SENTEZ
SENTEZ – Sesli Dinle –
Cemaat dizginini paralel yapıya kaptırdı.
Uzun bir süredir şaşkınlığını ve sessizliğini koruyan cemaat,yüzde beşlik paralel yapının hakimiyeti altına girdi.
Üst derin devlet cemaatı paralel yapıya bağladı.
Eskiyen ve çöken chp-yi canlandırmak amacıyla;dün tesettürlü kızları ve ablaları ev ev dolaştırarak chp-ye oy isteyen paralel yapı,bu seferde son seçimlerde doğrudan ve dolaylı olarak chp-nin kürt ve sol versiyonu olan Hdp-ye yamalandı.
En akıllı ve iyi niyetli geçinen daha önce verdiği Akpartiye vermemekle,Bbp-ye de verse,onlara yaramadığı için.otomatikman Hdp-nin hanesine geçmiş oldu.
Cemaat geçici tedbir ve göz boyamalarla bir arada tutulmaya çalışılmaktadır.
Bu durum bir müddet sonra dağılmaya ve parçalanmaya gidecektir.
-Nur cemaatının 1970-lerde yaşadığı bölünmenin,daha dehşetlisi cemaata yaşatılacaktır.
Tabanı temsil etmeyen tavan,değişik renklerden oluşmuş,gerçek rengini ve yüzünü ise gün be gün ortaya koymaktadır.
-Gülen bunun neresinde?
Akıl tarafı paralel yapıda,kalb tarafı ise cemaatten yanadır.
On altı yıldır gelmemenin hiçbir akıllıca mantığı yoktur.
İyi niyeti de bulunmamaktadır.
En azından kirliliğe ve şaibeye sebeb olmaktadır.
-Bir asırlık tarihimizde 1960 yılıyla başlayan darbeler,sıkılan kurşunlar ilk defa geri tepiyor,sıkanı siliyor ve silikleştiriyordu.
2013 17-25 Aralık sivil darbe uygulaması sonuçsuz kalarak,büyük bir bela defediliyordu.
****************
Türkiye-deki derin devlet sürekli ordu kanalıyla darbe yapıyordu.
Ordunun başına getirilen bir genel kurmay başkanıyla bu işin önü kapanınca,diğer yandan da –haklı haksız- bir kısım ve kesim yıpratılma yoluna gidilip darbe yapılma yolu kapanması sebebiyle,yıllardır emniyette yapılan kadrolaşma darbede kullanılma yoluna gidildi ve başarısız oldu.
Bunu kullanan ve yönlendiren dış güçler,bir taşla iki kuş vurdular;
Bir yandan devleti yıprattı ve başına iş açtı,diğer yandan da yarım asırdır hizmet hareketinin birikimini bitirmiş oldu.
*********************
8 Şubat sürecinde Cumhuriyet gazetesinde Ankara muhabiri olarak görev yapan gazeteci Yusuf Özkan, Süleyman Demirel’in 54.Hükümeti kastederek “Çıkın sokaklara, yıkın bu hükümeti” dediğini ve kendisinin de bizzat bunu duyduğunu BBC Türkçe için kaleme aldığı yazısında anlattı.
Hükümete karşı açık bir tavır alan ve Türk Silah Kuvvetleri içerisindeki “Erbakan karşıtları” ile birlikte hareket eden Süleyman Demirel, “28 Şubat yasaları” olarak bilinen ve Türkiye’de inanç özgürlüğüne büyük darbe vuran yasaların tümünü onaylamıştı.
İŞTE O YAZI:
“Ankara’da savunma muhabiri olarak çalışıyordum. Demirel, “İrticai faaliyetler” konusundaki kaygıları nedeniyle Başbakan Necmettin Erbakan’a ve dömnemin Refah Partisi – Doğru Yol Partisi (Refahyol) hükümetine tepkiliydi.
Erbakan Ramazan nedeniyle 11 Ocak 1997’de, 51 tarikat ve cemaat liderini Başbakanlık Konutu’na iftara çağırdı. Fethullah Gülen’in de çağrıldığı ancak katılmadığı iftar yemeği yoğun tartışmalara neden oldu.
Sarıklı, cüppeli tarikat liderlerinin Başbakanlık Konutu’na girerken çekilen görüntüler, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) tepkiye neden oldu. Komuta kademesi, Başbakan Erbakan ve yardımcısı Tansu Çiller’i eleştirmeye başladı.”[1]
Acaba 17-25 aralıkta Demirel-in işi mi?
Onun yanına sık sık gidilip,akıl danışılıyordu..
Onun mason olduğu belgeyle sabitti.[2]
******************
Kâbesi olmayan sol kesim,kendisine bir kıble aramaktadır.
Bu kıble bazen Taksim olurken,bunların sınırlı olmasından dolayı,çoğu zamanda kendilerinin senaryolarla yaptıkları kıblelerdir.
Nitekim 1 Mayıs,orada öldürülenler için dikilen! Heykeller ve yazılan mersiyeler, Madımak oteli,bizzat kendilerinin kendi arkadaşlarını öldürmek suretiyle kıblelerini tazelemekte ve arttırmaktadırlar.
Solun kıblesi,şeytanın ve şeytani kıblesidir.
*Türk solunun kürt versiyonu olan Hdp,buna bir de fuhuşu ve fuhuşçuyu ekleyerek; hem dinen,hem şiddet ve hem de ahlaken çöküntülü bir hayatı sürdürmekte olduğunu göstermiş ve de yaşamaktadır.[3]
*”PROF.DR. NECMEDDİN ERBAKAN
Ben 28 Haziran 1996’da Başbakan oldum. Meclisten güvenoyu aldım ve Başbakan koltuğuna oturdum. İlk ziyaretime gelen ABD elçisi oldu. Bana şunu söyledi; “Biz biliyoruz ki sizin davanız İslam’dır. Başbakan oldunuz. Bu bizim hoşumuza gitmedi ama beraber çalışmaya mecburuz. Ben size geldim ve diyorum ki sizinle beraber çalışabiliriz. 6 tane şartımız var. Birincisi; “İran ile ticari münasebetinizi 50 milyon doların üzerine çıkartmayacaksınız.” İkincisi; “İrana gitmeyeceksiniz.” Üçüncüsü; ABD üslerine dokunmayacaksınız.” Dördüncüsü; ” Diğer Müslüman ülkelerle de ticaretinizi arttırmayacaksınız.” Beşincisi; ” Çekiç güç askeri işgal kuvvetlerimizi dışarı çıkartmayacaksınız.” Altıncısı; “Irak boru hattını açmayacaksınız.”
Bizim meşhur sadrazamımız Ali Paşa’nın bir sözü vardır; “Ben mühim bir iş yapmak istediğim zaman önce Rus Elçisi ile konuşurum. Ne derse tersini yaparım” Ben de ABD elçisinin söylediklerinin hepsinin tersini yaptım. İlk ziyaretimi İran’a yaptım. “İran ile ticari münasebetinizi 50 milyon doların üzerine çıkartmayacaksınız.” demişlerdi, sadece doğalgaz antlaşması 2,5 Milyar Dolar oldu. Ve ilan ettim ki; Türkiye ile İran arasındaki Ticari Münasebet Hacmi 10 Milyar, 20 Milyar değil, Almanya ile Fransa arasındaki ticaret nekadar ise okadar olur dedim.
15 gün sonra ABD Dış İşleri Bakanı Warren Christopher Ankara Elçisi Grossman’a -iki yahudi- “Ne yapın, edin askeri ihtilal yapıp Refah Partisi’ni iktidardan uzaklaştırın.” diye kripto gönderdi. Bu kripto bizim elimizde bulunuyor. “[4]
*********************
İktidarın yolu hapishaneden geçiyor.Bizde Erdoğan da öyle olmuştu.
Her ne kadar Mısırda Mursi idamla yargılansa da,dünyanın ciddi baskısı sonucu geri adım atılabilir.
Bu da Mursi için yeni bir iktidarın başlangıcı olur.
-Mısır-da Mursi ile beraber birkaç kişinin almış olduğu idam kararı,Mısır-ın hala bizim 1950-lerde kaldığını göstermektedir.
*******************
Konservatuarda dini musikisi yoktur.Türkiye-nin tezadları.Türk musikisini yasaklayan zihniyetin bu milleti dinden koparmanın diğer bir yeri.
Topluma aid değerleri tamamen toplumdan silmeye yönelik eğitim verilmiştir.
Bu da Chp eliyle ve maharetiyle yapılmaktadır.
Avrupada tüm kurumlar hristiyanlık üzerine oturtulurken,Türkiye-de bir asırdır kurumlardan tecrid edilmeye gidildi.
******************
1927-72 arası üç bine yakın cami kapatıldı.
Bunlar ihaleye çıkarıldığında Müslümanlar hassas olup çekindikleri için,gayrı Müslimler tarafından alınmış,kumarhane,meyhane,ahır,,mihrabına tuvalet,yıkılarak taşları kanalizasyonlarda kullanılmıştır.
Tamamen dini her yönüyle kuşatarak,tehdit ve ölümlerle,hayattan silerek ortadan kaldırma yoluna gidilmiştir.
Bugünkü olumsuzluklar bunların sonucudur.
*********************
10.cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bu memlekete hiçbir hayırda bulunmadığı gibi,büyük bir şer ve zarara sebeb olmuştur.
Onun döneminde ekonomi ilk defa sıfırlanmıştır.
İkinci İnönü vakası olarak hatırlanabilir.
Zaten Eşi de İnönü ile akrabadır.
Tarih onu hayırla yadetmeyecektir.
*********************
Odunda pişen çay iyi olurmuş.
Anadolu insanı da hayatın yakıcı ve zor ateşinde pişmiş olduğundan,şiirinde,şarkısında hep feryad çıkar.
Yanık yanık söyler.
Yanmıştır,yakar.
Zira yanmayan yakamazmış.
Ferhatlar,Mecnunlar,Keremler hep bizde çıkmıştır.
Batıdaki şairler,doğudakilerin zekatı bile etmez.
Mazlumlar da bizden çıkmıştır.
Bu günde yanan Ortadoğu halkıdır.
Masum ve mazlum insanlardır.
Küfrün zulmü,fikrin zulmeti,hayata zulmetmiştir.
Hayatı karanlık olanlar,hayatları karartmışlardır.
Doğu hala yanmaya ve yanık yanık feryatları söylemeye devam edecektir.
Onlar yanarken,yanık feryatlarıyla diğerleri yandırılmaktadır.
*******************
Ortadoğuda hassas olan devletlerin ateşleri fitillenmekte ve toplu olarak sahaya çekme çalışması yapılmaktadır.Bunlar;
Türkiye-Mısır-Suriye-Suud-i Arabistan-Irak-İran en başta olanlardır.
Özellikle büyük çapta İran sahaya çekilmekte,bu ise özellikle doğrudan değil,dolaylı olarak ateşi fitillenmektedir.
Özellikle Suriye bahanesi…
*******************
*Türkiye ile İran arasında kurulmaya çalışılan yeni bir Kürt Devletinin en büyük tehlikesine dikkat çekmek istiyorum.
Birinci derecede tehlikeli olan Kürt devletinin kurulup kurulmaması değil,onu devlet ve ordu düşünsün.
Daha büyük tehlikesi ise;kolay kontrol edilebilir böyle bir devletin;sosyalist, Zerdüşt, kominist,ateist,terörist,büyük İsrail ve büyük Ermenistan projesinin bir parçası olmasıdır.
Kaderin hükmü mü?
Ona zaman karar verecektir.
Kader cihetiyle hayırlar olsa da,büyük tehlikeye dikkat çekmek istedim.Çünkü yapılan faaliyetler hayra dönük ve hayır amaçlı faaliyetler değildir.
*******************
Dün ıraktan Saddam Hüseyinin Kuveyte gönderdiği adı bile duyulmayan,bilinmeyen Humeyni-yi,Fransa kaparak,Abd ile yaptığı anlaşma neticesinde İran Şahını devirdi,büyük bir karşılamayla 747 Fan Abd uçağıyla İrana indi.
-Bize de Öcalanı göndermişlerdi değil mi?
-Sıra Gülen de mi?
Bilinmeyen ve tanınmayan Humeyni,bir ilah ! gibi karşılandı.
Humeyni Tahrana indiğinde uçağın içerisindekilerin yarısı Cıa ajanı idi.
Ne garib değil mi?
Fransa Humeyniye İranda İslam Devrimini yaptırıyor!!!
Ondan sonra noldu?
İran Irakla 8 yıl savaştı.
Saddam Abd tarafından silahla desteklendi.Baba Bush Kimyasal silah sattı.
Oğul Bush Saddamı kimyasal silah bulundurmakla suçlayıp,ona savaş açtı ve Saddam gitti.
Arkasından Suriye,Mısır,Yemen ve Türkiye-yi kuşatma faaliyetleri…
2013 yılı 17-25 Aralıkta da Türkiye-de benzer uygulamaya gidilmiştir.
Abd-nin müttefikleriyle beraber B planı tutmayınca,Ezidi-Suriye-Kobani-İşid kuşatmasıyla bu denenmekte ve devam edilmektedir.
****************
2.Abdulhamidin Bahriye Nazırı Amiral Hüseyin Hüsnü Paşanın oğlu, Kominist olan Sakallı Celal-( Celal YALINIZ )den;
“Sakallı, Dördüncü Komünist Enternasyonale katılanlar arasındadır. Kominternde Sovyet delegasyonu ile derin sohbetlere girilir. Delegasyonda Marksizme en fazla vakıf olan iki kişi (Sadrettin Celal ve Sakallı Celal) Sovyet muhataplarını şaşırtır. Sakallı durumu şöyle açıklar Sovyet delegasyonuna; “Devrim sizin ülkenizde yapıldığı halde Marksizmi bizden az biliyorsunuz diye üzülmeyin. Siz gece gündüz çalıştığınız için okumaya vakit bulamamışsınız. Sizin kadar çalışmadığımız için biz de oturup bol bol Marksizme kafa yormuşuz. Hepsi bu.”
* Bir Profesörle tartışmasından sonra; “Bu kadar cehalet, ancak tahsille mümkün olur” demiştir.
Görev yaptığı okulda öğrencilerle ilgili üstten gelen baskıya cavaben; “Meşrutiyeti ilan ettik olmadı, Cumhuriyeti ilan ettik olmadı, biraz da ciddiyet ilan etsek ne dersiniz.”
“Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir.”
“Sakallı’ya “Sende bu kadar meziyet varken ve değersiz insanlar bile hayatta muvaffak olurken, sen niçin suyun yüzünde kalamayıp boğuluyorsun?” diye sormuşlar. “Anlatayım” demiş. “Bir köpeği suya atsanız, tıpkı yürür gibi hareketler yaparak yüzer, boğulmaz, selamete ulaşır. Zira vücudunun yapısı buna göredir. Ağzı, burnu denizaltı kulesi tarzındadır. İnsanoğluna gelince. Vücut yapıları köpeğinki gibi olmadığından ve alıştıkları yürüme hareketiyle yüzemediklerinden, su yüzünde kalabilmeleri hususi bir talimi gerektirir. Nice Köpekler selamet sahiline yüzerken, lüzumlu talimi ve terbiyeyi almayan bir insan olarak ben, dalgalarda boğuluyorum.”
Köpekleşmeden su yüzünde kalanlara selam olsun…”
“Türkiye’de ɑydın geçinenler Doğu’yɑ doğru seyreden bir geminin güvertesinde Bɑtı yönünde koşturɑrɑk Bɑtılılɑştıklɑrını sɑnırlɑr.”
“Evinde yɑpılɑn ɑrɑmɑ esnɑsındɑ polis duvɑrdɑ durɑn Kɑrl Mɑrx portresini soruncɑ “Rɑhmetli Bɑbɑm” diye cevɑplɑmıştır”
*” Kısa bir süre memurluk yapmış. Aydın’da görev yaptığı okulun inşaatında da çalışmış. Diğer insanların taşıyamadıkları şeyleri taşımış. Ankara lisesi müdürü iken lağım (kanalizasyon) bozulmuş. Bakanlığa bildirmiş. İdare etmesini istemiş bakanlık. Bunun üzerine tulumunu giymiş, kolları sıvamış, lağımı tamir etmeye koyulmuş. Tam bu sırada okula gelen müfettiş durumu tespit edip bakanlığa yetiştirmiş.
Bakanlık savunmasını istemiş: Ne işi varmış koca müdürün tulum ve boklar içinde. Yakışır mıymış Cumhuriyet’in koca müdürüne. Bakanlığa gitmiş ve savunmasını sözlü olarak yapmış Sakallı:
-Lağım patladı dedim, idare et dediniz. Ben de lağımı onarıp idare edeyim dedim. Lağıma takım elbise ile girecek değildim ya. Üstelik, idare etmenin bok içinde oturmak olduğunu da bilmiyordum.”
*” Bir arama sırasında polisler üzerinde bir silah bulmuş ve kimlik istemişler Sakallı’dan.
-Yok, demiş.
-Kimin nesisin demişler.
-Ben Japonum, demiş.
-Ama Türkçe konuşuyorsun.
-Ben, Türkçe konuşabilen Japonum.
-Peki, bu silahı ne yapacaksın?
-Polisleri vuracağım.
-Niçin?
-Niçini var mı? Ne zaman neyi savunacağınız belli değil. Dün hilafeti savunuyordunuz, bugün cumhuriyeti. Yarın yine hilafeti savunmaya kalkarsanız… O zaman hepinizi vuracağım bu silahla. Ona göre.”
* Birisi için çivi gibi adamdır demiş bir keresinde. İtiraz etmişler.
-Ne çivisi yahu. Zayıf, sünepe herifin tekidir o.
-Yanlış anlaşıldım galiba demiş Sakallı. Çivi gibidir derken; kafasına vurmazsanız iş görmez, işe yaramaz demek istemiştim.
* Yıllar sonra Kadıköy vapurunda karşılaşmış iki eski arkadaş. Mahir İz sormuş:
-Efendim, sizi hala huzura kavuşmuş göremiyorum. Oysa; sizin istediklerinizi de, düşündüklerinizi de, hatta düşünemediklerinizi bile gerçekleştirdi Mustafa Kemal Paşa. Neden hala memnun değilsiniz, muhalifsiniz?
-Sen hiç tiyatroya gitmedin mi? diye sormuş Sakallı Celal. Perde açılır. Karyolada bir hasta görürsün, bir de ilaçlarını veren hemşire. Biraz sonra; kulaklığı ve beyaz gömleğiyle doktor da gelir. Hastanın nabzına bakar, reçete yazar. Bu bir oyundur. Ortada aslında ne hasta, ne hemşire, ne de doktor vardır. Bunların hepsi, bilesin ki rolden ibarettir. İşte, bizim cumhuriyetimiz de “Yaşasın Cumhuriyet” rolünden ibarettir.
*Mezar taşında; “Bağban bir gül için bin hare hizmet eder” yazıyormuş. Yani “Bahçıvan bir gül için bin dikene katlanır.”
MEHMET ÖZÇELİK
07-07-2015
[1] http://www.habervaktim.com/haber/421930/demirel-cikin-sokaklara-yikin-hukumeti.html
[2] http://www.haber7.com/yazarlar/mustafa-yurekli/890234-necip-fazilin-demirelle-masonluk-belgesi-polemigi
https://www.youtube.com/watch?v=Hit5qidN_4w
https://www.youtube.com/watch?v=tM9bg0kdPXI
[3] http://www.habervaktim.com/haber/422456/ahlaksiz-yuruyuste-polise-fuhus-teklifi.html
[4]https://www.facebook.com/photo.php?fbid=529791007168143&set=a.442647005882544.1073741825.100004117450922&type=1
FİTNE VE TERÖR
Bayrama Doğru
ANALİZ
ANALİZ –Sesli Dinle
*Amaç yeni bir 17-25 aralık darbesini tazelemek ve denemek.
Batıda uygulanan bu uygulama,doğuda tekrar edilmeye çalışılmakta ve belliki bunun da devamı gelecektir.
-“Şanlıurfa’nın Suruç İlçesi’nde meydana gelen saldırıyla ilgili olarak dün bir açıklama yapan ve güvenlik açığı olduğunu öne sürüp “halkımız, siyasi kurumlarımız, sivil toplum örgütleri, belediyeler, meslek örgütleri gibi bütün toplumsal yapılar kendi güvenlik tedbirlerini de geliştirmelidir” şeklinde tehlikeli bir çağrıda bulanan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bugün yaptığı açıklamasında tehditkar tutumunu yine sürdürdü.”[1]
Bu olayları bahane eden bdp veya bu olayların çıkarılmasındaki sebeb;bdp-li belediye ve kurumlarda pkk-dan oluşan güvenlik güçlerini kurmaktır.
-Hedefte Mit var.
“MİT MÜSTEŞARI GÖREVİ BIRAKMALI”
Reyhanlı’da 50 kişinin, Cilvegözü’nde 13 kişinin ölmesi, Diyarbakır’da Niğde’de insanların katledilmesi… Bunların arkasındaki güç ortaya çıkarmadı MİT. Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, demokrasi olsun olmasın. Bunun bir sonucu olmalı. MİT zaten siyasallaşmış. MİT Müsteşarı derhal görevi bırakmalıdır. Geçici içişleri bakanı istifa etmelidir. Hükümetin siyasi sorumluluk alması için çağrı yapıyoruz.[2]
-Devamında serbest olan tesettüre karşı bir saldırı var.
Adını Orhan Pamuk’la olan ilişkisiyle duyuran Karolin Fişekçi, Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde yaşanan bombalı saldırı sonrası attığı tweet’le tepki çekti.
“ÇARŞAF YASAKLANMALI”
Karolin Fişekçi, çarşafın risk olduğunu belirtti ve çarşafın yasaklanması gerektiğini söyledi.
*Dünyanın huysuz çocuğu Yahudi,Türkiyenin huysuz çocuğu Chp,bölgenin huysuz çocuğu ise yunanistandır.
*Nasıl bir rejim ki,
Benim günlük namazıma karışıyor,cumaya gitmemi engelliyor.
Başımı örtmemi irademi susturarak despotluk yapıyor.
Nasıl bir yönetim ki,benim hukukuma karışıyor.Beni benim dışımdaki hukukla idareyle yönetiyor.
Say sayabildiğin kadar…
-Aslında bu işi yapanlar,kirli insanların kirlerini çıkartmak ve eskisi gibi millete ve değerlerine saldırmak amaçlıdır.
Bu olaylarda hükümeti yıkmaya çalışan paralel yapının ve hükümetin kurulmasını geciktiren mhp-nin büyük vebali vardır.
Devlet boşluk kabul etmemektedir.
*Ev yanıyor,hala bir çok kişi evin dış kapısının mandalıyla uğraşıyor.
Oynanan oyunları görmeden basireti bağlanmışcasına,izzet ağır geldiğinden zilleti tercih eden,bayağı,geçmişinden kopuk olarak ecdadının yaptığı Topkapı sarayından haberdar olmayan bir kısım insanlar bilinçsizce Sarayı dillerine dolandırmakta,sürü içerisinde bulunan aslan yavrusu gibi kendisinden haberdar olmamaktadır.
Sarayı diline dolayan insanlar oranın bir şahsa aid olmadığını bilemeyecek ve düşünemeyecek kadar pes-pâye insanlardır.
Kötü niyetli insanların ekmeklerine yağ sürmektedirler.
*Önce yağlayayım ki gıcırdama olmasın.Gıcık ve gıcırtılı sesler çıkmasın.
Bahçelinin bir marifetinin dışında,ikinci bir projesi gösterilemez.
Başarısı ise;gençlerin sokağa dökülmesini engellemiştir.
Aslında bu da kendi krallığını ve hakimiyetini gösterme amaçlıdır.
Mhp solun sağ ayağı,rejimin üçlü ayağı,tek ayaklı chp-nin koltuk değneği.
Bahçeliden sonra en üst dereceye çıkmış on kamera görüntüleri ortaya düşmüş kişiye emanet edilmiş bir parti görünümünde.
1970-lerin idealistleri,mücahitleri gitmiş,yerine mütait ve menfaat hesabı yapanlar gelmiş.
*******************
*PKK böyle saldıracaksa,100 tane iyi yetişmiş mavi bordo berelilerle,özel ekiple inlerine inilmeli ,girilmelidir.
Aç canavara karşı muhabbet,onun iştahını açar,döner dişinin kirasını ister.
Bu gün Pkk dişinin kirasını istemektedir.
ABD bilmem nereden adalet getirmek için gelirken,biz burnumuzun dibindeki zulmü kaldırmak için,ini kan-dil-se inilmeli,teslim alınmalıdır.
Hatta bu genişletilip ortadoğuda güvenliği sağlayacak islami askeri birlikle alanı genişletilip,zararlı unsurlar devre dışı bırakılabilir.
Bu islâm dünyasının da hayrına olacaktır.
Dinin kesinlikle affetmediği suç,terör suçudur.[3]
*******************
*İnsanı değerlendirme ölçüsü,birinci derecede ilahi eksenli olmalıdır.
Bütün insanlar değerlidir ifadesi mutlak bir ifadedir.İçi doldurulmamış,doldurulması gereken bir ifadedir.
Elbette bir insanın dünyaya insan olarak gelmesi başlı başına bir seviye,kâinat çapında bir olaydır.
Ancak bunun öyle kalması,öyle devam ediyor olması ve öyle de bitecek olması söz konusu değildir.
Mesela,annem veya anneannem şeriatçı değildi,ama namazlarını kılarlardı.
Dini severlerdi ama dindar değillerdi,gibi ifadelerde bulunan bir insan,ne seviyede bir insandır?
Veya dünyaya gelişiyle gidişi arasında yaş farkından fazla bir farklılık olmayan,hayatını banyo-mutfak-tuvalet üçgeninde geçiren bir insan ne kadar farklı bir insandır?
-Batıya gidişlerini ballandıra ballandıra anlatan,dünyasını oraya bağlayıp sürdüren bir insan,aynı derecede Mekke-Medine ile ilgi duyması söz konusu değilse,maneviyatından ne kadar söz edilebilir?
İnsan olmak ile insancıl olmak aynı şeyler değildir.
İnsan önceki hayatına göre üstün bir varlıktır.
Dünyaya gelmeden önceki durum ile mukayeseye girmez bir derecedir.
Çünkü kimisi gelmeden sperm olarak atılmaktadır.
Ancak sonraki hayat ile mukayese,esas mukayesedir.
Zira azımsanmayacak derecede bu dünyaya insan olarak geldiği halde,bu dünyadan sperm olarak atılan milyarlarca insan mevcuttur.
-Kıblesi Taksim ve Atina olanlar,kıblesi Kâbe ve Medine olan insan aynı insan ve aynı seviyedeki insan değildir.
**********************
*Şimdiye kadar içteki derin devletin oluşturduğu zıt kutuplar kavgası; sağ-sol,alevi-sünni yerini bu gün ise dıştaki derin devletin devreye girmesiyle paralel yapıyla toplumun karşı karşıya getirilmesi hesaplanıyor.
Bu düşüncenin üzeri şu anda tozlanmış ve örtülü iken,uygun zemin kollandığı,farklı bir zemin arandığı hissedilmektedir.
Gerek toplumlar bazında ve gerekse de İslam devletleri bazında sürekli kavga ortamı hazırlanmakta,fitillenmekte,tohumlar ekilmektedir.
Bunu engelleyecek tek unsur ise;Birlik ve basiretli harekettir.
**********************
*1908 –de hasta adam denilip morga kaldırılan Osmanlı ve onun yerine getirilen Türkiye 2001-de ise gömülmek üzere idam sehpasına götürülmüştü.
İpten son anda indi.
Bin yıllık yaptığı iyilikler onu son anda kurtardı.
Kimin elinden mi;
Ecevit-in Dsp-si,Anap-ın Mesut Yılmaz-ı,Mhp-nin Devlet Bahçelisi ve üçünün seçmiş olduğu,Türkiyenin yüz yıldır görmediği cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer idi.
Bu durumları görmeyip 30 milyon olmazsa Türkiye batar diyenlerden,bugüne gelişi ve de çöken yunanistanın 2 milyara yakın borcunu ödemeye geldiği bir Türkiye.
Sadece bu da değil;2 milyon Suriyeliye kucak açan bir Türkiye…
Bunları görmeyeni Allah kör eder,elinden bunları alır,zillete mahkum eder.
**********************
*”Ulusal Kanal sunucusundan ‘Akis’le darbeye ortam hazırladık’ itirafı…
Ulusal Kanal’da yayınlanan ‘Politika’nın Nabzı’ programında 27 Mayıs süreciyle ilgili önemli bir itiraf yer aldı. Programın moderatörlüğünü yapan Kurtul Altuğ, AK Parti’ye karşı yapılacak mücadeleyi anlatırken, 27 Mayıs’ı nasıl hazırladıklarını anlattı. Altuğ, “Biz yıllar önce küçücük bir Akis dergisiyle ortalığı ayağa kaldırdık. 27 Mayıs’a götürdü Türkiye’yi.” dedi.
27 Mayıs döneminde Akis Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yürüten ve darbenin ardından Yassıada Mahkemeleri tarafından bir numaralı tanık olarak dinlenen programın sunucusu Kurtul Altuğ, AK Parti’ye karşı yapılacak mücadeleyi anlatırken gerekirse demokrasinin rafa kaldırılabileceğini ima etti.”
-Bedii Faik, Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’na çarpıcı açıklamalar yaptı: “27 Mayıs’ta yalanın bini bir paraydı. ‘Bayar’ın 108 milyon serveti’ haberini Oktay Ekşi getirdi. Darbecileri eleştirince tehdit edildim, roman yazmam yasaklandı…”
*Hazreti Ali’ye (R.Anhu) dayandırılan hadiste şöyle denilmektedir: “Siyah bayrakları gördüğünüzde yerinizden kıpırdamayın. Ellerinizi ve ayaklarınızı hareket ettirmeyin (harekete geçmeyin). Sonra kendilerine ehemmiyet verilmeyen zayıf bir topluluk zuhur eder. Kalpleri demir parçaları gibidir. Onlar devlet sahipleridir (hum ashabu’d devle). Ne söz ne de ahit tanırlar. Hakka çağırırlar ama kendileri hak ehli değildir. İsimleri künyedir. Nisbetleri ise köy ve şehirlerdir. Saçları kadın saçı gibi uzatılmış ve salınmıştır. Aralarında ihtilaf çıkıncaya kadar bakidirler. Sonra Allah hakkı dilediğine verir…”[4]
*Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Benden sonra size dört fitne gelecektir. Birincisinde, kanlar (dökülmesi) helal kılınacaktır. İkincisinde hem kanlar hem de mallar helal kılınacaktır. Üçüncüsünde ise hem canlar hem mallar hem de uçkurlar helal kılınacaktır. Dördüncüsü ise örten, kapatan, bürüyen kör ve sağır bir fitnedir; denizdeki dalgalar gibi kabarır, hareket eder. Hiç kimse ona karşı bir sığınak bulamaz. Şam’da tayf ve karaltı gibi dolaşır; Irak’a çöreklenir. Eliyle ve ayaklarıyla el Cezire’yi (Kürt bölgesi) vurur. Ümmet, derinin tabakhanede çekiştirilmesi gibi çekiştirilir, belaya maruz kalır. Kimse ‘yeter, yeter’ diyemez ve bir yerden kalksa diğer yerde patlak verir ve çöreklenir ….”[5]
**********************
*642 katrilyon faize gitmiştir.Buda sadece 5 bin kişinin cebine gitmiştir.Bunlarla neler yapılmazdı ki..
Şimdi yapılanlar ise işte faize giden bu paraların az bir kısmıyla olmaktadır.
*Hain içerden olunca kilit tutmaz.
MEHMET ÖZÇELİK
21-07-2015
[1] http://www.habervaktim.com/haber/425713/tehlikeli-cagrilarda-bulunan-demirtas-boyle-saldirdi.html
[2] http://www.habervaktim.com/haber/425720/chpden-beklenen-aciklama.html
[3] http://www.haber7.com/guncel/haber/1459749-son-yillarin-en-buyuk-askeri-sevkiyati
http://www.haber7.com/guncel/haber/1459792-pkkli-teroristlerin-sok-telsiz-diyaloglari
[4] El Fiten, Hafız Nuaym Bin Hammad, Daru’l Beyan el Arabi, Ezher civarı Kahire, hadis numarası 558, s: 136.
[5] hadis no: 87, s: 31.
MISIR MI SURİYE Mİ OLMAK İSTERSİNİZ?
MISIR MI SURİYE Mİ OLMAK İSTERSİNİZ? – Sesli Dinle –
Bu milletin genleriyle oynanıyor.
Yüz yıllık boşluktan istifadeyle,yeni kaoslar planlanmaktadır.
Mısır mı Suriye mi olmak istersiniz?
2013 yılı 17 ve 25 Aralıkla başlayan Mısır gibi olma planları geri tepince,çevreden kuşatılmaya çalışılan Türkiye bu sefer Suriye gibi yapılmaya çalışılmaktadır.
1970-lerden beri Kahraman Maraş,Sivas,Çorumda devreye konulan Alevi-Sünni çatışması,şimdilerde yerini devletler arası alevi-sünni çatışmasına bırakmıştır.
Başta İran-ın İsrail ve Amerika ile olan gizli anlaşması devreye konularak;bir yandan İrana eski Sasani imparatorluğunun önünü açma vaad ve senaryolarıyla birlikte,Irak-Suriye-Yemen gibi şianın olduğu yerlerdeki hakimiyet kurma sevdası ortadoğuyu bir ateş topuna ve çemberine doğru götürmektedir.
**************************
Ermeni hayranlığı git gide ilerlemeye ve artmaya başladı.
Hdp-nin ermeni hayranlığı,pkk-nın bir ermeni kuruluşu olması,ermenistanın gözünü diktiği 100 sene önceki doğuya olan hayranlığı,sinsi ve hainane oyunlar içerisine girilmektedir.
Bir kasetle başkanlığı ele geçiren Chp-nin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu-nun annesi Yemuş-un ermeni olması [1] iddiası,diğer yandan Dersim Alevilerinden olması,yüz yıl önce küllenmiş olan ateşin tekrar tutuşturulması için küllerinin alınmaya çalışıldığı görülmektedir.
Tam bir biçilmiş kaftan olarak görülmektedir.Hem ermeni yönü ve hem de alevi yönü.
-Yüz yıl önceki gizli kalmış olan kimlikler bu gün ortaya çıkmaktadır.
Ermenilerin 1915-de tehcir ile sürgüne gönderilirken,doğuda bırakmış oldukları çocukları ve torunları şimdiye kadar Müslüman adıyla bilinirken,şimdilerde yavaş yavaş bu dillendirilmektedir.
-Diğer yandan –Gürbüzler Ordusu- yani;” Savaşta yetim kalan 6 bin çocuğu toplayarak onlardan “Gürbüzler Ordusu” kuran ve bir kısmını da sanayi mekteplerinde yetiştiren Karabekir Paşa, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında bu nedenle eleştiri almıştı.
Bu konuyu tarihçi Cemal Kutay şöyle anlatır:” “Atatürk, Kırklareli Milletvekili Dr. Fuat Umay’ı bizzat bu çocukların eğitimi ve sağlığıyla ilgilenmesi için görevlendirdi. Latife Hanım ise bu çocuklarla ilgilenmeyi ulvi bir görev kabul etti; eğitimleri ve bakımlarıyla bizzat ilgilendi. Karabekir Paşa, bu çocukları Ankara’ya, Paşa’nın huzuruna getirirken amacı, tüm ülkedeki yetimlere ve kimsesiz çocuklara dikkat çekerek onların eğitimini sağlayacak okullar kurdurtmaktı. Amacına ulaştı. Onun kurduğu sanayi mektepleri şimdiki meslek lisesi.”
Diğer bir rivayette:”
Erzurum ve çevresinde tüm yetimleri toplar, onları yurtlara yerleştirir. Bu yetimlerin büyük çoğunluğu Ermeni çocuklarıdır. 6 bin civarında olan bu Ermeni yetimlerin 4 bini erkek 2 bini kızdır.
Bu yetimlerin bir kısmı zenaata verilirken büyük çoğunluğu Kuleli ve Bursa’da açılan Işıklar Askeri Lisesi’ne kaydedilir. Bu çocuklar daha sonra “Gürbüzler Ordusu” olarak anılır.
27 Mayıs ihtilalini yapan albayların bir kısmının bu yetimler arasından çıktığı söylenir.[2]
-Beş sene kadar önce bir asker komutanıyla yaptığı konuşmasında;-Komutanım uçaklar bizimkileri (pkk-lıları) vuruyor.-diyerek,koordinatları değiştirme yoluna gitmişti.
Onlardan bir türlü haber alınmadı,işlem yapılmadı.
-Erdoğan-ın üzerine bu kadar gidilmesindeki tek sır,onun devrilmesiyle kaosun ateşini fitillemektir.
-Uyuyan hücreler uyandırılmaktadır.
Tıpkı Van belediyesinin billboardlarda asmış olduğu –kan akan musluklar- bir kin ve nefretin,kan akıtmanın bir mesajı olarak verilmekteydi.
Ancak oynanan oyunlar bir asırdır bildik oyunlardır.
İnsan nisyan ile malul olduğundan çok çabuk unutmaktadır.
Yeni yetişen nesil okumuyor,dinlemiyor,eskiyi bilmiyor,sıkıntıyı çekmemiş olduğundan çok çabuk oyuna gelebiliyor.
İnsan bir yandan nankör olurken,diğer yandan da doğu hala cehaletini sürdürüyor.Çok çabuk kanabiliyor.
Paralel yapı öne sürülerek,tüm muhalifler devreye konulmaktadır.
Doğunun ateşi yandırılmaya ve alevlendirilmeye çalışılıyor.
Bir yandan ermeni,diğer yandan alevi kartı oynanmaya çalışılmaktadır.
-Çözüm ise;” Bu zamanda öyle fevkalâde hâkim cereyanlar var ki, herşeyi kendi hesâbına aldığı için, farazâ hakîki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için, siyâset âlemindeki vaziyetten ferâgat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.
Hem, üç mesele var: biri hayat, biri şeriat, biri îmandır. Hakîkat noktasında en mühimmi ve en âzamı, îman meselesidir. Fakat, şimdiki umûmun nazarında ve hâl-i âlem ilcaatında en mühim mesele hayat ve şeriat göründüğünden, o zât şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum rûy-i zeminde vaziyetlerini değiştirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha muvâfık gelmediğinden, her halde en âzam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak; tâ ki îman hizmeti safvetini umûmun nazarında bozmasın ve avâmın çabuk iğfal olunabileri akıllarında, o hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.”[3]
-Şu zaman üçüncü devre olan İttihad-ı İslâm zaman ve devresidir.
İslâm ülkeleri bilhassa Türkiye bir an evvel ittihad-ı islâma yani islâm birliğine gidip,yüz sene önce dağılan tesbih tanelerini tekrar bir araya getirmelidir.
-Bizler Dağıldık.Bizi topla Allahım…
MEHMET ÖZÇELİK
10-07-2015
[1] https://www.google.com.tr/search?q=Yemu%C5%9F&ie=utf-8&oe=utf-8&aq=t&rls=org.mozilla:tr:official&client=firefox&channel=sb&gfe_rd=cr&ei=hIKfVfOdBaio8weG9YCgBA
[2]http://www.yerelgundem.com/yazarlar/yusuf_inan/2918/ilker_basbug_kazim_karabekirin_gurbuzler_ordusu_ve_ermeni_cocuklari.html
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=216889
https://www.youtube.com/watch?v=4SyBh34b8HY
https://www.youtube.com/watch?v=5qjrOaaeI6Y
[3] Hizmet Rehberi, Sayfa 102.
SİMA
SİMA
İnsan umumi sikkesi içerisinde,her bir insana farklı hatem vurulmakta,birini diğerinden ayırmaktadır.
-Sima yalan söylemez.
Sima için aynasıdır.
Yalan söyleyen insanın simasında kızarıklık oluşur.
Kan simasına sıçrar.
“İki taraf (cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde ve A’râf üzerinde de herkesi simalarından tanıyan adamlar vardır ki, bunlar henüz cennete giremedikleri halde (girmeyi) umarak cennet ehline: «Selâm size!» diye seslenirler.”[1]
“(Yine) A’râf ehli simalarından tanıdıkları birtakım adamlara seslenerek derler ki: «Ne çokluğunuz ne de taslamakta olduğunuz büyüklük size hiçbir yarar sağlamadı.”[2]
“Suçlular, simalarından tanınır, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.”[3]
“(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.”[4]
“Dilesek biz onları sana gösteriverirdik de kendilerini bütün sîmâlarıyle tanırdın ve her halde sen onları lakırdılarının edasından tanırsın, Allah ise bütün yaptıklarınızı bilir.”[5]
*Söz köz olmalı..düştüğü yeri ve gönlü yakmalıdır.
“Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir.”[6].
********************
1984 yılında Mehmet abimiz gelerek,kum lazım olduğunu,inşaata gitmemiz gerektiğini söyledi.
Beş ilahiyatçı arkadaş eski elbiselerimizi giyip bir Skoda marka arabaya binerek inşaata vardık.
İnşaatın bekçisi bizleri görünce biraz merak ve şaşkınlıkla Mehmet abiye sordu;
-Bunlar kimler,bunları nereden buldun?
Mehmet abide gayet rahat ve önemsizce,Amele pazarından yani işçi pazarından buldum,getirdim,dedi.
Birden bire siması değişerek,gayet ciddileşen bekçi cevaben;
-Yook yav,bunlar amele pazarının işçilerine benzemiyor.
Mehmet abi neden diye sorduğunda bekçi cevaben;
Bunların yüzleri nurlu,dedi.
Cevabı konduran Mehmet abi şu ayeti okudu;
-“ Sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd”,
“Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar.” [7]
****************
*“De ki hepsi de kendi yoluna göre amel eder.”
“De ki: «Herkes kendi kabiliyetine göre amelde bulunur. Rabbin ise doğru yolu takib edenleri daha ziyâde bilendir.»
De ki: Herkes seciyesine göre davranır. Rabbiniz ise kimin daha doğru yolda olduğunu herkesten iyi bilir.”[8]
-Elmalı tefsirinde şöyle izah edilmektedir; “ŞÂKİLE” kelimesi tabiat, âdet, din, ahlâk, niyet, mizaç ve yaratılış, birbirine benzeyen yollar gibi değişik ve fakat birbirine yakın mânâlarla tefsir edilmiş ise de en kapsamlı mânâsı sonuncusudur. Yani herkes kendi durum ve mizacına uygun olan yolda hareket eder. Başka bir ifade ile özel hislerine göre iş yapar. Bu durumda en doğru yola gideni Rabbiniz en iyi bilendir. Yani herkes kendi mizacına göre hareket ederek hoşuna giden yolu tutmakla doğru yol tutmuş olmaz. Bir din veya mezheb herhangi bir kişinin veya toplumun mizaç ve duygularına uygun gelmekle hemen doğru olamaz. Hak din, Allah’ın kitap ve Resulü ile bildirdiğidir. Buna göre mizacı hakka uygun olan kimselere ne mutlu!
-Hadiste:“Kim ne için yaratılmış ise,o şey kendisine kolaylaştırılır.”[9]
Yani fıtratı,temayülü,kabiliyeti hangi yönde gelişmiş ve geliştirilmiş ise,o yolu tercih eder,yönelir,ister,kabul eder ve o yolda kendisine kolaylaştırılır.
*Bedenin gıdası almak,ruhun gıdası vermektir.
*Kalb kainata sığmayacak kadar büyük,kainat kalbe sığacak kadar küçüktür.
*Bir şair diyor ki: “Her vasfı ki, imtiyazı haiz,
Tarih onu vasfederken aciz.”
******************
*Birinci Sır: Bismillahirrahmanirrahim’in bir cilvesini şöyle gördüm ki: Kâinat sîmâsında, arz sîmâsında ve insan sîmâsında, birbiri içinde, birbirinin numunesini gösteren üç sikke-i rubûbiyet var.
- Biri, kâinatın hey’et-i mecmûasındaki teâvün, tesânüd, teânuk, tecâvübden tezâhür eden sikke-i kübrâ-i Ulûhiyettir ki, “Bismillah” ona bakıyor.
- İkincisi: Küre-i arz sîmâsında nebâtât ve hayvanâtın tedbîr ve terbiye ve idaresindeki teşâbüh, tenâsüb, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezâhür eden sikke-i kübrâ-i Rahmâniyettir ki, “Bismillahirrahman” ona bakıyor.
- Sonra, insanın mahiyet-i câmiasının sîmâsındaki letâif-i re’fet ve dekâik-ı şefkat ve şuâât-ı merhamet-i İlâhiyeden tezâhür eden sikke-i ulyâ-i Rahîmiyettir ki, “Bismillahirrahmanirrahim” ‘deki “erRahman” ona bakıyor. [10]
*”Evet, rahmetin vücudu ve tahakkuku, güneş kadar zâhirdir. Çünkü, nasıl merkezî bir nakış, her taraftan gelen atkı ve iplerin intizamından ve vaziyetlerinden hâsıl oluyor; öyle de, bu kâinatın daire-i kübrâsında bin bir ism-i İlâhînin cilvesinden cilvesinden uzanan nurânî atkılar, kâinat sîmâsında öyle bir sikke-i rahmet içinde bir hâtem-i Rahîmiyeti ve bir nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hâtem-i inâyeti nesc ediyor ki, güneşten daha parlak kendini akıllara gösteriyor.”[11]
*” Evet, rûy-i zeminde dört yüz bin muhtelif ayrı ayrı nebâtâtın ve hayvanâtın tâifelerini, hiçbirini unutmayarak, şaşırmayarak, vakti vaktine, kemâl-i intizam ile, hikmet ve inâyet ile terbiye ve idare eden ve küre-i arzın sîmâsında hâtem-i ehadiyeti vaz’ eden, bilbedâhe, belki bilmüşâhede, rahmettir. Ve o rahmetin vücudu, bu küre-i arzın sîmâsındaki mevcudâtın vücudları kadar kat’î olduğu gibi, o mevcudât adedince, tahakkukunun delilleri var.
Evet, zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i mâneviyesinin sîmâsında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki, küre-i arz sîmâsındaki sikke-i merhamet ve kâinat sîmâsındaki sikke-i uzmâ-i rahmetten daha aşağı değil. Adetâ bin bir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrâkiyesi hükmünde bir câmiiyeti var.
Ey insan! Hiç mümkün müdür ki, sana bu sîmâyı veren ve o sîmâda böyle bir sikke-i rahmeti ve bir hâtem-i ehadiyeti vaz’ eden Zât, seni başıboş bıraksın; sana ehemmiyet vermesin, senin harekâtına dikkat etmesin, sana müteveccih olan bütün kâinatı abes yapsın, hilkat şeceresini meyvesi çürük, bozuk, ehemmiyetsiz bir ağaç yapsın, hem hiçbir cihetle şüphe kabul etmeyen ve hiçbir vecihle noksaniyeti olmayan, güneş gibi zâhir olan rahmetini ve ziyâ gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin? Hâşâ! “[12]
*” Kur’ân-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i âzamında, meselâ semâvât ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit, birden, en küçük bir daireden ve en dakîk bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zâhir bir sûrette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ, hilkat-i semâvât ve arzdan bahsi içinde, hilkat-ı insandan ve insanın sesinden ve sîmâsındaki dekâik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; tâ ki fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Ma’budunu doğrudan doğruya bulsun.”[13]
*” İnsan, ism-i Rahmânı tamamıyla gösterir bir sûrettedir. Evet, sâbıkan beyân ettiğimiz gibi, kâinatın sîmâsında bin bir ismin şuâlarından tezâhür eden ism-i Rahmân göründüğü gibi ve zemin yüzünün sîmâsında rubûbiyet-i mutlaka-i İlâhiyenin hadsiz cilveleriyle tezâhür eden ism-i Rahmân gösterildiği gibi, insanın sûret-i câmiasında, küçük bir mikyasta, zeminin sîmâsı ve kâinatın sîmâsı gibi yine o ism-i Rahmânın cilve-i etemmini gösterir demektir.” Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 19
*” rızık vermek ve muayyen bir sîmâ vermek, birer ihsan-ı mahsus eseri gibi, ummadığı tarzda olması ne kadar güzel bir sûrette meşîet ve ihtiyâr-ı Rabbâniyeyi gösteriyor. Daha, tasrif-i hava ve teshîr-i sehâb gibi şuûnât-ı İlâhiyeyi bunlara kıyas et.”[14]
*” Evet, bir Sâni-i Hakîme şehâdet eden sahâif-i âlemin birinci derecesi, semâvât ve arzın asl-ı hilkatleridir; sonra gökleri yıldızlarıyla tezyin ile zeminin zîhayatlarla şenlendirilmesi, sonra güneş ve ayın teshîriyle mevsimlerin değişmesi, sonra gece ve gündüzün ihtilâf ve deverânı içindeki silsile-i şuûnâttır. Daha gele gele tâ kesretin en ziyâde intişâr ettiği mahâl olan sîmâların ve seslerin hususiyetlerine ve imtiyazlarına ve teşahhuslarına kadar; mâdem ki, en ziyâde intizamdan uzak ve tesadüfün karışmasına mâruz olan ferdlerin sîmâlarındaki teşahhusâtta hayret verici bir intizam-ı hakîmâne bulunsa, üzerinde gayet san’atkâr bir Hakîmin kalemi işlediği gösterilse, elbette intizamları zâhir olan sâir sayfalar kendi kendine anlaşılır; Nakkaşını gösterir. Hem mâdem, koca semâvât ve arzın asl-ı hilkatinde eser-i san’at ve hikmet görünüyor; elbette kâinat sarayının binâsında temel taşı olarak gökleri ve zemini hikmetle koyan bir Sâniin sâir eczâlarında eser-i san’atı, nakş-ı hikmeti pekçok zâhirdir. İşte şu âyet, hafîyi izhâr, zâhirîyi ihfâ ederek, gayet güzel bir îcâz yapmış.”[15]
*” Mâdem herbir zerrenin hareketi ve vazife görmesi Onun kanunuyla, izniyle, emriyledir; elbette teşahhusât-ı vechiye ve herkesin yüzünde herkesten onu temyiz edecek birer alâmet-i fârika bulunması ve sîmâlar gibi, seslerde, dillerde ayrı ayrı farklar bulunması, bilbedâhe Onun ilim ve hikmetiyledir.” Sözler | Otuz İkinci Söz | 555
*” Hilkat-i semâvât ve arzdan, tâ sîmâlardaki teşahhusâta kadar hangi şeyden soruldu ise, lisân-ı hal ile Vahdâniyete şehâdet ve sikke-i tevhidi gösterdi; sen de gördün. Öyle ise, kâinatın mevcudâtında bir emâre yok ki, bir şirk ihtimâli, ona binâ edilsin. Demek, dâvâ-i şirk, sırf tahakkümî ve mânâsız söz ve dâvâ-i mücerred olduğundan, şirki iddiâ etmek, mahz-ı cehâlet, ayn-ı belâhettir.” [16]
*” Teveddüd ve taarrüf ise, lütuf ve kerem mânâlarını tahrik eder; Latîf ve Kerîm isimlerini masnuun bâzı perdelerinde okutturuyor. Lütuf ve kerem şe’nleri ise, tezyin ve tenvir fiillerini tahrik eder, Müzeyyin ve Münevvir isimlerini masnuun hüsün ve nurâniyeti lisâniyle okutturur. Ve o tezyin ve tahsin şe’nleri ise, sun’ ve inâyet mânâlarını iktizâ eder ve Sâni’ ve Muhsîn isimlerini o masnuun güzel sîmâsıyla okutturur.” [17]
*” Hem, acîb ve garip san’atlar içinde rengârenk acîb hikmetli zemin yüzünün sîmâsındaki bu nakışlı çizgilere bak; nasıl sekenelerine enhâr ve çayları, deniz ve ırmakları, dağ ve tepeleri ayrı ayrı mahlûklarına ve ibâdına lâyık birer mesken ve vesâit-i nakliye yapmış. Sonra, yüz binler ecnâs-ı nebâtât ve enva-ı hayvanâtı ile kemâl-i hikmet ve intizam ile doldurup, hayat vererek şenlendirmek, vakit bevakit muntazaman mevt ile terhis ederek boşaltıp yine muntazaman ba’sü ba’de’l-mevt sûretinde doldurmak, bir Kadîr-i Zülcelâlin ve bir Hakîm-i Zülkemâlin vücûb-u vücuduna ve vahdetine yüz binler lisânlarla şehâdet ederler.” [18]
*” semâvâtın halk ve tesviyesine muktedir olmayan, beşerin sîmâsındaki teşahhusu yapamaz.” [19]
*” Demek bütün semâvâtın Rabbi olmayan, birtek insanın sîmâsındaki alâmet-i fârika olan nakş-ı sîmâvîyi yapamaz.” [20]
*” Dehâ dimağda işler; kalbi de karıştırır. Hüdâ ruhu eder tenvir, dâneleri sümbüllettirir. Karanlıklı tabiat onunla ışıklanır.
İstidad-ı kemâli birden bire yol alır. Nefs-i cismanî yapar hizmetkâr-ı emirber. Melek-sîmâ ediyor insan-ı himmetperver.
Dehâ ise, evvelâ nefse ve cisme bakıyor, tabiata giriyor, nefsi tarla ediyor. İstidad-ı nefsânî neşv ü nemâ buluyor.
Ruhu eder hizmetkâr; taneleri kuruyor. Şeytanın sîmâsını beşerde gösteriyor. Hüdâ, hayatına saadet veriyor, dâreyne ziyâ neşrediyor, insanı yükseltiyor. “[21]
*” Hasletlerin yerleri değişse, mahiyetleri değişir.
Bir haslet; yer ayrı sîmâ bir. Kâh dev, kâh melek, kâh sâlih, kâh tâlih. Misâli şunlardır:
Zayıfın kavîye karşı izzet-i nefsi sayılan bir sıfat, ger olursa kavîde, tekebbür ve gururdur.
Kavînin bir zayıfa karşı da tevâzuu sayılan bir sıfatı, ger olursa zayıfta, tezellül ve riyâdır. “[22]
*” Şimdi, “Böyle bir eser bu asırda var mıdır?” diye bir suâlin içinizde hâsıl olduğu, nurânî bir heyecanı ifâde eden sîmâlarınızdan anlaşılmaktadır.” [23]
*” Meşhur ulema-i Benî İsrailiyeden Abdullah ibni Selâm gibi pek çok zatlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın simasını görmekle, “Şu simada yalan yok; şu yüzde hile olamaz” diyerek imana gelmişler.” [24]
*” Nasıl ki eşyada, meselâ hayvânattaki ehemmiyetli âzânın, esasat ve netâiç itibarıyla birbirlerine benzeyişleri ve tevafukları ve birtek sikke-i vahdet izhar etmeleri, nasıl kati olarak delâlet ediyor ki, umum hayvânâtın Sânii birdir, Vâhiddir, Ehaddir. Öyle de, o hayvânâtın ayrı ayrı teşahhusları ve simalarındaki başka başka hikmetli taayyün ve temeyyüzleri delâlet eder ki, onların Sâni-i Vâhidi, Fâil-i Muhtardır ve iradelidir; istediğini yapar, istemediğini yapmaz, kast ve irade ile işler.”[25]
*” “Sani-i Âlem olan şu kâinatın ustası, iş başında olarak şems ve kameri hangi çekiçle yerlerine çakıyorsa, aynı çekiçle, aynı anda zerreleri yerlerine, meselâ zîhayatların gözbebeklerinde yerleştiriyor. Semâvâtı hangi ölçüyle, hangi mânevî âletle tertip edip açıyorsa, aynı anda, aynı tertiple gözün perdelerini açar, yapar, tanzim eder, yerleştirir. Hem Sâni-i Zülcelâl, mânevî kudretin hangi mânevî çekiciyle yıldızları göklere çakıyorsa, aynı o mânevî çekiçle, beşerin simasındaki hadsiz alâmet-i farika noktalarını ve zâhirî ve bâtınî duygularını yerlerine nakşediyor”[26]
*”İstikbâlde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için ve istikbâl asırları, bu asrın sîmâsına ve gayretsiz adamların yüzlerine “Tuh!” dedikleri zaman, tükürükleri yüzümüze gelmemek için veya silmek için yazılmış bir lâyihadır.” [27]
*” Röntgen şuâıyla rahm-ı mâderdeki çocuğun erkek ve dişisini bilmekle
– “Rahimlerde olanı O bilir.”[28] âyetinin meâl-i gaybîsine münâfi olamaz. Çünkü, âyet yalnız zükûret ve ünûset keyfiyetine değil, belki o çocuğun acip istidad-ı hususîsi ve istikbalde kesb edeceği vaziyetine medar olan mukadderât-ı hayatiyesinin mebâdileri, hattâ simasındaki gayet acip olan sikke-i samediyet muraddır ki, çocuğun o tarzda bilinmesi, ilm-i Allâmü’l-Guyûba mahsustur. Yüz bin röntgen-misal fikr-i beşerî birleşse, yine o çocuğun umum efrad-ı beşeriyeye karşı birer alâmet-i farikası bulunan yalnız hakikî sima-yı veçhiyesini keşfedemez. Nerede kaldı ki, sima-yı veçhîsinden yüz defa daha harika olan, istidadındaki sima-yı mânevîyi keşfedebilsin!
… Cenâb-ı Hakkın, rahm-ı mâderdeki çocukların sima-yı maddî ve mânevîlerinde iki cilvesi var:
Birisi: Vahdetini ve ehadiyetini ve samediyetini gösterir ki, o çocuk âzâ-yı esasîde ve cihazat-ı insaniyenin envâında sair insanlarla muvafık ve mutabık olduğu cihetle, Hâlık ve Sâniinin vahdetine şehadet ediyor. O cenîn bu lisanla bağırıyor ki: “Bana bu sima ve âzâyı veren kim ise, bütün esasat-ı âzâda bana benzeyen bütün insanların sânii dahi Odur. Ve hem bütün zîhayatın sânii Odur.”
İşte, rahm-ı mâderdeki cenînin bu lisanı, gaybî değil, kaideye ve ıttırada ve nev’iyete tâbi olduğu için malûmdur, bilinebilir. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba girmiş bir daldır ve bir dildir.
İkinci cihet: Sima-yı istidadiye-i hususiyesi ve sima-yı veçhiye-i şahsiyesi lisanıyla Sâniinin ihtiyarını, iradesini ve meşietini ve rahmet-i hassasını ve hiçbir kayıt altında olmadığını, bağırıp gösteriyor. Fakat bu lisan gaybü’l-gaybdan geliyor. İlm-i Ezelîden başkası, kablelvücut bunu göremiyor ve ihata edemiyor. Rahm-ı mâderde iken bu simanın binde bir cihazatı, görünmekle bilinmiyor!
Elhasıl: Cenînin sima-yı istidadîsinde ve sima-yı veçhiyesinde hem delil-i vahdâniyet var, hem ihtiyar ve irade-i İlâhiyenin hücceti vardır. “[29]
*” Mânâ-yı ismî ile mânâ-yı harfînin bahsi ise, ilm-i nahvin umum kitapları başlarında o mesele izah edildiği gibi, ilm-i hakikatin Sözler ve Mektubat’lar namındaki risalelerinde temsilâtla kâfi beyanat vardır. Senin gibi zeki ve müdakkik bir zata karşı, fazla izahat fazla oluyor. Sen ayineye baksan, eğer ayineye şişe için bakarsan, şişeyi kasten görürsün. İçinde Re’fet tebeî, dolayısıyla nazar ilişir. Eğer maksat, mübarek simanıza bakmak için ayineye baksan; sevimli Re’fet’i kasten görürsün.”[30]
*” Nakkaş-ı Ezelî, hadsiz kudretiyle, nihayetsiz cilve-i esmâsını her vakit tazelendirmekle ayrı ayrı şekilde göstermek için, eşyadaki teşahhusları ve hususî simaları öyle bir surette halk etmiştir ki, hiçbir mektub-u Samedânî ve hiçbir kitab-ı Rabbânî, diğer kitapların aynı aynına olamıyor. Alâküllihal, ayrı mânâları ifade etmek için, ayrı bir siması bulunacak. Eğer gözün varsa, insanın simasına bak, gör ki: Zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar, belki ebede kadar, bu küçük simada, âzâ-yı esasîde ittifakla beraber, herbir sima, umum simalara nispeten, herbirisine karşı birer alâmet-i farikası var olduğu kat’iyen sabittir. Bunun için, herbir sima ayrı bir kitaptır. Yalnız san’atın tanzimi için ayrı bir yazı takımı ve ayrı bir tertip ve telif ister. Ve maddelerini hem getirmek, hem yerleştirmek ve hem de vücuda lâzım olan herşeyi derc etmek için, bütün bütün başka bir tezgâh ister.” [31]
*” İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!”[32]
*” En evvel, herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım. Nur-u Kur’ân ile gördüm ki, ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de, fakat mü’min için asıl siması nuranîdir, güzeldir gördüm.” [33]
*” ölüm, idam değil, firak değil, belki hayat-ı ebediyenin mukaddemesidir, mebdeidir. Ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Berzah âlemine göçmüş kafile-i ahbaba kavuşmaktır. Ve hâkezâ, bunlar gibi hakikatlerle ölümün hakikî güzel simasını gördüm. Korkarak değil, belki bir cihetle müştakane mevtin yüzüne baktım. Ehl-i tarikatçe rabıta-i mevtin bir sırrını anladım.”[34]
*” Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal ve âkıbetbînlik adesesiyle, gayet şâşaalı bir gece bayramında, hapishane penceresinden bakarken, nazar-ı hayalime inkişaf eden bir vaziyeti beyan ediyorum. Sinemada, eski zamanda mezaristanda yatanların vaziyet-i hayatiyeleri göründüğü gibi, yakın bir istikbalde mezaristan ehli olanların müteharrik cenazelerini görmüş gibi oldum. O gülenlere ağladım. Birden bir tevahhuş, bir acımak hissi geldi. Aklıma döndüm, hakikatten sordum: “Bu hayal nedir?” Hakikat dedi ki:
Elli sene sonra, bu kemâl-i neşe ile gülen ve eğlenen zavallılardan elliden beşi, beli bükülmüş, yetmiş yaşlı ihtiyarlar gibi; kırk beşi, mezaristanda çürümüş bulunacaklar. O güzel simalar, o neşeli gülmeler, zıtlarına inkılâp etmiş olacaklar.”[35]
*”Kâinatın simasındaki bu teavün, tesanüd, tecavüb, teanuk, pek parlak bir sikke-i kübrâ-yı vahdettir.
… Zeminin yüzünde ve bahar simasında öyle bir parlak hâtem-i ehadiyet ve sikke-i vahdâniyet, ism-i Ferdin cilvesiyle görünüyor ki, küre-i arzın yüzünde bütün zîhayatı bütün efradıyla ve ahval ve şuûnâtıyla idare etmeyen ve umumunu birden görmeyen ve bilmeyen ve icad etmeyen bir zat icad cihetinde hiçbir şeye karışmadığını ispat ediyor.
… Zeminin simasında o keyfiyet, o tedbir, o idare öyle bir hâtem-i vahdâniyet ve öyle bir sikke-i ehadiyettir ki, bütün o mevcudatı birden hiçten icad edip beraber idare etmeyen bir zat, rububiyet ve icad cihetiyle hiçbir şeye karışamaz. Çünkü karışmış olsa, o hadsiz geniş muvazene-i idare bozulacak. Fakat insanların o kavânîn-i rububiyetin hüsn-ü cereyanlarına, yine emr-i İlâhî ile, sûrî bir hizmeti var.
…. Evet, insanın yüzüne o sikkeyi koyan Zat, elbette bütün efrad-ı insaniye nazar-ı şuhudunda ve daire-i ilmindedir ki, herbir insanın siması göz, kulak, ağız gibi âzâ-yı esasîde birbirine benzediği halde, birer alâmet-i farika ile hiçbirisine tamam benzemez. Nasıl ki o simada göz, kulak gibi âzâların umum efradında birbirine benzemesi, o nev-i insanın Sânii bir ve vâhid olduğuna şehadet eden bir sikke-i tevhiddir; öyle de, hukuk-u insaniyenin muhafazası için sair envâın fevkinde olarak o simalarda birbirine iltibas olmamak ve birbirinden tefriki için, hikmetli pek çok alâmet-i farika ile iftirakları, o Sâni-i Vâhidin iradesini, ihtiyarını ve meşietini göstermekle beraber, ayrı ve çok dakik bir sikke-i ehadiyet oluyor ki, bütün insanları, hayvanları, belki kâinatı halk etmeyen bir zat, bir sebep, o sikkeyi koyamaz.” [36]
*” hayat gibi, herbir zîhayat dahi, bu kitab-ı kâinatta birer mühr-ü vahdâniyet olduğu gibi, herbirinin yüzünde ve simasında birer hâtem-i ehadiyet konulmuştur.”[37]
*” Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbîr ve vahdet-i idâre ve vahdet-i neviye ve vahdet-i cinsiye ve umûmun yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalardá ittifak cihetinde müşâhede edilen sikke-i fıtratta birlik ve herbir nevin efrâdı sîmâlarında görülen sikke-i hikmette ittihat ve iâşede ve îcadda beraberlik ve birbirinin içinde bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, Senin vahdetine katî şehâdette bulunmasın. Ve herbir ferdinde, kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakla, vâhidiyet içinde Senin ehadiyetine işareti olmasın.” [38]
*” İsm-i Ferdin kâinat heyet-i mecmuasında koyduğu hadsiz hâtemlerden üç sikkeye işaret eder.
· Birinci Sikke: Kâinatın mevcudâtında ve envâlarında görünen ve bir Sikke-i Kübrâ-yı Ehadiyet olan “teâvün, tesânüd, tecâvüb, teânuk” sikkesidir.
· İkinci Sikke: Zeminin yüzünde, her bahar mevsiminde müşâhede edilen dört yüz bin nebâtî ve hayvânî envâın atkı ipleriyle dokunan hâtem-i Vahdâniyettir.
· Üçüncü Sikke: Hazret-i Âdem’den, tâ kıyâmete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanların âzâ-yı esâsîde bir olan sîmâlarındaki sikke-i Vahdâniyettir.” [39]
*” Evet, hadsiz cemal ve kemâlât-ı İlâhiye ve nihayetsiz mehasin ve hüsn-ü Rabbânî ve hesapsız ihsanat ve bahâ-i Rahmânî ve gayetsiz kemâl-i cemâl-i Samedânî, ancak vahdet aynasında ve vahdet vasıtasıyla, şecere-i hilkatin nihâyâtındaki cüz’iyâtın simalarında temerküz eden cilve-i esmâda görünür.” [40]
*” Hem meselâ, dalâletin gayet müthiş mânevî elemini hisseden bir adama İmân ile hidayet ihsan etmek, eğer tevhid nazarıyla bakılsa, birden, o cüzî ve fâni ve âciz adam, bütün kâinatın Hâlıkı ve Sultanı olan Mâbudunun muhatap bir abdi olmak ve o İmân vasıtasıyla bir saadet-i ebediyeyi ve şahane ve çok geniş ve şâşaalı bir mülk-ü bâki ve bâki bir dünyayı ihsan etmek; ve onun gibi bütün müminleri dahi derecelerine göre o lûtfa mazhar etmek olan bu ihsan-ı ekber yüzünde ve simasında bir Zât-ı Kerîm ve Muhsinin öyle bir hüsn-ü ezelîsi ve öyle bir cemâl-i lâyezâlîsi görünür ki, bir lem’asıyla bütün ehl-i imanı kendine dost ve has kısmını da âşık yapıyor. Eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa, o cüzî imanı, ya mütehakkim ve hodbin Mutezileler gibi kendi nefsine veya bazı esbaba havale eder ki, hakiki fiyatı ve pahası Cennet olan o Rahmânî pırlanta, bir cam parçasına inip, aynadarlık ettiği kudsî cemâlin lem’asını kaybeder.” [41]
*” Hem tevhid sırrıyla, şecere-i hilkatin meyveleri olan zîhayatta bir şahsiyet-i İlâhiye, bir ehadiyet-i Rabbâniye ve sıfât-ı seb’aca mânevî bir sima-i Rahmânî ve temerküz-ü esmâî ve “İyyake Na’budu ve İyyake Nestaiyn” -2- deki hitaba muhatap olan Zâtın bir cilve-i taayyünü ve teşahhusu tezahür eder. Yoksa, o şahsiyet, o ehadiyet, o sima, o taayyünün cilvesi inbisat ederek kâinat nispetinde genişlenir, dağılır, gizlenir; ancak çok büyük ve ihatalı, kalbî gözlere görünür. Çünkü azamet-i Kibriyâ perde olur; herkesin kalbi göremez.” [42]
*” Evet, sırr-ı vahdetle kâinatın kemâlâtı tahakkuk eder. Ve mevcudatın ulvî vazifeleri anlaşılır. Ve mahlûkatın netice-i hilkatleri takarrur eder. Ve masnuatın kıymetleri bilinir. Ve bu âlemdeki makasıd-ı İlâhiyye vücud bulur. Ve zîhayat ve zîşuurların hikmet-i hilkatları ve sırr-ı îcadları tezahür eder. Ve bu dehşet-engiz tahavvülât içinde kahhârâne fırtınaların hiddetli, ekşi simaları arkasında rahmetin ve hikmetin güler, güzel yüzleri görünür. Ve fenâ ve zevalde kaybolan mevcudatın neticeleri ve hüviyetleri ve mahiyetleri ve ruhları ve tesbihatları gibi çok vücudları kendilerine bedel âlem-i şehadette bırakıp sonra gittikleri bilinir.” [43]
*” Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve vahdet-i idare ve vahdet-i nev’iye ve vahdet-i cinsiye ve umumun yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetinde müşahede edilen sikke-i fıtratta birlik ve her bir nevin efradı simalarında görülen sikke-i hikmette ittihad ve iaşede ve icadda beraberlik ve birbirinin içinde bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, Senin vahdetine kat’î şehadette bulunmasın ve her bir ferdinde kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakta, vâhidiyet içinde, Senin ehadiyetine işareti olmasın.” [44]
*” Hem Fettâh ve Musavvir isimlerinin tecellîleriyle başta insan olarak bütün hayvanatın su katrelerinden açılan pek çok mânidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin habbe ve zerreciklerinden açtırılan çok cazibedar simalarına bak, fettâhiyet ve musavviriyet-i İlâhiyenin mu’cizâtlı cemâlini gör.” [45]
*” O hadsiz masnularda birbirinden simaca farikalı ve şekilce ziynetli ve miktarca mizanlı ve suretçe intizamlı bir tarzdaki temyizden, tezyinden, tasvirden öyle azametli ve kuvvetli bir hakikat görünür ki, Kâdir-i Külli Şey ve âlim-i Külli Şeyden başka hiçbir şey, bu her cihetle binlerle harikaları ve hikmetleri gösteren ihatalı fiile sahip olamaz ve hiçbir imkân ve ihtimali yok.” [46]
*” Madem bu kâinatın heyet-i mecmuasından, arzın yevmî ve senevî devranından tâ insanın simasına ve başının duygular manzumesine ve kandaki beyaz ve kırmızı küreyvâtın devranına ve cereyanına kadar küllî olsun cüz’î olsun herbir şeyde hikmetli ve dikkatli bir intizam var. Elbette, bir Kadîr-i Mutlaktan ve bir Hakîm-i Mutlaktan başka hiçbir şey, kast ve icad suretiyle elini hiçbir şeye uzatamaz ve karışamazlar. Belki yalnız kabul ederler, mazhar ve münfail olurlar.” [47]
*” Görüyoruz ki, bu masnuatın herbiri muayyen zatı, mahsus sıfatı, ayrı hususi mahiyeti, mümtaz farikalı sureti, hadsiz imkanat ve başka tarzlarda olabilir, Teşvişçi ihtimalat içinde, neticesiz çok yollarda ve sel gibi akan ve karıştıran ve birbirine zıt unsurların müdahaleleri içinde ve sehiv ve iltibasa sebebiyet veren ve birbirine benzeyen emsalleri içinde bu karma karışık hallere karşı, o her bir masnuu ince, tam, düzgün bir nizam altına almak ve hassas, cessas, mükemmel bir ölçü ve mizanla her uzvunu ve cihazını tartmak, takmak ve yüzüne süslü, düzgün bir sima, bir teşahhus vermek ve birbirine muhalif azalarını basit, camid, ölü bir maddeden zihayat olarak gayet sanatlı yaratmak, mesela insanı ayrı ayrı yüz cihazatı ile bir katre sudan icad etmek ve kuşu pekçok alat ve muhtelif cihazlarıyla bir basit yumurtadan inşa edip mu’cizatlı suret giydirmek ve ağacı dal, budak ve mütenevvi aza ve eczasıyla basit, camid karbon, azot, müvellidülma, müvellidülhumuzadan terekküp eden bir küçük çekirdekten çıkarmak, muntazam, meyveli bir şekil giydirmek, elbette ve elbette bedahetle, şüphesiz, katiyetle vücub ve zaruret ve lüzum derecesinde ispat eder ki, o her bir masnua bütün zerrat ve eczasıyla ve suret ve mahiyetiyle bir Kadîr-i Mutlakın irade ve meşietiyle ve ihtiyar ve kastıyla o mahsus, mükemmel vaziyet veriliyor. Ve herşeye şamil bir iradenin taht-ı hükmündedir. Ve bu tek masnuun bu şüphesiz tarzda irade-i İlahiyeye adetlerince delaleti gösteriyor ki, bütün masnuat, hadsiz, nihayetsiz ve güneş ve gündüz gibi zahir bir katiyette, herşeye şamil irade-i İlahiyeye, adetlerince şehadetler ve bir Kadir-i Müridin vücub-u vücuduna hadsiz hüccetlerdir.
Hem, ilm-i İlahinin sabıkan mezkur bütün delilleri, aynen iradenin dahi delilleridir. Çünkü, ikisi kudretle beraber iş görüyorlar. Biri birisiz olmaz. her bir nevin ve cinsin efradı, aza-i neviye ve cinsiyede tevafukları nasıl delalet eder ki Sanileri birdir, vahiddir, ehaddir; öyle de, yüzlerinin simaları hikmetli bir tarzda birbirinden farikalı ve ayrı olması kati delalet eder ki, o Sani-i Vahid-i Ehad, bir Fail-i Muhtardır, irade ve ihtiyar ve meşiet ve kast ile her şeyi yaratır.” [48]
*“ Maahaza, o gibi şeyler kasti olmasaydı, şekillerinde hikmetli tehalüf olmazdı. Evet, tehalüfte kasıt ve ihtiyar vardır. Her insanın bütün insanlara simaca muhalefeti buna delildir.” [49]
*” Delaletçe siması bir Hu lafzına benzer ki, o Hü’nun herbir cüz’ü küçük Hü’lardan, herbir küçük Hü’da küçücük Hü’lardan teşekkül etmiştir.”[50]
*” O hadsiz masnularda birbirinden simaca farikalı ve şekilce ziynetli ve miktarca mizanlı ve suretçe intizamlı bir tarzdaki temyizden, tezyinden, tasvirden öyle azametli ve kuvvetli bir hakikat görünür ki, Kâdir-i Külli Şey ve âlim-i Külli Şeyden başka hiçbir şey, bu her cihetle binlerle harikaları ve hikmetleri gösteren ihatalı fiile sahip olamaz ve hiçbir imkân ve ihtimali yok.” [51]
*” Eğer desen: Evet, bir kitabı yazan makinenin icadı o kitaptan yüz defa daha müşküldür. Fakat o makine, aynı kitabın birçok nüshalarını yazmasına vasıta olmak cihetiyle, belki bir kolaylık var.
Elcevap : Nakkaş-ı Ezelî, hadsiz kudretiyle, nihayetsiz cilve-i esmâsını her vakit tazelendirmekle ayrı ayrı şekilde göstermek için, eşyadaki teşahhusları ve hususî simaları öyle bir surette halk etmiştir ki, hiçbir mektub-u Samedânî ve hiçbir kitab-ı Rabbânî, diğer kitapların aynı aynına olamıyor. Alâküllihal, ayrı mânâları ifade etmek için, ayrı bir siması bulunacak. Eğer gözün varsa, insanın simasına bak, gör ki: Zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar, belki ebede kadar, bu küçük simada, âzâ-yı esasîde ittifakla beraber, herbir sima, umum simalara nispeten, herbirisine karşı birer alâmet-i farikası var olduğu kat’iyen sabittir. Bunun için, herbir sima ayrı bir kitaptır. Yalnız san’atın tanzimi için ayrı bir yazı takımı ve ayrı bir tertip ve telif ister.”[52]
*” Ve heyet-i mecmuasındaki vahdet-i tedbir ve vahdet-i idare ve vahdet-i nev’iye ve vahdet-i cinsiye ve umumun yüzlerinde göz, kulak, ağız gibi noktalarda ittifak cihetinde müşahede edilen sikke-i fıtratta birlik ve her bir nev’in efradı simalarında görülen sikke-i hikmette ittihad ve iaşede ve icadda beraberlik ve birbirinin içinde bulunmak gibi keyfiyetlerinden hiçbirisi yoktur ki, Senin vahdetine kat’î şehadette bulunmasın ve her bir ferdinde kâinata bakan bütün isimlerin cilveleri bulunmakta, vâhidiyet içinde, Senin ehadiyetine işareti olmasın.” [53]
*”Aziz Üstadım, anlıyorum ki, kaybolmuş ümitlerimin, hayatımın semâsında sönen yıldızlarımın ufûlüne teessüf edip, bir fecr-i sabah ararken, bir nur sîma, bir nur sabah karşımda parladılar. Allah sizden razı olsun ki, kıymetli eserleriniz sayesinde hayatın kıymet ve ehemmiyetini anladım. Bu suretle kalbime bir istinadgâh-ı manevî buldum diye müstağrak-ı sürur oluyorum. Heman, Rabbim, Üstadımızı iki cihanda aziz ve gayelerine vâsıl eylesin. Âmin.” [54]
*”Herbirimizin kalblerimizdeki Nura karşı incizap, simalarımızda okunuyor. Sanki bu talebelerinizin kalbleri sevinçle doludur.” [55]
*”O vakitlerde kendisi on üç, on dört yaşlarında idi. Sonra, ulemadan mümtaz sîmalarla mülakat etmeye karar verdi. Ve Bağdat’a ziyaret kastıyla, hocasından izin istedi. Derviş kıyafetine girdi. Yolları takip etmeden, dağlarda, ormanlarda gece dolaşarak, Bağdat’a gitmek niyetinde iken, Bitlis’e geldi.” [56]
MEHMET ÖZÇELİK
04-07-2015
[1] A’raf.46.
[2] A’raf.48.
[3] Rahman.41.
[4] Bakara.273.
[5] Muhammed.30.
[6] Fetih.29.
[7] 48/FETİH-29.
[8] İsra.84.
[9] Sahih-Buhari.1362.Müslim.2647.Hz.Ali rivayet etmiş,rivayetler farklıdır.Heytemi,el-Mecmu’,7/194.Sahabeden bir cemaat rivayet etmiştir.Kuşkusuz hadiste yer alan fazlalık sahihtir.
[10] Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 14-5.
[11] Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 16.
[12] Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 17.
[13] Sözler | On Dördüncü Lemanın İkinci Makamı | 18,Bak.Rum.22.
[14] Sözler | On Altıncı Söz | 184.
[15] Sözler | Yirmi Beşinci Söz | 363.
[16] Sözler | Otuz İkinci Söz | 556.
[17] Sözler | Otuz İkinci Söz | 575.
[18] Sözler | Otuz Üçüncü Söz | 616.
[19] Sözler | Otuz Üçüncü Söz | 622.
[20] Sözler | Otuz Üçüncü Söz | 623.
[21] Sözler | Lemeât | 654.
[22] Sözler | Lemeât | 665.
[23] Sözler | Konferans | 705.
[24] Suyuti, El-Hasais1:1473; Kadı İyaz, eş-Şifa, 1:207; Mişkatü’-Mesabih, Hadis no:5870.Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | 91.
[25] Mektubat | Yirminci Mektup | 237.
[26] Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektup | 380.
[27] Mektubat | Fihristei Mektubat | 501.
[28] Lokman Sûresi: 31:34.
[29] Lemalar | On Altıncı Lem´a | 162-3.
[30] Lemalar | On Altıncı Lem´a | 164.
[31] Lemalar | Yirmi Üçüncü Lem´a | 190.
[32] Lemalar | Yirmi Dördüncü Lem´a | 199.
[33] Lemalar | Yirmi Altıncı Lem´a | 232.
[34] Lemalar | Yirmi Altıncı Lem´a | 233.
[35] Lemalar | Yirmi Sekizinci Lem´a | 273.
[36] Lemalar | Otuzuncu Lem´a | 312-3.
[37] Lemalar | Otuzuncu Lem´a | 331.
[38] Lemalar | Münâcat | 359.
[39] Lemalar | Fihrist | 413.
[40] Şualar | İkinci Şuâ | 13.
[41] Şualar | İkinci Şuâ | 14.
[42] Şualar | İkinci Şuâ | 15.
[43] Şualar | İkinci Şuâ | 17.
[44] Şualar | Üçüncü Şuâ | 53.
[45] Şualar | Dördüncü Şuâ | 73.
[46] Şualar | Yedinci Şuâ | 108.
[47] Şualar | Yedinci Şuâ | 149.
[48] Şualar | On Beşinci Şuâ | 564-5.
[49] Mesnevi-i Nuriye | Onuncu Risale | 179.
[50] Mesnevi-i Nuriye | Nokta | 212.
[51] Asa-yı Musa | İkinci Kısım | 97.
[52] Asa-yı Musa | İkinci Kısım | 150.
[53] Asa-yı Musa | İkinci Kısım | 195.
[54] Barla Lâhikası | Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Zeyli | 58.
[55] Emirdağ Lâhikası | İkramı İzhar Mektubunun Tetimmesi | 59.
[56] Tarihçe-i Hayat | Birinci Kısım : İlk Hayatı | 32.
KALBİ SELİM
KALBİ SELİM – Sesli Dinle –
*”Yevme lâ yenfau mâlun ve lâ benûn, İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm.”[1]
“O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!” “Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka.”
*Hz. İbrahim selim bir kalbe sahipti. “Nitekim Rabbine selim bir kalple geldi”[2] âyeti bize bu hakikati anlatmaktadır.
“Vellezîne câû min ba’dihim yekûlûne rabbenâgfir lenâ ve li ihvâninellezîne sebekûnâ bil îmâni ve lâ tec’al fî kulûbinâ gıllen lillezîne âmenû rabbenâ inneke raûfun rahîm.”[3]
Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”
*Bağdatlı Rûhî: Ey efendi sanma ki senden altın ve gümüş isterler. Hiçbir şeyin fayda vermediği kıyamet gününde senden kalbiselim isterler anlamında der ki:
Sanma ki ey hâce senden sim ü zer isterler,
Yevme lâ yenfe ‘uda kalb-i selim isterler.
*Ehli iman Cennetin kapısına geldikleri zaman oradaki görevliler onlara; “selâmün aleyküm tıbtüm, fedhulûhâ hâlidîn- “Selâm size! Hoş geldiniz! İşte buyrun, içinde temelli kalacağınız bu (Cennet’e] girin)” diyecekler. “[4]
*Muallim Naci ise açtığı kendi Na’t yarışmasına; “Bir Muhammedî” imzasıyla katılır ve Nâbi’nin naatine benzer şu şiiriyle kazanıyordu:
“Mukaddes Kubbe-i Hadrâ ki, fâiktir semâvâta,
Zemine saye salmış Arş-ı âlâyı meânîdir.
***
Ol Resûl-i müctebâ hem rahmeten lillemîn,
Bende medfundur deyû eflâkâ fahreyler zemin,
***
Ravzasın edip ziyâret dedi Cibril-i Emin…
Hâzîhi Cennât-ü Adnin, fedhulûhâ hâlidin” (Âminin)
*Eski bir istanbul hamamı kitabesinde şu manidar beyt yer alırmış:
Tıynetin nâ-pâk ise, hayr umma sen germâbeden,
Önce tathîr-i kalb et, sonra tathîr-i beden!
Yâni; kötü huylu ve bozuk karakterli bir kimse isen, hamamdan bir hayır bekleme! Temizlik istiyorsan evvelâ kalbini temizle sonra da bedenini…
*Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde,fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.Bediüzzaman.
*Rikkat-i kalbiyye sâhibi, gözü yaşlı ve duygulu bir sahâbî olan Vâbisa İbni Ma’bed -radıyallâhu anh-, şöyle anlatıyor:
Bir gün Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna varmıştım. Bana hitâb ederek:
“–İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu. Ben de:
“–Evet yâ Rasûlallâh!” dedim. O zaman şöyle buyurdu:
“–Kalbine danış. İyilik, sana uygun gelen ve yapılmasını kalbinin tasdîk ettiği şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye nice defa fetvâ verse bile içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir.”[5]
*Ebû Türâb en-Nahşebî -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyuruyor:
“Kararmış bir kalbin üç alâmeti vardır:
1- Kişinin günahlardan ürperti duymaması.
2- İtaat ve ibâdetlerin gönle lezzet vermemesi.
3- Nasîhatlerin tesir etmemesi.”
*Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:
“Sâlih ve sâdıklardan uzakta kalıp dünyâya bağlanan ve nefsine râm olan kişi, âleme sultan da olsa, gerçekte ölüdür.”
Ebû Ümâme -radıyallâhu anh-’ın rivâyetine göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Lokmân Hakîm, oğluna dedi ki: «Âlimlerin (ve âriflerin) meclislerinde bulun! Hikmet ehlinin sözlerini dinle! Çünkü Allâh Teâlâ, yağdırdığı bol yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalbi de hikmet nûruyla diriltir.»”[6]
*” Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) elâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb.”
“Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”[7]
*“Sanman taleb-i devlet ü câh etmeye geldik
Biz âleme bir Yâr için âh etmeye geldik.”
MEHMET ÖZÇELİK
28-06-2015
[1] Şuara.88-89.
[2] Saffat, 37/84.
[3] 59/HAŞR-10.
[4] Zümer 39/73) (M. İbni Kesir, 3/231.
[5] Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV, 227-228.
[6] Heysemî, I, 125.
[7] RA’D-28.
Ramazan Feyzi-2-
FES’ELU – SORUN – İSTEYİN
FES’ELU – SORUN – İSTEYİN – Sesli Dinle–
Kur’an-ı Kerim-de seele kökünden sormak,sorgulanmak gibi farklı çekimlerde bir çok âyet bulunmaktadır.
Mesela 15 yerde –Ey Habibim senden sorarlar-ifadesi bulunmaktadır.
Bir kere de sana sorarlar sözcüğü geçmektedir.
FES’ELU:4 yerde geçer.
1-“Allah’tan, O’nun lütfunu isteyin.”[1]
2-“Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.”[2]
Eğer bilmiyorsanız,bir bilene sorunuz.Zira ilmin onda dokuzu sormaktan geçer.
İmam-ı Azam bunca bilgiye sorarak ulaştığını söyler.
Ancak önemli olan burada ehline,doğru bilgi sahibine sormaktır.
-“ Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.”[3]
Kendilerine sorulan o ilim ehli de ilimlerini direkmen Allahtan almaktadırlar.
3-“Müşrik karılarınızın nikâhlarına tutunmayın. (Zira bu nikâhlar ortadan kalkmıştır.) Onlara harcadığınız mehri, (evlendikleri kâfir kocalarından) isteyin.”[4]
*LETÜS’ELÜNNE:3 yerde geçer.- mutlaka sorguya çekileceksiniz.-
1-“Bir de kendilerine rızık olarak verdiklerimizden (mahiyetini) bilmedikleri şeylere (putlara) pay ayırıyorlar. Allah’a andolsun ki, uydurmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.”[5]
2-“Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.”[6]
3-“ Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz?”[7]
LEYÜS’ELÜNNE-1 yerde geçer.- sorguya çekileceklerdir.-
1-“ Andolsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri yükleneceklerdir. Uydurmakta oldukları şeylerden de kıyamet günü şüphesiz, sorguya çekileceklerdir.”[8]
MEHMET ÖZÇELİK
30-06-2015
[1] Nisa.32.
[2] Nahl.43,Enbiya.7.
[3] Nisa.127.
[4] Mümtahine.10.
[5] Nahl.56.
[6] Nahl.93.
[7] Tekasür.8.
[8] Ankebut.13.Bak.Mu’cemul Müfehres.Muhammed Fuad Abdulbaki.sh.336-338.
TECERRÜD SIRRI
TECERRÜD SIRRI – Sesli Dinle –
*İnsanın en büyük problemi;kendisi değil,başkası olmasıdır.Veya başkasını düşünerek,kendisini terk edip,başkası gibi olmasıdır.
Oysa o başkası olmayacak,kendisi olacaktır.
Zaten başkası kendisi gibi olacak veya kendisi başkası gibi olacak olsa,onlardan birine ihtiyaç yok demektir.
Bir arkadaş,ben senin gibi olmak istiyorum,der.
Eğer sen benim gibi olmak istiyorsan,bana gerek yok ve de ihtiyaç yok.
Çünkü sen ben olacaksın.
Zaten ben olduğuma göre,o zaman da sana gerek yok.
-Cerrah bir arkadaş,aslında ben dine hizmet etmek istiyordum.Bu görevde bulunmak istemiyordum,dediğinde kendisine şunu anlattım;
-Bir gemide giderken yeni Arapça öğrenen bir genç kaptana dönerek;
-Kaptanım siz Arapça biliyor musunuz?der.
Kaptan da hayır der.
Genç cevaben;Gitmiş ömrünün yarısı,der.
Bir müddet sonra şiddetli bir fırtına çıkar,gemi batacak gibidir.
Bu sefer de kaptan gence sorar;
Yüzme biliyor musun?
Genç hayır deyince;
Gitmiş ömrünün tümü,der.
-Herkes ve her varlık bütünün birer parçasıdırlar.
Cüzler küllü tamamlamaktadırlar.
**********************
Tecerrüd sırrıyla görülür ki,tüm peygamberler ve veli zatlar mağaraları,insanlardan uzak yerlerde yaşamayı tercih etmişlerdir.
Onlar saraylarda,köşklerde oturmamışlardır.
Varlığı yoklukta bulmuşlardır.
Bu durumda sırlar açılıyor,insan kendisini okuyarak,kendisini anlıyor.
Dolayısıyla Rabbisini biliyor.
-Bediüzzaman cezalandırılmak üzere Barlaya sürülüyor.
İsparta/Barla ise Bediüzzamanın inkişaf edip parladığı yer oluyor.
-Tecerrüd etmek,çok kayıtlardan da tecerrüd etmeye sebeb oluyor.
İnsan kendisini bağlayan bağlardan da kurtulmuş oluyor.
Özellikle maddeden tecerrüd ile,manaya yaklaşmış oluyor.
Eğer bu kötü ahlak ve nefsani hatta hayali isteklerden,vesait ve enaniyetten soyutlanmış,beşeri ve süfli şeylerden soyutlanma ve tecerrüd ise,insanın manen terakkisine vesile oluyor.
Ölüm ise ruhun bedenden tamamen tecerrüdüdür.
*Tek problem,İslamiyet,iman ve hiç kopmaz vicdani tecerrüdün olması,tefessüh sebebidir.
*Bir kısım insanların mücerred yani bekâr kalmalarındaki sebeb;kendisini bağlayacak eş,çocuk ve hepsinin ihtiyaçlarını temindeki yoğunluk,önemli vazifelerinin ihmal veya terkine sebeb oluyor.
Adeta ayak bağı oluyor.
Arzu edileni ikisinin bir araya gelmesiyle,ihlas sırrıyla 11 olması,çocuk olduğunda 111,1111 gibi olmaktır.
*Ruhta mücerredlik vardır.Tecezzi etmez.Direk Allah canibindendir.
Ruh kâinatın fevkindedir.
Nefiste mürekkeblik ve terkib vardır.Bu sonsuza kadar gider.Tamamen kâinat canibine müteveccih ve yöneliktir.
Maddenin altındadır.Altında da ezilmektedir.
Menfaatına aid olan her şeyi,kendisine bağlar.
-Ruh maddenin altında boğuluyor ancak kurtulmak istiyor,çabalıyor.Sonuçta imanın nuruyla kurtuluyor veya küfrün ve maddenin zulümatıyla boğuluyor.
Beden ve nefis ise kurtulmak istemiyor.
Cüz-i bir lezzeti,ebedi bir eleme tercih ediyor.Bağlandığı şeylerin elemiyle de elem çekiyor.
-Aslında varlık ve var oluş,tecerrüdde olmaktır.
Dünyevi açıdan var olmak,bazen yok olmaya da sebeb oluyor.
-Dikkat edilirse,varlıklar yokluktan çıkmaktadırlar.
Başta peygamberler olarak bir çok büyük zatlar,dünyayı elde etmekle bu makama çıkmadılar.
İbrahim Ethem,Beyazid-i Bestami,Bediüzzaman gibi şahşiyetler dünya zevki ve varlığı namına,bir şeye sahip değildirler.
-Bediüzzaman;” “Eğer vücuduna itimad edersen, ademe düşersin. Çünkü ancak vücudun terkiyle vücut bulunabilir. Ve keza, vücuduna kıymet vermek fikrinde isen, o vücuttan senin elinde ancak bir nokta kalabilir. Bütün vücudun cihât-ı erbaasıyla ademler içerisinde kalır. Amma, o noktayı da elinden atarsan, vücudun tam mânâsıyla nurlar içinde kalır.
Biri de, dünyanın lezzetleridir. Bu ise, kısmete bağlıdır. Talebinde kalâka düşer. Ve sür’at-i zevali itibarıyla, aklı başında olan, onları kalbine alıp kıymet vermez.
Dünyanın âkıbeti ne olursa olsun, lezâizi terk etmek evlâdır. Çünkü, âkıbetin ya saadettir; saadet ise şu fâni lezâizin terkiyle olur. Veya şekavettir. Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi? Dünyasının âkıbetini küfür sâikasıyla adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de terk-i lezâiz evlâdır. Çünkü, o lezâizin zevaliyle vukua gelen hususî ve mukayyed ademlerden, adem-i mutlakın elîm elemleri her dakikada hissediliyor. Bu gibi lezzetler o elemlere galebe edemez.
-Minallah,İlallah.
Her şey O’ndan gelmiş ve O’na gitmektedir.
O halde O’nun dışındakilerden tecerrüd etmelidir.
Tecerrüdün a’lası,en ulvisi,kalben tecerrüddür.
MEHMET ÖZÇELİK
07-06-2015
KORKMA ! ALLAH BİZİMLE BERABERDİR
KORKMA ! ALLAH BİZİMLE BERABERDİR
Evet,Korkma!Allah seninle ve benimle beraberdir.
O bizimle beraberdir.
Madem o var ,Her şey var.
Zıddı olan ne gam ,ne kader,ne hüzün ne korku yoktur.
Çünkü O vardır.
O’nun olduğu yerde korku yoktur.
O’nun olmadığı gönüllerde korku,akıllarda hüzün ve şüphe vardır.
-İlla korkman gerekiyorsa,Allahtan kork.
Allah kendisinden korkanların dostudur.
-Korkacaksan,Cehennem azabından kork.
-Günahlara düşmekten kork.
-Korkma,zira sen yüksek ve yüksektesin.
-Emin ve iman içinde olan sen,korkma.
-Eman ve iman korkuyu defeder.
-Korkma ve de mahzun olma.
-Allah yolunda olan sen,korkma.
Neden korkasın ki?
Eğer O’nun yolunda isen.
Özellikle Mü’minlerin az-çok tüm korkuları,O’na olan imanındaki farklılıklardandır.
İman kemâlini bulursa,korku da zail olur.
-Korku ancak âhiret kaybı içindir.
Hidayet içerisinde olan neden korksun ki?
-Hidayete tabi olan sen,korkma.
-Şeytan dünya korkusuyla,âhireti kaybettirir.
Cam parçası mesabesindekini kocaman,ebedi âhireti de uzak göstererek korkutur.
-Korku imtihan vesilesidir.
Hayatı zehir yapmak değil,tehlikelerden korumak içindir.
-İman edip Salih amel işleyenler için korku yoktur.
-Gidişatı iyi olan neden korksun ki?
-En büyük korku,âkibet korkusudur.
Âkibeti hayırla hitama eren için korku yoktur.
-Korkma Ya Eba Bekir,Allah bizimle beraberdir.
-Emin olan Muhammed Aleyhisselam,hep o eman ve iman içerisinde oldu ve yaşadı.
Hiç korkmadı.
Bütün aleme meydan okudu.
-İlk vahyin heyecanını yaşayan Efendimize Hz.Hatice şöyle dedi;
-Korkma Ya Muhammed.Sen eminsin.Allah seni yalnız bırakmaz.Mahcub etmez.
Davasını dünyanın başına geçiren sır,O’nun korkusuzluğu idi.
-O halde,Korkma….
Mahcub olma…
Mahzun olma…
Allah seni terk etmez.
Sahipsiz bırakmaz…
Unutmaz…
-Havf ve Reca içinde ol…
Unutma….
Korkma….
MEHMET ÖZÇELİK
26-06-2015
Ramazanın Feyzi
Eğitimde İmam Hatiplerin Yeri
LUT KAVMİ GERİ GELİYOR,TARİH TEKERRÜR EDİYOR
LUT KAVMİ GERİ GELİYOR,TARİH TEKERRÜR EDİYOR
1970 yılıyla başlayan inançsızlık,kominizm,solculuk,1980 yılı itibarıyla yerini sefahete ve rezalete bıraktı.
2015 ramazan ayında LGBT,[1] lilerin yaptığı çirkin görüntü ve pankartlar,[2] tam da Lut kavminin çirkin halini akla getirdi.
Tefessüh etmiş duygular dışa vurmaktadır.
Bir pankartta;-Velev ki ibneyiz- ancak bu pankartın önünde –sözüm ona- milletvekili müsveddesi olan kimselerde poz vermişler ve onlara destek olmuşlardır.
Ve de onlara oy verenlerin kimlere oy verdiklerini –velev ki …..- diyen insanlarla aynı karede olduklarının ne anlama geldiğini varın siz düşünün.
Bir asırdır ateizmi ve sol düşünce ile de inançsızlığı besleyen ve destekleyen,en azından böyle bir görüntü veren chp,şimdi birde yanına kürt versiyonu olan Hdp-yi de aldı.
Nitekim Hdp-de,Chp-de adayları içerisinde homoseksüel aday da gösterdi.[3]
**********************
Kur’an-ı Kerim-de tahmini olarak 85 kadar âyet geçmektedir.[4]
-“ Lut, kavmine dedi ki: “Alemlerde, sizden önce hiç kimsenin yapmadığı ‘fahşayı’ (hayasızlığı) mı yapıyorsunuz? Gerçekten siz, kadınları bırakıp, şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz, ‘müsrif'(haddi aşan) bir kavimsiniz.”
Lut Kavmi’nin cevabı: “Bunları, yurdunuzdan sürüp çıkarın, muhakkak bunlar, çokça temizlenen insanlardır.” demekten başkası olmadı.
Bunun üzerine Biz, karısı dışında, (Lut’u) ve ailesini kurtardık; (karısı) ise, helake uğrayanlardan oldu. Ve onların üzerine, bir (azap) sağanağı yağdırdık. Bak! Mücrimlerin(suçluların) akıbeti nasılmış?”[5]
-Âyette“Emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine sağanak halinde, Rabbin katında işaretlenmiş taşlar yağdırdık. Böyle cezalar zalimlerin başından hiç eksik olmaz.”[6]
Bu asır tüm asırların rezaletlerini ve günahlarını bir kerede kustu.
Yahudi ve hristiyanların dediği Armegedon yani –Tanrıyı kıyamete zorlamak – olup,kıyameti tetikleyecek bir durumdur.
Bediüzzamanın ifadesiyle;”Elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa; İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’anı kabul etmeğe çalışan meşhur hatibleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cem’iyeti gibi rûy-i zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükûmetleri Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünki bu hakikat noktasında kat’iyyen Kur’anın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.”[7]
-“ Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa….”[8]
-“ Elbette, beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa, istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâmda nev-i beşerin eski hatîatına kefaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşaallah.”[9]
Son söz olarak yine Bediüzzamanın ifadesiyle diyorum ki;
” Evet, tükürün zalimlerin hayâsız yüzlerine!
Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!”[10]
MEHMET ÖZÇELİK
30-06-2015
[1] Açılımı;”lezbiyen”, “gey”, “biseksüel” ve “transgender” kelimelerinin baş harfleridir. 1900’lerden itibaren kullanılmaya başlayan “LGBT”, eşcinsel hakları mücadelesinde kullanılan çatı kelimedir.
[2]https://www.google.com.tr/search?q=lgbti&client=firefox&hs=vwF&rls=org.mozilla:tr:official&channel=sb&biw=1440&bih=740&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ei=YnaSVe-tG8ayswGj77CAAw&ved=0CAYQ_AUoAQ
[3] http://www.habervaktim.com/haber/420860/hdpnin-homoseksuel-adayi-meclise-girdi-mi.html
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29098287.asp
[4] http://meal.ihya.org/kurandan-ayetler/kuranda-gecen-lut-as-ve-kavmi-ile-ilgili-ayetler.html
http://www.yaklasansaat.com/eski_kavimler/lut/lutayet.asp
[5] A’raf.80-84, NEML (27)/ 54-58,Bak. HUD(11)/ 74-83, HİCR (15)/ 57-77, ENBİYA(21)/74-75, ŞUARA (26)/160-175, ANKEBUT (29)/28-35, SAFFAT(37)/133-138, KAF(51)/31-37, NECM (53)/ 49-54, KAMER (54)/ 33-39, TAHRİM (66)/10.
[6] Hud.82-83.
[7] Sözler sh: 154.
[8] Emirdağ Lâhikası (1) – Mektup No: 206 -s.1793
[9] Hutbe-i Şamiye, Sayfa 43.
[10] Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Altıncı Risale olan Altıncı Kısım.