NELER TARTIŞILIP REFERANDUMA SUNULMALI ?

NELER TARTIŞILIP REFERANDUMA SUNULMALI ?
1-Rejim tartışılmalı.
İçi boş bir ifade,rejim.Annenin çocuğunu öcü ile korkutması gibi,rejim birilerinin elinde öcü olarak harcanılmak ve bitirilmek istenilenler için kullanılan bir öcüdür.
Milleti arkasına almayan zillete mahkumdur.Millet içinde itibarı ve desteği olmayanların sığındığı kör ve kısır bir sığınak.
Dünyada en iyi yönetim biçim cumhuriyettir.Yani milletin katılımının olduğu bir yönetim biçimi.
Şimdiye kadar ‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir’sözü hiç uygulanmadı, uygulamaya çalışanlar asıldı veya öldürüldü.Hile ve tehditlerle engellendi.
Bu konunun içi doldurularak çözülmeli veya millete sunulmalıdır.
2-Ayasofya’nın açılması tartışılmalı.
Fethin sembolü olan Ayasofya,kapanmasıyla zilletin simgesi haline gelmiştir.
Fatih’in vakfın şartnamesinde belirttiği gibi,kapatılması halinde bütün mahlukatın laneti üzerine olsun,ifadesiyle lanetlendik.
Lanetten kurtulmamızın şartı,ayasofyanın asli görevi olan ibadete açılmasıdır.
Ayasofyayı açmak,ikinci bir fetih ve Fatih olmaktır.Masonluğun belinin kırılması,dıştan ve içten bizi bağlayan bağlardan kurtulmak demektir.
Ya açılmalı veya referanduma bir an evvel sunulmalıdır.
3-Atatürk ve Koruma kanunu tartışılmalı.
İnsanlık tarihi boyunca her türlü zulüm olmuş,muhalifler ortadan kaldırılmıştır ancak kimse ölümünden sonra kanunla korunmamıştır.
Atatürk kullanılarak sadece bu millete yapılan zulümler göz önünde bulundurularak değerlendirilecek olsa cürüm olarak yeter de artar bile.
Atatürkün yaptığı devrimlere ve işlere bakınız;hep milletin manevi değerleri ve inançlarının aleyhinde olan uygulamalarda bulunulmuştur.Dili değiştirilmiş,hilafet kaldırılmış,hala tartışılan laiklik getirilmiş,medreseler-tekke ve zaviyeler kaldırılmış,bin yıllık tarih silinmiş,geçmişe aid her şeyin üzerine sünger çekilmiştir.
Ekonomiye ve maddi gelişime yönelik uygulamalar pek bulunmamakta, görülmemekte ve hatırlanmamaktadır.Hep kıtlık ve fakirlik yaşanmıştır.
Ondandır ki;insanların zihninde onu yerleştirmek ve tanıtmak amacıyla,milleti gölgeleyip devre dışı bırakarak,’Vatan kurtaran kahraman’ etiketini yapıştırma mecburiyetini hissetmektedirler.
Bu konuda milleti yüz sene öncesine götürüp hala o zamanın şartlarına mahkum etmek,milletin mahkumu olmaya ve zillete düçar olmaya mahkum olmayı kabul etmek demektir.
Atatürk hasenatı ve seyyiatıyla masaya yatırılsın.Neden onu koruma kanunuyla koruma mecburiyeti hissedilmektedir.?Bir şeyler mi var?
-Bizler yıllardır problemlerin çevresinde dolaştık ve dolaştırıldık.Hiç merkezine inmedik,indirilmedik,engellendik,yasaklandık.Koruma kanunlarıyla duvarlar örüldü.
Bir asırdır maneviyattan uzak ve uzaklaştırılmış bir nesil yetişti ve zorla yetiştirildi. Yetiştirmek için her türlü haçlı zihniyetine rahmet okutacak uygulamalar yapıldı.Lozanda alınan kararlar gibi…Okunmalı,dehşeti görmelidir.
Bu gün bir referandum için ne zorluklar çıkarılıyor.Acaba o gün inkilaplar yapılırken hangi şey millete danışıldı?Neden Osmanlıdan kalma birinci meclisin temsilcileri devre dışı bırakıldı?
Atatürk yanlış yaptı.Tahrib değil tashih ve tamir yapmalıydı.Yapmadı, yapamadı, yapmak istemedi.Demokrasiyi uygulamadı,tek adam’lığın ötesine geçmedi. Muhaliflerini devre dışı bıraktı.Muhalefete tahammül göstermedi.Sultanlardan daha sultanlığa soyundu.
-Türkiye cumhuriyeti kurulurken toplumun genleriyle oynandı.Genleri değiştirilmeye başlanarak farklı genlerin aşılanmasına gidildi.
Atatürkü koruma kanunu kaldırılmalı veya referanduma sunulmalıdır.
Atatürke atfedilen veya yanlış olarak yürürlüğe konulan uygulamalar kaldırılmalıdır. Uygun olan veya milletin tasvibinden geçmiş olanlar yürürlükte kalmalıdır.
Milletin Atatürkü aşmasına adeta müsaade edilmemekte,mengene içerisinde sıkıştırılmaktadır.
4-Tarih tartışılmalı.
Türkiye’de öğretilen tarih kısır bir tarihtir.Kısırlaştırılmış,tornadan çıkmış insanlar yetiştirmeye yönelik bir tarihtir.Gizlenen,üstü örtülen,gerektiğinde yalan söyleyen tarihtir.Geçmişi silen,hafızaları silen,silinmiş hafızalara zorla yerleştirilmeye çalışılan tarihtir.
Gizli belgeler yayınlanmalı.Tarih eksiğiyle güzelliğiyle bizim tarihimizdir. Güzellikler alınmalı,yanlışlıklar düzeltilmelidir.
Acaba bir asırlık Türkiye tarihi tüm yönleriyle açılmış olsa kim neye ne kadar sahip çıkacaktır?
5-laiklik tartışılmalı.
Laiklik azınlığa verilen bir hak olarak gösterilirken,maalesef bir asırdır çoğunluk azınlığa feda edilmiş,elinden her türlü haklar alınmıştır.
Laiklik azınlığın yaşama haklarını vermek değil,çoğunluğun değerlerini terk etme vesilesi olarak uygulanmıştır,o da zorla ve zorbalıklarla.
Atatürk ilk kominist partisini neden kurdurmuştur?Laiklikle bir ilgisi var mıdır?
Bu millet asırlardır her milletle iç içe yaşamıştır.Problem halkta değil,halkı yönetenlerden kaynaklanmıştır.
Laiklik bir asırdır adeta dinsizlik olarak uygulanmıştır.Sadece dinin terk edilmesi yönünde değil,dinsizliğin kabulü yönünde kullanılmıştır.
Yıpranmış ve yalama olan bu ifade kaldırılmalı veya referanduma sunulmalıdır.
6-İrtica tartışılmalı.
İrticada laikliğin kırk yamalı bir bohçasıdır.İstenilenleri harcamak için kullanılan bir yafta.
Veya dini tedrisatı engelleyenlerin,halkın başka yönde bu ihtiyacını gidermesine engel olmak için kullandıkları bir ceza-i yöntemdir.
7-Hilafet tartışılmalı.
Bu gün sadece Türkiye değil,tüm islâm dünyası başsız olarak dolaşmaktadır. İslâm dünyasının manevi temsilciliğini yapacak bir merci olmadığından farklı farklı sesler çıkmakta,hristiyanlık dünyası kiminle muhatap olacağını bilememektedir.
İslâm dünyasının manevi temsilciliğini üstlenmede Türkiye böyle bir öncülüğü halka sunmalı ve uygulamalıdır.
8-Okullarda Arapça-Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif derslerinin konulması konuşulmalı.
” Arapça 22 Orta Doğu ülkesinde 200 milyona yakın bir nüfus tarafından konuşulan bir dildir. Ayrıca 24 Arap olmayan Müslüman ülkede 1 milyara yakın bir nüfus tarafından kullanılan bir dildir. Petrol üretimi ve petrokimya endüstrileri sebebiyle dünyanın ilgisi birçok Arap ülkesinin ekonomileri üzerindedir. Uluslararası ticaret, politika bilimi, uluslararası hukuk ve kültür tarihi öğrencileri, Arapça öğrenerek çok şey kazanabilirler. Antik arkeoloji ve Mısır’daki piramitler, sfenksler gibi tarihi eserler ve Arapça’nın edebi yoğunluğu, Arapça öğreniminin önemini artıran öğelerdir. “
Böyle maddi-manevi bir zenginliği görmeyerek,tarihi bağları koparmak, değerlerimizden uzaklaşmak,bu değerlerin kaynağından uzaklaştırılmak ile olur.
O halde bu millet bu değerlerinin kaynağıyla buluşturulmalı,okullarda Arapça-Kur’an-ı Kerim ve Hadis dersleri okutulmalıdır.
Milli eğitim bunu yapmaktan aciz ise,millete sunulmalıdır.
9-Zararlı kurumlar ve içecekler yasaklanmalıdır.
Gençliğin her yönüyle fuhuş yuvalarından korunması için tedbirler alınmalıdır. Zararlı içecek ve uyuşturuculardan ağır cezalarla sakındırılmalıdır.
10-Okullar özelleştirilmeli.Tevhid-i Tedrisat kaldırılmalı.
Eğitimde yenilenmek için Sağlık bakanlığı güzel bir örnek sergilemiştir.Milli eğitim kendisini aşamamaktadır.Yıllardır kamburluğu –deve misal-devam etmektedir. Yapılan tedbirler geçici pansuman tedbirleridir.
Eğitimin içine toplum çekilmeli,sahiplenmesi sağlanmalıdır.Her alanda denetim çerçevesinde özelleştirmelerin önü açılmalıdır.Tek tip insan yetiştirmekten vaz geçilmelidir. Kabiliyetlere göre insanlar değerlendirilmelidir.Kaplumbağa yürüyüşünden milli eğitim kurtarılmalıdır.Bunun önündeki en büyük engelde tevhid-i tedrisattır.
Kısırlaştırma yöntemini ya milli eğitim kaldırmalı veya millete sunulmalıdır.
11-İdam kabul edilmeli.
En büyük hak insan hakkıdır.
İdam edileceğini bilen insan kolay kolay öldürmez.Öldürmeye tevessül etmez.
İslâmda cezada esas olan,suç işleyeni cezalandırmak değil,suç işlenen kişinin hakkını korumak ve almaktır.
Ceza vermekten önce,suç işlemeyi engellemek ve zorlaştırmak gerektir.
Mesela;Cezalar arttırılmalı.Adam öldürme, tecavüz,hırsızlık,kapkaççılık, rüşvet,tiner, faili meçhuller,ya bu suçları işlememek için alternatif imkanlar sağlansın veya bu suçları işleyenler bir karşılığını görsünler.
Değerli büyüğümüz Rahmetli Mahmut Allahverdi ağabey anlatmıştı:
El kesmeyi aklına sığıştıramayan bir savcı,daha sonra hırsızlar tarafından evi soyulunca bu hırsızlığı yapanların mutlaka öldürülmeleri gerektiğini söylediğini ancak kendisine önceki sözü hatırlatıldığında da,şefkatine sığdırmadığı el kesmenin ötesine de geçerek,şefkatsizliğini daha öte götürmüş,mutlaka öldürülmelerini istemişti.
Buna gerekçe olarak da kendisinin 25 yıl boyunca bir çok yeri gezerek kazandığını,bir başkasının bir anda götürmesine bağlamıştı.
Bende hapishaneye ders vermeye gittiğimde 26 yaşında yedi defa hapse girmiş çıkmış, sekizinci defa yine hapse gelerek arkasına üç kişi takarak gelen bir genç,daha ilk haftasında dışarı çıkınca soyacakları marketin planını yapmakta idiler.
Cezalar caydırıcı olmalı,idam cezası gerekirse referanduma sunulmalıdır.
12-Devlet dairelerinde gravat kaldırılmalı veya serbest bırakılmalıdır.
Bir asırdır kısır döngüler içerisinde döndürülmekteyiz.Birilerini zengin etmek için,bir çoklarının fakir kalmasına göz yummaktayız.
Yıllarca kocaman güya eğitim görmüş adamlar gravat uğruna eğitimi sekteye uğratmaktan kaçınmamıştır.
Devlet yönetimi samimiyetini resmiyetinin önüne geçirmelidir.
Devlet daireleri samimi değil resmidir.Artık samimiliğe geçmelidir.
-İtibar gravata mı yoksa şahsa mı?
-Yaz kıyafet genelgesinde 15-mayıs-15 haziran döneminde amirin odasına girerken önceden bulundurulacak olan gravat ve ceketle girilecek..Hala despotluktan azalma olsa da kurtulma yok..kalıntısı mevcut..çünkü hala kalıntılar ve kırpıntılar var.
Referanduma gerek kalmadan kolayca kaldırılabilir.Kaldırılmalıdır.Olmuyorsa referandumlara dahil edilmelidir.
13-Askerin vesayeti kaldırılmalı.
Asker sınıra çekilmeli.Devletten ve milletten elini çekmelidir.Siyasetten uzak görevini yapmalı.Ömür boyu sıkıntıları anlatılan bir kurum olmaktan çıkarılmalıdır.
-Yaş toplantılarındaki münakaşalar,toplu istifa restleri göstermiştir ki,toplum artık normalleşme yoluna giriyor demektir..Bu normalleşmenin bir görüntüsüdür. Onların memnuniyetsizliği demek,milletin memnuniyeti demektir zira aksi takdirde milletin şimdiye kadar memnun olmadığı durumun sürdürülmesi demektir.
Onların memnun olmama göstergeleri,milletin memnun olacağının bir göstergesidir.
Ordudan irtica bahanesiyle sorgusuz sualsiz apar topar atanlar,en ağır terör örgütü üyesi ile sorgulananları,dokuz defa müebbed hapse mahkum edilenleri,camiyi bombalayıp,balyoz planı hazırlayan 102 kişiyi ordu evlerinde himaye ederek,gerçek niyetlerini,kimliklerini,samimiyetlerini,hukuksuzluklarını,keyfiliklerini bir daha göstermiş oldular.
-Önde Pkk arkada Heron!Gelde bu işi bitir!
-Ordunun kendini toparlama,itibarını düzeltme zaman ve fırsatı yeni genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarıyla bu imkan doğmuştur.
Artık ordu üzerine olumsuz yazılar yazılmasın,yazdırılmasın..Şaibeler ortadan kalksın,özellikle cunta ekibi tasfiye edilsin.
Pkk en büyük desteği himaye ve strateji olarak içten almaktadır.Dışarıda arandığı gibi,içteki bağlantıları da ortadan kaldırılsın.
Baas jitem tarzı ortaklığa son verilsin,jandarma dipçikle anılmasın.Orduya yeni bir soluk ve yeni bir düzen kazandırılsın.
Gerekirse referanduma gidilsin.
14-Başörtüsü-Türban özgürlüğü konusunda referanduma gidilsin.
Problem olmayan,takanla takmayanın problem yapmadığı bu mesele birileri tarafından ısrarla problem haline getirilmeye ve toplumda kaos ortamının oluşunu sağlamak için gündemde tutulmaktadır.
Yukarıda temelde olan meselelere çözüm getirilmesi halinde bu çözümde direkmen ortadan kalkacaktır.
Madem bu durum yukarıda çözülmüyor,halka gidilsin,referanduma sunulsun.
MEHMET ÖZÇELİK
03-10-2010




MEŞRU TEVESSÜL

MEŞRU TEVESSÜL
Tevessül,vesile kökünden alınmadır.Sin ve sad ile olan tevessül mana bakımından birbirine yakındır.Zira sin ile sad devamlı münavebeli olarak gelirler.Onlardan biri diğerine benzer.
Tıpkı Fatiha suresindeki –İhdinas-sırâtel müstakim.-gibi.Kıraat-ı seb’a üzerine her iki şekilde okumakta caizdir.
Vesile;(sin ile)hedefe ulaştırma aracıdır.
Vesile;(sad ile) hedefe ulaşmaktır.Her ikisi de hedefe ulaşmaya sebep ve araçtır.
1.Nev’:Bir ibadet olup,onunla Allah’ın rızasına ve cennetine ulaşmak murad edilir,düşünülür.
“Onların yalvardıkları bu varlıklar, “hangimiz daha yakın olacağız” diye Rablerine vesile ararlar.”
Mesela ramazan orucunu tuttuğu zaman denilir;Bu günahların bağışlanmasına vesiledir.Sahura kalktığı,kadir gecesini ihya ettiği zaman;hakeza bunlar günahların bağışlanmasına vesiledir.
Elbette burada Allaha iman ve güven gerekir ve gerektir.Bu durumda bütün Salih ameller birer vesiledir.
Salih amelden maksat:” Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir.”
Bundandır ki Efendimiz;”Ateşten –Cehennemden- Allah’a sığınırım.”derdi.
Cehennem ehline yazıklar olsun.
-Vesilenin 2.Nev’i:Duanın kabul olması için vesile edinilir.Bu da birkaç kısımdır:
1.Kısım:Gerek bir isim ile gerekse de bütün Allah’ın isimleriyle,isimlerini vesile kılmak.
1.Misal,bütün isimleriyle her şeye karşı isimlerini vesile yapmak konusunda İbn-i Mes’ud-dan rivayet edilen sahih bir hadiste;” “Bir kimseye keder ya da sıkıntı dokunduğunda; ‘Allah`ım, ben senin kulunum. Erkek ve kadın kulunun oğluyum. Alnım senin elindedir. Benim hakkımda senin hükmün geçerlidir. Hakkımda takdir ettiklerin geçerlidir. Kendini isimlendirdiğin tüm isimlerinle veya yarattıklarından birine öğrettiğin isimlerinle, kitabında indirdiğin isimlerinle, katındaki gayb ilminde kendine has kıldığın isimlerinle, Kur`an`ı kalbimin baharı, gönlümün nuru, üzüntü ve sıkıntımın giderilmesini senden isterim. Bu duayı söyleyenin, sıkıntı ve üzüntüsü yerine Allah bir ferahlık getirir. Ardından Ey Allah`ın Rasûlü! Bunu öğrenelim mi? diye soruldu. O`da Evet, bu duayı işiten kimsenin öğrenmesi gerekir.” diye cevap verdi.”
Burada bütün isimleriyle istenilmektedir.
Mesela bizde deriz ve demeliyiz;”Allahım!Bütün esma-i hüsnan ile birlikte istiyorum.”
Buna delil ise:” En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin.”
-2.Misal:Özel bir isimle tevessülde bulunmak.
Mesela diyebilirsin;Ya Ğafur,beni bağışla,Ya Rahim bana merhamet et,Allahım muhakkak ki sen affedicisin,affı seversin,beni bağışla.
Bu özel ve has bir isimle tevessülde bulunmaktır.
Bu çeşit tevessül duaya münasip olması gerekir.Tıpkı Allahtan rızık isteyeceğin zaman;Ya Rezzak dersin.Zira rızık ile Rezzak arasında bir münasebet vardır.
Eğer dersen;Ya Şedidel İkab,-ey azabı şiddetli olan,beni affet.-Burada söylenilen isimle,istenilen şey birbirine münasip düşmez.
Yani cezaya delalet eden bir isim ile,Allahın affına nasıl tevessül münasip olur?
Allah’a dua ettiği şeye münasip bir isimle dua etmesi gerekir.
-Büyük zatlar,başta peygamberler olmak üzere, hep Allah’ın bir ismine sarılarak, O isme iltica edip vird haline getirerek yükselmişlerdir.
Mesela,Hz.İsa Hay ismine,Hz.Musa Kelam ismine,Abdulkadir-i Geylani Kadir ismine,Mevlana Vedud ismine,Bediüzzaman Said Nursi Hakim ve Rahim isimlerine ve hakeza mazhar olmuş kimselerdir.
Kendinize münasip gelen bir ismi,ebced hesabıyla da hesaplayarak vird edininiz.O sayı kadar çekmeye devam ediniz.
-2.Kısım:Gerek özel gerek tüm sıfatlarıyla her şeye karşı tevessülde bulunmak.
Fiili sıfatlar bunlardandır.Mesela;” Allahümme inni es’elüke biesmâikel Hüsna ve sıfatikel-ulya”
Bu doğru bir tevessüldür.
Bu hususi olduğu gibi,umumi de olabilir.Yukarıda zikrettiğimiz umumidir.
Hususi ise:” Euzü biizzetillahi ve kudretihi min şerri ma-ecidü ve ühazirü.”
Burada Allahın sıfatlarından bir sıfat ile tevessülde bulunulmuştur.
-Ef’al ile tevessüle misal olarak mesela:” Allahümme salli ala muhammedin vé ala ali muhammed. Kema salleyte ala ibrahimé vé ala ali İbrahim.”
Burada İbrahime yapılan iyilik gibi,Muhammed ve âline de yapılması istenebilir.
Burada birini diğerine teşbih değil,bir illet ve sebebiyeti bildirmedir.
Burada İbrahime yapılan vesile kılınarak Muhammede de yapılması istenilmektedir.
-“İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde,

‘deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünkü, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, İbrahim Aleyhisselâmdan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha büyüktür. Bunun sırrı nedir? Hem bu tarzdaki salâvatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir?
…..Elcevap: Bu sualde üç cihet ve üç suâl var.
Birinci cihet: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm, gerçi Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma yetişmiyor. Fakat onun âli, enbiyadırlar. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın âli, evliyadırlar. Evliya ise, enbiyaya yetişemezler. âl hakkında olan bu duanın parlak bir sûrette kabul olduğuna delil şudur ki:
Üç yüz elli milyon içinde, âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdan yalnız iki zâtın, yani Hasan (r.a.) ve Hüseyin’in (r.a.) neslinden gelen evliya ekser-i mutlak hakikat mesleklerinin ve tarikatlarının pîrleri ve mürşidleri onlar olmaları – hadisinin mazharları olduklarıdır. Başta Câfer-i Sâdık (r.a.) ve Gavs-ı Azam (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı âzamını tarik-i hakikate ve hakikat-i İslâmiyete irşad edenler, bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler. “
Salavattaki Kaf-ın Ta’lil için olduğuna delil ise:” Onu, size gösterdiği gibi zikredin.”
O’nu zikrediniz çünkü O size hidayet etti,doğru yolu gösterdi.İstenilen her hal O’na malum ve maruftur.
Burada salat-dan kasıt rahmettir.
“İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır.”
-3.Kısım:Allah’a iman ve resulü ile tevessülde bulunmak.
Mesela:”Allahım sana ve resulüne iman ettim.Şunu şunu istiyorum,diyebilir.
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde,..”
“Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört.”
Yani sana ve resulüne imanımız sebebiyle bizi bağışla.Burada Allaha iman,mağfirete vesile kılınmıştır.
Allah’a ve resulüne imana,Allah’a ve resulüne muhabbete yapılan tevessül caizdir.
Çünkü Allah’a iman mağfirete ulaştıran bir sebeptir.
Hakeza Allah’a ve resulüne muhabbet yine bağışlanmaya ulaştırıcı bir sebeptir.
-4.Kısım:Kişinin hiçbir şey söylemeksizin halini Allaha arz ederek tevessülde bulunması.
Şöyle demek gibi;”Allahım ben sana karşı nihayet derecede fakirim.Allahım ben senin yed-i kudretinde esirim.”Hakeza.
Bu durum tıpkı Hz.Musa-nın iki kızın koyunlarını sulayıp sonra gölgeye gidip oturarak söylediği şu söz gibi:” “Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım” dedi.”
Burada Rahmet,Lutuf ve İhsan gibi her şey elinde olan Allah’a dua edenin halini arzetmesidir.
Nitekim durumu iyi olmayan birinin seninle beraber olduğu sırada,fakir olduğunu, çalışmaya gücünün yetmediğini,buralarının garibi olduğunu anlattığında, onun durumunu bilir ve ona ikramda bulunursun.
5.Kısım:Duasına icabet etmesi istenilen kişiden bir dua ile tevessülde bulunmak.
Nitekim Enes’den (Radıyallahu Anh) rivayet edildiğine göre, şöyle anlatmıştır:

“Cuma günü Resûlüllah Sallalahu Aleyhi ve Sellem ayakta hutbe okurlarken bir adam Mescid’e girip dedi: Ey Allah’ın Resulü! (Kuraklık ve kıtlıktan) mallar helak oldu, yollar kesildi (sefere çıkılmaz oldu). Allah’a duâ et de bize yağmur versin. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini kaldırdı sonra buyurdu: (Allâhümme eğisnâ, Allâhümme eğisnâ, Al-lâhümme eğisnâ). “Allah’ım bize yağmur ver, Allah’ım bize yağmur ver, Allah’ım bize yağmur ver.” Enes demiştir ki, biz gökte ne bir bulut ve ne de bir bulut parçası görmüş değildik. Bizimle Sel’ dağı arasında da bulutu gizleyecek bir ev ve bir bina da yoktu. (Sel’ Medine’ye yakın bilinen bir dağın ismidir.) Hemen o dağın arkasından kalkan şeklinde bir bulut çıktı. Göğü ortaladığı zaman yayıldı. Sonra yağmur yağdı. Vallahi asla bir hafta güneşi görmedik. Sonra ertesi cuma, bir adam aynı kapıdan içeri girdi. Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ayakta hutbe okuyordu. Adam dedi ki: Ey Allah’ın Resulü! (yağmur felâketinden) mallar helak oldu, yollar kesildi. Allah’a duâ et de yağmuru bizden kessin. Bunun üzerine Resûlüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini kaldırdı, sonra şöyle buyurdu:

(Allâhümmehavâleynâ ve lâ aleynâ. Allâhümme ale’lâkâmi ve’zzirâbi ve butûni’l-evdiyeti vemenâbiti’ş-şeceri).

“Allah’ım! Üzerimize değil, çevremize yağdır. Allah’ım! Tepelere, dağlara, vadilerin yataklarına ve ağaçların diplerine olsun. Hemen yağmur kesildi. Biz de çıkıp güneşte yürümeye başladık.”
Bunlar Allahın kudretindendir.Bir anda bulut yok iken toplanır,yağmur gelir.
Peygamberimizde hutbeyi kısa tuttukları halde bu dua esnasında yağmur hemen gelmiş,minberden inmeden yağmur mübarek sakallarını ıslatmış idi.
Allah rasulünün duasına süratle icabet etmişti.
Sahabelerde hutbe dinlerken bu duaya el kaldırıp amin demişlerdir.
“Başta Buharî, Müslim, kütüb-ü sahiha haber veriyorlar ki:
Hazret-i Câbir ibni Abdullahi’l-Ensârî beyan ediyor: Biz, bin beş yüz kişi, gazve-i Hudeybiye’de susadık. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, kırba denilen deriden bir kap sudan abdest aldı, sonra elini içine soktu. Gördüm ki, parmaklarından çeşme gibi su akıyor. Bin beş yüz kişi içip, kaplarını o kırbadan doldurdular.
Sâlim ibni Ebi’l-Ca’d, Câbir’den sormuş: “Kaç kişiydiniz?” Câbir demiş ki: “Yüz bin kişi de olsaydı, yine kâfi gelirdi. Fakat biz, on beş yüz (yani bin beş yüz) idik.”
“Başta Buharî, Hazret-i Berâ’dan ve Müslim, Hazret-i Selemet ibni Ekvâ’dan ve sair kütüb-ü sahiha başka râvilerden müttefikan haber veriyorlar ki:
Gazve-i Hudeybiye’de bir kuyuya rast geldik. Bin dört yüz kişiydik. O kuyunun suyu elli kişiyi ancak idare ederdi. Biz suyu çektik, içinde birşey bırakmadık. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm geldi, kuyunun başına oturdu. Bir kova su istedi; getirdik. Kovanın içine mübarek ağzının suyunu bıraktı ve dua etti, sonra o kovayı kuyuya döktü. Birden kuyu coştu ve kaynadı, ağzına kadar doldu. Bütün ordu, kendileri ve hayvânâtı doyuncaya kadar içtiler, kaplarını da doldurdular.”
“BenîHanîfe kabilesi kadınlarından Ümmü’l-Heysem diye anılan bir kadın, Müseylime’ye gidip:
“Hurmalarımız susuzluktan kuruyup döküldü! Kuyularımızın suyu çekildi!
Muhammed’in kuraklığa uğrayan halk için dua ettiği gibi, sen de sularımız ve hurmalarımız için Allah’a dua et!” dedi.
Müseylime, danışmanına:
“Ey Nehâr! O bunu yapmak için ne diyor?” diye sordu.
Nehâr:
“Kuraklığa uğrayan halk Muhammed’e gidiyorlar. Yağmur sularının gecikmesinden, kuyu sularının azalmasından ve hurma ağaçlarının susuzlukyüzünden hurmalarının dökülüşünden şikayet ediyorlar. O da onlar için dua edince, kuyularının suyu kabarıyor, hurma ağaçları gelişip dallarının uçları yerlere kadar eğiliyor!” dedi.
Müseylime:
“O, kuyulara ne yapıyor?” diye sordu.
Nehâr:
“Bir kova su getirtiyor. Onun içine, kavmi hakkında dua ediyor. Ağzına su alıp çalkaladıktan sonra onu kovanın içine bırakıyor. Kovayı götürüp o susuz kuyulara boşaltiyorlar. Sonra da hurma ağaçlarını suluyorlar” dedi.
Müseylime hemen bir kova su getirtti, kovanın içine kavmi için dua ettikten sonra, ondan ağzına su alıp çalkaladı ve kovanın içine bıraktı.
Kovayı götürüp kuyulara boşalttılar.
O kuyuların suları büsbütün çekildi ve kayboldu. “
*Nehâr, Müseylimeye:
“Beni Hanîfelerin çocukları üzerine bereket duası yapsan!” dedi.
Müseylime:
“Bereket duası ne denilerek yapılır?” diye sordu.
Nehâr:
“Hicaz halkı, çocukları doğduğu zaman onu Muhammed’e götürüyor. O da, çocuğun damağına birşey sürüyor ve başını sıvazlıyor!” dedi.
Bunun üzerine Müseylime’ye hangi çocuk getirilip damağına birşey sürdürülmüş ve başı sığatılmışsa, muhakkak o çocuğun ya başı bir daha saçı çıkmamasıya temelli kel, ya da dili kekeme olmuştu. Hele bir çocuğun başı, pek fena kel olmuştu.
Benî Hanffe kabilesinden ve Benî Mehriyelerden bir adam Peygamberimiz Aleyhisselamın abdest suyundan alıp Yemâme’ye getirmiş, kuyusuna boşaltmış, sonra su çekerek toprağını sulamış, yeşillikler parlamış, bahçenin yeşilliği hiç geçmemişti.
Nehâr, bir bahçe sahibine:
“Seni Benî Mehriyelerin yaptığı gibi Rahmân’ın abdest suyuyla sulamaktan alıkoyan nedir?” dedi.
Bunun üzerine adam Müseylimeye gidip:
“Sülmâ’nın toprağına Muhammed’in dua ettiği gibi, sen de benim çoraklaşmış, verimsiz hale gelmiş bulunan toprağım için Allah’a dua et!” deyince, Müseylime:
“Ey Nehâr! O ne diyerek dua ediyor?” diye sordu.
Nehâr da:
“Sülmâ, Muhammed’in yanına vardı. Kendisinin toprağı çoraklaşmış ve verimsizdi. Muhammed Sülmâ için bir kova su getirtip dua ettikten ve ağzında çalkaladığı suyu kovanın içine bıraktıktan sonra kendisine verdi. O da bu kovanın içindeki suyu kuyusuna boşalttı ve kuyudan çektiği su güzelleşti, tatlı I aştı” dedi.
Müseylime, Nehâr’ın dediği gibi yaptı.
Adam Müseylime’nin dua ettiği kovayı götürüp Sülmâ’nın yaptığı gibi yapınca, kuyusu kurudu.
BenîHanîfe halkı bir kuyu kazdılar.
Kuyunun bol ve tatlı sulu olması için Müseylime’ye gittiler. Gelmesini ve teberrüken kuyunun içine tükürmesini rica ettiler.
Müseylime içine tükürünce, kuyunun suyu acılaştı ve büsbütün çoraklaştı.
Müseylime’nin abdest suyu da bahçeye döküldüğü zaman, orada birşey bitmez oldu!
Bir adam gelip Müseylimeye:
“Ey Ebu Sümâme! Ben servet sahibi zengin bir kimseyim. Şu on yaşındaki oğlumdan başka hiçbir çocuğum doğmadı ki, iki yaşına varmadan ölmüş olmasın! Hem küçüğünün yaşaması, hem de büyük (on yaşındaki) çocuğumun uzun ömürlü olması için başını sığamanı ve Allah’a bu hususta dua etmeni arzu ediyorum!” dedi.
Müseylime:
“İstediğin şeyi yapacağım!” diyerek küçük oğlanın kırk yıl ömürlü olmasına dua etti.
Adamcağız sevinerek evine döndüğü zaman, oğullarından birisini kuyuya düşmüş, diğerini de kurt yemiş buldu!
Müseylime, Hz. Ali’nin ağrıyan gözüne Peygamberimiz Aleyhisselamın püskürünce iyileştiğini işit-mişti.
Müseylime’nin elini sürmesinden şifa bekleyen adamın gözleri ise, Müseylime el sürer sürmez veya tükürür tükürmez kör oluverdi!
Peygamberimiz Aleyhisselamın sütsüz, arık koyunun memesini sığayınca sütlenmiş olduğunu işiten Müseylime’nin memesini sığadığı süüü davarın sütü çekilmiş, kurumuştu!
*Bir kimse gıyaben kardeşi için bir şey istediği zaman bir melek ona der;
-Âmin,onun bir misli sana da olsun.
Kardeşinde gıyaben senin için bir şey istediğinde aynısını der.
Altıncı Kısım:Salih amelle Allah’a tevessülde bulunmak.
Kişinin matlubunun olmasında dua ederken Salih amelini düşünmesidir.
Buna misal olarak Beni İsrail zamanında olan ve Peygamberimizin anlattığı üç kişinin kıssasıdır:
İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca) geceleme ihtiyacı onları bir mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan (kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine kapadı. Aralarında:
“Sizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatçi kılarak Allah’a yapacağınız dualar kurtarabilir!” dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle dedi:
“Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirini yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hâla uyumakta idiler. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben ise süt kapları elimde, onların uyanmalarını bekliyordum. Derken şafak söktü:
“Ey Allahım! Bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi kurtar!”
Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi.
İkinci şahıs şöyle dedi:
“Ey Allahım! benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüzyirmi dinar verdim; kabul etti. Arzuma nail olacağım sırada:
“Allah’ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!” dedi. Ben de ona temasta bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım, verdiğim altınları da terkettim.
Ey Allah’ım, eğer bunları senin rıza-yı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar.”
Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı.
Üçüncü şahıs dedi ki:
“Ey Allahım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi (bir farak pirinçten ibaret olan) ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim. Öyle ki çok malı oldu. Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve:
“Ey Abdullah! bana olan borcunu öde!” dedi. Ben de:
“Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve ve köleler senindir. Git bunları al götür!” dedim. Adam:
“Ey Abdullah, benimle alay etme!” dedi. Ben tekrar:
“Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!” diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı götürdü.
“Ey Allahım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!” dedi. Kaya açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler.”
*Hem vefat-ı Nebevîden sonra, Hazret-i Ömer, Hazret-i Abbas’ı vesile yapıp demiş: “Yâ Rab, bu Senin habibinin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver.” Yağmurgelmiş. “Buharî, İstiska: 3; Fedâilü Ashâbi’n-Nebî: 11.
*Ancak müşriklerin putlarıyla ve bu kabilden olan tevessüller şirke sebebtir.Bu vesilelikten çıkar,gaye haline gelir.
Buna benzer Allahın dışında çağrılan şeyler bire bir ondan istenir mesela onun yardım etmesi veya kurtarması taleb edilirse buda meşru tevessül olmaz.
“Kim, Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersizdirler.”Ahkaf.5.
Allah bu çağrılan şeyleri aciz ve kıyamete kadar cevap veremeyecekler olarak nitelemiştir.Zira onlar istenilen şeyden habersizdirler.
Ve kıyamet gününde insanlar toplandıklarında,gerçek ihtiyaç anında onlar birbirlerine düşman olurlar.
“Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile birlikte başka bir ilâha taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler.”
Hakiki ve safi tevhid,kişinin tam bir teslimiyet içinde Rabbisine yönelmesidir.
Nitekim İbrahim Peygamber nemrut tarafından ateşe atılırken havada Cebrail gelir ve Allah’ın kendisini gönderip,bir isteğinin olup olmadığını sorar:
Bunun üzerine Hz.İbrahim,madem şu anda Rabbim beni görüyor ve biliyor,ben senden neden isteyeyim.
Adeta aradan Cebraili çekerek,halini direkmen Allah’a arzeder.
Duruşumuzu ve durduğumuz yeri iyi belirlemeliyiz.
Falan puta dua ettim,kabul oldu veya falan veliye bu işimin olması veya yapması için dua ettim oldu,gibi ifadeler yanlış tevessüldendir.
Tıpkı kabirdekinin kendisinden yardım beklemek veya bir ağaca bez bağlamak gibi.
Oysa o kişiden istenildikten sonra o işin olmasının bir imtihan olduğu ve sınanmamız için Allah tarafından bir deneme olduğu ve olabileceği unutulmamalıdır.
Nitekim Allah Yahudileri de böyle sınamıştı.
“(Ey Muhammed!) Onlara, deniz kıyısında bulunan kent halkının durumunu sor. Hani onlar Cumartesi (yasağı) konusunda haddi aşıyorlardı. Zira tatil yaptıkları Cumartesi günü balıklar onlara akın akın geliyor, tatil yapmadıkları (diğer) günlerde ise gelmiyorlardı. İşte onları yoldan çıkmaları sebebiyle böyle imtihan ediyorduk.”
Yahudilere cumartesi günü balık avlamak yasak iken suyun yüzü tamamen balıklarla doluyor,diğer günler ise böyle bir duruma şahit olmuyorlardı.
Başladılar isyan etmeye,neden diğer günler gelmiyor da,cumartesi günü geliyor.
Hilebaz bir millet olduklarından hileye baş vurdular.
Cuma gününden ağlarını kurdular,böylece balıklar ağlardan çıkamayınca,Pazar günü gelip onları topladılar.
Böylece bizde cumartesi günü toplamamış oluruz,dediler.
Cuma günü tuzağı kurar,cumartesi balıklar ağa takılır ve Pazar günüde toplarız kararına vardılar.
Oysa bilmediler ki,onlar hile yapar ama,Allah da hilelerini boşa çıkarıp, cezalandırır.
“Onlar gerçekten tuzaklarını kurmuşlardı. Tuzakları yüzünden dağlar yerinden oynayacak olsa bile, tuzakları Allah katındadır (Allah, onu bilir).”
“Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”Âl-i İmran.54.
“Şüphesiz siz, içinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, “Aşağılık maymunlar olun” demiştik.”Bakara.65.
Ve bu ceza onlara maymuna çevrilmeleri suretiyle gerçekleşmiş oldu.
13 kişiden gençler maymuna,yaşlılar domuz suretine çevrildi.Akrabaları onları tanıyamadı,onlar akrabalarını tanıdılar.Üç gün ağlayarak bu vaziyet içerisinde, insanlardan ayrı olarak bir çadırda kalıp,daha sonra da öldüler.
Maymun gülünç bir hayvandır.Bunların da maymuna çevrilmeleri gülünç bir akibete düşmelerini göstermektedir.
Meshi maddi ve maneviye düçar oldular.
Hileye baş vurup,sabretmeyen İsrail oğulları,önceden on kere daha imtihan edilip yerine getirmedikleri gibi,bu seferde imtihanı kaybettiler.Allah’ın yasağını çiğnediler.Kıyamete kadar da zillet ve meskenete,miskinliğe çarptırıldılar.
Allah bazı özel durumlarda da bu ümmete imtihan gereği bazı şeyleri haram kılmıştır.
“Ey iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin.”
Avlanmak helal iken,hac ve umrede haram kılınmıştır.
Aksi takdirde cezayı istilzam etmektedir.
“Kim (ihramlı iken) onu kasten öldürürse (kendisine) bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâ’be’ye ulaştırılmak üzere, öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir kurbanlık hayvan; veya yoksulları yedirmek suretiyle keffaret; yahut onun dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu tatması içindir. Allah, geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.”
Aynı durumla sahabe de imtihan edilmiş,ellerinin ve mızraklarının ulaşabileceği şekilde ahu ve benzeri kuşlar önlerine kadar avlanma imkanı doğmasıyla imtihan edilmişlerdi.Okla ulaşılamayan ava,yürüyerek elleriyle ulaşma imkanı ile imtihan edilmişlerdi.
“Ey iman edenler! Andolsun, Allah sizleri, ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği av(lar) ile elbette deneyecek ki, görmediği hâlde kendisinden korkanı ayırıp meydana çıkarsın. Kim bundan (bu açıklamadan) sonra haddini tecavüz ederse, ona elem dolu bir azap vardır.”
Buradaki hikmet;kendisinden korkanı ayırıp meydana çıkarmaktır.
Sahabe bu duruma düşmedi.
Ve Yahudi bugünde faiz yoluyla bu hilesini sürdürmektedir.
“Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir.”
Ondandır ki,bu gün tüm dünyada en zillet içerisinde yaşayıp,her milletten tokat yiyen Yahudi milletidir.Hileleri başlarına dolanmış,kazandıklarını rahat bir ortam içerisinde yiyememektedirler.

MEŞRU VE YASAK OLAN TEVESSÜLÜN FARKI
Meşru olan Allahın resulüne iman,onu sevmek,onun getirdiklerini,her yönüyle üstün sıfatlarını kabul etmektir.
Bütün bunlar cennete girmeye ve cehennemden kurtulmaya vesiledir.Dünya ve âhiret saadetine sebeptir.Allahın rızasını kazanmaya vesile,sıkıntıların gitmesine,işlerin kolaylaşmasına sebeptir.
“Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar. Ona, ummadığı ve hesap edemediği yerlerden rızık ve servet verir. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını büyütür.”
“Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, cennetler içinde ve pınarlar başındadır.”
“Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri katında Naîm cennetleri vardır.”
“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.”
Bu manada daha bir çok âyet vardır.
Burada Allaha iman ve muhabbet olduğu gibi,resulüne iman,muhabbet ve sünnetine uymak,Allah tarafından da sevilmeye vesiledir.
“De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”
“Şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.
Evet, Cenâb-ı Hakka İmân eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.
… Elhasıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid’alara giriyor.”
Bunlar amali salihadan ve Allaha yakınlaşmanın en efdal yollarındandır.
Hz.Ömerin Hz.Abbası vesile kılıp yağmur duasında bulunması meşru tevessüle örnektir.
Burada vesilelik ayrıdır,bizzat onun bu işteki kudreti,izni ve emri ayrıdır.
Yani o olmasaydı bu olmazdı,yağmur gelmezdi,denilmemelidir.
Burada iki nimetin bir arada bulunması söz konusudur.Şöyleki:
“Esbab-ı zâhiriyeyi perestiş edenleri aldatan, iki şeyin beraber gelmesi veya bulunmasıdır ki, iktiran tabir edilir, birbirine illet zannetmeleridir. Hem bir şeyin ademi, bir nimetin mâdum olmasına illet olduğundan, tevehhüm eder ki, o şeyin vücudu dahi o nimetin vücuduna illettir. Şükrünü, minnettarlığını o şeye verir, hataya düşer. Çünkü bir nimetin vücudu, o nimetin umum mukaddemâtına ve şerâitine terettüp eder. Halbuki o nimetin ademi, birtek şartın ademiyle oluyor.
Meselâ, bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin ademine sebep ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzer şerâitin vücuduna tevakkufla beraber, illet-i hakikî olan kudret ve irade-i Rabbâniye ile vücuda gelir. İşte bu mağlâtanın ne kadar hatası zâhir olduğunu anla ve esbabperestlerin de ne kadar hata ettiklerini bil.
Evet, iktiran ayrıdır, illet ayrıdır. Bir nimet sana geliyor. Fakat bir insanın sana karşı ihsan niyeti o nimete mukarin olmuş. Fakat illet olmamış. İllet rahmet-i İlâhiyedir. Evet, o adam ihsan etmeyi niyet etmeseydi o nimet sana gelmezdi, nimetin ademine illet olurdu. Fakat, mezkûr kaideye binaen, o meyl-i ihsan, o nimete illet olamaz. Ancak yüzer şerâitin bir şartı olabilir.
Meselâ, Risale-i Nur’un şakirtleri içinde Cenâb-ı Hakkın nimetlerine mazhar bazı zatlar (Hüsrev, Refet gibi), iktirânı illetle iltibas etmişler, Üstadına fazla minnettarlık gösteriyorlardı. Halbuki, Cenâb-ı Hak onlara ders-i Kur’ânîde verdiği nimet-i istifade ile, Üstadlarına ihsan ettiği nimet-i ifadeyi beraber kılmış, mukarenet vermiş.
Onlar derler ki: “Eğer Üstadımız buraya gelmeseydi biz bu dersi alamazdık. Öyleyse onun ifadesi, istifademize illettir.”
Ben de derim: Ey kardeşlerim! Cenâb-ı Hakkın bana da, sizlere de ettiği nimet beraber gelmiş. İki nimetin illeti de rahmet-i İlâhiyedir. Ben de sizin gibi, iktirânı illetle iltibas ederek, bir vakit Risale-i Nur’un sizler gibi elmas kalemli yüzer şakirtlerine çok minnettarlık hissediyordum. Ve diyordum ki: “Bunlar olmasaydı, benim gibi yarım ümmî bir biçare nasıl hizmet edecekti?” Sonra anladım ki, sizlere kalem vasıtasıyla olan kudsî nimetten sonra, bana da bu hizmete muvaffakiyet ihsan etmiş. Birbirine iktiran etmiş; birbirinin illeti olamaz. Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnettarlığa bedel, dua ve tebrik ediniz.
Bu Dördüncü Meselede gafletin ne kadar dereceleri bulunduğu anlaşılır.”
Sahabeler Peygamberimizden kendisi için dua etmelerini taleb ediyorlardı.Ve onların menfaatına sebep olacak hususlarda da peygamberimiz şefaatta bulunuyordu.
Vefatından sonra buna çokça rağbet etmediler.
Kıyamet gününde ise ümmetine cennete girmeleri için şefaatta bulunacaktır.
O günde herkes Nefsi nefsi derken,Peygamber Efendimiz Ümmeti ümmeti, diyerek Allahtan ümmetini ve onların affını isteyecektir.
Allah rasulüne bunu vaat etmiştir.
“Rabbinin seni bir makam-ı mahmud’a (şefaat makamına) göndermesi kesindir.”
*Hayatta,özellikle dini hayatta her zaman için ifrat yani aşırı hareket tefriti yani ya geri bir hareket veya ta inkâra kadar götüren bir hal ve düşünceleri doğurur.
Suçlu aranacaksa,ifrat hareket bunun başında gelir.
Bir kişinin şeyhine gösterdiği ifrat hareket,bir başkasının şeyhine aid olan güzel hareketlerini ve hatta şahsını bile kemalsizlikle itham eden bir tavra götürmektedir.
Hayatta insanların teveccühünü istemeyen ve bunu bir kabul eden Bediüzzaman Said Nursi,ölmeden önce;öldükten sonra da böyle bir durumu arzu ettiğini söyleyerek, kabrini ancak birkaç talebesinin bileceğini söylemiz.İhlasıyla oluşacak ifrat hareketlerin önünü de kapatmış olmaktadır.
Aynı durum kabri belli olmayan Hz.Ali için de geçerlidir.
“En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin.”
İstenilecek her şeyi O’nun isimlerini şefaatçı yaparak istemeli.
O’na olan imanımızı,marifetimizi,muhabbetimizi,ihlasımızı,Salih amellerimizi vesile yaparak O’ndan istemeliyiz.
“Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim.”
“Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm.”
Efendimiz hadislerinde;dua ibadettir,dua ibadetin özüdür,buyurmaktadırlar.
*Allahın sevdiği bir kişiye hitaben;Kalk bizim için dua et,deyip ondan dua taleb etmekte bir sakınca yoktur.
Peygamberimizin ve Hz:Ömerin Hz.Abbas için söyledikleri uygulamada da görmekteyiz.
“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.”
Burada peygamberin istediği ile Allahın kabulü birbirini tamamlamaktadır.Zira peygamber muhal ve imkânsız olan bir şeyi Allahtan taleb etmez ve Allah adına onu yapmaz.
Tıpkı müşrik olarak ölmüş bir kimsenin affı gibi.Veya Amcası Ebu Talibin iman etmemesi gibi.
Sahabeler bir çok defa rasulullaha gelmiş ve O’ndan kendileri için dua talebinde bulunmuş ve bir çoğu da kabul olmuştur.
*Tevessülde her önüne gelene şirk demek,akıl zafiyetinden ileri gelir.Zira en zor bir şey varsa,oda o kişinin müşrik olduğunu rahatça söylemektir.
Çünkü şirklikle ittiham edilen kişi eğer gerçekten o durumda değilse,o ifade söyleyene döner,o müşrik duruma düşmüş olur.
* “İki gözü a’ma bir kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi. (Kusursuz bir abdest al! Sonra Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu. Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı.”
“İbnu Abbas (radiyallahu anhuma) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam)’ı işittim, diyordu ki:
“Bir müslüman ölür, cenaze namazına Allah’a şirk koşmayan kırk kişi katılırsa, Allah, bunların onun hakkındaki şefaatini mutlaka kabul eder.”
*Neye,nasıl ve ne şekilde dua edilmeyeceği ve istenilmeyeceğini rabbimiz şöyle belirtmektedir:
“Allah’ı bırakıp da sana ne fayda ve ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, şüphesiz ki sen zâlimlerden olursun.”
Burada zaten Allah’ı bırakmış bir kimsenin durumu nazara verilmektedir.
“Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!”
Burada da müşrikler gibi,Allah’a eş ve ortak koşmuş olan kimselerin isteyişleri bildirilmektedir.
“Kim, hakkında hiçbir delili olmadığı hâlde Allah ile birlikte başka bir ilâha taparsa, onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler asla kurtuluşa eremezler.”
Burada kâfirlerin yapacakları şeylerin faydasız olduğu açıkça belirtilmektedir.
“Yahut kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap veren ve başa gelen kötülüğü kaldıran, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile birlikte başka ilâh mı var!? Ne kadar az düşünüyorsunuz!”
İslâmda tevhid esastır,ifrat ve tefritten sakınılmalıdır.
Not:Bu eser Arapça ‘Et-Tevessülül Meşru’ vet-Tevessülül Memnu’ – adlı Abdulaziz bin Abdullah bin Bâz ve M.bin Salih el-Useymin tarafından yazılan eserden özetlenmiştir.
27-09-2011
MEHMET ÖZÇELİK




MUHARREM AYI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

MUHARREM AYI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
İslâmda ramazan ayından sonra en ehemmiyetli bulunan ay muharrem ayıdır.
Bugüne “Âşura” denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir.
Bu konuda Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Medine’ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.
“Bu ne orucudur?” diye sordu.
Yahudiler, “Bugün Allah’ın Musa’yı düşmanlarından kurtardığı Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur” dediler.
Bunun üzerine Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam da, “Biz, Musa’nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz” buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.
*Bu hususta Hazret-i Âişe validemiz şöyle demektedir:
“Âşûrâ, Kureyş kabilesinin Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Rasulullah da buna uygun hareket ediyordu. Medine’ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi Âşûre gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra Müslümanlardan isteyen bugünde oruç tuttu, isteyen tutmadı.” ‘Buhari, Savm: 69.
O zamanlar henüz Ramazan orucu farz kılınmadığı için Peygamberimiz ve Sahabileri vacip olarak o günde oruç tutuyorlardı. Ne zaman ki, Ramazan orucu farz kılındı, bundan sonra Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı. “İsteyen tutar, isteyen terk edebilir” buyurdu.
Böylece Âşure orucu sünnet bir oruç olarak kalmış oldu.
Âşure orucunun fazileti hakkında da şu mealde hadisler zikredilmektedir.
Bir zat Peygamberimize geldi ve sordu:
“Ramazan’dan sonra ne zaman oruç tutmamı tavsiye edersiniz?”
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, “Muharrem ayında oruç tut. Çünkü o, Allah’ın ayıdır. Onda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbesini kabul etmiş ve o günde başka bir kavmi de affedebilir” buyurdu.
Yine Tirmizi-de de geçen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Âşure Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum.”
“Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur.”hadis-i şerifi ise, bu günlerde tutulan orucun faziletini ifade etmektedir.
Bu hadis hakkında İmam-ı Gazali, “Muharrem ayı Hicrî senenin başlangıcıdır. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayamak daha güzel olur. Bereketinin devamı da daha fazla ümit edilir” demektedir.
Gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam Âşure gününe denk getirmemek için, Muharrem’in dokuzuncu, onuncu ve on birinci günlerinde oruç tutulması tavsiye edilmiştir.

*Haram ayları olan Zilkade,Zilhicce,Muharrem,Receb ayları olup,islamdan öncede o aylar kutsal sayılmış,savaş yapılmamış,yapılmış ise bırakılmıştır.
************
*Hz.Osmanın şehid edilmesinden sonra failinin bulunup cezalandırılması, gerekirse failinin bilindiği kavmin teslim etmemesi halinde tümünün kılıçtan geçirilmesi teklifini kabul etmeyip,adalet-i hakikiyeyi adaleti izafiyeye tercih eden Hz.Ali,failinin bulunacağını söylemesine rağmen,siyasi entrikalar sonucu Hz.Aişe tarafı ile Hz.Ali tarafı savaşa girer.
Olay önceden de Efendimiz tarafından haber verilmiştir.
Efendimiz ezvâc-ı tâhirâtına demiş: “İçinizden birisi, mühim bir fitnenin başına geçecek ve etrafında çoklar katledilecek.” “Sana Hav’eb köpekleri havlayacak.”
Deve üzerinde iken bu yerin farkına varan Hz.Aişe, çakıl taşlarıyla belirginleşen bu yeri çevresine sormasına rağmen ok yaydan çıkmış olmasından Hz.Aişe yanıltılarak savaşa girmesine sebep olunur.
Peygamber eşi de siyasetin kurbanı olmuş,bir çoklarını da kurban etmiştir.
*”Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır.” Müsned, 5:220, 221.
30 yıllık hilafetten sonra Emevilerle başlayan Sıffin vak’ası ise,siyasetin açıkça entrikası sonucu gerçekleşmiştir.
Sonuç olarak bu savaşlarda her iki taraf için ölçü şu olmalıdır:”Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kâl etme. Çünki hem katil ve hem maktul ikisi de ehl-i Cennet’tirler.”
*Siyasetin kurbanları yüzlercedir.Hz.Ali-den Hz.Hasan ve Hüseyine,Ahmed bin Hanbel’den İmam-ı Âzam Ebu Hanifeye,İbni Sinadan İmam-ı Gazaliye,Hallac-ı Mansurdan Bediüzzaman ve zamanımıza kadar süregelmiştir.
*Fitneler Hz.Ömer’in şehid edilmesiyle başlamış,Cemal vak’asıyla fitili ateşlenmiş,Sıffinle ayyuka çıkmıştır.

“Cemel vakası” Cevdet Paşa, “Kısas—ı Enbiyâ”sında Hazreti Ali’nin çatışmadan önce Talha ve Zübeyr’le görüşerek, “Mukateleye hazır olmuşsunuz amma huzur—ı Bâri’de bir özür ve sebep hazır ettiniz mi? Ben sizin din kardeşiniz değil miyim?” diye sorduktan sonra Talha’ya hitaben, “Kendi haremini hanesinde terk ile Resûllah’ın (s.a.v) haremini buraya getirip de onunla birlikte mukatele mi edeceksin?” demesi üzerine Talha’nın bu sözleri makul görerek nedâmet getirdiği kaydediliyor. Zübeyr’e de aynı şekilde hitab eden Hazreti Ali, neticede bu iki mühim şahsiyeti ikna etmişse de Cevdet Paşa’ya göre oğulları cenk üzerinde ısrar etmişlerdir.”[
*“[Kısas-ı Enbiyâda, hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” ile harb edenlerin sayısının, Cemel, ya’nî deve vak’asında otuzbin olduğu yazılıdır. Sıffîn vak’asında, Hazret-i Alî ile harb edenlerin yüzyirmibin kişi olduğu bildirildi. Her ikisinde ölenlerin toplamı kırkbeşbin idi. Yukarıda bildirdiğimiz gibi, Abdüllah bin Sebe’ ismindeki yehûdî ve arkadaşları, müslimân görünerek, Eshâb-ı kirâm arasına fitne sokdular ve binlerce müslimânın şehîd olmasına sebeb oldular. Yehûdîlerin birçok Peygamberi dahî şehîd etdikleri Kur’ân-ı kerîmde bildirilmekdedir.]”
*********************
*Masonların çoğu tarafından kurulmuş olan ittihat ve terakkiden bu yana bir buçuk asra yaklaşan süre içerisinde meydana gelen tüm problemlerin ve kaosların ana sebebi,insanların kendilerini meşru olarak ifade edebileceği bir ortamı bulamamaları ve meşru dairede hareket edememelerinden kaynaklanmaktadır.
Toplum bahçesine giden suyun arkı değiştirilmiş,toplum maddi manevi susuz bırakılmış,fıtrata aykırı uygulamalarda bulunulmuştur.
*Masonluğu ilk kuran Talat Paşa olup,ittihat ve terakki cemiyetinin bir çok üyesi masondur.Türkiyeye masonluğun gelişi Selanik kaynaklıdır.
*Askeriye düzelmedikçe veya siyasetten uzak tutulmadıkça toplum düzelmez. Askeriyeye demokrasi gelmeden toplum demokratikleşemez.Türkiyenin problemi, askeriyenin içindeki cunta problemidir.
*Şakir Paşa Atatürkün Vahdettin tarafından gönderilmesine iki kere karşı çıkmış,onun idareyi değiştireceğini hatırlatmasına rağmen,o hassas dönemde,mecbur kalınarak,şahsi hedefler düşünülmeden olmasına karar verilmiştir.Yıl 1919-dur.
* CHP`de yaşanan tüzük krizinin ardından Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu bir basın toplantısı düzenledi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, `Statükodan en çok şikayet eden benim. Korku imparatorluğu vardı Türkiye`de.
Partideki korku imparatorluğunu da yıktık, ondan sonra da Türkiye`deki korku imparatorluğunu yıkacağız` dedi.” 2010-11-03
-AK Parti Genel Başkan Yardımcısı,Ankara Milletvekili, Salih Kapusuz; ‘’ Meğer asıl korku imparatorluğu CHP’nin içindeymiş. Bunu kendi genel başkanları söyledi, eski genel sekreterleri de cevapladı. Daha kendi iç problemlerini halledememiş bir siyasi parti olan CHP’nin, toplumun ve milletin beklentilerine karşılık çözüm üretemeyeceği ortada.’ ‘diye konuştu.
Bütün bu olayların altında yatan siyasi entrikaların toplum menfaatının önüne geçmesi sebebiyledir.
*Osmanlıda değil Müslümanların gayrı Müslimlerin ve herkesin kendisini rahatlıkla ifade etmeleri onu altı asırdan fazla ayakta tutmuştur.
Bin yıldır tekkelerde Allah diyenler susturulmuş,tekke ve zaviyeleri kapatılmış, dergahlar görevlerini yapmamış,yapamamış,yerine geçen ve ihtiyaca cevap vermeye çalışan,meselesi Kur’an öğretmek olan Süleyman Efendi takib edilmiş,susturulmaya çalışılmış,Kur’anın tefsirini asrın anlayışına uygun yorumlayan Bediüzzaman 28 sene hapis hayatı,19 defadan fazla zehirlenme ve takiplerde ortadan kaldırılmaya çalışılmış, kısaca hiçbir cemaat ve derneğin meşru olarak kendisini ifadeye müsaade edilmemesi kavgaların ana sebebini oluşturmaktadır.
Gizli komite içi sürekli istediği şekilde şekillendirme sevdasıyla kaos çıkarmış,korku devletini sürdürmüştür.
Zaman içerisinde baştaki baştakilerin başlarında aklın olmaması,kalbde de yeterli imanın bulunmaması,kötü niyetli entrikalar,gizli komitelerin faaliyetleri bizleri hep kaos içerisinde mahkum durumda yaşatmıştır.
N.Fazılın büyük doğu mecmuasının 29.sayısında,Bediüzzamanın Emirdağ lahikasının 227.sayfasında-lozanın iç yüzü-adlı ifşaat işin fecaatını göstermektedir.
Bunun müsebbibi ise,60-tan bu yana siyasete giren ve darbelere alet olan ordu ve ordunun içerisindeki cuntanın dışarıdakilerle el ele vererek kaos ortamını oluşturarak topluma korku salma siyasetidir.
Heronlar,kendi uçağımızı düşürme,fatih camiini bombalama,kaos ortamını oluşturmaya yönelik faaliyetler,darbe entrikaları ve faili meçhuller,sayılamıyacak binlerce belge,bilgi ve ses kayıtları bu vatanın evladının yapabileceği bir şey kesinlikle değildir.Bunlar bu vatanın evladı olamazlar.Bu toplumun kanına sahip insanların işi olamaz.
Bin yıldır islâmın şerefle bayrağını dalgalandıran bir ordunun efradından olamazlar ve böyle bir ruha sahip olan ordu bu ruhsuzluğa ve olumsuzluğa asla müsaade edemez.
Yönetim bilimi olması gereken siyaset;hep menfaat,taht kavgası,problemlerin kaynağını oluşturmuştur.
Bediüzzamanın; şeytanın ve siyasetin şerrinden Allaha sığınmasının hakikatı ve doğruluğu her seferinde de görülmektedir.
Siyasetin verdiği zarar faydasından her dönemde çok olmuştur.
MEHMET ÖZÇELİK
05-12-2010




İŞTE MISIR

İŞTE MISIR
Mısır tarihi ve köklü bir kent.Yusuf Peygamberin şehri,Musa peygambere beşiklik yapmış,faziletli alimler yetiştirmiş,çok devletlere analık yapmış,Fir’avunlar kenti olarak tanınmaktadır.
“Mısır İslamın zekî bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor.”
İngiliz siyasetinin şekillendirdiği Mısır,İngiliz siyasal bilgiler fakültesinden siyaset dersini almış,şimdi ders vermekte,dersini uygulayaraktan deri değiştirmektedir.
Bir asır önce şekillenen dünyanın domino taşları devrilmektedir.Avrupa’nın yukardan inme,despot idareleri teker teker çatırdayıp yıkılmaktadır.
Bunun en büyük bedelini ve acısını bizler çektik.Mısırı da biliriz,Tunus’u ve diğer arap ülkelerini de çok iyi biliriz.
Halkla yöneticilerin birbirine uygun ve uyumlu olmadığı,kopuk yaşadığı yönetim sistemleri.
Allah’dan temenni edip dua edelim ki pahalıya satmasın,ucuz atlatsın, başlarından kolay atsınlar.
Mısır deri değiştiriyor,biz derimizi değiştirdik,şimdiler de eski ve eskimiş elbiselerimizi üzerimizden atıyoruz.
Bir asır önce dikilen elbiseler dar gelmekte,yırtılıp yamanmakta ancak yama da tutmamaktadır.
Lokomotif çalışınca vagonlarda çalışmaya başladı.
Türkiye lokomotiftir. Türkiye’nin elinin kolunun öncelikle bağlanıp susturulması, İslâm dünyasının susturulmasına ve durdurulmasına yöneliktir.
Ordu Abbasilerden beridir bin yıllık şerefini,cuntacılara alet olup 1960-70-80-97 ve devamında kirlettiği elbisesini ve bu şerefi polise devretmiştir.
Dolayısıyla millet yere atılan değerlerini kaldırmış,millet ayağa kalkmıştır.Bu asil milletin ayağa kalkması,çok milletlere de emsal oluşturmuştur.
Bayrak düştüğü yerden kalkmıştır.
Sıra diğer bayrakların ve bayraktarların kalkmasındadır.
Yüz asır önceki projeler iflas etmiş,geriye zulüm ve göz yaşı bırakmıştır.
Sıra İslâmın en şanlı döneminin projelerinin devreye girmesindedir.Bunun içerisinde hristiyan devletleri de dahildir.
Bir asır önce Avrupa’ya hamile olan biz ve İslam dünyası yoruma gerek kalmayan kopuk bir nesil doğurdu ve yetiştirdi.
Avrupa’dan damızlık getirme bile teklif edildi,bu memleketi domuzluk haline getirmek için.
Bugün ise o kopuk insanlardan değerlerine bağlı insanlar çıkmıştır.Döküntüleri saymazsak azımsanacak bir durum değildir.
Bediüzzamanın dediği ‘Nesli Cedid’,Âkif’in söylediği ‘Âsım’ın Nesli’ gecikmeli de olsa gelmektedir.
Fir’avunlar dönemi kapanıyor,Musa’lar dönemi açılıyor.
Fir’avunların kucağında yetişen Musa’lar artık iş başında.
“Evet, ümitvar olunuz; şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, islamın sadası olacaktır!”
MEHMET ÖZÇELİK
01-02-2011




Mİ’RAÇ

Mİ’RAÇ

622 yılından 1,5 yıl kadar önceki yıl Efendimizin hüzün yılıdır.Maddi ve manevi en büyük destekçisi olan Hz.Hatice ve Ebu Talib-i kaybetmiştir.Müşrikler fırsattan istifade baskı ve zulmü daha da arttırmışlardır.
Adeta Rabbimiz Efendimizi taltif ve teskin etmek,şevk ve gayretini arttırmak amacıyla huzuruna almıştır.
Mi’raç olayı âyet,hadis ve icma-ı ümmetle sabit bir hakikattır.
Âyetlerde:” Kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescidi Haram’dan (Mekke’den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya (Kudüs’e) götüren Allah’ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.”
“Unutma ki vaktiyle sana: «Rabbin insanları ilim ve kudretiyle kuşatmıştır» demiştik. Gerek miraçta sana gösterdiğimiz temaşayı, gerek Kur’ân’da lânetlenen ve cehennemin dibinde biten o zakkum ağacını, sırf insanları deneme vesilesi kıldık. Biz onları tehdit ediyoruz da bu, onların azgınlığını artırmaktan başka bir işe yaramıyor.”
“And olsun ki o, Cebrail’i sınırın sonunda başka bir inişinde de görmüştür. Ki Cennet’ül-Me’va da onun yanındadır. O vakit ki, Sidre’yi bürüyen bürüyordu. Göz ne çevrildi ve ne de tecavüz etti. And olsun ki Rabbinin varlığının büyük delillerini gördü.”
Mi’raç merdiven,isra ise gece yürüyüşü anlamınadır.
Peygamberlerle görüşen Efendimiz adeta onlardan birifing almış,onların bulunduğu daire ve makamda tecelli eden esma-i ilâhiyeye kendisi de mazhar olmuş, onların Cenâb-ı Hakka sunacakları manevi hediye ve tabiri caizse dosyalarını vekaleten Allaha sunmuştur.
Miraç tıpkı başbakanın bakanlardan brifing alması gibi,her katta bulunan peygamberlerden de brifing almıştır.Onu Allah-a umum namına takdim etmiştir.O dairenin esmasının temsilciliğini üstlenmiştir.
Miraçta bütün mahlukatı temsil etmiştir.
Teşehhüdde okunan Ettehiyyatu bütün mahlukat namına Allaha sunulan bir hediyedir.Rabbimizin bunu kabul etmesi ve de Cebrailin adeta noter mesabesinde olarak kelime-i şehadetle olaya şehadet etmesidir.
Cebrail ile yapılan Burak seyahatı sidret-ül müntehada son bulur.Cebrail geçmesi halinde yanacağını ifade edip gidemediği son noktanın ötesidir.İlâhi makam..ilâhi daire.
Sidret-ül Münteha ise;madde ile mananın,Allah ile gayrı olan masivanın kesiştiği ara,mayınlı ve mahrem noktadır.
Bu kavuşma da birincisi Kurbiyyeti ilâhiye yani kulun Allaha yakınlığı ve yakınlaşmasıdır.
Akrabiyyeti ilâhiye ise,Allahın mahlukata yakınlığıdır.Tıpkı güneş misali gibi.
Zaman iki boyut alır;Biri tayyı zaman olup adeta zaman ayakları altında rule haline gelerek toplanır.Bir de bastı zaman vardır ki,kısa bir iki dakikalık zaman dilimi ayakları altında açılarak senelerce ancak yapılan işler bir anda yapılır olur.
Âyette:”Akrabu ileyhi min hablil verid”- Ona şah damarından daha yakın-
Nitekim hadisde:”Akrabu ma yekunul abdu min rabbihi ve hüve sacid”-Kulun Rabbisine en yakın olduğu yer secdedir.”
Mi’racın en önemli boyutu namaz hediyesidir.
Velayet ile giden Efendimiz nübüvvet ile dönmüş.Bütün emirler yer yüzünde emredilirken,namaz peygamberlik sıfatıyla miraçta gerçekleşmiştir.
‘Es Salâtu siracul mü’mini’-Namaz mü’minin mi’racıdır.’hakikatıyla,mi’raç yolu ve kapısı açık bırakılarak kıyamete kadar ümmetin namazı ile oradan huzura çıkması, miraç yapması sağlanmıştır.
Mi’raçtan dönüp bunu Mekkelilere peygamberimizin anlatması üzerine inkâr eden müşriklere; hem yolda gelmekte olan kervanlarından haber vermiş ve hem de daha önce Kudüse gitmediği halde,ticaret amacıyla bir çok defa gidenlerin mescid-i aksayı sorması üzerine Peygamberimiz;
Hadisde;” Miraç gecesinin sabahında, miracını Kureyş’e haber verdi. Kureyş tekzip etti. Dediler: “Eğer Beytü’l-Makdise gitmişsen, Beytü’l-Makdisin kapılarını ve duvarlarını ve ahvâlini bize tarif et.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman ediyor ki:
-Yani, “Onların tekziplerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hattâ öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden, Cenâb-ı Hak, Beytü’l-Makdisi bana gösterdi. Ben de Beytü’l-Makdise bakıyorum, birer birer her şeyi tarif ediyordum.”İşte, o vakit Kureyş baktılar ki, Beytü’l-Makdisten doğru ve tam haber veriyor. “
Özetle;Mi’racın hakikatı,Peygamberimizin kemâlat mertebelerini geride bırakarak elde etmesi ve manevi yolculuğunu tamamlamasıdır.Mi’raç ile insanlığın çıkacağı en mükemmel noktaya çıkmasıyla bunu göstermiştir.
Diğeri kulu Muhammedi kâinatın üstüne çıkararak kâinata yukardan baktırmış,varlığının büyük alâmetlerini bizzat O’na göstermiştir.
İmam Rabbanî :*“Resûlullah Efendimiz Mi’raç gecesinde zaman ve mekân dairelerinden çıkıp imkân darlığından da kurtulunca, bir anda ezel ve ebedi buldu; başlangıcı ve sonu bir noktada gördü.” der.
En önemli diğer husus ise;hiçbir peygambere nasib olmayan iddia ettiği imanın hakikatlarını bizzat görerek söylemiş ve iddia etmiştir.
Neyi söylemişse görerek söylemiştir.Allah-ı,Ahireti,melekleri,peygamberleri ve cennet ile cehennemlikleri bizzat müşahede etmiştir.
Ümmetine de en şerefli hediye olan namaz hediyesini getirmiştir.
Dünyada ayı ikiye yararak insanlara mucizesini gösterirken,aynı zamanda mi’raç ile de meleklere en büyük mu’cizeyi göstermiştir.
MEHMET ÖZÇELİK
04-07-2010




MİLLİYETÇİLİK VE UNSURİYET

MİLLİYETÇİLİK VE UNSURİYET
Savi tefsirinde En’am suresinin 1.2. ayetinin tefsirinde şöyle der:’İnsanoğlunun renklerindeki farklılık,topraklarının farklılığından,huylarının farklılığı da sularının farklılığındandır.’der.
*Veda hutbesinde Peygamberimiz;”Hepiniz ademdensiniz,adem ise topraktandır.” (Ebu Davud, Tirmizi)
*Âyette:” Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.”
İslâmiyet üstünlüğü ırkta değil,Takva dediğimiz günah kirlerinden uzaklığı nisbetinde değerlendirmektedir.
*1789 fransız ihtilalinden sonra dünyada milliyetçilik yayıldı.Türkiye’deki durumda bundan fazlasıyla nasibini aldı.
*Hz.Nuh insanlığın ikinci atasıdır.Oğulları kendisine inanmayıp boğulan Kenan,Ham(Afrikalılar bunun soyundan),Sam (Araplar bunun soyundan),Yafes (Türkleri de bunun soyundan) gelmiştir.
Nuhun Peygamber oğlu Kenan için,o benim oğlumdu sözüne Allah,o senin oğlun değildir,demesi.
Böylece iman bağının kopması,neseb bağını da koparmaktadır.
*Kur’an-ı Kerim-de da 10 yerde İbrahim milleti olarak geçer.’Fettebiu millete ibrahime hanifen.’-Allah’ı bir olarak kabul eden İbrahim milletine tabi ol.’
*Mesnevide üç inek olayı anlatılmaktadır;Siyah-sarı-benekli.
Bunlarla arkadaş olan kurt aralarındaki farklılıkları öne sürerek onları önce birbirinden ayırarak paralar ve parçalar.Zira üçünü birden ortadan kaldırması güçtür.
Rusyanın bir zamanlar sürdürdğü politika gibi;Böl,parçala,yut.
*Hacda bir beyaz vatandaş siyah olan zenciye bakarak garipser.Bunun farkına varan zenci o kişiye şöyle bir cevap verir;
-Beyefendi,acaba boyayı mı beğenmediniz yoksa boyacıyı mı?
Her iki durumda da beğenmemek mümkün değildir.
*Efendimiz;’El-İslâmiyyetü cebbetil asabiyyetel cahiliyye’,-İslâmiyyet cahiliyet döneminde güdülen ırkçılığı kesmiştir.-Zira ırkçılık,kanser gibidir.
*Bu Anadolu da çok ırklar,muhaceretler olduğundan,kesin bir ırkı belirlemek güçtür.Hiç bir insan kesin olarak kendisinin şu ırktan olduğunu iddia edemez.
*Türkler milletinin fazileti tartışılmaz.Herşeyden önce onu Kur’an övmüştür.İstanbulun fethi hadisiyle rasulullah övmüştür.
Âyette:” Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” İfadesiyle övülmesi.
*Yavuz Sultan Selim şiirinde;
İhtilâf ü tefrika endişesi,

Kûşe-i kabrimde hattâ bikarar eyler beni;

İttihadken savlet-i a’dayı def’e çaremiz,

İttihad etmezse millet, dağıdar eyler beni..
Kanuni-de;
Saltanat dedikleri bir cihân kavgasıdır.
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi.
İnsan yaratılışı icabı kendi milletini sevmesi gayet normal ve de hizmet etmesi için gerekli bir durumdur.Problem bunu hiçbir fark gözetmeksizin öne çıkarmak,üstünlük sebebi olarak değerlendirmektedir.
Milletimiz İslâmiyettir.Bu bize kâfi ve vâfidir.Bütün ehli imanı kucaklamak demektir.
Dünyada nerede bir Türk varsa müslümandır,Müslüman olmayan Türk dahi Türk değildir.Bulgarlar ve Macarlar gibi.
Emeviler bu konuda bir nebze emevi ırkını öne sürmekle hezimete girdiler,Türklerin İslâmiyete girişine geciktirdiler.
Zaten Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in Emevîlere karşı mücadeleleri ise, din ile milliyet muharebesi idi.
Zira; Onların saltanatı, unsuriyet ve milliyete istinad ettiği için, milliyetin gaddarane bir düsturu olan: “Milletin selâmeti için herşey feda edilir.”düsturu idi.
Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var; gafletkârane bir lezzet var; şeametli bir kuvvet var.
Şu müsbet fikr-i milliyet İslâmiyet’e hâdim olmalı, kal’a olmalı, zırhı olmalı.. yerine geçmemeli. Çünki İslâmiyet’in verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var; âlem-i bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor.
Milliyetçilik konusunda güzel tesbitlerde bulunan Bediüzzaman özellikle;“Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın! Bütün senin mazideki mefahirin, İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme!”(M.324)
“Milliyetimiz bir vücuddur. Ruhu İslâmiyet, aklı Kur’an ve imandır.”(T.86,97)

MEHMET ÖZÇELİK
25-01-2011




ÖLDÜREN KALEMLER

ÖLDÜREN KALEMLER
*Allahın ilk yarattığı şey kalemdir.Sonra kelâmı kalem yazdı.
Kalem ve kelâm toplanmak ve toparlanmak içindir.
Gerçek sohbet,ruhun dağınıklığını ve de dağınık ruhları toplar,bir araya getirir.
Kulak,göz ve dil,ortak hareket edip aklı yanıltmamalı,kalbi dağıtmamalıdır.Her şeyin ilk kapısı,girişi,başlangıcı kulakla başlar ve onu da söz tetikler.Kalem belgeler.
Her şeyden önce söz vardı.Söz özü,gözü ve kulağı oluşturdu.Dil onlara tercüman oldu.Kalb de bilge ve danışmanlık yaptı.
Hepsi birden ruh efendisine hizmet ettiler veya hezimette bulundular.

*”Hani Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle denemeden geçirmişti. O da bunları tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e) : “Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım” demişti. (İbrahim) “Ya soyumdan olanlar?” deyince (Allah:) “Zalimler benim ahdime erişemez” demişti.”
Kelâm ve kalem imtihan içindi.Kelâm ve kalemle sınandık,döküldük,yükseldik.

*Hulagu Bağdatın teslim edilmesi halinde hiç kan dökmeyeceğini söyler ve öyle de yapar.Herkesi diri diri kuyuya doldurur.
Bağdatlılardan bilge birini kendilerini göndermelerini ister.Genç yaştaki Hadidi-yi gönderirler.Oda giderken yanında bir deve-keçi ve bülbül götürür.
Hulagunun huzuruna vardığında;
-Bula bula senin gibi bir çocuğu mu buldular,der.
-Hadidi ise;Eğer büyüklerle konuşacaksan işte deve getirdim.
Sakallı istiyorsan işte keçi.
Güzel konuşanı istiyorsan işte bülbül.
Ben ise evet insan kıtlığında alim oldum,diyerek cevab verir.

*Söz ola kese savaşı /Söz ola kestire başı.
Kalemin gücü süreklidir.O kalemin ve yazdığının ne olduğuna bakmalı.Olduruyor mu yoksa öldürüyor mu?
Eşkıya kalemşörler,bunlar silahşörlerden daha tehlikelidirler.
Bunlar bir milletin geleceğini bitirirler,Sadece kendilerini değil,soylarını da keser,kuruturlar.
Zira arı su içer bal akıtır,yılan su içer zehir akıtır.
Bünye ister istemez sürekli zehir üretmektedir.Şuna benzer;
Bir tilkiyle yılan arkadaş olmuşlar.Önlerine bir nehir gelmiş,karşıya geçmek gerek.Tilki sırtına alacağını söyler ve sırtlar.
Nehrin ortasına geldiklerinde yılan tilkiye;
-Tilki kardeş,dayanamıyorum,yapım gereği sokmam gerekiyor.
Tilki bakar ki iş ciddidir.Tamam,der.Bende beni öldürecek kimsenin öldürürken yüzünü görmek istiyorum.Son bir kerede olsa yüzünü göster,der.
Yılan razı olur ve kafasını tilkiye doğru uzatır.
Kurnaz tilki önceden kurduğu planını uygulamak üzere yılanın kafasını ısırıp koparır.
Biri zehirini,diğeri kurnazlığını ortaya koyar.
Adı yazar,akıttığı ise dağdaki eşkiyadan daha öldürücü bir zehir.
Dağdakiler göstermeliktir.Çünkü onlar bir kısım kalemşörler tarafından beslenmektedir.
Silahşörlerde bu kalemşörlere meydan açmaktadır.
Rahmetlik dedem derdi;evvelden eşkıya dağda idi,şimdi şehre indi.
Dağdaki eşkiyanın çözümü,şehirdedir.
Kişinin değeri ne yazdığı iledir.
Bu milletin son asırdaki bitirilişi hem yazma ve yazarlarla oldu.Dirilişi de onunla olacaktır.
Kur’an-da Rabbimiz:” Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.”
Yazan kişinin müslim veya gayrı Müslim,Salih veya fasık olması yazdığına farklı anlam kazandırıyor.Biri islah ederken,öbürü ifsad ediyor.
06-03-2011
MEHMET ÖZÇELİK




ÖRTÜLÜ TERÖR

ÖRTÜLÜ TERÖR
Dünyadaki gelişim ile Türkiye’deki gelişim veya diğer adıyla geliştirmeme politikaları aynı seyirde ilerlemektedir.
Türkiye’nin bir yandan özgürlük ve ekonomik gelişmeleri sürekli dinamitlenirken, bir yandan da belki de en önemlisi,geçmiş darbelerle yüzleşmesi, cumhuriyetin kurulmasına kadar uzanan sürede dönen gizli entrikaların açığa çıkması engellenmekte ve sürekli nazarlar başka noktalara çekilmektedir.
Türkiye’de özellikle 1990-dan sonra yapılan faili meçhul olaylar ve entrikalar, darbeye giden yolda oluşturulan kaoslar,maddi ve manevi gelişmeyi engellemek ve kendi kendini sorgulamaktan vaz geçirmeye çalışmaktır..
1946-60-70-80-91-den 2002-ye uzanan gizli oluşumlar,özellikle askeriyenin içerisinde bulunup gücü elinde tutan cunta ekibi kaosu oluşturup,pkk ile irtibat kurup,İsrail ile dirsek ve destek teması kurarak bir kısım hukuki bağlantılarını sürdürüp,istediği siyasi partiyi getirme çabaları,aynı zamanda sahip olunan bir iktidar mücadelesi ve de sahip olunanları terk etmeyip sürdürme faaliyetleridir.
Olayların iç yüzünün daha iyi görünmesi için,olan olaylardan sonra kimin ekmeğine yağ sürüldüğü noktasından bakılırsa,daha net görülür.
Bazen sağ kesimdeki bir kişi sol kesimdekine vurdurulurken,bazen de kendisini duyurmak,bayraklaştırıp sloganlaştırmak amacıyla kendi içindekini bile öldürmektedir.
Türkiye’de halkın iktidarının kısır bir alanda sürdürülmesi yönünde her türlü yola baş vurulmaktadır.
Bunun çözümünde atılacak en büyük adım,ordunun tamamen siyasetten tecrid edilmesi ile mümkündür.Ordu siyasetin içinde olduğu sürece,Türkiye’de problemler bitmez.
İkinci olarak hukuk çıkarıldığı rayına yani hukukun içine baskılardan ve siyasetten uzak bir ortama çekilmelidir.
Bilinmektedir ki, yüksek yargı ideolojik bir kamplaşma içerisindedir.
Tüm menfi oluşumlar kendilerine bu iki kurumdan destekçi aramakta ve bulmaktadırlar.
Bugün belgeleriyle de ortaya çıkmıştır ki pkk başta İsrail tarafından desteklenmekte,Amerika’nın gizli eliyle yönlendirilmektedir.
M.Feyzi Efendi der:”Anarşinin kökü dışarıdadır,Ebu cehil karpuzuna benzer.Dışardan beslendiği kaynaklar kesilirse,memleket içindeki kolları da kendiliğinden kuruyacaktır.”
Her gelişim döneminde çıkarılan bir olayla birilerini memnun edecek kanunlar çıkarılması alışıla gelen uygulamalar haline getirilmiştir.
Tıpkı Atatürkü koruma kanunu çıkarmak için,heykellerini yıkmak ve yıktırmak yoluyla bunu yapmaya mecbur bırakılma çalışılmaları gibi.
*Millet olarak,-Acaba kandırılıyor muyuz?Kandırıldık mı?-sorusuna cevap arıyoruz.Neden söylenenlerle yapılanlar birbirini tutmuyor?Şöyle ki,bir asır öncesine gidecek olursak,hilafeti kaldıran Atatürk,onun için şu senakâr sözlerde bulunur;
”1923 yılında Ankara’da Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğü’nce bastırılan “Hilâfet ve Millî Hâkimiyet” başlıklı bir derlemeden alınmıştır.
“Size ve sizin vasıtanızla bütün Müslümanlara diyebilirim ki, Hilafet’e her zaman olduğu gibi, dinen pek sıkı merbut [bağlı] olduğumuz gibi icap ederse onun müdafaası için son damla kanımızı dökmeğe her zaman hazırız.”
“Hilafet uğruna kanımızın son damlasına kadar savaşırız.” diyen Paşa, sözlerine şüyle devam ediyor:
“Türk milleti İslamiyet’in kılıcı olmakla müftehirdir [övünür].
…“Bütün Türk milleti diyorum, yalnız fert değil. Fert yerine yekvücut bütün bir milletin Hilafet’i müdafii [savunucusu] olması müreccah [tercihe şayan] değil midir?.. Asırlardan beri Hilafet’in mücahidi olan Türk milleti yekvücut olarak onu müdafaada devam edecektir. Hilafetin kuvvetini kaybeyleyeceği korkusu tamamiyle esassız ve nâbecâdır [yersizdir].
.. “Türk teşkilât-ı esâsiyesinde [anayasasında] bütün kuvvâ-i tedâfuiyyenin [savunma kuvvetlerinin] Hilafet uğrunda istimali [kullanılması] vardır. Böylece Hilafe’ti maddî vesâitten [vasıtalardan] mahrum bıraktığımız nasıl iddia olunabilir? Hilafet Türkiye’dedir ve Türkiye’ye istinâd eder [sırtını dayar]. Hukuk-ı Hilâfet masundur [Hilafet’in hakları güvence altındadır] ve onun müdafaası için bütün Türk milleti kanını dökmeye hazırdır.
.. “Biz sizinle aynı aile efradındanız [fertlerindeniz]. Sizin teveccüh, muhabbet ve müzâheret-i maddiyenizi [maddî açıdan kol kanat germenizi] isteriz.”
Tıpkı bugünlerde de ;-Benim babamda hocaydı,müftüydü,ben de müslümanım-deyip büyük zarar veren veya bilinçsiz hareket eden insanlar gibi…
Sebep şu muydu?Bir gücü ortadan kaldırmak veya kaldırmak isteyenlere alet olmak mıdır?
” 31 Mart hadisesinin tertipçileri arasında bulunan şair ve filozof Rıza Tevfik’in bu meş’um hadisenin ardında İngiliz parmağı olduğunu itiraf edip, ihtilal hadisesinden sonra İngiliz konsolosluğuna gittiğinde çok soğuk bir şekilde karşılandığını ve o zaman bunun sebebini anlayamayan Rıza Tevfik’in çok sonraları Londra’ya uğrayıp bunun sebebini o dönemin İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Lord Nikılsın’a sorduğunda bu İngiliz’in çok ibretli bir şekilde “Rıza Tevfik Bey, Biz bilhassa Hindistan’da İslam ülkelerini idaremiz altına alabilmek için milyarlarca altın harcadık ama başarılı olamadık. Halbuki Sultan Abdülhamid, her yıl bir ‘Selam-ı Şahane’, bir de ‘Hafız Osman hattı Kur’an-ı Kerim’ gönderiyor ve bütün İslam ümmetini, hududsuz bir hürmet duygusu içinde emrinde tutuyor. Biz bu ihtilalle siz jön Türkler’den hilafet kuvvetinin ortadan kaldırılmasını bekledik ve aldandık. İşte bundan dolayı siz soğuk karşılandınız?” cevabını vermektedir.
Ya da oyuna geldiğimizin şuurunda mı değiliz?Deşifre mi edemiyoruz?Nitekim;
“Batılı emperyalist güçlerin, Ermenileri piyon olarak kullanıp kışkırtarak Anadolu’da karışıklıklar çıkardığı günlerde, İngiliz Büyükelçisi’nin Sultan Abdülhamid’e gelip, küstahça: “Daha ne kadar Ermeni öldüreceksiniz?” diye sorma cüretini göstermesi üzerine, Ulu Hakan’ın keskin bakışlarını elçinin üzerine dikerek: “Filan gün, filan saatte Karadeniz’in filan noktasına yaklaşıp, karaya Ermenileri Türklere karşı silahlandırmak için şu kadar sandık malzeme çıkaran ve komitacılara teslim eden İngiliz gemisinde, Türk başına kaç silah bulunuyorsa tam o kadar Ermeni öldüreceğiz.” cevabını verdiğini… Sultan Abdülhamid’in bu muazzam istihbarat gücü karşısında İngiliz elçisinin dehşete kapılarak aptallaştığını…”görmekteyiz.
Birileri sinsice ve de ileriye dönük planlarını uygularken,birileri de mal-şan-makam ile satın alınarak piyon olarak kullanılmakta,bazen de bozuk para gibi harcanıp,bir çapıt gibi atılmaktadır.
MEHMET ÖZÇELİK
25-01-2011




ÖZEL HAYAT

ÖZEL HAYAT
Mecelle de “Ezmânın tegayyürü ile ahkâmın tebeddülü inkâr olunamaz”
Hükümler zaman ve zemine göre farklılık arzetmez.
Bir yerde haram olan,namus dışı olan,bir başka yerde namusluluk arz etmez.
Âyette:“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.”
*” Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin Bu davranış sizin için daha hayırlıdır Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor

Eğer evde kimseyi bulamazsanız size izin verilinceye kadar oraya girmeyin Eğer size “Geri dönün” denirse hemen dönün Çünkü bu sizin için daha nezih bir davranıştır Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilendir

İçinde size ait bir eşya olan oturanı bulunmayan evlere girmenizde herhangi bir günah yoktur Allah açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilir.”
* Sebebi Nüzulü ise:Adiyy bin sabit den rivayet olunduguna göre Rasülüllah efendimize bir kadin gelerek Ya rasülellah evde öyle bir hal üzere oluyorumki o halimle beni kimsenin görmesini istemiyorum.Fakat birisi ansizin geliveriyor ne yapayim deyince bu ayeti celile nazil oluyor.
*Hz. Ömer bir gece dışarı çıkmıştı. Beraberinde İbn Mes’ud da vardı. Dolaşırken uzaklarda bir yerde bir ışık gördüler ve oraya yöneldiler. Nihayet bir evin önüne geldiler. İçeride önünde şaraplar olduğu halde bir ihtiyar oturmakta ve bir şarkıcı kız da şarkı söylemekteydi. Bunun üzerine Hz. Ömer aniden içeri girerek yaşlı adama “Ben bu gece gördüğüm, ecelini beklemekte olan bu ihtiyarınki gibi çirkin bir manzara görmedim”dedi. Bunun üzerine ihtiyar “Ey Mü’minlerin Emiri! Senin yaptığın benimkinden daha çirkindir. Allah Teâlâ insanların gizli hallerinin araştırılmasını yasakladığı halde sen bunu yaptığın gibi evime de izinsiz girdin!”diye karşılık verdi. O zaman Hz. Ömer “Doğru söylüyorsun”dedi ve sonra elbisesiyle ağzını kapatıp ağlayarak çıktı. Dışarıda kendi kendisine “Eğer Rabb’i onu bağışlamayacak olursa annesi Ömer’in mâtemini tutsun! Bu ihtiyar, yapmakta olduğu işi kendi ailesinden bile gizliyordu. Bundan böyle “Nasıl olsa Ömer beni gördü!”diyerek bu işi hiç terketmeyecektir” diyordu.
Bu ihtiyar bir zaman Hz. Ömer’in meclislerine gelmedi. Nihayet bir gün kendisini gizleye gizleye gelip cemaatın son saflarından birine oturdu. Onun gelişini gören Hz. Ömer “Şu ihtiyarı bana getirin!”dedi. Birisi kalkıp o ihtiyarın yanına giderek ona “Mü’minlerin Emîri! yanına gelmeni istiyor”dedi. İhtiyar, Hz. Ömer’in kendisine bir ceza vermesinden korkarak yavaş hareket ediyordu. Hz. Ömer “Yaklaş, yaklaş!”diyerek onu yanına oturttu. Sonra kulağına eğilip ona “Muhammed’i hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki o gece gördüklerimi hiç kimseye söylemiş değilim. Aynı şekilde o sırada yanımda bulunan İbn Mes’ud da bunlardan hiç kimseye bahsetmemiştir”dedi. Bunun üzerine o da Hz. Ömer’in kulağına şunları söyledi: “Ey Mü’minlerin Emîri! Muhammed’i hak peygamber olarak gönderene yemin ederim ki ben de o geceden beri, görmüş olduğunuz o işe yanaşmadım”. Bunları işiten Hz. Ömer yüksek sesle tekbir getirdi. Ancak halk onun niçin tekbir getirdiğini asla öğrenemedi.
*Elbette bir insanın derdest edilerek yerden yere vurulması akla da uygun değildir..
*Namus dışı davranışlara artık kişisel ve ailevi durum gibi meşru kılıflar giydirilmeye çalışılıyor.
Yapılan hareket namuslu bir hareket değil ki,ailevi hareket olarak kabul edilsin!
Namus-suzluk ne zaman özel hayat oldu.
*Baş örtüsü sırf kötülüklerden korunmak için ve Allahın emrinin yerine getirilmesi amacıyla yerine getirilmesi özel hayat olmuyor da,bir kişinin ailesine ve topluma ihanet edip,toplumsal ahlaksızlığa neden olması özel hayat oluyor?
Ne kadar tezat değil mi?
Bu gayrı meşru insanları benimseyen veya onlara oy verenler ve verecek olanlar acaba hangi yüzle kendilerini savunacaklardır.Onun o halini tasvib etmiş olmayacak mıdır?
Bunun hesabını nasıl ve ne şekilde verecektir?
Gayrı meşruluğun meşru olarak yayılmasına göz yummuş olmayacak mıdır?
Böylece kendisi de gayrı meşru bir pozisyona düşmüş olmayacak mıdır?
*28 şubat çerçevesinde Müslim Gündüz-ün evine ve yatak odasına girildiğinde bunu mahremiyet ve özel hayat olarak değil de,büyük bir başarı olarak değerlendiren medya,bugün kendi yandaşlarının kirli çamaşırlarının ortaya çıkmasını özel hayat olarak değerlendirmektedir.
Bir kısım Medya iki yüzlü daha doğrusu yüzsüzlük yapmaktadır.
*Dinen;araştırmak ve toplumun güven ve selameti için,hukuka dayalı olarak tecessüste ve araştırmada bulunulmasında bir beis yoktur.
Nitekim ordunun içinde çöreklenmiş ve bu sebeble de gizli bilgileri satmakta olan fuhuş çetesinin ortaya çıkarılması nasıl yanlış bir uygulama değilse,siyaseti kirleten insanlarında bu kirli çamaşırlarını tesbit ederek siyasetten uzaklaştırmaya çalışmak,halkın kirli insanlar tarafından yönetilmesini engellemek amacıyla tecessüste bulunmakta anormal bir durum değildir.
Problem bunu etrafa saçıp savurmadadır.
Batıda ar meselesi olan ve istifaya sebeb olan fuhuş görüntüleri,bizde şöhret olarak gösterilmeye,kabullenmeye,sahiplenmeye,neredeyse ayrıcalık olarak gösterilmeye çalışılıyor.
Buda namus duygusunun kaybolmasına veya dumura uğramasına yol açmaktadır.
Kirli hayat veya Hayat! Kadının hayatı özel hayat değildir.
Belki özel hayatlardan çıkarılması gereken hayatı ortadan kaldırıcı çirkin davranışlardır.
19-05-2011
MEHMET ÖZÇELİK




RAHMET PEYGAMBERİ

RAHMET PEYGAMBERİ
Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz;yağan yağmurlardan daha fazla rahmetlere vesile olmuştur.
O’nun gelip yaptığı bir yana,eğer gelmeseydi kaybedeceğimiz şeyin büyüklüğü ise başlı başına bir yana.
O’nun gelmemesiyle en büyük kayıp yaşanacaktı.
Peygamberimiz 25 yaşında Hılf-ul Fudul-da bulunuyor.Daha o zamanda faziletin temellerini atmaya başlıyor.
*Kanunu değiştiren,Mucize..Allah onun için kuralını değiştiriyor.Olmayacak şeyler,O’nun iltimasıyla olur oluyor.
Müşrikler hep peygamberimizden olmayacak gibi düşündüklerini istemişlerdir.
“Hani onlar, Ey Allahım, eğer şu (Kur’an) senin katından inmiş hak (kitap) ise hemen üzerimize gökten taş yağdır veya bize elem dolu bir azap getir,demişlerdi.
Oysa sen onların içinde iken, Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek değildir.”
*Gece vakti ay çıkmış.Nasıl olsa yapamaz diye,ayı ikiye yarmasını istemişlerdir. Ancak ay ikiye yarılmış,olmazlar olmuştur.
Olmadı dememişler,kendilerini ve çevrelerini aldatmak için,Muhammed-in sihri göğe kadar çıkmıştır,dediler.
“Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı. Onlar bir mucize görseler yüz çevirirler ve Süregelen bir sihirdir,derler.”
*”(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
“Yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe;
Yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.
İnsanlara hidayet (Kur�an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, Allah, bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi?� demeleri engel olmuştur.
De ki: Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.
De ki: Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarından hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.”
Kur’an-da kalp mühürlenmesinden bahsedilir.
Allah Resûlüne cephe alan, onunla mücadele eden müşrikler hakkında nâzil olan âyette,müşriklerin kalplerinde şirkin tam hâkimiyet kurması ve tevhide yer kalmaması, “kalp mühürlenmesi” şeklinde ifade edilmiş.
*Bir mü’mine düşen en önemli görev,özellikle bu asırda yüz şehidin sevabını kazandıran mana,O’nun sünnetine uymak ve bunu sürdürmektir.
Ahmet ibni Hanbel, kavun yemedi. Niçin ?, dediler.
Resulullah nasıl yedi bilemiyorum da ondan, dedi.
*Gül gibi güzel kokuyu,su gibi rahmeti ifade eden o zat hakkında Fuzuli ve şairler;
Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taşdan taşa urup gezer âvâre su.
(Su, ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)
Dostu ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su.
(Dostu yılan zehri içse bu zehir onun dostu için âb-ı hayat olur. Fakat, düşmanı su içse o su düşmanına elbette yılan zehrine döner.)
Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su
(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak orayı aydınlatmak ister. Eğer parça parça da olsa o eşikten dönmez.)
Yâ Habîba’llâllah yâ Hayre’l-beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su
(Ey Allah’ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların sürekli su diledikleri gibi ben de seni özlüyorum.)
*Nabi Medineye yazıp Rasulullahın türbesine astığı şiirde:
Bi-hamdillah nasib oldu saadet ya Rasulallah
Günahkârım-sefihkârım-siyehkârım-tebehkârım
Beni reddetme ferdâ-yı kıyamet ya Rasulallah
Keminen Yusuf-ı Nabi yi ahbab-u ekarible
Şefaat ya Rasulallah Şefaat ya Rasulallah
*Sen Ahmedü Mahmudu Muhammedsin efendim
Hak dan bize sultan-ı müeyyedsin efendim. (Şeyh Galib)
*Sakın terki edepten kuy-i mahbubi Hüdadır bu
Nazargahı ilahidir, makamı Mustafa’dır bu.(Nabi)
-N’ola tacum gibi başumda götürsem daim,
Kademi resmini ol Hazret-i Şah-ı resülüm,
Gül-i gülizar-ı nübüvvet o kadem sahibidür,
Ahmeda durma yüzün sür kademine Gül’ün.(Sultan I. Ahmed’e (Bahtî) ait)
*Efendimsin cihanda itibarım varsa sendendir
Meydanı aşkında iştiharım varsa sendedir
Benim feyzi hayatım hasılı ruhi revanımsın
Eğer sermaye-i ömrümde kârım varsa sendendir
Benin canım civanım itibarım varsa sendedir.(Şeyh Galib Dede)
*O zat şefkati kadar,adaletli idi.
Kureyş kabilesinden bir kadın hırsızlık yapmıştı. Bir kısım ileri gelen Kureyşliler Peygamberimize aracı göndererek kadını affetmesini, çünkü onun saygın birinin kızı olduğunu söyler. Peygamberimiz buna çok üzülür ve ayağa kalkarak şunları söyler:”Ey insanlar! Sizden önceki insanlar aralarında varlıklı biri hırsızlık yaptığında ona dokunmazlar: zayıf biri hırsızlık yaptığında ise ona ceza verirlerdi. Allah onları bu yüzden yok etti. Allah’a yemin ederim, bu suçu işleyen kızım Fatıma bile olsaydı, ona ceza vermekte tereddüt etmezdim.”
Hadiste:”Allahın tayin buyurduğu cezalardan birisinin yerine getirilmesi bir çok bölgelere kırk gün –Nesai’nin rivayetinde- otuz gün- yağmur yağmasından daha iyidir.”
Kutlu doğum insanlık için mutlu bir doğum olmuştur.
MEHMET ÖZÇELİK
15-04-2011




KIYAMET ALAMETLERİ

KIYAMET ALAMETLERİ
1400 sene önce gelen âyette;-Kıyamet yaklaştı- buyurulursa,acaba bu gün kıyametin yakınlığı konusunda ne söylemek gerekir.
On büyük ve yüzlerce küçük alametlerden bazıları önemli çapta görülmektedir.Mesela:
Mehdi ve Deccal konusunda;daha nasıl bir insan bekliyorsunuz?
Gelecek olan şerirler daha bu yapılanlardan daha büyük ne yapabilirler? Sıralayalım;
Lenin gibi,Mao gibi,Hitler gibi,Cengiz ve Hülagu gibi,Bush gibi,Türkiye-deki bir asırlık sıkıntılar ve tek şef dönemleri gibi,bin yıllık birikimlerin ve tesislerin yıkılıp yerine getirilenlerin doku ve kan uyuşmazlığı yaşaması ve yaşatması,Saddam gibi, Mübarek gibi,Hafız Esad gibi,Kaddafi vs.gibi yıllarca kalıp daha nasıl despotlukta bulunabilir?
Kominizm gibi nasıl bir inançsızlık sistemi gelebilir?
1. ve 2. Dünya savaşlarından daha büyük nasıl bir savaş olabilir?
Bizdeki bin yıldır kaldırılan değerlerden daha başka ne kaldırabilir?
Kaldırılabilecek bir şey eğer kalmış ise!
Hadislerde ahirzamandaki fitnelere dikkatler çekilmektedir.
O zamanda olağan dışı,görülmemiş ve duyulmayan olaylar zuhur eder.
*2.19— Tabarani, Kebir isimli eserinde, Ebu Naim ise Ali Hilal’dan tahric ettiler. Resulüllah (s.a.v.) Hz. Fatma’ya şöyle buyurdu: Beni Hak ile baas eden Allah’a yemin ederim ki, şu ümmetin Mehdi’si Hasan ve Hüseyin’dendir. Dünya hercü-merc içinde kaldığında, fitneler zuhur ettiğinde, yollar kesildiğinde, bazıları bazısına hücum ettiğinde, büyük küçüğe merhamet etmediği, büyük büyüğe vakarlı davranmadığında; Allah, bu sırada, onlardan adavetin kökünü kazıyarak dalalet kalelerini feth edecek ve evvelce Benin ayakta tuttuğum gibi, ahir zamanda, dini ayakta tutacak, önceden zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduracak birini gönderecektir.

*4.3— Naim b. Hammad, Ebu Said-ül Hudri’den tahric etti. O dedi, Resulullah (s.a.v.) buyurdu: Benden sonra fitneler görülecektir. O fitnelerden biri de “Ahlas” (Deve çulu) fitnesidir. Orada harb ve hicretler olur. Sonra ondan daha şiddetli bir fitne olur, ha kesildi denirken, sonra daha da devam eder ve fitnenin girmediği hiç bir ev ve dokunmadığı hiçbir müslüman kalmaz. Bu hal Itretimden (soyumdan) bir Recul –adam-çıkana kadar devam eder.

*1.6— Naim b. Hammad, Said bin Müseyyeb’den tahric etti. Buyurdu ki: Başlangıcı çocuk oyuncağı gibi basit olan, fakat, bir tarafta sükunet bulsa da, diğer tarafta genişleyerek devam eden ve ancak semadan bir münadinin üç defa “Uyanın, falan Emir sizin gerçek emirinizdir” deyinceye kadar sona ermeyen fitneler görülür.

*4.2— Tabarani, Avf b. Malik’den tahric etti, Peygamber (s.a.v.) buyurdu: Tozlu, dumanlı karanlık bir fitne görülecek, bunu diğerleri takip edecek, tabi. Ehli Beytimden kendisine Mehdi denilen bir zat çıkıncaya kadar. Şayet O’na yetişirsen, O’na tabi ol ve hidayete erenlerden ol.

*4.1— İbni Ebi Şeybe, Ebi Celd’den tahric etti, O dedi ki: Bir fitne görülür, bunu diğer fitneler takib eder, ve birinciler sonuncuların kılıçla çatışmaya dönüşünü kamçılar, ve bundan sonra bütün haramların helal sayılacağı bir fitne gelir. Sonra da hilafet, yeryüzünün en hayırlısı olan Mehdi’ye evinde otururken gelecektir.

*4.24— Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildi Rusulullah (s.a.v.) buyurdu: 4’üncü fitne on sekiz gün (veya/yıl) sürer. Sonra açılır. O zaman Fırat altından bir dağı ortaya çıkarmış olur. Ümmet ona üşüşür. Bunun üzerine her dokuzdan yedisi öldürülür.

* H.3— İbni Adiyy diyor ki: Ebu İshak, İbrahim b. Abdullah Nebti, (aradaki ravi silsilesi ile) rivayet etti. Enes b. Malik (r.a.)’dan O dedi ki, Resullullah (s.a.v.) buyurdu: Dünyanın ömrü, ahiret günlerinden yedi gündür. Allah Teala buyurdu ki: “Senin Rabbinin yanındaki birgün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.”

* H.5— İbni Ebi Hatem, Tefsir’inde İbni Abbas’dan rivayet etti ki: Dünya, ahiret haftalarından bir hafta olup, yedi bin senedir ve bunun altı bini geçmiştir.
H.6— İbni Abbas’dan sahih olarak nakledilen şöyle bir rivayet vardır. O dedi ki: Dünya yedi gündür. Her bir gün bin yıl gibidir. Ve Resulullah (s.a.v.)’de onun sonunda gönderildi.

*“Hicretten 1400 sene sonraki akidlerden “iki veya üç akid say” O vakit Mehdi çıkar ve bütün dünya ile harp eder. Dalalete düsenler -Hıristiyanlar- ve Allah’ın öfkesine uğramıs olanlar (Yahudiler) ve münafıklar İsra ve Miraç beldesi olan Kudüs’teki “Meciddun Dağları”nda onun için toplanırlar”. (Mehdîyy-il Meliki Li Küll-id Dünya Biemrillah-il Malik, Kelde bin Zeyd, s: 216),Begavi Mealimut Tenzil(4/101) Fethul Bari (13/98) Bkz; İbni Kesir.En Nihaye (1/166-169)
61- Ebu Said el Hudri radıyallahu anh’ın Nebi sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’den rivayet ettiği hadis- i şerifte buyrulur ki;

“Deccal’in çocuğu olmaz ve o ne Medine’ye ne de Mekke’ye giremez.”
Ebu Muaz der ki;bugüne kadar peygamberlik iddiasında bulunan yalancılardan
meşhurlarının adları şunlardır;
1- Esved el Ansi, 2- Müseyleme, 3- Secah Bintil Haris, 4-Tuleyha Bin Huveylid,
5- Cündüp Bin Gülsüm,6- Kehmeş el Kilabi, 7- Ebu Cavane el Amiri,8- Huzeyl Bin Yafur, 9- Huzeyl Bin Vasi, 10- Muhtar Bin Ubeyd es Sekafi, 11- Hanzala Bin Yezid el Kufi,12- Abhele bin Ka’b,13- Nadr Bin Haris et Teymi,14-Ahmed Bin Yahya, 15- Ebut Tayyib el Mütenebbi ,16-Üstaz Siz el Horasani ,17- Abdullah er Rumi, 18- İbnul Mukaffa, 19- Hallac el Mansur ,20-Şihabeddin es Sühreverdi Maktul, 21- Mehmed Ali Ağca, 22- İskender Evrenosoğlu (Ali mihr) ,23-Mirza Ali Muhammed ,24-Mirza Gulam Ahmed Kadıyani ,25-KriGnamorti el Hindi,26-ReGat Halife ,27-Sai Baba-sh.82
147- Katade radıyallahu anh dedi ki;”Ye’cüc ve Me’cüc yirmi iki kabileden ibarettir.Onların yirmi birini Zülkarneyn (A.S.) sedde hapsetmiştir. Diğer kabile ise saldırı esnasında kaybolan ve seddin arkasında kalan Türklerdir.”208-sh-119
(Bak:Mesih Deccal-Mecdi Muhammed Şehavi.Tercüme-Seyfullah Erdoğmuş)

*”MÜŞTAK Baba’nın, Ankara’nın 1923 yılında başkent olacağını söylediği şiiri, orijinal diliyle şöyle:
‘Me’vá-yı názenine kim elf olursa efser / Lá-büdd olur o me’va İslámbol ile hemser // Nun ve’l-kalem başından alınsa nun-ı Yunus / Aldıkda harf-i diger olur bu remz ızhár // Miftáh-ı sure-i Kaf ser-had-i kaf tá kaf / Munzamm olunmak ister Rá-yı Resul-i Peyamber // Háy-ı huy ile áhir maksud oldu záhir / Beyt-i veliyyü’l-ekrem Elhác Abd-i ekber // Ey pádişáh-ı fehhám Sultan Hacı Bayram / Revhán ister ikram-ı Müşták-ı abd-i çáker’
Şimdi, şiirin günümüz Türkçesiyle basit ama serbest tercümesini yapalım:
‘1000 mánásına gelen ELF sözü, güzeller beldesinin başına EFSER, [/] yani tác olarak konursa, o belde İstanbul’dan farksız bir hále gelir.[//] Sonra, Yunus Suresi’ndeki NUN [/] […] ve Kaf Suresi’ndeki KAF harfleri alınır. [/] Resul’ün, yani Hazreti Peygamber’in RI harfi de bunlara iláve olunmak ister [//] ve maksad ‘háy-ı huy’ sözündeki ‘HE’ harfi ile tamamlanır. [/] […] Ey anlayışlıların padişáhı olan Sultan Hacı Bayram! Senin bulunduğun o güzel belde [?], bu değersiz kul Müştak’tan hürmet istiyor!’”

*Ye’cüc-Me’cüc bir mana Çin ve Japonya-dan gelen ve sızan bir afetin,nükleer santralden sızan radyasyonun milyonlarca insanı tehdit etmesi ve öldürmesi olarak düşünülebilir.
*Ye’cüc-Me’cüc;Tefsirlere göre insan eti ve ot yiyen,yağmacı,vahşi bir insan topluluğu.
“Japonya’da genç kızlar arasında kürtaj oranının rekor seviyede arttığı bildirildi. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2000’de 44 bin 477 genç kız kürtaj yaptırırken, bu sayı 2001’de 46 bin 511’e çıktı. 1995 istatistikleri ise kürtaj yaptıran gençlerin sayısını 26 bin 177 olarak gösteriyordu.
Ülkede 19 yaş ve altındaki gençlerin yaptırdığı kürtajların, toplam kürtaj sayısının yüzde 14’ünü oluşturduğu belirtildi.
Japonya’da uzun zamandır yasal olan kürtaj, kolayca yaptırılabiliyor ve bazı Batı ülkelerindeki gibi dini ve siyasi tartışma konusu olmuyor.
Yetkililer, gençler arasında kürtaj sayısının artmasının nedenini, cinsel ilişki yaşının düşmesine bağlıyorlar.”
TAIWAN ve ÇİN’DE YEMEK DİYE YEDİKLERI ŞEY DAHA DOĞMADAN ÖLEN CENİN veya KüRTAJ İLE ALINAN 4-5 AYLIK BEBEKLER !..

Hastanelerden 50-70$ karşılığında alınıyormuş !..
“Dünyadaki bütün canlıların etlerinden yemek hazırlayarak onu, Yüesey (Guandong kızartması) diye adlandırarak Çin lokantalarına satan Çinli teröristler sokaklarda yalnız dolaşan insanları yakalayıp götürerek Lokantalarının mutfaklarında çeşitli yemekler hazırlayarak satışa sunmaktadırlar. Çin hükümeti zaman, zaman bazılarını ifşa ederek cezalandırsa da çoğunluğuna göz yummaktadırlar. Çünkü Çinli yetkililerin bir çoklarının bu türden özel yemeklere düşkünlükleri biliniyor.Doğu Türkistanlı Uygur,Kazak, Kırgız büyükler dinlemeyen çocuklara “seni çinliler tutup öldürüp yerler, eve erken dön”-diye nasihat ediyor bile.

Çin Oldukça Büyük Uluslar Arası Bir ‘Pazar’ dır.
Ayrıca ceninlerden ve çeşitli insan uzuvlarından hazırlanan ve Çin tababetinde kullanılan ilaçların bir çokları, Çin komünist partisi hükümranlığındaki emeğin ucuz, ulaşımın kolay, yabancı yatırımcıların yatırım yapma fırsatlarının çok olduğu söylenen, ayrıcalıklarla dolu bir uluslar arası Pazar olduğu iddia edilen Çin’de çokça bulunmaktadır.”
Bu haber uzunca ve mide bulandırıcı bir uygulama olarak detayları anlatılmaktadır.
*Ve mesela; 13.yüzyılda çinde ve oradan avrupaya yayılan ve milyonlarca insanın hastalanıp ölmesine neden olan salgın hastalık bir fareden bulaşmıştı.Sebeb olarak cadılar,cadılara benzeyen kediler yok edildi,kendi günahlarından kaynaklandığı düşünülüp,kendilerini kırbaçladılar.Gemiler yoluyla batıya giden fareler salgın hastalıkları milyonlara bulaştırmış oldular.Belkide kedileri öldürmeselerdi,o fareler kediler tarafından yok edilecek,hastalıkların bu kadar yayılması engellenmiş olacaktı..
Kıyamet alametleri imanın şartlarından değildir.Bundan dolayı,yapılan yorumlar veya farklı tanımlar veya inanmama durumu imanı tehlikeye atmaz.
MEHMET ÖZÇELİK
04-04-2011




İTTİHAT VE TERAKKİ MAHSULÜ

İTTİHAT VE TERAKKİ MAHSULÜ
“İttihatçıların o kadar azm ü sebat ve fedakârlıklariyle; hattâ, İslâmın şu intibahına da sebeb oldukları halde, bir kısmı dinde lâubalilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler.”
Cumhuriyetin çocukları ittihatçıların dinde zayıf olanların mahsulatı olup, şimdikilerde cumhuriyetteki dine cephe alanların ürünüdürler.
Her anne kendi yavrusunu doğurur ve doğurduğuyla övünür.
Şimdiki Chp ittihatçıların dindeki zayıf kısmının kuvvetli,kemikleşmiş,inatlaşmış ve bir türlü değişmez kısmıdır.
*Chp izm-ler partisidir,ana parti değil.Ne olduğu belli olmayan azınlıkları temsil eden bir partidir.Komin-izm,sosyal-izm,marks-izm,darwin-izm,Yahudi-izm,hristiyan-izm,mason-izm.
Çoğunluğa karşı azınlığı temsil eden bir parti.
*Atatürk mü daha demokrat yoksa Menderes mi?
İnönü mü daha özgürlükçü yoksa Menderes mi?
Tek partili sistemi kim kurmuştur?
Tek parti ve tek şef dönemini kim sürdürmüştür?
Atatürk ittihatçıların içerisindeki dini zayıf bu muhalifleri de yanına çekerek yıkımı kolaylaştırmıştır.
Cumhuriyet yapım ve proje üzerine kurulmuş bir devlet olmaktan ziyade,yıkım üzerine kurulmuş bir devlet olmuştur.
Geçmişe aid olan ne varsa hepsinin yıkımından yeni bir şeylerin yapımına pek vakit bulunamamıştır!
1950-ye kadar bu durum böyle devam etmiş.
1960-dan sonra yine eski despot ve kısır bir hale dönüştürülmüş ve ancak 2002-den sonra bir çok badireler atlatılarak normal seyrine girmiştir.
300 senede yapılamayacak tahripler yapılmıştır.
*Türkiye Sav ve Baykal-ın kurbanı oldu..Chp bunlara kurban edildiği gibi.Zira sürekli toplumu gerdi.İrtica,şeriat,Alevilik,rejim tehditleriyle darbelere zemin hazırlayacak kadar gerildi ha gerildi.
Ordunun,Hsyk,Yargıtay,Danıştay,Anayasa mahkemesi toplumu gerecek kararlar aldı.Oralarda düzelmeler olur,normal seyrine girmeye çalışırken adeta bayrağı Ysk aldı.Bilinçsizce ve hesap edilmeden değişik kararlar alarak toplumu tahrik etti.
Türkiye yerli yerine otururken bu sefer Ysk adeta meclisin görevini üstlenmiş gibi,kanuni bir karar da alsa,bunu kanunsuz yapıp,önceden alması gereken tedbiri almamış oldu.
*Ordudaki cunta ekibinin kullandığı psikolojik harekat,toplumun psikolojisini bozdu.İrtica yaygaralarıyla doldurdu.Kaos oluşturdu.
*1982 anayasası kaosa,zorluk ve zorbalıklara,arbelere zemin hazırlayan bir anayasadır.
Tay-larla bu durum teminat altına alınmış,cumhurbaşkanlığı destekli,üniversite köstekli,cübbeli şakşakçılar davetlisi olarak tam bir şebeke oluşturulmuştur.
1960 anayasasından beride böyle devam ettirilmektedir.
*Ortaya bu menfiliklerin neticesi olarak;Eline sahip olmayan Bdp,Diline sahip olmayan Chp,Beline sahip olmayan Mhp çıkmıştır.
*Pkk-nın silahlı saldırısını meşru bir müdafaa veya kürt halkının hakkını koruma olarak gören bir insan,bir parti bu toplumun değerlerinden uzak,bu milletin değerlerini taşımayan,tefessüh etmiş bir kişi olabilir ancak.
*Şu tezata bakar mısınız!
Adıyaman-ın eşrafından merhum Abdulkadir Kayır abi müftülük elemanı olarak devamlı hapishaneye ders vermeye gider.
Bir seferinde de Ulu camide Risale-i Nurları okumaktan dolayı,ayakkabılarıyla camiye giren jandarmaların tutuklamasıyla her zamanki ders vermeye gittiği zamandan erkenden gidince mahpuslar şaşkınlıkla sorarlar;
-Hayrola abi,bugün neden erken geldin?
Cumhuriyet hep bu kötü hatıralarla anılacak,tıpkı haçlıların anıları gibi…
* Osmanlı ordusunun silahlarının elinden alındığı , düşman filolarının Çanakkale Boğazı’ nı aşıp İstanbul’a dayandığı felaketli bir dönemde halife sıfatıyla Osmanlı tahtına oturan Sultan Vahdeddin’in, Osmanlı askeri olarak, şahsını korumak için bırakılmış olan biricik taburu Ayasofya Camii’ ne göndererek:
“Aziz İstanbul’un fethinin sembolü olan Ayasofya’ya çan takmak isteyenlere ateş ediniz!… ” emrini verdiği halde,bu gün çok rahat kapısına zincir vurulmuştur.
Çan takanlarla bunu yapanlar arasındaki fark nedir?
* Yazmış olduğu”Ayasofya”. isimli şiiri yüzünden tutuklanarak Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Osman Yüksel Serdengeçti’ nin kendini müdafaa ederken:
“Müddei umumi(savcı) tepeden verilen emirlere göre hareket ediyor. Ayasofya`nın tekrar cami haline getirilmesinde benim ne gibi hususi maksadım ve menfaatim olabilir? Ayasofya’yı kiraya mı vereceğim, yoksa imamı mı olacağım? Beni bu yazıdan dolayı Türk savcıları değil, Yunan savcıları itham etsin. Böyle bir yazıyı yazdığımdan dolayı kendimi müdafaa etmekten utanıyorum .” diye hayıflanarak verdiği cevabı,sorumuza cevaptır.
*Çevik Bir ve aynı düşüncedeki silah arkadaşları,cunta ekibi şu anki Suriye-nin durumunu düşünsünler ve Türkiye-yi nereye götürdüklerini anlasınlar.
Eğer ordudaki cunta ekibinin hedefi tutsaydı bugün Türkiye Suriye-den daha vahim bir duruma giderdi.
*Resmi tarih,resmi din samimi olan tarih ve dinden uzak bulunmaktadır.
Her rejim kendini kabul ettirip devam ettirmek için,öncekini bitirmek ve örtmek ister.Bu ise imparatorluk gibi büyüme özelliği olmayan kabile devletlerinin yapısıdır.
Türkiye cumhuriyeti de kurulurken kabile devlet olarak temeli atıldı,Geçmişe ait sahiplenmesi gereken ne varsa hepsini yaktı,hafızalardan sildi,yeni hafızalı nesiller yetiştirdi.Tarihçilerde bu amaçla ve hedefle yetiştirildi.
Her resmi kutlamalarda geçmiş kötülendi,başarı yapılanlarla değil,geçmişin kötülenmesiyle başarı olarak gösterilmeye çalışıldı.
Alternatif tarih okuyan,rejimin öğütemediği tarihçiler ise,ne suya ne de sabuna dokunmadı.Tarih kirli kaldı.Tarih ve tarihçi gerçekleri ortaya koymadı.Sızıntılar ve fısıltılarla idare edildi.
Resmi tarih gerçek tarih değildir.Resmi tarihçi de gerçek tarihçi değildir. Müsaade edildiği oranda tarihçidir.
Tarihimizle ve bir kısım tarihçimizle hala kavgalıyız ve kavgadayız.
Az bir geçmişe heves,yönelme ve sahiplenmede içten ve dıştan ve özellikle daha hevesli olan iç zurnacılar hemen devreye girerek,yeni Osmanlı hortladı,yeni Osmanlılar geliyor,gibi öcü olarak gösterilmeye çalışılıyor.
Oysa eski hal muhal,ya yeni hal veya izmihlal.
Geçmişin güzelliklerini alarak geleceğe o birikim ve tecrübe ile yürümek gerektir.
*Bize ne oldu?
Bitkilerle bile anlaşırken,hayvanlarla bile anlaşamamaktayız.
Hayvanlarla bile anlaşırken,insanlarla anlaşamaz olduk.
İnsanlarla bile iyi anlaşırken,Müslümanlarla anlaşamaz olduk.
Müslümanlarla gayet iyi anlaşırken,akrabalarla,komşularla anlaşamaz olduk.
Onlarla bile iyi anlaşırken,ailelerimizle,çocuklarımızla anlaşamaz olduk.
Onlarla bile gayet iyi anlaşırken,kendimizle anlaşamaz hale geldik.
Hayvanlara,bitkilere,canlılara yardım ederken,kendimize bile gayretmez,hayretmez olduk.
MEHMET ÖZÇELİK
26-06-2011




KİTAP-SÖVER-LERDEN KİTAP-SEVERLERE

KİTAP-SÖVER-LERDEN KİTAP-SEVERLERE
Düne kadar kitaba sövenler,bugün kitapsever oldular.Daha hemen girişte terör,kaos ve saldırı kokan ve tamamen Ergenekon ve terör ısmarlaması olan Ahmet Şık’ın –İmamın Orduları-kitap taslağı,ergenekonun üzerine giden emniyeti ve Fethullah Gülen Hocayı hedef almaktadır.
Tıpkı öncekileri gibi Aydın-da hayvancılık yapan kişiye cumhurbaşkanını, başbakanı karalamak amacıyla kitap yazdırılması gibi.
*Ergenekonu savunan eserlere,ulusalcı ve derin devletin korunmasına yönelik kitapların basımına yönelik bu çalışmalar tamamen psikolojik bir savaştır.
Ordunun içerisinde bulunan bir cuntanın oluşturup piyasayı şekillendirmek amacıyla uygulamaya koyduğu;pkk-ya yardımdan,kaos oluşturmaya,cemaatları zan altında bulunduracak faaliyetlerden dini şahsiyetleri ve dini kisve giydirilen kimseleri ısmarlama piyasaya sürerek zihinleri ve piyasaları bulandırmaya yönelik faaliyetlerdir..
Bu kitapta da tamamen Emniyeti töhmet altında bulundurma,Ergenekonu sulandırma,Ordunun içinde bulunan cunta ekibinin,hukuka çöreklenmiş kişilerden medet umduğu,ergenekonun uygulamaya koyduğu kaos oluşumunun bir parçasıdır.
Kitap-savarlar birden kitap sever oldu.
Malum kitap seviyesi olmayan kitap taslağının birdenbire birileri tarafından kitaplara sahip çıkmaları,kitaplara özgürlük cik-cikleri samimi ve dürüst olmadıklarını bir daha teyid etmiş oldu.
Neden mi?
Dünyada Kur’an-ı Kerim-den sonra en çok basılıp okunan eser,Bediüzzaman Said Nursi-nin yazdığı Risale-i Nurlardır.
Bu eserler yıllardır takip altına alındı,okuyanlar ve bastıranlar hapishanelere atıldı,her türlü eziyet ve işkenceye tabi tutuldular.
Jandarma tarafından evler arandığında bunlar birer suç unsuru kabul edildi ve hatta okumasını bilemediklerini söyleyerek Kur’an-ı Kerim- i bile suç aleti olarak topladılar.
12 Eylül ihtilalinde evimiz arandığında,sandığın üzerindeki kitapları gösteren subay babama;
Bu kitaplar kimin,Kim okuyor,dediğinde rahmetlik babam;
Onlar benim,ben okuyorum,deyince, bir babama,birde kitaplara bakan subay,kafayı sallayarak çıkıp gidiyor.Aradığı suçlunun o olmadığını ve söylemediğini bilerek gümleyerek gidiyor.Demek ki tamamen duyguları sönmemiş.
Bu kir ve lekeyi dünyanın bütün suları toplansa temizleyemezler.
Peki bugünkü kitapseverler o zaman nerede idiler.Belki yasaklamaya karışanlar ve tasvib edenler kendileri idi.Kaos değil toplumun,gençliğin,insanlığın dünya ve ebedi hayatını kurtarmaya yönelik çalışmalar ve okumalar idi.
*1980-lerde kütüphanenin önünden geçerken,kütüphane müdürü Abdullah bey beni çağırarak kütüphanenin ikinci katına çıkardı ve bir odayı açarak içeride torbalarda bulunan kitapları göstererek ne olduklarını sordu.
Kütüphanedeki torbalarda bulunan eserler Osmanlıca ve Arapça yazılan tamamen dini eserler ve Arapça gramerlerden ibaret idi.
Adıyaman-ın en eski okulu olan Cumhuriyet ilkokulunun çatısında bulunduğunu ve önemli bir kısmını kendisinden önce müdürün İstanbula tayininin çıkmasıyla kendisiyle beraber götürdüğünü ve hatta halkın bunu duymasıyla terminale akın ederek,bu kitaplar dedemden kaldı demesine rağmen bir kısmının alınabildiğini söylemişti.
Bu ise milyonlarcasından birisidir.
Odasının dört tarafı kitaplarla dolu olan Uzunçarşılı-ya,bunları nereden temin ettiği sorulduğunda ağlayarak verdiği cevapta;
-Meydana yakılmak için konulan kitaplar arasında yanmayıp da kurtarabildiklerim,demiştir.
Bir inşaat ustası bana;yıllar öncesinde İstanbul-da deniz kenarında bulunan bir Paşaya aid olan kütüphaneyi yıkıp,kitapları da denize boşaltmasını söyleyen müteahhidin bu sözüne rağmen,hemen birkaç camiye koşarak imamlara yarın sabah gelmelerini,arkadaşlarına duyurmalarını ve kitapları vereceğini söylemiş,ertesi günü geldiğinde büyük bir kalabalığı olduğunu söyleyerek kitapları onlara verdiğini ifade etmiştir.Kendiside hatıra olarak büyükçe bir kitap aldığını söylemiştir.
Bulgaristana kağıt fiyatına vagonlarla satılıp gönderenler başlı başına bir vahşet.Cengiz ve Hülagunun zulmünü aşan bir dehşet.Zira hem kitaplar imha edilmiş ve hem de o kitapları yazanlar ortadan kaldırılmıştır.
Bugün ise onların torunları babalarının uygulamalarını devam ettirirken kitapsever oldular.
Dünyada kitap okuyanların evlerinin basılması,kitaplarına el konulması, cezalandırılması görülmemiş bir zulümdür.
Bugün yürüyüş yapıp protesto eden insanlar, neden şimdiye kadar kitap mağdurlarını hiç savunmadılar.Savunma bir yana içeriye atmada ortak oldular. Alkışlayıp desteklediler.
Oysa şimdikiyle kıyaslanmayacak kadar arasında fark varken.
Hiç yılanın kusmuğuyla,arının akıttığı bir olur mu?
Bugün herkes testten geçmektedir.Yılanlıkla arı farkını ortaya koymaktadır.
MEHMET ÖZÇELİK
02-04-2011




KIRK YILLIK KÂNİ

KIRK YILLIK KÂNİ
Allah Allah,kaderin şu tecellisine bakın ki;chp bir asra yakındır bu memleketteki inançlı insanları hep irana gidin dedi,irana benzemekle kınadı.
Oysa bu kınama,saldırı ve iddia çok az ve mevzii,bir tutarlılığı olmayıp,geçersiz bir dava idi.
Şimdi ise ana muhalefet partisinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tesettürlü kızlarımızın iran usulü giymelerini tavsiye ederek adeta iranı buraya getirmeye çalışıyor ve onu emsal gösteriyor.
Nasıl giyineceği konusunda onlara saygı göstermiyor.
Tesettürlü kızlara iran modeli tarzı örtünmeleri halinde müsaade ederek,kabul edip onay vereceklerini söylemektedir.
Tamamen samimiyet ve dürüstlükten uzak bir tavır.
Canım,hiç kırk yıllık Kâni,olur mu Yani!
Zihniyet değişmedikçe geçici vitrinin değişmesi hiçbir şeyi değiştirmez.
Zira mal aynı mal!Vitrindeki içerdekinin aynısıdır.
Onun gibi de,zihniyet aynı zihniyet.Bu da göstermektedir ki,ılımlılık ve uyumluluk namına her kim gelirse gelsin,temelde ve düşüncede milletin değerleri esas alınıp hakaret edilmedikçe problem olma ve problem yapmaya devam edecektir.
Harç öyle atılmış!
Hiç unutmam,yirmi yıl kadar önce gözden muayene olmak için hastanede sıra bekliyorum.Benden önce altmış yaşları civarında bir köylü içeri girdi.Kapı açık, içerideki konuşma ve bağırtı net duyuluyordu.
Doktor vatandaşa şapkasını çıkarmasını söylüyor,o kişi ise çıkarmayacağını ısrarla belirtiyordu.
Tam yarım saate yakın bu münakaşa sürdü.Doktor şapkayı çıkarmadan muayene edemeyeceğini söyleyip istemeyerek de olsa çıkarmaya ikna edip muayene etti.
Ben içeri girdiğimde ise doktor bitmişti.Morali sıfıra inmişti.Bu halde beni sağlıklı muayene etmesi güçtü.
Havayı yumuşatmak için şöyle bir latife yaptım;
-Doktor bey,bu şapka bu başa geçene kadar nice kelleler gitti,biliyor musunuz?
Elbette onun oradan çıkması da öyle kolay olmayacaktır.
Doktor tebessüm edip,rahatlamıştı.
-‘Men Dakka dukka’’Kim kimin kapısını çalarsa,onun kapısı da çalınır’
-Bir kimseyi kınayan aynısıyla kendiside kınanmadıkça ölmezmiş.
Hiç belli olmaz.Bakarsın bu insanlar iranı bile buraya getirmekle kalmaz,hilafeti bile götürdüğü gibi getirebilir…
Ayasofyayı kapattığı gibi açabilir.
Rusya gibi,ateizmi pazarlarken şimdilerde İslam dünyasına girme çabası göstermektedir.
Bakarsın İslam birliği kurulmasını bile ana muhalefet tavsiye edebilir!
Kapattığı medrese,tekke ve zaviyeleri tekrar açabilir!
Bakarsın dünyaya islamı pazarlayıp,bizleri bile bu konuda pasif görebilir!
İki sebepten;Biri daha ileri gitmeyip hiç olmazsa eskisiyle kanaat etmek,ikincisi ise;Hadis-i Kudside buyurulur:”Allah dilerse bu dini bir facir eliyle de güçlendirir.”
Mevla görelim ne eyler,ne eylerse güzel eyler.
Kaderin cilvesi.
Şu anda İstanbul Üniversitesinde şapkayla derse giren bir çocuğu dışarı atan öğretim görevlisinin bu tavrına karşı yök başkanı tavrını koyarak kimsenin örtüsünden dolayı da atılamayacağını kesin olarak ortaya koydu.
Bunu takib eden durumda Adıyaman üniversitesi gibi zaten yasak olmayan tesettür konusunda insani,hukuki,dini,seviyeli bir adım atılmış oldu.Şimdilik bu mesele kalkmış görünüyor.
Kaosu oluşturanların manevi baskısının fos çıkması,toplumun asliyetine dönmesine sebep olmuştur.
Asalet asil insanlarla ve asil davranışlarla olur.
Göründü ve bilindi,kimmiş asil…
MEHMET ÖZÇELİK
07-10-2010




KIRK YAMALI BOHÇA LAİKLİK

KIRK YAMALI BOHÇA LAİKLİK
Sayın Başbakan Tayyib Erdoğan!
Biz bir asırdır laiklikten çok çektik.Ne doğru dürüst anladık ve nede anlattık,anlatabildik!
Bir asırda bizim çektiğimizi Ortadoğu ve islâm ülkeleri de çekmesin.
Niyetiniz gayet iyi,samimiyet ve güveniniz yerindedir.Ancak ifadeniz gayet riskli ve tehlikelidir.Maliyeti gayet ağırdır.
Kişinin laik olmayacağı,devletin laik olacağı izahınız doğru ve yerindedir.Ancak vakıa hiç de öyle değil ve de olmamıştır.Hala da o hazımsızlıklar devam etmektedir.
Biz bir asırdır dediğiniz gibi uyguladık mı ki onlara da tavsiyede bulunuyoruz?
Biz yapmadığımızı neden başkalarına tavsiye ediyor,onlarında böyle yapmasını tavsiye ediyoruz.
Geleceğin de ne olduğunu ve ne olup neler getireceğini bilmiyoruz!
Eğer siz orta doğuya başbakan olacaksanız,laiklik lastiğini ! doğru yöne çekebilir,size güvenebiliriz!!!
Bunu garanti edebilir misiniz?
Bir menfi veya bizdeki gibi beceriksiz,maneviyatsız kişilerin eline geçerse,o zaman seyreyle gümbürtüyü seyreyle!!
Hem şu anda bile bizdeki laiklik tehlikesinin geçtiğini söylemek ve de düşünmek hem erkendir ve hem de bir kuruntudan ibarettir.
Laiklik maddesinin konulmasına gerek kalmadan,herkese özgürlükler içerisinde bir hayat tarzı ortaya konulabilir.
Dünyada laikliğin çıkış yeri olan Fransa ile bizim dışımızda anayasasında laiklik olan devlet yok..Onlar bizden daha kötü değiller.
Tozlanmakta veya uyumaya yüz tutan laikliğin tozunu neden sirkeliyor, uyandırıyorsunuz?
Halkın içinde kulağınıza başta Abd-nin bunu fısıldadığı söyleniyor…
Şimdiye kadar hep din toplumdan ve her kesimden ihraç edilmeye hatta evin içine de müdahalede bulunularak,niyet okuyucu bir tavırla,yapabilirsinizlerle yani imkânatı vukuatla karıştırarak hapse atılmış,eziyet edilmiştir.
Ne çabuk unuttunuz?
Yoksa tekrar başa mı dönüyoruz?
Ders almadan,ders mi veriyoruz?
Yüzlerce yamalı bohçadan bir bozuk paraları koyacak cüzdan bile çıkmaz!
Milletin canını yakan laikliği hatırlatmanızla yaralarımızı tazelediniz.
Bilmeyen,yeni yetişen nesillere,bizi hep lâ-dini bilen orta doğu ülkelerine karşı suçlunun üzerini örttünüz.
Bayram değil,seyran değil,pat diye yeni savaştan çıkmış bu insanlara yaralı laikliği sunmak,tedavi değil,yara açmaktır.
Ben sizi şimdiye kadar ki hiçbir lidere değişmem,ancak hakikatı da size feda etmem!Hak ve hakikat âlidir.Hiç bir şeye kimseye feda edilmez.
Yaramı kanattınız!!!
Oysa siz benden de daha yaralı iken!!!
*Bir diğer nokta ise;Avrupanın Türkiyenin nabzını yoklayarak,yeni Osmanlının canlanması sözünü ortaya atarak tavrımızı yoklamaya,test etmeye çalışmaktadır.
Türkiyeyi bağlayan en büyük bağları,dış bağlardan ziyade içteki laiklik gibi bağlardır.
Bir yandan zaman aşımından aşınmaya,bir yandan da ancak yalamalarla aşınmalar sağlanmış oldu.
Bizler Osmanlıya değil,dünyaya talibiz.
Zincirlerimiz çözülmüş değil,sadece esnemiş ve gevşemiştir.
Laiklik bu manada bir rüşvetmidir batıya?
Ne kötü bir rüşvet!
22-09-2011
MEHMET ÖZÇELİK