KUR’AN-DA TEMSİLLER

KUR’AN-DA TEMSİLLER

Temsiller uzak hakikatları dürbün gibi yaklaştırırlar.

Konunun anlaşılmasında temsiller etkilidir.

Kur’an temsilleri çok tekrarlamaktadır.

Temsiller ve teşbihler edebi bir sanattır.

Hikayeleri sevdiren temsillerdir.

Allahın sıfatları mesel ve temsiller yoluyla bilinir ve anlaşılır.

Ondandır ki;Temsilde kusur olmadığı gibi,kusur da aranmaz.

Çünkü temsilde esas olan,temsilin kendisi değil,ifade edip düşündürdüğü manadır.

Temsiller içlerinde sırları saklarlar.

Temsiller, derin manaları fehme yakınlaştırır,tefsir ederler.

Aynalar yalan söylemezler.Temsillerde hakikatlara birer aynadırlar.Aynalar daima temsil ederler.

Kur’an hakikatlara temsil elbisesi giydirmektedir.

Temsiller mantık ürünü olup,hakikatların ucunu gösterir,Külli kanunlara kapı açar.

Temsiller manaya kuvvet verirler.

İşte Kur’an-dan Temsiller ile ilgili örnekler:

-“Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti).”[1]

-“Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.

Allah, şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu?”[2]

-“Allah size güven ve huzur içinde olan bir kasabayı misal verir: Her taraftan oraya bolca rızık geliyordu. Ama Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden Allah onlara yaptıklarına karşılık açlık ve korku belasını tattırdı.”[3]

-“Allah size kendinizden bir misal vermektedir: Size verdiğimiz rızıklarda, emrinizde bulunan kölelerinizin de eşit surette hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi bu ortaklarınızı sayar mısınız ? Düşünen millete ayetleri böylece uzun uzadıya açıklarız.”[4]

-“Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor.”[5]

-“Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler.”[6]

-“Halbuki içlerinden biri o Rahmana fırlattığı mesel ile kendisi tebşir kılındığı vakıt yüzü simsiyah oluyor da kederinden yutkunup yutkunup dolukuyor.”[7]

-“Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lût’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi.

Allah, inananlara da Firavun’un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.”[8]

-“Onların her birine (uymaları için) misaller getirdik; (ama öğüt almadıkları için) hepsini kırdık geçirdik.”[9]

-“Andolsun ki biz, bu Kur’an’da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir. Şayet onlara bir mucize getirsen inkârcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak bâtıl şeyler ortaya atmaktasınız.”[10]

-“Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur’an’da insanlara her türlü misali verdik.”[11]

-“Sana nasıl misaller verdiklerine bir bak! Bu yüzden sapmışlardır, artık bir yol da bulamamaktadırlar.”[12]

-“(Resûlüm!) Senin hakkında bak ne biçim temsiller getirdiler! Artık onlar sapmışlardır ve (hidayete) hiçbir yol da bulamazlar.”[13]

-“Allah için emsal göstermeyin. Çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.”[14]

-“İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.”[15]

-“Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.”[16]

-“Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır).”[17]

-“Allah gökten su indirir, dereler onunla dolar taşar. Sel, üste çıkan köpüğü alır götürür. Süslenmek veya faydalanmak için ateşte erittiklerinizin üzerinde de buna benzer bir köpük vardır. Allah, hak ve batıl için şöyle misal verir: Köpük uçup gider,insanlara fayda veren ise yerde kalır. Allah bunun gibi daha nice misaller verir.”[18]

-“(O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.”[19]

-“Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”[20]

-“Bunun sebebi, inkâr edenlerin bâtıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır.”[21]

-“Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik.”[22]

-“Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir.”[23]

-“Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti.”[24]

-“Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!”[25]

-“Meryem oğlu İsa, bir misal olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar.”[26]

MEHMET ÖZÇELİK

12-07-2014

[1] 14/İBRÂHÎM-24.

[2] 16/NAHL-75-76.

[3] 16/NAHL-112.

[4] 30/RÛM-28.

[5] 36/YÂSÎN-78.

[6] 39/ZUMER-29.

[7] 43/ZUHRÛF-17.

[8] 66/TAHRÎM-10-11.

[9] 25/FURKÂN-39.

[10] 30/RÛM-58.

[11] 39/ZUMER-27.

[12] 17/İSRÂ-48.

[13] 25/FURKÂN-9.

[14] 16/NAHL-74.

[15] 29/ANKEBÛT-43.

[16] 59/HAŞR-21.

[17] 2/BAKARA-26.

[18] 13/RA’D-17.

[19] 14/İBRÂHÎM-25.

[20] 24/NÛR-35.

[21] 47/MUHAMMED-3.

[22] 18/KEHF-32.

[23] 18/KEHF-45.

[24] 36/YÂSÎN-13.

[25] 22/HACC-73.

[26] 43/ZUHRÛF-57.




KUR’AN-DA SÂBİRîN VE ŞÂKİRîN

KUR’AN-DA SÂBİRîN VE ŞÂKİRîN

            Şâkirin yukarıda Sâbirin aşağıda da görülse,her ikisi de yüksek makamları ihraz etmektedirler.

            Süleyman peygamberin makamı şükürlükte ne kadar yüce ise,Eyyüb peygamberin makamı da sabır kahramanlığında o derece yücedir.

            Her ikisi de taşınılması güç iki makamdır.Eksi ve artı kutuplar olarak…

            Bu makamlardan hangisini istersin,diye nefsime sorduğumda nefsim;

            -Hemen şükür makamını tercih etmeyi arzu etti.Diğer duygularımda ona onay verdi.

            Belki kim istemez ki diyebilirsiniz.Ancak Cenâb-ı Hak;Süleyman peygamberin kalbine nazar ettiğini,kalbinde ise bir kibir bulunmadığını ifade etmektedir.

            Yani şükür makamı selamette ve kolay olan bir makam değildir.

            Kur’an-ı Kerim-de sabredenler övülmüş,müjdelenmiş,Onların üstün olacakları,bağış ve mükâfata hesapsız olarak ulaşacakları,Allah’ın onlarla beraber olacağı,gerçek iyiliğin ve Allah’a karşı gelmekten sakınanların ve gerçek iman edip cenneti hak edenlerin bunlar olduğu,Allah tarafından sevilecekleri,sabredenlerin daha hayırlı olduğu ve – İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla-denilerek örnek şahsiyetler olarak gösterildiği,denenme sebebi ve ibretler olduğu ve de sabredenlerin şükredenlerden önce zikredilip dile getirildiğini görmekteyiz.

            Kur’an-ı Kerim-de sabredenler şöyle tavsif edilmektedirler:

SABREDENLER

            *SABİRUN–Enfal-65.Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkâr edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir. “

            -Kasas-80. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, “Yazıklar olsun size! İman edip de iyi işler yapanlara Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşturulur” dediler.”

            -Zümer-10.(Ey Muhammed!) Bizim adımıza de ki: “Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlar için (ahirette) bir iyilik vardır. Allah’ın yeryüzü geniştir. Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.”

            *SABİRİN-Bakara-153.Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.”

            -155-155.Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.”

            -177-177.İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.”

            -249.Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.”

            -Âl-i İmran-16,17. (Bunlar), “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir.

            -142.Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

            -146.Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.”

            -Enfal-46.Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. 

            -66.Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah, sabredenlerle beraberdir. “

            -Nahl-126.Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle cezalandırın. Eğer sabrederseniz, elbette bu, sabredenler için daha hayırlıdır.”

            -Enbiya-85.İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla. Bunların hepsi sabredenlerdendi.

            -Hac-35.Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.

            -Ahzab-35.Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”

            -Saffat-102.Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.”

            -Muhammed-31.Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.”

            *SABİRETÜN-Enfal-66.Şimdi ise, Allah yükünüzü hafifletti ve sizde muhakkak bir zaaf olduğunu bildi. Eğer içinizde sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer içinizde (sabırlı) bin kişi olursa, Allah’ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah, sabredenlerle beraberdir. 

            -SABİRAT-Ahzab-35.Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”

            *SABBAR-İbrahim-5. Andolsun, Mûsâ’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”

            -Lokman-31.Görmedin mi ki, gemiler Allah’ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir. Allah, bunu âyetlerinden bir kısmını size göstermek için yapmaktadır. Şüphesiz ki bunda hakkıyla sabreden, hakkıyla şükreden herkes için ibretler vardır.

            -Sebe-19.Onlar ise, “Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır” dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve kendilerini darmadağın ettik. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”

            -Şura-33.O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

 

ŞÜKREDENLER

          Şükür insanın yaratılış sebebidir.

            Kur’an-ı Kerim-de şükredenler kendilerine ihsan edilenlere karşılık veren kişiler olarak,İbrahim,Musa,Davud,Nuh peygamberler bu konuda öne çıkıp övülmüş, Şükredenlerin az olduğu belirtilmiş,Şükredecek sebebler mevcut kılınmış,Şükredenlerin mükâtlandırılacağı,Allah’ın şükredenleri bildiği,Şükredenlerden olunması gerektiği, şeytanın en büyük işinin inkâr edenlerin şükredenlerden olmaması yönünde çalışacağı, evlat sahibi olmanın büyük bir nimet olup şükrü gerektirdiği,sabredenler gibi şükredenlerin de ibretler alacakları ve karşılığının verileceği bildirilmiştir.

            *ŞAKİRUN-Bakara-158.Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir.”

            -ŞAKİREN-Nisa-147. Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki? Allah, şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.

            -Nahl-121. (İbrahim)O’nun nimetlerine şükreden bir önderdi. Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti.

            -İnsan-3.Şüphesiz biz onu (ömür boyu yürüyeceği)  yola koyduk. O bu yolu ya şükrederek ya da nankörlük ederek kat eder.

            *Şakirun-Enbiya-80.Bir de Davud’a, sizin için, zırh yapma sanatını öğrettik ki, savaşlarınızda sizi korusun. Şimdi siz şükrediyor musunuz?

            *ŞAKİRİNE-Âl-i İmran-144.   Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisingeriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.

145.Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.

-En’am-53. Böylece insanların bazısını bazısı ile denedik ki, “Allah, aramızdan şu adamları mı iman nimetine lâyık gördü?” desinler. Allah, şükreden kullarını daha iyi bilen değil mi?

-63. De ki: “Sizler, açıktan ve gizlice O’na ‘Eğer bizi bundan kurtarırsa, elbette şükredenlerden olacağız’ diye dua ederken, sizi karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) kim kurtarır?”

-A’raf-17. “Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”

-144. (Allah) “Ey Mûsâ! Vahiylerim ve konuşmamla seni insanlar üzerine seçkin kıldım. Öyleyse sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol” dedi.

-189.Allah, sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a, “Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız” diye dua ederler.

-Yunus-22.O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlayınca dini Allah’a has kılarak “Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız” diye Allah’a yalvarırlar.

-Zümer-66.Hayır, yalnız Allah’a ibadet et ve şükredenlerden ol.

*ŞAKİRUN-ŞAKİRİN-İbrahim-5. Andolsun, Mûsâ’yı da, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

-Lokman-31.Görmedin mi ki, gemiler Allah’ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir. Allah, bunu âyetlerinden bir kısmını size göstermek için yapmaktadır. Şüphesiz ki bunda hakkıyla sabreden, hakkıyla şükreden herkes için ibretler vardır.

-Sebe-13.Cinler, Süleyman için dilediği biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı. Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.

-19.Onlar ise, “Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır” dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve kendilerini darmadağın ettik. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

-Fatır-30. Allah, kendilerine mükâfatlarını tam olarak versin ve kendi lütfundan daha da artırsın diye (böyle yaparlar). Şüphesiz O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.

-34.Şöyle derler: “Hamd, bizden hüznü gideren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbimiz çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.”

-Şura-23.İşte bu, Allah’ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir.

-33.O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

-Teğabun-17.Eğer siz Allah’a güzel bir borç verirseniz, Allah onu size, kat kat öder ve sizi bağışlar. Allah, şükrün karşılığını verendir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).

*ŞEKUREN-İsra-3.Ey kendilerini Nûh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin çocukları! Gerçek şu ki, o çok şükreden bir kuldu.

 

            06-10-2013

MEHMET ÖZÇELİK




NECİS VE RİCS

NECİS VE RİCS

             Kur’an-ı Kerim-de Müşrikler necis olarak addedilmiştir.

Rics yani pislik ifadesi ise değişik şekillerde gelmiştir.Bunlar;Pislik,çirkin iş,murdar,necis,günah,işkence,ceza,gadab,hışım,haram,lanet,küfür ve vesvese.

Allah pis şeyleri,kötü amelleri,kötü kimseleri,akılsız ve iman etmeyenleri, putları,günahları,kalbi hastalıkları rics yani birer pislik olarak nitelemiştir.

Necis ifadesi Kur’an-da bir kere,Rics ifadesi ise on kere geçmektedir.

Günahlar kişinin kalbini karartır ve akabinde küfrünü arttırır.

Günahlar kalbin pasıdır.Küfür ise,silinmez bir pastır.O ancak iman ile ortadan kalkar.Nurun gelmesiyle zulmetin gitmesi gibi,zulmetten eser kalmamış olur.

 ”Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.”[1]

”Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”[2]

”Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâm’a açar; kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.”[3]

”De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir.”[4]

” (Hûd) dedi ki: «Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!»[5]

” Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir.”[6]

” Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.”[7]

” Durum böyle. Her kim, Allah’ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu, Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır. (Haram olduğu) size okunanların dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. O halde, pislikten, putlardan sakının; yalan sözden sakının.”[8]

“ Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”[9]

” Kalplerinde hastalık (kâfirlik ve münafıklık) olanlara gelince, onların da inkârlarını büsbütün artırır ve onlar artık kâfir olarak ölürler.”[10]

22.11.2011

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Tevbe.28.

[2] Maide.90.

[3] En’am.125.

[4] En’am.145.

[5] A’raf.71.

[6] Tevbe.95.

[7] Yunus.100.

[8] Hac.30.

[9] Ahzab.33.

[10] Tevbe.125.




KUR’AN-I KERİM-DE İSRAİL

KUR’AN-I KERİM-DE İSRAİL

            İsrail ifadesi Kur’an-ı Kerim-de 43 kere geçmektedir.

            Beni İsrail ifadesi 49 kere geçmektedir.

            Anlamı;Allah-ın kulu,seçkini ve sırrı anlamınadır.

            İsrail Yakup peygamberin künyesi olup,onun çocuklarına da İsrail oğulları yani Beni İsrail denir.

            “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki ben de size verdiğim sözü yerine getireyim. Yalnız benden korkun.”[1]

            “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.”[2]

            “Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.”[3]

            “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün tuttuğumu hatırlayın.”[4]

            “İsrailoğullarına sor; biz onlara nice açık mucizeler verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah’ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır.”[5]

            “Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi (ne yaptılar)? Hani, peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. O, “Ya üzerinize savaş farz kılındığı hâlde, savaşmayacak olursanız?” demişti. Onlar, “Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz hâlde Allah yolunda niye savaşmayalım” diye cevap vermişlerdi. Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.”[6]

            “Allah, onu İsrailoğullarına bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek): “Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer mü’minler iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır.”[7]

            “Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.””[8]

            “Andolsun, Allah İsrailoğullarından sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan- seçmiştik. Allah, şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer namazı kılar, zekâtı verir ve elçilerime inanır, onları desteklerseniz, (fakirlere gönülden yardımda bulunarak) Allah’a güzel bir borç verirseniz, elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr ederse, mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır.”[9]

            “Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.”[10]

            “Andolsun, İsrailoğullarından sağlam söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Fakat her ne zaman bir Peygamber, onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir hükmü getirdiyse; onlardan bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.”[11]

            “Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir oldu. Oysa Mesih şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”[12]

            “İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.”[13]

            “O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun. Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman, ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür” demişlerdi.”[14]

            “Bana, Allah’a karşı sadece gerçeği söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil (mucize) getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder.”[15]

            “Üzerlerine azap çökünce, “Ey Mûsâ! Rabbinin sana verdiği söz uyarınca bizim için dua et. Eğer azabı üzerimizden kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte elbette göndereceğiz” dediler.”[16]

            “Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik.”[17]

            “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Derken, kendilerine ait putlara tapan bir kavme rastladılar. İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.”[18]

            “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun da, askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken, “İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilâh olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım” dedi.”[19]

            “Andolsun, biz İsrailoğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz rızıklar verdik. Kendilerine bilgi gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki, ayrılığa düşmüş oldukları şeyler hakkında Rabbin kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir.”[20]

            “Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik ve onu, “Benden başkasını vekil edinmeyin” diyerek, İsrailoğullarına bir rehber yaptık.”[21]

            “Biz, Kitap’ta (Tevrat’ta) İsrailoğullarına, “Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz” diye hükmettik.”[22]

            “Andolsun, biz Mûsâ’ya apaçık dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor (sana anlatsınlar): Hani Mûsâ onlara gelmiş ve Firavun da ona, “Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!” demişti.”[23]

            “Bunun ardından İsrailoğullarına şöyle dedik: “Bu topraklarda oturun, ahiret va’di (kıyamet) gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz.”[24]

            “İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakub’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir. Kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.”[25]

            ““Ona gidin ve şöyle deyin: ‘Şüphesiz biz Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını (serbest bırak ve) bizimle gönder. Onlara işkence etme. Sana Rabbinin katından bir mucize getirdik. Selâm, doğru yola uyanlara olsun.’ ”[26]

            “(Allah, şöyle dedi:) “Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık, size Tûr’un sağ yanını va’dettik ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik.”[27]

            “Hârûn: “Ey anam oğlu! Saçımı sakalımı çekme. Şüphesiz ben, İsrailoğullarının arasını açtın, sözüme uymadın demenden korktum” dedi.”[28]

            “İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.”[29]

            “Senin başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) İsrailoğullarını köleleştirmen(in neticesi)dir.”[30]

            “İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.”[31]

            “İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir?”[32]

            “Şüphesiz bu Kur’an, İsrailoğullarına üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu açıklıyor.”[33]

            “Andolsun, biz Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik. Sen de kitaba (Kur’an’a) kavuşma konusunda sakın şüphe içinde olma. Onu İsrailoğullarına bir yol gösterici kılmıştık.”[34]

            “Andolsun ki biz Musa’ya o hidayeti verdik ve İsrailoğullarına o kitabı miras kıldık.”[35]

            “İsa, sadece, kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları’na örnek kıldığımız bir kuldur.”[36]

            “Andolsun biz, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan kurtardık.”[37]

            “Andolsun biz, İsrailoğullarına kitap, hükümranlık ve peygamberlik verdik. Onları güzel ve temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve onları (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık.”[38]

            “De ki: “Ne dersiniz? Şayet bu, Allah katından ise ve siz onu inkâr etmişseniz, İsrailoğullarından bir şahit de bunun benzerini (Tevrat’ta görerek) şahitlik edip inandığı hâlde, siz yine de büyüklük taslamışsanız (haksızlık etmiş olmaz mısınız?). Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.”[39]

            “Hani, Meryem oğlu İsa, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, “Bu, apaçık bir sihirdir” dediler.”[40]

            “Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.”[41]

02-12-2011

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakara.40.

[2] Bakara.47.

[3] Bakara.83.

[4] Bakara.122.

[5] Bakara.211.

[6] Bakara.246.

[7] Âl-i İmran.49.

[8] Âl-i İmran.93.

[9] Mâide.12.

[10] Mâide.32.

[11] Mâide.70.

[12] Mâide.72.

[13] Mâide.78.

[14] Mâide.110.

[15] A’raf.105.

[16] A’raf.134.

[17] A’raf.137.

[18] A’raf.138.

[19] Yunus.90.

[20] Yunus.93.

[21] İsra.2.

[22] İsra.4.

[23] İsra.101.

[24] İsra.104.

[25] Meryem.58.

[26] Taha.47.

[27] Taha.80.

[28] Taha.94.

[29] Şuara.17.

[30] Şuara.22.

[31] Şuara.59.

[32] Şuara.197.

[33] Neml.76.

[34] Secde.23.

[35] Mümin-ğafir-53.

[36] Zuhruf.59.

[37] Duhan.30.

[38] Casiye.16.

[39] Ahkaf.10.

[40] Saf.6.

[41] Saf.14.




KUR’AN-I KERİM-DEN DUALAR

KUR’AN-I KERİM-DEN DUALAR

*”Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.”[1]

*”Hani İbrahim, “Rabbim! Bu şehri güvenli bir şehir kıl. Halkından Allah’a ve ahiret gününe iman edenleri her türlü ürünle rızıklandır” demişti. Allah da, “İnkâr edeni bile az bir süre, (bu geçici kısa hayatta) rızıklandırır; sonra onu cehennem azabına girmek zorunda bırakırım. Ne kötü varılacak yerdir orası!” demişti.

Hani İbrahim, İsmail ile birlikte evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” diyorlardı.

“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.”

“Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[2]

*”Hac ibadetinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize (vereceğini) bu dünyada ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur.

Onlardan, “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” diyenler de vardır.”[3]

*”(Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.”[4]

*”Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”

Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”[5]

*”(Onlar şöyle yakarırlar): “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin.”

“Rabbimiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah va’dinden dönmez.”[6]

*”(16-17) (Bunlar), “Rabbimiz, biz iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla. Bizi ateş azabından koru” diyenler, sabredenler, doğru olanlar, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde (Allah’tan) bağışlanma dileyenlerdir.”[7]

*” De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”

“Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”[8]

*” Hani, İmran’ın karısı, “Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin” demişti.”[9]

*” Orada Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin” dedi.”[10]

*” “Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenlerle beraber yaz.”[11]

*” Onların sözleri ancak, “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et” demekten ibaretti.”[12]

*” Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.

“Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.”

“Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al.”

“Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığı ile bize va’dettiklerini ver bize. Kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz sen, va’dinden dönmezsin.”[13]

*” Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?”[14]

*” Mûsa, “Ey Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime söz geçirebilirim. Artık bizimle, o yoldan çıkmışların arasını ayır” dedi.”[15]

*” Peygamber’e indirileni (Kur’an’ı) dinledikleri zaman hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. “Ey Rabbimiz! İnandık. Artık bizi (hakikate) şahitlik edenler (Muhammed’in ümmeti) ile beraber yaz” derler.”[16]

*” Meryem oğlu İsa, “Ey Allahım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki; önce gelenlerimize (zamanımızdaki dindaşlarımıza) ve sonradan geleceklerimize bir bayram ve senden (gelen) bir mucize olsun. Bizi rızıklandır. Sen rızıklandıranların en hayırlısısın” dedi.”[17]

*” Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”[18]

*” Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, “Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla beraber kılma” derler.”[19]

*” “Allah, bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin dininize dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”[20]

*” “Sen sırf, Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al.”[21]

*” (Mûsâ), “Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi kendi rahmetine sok. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” dedi.”[22]

*” Ve Mûsâ, kendisine vâde verdiğimiz yere götürmek üzere kavminden yetmiş kişi seçti. Derken bulundukları yerde şiddetli bir deprem başlayınca yâ Rabbi dedi, dileseydin onları da daha önce helâk ederdin, beni de. İçimizdeki akılsızların işledikleri suç yüzünden bizi de mi helâk edeceksin? Bu, ancak senin bir sınamandan başka bir şey değil. Onunla dilediğini doğru yoldan çıkarırsın, dilediğini doğru yola sevk edersin. Sensin yardımcımız ve sahibimiz, ört bizim suçlarımızı ve acı bize, sensin suçları örtenlerin en hayırlısı.

“Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah, şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.”[23]

*” Onlar da şöyle dediler: “Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz, bizi zalimler topluluğunun baskı ve şiddetine maruz bırakma!”[24]

*” Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a ve onun ileri gelenlerine, dünya hayatında nice zinet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar diye mi? Ey Rabbimiz, sen onların mallarını silip süpür ve kalplerine darlık ver, çünkü onlar elem dolu azabı görünceye kadar iman etmezler.”[25]

*” Nûh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da âilemdendir. Senin va’din elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.”[26]

Nûh, “Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum” dedi.”[27]

*” Yûsuf, “Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni dâvet ettiği şeyden daha sevimlidir. Onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum” dedi.”[28]

*” Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat.”[29]

*” Hani İbrahim demişti ki: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.”

“Rabbim! Çünkü o putlar insanlardan birçoğunu saptırdılar. Artık kim bana uyarsa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin.”

“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.”

“Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”

“Hamd, iyice yaşlanmış iken bana İsmail’i ve İshak’ı veren Allah’a mahsustur. Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.”

“Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.”

“Rabbimiz! Hesap görülecek günde, beni, ana babamı ve inananları bağışla.”[30]

*” (Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün zalimler, “Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim” diyecekler. Onlara şöyle denilecek: “Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?”[31]

*” Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”[32]

*” De ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.”[33]

*” Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır” demişlerdi.”[34]

*” Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı.

O, şöyle demişti: “Rabbim! Şüphesiz kemiklerim gevşedi. Saçım sakalım ağardı. Sana yaptığım dualarda (cevapsız bırakılarak) hiç mahrum olmadım.”

“Gerçek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl!”

Zekeriyya, “Rabbim!” “Hanımım kısır ve ben de ihtiyarlığın son noktasına ulaşmış iken, benim nasıl çocuğum olur?” dedi.

Zekeriyya, “Rabbim, öyleyse bana (çocuğumun olacağına) bir işaret ver”, dedi. Allah da, “Senin işaretin, sapasağlam olduğun hâlde insanlarla (üç gün) üç gece konuşamamandır” dedi.”[35]

*” Musa: ‘Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun’u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin’ dedi.”[36]

*” Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’an’ı okumakta acele etme. “Rabbim! İlmimi arttır” de.”[37]

*” (Peygamber), “Ey Rabbim! Hak ile hüküm ver. Bizim Rabbimiz, sizin nitelemelerinize karşı yardımı istenecek olan Rahmân’dır” dedi.”[38]

*” (Nûh), “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.”[39]

*” Sen ve beraberindeki kimseler, gemiye bindiğiniz zaman: “Bizi zalim kavmin elinden kurtaran Allah’a hamd olsun” de.

Yine de ki: “Ey Rabbim! Beni bereketli bir yere kondur. Sen, konuk edenlerin en hayırlısısın.”[40]

*” O peygamber, “Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.”[41]

*” De ki: “Ey Rabbim! Onlara yöneltilen tehditleri bana mutlaka göstereceksen, beni o zalim milletin içinde bulundurma.”[42]

*” Sen de ki: “Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!”[43]

*” De ki: “Rabbim! Bağışla, merhamet et. Çünkü sen merhamet edenlerin en hayırlısısın!”[44]

*” Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat.”

Sonrakilerin beni guzel sekilde anmalarini sagla. Beni nimet cennetine varis olanlardan kil. Babami da bagisla, o suphesiz sapiklardandir. Insanlarin diriltilecegi gun, Allah’a temiz bir kalble gelenden baska kimseye malin ve ogullarin fayda vermeyecegi gun, beni rezil etme» demisti.”[45]

*” Nuh: ‘Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında Sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar’ dedi.”[46]

*” Lut: ‘Doğrusu yaptığınıza çok kızanlardanım. Rabbim! Beni ve ailemi bunların yapageldiği kötülükten kurtar’ dedi.”[47]

*” Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!”[48]

*” Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

“Rabbim! Bana verdiğin nimetle asla suçlulara arka çıkmayacağım” dedi.”[49]

*” Mûsâ, korku içinde etrafı gözetleyerek şehirden çıktı ve “Ey Rabbim! Beni bu zalim kavimden kurtar” dedi.

(Şehirden çıkıp) Medyen’e doğru yöneldiğinde, “Umarım Rabbim beni doğru yola iletir” dedi.

Bunun üzerine Mûsâ onların koyunlarını suladı. Sonra gölgeye çekilip, “Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım” dedi.”[50]

*” (Lût) “Ey Rabbim! Şu bozguncu kavme karşı bana yardım et” dedi.”[51]

*” Onlar ise, “Ey Rabbimiz! Yolculuğumuzun konakları arasını uzaklaştır” dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz de onları ibret kıssalarına çevirdik ve kendilerini darmadağın ettik. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”[52]

*” (Oradan kurtulan İbrahim:) Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi.”[53]

*” Süleyman, “Ey Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra kimseye lâyık olmayacak bir mülk (hükümranlık) bahşet! Şüphesiz sen çok bahşedicisin!” dedi.”[54]

*” De ki: “Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan, gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah’ım! Ayrılığa düştükleri şeyler konusunda kulların arasında sen hükmedersin.”[55]

*” Arş’ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar (melekler) Rablerini hamd ederek tespih ederler, O’na inanırlar ve inananlar için (şöyle diyerek) bağışlanma dilerler: “Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde tövbe eden ve senin yoluna uyanları bağışla ve onları cehennem azâbından koru.”

“Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”

“Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu büyük başarıdır.”[56]

*” İnsanlar, “Rabbimiz! Bu azabı bizden kaldır, çünkü biz artık inanıyoruz” derler.”[57]

*” Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”[58]

*” Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”[59]

*” İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.”

“Ey Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerin zulmüne uğratma. Bizi bağışla. Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”[60]

*” Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler.”[61]

*” Allah, iman edenlere ise, Firavun’un karısını örnek gösterdi. Hani o, “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.”[62]

*” Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!”

“Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.”

“Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.”[63]

10-11-2011

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Fatiha-6-7.

[2] Bakara.126-129.

[3] Bakara.200-201.

[4] Bakara.250.

[5] Bakara.285-286.

[6] Âl-i İmran.8-9.

[7] Âl-i İmran.16-17.

[8] Âl-i İmran.26-27.

[9] Âl-i İmran.35.

[10] Âl-i İmran.38.

[11] Âl-i İmran.53

[12] Âl-i İmran.147.

[13] Âl-i İmran.191-194.

[14] Nisa.75.

[15] Maide.25.

[16] Maide.83.

[17] Maide.114.

[18] A’raf.23.

[19] A’raf.47.

[20] A’raf.89.

[21] A’raf.126.

[22] A’raf.151.

[23] A’raf.155-156.

[24] Yunus.85.

[25] Yunus.88.

[26] Hud.45.

[27] Hud.47.

[28] Yusuf.33.

[29] Yusuf.101.

[30] İbrahim.35-41.

[31] İbrahim.44.

[32] İsra.24.

[33] İsra.80.

[34] Kehf.10.

[35] Meryem.3-6,8,10.

[36] Taha.25-35.

[37] Taha.114.

[38] Enbiya.112.

[39] Mü’minun.26.

[40] Mü’minun.28.29.

[41] Mü’minun.39.

[42] Mü’minun.93-94.

[43] Mü’minun.97-98.

[44] Mü’minun.118.

[45] Şuara.83-89.

[46] Şuara.117-118.

[47] Şuara.168-169.

[48] Neml.19.

[49] Kasas.16-17.

[50] Kasas.21-22,24.

[51] Ankebut.30.

[52] Sebe.19.

[53] Saffat.99-100.

[54] Sad.35.

[55] Zümer.46.

[56] Mü’min.7-9.

[57] Duhan.12.

[58] Ahkaf.15.

[59] Haşr.10.

[60] Mümtehine.4-5.

[61] Tahrim.8.

[62] Tahrim.11.

[63] Nuh.26-28.




KUR’AN-DA TESHİR

KUR’AN-DA TESHİR

Teshir; İtaat ettirmek, boyun eğdirmek, emir altına almak.

– Zaptetme, hâkim olma, zorla ele geçirme. İtaat ettirme. Hakir ve zelil etmek.

Cenab-ı Hakk`ın herşeyi emrine boyun eğdirerek terbiye ve idare etmesi.

İnsanın emrine verilmesi.

Her şey emrinde olan Allah,tüm varlıkları insanın emrine vermiş,bazen de bazı insanları yine bazı insanların hizmetine de vermiştir.(Zuhruf.32.)

Bir atın sahibine olan bağlılığı ve itaatı gibi,varlıkları da insanlara muti kılmıştır.

Küçük bir çocuk,dev ve deve gibi bir hayvanın yularından tutup –mezbaha da dahil- istediği yere götürebilmektedir.

Hatta her bir varlık Allahı tesbih ederken,onları kesmek veya yemek suretiyle tesbihine son verebilmektedir.

Bu hizmetin sonucu olarak her şey insanın önüne bir sofra gibi serilmiştir.

Her şey kendisine hizmet için verilirken,insanda rabbisine iman ve ibadetle mükellef kılınmıştır.

İşte o âyetlerden misaller:

-“Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş’a istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah’tır. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için her işi düzenleyip âyetleri açıklamaktadır. “[1]

-“(O öyle lütufkâr) Allah’tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı; izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı.” [2]

-“Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı; geceyi ve gündüzü de istifadenize verdi.” [3]

-“O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da Allah’ın emri ile hareket ederler. Şüphesiz ki bunlarda aklını kullananlar için pek çok deliller vardır.”[4]

-“İçinden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize veren O’dur. Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsun. (Bütün bunlar) onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.” [5]

-“Görmedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni olmadıkça yer üzerine düşmekten korur. Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.” [6]

-“Andolsun ki onlara: «Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?» diye sorsan, mutlaka, «Allah» derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar? “[7]

-“Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır.” [8]

-“Bilmez misin ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye katmaktadır. Güneşi ve ayı da buyruğu altına almıştır. Bunların her biri belli bir vâdeye kadar hareketine devam eder. Ve Allah, yaptıklarınızdan tamamen haberdardır.”[9]

-“Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar; güneş ve ayı emri altına almıştır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar akıp gider. İşte (bütün bunları yapan) Rabbiniz Allah’tır. Mülk O’nundur. O’nu bırakıp da kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir.” [10]

-“Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine sarıyor. Güneşi ve ayı emri altına almıştır. Her biri belli bir süreye kadar akıp gider. Dikkat et! O, azîzdir ve çok bağışlayandır. “[11]

-“Siz onların sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz: «Bunları bizim hizmetimize veren Allah’ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi.» [12]

-“Allah o (yüce) varlıktır ki, emri gereğince içinde gemilerin yüzmesi ve lütfedip verdiği rızkı aramanız için ve de şükredesiniz diye denizi size hazır hale getirmiştir.” [13]

-“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” [14]

-“Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman’a biz anlatmıştık. Biz, onların her birine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud’a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.” [15]

-“Biz, dağları onun emrine vermiştik. Akşam sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi.”[16]

-“Bunun üzerine biz rüzgarı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı. “[17]

-“Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın (dininin) işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah’ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yeyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik. “[18]

-“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele! “[19]

-“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. “[20]

-“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah’ın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok deliller vardır. “[21]

-“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” [22]

-“Göğün boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allah’tan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.” [23]

-“Bütün zîhayat, zîruh, zîşuur, Senin mülkünde, yalnız Senin kuvvet ve kudretinle ve ancak Senin irâde ve tedbîrinle ve rahmet ve hikmetinle, rubûbiyetinin emirlerine teshîr ve fıtrî vazifelerle tavzif edilmişler.”[24]

“Her bir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları “Bismillâh” der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. “Allah nâmına, Rahmân nâmına” der; her şey ona musahhar olur.”[25]

“Yerin insandan sonra zîşuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki; Cenâb-ı Hakkın evâmirine musahhar olan bir abdine onları musahhar etmiştir.

Cenâb-ı Hak, mânen şu âyetin lisân-ı remziyle der ki: “Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de Benim emrime musahhar olsan, çok mevcudât, hattâ cin ve şeytan dahi musahhar olabilirler.”

İşte, beşerin, san’at ve fennin imtizâcından süzülen, maddî ve mânevî fevkalâde hassâsiyetinden tezâhür eden ispirtizma gibi celb-i ervâh ve cinlerle muhâbereyi, şu âyet en nihayet hududunu çiziyor ve en faydalı sûretlerini tâyin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat, şimdiki gibi, bâzan kendine emvât nâmını veren cinlere ve şeytanlara ve ervâh-ı habîseye musahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımât-ı Kur’âniye ile onları teshîr etmektir, şerlerinden kurtulmaktır. “[26]

“Âdem’e melâikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle, nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudât musahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlûkatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.”[27]

-Her bir mevcud adeta:” “Hem bizlerdeki haşmetli intizamât ve dehşetli harekât ve hikmetli teshîrât gösteriyor ki, bizim ustamız öyle bir Zâttır ki, bütün mevcudât, zerrelerden yıldızlara ve güneşlere kadar emirber nefer hükmünde Ona mutî ve musahhardırlar. Bir ağacı meyveleriyle tanzim ve tezyin ettiği gibi, kolayca güneşi seyyârâtla tanzim eder bir Hakîm-i Zülcelâl ve Hâkim-i Mutlaktır.”[28]

“Senin Hâlıkın olan şu memleketin Mâlik-i Hakikîsinin emrine herşey musahhardır. Herşeyin dizgini Onun elindedir. Ona intisabın yeter.”[29]

Mâdem kâinatın en müntehap neticesi hayattır; ve hayatın en müntehap hulâsası ruhtur; ve zîrûhun en müntehap kısmı zîşuurdur; ve zîşuurun en câmii insandır. Ve bütün kâinat ise, hayata musahhardır ve onun için çalışıyor; ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır, onlar için dünyaya gönderiliyorlar; ve zîruhlar insanlara musahhardır, onlara yardım ediyorlar. Ve insanlar fıtraten Halıkını pek ciddi severler; ve Halıkları onları hem sever, hem Kendini onlara her vesîle ile sevdirir; ve insanın istidâdı ve cihazât-ı mâneviyesi, başka bir bâkî âleme ve ebedî bir hayata bakıyor; ve insanın kalbi ve şuuru bütün kuvvetiyle bekâ istiyor; ve lisânı, hadsiz duâlarıyla bekâ için Hâlıkına yalvarıyor.”[30]

-Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün mahlûkâtı bütün keyfiyâtıyla teshîr eden kudretinin ve irâdetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle! Ve matlûbumu bana musahhar kıl!”[31]

MEHMET ÖZÇELİK

23-07-2014

[1] 13/RA’D-2.

[2] 14/İBRÂHÎM-32.

[3] 14/İBRÂHÎM-33

[4] 16/NAHL-12

[5] 16/NAHL-14

[6] 22/HACC-65

[7] 29/ANKEBÛT-61

[8] 31/LOKMÂN-20

[9] 31/LOKMÂN-29

[10] 35/FÂTIR-13

[11] 39/ZUMER-5

[12] 43/ZUHRÛF-13

[13] 45/CÂSİYE-12

[14] 45/CÂSİYE-13

 

[15] 21/ENBİYÂ-79

[16] 38/SÂD-18

[17] 38/SÂD-36

[18] 22/HACC-36

[19] 22/HACC-37

[20] 43/ZUHRÛF-32

[21] 2/BAKARA-164

[22] 7/A’RÂF-54

[23] 16/NAHL-79

[24] Bediüzzaman. Lemalar | Münâcat | 360.

[25] Bediüzzaman. Sözler | Birinci Söz | 12

[26] Bediüzzaman. Sözler | Yirminci Söz | 234, “Asi olan şeytanları ise zincirlerle bağlı olarak ona boyun eğdirdik. (Sâd Sûresi: 38.)

“ Denize dalarak onun için cevherler çıkaran ve başka işler de gören şeytanları yine onun emrine verdik. (Enbiyâ Sûresi: 82.)

[27] Sözler | Yirmi Beşinci Söz | 365

[28] Sözler | Otuz İkinci Söz | 547

[29] Lemalar | Yirmi Altıncı Lem´a | 250

[30] Lemalar | Münâcat | 359

[31] Bediüzzaman. Lemalar | Münâcat | 363.




KUR’AN-DA VE TEFSİRLERDE YILAN

KUR’AN-DA VE TEFSİRLERDE YILAN

“Böylece, onu attı; (bir de ne görsün) o hemen hızla koşan (kocaman) bir yılan (oluvermiş)[1]
“Asanı bırak;” (Bıraktı ve) onun çevik bir yılan gibi hareket etttiğini görünce, geriye doğru kaçtı ve arkasına bakmadı
“Ey Musa, korkma; şüphesiz Ben(im); Benim yanımda gönderilen (elçiler) korkmaz[2]
“Asanı bırak
” (Attıktan hemen sonra) onun şimdi bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmaksızın kaçmaya başladı “Ey Musa, dön ve korkuya kapılma Şüphesiz güvendesin[3]

Birinci misâl: Yirminci Sözün Birinci Makamında tafsîlen beyân olunan üç âyettir ki, şahs-ı Âdem’e tâlim-i esmâ ünvânıyla, nev-i benîâdem’e ilham olunan bütün ulûm ve fünûnun tâlimini ifade eder. Ve Âdem’e melâikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle, nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudât musahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlûkatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.” [4]

“Suâl ediyorsunuz ki: “Câmi-i şerîfinize, Cumâ gecesinde sebepsiz olarak, mübârek bir misâfirin gelmesiyle, tecâvüz edilmiş. Bu hâdisenin mâhiyeti nedir? Neden sana ilişiyorlar?”

Elcevap: Dört Noktayı, bilmecburiye eski Said lisânıyla beyân edeceğim. Belki ihvanlarıma medâr-ı intibah olur, siz de cevabınızı alırsınız.

Birinci Nokta:O hâdisenin mâhiyeti, hilâf-ı kânun ve sırf keyfî ve zındıka hesâbına, Cumâ gecesinde kalbimize telâş vermek ve cemaate fütûr getirmek ve beni misâfirlerle görüştürmemek için bir desîse-i şeytaniye ve münâfıkâne bir taarruzdur. Garâiptendir ki, o geceden evvel olan Perşembe günü, tenezzüh için bir tarafa gitmiştim. Avdetimde, güyâ iki yılan birbirine eklenmiş gibi, uzunca siyah bir yılan sol tarafımdan geldi, benim ile arkadaşımın ortasından geçti. Arkadaşıma, o yılandan dehşet alıp korktun mu, diye sordum:

“Gördün mü?”

O dedi: “Neyi?”

Dedim: “Bu dehşetli yılanı.”

Dedi: “Yok, görmedim ve göremiyorum.”

“Fesübhânallah”! dedim. “Bu kadar büyük bir yılan ikimizin ortasından geçtiği halde nasıl görmedin?”

O vakit hatırıma birşey gelmedi; fakat sonra kalbime geldi ki, “Bu sana işarettir; dikkat et!” Düşündüm ki, gecelerde gördüğüm yılanlar nevindendir. Yani, gecelerde gördüğüm yılanlar ise, hıyânet niyetiyle her ne vakit bir memur yanıma gelse, onu yılan sûretinde görüyordum. Hattâ bir defa müdüre söylemiştim, “Fenâ niyetle geldiğin vakit seni yılan sûretinde görüyorum; dikkat et” demiştim. Zâten selefini çok vakit öyle görüyordum. Demek şu zâhiren gördüğüm yılan ise işarettir ki, hıyânetleri bu defa yalnız niyette kalmayacak, belki bilfiil bir tecâvüz sûretini alacak. Bu defaki tecâvüz, çendan zâhiren küçük imiş ve küçültülme isteniliyor; fakat vicdansız bir muallimin teşvikiyle ve iştirâkıyla o memurun verdiği emir; câmi içinde namazın tesbihâtında iken, “O misâfirleri getiriniz!” diye jandarmalara emretmiş. Maksat da beni kızdırmak, eski Said damarıyla, bu fevka’l-kânun, sırf keyfî muâmeleye karşı, koymak ile mukâbele etmekti. Halbuki, o bedbaht bilmedi ki, Said’in lisânında Kur’ân’ın tezgâhından gelen bir elmas kılınç varken, elindeki kırık odun parçasıyla müdâfaa etmez; belki o kılıncı böyle istimâl edecektir. Fakat, jandarmaların akılları başlarında olduğu için, hiçbir devlet, hiçbir hükümet, namazda, câmide, vazife-i dîniye bitmeden ilişmediği için, namaz ve tesbihâtın hitâmına kadar beklediler. Memur bundan kızmış, “Jandarmalar beni dinlemiyorlar” diye kır bekçisini arkasından göndermiş. Fakat Cenâb-ı Hak, beni böyle yılanlarla uğraşmaya mecbur etmiyor. İhvanlarıma da tavsiyem budur ki, zarûret-i katiye olmadan bunlarla uğraşmayınız, “Cevâbü’l-ahmakü’s-sükût” nevinden, tenezzül edip onlarla konuşmayınız. Fakat buna dikkat ediniz ki; canavar bir hayvana karşı kendini zaif göstermek, onu hücuma teşcî ettiği gibi, canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle zaaf göstermek, onları tecâvüze sevk eder. Öyle ise, dostlar müteyakkız davranmalı; tâ dostların lâkaydlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları istifade etmesinler.“ [5]

Üstad yılanı eserlerinde hıyanetle eş değerde zikrediyor.Bu noktada yılanın hıyaneti söz konusu olmaktadır. Hadislerde bunu teyid etmektedir.[6]

Anlatılır:” Tilkiyle yılan arkadaş olur ve birlikte yolculuğa çıkarlar. Bir ırmağın kenarına geldiklerinde yılan tilkiye “ Tilki kardeş ! Ben yüzme bilmem. Beni sırtına al da karşı kıyıya beraber geçelim! der. Tilki arkadaşının teklifini kabul eder. Yılan tilkinin beline sarılır, o da ırmağa girip yüzmeye başlar. Karşı kıyıya vardıklarında yılan “ Tilki kardeş! Ben seni sokacağım!” deyiverir. Neye uğradığını şaşıran tilki “ Yılan kardeş! Biz seninle arkadaş değil miyiz ? Bak, ben sana bunca iyilik ettim. Seni sırtıma almasam ırmağı geçemezdin ! “ diye ne kadar dil dökmeye çalıştıysa da yılan hiç oralı olmaz ve “ Bu benim huyum. Sokmak benim yapımda var !” der. Bunun üzerine tilki bir an durur, sonra yılana “ peki yılan kardeş ! Sok , ne yapılan ? Bu benim kaderimmiş. Yalnız yüzüme bir defacık bak ki , ölmeden önce o güzel gözlerini son bir defa göreyim.” Bu sözlere aldanan yılan, başını uzattığı an, tetikte duran tilki derhal atılıp başını kapıverir. Sonra da ölen yılanı ırmağın kenarında, kumların üzerine boylu boyunca uzatır ve kendi hilesine kurban giden arkadaşına şöyle der.” Yook yılan kardeş! Ben öyle eğri büğrü arkadaş istemem ! Benimle arkadaş olacaksan , böyle dosdoğru olacaksın! “

Burada yılan yılanlığını,tilkide tilkiliğini gösterir.

“Arı su içer bal akıtır,yılan su içer zehir akıtır.”

“Rivayetlere göre,İblis cennete girmek diler,fakat cennetin bekçisi salmaz,mani olur.Fakat yılan onu ağzına alır ve ağzında içeri sokar.Cennete bu yolla giren iblis,Hz.Ademle Havvaya vesvese vererek,yasak ağaçtan yemelerine ve cennetten kovulmalarına sebeb olur.Bu kötü akibete yılan sebeb olduğu için insanoğlu ile yılan cinsi arasında adavet başlamıştır.”[7]

Bazı Tefsirlerde yılanın ceza olarak isfehana indirildiği ifade edilir.Bunların ise hristiyan ve Yahudi menşeli olduğu da ifade edilmektedir.[8]

Bu konuda isabetli tesbitte bulunan Fahreddin-i Razi,bunun hikayeye dayalı olduğunu,pek de değere şayan bir görüş olmadığını da belirtir.[9]

Zira malum olduğu üzere hikayelerde hissin hakimiyeti çoktur.Hayaller karışır.

Ve de bu durum gaybi bir durum olduğundan,nassa dayanmadığı için imanın şartlarından olmayıp,inanılmaması halinde herhangi bir yükümlülük getirmez.

En önemlisi ise;sürekli tervic ve teşvik amacıyla bir çok söz İbni Abbasa isnad edilerek,umumca kabul görmesi sağlanmıştır.Bundan dolayı;

“tergib veya terhib için avamperestane terviç ve teşvikle bazı ehadis-i mevzuayı ibn-i abbas gibi zatlara isnad etmek, büyük bir cehalettir. evet, hak müstağnidir. hakikat ise, zengindir.”[10]

“ibn-i abbas’ın her söylediği sözü, hadis olması lazım gelmediği gibi, her naklettiği şeyi de onun makbulü olmak lazım gelmez. zira ibn-i abbas gençliğinde israiliyata, bazı hakaikin tezahürü için, hikayet tarikiyle bir derece atf-ı nazar eylemiştir.”[11]

Allah en doğrusunu bilendir.

MEHMET ÖZÇELİK

03-12-2008

 

[1] Taha Suresi, 20.

[2] Neml Suresi, 10.

[3] Kasas Suresi, 31.

[4] Sözler | Yirmi Beşinci Söz | 365.

[5] Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 344-5.

[6] Bak.Kütüb-ü Sitte.İ.Canan.14/151-157.

[7] Kütüb-ü Sitte.İ.Canan.14/157.

[8] Mecmuatün minet Tefasir.Beyzavi-Nesefi-Hazin-İbni Abbas.Arapça.1/108.

[9] Tefsir-i Kebir-Mefatihul Ğayb.2/413-415,Bak.Hz.  ÂDEM  ve  HAVVA.M.AVNİ (AVNULLAH) ÖZMANSUR, E.Hamdi  Yazır,  c. 3 s.2141

[10] Muhakemat.B.Said Nursi.21.

[11] Age.56,Bak.52.




KUR’AN-DA ADI GEÇEN HAYVANLAR VE ÖZELLİKLERİ

       KUR’AN-DA   ADI   GEÇEN   HAYVANLAR   VE   ÖZELLİKLERİ

            Kur’an-ı Kerim-de hayvanlar belirtilirken bunlar şöyle adlandırılır=

            “Yer yüzünde her çeşit canlıyı yaymasın da..”[1]

            “İhramlı iken avlanmayı helal saymamak üzere (aşağıda) size okunacaklar dışında kalan hayvanlar,sizin için helal kılındı.”[2]

“ Yer yüzünde yürüyen hayvanlar ve (gök yüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır.”[3]

“Şüphesiz Allah katında hayvanların en kötüsü,düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.”[4]

Ve “ Kafir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler.”[5]

“ Yer yüzünde yürüyen her canlının rızkı,yalnızca Allah’ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuzda) vardır.”[6]

Ve “ Yürüyen hiçbir varlık yoktur ki,O,onun perçeminden tutmuş olmasın.”[7]

“ Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler) ve bir çok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz.”[8]

“… hayvanlar ve insanların bir çoğu Allah’a secde ediyor.”[9]

“Hayvanlarda sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarındakinden (sütlerinden) size içiririz. Onlarda sizin için bir çok faydalar daha vardır;etlerinden de yersiniz.

Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.”[10]

“ O siz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman,onlara yerden bir Dabbe (mahluk,yerde sürünen canlı,Mikroskobik canlı,Aids mikrobu) çıkarırız da,bu onlara insanların ayetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.”[11]

“ Süleymanın ölümüne hükmettiğimiz zaman,onun öldüğünü,ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi..”[12]

“ İnsanlardan,hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var.”[13]

“…Size kendinizden eşler,hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır.”[14]

Ve bunların yaratılışı hususunda:

“Hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılanları yaratan O’dur.”[15]

“Allah,her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür,kimi iki ayağı üstünde yürür.. Allah dilediğini yaratır;şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”[16]

“Sizin için hayvanlardan sekiz eş meydana getirdi.”[17]

(Bu sekiz eş:erkeği ve dişisiyle;sığır,koyun,deve,keçi.)

Bu ayeti açıklayan Bediüzzaman; Ayette”Yaratma” ifadesi yerine “Enzele” indirdi,ifadesinin kullanılışını şöyle izah eder:

“Sekiz nevi hayvanatı mübareke-i size hazine-i rahmetinden güya cennet-den nimet olarak indirilmiş,gönderilmiş. Çünkü o mübarek hayvanlar bütün cihetleriyle bütün beşere nimet olduğundan saçından bedevilere seyyarhaneler,elbiseler,etinden güzel yemekler,sütünden güzel leziz taamlar ve derilerinden pabuçlar ve saire hatta gübreleri mezruatın erzakı ve insanların mahrukatı (yakacakları) hükmünde olup,güya o mübarek hayvanlar tecessüm etmiş aynı nimet ve rahmettirler. Onun içindir ki;yağmura rahmet namı verildiği gibi bu mübarek hayvanlara da –En’am- namı verilmiş. Güya rahmet tecessüm etmiş yağmur olmuş,nimet de tecessüm etmiş;keçi,koyun,öküz ile manda ve deve şekillerini almış. Çendan cismani maddeleri yerde halk oluyor fakat nimetiyet sıfatı ve Rahimiyet manası maddesine tamamıyla ğalebe ettiğinden –Enzelnâ- tabiriyle doğrudan doğruya bu mübarek hayvanlar hazine-i rahmetin birer hediyyesi olarak halık-ı rahim yüksek mertebe-i rahmetinden ve manevi ali cennetinden yer yüzüne indirilmiş.”[18]

“… Ve sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde,gerekse de konaklama gününüzde,kolayca taşıyacağınız evler;yünlerinden,yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar (faydalanacağınız) bir ev eşyası ve bir ticaret malı meydana getirdi.”[19]

Ahiret gününde Cenâb-ı Hakkın adaletinin tecellisi bakımından Kısas için:”

“ Vahşi hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde…”[20]

Hayvanlar ile ilgili olarak Bediüzzaman hazretleri:

“Hayvanların ruhları baki kalacağını…ve Hüdhüd-ü Süleymani (AS)[21] ve Neml-i (karınca); ve Nakâ-i Salih (AS) (Salih Peygamberin devesi);ve Kelb-i Ashab-ı Kehf gibi (Ashab-ı Kehf-in,mağara sahiblerinin köpeği,Kıtmir-i) bazı efrad-ı mahsusa;hem ruhu,hem cesediyle baki aleme gideceği… ve her bir nev’in,ara sıra istimal için bir tek cesedi bulunacağı…rivayeti sahihadan anlaşılmakla beraber;hikmet ve hakikat;hem rahmet ve rububiyet öyle iktiza ederler.”[22]

Hayvanlara merhamet edilmesi ve bu vesile ile onlarında hukuklarının korunmasını söyleyen Efendimiz (SAM),onlara yapılan iyilik hususunda da:

“Evet. Her “Yaş ciğer” (sahibi) için bir ücret vardır.”buyurur.[23]

Susuz bir köpeğe iyilik eden bir adamın affedildiğini,bir fahişenin de mağfirete mazhar olduğunu buyurmaktadırlar.

Bir kadının da yiyecek bulamayan eve hapsettiği bir kediden dolayı da cehenneme gittiğini buyurmaktadırlar.

Ve Hadis-de:”Eğer süt emen çocuklar,beli bükük yaşlılar,ağzıyla otlayan hayvanlar olmasaydı,üzerinize azab sel gibi gelirdi.”[24]

 

A   D   I     G   E   Ç   E   N     H   A   Y   V   A   N   L   A   R   D   A   N   ;

                                               D   E   V   E

            “Deveden de iki,sığırdan da iki (yarattı.)”[25]

            İnanmayanların cennete giremeyeceklerinin imkansızlığı anlatılırken;

            “Deve iğne deliğine girinceye kadar..”[26]teşbihiyle dile getirilir.

            Semud kavmi Salih peygamberden mu’cize eseri olarak taştan dişi bir deve çıkmasını istemeleri üzerine istedikleri deve çıkıverince buna binaen ayet-de:

            “ Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da size bir mu’cize olarak Allah’ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin. (içsin),ona kötülük etmeyin;sonra sizi elem verici bir azap yakalar.”[27]

            “Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir,dediler.”[28]

            Ölçü olarak:”Deve yükü”nün kullanılması..”[29]

            “Allah’ın,onlardan (mallarından) Peygamberine verdiği ganimetler (Beni Nadir arazisi ele geçirilerek) için siz at ve deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Alla,peygamberini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye kadirdir.”[30]

            “ Her bir kıvılcım,sanki birer sarı deve gibidir.”[31]

            Kıyamet günü:“Gebe develer salıverildiğinde,”[32]

            “(İnsanlar) Devenin nasıl yaratıldığına,…bir bakmazlar mı?”[33]

            Deve konusunda Kütüb-ü Sitte-de geniş yer verilmektedir.[34]

            Çölün tek inek ve taşıma aracı devedir. Çölün mersedesi. Çölün son model binitidir. Kendisinde ibretler olan bir hayvandır. Hörgücünde depoladığı su ile,çölün susuzluğuna bir buçuk ay kadar dayanabilmektedir.

 

                                               Ç E   K   İ   R   G   E

            “Biz de ayrı ayrı mu’cizeler olarak onların (Musa-ya inanmayan Mısırlıların) üzerine tufan,çekirge,haşere,kurbağalar ve kan gönderdik;yine de büyüklük tasladılar ve günahkar bir kavim oldular.”[35]

            “ Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve davetçiye koşarak kabirlerinden çıkarlar. O esnada kafirler=Bu,çok çetin bir gündür! derler.”[36]

            Hz. Enes-den:” Rasulullah (SAM) ın zevceleri,çekirgeleri tabaklar üstünde birbirlerine hediye ederlerdi.”[37]

            Kim tarafından tutulursa tutulsun,kendi kendine ölsün veya öldürülsün fark etmez. İcma ile,yenmesi helaldir.

Çekirgeler;Cenâb-ı Hakkın cezalandıracağı kavme karşı hazır bir ordusu gibidir. Allah onları çekirge sürüleri ile cezalandırırdı.

 

                                             K   Ö   P   E   K                  

“ Kendileri için nelerin helal kılındığını sana soruyorlar;deki:Bütün iyi ve temiz şeyler size helal kılınmıştır. Allah’ın size öğrettiğinden öğreti avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yeyin ve üzerine Allah’ın adını anın (Besmele çekin). Allah-dan korkun Allah’ın hesabı pek çabuktur.”[38]

“ Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o,dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer=Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur,bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat;belki düşünürler.”[39]

“Kendileri uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çevirdik. Köpekleri de (Kıtmir) mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi. Eğer

onların durumuna muttali’ olsa idin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.”[40]

            Rasulullah:”Köpeğin parasını,fahişenin ücretini ve kahinin ücretini yasaklamıştır”[41]

            Hadis-de:” Köpek besleyen bir aile yoktur ki,her gün rızıklarından iki kırat eksilmemiş olsun. Bundan av veya bekçi veya koyun köpeği hariç.”[42]

            “Esbab ve vesaiti insan kucağına alıp yapışırsa,zillet ve hakarete sebeb olur. Mesela:Kelp,bütün hayvanlar içerisinde birkaç sıfatı hasene ile muttasıftır ve o sıfatlar ile iştihar etmiştir. Hatta sadakat ve vefadarlığı darb- ı mesel olmuştur. Bu güzel ahlakına binaen,insanlar arasında kendisine mübarek bir hayvan nazarıyla bakılmağa layık iken,maalesef,insanlar arasında mübarekiyet değil necis-ül ayn addedilmiştir.”[43]

            Bediüzzaman hazretleri bunun sebebini şöyle açıklar:

“Kelp-de hırs marazı ziyade olduğundan esbab-ı zahiriyeye öyle bir derece ihtimam ile yapışır ki,mün’imi hakikiden bütün bütün gafletine sebeb olur. Binaenaleyh,vasıtayı müsebbib bilerek müessiri hakikiden yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tahir olsun. Çünkü hükümler,hadler günahları affeder. Ve beynen-nas tahkir darbesini,gaflete keffaret olarak yemiştir.

Öteki hayvanlar ise,vesaiti bilmiyorlar. Ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar.”[44]

Ömürleri ise,28 yıl olduğu ifade edilir.

 

                                               B   I   L   D   I   R   C   I   N

“ Ve sizi bulutla gölgeledik,size kudret helvası ve bıldırcın gönderdik ve verdiğimiz güzel nimetlerden yeyiniz. (dedik) Hakikat da onlar bize değil sadece kendilerine kötülük ediyorlardı.”[45]

Cenâb-ı Hak yahudileri Tih çölünde bu güzel kuş etiyle,onları nimetlendiriyordu. Muhtelif bir çok yiyecekler içinde sofrada kudret helvası ve bıldırcın eti bulunuyordu.

İbni Baytar bunun fazla yenilmemesini söylerken,faydaları hususunda da şunları anlatır: Böbrek taşlarını erittiğini,idrarı söktürdüğü,kanının kulağa damlatılmasıyla kulak ağrısını dindirdiği,ödünün uçuğa faydalı olduğu,yüreği devamlı yenildiğinde iç sıkıntısına iyi geldiği belirtilirken;

Tabiatnâmede de bıldırcın etinin meniyi ve şehveti arttırdığı da ifade edilir.[46]

 

                                 K   O   Y   U   N     –     K   E   Ç   İ

“( Dişi ve erkek olarak) sekiz eş yarattı:Koyundan iki,keçiden iki… De ki:o,bunların erkeklerini mi,dişilerini mi,yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin.”[47]

“Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu,zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğru söyleyeniz.”[48]

Allah emreder hasen olur,nehyeder kabih ve çirkin olur. Hüküm emir ve nehye göredir. Haram ve helallıkta da durum böyledir.

“O,benim asamdır,dedi,ona dayanırım,onunla davarlarıma yaprak silkelerim;benim ona başka ihtiyaçlarım da vardır.”[49]

“Davud ve Süleymanı da (an). Bir zaman,bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı:bir grup insanın koyun sürüsü,geceleyin başı boş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik.”[50]

“(Onlardan biri şöyle dedi) Bu,kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken –onu da bana ver-dedi ve tartışmada beni yendi.

Davud:Andolsun ki,senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık da bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu,birbirlerinin haklarına tecavüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! dedi. Davud,kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı,tevbe edip Allah’a yöneldi.”[51]

Hadis-de:”Sahibi için koyun berekettir,deve de izzettir. Ata gelince,hayır onun alnına bağlanmıştır.”[52]

İnsanlar yiyecek-içecek,giyecek gibi bir çok konu da bu hayvanlardan istifade etmektedirler.

 

                                            K   U   R   B   A   Ğ   A

“ Biz de ayrı ayrı mu’cizeler olarak onların üzerine tufan,çekirge,haşere,kurbağalar ve kan gönderdik;yine de büyüklük tasladılar ve günahkar bir kavim oldular.”[53]

Rasulullahın öldürmesini yasakladığı hayvanlardan biri de kurbağadır.”[54]

Bu konu da:”Şarihler,kurbağa hakkında gelen yasağın,onun necisliği veya tiksinti verici olmasından ileri geldiğini,ilk akla gelen ihtimalin de onun haram ve dolayısıyla kesiminin ve yenmesinin gayrı caiz olduğunu belirtir.”[55]

İbni Sina Kanun adlı kitabında:”Kim kurbağa yada kanını yerse,bedeni şişer ve rengi değişir. Meniyi atar,hatta onu öldürür. Bu yüzden doktorlar,onun zararını bildiklerinden ilaç olarak kurbağayı kullanmazlar. Su kurbağası ve kara kurbağası olmak üzere iki nevidir. Kara kurbağası yenildiğinde öldürür.”[56]

 

                                               K   U   R   T

“(Babaları) dedi ki:Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım.

Dediler ki:Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde,eğer onu kurt yerse,o zaman biz gerçekten aciz kimseler sayılırız.”[57]

“Ey babamız! dediler,biz yarışmak üzere uzaklaştık;Yusuf’u eşyamızın yanında bırakmıştır. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş. Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.”[58]

Kurt hakkında Peygamberimize sorulması üzerine:”Kendisinde hayır bulunan bir kimse kurdu yer mi?”buyurarak,yenilmesinin haram olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü azı dişi bulunup yırtıcı hayvanlara girmektedir.[59]

Yırtıcı olan bu hayvanların rızıkları,ölmüş hayvanlar ve leşlerdir. Bunlar tabiatın birer temizlikçileridirler.

 

                                               Ö   R   Ü   M   C   E   K

Aşağıda vereceğimiz ayetten dolayı bu sureye adını vermiştir:

“Allah dan başka dostlar edinenlerin durumu,örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir;halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi.”[60]

Yuvasını ustalıkla ve maharetle ören bu hayvan bunu uzun zamanda yapar,ancak bir çöp ile yuvası kısa bir zaman içinde yok edilebilir.

Cenâb-ı Hak kafirlerin mesleklerinin ve yollarının da zor olduğunu ancak kolay bir şekilde yok edilebilecek bir basitliğe ve çürüklüğe sahib olduğunu bildirir.

Ve bu hayvan,Allah’ın izniyle örmüş olduğu ağıyla da Peygamberimizi müşriklerden korumuştur.

Ömürleri itibariyle 28 yıl yaşadıkları belirtilir.

 

                                               S   I   Ğ   I   R

“Musa,kavmine;Allah bir sığır kesmenizi emrediyor,demişti de:Bizimle alay mı ediyorsun? demişlerdi. O da: Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım,demişti.

“Bizim adımıza Rabbine dua et,bize onun ne olduğunu açıklasın”dediler. Musa;Allah diyor ki:”O,ne yaşlı,ne de körpe;ikisi arasında bir inek.”size emredileni hemen yapın,dedi.

“Bu defa:Bizim için Rabbine dua et,bize onun rengini açıklasın,dediler.”O diyor ki;Sarı renkli,parlak tüylü,bakanların içini açan bir inektir”dedi.

“(Ey Musa!) Bizim için,Rabbine dua et de onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın,nasıl bir inek keseceğimizi anlayamadık. Biz,inşaallah emredileni yapma yolunu buluruz”dediler.

“(Musa) dedi ki:Allah şöyle buyuruyor:O,henüz boyunduruk altına alınmayan,yer sürmeyen,ekin sulamayan,serbest dolaşan(salma),renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir.” İşte şimdi gerçeğini anlattın”dediler ve bunun üzerine (onu bulup) kestiler,ama az kalsın kesmeyeceklerdi.”[61]

“Deveden de iki,sığırdan da iki (yarattı)”[62]

“Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram kıldık. Bu,zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğru söyleyeniz.”[63]

“Kral dedi ki:Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca,yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız,benim rüyamı da bana yorumlayınız.”[64]

“(Yusuf’un yanına gelerek dedi ki : Ey Yusuf,ey doğru sözlü kişi! (Rüya da görülen) Yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki,insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.”[65]

Dünya yaratılalı beri tarihi seyir içerisinde,insanların toprağı ekmek için sürmelerinde bu hayvandan büyük çapta yararlanılmış ve hala da yararlanılmaktadır.

Bu hikmete binaendir ki Hadis-de:”Dünya öküz (sığır) ve balığın üzerindedir.” Yani karada yaşayanlar hayatlarını sığır ve öküzün sırtından yani toprağı sürmesinden elde ederken,sahillerde yaşayanlarda balık ile hayatlarını devam ettirmektedirler.

Bu ikisini kaldırdığımızda hayat otomatikman durur. Ancak şimdi onun yerini traktör almış olmasına rağmen yine de yamaç yerler de bu hayvanlara ihtiyaç duyulmaktadır.

Hz. Musa döneminde bu hayvan kutsal bilinip,kendisine tapıldığı gibi,bugün de hala kutsal bilinerek kendisine hürmet edilmekte,tapılmakta ve korunması hususunda kanunun birinci maddesine kadar girmiştir. Öyle ki ona yapılan hakaret,cumhurbaşkanına yapılan hakaretle aynı durumda belki daha da şedit olarak değerlendirilmektedir.

 

                                   Y   I   L   A   N

“ Bunun üzerine Musa asasını yere attı. O hemen apaçık bir ejderha oluverdi.”[66]

İbni Ömer-den:Peygamberimizin minberde şöyle söylediğini,dinlediğini söyler:”Yılanları öldürün. İki çizgili ve ebteri (engerek) de öldürün. Çünkü,bunlar,gözleri kapar, (kör eder.) ve hamileler de düşük yaparlar.”[67]

Ancak daha sonra ev yılanlarının bunlardan istisna edildiği de rivayet edilmektedir.

Yılan ve akreb sokmasına karşı Peygamberimiz şu duanın okunulmasını tavsiye etmektedirler:

“Eûzü bi kelimatillâhit-tâmmati min şerri ma halaka” Yani:”Yarattığının şerrinden Allah’ın mükemmel kelimelerine sığınırım.” Bununla onların zararlarından korunulmaktadır.”[68]

“Arı su içer bal akıtır,yılan su içer zehir akıtır.”hakikatınca yapısı ve tineti itibariyle zehir üreten,korkutucu bir varlıktır.

Ömürleri ise 29 yıldır.

 

                                               M   A   Y   M   U   N

“ İçinizden Cumartesi günü azgınlık edip de bu yüzden kendilerine: Aşağılık maymunlar olun! dediklerimizi elbette bilmektesiniz.”[69]

“De ki:Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lanet ettiği ve gazab ettiği,aralarında maymunlar,domuzlar ve tağuta tapanlar çıkardığı kimseler,işte bunlar,yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.”[70]

Maymun;taklitçi bir hayvandır. Aynı zamanda gülünç bir özelliğe sahiptir.

Ayet-de;aşağılık ve sefil varlıklar olarak,aynı zamanda rezil ve düşük insanlar bunlara teşbih edilmektedir.

Maymun tüm gülünçlüğüyle beraber,bazen önemli bir hizmete vesile olmasıyla hem kendini hem de nevini kurtarmış oluyor.

Bu konuda Bediüzzaman hazretleri Yunanlıların üzerimize oynadıkları oyunlarını ve planlarını boşa çıkaracak bir şekilde,bir maymunun buradaki tarihin seyrini değiştiren rolünü şöyle dile getirir:

“Mücahid bir hayvan mersiyesi:Ayet-de:Rabbinin askerlerini ancak o bilir.”[71]

“İşte o cünuddan (askerlerden) bir gazi şehid nev-i hayvanda ki meymun (mübarek) said.(mesud)

Ey maymûnu meymun! Mü’minleri memnun,kafirleri mahzun,yunanı da mecnun eyledin. Öyle bir tokat vurdun ki,siyaset çarhını bozdun. Loyd Corc’u kudurttun,Venizelos’u geberttin. Mizanı siyasette pek ağır oturdun ki;küfrün ordularını,zulmün leşkerlerini bir hamlede havaya fırlattın. Başlarındaki maskelerini düşürüp maskara ederek bütün dünyayı güldürdün. Cennette mübeşşer olan hayvanların isrine (izine,yoluna) gittin. Cennet de saidsin çünkü gazi hem şehidsin.”[72]

 

                                               A     R     I

“ Rabbin bal arısına :Dağlardan,ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir,diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki,onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.”[73]

Bu ayette aldan bahsedildiğinden bu sureye Nahl yani Bal adı verilmiştir.

Zühri’den:”Bala devam et. Çünkü hafızaya kuvvet verir.”der.

Arının yayıldığı yere göre bal farklılık kazanır.”[74]

Özellikle bal peteğinin bir çok şekiller içerisinde altıgen olması;bu durumda hava almayarak bozulmasını engelleyici geometrik yapının ona yaptırılışı tam bir vahiy ürünüdür.”[75]

Koca bir surenin kendi adıyla isimlendirilen arı;geçmiş büyük kitaplardan İncilde de 38 defa bahsedilmekte,önemi belirtilmektedir. Arı ve balı her devirde önemini korumaktadır.

-Arı;saniyede 200 defa kanat çırpmaktadır.

-Peygamberimizin (SAM) bir çok hadislerinde de övülmüştür.

-Balın içerisine 6000 ayrı ayrı vitamin konulmuş,her bir hastalık için devayı ihtiva etmektedir.

-Tabiatı bir eczahane gibi yaratan Allah,onlar aracılığıyla binlerce bitkinin terkibiyle yan etkisi olmayan bal gibi bir lezzet,gıda ve şifa kaynağını yaratmaktadır.

-Hiç şaşırmadan ve karışmadan bu iş onlara mu’cize-vari bir şekilde yaptırılmakta,kendi güç ve büyüklüklerinin üzerinde iş gördürülmektedir. Yerlerini kokuyla tesbit ederler.

-Balla beraber bir yandan da tozlaşmayı temin eder,iğneleriyle romatizmaya fayda sağlarlar.

-Ömründe bir defa çiftleşip,kendi ağırlığının iki katı yumurtlayarak,iki yüz bin kadar tohum alan kraliçe arı emsallerine nisbetle ortalama beş yıl kadar uzun bir ömür yaşar.

Alman Dr. Zaiss:”Yer yüzünde mikropların yaşamadığı tek vasat (yer ve ortam),baldır.”der.

Erkek arılar ise sadece görevleri neslin devamını sağlamak için çiftleşmek olup,hemen akabinde ölürler.

“Arı milleti cumhuriyetçidirler”der Bediüzzaman. Yani toplu olarak çalışırlar. Münferit hareket etmezler.

En şifalı bal,koyu olan çam balıdır.

 

                                 K   A   R   I   N   C   A

“Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman,bir karınca: Ey karıncalar!Yuvalarınıza girin;Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin! dedi.”[76]    

Bu âyetden dolayı bu sureye –Karınca- manasına –Neml- adı verilmiştir.

Hadis-de:”Peygamberlerden birini bir karınca ısırdı. O da (öfkelenerek) karıncanın yuvasının yakılmasını emretti ve yakıldı. Allah taala hazretleri ona şöyle vahyetti:” Seni bir karınca ısırmışken,sen tesbih eden bir ümmeti yaktın.”[77]

-Yine hadis-de:”Bir peygamber ümmetiyle yağmur duasına çıkmıştı,bu esnada bazı ayaklarını havaya kaldırmış vaziyette bir karınca görmüştü ki,ümmetine:”Dönün artık,karıncanın durumu sebebiyle duanız kabul edilmiştir.”demiştir.”[78]

Peygamberimiz dört hayvanın öldürülmesini yasaklamıştır. Bunlar:Karınca,arı,hüdhüd,surad (sarı ve renkli ağaç kakan kuşu)”[79]

Hattabi-ye göre:”bir hayvanın öldürülmesi yasaklandı ise,bu ona hürmet için veya onda bulunan bir zarar sebebiyle değilse,etinin haram kılınması sebebiyledir. Nitekim aleyhis-salatu vesselam eti yenilmeyen hayvanın öldürülmesini yasaklamıştır.”der.[80]

“Tevhid yolunda her şey kadir-i zülcelâle intisab ve istinad ettiğinden,bir karınca bir fir’avunu,bir sinek bir nemrudu,bir mikrop bir cebbarı mağlub ettikleri gibi…

… Eğer şirk yolunda esbaba havale edilse;karıncanın eseri,karınca gibi ehemmiyetsiz….”olurdu.[81]

Bu hayvanın hayatını devam ettirmesinde bir-iki tane yetmiş olmasına rağmen onunla yetinmeyip,daha çok yiyecek yuvasına taşımaya çalışıp hayata karşı hırslı olmasından ve öyle de hareket ettiğinden ayaklar altında ezilmeye kendini müstehak eder.

 

                                               K     U     Ş

“Göğün boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allahdan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır.”[82]

“Üstlerinde kanatlarını aça kapata uçan kuşları (hiç) görmediler mi?Onları (havada) Rahman olan Allahdan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmektedir.”[83]

Cenâb-ı Hak cennetten bahsederken:”Canlarının çektiği kuş eti ile (etraflarında dolanırlar)”[84]

Hadis-de ise:”Şüphesiz ki sen cennet de bir kuşa bakar ve onu arzu edersin. Derhal o,kızartılmış olarak önüne düşer.”(Bezzar-Müsned)

 

                                               A     T

“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın,onunla Allah’ın düşmanını,sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz,Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir,siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.”[85]

“Atları,katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) zinet olsun diye (yarattı.) Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil vasıtaları)yaratır!”[86]

“ Akşama doğru kendisine,üç ayağının üzerine durup bir ayağını tırnağının üzerine diken çalımlı ve safkan koşu atları sunulmuştu.

Süleyman;gerçekten hem mal sevgisini,Rabbimi anmak için istedim,dedi. Nihayet güneş battı. (o zaman: ) Onları (atları) tekrara bana getirin,dedi. Bacaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladı.”[87]

Hadiste:”Atın alnına hayır bağlanmıştır(bu hayır) Sevab ve ğanimettir. Bu hal kıyamete kadar bakidir.”[88]

 

                                               B   A   L   I   K

“Onlara,deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar Cumartesi gününe saygısızlık gösterip haddi aşıyorlardı. Çünkü Cumartesi tatili yaptıkları gün,balıklar meydana çıkarak akın akın onlara gelirdi,Cumartesi tatili yapmadıkları günde gelmezlerdi. İşte böylece biz,yoldan çıkmalarından dolayı onları imtihan ediyorduk.”[89]

“ İçinizden taze et (balık) yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi emrinize veren O’dur. Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsun. (bütün bunlar) Onun lütfunu aramanız ve nimetine şükretmeniz içindir.”[90]

“Her ikisi,iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık,denizde bir yol tutup gitmişti.”[91]

“Yunus kendini kıvranıp dururken onu bir balık yuttu.”[92]

Hadiste:”Bize iki hayvanın ölüsünün yenmesi helal kılındı.:”Balık ve çekirge.”[93]

“Yaşaması için en uygun yer suyu kaliteli olan nehirlerdir. Daha çok kayalık yerleri,sonra da kumlu,pislik ve siyah balçık bulunmayan çok hareketli ve dalgalı,güneş ve rüzgara açık,tatlı akar suları barınmak için tercih eder.”

“Deniz balığı üstündür,güzeldir,hoştur. Taze balık soğuk ve rutubetli,hazmı zordur,pek çok balğam doğurur. Ancak deniz ve deniz gibi olan sularda yaşayan balıklar öyle değildir. Bunlar güzel bir karışım oluşturur. bedeni geliştirir,meniyi artırır,sıcak mizaçları ıslah eder.”

Yahudiler onu yemezler.

Faydası gayet çoktur. Bedenin derinliklerine varıncaya kadar tüm artıkları çıkarır,temizler.

Sesi güzelleştirir. Karnı yumuşatır.

Siyatiği iyileştirir.[94]

 

                                   E B A B İ L     K U Ş L A R I

“Rabbin fil sahiplerine neler etti,görmedin mi? Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?

Onların üstüne ebabil kuşlarını gönderdi. O kuşlar,onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu. Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.”[95]

Fil suresinin tefsirinde bu hayvanların mahiyeti hakkında değişik ifadeler bulunmaktadır:

Peygamber Efendimizin doğumundan elli gün kadar önce Kabeyi yıkmaya gelen Ebrehe ordularını gaga ve ayaklarında tuttukları pişkin tuğlaları fırlatarak,bombarduman uçakları gibi onların lime lime olmalarını sağlamış,ardından gelen yağmur ve rüzgarla denize savrulmuşlardır.

 

                                   S   İ   N   E   K

“Ey insanlar! (size) bir misal verildi;şimdi onu dinleyin:Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız(taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa,bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de aciz,kendinden istenen de.”[96]

Ebu Hureyreden rivayet edilen bir hadis de Peygamberimiz şöyle buyururlar:”Birinizin kasesinde sinek vaki olduğunda küllisini kasenin içine batırsın. Sonra sineği atsın. Zira onun kanadının birisin de şifa,diğerinde dert vardır.”

Ve arı;ağzı bal,kuyruğu zehir.

Yılan;ağzı zehir,eti zehire tiryak.[97]

Sinek;saniyede 300 defa kanat çırpmaktadır.

Ve üremesi konusunda ise;”Uzmanlardan alınan bilgiye göre,ergin dişi sinekler,haftada 300 ile 600 arasında yumurta bırakıyor. Yumurtadan çıkan dişi sinek de,bir hafta içinde üremeye başlıyor. Bu durum da,hava sıcaklığının da uygun olduğu (30 derece) şartlarda,bir ergin dişi sinekten beş hafta içinde 76 milyar sinek üreyebiliyor. Sinekle mücadelede ilaçlamanın larva döneminde yapılması gerektiğini ifade eden uzmanlar,”Sineklerin larva dönemi mart ayında olur.”diyorlar.”[98]

“… Sinekler kabilelerinin haşirleri ve bilhassa daima yüzünü,gözünü ,kanadını temizlemekle bize abdesti v e nezafeti ihtar eden ve yüzümüzü okşayan gözümüz önündeki kabilenin bir senede neşr olan efradı,beni ademin adem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu…”[99]

“… Kavak ve karaağaç gibi meyvesizlerin bir kısım yapraklarından her bir yaprağı,bir tabur sineklere yani,havada zikreden zihayatlara hem beşik,hem rahm-ı mâder,hem erzaklarının mahzeni yaptığı…”[100]

-Bediüzzaman:”Zübab risalesi”adıyla sinekler hakkında yazdığı yazısında şöyle hikmetli ifadede bulunmaktadır:

“Güz mevsiminde sineklerin terhisat zamanına yakın bir vakitte ve hodgâm insanlar cüz-i tacizleri için sinekleri itlaf (telef) etmek üzere hapishanemizdeki odamızda bir ilaç istimal ettiler. Benim fazla rikkatime (şefkatime) dokunmuştu. Odamda çamaşır ipim vardı. Bilahare insanların inadına sinekler daha ziyade çoğaldılar. Akşam vaktinde o küçücük kuşlar o ip üstünde gayet muntazam diziliyorlardı. Çamaşırları sermek için Rüşdiye dedim:

-Bu küçücük kuşlara ilişme,başka yere ser. O da kemali ciddiyyetle bu ip bize lazımdır. Sinekler başka yerde kendilerine yer bulsunlar. Her ne ise… Bu latife münasebetiyle seher vaktinde sinek ve karınca gibi kesretli küçük hayvanlardan bahis açıldı. Ona dedim ki;

-Böyle nüshaları çoğalan nevilerin ehemmiyetli vazifeleri ve kıymetleri vardır. Evet bir kitap kıymeti nisbetinde nüshaları teksir edilir. Demek sinek cinside ehemmiyetli vazifesi ve büyük kıymeti var ki;Fatır-ı Hakim o küçücük kaderi mektubları ve kudret kelimelerinin nüshalarını çok teksir etmiş.

Evet Kur’an-ı Hakimin:”Ey insanlar! Size bir misal verildi;şimdi onu dinleyin:Allah-ı bırakıb da yalvardıklarınız,o maksatla bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa,onu da geri alamazlar. İsteyen de aciz,kendinden istenen de.!”[101]

Yani;Cenâb-ı Haktan başka bütün esbab,ve uluhiyetleri ehli dalalet tarafından dava edilen aliheler içtima’ etse bir sineği halk edemezler.

Yani;sineğin hılkati (yaratılışı) öyle bir mu’cize-i Rabbaniyedir ve bir ayet-i tekviniyedir ki;bütün esbab toplansa onun mislini yapamazlar. O ayet-i Rabbaniyeye muaraza edemezler,taklidini de yapamazlar. Mealindeki ayete ehemmiyetli bir mevzu teşkil eden ve nemrudu mağlub eden ve Hz. Musa (AS) onların tacizlerine karşı müştekiyane:

“Ya rabbi! Bu muacciz mahlukları ne için bu kadar çoğaltmışsın?” deyince,ilhâmen cevab gelmiş ki;sen bir defa sineklere itiraz ettin. Bu sinekler çok defa sual ediyorlar ki;

“Ya rab! Bu koca kafalı beşer seni yalınız bir lisan ile zikir ediyor. Bazı da gaflet ediyor. Eğer yalınız kafasından bizleri halk etse idin,binler lisan ile sana zikir edecek bizim gibi mahluklar olurlardı.”diye Hz. Musa’nın şekvasına bin itiraz kuvvetinde hikmeti hılkatini müdafaa eden sineğin hem gayet nezafet-perver,her vakit abdest alır gibi yüzünü ,gözünü,kanadlarını temizleyen bu taifenin elbette mühim bir vazifesi vardır. Hikmeti beşeriyenin nazarı kasırdır,daha o vazifeyi ihata edememiş.

Evet,Cenâb-ı Hak nasıl ki deniz yüzünü temizlemek ve her günde milyarlarla vefiyyat bulunan hayvanatı bahriyye cenazelerini toplamak ve deniz yüzünü cenazelerle alude müstekreh manzaradan kurtarmak için sıhhiyye memurları nevinden gayet akil-ül lahm (et yiyici) bir kısım hayvanatı halk etmiş. Eğer o bahriyye,sıhhiyye memurları gayet muntazam vazifelerini ifa etmese idiler,deniz yüzü ayine gibi parlamayacaktı.

(Evet bir balık binler yumurta,binler yavru ve bazen bir milyon yumurtadan ibaret olan havyardan çıkan tevellüdat-ı semekiyyeye (balıkların doğumuna) nisbeten vefiyatları bulunacak ta ki muvazene-i bahriyye muhafaza edilebilsin. Rahimiyyeti ilâhiyyenin latif cilvelerindendir ki valide balıkların yavrularıyla nisbetsiz bir tefavütü cismi de bulunduklarından yavrulara valideleri kumandanlık edemiyorlar. Sokuldukları yere giremedikleri için Hakim ve Rahim,yavrular için de onlara küçük bir kumandan çıkarıp validelik vazifesini o küçük kumandancıklara gördürür.)

Belki hazin ve elim bir bulanıklık gösterecekti. Hem her günde milyarlarla yabani hayvanlar ve kuşların cenazelerini toplamakla rûy-i zemini o taaffünattan (kokuşmadan) temizlemek ve zihayatları o elim ve hazin manzaralardan kurtarmak için nezafet ve sıhhiyye memurları hükmünde olan kartallar misullu kerametkârâne gizli ve uzak beş-altı saat mesafeden bir sevki rabbani ile o cenazenin yerini,giden ve kaldıran âkil-ul lahma kuşları ve vahşi hayvanları halk etmiş. Eğer bu berriyye (karaların) sıhhiyyeleri gayet mükemmel,intizam-perver,vazifedâr olmasa idiler zemin yüzü ağlanacak bir şekil alacaktı.

Evet âkil-ül lahm hayvanların helal rızıkları vefat eden hayvanların etleridir. Hayatta olan hayvanların etleri onlara haramdır. Eğer yeseler ceza görürler.

“Hatta Yaktassul Cemmâ-u minel Karnâ-i” Yani;”Boynuzsuz olan hayvanın kısası kıyamette boynuzludan alınır.”diye ifade-i hadisiyye gösteriyor ki;gerçi cesedleri fena bulan,fakat ervahları baki kalan hayvanat mabeyninde dahi onlara münasib bir tarzda dar-ı bekada mücazat ve mükafatları vardır. Ona binaen canavarlara sağ hayvanların etleri haramdır,denilebilir. Ve küçücük hayvanların cenazelerini ve nimetin küçücük parçalarını tanelerini toplamak vazifesiyle karıncaları nezafet memurları olarak hem niâm-ı ilâhiyye (ilahi nimetler) nin küçücük parçalarını teleften ve çiğnemekten ve hakaretten ve abesiyetten sıyanet (korumak) etmekle ve küçücük hayvanatın cenazelerini toplamakla sıhhiyye memurları gibi tavzif olunmuşlar. Aynen onlardan daha mühim sinekleri dahi insanın gözüne görünmeyen hastalıkların mikroplarını ve madde-i semmiyeyi (zehirli maddeyi) temizlemekle sinekler muvazzaftırlar. Değil mikropların nâkileleri bilakis muzır mikropları mass yani emmek ve yemek ile o mikropları imha,o madde-i semmiyyeyi istihaleye uğratırlar. Çok sari hastalıkların önünü alırlar. Hem sıhhiyye ve neferleri,hem tanzifat memurları,hem kimyager olduklarına ve geniş bir hikmete mazhar bulunduklarına delil ise onların gayet kesreti (çokluğu) dir. Çünki kıymettar,menfaattar şeyler teksir edilir.

(Bir sineğin kanadı ve vücudu ne kadar harika bir sanatı rabbaniye olduğuna lâtifane bir işaret olarak meşhur Yunus Emre’nin bu fıkrası ne güzel bildirir:

Bir sineğin kanadını kırk kağnıya yüklettim.

Kırkı da çekemedi kaldı şöyle yazılı.

Ey hodgâm insan! Sineklerin binler hikmeti hayatiyyesinden başka sana aid bu küçücük faidesine bak. Sinek düşmanlığını bırak. Çünkü,gurbette kimsesiz,yalnızlık da sana ünsiyet verdiği gibi,gaflete dalıp fikrini dağıtmaktan seni ikaz eder. Ve latif vaziyeti ve abdest alması yüzünü,gözünü temizlemesiyle sana abdest ve namaz ve hareket ve nezafet gibi vazife-i insaniyeti ihtar eden ve ders veren sineği görüyorsun. Hem sineğin bir sınıfı olan arılar nimetlerin en tatlısı,en latifi olan balı sana yedirdikleri gibi Kur’an-ı mu’cizül beyanda vahyi rabbaniye mazhariyetle serfiraz olduğundan onları sevmek lazım gelirken sinek düşmanlığı belki insana daima muavenete dostane koşan ve her belasını çeken hayvanata düşmanlığı ğadrdir,haksızlıktır. Muzırların yalınız zararlarını def için mücadele olabilir. Mesela koyunları kurtların tecavüzünden korumak için onlara mukabele edilebilir. Acaba hararet zamanında vücudun idaresinden fazla olan kanın çoğalması ve bulaşık bazı mevaddı muzırrayı (zararlı maddeleri) hamil evride de cereyan eden mülevves kana musallat belki memur olan sivrisinek ve pireler fıtri haccamlar olmasınlar mı? Muhtemel;”Sübhane men tahayyere fi sun’ihil ukul”

“Akılların yapılışında hayrete kaldığı zatı takdis ederim.”

Nefsimle mücadele ettiğim bir zamanda nefsim kendinde gördüğü nimeti ilâhiyyeyi kendi malı tevehhüm ederek gurura,iftihara,temeddühe başladı. Ben ona dedim ki;”Bu mülk senin değil,emanettir. O vakit nefis gurur ve iftiharı bıraktı. Fakat tenbelliğe başladı.

Benim malım olmayana ne bakayım,zayi’ olsun,bana ne? dedi. Birden gördüm. Bir sinek elime kondu,emanetullah olan gözünü yüzünü,kanadlarını güzelce temizlemeğe başladı. Bir neferin miri silahını,elbisesini güzelce temizlediği gibi,sinek de temizliyordu. Nefsime dedim,bak. Baktı,tam ders aldı. O sinek ise mağrur ve tenbel nefsime hoca ve muallim oldu.

Sinek pisliği tıb cihetiyle zararı yok bir maddedir ki;bazen tatlı bir şurubtur. Fakat sinek yediği binler muhtelif muzır maddelerin ve mikropların ve semm-‘zehir’lerin menşe-i olmakla sinekler küçücük istihale ve tasfiye makinaları hükmüne geçmeleri hikmeti rabbaniyeden uzak değildir. Belki şe’nindendir.

Evet arıdan başka sineklerin bazı taifeleri muhtelif,müteaffin maddeleri yerler. Mütemadiyen pislik yerine katre katre şurub damlatırlar.O semli müteaffin maddeleri ağaçların yapraklarına yağan kudret helvası gibi tatlı,şifalı bir şuruba tebdil ederek bir istihale makinası olduklarını isbat ederler. Bu küçücük ferdlerin ne kadar büyük bir milleti,bir taifesi olduğunu göze gösterirler. Küçüklüğümüze bakma. Taifemizin azametine bak. “Sübhanallah” diye lisanı hal ile söylerler.

(Evet sineğin küçücük bir taifesi baharın ahirinde badem ve zerdali ağaçlarının dallarında siyah bir kütle halinde halk olunup,dala yapışık olup kalırlar. Mütemadiyen pislik yerine damlacıklar onlardan akıyor. O katreler bal gibi sair sinekler etrafına toplanır,emerler. Diğer bir başka taifesi de nebatatın çiçeklerinin ve incir gibi bir kısım ağaçların telkihinde (tozlaşmasında) istihdam olunuyorlar. Sinek taifelerinden yıldızlı,mumlu,ışıklı olan yıldız böceği şayanı temaşa olduğu gibi sinek taifelerinden yaldızlı altun gibi parlak kısmı da şayanı dikkattir. Mızraklı sinek eşkiyaları hükmünde olan yabani arıları da unutmamalıyız. Eğer halıkı rahman onların dizginini çekmese idi,bu mızraklı taifeler pireler gibi insanlara hücum etse idiler,nemrudu öldürdükleri gibi nev-i insanı da hırpalayacaktılar.

“Sinek onlardan bir şey kapsa,onu da geri alamazlar.”[102] ayetinin manayı işarisini tefsir ederdi. İşte bunlar gibi yüz namdar hasiyetli taifeleri bulunan sinek cinsinin büyük bir ehemmiyeti vardır ki,mezkur azim ayet onu mevzu yapmış.”Ey insanlar! Size bir misal verildi…”[103]ila ahire..demiş.”[104]

Karasinekler 17 gün yaşarlar.

 

                                            S   İ   V   R   İ   S   İ   N   E   K

“Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince,onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kafir olanlara gelince:Allah böyle misal vermekle ne murad eder?derler. Allah onunla bir çok kimseyi saptırır,bir çoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fasıkları saptırır.(Çünkü bunlar birer imtihandır.)”[105]

Her bir varlık başlı başına bir memuru ilahidir. Kendilerine verilen görevleri hakkıyla ifa ederler. Bu hayvanı belki çoğumuz sevmeyiz. Özellikle uykumuzu kaçırdığı için kızarız.

Oysa bu hayvan bir hemşire maharetiyle vücuttaki pis kanı emerek,kanı temizler.

Hacametlerini yara açmadan ustalıkla yaparlar. Daha doğrusu onlara yaptırılır,ilham edilir.

 

                                               A   R   S   L   A   N

“Böyle iken (yani şefaatçıların şefaatı onlara fayda vermezken) onlara ne oluyor ki,adeta arslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi (hala) öğütten yüz çeviriyorlar.”[106]

Kalblere haşmetli duruşlarıyla korku salmaktadırlar. Kendilerine güvendiklerinden teker teker gezib,sürü oluşturmazlar.

Cesur ve kahraman insanlar da arslana benzetilirler.

Ömürlere ortalama 24 yıldır.

 

                                   E   Ş   E   K   ( M E R K E B – İ Ş L E K )

Binek için yaratılmış,[107] Allah mu’cize eseri olarak Üzeyir aleyhis-selama öldükten sonra dirilmeyi,harab olmuş bir kasabada yüz yıl uyutur,bir gün gibi zanneder. Yiyecek içecek bozulmamış. Yalnız iskelet olmuş bir merkebi yüz sene sonra tekrar dirilterek temsil getirir.”[108]

“Yürüyüşünde tabii ol,sesini alçalt. Unutma ki,seslerin en çirkini merkeblerin sesidir.”[109]

“Tevratla yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu,ciltlerle kitab taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah,zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”[110]

“Öğüt dinlemeyenleri arslandan ürküp kaçan “Yaban eşekleri”[111] gibi tavsif etmektedir.

Rasulullahın ümmetine,eşek anırmasını işittiklerinde,hakkın rahmetinden kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınmalarını;horozların ötüşünü işittiklerinde de Allah’ın lutfunu istemelerini emretmiştir.[112]

“Ve” bir meclisten Allah’ı zikretmeksizin kalkan bir topluluk ancak eşek leşi gibi kalkmış olur.”buyurur.[113]

 

                                                                                              24-05-1996

                                                                                  MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Bakara.164,Lokman.10,Şura.29.

[2] Maide.1-2,Hac.30.

[3] En’am.38.

[4] Enfal.22.

[5] Enfal.55.

[6] Hud.6,Ankebut.60.

[7] Hud.56.

[8] Nahl.5,10,Hac.28,34.

[9] Hac.18.

[10] Mü’minun.21-22,Mü’min.79-80,Casiye.4,Nahl.5-8,66,Yasin.71-73.

[11] Neml.82.

[12] Sebe’.14.

[13] Fatır.28.

[14] Şura.11,Zuhruf.12-13.

[15] En’am.142.

[16] Nur.45.

[17] Zümer.6.

[18] Osmanlıca Lem’alar. B. Said Nursi.909-910.

[19] Nahl.80,Hac.33.

[20] Tekvir.5.

[21] Neml.1-20.

[22] Lem’alar. 350.

[23] Kütüb-ü Sitte. Prof. İ. Canan. 7 / 269-291.

[24] Age. 7 / 287,Lem’alar.age.222.

[25] En’am.144.

[26] A’raf.40.

[27] A’raf.73,Hud.64,İsra.59,Şuara.155,Kamer.27,Şems.13.

[28] A’raf.77.

[29] Yusuf.65,72.

[30] Haşr.6.

[31] Mürselat.33.

[32] Tekvir.4.

[33] Ğaşiye.17.

[34] age. 7 / 333,352-354,146, 8 / 52,140,536, 10 / 478 –vd, 12 / 195, 16 / 598-599, 17 / 182.

[35] A’Raf.133.

[36] Kamer.7-8.

[37] Kütüb-ü Sitte.age. 17 / 404.

[38] Maide.4.

[39] A’raf.176.

[40] Kehf.18,22.

[41] Zad-ul Mead. İbni Kayyım el-Cevzi. (Heyet) 6 / 339.

[42] Kütüb-ü Sitte.age. 14 / 160.

[43] Mesnevi-i Nuriye. B. Said Nursi.sh.64.

[44] Age.65.

[45] Bakara.57,A’raf.160,Ta-Ha.80.

[46] Bak. Zaman gaz.11-5-1993.

[47] En’am.143.

[48] En’am.146.

[49] Ta-Ha.18.

[50]   Enbiya.78.

[51] Sad.23-24.

[52] Kütüb-ü Sitte. age. 7 / 289, 8 / 536.

[53] A’raf.133.

[54] Kütüb-ü Sitte.age. 14 / 163, 11 / 313.

[55] Age. 11 / 314.

[56] Zad-ul Mead.age. 5 / 60.

[57] Yusuf.13-14.

[58] Yusuf.17.

[59] Bak. Kütüb-ü Sitte.age. 17 / 405-406.

[60] Ankebut.41.

[61] Bakara.67-71.

[62] En’am.144.

[63] En’am.146.

[64] Yusuf.43.

[65] Yusuf.46.

[66] A’raf.107,Ta-Ha.20,Şuara.32,Neml,10,Kasas.31.

[67] Kütüb-ü Sitte. age. 14 / 151-157.

[68] Age. 17 / 451.

[69] Bakara.65,A’raf.166.

[70] Maide.60.

[71] Müddessir.31.

[72] Asar-ı Bediiyye. Said Nursi. (osmanlıca) sh.86.

[73] Nahl.68-69.

[74] Zad-ul Mead. age. 5 / 63.

[75] Allah ve Modern İlim. 2 / 191, Sızıntı derg.Ağustos. 1988 (279),Köprü derg. Mart.1981.(11),Zafer derg.Ekim.1988.(38),Mesnevi-i Nuriye.age.165.

[76] Neml.18.

[77] Kütüb-ü Sitte. age. 7 / 277.

[78] Age. 7 / 283.

[79] Age. 14 / 161, 7 / 274-278.

[80] Age. 14 / 162.

[81] Şualar. age. 21-22.

[82] Nahl.79.

[83] Mülk.19.

[84] Vakı-a.21.

[85] Enfal.60,Adiyat.1-5.

[86] Nahl.8.

[87] Sad.31-33,Al-i İmran.14,Haşr.6.

[88] Kütüb-ü Sitte. age. 8 / 71,68-76,49, 5 / 38-39, 7 / 288, 11 / 156.

[89] A’raf. 163.

[90] Nahl.14,Fatır.12.

[91] Kehf.61.

[92] Saffat.142,Enbiya.87,Kalem.48.

[93] Kütüb-ü Sitte. age. 17 / 403.

[94] Bak.Zad-ul Mead. age. 5 / 51-52.

[95] Fil.1-5.

[96] Hac.73.

[97] Tac Tercümesi. B. Sadak.3 / 353, Sahih-i Buhari. M. Vehbi. 4 / 191,Alkol ve Sigara. K. Durdu.82, Zad-ul Mead. 5 / 37.

[98] Türkiye gazt. 7-5-1996.

[99] Şualar. age. 32.

[100] Age.33.

[101] Hac.73

[102] Hac.73.

[103] Hac.73.

[104] Osmanlıca Lem’alar. B. Said Nursi.884-891.

[105] Bakara.26,Bak. İşarat-ül İ’caz. B. Said Nursi.176-200.

[106] Müddessir.49-51.

[107] Nahl.8.

[108] Bakara.259.

[109] Lokman.19.

[110] Cum’a.5.

[111] Müddessir.50.

[112] Zad-ul Mead.age. 2 / 476.

[113] Age. 2 / 477.

 

 




KUR’AN-DA ADI GEÇEN MEYVELER VE ÖZELLİKLERİ

         KUR’AN-DA ADI GEÇEN MEYVELER VE ÖZELLİKLERİ

            Âyette:”O,gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O itkiden de kendisinde üst üste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik;hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar;üzüm bağları;bir kısmı birbirine benzeyen,bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken o olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.”[1]

            “İnsan,yediğine bir baksın! Şöyle ki:Yağmurlar yağdırdık. Sonra toprağı göz göz yardık da oradan ekinler,üzüm bağları,sebzeler,zeytin ve hurma ağaçları,iri ve sık ağaçlı bahçeler,meyveler ve çayırlar bitirdik. (Bütün bunlar) sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir.”[2]

            Bütün bu muhtelif meyvelerin yaratılması elbette Allah’a mahsustur.

            “Yeri döşeyen,onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi de gündüzün üzerine o örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır.”[3]

            Kudretin diğer bir nişanesi de;Bir şeyden her şeyin,her şeyden de bir şeyin yaratılmasıdır. Yani toprak gibi tek bir maddeden tat,koku,renk gibi özelliklerin yaratılması ve bir çok element ve proteinlerden de bir tek insan vücudu,kan veya bir mevcudun vücud bulması…

            “Yer yüzünde birbirine komşu kıt’alar,üzüm bağları,bir kökten ve çeşitli köklerden dallanmış hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi bir su ile sulanır.(Böyle iken) yemişlerin de onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda akıllarını kullanan bir toplum için ibretler vardır.”[4]

            İşte insanlar için,Allah tarafından farklı farklı olarak yaratılan meyvelerden bir kısmı:

                                              

                                               HURMA   VE  HURMA AĞACI

            “Biz,yer yüzünde nice nice hurma bahçeleri,üzüm bağları yarattık ve oralarda bir çok pınarlar fışkırttık.”[5]

            “Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir.”[6]

            “Hurma ağaçlarından,her hangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah’ın izniyledir ve onun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir.”[7]

            Hurmada huzur ve saadetin vesilesi bulunduğu belirtilirken,onun kaybında rezillik ve rüsvaylık olduğuna işaret edilmektedir.

            Peygamberimiz(SAM):”Kuru hurmayı tereyağıyla yerdi;bunu severdi.”[8]

            Hurma ve hurma ağacının özelliklerine gelince:

            Peygamberimiz(SAM):”Hurma ile iftar etmeyi,bulunmazsa su ile açmayı teşvik ederlerdi.[9]

            Sebebi ise;”Mide boş iken tabiata tatlı şeyi vermek,o şeyi tabiatın kabul etmesine ve güçlerin,özellikle de görme gücünün,ondan yararlanmasına daha iyi sebeb olur. Güçler ( yahut görme gücü) tatlı şey ile kuvvet kazanır. Medinenin tatlısı ve reçeli hurmadır. Medineliler yanında hurma gıdadır,katıktır;yaş hurma meyvedir.

            Suya gelince;Oruç tutunca ciğerde bir tür kuruluk meydana gelir. Su ile ıslatıldığında bundan sonra gıdadan yararlanması doruk noktada olur. Bu yüzden susamış aç kimsenin yemekten önce biraz su içip sonra yemek yemesi daha uygundur. Mamafih hurma ve suda kalbin iyileşmesine tesir eden bir özellik vardır ki,bunu ancak kalb doktorları bilirler.”[10]

            Peygamberimiz (SAM) kalbinden rahatsız olan Sa’d-a doktora gitmesini ve bununla beraber;”İyi Medine hurmasından (Acve) yedi adet al ve onları çekirdekleriyle birlikte öğüterek bulamaç yap. Daha sonra da onları ağızdan alırsın.”[11]

            Ve:”Kim her gün sabahları (aç karnına) Âliye’de (Arap yarım adasının yüksek kısımları. Necid’in üzerinden Tihame-ye,Mekke’nin gerisine kadar olan kısımdır.) yetişen hurmadan yedi tane yerse,o gün içinde o kimseye zehir ve sihir zarar vermez.”(Sahihayn)

            “Hurma;sıcaklığı ikinci derece de olan,sıcak ve soğuk bölgelerde yaşayanlar için gıdaların en kıymetlisidir. Soğuk bölgelerde oturanların iç yapıları (batın),sıcak ve sıcak bölgelerde oturanların iç yapıları soğuk olması sebebiyle hurma,sıcak bölge insanına daha faydalı ve etkilidir.

            … Hurma;hem gıdalar,hem ilaçlar,hem de meyveler cinsine dahildir. Tüm bedenlere muvafık bir özelliğe sahiptir. Vücut sıcaklığını güçlendirir. Zararlı ve fuzuli maddeleri ihtiva eden diğer gıdalar ve meyveler gibi lüzumsuz fazlalıklar meydana getirmez.”[12]

            Hurma;ciğeri güçlendirir,tabiatı yumuşatır. Özellikle de çam tohumu ile birlikte şehveti arttırır. Boğazın hainliğini giderir.

            .. Aç karnına yenilmeye devam edildiğinde kurtları zayıflatır,azaltır veya öldürür.”[13]

            “Sahihayn-da Abdullah bin Ömer anlatır;Rasulullahın (SAM) yanında otururken,bir de baktık hurma özü (Cümmar) getirildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber(SAM):”Ağaçlar içerisinde bir tanesi vardır ki,müslüman adama benzer,yaprakları düşmez.”buyurdu.

            Cümmar,birinci derece de soğuktur ve kurudur. Yaraların ağzını kapatır. Kanamalara,karın gitmesine,acı safranın galebesine,kanın galeyanına karşı iyi gelir. Sindirimi zor değildir,kolay gıda verir,yavaş yavaş hazmolunur. Ağacının her şeyi faydalıdır. Fayda ve menfaatı çok olduğundan Hz. Peygamber tarafından,müslüman adama benzetilmiştir. “[14]

            “.. Meryem validemiz Hz. İsa-yı doğuracağı zaman onun altına (hurma ağacının) inmiştir.”[15]

            Bediüzzaman hazretleri Eserlerinde Hurmadan Teşbihlerle,[16] çölde yaşayanların en önemli geçim kaynakları olduğundan[17],kalbe hem lezzet,hem zevk,hem de rızık olmasıyla beraber[18],Tevhide de büyük bir ayet ve hüccet olduğunu ifade eder.[19]

            Ayrıca Peygamberimizin dayanıb da sohbet ettiği,daha sonra oradan ayrılmasıyla artık ona dayanmaması üzerine kalabalık cemaat içerisinde deve gibi ağlayıp enin eden kuru direk,”Hanin-ul Ciz’” hadisesindeki direk,Hurmadan idi.[20]

 

                                                        Ü   Z   Ü   M

            Kur’an-ı Kerim-de hurma ile beraber zikredilen üzüm;[21][22]cennet de,Takva sahiblerine verilecek bir nimet olarak zikredilir.

            “Şüphesiz takva sahibleri için umulanı buldukları yer,bahçeler,üzüm bağları…(vardır)”[23]       

            Üzüm;”Hem bir meyve,hem bir temel gıda maddesi;hem katık,hem deva,hem de içecektir.

            Tabiatı yumuşatır,şişmanlatır. Meyvelerin kralı olan üç şeyden biridir. Diğer ikisi de yaş olgun hurma ile incirdir.”[24]

            Bediüzzaman kendisinden teşbihlerle bahsettiği üzümün,[25]latif,leziz ve tatlı birer nimet olarak[26],Tevhide delil teşkil ettiğini[27]

 

                                                           Z   E   Y   T   İ   N

            Cenâb-ı Hak ehemmiyetine binaen zeytine ,yemin etmektedir.[28] Ve bunu;”Bir kısmı birbirine benzeyen”derken zeytini de:”Bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik.”buyurmaktadır.[29]

            Bu kasemle de;”azamet-i kudretini ve kemal-i rahmetini ve büyük nimetlerini ihtar ederek…”hem faydalı ve hem de yaratılışlarında;”medar-ı dikkat ve nimet çok şeyler bulunması..”[30]onun varlığının delillerindendir.

            “Tûr-i sina da yetişen bir ağaç daha meydana getirdik ki,bu ağaç hem yağ hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir.”[31]

            “Allah göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili,içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir;o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki,doğuya da batıya da nisbet edilemeyen MÜBAREK bir ağaçtan,yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı,neredeyse,kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu) nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.”[32]

            Burada zeytin mübarek ve bereketli bir meyve olarak zikredilmektedir.

            Zeytinin özellikleri ise; Hadis-de:”Zeytinyağı yeyiniz ve onunla yağlanınız.”buyurulmuştur. Başka bir rivayette:” Çünki o bereketli (mübarek) bir ağaçtandır.”[33]

            Özellikleri:Zehirlere karşı fayda verir,karnı bırakır,solucanı düşürür. Cildi yumuşatır,saçın ağarmasını yavaşlatır.

            Tuzlu zeytin suyu,ateş yanıklarının kabarmasını önler,diş etlerini güçlendirir. Zeytin yaprağı kızıla,ısırgıya (karıncalanma),kirli yaralara,kızamığa iyi gelir ve teri önler.”[34]

 

                                               N   A   R

“Bir kısmı birbirine benzeyen,bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik.”[35]

Hususiyetleri ise;Hz. Ali:”Narı içindeki zarı ile birlikte yeyiniz. Çünki o mideyi tabaklar.”der.

Mide için iyi olup,onu güçlendirir. Boğaza,göğüse,akciğerlere fayda verir,öksürüğe iyi gelir. Suyu karnı yumuşatır. Bedene kolay bir gıda verir. İnce ve şeffaf olduğu için çabuk çözülür ve mide de hafif bir hararet ve gaz meydana getirir. Bu yüzden şehvete yardımcı olur ve hummalılara iyi gelmez. Tuhaf bir özelliği de ekmekle yenildiğinde onu bozulmaktan engellemesidir.

Ekşisi soğuk ve kuru,tutucu ve latif bir özellik arz eder. Yanan midelere iyi gelir. Diğer narlardan daha iyi şekilde sidiği söktürür,safrayı teskin eder,ishali keser,kusmayı engeller,dışkıyı yumuşatır.

Karaciğer hararetini söndürür,azaları güçlendirir,safradan kaynaklanan hafakanlara,kalbe ve mide ağzına arız olan ağrılara iyi gelir. Mideyi güçlendirir,oradaki artıkları defeder,safrayı ve kanı söndürür.

Nar çekirdeği bal ile birlikte tırnak iltihabına (dolama) ve pis (inatçı) yaralara sürülür. Nar çiçeği cerâhatlı yaralar için kullanılır. Her sene üç nar çiçeği yutan kimse,o sene için göz ağrısından emin olur.”[36]

Risale-i Nurlarda hem teşbih[37],hem de Tevhide delil olarak bahsedilmektedir.[38]

 

                                               İ   N   C   İ   R

Bir sureye adını veren Tin yani incir;önemine binaen kendisiyle kasem edilmektedir.[39]

Özellikleri:Böbrek taşlarını ve mesaneyi temizler,zehirlere karşı koruyucudur. Bütün meyvelerden daha gıdalıdır. Boğaz,göğüs ve ğırtlak sertliğine iyi gelir. Karaciğeri ve dalağı yıkar,mideden balgamı temizler,bedene iyi bir gıda olur. Ancak çok yenildiği zaman bitlenmeye yol açar.

Galinos:”Bir kimse öldürücü zehir almadan önce,ceviz ve sedef otu (Sezab) ile birlikte incir yerse,fayda verir ve onu zarardan korur.”demiştir.

Peygamberimize bir tabak incir hediye edildi.”Yeyiniz.” buyurdu ve kendileri de yiyerek:”Eğer bir meyve cennetten indi deseydim bunu derdim. Ne var ki,cennet meyvesi çekirdeksizdir. Ondan yiyiniz. Çünki o basurları kesen ve Nikris (erkeklerde bulunan ve topuklarla ayak parmakları mafsalların da meydana gelen şişliktir. Gut hastalığı) hastalığına iyi gelir.”buyurdu.

Müzmin öksürüğe iyi gelir. Sidiği söktürür,karaciğer ve dalak tıkanıklıklarını açar,böbrek ve mesanelere iyi gelir. Aç karnına,özellikle de badem ve cevizle yenildiği vakit gıda olan kılcal damarların açılmasında müthiş etkisi vardır. Ağır gıdalarla alınması gerçekten kötüdür.”[40]

Risale-i Nurlarda Teşbihler[41] ve Tevhide delil olarak bahsedilmektedir.[42]

 

                                                                       MEHMET   ÖZÇELİK

[1] En’am.99.

[2] Abese.24-32.

[3] Ra’d.3,İbrahim.32,Nahl.11,Mü’minun.19.

[4] Ra’d.4.

[5] Yasin.34.

[6] Kaf.10-11.

[7] Haşir.5,Ayrıca bak.Bakara.266,En’am.99,141,Ra’d.4,Nahl.11,67,İsra.91,Kehf.32,Meryem.23,25,Ta-Ha.71,Mü’minun.19,Şuara.148,Yasin.39,Kamer.20,Rahman.11,68,Hakka.7,Abese.29.

[8] Zad-ul Mead.İbni Kayyım el-Cevziyye. 1 / 135.

[9]Age. 2 / 66, Bak. Ahmed. 3 / 164,4 / 17-18,213-214, Tirmizi.694,696, Ebu Davud.2355,2386,İbni Huzeyme.2066-2067,Abdurrezzak.7586, İbni Mace.1699, İbni Hibban.893, Hakim. 1 / 431-432

[10] Zad-ul Mead.age. 2 / 66, 5 / 21.

[11] Ebu Davud.3875.

[12] Zad-ul Mead.age. 4 / 329-330.

[13] Age. 5 / 24.

[14] Age. 5 / 27-28,108.

[15] Age. 5 / 109,Meryem suresi.23-26,bak.zaman gaz.20-12-1998.

[16] Sözler.273,396,Mektubat.16,44,97,İşarat-ül İ’caz.164,Mesnevi-i Nuriye.103,182-183,Barla Lahikası.246,256-257,Emirdağ Lahikası. 1 / 72,103,Sikke-i Tasdik-i Ğaybi.24,217.

[17] Sözler.377.

[18] Sözler.382,421,432,Mektubat.113-114,117-118,148.

[19] Şualar.156,619,667,Mesnevi-i Nuriye.190,Barla Lahikası.257,

[20] Bak.Mektubat.129,131.

[21] Bakara.266,En’am.99,141,Ra’d.4,Nahl.11,67,İsra.91,Kehf.32,Mü’minun.19.Yasin.34,Abese.28.

[23] Nebe’.31-32.

[24] Zad-ul Mead.age. 5 / 63.

[25] Sözler.68,150,473,Mektubat.369,Lem’alar.129,İşarat-ül İ’caz.115,Barla Lahikası.141,145,315.

[26] Sözler.421.

[27] Sözler.230,280,302,396,Şualar.156-157,Mesnevi-i Nuriye.181.

[28] Tin.1.

[29] En’am.99,141.

[30] Bak. Mektubat. B. Said Nursi.390.

[31] Mü’minun.20.

[32] Nur.35,Bak.Nahl.11,En’am.141,Abese.29.

[33] Tirmizi. Darimi.İbni Mace.Hakim.Zad-ul Mead.age. 5 / 36-43.

[34] Age. 5 / 44.

[35] En’am.99,141,Rahman.68.

[36] Zad-ul Mead.age. 5 / 42-43.

[37] Sözler.35,287.

[38] Age.305,Lem’alar.124,230,295.

[39] Tin.1.

[40] Zad-ul Mead.age. 5 / 24-25.

[41] Sözler.35,518.

[42] Age.,Lem’alar.124,138,Mesnevi-i Nuriye.94,163.




KUR’AN-DA ADI GEÇEN BİTKİLER VE ÖZELLİKLERİ

KUR’AN-DA ADI GEÇEN BİTKİLER VE ÖZELLİKLERİ

            “O, gökten su indirendir. İşte biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üst üste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik;… Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.”[1]

            “…ekinleri… yaratan O’dur.[2] Ve bunlar belli bir miktar ve ölçü de bitirilmiştir.[3]

            Bitirilen bu yeşillikler de hayvanlar için bir otlak vardır.[4]

            Su bereketiyle bahçeler,daneler,tomurcuklar ve ağaçlar oluşmuştur.[5]

            Sebzeler,çayırlar…[6]

            Bunlardan ders almak üzere kulağımızı açıp dinlemek,gözümüzü çevirip görmek için bizlere seslenir.:”Yer yüzüne bir bakmazlar mı? Orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirdik.

            Şüphesiz bunlarda (Allah’ın kudretine) bir nişane vardır;ama çoğu iman etmezler.”[7]    Halı gibi döşenen bu yer yüzünde Cenâb-ı Hak:”Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik.”[8]

            Yeryüzünün yemyeşil,rengarenk,tam bir renk cümbüşü,denizin maviliği,göğün maviliği ve bunların arasındaki uygun ve uyumlu ahenk. Elbette Allah’ın eseridir.

            “Şimdi bana ektiğinizi haber verin. Onu siz mi bitiriyorsunuz,yoksa bitiren biz miyiz? Dileseydik onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız. “Doğrusu borç altına girdik. Daha doğrusu biz yoksul kaldık.”(derdiniz)[9]

            İnsan için yaratılan bu nimetlere karşı;”O halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?”[10]

            Eyyub Peygamber hasta olan hanımına iyi olunca bir hatasından dolayı yüz değnek vuracağını söylemesi üzerine,yemini yerine getirmesi üzerine Cenâb-ı Hak:”Eline bir demet sap al da onunla vur,yeminini böyle yerine getir.”[11]

            İşe yaramayıp,hayat alametleri olmayanları ise Rabbimiz:”Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oluverdiler.”[12]

            Kuru ota teşbih etmektedir.

            Cenâb-ı Hak cennet de Hz. Âdem ve Havva’ya yasak olan ağaca yaklaşmamalarını söylemesine rağmen,şeytanın onlara melek olacaklarını ve yemeleri halinde orada ebedi kalacakları aldatmacasını verib,yemelerini sağlaması üzerine,yediklerinde ayıb yerleri açılarak cennetin yapraklarından örtünmeye başladılar. O ağaç onlar için bir imtihan ağacı oldu.[13]

            Allah güzel ve kötü bir sözü şöyle bir teşbihle anlatır:”Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi:Güzel bir sözü,kökü (yerde) sabit,dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti)

            (O ağaç),Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.

            Kötü bir sözün misali,gövdesi yerden koparılmış,o yüzden ayakta durma imkanı olmayan (kötü) bir ağaca benzer.”[14]

            Bu ağaçlar bir yandan insanlara,bir yandan da hayvanlara nimet olmakta,tabiatın güzelleşmesinde ve temizlenmesinde önemli rol oynamaktadır.”[15]

            “Şayet yer yüzündeki ağaçlar kalem,denizde arkasından yedi deniz katılarak (mürekkeb olsa) yine Allah’ın sözleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galib ve hikmet sahibidir.”[16]

            Cenâb-ı Hak cehennemdeki zakkum ağacını da şöyle tavsif etmektedir:”Şimdi,ziyafet olarak,cennet ehli için anılan bu nimetler mi daha hayırlı,yoksa zakkum ağacı mı?Biz onu (zakkumu) zalimler için bir fitne (imtihan) kıldık.

            Zira o,cehennemin dibinde bitip yetişen bir ağaçtır.

            Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir. (cehennemdekiler) ondan yerler ve karınlarını ondan doldururlar.

            Sonra zakkum yemeğinin üzerine onlar için,kaynar su karıştırılmış bir içki (içecek) vardır.

            Sonra kesinlikle onların dönüşü,çılgın ateşe olacaktır.

            Kuşkusuz onlar atalarını dalalette buldular da peşlerinden koşup gittiler.[17]

            Balığın karnından sahile fırlatılan Yunus (AS) hakkında:”Ve üstüne (gölge yapması için)) kabak türünden geniş yapraklı bir nebat bitirdik.”[18]

            “Andolsun ki o ağacın altında (semre) sana biat ederlerken Allah,o mü’minlerden razı olmuştur. Kalblerinde olanı bilmiş,onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.”[19]

            “Her şey onu tesbih eder ve ona secde eder.”[20],”Bitkiler (yıldız) ve ağaçlar secde ederler.”[21]

            “(Birbirine sürtmek suretiyle)Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O’dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz.”[22]

            “Söyleyin şimdi bana,tutuşturmakta olduğunuz ateşi,onun ağacını siz mi yarattınız,yoksa yaratan biz miyiz?

Biz onu ibret ve çölden gelip geçenlerin istifadesi için yarattık.”[23]

İnfak edenlerin misali her başakta yüz dane bulunan yedi başaklı bir daneye benzetilir.[24]

Her şey Allah’ın ilmindedir. “O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”[25]

“Şüphesiz,Allah tohumu ve çekirdeği çatlatandır. Ölüden diriyi çıkaran,diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde (haktan) nasıl dönersiniz”[26]

“Bir hardal tanesi kadar dahi olsa…”[27] kıyamet gününde her şey adalet terazisinde ölçülecektir.

Yine bu yaratılanlar içinde:”Yapraklı daneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.”[28]

Aynı zamanda insanlara:”Ekinlere karşı düşkünlük”[29] ve çekicilik verilmiştir.

Bundandır ki;ekinleri tahrib etmek,yer yüzünde fesat çıkarmak ve nesilleri bozmayla beraber zikredilmiştir.[30]

Davud ve Süleymanın zarara uğrayan bir ekin ile ilgili fetvaları da zikredilmektedir.[31]

Allah o fil sahiplerini,Ebrehe ve ordusunu;”…yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.”[32]

Bir çok hastalığa deva olup;”6 bin yıllık ilaç reçetesi” olan sarmısağın faydaları konusunda:

1)Kansere karşı etki ve önleyici özelliklerinin olması.

2)M.Ö. 1550 yıllarında Mısır’da yazılmış olan Ebers papürüslerinde diğer faydaları ise;yüksek tansiyon,solunum problemleri,baş ağrısı,mikrobik yaralar,bağırsak parazitlerine karşı tedavi yöntemlerinde kullanılmıştır.

3)Sarımsak,33 çeşit kükürt bileşiği,17 çeşit amino asit,germanyum, kalsiyum, bakır, demir,potasyum,magnezyum,selenyum,çinko,A,B1 ve C vitaminlerini içerir.

4)Koroner kalb ve damar hastalarına iyi gelmesi.

5)Kan yağlarını düşürmesi.

6)Yaşlanmayı önleyişi.

7)İnsanlara olan bu tıbbi yararlarından başka tarım alanlarında zararlı böceklere karşı hem güvenli,hem de ekonomik faydalarının olması…[33]faydalarından bilinenlerdir.

 

                                                                                  MEHMET ÖZÇELİK

[1] En’am.99,Bakara.61,Yasin.33-34,Neml.60,Lokman.10.

[2] En’am.141,136,138,Ra’d.4,Bakara.71.

[3] Hicr.19,A’la.4-5.

[4] Nahl.10-11,Naziat.31,33,Ta-Ha.54.

[5] Kaf.9-10.

[6] Abese.25-32.

[7] Şuara.7-8.

[8] Kaf.7.

[9] Vakı-a.63-67.

[10] Rahman.10-13.

[11] Sad.44.

[12] Kamer.31.

[13] Bakara.35,A’raf.19-20,22.

[14] İbrahim.24-26.

[15] Mü’minun.20,Hac.18,Nur.35,Kasas.30.

[16] Lokman.27.

[17] Saffat.62-70,Duhan.43,Vakı-a.52.

[18] Saffat.146.

[19] Fetih.18.

[20] İsra.44.

[21] Rahman.6.

[22] Yasin.80,Adiyat.2.

[23] Vakı-a.71-73.

[24] Bakara.261.

[25] En’am.59.

[26] En’am.95,Nebe.15.

[27] Enbiya.47.

[28] Rahman.12.

[29] Al-i İmran.14.

[30] Bakara.205.

[31] Enbiya.78.

[32] Fil suresi.1-5,Kalem.22.

[33] Bak. Bilim ve Teknik.Nisan.1996.sayı.341.sh.50-53.




KUR’AN-I KERİM VE HADİSLERDE GÖRÜLEN MU’CİZELER

KUR’AN-I KERİM VE HADİSLERDE GÖRÜLEN MU’CİZELER

            Kur’an-da bir mes’elenin ve bir ayetin keşfi;bir insanın ve bir alemin keşfidir. Onlar ruhun şifresini çözen bir anahtar gibidir. O meselenin çözümüyle oda çözülür.

            Gerçek hikmet ve gerçek fen Kur’an-dadır.[1]

            Kur’an tarlasına ekilen tohumlar,istidat çekirdekleri,İslâmi suyla sulanmaları neticesinde neşv-ü nema bulup çözülürler. Böylece bu insan,tüm kabiliyetlerinin açılması anında ve halinde,tam bir Kur’an olur.

            Kur’an;kainatı ve mahlukatı okumaktadır. İnsan ise;tüm varlıkların fihristesi ve özetidir. Böylece insan da bir Kur’an,Kur’an-da bir insan olmaktadır. Biri Kudret sıfatının,diğeri Kelam sıfatının bir tezahürüdür.

            Kur’an-ı Kerim sık sık düşünmeye ve akletmeye sevk eder. Kur’an-ın,”275 yerinde “Düşünmüyor musunuz?”,”Akıl erdirmiyor musunuz?” ve 200 yerde “Tefekküre” davet edilmekte ve 12 yerde de “Araştırıp ibret almayı” ve “670 yerde ilim ve ilme teşvik” geçmektedir.

            Kur’an-ın kendisi bizatihi baştan-başa bir mu’cizedir.

            Kur’an serâdan değil süreyyâdan,arzdan değil semadan,ednâdan değil a’lâdan nüzul edip,mükemmelden bahsediyor.

            Beşeri seviyeye inmiyor,beşeri kendi seviyesine sevk ediyor,çekip celbediyor.

            Kâinat ve insanın yaratılışında hiçbir kusur yoktur. Mülk suresinde:”Gözünü çevir (semaya bak) bir çatlaklık görecek misin. Sonra gözünü tekrar be tekrar yine döndür. Göz sana hiçbir kusur bulamadan –yorgun olaraktan,eksiklik göremeden dönecektir.”[2]

            Batı bu işin düşmanlığını yaparken[3],İslam alemi Tevhidle aklı ve ilmi kol kola götürmüştür. Nitekim:

            “Kur’an-ı Kerim,tevhid ile nübüvveti delail-i akliye ile isbat etmiştir. Amma haşir meselesinin hem akli deliller ile isbatı sahihdir.”[4]

            Aksi takdirde tevhid ve nübüvvetin nakli deliller ile isbatı sahih olmaz. Çünki devir lazım gelir.

            1977 yılında Mısır da imam Abdusselam Rauf tarafından neşredilen M.854’de vefat eden Yahya bin Masivayh’ın “Kitab-ul Cevahir” adlı kitabında madenlerin özellikleri,hangi ülkelerde bulundukları izah edilmiştir.

            Bir çok alanlarda kullanılan madenler ile ilgili olarak M. 1053’de ölen Birûni de şöyle açıklama yapmaktadır:”Her hangi bir maddenin özgül ağırlığı o maddenin hacmine eşit miktardaki suyun ağırlığından üç kat fazladır.” Böylece maddenin özelliği ve özgül ağırlığını tesbit etmek için de ilk defa kendisi özel cihazı icad etmiştir.

            Kur’an-da;Deve,sema,arz,incir,zeytin,dağlar ve denizler üzerine kasem edilirken,bu durum bizleri araştırmaya,düşünüp incelemeye sevk etmektedir.

            Mesela zeytin mübarek bir yiyecektir. Mü’minun,Nahl,Tin surelerinde geçer. Kutsal kitaplarda da vardır. Cebel-i Tur zeytin dağı anlamına gelir.[5]

            Parmaklara yemin edilmekle,her bir insanın ayrı bir kimliğe sahib olduğu da belirtilmiş olmaktadır.[6]

            Tenkid edilmeyecek ve edilemeyecek bir şey varsa oda Kur’an-dır. Bir şeyi tenkid edebilmek için ilmen,fikren o şeyin üzerine çıkmak ve ihata etmek gerekmektedir. Kur’an ise her şeyi muhittir.

            “Beldetün Tayyibetün”[7] ayetiyle,-O şehir,o beldeki ne güzel bir beldedir.- beyanıyla da,İstanbula işaret edilmektedir.

            Câmius-Sağir’de de belirtildiği üzere ,Hadis-de İstanbulun fethedileceğine dair olan müjde ile beraber;Fatih-in şiirinde;

            Fethi İslâmbola nusret bulmadılar Evvelûn

            Fethedip Sultan Muhammed,dedi tarih Ahirûn.    

            (İslâmdan önce de kullanılmakta olan, Ebced hesabıyla AHİRÛN 857 (1453) etmektedir.

            Kıyametin dehşeti ve kopması ile ilgili âyette:”Suların yandırılması”[8],insanlar için bir ibrettir. Zira bu Füzyon olayıyla nükleer bir gerçek ortaya çıkacak,öyle ki faydalandığımız da:”1 kg, Uranyumun parçalanmasıyla bir ampulü 680 yıl yakabiliriz. Füzyon olayı teori olmaktan çıkıp,tam olarak uygulandığında ise bu süre iyice artıyor:30 milyon yıl.”

            -Hz. Nuh’a ikinci adem ve baba denilmektedir. Zira tufandan sonra dünya yeniden bir hayata başladı. İnsanlar suların altında kalmışlardı. Allah’ın cünûdullah yani askerlerinin her an hazır olduğu bir daha görülmüş oldu.

            Dünyadaki buzulların erimesi,üçüncü bir tufanın gerçekleşip,insanların sular altında kalmalarına yeterli bir sebeb değil midir? O kudret sahibidir. Önceden yaptığına göre,yine yapabilir. Dünya sular altında kalabilir.

            -Olayın detayı Kehf suresinde anlatılan ve ayette; “Onlar mağaralarında 300 yıl kaldılar ve 9 artırdılar.”[9]

            Dokuz yıl farkı ise;Güneş yılı 365,242,217 gündür. Güneş yılı ile ay yılı arasındaki fark 10,275,149 gündür. Buna göre güneş yılı ile ay yılı arasındaki fark 33 sene de bir 358,879,917 güne yani hemen hemen bir yıla ulaşır. Bu vesile ile aradaki fark her yüz senede üç senedir. Binaenaleyh 300 güneş yılı ay yılına çevrildiğinde 309 yıl olur.”[10]

            Özellikle mağarada mağara sahiblerinin 300 artı 9 yıl yatıp ondan sonra uyanmaları muhal olmayan,imkan dahilinde bir hakikattır.

            -Yusuf İslâmın müslüman olmasına sebeb olan;tatlı ve acı su denizlerinin birbirine karışmama[11] mu’cizesi,beşer tarafından ancak 1400 sene sonra keşfedilebilmiştir.   

            -Resme cevaz verilmemesinin bir çok hikmetleriyle beraber,diğer sanat dallarında ilerlemeyi sağlamak ve de insanı kopyacılıktan kurtarmayı hedeflemiş olmaktadır. Mevcudu tüketmekten ziyade,üretimi arttırmak hedef olmuştur.

            -Erkekler için altın takma ve ipek giymede cevaz verilmemesinin hikmetleri içinde;tıbben insanların hormonlarında etkili olması,tesir etmesi neticesinde insanın hormon değiştirmesine kadar insanı götürücü amillerdendir.

            -Fitne ve fesada günahlar sebebtir. Âyette:”İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) yüzünden,karada ve denizde fesat çıktı.”[12]

            Zira güzel ve salih kelimeler göğe çıkarlar.[13]Günahlarda bütün sıklet ve ağırlıklarıyla beraber onlar da yükselmeye çalışırlar. Neticede ikisi gök yüzünde bir mücadeleye girer. Hangisi hangisine hakim olursa aynı durum yer yüzüne akseder. Böylece iyilerin kötülere hakimiyeti manevi atmosferin hakim olmasıyla doğrudan orantılıdır.[14]

            Hadiste belirtildiği üzere;balılar dahi beşerin zulmünden Allah’a şikayette bulunarak,insanların istirahatlarının selbine sebeb olduklarını söylerler.

            -Bazen gözde,bazen gönülde okun yer tutar.

            Her nerede olsa kanlıyı (katili) elbette kan tutar.

            Hz. Yusuf’un babası Hz. Yakub peygamberin gömleğiyle gözünü açma mu’cizesi,bizlerin imkansız gördüğümüzü,imkan haline getirmektedir. Üzülme,ağlama gibi sebeblerden perdelenen,katarakt olan gözü açmakla,o asırdan asrımıza bir hakikatın ışığı yansıtılmaktadır.

            -Yer yüzünde oluşmayıp,gökten gelmiş garib bir varlıktır demir.[15] Güneşin enerjisinin dört katından ancak oluşur. Yer ve gökteki bütün enerjilerin toplamı,demirin ortaya çıkması için gerekli enerjiyi karşılayamamaktadır.

            İşte Hz. Davud peygamberin böyle bir demiri avuçlarının içerisinde bir hamur gibi yumuşatması onun mu’cizelerinden ve imkan dahilinde olan demirin şekillendirilmesinden haber vermektedir.[16]

            -Bu ve buna benzer insanın üstünlüğü,ona eşyanın isimlerinin öğretilmesinden[17] kaynaklanmaktadır. Tüm varlıkların bilgisi ona talim edilmiş olmaktadır.

            -Âyette:”Her hangi bir şey için -Yarın- demeyiniz.”[18]buyurulur. Asrımızda görülen en büyük hastalıklardan birisi de;insanların yapmaları gereken meselelerde,özellikle devlet dairelerinde yaygın olarak söylenilen,”Bu gün git,yarın gel.”,”Bırak,sonra gel” salgın hastalığıdır.

            -İnsanlara ibret olmak üzere bir sahile fırlatılmış olarak bulunan Fir’avn-ın cesedinin haber verilmesiyle,bu gün İngiltere/Londra British Muisum adlı müzede,insanların ibretlerine sunulmakla bu gerçek görülmektedir.[19]

            Böylece Kur’an;Mu’cizeliğiyle[20] 12 Gezegenden[21] Kan dolaşımına[22],Pedagojiden[23] Telepatiye[24],Esir maddesinden[25] Su altındaki doğuma[26] Yani ayette Hurmanın zikredilmesi[27] ;Hurmada,oxitocin denilen,akıntıyı durdurup yumuşatıcı hormonu salgılaması olan böyle bir madde[28] olduğundan ona- Hurmanın dalını kendine doğru silkele-teşbihinde bulunulmaktadır.

            Rakamlarla Kur’an mucizeleri;”Arkadaşımız Muhammed Çetin, Dr. Tarık Es-Süveydan’ın ‘İcaz’ül-Kur’ani’l-Kerim’ isimli çalışmasında “Kur’an-ı Kerim’de Adedî İcaz” bölümünden bazı iktibaslarını göndermiş.

Dr. Târık diyor ki: “Kur’an’da Dünya kelimesi 115 defa, Ahiret kelimesi de 115 defa zikredilmiş. Melaike kelimesi 88 defa, Şeyatin kelimesi de 88 defa zikredilmiş. Hayat kelimesi 145 defa, Mevt kelimesi 145 defa zikredilmiş. Nef’ (fayda) kelimesi 50 defa, Fesad kelimesi de 50 defa zikredilmiş. Nas (insanlar) kelimesi 368 defa, Rusül (Peygamberler) kelimesi de 368 defa zikredilmiş. İblis kelimesi 11 defa zikredilmiş, İblis’ten Allah’a sığınmak ifadesi de 11 defa zikredilmiş. Musibet kelimesi 75 defa, Şükür kelimesi de 75 defa zikredilmiş. İnfak kelimesi 73 defa, Rıza kelimesi de 73 defa zikredilmiş. Dâllûn (dalâlette, sapıklıkta olanlar) kelimesi 17 defa, Mevtâ (ölüler) kelimesi de 17 defa zikredilmiş. Zeheb (altın) kelimesi 8 defa, Teref (şımarma, israf, lüks içinde yaşama) kelimesi de 8 defa zikredilmiş. Sihir kelimesi 60 defa, Fitne kelimesi de 60 defa zikredilmiş. Zekat kelimesi 32 defa, Bereket kelimesi de 32 defa zikredilmiş. Akıl kelimesi 49 defa, Nur kelimesi de 49 defa zikredilmiş. Rağbet kelimesi 8 defa, Rahbet (korku, endişe) kelimesi de 8 defa zikredilmiş. Cehr kelimesi 16 defa, Alâniyet kelimesi de 8 defa zikredilmiş. Şiddet kelimesi 114 defa, Sabır kelimesi de 114 defa zikredilmiş. Recül (Adam) kelimesi 24 defa Mer’e (Kadın) kelimesi de 24 defa zikredilmiş.

Namaz kelimesi 5 defa zikredilmiş, (Beş vakite işareten), Şehr (ay) kelimesi 12 defa zikredilmiş (12 aya işareten). Yevm (gün) kelimesi 365 defa zikredilmiş (Bir senede 365 gün olduğuna işareten). Bahr (Deniz) kelimesi 32 defa zikredilmiş. Berr (Kara) kelimesi 13 defa zikredilmiş. Buradaki enteresan husus şudur: Kur’an’da 32 defa Bahr kelimesi sulara, 13 defa zikredilen Berr kelimesi de kuru yani toprak kısmı olan karalara işaret etmektedir. Biz bu ikisini (32 ve 13) toplarsak 45 eder. Sonra basit bir denklemle bunları 45 üzerinden bir yüzdelemeye gidecek olursak, karşımıza 32’nin % 71,11111111111, 13’ün %28,888888888888 çıkar. Bu basit denklemle Kur’an-ı Kerim’in bir mucizesiyle karşılaşmış oluyoruz. Çünkü Arz Küresi üzerinde suların nisbeti % 71,11111111111’dir. Karaların nisbeti ise % 28,888888888’dir.[29]

            Böylece Kur’an:”Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.”[30]

            Her şeyin Kur’an-da,Levhi mahfuzda ve Allah’ın ilminde var olduğunu belirtmektedir.

 

                                                                                                          8-11-2000  

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Bak. Kur’an Fihristi. N. Yüksel. sh.238 (g),(m)237,226,4,21,22,24,237-243, Mesnevi-i Nuriye. B. Said Nursi.239, Tefsir-i Kebir.Terc-Heyet- 5/516-517,Mabetsiz Şehir.O. Y. Serdengeçti.sh.99,122-128.

[2] Mülk suresi.3-4.

[3] Bak.Diyanet derg.Şubat.1991.sh.4-5.

[4] İşarat-ül İ’caz. B. Said Nursi.sh.163.

[5] Bak.zaman gaz. H. Dursun.4.11.1998.

[6] Kıyame.4.

[7] Sebe’.15.

[8] Tekvir.6.

[9] Kehf.25.

[10] Bak.zaman gaz. 11-16-Aralık-1993,Zafer dergisi.Ekim.1992.sh.28,Allah ve Modern ilim.A. Nevfel. 2/174.

[11] Rahman.19-20,Furkan.53,Neml.61.

[12] Rum.41.

[13] Fatır.10.

[14] Bak.Emirdağ Lahikası. B. Said Nursi. 2 / 140,173,177,180.

[15] Hadid. 25.

[16] Sebe’. 10. Genel Mu’cizeler için bak. Sçzler. B. Said Nursi. 235-249.

[17] Bakara.31,33.

[18] Kehf.23.

[19] Bak.Yunus.92,Emirdağ Lahikası. B. Said Nursi. 2 / 185,Sözler. B.Said Nursi.373.

[20] Bak.Mearif.297,Sözler.age.228.

[21] Bak. Sözler.age.33. söz.21. pencere.sh.627,Lem’alar.agy.290,339,Şualar.agy.36,Asa-yı Musa.agy.159.Yusuf suresi.4,99-100,bak.zaman gaz.26-9-1998.

[22] Bak.Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır.6 4505.

[23] Age. 1 / 69.

[24] Age. 4 / 2919.

[25] Lem’alar.age.sh.61,Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları. A. Badıllı.745-796.

[26] Bak.Pırlanta Tavsiyeler. Sılma Buckley. Çevr.G. Artam.sh. 22-23.

[27] Meryem.23-26.

[28] Bak. Zaman gaz.20-12-1998.A. Aymaz.

[29] Bak.Zaman gazetesi.9-12-2001.Abdullah Aymaz.

[30] En’am.59.




KUR’AN BİLGİSİ

                                                           KUR’AN     BİLGİSİ

            Bugün Kur’an sarayına girmeyen insanlar,onun hakkında ne kadar ,ne derece yerinde konuşabilirler?

            İşte Bediüzzaman eserleriyle bunu gerçekleştirmektedir. Her asra sunulan mesajlardan,asrımıza aid olanı almış,geçmiş asırlara da ışık tutmuştur.

            Kur’an-ın ilk emri “Oku”dur. Sürekli okuyan ve okunulan bir dinin toplumu,sağlıklı bir toplumdur.

            Bundan dolayı okumak kapısından girip,cehalet girdaplarından korunmak gerektir.

            Bugünkü ızdırap;Kur’an-a “Oku”kapısından girmeden ve girilmediğinden çektiğimiz ve çektirilen,cehalet ızdıraplarıdır.

            Girişi olmayanın,çıkışı da olmaz.

            Dünyadaki kısır çekişmeler,kör döğüşleri,aynı noktada dönmeler ve durmalar ve de durdurulmalar,cehalet girdabına düşmelerin bir neticesidir.

            Çünki hayat kavşaklarla doludur. Dönemeçlerle sarılıdır. Bundandır ki,her yerde aynı hali beklemek,hale aykırıdır.

            Hayattaki bulanıklık,kaynağı olan Kur’an-dan habersiz oluştan kaynaklanmaktadır.

            Hayattaki çarpıklık ve dengesizlik,ikinci kaynak olan hadis kaynaklarından faydalanılmamasından kaynaklanmaktadır. Bundan mahrum olunduğundan,onun uzantısı olan ilimden de mahrumiyeti netice vermektedir.

            İlim ve dinden küstük,küstürdük,küstürüldük!

            Bilinmektedir ki;Aklı aydınlatan fen ilimleridir. Kalbi aydınlatan din ilimleridir. Her ikisinden de mahrum kaldık.

            O halde mesele barışmak ve barıştırmakla çözülür.

            Her yönüyle mükemmellik;Kur’an-ı Kerimi bilmekten,Kur’an bilgisinden geçer.

                                  

                                                                                                          MEHMET ÖZÇELİK




İLÂHİ MESAJ KAYNAĞI KUR‘AN

                            İLÂHİ   MESAJ   KAYNAĞI   KUR‘AN

         “Kur’an,bütün alemlerin Rabbi itibariyle Allah’ın kelâmıdır.”

         İnsanlığa inen Kur’an-ın mahiyet ve hakikatını yine Kur’an-dan öğrenmekteyiz:

            “Şüphesiz ki bu Kur’an,en doğru yola iletir;iyi davranışta bulunan mü’minlere,kendileri için büyük mükafat olduğunu müjdeler.”[1]

            Kur’an hidayet kaynağıdır. İnsanları,yaratılıştan maksud olan gayeye ulaştırmak için indirilmiştir.

            O aynı zamanda maddi ve manevi bir şifa kaynağıdır. Âyette:”Biz Kur’an-dan öyle bir şey indiriyoruz ki o,mü’minler için şifa ve rahmettir;zalimlerin ise yalnız ziyanını arttırır.”[2]

            Bunlar gibi bir çok ayetlerden anlıyoruz ki o kitab insanlık için bir mürşid,bir şeriat,bir dua,bir hikmet,bir ubudiyet,bir emir ve davet,bir zikir,bir fikir,insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevab veren,sanki dünya ve ahiretin mukaddes bir haritası mahiyetinde Allah’ın isim ve sıfatlarını bildiren bir Kelâmullahdır.

            Kur’an bu dünyaya öyle saadetli bir surette toplum hayatıyla beraber,insanların hem nefislerinde,hem kalblerinde,hem ruhlarında,hem akıllarında,hem şahsi hayatlarında,hem toplum,hem de siyasi hayatlarında öyle değişiklik yapmış ve hala da yapmakta ve idare etmektedir ki,on dört asırdır devamlı okunup hürmetle dinlenilerek,insanların nefislerini kötülüklerden temizlemektedir.

                        Ruha bir pencere açmazsa eğer ulviyyat

                        Billahi ölümden de beterdir bu hayat.

            Kur’an-ki her yönüyle,lafzıyla,manasıyla,dizilişiyle,akıcılığıyla,üstün bir kitabtır. Benzerini,taklidini yapmaktan insanların aciz kaldığı,her yönüyle Allahın ezeli ve ebedi bir kelamıdır. Ayet’de:

            “Yine bana müslümanlardan olmam ve Kur’an okumam emredildi..”[3]

            Kur’an,Rabbimizi bize en iyi tarif eden bir kelam ve Peygamber Efendimizin kıyamete dek ebedi bir mu’cizesidir.

            Kur’an-ın bir toplumdan kalkması o toplumun yıkımı demektir. Yani:”Eğer kâinattan Peygamberimizin nuru çıksa gitse,kainat vefat edecektir. Eğer Kur’an çıksa gitse,kainat deli divane olacaktır. Belki de akılsız kalmış olan başını bir seyyareye çarparak bir kıyameti koparacaktır.”

            Peygamberimiz kainatın ruhu,Kur’an ise aklıdır. Onlarsız kâinat;ruhsuz ve akılsızdır.

                        Bir mevsim baharına geldik ki alemin

                        Bülbül hâmuş,havuz tehi,gülistan harab.

                        Öyle bir bid’alar devrindeyiz ki İslâmın

                        bir bülbülü,bir gülistanı kalmış Kur’an-ın…

            Gerçekte Kur’an-ı kerim kâinatın bir tercümanı mahiyetindedir. Varlık alemindeki bütün oluşlar ve olacak olaylar onda ses ve söz haline gelmiştir. Her kes onunla ünsiyeti nisbetinde bunu anlar.

            Değişik branş erbabının Kur’an-a yönelmesi,gerek ferdi olarak ve gerekse heyet halinde Kur’an araştırmalarına imanla ve marifetle yoğurdukları fenni bilgileriyle girmesi,çağımızda büyük bir zaruret halini almıştır.

            Kur’an ilâhi teminat altındadır. Allah’ın garantisi altındadır. âyette:”Kur’an-ı kesinlikle biz indirdik,elbette onu yine biz koruyacağız.”[4]

            Cennetle cehennemi ayıracak mihenk Kur’an,imanla küfrü de ayırıcı yine O’dur.

            O’na ancak temiz olanlar dokunabilir.[5] Yani abdestsiz olarak ele alınamayacağı gibi,O’na mü’min olandan başkası dokunamaz demektir.

                        Artık ey milleti merhume,sabah oldu uyan.

                        Sana az geldi ezanlar,diye ötsün mü bu çan?

                                               ——

                        Evet, ulumunu asrın şebâba öğretelim.

                        Mukaddesata fakat çokça ihtiram edelim.

 

                                                                                                          5-10-1992

                                                                                              MEHMET   ÖZÇELİK

           

[1] İsra.9.

[2] İsra.82.

[3] Neml.90-91.

[4] Hicr.9.

[5] Vakıa.79.




SEVAB VE DUA ÜZERİNE

                                 SEVAB   VE   DUA   ÜZERİNE

            Te’siri azim olan duanın[1],sevabı da azimdir.

            Dua edenin acizliği,fakirliği,ihtiyaçlarının sonsuzluğu ölçüsünde,duaya cevab verenin de sonsuz büyüklüğü tezahür etmektedir.

            Her şeyi yaratan yaratıcı,her şeyin duası demek olan ihtiyacını reddetmeyecek,kabul edecektir.

<sp!n style=”mso-tab-count:1″>            Hele hele edilen dualar umumun umumi ve zaruri ihtiyaçlarından kaynaklanan bir isteği ise;elbette red edilmeyecek,kabul edilmese bile cevab verilecek,tabiri caizse işleme konulacaktır.

            O ihtiyaç ve lüzumuna göre her duaya cevab verir. Bazen daha güzel bir surette,bazen de zararından dolayı yerine getirmemekle kabul eder. Yani her isteğe cevab verilir. Ancak hikmeti gereği kabul etmeyebilir. Çünki o hakimdir. Her şeyi en güzel bir şekilde var eden ve verendir.

            Bediüzzaman Hazretleri eserinde özetle:[2] -Amellerin sevabına dair bazı surelerin fazileti ki;mesela Fatiha’nın Kur’an kadar,İhlasın Kur’an-ın üçte biri kadar,Zilzal ve Kâfirun suresinin dörtte biri,Yasinin on Kur’an kadar sevabı konusu hakkında özetle şöyle der;

            Kur’anın her bir harfinin bir sevabı vardır. bu on,yetmiş,yedi yüz (Âyetel Kürsi gibi),bazen bin beş yüz (İhlasın harfleri gibi),bazen on bin (Berat gecesinde okunan âyetler ve makbul vakitlerde okunanlar için),bazen otuz bin (Kadir gecesinde okunan ayetler gibi).

            Mesela;Kur’anda 300600 harfi olduğundan[3] İhlas suresi besmele ile beraber altmış dokuzdur,üç defa 69,207 harftir. Demek ihlas suresinin her bir harfinin sevabları bin beş yüze yakındır. İşte Yasin suresinin harfleri hesab edilse,Kur’anın tüm harflerine nisbet edilse ve on defa katlanması göz önünde bulundurulursa,şöyle bir netice çıkar ki;Yasini şerifin her bir harfi takriben beş yüze yakın sevabı vardır,yani o kadar sevab yazılır. Bunlar gibi başkaları da kıyas edilebilir.

            Aynı zamanda bunlar Terğib ve Terhib yani teşvik ve sakındırmak içindir.

            Her şeyi bu alemin ölçüsüyle ölçmemek lazımdır. Bu kısa dünyanın ölçüsüyle ebedi ve sonsuz olan ahiret alemi ölçülmez. Amellerin sevabı da o aleme baktığı için,dünya görüşüyle baktığımız aklımıza dar gelmektedir,sığışmamaktadır. Buradaki kusur ihatasızlığımızdandır.[4]

            İdrâki maâli bu küçük akla gerekmez.

            Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

            -Mecmuât-ül Ahzab[5]’da da belirtildiği gibi;Kim şu duayı okursa ona Musa ve Harun-un sevabı kadar sevab verilir. Dua meâlen şöyledir:

“Göklerin ve yerlerin Rabbı olan Allaha hamdolsun. Göklerde ve yerlerde büyüklük sadece alemlerin Rabbı olan Allaha mahsustur. Göklerde ve yerlerde azamet sadece alemlerin Rabbi olan Allahındır. O sonsuz izzet ve hikmet sahibidir. Mülk sadece O’nundur. O semavatın Rabbidir ve sonsuz izzet,hikmet sahibidir.”

Bu söz elbetteki hak ve hakikattır. Ancak aklen izahına gelince;

-İnsan kabiliyet ve ihtiyaç yönüyle ebede namzet bir varlıktır. İhtiyaçları sonsuzdur. elbetteki ebedi olan Allah insanların ahiretteki ebedi ihtiyaçlarını,ebediyyen yerine getirecektir. O halde bu dünyada yapılanlara verilen büyük sevab neden büyük görülsün? Sonsuz alemde ne kadar yer işgal edebilir? düşünülsün!

Aynı zamanda verilenlerin insanın yaptığının karşılığı olarak insana verilmesi, nimetteki lezzeti de ziyadeleştirmektedir.

Allahın hazinesi geniştir. İkrâmı ve ihsanı sonsuzdur.

Oysa Allahın Musa ve Haruna (AS) verdiği ve vereceği sevabı,biz ilmimizle ihata etmiş ve kavramış değiliz. Bizce meçhuldür.

Aynı şekilde bize dünyada iken ahiretten ve cennetten iste istediğini denilse;elbetteki ölçümüz dünya ve içindekiler olur. onlar ise cennetin yanında bir hiç mesabesindedir.

Ve yine küçük bir köyde yaşamış,padişahı bilmeyen ve ondan habersiz olan bir kişiye;-Padişahın sofrasını anlat-denilse;o kişi padişahın sofrasını kendi köyündeki ağasının sofrası gibi tarif edecektir,belki de biraz fazla söyleyecektir.

Buradaki Musa ve Harunun(AS) sevabı kadar verilecek olan;bizim bilgimiz ve tahminimize giren sevabları kadar bir sevab demektir. Yoksa bizzat onlara verilenin aynısı verilecek anlamına değildir.[6]

Buradaki kemiyet yani sayı çokluğu itibariyle olmayıb,keyfiyet yani kabiliyet ve değer yönüyledir.

Böylece her insan kabiliyeti nisbetinde olana sahib olacaktır.

Yoksa bir eri padişah ve binbaşı derecesine çıkarmak,hem ere taşıyamayacağı bir yükü yüklemektir. Hem de diğerlerine bir hakarettir.

 

                                                                                  5-5-1997

                                                                       MEHMET   ÖZÇELİK

[1] Bak.R.N. Kudsi Kaynakları. A. Badıllı. 485-488,beddua hakk.age.481-485.

[2] Sözler.312.

[3] Bak.Kastamonu Lahikası. B. Said Nursi.100.

[4] Bak.R.N.K.Kaynakları.age.334.

[5] Bak.sh.350.

[6] R.N.K.kaynakları.age.334,Sözler.age.313.




SADAKA – İ CÂRİYE

                                              SADAKA – İ   CÂRİYE

            Erzurumlu Hasan amca İhlas dersanesinin uzun müddettir komşusudur. Memnuniyet verici bir komşuluğu vardır. Hoş bir kişidir.

            Hanımının ısrarlı seslenmesiyle toparlanan Hasan amcaya hanımı ne olduğunu,neden kıvrandığını sorar.

            Hasan amca midesinden çok rahatsızdır,kıvranmaktadır. Sanki sekerât ânını yaşamakta,ölüm alâmeti simasında hissedilmektedir.

            Hanımı tedirgindir. Ne yapacağını,ne söyleyeceğini bilemez. Aklına pratik şöyle bir düşünce gelir ve der;

            -Hasan! Kalk,istersen şöyle bir gez,açılırsın. Kapalı bir halin var. Yürürsen belki açılırsın.

            Ve Hasan amca kalkar. İki kapı ötede ise İhlas dersanesi büyütülmek üzere çalışılmakta,harç yapılmak üzere Hüseyin amca ve Abdulvahab da orada bulunmaktadır.

            Nihayet Hasan amca bunlara yaklaşarak,kolaylık diler. Kendisinin de böyle bir hayır kurumunda katkısı olması düşüncesiyle (1975-de) 100 lira verir. O zamana göre nede olsa iyi bir paradır. Çimentoda bitmiş olup,hiç olmazsa biraz bununla çimento alınabilir.

            Abdulvahab Hasan amcayı sevinçle kucaklayarak musafaha eder ve sıkar.

            Hayret! Hayret ki hayret! ölümcül bir halde olan Hasan amcada hayretle karışık bir hayranlık uyanır. İnanamaz,karnının şiddetli sancısı geçtiği gibi,kendisinde büyük çapta bir rahatlıkta hissetmektedir.

            Sevinç ve rahatlıkla Abdulvahaba bakarak;

            -Ya hu,bende bir rahatlama oldu,sancı kesildi. Sana yüz lira daha vereyim,beni bir daha sık.

            Abdulvahab bir daha sıkar. Hasan amcanın hayret ve şaşkınlıkla karışık sevincine diyecek yoktur. Çünkü şimdi biraz daha rahatlamıştır.

            -Aman Allahım! Olacak şey değil. Ölecek bir hali olan ve yüzünde okunan Hasan amca gül gibi açmakta,rahat bir vaziyet almaktadır. Geldiği gibi değildir.

            -Hasan amca 100 lira verir,bir daha,Allah..Allah…

            -Yüz lira verir,bir kere daha. Aman Allahım!

            -Al yüz lirayı,bir daha sık,der.

            Ve hasılı;beş yüz lira vererek,beş kere kendisini sıktırır.

            -Hüseyin amca durur mu?Bu parayla hemen çok ihtiyaç duyulan,bir kamyon çimento alınır. Önemli çapta bir boşluk doldurulur.

            Hasan amca eve vardığında,bu sefer hayret sırası hanımındadır. Sanki hiçbir şey yokmuş ve olmamış gibi görür beyini ve sorar;

            Hasan amca,başından geçen olayları tüm detayıyla anlatır.

            Aradan birkaç gün geçmiştir. Hasan amcanın hanımı bir rüya görür. Rüyasında kendisine;

            -“Kocanın ömrü beş yıl uzatıldı.”

            Sabah durumu beyine anlatır. Beş defa verdiği,her yüz lira için ömrü bir yıl uzatılmıştır. Toplam beş yıl…

            İşte sadaka-i câriyenin dünyadaki tecelli ve görüntüsü. İşin bir de öldükten sonraki durumu var ki;oda ölünce görülecektir.

            Zaman sel gibi akar,rüzgar gibi eser,füze gibi geçer. Ve aradan tamı tamına beş yıl geçmiştir. Demek ki beş yıl önceki Hasan amcanın hali karın sancısı değil,ecel ve ölüm sancısıymış. Bu durum beş yıl sonra daha net olarak görülür.

            Evet. Beş yıl sonra Hasan amca ölüm döşeğinde,sekerât anındadır. Ve son sözünü söyler;

            “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasulüh.”

 

                                                           2-3-1995- MEHMET   ÖZÇELİK