Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ni rüyamda gördüm…

Cübbeli Ahmet hoca, kendi sitesinde yer alan mektupta rüyasını şöyle anlattı:

Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ni rüyamda gördüm ki onun bazı tafsilatını şöyle hatırlıyorum.

Kendisi bir tutam sakallı, cübbeli, şalvarlı ve sarıklı idi, günlerden cuma imiş, ben kendisiyle bulunduğumuz evden çıkıp cumaya gidecekmişiz. İçimden cebimde bulunan yarım şişe ud kokusunu kendisinin benden isteyeceği, istemeden bunu kendisine verme düşüncesi geçerken, tam cebimden kokuyu çıkarıyordum ki istedi, şişeni tıpası gevşek olduğundan bir damla yere damladı, koku Seyyid İbrahim Hazretleri’nin gerçekte bana hediye etmiş olduğu çok kaliteli bir kokuydu. Ben kendisine tıpayı sağlamlaştırmasını aksi halde cebine döküleceğini bildirdim.
Tam camiye çıkarken elinde asâsı ayakta duruyordu ki ben

“Efendim! Sizin Yahudi-Hristiyanların cennete gideceğine dâir bir beyanınız oldu mu?” diye sordum. Mübarek hiddetlenerek “Bunu nereden çıkarıyorlar, olur mu öyle şey?!” dedi.

Sonra cami yoluna yürüdüğümüzü de gördüm, sonrasını hatırlamıyorum.
En büyük günahlardan biri rüyaya yalan katmaktır. Vefat etmiş kimseler hakiki âlemde oldukları için beyanları esastır, orada yalan söyleyemezler. Zaten böyle âlim, fâzıl zevat yaşarken de yalan söylemedikleri için onların sözleri tamamen hakikattir. Günün cuma oluşu, cem, cemaat, toplanma, birlik, gören kişinin muradıyla buluşması manaları taşır.
Ud kokusu cennetten gelme olduğu için çok hayırlı tabiri vardır, Seyyid Hazretleri’nin kokusu olması Üstad Hazretleri’nde de seyyitlik olduğuna delalet edebilir, bu konuda bir bilgim yoktur, araştıran bana bildirebilir.
Kokudan bir damla yere düşmesi:
«وَلِلْأَرْضِ مِنْ كَأْسِ الْكِرَامِ نَصِيبٌ.»
“İyilerin kâsesinden yerin de nasibi vardır” şeklinde “Mektubat”ta da geçen beyite göre mübarek zatın keremine, cömertliğine işaret eder. Sorduğum soru ve aldığım cevap zaten tabire muhtaç değildir.
Rüyayı gören kişi olarak bu müjdelerden benim de nasibim olsa gerektir. Bu rüyamı annemin cenazesinde o izdiham içerisinde Üstad Hazretleri’nin yakın talebesi olan baba dostum Mehmet Fırıncı Abi’ye anlatmak nasip oldu, çok sevindi, tebrik etti, rüyamın vâkıa mutabık olduğunu ve Üstad Hazretleri’nin görüşünün Müslüman olmayanın cennete giremeyeceği yönünde olduğunu beyan etti. Aşığın fikri neyse zikri oymuş.
Siz beni uçar kaçar görüyorsunuz ama benim derdim Ehl-i Sünnet itikadı olduğu için ben kendimi bu şekilde soru sorarken görüyorum.

Rabbim Üstad Hazretleri’ne de ğarka-i ğarîk rahmetler eylesin, derecesini âli eylesin. Âmîn!”




KURBAN VE TESLİMİYET




HDP VE ABD

HDP VE ABD – Sesli Dinle

Gerek Türkiye-de ve gerekse İslam dünyasında önce düşman üretiliyor,sonra saldırılıyor.

Önceleri el-Kaide,11 Eylül üretildi.

Başta Irak-a,Afganistana saldırıldı.

Şimdi el-Kaide konuşulmuyor,onun yerine Işid konuşuluyor.

El-Kaideyi kurup deşifre olup,demode olduktan sonra bitirenler,onun yerine Işid-i kurdular.Maksatları için kullandıktan sonra,onu da bitirip bu senaryolar devam edecektir.

Türkiye-de de yıllardır şeriat,laiklik,hayali rejim düşmanları üretildi.

Şimdi ise piyasadan kalktı.

Bu millet ve İslam dünyası sürekli üretilenlerle tüketiliyor,enerjisi boşa harcanıyor.

Şimdiye kadar şeriatçı,laiklik karşıtı,rejim düşmanı gibi yaftaların yerine Işid-ci yaftası yapıştırılmaya çalışılıyor.

-Dünyada yarım asırda bir yanlış öğretilirken,diğer yarım asırda da bu yanlışın yanlış olduğu öğretilir.Böylece toplumda bir belirsizlik ve kaos oluşturulur.

*Avrupanın şekillendirdiği ortadoğuyu bundan sonra Türkiye-nin belirlemesi gerek. Türkiye-ye yapılan tüm hücumlar bunun engellenmesine yöneliktir.

*Pkk doğuda Kürtleri bir yandan esir almaya çalışırken,diğer yandan da dinini ve dilini tahrif etmektedir.

Pkk Kürtleri madden ve manen yok etmektedir.

Yüz yıl önce Türkiye-ye yapılanlar,bugün pkk tarafından aynısı Kürtlere yapılmaktadır.

*Pkk-nın yaptıkları eğer paralel yapıya yüklenerek,toplum tahrik edilirse ve bir kavga ortamı oluşur ve oluşturulursa şaşırmamak lazım.

Durum ve gidişat bunu göstermektedir.

-Şu anda Hdp ve Pkk-nın mazereti bitmiştir.Barıştan yana olmadığını göstermiş artık savaş dili olan özel kuvvetlerle defedilmesi gerekmektedir.

Zira aç olan canavara karşı şefkat göstermek,onların iştahını açar,döner dişinin kirasını ister.

Kendisine barış amaçlı şefkat edilen pkk,dişinin kirasını istemektedir.

*******************  

*HDP VE AMERİKA

Chp eşittir hdp ve o da eşittir pkk.

Bir çok noktada,desteklemelerde,beraber iyi salladık söylentileriyle bdp chp-den ayrı düşünülemez.

Bdp-deki Marksist-leninist gibi izm-ler chp ürünüdür.

-Belki tezat gibi gelecek ama Abd pkk-yı ajanlarıyla desteklemekte,diğer yandan da Türkiye-nin pkk-ya sert ve isabetli vuruşuna da Abd pkk-dan desteğini çekti ve pkk-yı sattı.

*Abd;İncirliği ver,kandili al,politikası…

Doğru olabilir ancak Abd pkk-dan daha büyük bir oluşum olmadıkça pkk-yı terk etmez.

Çok kolay kullanıp atar ancak yerine daha geniş ve kapsamlı bir alan açmadıkça bunu yapmaz.

Belli ki İncirliği almış olması,pkk-yı vermiş olması yönünde düşünülebilir.

 

*****************

“Hazret-i Üstad, iman nuruyla baktığı için Anadoluyu çok severdi. İslâmın ileri karakolu olarak bakardı Türkiye’ye… Ve burada meskûn ahaliye kalbinin tâ derinliğinden şefkat gösterirdi. Türk milletini çok severdi.

“Ben bakıyorum; kim bana zulmediyor, dikkat ediyordum, onlar katiyen Türk değillerdir. Çünkü, hakiki Türklerde zulmetmek damarı yoktur. Bana zulmedenler, Türklük perdesi altına girmiş başka millettendir, ‘ ve ‘ Her milletten ziyade yüksek bir haslet, bir manevi kahramanlık Türklerde görüyorum.’ derdi.[1]

*İdealsiz,gayesiz,hedefsiz ve bilinçsiz olanlar,İdeali yüksek olanlara galib gelemezler.

* Teröre karşı yürütülen operasyonlar Diyarbakır ve çevre illere takviye gönderilen özel harekat polislerinin morallerinin yerinde olduğu görüldü. Gönderildikleri uçakta hostesle Selfie fotoğraf çektiren polisler, hostesin “Ne zaman döneceksiniz?” sorusuna “Şehit olunca” cevabını verdi.[2]

*Dün bu milletin istiklalini almaya çalışanlar,bu gün de istikbalimizi çalma peşindeler.

 

****************

Dünyayı ayağa Kaldıran sahile vuran Aylan Bebek,çok büyüklerden daha büyük bir iş yaptı.

Şimdi cennette meleklerin karnında seyahat etmektedir.

Sürülenler ve sürünenler onun kadar ayağa kalkamadı ve kaldıramadı.

İnsanlığın zillete düştüğü bir dönemde,küçük Aylan bir izzet kattı.

 

******************

 

AMERİKA

Abd ile ilgili yapılan araştırmalardan seçtiğin anekdotlarda önemli noktaları ele aldım.Şöyle ki;

*” İsrail’e gelince: İsrail, Yahudi soykırımı kurbanlarının sığınağı ve Arap düşmanlığının

hedefi olarak Amerikan sempatisinin keyfini sürmektedir. 1960’dan beri Amerika’nın

gözdesi olmuş ve benzeri görülmemiş derecede mali yardım (1974’ten bu yana 80

milyar dolar) almıştır. Amerika’daki Yahudi toplumundan olağanüstü siyasi ve mali

destek görmektedir.

Buna rağmen bölgede Amerika ile İsrail’in çıkarları paralel değildir. Bölgenin muazzam

enerji potansiyeli dolayısıyla Amerika’nın Orta Doğu’da ciddi stratejik ve ekonomik

menfaatleri vardır. Bu yüzden Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile iyi

geçinmek zorundadır. Oysa İsrail açısından Amerika-Arap yakınlığı sakıncalıdır:

İsrail’in yayılma hevesine Amerika’nın verdiği desteği kısıtlamakla kalmaz, İsrail

konusunda Arap bakış açısının da Amerika tarafından görülmesini sağlar.”[3]

-“….. Avrupa Orta Doğu’nun petrolüne Amerika’dan

fazla bağımlı olduğu halde oradaki Amerika harekatına pek katkıda bulunmamıştır.

Sıradan Amerikalının gözünde Avrupa “beleşçi”dir.”sh.12.

-“…. Uluslar arası bir anlaşma Amerikan hegemonyasıyla ve çıkarlarıyla çatışıyorsa, Amerika küreselleşmeye ve çok taraflılığa dur der.”sh.16.

-“…… Amerika aynı zamanda, kendi reddettiğini başkalarından talep etmekle inanılırlığını yitirmektedir. Kurallar ekonomik açıdan dezavantajlıysa ya da siyasi sakınca taşıyorsa Amerika onları ihlal etmekte bir beis görmez. Bu tutarsızlık hem Amerika karşıtlığını arttırır, hem de başkalarının da sistemin kurallarını çiğnemesini teşvik eder.”sh.17.

-“… Yalnızca varlıklı ve imtiyazlıların lehine olan, göç sefaletine duyarsız

kalan bir küreselleşme, aleyhtarlarını haklı çıkarır, düşmanlarını harekete geçirir ve

dünyayı daha da böler. Ortak toplumsal vicdana dayalı ve yalnız sermaye/ürünlere

değil, sınırlı da olsa insanların hareketine açık bir dünya küreselleşmenin olumlu

potansiyelini ortaya çıkarabilir ancak.”sh.18.

-“… Tüm dünyadan varlıklı ve hevesli öğrenciler Amerikan üniversitelerine girmek için can atmaktadırlar. 2001-2002 öğretim yılında Amerikan üniversitelerindeki yabancı

öğrenci sayısı 582.996’ya ulaşmıştır (toplam öğrenci sayısının %4.3’ü). Avrupa ve

Japonya’dakilerin toplamının 130.000 olduğu düşünülürse Amerika’nın Asya, Orta

Doğu, Afrika ve Latin Amerika’nın müstakbel liderlerinin eğitim alanı olduğu açıktır.”sh.19.

-“….. Amerikan etnik mozaiği de değişmektedir. Avrupa kökenli nüfusun oranı hızla

düşerken Hispanik ve Asya kökenlilerin sayısı hızla artmaktadır. 2000 sayımına göre

285 milyon nüfusun 37 milyonunu Hispanikler, 37 milyonunu Zenciler, 11 milyonunu

Asyalılar ve 3 milyonunu da Yerliler oluşturmaktadır.”sh.19.

-“…. Amerika, İslam ülkelerini demokratikleştirmeye kararlı olduğunu açıkça ilan

etmektedir. Fakat tarihten ders almak gerekirse, herhangi bir amaç, ne kadar haklı

olursa olsun, fanatiklerin eline düştüğünde kendi karşı tezini yaratır. Tıpkı Orta Çağ’da

dini inancın engizisyona dönüşmesi, Fransız devriminde liberté-fraternité egalité

(özgürlük, kardeşlik-eşitlik)nin giyotinle özdeşleşmesi, sosyalizm idealinin, Lenin ve

Stalin’in elinde totalitarizme dejenere olması gibi.”sh.24.

-“….. Tepeye kurulmuş bir kale yalnız kalmaya, bütün alttakilere tehditkar bir gölge

düşürmeye mahkumdur. Bu durumda Amerika, dünyanın nefret odağı olacaktır.

Aksine, tepeye kurulmuş bir şehir bütün dünyayı insani ilerleme umuduyla

aydınlatabilir. Matta’nın incilinde yazıldığı gibi, “Tepeye kurulmuş bir şehir

saklanamaz. Senin de ışığın insanlığın önünde öyle parlasın ki senin yaptığın iyilikler

görülsün”.24.

 

*-“ Bir Amerikalı yazara göre: “Bugünün uluslararası sistemi güç dengesine göre değil, Amerikan hegemonyasına göre oluşturulmuştur.” ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan, o zaman kadarki en öncü güç olarak çıktı. Teknolojik ve üretimde üstünlüğü ele geçirdi. Dünya altın arzının desteğini arkasına alan dolar en değerli para ve bu paranın askeri aygıtı diğerlerine en güçlü ordu haline geldi. Uluslararası ilişkilerde ABD, kendisini özgürlüklerin ve özel mülkiyet haklarının baş savunucusu olarak sundu. “Özgür Dünya” içinde ABD, ticaret, ekonomik kalkınma ve hızlı sermaye birikimi için açık bir uluslararası düzen oluşturmaya çalıştı. ABD onyıllardır olduğu gibi bugün de dünyanın, kendisini sonsuz sermaye birikimine adamış kesimine liderlik etmektedir.

Amerika’nın dünyadaki rolü zamanımızın iki yeni ana gerçekliğinden kaynaklanmaktadır; daha önce benzeri görülmemiş amerikan askeri gücü ve küresel karşılıklı iletişim (Brzezinski, 2004: 163).” [4]

*************  

Ey milleti merhume sabah oldu uyan!

Artık ey milleti merhume, sabah oldu uyan!
Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çanlar?
Ne araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber-i Zişanın İlahi sözünü.
Türk arapsız yaşayamaz kim ki yaşar der delidir.
Arap Türk’ün hem sağ gözü hemde sağ elidir

Veriniz başbaşa; zira sonu hüsranı mübin,
Ne hilafet kalıyor ortada, billahi ne din!
Medeniyet ! size çoktan beridir diş biliyor;
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.

Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ,
Ne bu şûrîde siyâset, ne bu fâsid davâ?
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!
Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum
Başka bir şey diyemem… İşte perîşan yurdum!..MEHMET AKİF ERSOY

*Ne günlere kaldık ey gazi hünkâr

Katır mühürdar oldu,eşek defterdâr.Ziya Paşa

MEHMET ÖZÇELİK

21-09-2015

[1] bk.  MUSTAFA SUNGUR’un Hatıraları, Son Şahitler, IV/15.

[2] http://www.ahaber.com.tr/gundem/2015/09/09/hostesle-selfie-cektiren-ozel-harekatcilardan-gururlandiran-mesaj

[3] SEÇİM. AMERİKAN HEGEMONYASI VE KÜRESEL GÜVENLİK. Sh.11.

[4] ABD HEGEMONYASI.Yrd.Doç.Dr.Sait YILMAZ sh.5.




OSMANLIDA ÂDAB-I MUAŞERET

OSMANLIDA ÂDAB-I MUAŞERET

“Edep öğrenilmeden ilim öğrenilmez.”

-İslamın şartı altıdır.

Bunun beşini siz biliyorsunuz.

Altıncısı ise haddini bilmektir.

Edeb de haddini bilmektir.

-“Osmanlı’da aile genişti. Çocukların İslâm ahlâkıyla terbiye edilmesine, geleneklerimize ve manevî birikimlerimize göre yetiştirilmesine çalışılırdı. Bu geniş ailelerde, Kur’ân-ı Kerîm okuyan dedeler, Hz. Ali’nin cenklerini anlatan nineler, göz nuruyla hat çoğaltan amca ve dayılar, zarafet ve nezâketin timsali teyze ve halalar, çocuklara güzel örnek olurlardı.

Evde çocuklar dahil kimse ayakta yemek yemezdi, önce eller yıkanır, sofraya birlikte oturulur, evin en büyüğü başlamadan, yemeğe kimse başlamazdı. Büyük anne veya büyük baba yemeğe başlarken herkesin hatırlaması için besmeleyi yüksek sesle çeker, sofradan kalkılırken “hayırların fethi, şerlerin def’i için Fâtiha Suresi okunurdu.

 

Kimsenin yüksek sesle konuşmadığı, huzur ve sükûnun hâkim olduğu bu evlerde; edep, cömertlik, âdeta gözle görülürdü. Bunların çoğu tasavvuf terbiyesinin evlere nakış nakış işlenmesiydi. Akşamları huzur sohbetleri yapılırdı, Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerifler okunurdu. Hele Ramazan ayında evler sanki birer cennet köşesiydi. İftarlar beraber yapılır, bu iftarlara gayrimüslim komşular da çağrılırdı.

Cumbalı, kafesli, payandalı evler… Bu evlerin içi ve duvarları birer aile terbiyecisiydi. Duvarın bir yerinde “Yâ Hafîz” bir başka yerinde “Yâ Mâlike’l-Mülk” yazısı görünürdü. Diğer odalar da farklı değildi. Her oda, her duvar dünyanın fâni olduğunu hatırlatır, şu üç günlük dünya hayatının hiçbir insanı kırmaya ve incitmeye değmeyeceğini ifade ederdi.

Dadıların bile çok mutlu olduğu böyle bir ortamda, anne, baba ve diğer aile fertlerinin mutsuzluğu düşünülemezdi. Onlardan herhangi birinin huzur evlerine gönderilmesi asla söz konusu değildi.

Evlerin bir kısmının çatal kapısında ay ve yıldız görülür ve bu evden birisinin hacca gittiği anlaşılır, arkadan da “Allah gitmeyenlere de nasip etsin” duaları edilirdi. Osmanlı sokaklarında dolaşırken o güzelim cumbalı ahşap evlerin pencerelerinde çiçekler görülürdü. Çiçeklere de çeşitli mânâlar yüklenmişti. Meselâ pencerenin önündeki sarıçiçek; “Bu evde bir hasta var, lütfen gürültü yapmadan mümkün olduğunca sessiz geçin” mânâsına gelmekteydi. Çiçek kırmızı ise; “Bu evde evlenme çağına gelmiş genç bir kızımız var, sakın ola kötü bir söz edip de, onun kalbini incitmeyin.” demekti.

Evlerin kapı tokmakları, penceredeki çiçeklerin gösterdiği mânâdan geri değildi. Kapı tokmakları çift halkadan müteşekkildi. Bunlardan, aslan başı motifli ve büyük olanı kalın, çiçek motifli ve küçük olanı da ince ses çıkartırdı. Eğer eve bir erkek misafir gelmiş ise, kalın sesli tokmağı tıklatır, içerdeki ev sahibi gelenin beyefendi olduğunu anlar, kapıyı evin beyi açar, bey yoksa mahremiyete uygun olarak kapı açılırdı. İnce sesli tokmağın sesi duyulmuş ise, gelenin bir hanım olduğu anlaşılır, kapıyı evin hanımı açardı.

Hayatın sadeliği mahalleye de damgasını vururdu. Gözü tırmalayıcı hiçbir şey görülmez, insanlar birbirine hürmet eder, selâm verirdi.

“SAADET SADELİKTE GİZLİDİR” derlerdi.

İnsana saygı medeniyeti, bütün mahalleyi sarmıştı. Herkes birbirini tanır, zengin fakiri korur, fakir de zenginin malına göz dikmezdi.

Mahalleli arasında bir ihtilâf çıkarsa, kadıya gitmeden önce imama gidilir, imam da meseleyi hukukî olarak çözmeden önce, sulh yolunu tavsiye eder ve yapılan tavsiyeye de ekseriyetle uyulurdu.

Komşu hanımlarca, mahalleye yeni taşınan bir aileye, ‘Hoş geldinize’ gidilir, çocukların başı okşanır, ebeveynlerine de “Allah size ne güzel güller vermiş.” diye iltifat edilirdi. Evin çocukları büyük ise, el işlemeli tablo götürülürdü. Bu tablolarda el işi ile işlenmiş âyetler, Yunus’dan Mevlâna’dan ibret alınacak sözler yazılıydı.

“Her an, her şey değişir, istikrar Cenâb-ı Hakk’a mahsustur” demekten, kendinizi alamazdınız. Misafirin rızkı ile geldiğine ve ev sahibinin günahlarının affına vesile olduğuna inanılırdı. Misafir uğurlamada da ayrı bir zarafet vardı. Kalkış vakti geldiğinde “Hakkınızı helâl ediniz, zahmet verdik.” denir, ev sahibi ise; “Yine buyurunuz, misafirliğinizden memnun kaldık.” derdi. Evden çıkanların ayakkabılarının uç kısmı, evin içine dönük hâle getirilir, böylece misafirlerden memnun kalındığı, onların tekrar davet edildiği ve ziyaretten duyulan memnuniyet belirtilirdi. Hem bu şekilde ayakkabı giyilirken misafirin sırtının ev sahibine doğru dönmesi de engellenirdi.

Mahallede birisi öldüğünde, cenaze evine ilk önce kıble istikâmetindeki komşusundan olmak üzere, bir hafta, on gün yemek yollanır, kimse onlara işittirecek tarzda gülüp, eğlenmezdi. Böylece komşunun acısına ortak olunurdu.

Bayramlarda mahalle kabristanına topluca gidilir, burada ziyaretler yapılır ve dualar edilirdi.

Kabristandan bir ot bile koparmak hoş karşılanmazdı. Osmanlı mezar taşı mimarisi bile, insana saygı üzerine inşa edilmişti. Yaşayanlara verilen değer ölüye de verilmişti. Mezar taşları, edep ve zarafetin bütün inceliklerini gösteren birer sanat ve edebiyat şaheseriydi.

Osmanlı insanı, yaşarken kendini ‘Sonsuz Kudret’ karşısında sıfır gördüğünden çokları mezar taşlarına üç harften ibaret olan ‘Hiç’i yazdırmıştı.

Kul hakkından korkmayan insanların yaşadığı cemiyette kimse kimsenin “elinden, dilinden ve belinden” emin olamaz. Osmanlı döneminde sokakların başında sadaka taşları vardı. İhtiyacı olan sadaka taşının üzerindeki keseden, yabancı elçilerin de şaşkın bakışları arasında sadece ihtiyacı kadarını alırdı. Aynı şey yolların üzerinde vakıflar tarafından kurulan yolcu konaklarında da uygulanırdı; yolcular, eğer ihtiyaçları varsa yatağının başucundaki keseden alabilirdi. Yolcuların atına da ücretsiz bakılır, ücretsiz üç gün yemek verilirdi. Onlar da ihtiyaçlarının dışında bir kuruş fazla almazlardı.

Osmanlı beyefendileri ve hanımefendileri: “Kapıyı kapat!” demezlerdi; “Kapıyı ört, ya da sırla” derlerdi. Kapının kapanmadan yavaşça örtülmesi edepdendi.

Osmanlı’da uyuyan birisi uyandırılmak için sarsılmaz veya adı ile çağırılmazdı. “Agâh ol erenler!” derlerdi. “Agâh olmak” Allah’ın has sevgili bir kulunun, yani mürşidin gölgesine girmek demektir.

Osmanlı’da nezaket, incelik, edep her işin başıydı. Allah’a ruhunu ulaştıran, Allah’a eren, uyanık olurdu. İnsanların sözü kesilmez, işaret edilmez, gizli konuşmalar hoş karşılanmazdı.

Hanımlar eşlerine: “Efendi” ya da “siz” derlerdi. Ya da Ahmet Bey, Mehmet Bey diye hitap ederlerdi. Beyler de eşlerinden Ayşe Hanım, Fatma Hanım diye bahseder ya da hitap ederlerdi. Gezerken yere yumuşak basılır, ses çıkarmamaya çalışılırdı. Yerdeki haşerata basmamaya özen gösterdiği için, adı “Karınca Ezmez Efendi” ye çıkan insanlar vardı.

Kapıdan çıkarken arkasını dönmemek, geri geri çıkmak edepdendi. Kapı eşiğindeki ayakkabılar, dışarıya doğru değil, içeriye doğru çevrilirdi.

Osmanlı’da canlı cansız her şeyin bir hatırı vardı. Osmanlı Allah’ı görüyor gibi yaşamaya çalışırdı. Allah’ın huzurunda nasıl hareket edilmesi gerekiyorsa öyle hareket etmek isterlerdi.

Tarihçi İsmail Hâmi Danişmend, Avrupalı gezginlerin ve yazarların Osmanlı için söyledikleri sözlere yer verdiği bir kitabında;

“Osmanlı’da insanlar arasında yere tükürerek edepsizlik eden bir Müslüman’ın şahitliği kabul edilmezdi.” cümlesini kullanıyor.

Meşhur İtalyan yazar Edmondo de Amicis’in İstanbul sokaklarında karşılaştığı bir manzarayı şöyle naklediyor:

 

“Şurası bir gerçektir ki, İstanbul’un Türk halkı, Avrupa’nın en nazik ve en kibar topluluğudur. İstanbul’un en ıssız sokaklarında bile bir yabancı için hiçbir hakarete uğramak tehlikesi yoktur. Hatta namaz vakitlerinde bile camileri gezmek mümkündür. O vaziyette bir ecnebi, bizim kiliseleri ziyaret eden bir Türk’ten daha çok hürmet ve riayet göreceğinden emin olabilir. Halk arasında küstahça bir bakış şöyle dursun; fazla mütecessis (meraklı) bir nazara bile tesadüf edilemez. Kahkaha sesleri gayet nadirdir. Sokakta kavga eden ayak takımı da enderdir. Kapılardan, pencerelerden, dükkânlardan hiçbir yüksek ses aksetmez. Hiçbir münasebetsiz hareketten eser görülmez. Çarşının kutsiyeti de camiden aşağı değildir. El ve kol hareketleriyle karşılaşmadığınız gibi, lüzumsuz lâkırdılarla kulaklarınız da rahatsız edilmez. Halk arasında kahkahadan, bağırıp çağırmadan eser yoktur. Sokakları tıkayarak herkesi rahatsız eden toplanmalar görülmez”

 

Osmanlı, “Edeb Ya Hu!” derlerdi, Allah’ı görüyor gibi yaşamaya çalışırlardı. “Bizi takip eden, her halimizi perdesiz, engelsiz gören, şu anda bizim durumumuza bakan Allah var!” mânâsını hatırlatmak için her yere “Edeb Ya Hu!” yazarlardı.

(Bunlar asrı saadeti örnek almışlardı) Hasan bir ara kardeşi Hüseyin’e:

–    Bak, bu yaşlı amca abdesti doğru almadı. Hadi gidip kendisine söyleyelim. Dedi

Hüseyin:

–          Bir dakika, diye kardeşini durdurdu. O bizden çok yaşlı. Söylersek utanabilir. Yahut çocuk olduğumuz için bizi dinlemeyebilir. Onu kırmadan, yanlışını anlatmanın bir yolunu bulmalıyız… derken birden aklına geldi:

–          Tamam dedi sevinçle, buldum! Adama yaklaştı. Saygı dolu bir sesle:

–          Efendim, sizden bir dileğimiz var.

–          Söyleyin bakalım çocuklar.

–          Biz henüz çocuk sayılırız. Şuradan abdest alırken başımızda dursanız da yanlışlıklarımızı söyleseniz.

   Adam memnun memnun güldü:

–          Tabiî, dedi. Başlayın bakalım:

 

İki kardeş abdest almaya başladılar. Adam dikkatle bakıyor, bir yanlış bulmaya çalışıyor, ama bulamıyordu. Kendi abdestini düşündü. Hasan ile Hüseyin gibi dikkat göstermediğini anladı.

Abdestleri bitince saçlarını okşadı:

– Yanlış sizde değil çocuklar bende, dedi. Kusurlu benim, Yanlışımı yüzüme vurmadan bu kadar nazikçe düzelttiğiniz için çok teşekkür ederim. Artık ben de sizler gibi abdest alacağım. İşte başlıyorum.

Yeniden suyun başına çöktü ve bir güzel abdest aldı.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde elçilere ve Avrupalı krallara bile padişahın huzurunda nasıl davranmaları gerektiği, Adab-ı Muaşeret olarak verilirdi ve bu eğitim tam bir hafta sürerdi. Osmanlı cihana edebi öğretti.

Edebin dostları; hayâ (utanma duygusu), samimiyet, teslimiyet, itaât, sohbet, gayret ve tevâzudur. Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyurmuşlardır ki “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!”

….Fatih Sultan Mehmed, yine bir gün veziri Mahmud Paşa’yı yanına alarak mürşidi Akşemseddin’i ziyarete gitti. Akşemseddin, Padişah içeri girdiği halde ayağa kalkmadı. Bir süre geçtikten sonra Akşemseddin, Fatih’in huzuruna gitti. Padişahın yanında Mahmud Paşa’da bulunuyordu. Fatih hemen ayağa kalkarak mürşidine yer gösterdi. İki olayı kıyaslayan Mahmud Paşa dayanamayıp sordu: “Hünkârım, hocanız geldiğinde siz ayağa kalktınız. Hâlbuki siz onun yanına gittiğinizde o ayağa kalkmadı. Sebebi ne ola? Fatih şöyle cevap verdi: “Hocam Akşemseddin’e saygı göstermemek elimde değil. O yanıma geldiğinde içimi gayri ihtiyari bir heyecan kaplar ve farkında olmadan kendimi ayakta bulurum. O ise, ilmin izzetini korumak için ayağa kalkmaz” buyurdu. “[1]

 

*”Yemek yemenin kuşkusuz bir adabı vardı ve herkes buna çok dikkat ederdi. Yemeğe aile reisi yüksek sesle besmele çekerek başlardı. Aile reisinin yüksek sesle bes­mele çekmesi, diğerlerinin hatırlaması içindi. Besmelesiz yemek yemenin bereketsizlik getireceğine inanılırdı.

…”Yemek”le “göbek” arasında elbette bir bağlantı var; ancak Osmanlı ceddimiz midesini tıka basa doldurmaz, çeşitleri tadarcasına yerdi. Şu özdeyişler onlara aittir: “Az yiyen melek olur, çok yiyen helak olur”, “Az yiyen her gün yer, çok yiyen bir gün yer.“”[2]

*”Bu sofralarda, yemekte fazla konuşulmazdı.

Yüksek sesle gülünmez, yemeği beğenmeyen, sevmeyen biri varsa, bunu açıklamazdı.

Sofrada su içmek isteyen olursa, gençlerden biri bardağına suyu koyar.

O kimse suyunu bitirinceye kadar sofradakiler bekler, su içenin yemek hakkı böylece korunurdu.

Herkes önünden yer, ekmek ve su bırakmazdı. Çünkü bu da bir yerde israfa gidiştir.”

*”- Pencerenin önünde sarı çiçek varsa “Bu evde hasta var.. Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapma” anlamına gelirdi…

– Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa “Bu evde gelinlik çağına gelmiş, bekâr kız var.. Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme” anlamına geliyordu.

– Kız istemeye gelindiğinde damat adayının namaz kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun ‘diz izine’ bakılırdı.

– Kahvenin yanında su gelirdi… Şayet misafir toksa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı.. Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya meyve ikram edilirdi.

– Kapıların üstünde iki tokmak olurdu. Biri kalın biri ince… Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu… Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı.. Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu.. Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da Bi mahremi ( kocası vs .. ) açardı.

– Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi.

– Cuma namazına esnaf -ki kuyumcular da dâhil- kapıya kilit vurmadan giderlerdi.

– Fitre, zekât Ramazan’dan önce Şaban’da verilirdi… Fakir fukara Ramazana erzaksız girmesin diye.”[3]

*”Osmanlı hukukuna göre mahalle ahalisi, birbirlerine karşı sorumluydu ve dolayısıyla mahallelerinde olan bir olayı aydınlığa çıkarmak ve eğer olayın faili tespit edilemezse, zararı karşılamak durumundaydı. Bundan dolayı, mahalleli, subaşı ve diğer ehl-i örf taifesinin itham ve takibine uğramamak, adlarının kötüye çıkmasını önlemek için, aralarına karışmış, iyilik ve doğrulukla tanınmayan kişileri mahallelerinden ihraç etme yoluna başvurmuşlardır. Bu meyanda mahalle ahalisi,kendilerini rahatsız eden, ahlâk ve namus dışı davranışlarda bulunan kişileri mahalleden çıkartma hakkına sahipti.” [4]

* Osmanlı’da eğitime yeni başlayan çocuklar için Amin Alayları düzenlenirdi. Osmanlı kültürünün zenginliklerinden biri olan Amin Alayları, mektebe yeni başlayan çocukların okul korkusunu giderme, çocuklara okuma isteğini aşılama ve çocukları arkadaşlarıyla kaynaştırma gibi önemli pedagojik faydaları vardı.

Eve dönüldükten sonra, mektep çocukları ilahiler ve kasideler eşliğinde gelirdi. Mektebe başlayacak olan çocuğun evinin önü, geçeceği yollar, kalabalıktan geçilmez bir hale gelir, sokaklar bayram havasına bürünürdü. Bu merasimde bulunmanın manevi mükafatı olduğuna inanılırdı. Boynuna işlemeli Kuran cüz kesesi asılan çocuk evinin kapısında göründüğü anda ilahiler okunmaya başlanır ve ilahilerin uygun yerlerinde alayda hazır bulunan çocuklar da “Âmin! Amin!” diye eşlik ederdi.
İlahi sona erince mahallenin hocası duaya başlar, çevrede bulunanlar büyük bir huşu içinde, oturarak duayı sessizce dinlerdi. Duadan sonra, ilahiler okunmaya başlanır, amin nidaları göğe yükseldi.

Bu sırada mahallenin bekçisi, çocuğu evin önünde kendisini bekleyen midilliye bindirir ve Tövbe edelim zenbimize (günahlarımıza)
Tövbe illallah, ya Allah
Lütfunla bize merhamet eyle
Aman Allah, ya Allah,dendikten sonra, onlara “
Amin, amin” diye eşlik edilirdi.

*”Türk halkı için hamama gitmek adeta bir ritüeldir. Belki de bu yüzdendir ki, hamama gitmek için bahanesi çoktur eskilerin… Gelin hamamı, damat hamamı, adak hamamı, şirket hamamı, hamamda kız beğenme gibi bahanelerle hamama gidilir, türlü eğlenceler düzenlenir.”

-Eski İstanbul’ un hamam kitabelerindeki bir yazıda:

“Tıynetin nâ-pâk ise, Hayr umma sen germabeden Önce tathir-i kalb et, sonra tathir-i beden.” (Kötü huylu, kirli karakterli bir kimse isen, hamamdan bir şey bekleme. Temizlik istiyorsan evvela kalbini temizle, sonra da bedenini..)

MEHMET ÖZÇELİK

28-07-2015

 

 

[1]http://osmanlikulturunuyasatmadernegi.com/index.php?option=com_content&view=article&id=167%3Aosmanlida-edep&catid=52%3Aik-tunger&Itemid=103

[2] http://www.hanimlar.com/makale/tarih/osmanli-sofrasi-ve-sofra-adabi

[3] http://www.ahmedcitlakoglu.com/2015/01/12/osmanli-doneminin-guzel-adetleri-osmanlida-adab-i-muaseret/

[4] KADI SİCİLLERİ IŞIĞINDA OSMANLI ŞEHRİNDEKİ MAHALLEDEN İHRAÇ KARARLARINDA MAHALLE AHALİSİNİN ROLÜ (XVII. VE XVIII. YÜZYILLARDA KAYSERİ ÖRNEĞİ)Yrd. Doç. Dr. Özen TOK.




Maide-56-58-




İKİNCİ BİR DERSİM Mİ

İKİNCİ BİR DERSİM Mİ ? – Sesli Dinle

Cizre neden seçildi?

İkinci bir Dersim yapılması için mi?

Ancak bir asır önce dersimi yapanlar şuursuzca yaptılar.Toptan imha yolunu seçtiler.Tarihe kara bir leke olarak geçtiler.

Şimdikiler lekeleri temizlemekle meşguller.Bilinçli hareket etmektedirler.

-Aslında Dağlıca baskınları birer denemeydi.

Pkk-nın giriş kapısı…

Dağlıca tünelini açarak,Cizreyi cephanelik haline getirip,dağdan yaptıkları saldırıları,şehre indirmek.

Bütün hedef,Şekillenen orta doğuda Türkiye için Suriye,hiç olmazsa despot birini seçerek Mısır yapmaktır.

Yüz yıl önce bağlanan bu milletin elinin ve kolunun,bir yüz yıl için daha bağlanarak, batının rahat hareket alanını oluşturmaktır.

Bunu gerçekleştirmek için de;içteki siyasilerin Erdoğan hazımsızlığını,dışarıdan da pkk beraberliğiyle gerçekleştirmektir.

Siyasiler Erdoğan ve Saray saldırılarıyla hedef şaşırtmış,pkk-ya ve onların kanlarına ortak olmuşlardır.

*İşte Cizre oyunları ile ilgili haberler;

“Kandil’in Cizre oyunu bozuldu.

PKK’nın sözde özerklik ilanı için pilot bölge seçtiği Cizre üzerinden kurulan kanlı oyun bozuldu. Gençlik yapılanmasının silah ve teçhizatlı vaziyette Cizre’de konuşlanmaları talimatı veren örgütün kirli planı, güvenlik güçleri sokağa çıkma yasağı ile suya düştü.”[1]

-“İşte PKK’nın hain Cizre planı!

2012’de Şemdinli ve Çukurca’yı ele geçirmeye çalışan PKK, Cizre’de ilk kez ‘içeriden kurtarılmış bölge’ oluşturmayı planladı.”[2]

*”Türkiye’de bir iç savaş yürüttüğümüzü söyleyebiliriz” açıklaması nedeniyle Cizre Belediye Başkanı İmret hakkında soruşturma başlatıldı.”[3]

*”Operasyonlarda Cizre’de ele geçirilen mühimmat operasyonların ne kadar haklı olduğunu ortaya koyduğunu ifade eden Altınok,

”Operasyonlarda 800 kilo patlayıcı imha edilmiş, 30 hendek kapatılmış. 10 örgüt mensubu gözaltına alınmıştır. İki kalaşnikof marka tüfek, el bombası ele geçirilmiştir. 21 roketatar ve bir tuzaklı bomba ile saldırı olmuş, 6 zırhlı aracımız hasar görmüştür. ” dedi.

32 TERÖRİST ÖLDÜRÜLDÜ”[4]

**********************

*Dün Şeyh Said baş kaldırırken,kendisince –isabetli bir hareket olmasa da- doğru bir gerekçesi vardı.

Bin yıllık birikim bir anda yok ediliyordu.

Peki pkk-nın bahanesi nedir.?

Aldığı 80 millet vekili az mı geldi?

Yüz küsur belediye,bunlar içerisinde Diyarbakır belediye başkanlığı az mıydı?

Daha ne istiyorlar?

Daha çok belediye alıp,onları da teröre şehir çeteleri olarak,dağdan şehre inmek için mi kullanacaklar?

Sırtımızı Pkk-ya dayadık diyen başkanlarını mı arttıracaklardı?

Belediyeleri daha çok silah ve bomba deposu,çalışanlarını daha çok pkk-lı yapmak, yollara daha çok bomba koyup asfaltlamak için mi istiyorlar?

Aslında asıl istedikleri ise;

Yüz sene önceki Türk solunun yerine Kürt solunu ikamet etmektir?

Oysa yüz senedir alamadıklarının çok fazlasını bu on senede aldılar.

Eğer ortada bir beceriksizlik varsa,o da;meclise gönderdikleri 80 milletvekillerinin beceriksizlikleridir.

-Yalnız unutulan bir şey var:Oda;Bu millet yüz yıl önceki millet değil,imkân yüz yıl önceki imkân da değildir.

 MEHMET ÖZÇELİK

11-09-2015

 

[1] http://www.yenisafak.com/gundem/kandilin-cizre-oyunu-bozuldu-2297860

[2] http://www.haber7.com/guncel/haber/1550581-iste-pkknin-hain-cizre-plani

[3] http://www.haber7.com/yerel-yonetimler/haber/1550555-leyla-imret-hakkinda-sorusturma

[4] http://www.haber7.com/ic-politika/haber/1549616-bakan-cizredeki-korkunc-tabloyu-acikladi

 




SOLAN HAYATLAR




TÜRKİYE-NİN YE’CÜC VE ME’CÜCÜ

TÜRKİYE-NİN YE’CÜC VE ME’CÜCÜ – Sesli Dinle

Pkk mevzii olarak kıyametin on büyük alametinden biri olan Ye’cüc-Me’cücün öncü kuvvetidir.Aynı soydandır.

*Irak ve Suriye iç savaştayken, ABD tarafından bölge yeniden dizayn edilirken, Türkiye’nin meşgul edilmesi lazımdı.

Öcalan, ”PKK’yı kurduğumda bana Türkiye’yi meşgul etmelisin denilmişti” diyecekti. Öcalan’dan, Türkiye’yi uğraştırmasını isteyen Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’dı.

Başbakan Özal, Şam ziyareti sırasında Öcalan konusunu açmıştı.
Devamını Gazeteci Güneri Civaoğlu’nun satırlarıyla Özal’ın ağzından aktarıyorum:
“Başkan Esad’a Abdullah Öcalan’ın Suriye’de ikamet ettiğini” söyledim. “Devlet olarak bizim haberimiz yok, bilmiyoruz” cevabını
verdi.

“Bunun üzerine bizim istihbaratın Öcalan’ın adresini, telefon numaralarını tespit ettiğini, bunların yazılı olduğu kâğıdı verebileceğimi” söyledim.
Kâğıdı uzattım.
Başkan Esad, kâğıda şöyle bir baktı, cebine koydu.
Benzer sahne Başbakan Demirel’in ziyareti sırasında da yaşanmıştı.”[1]

*”22 Eylül 2010 Yahudi yönetmen Aaron Russo’nun Nicholas Rockefeller Belgeseli.”
-Dünyanın sahibi bizleriz,yeryüzü Muhammed’e (s.a.v) iman edenlerin kanıyla sulanmalı,çiçekler müslüman kanıyla sulanıp tomurcuklanmalı.
-Yüz yıllardır Türklerin, Muhammed (s.a.v)’in dinine inananları bir insanın vücudu gibi bir arada tutmalarını engelleyemedik evet. Bu vücudu,kürtlere öz benliklerini unutturup onları Türklere düşman ederek,ikiye bölebiliriz.
-Türklerin ve Kürtlerin elinde Muhammed (s.a.v)’in uydurma kitabı Kur’an olmalı ancak zihinlerde olmamalı,yayın organlarımız bunun için çalışmalı. Dünyanın her yerinde müslüman kanı akmalı.
“Tevrat bize bunu emrediyor…”[2]

***********************    

*Pkk-nın hedefleri;1-Seçime şaibe düşürmek.

2-İçteki taraftarlarına malzeme sağlamak.

3-Halkla asker ve polisi karşı karşıya getirmek.

4-Doğuda mevziide olsa,özerklik bölgeler oluşturmak.

5-Halkı tehdit ile Hdp-ye oy kazandırmak.

6-Erdoğana cephe alan sağdaki-soldaki herkesi yanına çekmek.

7-Bir asırlık içteki niyetleri tamamen dışa vurmak.Gerçek niyeti göstermek.

8-Yatırımları durdurmak.

9-Kripto Ermenileri silah çatısı altında toplamak.

10-İman ve küfür mücadelesini sürdürmek.

11-Yüz yıl sonra Avrupa devletlerinin ,bir yüz süre daha elini kolunu bağlamak.

12-Türkiye-nin gücünü ve enerjisini tüketmek.

13-Hesapları olan tüm yedi düveli çatısı altında toplamak.

*********************  

*Samanyolu ve zaman gazetesi elemanlarından Asım Yıldırım bir sözünde;”Biz Hdp-ye oy vermeyi dini değil,siyasi bir görev olarak biliyoruz.”

Bu söz sağlıklı ve dini bir hüküm ifade etmediği gibi,seviyesiz,sızlayan vicdanını susturma fetvasıdır.

Hatta ne islamidir ne de insanidir.

-İşte bundan dolayıdır ki; *Mesele ak parti ve paralel yapı kavgası olmayıp,onu da aşmıştır.

Kavga topluma,değerlerine,kendi varlığı için islâmın,milletin ve de vatanın kaybına kadar gitmektedir.

-Cemaat içinde normal ve vasat gibi görülen Gülen dostu dostum Bbp-ye verdiğini söyledi.

Gönlü kırılır diye söylemedim.Zira diğer arkadaşları Hdp-ye vermişti.

Peki Bbp-ye verdiği oylar Bbp-ye yaramadığına göre,kime yaradı?

Bdp-ye değil mi?

*Paralel yapı şaşkınlığından önüne gelen her kirli insanla ittifak yapmakta,etrafa kirlilikler saçmaktadır.

*Firari,eski cumhuriyet baş savcısı Zekeriya Öz şöyle diyor:” Gezi olaylarına PKK müdahil olsaydı şu an hükümet edenlerin bu makamda oturma imkanları olmayacaktı. PKK kimden emir aldıysa katılmadı!”

********************  

*Türkiye-yi elinden ve ayağından bağlamak için çıkarılan tüm olaylarda amaçlanan iki husustur;

Biri İmf ve diğeri ise incirliktir.

*İncirlik bu memlekete incir dikmenin mekanı oldu.

Bu gün incirliğin özellikle Abd tarafından ısrarla istenmesi,İslam dünyasına incir dikmek amaçlıdır.

*Türkiye-nin devlet olarak kurtuluşu ve ekonomik yönden rahatlaması nasıl ki imf ile bağlantısının koparılması olmuşsa,aynen onun gibi de ferdi olarak bu insanlarında kurtuluşu küçük imf olan bankaların kapanması ile olabilir.

*Dün Düşünce teröristi olanlar,bugün silahlı terörist haline gelmiştir.

-Aslında âyette Rabbimiz,herkesin kendi tinet,karekter,yapı,niyet,düşünce,mayasına göre hareket edeceğini üç ayrı manada şöyle belirtmektedir.

“De ki: “Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir.”

“De ki: Herkes, kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu Rabbiniz en iyi bilendir.”

“De ki: Her insan kendi seciye ve karakterine göre davranır. Kimin daha isabetli olduğunu ise asıl Rabbiniz bilir.”[3]

  • Ot yuvarlanır otağını bulur
  • Bok yuvarlanır topağını bulur.

Vatan ve mukaddesatı için mücadele eden bir askerin ve polisin şehadetle yerinin cennet olduğu malumdur.

Teröristin leşinin de olduğu yer cehennemliktir.

Kahpe içerden olunca kapı kilit tutmaz oğul!-Dede Korkut

 

MEHMET ÖZÇELİK

08-09-2015

[1] http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdulkadirselvi/yeni-teror-dalgasinin-arkasinda-ne-var-2021659

[2] https://www.google.com.tr/search?q=22+eyl%C3%BCl+2010+yahudi+y%C3%B6netmen&ie=utf-8&oe=utf-8&gws_rd=cr&ei=J6vuVdSBMsasa6Lwt_gJ

[3] İsra.84.




İNSANLIĞIN DİBE VURUŞU VE ÖLÜŞÜ

İNSANLIĞIN DİBE VURUŞU VE ÖLÜŞÜ – Sesli Dinle

İçinde bulunduğumuz asır,bütün asırların özeti bir asırdır.

Bütün asırların kirini,asrımız bir defada kusmaktadır.

Dünya kan kaybediyor.,yara büyüyor.

Kan kaybeden dünya,kendi dünyasının kendisi tarafından kapanmasına da fetva veriyor.

Dünya bunca günahı taşıyamaz.

Zaten baştan da böyle bir emaneti ve yükü yüklemekten şiddetle kaçmıştı.

Eğer bir kıyamet kopmazsa,küçük bir kıyameti tetikleyecek bir zulme dünya sessiz kalmakta,belaya davetiye çıkarmaktadır.

*****************  

içerik images imagesm

Bodrumda Suriye-den kaçarken göç edip boğulan göçmenlerden biride sahile vuran iki yaşındaki Aylan oldu.

Bu dolan bardağın son damlası idi.

Bir damla olan bu Damla Çocuk Aylan,bardağı taşıran son damla oldu.

Suriye-deki zulmü görmeyen iç ve dış dünya,bir damla çocuk ile irkilmeye başladı.

Dünya bir damlada boğuldu.

İnsanlık boğuldu.Dibe vurdu.

Kaybolan ve kaybeden insanlık,bir anlık kaybının farkına vardı.

Binlerce göçmen şişmiş botlarla yaptığı göçte,sulara gömüldü.

Onlar boğuldu,insanlık baktı,ilgisiz kaldı.

Avrupalı yöneticiler kapılarını kapattı.

Onlar yani Müslümanlar gelirlerse hristiyanları Müslüman yaparlar,hristiyanlık tehlikeye girer dediler.

Türkiye iki milyon insana kucak açtı.

Chp ve onun zihniyetinde olanlar,neden buraya geldiler,gitsinler deyip sürekli zihinleri bulandırmakta,taraftar bularak geniş kesimlere yayılmakta,onları ölümün kucağına yitmekle,bir Aylin değil,binlerce Aylinlerin öldürülmesine destek olmaktadırlar.

Esedin hamisi,Suriyelilerin katili oldular.

*********************  

Aylin kızımız cennetin bir kuşu oldu,en güzel bir şekilde hayat sürüyor.

Onu o denizde boğan damlalardan olan vicdansızlar,kurtlar,çakallar,insanı ve insanlığı katledenler,göz yumanlar,sükut ve taraftarlık ile susanlar düşünsün…

*”İnsanda bozuk olunca maya; ne ar tanır, ne de haya. Hz. Mevlâna”

”Necip Fazıl’ın; “Sana alçak diyemem, alçaklık irtifadır. Sen bir çukursun” diye tanımladığı zihniyet.” 

*Bir adam, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanına gelerek ağlayıp sızladı.
Dedi: “Benim küçük bir kızım vardı, şu yakın derede öldü, oraya attım.”

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona acıdı.
Ona dedi: “Gel oraya gideceğiz.” Gittiler.

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ölmüş kızı çağırdı: “Yâ filane!” dedi.
Birden o ölmüş kız, “Lebbeyke ve sa’deyk” dedi.
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: “Tekrar peder ve vâlidenin yanına gelmeyi arzu eder misin?”

O dedi: “Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum.”

*”Eğer sen çocuğa acıyorsan, çocuk şu mülevves, ufûnetli, sıkıntılı zindana bedel; ferahlı, saadetli bir saraya gidecek. “[1]

………………………..  

*Nüfus kontrolü amacıyla bir dönem haplar kullanıldı,sezeryanla çocuk aldırma yaygınlaştırıldı,savaşlar çıkarıldı,göçlere mecbur bırakıldı,şişmiş botlarla kaçan binlercesi suda boğularak ölüme terkedildi.

Batı ülkeleri özellikle Müslüman göçmenleri almayacaklarını söyledi.

Türkiye-ye yüklenmesi yönünde övgüler ve telkinler yapıldı.

Tıpkı bu amaçla Koç,un Türkiye-nin nüfusunun aslında 35 milyon olması gerektiğini söylemesi gibi.

Ekmeğini paylaşmayan bu ve bu gibi insanlar,insanların ellerinden ekmeklerini alma yolunu düşünüyor.

**********************

Bugün doğudaki kavga,pkk ile askerin ve polisin kavgası değildir.

31 yıllık bu kavga Marksist,Leninist,ermeni,hristiyan ve zerdüşlükle islamın savaşıdır.

*PKK NASIL KURULDU..
“1965 yılında GAP bölge koordinatöru iken, Diyarbakır’a 2685 tane ABD barış gönüllüsü geldi. Savaş olmayan yerde barış gönüllüsü ne yapar diye düşündüm.
2 yıl Diyarbakır’da kaldıktan sonra bölgeden ayrıldılar. 1969 yılında pkk kurulduğunu açıkladı ve 1974 yılında silahlı eylemlerine başladı.
Anladık ki 1965-1967 yılları arasında ABD barış gönüllüleri o bölgenin halkını nasıl ayrıştırırız diye araştırmışlar.”M.Recai KUTAN

*Ermeni patriğinin ifadesiyle sadece Tuncelinin yüzde doksanı ermeni,Diyarbakır gibi bir çok yerlerde bulunan Ermenilerin kendilerini gizlediklerini ve de Müslüman olarak son nefesine kadar bunu gizlediklerini,son nefeste bunu çocuklarına ifşa ettiklerini söylemektedir.

Kripto ermeni ve Zerdüşt gibi bir asırlık gizlenen örgüt,gayrı meşru olarak kendisini ifade etmeye çalışmaktadır.

İkinci olarak;geniş çaplı ortadoğudaki şekillendirme;islamı yaralamak ve hristiyanlığı canlandırmaya çalışmaktır.

En azından hristiyanlığın gerilemesini durdurmaktır.

MEHMET ÖZÇELİK

06-09-2015

 

[1] Bediüzzaman.Mektubat – 78.

 




EVLENECEK GENÇLERE…




TESLİMİYET TİMSALİ

TESLİMİYET TİMSALİ – Sesli Dinle

teslimiyet

Kâinatta her şey emir ve kanunla hareket eder.

-Allah kâinatı iki harfli bir kelimeden yaratmıştır.Kün fe yekün yani Kâf ve Nun veya ol harflerinden…

Bir balığın suda yüzmesi nasıl bir kanunla ise,yine bir balığın karada ve çamurda yüzüp hayatını devam ettirmesi de aynı kanun iledir.

Allahın yer ve göğe emrine karşı itaatı emretmesiyle,onların –itaat ederek geldik-demesi gibi,[1]her varlıkta bu manayı söylemekte ve istenileni o emirle yapmaktadır.

*İBADET Allah’ın razı olduğunu yapmak,
UBUDİYET Allah’ın yaptığına razı olmaktır.(
E.H.Yazır)

İslâmiyet selm ve selamettir.İman ve Teslimiyettir.

Sorgulamadan teslim olmak,teslim olarak da hikmetini bilmeyi emreder.

*****************    

Akılları zonklatacak,idrakin idrakten aciz kalıp altında ezileceği,acaba bunlar insan mı yoksa insan üstü bir varlık mı diyeceği teslimiyetin simgesi üç dev şahsiyet;

Karı-Koca-Çocuk…

Veya Bir Baba-Anne-Yavru…

Veya Erkek-kadın-Çocuk…

Diğer bir ifadeyle;

Hz.İbrahim-Hz.Hacer-Hz.İsmail.

*İbrahim-Hacer ve İsmailin teslimiyetinin bizlerle mukayesesi neredeyse imkân dışıdır.

İnsan havsalasının almayacağı bir teslimiyet göstermelerinden dolayı,Allah onların yaptıkları normal gibi görünen işleri,sonraki ümmetlere ibadet simgesi ve emri olarak örnek göstermiştir.

**********************  

Hz.İbrahim Tevhid ve Teslimiyetin simgesi.

Hz.Âdem insanlığın babası,Beni Âdem,Hz.İbrahim Peygamberlerin babası,Ebul Enbiya.

Zorba Nemruda karşı Hakkı savunan,babası Azer-in put yapıp satmasına karşı,tevhide çağıran bir peygamber.

-Nemrudun dağ büyüklüğünde odun yığınını ateşleyip,İbrahimi o ateşe atmasına karşı hiçbir geri adım atmayan,tam bir teslimiyet ile tereddüd ve şüphe etmeyen İbrahim,kendisini Rabbine tam teslim etmiştir.

-Rivayete göre;ateşe atılıp havada iken Cebrail gelir ve İbrahime der;

-Ya İbrahim,Rabbinin selamı var,Bir dileği var mı,der.

İbrahim cevabın da;Rabbim beni biliyor ve görüyor mu,der.

Evet cevabını alınca Cebraile;Çekil aradan,girsin Yaradan…

*“Sözünün eri olan (ahdine vefâ gösteren) İbrâhîm.”[2] âyet-i kerîmesiyle övülürken,“Rabbi O’na «Teslîm ol!» deyince, derhal « (Bütün varlığımla) Âlemlerin Rabbine teslîm oldum!» dedi.”[3] âyet-i kerîmesi ile de, teslîmiyet timsâli olduğunu göstermiştir.

O, “Allah bana yeter, o ne güzel vekildir”[4]dediği için Allahda ateşe emrediyordu;

“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik.”[5]

**************  

Bu durumu kendimiz için bir düşünelim ve hayal edelim;

Nemrud gibi bir zalimin karşısındayız.Dağ büyüklüğünde bir ateş,mancınığa konularak ateşe atılıyoruz.

Bunu salıncak gibi değerlendirenle,daha havada iken ölen veya inancından vaz geçecek bir insan,vs durumlar,kıyasa girmez bir hal…

****************  

İbrahim Eşi Hacer-i yanında bebek İsmail-inde bulunduğu bir vaziyette,az bir yiyecek ve içecekle,şimdiki zemzem kuyusunun çıktığı yere bırakıyor.Orada canlı ve canlılık namına hiçbir şey yok.

Hz.Hacer itiraz etmiyor,Allaha emanet ettiği kocasına itimad ediyor.[6]

Hiçbir kimsenin olmadığı,ıssız bir çölde,küçük yavrusuyla baş başa kalan bir kadın.

Nasıl bir teslimiyet ve iman ki,itiraza mecal bırakmıyor!!!

-O teslimiyettir ki,kendisine çölün ortasında,kıyamete kadar akacak olan bir zemzemi ihsan ederken,Safa –Merve arasındaki koşmalarını ümmete haccın esasları olarak uygulanıyor.

-Gerek bu ve gerekse de oğlu İsmail-in kurban edilme teslimiyetini,hangi kadın gösterebilir?

****************  

İsmail olmak demek,ahirzaman nebisinin atası olmak demektir.

Nasıl bir çocuk ki,babasının gördüğü bir rüyaya dayanarak,kurban edilmeyi,kesilmeyi kabul ediyor.

Düğüne gidercesine kurban edileceği yere gidiyor.Şeytanın fısıldamalarına itibar etmiyor,değer vermiyor,aksini düşünmüyor,teslim oluyor.[7]

-O babada nasıl bir baba ki,gördüğü sadık rüya ile kendi öz oğlunu tereddüd etmeden Rabbisine adıyor.

********************  

Soyunun da aynı teslimiyet içerisinde devam etmesini isteyen baba İbrahim duasında;

Rabbimiz! Neslimizden, onlara senin ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek ve kendilerini temizleyecek bir peygamber gönder. Kudreti her şeye galip olan ve kudreti her şeyi kuşatan ancak sensin.”[8]

O teslimiyetinde dolayı Rabbi de O’nun o duasını Efendimizle teyid edip,kabul ediyor.

Nitekim kendi içinizden bir peygamber gönderdik ki, size ayetlerimizi okur, sizi inkar ve günah kirlerinden temizler; size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğretir.”[9]

MEHMET ÖZÇELİK

24-08-2015

 

[1] Fussilet.11.

[2] Necm, 37.

[3] Bakara, 131.

[4] Al-i İmran 3/173.

[5] Enbiya.69.

[6] İbrahim.37.

[7] Saffat Suresi, 37/102-107.

[8] Bakara Suresi, 2/127-129.

[9] Bakara Suresi, 151.