BİR ASIRLIK FURYA ATEİZM VE SEFÂHET

BİR ASIRLIK FURYA ATEİZM VE SEFÂHET

Asırlardır bu estirilen furyalar bu son asırda hızını daha da arttırmış,ateizm ve sefâhet olarak simgelenmiştir.

Uzun yaşamaya ve yaşatılmaya çalışılan ateizm yani inançsızlık bir çok insanı kasıp kavurmuş,neticede bitirmiş,tüketmiştir.

Bütün yapılanlar bu fikirsizlik üzerine bina edilmektedir. Adeta herkes de o binada ikamete mecbur edilmektedir. Oranın havasını teneffüse zorlanmakta,nesillerin bu havada büyümesine çalışılmaktadır,bir iki nesilde olsa,bu kirli su ile yetiştirilmektedir.

Sonuçta ortaya birbirleriyle çarpışan,meselelerini çözmeye yanaşmayan,çetrefilleştiren bir nesil türetilmektedir. Bazen neşriyat,çoğu zamanda medya yoluyla.

Bu olay haşince 1980 yılından sonra devam ettirilmeye çalışıldı.

Bir asırdır tüm dünya boşlukta yürümeye ve yaşamaya çalışırken ayağı yere değmiş ancak bu sefer de bu boşluğun vermiş olduğu boşluğunun yerini başka türlü doldurma yoluna yönelinmiştir.

İşte bu dönemden sonradır ki;sefâheti,hayasızlığı kendisine kıble edinmiştir. Kullanılacak silahta hazırlanmıştı;Kadın… Bunun nefesi batıdan geliyor,onlar tarafından da yaşatılmaya çalışılıyordu.

Nitekim inançsızlık Rusya tarafından beslenildiği,devam ettirilmeye çalışıldığı gibi…

Birincisi maddeyi esas alırken,diğeri de maneviyatı imhaya çalışıyordu. Başlangıçta ayrı ve ayrılıyor gibi görünürken,neticede birleşiyorlardı.

İnançsızlıkta gençlik ve onların fikirleri silah olarak kullanılırken,bu sefer gençliğin heves ve şehvetleri tahrik ediliyordu. Yani Allah tarafından had ve sınır altına alınmayıp,ancak Peygamberler ve kitaplarla korunan Şeheviyye,Akliyye,Gadabiyye gibi duygular aşırı bir şekilde kullanılmaya çalışıldı.

Neticede hiçbir kanun ve kural dinlemiyordu. Önü açılan gençliğin,önü alınmıyordu. Şehvet ve zevkin her nevi deneniyor,hayvanların bile ulaşamadığı derekelere ulaşılıyordu. Yapılmadık hiçbir şey kalmamak üzere…

Böylece tüm asırların kustuğunu bu asır bir defa da kusuyordu. Bütün zamanları kokutmaya yetecek kadar kokmuş ve kokuşmuşluk içerisinde…

Tüm mahremiyetler ve esrar perdeleri açılıyor,alemlerin boyutları daraltılırken,her şey tek bir aleme sığdırılmaya çalışılıyordu. tüm perdeler,duvarlar,atmosferler yıkılmak suretiyle…

İnsanlık madden ve manen kısırlaştırılmaya çalışılıyordu. Çünki alemini genişletecek şeylerden,değerlerden mahrumdu. Tümüyle tükenmiş ve tüketilmişti.

Ateizm ve sefâhet madden ve manen,ruhen ve aklen,kalben ve vicdanen bir tükenme,bitiş,kaybolaraktan kaybetme yolunda dolu dizgin gidiyordu.

Artık her şey ya kaybetmek veya kazanmak meselesi olarak ortaya çıkıyordu.

21-12-1994

MEHMET ÖZÇELİK




A L T E R N A T İ F L E R

A L T E R N A T İ F L E R

A-dan Z-ye her şeyde alternatifin olması bu zamanda bir çıkış yolu olmaktadır. Şerrin revaç da olup,her yere girdiği şu zamanda ona bir alternatifin getirilmesi gerekir ki,nazarlar oraya saplanıp kalmasın. Şerre giden veya kendini mecbur addedenlere bir alternatif,bir çıkış yolu olsun.

Evlilik içerisinde olan bir insanın içkili ve haram yolla yapacağı evliliğinin karşısına,böyle de yapabilirsin alternatifi o insan için bir çıkış yolu olacaktır. Aksi takdirde ya evlenmeyecek veya harama göz yumacaktır.

Kendisiyle beraber öğretmenlik yaptığımız bir arkadaşımız nişanlanmıştı. Memnun olduk ve tebrik ettik. Ancak kısa bir süre sonra kendisini üzüntülü gördüğümüz arkadaşımıza sebebini sorduğumuzda ,bize samimi bir ifade ile;evlenmekten vaz geçeceğini,zira köylerinde bir kötü adet olarak kim olursa olsun içkili olarak kutlandığını,kendisinin de inancından dolayı buna müsaade etmeyeceğini,ailesinin ve çevreninde kendisininkine razı olmayacaklarını kesin olarak ifade eden arkadaşa bir alternatif olmak üzere kendimizin de geleceğimizi bildirerek kabul ettirdik ve köyde de çevresine kabul ettirerek bir alternatif sunmuş olduk. Kökünden kaldıramadık. Zira daha sonra duyduğumuzda bir kısım gizlice içmiş. Ancak fark,helalın gizliliği olmayıp,haramın gizliliği olmuş oldu.

Emir-komuta zinciri içerisinde tek şef dönemini yaşatırcasına,ancak ve ancak böyle yapabilirsin! başka türlü yapamazsın!inancının,aklının,geçmişinin,değerlerinin bir neticesi de olsa,ben dinlemem! ceberut devrinin cebbarlarını aratır derecede sultalar, furyalar,kuryeler,fail-i meçhul fiil ve cinayetler.

Hayra ve çalışmaya olan veya olacak olan alternatiflerin ortadan kalkması,asrımızı ve milletimizi kavgalı ve kavgacı bir asır yapmış.

Adeta kendisini mecbur hissederek;” Öküzün altında buzağı arar.” misali,iyilikler uzlaşma ve barışma noktaları değil de, kusur ve kavga noktaları aranmaktadır.

Bazen bununla da kalınmamaktadır. Şu misalde olduğu gibi;

Bir gün keçiyle koyun arkadaş olmuş gezmekteler. Önlerine küçük bir çay-ırmak çıkar. Karşıya geçmek için atlamak lazım. Keçi inat ile koyuna atlamasını söyler. Saf koyunda,siz önden buyursanız,atlasanız,der. Keçi sırf inadından direterek; Hayır,sen atlayacaksın,der ve koyun atlar. Ancak atlayınca sıçramadan dolayı kuyruğu kalkmış,arkası görünmüştür. Bunu fırsat bilen keçi,başlar kahkahalarla gülmeye. Ve bu noktadan devamlı koyunu tenkit eder. Ancak kendisinin ki devamlı açıktır,görmez! Belki de görmemezlikten gelen bir eksiklik ve inattan kaynaklanır.

Bizde millet olarak geçmişe doğru şöyle bir baktığımızda bir ve birkaç asırlık bir zaman süresi içinde,bazı eksiklik ve engellemeleriyle beraber,bir-iki atağın dışında üretilen bir projeye,münakaşanın neticesi olan yıkımdan tamir ve imara vakit bulamamışız!. Ne zaman ki kavgaya kısa bir ara verilmiş veya boşluktan istifade ile bir şeyler yapılmışsa;onun neticesini almaktayız. O kadar. Daha bir çok gururlanma yol ve imkanları var iken,yapılabilir iken,işletmeye hazır bir birikim söz konusu iken, geçmiş-deki sisli bir kaç şeyle övünülmekle,avunulmaktadır.

Davası olanların,kavgası olmaz,ideali olur,hesabı olur,gayreti ve hizmeti olur. Davası müsbet olur. Tahrip-de değil,tamirde,cehenneme göndermeyle değil,cennete adam kazanmayla meşgul olur. En büyük ma’rifet;kötü olanları cehenneme göndermek değil,onu cennete kazanmakta ve cehennemden kurtarmaktadır.

Mesele kolayda değil,zor-da ve zor olandadır.

Zira,cennet ucuz olmadığı gibi,cehennem dahi lüzumsuz değildir.

Birincisinde kıymet ve pahalılık söz konusu iken,diğerinde gereklilik,varlığında abesiyetin olmaması söz konusudur.

Üç çeşit kafa vardır;Taş kafa,boş kafa,hoş kafa.

Anlatsan da anlamaz,taş gibidir. Hiçbir şey yoktur. Boştur ve boşluktadır. Demeye gerek yok,hoştur. Hoş olmayan bir şey yoktur.

Şimdiki medeniyet ise,Bediüzzaman-ın ifadesiyle;” Biz de sizlerden soruyoruz. Ve sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar,istibdad-ı mutlaka ‘Cumhuriyet’ namı vermekle,irtidâd-ı mutlakı rejim altına almakla,sefâhet-i mutlaka ‘Medeniyet’ ismi vermekle,cebr-i keyfi-i küfriye ‘Kanun’ ismini takmakla hem sizi iğfal,hem hükümeti işğal,hem bizi perişan ederek,hakimiyeti İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.”[1]

Harama yapılan müsaade,helâle yapılacak olsa;her şey çok kısa zamanda düzelir. Menfilikler ve müsbetler aynı denge ve sıklette değil.

Bir zamanlar müslümanlar okumuyor ve fakirler diye tenkit edilirken ,bu gün örtülerinden dolayı okullardan atılmakta ,batının sermayesini çekmek için her şey yapılırken,müslümanınkine ‘yeşil sermaye’ yaftasıyla kulp takılarak,reddedilmektedir.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Şualar.242.




20. ASIR ASIRLARIN YÜZ KARASI

20. ASIR ASIRLARIN YÜZ KARASI

“Siyaset perdesini kaldırdılar,yabancılardan odayı boşalttılar.”(Nizami)

Daha önceki asırlardan bir asırda değişmekte olan meseleler,her şeyiyle sür’at peyda eden asrımızda artık günlük,haftalık ve aylık olarak değişmektedir. Başka bir değişim ve başkalaşım ile…

Her şey,herkes ve tüm asırlar içerisinde bu asrımız hesab gününde o büyük mahkemeye getirildiğinde en kara ve karanlık bir asır olarak ortaya çıkacaktır. Çünki şer cephesinde neler yok ki… Neler yapılmıyor ki… Siyaset perdesi arkasında ne şenâetler ve denâetler olmuyor ki!

Küfür ve dalâlet tüm hükümrânlığı ile meydana çıkmış. Müslümanın çarşı ve pazarında dolaşmakta,kendine müşteri bulmaktadır.

Eskiden yanlış bir şey;müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benzetilirdi. Şimdi ise benzetmek ayıb olmuş,salyangoz basit kalmış durumda…

Sefâhet hiçbir asırda görülmeyen çıplaklığıyla kendini insanlara kabul ettirmektedir.

Maâlesef;arsızlık âr,âr ise ârsızlık yerine geçmiş. İffet iffetsizlik olarak takdim edilirken,iffetsizlik iffet yerine geçmiş.

Hakikatler tam ters yüz edilmekte ve gösterilmektedir.

20. asır anarşinin tüm vahşetiyle kol gezdiği bir asır olmuş. Artık bu asrın ayrılmaz bir parçası haline getirilmiş…

Asırların birikimi bu asırda tüm çehresiyle ortaya çıkmıştır. Ya öleceğim,ya da öldüreceğim çaresizliğinde çare aranmaya başlanmış.

Müslümanlar zorla anarşiye çekilmekte,anarşist olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

Oysa bir müslüman anarşist olamayacağı gibi,İslâmiyetden çıkmış bir anarşistte müslüman olamaz ve öyle de addedilemez.

Bir kalbde hem iman,hem küfür;hem nur,hem de zulmet bir arada bulunamaz ve olamaz. Zira biri olduğunda öbürü çıkar gider.

İşleri çözme yerine sarpa sardırma yoluna gidilir. İşler uzatılır. Fâili meçhuller adıyla yapılan olaylar gizlilik perdesinin arkasına atılır. Böylece toplum teskin edilme yerine tahrik edilir. Bir de bazen kullanmak üzere temcid pilavı gibi ısıtılarak ve alevlendirilerek milletin önüne sunulur.

Yapılan işler değişik olarak yapılır,kaynağı ise birdir.

Yapılan işler malum,yapanlar ise meçhul. Malum işler devam ederken,meçhullerin meçhuliyeti işlerin ve sislerin arkasında meçhul olarak kalır. Meçhul işlerin hep meçhul olarak kalması yapanların işini daha da kolaylaştırır. Yani;kargaşa ve karmaşıklıkların devamı cinayetlerin faillerinin meçhuliyetine bağlı.

Ya bilinenler sır olacak veya bilenleri öldürenler. Çünki ifşa bazılarının yüzsüz yüzündeki sır perdesini kaldırmaktadır. Nitekim tüm dünyada da yapılan budur.

Diğer bir yönü;meçhullük de bazı hedefler hedef tahtası haline getirilmekte,millet bir süre böyle oyalanarak,faraziyelerle uğraşılmaktadır. Tâ ki bazıların köprüyü geçmelerine kadar…

Bu asırda problem çözme yerine,problemler üretilmektedir. içinden çıkılmaz hal almaktadır. Hem maddi,hem manevi…

Asrın hassası,problemli asır olması. Birinci sebeb olarak;maddenin ön plana çıkması,umumun değil,hususun refahının hedef alınması.

Örnekleri çoktur. Herkes el koyma peşinde,el atıp da destek olma değil. Yapılanlara el koyarız dursun diye,el atmayız olsun diye…

Bütün bu karanlıklara rağmen;karanlık gecelerin sabahı parlak ve nurlu olur. Zulmetten nura dönülür.

Fark ise;zulmet de insanlar boğulur,nurda doğulur…

28-2-1995 / MEHMET ÖZÇELİK




ARTIK TURİSTE GEREK YOK

ARTIK TURİSTE GEREK YOK

Yıllarca gelen turistler netice de bizimkileri de turistleştirdiler veya turistleştik.

Başardılar..başaramadık..

Zira olabilen,sahib oldukları teknolojilerini,faydalı yeniliklerini almadık,alamadık..

Artık bundan sonra memleketimize gelmelerine gerek yok,ihtiyaç da yok. Çünki onların görevlerini yapacak insanlar gayet çok.

Pek tefrik edemiyoruz yerlisini yabancısından..ta ki biraz konuşana kadar..

Ancak kelimelerde yabancılaşmış..onlarda turistleşmişler.

Yoksa daha siz turistleştirile- miyenlerden misiniz?

Büyük başarı! Tebrike şayan bir hal..

Evet. Ya kendimizi bulmalıyız veya yabancılaşmayla kalmaz,yabanileşiriz de..

Biz,biz olalım..biz kalalım..ben,ben olmalıyım..benliğimi bulmalı..kendi benliğimde kalmalıyım..

Kaybettiğimiz kendimizi ve benliğimizi bulmaya çalışalım..aksi takdirde çok kaybeder,az kazanırız..neticede de kayboluruz!

Evvelden devletler ve milletler birbirleriyle savaşır.,topraklarını ele geçirirlerdi.

Evvelden kılıç vardı…bilek vardı..ok ve yay vardı. Artık silah çıktı,mertlik bozuldu misali…

Şimdi işgal,savaş ve mücadeleler masa başlarında,,siyaset,politika ve kültür değişimine uğramak ve uğratmak yani kendisini diğerlerine kabul ettirmekle olmaktadır.

Bizler ise bir asırdır,belki Kanuni’den beri batı kültürüne açık,onu alarak ve onun olarak,onunla beslenmekteyiz.

Sürekli alma,alıcı pozisyonundayız. Hala veremedik..kendimizi kabul ettiremedik..kimseye de yaranamadık…

Artık batı aleminin kaybedecek bir şeyi de kalmadı. Tüm değerlerini bitirdi,yitirdi ve tüketti.

Yerine ikame edip yerleştirecek maddi değerler! peşinde koşmaktadır. Ancak bu onu durdurmamakta,daha fazla iflasa doğru götürmektedir.

İşte bir belgesi; Ve nihayet Avrupa bizi 50 yıl kapısında beklettikten sonra 12-13-Aralık –1997 Lüksemburg zirvesinde elinin tersiyle rahatlıkla yitip,biraz daha suratını! ve gerçek çehresini göstermiştir.[1]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Geniş bilgi için bak.zaman gaz.15-18-Aralık.1997.




DEĞİŞEN NESİLLER

DEĞİŞEN NESİLLER

Hastalıklı bir vücudun iyileşmesi,ölü ve hastalıklı hücrelerin yerine canlı,sağlıklı hücrelerin gelmesiyle mümkündür.

Nesillerde böyledir.

İngilizler 1700’lerde ektikleri tohumları hemen dermek için ekmemişlerdir. Öncekilerin kendilerine ektiklerini kendileri dererken,kendileri de sonrakilerin dermeleri için ekmişlerdir. O ümidle…

Bir neslin değişip,yeni ve taze bir neslin gelmesi 40 yıl ister. Nitekim,Hz. Musa,fir’avnun zulmünden kurtarmış olduğu 600 bin israilliyi Kızıldenizi geçerek,uçsuz bucaksız Tih çölüne getirir. Fir’avundan kurtulmakla imtihan bitmemiş,belki yeni yeni başlamaktadır.

Allah,yahudi milletini bıldırcın eti ve kudret helvasıyla besler. Çölde başka bir şeyde yoktur.[1] 50 vakit namaz da farz kılınmış olduğundan fitne ve ortalığı karıştırmaya da pek vakitleri yoktur. Çünkü yahudi milleti fitneci bir millettir.

Hatta Peygamber Efendimiz:”Eğer yahudi milleti olmasaydı et kokmazdı.”buyurur. Kokmuş ve kokuşmuş olan bu millet dünyayı da,içindekileri de kokuşturmaktadır. Etin kokmasının sebebi ise;kendilerine tatil olan cumartesi gününü oruç ve ibadetle geçirip,o gün yiyecek gelmediğinden bir gün öncesinden yasaklandığı halde biriktirmiş olmalarındandır.

Devamlı aynı yiyecekleri yemekten usanan bu millet Hz. Musa’ya:”Ya Musa,artık biz usandık,yeşillikler ve meyvelerde isteriz.” Hz. Musa’da;”Kudüs,atalarımızın yurdudur. Gidelim orayı fethedip,ekip biçelim.”der.

Ancak fir’avnın zulmünü görmüş ve korkusuyla yaşamış bu millet,her an onun yumruğunu başları üzerinde hissettiklerinden çekinir ve kaçınırlar. Bunun üzerine Hz. Musa,onların neslinden fir’avnın zulmünü görmemiş ve tatmamış,ancak babalarından duymuş olan yeni yetişen nesli 40 yıl boyunca o Tih çölünde eğitir.. O yeni yetişen nesil ile Kudüs’ü fetheder ve oraya yerleşirler.

Bizde kabataslak,zamanımızda geriye doğru 40 yıllık nesillerin durumuna –derinlemesine olmaksızın- sathi olarak da olsa baktığımız da görürüz ki:

1991-1951 : Bu dönemler demokrasiye,ilerlemeye,manevi meselelere sahiblenmeye,çok partili döneme geçişe,manevi istiklalini ilan etmeye,dışın güdümünden kurtulma çabalarının gösterilmeye kısaca kendini bulma ve rayına girme çabası gösterildiği dönem olarak görürüz. Bu dönemin insanı ÇIRPINAN NESİL’dir.

1951-1911 : Bin yıllık mazinin değişime uğrama çabaları içinde olduğunu,tek partinin,tek kişinin,tek sözün hükümran olduğu dönem. Susmayan maneviyatın,susturulduğu dönem. batı ve batma sevdası içinde yetişip,dinin hakim olduğu doğuya ve meselelerine yüz çevirip,felsefe ve şüpheciliğin hakim olan batıya olan iltifatın sık,trafiğin yoğun olduğu dönem. Bu dönemin insanı KAYBEDİLEN NESİL’dir. Tıpkı savaşta ilk saftakilerin durumu gibi…

1911-1871 : Harbler,darbler,yıkmalar ve yıkılmalar,kaynayan ve kaynatılan kazanlar,son ve ilki belirleyen son oyunlar,kıtlıklar,bizden olmayanların bizden olanları devirip hakimiyet kurmaya çalıştığı dönem. Her yerinden yaralı arslana leş yiyen kartalların,kör yarasaların,yırtıcı kurt ve canavarların mirastan pay alma çabalarının yoğunlaştığı dönem. Bu dönemin insanı da MAZLUM VE MAĞDUR BİR NESİL’dir.

Bu üç nesil birbirinden farklı bir nesildir. çünkü yetiştikleri dönem farklıdır. Evet,üç nesil…Birbirinden kopuk,birbirini anlamıyan üç nesil. Dede,baba,torun… Bunların dilleri farklı,örf-adetleri ve yaşayışlarıyla farklı,inanç ve teslimiyetleriyle farklı…

Öyle inanıyorum ki;1991-2031 yılları arasındaki nesil,gerek her üç nesilden,gerekse onlardan önceki nesillerden de maddi ve manevi açıdan farklı olacaklardır. Bu bir hayal değil,hakikattır.

AKLAYALIM – AKLANALIM

Gelecek nesillerce aklanmamız için,kendimizi aklamamız ve paklamamız lazımdır.

Bizden sonraki nesillerce savunabilmemiz için,savunulacak tutar yanımızın olması gerekir. Bunlarda:

-Kendimizi geçmişle gelecek arasında tam bir köprü oluşturmakla…

-Geçmişten gelen sıkıntıları,engelleri geleceğe taşımamakla…

-Geleceklerin geçmişte kalan bizlere:”Hey sizi gidi miras yedi yaramazlar. Siz misiniz bizim geçmiş ve geleceğimiz,hayatımıza kaynaklık edecek olan?

-Maddi-manevi ilimlerle donatılmış bir nesil yetiştirmek.

-İhtilaf ve inşikaka,parçalanmaya mahal vermeden,ittifaki meselelerde,bütün İslam alemi çapında bir birliğe gitmek.

-Ve unutulmamalıdır ki;ağacı budama,ağacın gelişme ve büyümesine sebeb olduğu gibi,müslümanlara ve İslam alemine yapılan bunca hücum ve budamalar da onların gürleşme ve büyümelerine sebebtir.

9-11-1991.

MEHMET ÖZÇELİK




AİDS VEBASI

AİDS VEBASI

Hadis-de:”Bir cemiyet ki,fuhuş yayılır;fahiş ve fahişe bunu çekinmeden anlatır hale gelirse,o toplumda taun ve önceki ümmetlerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar. “

Hadis-de:”Beş isyan,beş felaket getirir:

1)Bir millet ki,Allah’a karşı isyan eder,Allah ile olan ahdini bozarsa,Allah o millete düşmanlarını musallat kılar.

2)Bir millet ki,Allah’ın emirlerini dinlemez;nefsi arzuları,şahsi temayülleri ve kendi uydurmalarıyla oyalanır,Allah’ın düsturlarına uymayan bir yol tutarsa,Allah o millete geçim sıkıntısı;iktisadi darlık verir.

3)Bir millet ki,ondan zina,fuhuş,cinsi sapıklık ve hayasızlık yayılırsa,o millette ölüme götüren yollar artar ve yaygınlaşır.

4)Bir millet ki,ticarette hile,karşılıklı münasebetlerde sahtekarlık yapılırsa,o millette her alanda kıtlık ve bereketsizlik yayılır.

5)Bir millet ki,zekat verilmez,Allah’ın emri olan maddi yardımlaşma kalkarsa,o millette yağmur ve rahmetten mahrumiyet,ya da sel,dolu gibi tabii afetler görülür.”[1]

Aids;neticede fuhşun bir ürünüdür. Öyle ki bu bir defa olsa bile…

Meşru olan evlilik bir dengedir. Gayrı meşru durum ise bu denge ve düzeni bozmakta,mikropların devreye girmesiyle,Aids hastalığının devreye girmesine ilahi bir ceza olarak sebeb olmaktadır.

Seksenden fazla ayetle Hz. Lut ve kavminden bahsedilmektedir Kur’an-ı Kerim-de… Zira bu kavim sefâhetinin neticesinde helâk olmuştu. İlahi gadabı haketmişti. Çünki akibet olan sonuçla,başlangıçtaki yaptıkları arasında pek o kadar uzaklık yoktur.

Evet;evvel,akibeti lüzumlu kılmakta,davet etmektedir.

Bu Aids kargasını batı kendisi besledi. Bugün ise sadece onların değil,tüm insanlığın gözünü oymaktadır.

Bu Aids virüsünü yetiştiren ve yeşerten batı,bunun acı ve ızdırabını sadece kendisi değil,tüm insanlığa çektirmektedir.

Bu Aids asalağını idhal eden batı,bugün bunu dünyaya ihraç etmektedir. Faturasını kendisi de ödemekte,başkalarına da ödetmektedir.

Bu Aids hastalığı;öyle bir illetttir ki,bedeli gayet ağır olup,kişinin bir çok kaybından sonra,hayatından başkasıyla ödenmez,başka bedelleri kabul etmemektedir.

Bu illet insana bir çok değerlerini kaybettirmekte,nesilleri tehdit etmektedir.

Küfürden sonra en büyük bela olan sefâhetin en korkunç bir şubesi olan bu Aids mikrop ve hastalığı;Dini,nefsi,nesli,aklı ve mali imkanları tehdit edip,bunları imhayı gaye ve hedef ittihaz etmektedir.

Bundan korunmanın yolu da,yine imha edilmeye çalışılan bu beş eğere sahib olmaktan geçer.

Başta batıyı tehdit eden bu hastalık;onların ilk etapta bu değerlerden mahrum olmalarından,manen iflas etmiş olmalarından kaynaklanır. Her ne kadar madden ileri olsalar bile…

Şu bilinmelidir ki;bugün bu ortadan kalksa bile,yarın daha müthişi değişik bir adla ortaya çıkacaktır.

Gerek arzi ve insani musibetler,gerekse de semavi musibetler;insanların onları celbiyle başlarına gelmektedir.

Belalar;insanların istemesi ve davetiyle hak tarafından gönderilmiş olmaktadır.

M. Ali Ağca tarafından 1981’de,Vatikan kilisesi önünde vurulan;”Katolik dünyasının dini lideri papa ikinci Jean Paul’un Aids virüsü taşıdığı”öne sürülmektedir. [2]

Bu şekilde kan yoluyla geçen Aids mikrobu ve hastalığı,aynı zamanda anneden,anne karnındaki çocuğa da geçmektedir. Ve Aids-lilerin itiraflarınca;”Bulaştırmak zorundayız.”[3] rahatladıklarını dile getirmektedirler.

Bugün dünyada seksenden bu yana 12 milyon kişinin Aids-den öldüğü,30.6 milyon kişinin de Aids hastalığına yakalandığı tesbit edilmiştir. Ve işin ilginç yanının;bu Aids hastalığına sebeb olan HIV virüsünü, CIA’nın geliştirmiş olduğu…[4]

Gittikçe artan bu hastalığa çare bulunmamakta,cüz-i olarak bir nebze ilaçlarla hayat rengi verilmektedir. Bu da”çare ümidi”[5] nin ancak belirebildiği ihtimali üzerinde bulunmaktadır.

Ancak şu kesin ve gerçektir ki;çare olayı,-fuhşun – terkindedir. Bu durumda,ne kan yoluyla,ne de anne kanlarıyla geçmesi söz konusu olmayacaktır.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak. Diyanet derg.Eylül.1991.sayı.9.sh.23.

[2] Bak. Zaman gaz.4-12-1993.

[3] Aksiyon derg.18-24.Ocak-1997.sayı.111.sh.25-29.

[4] Bak.Türkiye gaz.2-3-1998.

[5] Zaman gaz.2-3-1996.




ALİ KIRAN BAŞ KESENLER

ALİ KIRAN BAŞ KESENLER

1923 yılı itibarıyla başlayan,Sultanlık döneminin istibdat olarak gösterilmesiyle devam eden tek kişi,tek lider,tek kanun koyup planlayıcısını 1938’den sonra uygulamaya koyan tek Şef dönemi takib etmiştir. Devrim adına çok şeyler,geçmişe ait her şey,başta din ve onun tabileri,mensubları teker teker devrilmiş,ortadan kaldırılmış,susturucularla susturulmuştur.

Yine bu partinin içinden çıkan,ancak o şekilde var olup bir sürede olsa varlığına müsaade edilen Adnan Menderes dönemi kapatılan tüm kapıların içerisinden birisinin aralanmasıyla millete nefes aldırmıştır. Çeşitli filizlerin bir sınırlama içerisindeki gelişimi ile bazı tavizler koparılmıştır,alacağımız ve hakkımız olanları taviz olarak almak zorunda bırakılmışız. Söz milletin denilmiş,birazda olsun millet itibar kazandırılma yoluna çekilmiş. Millet biraz kendisinin tanımış,varlığından haberdar olmuş. Her ne kadar bu küçük bir gelişmede olsa,baştaki bir santimlik açı,kilometreler sonrasında büyük açılar oluşturacaktı. Öyle de oldu.

Buna da ancak on yıl tahammül edildi. Çünki iktidarda olanlar,hükümet olanlara fazla tahammül edemez,varlığına müsaade edemezdi. Bu aynı zamanda ileride olacak ihtilallerinde kapısını açmış oluyordu. 1960 ihtilali…

Menderes ve arkadaşlarının keyfi idamından sonra yerini alan Adalet partisi,eskinin yerini doldurmasa da sadece parmak kesiyordu. Kol kesene karşı buna katlanılabilirdi. Devamıyla bağlamak ve yeni tavizler koparmak amacıyla Süleyman Demirel alkışlandı. Mutlak hayır kabul edilmeksizin. Kendisi için söylenilen Masonluk söylentilerine rağmen. Çünkü milletin önüne sunulan alternatifler millet tarafından belirlenmiyordu. Ölümle sıtma arasında bir tercih karşısında bırakılıyordu. Millette sıtmayı tercih etti,iyileşirim düşüncesiyle… Haklarıma kavuşma yollarını açma düşüncesiyle önemsenecek derecede tavizler koparıldı.

Varlığına müsaade edilen Menderes’den de önemli bağlayıcı bağlara imza atması kabul ettirilmişti. 163. madde. Manevi hayatı zapt-u rabt altına alan karar.. maneviyatı bitirme kararı. Düşünmeyi,yaşamayı engelleyen karar. Artık tarassudlar dönemi başlamıştı. Müslümanlara nefes aldırılmıyor,hapishaneler Allah diyen insanlarla dolduruluyor,iman ve Kur’an tefsiri okuyanlar mahkemelere celbediliyordu.

İşte Demirel dönemi bunu ortadan kaldırmamış ancak ferdi ağırlıklarla frenleme yoluna gitmişti. İmam-Hatibler milletin gayret ve fedakârlığıyla bu dönemlerle filizlenmeye başlamıştı. Dini gurup ve kurumlar kendi çaplarındaki hizmetlerini yavaşçada olsa yürütüyorlardı. Böylece Demirel zatı yönüyle değil,kendisini oraya getiren ve makamını koruma sevdasıyla kendisinden istenilenleri sınırlıda olsa yerine getiriyor veya ona ve onun kanalıyla getirttiriliyordu. Az mesafe alınmamıştı.

CHP veya İsmet İnönü’nün tek şeflik ve despot,baskıcı döneminden sonra yerine gelen Bülent Ecevit;solcu zihniyetini sürdürüyor,sosyalistlik ve koministlik tohumlarının ekilip yeşermesine zemin hazırlıyordu. Onun bu tutumu da Demirel’e puan kazandırıp adeta onu göstererek; işte bakın ben gelmezsem o gelir korkusu ancak bununla beraber bu gerçek Demirelin kırk yıla yakın padişah gibi hüküm sürmesine,siyasette kalmasına sebeb teşkil ediyordu.

26-Ocak-1970’de 16 kişilik bir grup Milli nizam partisini kurdu.12-Mart-1971 muhtırasıyla partinin kapatılmasından sonra Necmettin Erbakan İsviçreye yerleşmek üzere gitti.Sağın başa gelmesinden korkan CHP yönetimi generallerden Muhsin Batur ve Turgut Sunalp aracılığıyla Erbakanı tekrar siyasete sokmak üzere getirip,14-Ekim-1973 yılına kadar Milli Selamet Partisinin başkanlığını yürüten Süleyman Arif Emre’nin yerine partiye başkan olarak getirildi.Demirelin parçalanması gerekti.Gerçekten de oyların parçalanmasında önemli rol oynamış oldu. Çoğunun Samimi olarak dile getirdiği İslâmî hassasiyet Adalet partisinin parçalanmasına ve solun yolunun açılmasına sebeb oldu. Bu sebebledir ki;Bülent Ecevit’in lise mezunu ve gazeteci kimliği olmasına rağmen önünün açılmasında önemli rol oynadı. 1974’deki MSP ile yapılan koalisyonda Kıbrıs meselesi ve çıkartması üzerine güvercinini uçurttu,kendini kabul ettirtti. Dürüstlük imajını öne çıkartması kendisini biraz daha yerini pekiştirmeye sebeb oldu.

Deniz Baykal’ın ve İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü’nün sahneye çıkmaları Ecevit’in çıkışını engellemedi belki onların parlayıp sönmelerinden öte gitmedi. Çünkü onlar parlatılmaya çalışılıyor bu ise kâfi gelmiyordu.

1960’da ordu tarafından sağa vurulan darbe,1971’de sola vuruluyordu. Âdeta işin rövanşı alınıyordu. Sıradaki gelsin,hazır olsun! Darbelerde devamlı garanti olması için ordu öne sürülüyordu. Geri plandakiler pusuda beklemekte idiler.

1971’deki sola vurulan darbe onları bitirmiyor,solun iktidar olmasıyla gün yüzüne çıkıyorlardı.

Milliyetçiliği terennüm eden Alparslan Türkeş ise;Bediüzzaman Said Nursi’nin Urfa’da bulunan kabrine tahammül edemeyip kaldırılıp,uçakla başka bir yere götürülmesinde görevlendirilenlerden olması,İ. İnönü tarafından tırnaklarının çekilmesi kendisinin farklı bir mecra açmasına sebeb oluyordu. Dünyadaki milliyetçilik rüzgarlarının da bu yöndeki esintisinin de etkisi vardı. Vatanperverlik seslendiriliyor,Koministlerin Türkiyeyi Rusyaya bağlamalarına karşı,vatanı müdafaa adeta meşru bir gerekçe olarak ortaya çıkıyordu. Oda o dönemde böyle bir misyonu üstlenmiş veya üstlendirilmişti.

Solcu,sağcı,aşırı dinci derken şimdi de milliyetçi bir grub oluşturulmuş oluyordu.

İşin garib tarafı nedense bunların hepside az veya çok birbirleriyle uğraşıyorlardı. Problem çözümünden ziyade,problem üreten gurublar oluşturuyorlardı.

Hepside hele biz bir iktidara gelelim,görürsünüz neler neler yapacağız! diyorlardı. Ancak basiretli bakış hiçte öyle göstermiyor ve görünmüyordu.

1970 -1980 arasını solcu ve milliyetçi grubun kavgası almıştı.

1980 ihtilali herkesin içte ve dışta planlarını alt üst etmişti. Çünki siyasetin ileri gelenleri siyasetten men edilmiş,siyaset yapamıyacaklardı. Bir nevi kavgada önlenmiş olacaktı. Kenan Evren’in bu askeri çıkışı,kendilerinin de hesab edemedikleri yeni bir dönemi açıyordu. Aslında bu Menderes döneminden geri kalan,ara verilen ,sekteye uğrayan,yarım kalmış dönemin devamını da oluşturuyordu. 1950’de aralanan kapı bir daha açılıyordu.

1983 Turgut Özal dönemi.Bütün eyilimleri toplama çabaları. Fikir ve düşüncede,inançta ve serbest piyasada tam bir serbestliğin yaşandığı dönem.

Mutlak istibdattan mutlak serbestliğe ani bir geçiş. Bu geçiş bir çok yeniliklerle beraber bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmiş oldu. Taviz vererek. İnançtaki serbestiyet ile beraber,sefâhette de tam bir serbestlik zuhur etmiş,sefâhetin kapısı açılmıştı.

1980 öncesi ateizm olan kominizmin yerini sefâhet almıştı. Fuhuş yükselme seyri göstermekteydi. Zenginliğinde beraber olması işi daha da arttırmaktaydı. Maddi zenginlik,ekonomide gelişme,dünyaya açılma,teknolojide ilerlemeye adım atılmıştı.

Manevi alanda da büyük ilerlemeler kaydedildi. Çünkü en azından destek olunmasa bile,gölge edilmiyordu.

Millet yarım kalan kendi varlığından haberdar olma eksikliğini bu dönemde tamamlamaya ve kendisini tanıtmaya yöneliyordu.

Yetişen güllerin yanında ayrık otları da çıkıyordu.

Özalın şahsi gayreti milleti bir yere getirmişti. Her ne kadar seyyiatı olsa da,hasenatı seyyiâtına galib idi. Çünki her alanda çıkış trendi devam ediyordu.

Eski Siyasilerin önünü açması,piyasayı yine dalgalandırmaya başladı.

1989 Rusyanın ve kominizmin yıkılması,siyasetlerin ve siyasetçilerin taktiğinde değişikliğe sebeb oldu.

1990’da inişe doğru yavaş yavaş geçilmeye başlandı. İhmaller ve kayıbların birikimi artma yönünde inişe başladı.

Turgut Özal’ın 1993’deki vefatı değişik simaların sahneye çıkmasına sebeb oldu. Mesut Yılmaz’dan memnun olunmamıştı. Ancak memnuniyetsizler memnun edilirken,Yılmazda bazı değişikliklere gidildi. Radikal,Özal döneminin devamı,muhafazakâr,milliyetçi kimliğini korumaya devam edeceğini dillendirdi. Zoraki de olsa devam etti veya ettirildi. 28 Şubat 1997 kansız darbeye imza attı,taşıdığı kimliğine ve millete darbeyi kendisi vurmuş oldu. Mazeret mi?

Alparslan Türkeş’in son dönemlerinde milliyetçi kimliğinden öte Atatürkçü kimliği öne çıkarma düşünce ve uygulamasına geçemeden ölmesi,yeni arayışlara ve liderler bulmaya sevketti.

Biz bir lider olalım da,siz bizi görün,diye seslendiren Refah partisi bir yıllık Doğru Yol’la olan ortaklıklarında 30 yıllık rüyalarını gerçekleştirmekle karşı karşıya idiler. Bu amaçla işe koyuldular. Bir yıl boyunca planladıklarını ve yapmak istediklerini onaylatmak için Cumhurbaşkanı olan Demirele gönderiyorlar,ancak köşkte bekliyor,bir netice çıkmıyordu. Demirel veya onun arkasındaki güç müsaade etmiyordu. Sonuçta 28 Şubat’ı hazırlayan senaryo ile beraber hükümetten çekiliyor veya çektiriliyorlardı.

Bütün menfiliklere rağmen 30 yıldan sonra bunun bir hayrı oluyordu;bu iş siyaset yoluyla,hükümet olmakla çözülecek bir iş değilmiş…

28 maddi-manevi çöküş darbesini hazırlayanlar topu Erbakana atıyor,bu kararnameyi onun imzaladığını savunuyorlardı.

Artık yeni bir dönem başlamıştı. İflas dönemi. Yıllardır milleti aldatanların,bir şey yapmayanların,yapamayanların kendilerini isbat edememe ve edemediği bir dönem.

Bunlar;KURT,GÜVERCİN,ARI dönemi…

Isıran,gagalayan ve sokanların dönemi…

MHP yıllardır savunduğu ve vadettiği milliyetçiliğini;Abdullah Öcalan’ı idam etmemek,Tesettür meselesini çözmek bir yana daha da alanını genişleterek,adeta Ecevit’in bir sekreteri,Padişahım çok yaşa,uysal çocuk,koyun postuna girmiş kurt,yani ortaklarına koyun,başkalarına,içindekilere kurt rolünü oynuyordu. Öyleki,İstiklal marşının dinlenilmesinde velilerin baş örtülerini çıkartmaları mecbur kılınıyordu. 3 yıl önce 40 milyara satılacak olan,kendisini üç yılda amorti eden,milletin mahremiyetini ifade eden Telekom 3 milyara batılılara peşkeş çekiliyordu. Hem maddi hemde manevi bitişin eşiğindeydiler.

Kısacası Devlet Bahçeli,devlet stajını Ecevit’in yanında itaatkar bir konumda bitiriyordu,kendisini ve partisini bitirme uğruna. Kurda da zavallılık hiçte yakışmıyordu.

Amerikaya yıllardır hayır diyen Ecevit’in solculuğu,millete vadettiğini yapmamakla ve milliyetçiliği uysallığının gerisine atmakla MHP’nin milliyetçiliği,ANAP’ın muhafazakârlara vurduğu darbeyle üçü de tarihe gömülüyordu.

Bir asırdır vaadlerle harcanan millet olmuştu. Millet her şeyi kaybetmişti. Kaybettirenlerin sayesinde…

Kaybedenler de kaybettirenlerle beraber kaybetmekteydi…

Asır yeni milletle beraber,yeni liderlere muhtaçtı…

Asrın çamurunun kendilerine,kendilerini çamurlarının yanlarındakilere bulaştığı şu kavgacı insanların kendi bulundukları yerlerini;ileri ve geniş görüşlü insanlara bırakmaları,bu millete yapacakları en büyük iyilik olacaktır.

13-5-2001

MEHMET ÖZÇELİK




AYAK BAĞLARI KURALLARIMIZ

AYAK BAĞLARI KURALLARIMIZ

Kurallar;toplumları beli şeylere bağlayan bağlardır. Bu şeyler,hakiki bir hakikatı olan,ilahi kaynaklı olanlardır ki,bunlar gerçek olan bağlar olup,ebed boyutludur. ferdi,aileyi,sadece bir devlete münhasır olmayıp,umum insanları ve bütün asırları kapsar. Devasa şifa ve hayat kaynağıdır. İslamiyet gibi…

Diğeri ise;yapma ve yapmacık,sun’i olanlardır ki,buda insanlarca,daha doğrusu bir insanın veya belirli bir kesimin süzgeçsiz aklından çıkan mahsullerdir ki,buda zaten kuralsız yaşayan birkaç insanı memnun ederken,asil ve asaleti olan insanları ve onların inançları gereği olarak yaptıkları uygulamalara keyfi ve keyfe-mâyeşâ kurallar! perdesi altına gizlenerek yapılan yanlış uygulamalardır. Bu insanlar kanun ve kural adamı görünerek kendini temize çıkarmaya çalışanlardır.

Kurallar insanlar içindir. İnsanlar kurallar için değildir. Yani kurallar insanlara göre biçimlendirilir ve biçilir. eğer insanlar kurallara göre biçimlendirilecek olursa,bu şuna benzer:

-Vücuda elbise yaparken kumaştan değil de,vücuttan kesmek gibidir.

Bu millet kuralar uğruna yıllardır biçilmektedir. Belli bir rejim ve uygulama,devrim ve inkilab elbisesine göre uydurulmaya ve kesilmeye çalışılmaktadır.

Bu millet ister ilgisizliğinden,ister sabır ve teslimiyetinden olsun,bütün zorluk ve zorbalıklara karşı tahammül etmiş ve etmektedir. Sabır ve teslimiyetten kaynaklanan bu durum aslında bir ferağat ve fedakarlık örneğidir. Ancak bıçak kemiğe dayanınca,yani bu milletin diniyle ve inancıyla ve onun gereği olan tesettürü söz konusu olunca haklı olarak feryadı basmış ve basmaktadır. Meşru her yola başvurmuştur. Sırf zorbalıkları zorla da olsa aşmak için…

Okul gibi resmi kurum ve kuruluşlarda ibadet edecek olan çocuğa-yasaktır- demişiz,burda olmaz-diye baştan savmışız. Başını örten talebeye bu bir kural gereğidir,başını açacaksın,demişiz. O masum talebenin temiz kalbini ve inancının gereğini kale almaksızın bir çok kuralları yutmuş,-Kurallar gereği çıkaracaksın!- yutturmacasını tutturmaya çalışarak,yutturmuşuz!

Lanetlenmeyelim! Milletin menfuru hale gelmeyelim! M. Akif’in dediği gibi:İnsan iki şeyi bilmelidir:Biri Haddini,Diğeri Hesabını…

Bizler ise ne haddimizi bilmekteyiz,ne de hesabımızı…

Geçmişi,mukaddesatı,dini ve diyaneti bir tarafa yitib,reddeden insanlar bu gün gitmiş,şimdi de onlar milletçe reddedilmektedirler.

Bizde gideceğiz. Bari milletin menfuru olarak gitmeyelim! hesabta vereceğiz! Bari hesabımızı yapmış olarak gidelim.

Milli Eğitim Bakanı Bostancıoğlu’na rahibelerin örtündüğü,bizde de İmam-Hatib deki kız öğrencilerinde örtünmesinin gerektiği konusu sorulduğunda Bakan;-İslâmiyette ruhbanlık yoktur.-bilinçliğiyle söylerken,dinin tesettür emrini nedense bilmemektedir. Yani daha doğrusu bilmez veya kabul etmez görünmektedir.

İnsan bir hedefe giderken nefsinden,hatasından,ölçüsüz ve düstursuzluğundan yanlış yola sapabilir,zikzaklar çizebilir. Ancak o durum hedefe gitmesine ve varmasına mani olmamalıdır. Aynı çizginin üzerinden gidip gelmemeli ve ısrarda bulunmamalıdır. Hatadan vaz geçmek suretiyle geri dönerek yoluna revan olmalıdır. Zira dünya ve güneş durmuyor ve dönüyor,kervan gidiyor,yolculuk devam ediyor,bizlerde beraber gidiyoruz. Bu hatayı tecrübe ile kemaline vasıta yapmalıdır.

Öyle menfilikler,bozukluklar çok ki,şaşmak gerekir. Bu insanlar nasıl oluyor da bu kadar bozulmuşluklara rağmen,bozulmamışları da bozmaya çalışıyorlar. Yetmiyor mu? Yoksa onların bozulmamış olmaları,kendilerinin bozulmuşluklarını rahatsız mı ediyor?

Anlatılır:Bir köyde bulunan sudan içen herkes deli olmaktadır. O sudan herkes içtiği halde biri içmemiş. O akıllı,delilerin içerisinde deli kalmış. Delilerce deliliğine hükmedilmiş. Buna dayanamıyan akıllı kişi,tutar oda akıllılığı bırakıp,deliliği tercih eder. Onlar gibi deli olup,delice hareket etmeye başlar. İçtiği suyun etkisiyle onların deliliğini hoş görmeye başlar.

Acaba bizlerde kimden ve nereden tarafayız? Akıllı ve akılsızlıktan mı? Yoksa deli ve delilikten yana mıyız?

Hiç olmazsa bırakalım akıllılar ve akıllıca hareket edenler hallerine devam etsinler. Onları da deli yapmayalım. Varsa bir marifetimiz,akıllı olmayanları akıllı yapmaya çalışalım!

Kural gereği,yolculukta namaz için olsa beş dakika da duramazsınız. Ama bir tuvalet,çay ve sigara ihtiyacı için yarım saat durulur. kural böyle…

Kurallar kapanmada işler,soyunmada değil! Soyun soyuna bildiğin kadar. Çünkü kurallar böyle…

Yaptığınız düğünle koca bir ilçeyi çalgıyla bangır bangır inletebilirsiniz! Ama ezan sesini fazla açamazsınız! Çünkü kurallar böyle.

İstediğiniz dinin propağandasını yapabilirsiniz. Dinde zorlama yok. Ama İslâmiyetinkini asla. Çünki irtica olur. Vicdan özgürlüğü kalkar. kurallar gereği…

Kısaca;menfilik ve bozukluklarda kurallar işlemez. Fakat tüm müsbet ve faydalı şeylerde kuralları işletin işletebildiğiniz kadar. Çünkü kurallar bunu gerektirmektedir…

Helâle kurallar işlerken,harama yol açık…

Yarım asır öncesine kadar Kur’an yasaklandı,şimdilerde de olduğu gibi,ezan susturuldu ve Türkçe okutuldu,camiler kapatıldı,din tedrisatı verenler,bir araya gelerek dinini öğrenmeye çalışanlar idam,sürgün ve hapishanelerde çürütüldü. Tüm devrim ve kanunlarla dini ve maneviyatı söndürüldü. kısaca;tarihlerin yazmakla bitiremiyeceği tüm işler,hep kurallar gereği perdesi altında yapıldı. Kurallar gereği zehir üretmek serbest,bal yapmak ise yasak! Oda Yüzde doksan dokuzunun müslüman olması göz önünde bulundurulmadan ve kale alınmadan!..

Gerçekten biz ne kadar akıllı,müslüman ve insanız? Her halde kuralların gereği ve müsaadesi kadar?

Bütün bu İslâmi şuursuzluklara rağmen Bediüzzamanın ifadesiyle diyoruz ki:”üzülmeyin,İslamiyet incelir ama kopmaz.”

2-8-1993

MEHMET ÖZÇELİK




ÇAKANLAR VE ÇAKILANLAR

ÇAKANLAR VE ÇAKILANLAR

Dünyayı kokutanlar, kendileri kokanlardır.

Günahlar birer kir ve kokudurlar: kendileri kokarlar ve etrafı da kokuturlar. Günahı nisbetinde igrenç kokar ve igrençleşirler .

Bunlar yükseklerden düşüp yere çakılanlardır . Başkalarını da yere çakmaya çalışan , çakıl yapılı çakıcılardır.

İnsanlar iki kısımdır, bir kısmı isyansız insanlar. Bunlar hakiki insanlardır.

Diğeri nisyan içinde , isyankar , insan isminin müsemması olan insan isimli varlıklardır.

Her ikisi de fıtratına yönelir ve fıtratının gereği olur ve yaşar.

Kömür ruhlu bu insanlar , cehenneme hatap yani odun olmaya müstahak kimselerdir. Nitekim dünyada da odun gibi yaşayıp , beton gibi düşünüş içerisinde yaşadılar. Kendi kafir, küfrü beton…

Ve bunlar:”Her kes bizim gibi olsun.”der ve o minval üzere çalışır. Öyle ki o uğurda hayatını bile ortaya koyar. Yani;gir cehenneme,al hayatımı. Yönel cehenneme,al malımı. Boz fıtratını,al evladımı.

Yeter ki benim gibi ol,al her şeyimi…

Ne kadar da fedakar mı diyorsunuz?

Hayır! Hiç de fedakar ve vefakarlığın sözü ve sözleri değildir. Bu sözler müflisin,hiçbir şeyi olmayanın,verebilecek değerlerden mahrum olan ve kalanların sözleri ve onlar için söylenenlerin sözleridir…

Bunlar dünyaya gelirken,kendilerine verilen değerlerini bitirip,geriye bir şey bırakmayanların sözleridir.

Kısaca;minarenin başından düşüp de,kuyunun dibine çakılanların çakmalarından çıkan sönük ışıklı sözleridir.

Güneş ve ışığı nerede,çakmak ve çaktığı nerede?

Minarenin tepesindeki ezan ve onun ilanı nerede? Kuyunun dibinde olanın ve çıkardığı cırtlak ses nerede?

Eynes-serâ mines-süreyya….

6-7-1996

MEHMET ÖZÇELİK




A S R I N H A S T A L I K L A R I

A S R I N H A S T A L I K L A R I

Bunalım.. Sitres.. İntihar…

Ölüm hariç her şeyin çare ve reçetesi olduğu gibi,elbetteki bu hastalıklarında deva ve çaresi var ve mevcuttur.

Reçetenin birinci maddesi;İman ve inançtır.

Din yani inanç ve ahlakın,insanın uzun yaşaması için önemli faktörler olup,yaşlanmayı geciktirdiğini söyleyen Romanya Tıb fakl.öğr. üyesi ve Ekoloji ünv.baş. prof. Constantin Balaceanu Stolcini,dinin rolü konusunda;

“Ahlak ve din hayattaki rollerini oynamak durumundadırlar.”der ve devamla:”Ekolojik bir politika izlenmesi önümüzdeki kuşaklar için çok önemlidir. İnsanlar her dakika bir takım baskılar altındadır.Toplumun sitresten kurtulup dengeli bir toplum olması gerekmektedir. Çalışır halde olmak çok önemlidir. Beynimizde nöron dediğimiz hücreler var. Bunların gelişmesi için devamlı çalışmak gerekmektedir.

Bedenen ve zihnen çalışmak mutlaka gereklidir. İnsan beynindeki hücreler ömür boyu yenilenmiyor.Her gün beynimizde 100 bin hücre ölüyor. Bu yaşlanıncaya kadar beynimizin %25’inin kaybolması demektir. Doğumumuzdan ölümümüze kadar beynimizde hep aynı hücreler vardır. Yaşlıların toplum içine girmeleri sağlanmalıdır. Gençler yaşlıları anlamaya çalışmalıdır. Beynimizde her gün hücre harabiyeti devam etmektedir. Bu hücre harabiyeti proğramlanmış gibidir. Harabiyetin önüne geçemiyoruz,ama etkileyebiliyoruz.

Hiçbir organizmaya hareketsizlik kadar zararlı değildir. Kaslarımız harekete geçirilmelidir. Yaşlılıkta hareketsizliği yok etmek zorundayız. Çeşitli şikayetlerin asıl kaynağı bu hareketsizlikten kaynaklanmaktadır.” [i]

Her şeyinin maddi varlığından ve zenginliğinden ibaret olduğunu düşünen bir tüccarın iflası,malını kaybetmesi nasıl ki büyük bir boşluk oluşturursa,bunun gibi de;Gerçek iflasın manevi kayıplar olmasından,manevi değerlerini kaybeden,kendini geçmişiyle bağlayan bağlar olan değerlerini yitiren,böyle bir zenginlikten manevi fakirlik içine düşen,manen iflas eden bu insan da,kapatılması yine manevi zenginlikle olabilecek olan böyle bir boşluğu;ya başka şeylerle doldurmaya çalışacaktır ki,buda ayrı yaralar ve boşluklar açarak katmerli boşluklar oluşturacaktır.

Veya sitres ve intihar gibi sürekli bir ızdırabı ve yarayı açacaktır. Böyle bir hayata da hayat denmez. Oysa hayatın ifade edip vermek istediği manaları olması gerekir. Hayatın bir gayesi olmalı. Yani hayata hayat katan ve canlılık veren bir kaynağın olması gerekmektedir. Yoksa manasızlaşacaktır.

Dengesiz beslenme,dengesiz büyümeye sebeb olduğu gibi;dengesiz gelişen ruhi yapı da otomatikman dengesizleşmeyi ve dengesizliği netice veren faktörleri ortaya çıkaracaktır.

Diğer bir ifadeyle İngiliz M. phillips şöyle der:”Cinayetlerdeki artmanın altında içtima-i yasakların erozyona uğraması,cemiyetin çürümesi,iç ve dış sosyal kontrolün işlemez hale gelmesi yatmaktadır.”der.

Türkiye de;”1927’de okullardan din dersi kaldırıldı. 1933’de İlahiyat fakültesi kapatıldı. 1935’den 1948’e kadar milli eğitimde dini öğretime yer verilmedi.”[ii] 1932’de halk evleri,1940’da köy enstitüleri açıldı. İçki,balo,kumar serbestti. 1948’de Kur’an kursları açıldı. 1960’ın başında Avrupa ya işçi gönderildi. Ve o zamandan bu zamana kadar sınırlı verilen ve irtica tedirginliği içerisinde bırakılan insanlarda ilk oluşacak şey;bunalım,sitres ve intihardır.

Bu erozyonlardır ki;İntiharların gittikçe artmasına sebeb olmaktadır. Yani dünyadan gitmek,dünyada bir asker mesabesinde olduğu halde firar etmektedir.

İntihar firardır. Nereye kaçtığını bilmemektir. Niye kaçtığının şuurunu yitirmektir. İntihar maddi ölümden önceki manevi ölümdür. İntihar içtima-i sakatlık,sosyal bir ayıp,ailevi bir kayıptır.

Asıl ölüm;intiharda ve kayıp,bitiş yine ondadır.

İ N T İ H A R

“.. Ve kendinizi öldürmeyin… Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe sokacağız;bu ise Allah’a çok kolaydır. Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız sizin,küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.”[iii]

İslâmiyet kesinlikle intiharı yasaklamış ve bunu büyük günahlardan saymıştır.

Ebedi cehennemi gerektirecek bir derecede zulüm ve hıyanet olarak değerlendirmiştir.

İslam alimleri büyük günah olduğunu kabul edip,inkar etmedikten sonra ebedi cehennemde kalmayacağını ifade ederler. İhtiyat esastır.

Bu konuda Peygamberimiz:”Namazı kılınmaz.”demiş ve namazını kılmamıştır.

Hatta bir defasında ordunun başında bulunan Amr ibni Âs;sabah namazı için kalktığında ihtilam olmuştur. Kış olduğundan soğuk su ile yıkanma tehlikesi olup,hayatı tehdit ettiğinden sabah namazı için teyemmüm abdesti alır ve cemaata imam olur.

Dönüldüğünde bu durum peygamberimize bildirilir. Peygamberimiz Amr bin Âs’a niçin böyle yaptığını sorduğunda:

“Kendinizi öldürmeyin.”ayetine dayanarak bunun tehlikeli olup,bir intihar olmasından korktuğundan böyle yaptığını,söyleyince efendimiz tebessüm eder,bir derece onu sükutuyla tasdik eder.

İntihar bir boşluktan ileri gelir. Ancak intiharın kendisi de bir boşluktur. Boşluk olan intihar,boşluğu doldurmadığı gibi,kapanması güç ayrı bir boşluk açar. Öyle ki onu cehennem bile dolduramaz. Ebedi ve sonsuz bir cehennem cezası ile cezalandırılmakla mukabele edilir.

20. asrın hastalığı maneviyatsızlık ve manevi bir boşluk asrı olduğundan,intihar olayları yaygın ve salgındır. İnanç olayı kuvvetli olan yerlerde bu durum hiç denilecek kadar azdır. İngiltere de rahat intihar etmek için intihar makinaları kurulmuştur.

Bazen de bu durum semavi özelliği olmayan dinlerde bir inanç gibi gösterilerek yapılır. Nitekim putlara hayvan ve insan kurban etmeler bu kabildendir.

Nitekim Buda dininde Buda için insanlar kurban edilir ve onlar yüce insanlar ve kutsal varlıklar olarak değerlendirilirler. Japon,Çin ve Hindistan da uygulanır.

Etrafına topladığı kimselere haşhaş içirerek kendisine bağlayan Hasan Sabbah kartal yuvası denilen kalesinden;birine kendini atmasını,diğerine de kendisini bıçaklamasını emreder ve tereddütsüz yerine getirirler. Ve kendisine vazgeçmesini söylemek üzere gelen elçiye daha bunlar gibi 20 bin kişinin daha bulunduğu mesajını da verir.

Eğer bir kişi,kendi iradesi olmaksızın,iradesinin devre dışı kalmasıyla,elinde olmadan,depresyon neticesinde şuurunu kaybederekten böyle bir duruma düşerse;her hangi bir ceza ve sorumluluk durumu –inşaallah – olmayacaktır. Zira Allah,kimseye taşıyamayacağı yükü yüklememiştir.

Hadis-de:”Aklı olmayanın dini yoktur.”Yani dinden sorumlu ve yükümlü değildir.

Memleketimizde de gittikçe yaygın hale gelmesi düşündürücü ve korkutucu bir boyut arzetmektedir.

Kadere inanan bir insan,gayret ve çabadan sonra yine kadere teslim olur.

Bu olay daha ziyade şehirlerde yaygındır. Buda oradakilerin inanç yönünden daha zaaf ve eksiklik içerisinde olduklarını göstermekte,şehrin maddi ve boğucu havasının etkisinin şiddetli olduğunu göstermektedir.

Eğer her sıkışıldığında intihar etmek gerekseydi;imkanların nisbeten daha az olduğu köyde yaşayanların intihar etmesi veya bundan birkaç asır öncekilerin intiharlara teşebbüs etmeleri gerekirdi. Çünkü şimdiki ile o zamanlardaki durumları kıyasladığımızda büyük farklılıklar ve gelişmeler görürüz.

Ancak manevi gelişme ise,maddi gelişmeye ters orantılı olaraktan tersine dönüşmektedir.

Bir Japonlunun başarısızlığını hazmedemeyip karaki yaparak kendisini öldürmesine benzer olaylar ise;örf ve adetlerin ve o yörelerin etkisi ile gerçekleşmektedir.

İntiharın tek ilacı ve reçetesi;maddi hıza eş orantıda manevi gelişme ile mümkündür.

Dünyaca meşhur batılı,milyonlarca kimse tarafından kasetleri dinlenip,milyar ve trilyonlara sahip bir bayan sanatçı:”Eğer anne olsaydım,intihar etmeyi düşünmezdim.”diyerek,intihardan önce böyle bir not bırakır.

Böylece hiçbir şey onun annelik duygusunun boşluğunu dolduramadığı gibi;manevi yönü boş olan,boşluktaki insanları da hiçbir maddi madde dolduramaz.

Sahibine bağlılık,Allah’a olan iman;boşlukta olan insanı,boşluktan kurtaracak,sahibiyle arasındaki irtibatı tesis edecektir.

11-3-1996.

MEHMET ÖZÇELİK

[i] Zaman gaz.19-12-1994.

[ii] Agg. H. İsmail.16-12-1998.

[iii] Nisa.29-31,Bak.Kütüb-ü Sitte. Prof. İ. Canan. 9 / 391, 14 / 145-148, 16 / 109,366-367, Büyük Günahlar. C. Yıldırım. 1 / 305, Tefsir-i Kebir. F. Razi. Terc. Heyet. 7 / 537-539.




GEÇMİŞTEN GELECEĞE CHP

GEÇMİŞTEN GELECEĞE CHP

“CHP sosyalistliğini ilan etti. Yıllardır CHP’nin ağzında gevelediği sosyalizmin,nihayet ilan edildi. Kasım’da toplanan kurultayda Ecevit’in teklifi ile kabul edilen sosyalist Enternasyonele katılma kararından sonra CHP lideri “Daha önce çeşitli ülkelerden sosyalist enternasyonele katılmamız için teklif alıyorduk. Ancak konuyu genel kurula getirmeyi uygun gördük.”diyerek,delegelere teşekkür etti.”

“ Kızıl güneş doğacaktır-diye pankartların asıldığı Tandoğan mitinginden sonra CHP kızıl güneşi doğurmak için,DİSK ve TÖB-DER’le çeşitli eylemlere girişti.-Mitinglerini ve direnişlerini destekledi.- Bütün bunların yanı sıra kendi içinde de çatışmaları sürdürdü.

…. Kominist Avrupa Barış ve Özgürlük komitesi adli teşekkülün bildirisinde Türkiye Kominist Partisi ile CHP yan yana yer alırken;CHP-li aşırılardan Mustafa Ok,Eceviti cesaretsizlikle suçluyordu.

Daha sonraki günlerde ise ilçe kongrelerinde Maocu ve Rus yanlıları arasında silahlı sopalı kavgalar başlayacaktı.”[1]

Yukarıda yapmış olduğumuz alıntılar sadece 70 yıllık sahneden,oynana yüzlerce oyundan,binlerce sahnelerden kısa bir kesittir.

CHP Rusyayı Türkiyeye taşımada çok gayret gösterdi. 1971 ihtilali bu gayenin tahakkukunun kesinliğine akamet ile son vermiş,gerçekleşememiştir.

İşte bu 70 yıllık dönemde inancı sebebiyle inançlı insanlar hapishanelere tıkandı. Bu mağdur ve mazlumların başında Nurcular adıyla Bediüzzaman Said Nursi ve Talebeleri gelir.

Bu gün belkide her evi süsleyen bu kırmızı kitaplardan,sadece Kur’an-ı Kerimin asrın idrakine sunulan bir tefsirden başka özelliği olmayıb yani siyasi bir tarz takib etmeden,insanımızın birkaç asırdır kaybettiği değerlerini onlara kazandırmayı hedeflemiştir.

İsmet İnönünün tek şefliği dönemi de bu partinin altında gelişmiştir.

SHP ve DSP ise CHP kökünden ayrılan dallardan ibarettir.

SHP’nin TMKT hayranlığı da CHP kökünden ileri gelir.

CHP’nin mazisi her ne kadar bir çok belgelerle isliliği açıkça bilinse de,sis perdeleri tamamen açılmış değildir.

Zaman en güzel şahit,istikbal en doğru müfessir ve yorumlayıcıdır.

CHP bir asra yaklaşan döneminde hep insanların kalbleriyle uğraşmış,karanlık güçlere ev sahipliği yapmıştır.

Getirdiği ve yapıp uyguladığı kanunlarla dine,vicdana,fikre vurduğu prangalarla kendini arife gerek kalmadan tarif etmiştir.

Bu insanlar;bir asırdır bu partinin liderliğinde maddi-manevi çöl hayatı yaşadılar ve yaşattılar.

70 yıldır elle tutulur,gözle görülür müşahhas bir hizmet gösterilemez.

İşte GAP için yapılacak hizmetlere Ecevitin reddi ve cevabı olarak temel atmayı “Göbek atma”,olarak ifade ediyor,karşı çıkıyorlardı.

Türkiye de sürekli bir ihtilal ve sefalet havası estiriliyordu. Toplum sefalet içerisinde terk ediliyordu.

Manevi kıtlığın olduğu yerde,maddi refah aranmaz ve aranmamalıdır.

Bu millet gaz lambalarını yakmak için saatlerce gaz kuyruğunda bekledi,çoğu zaman onu da bulamadı.

Bir çok ihtiyaçlar bulunamıyor,ilerlemeye matuf her hangi bir şey de yapılmıyordu. Zira sosyalizmin zeminini oluşturmak,onu seslendirmek için fakir bir toplum oluşturup,fakirlik edebiyatı yapmak gerekiyordu. Aksi takdirde neyin propağandası yapılacak,bayrağı dalgalandırılacaktı? Sosyalizmin iflas etmemesi uğruna,millet iflas ettirildi.

Bu parti bu ideolojisini devam ettirmek üzere her devirde kendini göstermeye çalışıyordu. Bunun uğruna hükümetten düşse de iktidardan düşmüyor,düşmekte istemiyordu. Kavga koltuk kavgası haline dönüşüyordu. Bu durum şunu hatırlatmaktadır;

“1881 Londra anarşist kongresi şu karara varır:”kurulu düzenin her hangi bir temsilcisini;öldürmek meşrudur.”

Sanki milletin madden ve manen bu sıkıntılara giriftar olmasına zemin hazırlanıyor,kurtulmasına sebeb olacak engeller ve barajlar tesis ediliyordu.

Ve neticede toplum:”İhtilalci anarşizmle,demokratik sosyalizmin kökleri bir,işçi sınıfının acıları –ikisi içinde sefaletin sorumlusu;çağdaş toplum”[2] içerisine terk ediliyordu. Ve her zaman olduğu gibi:”Anarşizm her zaman işçi hareketine asalak olmuştur.”

Bu parti ile alakalı olarak Süleyman Hünkar adlı talebesinin

Süleyman Hünkar adlı talebesinin;”Efendim ben dalalette (tereddütte) kaldım.”dedim.

“Halk Partili mi olam,yoksa Demokrat Partili mi olam.”dedim.

(Elini kenara silkeleyerek) “Halk partisini şöyle bırak,onlar geberdi.”dedi.[3]

Ve CHP-nin yüzde doksan beşinin masum,yüzde beşinin sorumlu olduğunu,ancak partinin de yüzde beşin elinde olup menfice kullandıklarını da ifade etmiştir.

Böylece CHP’nin bir asır içerisinde yaptıkları asırlara taksim edilse,yeterde artar bile…

Bediüzzamanın ifadesiyle 300 sene de tamir edilemiyecek bir tahrib yapılmıştır.

Bu parti üzerinde yüzlerce cilt kitap ve yazılar yazılsa az kalır ve yerinde olur.

“Şapka düştü kel göründü.”zaman çok şapkaları düşürecek,keller görülecektir.

24-12-1994

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Yeni Asya 1977 yıllığı. sh.132,134.

[2]Bak. Pınar derg. sayı. 74-78. Şubat. sh. 3.

[3] Son Şahitler. N. Şahiner. 2 / 273.




BİZE NE OLUYOR ?

BİZE NE OLUYOR ?

Gerçekten bize ne oluyor? Ne olmaktadır? Ne etmekteyiz? Ne demekte ve Nereye gitmekteyiz?

Bizler hiç de böyle değildik! Deli dana hastalığına yakalanmış gibi delirmekte,kıvranmaktayız!

Etrafa saçılmış,karışmış harfler gibiyiz. Bir araya gelememekte,ne olduğumuzu bilememekte ve bildirememekteyiz!

Saçmadan rast gele saçılan saçma gibi saçmakta ve saçmalamaktayız! Biz hiç de böyle değildik! Saçmalamazdık! Hedefte idik..Hedefte gezerdik..

Bize ne oldu? Hedeften kaçtık. Evet. Çünki saçmaladık. Hedefi yanlış seçtik. Hedeften uzaklaştık,uzaklaştırıldık! Çünki kaçtık,kaçırıldık..

Biz niye böyle olduk? Biz böyle değildik! Ne idik,ne olduk ve ne olacağız?

Biz kendimiz olmadık! Kendimizle olmadık. Başkası olduk. Başkasıyla olmaya özen gösterdik. Sonuçta onlarla da olamadık,kalamadık ve kendimizi de bulamadık. Başkalarıyla dolduk ve o olduk,böyle olduk. Çünki kimliksiz kaldık. Kendi kimliğimizle kalmadık,başkasının kimliğiyle dolduk,doldurduk..

Millet olarak bir istifrağ gerek. Bir gusül lazım. Çünki kirlendik.

Boş olmak,kirlilikle dolu olmaktan daha yeğ-dir,uygundur. zira doldurulacak sermayemiz dolu dolu..

Biz böyle olmamalıydık!

Bize deli dana eti yedirdiler. Bizde yedik ve delirdik.

Bu gidiş,akıllıca bir gidiş değil. Gelin,geri dönelim. aslımıza rücu’ edelim.

Aslımız ile astarımız arasında bir uyuşmazlık var. Evvela biz kendimizle anlaşamıyoruz. Başkasıyla hiç anlaşamaz ve uzlaşamayız.

O halde biz kendimizi anlamaya çalışalım. Yapamıyorsak-ki fazlasıyla yaparız,nitekim yapmıştık da…- öyle ise hep beraber ağlaşalım. Ağlaşalım uzlaşalım,ağlaşalım uzlaşalım…

Gözyaşlarıyla temizlenelim,aklanalım,akıllanalım. Bir şey yokmuş gibi,kaybeden biz değilmişiz gibi olmayalım,oldurmayalım. Müflis olarak ölmeyelim. Değerlerimizi toprağa gömmeyelim. Neslimizi gündelik sun’i meselelerle bölmeyelim. Geçmişimize sövmeyelim. Biz biz olalım,biz kalalım. Biz birbirimizi sevelim,sayalım…

El verelim..el tutalım..ta ki tutulalım,tutunalım..yutulmayalım..atılmayalım…

İçimizdeki kerih şeyleri boşaltalım..atalım..dünya bizi atmadan ve boşaltmadan önce…

Bir gün dünya da istifrağ edip kusacak. Gelin kusulan biz olmayalım.Kusan biz olalım..kendimizi bulalım..

Biz bizi ve bir birimizi kaybetmişiz. Ayıb etmişiz. Biz böyle etmezdik! Ne ettik? Ne etmekteyiz?

Ümitsiz değiliz. Ümit-vârız. Ümitle varız. Gayretle sürekli varız. Biz birbirimize yarız,ağyar değiliz.

Ufkumuz daralmış. Ufuklarda değil,yerde gezmekte,sürünmekteyiz. Okyanuslarda değil,damlalarda boğulmaktayız. Damlalar mı okyanus oldu,yoksa okyanusları mı damla ettik? Çok iyi yüzer,okyanuslar aşar iken,biz koyun gibi yüzülür,damlalarda boğulur olduk!

Biz ne ettik? Biz böyle değildik! Hiç de düşünmedik! İleriyi göremedik! Atlarımızı şahlandıramadık! İstakbâle koşmadık! Mazide kaldık! Ufuklara uçmadık!

Biz kendimizi ve atımızı bağladık! Ölenlerimize ağladık,mersiyeler yazdık! Kalblerimizi dağladık! Hiç de kendimize ağlamadık. Vakit ayıramadık! Yine de pek anlamadık,aldırmadık,ağlamadık! Çünki aldandık,aldatıldık!

Biz hiç de böyle değildik! Ne idik,ne olduk! Bir gül idik,solduk! Bülbül idik,söndük! Güllere nağmeler dizerdik,karga olduk,tilkilerle güldük,onları güldürdük,onlara,aleme maskara olduk!

Kendimizden olanları başka diyarlara sürdük,sürdürdük. Olmayanları övdük,övdürdük!

Kendimizi öldürdük,onları oldurduk! kendimiz indik,onları bindirdik!

bizler dolu dizgin idik. Şimdi ise ;diz üzeri süründük,dizginlendik! Kendi yolumuzu bıraktık,başka yollara gittik!

Biz ne ettik? Niye ettik? Bize ne oldu? Ne oluyor?

Biz hiç de böyle değildik!!!

20-5-1997

MEHMET ÖZÇELİK




ASIRLARIN ÖZETİ ASRIMIZ

ASIRLARIN ÖZETİ ASRIMIZ

Düşünüyorum da,bir asırdır yapılanları,yazılanları,söylenip uygulananları kitaplaştırmaya kalksak,yüzlerce ve binlerce cilt kitap tutar.

Zira asrımız,asırların özetidir.

Bir kitabın ön-söz ve son-sözü,o kitabın özeti sayılır. Ve o kitap son söz-de bütün konuların özetleri olarak kısaca anlatılır.

Asrımız da her alanda,branşta özetlenmekte ve son-lanmaya doğru gitmekte ve de götürülmektedir.

Şimdiye kadar gelen asırlar,hep proğramlarını son-a ve sonuca göre ayarlayıp,uygulamışlardır. Sonucun belirlenmesi yönünde uygulamada bulunulmuştur. Çünkü;Hüküm sonuca göredir. Sonuç hükmü belirler. Nitekim hükmün sonucu belirlediği gibi. Netice hükme göredir. Hükmü netice belirler.

Geçmiş de;asırlarda olan olaylar,asrımızda;yıllara,aylara ve hatta hafta,gün ve saatlere sığdırılmaktadır.

Günde bir ve bazen birkaç gündem oluşmaktadır.

Gün,gündemi belirleyenin oluyor.

Yirminci asrın gününü ve gündemini DİN oluşturmakta ve belirlemektedir.

Menfilerin gündemini dini oluşumların tedirginliği oluştururken,müsbetlerinkini de hizmetleri daha,daha nasıl hizmet edebilirim-ler…

Madde bütün hızı ve ağırlığıyla işgal etmeğe çalışsa,sun’i oluşturmalarla günü ve gündemi kendi üzerine çekse de fıtri olmayıp,gerçek kalmayıp,geçici olarak,hakiki olaraktan güne ve gündeme hakimiyet kurup damgasını vuramamaktadır.

İnsanlık tarihi Hz. Âdem’le başlayıp,gündemi din açmış olup,Son-u yine Din-le kapanmaktadır. Leh’de,aleyh’de;Din hedef veya hedeftedir.

Leh-de çalışanlar onu müsbet olarak gündemde tutup,tealisine çalışırken;

Aleyh’de çalışanlar da,şuursuz olarak Din-in gündemde tutulmasına,konuşulmasına sebeb olmaktadır.

Birincisi;Müsbet çalışmalarıyla,iyi niyetiyle cennete layık olup,liyakat kesbederken;

İkincisi;Menfi çalışmaları,kötü niyetiyle cehenneme muvafık ve uygun,ehil bir hal alır.

Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi:”İnsanlar madenler gibidirler.”

Kafir kömür madenine dönüşürken,mü’min imanı ve imandaki rütbesiyle altun ve elmas madenlerine terfi eder. Ayarını yükselttiği gibi,düşürür de…

Şeyy… Acaba ayarımız kaç-da? Ne kadar yükseltmekteyiz acaba?

Zira Efendimiz (SAM),her gün 70 defa tevbe etmekteydi. Sürekli,her günde inişi olmayan sürekli yükseliş içerisinde idi o… O İsmet sıfatı gereği günahtan masum ve korunmuş olduğuna göre günahtan tevbe değil,aynı seviyede kalmayıp,iki günü birbirine eşit olup zararda olan gibi kalmayarak,sürekli bir yükselişin içerisinde idi.

Biz ne kadar çıkmaktayız? Sevabımızın azlığından dolayı mı tevbe etmekteyiz,yoksa günahımızın çokluğundan mıdır tevbemiz? Nasıl çıkmaktayız? Çıkışlarımızın sür’ati ne derece de? İnişimiz kaç km. hız da?Yoksa müsavi mi? Acaba üç çıkıp bir mi iniyoruz? Veya bir çıkıp üç mü iniyoruz?

Bunu kendimizden de anlayabiliriz! Cemiyetin gidiş ve gidişatından da tesit edebiliriz. Ancak şu bir gerçek ki;sür’at asrındayız. Günahda da sür’atteyiz,sevabta da sür’atteyiz…

6-7-1996

MEHMET ÖZÇELİK




BULANDIRILAN HAVA MANEVİ HAVA

BULANDIRILAN HAVA MANEVİ HAVA

İslâmiyet;bu kadar çeşitlilik içerisinde vahdet ve birliği ve de Tevhidi muhafaza etmiştir. Böylece bu kadar çokluk içerisinde bir birliği tesis etmiş,dağılmaktan ve dağınıklılıktan korumuştur.

Başlangıçtaki Tevhid inancı paratoner gibi etraftaki renkleri,ırkları,çeşitli özellikleri olan insanları birleştirmiş,birbirine kardeş yapmıştır.

Başka düşünce,ideoloji ve yaşayışlara ihtiyaç bırakmaksızın insanların tüm dertlerine derman olmuş,yanlış anlayışların ve gidişlerin önünü keserek,sesini kısmıştır.

Ondaki bir ferman,her derde derman!

Beşer yolunu şaşırmış,bundan dolayı şaşkın. Her probleme alternatif çözümler getiren İslâmiyetin dışında aranılan alternatifler ancak geciktirmeyi sağlamış. Eğitimde,sağlıkta ve idare gibi meselelerde dinden tecrid edilmiş hiçbir görüş ve uygulama sonuca ve çözüme götürmemiştir.

Bu bazen “Din terakkiye manidir.”[1] yaftasıyla,bazen içten yıkmak üzere “Dinde reform”[2] şekliyle yaklaşılmış. Maksat sisli,bulanık bir havanın oluşturulmasıdır. Oysa sisli ve bulanık bir hava ancak aylaklara,gökteki çaylaklara,ormandaki çakallara yarar.

Netice alınmayacağı bilinmesine rağmen,bir şeyler koparılmaya çalışılmaktadır. Meşhur olma adına cami duvarları kirletilmekte,zemzem suyuna bevledilmeye çalışılmaktadır.

İlâhi gadabı celbeden bu hareketler sonuç da belayı da çekmekte,onlara davetiye çıkarmaktadır.

Tinet ve mizaç meselesi…

Âyette:”de ki;her kes,kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu,Rabbiniz en iyi bilendir.”[3]

Südü bozuğun tutmayan bozuk mayası.. bunun neticesidir ki;provakasyonlar,entrika ve senaryolar devam etmektedir.

Süt mü ? Bozuuuk ! Çünkü südü bozuk!

Maya mı? Zaten bozuk ! Çünkü mayası bozuk !

Hiç bozuk süt de bozuk mayayla tutma olur mu?

Çünkü o tutkun,başka şeylerin tutkunu. Elbet maya tutmaz,haya da olmaz.

Hep aynı oyun ve aynı senaryo;zik-zak,tik-tak,lak-lak… Yıllardır,asırlardır hep aynı kısır alanda dönmeler. sadece oyuncular değişik. Milletle milleti,milletle devleti karşı karşıya getirme hareketleri. İslâmiyetin reddettiği anarşiyi hortlatmak.

Bazen bu hesaplaşmalarla olur. Nitekim bilindiği gibi;bazılarının ayağının kayması veya öldürülmesinin altında”kirli işler” ve onun “hesaplaşma”ları yatmaktadır.[4]

Bazen medya ile ki,medyanın en büyük suçu,toplumu eksik ve kusurlu bir zemin üzerine oturtmaya çalışmasıdır. yani asırlardır bir birikim içerisinde olan toplumu,birikimi pek olmayan ve de yanlış bir mahalle oturtup,oraya temayüle sevk etmektedir.

Bazen yanlış politika ve siyaset uygulamaları,halk suçlu kabul edilerek “Dine tahammülsüzlük”[5]gösterilmiştir.

Nitekim 1925-50 dönemi;insanlık tarihinin görmediği,duymadığı,bilmediği,rastlanmayan,vahşetlere denk ve taş çıkartan insanlık dışı garabetlerle ve sahtekarlıklarla dolu olarak geçen bir siyaset ve politika dönemi olmuştur.

Sakın melekler bu zamanımızı düşünerek,insanların yaratılmalarına taraftar olmamış olmasınlar?

Ondan sonra bir nebze yani 1950 ve 1980-lerin farklı yönü;milletin ve şahsiyetin ön plana çıkartılmasına karşı diğerlerinde,şahıslar öne çıkarılmaktadır. Atatürkçülük ve İnönü-nün ön plana çıkartılmasında da sebeb budur.

Millet kendisine yapılan hizmetleri unutmamaktadır. Zira; 1950-de yolun dışına itilmiş iken,bu durumdan kurtarılmış.

1980-de de yarım kalan bu gidişinin devamı sağlanmış. Birinde varlığı bilinip tanınırken,diğerinde varlığı sürdürülmeye çalışılmıştır.

Yanlışlıklar devlet çarkının yanlış dönmesinden,yanlış çevrilen çarkın yanlış ürünleri üreterek gailelerin türemesine sebeb olunmuştur.

“Devletin Yıkılma sebebi”[6] ni oluşturan bir çok sebeblerden;harama,günaha her yönüyle teşvik edici unsurların mevcudiyeti sağlanırken,helale ve sevaba gidici yolların kapatılmasıyla kalınmayıb,her vesile ile cezalandırma yoluna gidilmesi,engellenmesidir.

Günaha tam bir serbestlik,tam destek!

Bizzat devlet eliyle kafalar uyuşturulmak üzere içki üreten yerler ve üretimi arttırılırken,millet piyangolarla umutlandırılmakta,sigara,faiz,israfın her neviyle çökertilmektedir.

Irk ayrımı bilinçsizce işlenmektedir. Fransız gazetecinin deyimiyle:” Siz hep böyle Türk ulusundan söz ederseniz kürt sorunu zor çözülür.”

Batı kendi ve dünya ekonomisini kendi lehine,insanlarını kendi isteklerine göre yönetirken,bu durum bizde kendi aleyhimize olarak gelişir ve geliştirilir.

İnsanlar bilgi küpü olmaktan çıkarılıp,içki tulumu haline getirilir.

Velhasıl;toplum gol atan ve başaran değil,gol yiyen ve başarısız bir hale sevk edilir.

Osmanlı Padişahı III. Mustafa şiirinde:

“Yıkıluptur bu cihan sanmaki bizde düzele

Devleti çarhı deni virdü kamu müptezele

Şimdi ebvâb-ı saâdette gezen hep hazele

İşimiz kaldı heman merhameti lemyezele…”

Laiklik adına devletle millet ayrıştırılarak bir asırdır irtica,laiklik,demokrasi,faşist gibi kelimelerle kurbanlıklar belirlenmekte,milletin huzurunda kurban edilmektedir.

Siyasetin kiriyle bir çok mukaddes değerler kirlenmekle kalmayıp,her vesile ile müntesibleri rencide edilmekte,hakarete maruz bırakılmaktadır.

Yürüyüşünü unutup,başkasının yürüyüşü gibide yürüyemiyen bu millete,gerçek yürüyüşü,kendi yürüyüşünü ve onun tarzı gösterilmeli,değerlerinden koparılmamalıdır.

4-5-1997

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak. Temellerin Duruşması. A. Kabaklı.55-57.

[2] Age.237.

[3] İsra. 84.

[4] Bak.zaman gaz.24-1-1994.

[5] Bak.Din-Devlet İlişkileri. 1 / 23.

[6] Bak.Sur derg.Eylül. 1991, sh. 19.




ABDULLAH OLMASIN

– ABDULLAH OLMASIN –

Babanın evlat üzerindeki haklarından biriside,doğacak olan evladına güzel bir isim koymasıdır. Furkanın da küçük bir kardeşi gelecekti dünyaya,birkaç hafta içerisinde. Kendisi beş yaşında olmasına rağmen,adı gibi fark edip ayırıcı bir özelliğe sahipti o.

Anne ve babası bir evlat bekliyor,o bir kardeş. Komşular ise yeni bir komşularının daha kendilerine katılmasını beklerken,akrabaları da sevinçliydi,kendilerine bir yakınlarının daha katılacak olmasından..

Çocuk daha dünyaya gelmemiş,ancak onun için her türlü senaryolar ve hesaplar yapılıyordu. Giysi hazırlığı,isim tesbiti şimdiden başlamıştı bile. Verilen isimlerin kız ismi veya erkek ismi olması farketmiyordu. Önemli olan güzel bir isim olmasıydı. Bizim hanım da ,Hadisde belirtildiği üzere Abd-ile başlayan isimlerin konulmasının daha tercihe şayan olacağını teklif etmişti. Abdullah, Abdurrahman, Abdurrezzak gibi. Amaç Allahın iyi bir kulu olması idi. Bu düşünceyle Abdullah olmasını Furkana da iletti.

Furkan adeta balyoz yemiş gibiydi. Siması değişmiş,kan basıncı artmış,siniri yükselmişti. Ve birden haykırdı.

– Hayır! Olmaz! Abdullah olmasın!

Hayret. Kardeşinin geleceğinden dolayı yüzünden sevinç eksik olmayan Furkan endişeli,hüzünlü ve de sinirliydi. Sebebi sorulduğunda ise; bir çok büyüklere taş çıkartacak,ders olacak şöyle ibretli bir cevapla karşılık verdi.

İstemem! Çünki Abdullah, Abdullah Öcalan-ın ismidir.

Saf çocuk,kardeşinin 30 bin kişinin katilinin lekeli isminin kardeşine de verilmesini istemiyor, onunda lekelenebileceğinden korkuyordu. Kendisi ona benzemese de,ismi ona benziyordu ya! Bir benzerlik bulunacaktı ona karşı.

Ve nihayet kardeşi dünyaya geldi. Kardeşi kızdı. Bu onu daha çok sevindirmişti. Olur ya! Belki erkek olsaydı,kardeşinin adını yanlışlıkla veya bir başka sevdiğine atfen kurabilir veya öyle seslenebilir veya göbek adı ile beraber ona benzer bir ad olabilirdi. Ancak böylece bu durumdan kurtulmuş ve sevimli bir kız kardeşe kavuşmuştu.

O artık sevinçliydi. İki sefer sevinçliydi. Biri kardeşi olduğundan, diğeri de adının Abdullah olmamasından. Bu sevinç tıpkı yeni dünyaya gözlerini açan kız kardeşinin sevinci kadardı.

“ (İmran-ın karısı) Onu doğurunca,Allah, ne doğurduğunu bilip dururken “ Rabbim! Ben onu kız doğurdum. Erkek kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Kovulmuş şeytana karşı onu ve soyunu sana ısmarlıyorum”dedi.”[1]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Al-i İmran. 36.