UYDURMA HADİS UYDURMACASI

UYDURMA HADİS UYDURMACASI

Sönük bir ipe hülyalar kurulmaktadır.

Dine vurmak için zayıf ipe sarılmaktadır.

Kaynağından gelenlerle, kaynağı akıl olduğunu söyleyenlerin, kaynağa müracaat ettiğini söyleyenlerin mücadelesi yaşanmaktadır.

Bulunduğumuz dönemde hem içten ve hem de dışarıdan saldırılar yakın hedeften vurulmaya çalışılmaktadır.

“Benden bilerek yalan birşey haber veren, Cehennemdeki yerini hazırlasın.” Hadisi mucibince bu durum yalan uyduran için ne kadar büyük bir tehdid ise, aynı şekilde sahih olan bir hadise de hadis değildir diyenin durumu da en az uyduran kadar büyük bir cürümdür.

-”Oryantalistlerin en büyük referansları, İsrailiyata dayalı bir takım rivayetler ve asılsız haberlerdir.”

 

*Selahattin Polat hoca zayıf hadisle ilgili yaptığı araştırmada şu noktalara değinir:

” Ahmed b. Hanbel’in amel edebileceğini söylediği-, zayıf hadisin hasen hadis olmayıp, kabul şartlarını taşımayan hadisler olduğuna şu rivayette de karineler vardır : «Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah babasına soruyor : Bir beldede hadisin sahihini sakiminden

ayıramayan bir hadisçi ile bir rey ehlinden başka fetva soracak kimse olmasa, ahalinin başına bir iş gelince hangisinden sormaları gerekir?

Ahmed b. Hanbel cevap veriyor: Hadisçiden sormaları gerekir, reyciden değil. Zayıf hadis reyden kuvvetlidir.»

Bundan anlaşıldığına göre Ahmed b. Hanbel’in kasdettiği zayıf, ıstilahi zayıftır. Sakim burada, zayıf manasına gelmeseydi, sahihin salıih olmayandan ayırımından söz edilmezdi~ .”

 

-” (Başkasına göre zayıf olan Müslim’e göre sika olabilir.”

 

*” İbn Mehdi (198/813) der ki: (Hadis ilmi bazen ilham işidir. Hadis illetleri bilginine,

bunu nereden bildin ? diye sorsan sana delil getiremez.

İbn. Mehdi’ye soruldu : Sen bazan şu hadis sahih, şu hadis değildir diyorsun. Bunu nasıl biliyorsun? Cevap verdi z (Sarraf’a gidip elindeki gümüş dirhemleri gösteriyorsun. Şu saf, şu sahtedir diyor.

Sen ona bunu nereden biliyorsun diye soruyor musun, yoksa ona itimad edip teslim mi oluyorsun?

Soru soran: İtimad ediyorum, dedi.

O zaman İbn Mehdi: «İşte bu da böyledir. Uzun hadis öğrenimi, münazaralar ve tecrübelerle bu meleke hasıl olur» dedi. [1]

Şu halde bir alim tarafından zayıf hükmü verilmiş bir ravi veya hadis hakkında, başkalarının ne dediklerini de araştırıp ona göre karar vermek gerekecektir. Hakkında farklı hükümler verilen bir hadisle, ittifakla zayıf sayılan bir_ hadisin değeri amel etme bakımından farklı olacaktır.”

 

” Suyuti bu hususa şöyle dikkat çekmektedir: Zayıf isnadlı bir hadis gördüğün zaman, bu hadis bu isnadla zayıftır demen gerekir. Hadisin metni zayıftır veya hadis zayıftır deme. Çünkü başka bir sahih isnadı bulunabilir.

-Fakat bir hadis imamı : «Bu hadis sahih bir veliden rivayet edilmiştir veya «Sabit bir isnadı yoktur diyebilir, yahutta za’fını açıklamak suretiyle zayıftır diyebilir.” [2]

 

*” Zühri (125;’742) nin huzurunda bir hadis rivayet edildi. Zühri: «Ben bu hadisi bilmiyorum, dedi.

O zaman : «Sen Rasulullah’ın bütün hadislerini biliyor musun·? diye sordular.

«Hayır cevabını verince, «Yarısını biliyor musun ? dediler.

«Ümit ederim, dedi.

Bunun üzerine: «Bu hadisi de bilmediğin yarıdan fazla dediler.

Aynı konuşmanın Şa’bi (103/721) ile bir genç arasında geçtiği, İbn Ebi Aişe’den nakledilmektedir.

-Meşhur hadis imamlarının durumu böyle olursa, başkalarının bir hadise zayıftır hükmünü vermelerinin ne kadar güç olduğu takdir edilebilir.”

 

*” Bütün zayıf hadisler za’f bakımından eşit değildir. Bir kısmının za’fı şiddetli iken bir kısmınınki hafiftir. Zayıf hadislerle amel konusunda bu husus önemlidir. Çünkü bazı alimler za’fı şiddetli olmayan hadislerle bazı konularda’ amel edilebileceği görüşündedirler.

 

*“Bazı kaynaklarda ahkam dışında kalan fedail konularında zayıf hadislerle amel etmenin caiz olduğuna alimler icma etmişlerdir, denilmektedir.[3]

 

*” Leknevi bu itirazı cevaplandırmakta ve zayıf hadisle hangi hükümlerin sabit olacağını şu şekilde tesbit etmektedir :

«Bir amelin faziletine dair zayıf bir hadis bulunur, bu amelde haram veya mekruh olma ihtimali olmazsa, o hadisle amel etmek caiz hatta müstehabtır.

 

*” Suyuti (911/1505) : Amellerin faziletleriyle ilgili konularda zayıf hadise müsamaha edilir.»[4]

Burada Suyuti’nin aynı mahiyette iki ifadesine daha yer verilmiştir.

 

*” Mesela İbn Abbas’tan nakledilen «Boşama hakkı kocaya aittir, hadisinin bütün tarikleri zayıftır. Fakat Kur’an-ı Kerim’deki, boşama fiilini erkeğe izafe eden ayetlerde işari olarak bu hükmü desteklemesi neticesi fukaha bu hadisle amel etmiştir. Yine «Gündüz namazları dilsizdir, hadisi merfü değildir ve batıldır. Fakat bu

hadis başka hadislerdeki işari birtakım karinelerle ve müslümanların gündüz namazlarında sessiz okuma tatbikatının nesilden nesile nakledilmesiyle desteklenmektedir, Bu yüzden fukaha bu hadisle de amel etmiştir. [5]

 

*” Şafii, «Varis için vasiyyet yoktur, hadisi hakkında: «Hadisçiler bu hadisi sabit görmezler. Fakat ulema bu hadisi kabul edip amel ettikleri için fukaha vasiyyet ayetinin bu hadisle mensuh olduğunu belirtmişlerdir» der.

-Tirmizi’nin Süneninde İbn Abbas’ dan, «Kim özürsüz olarak iki namazın arasını cemederse büyük günah kapılarından birine girmiş demektir, şeklinde bir hadis nakledilir, demektedir.

Tirmizi bu hadisin zayıf olduğunu fakat alimlerin bu hadise uygun amel edegeldikleri

için sefer ve arefe dışında namazların cemedilmeyeceğini söylemektedir.

 

*İbn Hacer der ki : Alimler bir hadisin medlulüyle amel etmede ittifak ederlerse hadis kabul edilir. Hatta o hadisle amel etmek vacip olur. Bunu usul alimlerinden pek çoğu açık bir şekilde ifade etmişlerdir.» [6]

 

* İmam Şafii, Taif yakınındaki Vecc denilen yerde avlanmanın haram olduğunu, «Mekke’de, yasaklanan zamanlarda namaz kılmanın caiz olduğunu, «kusan kişinin abdest almasına dair zayıf hadislerle amel etmiş ve bunları kıyasa tercih etmiştir.

İmam Malik de mürsel, munkatı hadisleri ve sahabi sözünü kıyasa tercih ederdi.

Ahmed b. Hanbel, bir meselede nass, sahabi kavli, mürsel veya zayıf hadis bulunmadığı zaman kıyasa başvururdu.

«Zayıf hadisi reyden daha çok severim» derdi.

İmamı Şafii mürselle amel edilmeyeceği görüşünde olmasına rağmen, bir konuda başka delil bulamadığı zaman mürselle amel eder, onu kıyasa tercih ederdi.

Ebu Davud ve Nesai’nin, başka delil bulunmadığında, reye tercih edilerek zayıf hadisle amel edileceği görüşünde oldukları nakledilmektedir.

Çünkü bu iki hadis imamına göre, zayıf hadis reyden kuvvetlidir.

 

* Zayıf hadislerin hiçbir işe yaramayacağı kanaati son derece yanlıştır.[7]

 

*İmam Ahmed’in (v.241) el-Müsned’inde ise 876 sahabenin hadisleri yer almaktadır.

Ayrıca müsned’de toplam 27.634 hadis diğer nüshaya göre ise 27.718 hadis mevcuttur. İmam Ahmed’in Müsned’i, dört kişilik heyet çalışmasıyla hadisleri, baştan sona ve bir de her bir sahibinin müsnedinin bulunduğu bölüm içinde ayrı ayrı numaralandırılarak yeni dizgi ve baskısı yapılarak istifade kolaylığı sağlanmıştır. [8]

 

*İmam Buhari (v. 256) ve Müslim (v.261), müttefikan 149 sahabeden; Buhari müstakil olarak 208; Müslim müstakil olarak 213 sahabeden hadis tahriç etmiştir. [9]

 

*İmam Ahmed’in Müsned’indeki 3851 Ebu Hureyre hadisini tetkik eden Ahmed Muhammed Şakir, bu rakamın yaklaşık yarısının mükerrer olduğundan yola çıkarak, İmam Ahmed’e ait Müsned’de tekrarlar sayılmazsa 1579 Ebu Hureyre hadisinin mevcut bulunduğunu tespit eder. [10]

 

*Hadis ilminin meşhur imamlarından olan İmam el-Buhari (v.256) “100 bin sahih, 200 bin gayr-i sahih hadis ezberimdedir; Cami’u’s-Sahih’i yaklaşık 600 bin hadis içinden seçtim, demiştir.

İmam Müslim b.Haccac (v. 261) ise el-Camiu’s-Sahih’i kendi kulağıyla bizzat İşitmiş olduğu 300 bin hadis arasından seçtiğini ve 15 yılda tamamladığını söylemiştir.

Hafıza dahilerinden biri olan İmam Ahmed b. Hanbel (v. 241), gerek hadislerin sayısı hakkında, gerekse 30 bine yakın rivayet bulunan Müsned’i hakkında şöyle demiştir:

“Hadislerinden sahih olanlar, 700 bin civarındadır.

Bu Müsned’i 750 bin hadisten seçtim.

 

Ebu Zür’a er Razi (v. 264) İmam Ahmed’in oğlu Abdullah’ın da bulunduğu bir mecliste “İmam Ahmed’in hıfzında bir milyon hadis vardır” der.

Ancak kendisine “Bunu nereden biliyorsun?” diye sorarlar. O da “İmam Alımed’le

müzakere ettim. Her babda ezberlediği miktarı tetkik ederek tahminde bulundum” cevabını vermiştir.

 

*”Ameller, niyetler e göredir” hadisini, Hafız Ebu İsmail el-Herevi (v.311), sadece Yahya b. Saidel-Ensari (v. 143)’in tabakasına (muasırlarına) varmak üzere 700 tarikten kaydedip tespit etmiştir. Yahya b. Said’in şeyhleri olan tabiin ile sahabenin her birine varan tarihler de buna ilave edilecek olursa, bu hadisin turukunun daha büyük rakamlara ulaştığı görülecektir.

 

*İmam Buhari, bir defasında sahabeden Enes (R.A)’den hadis alan ravileri

zihninden geçirir. Kısa bir müddet içinde 300 ravi ismiyle ve rivayetiyle

zihninde canlanır.

İmam ez- Zehebi’nin naklettiğine göre İmam Buhari:”Ben, bin adamı aşkın kimseden hadis yazmışımdır.”

Amr b. Ali el- Fellas (v. 249) “Buhari’nin adeta bilmediği hadis, hadis değildir” diyerek O’nun hadisteki otoritesine dikkat çekmiştir. Buhari, Bağdat’a ilk geldiğinde

O’nun ilim ve ezberdeki otoritesini tartmak için kalabalık bir topluluk, on kişiyi, onar tane hadisin metin ve isnadını karıştırarak Buhari’nin karşısına çıkarır ve bu rivayetleri sorarlar. Buhari, her birini dinledikçe “Ben böyle bir hadis bilmiyorum” diyerek akabinde bütün bu 100 hadisin asıl sened ve metinlerini doğru olan şekliyle onlara okutmuştur. Bağdat uleması da büyük bir şaşkınlıkla O’nun kuvvetli hıfzını ve dirayetini takdir etmişlerdir.

*“Biliniz ki bana Kur’ân ve beraberinde bir misli daha verilmiştir. Haberiniz olsun ki yakın bir gelecekte mal ve mülk (zenginliği) ile mağrûr olan bir kimse çıkıp koltuğuna yaslanarak şöyle diyecek: ‘Size düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini de haram sayınız.’ Bilin ki; ehlî merkeplerin etleri, azı dişli vahşi hayvanların etleri, kendi rızâsıyla bıraktığı dışında zimmînin kaybettiği mal da helâl değildir.” [11]   

 ” Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasında Allahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum. Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.” [12]

*Rasûlullah (s.a.) sıcak bir günde Bakî’ul-Garkad kabristanına geldi. Yeni defn edilmiş iki kişinin kabriyle karşılaştı ve durdu:

Bugün buraya kimi defn ettiniz?

Ey Allah’ın Rasülü, falan ve falan kişileri defn etmiştik, acaba ne var ki?

“Biri idrardan temizlenmezdi, biri de koğuculuk yapardı” dedi ve Yaş bir hurma çubuğu aldı, onu ikiye böldü ve kabirlere dikti.

Ashab:

Niçin böyle yaptın ey Allah’ın Resulü? dediler. -Azabları hafiflesin diye” buyurdu.” [13]

 

*Hz. Peygamberin safları düzeltmelerini isterken “Saflarınızı düzgü tutun; şüphesiz ben arkamda sizi görüyorum” dediği sahih hadisle sabittir. [14]

 

*Ayetlerin sebebi nüzulü olduğu gibi, hadislerinde sebebi vürudu vardır.

 

*Bazı haberlerden öğrendiğimize göre mesela •Osman İbn Affan, bir gün mescide giderek bir yere oturmuş, orada pişmiş yemek yemiş, namaz kılmış ve sıra da şöyle demiştir: Rasulullahın yerinde oturdum, onun taamından yedim ve onun namazından kıldım.

Ali İbn Ebi Talibten nakledilen bir haber de şöyledir: “Ben, ayak üstlerinden ziyade ayak altlarının meshe daha layık olduğunu zannediyordum. Fakat Allah’ın elçisini gördüm ki o,”Ayaklarının altını değil üstünü meshediyordu”.[15]

Bu ve buna benzer haberler, sahabenin, Hazreti Peygamberin sünnetine ne derece ehemmiyet verdiklerini göstermektedir.

 

*Resuli Ekrem (s.a.v.) Buyurdu’ki ;Abbas oğullarının içinden doğudan sancaklı kişiler çıkacak. Onların önce gelenlerinin ve sonra gelenlerinin işi adam öldürmek olacak , onlara yardım etmeyin . Allah onlara yardım etmez. Kim onların sancağı altında yürürse yahut bayrağını taşırsa, Allah’u Teala kıyamet günü onu cehennemine koyar. Gerçekten onlar Allahın en şerli yaratıklarıdır. Onlar benden olduklarını iddia edecekler , Dikkat edin ben onlardan beriyim ve onlarda benden beridir. Onların alametleri şudur ; Saçlarını uzatırlar ve siyah giyerler. Onları desteklemek için oturmayın , çarşılar’da onlarla alışveriş yapmayın, Onlara yol göstermeyin ve onlara su vermeyin , çünkü onların ” Haykırdıkları Tekbir ” ile sema ehli rahatsız olur.[16]

*Ka’b bin Züheyr hırka-i saadeti istanbulda, diğeri ise Veysel Karani de olan hırka-i şeriftir.

*Hadiste; “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltin. Buna güç yetiremiyorsanız dilinizle düzeltin. Buna da güç yetiremiyorsanız  içinizden buğz edin. Bu da imanın en zayıf noktasıdır.” Bu mana itibarıyla, özellikle hanımların en çok dert yandığı çocukların evdeki dağınıklıkları, odalarını düzeltmeyip, evin düzenine uymamalarıdır.

Bu hadis ona da şamildir.

Yani bir eşyayı ortada gördüğünüzde onu yerine koyun, görülen eksiklikleri giderin, manalarını da çıkarabiliriz.

*”Hem Sahabeler, Kur’ân’ın ve âyetlerin hıfzından sonra, en ziyade Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın ef’al ve akvâlinin muhafazasına, bahusus ahkâma ve mu’cizâta dair ahvâline bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve sıhhatlerine pek çok dikkat ettiklerini, tarih ve siyer şehadet ediyor. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ait en küçük bir hareketi, bir sîreti, bir hali ihmal etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, kütüb-ü ehâdisiye şehadet ediyor.

Hem Asr-ı Saadette, mu’cizâtı ve medar-ı ahkâm ehâdisi, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abâdile-i Seb’a kitabetle kaydettiler. Hususan, Tercümanü’l-Kur’ân olan Abdullah ibni Abbas ve Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs, bahusus otuz kırk sene sonra Tâbiînin binler muhakkikleri, ehâdisi ve mu’cizâtı yazıyla kaydettiler.
Daha ondan sonra, başta dört imam-ı müçtehid ve binler muhakkik muhaddisler naklettiler, yazıyla muhafaza ettiler.

Daha Hicretten iki yüz sene sonra, başta Buharî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i makbule vazife-i hıfzı omuzlarına aldılar. İbni Cevzî gibi şiddetli binler münekkitler çıkıp, bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfzsız veya nâdanların karıştırdıkları mevzu ehâdisi tefrik ettiler, gösterdiler.

Sonra, ehl-i keşfin tasdikiyle, yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celâleddin Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler, ehâdis-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler. İşte, bahsedeceğimiz hadiseler, mucizeler, böyle elden ele-kuvvetli, emin, müteaddit ve çok, belki hadsiz ellerden-sağlam olarak bize gelmiş. Elhamdü lillâhi hâzâ min fadli Rabbî.
İşte buna binaen, “Bu zamana kadar uzun mesafeden gelen, şu zamandan tâ o zamana kadar bu hadiseleri, nasıl bileceğiz ki karışmamış ve sâfidir?” hatıra gelmemelidir.

…..İşte, hoca-i kâinat olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâmın kudsî medresesi ve tekkesi olan suffenin demirbaş bir mühim talebesi ve müridi ve kuvve-i hafızanın ziyadesi için dua-yı Nebeviyeye mazhar olan Hazret-i Ebu Hüreyre, gazve-i Tebük gibi bir mecma-ı nâsta vukuunu haber verdiği şu mucize-i bereket, mânen bir ordu sözü kadar kati ve kuvvetli olmak gerektir.

….İşte şu sâfi, hâlis süt gibi lâtîf, şüphesiz mucize-i bâhire-i bereket, beş yüz bin hadisi hıfzına alan Hazret-i Buharî başta olarak, Kütüb-ü Sitte-i sahiha ile nakilleri, gözle görmek kadar kati olmakla beraber, medrese-i kudsiye-i Ahmediye (a.s.m.) olan suffenin namdar, sadık, hafız bir şakirdi olan Ebu Hüreyre’nin, umum Ehl-i Suffeyi mânen işhad ederek, âdetâ umumunu temsil edip şu ihbarı tevatür derecesinde kati telâkki etmeyenin, ya kalbi bozuk veya aklı yok. Acaba, Hazret-i Ebu Hüreyre gibi sadık ve bütün hayatını hadise ve dine vakfeden,
-“Benden bilerek yalan bir şey haber veren, Cehennemdeki yerini hazırlasın.” [17]– hadisini işiten ve nakleden, hiç mümkün müdür ki, hıfzındaki ehâdis-i Nebeviyenin kıymetini ve sıhhatini şüpheye düşürüp Ehl-i Suffenin tekzibine hedef edecek muhalif bir söz ve asılsız bir vak’a söylesin? Hâşâ!” [18]

 

*Dördüncü suâl: “Sahabelere karşı iddiâ-i rüçhan nereden çıkıyor, kim çıkarıyor? Şu zamanda, bu meseleyi medâr-ı bahsetmek nedendir? Hem, müçtehidîn-i izâma karşı müsâvât dâvâ etmek neden ileri geliyor?”

Elcevap: Şu meseleyi söyleyen iki kısımdır.

Bir kısmı, sâfî ehl-i diyânet ve ehl-i ilimdir ki, bâzı ehâdisi görmüşler; şu zamanda ehl-i takvâ ve salâhatı teşvik ve terğib için öyle mebhaslar açıyorlar. Bu kısma karşı sözümüz yok. Zâten onlar azdırlar, çabuk da intibâha gelirler.

Diğer kısım ise, gayet müthiş mağrur insanlardır ki, mezhebsizliklerini müçtehidîn-i izâma müsâvât dâvâsı altında neşretmek istiyorlar ve dinsizliklerini Sahabeye karşı müsâvât dâvâsı altında icrâ etmek istiyorlar.
Çünkü, evvelen, o ehl-i dalâlet sefâhete girmiş, sefâhette tiryaki olmuş, sefâhete mâni olan tekâlif-i şer’iyeyi yapamıyor. Kendine bir bahane bulmak için der ki:
“Şu mesâil, içtihâdiyedirler. O mesâilde mezhebler birbirine muhâlif gidiyor. Hem, onlar da bizim gibi insanlardır, hatâ edebilirler. Öyle ise, biz de onlar gibi içtihad ederiz, istediğimiz gibi ibâdetimizi yaparız. Onlara tâbi olmaya ne mecburiyetimiz var?”
İşte bu bedbahtlar, bu desîse-i şeytâniye ile, başlarını mezâhibin zincirinden çıkarıyorlar. Bunların şu dâvâları ne kadar çürük, ne kadar esassız olduğu Yirmi Yedinci Sözde katî bir sûrette gösterildiğinden, ona havale ederiz.

Sâniyen, o kısım ehl-i dalâlet baktılar ki, müçtehidînlerde iş bitmiyor. Onların omuzlarındaki, yalnız nazariyât-ı diniyedir. Halbuki, bu kısım ehl-i dalâlet, zarûriyât-ı diniyeyi terk ve tağyir etmek istiyorlar. “Onlardan daha iyiyiz” deseler, meseleleri tamam olmuyor. Çünkü, müçtehidîn, nazariyâta ve katî olmayan teferruâta karışabilirler. Halbuki, bu mezhebsiz ehl-i dalâlet, zarûriyât-ı diniyede dahi fikirlerini karıştırmak ve kàbil-i tebdil olmayan mesâili tebdil etmek ve katî erkân-ı İslâmiyeye karşı gelmek istediklerinden, elbette zarûriyât-ı diniyenin hameleleri ve direkleri olan Sahabelere ilişecekler.

Heyhât! Değil bunlar gibi insan sûretindeki hayvanlar, belki hakiki insanlar ve hakiki insanların en kâmilleri olan evliyânın büyükleri, Sahabenin küçüklerine karşı müsâvât dâvâsını kazanamadıkları, gayet katî bir sûrette Yirmi Yedinci Sözde ispat edilmiştir.
Allah’ım, “Sahabîlerime dil uzatmayınız. Biriniz Uhud Dağı kadar altını Allah yolunda harcasa, Sahabîlerimden birinin verdiği bir avuç kadar olmaz” (Allah’ın Resûlü doğru söyledi) [19]

Özetle:” Evet, fenn-i hadîsin muhakkikleri, nakkadları o derece hadîsle hususiyet peydâ etmişler ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tarz-ı ifadesine ve üslûb-u âlisine ve suret-i ifadesine ünsiyet edip meleke kesb etmişler ki, yüz hadîs içinde bir mevzuu görse, “Mevzudur” der. “Bu hadîs olmaz ve Peygamberin sözü değildir” der, reddeder. Sarraf gibi, hadîsin cevherini tanır, başka sözü ona iltibas edemez. Yalnız, İbn-i Cevzî gibi bazı muhakkikler, tenkitte ifrat edip, bazı ehâdis-i sahihaya da mevzu demişler. Fakat her mevzu şeyin mânâsı yanlıştır demek değildir; belki “Bu söz hadîs değildir” demektir.”[20]

MEHMET ÖZÇELİK

 

[1] Suyüti, Tedrib,-1/252- 3.

[2] Suyuti; Tedrib, 1/296-7.

[3] Selvi, F. Muğis, 1/268.

[4] Leknevi, Ecvibe, 38.

[5] Mezkur hadisleri takviye eden karineler ve diğer deliller hakkında geniş bilgi için bkz : Muhammed Avvame, İmamların Fıkhi ihtilaflarında hadislerin rolü, 106-109.

[6] Leknevl, Ecvibe, 231.

[7] Mürsel hadislerle amel konusunda geniş bilgi için bkz : Selahattin Polat,Mürsel Hadisler ve Delil Olma Yönünden Değerleri (basılmamış doktora tezi), Erzurum – 1981.

[8] Bkz. Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, 1- VI, el- Mektebem’l- islami, BeyrUI 1413/1993. Müsned’in diğer baskısı için bkz. el- Müsned, Daru’- Fikr, Beyrut1991, X/555.

[9] el- Baisu’l- Hasis, s. 1 88; Muhammed Fuad Abdulbaki, el- Lü’lü’ ve’l- Mercan, 1/11.

[10] Bkz, el Baisu’l Hasis, s. 188.

[11] Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 5.

[12] Ebu Davud, Süne, 6 hd:4604; Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21; Tahavi, Şerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287.

[13] İmam Münzirî. et-Tergib ve Terhib, Tercümesi: Hadislerle İslam A.M. Büyükçınar ve arkadaşları, V, 387, 388.

[14] Bk. Buhari, Ezan, 71-2;  Müslim, Salat, 125(434);  Nesaî, İmamet, 27.

[15] Bu haberler için bkz. Ahmed İbn Hanbel, Musned, I. 378. hadis No. 505,İl. 103-4, hadis. N o 737.

[16] Raviler ; Tebarani’nin sağir’inde , Ebu Umame (ra) den ravayet etti.Hadis-i Şerif : 92 c.Ehadis 3. cilt-no: 8302 R.Ehadis 1.cilt No-1832.

[17] Buharî, İlim: 39; Cenâiz: 33; Enbiyâ: 50; Edeb: 109; Müslim, Zühd: 72; Ebû Dâvud, İlim: 4; Tirmizî, Fiten: 70, İlim: 8, 13; Tefsir: 1; Menâkıb: 19; İbni Mâce, Mukaddime: 4; Dârîmî, Mukaddime: 25, 46; Müsned, 1:70, 78.

[18] Mektubat, Sayfa 113-4,118,119.

[19] Müslim, Fedâil: 221; Tirmizî, Menâkıb: 58; İbn-i Mâce, Mukaddime: 11; Müsned, 3:11; Buhârî, Fedâilü Ashâbü’n-Nebî: 5.] buyuran Resûlün Muhammed’e salât ve selâm eyle. “Sözler, Sayfa 456-7.

[20] Mektubat.19.mektub.4.Nükteli İşaret.




Mâide.96-




KİRLETİLEN KUDSİ MÂNALAR

KİRLETİLEN KUDSİ MÂNALAR

1970- lerde esen İran rüzgarı siyasi hayatımızı kirletti.

Bu gün ise fikri, itikadi ve de muamelata el atılarak, kirletilmeye çalışılmaktadır.

Yüzlerce deliller karşısında pervasızca muhalefette bulunulmaktadır.

Samimi niyetlerle kurulan İmam-Hatipler 1970- lerde olduğu gibi , bu günde aynı oyun oralarda oynanmaktadır.

Bir yandan bütün dünyadaki kütüphaneleri aramak gibi inkârı gayet zor olmakla beraber diğer yandan da pek bir seviye istemeyen ,körü körüne bir inkâr ile kolay yol seçilmektedir.

Büyük ulemanın arasında söz konusu olan ve de olmuş olan konular, daha yeni okula ayak basmış çocukların gündemine getirilerek, doğmadan öldürülmektedirler.

Zihinler seviyesiz ve kişilik dışı uygulamalarla bulandırılmaktadır.

Kendi kirli ve bulanık dünyasında meseleyi çözemeyenler adeta bir kahramanlık edasıyla öğrencilere kahramanlık taslamaktadırlar.

Caminin duvarına değil, ,içine bevledilmektedir.

Rivayet edilen hadisleri muhaddis olmayıp o fakihti deyip inkâr ettikleri sahabeye rağmen, kendileri bir cami hocası ve yeni yetme bir meslek dersleri öğretmeni görüntüsüyle çok rahat kelam serdetmekte, kendisini sahabenin önüne geçirmektedir.

Sahabeyi kabul etmezken, ya sen kimsin?

Yeni yetme, cahil, pervasız ulema bozuntusu…

*********************  

“Kim bilerek bana yalan isnad ederse (benden yalan bir şey haber verirse) Cehennem ateşindeki yerine hazırlansın.” [1]

“Allah adına yalan söyleyenden daha zalim kim vardır?” [2]

Mütevatir hadiste belirtilen hadis uydurmanın cehennemde yerini hazırlamak olduğu ne kadar gerçek ise, aynı oranda da sahih olan bir hadise de hadis değildir demek, belki en azından ondan daha dehşetli bir haldir.

Hele hele o inkâr edilen hadis mütevatir bir hadis ise, onu inkâr küfrü gerektirecek bir durumdur.

************************    

Asrımızda ilk yüz senede toplumun inancını yaşaması engellendi, şimdi ise inancının ifsad edilip bozulması yoluna gidilmektedir.

-Mesela inancı bile tehlikeye atan şu ifadeler, değil bir alimin en cahil ve ahmak bir kimsenin bile söyleyebileceği bir söz değildir.

Ve bunu kabul edip, böyle bir kimsenin peşinden giden bir insan da en az onun kadar bu cürüme ve çürümeye ve de zulme ortak olmaktadır;

-“Allah İnsanın Tercihini Bilmez !!!”[3]

“Allah Bir Kimsenin Kiminle Evleneceğini Bilmez.”[4]– Diyor Abdülaziz Bayındır…

-“ Bir kısım felasife, “Cüz’iyata ilm-i İlahî taalluk etmiyor” diye ilm-i İlahînin azametli ihatasını nefyedip, bütün mevcudatın şehadat-ı sadıkalarını reddetmişler.” [5]

Ameldeki tüm bozulmalar evvela itikadda başlar.

Peygamber Efendimizi hakkıyla tanımayanlar güya bir yandan onu tebrie ederken, diğer yandan farklılığını ortadan kaldırmak ve hariçten yapılamayan yıkımın dahili tehlikesini ortaya koymaktadırlar.

Bütün bunlar Şia ve Selefilik perdesi altında sürdürülmektedir.

Bunlarla da amaçlanan Kur’an-ı Kerim-in etrafının boşaltılması ve akabinde de direk Kur’an-ı Kerim üzerinde şaibeler oluşturarak islamın mahrem alanına nüfuz etmektir.

Yüz yıl önce hariçten sömürgeler bakanı olan Gladiston tarafından ifade edilen raporunun özetinde ; ”Kur’an Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hakim olamayız. Ne yapıp etmeliyiz, ya Kuranı ortadan kaldırmalıyız , yada Müslümanları kurandan soğutmalıyız.’’

Bu gün ise bu dahilde Şia ve Selefilik perdesi altında yapılmaktadır.

Bu da İlahiyatlar ve de orada bulunan öğretim görevlileri üzerinden sürdürülmektedir.

Bu tehlikeye dikkat çekmek istiyorum.

Mide bulandırıcı….

MEHMET ÖZÇELİK

 

 

 

[1] Buharî, İlim: 38, Cenâiz: 33, Enbiyâ: 50, Edeb: 109; Müslim, Zühd: 72; Ebû Dâvud, İlim: 4; Tirmizî, Fiten: 70, İlim: 8, 13; Müsned, 1:70, 78, 2:159, 171, 3:13, 44, 4:47, 100, 5:292.

[2] Zümer Sûresi, 39:32.

[3] https://www.youtube.com/watch?v=qsN0OPxxdUU

[4] https://www.youtube.com/watch?v=44o3zYJYBIU

[5] Sözler 544.




EĞİTİM FITRATTANDIR

EĞİTİM FITRATTANDIR

Eğitim İngilizcede Education anlamınadır. Yani Educe kelimesinden türemiştir.

Educe dik durma, sonuç çıkarma manasına olup ancak dikleşmek anlamına değildir ve o yöne yönlendirilmemelidir.

Yani fıtrat gereği dikleşip kibir ve gurura kapılmadan dengeyi korumalı, eğilip bükülmemelidir.

Mutlak itaat olmamalıdır. Sormalı ve sorgulamalıdır.

Türkçede kullanılan tabiriyle eğitim; öğrenciyi eğip bükmek ve de itip kakmak manasında uygulanmamalıdır.

Hedef gösterip yönlendirmeli , icbar etmemelidir.

Monoton bir şekilde tornadan çıkmış fertlerin oluşmasına değil, farklı renk ve desenlerin bir uyum içerisinde, bir arada olmasına gayret edilmelidir.

Farklılıklar fark edilmelidir.

İstidat ve kabiliyetlere göre sevk edilmelidir.

Kısır kurallarla kabiliyetler dumura uğratılıp, kısırlaştırılmamalıdır.

Eğitim eğitmeli, öğütmemelidir.

Eğitim öğretimden önce gelmelidir.

Değerler muvacehesinde değerlendirmeler yapılmalıdır.

Kişiliği geliştirmeli şuurlu fert ve nesiller oluşturmalıdır.

Böyle bir eğitim otomatiğe bağlama gibidir. Kendiliğinden fıtri seyrinde gitmelidir.

İrade öne çıkarılmalı, iradenin beslenmesine ve gelişmesine yönelik davranışlar oluşturmalıdır.

Eğitim –Başkaları ne der?- düşüncesiyle yapılmamalı, yaptırılmamalıdır.

Çocuğunu okula –Başkası ne desin, kendisini kınamasın –diye gönderen veli, kendisi sırf diploma almak için okula giden öğrenci eğitim adına ne kazanabilir, ne kadar mesafe kat edebilir?

Kendini yıprattığı gibi, eğitimi de zedeler.

Eğitim başkaları için değil, kendisi için olmalıdır.

MEHMET ÖZÇELİK




SOLCULUK VE ATATÜRKÇÜLÜK

SOLCULUK VE ATATÜRKÇÜLÜK

Rusyadaki kominizm hayranlığı ile ortaya çıkan rus bağlantılı Türk solu, kendine yer bulmak ve kabul görmek ve de bir baskı unsuru oluşturmak amacıyla Atatürkçülük perdesi altında neşv-ü nemaya başladı.

Bu da siyasi bir parti olarak Chp-nin içerisinde hakim bir pozisyonla kendisine resmiyet kazandırdı.

Bu günkü Türk solu yalama ve demode olması üzerine, yeni bir kan bulma hevesiyle Kürt soluna geçiş yaptı.

Bu da Türk solunun hamiliğini Chp yaparken, kürt solunu da Chp-nin bir şubesi olan Hdp üstlendi, yürüttü.

30 yılı aşkın bir süredir ilk defa pkk-ya bu kadar ağır bir darbe vurulması içimizdeki Pkk kardeşlerini –Chp-nin başkanı Kemal Kılıçdaroğlunun deyimiyle hendek kazan pkk-lı kardeşleri – rahatsız etti.

En az onun kadar abileri olan rusları bu durum daha çok rahatsız etti. Ve Türk-Rus krizi kasıtlı olarak çıkartıldı.

Rusya-Almanya-İsrail-İran-Chp-Hdp-Paralel yapı aynı kaynaktan beslendi, aynı kaynağı besledi, aynı kaynağa kaynak olup ortaklık yaptılar.

Mhp ise içe çekilmeye çalışıldı, alttan az bir direnme görünse de, üstte temayül oluştu.

Bbp ve Saadet Partisi ise bu basireti gösteremedi, oyuna geldi veya mensublarını oyuna getirmeye çalıştı.

Tıpkı paralel yapının yüzde beşini bile oluşturmayan üst kademesinin, samimi olan alt kademedekilere rağmen yanlış uyguladıkları uygulamalar, Chp ve Hdp-ye, dolayısıyla pkk-ya destek olması gibi…

Kalem-şörlerle silah-şörler ittifak yaptı. Toplumsal bir kirlenme oluştu.

Mesela; Solda İsmet Özel, sağda Ali Bulaç istikamet ve istikrardan uzak yazarlardandır. Türkiye-deki yazarların çoğu, toplumu temsil edemedi, kimisi bunu kasıtlı olarak silah gibi kullandı.

Bunlar ya ifrat hareket içerisine girmiştir ya da ifratın doğurduğu tefrit içerisine düşmüştür.

Paralel yapı diğer cemaatlere bize neden sahip çıkılmıyor, diyor.

Batan ve bilinçli batırılan gemiye, kendi geminizi bağlar mısınız?

Batan ve batırılan gemiye bağlanmakla, dünya ve ahireti batırmayı kim göze alır?

************************

Yeni Atatürkçülerin yeni senaryosu ise; Atatürkçülük şimdiye kadar sahte Atatürkçüler tarafından yanlış uygulandı.

Kendilerini ve atatürkü temize çıkarma çabaları, kuruntudan başka bir şey değildir.

Yanlış laikçiler, yanlış Atatürkçüler bu memleketi bu hale getirmişlerdir, sözüyle ne suya ne de sabuna dokunulmamaktadır.

Yani hala kirler kalsın, temizlenmesin zihniyeti devam etmektedir.

Sanki ortada bir kasıt ve dengesizlik yokmuş gibi, bazı kirlilikler temize çıkarılmaya çalışılmaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK

14-12-2015

 




Mâide.91-95




İSLAM HUKUKUNDA EVLİLİK

İSLAM HUKUKUNDA EVLİLİK

Aile, toplumun temel unsurudur. Aile yapısını öncelikle “Evlilik Türkeri” yansıtmaktadır. Zira aile evlilik ile başlamaktadır. İlk dönemden beri kimin kimlerle ve ne şekilde evlenebileceği ile ilgili kurallar vardır.

Bilindiği kadarıyla ilk dönemlerde büyük aile olgusu hâkimdir. Bu tip aile yapıları ikiden fazla nesli(kuşak)içinde barındırıyordu. Bu tip ailelerin çevresi son derece genişti. Bazılarında yerleşmiş bir soy –sülale ve bazı toplumlarda sos yo ekonomik bir birlik söz konusuydu. Zamanla siyasi faktörlerde karışınca küçük şehir devletleri oluşturuldu.

Göçebe ve büyük aile tipleri kendilerine ortak bir yaşam tarzı kültürel ünite ve mülkiyet ortaklığı karakteri özelliği ortaya koyuyordu.

Bir süre sonra erkeğin hâkim olduğu toplumlarda baba aile reisi oldu, kadının hâkim olduğu toplumlarda anne aile reisi oldu.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,17-18)

ESKİ TÜRKLERDE AİLE

Türklerde aile toplumun en önemli unsurlarından biridir. Kültürleri, adetleri içinde barındırır ve onu nesilden nesil’e aktarır. Manevi bağları kuvvetlidir. “Boy” büyük ailenin ilk kademesidir. Her boyun bir lakabı vardır.Hem ana, hemde baba soyundan olan boylar vardı. Batı Asyada yedi, Doğu Asyada dokuz göbeğe kadar soy sürdürülürdü.

Kadın erkeğin yardımcısı idi. ve iyi muamele görürdü. Kadını döğme yoktu. Karşılıklı şefkat ve merhamet vardı. (Kahveci, İslam Aile Hukuku,18-19)

İSLAM ÖNCESİ ARAPLARDA AİLE YAPISI VE EVLİLİK

İslam’dan önce Araplarda aile daha çok aynı çadırda yaşayan dede ile oğullar ve bunların çocuklarından oluşan geniş aile şeklindedir. İslam’dan önce Araplar arasında uygulanan evlilik çeşitleri ve hukuki durumlarıyla ilgili farklı bilgiler mevcuttur.

İSLAM’DAN ÖNCE ARAPLARDA EVLİLİK ÇEŞİTLERİ

a-Nikahu’lMakt

Kocası ölen kadın miras malı gibi değerlendirilip, kocanın erkek kardeşine veya yeğenine yada başka kadından olan oğlunaverilirdi. Bunlar isterse bu kadını kendilerine nikâhladıkları gibi başkalarıylada evlendirip, Mehirlerini de alabilirlerdi.Bu şekildeki evlilik birçok ilkel kabilelerde görülür. Gerekçesi ise ölenin soyunu bu şekilde sürdürmektir. İslam bu tür evliliği yasakladı.

Nikah ile ilgili birçok kavram, yaklaşık yetmiş yedi ıstılahı Ömer Nasuhi bilmen açıklamıştır.(Bilmen,Hukukıİslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye,Kamusu,c.2.s.2-12)

b-Mut’a Nikahı

Kadın ve erkek belli bir müddet birlikte yaşamak için anlaşır buna göre erkek kadına belli bir bedel öder. Süre bitiminde ayrılabildikleri gibi ayrı bir bedel ile devamda edebilirler. Bu süre kısada uzunda olabilir. Bu tür nikâhİslam’ın ilk yıllarında serbest idi. Daha sonra peygamber yasakladı Fakat Şia bunu kabul etmez. Bunların dışındaki Müslümanlar bu konuda ittifak ederler. Şahit gerekli değildir. Süre bellidir. İdetin yarısını bekler. Boşanma yoktur. Süre bitiminde ayrılırlar. Kadın süreyi beklemeden ayrılırsa aldığı bedeli iade eder. Nafaka ve miras söz konusu değildir. Yakın mahremi ile Mut’a yapamaz.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,19-22)

c-Şiğar-Berdel Evliliği

Değiş tokuş evliliğidir. Buna göre iki kişi aynı Mehir miktarı ile kızlarını veya kız kardeşlerini karşılıklı biri birlerine verirler. Dolayısıyla kadınlar Mehir alamaz. Hz. Peygamber bu nikâhı yasakladı. “İslam ‘da şiğar yoktur.” Buyurdu.

 

d-İstibda Birlikteliği

Kendi soyunun daha zeki ve asil olmasını isteyen erkek hanımını zeki ve meziyetleri olan birisinin yanına gönderir. Hamile kalıncaya kadar eşiyle beraber olmaz. Doğan çocuk babaya nispet edilir.

e-Gurup Birlikteliği

Genelde kardeş olan ve sayıları onu geçmeyen bir gurup bir kadınla yaşardı. Kadın hamile olunca kadın kimin kendisini hamile bıraktığını söylerse çocuğun babası o kabul edilirdi ve itiraz hakkında yoktu.

 

f-Serbest Cinsel İlişkiler

Bazı kadınlar herkesle ilişkiye girerlerdi. İşaret olarak ta evlerine bayrak asarlardı. Hamile kalınca ilişkiye girdiği bütün erkekleri toplar çocuğun babası tespit edilirdi ve itiraz edilmezdi.

g-Bedel Nikâhı

Evli iki erkeğin eşlerini belli bir süreliğine karşılıklı değiştirmeye denir. İslam bunuda yasakladı.

h-Sahih Nikâh

Evlenecek erkekle kızın velisi arasında düzenlenen bir akitle gerçekleşiyordu. En yaygın olanı bu idi. İslam bunda bazı değişiklikler yaptı.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,22-24)

İslam’ın Evlilik Müessesesine Getirdiği Değişiklikler

İslam, büyük oranda aileye hukuki statü getirdi. Evlilik akdinde kadını taraflardan biri haline getirmiştir. Aynı zamanda kadını kocasına mirasçı yapmıştır. Dörde kadar kadınla evlenmeye izin vermiştir. Mehir’i bir hak olarak kabul etmiş, miktarınıntespitinde kadına bırakmıştır. Kadının kendine ait mallarda tasarruf yetkisi taşımıştır. Boşanma meşru olmakla birlikte Allah’ın hoş karşılamadığı bir şey olduğu ilan edilmiştir.

Günümüz Toplumunda Aile Ve Önemi

Sanayileşme ile beraber, büyük aile yerini küçükaile tiplerine bıraktı. Aile bireyleri arasında nitelik farklılıkları arttı ve birebirlerine karşı yabancılaştılar. Baba oğlu tanıyamaz oldu. İş hayatı, okul hayatı vb. Aile bireyleri nitelik, anlayış ve şahsiyet açılarından çok farklılaştırdı. Aileye alternatif olacakbir kurum yoktur. Baba otoritesi sarsıldı. Annenin himayecilik gücü arttı dışarda çalışması neticesinde evde alınan kararlarda gücü arttı.

Şehirleşme ile beraber bencillik, ferdiyetçilik arttı ailenin en önemli niteliklerinden biriside ahenkleştirmektir. Aile yuvasının huzuru önemli bir olgudur. Yuvaahlaki kaidelerin yol göstericisidir. Huzurun kaynağı ise iç disiplindir. Kadının dışarda çalışması ile beraber fazla sorumluluk yüklendi yeni sosyal rollerve statülerortaya çıktı. (Kahveci, İslam Aile Hukuku,24-26)

 

AİLE HUKUKU KAVRAMI

Aile; kan, süt ve evlilik gibi bir bağın bireyleri biri birine bağlamasıyla oluşan, bir kurumdur. Zamanla değişsede kökleri insanlık kadar eskidir. Ailenin önemi toplumların gelişiminde büyük önem arz eder. Hatta bugün bile “şerefli aile” ”aileterbiyesi” ”ailegörgüsü “gibi deyimleri çok duyarız. Bu kavramlar ailenin toplumdaki rolünü ortaya koyar.

Aile hem insanın neslinin devamını hemde sosyal hayatı imar etme ve sistemli bir şekilde yaşamayı sağlar. Dolayısıyla bütün düzenleme şekil ve mahiyetleri farklı olsalar da bütün hukuk sistemleri aile kurumunun iç ve dış ilişkilerini düzenleyen kurallar koymuşlardır. Ve bugün aile hukuku dediğimiz bir hukuk dalı meydana gelmiştir. Aile bireylerinin karşılıklı ilişkilerini ve görevlerini düzenleyen aile kurallaraaile hukuku diyoruz. Aile hukuku üç ana bölüme ayrılmıştır. Bunlar evlilik hukuku, akrabalıkhukuku, vesayet hukuku şeklinde meydana gelmiştir. (Kahveci, İslam Aile Hukuku,31-32)

İSLAM AİLE HUKUKUNUN KAYNAKLARI

İslam hukukunun kaynakları aynı zamanda İslam aile hukukununda kaynaklarıdır. Ehlisünnetin dört mezhebinin, İslam hukukçularının ittifak ettikleri kaynaklar şunlardır.

1 –KURAN

Öncelikle kurana başvurulur. Onda bir hüküm bulunursa, ona göre hüküm olunur. Şayet bir hüküm bulunmaz ise sırasıyla diğer kaynaklara müracaat edilir.

2-SÜNNET

Hz. peygamberin söz fiil ve takrirleridir. Sahih sünnet İslam hukukunun ikinci kaynağıdır. Bazen kuran hükümlerini açıklar. Bazende kuranda bulunmayan hükümler koyar kurandaki mevcut hükümleri destekler. Sünnet bazen kuranda bulunan mücmel ayetleri açıklar yada sütkardeşliğinde olduğu gibi kuranda bulunmayan bir hüküm koyar. Sünnetmütevair, meşhur, ahad diye üçe ayrılır. Hz. Peygamberin örften kaynaklanan davranışları sünnet kapsamına girmez. (Kahveci, İslam Aile Hukuku,33-36)

 

3- İCMA

Hz. Peygamberin vefatından sonra herhangi bir dönemde, içtihat ehliyetine sahip Müslüman hukukçuların hukuki bir meselenin hukuki hükmü üzerinde ittifak etmeleridir. İslam hukukunun üçüncü kaynağıdır. Hüküm koymada doğrudan delil olarak kabul edilir.İcma ikiyeayrılır. Sahih icma,bütün âlimlerin görüşlerini açık olarak ifade etmeleridir. Diğeri ise sükûtiicmadır. Bundada bazı âlimler görüşlerini açıklarken, bazılarının da, sukut etmesidir. Birinci durumun bulunması çok zor, ikincidurumun bulunması daha kolaydır

4-KIYAS

Kuran sünnet ve hakkında icma bulunmayan bir konuda aralarında illet bağınınbulunması sebebiyle bunlarda bulunan hükmü, bu hükme giydirme işlemine kıyas denir. İslamhukukunun dördüncü kaynağıdır bu kaynağın uygulana bilmesi için illetin tam olarak belirlenmesi gerekir. Şayet illet iyi belirlenmez ise kıyasta sağlıklı olmaz.

DİĞER KAYNAKLAR

İslam hukukunun başka kaynaklardavardır. İslam hukukçuları bu dört kaynaktan aradıklarını bulamaz iseler diğer kaynaklara başvurabilirler. Maslahat ilkesini takip ederek kabul edilen örf, sahabenin hukuki görüşleri,istishabı bir nesnenin daha önceki hali değişmedikçe ona ait olan hükmünde değişmeyeceğidir. Neshe uğramamışöncekidinlere ait hükümler. (Kahveci, İslam Aile Hukuku,37-38)

EVLİLİĞİN TANIMI VE UNSURLARI

Evlilik, evlenenlerin karşılıklı olarak meşru ölçüler içerisinde birbirlerinden yararlanma imkânı veren bir akittir. Evlilik akitle kurulan bir kurumdur. Bu durum her ne kadar farz, vacipsünnet, mekruh, haram gibi dini neticeler bağlanmasına rağmen bu akit dini bir akit değildir. İradebeyanı ile diğer şartlar mevcut ise akit gerçekleşmiş olur. Akitte bir din adamının olması dua etmesi bu akdi dini bir karakter kazandırmaz aralarında evlenme engelleri bulunmayan iki kişinin çeşitli amaçlarla çocuk edinme vb. sebeplerle bir araya gelme akdine nikâhakdi denir. Nikâh akdinin konusu açıkça belirtilmemiştir. İslam hukukçuları niyetle birlikte mülki muta üzerine oluşturulan akit evliliğin olabilmesi için bazı unsurların bulunması gerekir

1-Cinsiyet Farkı

Evlilik sadece farklı cinsler arasında gerçekleşir. Aynı cinsten evliliği ne İslam nede medeni hukuk kabul etmez. Bazı ülkelerde mümkün olması bunun yaygın olduğu anlamına gelmez.

2-Hayat Ortaklığı

Evlilik birliği kural olarak evlenen eşler arasında tam bir hayat ortaklığı kurma gayesi güder. Bu sadece cinsel bir ortaklık değildir. Aynı zamanda hayatın tüm zorluklarınıberaber göğüslemektir. Sevinçlerini beraber paylaşmaktır.

3-Süreklilik

Eşler arasında evlilik birliği şeklinde tesis edilen bu birliktelik iyi niyet ve devamlılıkdüşüncesiyle olmalıdır. Caferiler hariç İslam hukukçuları,geçici evliliği caiz görmezler.

4-Hukuka Uygunluk

Tesis edilen birlik, hukuki düzenin istediği şekilde tesis etmelerisevgi ve iyiniyet nekadar çok olsada hukuki düzen içerisinde gerçekleşmemişisebuna evlilik denilemez.

AİLE HAYATI

Toplumun en küçük birimini oluşturan anne ve babadan meydana gelen aile toplumsal yapılanmanın en önemli yapı taşlarındandır. Aile sadece cinsel yönünden biribirinden faydalanmaz hedefi gözetlemez.Neslin devamını hedefler. ve bu birliktelik çocuğun büyütülüp terbiye edilmesini hedefler. Toplumda ahlakın korunmasın sağlar. Eşlerin biri birlerini n hak ve hukukuna riayet etmeleri kendilerine çocuklarına ve hatta toplumlarının huzurlu olmasına katkı sunar.

AİLEDE ARANAN BAZI ÖZELLİKLER

Nikâh ve kan bağına dayanan aile bir takım özelliklere sahip olmalıdır. Bu özelliklerin başında sevgi,huzur,merhamet gelir. Anne ve baba birbirlerine huzur verirler. Çocuklarda huzurlu bir ortamda büyürler. Ailenin direği olan anne babaya saygı ve sevginin gösterilmesi gerekir. Ayeti kerimeonlara öf bile deme diye uyarıda bulunuyor. Çocuğu maddi ve manevi değerlere bağlı yetiştirmek,sağlıklı bir topluma katkı sunmaktır.Her aile ferdi kendine düşen görev ve sorumluluklarını yerine getirmelidir. Aksi takdirde ailedeki düzen bozulur. Buda topluma olumsuz bir şekilde yansır. Müslüman sadece kendini düşünen bir birey olamaz Müslüman aileler kendilerine menfaat temin etmek için başkalarının hak ve özgürlüklerini ihlal etmezler. (Kahveci, İslam Aile Hukuku,39-49)

TARİHİ SEYİR İÇERİSİNDE EVLİLİK ŞEKİLLERİ

1-Dini Evlilik Şekli

Bir evlilik ilişkisi şayet kutsal kabul edilip dine dayandırılıyorsa buna dini evlilik denilir. Böyle bir evliliğe ruhani müesseselerin katılması şarttır. Kilisenintakdis etmesi gerekir. Yahudilik ve Hristiyanlıkta bir din adamının nikâh akdinde bulunmasışart koşulmuşken, İslam’da böyle bir şart yoktur.

2-Medeni Evlilik Şekli

Fransız ihtilalinden sonra batıda gelişen görüş şudur. Evlilik; Evlilik birliğinin oluşumundaki, akit tamamen medeni bir akittir. Buna göre devlet nikâh akdini dini müesseselerde ayrı olarak kendisi akdeder. Bu kabul edilince kilise ile devlet arasında bir rekabet oluştu. Bu rekabet farklı uygulamaları ortaya çıkarttı. Bazı ülkelerde resmi devlet memurunun nikâh akdinde bulunmayı zorunlu kıldı. Ülkemizde resmi olarak durum böyledir. Bazı batılı ülkelerde ise kişi dini veya medeni evlenme şeklini kabul edebilir. Herikisindegeçerlidir. Buna ihtiyari medeni evlenme denilmektedir. Vatikan gibi bazı ülkelerde dini evlilik vardır. İstisnai durumlarda medeni evlilik yoluna başvurulabilirler. İslam’daki evlilik ise karşılıklı rıza ve şahitlerin huzurunda olması ile gerçekleştiği için medeni evlilik şeklidir. Dini bir merasimle yapılması gelenektir.

EVLİLİK ÖNCESİ İLŞKİLERDE HUKUKİ DURUM

1-Evlenecek Olanların Birbiri İle Görüşmesi

İnsanlar biri birleriyle evlenmeden önce bir hazırlık dönemi oluşmaktadır. İslam evlenebilecek olanların bir araya gelip,bulunmalarını hoş karşılamamıştır. Ancak evlenecek olanların görüşmeden evlenmelerinde evlilik amacına hizmet etmeyecektir. Dolaysı ile İslam evlenmek isteyenlerin belirli sınırlar dâhilinde bir araya gelip konuşmaya zaruretten helal kılmıştır. Hz. peygamber(s.a.v.)evlenecek kadına bakmayı tavsiye etmiştir. Kadında aynı hakları vermiştir.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,40-54)

 

Hanbeli mezhebine göre evlenmekisteyen kadına ev kıyafet ile bakılabileceğisaçını, boynunu ve ayaklarını görebileceğini kabul etmiştir. Diğer üç mezhep el yüz dışında uygun görmemiştir.(İslamAnsiklopedisi c.33,s.153)

NİŞANLANMA

Evlenmeden önce gerçekleşen nişan zorunlu değildir fakat halk arasından örften kaynaklanan “nişanıznikâholmaz ”anlayışına binaen nişan merasimi gerçekleşir.

İleride biribirleriyle evlenmek isteyen ayrı cinsten iki şahısın bu arzuların karşılıklı olarak açıklamalarına nişanlanma denir. Böylece iki şahıs arasında nişanlılık denilen hukuki bir ilişki meydana gelir. Bu iki kişinin evlenme ehliyetine sahip olmaları gerekir. Nişanlanma evlenme vadi ile olur. Nikâh akdinin ön hazırlığıdır. Bu dönemde iki taraftabiribirlerini daha iyi iyi tanıma fırsatı bulurlar. İslam hukukuna göre hukuki sonuçlar doğuran akitlerden kabul edilmez kız istemek, söz vermek söz kesmek nişanlanmak bunların nişanı biri birine evlenme teklif etmek her zaman yakın derecede kötü telaki edilmiştir. Kendine has özelliği bulunan nişanlanma akdi evlenme zorunluluğu getirmez taraflardan biri sebep göstermeden vazgeçebilir. Hukuki bir sonuçta doğurmaz.

İslam hukukuna göre nişanlılık ilişkisi taraflara evlilik birliğinin sağladığı beraber yaşama hakkını vermez. Evleninceye kadar iki yabancı gibi yaşamalıdırlar. Fiili evlilik yapılacağı zaman nikâh akdinin yapılması gerekir. Aksi takdirde büyük yaralara yol açabilir. Aşağıdaki kişilere nişanlanma talebinde bulunulmaz.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,55-58)

  • Kan ve süt bağı sebebi ile nikâh düşmeyen akrabaya
  • Evli olanlara
  • Rici veya bain talakla boşanıp iddet bekleyenlere
  • Koca ölüp iddet bekleyen kadına
  • Başkasının nişanlısına

NİŞANLANMANIN HÜKÜMSÜZLÜĞÜ

Nişanlılık hukuki bir süreçolarak kabul edildiğinden dolayı aşağıdaki durumlarda hükümsüz kalır.

  • Ehliyetsiz veya eksik ehliyetlilerin yapacağı nişanlılık geçerli olmaz. Hukuken mümkün olmayacaktır.
  • Nişanlılık başvurusu yapanlar aynı cinsten olamaz.
  • Evlenmeleri yasak olanlar nişanlanamazlar.
  • Nişanlı birinin her nekadar hukuki olarak bir engel yoksada ikinci bir nişanlılık başvurusu ahlaki olarak iyi değildir. Hoş görülmemiştir.
  • Anlaşmalı nişanlılık hukuken batıldır.

NİŞANLANMANIN HUKUKİ NETİCELERİ

Nişanlanma tarafların evlenme vadi ile başlar. Evlenme akdinin yapılması veya tarafların ayrılması ile biten bir süreçtir. Taraflar bu süreçte kendilerini anlatmaya ve tanıtmaya çalışırlar.

EVLENME SORUMLULUĞU

Nişanlanmanın amacı makul bir sürede evlenmektir. Nişanlanma ilgili taraflara evlenme zorunluluğu yüklememekle birlikte evliliğe giden bir mükellefiyet doğurmaktadır. Ömür boyu sürecek bir nişanlılık süreci olmayacağından evlenme ile sonuçlandırılır. Bu ifade mutlaka evlenilecek anlamı çıkartılamaz. Evlenme mükellefiyetinden kaçınan taraf haksız kabul edilir. Türk medeni kanunu nişanlılıktan dolayı taraflara herhangi bir sorumluluk yüklemez.. (Kahveci, İslam Aile Hukuku,59-61)

NİŞANI BOZMANIN HUKUKİ NETİCELERİ

Nişanlılık ilişkisi evlenme, ölüm, tedavisi mümkün olmayan bir hastalık, herhangi bir meseleden dolayı evlenmenin imkânsız olması durumunda tek taraflı bir beyan ile sona erdirilir. Bitirilenilişki karşı tarafa bildirilmesi zorunludur. Kilisede nişanlılık evlilik ile sonuçlanır.

HEDİYELER VE MEHRİN KONUMU

Nişanlılık ilişkisi sona erdirildiğinde taraflar bağımsız hale gelirler. Bu süreçte verdikleri hediyeler ve mihrin durumu hakanındaİslam hukukçuları arasında fikir birliği yoktur. Mehir evlenme ile kazanılan bir hak olduğundan herhangi bir sebeple evlenme olmamışsa alınan Mehir geri verilir. İslam hukukçuları bu konuda ittifak etmişlerdir. Fakat hediyeler konusunda ihtilaf etmişlerdir Hanefilere göre bu süreçte verilen hediyeler harcanmamışsa şekil değiştirmemiş ise geri iade edilir. Yoksa iade edilmez. Hukuku aile kararnamesinde böyledir.

Maliki ve Hanbelilere göre ise nişan bozan taraf erkek ise hediyeleri alma hakkını kaybetmiştir. Şayet kız tarafı ise her durumda erkek tarafı hediyelerini almaya hak sahibidir. Evlenme bağından dolayı hediyelerverilmiştir. Şartlı hibe hükmündedirler.

Şafilere göre ise hediyeler mevcut ise aynen harcanmış ise bedeli ödenir. Hediyelerin istene bilmesi için hediyelerin verildiği tarihte nişanlılık ilişkisinin devam etmesi gerekir. Ölüm ile sonuçlanan durumlarda hediyeler geri istenmez. Aslında örfe göre karar verilirse daha iyi olur.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,61-63)

 

TAZMİNAT

Mehir ve hediyelerin durumu her ne kadar İslam hukukçularınca ele alınıp değerlendirilip, hükme bağlanmışsada şayet ilgili taraflardan birisi zarara uğramışsa bu, zararın kusurlu tarafından tanzim edilmesine engel değildir.

İlk dönem İslam hukukçuları bu konuyu ele almışlardır. Fakat bu durum tekrar ele alınmayacak anlamınada gelmez. Değişen toplumlardan, toplumun yapısına uygun bir şekilde konu ele alınmalıdır. Şayet haksız bir şekilde taraflardan birinişanlılıktan vaz geçmiş ise bu durumda taraflardan biride maddi veya manevi olarak zarara uğramış ise bu kişinin hem maddi hemde manevi tazminat hakkını dava etmesi doğal hakkıdır. Örneğin bir kız nişanlılık gerekçesi ile işini bırakmış ise veya gelen iyi bir adayını kaybetmiş ise veya nişandan dolayı bazı ekstra harcamalar yapmışsa bu zararlarını tazmin hakkına sahip olmalıdır. Çünküİslam’da verilen zararları tazmin etme hakkıvardır. Kimsenin kimseye haksızlık hakkı yoktur. Kuranverdiğiniz sözünde yerine getiri. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir.(isra,34)

MADDİ TAZMİNAT

Bu tür tazminattan söz edebilmek için taraflardan birinin nişanı kusurlu olarak buzmuş olması veya kendi kusuru sebebi ile karşı tarafın nişanı bozmuş olması şartı ile tazminat şartı gerçekleşmiş olur. Nişanlanma meşru bir akdi kabul edilmesede haksız fiil kuralına göre verilen zarar tazmin edilir.

Maddi tazminat, nişanın haklı bir gerekçe olmaksızın taraflardan birinin vazgeçmesi veya taraflardan birinin kusurları sebebi ile taraflardan birinin vaz geçmesi sebebi ile nişanlının veya anne –babasının uğramış oldukları zararı gidermek amacı ile nişanlının tanzim etmesidir. Buna menfi zararda denir. Nişanlılık akdine inandığından dolayı zarara uğramıştır.

MANEVİ TAZMİNAT

Haksız yere nişanın bozulması mal varlığına zarar verdiği gibi kişinin manevi şahsiyetini de yıpratabilir. Bu durumda manevi şahsiyetinin gördüğü zararı nasıl tazmin edileceği ile ilgili farklı görüşler olsa daİslam hukukunda çözüme kavuşturulmuştur. Manevi tazminatın istenebilmesi için, nişanı bozan tarafın kusurlu olması ya da, tazminat talebinde bulunan tarafın kusurlu olmaması gerekir. Veya kusurlu olan tarafın kişilik haklarının ihlal edildiğinin belirgin olması gerekir.

Manevi tazminatın miktarı hâkimler veya bilirkişilerin tayin etmesi gerekir. Nişanlı talep ettiği gibi annesi veya babası da şahsi olarakbaşvurabilir. Fakat bu hak miras yolu ile intikal etmez.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,63-67)

 

 

EVLENMENİN MAHİYETİ

Evlenmenikâh akdi ile oluşturulan bir hayat ortaklığıdır. Nikâh kelimesi Arapçadır anlamı ise bir şeyi diğerine katmaktır. Bu kelime evlilik birliğini oluşturan sözleşme anlamında mecazen kullanılmıştır. Buna göre şahıslar evlilik akdi ile sorumluluklarınıbiri birlerinin üstüne atarak sanki tekbir şahısmış gibi olurlar. Evlenme kadın ile erkek arasında gerçekleşir. Ve hukuk düzeni tarafında kabul edilir. Kamu vicdanın saygı gösterdiğibir hayat beraberliği hüviyetine bürünür.

Evlilik hukuku, irade serbestliğinin en çok daraldığı bir özel hukuk alanıdır. Evlilik bir merasim ile olur. Kişilerin bu akitte sahip oldukları yetki ve sorumluluklarından kaçınmaları mümkün değildir. Evliliğin özel hukuk alanına girip girmediğini hukukçular tartışmaktadır. Evliliğe son vermek birçok hukukta kendiliğinden olmamaktadır. Evlilik sadece bir antlaşma olmayıp bir müesseseye giriştir. Akitler kişilerin iradelerine göre yapıldığı içinevlilikte de, kişilerin iradeleri esastır. Evlilik tamamlandıktan sonra taraflar istedikleri gibi davranamazlar. Evlilik birliği ile aile kurulur ve bunun kendine özgü menfaatleri vardır.

Kişiler iradeleri ile evlenirler. Evlilik akdinin üzerine inşa edildiği kuralları hukuk belirler. Bu durum evliliğin akit olma özelliğini ortadan kaldırmaz. Bu nedenle eşlerin tercihlerini iyi yapmaları gerekir. Peygamberimizde bu konuda tavsiyede bulunmuştur. Evlilik ile hayat ortaklığı kurulur. Bu sebeple İslam geçici evliliği kabuletmez. İyi günde kötü günde biri birine yardımcı olmaları gerekir.

EVLENME EHLİYETİ

Evlilik hukuki bir akit olduğu için ilgili tarafların hukuki ehliyetlerinin olması gerekir. Başkalarının iznine tabi olmamak için tam ehliyet sahibi olmak gerekir. Bunun şartı evvela akıllı olunması ikincisi ise bedeni buluğdur. Bu şartlarından birinin olmaması durumunda evliliğin olup olmayacağı konusunda İslam hukukçuları ihtilaf etmişlerdir. Nihayetinde insanlar üç gurupta değerlendirilmişlerdir.

EKSİK EHLİYETLİ VE EHLİYETSİZ KÜÇÜKLERİN EVLENMESİ

İslam hukukçuları yaş itibarı ile evlilik çağına gelmeyen çocukların velileri tarafında evlendirile bilinirler mi? Bu konuda İslam hukukçuları arasında ihtilaf vardır. Bazıları mümkün görürken bazılarıda mümkün görmemektedirler. Bugünkü şartlarda mümkün gözükmemektedir. Türkmedeni kanununda çocuk yaşta evliliği kabul etmez.

AKIL HASTALARININ EVLENMELERİ

Nikâhı, yapılıp yapılamayacağı tartışmalı olan akıl hastaların durumu İslam hukukçularını ikiye bölmüştür. Çoğunluğu velileri tarafında evlendirilebileceği görüşündedirler. Türk medeni kanunu bu tür evliliği kabul etmez. Hastalık dereceleri farklı olduğunda bunların ayrıt edilerek bazı özel şartlarda evlenmelerine izin verilmesi,diğerlerine de izin verilmemesi gerekir. Maslahata göre davranılmalıdır. Günümüzdeileri derecede debil ite olanlara izin verilmemesi gerekir.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,69-74)

EVLİLİK ÇAĞI

Kişiyi, evliliğe ehil kılan döneme bazı hukuk sistemlerinde rüşt denilmiştir.

  • Evlenme Rüştü
  • Kazai Evlenme

Kanunların tespit ettiği yaşa gelmemiş olanlardır.

  • Tabi Evlenme

Rüştü ile kanunların tespit ettiği yaşa gelenlerdir.

İSLAM HUKUKUNA GÖRE ERGENLİK ÇAĞI

Klasikİslam hukuku çocukları

  • Sıfır yedi yaş gurubu temyizden yoksun çocuklardır.
  • Yediden buluğ çağına kadar uzanan çocukluktur.
  • Buluğ çağından sonraki dönemdir.

Buluğ dönemi iki şekilde tespit edilir.

1-Tabi BuluğDönemi: ihtilam veya ay hali ile tespit edilen buluğdur.

2-Yaşa Göre Tespit Edilen Buluğ Dönemi: dokuz ile on sekiz yaş arasındakiler, coğrafya ve bölgeye göre tespit edilirler.

Bu Durumda Hangi Şartlarda Evlenebilirler.

a-Mümeyyiz olan çocukların kendi beyanı ile evlenmeleri geçersizdir.

b-Mümeyyiz çocuğun evlenmesi velinin izni ile sahihtir.

-buluğ çağına erende eğer, ergenlik belirtisi varsa; yok değilse, kadın on yedi erkek ise on sekiz yaşında kendi iradesi ile evlenebilir.Medeni kanuna göre on sekiz yaşındakiler evlenebilirler.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,75-76)

TAM EHLİYETLİ BÜYÜKLERİN EVLENMESİ

İnsan buluğ çağına varınca çocukluk döneminden çıkmış olur. Diğer akitlerini yaptığı gibi evlilik akdinide kendisi yapabilir. Yinede İslam fıkhında farklılıklar göze çarpmaktadır. Dul kadın rızası alınmadan evlendirilemez.

İmam malike göre, babası şafiye göre babası ve dedesi kızı rızanın dışında evlendirebilir. Hanbelilerde iki görüş vardır bu Hanife’ye göre hiç kimse rızası dışında evlendirilemez. En liberal görüş,EbuHanife’nin görüşüdür. Diğerlerinde toplumun sos yo kültürü çerçevesinde değerlendirmekte yarar vardır.

VELİSİZ EVLENME

Buluğ çağına gelen ehliyetli erkeğin evlenebileceği konusunda İslam hukukçularının ittifakı vardır. Kız için ise ihtilaf vardır. İmamEbu Hanife ve imam Yusuf’a göre kızında erkek gibi evlenebileceğini söylemişlerdir. İmam malik ve imam şafi tam eda ehliyetine sahip olan diğer hukuki tasarruflarını yapmaya yetkili olsa bile velisiz nikâhın caiz olmayacağı görüşündedirler. Yazar evlilik akdini oluşturmada tarafların tam bir ehliyete sahip olmaları gerekir. Ve hem erkeğin hemde kızın bağımsız olarak bu akdin gerçekleşmesinde söz sahibi olmaları gerekir. Nisayır mı beşinci ayetti cariyelerin evlenmeleri ile ilgilidir. Bu uygulamayı hür kadınlara uygulamak onların hürriyetini kısaltmaktadır. Diğer taraftan evliliğin sadece bir akitten ibaret olduğunuda düşünmememiz gerekir. Zira bunlar akraba olacaklarından biri birlerine iyi muamele etmeleri gerekir her zaman ailenin yardımını yanlarında his etmeleri gerekir.

EVLİLİK AKDİNİN VEKÂLETİ

Velayet, bir kimsenin rızası alınmaksızın başkaları adına onların her türlü hukuki işlemlerini yapabilme yetkisidir.

Evlilikte ise velayet velinin velayeti altında bulunan kimseleri evlendirme yetkisidir. Burada veli tarafında evlendirilmeleri söz konusu olan kimseler tarafında ehliyetsizler ve eksik ehliyetlilerdir. Klasik İslam hukukçularına göre tam eda ehliyetlerine sahip olmalarına rağmen kızların rızalarını almak şartı ile velileri tarafından evlendirilebilirler.

Hukukun kendilerine başkalarınınişlerini sevk ve idareetmek için velayet hakkı tanımış olduğu kişiye velidenir. Veli ehliyetsiz veya yarı ehliyetli şahıslar için kabul edilmesine rağmen geçiş dönemindeki bazı İslam hukukçuları tam ehliyetli bir kızı yarı ehliyetli olarak kabul etmişlerdir. Nuri kahveciye görede günümüz şartlarında tam eda ehliyetine sahip bir kadın için nikâh akdinde velayet söz konusu olmamalıdır. Ahlaki anlamda anne ve babaya danışılmalıdır. Veli, velayeti altında bulunanlara karşı zor kullanabilirmi? Bu konuda velayet ikiye ayrılır.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,76-81)

1-Zorlayıcı Olmayan Velayet

Bu tür velayet ancak velayeti altında bulunduklarının izni ile evlenebilecekler kast edilmiştir. Bazıİslam hukukçuları tam eda ehliyetine sahip kızlarda dâhildir. Hanefiler bunu kabul etmezler Ebu Hanife ve imam züfer ihtiyari velayeti kabul etmenin güzel olacağını belirtirler. İslam hukukçuları bunda ittifak etmemişlerdir. Bu durum kadına yük getirir.

2-Zorlayıcı Velayet

Klasik İslam hukukçularına göre bu tür velayet, velayeti altında bulunan kişilerin rızasını almadan evlendire bilme yetkisidir. Bu tür bir velayet ancak ehliyetsiz veya yarı ehliyetsizler için verile bilinir. Kriterleri farklı olduğundan bu konuda ihtilaf vardır. Hanefilere göre velayet icbarın sebebi,küçüklük,şafiler bekâret,malikiler her ikisinide kabul etmişlerdir.

EVLİLİKTEVELAYET HAKKI

Klasik İslam hukuku ve Türk medeni hukuku evlilikte velayet hakkının varlığını kabul etmişlerdir. İslam hukukçularına göre velayet hakkı önce kan hısımlarına sonrada kayyuma bırakılmıştır. Bu bağlamda velilik ikiye ayrılır.

  • Veliyi Has: velayeti altında bulunan kimseyi evlendirme yetkisine sahip bulunan akrabalardır. Bu konuda sıralama asa beye ait kabul edilmiştir.Asabe derecesinde akraba bulunmazise imam Ebu Yusuf ve muhammende göre kamuya geçer kamuyu temsil edeni hâkimdir. Ebu Hanife ailenin şahsi menfaatini korumaktan ziyade evlenecek kişinin şahsiyetinin korunmasını öne çıkarır. Şefkat, merhameti sadece akrabaya vermek doğru değildir.Zevil-i erhamda veli olabilir.
  • VeliyyiAmm: Hususi velinin bulunmadığı durumlarda velayet hakkı veliyi ammeye intikal eder. Genel anlamda bu velide mirasa ehil olma şartı aranmaz. Buda seçimle gelen başkandır. Ammeye intikal eden evlenme velayetinin temsilcisi hâkimdir. Hâkimin yetkilerine sınırlandırma getirilmiştir. Hâkim velayeti altında bulunan kadını kendine, aslına ve fürunanikâhlayamaz.

Velide Aranan Şartlar

1-Hür olmak

2-Akıllı olmak

3-Bluğa ermek

Dinleri farklı olanlar biri birlerine ne varis nede veli olamazlar.

BULUĞ MUHAYERLİĞİ

Küçükken veliler tarafından evlendirilen kişilere tam ehliyetli, konuma geldikleri zaman bu evliliği kabul edip etmeme hakkının verilmiş olmasıdır. Hanefi hukukçuları daha geniş bir sınıfa velayeti icbar yetkisi verildiğinden muhtemel zararları ortadan kaldırmak amacıyla bu yola başvurulmuştur. Velisi tarafından evlendirilen kız ergenlik dönemine geldikten sonra hâkimebaşvurarak evliliğini bitire bilir fakat başvuru sürecinde evlilik hukuku geçerlidir. Hanefi hukukçuları baba ve dedenin velayeti icbar ile hâkimebaşvuramazlar.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,82-85)

 

EVLİLİKTE DENKLİK

Evlenecek olan çiftler arasında dini sosyal veya iktisadidurum bakımından belli bir yakınlık veya denkliğin bulunmamasıdır. Denkliği buluğ çağına gelmiş biri için şart olduğu görüşünü benimseyen hukukçular evlilik çağına gelmiş bir kızın kendisine denk olmayan birisi ile evlenmesi durumunda velisinin rızası aranır. Şayet rızası var ise problemyoktur. Fakat rızası yoksa veli hâkime başvurarak nikâh akdini fes edebilir. Ev evlilik son bulur. Ancak fes edilene kadar evlilik hukuku geçerlidir. Nikâh akdinde denkliği şart kabuledenler ise velinin izni olmadan yapılan bu tür evlilikler geçersizdir hiç yapılmamış gibidir. Denklik evlenme zamanında aranır. Evlendikten sonra meydana gelen densizliklergeçersizdir. Evlenecek olanlar içindenklik önemlidir. Fakat evlilik şartı değildir.

EVLENME ENGELLERİ

Evlenecek iki tarafın, sadece haiz olmaları yeterli değildir. Bilakisevlene çeklilerin önünde evlenmelerine engel olan bir durumun olmaması gerekir. Bunlar sürekli engel olan durumlar olduğu gibi geçici durumlarda vardır. Bu engeller kuran ve sünnete dayanır.

1-Kesin Ve Sürekli Evlenme Engelleri

Kesin ve sürekli evlenme engelleri hiçbir zaman kalkmaz. Bu engellerin bulunması mutlakaevlilik butlan ile son bulur. Bunlarİslam hukuku içerisinde üç ana kategoride ele alına bilinir.

  • Kan Hısımlığı

Kuran ve sünnetten çıkarılan hükümlere göre kişinin kan akrabalığından dolayı evlenmeleri yasak olanlar dört guruba ayrılır.

  • Kişilerin Usulleri:Annesi,babası,dedesi,nenesi gibi kişilerdir.
  • Kişilerin Füruları: Oğlu,kızı,bunların çocukları gibi kişilerdir.
  • Anne ve Babanın Füruları ve Bunların Çocukları: Anne, baba bir kardeşler, yalnız anne veya baba bir kardeşler, yeğenler

Dede ve Nenenin Füruları: Amcalar,halalar, dayılarteyzeler, bunların çocukları ile evlenile bilinir.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,85-91)

Lian sebebi ile de evlenme meydana gelmez. Koca kendisini tekzip etse de evlenme meydana gelmez. İmam Ebu Yusuf ile İmam Züfere göre lian sürekli evlenme engelidir.(Bilmen,Hukukıİslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye,Kamusu,c.2.s.106)

 

 

EVLENME SEBEBİ İLE MEYDABA GELEN AKRABALIK

Aralarında kan bağı olmadan sadece evlilik sebebi ile meydana gelen akrabalık dolayı evlenmeye mani olanları dört gurupta değerlendire biliriz.

  • Usulün Eşleri: Babanın eşi veya babasının;babasının, eşleri,burada babanın eşinden,anne,dedesinin eşinden nene kast edilmiyor.
  • Füruneşleri: Burada kaçıncı dereceden olursa olsun fürun eşleri ile üstlerin evlenmeleri haramdır.
  • Karının Usulü: Bunlar ile de nikâhyapılamaz. Kayın valide ile evlilik olmaz.
  • Karının Füru: Bunlarlada evlilik olmaz. Karışının başkasından olan çocuklarla evlenemez. Torunlarıyla daevlenemez. İlk üç guruptakilerin oluşması için sadece bir nikâhın yapılması yeterli iken dördüncüsü zifafın gerçekleşmesi, şartınabağlanmıştır. Türk medeni kanununda bunları kabul etmiştir.

SÜT EMMEDEN DOĞAN EVLENME ENGELLERİ

Bu evlenme engeli İslam hukukuna hastır. Önceleri bu durum Türk medeni kanununda varken, daha sonraları çıkarılmıştır. Süt emmekten doğan akrabalık bir kimseye kan ve evlilikten meydana gelen daha önce açıklanansekiz guruptaki akrabalar ölçü ve derecesinde haram kılınmıştır. Bu konuda dört mezhep ittifak etmiştir. Hanefiler sütün haram kıldığı akrabalar arasında şunları istisna etmişlerdir.

  • Sütkardeşin asıldoğumdan olan anası
  • Sütkız veya oğlunun asıl kardeşi
  • Sütkız veya oğlunun asıl nenesi (sütbabasına haram değildir)
  • Süt amca veya halanın (sütbabanınki ile ortak olmayan )anaları
  • Sütbabası ile sütoğlu veya kızının kendi halaları
  • Süt dayı veya teyzenin (sütanası ile ortak olmayan)kendi anaları
  • Sütkardeşinin doğumdan olan asıl kardeşi

EVLENME ENGELİ OLUŞTURACAK OLAN SÜTÜN ŞARTLARI

  • İslam hukukçularının çoğunluğuna göre emmenin ilk iki yıl içerisinde gerçekleşmesi durumunda evlenme engelinin doğacağını ifade etmişlerdir. Aksi takdirde bunun gerçekleşmeyeceğini belirtmişlerdir.
  • İmamEbu Hanife ile imam malike göre sütün miktarı önemli değildir. İmam şafi ve Ahmet bin Han bele göre beş sefer doyuracak bir şekilde emzirilmesi gerekir.

GEÇİCİ EVLENME ENGELLERİ

Bazı evlenme engelleri vardır ki bunlargeçici niteliktedir. Bu nitelikler ortadan kalkınca engellerimde ortadan kalkar. Bu engeller şunlardır.

  • Din farklılığı: Müslüman bir erkeğin ehli kitap bir kadınla iffetli olmak şartı ile evlenmelerine izin verilmiş iken, gayri Müslüm biri ile evlenmesi yasaktır. Müslüman bir kadının ehli kitap olsa bile bir gayri Müslüm’le evlenmesi haramdır. Taraflardan gayri Müslüm’ün Müslüman olması ile engel ortadan kalkar.Mürtet olan birisi ile de evlenilemez. (Bilmen,Hukukıİslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye,Kamusu,c.2.s.103)
  • Üç Talak ile Boşama: İslam hukukuna göre hanımı ile üç talak ile boşanan kişi hanımı başka erkekle evlenip boşanmadıktan sonraya kadar evlenemez. Medeni kanuna göre boşamak isteyene üç yıla kadar ayrı yaşama cezası verilebilir.
  • Beşinci Kadınla Evlenme: Bazı şartlar sebebi ile İslam birden fazla kadın ile evlenme izni vermiştir ve bunu dört ile sınırlandırmıştır. Beşincisi ile evlenemez.
  • Başkasının Hanımı ile Evlilik: İslam hukukubir kadının aynı anda birden fazla erkek ile evlenmelerine izin vermez. Kadın mevcut eşinden boşanıp, iddetini beklemeden başka bir erkekle evlenemez.

Zinadan hamile kalan kadınla nikâhlanıp,çocuğu doğurup,nifas hali geçinceye kadar cinsi birleşme haramdır. İslam hukukçularının çoğu bunu istisnai bir durum olarak kabul ederler.

  • İki Akrabayla Aynı Anda Evlenme: şartlar gereği birden fazlaevlilik durumunda söz konusu olan engelaynı zamanda iki akraba ile bir erkeğin evli olmayacağı anlamına gelir. Evlenilmek istenilen kadınların birisini erkek kabul ettiğimiz, zaman diğerine evliliği haram kılan, iki kadın nikâh akdi ile bir araya getirmek haramdır. Bir kadınla kız kardeşini halasını,teyzesini vb. Nikâh altına alamazayrıca hanımını boşayıpiddeti bittikten sonra engel kalkar.
  • Bulaşıcı Hastalıklar: Frengi bel soğukluğu,cüzzam, AİDS gibi hastalıklardan birine yakalanma boşanma sebebi olabilir. İktidarsızlıkta kadına boşanma sebebi olabilir.

NİKÂH –EVLENME AKDİ

İslam hukukuna göre evlilik yüce ve kutsal bir muamele önemli bir medeni akit olup,genel ifadesi ile en az iki şahit huzurunda ehil olan kadın ve erkeğin icap ve buna uygun olan kabul beyanı ile gerçekleşir. Kuran-ı kerim bu akdi”misakı ğaliz”olarak nitelendirmiştir. (nisa suresi,21)

NikâhınHristiyanlarda olduğu gibi dini bir tarafı yoktur. İslam hukukuna göre nikâhın imam tarafından veya cami gibi dini mekânlarda olması şart değildir. Âmâ önceki dönemlerde nikâh akdinin camilerde yapılmış olması bu akdin dini olduğu anlamına gelmez bunun böyle olması Allaha karşı yapılan şükrün bir ifadesidir. Dini merasimin olması nikâhın nekadar önemli bir akit olduğu ve kutsiyetine dikkat çekmek içindir.

Nikâh akdi ile resmi nikâh akdi arasında farklar vardır. Medeninikâh akdinin sıhhat şartları kamu otoritesinin çıkardığı değişebileceği nitelikteki kanunlarla belirlenir iken, İslam hukukundaki nikâh akdinin sıhhat şartları kitap sünnet ve içtihatlarla belirlenir. İslam hukukunun gerekleri ile tespit edilmiş gerekli unsurları barındıran nikâh akitlerinin geçerliliğini,İslam hukuku kabul etmiştir. İslam hukukçularının çoğunluğuna göresahih bir nikâh akdi ile evlilik birliği oluşturmak evlenecek kişinin durumuna göre değişkenlik gösterir. Nefsinikontrol edemeyene farz, edene de sünnettir. Zahirîlere göre her kese farzdır. Evlilik hukukunu yerine getirmeyip eşine sıkıntı verecek olanların evlenmesi mekruh,hattabazı âlimlere göre haramdır.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,92-103)

 

NİKÂH AKDİNİN UNSURLARI-RÜKÜNLERİ

Bundan maksat bu akdi oluşturan temel öğelerdir. Bunlar evlenecek olan karşı cins iki kişinin varlığı ile bunların nikâhakdini meydana getirecek olan irade beyanlarıdır. İslam hukukçularının çoğuna göre bunlar arasında akdin mahalli yoktur.

  • Taraflar Akideyn

Nikâh akdinde evlenecek, erkek ve kadının her ikisininde bulunması gerekir. Şayet taraflar evlenme ehliyetine sahip değil iseler belirli şartlara göre veliler tarafından da bu akit gerçekleştirile bilinir. Günümüzde bir nikâhakdinin oluşması için tarafların mutlaka evlenme ehliyetine haiz ve bizzat kendilerinin katılması ile akittin oluşturulmasının önemli olduğu görüşündeyiz bu durum nikâhın aleniyeti ve şüpheleri ortadan kaldırması açısından ehemmiyet kazanır.

  • İrade Beyanı

Evlilik birliği oluşturma arzusunda olan ve evlenme ehliyetine aralarında evlenme engel olmayan taraflar iki şahit huzurunda yanlış anlamaya imkân vermeyecek şekilde evlenme iradelerini sözlü olarak ortaya koymakla nikâhakdini gerçekleştirmiş olurlar. İrade beyanının, net ve açık olmasına, İslam hukukçuları önem göstermişlerdir. Arapçada,muz ari, şimdiki ve gelecek zamanı içerdiği için irade beyanının geçmiş zaman kipi ile yapılması gerektiği konusunda hassasiyetgöstermişlerdir. Türkçede bu kullanım farklıdır. Kişi teklif karşısında “evet”derse bu irade beyanı yeterlidir. Teklifi n evlilik ruhuna uygun ve ömür boyu evliliği ifade etmelidir. Günümüz şartlarında kuranın misakı ğaliz olarak ifade ettiği evlilik akdinin sadece sözlü olarak değil aynı zamanda yazılı hale getirilmesi önem arz etmektedir. Aksi takdirde kadın bazen büyük zarar görmektedir.

NİKÂH AKDİNİN ŞARTLARI

İslam hukukuna göre evlilik akdinde dört çeşit şart mevcuttur. Bunlar

  • İn’ikad şartları
  • Sıhhat şartları
  • Nefaz şartları
  • Lüzum şartları

NikâhAkdinin İn’ikad (Kuruluş) Şartları

İslam hukukuna göre nikâh akdinde bulunması gereken şartlardan bir kısımda kuruluş şartlarıdır. Bu şartlar şunlardır.

  • Ehliyet: Evlenecek olanların tam eda ehliyetine sahip olmaları gerekir. Aksi durumdayapmış oldukları akit geçersiz olur. Ancak bazı klasik hukukçulara göre eda ehliyetleri yoksa veya eksikse velileri tarafından evlendirile bilinirler.Bazıları da evlilik çağına
  • Şayet taraflardan birisi uzakta ise imzalı açık yazı, şifahi irade beyanı olarak kabul edilir. Önce icabı gelmeyenlerin evlendirilmelerinin mümkün olmadığını söylemektedirler. Bunlara göre evlenecek kişinin mutlaka evlilik akitlini yapmaya ehil olması gerekir.
  • Meclis Birliği: Genel anlamı ile akittin aynı ortamda yapılması anlamına gelir. İrade beyanlarının aynı ortamda ortaya konulmasına ve araya fasıla girmeden iki irade beyanının biri birine uygun şekilde oluşmasına İslam hukukuna göre meclis birliği denilir. İcap yapıldıktan sonra mesela Mehir üzerinde uzunca tartışmalar olabilir. Ancak meclis birliği devam ettiği için gecikme icabın mevcut haline halel getirmez. Kabulün hemen icabı Takip etmesi gerekir.
  • Evlenme Engelinin Bulunmaması Gerekir: Hukuken bir nikâh akdinin meşru olabilmesi için taraflar arasında sürekli veya geçici evlenme engellerinden birinin bulunmaması gerekir.
  • Evliliğin Şartsız Olması Gerekir: İslam hukukuna göre nikâh akdinin ömür boyu birlikteliği gerçekleştirmek üzere kurulması şarttır. Buna göre geçicilik şartı barındıran “Mut’a Nikâhı” batıldır. Ayrıca nikâh akdinin sağladığı meşru hakların sınırlandırılması şeklindeki şartlarda akitte olumsuz şekilde etki ederler. Örneğin nikâh akitti ile kadın nafaka hakkını talep etme hakkına sahip olduğu halde, nafakanın ödenmesi gibi bir şart içeren akitler ya da tarafların cinselliğin den yararlanmama gibi şart barındıran, akitlerde İslam hukukçularının çoğuna göre batıldır.(Kahveci, a.g.e.108)

İrade Beyanı: İki tarafı da bağlayan akitlerde karşılıklı rıza esastır. Buna irade beyanı adı verilir. İslam hukukunda evliliğe ait irade beyanında şif ahilik esas alınmıştır. Şifa irade icap ve kabul ile ifade edilir.

İcap: Taraflardan birinin diğerinden önce akde rıza gösterdiğini bildirmek için kullandığı ifadedir.

Kabul: Karşı tarafın yapmış olduğu icabı kabul ettiğini ifade için diğer tarafın icaba uygun beyanıdır.

İcap ve kabul her iki tarafça da yapıla bilinir. Her iki tarafa aittir. Önemli olan her yönde aynı unsurlar üzerinde birleşmesi ve uyuşmasıdır. İslam hukukçularına göre nikâh akdinde kullanılmak üzere tespit ve kabul ettikleri sözler, zaman ve şartların değişmesi ile değişebilecek örf ve adetlere göre değerlendirilebilecektir. Bunlar belirli bir nastan çıkarılmış hükümler değildir. İptal eden bir husus meydana gelmesi durumunda icap iptal olur. İslam hukukçularına göre dilsizlerin nikâh akdinde işaretlerinin yazı yerine geçeceğini kabul etmişlerdir.

NikâhAkdinin Mahalli: Aktin konusu mülki Mut’a olarak ifade edilmiştir. Bu akit karı koca sınırları içerisinde faydalanmalarını temin eder. Birebirlerine destek olma, acılarınıpaylaşma, sevinçlerine ortak olma.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,103-110)

 

NİKÂH AKİTİNİN SIHHAT ŞARTLARI

İslam hukukuna göre nikâhakidinin sahih olabilmesi için üç şartın bulunması gerekir.

  • Evlenecekler arasında sürekli veya geçici evlenme engellerinden birinin olmaması gerekir.
  • Hanefiler dışındakiler nikâhakdinde velinin bulunması gerekir.
  • Nikâhakdi esnasında şahitlerin bulunması yani nikâhakdinin ilan edilmesi gerekir bu konuda fikir birliği vardır. Şahitlerin iyice duymaları için sağır olmamaları gerekir.

İmam malike göre nikâhakdi sırasında şahitlerin bulunması şart olmayıp fiili evlilikten önce ilan etmeleri şarttır. Şahitlerinnikâhakdini ilan etmeleri şarttır. Evliliğin hem dini hemde sosyal bir yönü olduğu için mutlaka ilan edilmesi gerekir.

Hanefiler ceza ehliyetine sahip iki erkeğin şahitliğini veya iki kadın bir erkeğin şahitliğini cezai ehliyetinin olması kaydı ile kabul etmişlerdir.

NİKÂH AKİTİNİN NEFAZ (GEÇERLİ-İNFAZ)ŞARTLARI

Akitler yapıldıktan sonra geçerli olması için bazı şartlar vardır. Ne faz şartlarını taşıyan nikâh akdine geçerli, zıt tına, mevkuf akit denir. İslam hukukçularına göre taraflarının birinin veya velisinin rızası alınmadan yapılan akitlere mevkuf, rızası alındıktan sonra nafiz akitler olur. Nikâh akdinin tesciledilmesinin Aktin geçerlilik şartları arasına katılması gerekir. Yoksa hak kaybına yol açabilir. Kişilerin hakkını korumakta devletin görevidir. Devlet bu konularda düzenleme yapabilir.

NİKÂH AKİTİNİN LÜZUMU-BAĞLAYICILIK ŞARTLARI

Bir nikâhakditamamlandıktan sonra taraflar için bağlayıcı hale gelebilmesi için feshini gerektirebilecek hususlardan birinin olmaması gerekir. Esas itibarı ile nikâhakdi lazım akitlerindendir. Örneğin Hanefilere göre dengi olmayan veya layık olduğu Mehir’i şart koşmadan bizzat evlenen kızın yapmış olduğu evliliğine verilileri rıza göstermeziseler nikâhakdi gayri lazım bir akit olarak kabul edilir.Aktin iptalini isteyebilir. Herhangi kalıcı bir hastalık içinde aynı şey düşünüle bilinir.

ŞARTA BAĞLI EVLİLİK

Şarta bağlı yapılan evlilikler ikiye ayrılır.

Taliki Şartlar:Şu iş olunca veya şu olay gerçekleşince gibi illeri sürülen şartlara taliki şartlar denir. Örneğin öğretmenlik mesleğine başlamışsan evlenirim. Şeklideki bir icap kabul edilmiş ve nikâhakdedildiği sırada öğretmenlik mesleğine başlamış ise nikâhakidinin sahih olduğu kabul edilmiştir. Henüz gerçekleşmemiş şartlara bağlanmış nikâh sahih olmaz. Çünkü bunda icap ve kabul gerçekleşmemiştir. Nikâhakdi geleceğe atfedilmez meydana gelirse akit hüküm ifade eder.

Takyidi Şartlar: Şöyle davranman şartı ile veya böyle olmak üzere şeklinde illeri sürülen şartlarada takyidi şartlar denir. Bu çeşit şartlarda akdin meydana gelmiş olması illeri sürülen şartların o anda veya sonradan gerçekleşmesine bağlı değildir. İcap ve kabul yapılmakta fakat bunula birlikte onunla ilgili ikinci bir borçlanma yapılmaktadır. Bu şartlar kuran ve sünnete uygun olmalıdır. Yoksa batıl olur.

İSLAM RUHUNA UYGUN ŞARTLARDA UYGUN GÖRÜLMÜŞTÜR.

Hanefilere göre nikâh akdinde bulunması zorunlu olan ve olmayan şartlar üç kategoride toplanır.

  • Nikâhakdi ile gerçekleşen düzene zorunlu olarak doğuracağı sonuçlara uyma zorunluluğu vardır. Örneğin çocuğun nesebini kabul etmeme,karı koca hayatı yaşamama gibi.
  • Yerine getirilmesi İslam’ın ruhuna aykırı olan uygulanmaması gereken bir halin bulunması
  • Yerine getirilmesi mekruh olan şartlar bir kadının evleneceği erkeğe önceden sahip olduğu bazı eşyalarını satması şartını illeri sürmesi

NİKÂHTAVEKÂLET

Asli olan nikâhakdinde ilgili tarafların bizzat kendilerinin bulunması gerekir. Fakatİslam hukukçuları diğer akitlerde olduğu gibi evlilikte asıl bulunamıyorsa velinin bulunabileceğini kabul etmişlerdir.

Geçmişlerde mahrumiyetten, hayâdan özelliklede kız tarafı kendini ifade etmekte sıkıntı duyuyordu. Fakat bugün böyle bir sıkıntı olmadığından evleneceklerin bizzat akit töreninde bulunup iradelerini beyan etmeleri önem arz etmektedir.

NİKÂH AKDİNDEKİ VEKÂLETİN ÇEŞİTLERİ

  • Mutlak Vekâlet: Evlenecek olanın kendisi veya onda aranan özellikler söylenmeyip “beni evlendirmeye seni vekil tayin ettim.”mutlak bir ifade kullanılması gerekir. EbuHanife’ye göre erkek böyle bir kadını kabul etmek zorundadır. Ebu Yusuf ve Ebu Muhammed’e göre “münasip birini bulursan beni evlendir.”buna göre münasip olmayan biri ile evlenme zorunluluğu yoktur.

FUZULİNİN NİKÂH AKİTİ YAPMASI

Ne veli nede vekil olmayan bir kimsenin taraflardan birini teşkil ederek yapmış olduğu nikâh akdine fuzulinin nikâh akdi denir.

Adına akit yapılan kişi bu akde icazet verdiğinde bu akit yapıldığından itibaren hüküm doğurur. İmam şafi ise ilgili tarafın icazeti ile sahih olmazdemiştir.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,111-119)

NİKÂH AKİTİNİN ÇEŞİTLERİ

  • Sahih Nikâh Akdi

Zorunlu bütün unsurları kuruluş ve sıhhat şartları tamam olan nikâh akdine geçerli nikâh akdidenir. Bu akitten sonra evlilik hayatı başlar.

SAHİH BİR NİKÂH AKTİNİN GENEL HÜKÜMLERİ

  • Eşlerin Hak ve Sorumlulukları

Nikâhakdi ile ve törenlerile birlikte eşler arasında evlilik birliği mevcuttur. Evlilik hak ve sorumluluklarını doğurur. Bu hak ve sorumluluklar biri birlerine karşı olduğu gibi üçüncü şahıslara karşıda olur.

  • Eşlerin Karşılıklı Sorumlulukları

İslam nikâhakdi ile eşlere bazı haklar ve sorumluluklar yüklemiştir. Bunlar nekadar öz veri ile görevlerini yaparlarsa o derece mutlu bir aile olurlar. Bu vecibelerin bazıları şöyledir.

  • Birliğin Sağlanması: Evli olanlarevlilik birliğini sağlamakla mükelleftirler. Bu konuda üstlerine düşen görevlerini en iyi şekilde yapmalarıgerekir.
  • Sadakat: Hem erkek hemde kadının eşine her konuda sadıkkalması gerekir. Kuran cinsi sadakatsizlikte ikisinide eşit cezalandırmıştır. Her türlü sadakatsizlik hukuki olmayan davranışlardır.
  • Dayanışma ve Yardımlaşma: Eşler karşılıklı hem maddi hemde manevi olarak yardımlaşmalıdırlar. Keder ve sevinçlerine ortak ve yardımcı olmalıdırlar.
  • Çocukların Bakım ve Yetiştirilmesi: Eşler çocukların bakım, terbiye, maddi ve manevi bütün ihtiyaçların karşılanması ile mükelleftirler. Ancakİslam hukuku çocukların bakımında maddi yönünü erkeğe yüklemiştir. Nesep olarakta çocuk, anne ve babaya nispetedilir. Gayri meşru olarak doğan çocukta anneye nispet edilir.

KOCANIN HAK VE SORUMLULUKLARI

Genel olarak bu haklar şöyle özetlenir.

  • Kocanın Hakları
  • Aileye başkan olmak adaletli ve istişareye önem vermeli, keyfilikten kaçınılmalıdır.
  • Oturulacak evi seçmek.
  • Evlilik birliğini temsiletmekbunu üçüncü kişilere karşıda yapmaktır.
  • Kadının bir meslek veya sanatla uğraşmasına izin vermek, çalışmak aslında her insanın hakkıdır. Aile hayatını etkileyecek bir işte çalışmakta hakkı erkeğe tanımıştır. Ancak erkek çalışıp evi geçindiremiyorsa kadın hâkimden böyle bir hak talep edebilir.
  • Kadının ölümü halinde ona varis olmak.
  • Karısından cinsel yönden istifade etme hakkı istisnai durumlar dışında erkeğe bu hak tanınmıştır.

KOCANIN SORUMLULUKLARI

Kocanın sorumlulukları özetle şöyle sıralanır.

  • Nafakayı temin etmek, evi geçindirmekerkeğe aittir.
  • Oturulacak bir evi temin etmek
  • Mehir vermek,(nikâhakdinde kararlaştırılan)
  • Hanıma karşı güzel davranmalı, hoş geçimli olmak.
  • Tek eşle evlenmek esas iken,çok eşli ise adil olmalıdır.
  • Kadınıncinsel olarak ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Cinsel ihtiyaç karşılıklı olarak meşru bir zeminde giderilmelidir.

KADININ HAK VE SORUMLULUKLARI

Genel hatları ile kadının aile içerisindeki hakları şöyle özetlenir.

Kadın Hakları

  • Kocasının soyadını kullanmak, kadın eşinin soyadınıda kendi soyadınıda kullanabilir.
  • Ev içindeki düzeni sağlamak
  • Kendine bakılmasını istemek, eşinden nafaka temin etme hakkına sahiptir.
  • Kadının bazı, özel durumlarda, evlilik birliğini temsil etmektir.
  • Kocasının ölümü halinde ona mirasçı olmak.
  • Nikâhakdi sırasında kararlaştırılmışve zamanı geçmiş olan mihrini talep etmek.
  • Cinsel ihtiyaçlarının temin edilmesini istemektir.

KADININ SORUMLULUKLARI

  • Kocanın seçeceği ve kendisi için iskâna uygun olan evde oturmak.
  • Kocanın soyadınıda taşımak,kocasının soyadının kadına verilmesi uygun olacaktır.
  • Kocaya karşı iyi geçinmeli ve ona yardımcı olmalıdır.
  • Eve ve çocuklara bakmak, evin iç düzenini yerine getirmek çocukların yeme, içme ve eğitimle ilgili hususlarda üzerine düşeni yapmak.
  • Kocaya mali destekte bulunmak, koca mali durumda sıkıntı çekiyorsa yardımcı olmalıdır.
  • Dinin cevaz verdiği durumlar haricinde kocasının izni olmadan evi terk etmemek. Koca eşini zorla evden atamaz. Meşru işleri yapmak üzere evden ayrılabilirler.
  • Meşru sınırlar içerisinde eşinin cinsel ve diğer isteklerini yerine getirmek.
  • Dinin yetki verdiği sahada ve ölçüde kocasının kendisini eğitme hakkını kullanmasına rıza göstermek. Aile reisi tedip hakkını kullanıp eşini dövemez.(Kahveci, İslam Aile Hukuku,121-133)

 

MEHRİN LUZUMU

Mehir’in kadına verilmesinin birkaç yönü vardır. Bir yönü kadından yararlanma sebebi iledir. Diğer bir yönü ise kadına verilen değerdir. Diğer bir açıdanda kadının ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Aynı zamanda nikâhın öneminin ilanıdır. Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da ifrat ve tefrite düşmemek gerekir. Mehir’in çok az olası kadını kocanın gözünde değersiz kılabilir. Evlenecek olanların konumuna uygun olması gerekir.(Bilmen,Hukukıİslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye,Kamusu,c.2.s.117)

 

SAHİH BİR NİKÂH AKDİNİN HUKUKİ SONUÇLARI

A-MEHİR

  • Mehir’in Tarifi ve Hükmü

Nikâh akdi, esnasında kararlaştırılan evlenirken erkeğin kadına verdiği veya vermeyi taahhüt ettiği miktarı belirlenmiş ve piyasada değeri olan mala Mehir denir.

Mehir, bir kadının eşya gibi alınıp satılması düşüncesine sevk etmemesi gerekir. Mehir bir ömür boyu beraber yaşamanın sembolik bir işaretidir. Bir hediyedir. İslam, kadının gençliğinde çalışıp mal biriktirmesini yakıştırmamış bunu erkeğe bırakmıştır. Kuranı kerim Mehir vermeyi emretmiştir.

  • Mehir’in Miktarı

Mehir’in miktarı ile ilgili her hangi açık bir nas olmayınca, bazı rivayetlerde göz önünde bulundurularak ilk İslam hukukçuları Mehir’in miktarını belirlemişlerdir. Fıkıhçıların çoğunluğu Mehir için bir alt sınır belirlememişler. Ebu Hanife ye göre alt sınır on, Malikilere göre üç dirhem gömüştür. Bir dirhem gömüş 2,97 gr. a eşittir. Hazreti peygamber döneminde on dirhem ile orta halli iki koyun satın alına bildiği ifade edilmiştir.

Şafi ve Hanbelilere göre Mehir’in bir alt sınırı yoktur. İslam hukukçuları Mehir’in üst sınırı ile ilgili herhangi bir içtihatta bulunmamışlarıdır. Mehir’in makul ölçülerde olması İslam ahlakı ile ilgili bir konudur. Hanefiler Mehir’in maddi mal olması gerektiğini, şafiler ise menfaatinde Mehir olabileceğini ifade etmişlerdir.

  • Muaccel ve Müeccel Mehir

Mehir’in peşin olarak ödenmesine Mehir-i muaccel denir. Aslında Mehir’in peşin ödenmesi gerekir. Fakat sonradan Mehir alacakları da diğer alacaklar gibi değerlendirilmiştir. Mehir’in ödenmesi sonraya bırakılmış olmasına da vadeli anlamında Mehir’i müeccel denilmiştir. Bunun herhangi bir takvimi yoktur. Belirlenen mal ise Malikilere göre sonradan ödene bilinir.

d--Mehir’in Sahibi

Mehir’in mutlak sahibi evlenecek olan kadındır. Geçmiş dönem fıkıhçıları evlenen kadının babası veya baba tarafı dedesinin alabileceğini fakat kadının izni olmadan herhangi bir tasarrufta bulunamayacaklarını ifade etmişlerdir. Hanefi ve Hanbelilere göre nikâh akdi esnasında belirlenen Mehir’i koca daha sonra ödemekte aciz kalırsa kadın nikâh akdini fesih edemez. Malikilere göre cinsel ilişki olmamışsa, Şafilere göre ise cinsel birleşme gerçekleşmiş olsa bile nikâh akdini fesih etme hakkı vardır.

e- Mehir’in Gerekli Olduğu ve Mehir Borcunun Düştüğü Haller

A- Nikâh akdi sebebiyle, koçanın nafaka borcuyla mükellef olması için aşağıdaki şartlar gereklidir.

Şayet aşağıdaki şartlar gerçekleşmiş ise kadın Mehir’in tümünü alır. Bu şartlar şunlardır.

1-Evliliğin sahih bir nikâh akdi ile olması gerekir.

2-sahih nikâhtan sonra zevci münasebet olmuşsa,

3-veya zevci münasebet olmayıp, halveti sahih meydana gelmiş ise

Diğer bir yönüyle de bazı haller sebebiyle kadın Mehir’in yarısını alır. Şayet fiili birleşme ve halveti sahih olmadan kadın boşanırsa mihrin yarısını alır.(Kahveci, İslam aile hukuku,133-139)

B- Mehir borcunun düştüğü haller

1-Kadının nikâh akdinden, sonra kocasının istifade edebileceği bir durumda olması gerekir. Yalnız koca istemediği halde kadın babasının evin da oturursa nafaka borcu erkekten düşer. Nafakayı vermeyen kocanın malına haciz işlemi yapılma imkânı vardır. Aynı zamanda hapsede atıla bilinir. Şayet erkeğin maddi durumu iyi değilse da borç olarak kabul edilir.

2-Nikâh akdi esnasında Mehir hiç konuşulmamışsa mihri-i misil geçerli olur. Bunun takdirinde örf etkilidir. Hâkimin takdir yetkisi de mevcuttur.

F-Kadına Mut’a Verilmesi

Nikâh akdinden sonra herhangi bir nedenle boşanma sonucunda, kocasının evinden ayrılan kadına kocası tarafından güzellik olsun diye kadına verdiği, her türlü hediyedir.

Nikâh akdi Mehir tayin edilmeden yapılmış ise, İslam hukukunda buna “Mufevvida” diye adlandırılır. Bu durumda zevci münasebet oluşmadan boşanma gerçekleşmiş ise buna Mut’a verilmesi gerekir. Hanefilere göre, bu zorunludur.(Kahveci, a.g.e.141)

MESKEN TEMİN EDİLMESİ

İslam hukukuna göre, sahih bir nikâhla evlenen erkeğin, eşinin otura bileceği bir evi tahsis etmesi, gerekir. Bu erkeğe in görevidir. Kadının ise hakkıdır. Ve evin kadının statüsüne uygun olmalıdır.

NAFAKA BORCU

1-Eş Nafakasının Tarifi Ve Hükmü

Nafaka başkasının yaşamasını temin etmek için kişinin yüklendiği masraflardır. Bizim konumuz sahih bir nikâh sonucu kocanın hanımı için yüklendiği masraftır. İslam hukukuna göre kişinin asli ihtiyaçlarını karşılamak nafaka, olarak kabul edilir. Başkasının nafakasını birine yüklemek için aralarında ya yakınlık ya da evlilik bağının olması gerekir. Bu erkeğin bir görevidir. Kadın zenginde olsa erkek nafakayı ödemek zorundadır.

2-Eş Nafakasının Kapsamı

Günlük hayatın normal akışı içine giren zorunlu olan harcama kalemleri olarak anlaşılır. Bunlar şöyle özetlene bilinir.

a-Yiyecek, içecek ile giyecek eşya cinsinden olanlardır.

b-Tedavi masrafları

c-ihtiyaç ise veya emsalleri sahip ise hizmetçi tutmaktır. Bu durumda zorunluluk belirli durumlarda gerçekleşir. Kocanın maddi durumunun iyi olması ve kadının emsallerinin hizmetçi tutmuş olmalarıdır.(Kahveci, a.g.e.145)

3-Nafaka Borcu Doğması İçin Gerekli Şartlar

Bu şartlar şöyle özetlene bilinir.

a-Sahih bir nikah akdi ile evliliğin gerçekleşmesi gerekir.

b- Kadının nikah akdinden sonra erkeğin istifadesine hazır olması gerekir.

4-Nafakanın Artırılması Ve Nafaka Sorumluluğunun Düşmesi

Nafaka miktarının yetersiz kalması veya piyasa fiyatlarının değişmesi neticesinde nafaka miktarı yetersiz gelirse kocanın kendiliğinden bu miktarı yükseltmesi gerekir. Şayet koca bunu kabul etmez ise kadın mahkemeye gidip nafaka miktarının artırılmasını talep edebilir. İslam hukukunda kadının aile düzenine itaat etmemesine “nüşuz” denilmiştir. Nüşüz hali nafaka borcunun düşmesinin sebeplerindendir. Kadın kocasının rızası ile çalışırsa nafakasını alır fakat rızası dışında çalışırsa nafaka alamaz.(Kahveci, a.g.e.139-147)

AKRABA NAFAKASI

İslam Hukukuna göre asli olan, kişinin kendi malından harcayarak nafakasını temin etmektir. Aralarında kan bağı bulunan ve birbirleri ile evlenmeleri haram olan akrabalar biri birlerine karşılıklı olarak nafaka ile mükellef olurlar. Nafakayı alanın Fakir, verenin ise zengin olması gerekir. Varlıklı kişi anne ve babasının nafakasını temin etmek zorundadır. Anne ve babanın nafakası zengin olan çocukları arasında bölüşülür. Fakir olandan nafaka sorumluluğu düşer. Nafakaya muhtaç olanın Müslüman olması gerekir. Bu durum usul ve füruda geçerli değildir. Çocukların nafakası babaya aittir. Muhtaç olmaları halinde yakın akrabası olan çocuklar kadınlar ve erkeklerin nafakasını temin etmesi gerekir. Ancak bu durum usul ve füru durumu gibi sabit olmayıp, ancak mahkeme kararı ile sabit olur. (Kahveci a.g.e.147-150)

DOĞUM VE SONUÇLARI

Evliliğin amaçlarından biriside çocuk sahibi olmaktır. Dolayısıyla çocuğun nesebi, emzirilmesi ve nafakası ile ilgili hususlar gündeme gelip tartışılmıştır.

A-Çocuğun Nesebi

Çocuğun geldiği soy ile ilişkisini, kan ve hısımlık bağını ifade eden olgudur. Bu geniş çerçevedeki anlamıdır dar anlamda ise çocuğun anne ve babası ile olan bağını ifade eder. Çocuğun doğduğu kadınla nesep bağı kesin olur. Çocuğun babası ile olan bağının tespitidir. İslam hukukuna göre evlilik birliği içerisinde doğan çocuğun nesebi o evlilikteki kocaya bağlanır. Bir çocuğun bir erkeğe nispet edilmesi için aşağıdaki şartların birinin oluşması gerekir. Evvela sahih bir nikâhın olması gerekir. Kocası ölen veya boşanan kadın bir yıl içerisinde doğum yapmış ise çocuğun nesebi ayrıldığı kocaya nispet edilir. Fasit bir nikâh sonucu çocuk doğmuşsa bu durumda sahih nikâh durumu gibidir. Evlilik şüphesi ile cinsel birleşme meydana gelmişse ve üzerinde altı ayda geçmiş ise çocuğun nesebi cinsel birleşmeyi yapanlara nispet edilir. Nesep ikrar ile de sabit olabilir. Örneğin birinin bu benim babamdır. Demesi nesebi sabit kılar. Yaş farkının uygun olması, önceden çocuğunun nesebinin meçhul olması, zina çocuğu olmaması, aynı zamanda ikrarda aranır. Nesebi bu şekilde tespit edilen çocuk, bütün çocukluk haklarından faydalanır. (Kahveci, a.g.e.150-154)

B- Çocuğun Emzirilmesi

Sahih bir evlilik sonucu doğan çocuğun emzirilmesi ailede önemli bir husustur. Aile birliği devam ediyorsa anne çocuğunu iki yıl süreyle emzirir. Bu durum daha fazlada olabiliri şayet aile birliği devam etmiyorsa anne çocuğun emzirilmesi için zorlanamaz. Ancak ücret isterse emzirme ücreti verilmelidir.(Kahveci, a.g.e,155-157)

C-Çocuğun Nafakası

Sahih bir nesebe sahip olan çocuğun nafakası babaya yüklenmiştir. Şayet çocuk zengin ise b yükümlülük babadan düşer. Çocuğun malından harcama yapılır. Bu konuda evlilik nafakası hükümleri geçerli olmayıp, akrabalık nafakasının hükümleri geçerlidir.(Kahveci, a.g.e,150-158)

FASİT NİKÂH AKDİ

A-Tanımı

Sahih bir nikâhın unsurlarını taşımayan nikâh akdine, batıl nikâh akdi denir. Şayet nikâh akdinin şartlarında ihtilaf varsa bu fasit nikâh akdi diye adlandırılır. Hanefilere göre kuruluş şartları olmakla beraber sıhhat şartlarında eksiklik varsa fasit nikâh olarak kabul edilir. Örneğin şahitsiz nikâh gibi.(Kahveci, a.g.e.159)

B-Fasit Nikâh Akdinin Hükmü

Fasit nikâh akdi ile yapılan evliliklerin devam etmesi caiz değildir. Eşlerin ayrılması gerekir şayet ayrılmazlarsa hâkim kararı ile ayrılmaları gerekir. Böyle bir evlilikte cinsel birleşme gerçekleşmemiş ise herhangi bir hukuki netice doğurmaz. Şayet cinsel birleşme olmuş ise kadın, Mehir-i misil ile Mehir-ı müsemmadan hangisi az ise onu almaya hak kazanır. En az altı ay en çok bir yıl içinde doğan çocuğun nesebi sabit olur. Sahih evlilikten doğan akrabalık bağı gerçekleşir. Fakat fasit nikâhla nafaka ve varis olma gerçekleşmez. Bazı İslam hukukçularına göre nikâh akdini fesatlaştıran unsurlar kaldırılınca nikâh sahih olur demişlerdir. Velinin izninin sonradan alınması buna örnektir.(Kahveci, a.g.e.160)

C-Batıl Nikâh Akdi

Kuruluş şartlarından biri eksik olan nikâh akdine batıl nikâh denir. Evlilik ehliyetine sahip olmayanın evliliği buna örnek gösterilebilir. Akdin ana unsurları eksik olduğundan böyle bir nikâh hiçbir şey ifade etmez. Tarafların hemen ayrılması gerekir. Ayrılmaz ise hâkim kararı ile ayrılırlar. Hanefilere göre böyle bir evlilikten doğan çocuk fasit nikâhta yapılan muamelenin aynısı yapılır. Batıl nikâh akitlerinden biride Mut’a nikâhıdır.(Kahveci, a.g.e.161)

D-Mevkuf ve Gayrı Lazım Nikâh Akdi

Mevkuf sözü ile geçerlilik kazanması başkasının iznine bağlı olan akdlerdir. Diğer hükümleri tamam olan, fakat yürürlük şartlarında eksiklik bulunan, nikâh akdine, mevkuf nikâh akdi denir. Aklı başında fakat yaşı küçük olan bir çocuğun, yaptığı nikâh akdi velisinin iznine kadar mevkuf kabul edilmiştir. Bu tür nikâhlar onaydan önce fasit nikâh hükmündedir.

Bağlayıcılık şartlarından biri eksik olursa bu tür nikâh akitlerine gayrı lazım nikâh akdi denir. Bu tür akitlerin hiçbir bağlayıcı niteliği yoktur. Hanefilere göre akil baliğ olan bir kızın velisinin izni olmadan kendisine denk olmayan birisi ile evlenmesi bu tür evliliğe örnektir. Veli bu nikâhı bozmak için hâkime başvurabilir.(Kahveci, a.g.e.162-163)

E Halvet-i Sahiha

1-Tanımı

Sahih bir nikâhla evli olan eşlerin cinsel ilişkisine engel olma durumu olmaksızın baş başa kalmalarına halvet-i sahiha denir. Bu durum bir evlilik çeşidi değildir. Fakat bazı hukuki neticeler doğurduğundan dolayı değerlendirilmiştir.

2- Halvet-i sahih anın Şartları

A- Sahih bir nikâhla evlenenlerin, doğal bir ortamda bulunmaları körde olsa bir adamın bulunmaması gerekir.

B-Cinsel birleşmeye engel olacak bir hastalığın bulunmaması gerekir.

C-HA’yız, ihramlı olma gibi bir durumun olmaması gerekir.

3-Halvet-i Sahihanın Sonuçları

Hanefilere göre bu durum cinsel birleşme meydana gelmiş gibi kabul edilir. Malikilere göre bu durumda bir yıl süre ile kocasının yanında kalan kadın cinsel birleşme meydana gelmiş gibi kabul edilir. İmam şafide böyle düşünür. Hanbelilere göre ise şehvetle dokunma olmuş ise cinsel birleşme meydana gelmiş gibi kabul edilir.

4-Halvet-i Sahihanın Birleşmeden Ayrıldığı Hususlar

A-Nikâh akdin den sonra halvetin bulunması eşlerin muhsan kabul edilmesini gerektirmez.

B Anne ile birleşme kızı haram kılar ama sadece halvet ile b gerçekleşmez.

C-Üç defa boşanmış kadın ikinci kocasıyla halvetten sonra ilk kocasıyla yeniden nikâh yapamaz.( Kahveci, a.g.e.164-166)

                                                                                         Yasin ULUTAŞ

                                                                                             15.12.2015




KIYAMET VE ALAMETLERİ

KIYAMET VE ALAMETLERİ

Kıyamet alametleri ve de Âhirzamanla ilgili gerek Kur’an-ı Kerim-de ve gerekse de Hadis-i Şeriflerde bunlarla ilgili bir çok hakikatlar zaman içerisinde ve de zamanımızda zahir olmuştur.

Bu kaynaklar sahih esaslara dayanmaktadır. Büyük bir hakikatın ucu olarak görülmektedir.[1]

Bunlar ile ilgili yoruma baş vurmadan , özellikle Kütüb-ü Sitteden size aktaracağım:

*4981 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Siz, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi, gözleri küçük, burunları yassı olan bir kavmle savaşmadıkça Kıyamet kopmaz.”

Buhari, Cihad 95, 96, Menakıb 25; Müslim, Fiten 62, (2912); Ebu Davud, Melahim 9, (4303, 4304); Tirmizi, Fiten 40, (2216); Nesai, Cihad 42, (6, 45).

*4982 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “rumlar, A’mak ve Dâbık nam mahallere inmedikçe Kıyamet kopmaz. Onlara karşı Medine’den bir ordu çıkar. Bunlar o gün Arz ehlinin en hayırlılarıdır. Bu ordunun askerleri savaşmak üzere saf saf düzen alınca, rumlar:

“Bizden esir edilenlerle aramızdan çekilin de onları öldürelim!” derler. Müslümanlar da:

“Hayır” Vallahi sizinle, kardeşlerimizin arasından çekilmeyiz” derler. Bunun üzerine (müslümanlar) onlarla harb eder. bunlardan üçte biri inhizama uğrar. Allah ebediyen bunların tevbesini kabul etmez. Üçte biri katledilir, bunlar Allah indinde şehitlerin en faziletlileridir. Üçte biri de muzaffer olur. Bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Bunlar İstanbul’u da fethederler. (Fetihten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış ganimet taksim ederken, şeytan aralarında şöyle bir nida atar:

“Mesih Deccal, ailelerinizde sizin yerinizi aldı!”

Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber bâtıldır. Şam’a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için hazırlık yapıp safları tanzim ederken, namaz için ikamet okunur. Derken İsa İbnu Meryem iner ve onlara gitmek ister. Allah’ın düşmanı, Hz. İsa’yı görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helak oluncaya kadar eriyecekti. Ancak Allah onu kudret eliyle öldürür; öyle ki onlara, harbesindeki kanını gösterir.”

Müslim, Fiten 34, (2897).

*4983 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):

“Bir tarafı karada bir tarafı da denizde olan bir şehir işittiniz mi?” diye sordular. Oradakiler: “Evet!” deyince, şöyle buyurdular:

“İshakoğullarından yetmişbin kişi bu şehre sefer tertiplemedikçe Kıyamet kopmaz. Askerler şehre gelince konaklarlar. Ancak silahla savaşmazlar, tek bir ok dahi atmazlar. “Lâilâhe illallahu vallahu ekber!” derler. Bunun üzerine şehrin kara tarafı düşer. Sonra askerler ikinci kere, “Lâilâhe illallahu vallahu ekber!” derler, şehrin diğer tarafı da düşer. Sonra tekrar “Lâilahe illalllahu vallahu ekber!” derler. Bu sefer onlara (kapılar) açılır. Oradan şehre girerler ve şehrin ganimetini toplarlar. Ganimetleri aralarında taksim ederlerken, yanlarına bir münâdi gelip: “Deccal çıktı!” diye bağırır. Askerler her şeyi bırakıp geri dönerler.”

Müslim, Fiten 78, (2920).

*4984 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Yahudilerle savaşacak ve onları öldüreceksiniz. Öyle ki taş dahi: “Ey müslüman! işte yahudi, arkamda (saklandı), gel, öldür onu!” diyecek.”

Buhari, Cihad 94, Menakıb 25; Müslim, Fiten 79, (2921); Tirmizi, Fiten 56, (2237).

*4985 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Müslümanlardan iki grup aralarında savaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunlar aralarında büyük bir savaş yaparlar, fakat dâvaları birdir.”

Buhari, Fiten 24, Menakıb 25, İstitabe 8; Müslim, İman 248, (157), Fiten 17, (157).

*4987 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Herc artmadıkça Kıyamet kopmaz!” buyurmuşlardı. (Yanındakiler:)

“Herc nedir ey Allah’ın Resûlü?” diye sordular.

“Öldürmek! Öldürmek!” buyurdular.”

Müslim, Fiten 18, (157).

*4988 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kıyamet kopmazdan önce gece karanlığının parçaları gibi fitneler olacak. (O vakit) kişi mü’min olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama kavuşur. Mü’min olarak akşama erer, kâfir olarak sabaha kavuşur. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık mukabilinde dinlerini satarlar.”

Tirmizi, Fiten 30, (2196).

*4989 – Sehl İbnu Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Ben Kıyamet şöyle yakın olduğu halde gönderildim!” buyurdular ve şehadet parmağıyla orta parmağını yanyana gösterdiler.”

Buhari, Rikâk 39, Tefsir, Nâzi’at 1, Talâk 25; Müslim, Fiten 132, (2950).

*4990 – Müstevrid İbnu Şeddâd el-Fihrî radıyallahu anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Ben Kıyamet’in kopacağı aynı saatte gönderildim. Ancak, şunun şunu geçmesi gibi ben Kıyamet saatini geçip biraz evvel geldim!” buyurdular ve orta parmağı ile şehadet parmağını gösterdiler.”

Tirmizi, Fiten 39, (2214).

*KIYAMETTEN ÖNCE BİR ATEŞİN ÇIKMASI

*4991 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Hicaz bölgesinden bir ateş çıkmadıkça Kıyamet kopmaz. Bu ateş Busra’daki develerin boyunlarını aydınlatacaktır.”

Buhari, Fiten 24; Müslim, Fiten 42, (2902).

*4992 – İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Kıyametten önce, Hadramevt’ten -veya Hadramevt denizinden- bir ateş çıkacak, insanları toplayacak” buyurmuşlardı. (Orada bulunanlar:)

“Ey Allah’ın Resûlü (o güne ulaşırsak) ne yapmamızı emredersiniz?” diye sordular.

“Size Şam(‘ı yani Suriye’ye gitmenizi) tavsiye ederim” buyurdular.”

Tirmizi, Fiten 42, (2218).

*4995 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Otuz kadar yalancı Deccaller çıkmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunlardan her biri Allah’ın elçisi olduğunu zanneder.”

Tirmizi, Fiten 43, (2219); Ebu Dâvud, Melâhim 16, (4333, 4334, 4335).

*4998 – Ebu Sâid radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ruhumu kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki, vahşi hayvanlar insanlarla konuşmadıkça, kişiye kamçısının ucundaki meşin, ayakkabısının bağı konuşmadıkça, kendinden sonra ehlinin ne yaptığını dizi haber vermedikçe Kıyamet kopmaz.”

Tirmizi, Fiten 19, (2182).

*5002 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, yanındaki cemaate konuşurken, bir adam gelerek: “(Ey Allah’ın Resûlü!) Kıyamet ne zaman kopacak?” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm konuşmasına devam etti, sözlerini bitirdiği vakit:

“Sual sâhibi nerede?” buyurdular. Adam:

“İşte buradayım ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Emanet zâyi edildiği vakit Kıyameti bekleyin!” buyurdular. Adam:

“Emanet nasıl zâyi edilir?” diye sordu. Efendimiz:

“İş, ehil olmmayana tevdi edildi mi Kıyamet’i bekleyin!” buyurdular.”

Buhari, İlm 2, Rikâk 35.

*5003 – Sahiheyn’de gelen bir diğer rivayette: “Kahtan’dan, insanları değneğiyle idare eden bir adam çıkmadıkça Kıyamet kopmaz” buyrulmuştur.”

Buhari, Fiten 23, Menâkıb 7; Müslim, Fiten 60, (2910).

*5004 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Fırat nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça Kıyamet kopmaz. Onun üzerine insanlar savaşırlar. Yüz kişiden doksan dokuzu öldürülür. Onlardan her biri: “Herhalde savaşı ben kazanacağım” der.”

Buhari, Fiten 24, Müslim, Fiten 29, (2894); Ebu Dâvud, Melahim 13, (4313, 4314); Tirmizi, Cennet 26, (2572, 2573).

*5005 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Zaman yakınlaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Bu yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, haftada bir gün gibi, gün saat gibi, saat de bir çıra tutuşması gibi (kısa) olur.”

Tirmizi, zühd 24, (2333).

*5010 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):

“Ümmetim onbeş şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belanın gelmesi vâcip olur!” buyurmuşlardı. (Yanındakiler:) “Ey Allah’ın Resûlü! Bunlar nelerdir?” diye sordular. Aleyhissalâtu vesselâm saydı:

-Ganimet (yani milli servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında) tedavül eden bir metâ haline gelirse,

-Emanet (edilen şeyleri emânet alan kimseler, sorumlu ve yetkililer, memurlar) ganimet (malı yerini tutup, yağmalayıp nefislerine helal) kıldıkları zaman,

-Zekât (ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya ve) ceza telâkki ettikleri zaman.

-Kişi annesinin hukukuna riayet etmeyip, kadınına itaat ettiği;

-Babasından uzaklaşıp ahbabına yaklaştığı;

-Mescidlerde (rıza-yı ilâhi gözetmeyen husûmet, alış-veriş, eğlence ve siyâsiyâta vs. müteallik) sesler yükseldiği zaman.

-Kavme, onların en alçağı (erzel) reis olduğu;

-(Devlet otoritesinin yetersizliği sebebiyle tedhiş ve zulümle insanları sindiren zorba) kişiye zararı dokunmasın diye hürmet ettiği;

-(Çeşitli adlarla imal edilen) içkiler (serbestçe) içildiği;

-İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiği;

-(San’at, bale, konser gibi çeşitli adlar altında; bar, gazino, dansing ve salonlarda ve hatta televizyon ve filim gibi çeşitli vasıtalarla yaygın şekilde) şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri edinildiği;

-Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakâret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, (zelzeleyi), yere batışı (hasfı) veya suret değiştirmeyi (meshi) (veya gökten taş yağmasını, (kazfi) bekleyin.”

Tirmizi, Fiten 39, (2211).

*5012 – Hz. Muâz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):

“Beytu’l-Makdis’in imârı Yesrib’in harabıdır. Yesrib’in harâbı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame İstanbul’un fethidir, İstanbul’un fethi Deccâl’in çıkmasıdır!” buyurdular. Sonra elini (Resûlullah), konuşmakta olduğu kimsenin (yani Hz. Muâz’ın) dizine vurdular ve:

“Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı senin burada oturman hak olduğu gibi” buyurdular.”

Hz. Muaz burada kendisini kasdetmektedir. (Yani Aleyhissalatu vesselam’ın konuştuğu ve dizine elini vurduğu kimse Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh’tır.)”

Ebu Davud, Melahim 3, (4294).

*5013 – Abdullah İbnu Büsr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Melhame ile Medine’nin fethi arasında altı yıl vardır. Yedinci yılda da Mesih Deccâl çıkar.”

Ebu Davud, Melahim 4, (4296); İbnu Mace, Fiten 35, (4093).

*KIYAMET ALAMETLERİ

*7182 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Fırat nehri, altından bir dağı ortaya çıkarmadıkça Kıyamet kopmayacaktır. İnsanlar o altın sebebiyle öldürülecek. Öyle ki on insandan dokuzu öldürülecektir.”

*7183 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Mal dolup taşmadıkça, fitneler zuhür etmedikçe ve herc (haksız, sebepsiz öldürmeler) artmadıkça Kıyamet kopmayacaktır.” Orada bulunanlar: “Herc nedir, ey Allah’ın Resülü?” dediler. Aleyhissalatu vesselam: “Öldürmedir! Öldürmedir! Öldürmedir!” diye üç kere tekrar etti.”

*KIYAMETİN BÜYÜK ALÂMETLERİ

*7187 – Hz. Enes İbnu Ma’lik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Şu altı şeyden önce (ahirete bakan) iyi ameller işlemekte acele edin: “Güneşin battığı yerden doğması, Duhân, dâbbetü’l-arz,Deccâl, herbirinize mahsus olan ölüm ve (sizin salih amelinize mani olacak) âmme hizmeti.”

*7188 – Ebu Katade radıyallahu anh arılatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “(Kıyametin büyük) alâmetleri ikiyüz (senesin)den sonra gelecektir.”

*7189 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Ümmetim beş tabakadır: İlk kırk yıl, hayır ve takva ehlidir. Bunu takip edenler yüzyirmi yılına kadardır. Bunlar merhamet sahibi, sıla-i rahme değer veren kimseler olacak. Sonra yüzaltmış yılına kadar olanlar birbirlerine sırt çevirirler, aralarındaki (kardeşlik bağlarını) koparırlar. Sonra da birbirlerini öldürme devri gelir. O devirde kurtuluş isteyin, kurtuluş!”

Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ümmetim beş tabakadır. Her tabaka kırk yıldır. Benim tabakam ve ashabımın tabakası ilim ve iman ehli insanların tabakasıdır. İkinci tabaka kırk ile seksen yılı arasındaki (insanların) tabakasıdır, bunlar hayır ve takva ehli insanlardır…” (Hz. Enes, sonra hadisi yukarıdaki şekilde tamamladı.)”

*7190 – Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kıyametin kopmasına yakın (bazı insanlar günahları sebebiyle) “mesh”e (hayvan süretine çevrilme), “hasf”e (yere batma) ve “kazf’e (taşlanma azabı) uğrayacaktır.”

*7191 – Abdullah İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ümmetimde hasf, mesh ve kazf olacaktır.”

*DABBETU’L-ARZ

*7192 – Abdullah İbnu Büreyde radıyallahu anhüma babası (Büreyde)’den naklediyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni, Mekke’ye yakın badiyedeki bir yere götürdü. Burası kuru bir yerdi, etrafı da kumdu. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: “Dâbbetu’l-arz bu yerden çıkacak” buyurdu. İşaret edilen yerin eni ve boyu birer karıştı.”

İbnu Büreyde dedi ki: “Bundan yıllar sonra haccettim. Babam (o sahanın en ve boy uzunluğunda bir asasını bize gösterdi. Baktım ki, o asa benim bu âsam ile şu ve bu kadardır.”

*MEZAHİM (ŞİDDETLİ SAVAŞLAR)

*7200 – Zî Muhmer radıyallahu anh’a müslümanların Rumlarla yapacağı savaş sorulunca, Resülullah’tan şu hadisi nakletmiştir: “Rumlar sizlerle emin bir sulh antlaşması yapacaklar. Sonra, siz ve onlar (başka) bir düşmanla savaşacaksınız ve zafer kazanıp ganimet mallarını alıp (savaştan) salimen galip çıkacaksınız. Sonra savaş yerinden ayrılıp tepeleri bulunan bir çayırlıkta mola vereceksiniz. Orada haç ehlinden (hıristiyanlardan) bir adam haçı havaya kaldırarak: “Haç galip oldu” diyecek, müslümanlardan bir adam kızarak kalkıp (adamın elindeki) haçı kırıp ezecektir. İşte o zaman Rumlar sulh antlaşmasını bozarak şiddetli bir savaş için toplanacaklar.”

İbnu Mâce, bu hadisin, kendisine bir başka vecihten de ulaştığını, hadisin o vechinde şu ziyadenin olduğunu belirtir: “(Rumlar) şiddetli bir savaş için toplanacaklar. O zaman onlar seksen sancak altında oldukları halde gelirler ve her sancakta onikibin asker vardır.”

*7201 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Şiddetli savaşlar vuküa geldiği zaman Allah mevaliden (Arap olmayan müslümanlar) öyle bir ordu gönderecek ki atlarının cinsi yönünden Arapların en kıymetlisi ve silah yönünden onların en iyisi olup Allah, İslâm dinini onlarla te’yid (takviye) edecektir.”

*7202 – Amr İbnu Avf radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Müslümanların silahlarını koydukları yerin en yakını Bevlâ’da olmadıkça kıyamet kopmaz.”

Aleyhissalâtu vesselâm sonra: “Ey Ali, ey Ali, ey Ali!” diye nida etti. (Hz. Ali)

“Annem babam sana kurban olsun, (buyurun ey Allah’ın Resülü!)” dedi.

Aleyhissalâtu vesselâm: “Muhakkak ki, sizler Benî Esfar’la (Rumlarla) savaşacaksınız. Sizden sonra gelecek müslümanlar da onlarla savaşacaklar. Nihayet Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından korkmayan seçkin müslümanlar olan Hicaz halkı onlarla savaşa çıkacaklar. Konstantin’i tesbih ve tekbirlerle fethedecekler. Onlar daha önce benzerini elde etmedikleri ganimetler elde edecekler. Öyle ki (dirhem ve dinarları sayıyla değil, kalkanla ölçerek taksim edecekler. Bu sırada biri gelip şöyle diyecek: “Memleketinizde mesih çıktı: “Bilesiniz bu haber yalandır. Artık o haberi tutan (inanan) da pişmandır, terkeden (inanmayan) da pişmandır.”

*TÜRKLERLE SAVAŞ

*7203 – Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Sizler, gözleri küçük, yüzleri geniş-yuvarlak bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmayacaktır. Onların gözleri çekirge gözleri gibi olup yüzleri de kat kat deri ile kaplanmış kalkanlar gibidir. Kıl ayakkabılar giyerler, deriden mamul kalkanlar edinirler ve atlarını hurma ağaçlarına bağlarlar.”

*(Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre) Resulullah (asm.):

“Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekan bulursa ona sığınsın.” (Sahihu’l-Buhari VIII, 92; Tefriru’l-Kurani’l-Azim II, 43; Sunenu İbn-i Mace, II, 3961.)

MEHMET ÖZÇELİK

15-12-2015

[1] http://www.tesbitler.com/2015/01/03/kiyamet-alametleri/

http://www.tesbitler.com/category/ahirete-iman/page/2/

http://www.tesbitler.com/category/ahirete-iman/page/4/

http://www.tesbitler.com/category/ahirete-iman/page/5/

http://kutubusitte.com/Hadisler/kiyamet.htm

http://www.kurandan.com/kga/kiyametayetleri.htm

http://meal.ihya.org/kurandan-ayetler/kuranda-gecen-kiyamet-ile-ilgili-ayetler.html

 




Mâide.89




ORDUYA KUMPAS MI ?

ORDUYA KUMPAS MI ?
Ergenekon çerçevesinde ordu içinde bir kesimin üzerine şiddetle gidildi. Yaptıkları dehşet uygulamaların belge-bilgi-ses-görüntüleri ortalara döküldü.
Bu doğrumuydu?
Beşer zulmeder kader adalet eder, orduya zulüm bile edilmiş olsa,kaderin orada bir adaleti vardır.
Ordunun hiç mi kusuru yoktu?
Bir asırdır yaptığı,asırlardır yaptığıyla taban tabana zıt şeylerdi. Adeta geçmişini inkâr içerisine girdi.
Bir asırlık geçmişi darbelerle anıldı, iyi hatırlanmadı.
Darbelerin hamiliğini yaptı.
*Ordu masum mu?
Bazı komutanların dediği gibi; ordu bu milletin değerlerini, inancını yıkmak için büyük bir gayret göstermedi mi?
Lafa gerek yok. Görünen köy, kılavuz istememektedir.
Ordu bin yıllık birikimini bir asra yakın sürede bitirmiş oldu.
Bundan sonra yapacağı, bunun keffaretini telafi ile gidermektir.
Asliyetine dönmektir.
Milletine içi doldurulmayan bir rejim ile savaş açan değil, onu koruyan bir kimliğe bürünmelidir.
*Derin Tarih’in Kasım ayı sayısında sansürsüz olarak yayınlanan mektuptan bir bölüm şöyle:
‘..Burada hayat hiç de öyle sâkin geçmiyor; gece gündüz başımızın üstünde durmadan şarapneller ve muhtelif topların daha başka mermileri patlıyor; bir taraftan mermiler vızıldarken, diğer taraftan bombaların gürültüsü topların gürültüsüne karışıyor… Hakikaten bir cehennem hayatı yaşıyoruz!
Neyse ki askerlerim hem cesurlar, hem de düşmandan çok daha mütehammiller! Zâten kalblerindeki inanç da, ekseriyâ ölmeyi gerektiren emirlerimin îfâsını fazlasıyle kolaylaştırıyor. Çünki onlara göre ancak iki semâvî netîce olabilir: Ya gazî, yani muzaffer, ya da şehîd olmak!
Bu sonuncusunun ne mânâya geldiğini bilir misiniz? Dosdoğru Cennete gitmek! Ki orada, hûrîler, yâni Allâh’ın yarattığı bu en güzel kadınlar, onları ağırlayacak ve ebediyen onların emrine âmâde olacaklar! İşte size en yüce saâdet!
Görüyorsunuz ya, Hanımefendi, benim adamlarım şehâdet peşinde koşmakla hiç de aptallık etmiyorlar!
Peygamber ne kadar akıllıymış! Nasıl da erkeklerin hakîkî ihtirâslarının farkındaymış!
Ben şahsen, bu mü’minlerle aynı hasletlere sâhib olmak gibi bir kabiliyetten maatteessüf mahrûm bulunuyorum; bununla berâber onların inançlarını tasdîk etmekten de hiç hâlî kalmıyorum…’
-*Peyami Safa’da bu manada 1965 yılında sansürleyerek yayınladığı mektupta Mustafa Kemal, askerlerinin şehitliğe olan inancını överken, “Benim adamlarım şehâdet peşinde koşmakla hiç de aptallık etmiyorlar! Peygamber ne kadar akıllıymış! Nasıl da erkeklerin hakîkî ihtirâslarının farkındaymış! Ben şahsen, bu mü’minlerle aynı hasletlere sâhib olmak gibi bir kabiliyetten maatteessüf mahrûm bulunuyorum…” satırları dikkat çekiyor.
*Atatürk’ün en yakın arkadaşlarından Ali Kılıç anlatıyor: “Meclise geldik. Bir de müezzin geldi. Müezzin ezan okudu. Meclis kapısından içeri girdiğimiz zaman Atatürk’ün önüne sırmalı elbiseler giyinmis bir imam dikildi. Atatürk ne istediğini sordu. İmam ellerini kaldırarak, ‘Dua etmeden girilmez!’ dedi. Atatürk, ‘Bu yurt Mehmetciğin süngüsü ile kurtarıldı ve bu meclis onun gayretiyle kuruldu. Yoksa senin duanla değil’ dedi ve imamı eliyle iterek meclise girdi. “

*Ordu bu gün gerçek görevinin başına geçmiş durumda.
Musibetler ona görevini hatırlattı, görevinin başına geçmesini sağladı.
* Bediüzzamanın ifadesiyle;(Kahraman Ordu) “Kılıncını ayağına vurdurmaz, düşmanına vurdurur. Kur’ân’a hizmetkâr eder. Ağlayan âlem-i İslâmı güldürür.”
Bu gün ordumuza ağlayan islam alemini güldürme görevi verilmiş ve de bunu yüklenmiştir. Bu konuda aktif rol oynamalıdır.
*Ordumuzun rus uçağını düşürmesi hukuki olmanın ötesinde millet olarak bizleri kendimize getirdi, kaybedip tozlandırdığımız kimlik ve kişiliğimizi kazanmamıza sebeb oldu.
Buna toparlanmamız, islam ülkelerinin bir araya gelmesi için bir ihtiyacımız olduğu ortaya çıktı.
*Bir anda yüz sene öncesine gittim.
Dedem de 1914 cihan savaşında savaşmış, rusyaya esir düşmüş, çiftlik sahibi dul bir kadına satılmış, onun çiftliğinde esirlerle beraber çalışmış. 1917 ihtilalinden sonra çiftlik sahibi kadın bu esirleri çağırarak, ihtilal olduğunu artık serbest olup gidebileceklerini söylemesi üzerine gece dağlarda yürüyerek , gündüzleri mağaralarda saklanarak Türkmenistana gelmiştir. Orada bir yıl kaldıktan sonra 14 yıl geçmiş olduğu halde bir gece vakti Adıyamana gelir.
Rusya bilsin ki biz rusyayı biliriz. Dün zorluklar içerisindeki dedem esir olarak gitmişti, Bugün ise torunu olarak ben ve benim gibiler giderse farklı gider.
Gerekirse ayının inine de girmesini biliriz.
MEHMET ÖZÇELİK
10-12-2015




ETİKSİZ SANAT- AHLAKSIZ SANATÇI

ETİKSİZ SANAT- AHLAKSIZ SANATÇI

-3 günde sanatçı olan sanatçı müsveddeleri, 3 gün içinde de gurur ve baş dönmesi ile öyle bir düşüş yaşamışlardır ki;hayatlarını bitirmiş,madden ve manen iflas etmişlerdir.

Sanatçı olmanın sarhoşluğuna kapılanlar, uyuşturucu partilerinde uyuştular.

Toplumu da kendileriyle birlikte uyuşturdular.

-Ahlaksız sanatçılar 3 günde evlenip,3 günde de boşanmanın kapısını açtılar.

Boşanma basit bir olay olarak topluma lanse edilmiş ve bu durum medya da adeta teşvik etmek amacıyla,boy boy resimlerle sahnelenmiştir.

Fuhuş sahneleri ile toplumun ahlakının çökertilmesi yaygınlaştırılmıştır.

Bu ilk olarak yeşil –aslında siyah ve kara- çam kanalıyla,bir kanalizasyon gibi topluma akıtılmıştır.

-Sinemalarda yıllarca açıkça ve sevdirerek içki sahneleri sergilendi.

Bu ahlaksızlığın yaygınlaşmasında medya aracılık yaptı,ahlaksızlığın evlere kadar yaygınlaşmasını sağladı.

*************  

*”Satılmış gazeteciler”[1] adıyla, memleketin madden-manen ve de ahlaken bozulmasında 4. Saldırgan güç oldu.

-Bu gün Türkiye-de bir çok kirli dünyaya girilmişken, medyanın kirli ve lekeli dünyasına ciddi manada girilememiştir.

*Bizdeki sanatçılar nedense ölecekleri zaman günah çıkarır,dini bir cümlenin arkasında yetmiş yıllık günahı örtmeye çalışır.

Bu olmasın anlamına olmayıp,geç kalmaya karşı bir sitemdir.

Veyahut pek de bir marifet ve maneviyatı olmasa da, son gideceği anda öyle bir pot kırar, milletin değerlerine hakaret edip hafife alır ki,artık o olumsuzluğu onun yetmiş yıllık sessizliği içerisinde bu olumsuzluğu ile hatırlanır hale gelir.

*************  

Bu gün Avrupa eski inançlarını bilime aynen aktarıyor.

Eskiden tanrı olarak kabul ettiği Zeus,bu gün gene bilimde tanrı olarak sunulmaya çalışılıyor.

Batı ve Avrupa bilimde gelişmiş ancak inançta hala eski çağlarda gezinmektedir.

Batı bunu filimlerine,sanal oyunlarına,roman gibi eserlerine de yansıtmaktadır.

Tüm medya dünyası inanç sistemi üzerine sürdürülmektedir.

Bizler onlardan sanatı aldığımızda,mutlaka kendi inanç ve yaşantımıza adapte edip, uyarlamamız gerekmektedir.

Bu günkü sanatın kaçta kaçı bizleri temsil etmektedir?

Bizdeki toplumdan uzak yaşayan sun’i sanat yapımcısı, bağlı olduğu batının sefahetine toplumu da sürüklemektedir.

Bir asırdır bizdeki sanatçılar, ayak ve bayağı bir seviyede gezinirken, bir türlü kalp ve akıl seviyesine çıkamamıştır.

İslama ve toplumun değerlerine uydurulmayan sanata, toplum uydurulmaktadır.

Bizdeki sanat birkaç nesli mahvetti, bitirdi.

Sayı bakımından çok olan sanatçı, kalitede ise geçmişle kıyaslanmayacak derecede kaliteyi yakalayamadı.

Sanatkârdan kopuk bir sanat yaşandı ve yaşatıldı.

MEHMET ÖZÇELİK

05-12-2015

[1] http://www.adimlardergisi.com/udo-ulfkotte-abd-cikarlari-icin-yazan-satilmis-turk-gazeteciler-var/

 




Mâide-84




NASIL BİR İRAN ?

NASIL BİR İRAN ?

Bir İran düşünün ki tüm camilerinde Hz.Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Âişeye lanet ediliyor ve her türlü olumsuz ifadelerde bulunuluyor.

Bir iran düşünün ki; Mut’a nikahı gibi, imamların masum olduğu inancı gibi farklılıkların olduğu ve siyasetin öne çıktığı bir devlet…

*Şah İsmail‟in hâkimiyeti ele geçirdikten sonra istila ettiği şehirlerde Sünni ulema ve halka yaptığı zulüm tarih kitaplarında mühim bir yer işgal eder. O hutbeleri On iki İmam adına okutup onlar adına para kestirmiş; Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Muaviye‟ye lanet edilmesini, aksine hareket edenlerin katlini emretmiştir. Onun ezana ilave ettirdiği “Eşhedü enne Aliyyen Veliyyullah” ve “Hayye ala hayri’l-amel” sözü bugün de devam etmektedir.[1]

Şah İsmail‟in Anadolu Kızılbaşları vasıtasıyla İran‟a getirdiği ve zor kullanarak yerleştirdiği [2] Kızılbaş İsnaaşeriyyeciliği ile gerçek (kitabi) İsnaaşeriyye doktrini arasında fark vardır. [3] Şah İsmail‟in düşmanlarına karşı gaddarlıklarının Moğollardan geri kalmadığını ifade eden Aubin, onun mehdilik iddialarının da daha sonra Divan‟ından çıkarıldığını, aynı şekilde Şah Tahmasb‟a Kızılbaşların tanrı gibi taptıklarının görgü şahitleri vasıtasıyla bilindiğini söylemektedir. [4]

*Kızılbaşlara karşı harp açılmasının cihaddan da “ehemm ve akdem” olduğuna dair fetva alındı. [5] Zamanın müftüsü Hamza Efendi ve bazı ulemanın imzasıyla neşr olunan fetva özetle şu hususları ihtiva eder:

a- Kızılbaşların Şeriat ve Hz.Muhammed‟in sünnetine hakaret etmeleri;

b- Dini ve Allah‟ın kitabını tahrif etmeleri;

c- İbahiyyecilikleri;

d- Kur‟an ve diğer dini eserlere karşı hürmetsizlikleri;

e- Ulemayı hor görmeleri;

f- CamiIeri tahrip etmeleri;

g- Şah İsmaile tapmaları;

h- Büyük sahabelerden teberri etmeleri. Bu sebeplerden dolayı onlar mülhid ve kafir ilan edilmiş ve tövbelerine bakılmaksızın onlarla cihad zaruri ve İslami kaidelere uygunluk kabul edilmiştir. [6]

Sair ulema da fetvaları, risaleleri ve va‟z u nasihatları ile kamu-oyunu hazırlamaya gayret ettiler. Kemalpaşazade‟nin “Feteva-i Kemalpaşazade der Hakk-ı Kızılbaş”, “Risale fî tekfiri’r-Revafız” ve “Risale li’1-Mevla[7] adlı risaleleri bunlar arasında zikredilebilir. Daha sonra çıkarılan bir fermanla tehlikeli görülen, Anadolu Kızılbaşları öldürüldü. Sümer, bazı kaynaklarda geçen 40.000 Kızılbaşın katledildiği kaydının mübalağa olduğunu, daha sonraki vesikalardan bunların ancak faal olanlarının öldürüldüğünün, hapsedildiğinin veya sürgüne gönderildiğinin anlaşıldığını ifade eder. [8]

Bu dâhili faaliyetlerden sonra Yavuz Sultan Selim İran‟a düzenlediği seferde, Çaldıran‟da Şah İsmail‟in ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı (920/1514-). [9] Asıl gayesi Safevilere kuvvetli bir darbe vurmaktan öte onları yok etmek olan Yavuz, devlet adamları ve yeniçeri ocağının beklenilmeyen muhalefeti ve sair sebeplerle [10] Çaldıran zaferiyle yetinmek zorunda kaldı. Birçok müellifin belirttiği bir diğer hususta; Şah İsmail‟den itibaren Safevilerin Osmanlılara karşı Hıristiyan dünyası ile ittifak kurma teşebbüsleri olmuştur. Başlangıçta mesafe uzaklığından dolayı bu ittifak sağlanamadı ise de, I. Abbas‟tan itibaren Hıristiyan dünyası ile özellikle de İngilizlerle temasa geçildiği bilinmektedir. [11]

Mağlubiyetten sonra Şah İsmail artık sefere çıkmaktan ve devlet işleriyle uğraşmaktan imtina ederek kendini içkiye verdi ve 930/1524‟de öldü. Bundan sonra yapılan Osmanlı-İran savaşlarında İran ordusu meydan muharebesi yerine sınır bölgelerini tahrip etmekte ve daha iç bölgelere kaçmakta; Osmanlı ordusu geri çekildiğinde ise yeniden sınır boylarını işgal etmekteydi. Bu usul bilhassa Şah I. Tahmasb ve I. Abbas zamanlarında bariz bir şekilde görülür.

1578‟de Lala Mustafa Paşa İran seferi ile görevlendirilmiş, on iki sene gibi uzun süren mücadelelerden sonra 998/1590‟da İstanbul Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşma maddelerinden ilki: “Hz. Peygamber’in ashabı ve halifeleri hakkında sebb-ü şetmin men’i; Şah Tahmasb zamanında olduğu gibi teberrailiğin lağvedilip hiç kimseye ve hususiyle İran Sünnilerine nefret telkin olunmaması”dır. [12]

Bu günde batı sürekli iran üzerinden İslam ülkelerine saldırmakta ve de iranı İslam ülkelerine saldırtmaktadır.

İran da maalesef batı ile ortaklık kurarak, İslam ülkesine ve özellikle Türkiye-ye çelme takmakta ve vurmaktadır.

Bu gün iran bu amaçla pkk-yı bile desteklemektedir.

.. Osmanlı Devleti İran‟la mücadelesinde ulemanın fetvasıyla hareket etmiştir. İki devlet arasındaki münasebetlerde dini motif ve mezhep unsuru hâkim rol oynamış, bilhassa teberra (sahabeyi ta’n ve tekfir) hemen her antlaşmanın maddeleri arasında yer almıştır.[13]

-İranda 35 milyon civarında Türkler yaşamaktadır.Türkiye-den sonra en çok Türkün bulunduğu yer irandır.

*”Saniyen: Yemen imamı olan Zeydîler Seyyidi hakkındaki sualiniz, hakikaten ehemmiyetli ve yümünlüdür. Fakat meymenetsiz bir zamana rastgeldi. Hem zihnim kapalı, hem hal müsait değil, hem ve hem… Yalnız bu kadar var ki, meşhur İmam-ı Zeyd sâdât-ı azîmeden ve eimme-i Âl i Beyttendir. Ve müfrit ?îaları reddeden ve deyip Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’den teberrîyi kabul etmeyen ve o iki halife-i zîşânı hürmet edip kabul eden bir zattır. Onun etbâları, Şîaların en mutedili ve en Sünnîsidir. Bunlar hem ehl-i insaf ve hem çabuk hakkı kabul eder bir taifedir. İnşaallah, Vehhâbîlerin tahribatını tamire sebep oldukları gibi, Ehl-i Sünnet ve Cemaatten Zeydîlerin inhirafları dahi istikamet kesb edip, Ehl-i Sünnete iltihak edip imtizaç edecekler. Bu âhirzaman çok çalkalanıyor; bu fitne-i âhirzaman acip şeyler doğuracağını ihsas ediyor. “[14]

****************

 İslâmın ilk döneminde fitnenin ilk olarak kapısı İran tarafından açıldı.

İran ajanı olan Ebû Lü’lü Firuz tarafından islamın adaletli halifesi Hz.Ömerin bunun tarafından şehid edilmesiyle,o zamandan beridir fitne durmadı.

Hz Ömer bir gün esnaf teftişinde iken, Firuz’a, “ Duydum ki, senin değirmen yapmanda üzerine yokmuş” deyince, “ Şayet sağ kalırsam,sana öğle bir değirmen yapacağım ki, doğda ve batıda herkeks ondan bahsedecek” demişti. Hz Ömer ‘de, “ Vallahi bu beni tehdit etti” buyurmuştu.

Fitnenin devamı geldi.O dönemi özetle;

*Sıffinde Hz.Ali tarafında yüz bin, Muaviye tarafında yüz yirmi bin kişinin bulunduğu söylenir.

Mes’ûdi’ye göre Hz. Ali’nin ordusu doksan bin, Muâviye’nin ordusu seksen beş bin kişiden meydana gelmişti.

Sıffin üç ay sürdü.

Halebe yakın sıffin denilen yerde, fırata yakın, Rakkada oldu.

Hariciler Nehrevan/Irak merkezlidir.

Başta hakemliği kabul etmişlerken, sonradan reddetmişlerdir.

-Muaviye Yezidi halife yaptı.

-Muaviye güç ve ordu sahibi olup, cemel savaşında yoktu.

-Kufeliler Hz.Aliye tam destek vermediler.

Muaviye ise Şam-da halifeliğini ilan edip, Hz.Ali-ye biat etmemiştir.

Şam islam ordularının ilk günden beri en güçlü yeridir.

Muaviye arabın dört dâhisinden biridir.

(Ziyâd b. Ebîh, Muâviye b. Ebû Süfyân, Amr b. Âs ve Mugīre b. Şu‘`be)

Hz.Âişe gibi Muaviyede Hz.Osmanın katilinin bulunmasını bahane etmiştir.

Muaviye ile Hz.Osman amca çocuğudur. Israrla onun katillerinin bulunmasını istemektedir. Hurucuna bunu bahane etmektedir.

Biat etmemesine de bunu sebeb gösterir.

Hz.Hamzayı şehid eden ve Vahşi tarafından öldürülerek onun ciğerini yiyen Hindin kocası Ebu Süfyan ve onun oğlu da Muaviye ve onun oğlu Yezid-dir.

Ümeyye oğullarındandır.

Fitnenin dehşeti ve kaderin hükmü ile sıffinde 70 bin, Cemelde ise on bin sahabenin şehid olduğu ifade edilmektedir.

 MEHMET ÖZÇELİK

30-11-2015

[1] Yazıcı, Tahsin, İA, “Safeviler” md.; Fığlalı, E.R., İmamiyye Şiası, İstanbul, 1984, s. 186-187.

[2] Aubin, Jean, “La politique religieuse des Safavides”, Le Shi’isme İmamite, Paris, 1970.

[3] Gölpınarlı, A., Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, 2. baskı, İstanbul 1987, s. 182-183. Aynı fikri Ali Şeriati de iddia etmekte, “Ali Şiası”, “Safevi Şiası” ayrımını yapmakta, meseleye daha idealist açıdan yaklaşarak Safeviler döneminde (Safevi Hanedanı Dönemi (906-1149/1501-1736))yapılan çalışmaların koyu bir mezhep taassubunu ihtiva ettiğini söylemektedir (bk. Ali Şeriati, Ali Şiası Safevi Şiası, ter. F. Artinli, İstanbul, 1990, s. 95, 111, 113). Yine aynı eserde müellif, Osmanlı hükümetinin İslami bir hükümet olmadığını iddia ederken (s. 47), diğer taraftan Osmanlıların da “Safevi Şiiliği”ne karşı “Türk Sünniliği”ni oluşturduğunu belirtmektedir (s. 111).

[4] Aubin, “La politique religieuse des Safavides”.

[5] Altundağ, Şerafettin, İA, “I. Selim” md.

[6] Asrar, Kanuni Devrinde Osmanlıların Dini Siyaseti ve İslam Âlemi, s. 48. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, Nu: E 6401 ve E 12071‟den naklen; Saray, Türk-İran Münasebetlerinde Şiiliğin Rolü, s. 19-20.

[7] Asrar, Kanuni Devrinde Osmanlıların Dini Siyaseti ve İslam Âlemi, s. 49; Saray, a.g.e., s. 20. Şii Safevi devletiyle cihadın farz olduğuna dair, Atatürk Univ. İlahiyat Fak. Kütüphanesinde de Ebû Suûd Efendi‟ye nisbet edilen “Risale-i Ebû Suûd” adlı yazma bir nüsha vardır. 29 varak, kırma nesih hatlı ve cildi bu risale: Mukaddimeden sonra dört bölüme ayrılmıştır, I. bölüm, Sahabe hakkında varid olan ayet ve hadisleri; II. bölüm Şianın dalâleti ve bazı şen‟i fiillerinin zikri; III. bölüm, Şia‟nın inançlarını kat‟i delillerle çürütme ve tekfirlerini beyan; IV. bölüm ise, tekfirden sonra terettüp eden meselelerin açıklanmasını (4a) ihtiva eder.

[8] Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, s. 36; aynı fikri M. Akdağ da kabul eder. Bk., Türkiye’nin İktisadi Ve İçtimai Tarihi, c. II, s. 154.

[9] Celâlzade eserinde Çaldıran seferi için bir bölüm ayırmıştır, bk. Selimname, s. 354-389.

[10] Sümer, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, s. 37, 41 d, not 72. Yeniçeri ocağının Yavuz‟a muhalefeti seferin uzun sürmesi, sefer güzergâhının İslam toprağı olması hasebiyle yağma ve talana izin verilmemesi gibi sebeplere dayanır; itikadi sebepler söz konusu değildir.

[11] Miquel, İslam ve Medeniyeti, s. 361; A. Hasaneyn, İran fî Zılli’l-İslam, s. 79-80; Asrar, Kanuni Devrinde Osmanlıların Dini Siyaseti ve İslam Âlemi, s. 114; Saray, Türk-İran Münasebetlerinde Şiiliğin Rolü, s. 22-23, 36-37, 51-52.

[12] Kütükoğlu, Osmanlı-İran Münasebetleri 1578-1590, s. 195-196.

[13] Bak. DİNİ VE SİYASİ BAKIMDAN OSMANLI-İRAN MÜNASEBETLERİ -M. Saffet SARIKAYA

[14] Barla Lâhikası | Yirmi Sekizinci Mektubun Sekizinci Meselesinin Üçüncü Nüktesi | 181