma namazı kılmadıklarını söyledi.

Özellikle üst kademedekiler cumayı kılmadılar.

Orada kilise yaptıklarını, havrada yapabileceklerini söyledi.

Kilise restore ettiklerini söyledi.

La ilahe illallahın yeterli olduğunu söyledik, dedi.[4]

********************  

Erdoğan ve bir şahsa olan düşmanlık bir kısım ve bir kesimin gözünü kör, basiretini öyle bağlamış, vicdanı susturup ,aklını öyle saptırmış ki, bir asırdır mukaddesatına tecavüz edip saldıran, sosyalist, Marksist, ateist, homoseksüel, kısaca her pisliği içinde barındıran ve de dağdan inmiş eşkiya, sünnetsiz ermeni, cıa ve mossad ajanının projesi ve oyununa katılarak, pis ve kirli işlere çok rahat ortak olunabiliyor.

Tarih belki de böyle bir kirlenmeye şahit olmamıştır.

İhanet sözcüğüne bile hakaret olur, bu basiretsizlik ve vicdansızlık ortaklığı.

Bunu ancak cehennem temizler.

-Bu savaş Erdoğan-la bilmem kimlerin savaşı değildir.

Erdoğan-ın şahsında yüz yıl önce bitirmenin yarı kalan sürecin devamıdır.

 

-Aydın ve aydın eserler okuduklarını söyleyen bu insanların, karanlıktaki aydın müsveddelerine ortaklık yapmakla, nasıl karanlık bir oyunda olduklarını kör olan gözleriyle görememektedirler.

-Böyle aydınların sürüsüne kezzap.

Kezzablara yakışacak olan ancak kezzaptır.

-Çukurdaki 1128 akademisyene ithaf olunur: Karanlıktan korkan çocuğu pekala bağışlayabilirsiniz. Gerçek trajedi, Aydınlarımızın Aydınlıktan korkmasıdır.-Eflatun

 

*Yüz sene önce yedi düvelle çarpışan bu millet, bu gün bunlara içten eklenen yetmiş düvelle beraber çarpışılmaktadır.

Yüz sene bizi tehdit eden istiklalimizdi. Bu gün ise istikbalimiz tehdit edilmektedir.

Dağdan inmiş ve ne olduğu bilinen eşkıyayı ve de onun temsilcilerini destekleyen bir insanın hiçbir geçerli mazereti yoktur.

Zalimler için yaşasın cehennem…

 

*Türkiye-deki solcular hep kavga etmek için rakip, muhalif, karşıt görüşlü kişiler ve taraflar aradılar.

1970-lerde ülkücüler vardı.

Ondan önce dindarlar vardı ki, dindarlar sürekli onların hedef tahtasıdır.

Şimdilerde ise kavga edecekleri kimseler olmayınca devletle, devletin asker ve polisiyle savaşmaktadırlar.

Muhalefet olsun, gündemde kalsın, caminin duvarına ve içerisine yeter ki bevledilsin.

Bu manada bizdeki solaklar salaktır.. ölmeye yakın bunun farkına varırlar.

Şahitleri mi gayet çoktur…

-Toplumun değerlerini savunmak için ayağa kalkmazlar.

Ayağa kalkanları oturturlar.

Solcuların sicilleri her türlü kire bulaşmış ve bulanmıştır.

 

*********************  

Ermeni Patrik Genel Vekili Aram Ateşyan önemli açıklamalarda bulundu. “Türkiye’de 100 binin üstünde gizli Ermeni var” iddiasında bulunan Ateşyan, Tunceli’nin yüzde 90’ının Ermeni olduğunu savundu.

.. Büyük anne ve babalarımızı ele alırsam onlar 1 milyonun üzerindedir. Son nesilden bahsediyorum artı yüz bin daha var en az bugün yaşayanların annesi babası Ermeni olanlardan bahsediyorum. Annesi babası Ermeni olan ama kendini Müslümanım diye tabir eden, Ermeniceyi bilen, boynunda gizlice haç taşıyan yüz binin üzerinde Ermeni var.

.. geçen sene Paskalyayı İstanbul da kutladıktan bir hafta sonra Diyarbakır da ayin yaptım, yaklaşık 400 kişi geldi.[5]

 

*ABD’deki Louisville Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Justin McCarthy, “Ermeniler, terörizm ve cinayetleri silah olarak kullandılar” dedi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’da, Ortadoğu’da ve Kafkasya’da savaş içinde olduğunu kaydeden McCarthy, Balkanlar’da 1,5 milyon Müslüman’ın öldüğünü söyledi. 

 

Rusya’nın Kafkasya’yı işgal etmesinden sonra Ermeniler ile Müslümanlar arasında sorunların başladığına dikkati çeken McCarthy, “Ermeniler, terörizm ve cinayetleri silah olarak kullandılar” dedi. McCarthy, savaş sürecinde 5 milyon Müslüman ile 1,9 milyon Hristiyan’ın tehcir edildiğini vurguladı.

 

Yaklaşık 1,5 milyon Ermeni’nin öldürüldüğü iddialarının doğru olmadığına işaret eden McCarthy, şunları söyledi: 

 

“Bu tamamen yalan. Bu sayı tüm Ermeni nüfusundan bile daha fazla. Böyle olsaydı herkesin iki kere ölmesi gerekiyordu. Hastalık ayrım yapmaksızın herkesi öldürebilir. Tabii ki bu süreçte Türkler de ölmüştür. 1912 ile 1921 yılları arasında 3 milyon Müslüman ve 100 bin Ermeni öldü.”[6]

 

*Arial Sharon;”Arapların petrolü varsa, bizimde kibritimiz var.”

Bu gün dünyanın en zengini olan islam dünyası bir kibrite kurban gitmekte , içten ve dıştan ateşlenmektedir.

 

*Bir irtica yaygarasıyla bu milletin bir asrı yok edildi, nesiller mahvedildi.

*Eğer Yavuz Sultan Selim kendi zamanında değil başka bir zamanda gelmesi söz konusu olsaydı, hiç şüphesiz ki zamanımızda gelmesi gerekirdi.

Veya Yavuz yapılı birisinin olması gerekmekte ve de zaruridir.

************************  

Risale-i Nurda Gülen hakkında bahsedilmiş mi?

Detayına girmeyip yazılan iki taraflı yazıya sizleri havale edip, ancak işin ciddi olup, bahsedilmediğini söylemenin biraz safça ve kısırca olacağını da söylerim.[7]

-Risale-i Nurdan iktibaslar:

 

– “Bizdeki istibdat ve şeriatın muhalefetinden gelen sû-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdat kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile sû i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mâni de zeval buluyor ve bulmaya başlamış. İnşaallah tam zeval bulacak.” [8]

 

-”İşte Üstadımız, İslam güneşinin inkişafını da bu fecir dediğimiz hadiseye benzetmektedir. Yani bu ülkede (1371) veya (1971) de manevi bir güneşin nurları görünecektir. Şayet bu yalancı fecir bile olsa, bu fecir hakiki fecrin müjdecisidir. 30 – 40 sene sonra (1981 – 1991) veya (2001 ve 2011) fecr-i sadık dediğimiz, İslam güneşinin tezahür etmesi ve nurlarını artık hakiki olarak göstereceği ve aydınlatacağı müjdelenmektedir.
1981 – Ülkenin içerisine sürüklenilmesine çalışılan sağ – sol mücadelesinden bir cihetle kurtulması.
1991 – Ülkenin sanayi ve ticaret alanında ciddi atılımlar yapması ve bazı tabulardan kurtulması.
2001 – Ülkenin içerisinde mevcut olan bazı fikirlerin tamamen tezahür edip, kimin ne fikirde olduğunun tezahürü.
2011 – Ülkenin maddi ve manevi refaha kavuşması.. (İnşâallah) [9]

 

*Bu otuz-kırk yıl meselesi, Mehd-i Azam’ın çıkmasına değil, iyileşme ve dönüşme sürecine bir atıftır. Zaten sosyal olaylar birden ve bir şahsın anlık müdahalesi ile değişecek olaylar değildir. Bu 1926’dan başlayıp belki 2030-2040 yıllarına kadar sürecek bir iyileşme ve dönüşme sürecidir. Mehdinin bu sürecin neresinde yer alacağı ise ihtilaflı bir konudur, net bir şey söylemek mümkün değildir.  Hem Mehdi hadislerde müphem bırakıldığı için, katiyetle şu şahıstır demek yanlış olur, herkesin kanaatine saygı duymak lazımdır.[10]

 

*İkincisi: Şeair-i İslamiyeye ve siyaset-i İslamiyeye darbe vuranlar oniki, onüç, ondört, onaltı sene zarfında büyük darbeler yiyecekler diye bana ihtar edildi. Evvelki mes’elenin aksine olarak, geniş dairede vuku bulan o hadisatı ve büyük cemaatlere gelen o tokatları, küçük bir dairede şahıslara gelecek tokatlar suresinde mana vermiştim ki, tam aynen iki dairede, hem küçük, hem büyük oniki sene sonra en müthişi dünyayı terkettiği gibi; büyük dairede de onun gibi dehşetli cemaatler; oniki, onüç, ondört, onatı tarihlerinde aynı tokatları yediler ve yiyecekler diye ihtar edildi.”[11]

-Emirdağ Lahikası’nda geçen bu bahse göre şeair-i İslamiye ve siyaset-i İslamiyeye darbe vuranların yiyecekleri tokatlara aynı tarihleriyle işaret edilmiştir. Şöyle ki;

Emirdağ Lahikası’nın 208.sayfasının sonunda geçen “aynı tokatları yediler ve yiyecekler” (عين طوقاتلرى ييديلر و ييهجكلر) (Aynı tokatları yediler ve yiyecekler.)
ibaresinin Ebced Değeri 1433, eğer okunmayan elif hesaba katılırsa 1434 etmektedir. Bu tarih ise Hicri ile olsa 2012 ve 2013 Miladi tarihlerini göstermektedir ki bu tarihlerde dehşetli tokat yiyen bir Cemaate tam tamına aynı tarihi ile işaret etmektedir. Eğer Rumi tarih ile olsa 2017 ve 2018 tarihlerini göstermektedir ki Allah-u Alem bu tarihlerde yiyecekleri daha şiddetli bir tokada yani çok ağır bir tokada işaret etmektedir. Zira “yediler” ibaresi geçmiş tarihi gösterdiği gibi “yiyecekler” kelimesi de istikbali göstermektedir ki tam tamına bulunduğumuz 1434 Hicri senesini nazara aldığımızda Hicri ve Rumi ile işaret edilen aynı tarihlere ne kadar muvafık düştüğü daha iyi anlaşılmaktadır.

Bu paragrafın başındaki “Şeair-i İslamiyeye ve siyaset-i İslamiyeye” ibaresinin Ebced Değeri ise 1433 etmekle niçin tokat yediklerinin de sebebi tam tamına beyan edilmektedir. 1433 tarihi ise yine yukarıda dediğimiz gibi Miladi 2012 tarihini göstermektedir. O tarih ise Risale-i Nur’un aslını muhafaza vazifesinin tam aksine olarak alenen Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi yoluna gidilmek suretiyle “şeair-i islamiyeye” darbe vuranlara işaret etmektedir. Eğer Rumi tarihi ile olsa 2017 tarihini göstermekle “siyaset-i İslamiyeye” darbe vuranların tokat yiyecekleri tarihe tam tamına işaret etmektedir.

Bu iki ibarenin arasında “onun gibi dehşetli cemaatler; on iki, on üç, on dört, on altı tarihlerinde…” ibaresi de yine yukarıda bahsini ettiğimiz tarihleri tamamıyla doğrulamaktadır. Allah-u a’lem 2016 veya 2017 tarihleri ise işaret edilen bu cemaatin ağır bir tokat yiyeceği tarihe işaret ediyor olsa gerektir.”[12]

 

Ali ihsan tola abi bu rakamlara 2000 ekleyin demiş aynı tarihi Hüsnü Bayram Ağabey de söyledi.

”Kardeşler bakın dikkat ederseniz 15 tarihi yazılmamış öyle ise bunlar 2016 da müthiş tokatlarla yiyecekler” inşallah la ya’lemül gaybe illallah [13]

 

*Her şeyi rüya üzerinden götürüp, rüyayı öne çıkaranlara yorumsuz bir rüya;

-Mevlüd beyle konuşurken hayret ifadesiyle; -Ben sana anlatmamış mıydım? – dediğinde -Hayır – deyince anlatmaya başladı;

Bir arkadaşının Gülen hakkında su-i zanda mı bulunuyorum, düşüncesiyle istihareye yattığında; Gülenin büyük bir holdingin iş yerinde bulunduğunu ve kendisini yanına çağırarak ona haç-ı uzatıp saygı göstermesini istediğini anlatır.

Kendisi ise buna karşı tepki gösterip, gitmeyip geri çekildiğini söyler.

*Muhyiddîn-i Arâbî, Fütühatı Mekkiye isimli eserinde der ki; “Kıyamete kadar vuku bulacak (harpler dahil) bütün büyük olayları haber verirdim. Ancak, insanların kaderleri üzerinde olumsuz etki yapacağından açıklamıyorum. Sadece bir kaç tanesini açıklayalım.”

Birincisi; “Benim mezarımı Yavuz Sultan Selim bulacak.” Yolu düşen herkes, İstanbul’da Fatih Çarşamba’da, Yavuz Selim camiine uğrasın. Kutsal emanetlerin bulunduğu yere gitsin. Orada taş üzerine yazılmış şöyle bir yazı görünecektir.

“İza dehalles-sinu veşşin. Zehere kabru muhiddin.” Türkçesi; sin, şine girdiği zaman, Muhiddin’in mezarı ortaya çıkar (Bunun uzun hikayesi var. Şeriatçılar onun için ölüm fermanı çıkarınca mezarını gizledi). Burada şin ( ) Şam isminin baş harfidir. Yani, Yavuz Sultan Selim Şam’a girince demektir. Böylece kendisinden 277 yıl sonra (1517-1240=277) gelecek olan Yavuz Sultan Selim’in mezarını bulacağını haber veren Muhiddini Arabi (k.s.) geleceği Allah’ın izniyle biliyordu.

İkincisi; “Yavuz Sultan Selim 31 günde Mısır’ı alacak dedi.” Ne 30 oldu, ne de 32. Dediği gibi çıktı. Geleceği ancak Allah bilir. Onun bildirmesiyle de nebiler ve veliler de bilir. İşte Allah’ın yakınlarının üstünlüğü.

Üçüncüsü; “Osmanlı Devleti 600 seneden fazla yaşayacak ve yıkılacak.”

Dördüncüsü; Şam’da 7 yaşında çocukken babası ile giden Mevlânâ Celâleddin-i Veli’yi görünce şöyle dedi: “Deryaya bak deryaya, gölün peşinden gidiyor.” Burada Mevlânâ’nın istidâdından geleceğini görmüştü. Bunun ne büyük Hakk yakınlığı olduğunu anlayın. Kimliğini ve eserlerini bu açıdan değerlendirmek gerekir.

*İşte kopuşun, patlayışın sineleri çatlatacak görüntüleri;

“Manisa’da ‘Paralel Yapı’ soruşturmasında tutuklanan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni Ş.A., otobüsten inerken basın mensuplarına, “Bundan sonra Benden efendilik beklemeyin. Çocuklarımı terörist yetiştireceğim” dedi.”[14]

 

MEHMET ÖZÇELİK

22-01-2016

[1] http://www.tesbitler.com/2015/10/29/nasil-bir-insan/

[2] http://kimkimdir.tv/kasim-gulek-kimdir

[3]https://yandex.com.tr/yandsearch?clid=2186618&text=kas%C4%B1m%20g%C3%BClek%20mason%20listesi&redircnt=1453539456.1

https://yandex.com.tr/yandsearch?clid=2186618&text=kas%C4%B1m%20g%C3%BClek%20kimdir&redircnt=1453539466.1

http://www.yenisafak.com/gundem/mason-derneginin-kasim-gulek-komedisi-2111101

http://www.t2174a.com/?p=2803

[4]https://www.google.com.tr/search?q=paralel+yap%C4%B1n%C4%B1n+g%C3%BCrcistan+temsilcisinin+if%C5%9Faat%C4%B1&ie=utf-8&oe=utf-8&gws_rd=cr&ei=aEmiVpO6FYmmsgHn9YeAAg#tbm=vid&q=hayati+k%C3%BC%C3%A7%C3%BCk+g%C3%BCrcistan      

http://kadirmisiroglu.com/gulen-kursusunun-katoliklige-bagliligi.html

[5] http://www.analizmerkezi.com/100-bin-gizli-ermeni-var-tuncelinin-90i-ermeni-41105h.htm

[6] http://www.yuzdeyuzhaber.com/dunya/helal-olsun-sana-mccarthy-h14287.html

[7] http://www.risalehaber.com/said-nursi-risale-i-nurda-gulen-hakkinda-yazdi-mi-tartismasi-258404h.htm

[8] Hutbe-i Şamiye/Sayfa 28 Bak. http://www.sorularlarisale.com/makale/15451/o_mumanaat_edenler_cekilmeye_basliyorlar_kirk_bes_sene_evvel_o_fecrin_emareleri_gorundu_yetmis_birde_fecr-_sadiki_basladi_veya_baslayacak_eger_bu_fecr-i_kazip_de_olsa_otuz-kirk_sene_sonra_fecr-i_sadik_cikacak__izahi.html

[9] http://www.sorularlarisale.com/makale/13805/yetmis_birde_fecr-i_sadik_basladi_veya_baslayacak_eger_bu_fecr-i_kazip_de_olsa_otuz-kirk_sene_sonra_fecr-i_sadik_cikacak_cumlesini_ve_fecr-i_sadik_ile_fecr-i_kazib_kavramlarini_izah_eder_misiniz.html

[10] http://www.sorularlarisale.com/printarticle.php?id=15480

Bak. http://www.tesbitler.com/2015/01/01/hutbe-i-samiye/

[11] Emirdağ Lahikası,208.

[12] http://www.risaleforum.net/risale-analiz-ve-calismalar-488/sadelestirme-analizi-509/241914-tokat-yiyen-cemaat.html

[13] https://plus.google.com/+YozgatNur/posts/UoAM6Uv1xSA

[14] https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10153717404873516&set=a.10150674643883516.421032.734528515&type=3




Maide-113-




SIRR-I İNNA A’TAYNA

RİSÂLE-İ SIRR-I İNNA A’TAYNA…
Müellif: SAİD-İ NURSÎ HAZRETLERİ

(1A)
Mahremdir…
Bu, “sırr-ı inna ataynake”dir. Malûm büyüğe karşı birden hiddete geldi, def’aten yazıldı.
“- Ey ahmaklık ve nifak ehli olan muhaddin. Cesedimi parçalasanız haktan vazgeçmem. İmkanım olsa işittiklerimi garb ve şark ehline haykırırdım. Hepsi bilsin ki:
“-Bu Kur’ân haktır, şu Furkan, doğrudur. Şu Allah’ın kelamı haktır. Onda şüphe yoktur.”
“- Allah’ın Resûlü, O’nun hak resûlüdür. Onda şüphe yoktur. Onun şeriatı vahiydir.”
Allah “adil”dir; O’nda zulûm yoktur!.
“- Ey dine karşı zulüm eden dinsiz mulahidler! Zulmünüz arşa saçıldı. Öleceğiniz zamânâ kadar bekleyiniz. Ölmeniz tadacağınız bir kahırla ve şiddetli bir helakla olacaktır.”
Arş’ın Sahibi, alınlarınızdan tutup ferşe çekecek ve size irin gibi zakkumdan tatdıracak. Ağlatıp, inleterek yerin dibine geçirecek.
Bedeninizden çıkan abdest suyunu içeceksiniz. Azabınız ebedidir. Bize, “mürtecî” diyerek atfedilen çirkinlikler, sizlerle gelişir hakikatte.
(1B)
Biz de sizi, “mürtedler!” diye tesmiye ederiz…
Ahbes!..
Vahşinin en vahşisi!..
“Elif” ve “bâ” ile sizin en menfiniz, kötünüz; Deccaller, Süfyaniler ve Zındıkların reisidir. Kötülükte en kötü, yahudilerin en habisi ve zalimlerin en zalimidir.

BU, “SIRR-I İNNA A’TAYNA”DIR, MAHREMDİR.
Sual:
“- Ey Üstad, sen arabî fakrında zındık komutasının bir reisine demişsin: Elif ile ba’i nefi, ismi Deccalın, Süfyani; hem demişsin, (inna a’tayna)da şimdiki münafıklara işâret var. İzahat isteriz…”
El Cevab:
Bir zaman işittim ki, ahirzaman Deccalinden evvel ona benzer küçük mikyasda müteaddit küçük Deccaller gelir. Bir kısmı geçmese-(bu devirde de) yaşasa, dedim. Öyle ise; herhalde Şeriât-ı Ahmediyyenin ve şeâirî İslâmiyyenin tahribine çalışan Mason komitesi reislerinden ve HİÇBİR CİHETLE MÜSTEHAK OLMADIĞI “MUSTAFA KEMAL” İSMİYLE MALUM OLAN ŞAHS-I MENHÛS, O DECCALLER’DEN BİRİSİDİR. Cumhuriyet rejiminin bidayetinde-kuruluş/başlangıcında kalbim öyle hükmetti. Buna bir emare, delil aradım. O zaman kalbime geldi ki, ebced hesabı, ilm-i cifr ve çok ilimde muteber olduğundan ona bakayım, dedim ve hesab ettim.
“Mustafa Kemal” ismine, “Süfyan, Deccal” iki fark ile tevafuk ediyor. Baktım ki, o zat, “Mustafa Kemal” isminin hakiki mânâsına lâyık olmadığı için “mim”in arkasına “nef’i” alameti bir “elif” gelmeli ve madem o zat “Kemal’siz”dir, bunun için de nef’î “kaf”tan evvel bir “ya” zikredilmeli. O vakit “elif”, “bâ”ya kalbolur. “Mâ Ustufîye bi kemâlin” ismi, tamı tamına (süfyanî deccâlın) isimlerine tevafuk etmekle beraber, efâliyle aynî Deccal ve Süfyan’ın (2B) efâline muvafakatını gösteriyor ki, kezzab deccallerden birisidir. Bir zamandan sonra Kur’andan bir meseleye dair istihare ettim. [Söze ‘inna a’tayna’] Bana dedi ki:
(Şanieke hüvel ebter) cümlesi o zındık komutasının üç reislerini gösteriyor ve en büyük düşmanı M……. aleyhisselam olan (Gâzi) herif tek başına (şanieke hüvel ebter)dir. Madem üç sırrıyla bir sırrı tevafuk, dinsizce yine amellerine tevafuk ediyor. O tevafuk, ittifakî değil, belki bir işâret-i kur’aniyyedir, der… Ehl-i Kur’an’ı teyakkuza davet eder…
Şöyle ki:
Üç tevafukdan birisi, (şanieke hüvel ebter)in hurufatı binonyedi-1017 adediyle, (Gâzi) harflerinin ebcedi olan “17”ye tevafukla gösteriyor. O, tehdid-i kur’âniyyenin işâreti altındadır. Çünkü, (Sin) 300, (te) 400, (dal) 200, toplamı 100 oldu. Bin (hüve) onbir (11), (şanieke)deki hemze ile beraber oldu 13 oldu. (El-Ebter)deki iki hemze ile beraber oldu onbeş-15; (be), iki, oldu, onyedi-17… Demek ki (şanieke hüvel ebter) 1017 adedini gösteriyor.
(Gazi); (gayn) 1000, (ze) yedi-7, (ya) on-10; 1017…
Elif’i “Mustafa”ya verilmese, bu şahsın fiilleri (şanieke hüvel ebter) mânâsını göstermekle tevafuk ediyor…
Bu meşhur ünvanla o iki kelimenin adedine tevafuku, tesadüfî olmadığı gibi (Mâ Ustufiye bîkemalin), -haşiye- “ismet”, “fevzi” namındaki mason reislerinin isimleri aynen o adede tevafuk etmekle ve efâliyle o iki kelimenin mânâsına tevafukî elbette tesadüfî değildir.
(3A)
Evet, “İsmet” lafzi, 600… Çünkü, (te) 400, (ayın) 70, (sad) 90, (mim) 40’ın toplamı 600…. “Fevzi”, (fe) 80, (ya) 10, (vav) 6, (ze) 13… İsmet’le beraber Fevzi’nin mecmuu, 703… (Mâ ustufiye bîkemalin) ise (sad) 90, (fe) 80, (mim) 40, (tı) 9, iki “elif” ile beraber, 221… (Lam) 30, (kef) 20, (mim) 40, (bikemalin) üstünde baî nefi, iki, (bîkemalin)deki elif 1; mecmuû 93; 221 ile beraber, 314.
Fevzi ile İsmet’in toplam adedi 703 zammıyla 1017 adediyle (şanieke hüvel ebter) tevafuku ittifakî olmadığına; bu üç herifin adavet-i arabiyye ve Muhammediyye de gösterdikleri efali gösteriyor. (Deccalân-ı Süfyanî haşiye)… Ebcedi adedi bir elif, (1000)e kalbetmek cihetiyle 314 olmakla (maustufiye bikemalin) 314 adedine tevafukî gösteriyor ki, bu komutasındaki iki küçük Deccal bir Süfyan ruhu vardır. Şöyle ki, Süfyan lafzı (sin) 60, (fe) 83, (ya) 30, (nun) 50, (Elif)..

İHTAR: (Gazi) lafzında gerçi bir Elif var. Fakat o Elif, “mustafa”daki “mim”e nefi için ilave edilmezse; çünkü, “mustafa” ismine layık olmadığı gibi “Gazi” ismine de layık olmadığından o “elif’i o “ra”ya aldık. Tâ, münasib bulunsun; onun için burada saymadık.
HAŞİYE: Evet Cumhuriyet perdesi altında bu dehşetli istibdadı yapan mason komitası, 314’teki Yunan harbinde fırsat bekleyip, eğer Yunan (3B) galebe etse idi, meydana atılmak emelindeyken, (Vallahu hayrulnasırın-elbette Allah yardımcıların en hayırlısıdır) ayet-i celilesinin hem mânâsıyla hem 1314 aded tevafuku ile Yunan’ın mağlubiyetini ilan edib mason komitesini susturdu. “314”den ta “324” ile “42”ye ve “44”e kadar susturdu. [Haşiyenin haşiyesi] Hayrunnasîrîn: (Hı)602, (Ra) 402), (Nun), (Sad), (ya) 103, (Lam) bir, (ya) 100, (vav), (he) 11, üç Elif toplamı “314”dür.
••• ••• •••
HAŞİYE:1) Evet, küffarı değil belki halis müminleri ve şeyhleri kesen ve asan adamın, Gaziliğin ünvanı altında böyle meş’um bir mânâyı ifade edecek…
HAŞİYE 2) Gariptir ki, mason komutasının üç reisinin derece-i hataları olan cenabetindeki hisseleri, isimlerindeki aded, zahiri olarak gösteriyor.
HAŞİYE 3) “Mustafa”daki “Elif” ve “ba” mechul sigası için “ba”ya kalbolduğu gibi; “Ba”dan Deccalân lafı dahil olmakla “elif”, “ba”ya inkılab eder. Yine tevafukla müsavi olur.
(4A)
Bir toplumu olan 221, aynen (ma ustufiyi)deki 221’ye tevafuk ediyor. Deccalân; (dal) 4, (cim) 6, (nun) 50, (Süfyan) üstündeki (be) 2, (Elif) 1; çünkü diğer “elif”, bin-1000 olmasa mecmuu, 93; 221 ile, 93+221= 314 ediyor.
Bir “elif” farkı var. (haşiye) (Ma ustufiye)deki “elif”i nefi geldi ki, vakit mustafa’daki hemze-î aslı tezahürüyle “ustufiye”deki “elif”, “ba”ya inkılab etmesiyle tamtamına tevafuk ediyor. Madem “ya”, 10 olur… O halde “ma ustufiye bi kemalin”, 324 eder… “Süfyani bi deccalin” dahi aynen 324 eder. Ve “elif”, alem-i sarfca, “elif” okunduğu kaideye binaen “bin-1000” olmakla 1324’te mason komitesinin Şeriât-i Ahmediyyeye (aleyhisselatı vesselam) tahrib niyetiyle “hürriyet” perdesi altında Hilâfet-i İslâmiyye’ye saldırması tarihine tevafuk (eder); ve şimdi o komitanın başına-reisine geçin…
Bu herif, adavet-i arabiyyeyeye hareketini bina edib, Şeriât-ı İslâmiyye şearininin tahribine hareketiyle tevafuk etmesi altında gösteriyor ki, (inne şanieke hüvel ebter) bunlara dahi kasten işâret ediyor. Evet madem “inna atayna kelkevser” kelimesi altıncı remzde isbat edildiği gibi, İstanbul’un mühim muhasarasını hem fethini işâretle müjde veriyor. Ve madem, (fesalli li rabbike) makam-ı ebcedisi olan 484 adedi işâretiyle o muhteşem merkez-i hilafette 484 sene salat-u kübra İslâmiyet, İmam-ı müslimiyn arkasında kalınması iş’ârî müjdesini veriyor. (1925-1341=584) (484) Dinsizlik mânâsına laik cumhuriyet)
Elbette o müddetin bitmesi olan 1341 tarihinde mason komutasının esasını kabul etmek demek olan DİNSİZLİK MÂNÂSINDAKİ LÂİK CUMHURİYET tarihine tamtamına tevafuk etmekle (şanieke hüvel ebter) elbette onlara remzen işâret ettiğini… Vav, cümlesinin altında Ebu Cehl, Ebu Leheb Ümeyye bin Halef gibi…(4B) dahil olmadığını te’yid eder, bil ki gösterir. Evet, böyle münafık zındıklarının o ayette kasten dahil olduğuna mezkur 5 kavi emâre ittifak ediyor. Beş emare bize delalet-i kat’iyye hükmünde kanaat veriyor.
Bu sırr, aynı Kur’ân muciz’il beyanının ihbarı, gayb nev’indeki Kur’aniyyenin Lemaatındandır.
KUR’AN’IN BİR NOKTA-İ İCAZİYYESİ İÇİN YAZDIM; YOKSA BU HERİFLERİN BAHSİYLE VAKTİMİ ZAYİ’ ETMEZDİM.
HAŞİYE: Bu Süfyan’daki “ba”, car’a maa (beraber) mânâsındadır. Eğer “Süfyani bi Deccalin” okunsa, “ma ustufiye”deki “elif” “ba”ya kalb olmazsa “Süfyani”deki şeddeli “ya” bir sayılacak; evet her ikisi 324’DEN 314’DEYİZ; BAŞKA MÜHİM HADİSELERE İŞARET eder.
(5A)
Sabık meselenin hülasasını izah eden bir haşiye malumdur ki; zayıf emareler bir meselede içtima ederse, bir delil kat’i hükmüne geçer! Ve şu üç dört adam ayrı ayrı yollardan gelip, aynı hadiseyi söyleseler tevatür derecesinde yüz adamın ihbarı kadar o hadisenin kat’i olduğunu gösterir. İşte bizim meselemizde, ayrı ayrı yollardan gelip herbiri başka vecihte aynı hakikati gösterdiğinden elbette şu söze o hakikate kasten işâret edip gösterdiğini şüphesiz kabul etmek lazım gelir.
Birinci veche: İstanbul’un fethinden 484 sene kadar hilafet-i İslâmiyye o şehirde baki kalıp, salat-ü kübranın bir camii hükmünde olarak o müddetten sonra hilafet başka bir şekil olacak olan hakikati sarahatle (fesalli li rabbike) gösteriyor ki; 1341 senesine kadar devam edip ondan sonra hilafet kalkacak. İşte cumhuriyet’in takriri ve hilafetin ref’i (kaldılması) aynı tarihi de (şanieke hüvel ebter) hükme bağlıyor.
İkinci veche: Mason komutasının reisinin sabıken mezkur tahlile binaen “süfyani bi deccalin” mânâsını ve adedi olan 324 adedini göstermekle beraber, 324’de mason komutasının hürriyet perdesi altında Hilâfet-İ İslâmiyyeyi kaldırmak teşebbüsünün tarihini göstermekle, birinci vechin gösterdiği aynı meseleyi gösteriyor. (Şanieke hüvel ebter) işâretine işâret ediyor.
Üçüncü veche: Şimdiye kadar işitilmediği aynı meseleyi bir tarzda (5B) ve hiçbir siyasetin ve diplomatlığın tarzına benzemeyecek bir şekilde iki samimi ve ebedi kardeşe, evvelen Türk ve Arabın mâ beyninde olan rasih uhuvvet-i islâmiyyeye bedel ebedi bir düşmanlık ve arabiyyete karşı bir bazı ve adavet perdesi altında Hazret-i Peygambere adavet niyetiyle şeair-i islâmiyyeyi tahrif ve tahrip eden şu kerre malum. (Şanieke hüvel ebter) mânâsını zahir göstermekle şu cümlenin işâretini kuvvetli te’yid eder. İki veche evvelin hükmünü kuvvetleştirir.
Dördüncü veche: Sabıken tafsilen beyan edildiği gibi, mason reisinin münasebetsiz bir şurette güya kendine layık ve eskiden beri lakabı olmuşcasına kendine takılan meşhur lakabı (GAZİ), (Şanieke hüvel ebter)in 1017 adedine tamtamına tevafukî ve efaliyle o cümlenin mânâsını göstermesiyle üç veche evvelin işâret ettiğini, meseleyi adeta tasrih edip ;armak basıyor.
Beşinci veche: Şu şenaatkarane ve adavet pirurane ve süfyankarane siyasetini çeviren o komutanın üç reisinin mecmuu olan 1017 adedi (şanieke hüvel ebter)in 1017 adedini göstermesiyle dört veche evvelen gösterdiği hakikati hareket derecesinde gösterir. İşte bundan 1350 sene evvel kıyasa bir sûrenin (6A) bin esrarından bu bir tek sırra “ba”, her bir mucize, gaybiyye hükmünde olarak, başka vadiye de İcaz-ı Kur’aniyyenin ervaına bir nev’i daha ilave ediyor.

“Geçen meseleyi te’yid eden bir sır da şudur.”
Nasıl ki, “inna a’tayna kelkevser” aynı İstanbul’un fethini gösterir, “fe salli lirabbike” cümlesi de aynı 484 senesine kadar merkez-i hilafet olacağını gösteriyor. Öyle de “Venhar”ın cümlesi dahi İstanbul’un feth tarihine ilaveyle binikiyüzyirmiiki-1222’ye kadar mütecavizane küffarı boğazlamak suretinde mücahidat-ı kur’aniyyenin devamına, Fatiha, el-Alak, İnna fetahna leke fethan mübiyna ile müttefekan işâret etmekle beraber, şimdi ki “şanieke hüvel ebter”in mânâsını gösteren komutanın selefleri hükmünde olan yeniçerinin değil, belki yeniçerinin içine karışan fesat komutası, hilafete karşı isyanlarının başlangıcı olan 1222 ve 24’te aynen mason komutasının hürriyet perdesi altnda mebde-i isyanı olan 1324 tarihine bu cihetle tevafukle beraber, o eski komutanın 1341’de mahvıyla başlayan dehşetli vak’ayı remzen gösteren şu (Venhar)ın cümlesi cümlesiyle mâkablinde bulunan cümledeki “Kaf”ın (Haşiyesi) inzimamıyla 1242 olup 1241’den 42’ye kadar vuk’u bulan feci hadiselerin tarihini aynen şimdiki onların haleflerinin cumhuriyet tarihini olan 41 ve 42 içinde vuk’u bulmasiyle hem 24 hem de 41’de tevafuklari ise, yüz senenin iki başında iki komtanın hilafet (6B) alehinde ittifakına şu sure işâret ederek ve oların mahvellerini göstermekle geçen meseleyi teyid ediyor. Hem gösteriyor ki, BU ESRARLI SÛRE çok esrariyle beraber devlet-i Osmaniyyenin dahi edvar ve etvarına bakıyor ve baktırıyor.
HAŞİYE: Çünkü o mahzi yapan Halifedir. Vekil ne boydur! Failini göstermen lazım gelir. Öyle ise 22’ye 42’ye döndürülecektir.
•••
[29. Mektub’un 8. kısmının 4. remzinin daha ziyade mahrem küçük bir zeyli.]
Allah’ın adıyla…
Gaybı ancak Allah bilir. Ne yaşlık ne de kuruluk yoktur. Ancak herşey apaçık Kur’andadır.
Ümmetin lisan-ı hali her vakit olduğu gibi mükerreran hararetle hamiyeti islâmiyyeyi taşıyan zatlar bundan sual ediyorlar ki: Bu istibdadı askeriyye-i keyfiyye-i küfriyyenin tecebburi ne kadar devam edecek?.
EL CEVAB: Benim gibi bir değersiz adama böyle şeyler sorulmaz diyorum. Sen Kur’anın (7A) Dellalısın diyorlar. Biz senden Kur’ân namına istiyoruz. Ben de bu meseleyi Ku’rân’dan sordum. O beni kısa bir sure olan Sûre-i Kevser’e havale etti. Bu sûre dahi beni ahirindeki âyet olan “inne şanieke hüvel ebter”e havale etti. Ben ona müracaat ettim.
Dedi ki: “Benim hurufatımı-harflerimi say!” Saydım, “hüvel ebter”deki hemze-i vasıl ile 13, hemzesiz 12’dir. “İnne” şeddeli sayılırsa 14 olur. “Nun” ile hemze-i vasıl da sayılırsa 16 olur. Öyle ise bunların ömrü ve zulmün devamı, 12, 13, 14 veya 16 senedir…
Delil istedim: Lisan-ı mânâ ile âyet bana dedi ki, “tevafuk sırasıyla bak, beş emareyi göreceksin!”
Birinci emare: Bu istibdat reislerinin üçünün mecmuu isimleri 13 olarak, benim mecmuu hurufatıma tevafuk etmekle beraber, ef’alleriyle mânâca tevafuk ediyor. Demek umum ömürleri de bu kadardır.
İkinci emare: O istibdadın büyük reisi, lakabıyle ismi tek başına yine efaliyle mânâma tevafuk etmekle beraber aded-i hurufatı 13 olup, benim 10 harfime tevafuk ediyor. Demek cabbarane ömür de kadardır.
Üçüncü emare: “Mustafa Kemal” ismine layık (7B) OLmadığı için mânâsı (maustufiye bikemalin) oluyor; o halde tek ismiyle 12 oluyor. Bir cihetle mecmu-u hurufum olan 12’ye tevafuk etmekle efaliyle mânâmı göstermekle beraber, ebcedî makamı, Lakabıyle 1341 aded edib, dinsiz cumhuriyetin mebdeini gösteriyor. İsbat ediyor ki, irtidadkarane siyasetin müddeti 12 senedir.
Dördüncü emare: (Maustufiye bi kemalin) lakabı olan Gazi’yle beraber 16 adediyle (inne şanieke hüvel ebter)le beraber 16 harfine tevafuk ediyor ve yine, müsemması dahi şeneatkarane siyasetiyle mânâma tevafuk ediyor. Demek müddet-i firavniyeti 10 senedir. 2 senesi mason komitesinin tehyic ve tedbiriyle meşgul ve bir iki senede nifak perdesi altında zahiri müslüman ve İslâmiyet lehinde çalıştığından bilhisab, evvelki hesabtaki emarelerden neticesiyle yine 12 seneye tevafuk ediyor.
Beşinci emara: Peygamber aleyhisselam, “el-Ebter” deyip adavetini bi’setin 2. senesinde başlayan ve veledinin vefatiyle şenaatkarane izhar eden Kureyş’in hakkında nazil olan (inne şanieke hüvel ebter) ayetinin hurufatiyle hicretin 2. senesinde vukubulan gaza-i Bedir’de onların mahremlerini bi’setin 13, 14 sene zarfında olduğunu gösterdiği gibi o heriflerin bu nevi, halefleri olan bu romanın münafıkını “şanieke” o müddet içinde adavetine hatime işâret bu beş emare bir delil-i kat’i hükmündedir.
Gaybı ancak Allah bilir.
(8A)
(Bir Hatime)
Gariptir ki; bu istibdad-ı askeriyye-yi keyfiyye-yi küfriyyenin başına geçen mason komutasının üç reisinin derece hata ve şeriat hakkında olan cinayette hisseleri, kendi isimlerindeki adedi zahir gösteriyor.
Şöyle ki:
1017 hisseyi hatadan icraatsız olmak cürmetiyle en büyük hisse sahibi olmak lazım kılan İSMET 600, en büyük reisiyle, şeytaniyle yalnız… Tedbir gördüğünden ötekine nisbeten ikinci derecede kaldığından 321 hisse alır. Üçüncüsü zahiren İslâmiyyete taraftar ve bir derece iman sahibi olmak kendini gösteriyor. Fakat ehl-i iman onun suret-i diyanetine aldanıp dizginleri öteki nemmadarlarıyle ellerine verdiğinden o FEVZİ dahi ümmi inayette hissede İsmet’e nisbet sudus (6’da 1), reise nisbet sülüs (3’de 1) hükmünde kendi isminin miktarınca 103 hisse alır. Fakat asıl reisi, bizzatihi İsmet’in yarısıdır. Reis olduğu cihetle öteki iki arkadaşının hatası kadar hata onun defterine ilave olunduğundan kat’i delil tek başiyle yani ismiyle Lakabiyle hem (İnne şanieke hüvel ebter) makam-ı ebcedisi 1017 adedi gösteriyor. Hem aded-i hurufuyla (inne şanieke hüvvel ebter) bir cihette 12, bir cihette 13, bir cihette 16 hurufuna tevafuk ediyor.
Gaybi ancak Allah bilir.
•••
Mu’terdane ve tenkidkarane mühim bir sual bana varid oluyor. Diyorlar ki, nasıl bu cumhuriyet-i islâmiyyenin birakam reislerine küçük (8B) Deccal namı veriyorsun. Halbuki diyanet-i riyasetteki mühim ulemalar misali, çok ulemalar onlara tabidir. Onlara duacı sayılır.
EL CEVAB: 1350 sene evvel Hazreti Peygamberin bir şakirdi ve esrar-ı kur’âniyyeninin dersini bizzat Peygamber aleyhisselâmdan alan Hazret-i Ali kerremallahü veche, meşhur ve metbu’ kabidesinde demiş ki, işte bu kasidede Peygamber’den aldığı dersine binaen diyor ki, “huruf-u arabiyye, acemî yani frengi (acemce) hurufuna tebdil edildiği zaman Deccal’i intizar ediniz-bekleyiniz.
« Acem harfleri tamamen satırlandı.
Emir ve fakir onlarla geceledi.
Bil ki, şüphesiz vakit yaklaştı.
Bekleyin Deccal’i, yalancıların en körü
Sonra biliniz ki, ey ihvan…
Şüphesiz ahir zamanın gavatını
Onlar ulemadır, onların ağızlarını zevklendirdi de,
Sonra yetiştiler ve heveslerine uydular.»
(9A)
Evet o işi yapan ise, küçük Deccallerdir ki, büyük Deccal’in karakoludur. Hem de o zamanın en fenası, ulemanın fenasıdır. Yani dalaletin en fenası ulema su-i name altındaki birakam bedbaht ku-i ulemada dini dünyaya satmış adamlardan gelir. Ben de bu noktaya binaen derim ki: Hangi ulema vardır ki, ezan-ı muhammediyyeyi beğenmeyip, yerine bir şarkıyı kabul etsin!. Öyleleri alim değil belki, “meselehüm ke mesel himarî yahmilû esfara-onlar yük taşıyan eşekler misalidir”in altında oluyor.
(İnne şanieke hüvel ebter), “inne” ile 1118 olmakla bu küçük deccallerden 100 sene sonra büyük Deccal’e işâret vardır. Nasıl ki, bu geçmiş yüzün iki başında mason komutasının ve onun bir mukaddimesi olan yeniçeri içerisine giren fesat komutası öteki başında büyük Deccal’in komutası bulunduğundan, (inne şanieke hüvel ebter) işâret ediyor; bunun kuvvetli delillerini daha bulamadım… Bu işâretle şimdilik iktifa ediyorum.
“- Rabbimiz! Unuttuklarımızdan ve hatalarımızdan bizi mesul tutma; nefsin ve şeytanın şerrinden ve sapıklık ve isyanlık şerrinden bizi koru.” Amin…
Bi ismihi subhanehu ve in min şey’in illa yedeh bihamdihi esselamü aleyküm ve rahmetllahi ve berakatühü. Ebeden ve daimen aziz sadık ve fedakar, gayyur ve vefadar kardeşim Kürt Bekir Bey… Maatteessüf bil mecburiyyeti nahusa ve malayani sayılacak bir bahis söyliyeceğim. Fakat bu bahsim, hakiki hamiyetpirûz Türkçe bilenlere (9B) karşı değil belki frengilerin hesabına sahtekar (okunamadı/yyn.) kendine perde edib mütecavizlere (okunamadı/yyn.) Şöyle ki: Mülhıd münafıkların en son ve alçakça ve vicdansızca aleyhimizde istimal ettikleri silahı sordum ki, dediler: Said, Kürttür!. Bir kürdün arkasından bu kadar koşmak hamiyet-i milliyeye yakışmaz!
Ben bu münafıkların vicdansızca size desiselerine karşı değil, belki, bazı safdillerin temiz kalpleri bunların sözleri ile bulanmamak için diyorum ki: Evet ben başka memlekette dünyaya gelmişem. Fakat Cenab-ı Hak, beni bu memleketin evladına hizmetkar etmiş ki, 9 sene mütemadiyen bu memleketteki milletin (ondan) dokuz kısmının saadetine kendi dilleriyle hizmet ettiğimi bu havalideki insanlara malumdur. Hem ben bu memleketin de, HULUSİ, SABRİ, HAFIZ ALİ HARUN, RAFET, ASIM, MUSTAFA ÇAVUŞ, SÜLEYLAN, LÜTFİ, RÜŞDİ, MUSTAFA ZEKAÎ, ABDULLAH gibi 20-30 müslüman türk gençlerini adeta 20-30 bin milletdaşlarıma tercih ettiğimi ve onları 30 bin adam yerine kabul ettiğimi bu 9 senedeki türkçe asarıyle ve hizmet göstermişim.
Evet ben, 1000 gafil ve amî kürdü, bir türk olan haruyi bin ami kürde değişmediğimi ve 1000 cahil kürdü bir türk olan Asım’a ve Rafet’e karşı mukabil görmediğimi ehl-i dikkat ve benim ahvalime muttali olanlar tasdik ettikleri halde, frenkliğin namına, velhaddi hesabına türkçe bilen (10A) seminekar (okunamadı/yyn.) ve hudfiruşluk cihetinde bana tecavüz edenler ve Türk milletini ve milliyetini zehirleyen mülhidler bilsinler ki:
Ben millet-i İslâmiyyenin en mühim ve mücahit ve muazzam bir ordusu olan türk milletine bekler, türk kadar hizmet ettiğimi bilirler. Türk şahittir!. İşte bana “Kürt!” diyen ve itham eden zahiri hamiyet pirurelik gösteren sahtekarlar bu millete ne gibi hizmet edeceklerini göstersinler. Cenab-ı Hakk’ın affına sığınarak, bu sebeble bazı hizmetlerimi izhar ettim.
El bâkî, hüvel bâkî
KARDEŞİNİZ SAİDİN NURSÎ

Ayrıva bak.  http://www.nyuamhmoob.com/?w=SG9KZnlJdm5DdVFJ




ZULMET VE NUR

ZULMET VE NUR
Zulmet ve Nur…
Birbirine zıt iki kavram.
Nurun hatırına, zulmete katlanılıyor.
Tıpkı gül hatırına, dikene katlanma gibi…
Nurun tenvir etmesi için canlı tutulması gerek. Ateş gibi sürekli altının güçlü olması gerek.
*Alemler 4 maddeden yaratılmışlardır: Nur, Nar, Su , Toprak…
4. madde olan toprak, aslında diğer üç maddeyi de içinde barındırmaktadır.
Toprağın içinden çıkan yanıcı madde olan ağaçtan Allah ateşi yaratmaktadır. O yapraktan oksijen ve karbondioksit çıkmaktadır. Suya dâyelik ve kaynaklık yapmaktadır.
Hz. Alinin lakabı Ebul Turab yani toprağın babasıdır.
Tevazunun simgesi topraktır.
Her şeyin aslı olan tohum, çekirdek ve yumurta toprak gibi fani olmayıp, enaniyeti olan kabuğunu kırmazsa, neşv-ü nema bulamaz.
*Zulmet, zulümdür, karanlıktır.
Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdu ki:
“Şu beş şeyin cezası dünyada hemen verilir: 1- Zulmetmek, 2- Hainlik etmek, 3- Anne babaya eziyet etmek, 4- Akrabalarla ilişkiyi kesmek, 5- Yapılan iyiliği görmemek.”
-Ve yine; -Küfür devam eder, Zulüm devam etmez.
*Zulüm adam öldürme gibi tüm menfiliklerin hamiliğini yapar.
Katl yani adam öldürme ifadesi Kur’an-ı Kerim-de türevleriyle beraber 170 defa geçmektedir.
Kur’an-ı Kerim ve Hadislerde zulüm ve katl şiddetle yasaklanmıştır.
Zulüm küfür kaynaklıdır. Küfürden beslenir.
Zulüm bir mahrumiyettir.
-Bu gün Esed dört yüz bine kadar insanı öldürtmüş, milyonlarcasını da sürdürmüştür.
İşte zulüm olmuş bir bi-şahsiyet.
-Esed-in ortakları zulmün ve zalimin ortaklarıdırlar.
*Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım! …
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…
İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu?” Mehmet Akif Ersoy
******************
Aah insanlık ah.
Bu asır, Asırların zulmünü bir defa da kustu. Dünyayı zulmüyle doldurdu.
Bu zulmü dünya kaldırmaz.
*Tarihte çıkan manyakları okuyor, dinliyor ve anlatıyorduk.
Kazıklı Voyvoda, Hitler, Pkk, vs.
O manyakları besleyen ortam oluşmuş ve de oluşturulmuştu. Bunlar gökten inmediler.
Pkk-yı doğu cehaletiyle besledi.
Tarihte çıkan bir manyak bütün bunları nasıl yapar diye şaşırıyordum.
Bu günkü kirli ittifak tarihe ışık tutmakta, meseleyi aydınlatmaktadır.
Diğer kesimlerin buna göz yumması, çare üretmemesi zulmün boyutlarını arttırıyordu.
*Pkk paralel yapının kanatları altında beslendi, palazlandı, göz yumuldu.
En çokta emniyet ve üniversitelerde , nitekim 1960 ihtilalini yapan üniversiteler ve hukuk ayağı bugün de kendisini 1128 akademisyen, cumhurbaşkanının ifadesiyle –Aydın Müsveddesi- tarafından tahrik edilmeye çalışılmaktadır.
******************
*Evvelden kinler ve nifaklar içteydi. Tehlike ise o nisbette büyüktü.
Şimdi ise zahir oldu.
Düşmanın nereden geleceği bellidir.
-Deccalin ve süfyanın dördüncü devresi kendisini müdafaaya çalışmakta ve hukuki olarak savunmada kalarak, bir şey yapmayıp ve de yapamayıp adileşmektedir.
*İhlası kaybedenler gidiyor, dökülüyor.
İhlas finans ege banka parasının yüzde yirmisini yatırıp ihlas ve samimiyetini kaybedince battı ve de batırdı.
Paralel yapı da ihlasını kaybetti.
-Gezide tutturamayanlar, hendekte yutturmaya çalışmaktadırlar.
Belli ki ikisi de aynı merkezden yani şeytanın sağdan gelmesiyle kendisini göstermektedir.
Tıpkı cennetten çıkarılmaya sebeb olan ağaç 17-25 aralıkta bahane olarak öne sürülürken, şimdi de Hendek savaşı örnek alınmaya çalışılarak, bozuk süt ve bozuk kan mayalandırılmaya çalışılmaktadır.
****************
Bediüzzamanın bahsettiği üç mesele olan; İman-Hayat-Şeriat üçlü hakikatının üçüncü devresine girmiş bulunmaktayız.
Şeriat yani İttihad-ı İslam yani İslâm Birliği…
Bu kaçınılmaz bir hakikattır.
Mutlak surette tahakkuk edecektir. Etmek ve de edilmek mecburiyetindedir.
Ya suhuletle veya ağır bedeller ödeyerek…
Bundan dolayıdır ki, bundan önceki tüm devreler bu devreye hizmet etmektedir veya kapanmıştır.
Kimisinin miadı dolmuş, kiminin hasenat veya seyyiatıyla, iyi veya kötü niyetiyle, ihlaslı veya ihlassız amellleriyle devresi bitmiş ve kapanmıştır.
Devre çatı devresidir.
Siyasi devre olup, islamın her ne kadar yüzde birini de oluşturmuş olsa, tüm islam dünyasını ve de insanlık dünyasını alakadar etmektedir.
*Batı osmanlıyı bitirirken, diğer yandan cumhuriyetin kurulmasına doğru ifadeyle kurdurulmasına yardımcı oldu.
Neden?
Bu destek neyin hesabıdır?
Tarihten silebilirdi.
Aslında bu işi bizzat bize yaptırmak istedi.
Günahını yüklenemedi. Altında ezileceğini düşündü.
Bir yandan da diğer islâm ülkelerini de bizim elimizle yıkmada kullanmayı düşündü.
*Kominizmin temsilcisi rusya, materyalizmin temsilcisi avrupa, terörün merkezi abd, fitnenin sağ merkezi iran, sol merkezi İsrail yıkılırken, miadını tamamlayıp tarihten silinirlerken, kendileriyle beraber başkalarını da götürmeye çalışacaklardır.
MEHMET ÖZÇELİK




İNGİLTERE MASON ORTAKLIĞI

İNGİLTERE MASON ORTAKLIĞI
“Churchill bir keresinde şöyle demişti:
“İhtiyacımız olan petrolün en azından bir kısmını mülkiyetimiz ya da bir şekilde kontrolümüz altına almalıyız” .
Bu aşamadan itibaren İngiliz filosunda petrol kullanımına geçilmesi, İngiltere dışındaki büyük petrol rezervlerini kontrol altına almayı amaçlayan bir ulusal güvenlik stratejisini beraberinde getirdi. 1913 yılında dünya petrol üretiminin %2’sinden azı, İngiltere İmparatorluğu sınırları içinde gerçekleştiriliyordu.
20. yüzyılın başına gelindiğinde yabancı petrol kaynaklarının uzun vadeli denetimi, İngiltere jeopolitiğinin temel unsuru haline geldi. 1909 yılında İngiliz-Basra Petrol Şirketi adındaki bir İngiliz şirketi İran Şahı’ndan Mezopotamya yakınlarındaki bir bölgedeki petrol araması yapmak için 60 yıllık imtiyaz kopardı. Petrol ihtiyacını Ortadoğu’dan karşılama kararı, İngiltere’yi nihayetinde İngiliz İmparatorluğu’nun egemenliğini sona erdiren bir savaşın bataklığına sürükleyecekti.
…İngilizler savaşa girmeden önce petrol haritalarını hazırlamışlardı bile….
..Kızılderililerden Uzakdoğululara halklar İngiliz beyaz adamın hizmetindeydi.
…Haziran 1914’te, savaşın çıkmasından sadece birkaç gün önce İngiliz Hükümeti İngiliz-Basra Petrol Şirketi’nin (APOC) hisselerinin çoğunu el altından satın aldı ve böylece APOC’un Deutsche Bank’a ait Türkiye Petrol Şirketi’ndeki çoğunluk hissesini de ele geçirmiş oldu.
…İngiltere’nin Ağustos 1914’te savaş ilan etmesinin ardındaki temel neden, Deutsche Bank’tan Karl Helfferich tarafından şu sözlerle açıklanıyordu:
“[İngiltere’nin savaşa girmesinin temel nedeni] köklü İngiliz politikası geleneğidir. İngiltere bu politika sayesinde büyük bir güce dönüşmüştür ve yine bu politika vasıtasıyla bu niteliğini korumayı hedeflemektedir.”
*”Şöyle diyor Humeynî: “Şu açık bir şey ki; Şayet Nebi ﷺ imamet emrini Allah’ın kendisine emrettiği şeklin aynısıyla yerine getirseydi, bu konuda tüm gayretlerini sarf etseydi, İslam beldelerinde bulunan bütün bu görüş ayrılıkları, buğuzlaşmalar ve savaşlar olmayacak ve oralarda dinin usulüne ve füruuna yönelik ihtilaflar da olmayacaktı.”
Türkiye-de Humeyni taraftarlığı tamamen hissi olup, mantıki ve dini değildir.
*”Soros, “Malum yapı ile CHP’yi ben bir araya getirdim” diyen Boğaz’daki bir PATRON’un doğum gününü kutlamak için binlerce km. yol katedip İstanbul’a koştu birkaç gün önce… Ve yirmiyi aşkın gazeteci-işadamı ile özel görüşme yaptı. “Bana devrimleri ve Türkiye’deki Gezi’ye verdiğim desteği değil, sadece mültecileri sorun” dedi gazetecilere..
…Soros “Türkiye’de benim devrimci vakfa boğazdaki işadamlarından para yağıyor” diyor.
…Ve onun bağlı olduğu Hanedan, İngiliz Finans İmparatorluğunun merkezi London of City’i yönetiyor. O İngilizler Kıbrıs’tan çekilirken binlerce “İngiliz Kavak ağacı”nı adaya diktiler. O ağacın kökleri suyu çekip, yutan ve KURAKLIĞI getiren bir ağaç olarak ün salmıştı. Ada yıllarca susuzluğa gömüldü.”
*Müfid Yüksel tarafından Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’yi Masonluğu ve Bektaşiliği sebebiyle hicveden şiir.
Ne ile nâmı devleti berbâd u bednâm etdiler.
Nûr-ı subh-i milleti zulmetgeh-i şâm etdiler.
Hil’at-ı beyzâ-yı İslâmı siyehfâm etdiler.
Nakarat:
Bir Kızılbaş mülhidi Müfti-yi İslâm etdiler
Öyle bir zındika Ehl-i Sünneti râm etdiler
Eylemiş iken Hân Mahmud mülhidânı katliâm
Şimdi devlet o güruha eylemekde ihtirâm
Böyle devlet, böyle hey’et yere geçsün Vesselâm
Eyzan:
Pîşvâ-yı Râfızîdir zât-ı Sadr-ı A’zamî
Din u devlet hâdimi mânend-i İbn Alkamî
Müslümanlar herçibâdâbâdın olmuş ebkemi
Eyzan:
Ehl-i İlm u ehl-i Şer’in kalmamış hiç gayreti
Münderis olmuş kibâr-ı Müselmânın himmeti
Kimden istimdâd-ı dâd etsün Muhammed ümmeti
Eyzan:
Farmasonluk küfrü tutmuş idi cihânı bir zamân
Şimdi de erkân-ı devlet oldu hep serhüsrân
Böyle evzâ’a nasıl sabr eylesün İslâm olan
Eyzan:
Hâkim oldu ehl-i dîne mülhidîn etdi heder
Dîn-i İslâm şevketi düşdü zemîne serteser
Kalmadı (Ehl-i) İslâmda gayret Bulgarlar kadar
Eyzan:
Yâ Giyâse’l-Müsteğîsîn Yâ İlâhe’l-Alemîn
Eyler istirhâm u isti’tâf senden ehl-i dîn
Merhamet kıl, müşkil oldu hâl-ı dîn-i Müslimîn.
***********************
*Kâzım Karabekir, Cihan Harbine Neden Girdik, Nasıl Girdik, Nasıl İdare Ettik kitabında Mason Localarının Osmanlı İmparatorluğu aleyhine yürüttüğü faaliyetleri ayrıntılı bir şekilde deşifre etmektedir. Kâzım Karabekir TBMM Başkanı iken (1946) ve bahsi geçen kitaptaki Masonluk bölümü.
… Türk imparatorluğunu bu iki müessese parçaladı ve yıktı:
1) Misyonerlerin açtıkları mektepler;
2) Yahudilerin idare ettikleri mason locaları. (Kâzım Karabekir Paşa)
… Karabekir Paşa’ya göre Osmanlı İmparatorluğu’nun hızla çözülmesine yol açan süreç tam da Masonların istediği gibi işledi.
….. Avrupalılar, Şark’ta müstemlekeci siyasetini takibe başladıkları zaman masonluk çok işlerine yaradı.
Ellerine geçirdikleri memleketleri ellerinde tutabilmek ve başkalarını da işgal edebilmek için masonluk maskelerini kullanmayı pek faydalı buldular.
…… ATATÜRK’ÜN DEĞİŞMEZ İÇİŞLERİ BAKANI ŞÜKRÜ KAYA BİR MASON ÜSTADIYDI.
…. “Bir zamanlar ben de Mason olmuştum” demişti Mustafa Kemal. Peki Kemalist propagandanın maharetiyle neden ‘Mason düşmanı’ gibi gösterildi? Masonların Ankara’daki lokaline her yıl ne kadar yardımda bulunuyordu?
Nutuk’ta sarf ettiği hangi sözler Mason Akaidinin esaslarındandı?
İşte M. Kemal’in Masonluğa düşman olduğu efsanesini bitiren sarsıcı deliller!
…… Mason Locaları M. Kemal tarafından kapatılmamış, sadece o devrin siyasî şartları sebebiyle kısmen “uykuya yatmıştı”.
1948’de, “Millî Şef”in müsaade, hatta teşvikiyle tekrar ve resmen faaliyete geçti.
…. Atatürk Masondu!
Atatürk’ün Masonluğa girdiğini ve hayatı boyunca da Masonluk ideallerinden sapmadığını iddia eden Üstad Tamer Ayan’ın -Atatürk ve Masonluk adlı kitabında olduğu gibi,bir çok kitapta da dile getirilmiştir.
…… Büyük Üstâd Şekûr Okten’in Mesajı’ndan:
“Bizim için mühim olan, Atatürk’ün ‘tekris’ merasiminden geçip ‘önlük’ takmış olması değil, O’nun ruh ve fikir yapısıdır.
[…] Masonluğun bütün ana prensipleri, evvela şahsiyetinde ve sonra, bu şahsiyete uygun düşen eserlerinde mevcuttur. […] Sanki Masonluk diye bir şey dünyada olmasa idi, Atatürk, sözleri ve hareketleri ile onu kurabilecekti. […]
Biz O’nu her gün kutluyoruz, çünkü mabetlerimizde her gün tekrarladığımız sözler, O’nun ağzından çıkmış gibidir.”
.. Kemalist rejimde senelerce Millî Müdafaa Vekilliği ve TBMM Reisliği yapan Kâzım Özalp (1882-1968) (yanda) ile Mustafa Kemal’in değişmez Sabataî Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras (1883-1971) (üstte). Her ikisi de Masonlukta 33. Dereceye kadar yükselmişlerdi. İkisinin Macedonia Risorta’daki tekris kayıtları günümüze intikal ettiği halde, M. Kemal ile Kâzım Nami Duru, Fethi Okyar ve Ali Fuat Cebesoy gibi aynı locadan arkadaşlarının kayıtları kayıptır veya ifşa edilmemektedir.
… Başta Talat Paşa olmak üzere gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin öncü kadrosuna mensup birçok ihtilâlciyle beraber Mustafa Kemal’in de tekris edildiği İtalyan Macedonia Risorta Locası’nın Selanikli Yahudi Üstad-ı Muhteremi Emanuel Karasu (1860-1934). (Iacovella’nın kitabından.
Altında Fransızca “Avukat, Türk Parlamentosunda Musevî Mebus” yazmaktadır).
* Meşhur İngiliz Tarihçisi Arnold “A Study of Hıstory” (Tarihi bir çalışma) isimli kitabında Harf İnkılâbını değerlendirerek “Türkler harf inkılâbıyla kendi kaynaklarına el atmak husûsunda yabancılardan farksız oldular” demekte ve şöyle devam etmektedir:
Günümüzde Hitler, kendi düşüncesine karşı olan bütün ilmî hazîneleri kökten yok edip kaldırmanın yolunu tutmuştur. Ne var ki, matbaanın îcadı bu faaliyetleri bir nevi imkansız hâle getirmiştir.
Hitler’in çağdaşı olan Mustafa Kemal ise, hedefini gerçekleştirmek için en başarılı ve en akıllı yolu seçmiştir. Türkiye’nin başkanı, vatandaşlarının eskiden mîras aldıkları kültür ve medeniyetin havasından kafalarını kurtarıp çok kuvvetli bir şekilde batı medeniyetinin potası içinde şekil almalarını istemiştir. Böylece alfabenin değişimi, kütüphânelerin yakılması yerine geçmiştir.
Bundan sonra Türk kütüphânelerini yakmaya lüzum kalmamıştır. Çünkü harf inkılâbıyla bu hazineler örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Ancak çok yaşlı hocalar ve ihtiyarlar, onları okumak lüzûmunu hissedecektir.
MEHMET ÖZÇELİK
14-01-2016




MAİDE.110.




TARİHTEN KESİTLER

TARİHTEN KESİTLER

 

*Osmanlıda Türkçe devlet dili olmuş, Arapça enbiya ve Kuran dili olmuş, Farsça ise evliya ve şiir dili olmuştur.

* Bismarck 2. Abdulhamid hakkındaki şöyle der:

Dünyâda 100 gram akıl varsa, bunun 90 gramı Abdülhamîd Han’da, 5 gramı bende, kalan 5 gramı da diğer dünyâ siyâsîlerindedir.

*Osmanlıda hilafet 484 sene sürmüştür.

*Osmanlıda bir tane recm hadisesi olmuştur. Zina yaptığı tesbit edilen erkek gayrı Müslim, kadın müslümandır. Kadın idam edilmiş, erkeğin kafası kesilmiştir.

Kazasker Beyazi zadenin fetvasıyla…

*Fatih Sultan Mehmed o gün ünlü kanunnamesini tarihe düştü – “Nizam-ı Alem için Kardeş Katli Vaciptir” (”Ve her kimesne evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl eylemek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar.”) 

Öldürülen şehzade 50-civarındadır.

*3.Mehmet daha babası 3. Murat’ın defin işinde olunduğunda,19 erkek kardeşini öldürmüş,24-ü kız olduğundan onları sadece hapsetmekle susturmuştur.

*3.Murat’da tahta geçer geçmez 5 küçük kardeşinin idamına karar verdi.

* II. Fatih Mehmet’in tatbike koyduğu kardeş öldürme kanunu giderek, saltanat müessesesini kardeş kavgası haline getirmiştir.

Âzam-ı şer olmamak için, ehven-üş şer ihtiyar olunur.

Genel bir zararı âmmı def için, has ihtiyar olunur.

Bunlar ceza hukuku alanına uygulanmasa da ,bu konuda uygulanmıştır.

Aslında fetva bir suskunluk fetvasıdır.

Bu konuda Şeyhul İslam fetvası yok, kazasker fetvası vardır.

Bana o konuda fetva sorulsa, isterse bütün insanların hayatı da söz konusu olsa, ölümüne fetva verilemez.

Bu fetva siyasi ve idari bir fetva değil, dini ve vicdani bir fetvadır.

Bir ayet Kur’an-ı Kerim-de beş yerde geçer;

“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.”[1]

Siyasi ve idari olarak Cem Sultan gibi devleti sarsacak olayların örnekleri olmuştur.

-Padişaha oğlunun öldürülmesinden dolayı teselli eden vezirine padişah; elbette öyle söylersin, zira çocuk senin değildir, der.

Vicdanının sesini dillendirir.

 

*******************

”Benim altunla doldurduğum hazineyi bundan sonra gelenlerden her kim mangır ile doldurursa hazine anın mührüyle mühürlensin ve illâ benim mührümle mühürlenmekte devam olunsun.” Şeklindeki vasiyeti üzerine Cumhuriyetin ilanına kadar hazine kapıları bu mühürle mühürlenmiştir.(Yavuz Sultan Selim’in mührü.1512-1520)

*” Osmanlı tarihinde bir hadise :

  1. Selim bir gün iç oğlanlarına fena halde kızmış, kırk kadarının öldürülmesini emretmiş. Erkân telâşa düşmüş, fakat kimse aksini söylemeye cesaret edememiş. Nihayet Zenbilli Ali Efendiye haber vermişler. Müftü gece I. Selim’in yanına gelmiş. Aralarında şöyle bir konuşma geçmiş.

”I. Selim – Hayır ola hoca, bu vakitte ziyaretten maksadın ne ola ki?

Zenbilli Ali Efendi – Öldürülmelerine ferman buyurulan kırk kadar adamımızın affını delâlete geldim.

  1. Selim – Hoca sen artık dünya işlerine de karışır oldun. İstersen sana bir vezerat vereyim.

Zenbilli Ali Efendi. – Hayır efendimiz. Dünya işlerine karışmaya değil, ahiretinizi kurtarmaya geldim.”

Cevabında bulunmuş. Uzun bir muhavereden sonra Selim emri geri almış ve kırk kişi ölümden kurtulmuş.

Şu konuşma Osmanlı saltanatında dünya ile din işlerinin hem de birinci halife olduğu söylenen Selim zamanında bile ayrı ayrı şeyler telâkki edildiğini göstermez mi? [2]

*******************

” Ali Seydi rahmetli merak etmiş, Devleti Osmaniye tarihinde, bir istatistik çıkarmış, buna göre 200 kadar sadrazamdan yüzde 10’u Türk olup, üst tarafı yabancı milletlerdendir.”[3]

 

*Ömer bin Abdulaziz Emevi halifelerindendir. Emevilerin seyyiatının hasenatındandır.

*24 milyon m2 osmanlının alanı; 5,5 avrupa,36 türkiye demektir.

*Osmanlı nerede ne kadar kaldı:


Türkiye
Bulgaristan (545 yıl)
Yunanistan (363 yıl)
Sırbistan (539 yıl)
Karadağ (539 yıl)
Bosna-Hersek (539 yıl)
Hırvatistan (539 yıl)
Makedonya (539 yıl)
Slovenya (250 yıl)
Romanya (490 yıl)
Slovakya (20 yıl) Osmanlı adı: Uyvar
Macaristan (160 yıl)
Moldova (490 yıl)
Ukrayna (308 yıl)
Azerbaycan (25 yıl)
Gürcistan (400 yıl)
Ermenistan (20 yıl)
Güney Kıbrıs (293 yıl)
Kuzey Kıbrıs (293 yıl)
Rusya’nın güney toprakları (291 yıl)
Polonya (25 yıl) – himaye – Osmanlı adı: Lehistan
İtalya’nın güneydoğu kıyıları Otranto ve çevresi (20 yıl)
Arnavutluk (435 yıl)
Belarus (25 yıl) – himaye
Litvanya (25 yıl) – himaye
Letonya (25 yıl) – himaye
Kosova (539 yıl)
Voyvodina (166 yıl) Osmanlı adı: Banat
Irak (402 yıl)
Suriye (402 yıl)
İsrail (402 yıl)
Filistin (402 yıl)
Ürdün (402 yıl)
Suudi Arabistan (399 yıl)
Yemen (401 yıl)
Umman (400 yıl)
Birleşik Arap Emirlikleri (400 yıl)
Katar (400 yıl)
Bahreyn (400 yıl)
Kuveyt (381 yıl)
İran’ın batı toprakları (30 yıl)
Lübnan (402 yıl)
Mısır (459 yıl)
Libya (394 yıl) Osmanlı adı: Trablusgarp
Tunus (308 yıl)
Cezayir (313 yıl)
Sudan (397 yıl) Osmanlı adı: Nübye
Eritre (350 yıl) Osmanlı adı: Habeş
Cibuti (350 yıl)
Somali (350 yıl) Osmanlı adı: Zeyla
Kenya sahilleri (350 yıl)
Tanzanya sahilleri (250 yıl)
Çad’ın kuzey bölgeleri (313 yıl) Osmanlı adı: Reşade
Nijer’in bir kısmı (300 yıl) Osmanlı adı: Kavar
Mozambik’in kuzey toprakları (150 yıl)
Fas (250 yıl) – himaye
Batı Sahra (250 yıl) – himaye –
Moritanya (250 yıl) – himaye –
Mali (300 yıl) Osmanlı adı: Gat kazası
Senegal (300 yıl)
Gambiya (300 yıl)
Gine (300 yıl)
Etiyopya’nın bir kısmı (350 yıl)


 

 

*Fatihin oğlu Beyazıdı veli. İstanbulun 2.mimarı.Yangından sonra İstanbul-u yeniden imar etmiştir.

Alim,şair ve hattattır.

Kendisi üç cami yaptırdım, Üçü de elimden gitti.

Laleli babayı ziyaretinde dua istiyor, oda çıkışın kolay olsun sözünü hafife alıyor ve gerçekten de sabahı zor ediyor.

Tekrar gidip özür diliyor ve bu durum karşısında saltanatı bile vereceğini söylüyor.

Laleli baba da;bir tuvalete deymeyen saltanatı ben ne yapayım diyerek, adına bir cami yaptırmasını söylüyor. Laleli camii.

-Fatih camiini yeniden yaptırıyor.

-3.cüsü, validesi Mihrişah Valide Sultan adına.

-“İstanbul’da 3 cami ve 3. Mustafa

1757 yılında başlayan ve toplam 16 yıl süren bir padişahlık macerası vardır 3. Mustafa’nın. Padişahlığı döneminde de üç büyük cami yaptırır. Ama İstanbul’da onun adıyla anılan bir cami yoktur. Anlatılanlara bakılırsa bu durum 3. Mustafa’nın canını çok sıkmış.

Yıl 1766.
İstanbul?da büyük bir deprem olur. Fatih Camii neredeyse tamamen yıkılır. 3. Mustafa?da yıkılan Fatih Camii?yi komple yeniden yaptırır. Ama camiye adını veremez, çünkü camiyi ecdadı Fatih Sultan Mehmet yaptırmıştır. Haliyle cami, ecdadın adıyla Fatih adıyla kalır.

Yıl 1761.
3. Mustafa Üsküdar?ın Kız Kulesi?ne bakan yamacına, boğazdan bakınca görülebilen  heybetli bir camii yaptırır. Ama camiye adını veremez. Çünkü camiyi, 
validesi Mihrişah Valide Sultan?ın ruhunu şad etmek için yaptırmıştır.

Ve yıl 1764.
3. Mustafa bugün
Laleli diye bilinen bölgeye, iki minareli zarif bir cami yaptırır. Esas adını vermek istediği camide bu camidir zaten. Çünkü bu  cami türbesi, medresesi, hanı ve çeşmesiyle büyük bir komplekstir. Ama halk buna rağmen camiye  yine 3. Mustafa Camii demez.

Çünkü, caminin tam karşısında, konuyla tamamıyle ilgisiz bir adam yaşamaktadır.

Bu adam ayakkabı tamirciliği yapar.
Bu adam yakasında her zaman bir lale taşır.
Bu adam günün her vakti lale desenli bir cübbeyle dolaşır.
Bu adam bir deli derviş bir meczuptur.

Bu adam tam karşısındaki camiye, bir kere bile girmeyen, bu yüzden ?dinsiz?  damgası bile yiyen, ama ne hikmetse halkın bir keramet bulduğu, Laleli Baba’dan başkası değildir.

İşte 3. Mustafa bu seferde, yaptırdığı camiye bir kere bile girmeyen bir meczuba kaptırmıştır camisinin adını.
Haliyle bu duruma veryansın etmiş 3. Mustafa, demiş ki:
-Camilerden birini ecdada, birini  valideye birini de bir  meczuba kaptırdım?.”

*******************

 

Tanzimat devrine gelinceye kadar Osmanlı Devleti’ndeki Mahkemeler:

1.Seriat Mahkemeleri:

Bu mahkemeler, müslüman tebaa arasındaki medenî anlaşmazlıklardan başka

müslüman tebaa ile hristiyan tebaa arasındaki anlaşmazlıklar çözmek ve din farkı

gözetmeksizin cinayet davalarını görmekle ödevli idi.

  1. Cemaat Mahkemeleri: Hristiyan tebaanın bağlı bulunduğu cemaatin

mahkemesidir. Aynı cemaate bağlı kişilerin medenî davaları, patrikleri veya

hahamları önünde görülürdü. Ayrı cemaate bağlı kişiler arasında çıkan davalar ise,

ilgili başkanları tarafından hâkimlik yolu ile çözülmediği takdirde, Şeriat

mahkemeleri önünde görülürdü.

  1. Kapitülasyonlardan Faydalanan Devletlerin Mahkemeleri.

Osmanlı Devleti’nde ticaret maksadiyle veyahut siyasi vazifeler görmek için

gelmiş olan yabancıların aralarındaki anlaşmazlıklar, kapitülasyonların tanımış olduğu imtiyazlara göre elçiliklerde görülürdü. [4]

 

Tanzimattan sonraki Mahkemeler:

a-Nizamiye-Sivil Mahkemeler

b-Ticaret Mahkemeleri

c-Ser`iyye Mahkemeleri

d-Kilise Mahkemeleri

e-Kançılar Mahkemeleri

 

*Osmanlı Ölçüleri

Merhale…………………………..= 45480 m
1 Fersah ……………………………= 5685 m
1 Eski Mil …………………………..= 1895 m
1 Berid ………………………………= 227 m
1 Kulaç ………………………………= 1,89 m
1 Zirai Mimari (24 parmak)…= 75,35 cm
1 Arşın ……………………………….= 8 Urup 68 cm
1 Endaze …………………………….= 65 cm
1 Urup ………………………………..= 8,5 cm
1 Hat…………………………………..= 0,268 cm

*******************

1533 yılında Rusya’da hakimiyete gelmiş IV. İvan kendi yerinde gözü olduğu gerekçesiyle kendi öz oğlunu öldürmüştür.

*:: Fransa Kralı XIV. Ludvig zamanında yapılan Versay sarayında tuvalet yoktu.

:: Dünyada 5000 dil var, 854 Hindistan’da.

:: Günde 40.000 kişi açlıktan ölüyor.

:: Gelişmiş ülkelerdeki çöplerdeki yiyecekler bütün açlıktan ölenlerin 15 katını besleyebilir.

 

*”Tarihten Türk çıkarılırsa ortada tarih kalmaz.”  Prof. Fritz Neumark
Avrupalılar Türkleri Neden Sevmez?


Bir kısım öğrencisiyle Boğaziçi’nde geziye çıkan İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Alman asıllı Prof. Fritz Neumark öğrencilerinden birinin “ Avrupalılar bizi neden sevmez, Hocam?” Sualine şu cevabı verir;

– Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı, Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hristiyanlar’ın hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince;

1- Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama, ola ki laik olmak şöyle dursun, Hristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder.

2- Sizler farkında değilsiniz ama, onlar şu gerçeğin farkındadırlar; Tarihten Türk çıkarılırsa ortada tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.

3- Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı Pazar yapmaya başladınız.

4- En az 400 yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.

5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Orta Avrupa ve Balkanları Haçlı Ordularına mezar ettiler.

6- Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar. Önce giyiminizden hayat tarzınıza kadar; ahlaki değerlerinizi yıpratmaya başladılar, sonra da kendi içinizde sizi bölmeye başladılar.

7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydi, İslamiyet bu gün belki sadece Hicaz’da varlığını devam ettirebilirdi. Kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da İngiliz Dominyon Bakanlığının adamlarıdır. Batı, her yerde İslamiyet’i sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet’i devam ettirdi.

8- İfade ettiğim sebeplerden kilise size kin kusmaktadır.

9- Ben Türkiye’ye geldiğimde iki üniversiteniz vardı. Şimdi (o zaman) 19 üniversite var. Osmanlı zamanında ise her yerde bir medrese vardı. Tarihinize bakın! Her medresede ilim tedrisatı vardı. İlk denizaltıyı Osmanlı’nın yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuz belki de ama Avrupa bunu biliyor.

10- Sizler, gerçek hüviyetinize, kimliğinize döndüğünüz zaman Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Ama bu şartlar da çok zor… ( Türklere Karşı Haçlı Seferleri)

[Ord. Prof. Fritz Neumark (1900-1991), Hitler’den kaçarak 1933’te Türkiye’ye gelir. İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk fakültelerinde dersler vermiştir.
20 Temmuz 1936’da kurulan ve 1937 yılı yaz sömestresinde faaliyete geçen İktisat Fakültesi’nde (Umumi İktisat ve Maliye Teorisi Kürsüsü) başkanlığı da yapmıştır. 1952’de döndükten sonra Frankfurt Üniversitesi’nde rektörlük yapmıştır.]

 

MEHMET ÖZÇELİK

 

 

[1] En’âm, 6/164, İsra.15, Fâtır Suresi, 35/18, Zümer.7, Necm.38.

[2] Atatürk ihtilali-3-M.Reşat Bozkurt.

[3] Atatürk ihtilali-3-M.Reşat Bozkurt-53.

[4] Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, V, s.174.




DOĞU VE KÜRTLER

DOĞU VE KÜRTLER

-Türkiye-nin hassas karnı Alevilik ve milliyetçilik yani Türk-Kürt ırkçılığı yani Kürtçülüğü tetikleyen faktörler ki; tam bir seretan hastalığı..kanserdir..

-Kürtler başta Rusyanın ve onlarla bağlantılı olan solun kıskacı altındadır.[1]

-Doğu vilayeti sürekli bir şekilde hariçten kaşınmış ve kanatılmıştır.

Problem halktan değil, çok az bir azınlıktan kaynaklanmıştır.

O da bu milletin kanını taşımayan insanlar tarafından…

Bu karışıklıkların altında bir çok hesapların ve heveslerin bulunduğu ermenilerdir.

Ancak bütün bunların Ermenilerin yapması ve de üstesinden gelmesi mümkün olmadığından; başta Rusya, İran, İsrail ve de Avrupa ülkeleri tarafından desteklenmiş ve planlanmıştır.

İşte o ayaklanma veya daha doğru ifadeyle ayaklandırmalar;

*CUMHURİYET DÖNEMİ AYAKLANMALARI:

 Nasturi isyanı (1924- Hakkari)Jilyan isyanı (1926- Siirt)Şeyh Sait isyanı (1925- Bingöl-Muş-Diyarbakır)Seit Taha ve Seit Abdullah isyanı (1925-Şemdinli)Reşkotan ve Reman isyanı (1925- Diyarbakır)Eruh’lu Yakup Ağa ve oğulları (1926-Pervani)Güyan isyanı (1926-Siirt)Haco isyanı (1926- Nusaybin)I. Ağrı isyanı (1926)Koçuşağı isyanı (1926- Silvan)Hakkari- Beytüşşebab isyanı (1926)Mutki isyanı (1927- Bitlis)II. Ağrı isyanı Biçar harekatı (1927- Silvan)Zilanlı Resul Ağa isyanı (1929- Eruh)Zeylan isyanı (1930- Van)Tutaklı Ali Can isyanı (1930- Tutak-Bulanık-Hınıs)Oramar isyanı (1930- Van)III. Ağrı harekatı (1930)Buban aşireti isyanı (1934- Bitlis)Abdurrahman isyanı (1935-Siirt)Abdulkuddüs isyanı (1935-Siirt)Sason isyanı (1935-Siirt)Dersim isyanı (1937-Tunceli)PKK terörü (1984-1999)

 MARKSİST VE LENİNİST ÖRGÜTLER:

 –       Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO)

–       Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri (DDKD)

–       Devrimci Halk Kültür Dernekleri (DHKD)

–       Anti Sömürgeci Demokratik Kültür Derneği (ASDK-DER)

BÖLÜCÜ ÖRGÜTLER :

 –       TürkiyeKürdistan Demokratik Partisi (TKDP)

–       Kürdistan Öncü İşçi Partisi (KÖİP-PPKK)

–       Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi ( TKSP)

–       Rizgari Örgütü

–       Ala Rizgari Örgütü

–       Kawa Örgütü

–       Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları Örgütü (KUK)

–       Kürdistan SosyalistHarekatı (TSK)

–       Kürdistan Sosyalist Birliği(Yekitiya Sosyalista Kürdistan – YSK)

–       Tekoşin örgütü

–       Kürdistan Kurtuluş Harekatı (TEVGER)

–       Kürdistan İşçi Partisi (Partiye Karkaren (işçi) Kürdistan /PKK)

SURİYE:

 –       Kürt Sosyalist Partisi

–       Suriye Kominist Partisi [2]

* Kürtleri ve dolayısıyla doğudan çıkmış olan Bediüzzaman Hazretleri asrını olduğu gibi doğuyu da çok iyi analiz etmiş, tesbit ve teşhiste bulunarak, bunların tedavi ve çözüm yollarını ortaya koymuştur.

İşte o tesbit ve tedavi yöntemlerinden iktibaslar:

“Altı yüz seneden beri bayrak-ı tevhidi umum âleme karşı i’la eden ve istibdata şiddet-i itaat ve terk-i adat-ı milliye ile ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim. Ona bedel onların akıl ve marifetinden istifade edeceğiz ve asaletimizi göstereceğiz.”

*“Elhasıl: İttifakta kuvvet var. İttihadda hayat var. Uhuvvette saadet var. İtaat-ı hükümette selamet var.”[3]

*”Bu saltanatı şahsiyeyi muhafaza, teşebbüs-ü şahsi ile ellerinizden geldiği kadar bu ittihad-ı millete ve meşrutiyete her cihetle hizmet ettiniz!.. Zira bizim belki umum milleti İslamın ve mutlak Osmanlıların necat ve hayatı bu ittihad-ı milletle kaimdir.”

*” ´Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz bir iyi insan oluruz. Hodserane yapmayacağız. Bu azmimizle başka unsurlara ders-i ibret vereceğiz. İyi evlad böyle olur. Hem de istibdat zamanında bir batman itaat etmiş isek, şimdi bin batman itaat ve ittihad farzdır.´

*”´İstanbul’da Kürdlere Edilen Telkinat´ başlıklı makalede Said Nursi kürtlere sesleniyor ve keskin bir şekilde türklerle ittifak etmelerini, hatta hükümete itaat etmelerini söylüyor, hayır adeta emrediyor.

Bu makalede öncelikle Said Nursi üç cevherden bahsediyor: 1. İslamiyet 2. İnsaniyet 3. Millet. Bu üç cevherin şeriat, namus, gayret lisanlarıyla muhafaza edilmesi gerektiğini beyan ediyor.

Ardından kürtleri mahveden üç düşmandan bahsediyor: 1. Fakr 2. Cahillik 3. Keşmekeşlik. Bu üç düşman nedeniyle kürt milletinin zarar gördüğünü yazıyor.

Peki bu üç cevheri muhafaza etmek ve bu üç düşmanı mahvetmek için ne gerekli? Bunun için de Said Nursi çözüm sunuyor. Çözüme dikkat: 1. İttihad-ı Milli 2. Sa´y-ı İnsani 3. Muhabbet-i Milli.”[4]

*“Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifaksilâhıyla cihad edeceğiz.” [5]

*“Şu cihan-ı medeniyette ve şu asr-ı terakki ve müsabakatta sair ihvan gibi yekâheng-i terakki olmak için, himmet-i hükümetle Kürdistanın ka­saba ve kurasında mekatib te’sis ve inşa’ buyrulmuş olduğu ayn-ı şük­ranla meşhûd ise de, bundan yalnız lisan-ı Türkiye âşina etfal istifade ediyor. Lisana âşina olmayan evlâd-ı Ekrad yalnız medaris-i ilmiyeyi mâden-i kemâlat bilmeleri ve mekatib muallimlerinin lisan-ı mahalliye adem-i vukufiyetleri cihetiyle maariften mahrum kalmaktadır. Bu ise; vahşeti, keşmekeşi… dolayısıyla garbın şematetini davet ediyor. Hem de ahalinin vahşet ve taklid, hâl-i ibtidaisinde kalmaları cihetiyle evham ve şükûkun te’siratına hedef oluyor.  

Eskiden beri her bir vecihle Ekradın madûnunda bulunanlar, bu gün onların hâl-ı tevakkufta kalmalarından isti­fade ediliyor. Bu ise ehl-i hamiyyeti düşündürüyor. Ve bu üç nokta Kürdler için müstakbelde bir darbe-i müthişe hazırlıyor gibi ehl-i bâsîreti dağidar etmiştir.  

Bunun Çaresi: Numune-i imtisal ve sebeb-i teşvik ve terğib olmak için, Kürdistanın nukat-ı muhtelifesinden;

Biri: Ertûşî aşâiri merkezi olan Beytüşşebab cihetinde…  

Diğeri: Motkân, Belkân, Sason vasatında…

Biri de: Sipkân ve Hayderan vasatında olan nefs-i Van’da:

Medrese nâm-ı me’lûfîyle ulûm-u dîniye ve fünûn-u lâzîme ile bera­ber, –hiç ol­mazsa, ellişer talebe bulunmak ve oraca medar-ı maişetleri hükûmet-i senîyece tesvîd edilmek üzereüç dâr-üt talim te’sis edilme­lidir.

Bazı medarisin dahi ihyası maddî ve mânevî Kürdistanın hayat-ı istikbâliyesini te’min eden esbâb-ı mühimmesindendir. Bununla maarifin temeli teessüs eder. Ve bu mebde-i teesüsten ittihad takarrur edecek, ih­tilâf-ı dâhilîden dolayı mahvolan kuvve-i cesimeyi hükûmetin eline vermekle, harice sarf ettirmek için hakkıyla müstehakk-ı adâlet ve kâbil-i medeniyet oldukları gibi… Cevher-i fıtriyelerini göstereceklerdir. “[6]

*“Ben Kürdistanda Kürdlerin hal-i perişanını görüyordum. Anladım ki: Dünyevî saadetimiz, bir cihetle fünun-u cedîde-i medeniye ile olacak O fünûnun da gayr-ı müteaffin bir mecrası ulema ve bir menbaı da medreseler olmak lâzımdır. Tâ, ulema-i din, fünûn ile ünsiyet peyda etsin.

Zira, o vilâyâtta, yarı bedevî vatandaşların zimam-ı ihtiyarı, ulema elindedir. Ve o sâik ile Der-Saadete geldim.Saadet tevehhümüyle?! O vakitte şimdi münkasım olmuş ve şiddetlenmiş olan istibdadlar, umumen Sultan-ı Mahlu’a isnad edildiği halde; onun Zabtiye Nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan denilen rüşvet ve hakk-ı sükûtu kabul etmedim, reddettim. Milletimin namını lekedâr etmedim. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk et­medim. O şefkatli sultana boyun eğmedim… “[7]

*“Meşrutiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz emir, hakikî adalet ve meşve­ret-i şer’iyeden ibarettir. Hüsn-ü telakki ediniz. Muhafazasına çalışınız!.. Zîrâ, dünyevî saadetimiz meşrutiyettedir. İstibdaddan herkesten zi­yade biz zarardîdeyiz.”

Her yerden bu telgrafların cevabı, suret-i hasenede geldi. Demek Kürdleri tenbih ettim, gafil bırakmadım. Tâ ki yeni bir istibdad onların gafletinden istifade etmesin…”[8]

-“… İstanbul’da yirmi bine yakın Kürdler, -hamal ve gafil ve safdil olduklarından- müstebidlerin onları iğfal ile Kürd kav­mini lekedar etmelerinden korktum. Kürdlerin umum yerlerini ve kahvele­rini gezdim; Geçen sene anlayacakları bir tarikle meşrutiyeti on­lara tel­kin ettim. Şu mealde: “İstibdad, zulüm ve tahakkümdür. Meşruti­yet, ada­let ve şeriattır. Padişah ne vakit Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygam­bere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar.” [9]

*“… Sultan Selim’e biat etmişim, onun ittihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira o, vilâyat-ı şarkiyeyi ikaz etti, onlar da ona biat ettiler. Şimdiki Şarklılar, o zamandaki Şarklılardır. Bu meselede seleflerim; Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allâmelerden Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abdüh, müfrit âlimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve İttihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selimdir ki demiş:

 İhtilâf ü tefrika endişesi,

 Kûşe-i kabrimde hattâ bikarar eyler beni;

 İttihadken savlet-i a’dayı def’e çaremiz,

 İttihad etmezse millet, dağıdar eyler beni…”[10]

*“Şu eserlerden herbirisi Kürd olduğu gibi; aynı halde Türk, aynı vakitte Arabdır. Güya herbir eser Arab abâsını iktisa’ ve Türk pantolonu giymiş kü­lâhlı bir Kürddür…” [11]

*“Ben Kürdçe düşünürüm, Türkçe ve Arabça yazıyorum.[12]

*“Size cemi-i kuvvetimle yalnız Kürdistana değil, belki âleme işittirecek tarzda bağırarak müjde veriyorum ki; umum İslâmın, lâsiyyemâ, Osmanlıların, bâhusus Ekradın saadetinin fecr-i sâdıkının geldiğini hatta Bâşid başında görüyorum.” [13]

*”Ermeniler’in maksadı Kürdleri aldatmaktan başka bir şey olamaz. Çünkü ileride Kürdlerin kemiyyeten hal-i ekseri­yette bulunduklarını inkar edemeseler bile, keyfiyyeten, yani ilmen, irfanen kendilerinden dûn oldukları bahanesiyle,Kürdleri bir millet-i ta­bie haline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise, aklı başında olan hiçbir Kürd taraftar değillerdir. Zaten Kürdler bu beyannameye yalnız sözle değil, bilfiil muhalif oldukları isbat ediyorlar.

Kürdlük davası pek mânâsız bir iddiadır..  Çünkü herşeyden evvel Müslümandırlar.. Hem de salabet-i diniyeyi taassub derecesine isal eden hakiki müslümanlardan… Binaenaleyh, Ermenilerle aynı ırktan bulunup bu­lunmadıkları meselesi, onları bir dakika bile işgal etmez.

-“Kürdlerin asıl ve nesepleri ne olursa ol­sun, İslâmdan iftiraka vicdan-ı millîleri asla müsaid değildir. Bununla beraber, Kürdlerin Arap kavm-i necibi ile ırken alâkadar bulunduğu hakâik-i tarihiyedendir.

Kürdleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler esasat-ı İslâmiyeye muhalif hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir iki kulüpte toplanan beş on ki­şiden ibaret!.. Hakiki Kürdler kimseyi kendilerine vekil-i müdafaa olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili ve Kürdlük namına söz söyleyecek an­cak Meclis-i Mebusan-ı Osmaniyedeki mebuslar olabilir.

Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor… Kürdler, ecnebî hi­mayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense, ölümü tercih ediyorlar. Eğer Kürdlerin serbestii inkişafını düşünmek lazım gelirse; bunu Boğus Nubar ile Şerif Paşa değil, Devlet-i âliye düşünür. Hülâsa: Kürdler bu hususta kimsenin tevassut ve müdahalesine muhtaç değildirler. Seyyid Abdülkadir Efendinin beyanat-ı ma’lumesine gelince: bu hususta şimdi­lik bir şey söyleyemem. Bununla beraber bu beyanatın tahrif edilip edil­mediğini bilemiyorum.”[14]

-“Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garbda gelmesi Kader-i Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir; akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz.. fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa sa’yiniz ya hebaen-mensurâ gider veya sathî kalır.

….Âlem-i küfür; bütün vesaitiyle ve medeniyetiyle, felsefesiyle, fünuniyle, misyonerleriyle; Âlem-i İslâma hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettikleri halde; Âlem-i İslâma dinen galebe edemedi. Ve dahilî bütün firak-ı dâlle-i İslâmiye, birer kemmiyye-i kalile-i muzırra suretinde mahkûm kaldığı ve İslâmiyet, metanetini ve salâbetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâubaliyane, Avrupa medeniyet-i habisesinden süzülen bir cereyan-ı bid’akârâne sinesinde yer tutamaz. Demek Âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılâbvari bir iş görmek; İslâmiyetin desatirine inkıyad ile olabilir; başka olamaz, hem olmamış, olmuş ise çabuk ölüp sönmüş.

*“Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında “Kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve birinci harb-i umumîde yine ırkçılığın istimali ile mübarek kardeş Arabların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-ı umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek, ırkçılığın seciye-i fıtrîsi olduğu halde; evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında müslüman olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tefrik değil. Türk, Müslüman demektir.Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. Türk gibi Arablarda da Arablık ve Arab milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir.Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.”

*“….Câmiü’l-Ezher Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir Darülfünun, bir İslâm Üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslam kavimlerini, mesela: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsad etmesin.

-“bu asil ve mâsum Türk milleti aleyhine bir milli­yetçilik tarafgirliği meydana gelecek. O vakit ha­kikî Türkleri, Ecnebîler boyunduruğu altına gir­meye mecbur edecek. Veya Türkleşmiş sair un­surdan olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve un­surculuk damarıyla bir Ecnebîye istinad ile ma­sum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar.”[15]

*“1920´de Ermeni Heyet Başkanı Bogos Nubar Pasa ve Kürtlerin temsilcisi Şerif Paşa bağımsız bir Kürdistan için imza attıklarında, Said Nursi gazetelerde haykırmıştı: ´Henüz 500.000 şehidin kanı kurumadan yapılan anlaşmayı protesto ediyoruz. Kürtler, İslamiyet’in zararına olacak bir ayrılık peşine düşmeyecekler, antlaşmayı imzalayanları tanımayacaklardır.’

“Fikr-i milliyet, şu asırda çok ileri gitmiş.Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfî bir surette uyandırıyorlar; tâ ki, parçalayıp onları yutsunlar.

Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var; gafletkârane bir lezzet var; şeametli bir kuvvet var. Onun için şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara, “Fikr-i milliyeti bırakınız!” denilmez. Fakat fikr-i milliyet iki kısımdır. Bir kısmı menfîdir, şeametlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebebdir.” [16]

*“Eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyet-perverliğe, Avrupa’nın bir nevi firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm içine atmış; ta tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür.”[17]

*-“Ben Felillahilhamd müslümanım. Her zamanda, kudsî milletimin üçyüz elli milyon efradı vardır. Böyle ebedî bir uhuvveti tesis eden ve dualarıyla bana yardım eden ve içinde Kürdlerin ekseriyet-i mutlakası bulunan üçyüz elli milyon kardeşi, unsuriyet ve menfî milliyet fikrine feda etmek ve o mübarek hadsiz kardeşlere bedel, Kürd namını taşıyan ve Kürd unsurundan addedilen mahdud birkaç dinsiz veya mezhebsiz bir mesleğe girenleri kazanmaktan yüzbin defa istiaze ediyorum!..”[18]

*“Ben Van’da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: “Türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?” dedim.

Dedi: “Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar.”

Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülâmel ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: “Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum.”

Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur. “[19]

MEHMET ÖZÇELİK

 

 

 

[1] http://www.tesbitler.com/2015/01/01/kurtler-solun-kiskacinda/

 

[2] http://www.hurriyet.com.tr/bugune-kadar-kac-kurt-isyani-oldu-7957402  

http://kicgine.blogcu.com/turkiye-de-kurt-isyanlari/1125921

http://www.akintarih.com/turktarihi/cumhuriyetdonemi/isyanlar.htm

http://www.sabah.com.tr/fotohaber/gundem/osmanlidan_bugune_isyanlar_597071031250/20360

https://www.google.com.tr/search?q=do%C4%9Fu+isyanlar%C4%B1&ie=utf-8&oe=utf-8&gws_rd=cr&ei=EZCLVv6UHMH2sAHjtKEw

[3] Asar-ı Bediyye, s.461.

[4] https://misawatruth.wordpress.com/2011/11/11/11-11-2011-bediuzzamanin-kurtlere-turklerle-ittifak-edin-cagrisi/

[5] Divan-ı Harb-i Örfi 15.

[6] Molla Said-i Meşhur- Asar-ı Bediyye 464.

[7] Asar-ı Bediiyye 414

[8] Asar-ı Bediiyye 407.

[9] Asar-ı Bediiyye 408.

[10] Tarihçe-i Hayat 67.

[11] Asar-ı Bediiyye 289.

[12] Asar-ı Bediiyye 290.

[13] Asar-ı Bediiyye.

[14] Asar-ı Bediiyye 520.

[15] http://www.nurasadakat.com/237/bediuzzaman-ve-kurd-meselesi.html

Bak. http://documents.tips/documents/58416543-0-asar-i-bediiyye.html

[16] Mektubat 323.

[17] Mektubat 63.

[18] Mektubat 419.

[19] Emirdağ Lahikası/Emirdağ Lahikası – II/120.




MÂİDE-106-




GÜÇ VE DEVLET PEŞİNDE KOŞANLAR

GÜÇ VE DEVLET PEŞİNDE KOŞANLAR

İnsanlık tarihi boyunca kısa ömründe ebedi yaşayacak gibi düşünen insan oğlu, bu hakimiyetini sürdürmek için, devlete yani başa hakim olmak istemiştir.
Bu durum islâm dünyasında Hz.Ali ve Muaviye döneminde başlayıp, zamanımıza kadar sürmektedir.
Bütün entrikalar da bunun üzerine bina edilmektedir.
Öyle ki, gayrı meşru yollar bile meşru görülür olmuştur.
*Mısırda Seyyid Kutup Kral Faruka karşı nasıl ki Abdunnasırla mevcut devleti yıkmaya yönelik bir ortaklık yaptıysa, ondan daha beter ve dehşetli olarak Gülen Erdoğan-ı yıkma uğruna dış mihraklarla beraber, Chp- Hdp- Pkk ile ortaklık yaptı.
Bir farkla ki; Kral Faruk despot idi, Erdoğan ise milletin gönlünde yer etmiş ve desteklenmişti.
Aslında Gülen kendi kendine darbe yaptığının ya farkında değildi veya- yine de şüphelerim var-, o da bunu kasıtlı yaptı.
Milyonları uçuruma yitme uğruna…
-Avrupalılar şimdiye kadar içimizden kendilerine taraftar seçip darbe yaparken, bu gün islam dünyasını birbirine darbe yapmak üzere kırdırmaya çalışılıyor.
**********************
Şah İsmail-in yavuz döneminde Anadolu alevilerini toplayıp tahrik ettiği gibi, bu gün İran islâm ülkelerini aynı yola sevkediyor.
-Kirli bir ittifak var Türkiye de. Saflar tam net olmamakla beraber, gerçek manada niyetler belirginleşiyor.
*2013 – 17-25 – Aralık darbe girişiminden altı ay önce Cıa ve Almanya gibi istihbarat örgütleri Türkiye-de olacak Erdoğan ve Gülen çarpışmasından kimin galib geleceği araştırmasında;
-Siyasetin ve dolayısıyla Erdoğan-ın galib geleceği sonucuna ulaştıkları halde cevapları her zamanki gibi şöyle olmuştur;
-Bizler galib gelenin tarafındayız…
-Gülen egosunu tatmin uğruna memleketini ve dava arkadaşlarını!? yaktı.
**********************
Türkiye-deki solcular rusya ile olan ittifaklarını gösterirken, diğer yandan da iran ile suçladıkları Müslümanlara rağmen, bu gün onlarla ortak olduklarını gösterdiler.
*Bir ermeni terör örgütü olan pkk, sonuca varamasa da- ki bunu kendisi de bilmektedir- en azından memleketin ilerlemesini durdurmuş, başka türlü öldüremeyeceği kürt halkını da bu bahane ile ölüme göndermiş olacaktı.
*Bediüzzaman bir hatırasında;
”Bundan on sene evvel Tiflis’e gittim. Şeyh Sanan tepesine çıktım, dikkatle temaşa ediyordum. Bir Rus yanıma geldi. Dedi: “Niye böyle dikkat ediyorsun?*
Dedim: “Medresemin plânını yapıyorum.”
Dedi:”Nerelisin?”
“Bitlisliyim” dedim.
Dedi: “Bu Tiflis’tir.”
Dedim: “Bitlis, Tiflis, birbirinin kardeşidir.”
Dedi: “Ne demek?”
Dedim: “Asya’da, âlem-i İslâmda üç nur, birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım.”
Dedi: “Heyhat! Şaşarım senin ümidine.”
Dedim: “Ben de şaşarım senin aklına. Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”
Dedi: “İslâm parça parça olmuş.”
Dedim:”Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor. İlâ âhir…
“Yahu, şu asılzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle, kader-i Ezelînin nazarında, feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir.”
**********************
Ab ve Abd kendi vatandaşlarını İslâmiyetle korkutarak, Hristiyanlığı ayakta tutmaya çalışıyor.
Korku devleti üzerine vatandaşlarını korumaya çalışan Avrupa kültürü.
İnsanların düşüncelerine ambargo koyma politikası.
*İsrail ve Rusya çizik yedi. Sırada Abd var.
*Zerratı günahkârlardan mürekkeb bir hükûmet, tamamıyla masum olamaz. Demek nokta-i nazar, hükûmetin hasenatı seyyiatına tereccuhudur. Yoksa seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara, anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, âdeta mümkün hükûmetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meyl-üt tahrib ile o sureti bozmağa çalışacak. {*: Ki, komünist ve anarşist manasıyla Kemalizm ve inkılab softaları ve dönmeleri görmüş gibi haber veriyor.} Şu halde böylelerin fena zannettikleri Jön Türkler nazarlarında dahi, mel’un, anarşist ve iğtişaşcı fırkasından addolunurlar. Meslekleri ihtilal ve fesaddır.”
– Bizler müftü seçmiyoruz, halife seçmiyoruz.
*Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimâiye-i beşeriyeye nâfi san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Avrupa… [Diğeri;] felsefe-i tabiîyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını mehâsin zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa…”
*”Hammalların, Avusturya’ya karşı (benim gibi bütün Avrupa’ya karşı) (1) boykotları ve en müşevveş ve heyecanlı zamanlarda âkılâne hareketlerinde bu nasihatın te’siri olmuştur. Pâdişâha karşı irtibatlarını tâdil etmeye ve boykotajlarla Avrupa’ya karşı harb-i iktisadî açmaya sebebiyet verdiğimden demek cinâyet ettim ki bu belâya düştüm!
(1): Bediüzzamana zurefâdan biri, bir gün, irfaniyle mütenasip bir esvap giymesi lüzumundan bahseder. Müşarünileyh de: “Siz, Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz, hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise, bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum, onun için yalnız memleketimin maddî ve ma’nevî mâmulâtını giyiyorum” buyurmuştur.”

**********************
Özbekistan-daki başörtüsü problemi, aslında bizim problemimizdir.
Hem doğuya hem de batıya olumsuzlukları içimizdeki menfilerle ihraç eden biz, aynı zamanda kurtarıcı da bizden gidecektir.
Yıllardır baş örtüsüyle bu millet rencide ve mağdur edildi.
Kur’an-ı Kerim-in bir meselesine karşı mağlub olundu.
* 1988 yılında bir milli Eğitim müdürü beni öğrencilere baş örtüsünü anlatmamdan dolayı sorguya çekip, baş örtüsünü söyleyip söylemediğimi sorduğunda;
-Evet – dediğimde hayretle nasıl olduğunu sordu.
Bende –Setri avret- konusundan dolayı anlatmam gerektiğini, bakanlığın bana bunu anlatmamı söylediğini söylediğimde lafı değiştirerek;
-Yok ben öyle demiyorum, sen sevdiriyormuşsun? dedi.
-Ben de kimsenin boğazına sarılıp zorla yaptırmayacağımı ,sadece anlatıp tebliğde bulunduğumu söylediğimde bir şey tutturamadı.
*Bir öğretmenler kurulu toplantısında da önceden müdürü uyardığım , baş örtüsü konusunda ileri geri konuşulmasına müsaade edilmemesini söylememe rağmen, ileri geri konuşulunca şöyle demiştim;
-Tarih baş örtüsü aleyhinde bulunanları ya alkışlayacak – ki bu mümkün değildir. – Ya da onların yüzüne tükürecektir.
Bu gün o âr ve utanç onlara yeter de artar bile…
MEHMET ÖZÇELİK
31-12-2015




MASONLUĞUN GÜCÜ

MASONLUĞUN GÜCÜ

İttihat ve Terakkinin kurulmasıyla beraber Osmanlının yıkılmasıyla başlayan süreçten itibaren;Cumhuriyetin kurulmasından tut, taa paralel yapının oluşumuna kadar masonların büyük rolünü görebiliriz.

Hastalık bilinmezse tedavisi de zor olur.

Masonluk gizli ve hain bir teşkilattır.

Sağı sola, solu sağa vurdurur.

Çok yüzlüdür, münafıkane hareket eder.

-Yüz sene önce Osmanlıyı yıkmak üzere Abdulhamid Hana bütün güçleriyle saldıranlar, bu gün Osmanlının büyümemesi ve de kalıntılarını tarihten silmek üzere içten ve dıştan kirli bir ittifakla saldırılmaktadır.

Bunda da içten masonların rolleri büyüktür ve de devam etmektedir.

 

*Atatürkün masonluğu kesin olmakla beraber, Atatürkün masonluğu kapatması tam bir göstermeliktir.[1]

Nazarları başka tarafa çevirmek içindir.

 

***********************

Bir Mason’un itirafı…

Louis Massignon:

“Müslümanların her şeyini bozduk, yok ettik. Dinleri inançları, dine bağlılıkları ve insani duyguları yok oldu. Onların milli ve manevi değerlerini, batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik.

İslamiyeti öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı, Kur’an öğrenmeyi suç ve gericilik [irtica] olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbir şeye tam olarak inanmıyor. 14 Asırlık dinlerini, itikatlarını, ibadetlerini tartışılır hale getirdik! Onları derin boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha kolay oldu! Maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışı imkanı, hatta cinselliği kullanarak Müslümanları hristiyan yapınız.[2]

*Yunanistanla yapılan savaşta 9163 kişi şehit olmuştur.

Rejimin kurulmasında ise beş yüz bin kişi yok edilmiştir.

Kırşehirli mebus Rıza Bey, Kırıkkaleli Halid Paşa, Adıyaman/Kahtalı Bedir Ağa gücü test edilerek, bir günde bin beş yüz silahlı, atlı askeri hazırlarken, bir günden fazla bir zaman için ise istediği kadar kişiyi hazırlayabileceğini söylemeleri üzerine Rıza Bey ile Halid Paşa Ankara-ya çağrılarak yok edilmiştir.

Atatürk Bursa nutkunda, kansız kurulan rejimlerin uzun ömürlü olamayacağını söyler ve Edirne-den Karsa kadar kurulan dar ağaçları ve istiklal mahkemeleri ile Trabzon mebusu Şükrü Bey gibi muhalefet edenler devre dışı bırakılırlar.

**********************

Türkiyede masonlar hala aktif pozisyondadır.

Bunu Bediüzzaman tesbit ve teşhit etmiş, Büyük Doğu dergisi ve Necip Fazıl deşifre etmiştir.

“[Bera-yı malûmat size gönderildi.]

Büyük Doğu’nun yirmi dokuzuncu sayısında; “Lozan’ın İçyüzü” diye yazılan makaleden.

İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en mânidar sözünü söyledi. Dedi ki:

“Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.”

Lozan’da Türk murahhas heyeti başkanı bulunan ve henüz hakikî kasıtları anlayamayan İsmet Paşa, bir aralık bütün Hıristiyan emellerinin Türkiye’yi mazisindeki ruh ve mukaddesat kökünden ayırmak olduğunu sezdiği halde, şu gizli ivaz ve teminatı veriyor ve diyor ki:

“Eskiden beri kökleşmiş ve köhne engellerden, yani an’ane-i İslâmiyetten kurtulmak hususunda besledikleri-yâni İsmet’in beslediği-azmin, inkâr edilmez delilidir.”

Harfi harfine iktibas ettiğimiz bu sözlerle, Türk başmurahhasının, yâni İsmet’in, eskiden kökleşmiş ve köhne olmuş engellerden kurtulmak hususunda Türk milletine beslediği kat’î azimle ne kasdettiğini ve bunu hangi maksat altında İslâmiyet düşmanlarına ivaz diye takdim ettiğini sormak lâzımdır.

Konferansın birinci defasında Türk başmurahhası, bizzat karar vermek vaziyetinde olmadığı ve büyüğüne, yani Mustafa Kemal’e bildirmek zorunda olduğu için, memlekete dönüyor; kendisini Haydarpaşa’dan Ankara’ya götüren tren ve devlet reisini (Mustafa Kemal) İzmir’den Ankara’ya götüren trenle Eskişehir’de buluşuyor. Bir arada ve baş başa seyahat… Sonra Ankara gizli meclis toplantıları… Fakat esas meselelerde daima baş başa. Mustafa Kemal ile İsmet beraber içtimaları ve karar: “Din öldürülecektir.”

Lozan Konferansının ikinci sayfası: “….. Artık herşey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile herşey yapılacak. Yeni hizbin (Kemalizm ve İsmet hükûmeti) bundan böyle, bu millette, İslâmiyeti katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salip kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudut dışı değil de, hudut içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şüpheden varestedir.”

Nihaî Vesika

Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarasında, “Türklerin istiklâlini niçin tanıdınız?” diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevap:

“İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları, mâneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz. Yani Mustafa Kemal ve İsmet’in verdikleri karar, Türk milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır.”

Artık bunun üzerine her şey apaçık anlaşılıyor, değil mi?

Gizli anlaşmanın entrikası

Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla, sun’î istiklâl işinde gizli anlaşmanın müessiri, tek kelime ile, Yahudiliktir. Buna memur-u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum’dur. Bu Hayim Naum, bu korkunç teşebbüse evvelâ Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine, Türkün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırmaları fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani, masonluk hasebiyle Kur’ân’ın ahkâmını kaldırmak, milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müthiş plânının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltere’ye geçmiş ve hâlis Yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

“Siz Türkiye’nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum.”

Aynı Hayim Naum Türk murahhaslar heyetine müşavir sıfatıyla sokulmanın da yolunu bulmuş, yani Mustafa Kemal ve İsmet’i kendine dost bulmuş. Onun için üçü birleşmiş. Ve artık arada santralın intizamla işlemesine hiçbir mâni kalmamıştır.

Hayim Naum o sırada Ankara’ya kadar da uzanarak plânın muvaffakiyeti için gereken en mühim ve merkezî şahıs nezdinde-yani Mustafa Kemal yanında-emin bulunduğu tesirinin derecesini ölçmek istemiştir. Öyle ki, bu tesir, mahut mevzuda Hayim Naum’dan daha heveskâr ve gayretli bir İslâmiyet düşmanına tesadüf etmekle muradına ermiş ve artık Türkü içinden vurmanın plânını gerçekleştirmek için her unsur tamamlanmıştır.

İşte bu ehemmiyetli vesika, tam tamına Risale-i Nur tercümanının kırk küsur sene evvel hadis-i şerifin ihbarına dair beyan ettiği hadiseyi tasdik ettiği gibi; ve Şeriat-ı Ahmediyeye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti Yahudi olduğu, Yahudi olan Lord Gürzon ile Hayim Naum o ihbarın hakikatını gösterdiklerini ve yirmi beş seneden beri Nurcuların imhasına keyfî kanunlarla dehşetli zulümlerin hikmetini tam gösteriyor.”[3]

********************

Paralel yapı bunlara alet oldu.

Aslında alet oldu demek, onları biraz hafif göstermek gibide anlaşılabilir.

Alet olmanın ötesinde ortak olundu. Tehlikeleri görülmedi, gösterilmedi.

Masonlarla ortak oldular demek daha doğru bir tesbit olmuş olur.

-Paralel yapı sol göstermiş, sağ vurmuştur.

Gizli dinsiz komite ve derin devleti temsil eden masonlar, bu uğurda her aleti menfaatleri icabı kullanmışlardır.

Gerektiğinde de tükürüp atmak üzere…

*1970 yıllarında Türkiye-yi kuzeyden rusya, güneyden iran kuşatmıştı.

Bu gün aynı kuşatma Almanya-nın da ortaklığı, İngiltere-nin planı, Avrupa ve Abd-nin desteği ve menfaatı, Ermenistan-ın piyonluğu, içteki ermeni asıllıların ve solcuların desteği ile aynen devam etmektedir.

Paralel yapıda bunların kulağı ve manevi destekçisi idi.

Türkiye son oyunla iç ve dış destekçileriyle, bütün hızıyla kuşatılmaya çalışılmaktadır.

Tam bir kirli, lekeli, çirkin, pis bir ortaklık sürdürülmektedir.

********************

Risale-i Nur Külliyatını Yaktıran Mason.

Masonlar, Bediüzzaman’ı, yürüttüğü mücadeleden geri çevirmek için gösterdikleri çabanın yanı sıra, Risale-i Nurlar’ın basılması ve okunmasını da engellemeye çalışmışlardır. İstanbul Valiliği yaptığı dönemde, Risale-i Nurlar’ı toplatıp yaktıran mason istanbul Valisi Refik Tulga, bunun en iyi örneklerinden biridir.

Refik Tulga Risale-i Nurlar’a yaptığı uygulamaları Said Nursi Hakkında Aydınlar Konuşuyor adlı eserde kendisi ile yapılan röportajda şöyle anlatıyor:

”-Risale-i Nurlar’ı okudunuz mu?

Tulga: – Hayır, ben vali iken bu kitapları toplatır yakar imha ederdik.

-Peki bu toplatıp yaktığınız kitaplara istanbul Valisi olarak merak saikasıyla olsun “Ne diyor bu Said Nursi?” diye bir defacık bakmadınız mı?

Tulga: -Hayır hiç okumadım.”

Bediüzzaman masonların islam dinine olan düşmanlığını ve kendisine karşı yürüttükleri planları eserlerinin birçok yerinde vurgulamıştır:

“Şimdi anlaşıldı ki, millet, vatan ve islamiyet’e en dehşetli zarar veren komünistlik, masonluk ve dinsizliktir.

Çünkü masonluk, komünistlik ve dinsizlik doğrudan doğruya anarşistliği doğuruyor. Ve bu dehşetli duruma karşı ancak ve ancak Hakikat-i Kuraniye etrafında ittihad-ı islam dayanabilir.” (Beyanat ve Tenvirler)

 

*Denktaş, babasının mason olduğunu, Kadir Mısıroğlu-na Ceviz Kabuğunda söyledi.[4]

*Demirel-in masonluğu çok tartışılsa da masonluğu kesin idi. [5]

 

*Hürriyet gazetesinin kuruluşu ile, israilin kuruluşu aynı dönemde gerçekleşmiştir.

MEHMET ÖZÇELİK

31-12-2015

[1] http://belgelerlegercektarih.com/2012/05/13/m-kemal-ataturk-mason-mu-ataturk-mason-localarini-kapatti-mi/

https://www.google.com.tr/?gfe_rd=cr&ei=CdluVtzwNc_j8wejq7KoAg#q=atat%C3%BCrk+masondu

[2] Louis Massignon, Su Dergisi, yıl 1, sayı:3,mayıs-haziran 2005.

http://belgelerlegercektarih.com/2013/07/14/bir-masonun-itirafi/

[3] http://www.risaleinur.com.tr/kulliyat/1820.html

[4] http://www.tesbitler.com/2015/01/03/derin-masonluk/

[5] https://www.google.com.tr/?gfe_rd=cr&ei=CdluVtzwNc_j8wejq7KoAg#q=Demirel-in+masonlu%C4%9Fu+




Maide-101




BEDİÜZZAMANDAN KESİTLER

BEDİÜZZAMANDAN KESİTLER

Üstadın onayından geçmemiş olan bir eser, üstadın eseri de olsa, ruhsuz ve güçsüz, manadan ziyade lafzı olan bir eserdir.

Tıpkı Abdulmecid Nursi abinin bazı yerleri eksik de olsa, üstadın onayından geçmiş olan Mesnevi-i Nuriye binlerce defa okunsa, tükenmez manalara ulaşılır.

Ancak Abdulkadir Badıllı veya Ümit Şimşek-in tüm lafızlarıyla ve de fazlasıyla tercüme ettikleri Mesnevi-i Nuriye ise bir defa dahi okunması lafızdan ziyade pek mana vermeyen eserlerdendir.

Ben bunu okurken aynı sıkıntıyı duyarken , diğer Abdulmecid abinin tercüme ettiğini bir çok defa okuyup dinlediğim halde ve de Arapçasını 2-3 kere yarısına kadar hocalarımızla okuduğumuz halde farkı ve derinliği çok rahat fark etmekteyim.

Biri tescilli, onaylı, icazetli iken, diğerinin tasdikten geçmiş olmaması ona bir kuvvet ve ruh vermemektedir.

*******************  

Lâdikli Ahmet Ağa :

Reşat Bey arkadaşı ile birlikte mübarek bir zat olan Ladikli Ahmed Ağa’nın yanına gidiyor ve kanaatlerini sunuyorlar. Ahmed Ağa şu şekilde karşılık veriyor:

“Ben size onu nasıl anlatayım ki? O bizim gibi herhangi bir tarikat silsilesine bağlı değildir. O ne Kutbü’l-Aktab’a, ne de herhangi bir kutuba bağlıdır. O doğrudan doğruya Peygamberimizden (a.s.m.) Feyiz alır, ona göre hareket eder. Bir hatıramla onun manevî makamını size anlatmaya çalışayım.

“Birgün Hızır (a.s.) gelerek, ‘Eskişehir’de zelzele olacak. Taş üstünde taş kalmayacak. Gel, Bediüzzaman’a gidelim ve dua etmesini isteyelim ki, bu zelzele hafiflesin’ dedi.

Beraberce gidip, Bediüzzaman’a vaziyetini anlattık. ‘Haberim var,  haberim var’ dedi. Hızır (a.s.), ‘Dağlara gidip dua edelim’ dedi. Bediüzzaman, ‘Ben hastayım, siz dağlara çıkıp dua edin, ben buradan dua edeceğim’ dedi. Eğer onun duası olmasaydı, Eskişehir’de gerçekte taş üstünde taş kalmazdı.’

Bu sözleri dinleyen Yarbay Reşat Beyin arkadaşı ikna olup Bediüzzaman ve eserlerine taraftar bir vaziyete giriyor. [1]

*******************

Gavs olmaktansa gelecek zata baba olmayı tercih ederim.

Bazı zamanlarda Üstad Bediüzzaman’ın muhterem babası Sofi Mirza Efendi, Nurs köyünden kalkarak Gayda’ya Seyyid Sıbğatullah Hazretlerinin ziyaretine gelirdi. Bir defasında muhteşem mecliste Seyyid Sıbğatullah ayağa kalkarak, Sofi Mirza’ya meclisin başköşesinde yer göstermişti. Orada bulunan ulemâ ve hulefâ, bu basit, ümmî Nurslu köylüye neden bu kadar alâka ve hürmet gösterdiğini Seyyid Sıbğatullah’tan sordukları zaman, Gavs-ı Hizan şu cevabı veriyordu: “Bu Sofi Mirza ileride öyle bir zata baba olacak, bunun sulbünden öyle bir zat gelecek ki, o zata baba olmayı ben onu ğavslığa tercih ederim. Gavs olmaktansa, o gelecek zata böyle bir baba olmayı tercih ederim!”

*******************

Abdurrahman Nursî’nin, Bediüzzaman’ın hayatıyla alâkalı yazdığı kitapta Siirt’in büyük âlimi Molla Fethullah’tan naklen şu parçayı okumaktayız:

“Zekâ ile hıfzın aşırı derecede bir arada bulunması gerçekten az rastlanır bir şeydir. Fakat şimdiye kadar bu özelliği iki kişide gördüm. Biri sizde (Bediüzzaman’da), diğeri de Molla Halid-i Olekî’de.”

*******************

Tahiri Mutlu ağabeyin amcazadesi Nazif Çelebi vardı. Şimdi Süleymaniye’de Suffe Vakfının bulunduğu bina onun evi idi, ticaret ile meşguldü, onun evinde cumartesi günleri ders yapılırdı 100-150 kişi katılırdı o derse.

Nazif Çelebi duruma muttali olunca, Adli tıptan bir doktor getirdi, Üstada rapor versin diye.

Doktor Üstadı ayakta muayene etmek istedi. Her ne kadar Nazif Bey “Üstad otursun” dediyse de doktor, “yok yok ayakta” dedi. Ve oturtmadı.

Nazif Çelebiye ben “yahu kardeşim bu menfi bir adam, baksana Üstadı oturtmuyor” dedim. O esnada ne olduğunu hatırlamıyorum, doktor Sultan Abdülhamit Han aleyhine konuştu.

Bunun üzerine Üstadımız hiddetlenerek, “Ben rüşvet-i kelam istemiyorum, sen ne diyorsun doktor? Ben ona veli nazarı ile bakıyorum” diyerek, muayene olmayı red etti.

Bunun üzerine doktor, Nazif Çelebinin evinden çıkarak orayı terk etti. [2]

*******************

Bir suale cevap
Mustafa Sabri ile Mûsâ Bekûf’un efkârlarını muvazene etmek için vaktim müsait değildir. Yalnız bu kadar derim ki:
Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor. Mustafa Sabri gerçi müdafaatında Mûsâ Bekûf’a nisbeten haklıdır; fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin bir mucizesi bulunan bir zâtı tezyifte haksızdır.
Evet, Muhyiddin, kendisi hâdî ve makbuldür. Fakat her kitabında mühdî ve mürşid olamıyor. Hakaikte çok zaman mizansız gittiğinden, kavâid-i Ehl-i Sünnete muhalefet ediyor ve bazı kelâmları zâhirî dalâlet ifade ediyor. Fakat kendisi
dalâletten müberrâdır. bazen kelâm küfür görünür, fakat sahibi kâfir olamaz. Mustafa Sabri bu noktaları nazara almamış, kavâid-i Ehl-i Sünnete taassup cihetiyle bazı noktalarda tefrit etmiş.
Mûsâ Bekûf ise, ziyade teceddüde taraftar ve asrîliğe mümâşâtkâr efkârıyla çok yanlış gidiyor. Bazı hakaik-i İslâmiyeyi yanlış tevillerle tahrif ediyor. Ebu’l-Âlâ-yı Maarrî gibi merdut bir adamı muhakkikînlerin fevkinde tuttuğundan ve kendi efkârına uygun gelen Muhyiddin’in Ehl-i Sünnete muhalefet eden meselelerine ziyade taraftarlığından, ziyade ifrat ediyor.
Yani, “Bizden olmayan ve makamımızı bilmeyen, kitaplarımızı okumasın, zarar görür.” Evet, bu zamanda Muhyiddin’in kitapları, hususan vahdetü’l-vücuda dair meselelerini okumak zararlıdır.”[3]

*Üstad neşirle uğraşan Tahiri ağabeyin Fevzi Çakmak-ın ölüm haberini üç kere söylemesi üzerine Üstad,-Kardeşim beni zorlama, Ben o adama Allah rahmet etsin, diyemiyorum, demiştir.”

*Davasını kaybetmeyen avukat Bekir Berk; çünkü o olmayacaklarla değil, o olacaklarla meşguldür. Fırtınalı havada da olsa, gemi-kayık kalkmasa da yüzerek karşıya geçme yolunu dener.

*Mustafa Sabri Efendinin oğlunun da ikrarıyla; ”Er reddiyyetü alel mezhebi Said-il Kürdiyyeti” adlı bir eser yazmamıştır.

*Risale-i nur şerri hayra kalbeder. Yok etmez.

Tarikatte ise riyazetle nefis yok edilir.

*1911-de yazılan Hutbe-i Şamiye-yi yine üstad kendisi 1951-de Türkçeye tercüme eder.

MEHMET ÖZÇELİK

30-12-2015

[1] Şahidlerin Dilinden 3. Cilt, s. 203.

[2] http://nurdanhaber.com/tr-TR/haberler/447/bediuzzaman-sultan-abdulhamide-dusmanmiydi

[3] Lemalar | Yirmi Sekizinci Lem´a | 272-3