OLAYLAR VE BİLİNEN MEÇHUL ŞAHSİYETLER

OLAYLAR VE BİLİNEN MEÇHUL ŞAHSİYETLER

-“Zavallı Emin Çölaşan”diye başlıyordu yazısına Yeniden Doğuş Partisi Lideri Hasan Celal Güzel Ayaş cezaevinden yazdığı uzunca yazısında..[1] Gençlik devresinden ta Özal sayesinde ayakta durma dönemlerine kadar kin ve düşmanlığa tahrik edici özelliğini dile getiriyordu,zaman ve delilleriyle.

-Doğu Perinçek;en çok malum olup meçhuller içerisinde kalan Maocu ve İşçi partisinin genel başkanı bu şahıs,1980 sonrası 12-Eylül ve Kenan Evren,Özal,Amerika ve CIA düşmanlığı üzerine hedefini bina etmiştir.

“Atatürkçü düşünce derneği,Doğu Perinçek başkanlığındaki işçi partisinin arka bahçesi haline getirilmiştir.”[2]

Kendisi sosyalist olup,8-Nisan-1972’de “Şafak bildirisi”ni kaleme alan bir kişi olarak İstanbul Hukuk Fakültesi asistanlığından ihraç edilmiştir.

Devrimci liderlerdendir.[3]

1988-de MİT-ten ayrılan Mehmet Eymür İnternet ATİN sitesinde Perinçek ile ilgili uzunca yazılarından yaptığımız alıntılarda özetle:

25-9-2000-de

“Doğu Perinçek ’in 1991 yılında kampımıza geldiği ve benimle görüşmeler yaptığı doğrudur. Doğu Perinçek bana siz bu şekilde muvaffak olamazsınız, benim siyasî yapılanmam içinde yer almanız daha doğru olur şeklinde telkinlerde bulunuyordu.”

Bu ifade Abdullah Öcalan’a ait. DGM savcıları tarafından İmralı Cezaevi’nde alınan ilk ifadeleri.

Perinçek’in “Apo ile yakınlaşma bir devlet göreviydi. Kardeş kanının durdurulması için bu görevi kabul ettim. Bu gizli bir görevdi, onun için daha fazla açıklama yapamam. Genelkurmay’ın konudan haberi var. Ciya’cı ve şeriatçı çevreler beni yıpratmak için sık sık bu resimleri yayınlıyorlar”

Perinçek, 17 Haziran 1942’de Gaziantep’te doğumlu. Baba adı Sadık, anne adı Lebibe. Evli, dört çocuk sahibi. İkinci eşi Şule Perinçek, Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu, gazeteci. Çocukları Zeynep, ODTÜ mezunu, Kiraz, Boğaziçi Üniversitesi mezunu, Mehmet, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ve Can. Doğu Perinçek Almanca ve biraz İngilizce biliyor.

Perinçek’in baba tarafı Erzincan, anne tarafı Malatya’dan.

Babası yargıçlık yapan Perinçek’in gençlik yılları Ankara’da geçmiş. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmiş.

Perinçek’in Hukuk Fakültesinden ilginç dönem arkadaşları var. Bunlardan birisi MİT Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay. O da Perinçek’in anne tarafı gibi Malatyalı.

Perinçek’in yabancılarla ilişkisi ilk 1962 yılında başlıyor. O yıl Hukuk Fakültesi öğrencisi Perinçek, Almanya’ya gidiyor. Oradaki yaşantısı pek belirgin değil. 1963 yılında tekrar Türkiye’ye dönüyor. Bilinen tek şey “Almanca” öğrendiği.

1964’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Perinçek Kamu Hukuku kürsüsüne asistan oluyor.

Bu arada Perinçek’in Almanya’ya gidiş gelişleri devam ediyor. Bu gidiş-gelişleri şekillendirmek için Perinçek 1967’de Almanya’da, pek itibar görmeyen ve belli bir faaliyeti olmayan “Türk Toplumcular Ocağı”nı kuruyor.

1968 de ise “Türkiye’de Siyasi Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi” isimli doktora tezini vererek “Hukuk Doktoru” ünvanını alıyor.

Perinçek Hukuk Doktoru oluyor ama, hayatı hep “hukuk dışı” işlerle geçiyor.

Baba Sadık Perinçek 1961’de Ankara’da, Ekrem Alican, Prof.Aydın Yalçın, Hikmet Belbez, Raif Aybar, Yüksel Menderes, Emil Galip Sandalcı, İhsan Hamit Tigrel, Fahreddin Kerim Gökay’le Yeni Türkiye Partisini kurarken, aynı günlerde Avni Erakalın, İbrahim Güzelce, Şaban Yıldız, Kemal Nebioğlu, Rıza Kaus, Kemal Türkler, İstanbul’da Türkiye İşçi Partisi (TİP)’ni kuruyorlar.

Doğu Perinçek bu arada bazı dergilerde “E. Tüfekçi” takma adı ile yazılar yazıyor. Yazılarının hedefi Mihri Belli ve MDD hareketi.

Perinçek aynı dönemde Türk solunda önemli diğer bir isim Behice Boran’a da yanaşıyor. Boran’ın çıkardığı “Dönüşüm” dergisine yazılar yazıyor.

Mihri Belli’nin “Sosyalist Devrim Stratejine” karşı geliştirdiği “Millî Demokratik Devrim (MDD) Stratejisi nedir?

MDD’ye göre, devrime, iki aşamada ulaşılacaktır. İlk aşamada feodalizm, emperyalizm ve işbirlikçi üçlüsüne karşı “millî burjuvazi” ve “büyük burjuvazi”nin bir kısmı da dahil olmak üzere bütün sınıf ve tabakaların birleşik mücadelesi öngörülmektedir.

Bu mücadele sonucunda varılacak nokta, burjuva demokratik devrimi ile eş değerli, ancak dünya proleter sosyalist devriminin bir parçası olan “Millî Demokratik Devrimdir”.

İlk aşama birleşik cephenin iktidar olması, ikinci aşama ise sosyalist devrimdir.

Nitekim, 1968’deki “üniversite işgalleri” ve büyük “gençlik hareketleri” sırasında Dev-Genç’in başında Perinçek var.

Mihri Belli, ekibini parçalamak isteyen Perinçek’ten şüphelenmişti. Perinçek’in gizli servislere hizmet ettiğini ilk teşhis eden Mihri Belli’dir. Belli, Perinçek’e “CIA’nın Maocusu” adını taktı ve bunu bir yazısında da açıkça belirtti.

Perinçek, 1968’in Kasım ayında “Aydınlık Dergisini” yayınlamaya başladı, 21 Mayıs 1969’da yasadışı Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’ni (TİİKP) kurdu, aynı yılın Temmuz ayında İşçi-Köylü gazetesini çıkardı.

Perinçek 1970 sonrasında, sol darbe hazırlıkları içinde bulunan ordu mensupları ile işbirliğinde bulundu. Ancak bu ekibin beklediği gelişme olmadı, Karşı taraf bu hazırlığı haber almıştı ve 12 Mart 1971 günü askeri ihtilali gerçekleştirdiler.

1972 mayısında yakalanan sanık Perinçek için Savcı, şöyle diyordu:

“Fikri yapısı itibariyle Marksist, Leninist, Maoist görüşleri benimsemiş bulunan sanığın, devrimin ancak illegal bir parti ile başarılabileceği fikrinden hareketle; yasadışı parti faaliyetlerinde bulunduğu, kurulan bu illegal partinin ideolojisinin Marksist, Leninist, Mao Zedung düşüncesinde olduğu, Türkiye’nin sınıf şartlarına dayandırılacağı, bu suretle proleterya diktatörlüğünün kurulacağı, halk ihtilalinin zafere ulaşması için mücadele edileceği, nihai hedefin komünizmi gerçekleştirmek olduğu, sanık tarafından bu partinin Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi olarak açıklandığı… Partinin yan destek kuruluşları olan İhtilalci Köylü Birlikleri, İşçi Köylü Silahlı Birlikleri ve İhtilalci Gençlik Birliği’ni teşkil edip planladığı, sanığın bunlardan gayri, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızarak kendi fikriyatı istikametinde olan bir kısım subaylar vasıtasıyla parti için gerekli olan bazı hüviyet, izin kağıdı, talimname, elbise vs. teminine ve sosyalist fikirlerin ordu içinde yayılmasına çalıştığını, ilerisi için bu yolla silah teminini düşündüğünü…”

Sanık Perinçek ise, kendini ve örgütünü savunuyordu:

“Ordusu, polisi, hapishaneleri ve bürokrasisiyle halkımız üzerinde ağır bir yük olan hakim sınıfların devleti nasıl yıkılacak? Halka acı veren bu zulüm mekanizması, toplumsal gelişmenin önünde bir engel olarak duruyor. Bu devleti devrimle yıkmaktan başka kurtuluş yolu yoktur. Hakim sınıfların zorbalığı karşısında, halkın gizli teşkilatlanması kadar meşru bir şey olamaz… Proletarya ve halk yığınları, ezilmemek ve zalimlerin saltanatını yıkmak için gizli teşkilat kurar. Hakimiyet verilmez, alınır. Büyük davalar ancak ve ancak halk yığınlarının silahlı mücadeleleri yoluyla kazanılır.”
İki sene sonra genel af çıktı ve Perinçek 1974 Temmuz ayında serbest. kaldı.
Marksist, Anti-Sovyet, Maoist, PKK’cı, Kemalist, Militarist

Peki, yıllardır belli bir çizgiyi tutturamayan, bir gün Marksist, bir gün Anti-Sovyet, bir başka gün Mao’cu, PKK’cı olan, bir “özeleştiri” yapıp kılıktan kılığa giren Doğu Perinçek kim?

Doğu Perinçek 1969 yılında Milli Demokratik Devrim konusunda Mihri Belli ile arasında görüş ayrılığı çıkması üzerine, bir sol grubun liderliğini üstlenmişti. 1978 yılında Perinçek Siyasi bir parti kurdu ve genel başkanlığını üstlendi.

Partinin amaçları arasında ” fırsat kollamak, uzun süreli bir çalışma ve mücadele yürütmek, düşmanı daraltmak, birleşebilinecek bütün güçlerle birleşmek” gibi yöntemler vardı. Legal olanaklar sonuna kadar kullanılarak güçlenmeli, silahlı eylemler ilerideki aşamada düşünülmeliydi.

12 Eylülden sonra Perinçek, hemen taktik değiştirdi. Partisine, yasalara dikkat edilmesini, yönetim aleyhine herhangi bir tavır alınmamasını, aleyhte söz söylenmemesini tembih ediyordu. Taktikleri fayda vermedi, askeri yönetim diğerleri gibi bu partiyi de kapattı.

Perinçek, 1988’de yeni bir parti kurdu.

ŞAFAK OPERASYONU

13.10.2000

9 Mart 1971’de içlerinde Faruk Gürler, Celil Gürkan, Talat Turan’ın da bulunduğu bir grup subay, bazı sivil unsurlarla işbirliği ile sol bir darbe planlamışlardı.

Sivil Unsurlar arasında Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, İlhami Soysal, Uluç Gürkan, Doğu Perinçek, Mihri Belli, Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Nuri Colakoğlu, Şahin Alpay, Ali Kırca, Uğur Mumcu, Altan Öymen, Fakir Başkurt, Mümtaz Soysal gibi isimler vardı.

Hasan Cemal’in “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” isimli kitabına göre darbe muaffak olsaydı Avcıoğlu Başbakan, Uğur Mumcu Gençlikten sorumlu Bakan, Altan Öymen Basın-Yayın Genel Müdürü ve Hükümet Sözcüsü, TÖS Başkanı Fakir Başkurt Milli Eğitim Bakanı, Mümtaz Soysal Dışişleri Bakanı, İlhami Soysal da MİT Başkanı olacaktı.

Birçok sosyalist grubun lideri gibi illegal TİİKP örgütünün lideri Ajan Fabrikatör Perinçek’e de darbenin gerçekleşmesi halinde Bakanlık sözü verilmişti.

İhtilalin zeminini hazırlamak için, Deniz Gezmiş, Deniz Harb Okulu öğrencisi Sarp Kuray gibi Marksist gençler kullanıldı. Bunlara silahlı ve bombalı eylemler yaptırıldı.

27 Mayıs’ta olduğu gibi gençleri sokağa dökecekler, bu kargaşa ortamında meşru sayılabilecek bir darbe ile iktidarı ele geçireceklerdi.

Bu hareketinin içine sızan Perinçek gibi ajanlar sayesinde, bu ihtilal önlendi ve üç gün sonra 12 Mart 1971 darbesi yapıldı. Nitekim sonradan Ankara Siyasi Şube’de sorgulanan Doğu Perinçek, güvenlik kuvvetlerine yardım ederek, 120 sayfalık ihbar ve itirafları ile bütün faaliyetin ortaya çıkmasını ve çökertilmesini sağladı.

12 Mart 1971 darbesinden sonra güvenlik güçleri terör örgütlerine yönelik bir dizi operasyonlara girdiler.

Bu örgütün İstanbul’daki karargahı bir İngiliz’e aitti…

İngiliz uyruklu Hiller Samder Boyt, Robert Kollej’de profesör olarak görevliydi ve Aşiyan’daki ev, bu şahsa Robert Kolej tarafından tahsis edilmiş bir lojmandı.

Örgütün önemli ismi ve İstanbul sorumlusu Ferit İlsever ve arkadaşları burada kalıyorlardı. Güvenlik güçlerince eve yapılan baskın sonunda o anda evde bulunan İngiliz profesör ile bir kaç örgüt mensubu yakalandı.

Daha sonraları Aydınlık Gazetesinin sorumlu müdürü olan Aydoğan Büyüközden de yakalananlar arasındaydı. Başında perukla yakalanan Aydoğan Büyüközden, kendisini yakalayan güvenlik görevlilerine bir müddet “sağar ve dilsiz” numarası yaptı.

Esasında, “Kanlı 1 Mayıs” olaylarının yegâne sorumlusunun Fabrikatör Perinçek ve ekibi olduğu biliniyor.

Taksim’deki miting sırasında, Perinçek’in “Maocu” grubunun barikatları yıkarak meydana girmesi ile olay başlamıştı. Sonuçta 1 polis memuru tabanca mermisiyle, 36 kişi de panik sırasında ezilerek ve havasız kalarak öldü.

Fabrikatör Perinçek’in grubu belki diğer terör örgütleri kadar silahlanmış bir örgüt değildi ama, “provokasyon” ve “hedef gösterme” özellikleri onları en az diğer örgütler kadar tehlikeli kılıyordu. Kendileri yapmıyorlar, hedef gösterip başkasına öldürttürüyorlardı.

Yabancı istihbarat teşkilatlarının “Türkiye Operasyonları”ndaki maşası olarak bu taktikleri, yıllardan beri aynı ustalıkla devam ettiriyorlar.

1970-1980 arası, bir çok terör örgütü gibi, Fabrikatör Perinçek’in grurbunun da en büyük amacı Türk ordusuna sızmaktı.

Doğu Perinçek’in örgütü Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisine de bazı genç subaylar üye olmuşlardı. Bunlar Doğu Perinçek’e selam veriyor, “komutanım, başkanım” diye hitap ediyorlardı.

Bu subaylardan, o tarihte tespit edilen birkaçı, Perinçek grubu ile birlikte yargılandılar.

Fabrikatör Perinçek’in ordu bağlantısı, bilahare üst rütbelere gelen bu genç subaylarla devam etti. Bu subaylar yakın tarihde ordudan ayıklandılar.

“Perinçek’i doğru teşhis etmek gerekir. Bence bu adam ruh hastası bir paranoyaktır. Karalamak için söylemiyorum, gerçekten psikiyatristler tarafından müşahede altına alınması gereken ölçüde ruh hastası olduğu kanaatindeyim. Bu yüzden ajan provokatör olarak kullanılmaya müsait bir kişiliğe sahip, zaten öyle kullanılıyor.

…Oynadığı ajan provokatör rolü, bu ülkede herkesi ilgilendirmesi gereken bir güvenlik sorunudur. Üstlendiği misyon, bu ülkede sıhhatli olabilecek herkese ve herşeye hücum etmek; kurumları yıpratmak, kişileri şaibe altında bırakmak, zayıflatmaktır. Türkiye’de kim destabilizasyon peşindeyse Perinçek, o tür güçler için bulunmaz bir nimettir. Bu amaçla kullanıldığı besbellidir. Kürt meselesi, Türkiye’nin önündeki en hayati sorunlarından biridir. Nitekim, Perinçek de bu mesele ile ilgili olarak kendini gösteriyor. En hassas olduğu konu neredeyse bu. Bu bir rastlantı olmamalı”

Bu sözler, bir zamanlar Doğu Perinçek ile çok yakın olmuş, kader birliği yapmış, onu çeşitli açılardan tahlil etme imkanını bulmuş bir kişiye, tanınmış gazeteci Cengiz Çandar’a ait. 10 Kasım 1991 tarihinde Nokta Dergisinde yer alan söyleşiden paragraflar.

Çandar, Perinçek’in gerçek yüzünü erken teşhis edip ondan ayrılanlar arasında.
Ancak Perinçek, kendisinden kopanları hiç bir zaman hazmetmedi. Onları hemen “hain, ajan, CIA’cı” diye damgalayarak yok etmeye çalıştı.

“TÜRKİYE’NİN POL POT’U

Perinçek tarafından yayınlanan ve 1993’ten sonra süresiz olarak kapatılan 2000’e Doğru Dergisi dikkatli bir gözle incelendiğinde baştan sona Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak ve terör örgütü PKK’ya destek vermek amacını güttüğü ortaya çıkıyor. Derginin 29. sayısında “Kürt Erlere Nöbet Tutturulmuyor” başlığı ile yayınlanan kapak dosyasında açıkça Türk Silahlı Kuvvetleri’ne iftira atılmış ve ordu bünyesinde ikilik çıkarılmak istenmiş, daha sonraki sayılarda da bu propaganda geliştirilerek devam ettirilmişti.” (Aksiyon 2-8 Mayis 1998 Sayı 178)

Mihri Belli

“CIA’nın Maocusu”

Kamuran Duyar (Eski Aydınlıkçı)

“Tatlı su sosyalistidir. Ortalık duru iken en hızlı sosyalist kendisidir. Ancak oligarşinin kaşları çatılınca kapılarında nöbet tutmaya başlar, her türlü hizmetini yapar. Oligarşinin kitleler üzerinde yürüttüğü dezenformasyon operasyonunda en büyük laikçiliği üstlenir. Sabah Mao, öğlen Şerif Hüsnü, akşam M. Kemal, gece Çavuşesku posteri taşıyan Perinçek…” (Akit 17 Mart 1998)

“Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkarak Seriat devleti kurmak için ayaklanma hazırlığında olduğu açıklanan Hizbullah terör örgütünü kurup yöneten asker orijinli bir ekibin yayın kadrosunu Doğu Perinçek ve Yardımcısı Hasan Yalçın’ın yönettiği açığa çıktı. Aydınlık isimli ekibin Jandarma, MİT ve polis içindeki uzantıları araştırılıyor. Bu ekibin dış güçlerin hizmetinde olduğu ve yalan haber üreterek Türkiyenin gündemini karıştırmak ve istikrarsızlık yaratmakla görevli bulunduğu MİT Kontr Terör eski başkanı tarafından saptanmıştı.

Perinçek grubunun Susurluk sonrasında da olayları saptırarak asıl failleri gizlemeye çalıştığı ve grubun arkasında Türkiye’de istikrarsızlık yaratmaya çalışan bazı yabancı istihbarat teşkilatlarının bulunduğu belirlendi.”
Perinçek’in Ordusu

21.03.2000

Bekaa 1991

Bazen resimler, sayfalarca yazıdan, saatlerce konuşmadan çok daha fazla mana ifade edebiliyor. Şu resme bakın. Terörist örgütün şeref komutanı Perinçek , pusu kurup Mehmetciği şehit eden kanlı elleri nasıl da heyecanla sıkıp kutluyor. Biraz sonra Öcalan’dan alacağı “PKK’ya üstün hizmet ve sadakat” madalyasının heyecanı bütün benliğini kaplamış. İşte Perinçek, işte ordusu.

Perinçek Yargılanmalı

13.03.2000
Abdullah Öcalan-Doğu Perinçek
Ciddiye alınmaması suç işlemeye devamına imkan yaratıyor.

Güvenlik güçlerinin ve adli makamların Periçek’i ciddiye almaması ve “mahallenin delisi” gibi mütalaa etmesi, Perinçek ve ekibinin suçlarını gittikçe artan bir şekilde günümüze kadar devam ettirmesine sebep oldu.

Perinçek’in casusluğunun delillendirilmemiş olması MİT’in zaafiyetidir.

Perinçek PKK ile işbirliğinden dolayı yargılanmalıdır.

Bulmaca

17.08.2000

Resimde birbirleri ile sarmaş dolaş olmuş iki insan var. Bakalım hasret gideren bu iki dostu tanıyabilecek misiniz? “

Sadece sarıldığı omu? İşte bir örneği daha;Doğu perinçek sırp kasabı Slobodan Miloseciç-in devrilmesine üzüldü.ve bunu emperyalist bir oyun olarak aydınlık dergisinde değerlendirdi.ve meşrulaştırmak için savunmasını,bunu hile ile para vadiyle amerikanın yaptığını püskürerek ifade etti.[4]

-Nesim Malki;yer altı olaylarının karanlık bir yüzü..Yahudi bir iş adamı olup.28-11-1995’de Bursa’da çapraz ateşle arabasında ölü bulundu ve borç kayıtlarının olduğu defterde bu arada kayboldu. Arkasında Alaattin Çakıcı-nın da olduğu belirtilip,Erol Evcil-in Malkiye 95 yılı itibariyle 2,5 trilyon borçluydu.[5]

Bu zeytin kralının yolsuzlukların kaynağı olan Susurluk-un aydınlatılmasında [6]kilit bir isim olduğu ifade edilmektedir.

Ali Bulaç-ın tarihe not düştüğü köşesindeki yazısında;[7]Malki cinayetinin azmettiricisi ve birçok suçlardan aranan Evcil-in zamanın Bursa valisi Orhan Taşanların Bursa’da başlattığı irtica yaygaraları ve İmam-Hatib öğrencilerinin sınıfa alınmaması ve hatta bundan dolayı alınmayan bir kız öğrencinin dışarıda geçirdiği bir kaza neticesinde ayağını kaybetmesi ve atılan dayaklar… Ancak bir yıldır dünyada kırmızı bültenle aranan Evcil-in Bursa’da gizlendiği ortaya çıktı. Çıkışı da Orhan Taşanlar-ın merkeze alınan valiler içerisinde oluşundan sonra ortaya çıktı.

İnsanların nazarlarını bir tarafa çevirip yönlendirerek,bir takım işler yapma senaryoları! İrtica bahane,işler şahane!

-Mahir Kaynak;Üniversite lakabıyla öğretim görevlisi ve MİT ajanı olan bu zat;”Deşifre olmasam solda liderdim.”der.[8]

Kaynak-ın bilgi sızdırması,MİT-e önceden haber vermesiyle 9-Martçı Cemal Madanoğlu-nun muhtırası engellenmiş,ancak 3 gün sonra ordu 12-Mart –1971 muhtırasını yapmıştır.

Ve iki gün önce Demirel-e;”Müsterih olsun”darbe olmayacağını söyliyen Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay,2 gün sonra 12-Mart-1971’de MİT müsteşarı Fuat Doğu’yla Demirel-e gönderdiği mesajda;-İstifa etmesini-söylüyordu.

Ve öncesinde Talat Aydemir ve arkadaşlarının 22-Şubat-1962’deki yaptığı askeri müdahale başarısızlıkla neticelenmiş;21-Mayıs-1963’deki 2. darbe girişimi de Aydemir ve binbaşı Fethi Gürcan-ın askeri mahkemedeki idam edilmesiyle de son bulmuştur.

-MİT;”Osmanlı devletinin son yıllarında,siyasi birliğin korunmasını sağlamak,ayrılıkçı hareketleri önlemek ve yabancı ülkelerin ortadoğudaki istihbarat ve gerilla faaliyetlerine karşı koymak amacıyla kurulan teşkilatı mahsusa,modern anlamda ilk Türk Gizli servisiydi.”[9]

Sultan Reşad’ın onayıyla kurulan bu teşkilatın başına da Sultan Abdulhamid-in Kuşcubaşı-sının oğlu olan Eşref Sencer Kuşcubaşı getirilmiş ve 1965-de de meclisin kabulüyle MİT yani Milli İstihbarat Teşkilatı kurulmuştur. Fevzi Çakmak’ın girişimiyle de 1927’de istihbarat ve istihbarata karşı koyma adıyla “Milli Emniyet Hizmeti”adıyla MAH kurulmuştur.

-Faik Bulut;Kendi ifadesiyle:”Sosyalist olup,Atatürkçü değil”[10]

Amcası oğlu feridun Bulut,kendisini bir takım çevrelere iyi görünmek için dinsiz göstermeye çalıştığını ve kendisinin;”Çocukluğunda Allah’a inanırdı. Ama 1980 öncesinde Filistin kurtuluş örgütü(FKÖ)kamplarında eğitim gördü. Müslümanların yanında,İsrail askerlerine karşı savaştı ve burada yaralanarak esir düştü.”diye tanımlar.[11]

Bir taraftan aleviliğe taraftarlılıkla aleviler kışkırtılırken,diğer taraftan da;yazdığı “Ali’siz Alevilik”kitabı ve paneldeki konuşmasıyla da;”İlk alevileri ateş kuyusuna atarak diri diri yakan”ifadeleriyle Hz.Ali’yi böyle göstermekle bir yandan da bir boşluk ve inançsızlık içerisine yitilmektedirler.[12]

Perinçek-in Aydınlık’ından gelme olup;din,ordu ve alevi konularını ele almakla o alanda oturan ve Prof. İzzettin Doğan’ca da alevi olmadığını söyleyerek kabul etmediklerini ve onun ateist olduğunu açıkça söylediğini nakleder.[13]

-İsmail Nacar;Eğitimin kişiliği pekiştirici bir fonksiyonu oluşturmaması,kaypak zeminden dolayı kaypaklıklara şahit olmaktayız. İslamcı yazar adıyla tanınan bu şahsın hayatına baktığımızda;”Sahte kahraman Atatürk”yazısından,Malatya Turan emeksiz lisesinde Hüseyin Kemal Abas öğretmenin cinsel organını kesme olayına karışması,ülkücülerle irtibat kurması,Vehhabilerle irtibatını devam ettirmesi,İran-la ilgi duyup bağlantı kurmasına ve siyasi parti kurma çabalarından,Apo ile görüşme arayışlarına ve telefon görüşmesi yapmasına kadar farklı mekanlarda bulunmakla bir şey olma yolunda her şey olmaya doğru gidiş ve her şey de olamayış.[14]

-Haşmet Atahan;Türkiyenin ızdırabı yetiştiremediklerinden,bir şey yapayım kalıbından gelen hareketle,her şey olabilecek bir sistemin aksaklığının neticesidir. 68’liler vakfı başkanı Kemal kod adlı bu şahıs ki MİT’in;”içişleri bakanlığına gönderdiği 15-Aralık-1 tarihli yazıda,(da belirtildiği üzere)”Şam ve Hame’de bulunan ve sıkıyönetim komutanlıklarınca aranan anarşistler”den biri olarak ismi geçmektedir. Bir yandan da “arsa mafyası ve dolandırıcı adam”olarak da itham edilmektedir.[15]

-Cemal Abdunnasır;Sosyalist olan bu zatın kominist-sosyalist tavrından etkilenen;Cezayirde cumhurbaşkanlığına kadar yükselen Hüvari Bu Medyen’de etkilenmiş ve memleketinde uygulamıştır.[16]

-Doğan Güreş;Devamlı öğle yemeklerini mehmetçikle aynı karavanada yediğini söyleyen dönemin genelkurmay başkanı Güreş paşa,tugay komutanının ısrarı üzerine yeni açılan gazinoda yemek yemeye giderken askerlerin askerlerin yemek yemeye hazırlandığını görünce karar değiştirir ve ısrar üzerine çayı gazinoda içerler.Olayı şöyle anlatır:”Ben ve Fisunoğlu kahve,Karadayı çay söyledi. kahveyi içecekken burnuma acaib bir koku geldi’ Bunda deterjan var. Çaycıyı çağırın.’ dedim. Tabii,çaycılar firar etmişler. Sonradan çaycıların tuzluk,yemekler,çay,kahve her şeye siyanür koyduğu ortaya çıktı. Yemeği Mehmetçikle değil de burada yeseydik kurtuluş yoktu. Bizi Mehmetçiğin duası kurtardı. Buna çok inanıyorum.”

Daha sonra bu iki PKK’lıdan birisi Maraş dağlarında vurulur,diğeri de yakalanır.[17]

-H.Yusuf Gökalp;Tarım ve köy işleri bakanı. “Türkiye 2000 Hayvancılık Kongresi”nde içtiği içki ile gündeme gelince,kendisini görüntüleyen gazeteye 6 milyarlık sus payı reklam verilince,konu kapatılmış oldu. [18]

-Ali Bulaç;Oğuzhan Asiltürk RF-nin kapatılmasına sebeb olanın “Ali Bulaç suç işledi,RF kapatıldı.”sözünün,Bulaç kendisi iki cümlelik Medine vesikası adlı çalışmanın taslağa eklenmeden kaynaklandığını ve bunun suç teşkil edilemiyeceğini söyler.

Geçmişine çizgi çeken Bulaç şuna dayandırır:”Artık geçmişte MNP-MSP ve RF çizgisinde teşekkül eden ve bugünde FP-nin bir türlü yakasını bırakmayan siyasetin miadı dolmuştur.”[19]

-Hizbullah;Eski istihbaratçı M. Kaynak-ında dediği gibi;”Devlet hizbullah’a müsamaha gösterdi.”[20]

PKK ile beraber ele alındığında görülür ki;başlangıçta PKK’ya karşı kullanılırken,hizbullahda PKK’ya karşı devleti kullanmış oldu. Şu anda yapılan ise;kullanılan aracın aradan kaldırılma faaliyetidir. Maşanın kırılmasıdır.

Bu ifrat hareket,kendisi gibi düşünüp hareket etmeyenleri tefritte görerek imhayı meşru görmektedir. Asıl önemli olan ise;cephede görünen ve görüntüden ziyade,geriden kumanda edenin kullanımındadır. M. Kaynak;bu olayların hizbullahın üzerine yıkmak olup,onlar tarafından işlenmiş olduğunu da zannetmediğini,adeta bu olayların yabancılar (sermayeleri)için evin temizlenme faaliyeti olduğunu ifade eder.

PKK ve Hizbullahın hedefi aynı;devleti yıpratmak,sonuç da yıkmak. Biri kürt devletini,diğeri İran-misal islam devleti kurma düşüncesi.

1993’de Mit müsteşarlığından emekli korg. Teoman Koman hizbullah diye bir şeyin olmadığını söylerken,Batman emniyet müdürü Öztürk şimşek:”Nasıl gidelim,bu bölgedeki hizbullah karargahı JİTEM binasının hemen yanında bulunuyor;biz ne zaman operasyona kalkışsak derhal müdahale ediliyor.”

Hizbullahın korunmasında daha sonra vurulan Binbaşı Ahmet Cem Sever olduğu “Eğitenin de yeşil kod adıyla Mahmut yıldırım-ın bulunduğu”söylenmektedir.[21]

Şiddeti hedef alan hizbullah;bu noktada hem PKK ile hem de ermeni komitecileri ile birleşmektedirler. Ancak biri zahiren dini kendine uydurmaya çalıştığı,diğerleri dinsiz,marksist ve Leninist bir hizbe hizmet ettiğinden bu noktada birbirlerinden ayrılmaktadırlar. İkisi de bir kişilik ve bir kimlik arayışının içerisinde olup,bulamamanın hırçınlığını yapmaktadırlar. üçüncü şahıs olan devletinde o kişiliği vermemesi veya verememesi onları isyana itmektedir.

Bunlarla beraber,her ikisinde de ya doğrudan ermeni kimliğiyle veya dönme adıyla ermenilerin bulunması düşündürücüdür. İşin boyutunu arttırmakta,dünya çapında bir organizeyi düşündürmektedir.

Ş.Urfa emniyeti terörle mücadele şubesinin hazırladığı kitapçıkta hizbullah için”Örgüt şeması,CIA ve MOSSAD yapılanmasına benzer”denilmektedir.

“Örgütün Ermenistandaki yezidi kürtler ile bağlantısını hizbullahın beyin takımında yer alan Ermeni kökenli Hacı İnan’ın sağladığı ifade ediliyor. İddialara göre,hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu,Türkiyedeki Yezidilerin bir kısmını örgüte katarken,İnan,örgüte ermenistan,Suriye ve Irak’tan eleman getirerek paralı asker gibi kullanılmasına ön ayak oldu.”

Yezidiler;bir yandan inançsız,satanist,şerri temsil eden yaratıcının hakimiyeti,HZ. Ali’nin Allah oluşu gibi sapık inançlara sahiplerdir. Yani PKK’nın uzantısı olan bu akımda değişen vitrin,içeridekiler hep aynı,tarzlar da farklılıklarla sergilenmektedir.[22]

-Kürt devleti;ABD-nin bilinen gazetelerinden ’The Washington Post’taki bir haberde:”Kuzey Irak’ta,Bağdat yönetimiyle bağlantısı giderek gevşeyen bir ‘Kürt devletinin’ oluşmakta olduğu”yapılan uygulamalar olan,bombalama ve anborgalar ile gerçekleştirilmeye çalışıldığı belirtildi.[23]

Bediüzzaman Said Nursi, Şeyh Said’in kendisine katılmasını istemesini reddetmiş ve şu cevabı vermiştir:” Türk milleti asırlardan beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapmıştır.. Çok veliler yetiştirmiş veşehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz müslümanız. Onlarla kardaşız. Kardaşı kardaşla çarpıştıramayız. Bu şer’an caiz değildir. kılıç harici düşmana karşı çekilir. Dahilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegane kurtuluş çaremiz,Kur’an ve iman hakikatlarıyla,tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehli izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akim kalır. Birkaç cani yüzünden binlerce masum kadın ve erkekler telef olabilir.”[24]

Bediüzzaman bunu tasvib etmediği gibi,vazgeçirmeye de çalışarak:”Ben o hadiseye iştirak etmediğim gibi,iştirak edenlere de teessüf ettim.”der.[25]

Bediüzzaman istanbulda hamallara yaptığı hitabede:”Türkler bizim aklımız biz onların kuvvetiyiz.”der.[26]

Urfa’nın Türk,Arap,Kürt gibi müslüman kardeşleri birleştirmeye vesile olacağından bahsediyordu”Bediüzzaman. ve”Nasıl bir zamanlar İstanbul şehri alem-i İslâma merkez olmuştu Öyle de İnşaallah bir zaman gelir,Ankara şehri de onun gibi İslam alemine bir merkez olacak.”

-“Tanrı’nın on emri’ni yenileme Harekatı;adlı tarikatın bu amaçla toplu intihara giriştiği Uganda’da 65 ceset bulundu ve Kanungu’da da 17-Mart’ta bir kilisede düzenlenen ayin sırasında 78’i çocuk 330 kişi kundaklama sonucu yanarak ölmüş ve toplam diğer yerlerde yaptıklarıyla 500 kişi tesbit edilmiştir. Hak adına yapılan haksızlık.

Mehmet Moğultay;”10 yıldır,20 yıldır,30 yıldır hükümetten uzaktık. Hayır,yapılacak en akıllı hareket kendi devr-i iktidarında örgütleneceksin,kadrolaşacaksın ve bu kadrolar günün birinde gelecek,büyüyecek ve senin yolunu açacak. Hükümetten 5 bin kişilik kadro çıkardım. 1970’lerden bu yana biz devletin hiçbir kadrosuna giremedik. Şimdi 3,5 yıllık iktidarımızda Seyfi Oktay zamanında 2 bin civarında hakim alındı. Bu kadrolar ileride yeşerecek demokrat insanlardır. Yaptığım suçsa bu suçu işlemeye devam edeceğim. Bu makamı asla terk etmeyeceğim. 5 bin tane infaz koruma memuruna (gardiyan) ihtiyacımız var. Bunların düzenlemesini yaptım. olur mu öyle şey? İnfaz koruma memurlarının sınavları yapıldığı söyleniyor. peki ne yapmalıydım? Anadolu’dan İstanbul’a gelenler,Tunceli’de evlerini göçlerini bırakanlar,Kars’dan,Ardahan’dan,Siiirt’ten,Batman’dan İstanbul’a gelen insanlar aşsız mı kalsın,işsiz mi kalsın? Çalışma bakanlığım döneminde örgüte iş müfettişleri aldım. Şimdi her ilde biz örgütü haberdar ediyoruz,örgütü bilgilendiriyoruz,örgütün sınava ve kadroya girme olanağını sağlıyoruz. Yanlış mı yapıyoruz? Bazı delege arkadaşlar bu kürsüye çıkarak benim savcılara baskı yaptığımı söylüyorlar. Bunları buralara taşımayın.”[27]

GEÇMİŞDEN GÜNÜMÜZE HABERLER (ARTIK HÜKÜMSÜZDÜR)

-“CHP hükümetinin ikinci gününde Alaşehir’de evlere baskın yapan emniyet kuvvetleri,Nur Risalelerini zaptetti. Evlerinde kitap bulunduran iki kişiyi mahkeme tevkif etti.

-Sovyetler birliği kominist partisi yayın organı “New Times”,Ruslardan bağımsız bir Avrupa kominizmini savunan İspanya kominist partisi lideri Carillo-yu suçladı.”[28]

-“İçişleri bakanı Necdet Uğur,Valilere gönderdiği genelgede şehirler arası otobüslerdeki ayet ve Hadis levhalarının kaldırılmasını istedi.

-Millet meclisinde Ecevit’den İngiliz dergisi “the economist”te yer alan,Ecevit2in güvenoyuna milletvekillerini ikna etmek için 30 milyon lira ayırdığı yolundaki iddiaların doğru olup olmadığı soruldu.

-Üstünel-in iddialarını cevaplandıran Nahit menteşe;”Vadesi gelip de ödenmemiş tek kuruş borç yoktur.”dedi. Menteşe,Üstünel-in 1,5 ay önce yabancı para kaynaklarıyla temasa geçtiğini itiraf ettiğine dikkati çekerek”Bu temasları ne sıfatla yapmıştır?”diye sordu.

-Fransa’nın Afrika’daki sömürgesi Cibuti.115 yıl bağımlılıktan sonra istiklaline kavuştu.”[29]

-“Hükümet proğramı üzerindeki görüşmelerde 163. madde ile yağmur duasına çıkanların,”Selâmun aleyküm”diyen öğretmenlerin bile suçlandığını belirten Demirel bu maddenin değiştirileceğini açıkladı.

-Hükümet proğramının görüşülmesi sırasında CHP grubu adına konuşan Ali Nejat Ölçen,Demirel’in ailesinin İslâmköye Orta Asya’dan değil,Yugoslavya’dan geldiğini iddia etti. İddiayı cevaplandıran Demirel Türkiye tarihinin geçmişini özetledikten sonra,”Eğer bu sözler beni taltif için söylenmişse taltife hak kazanmış değilim. tezyif için söylenmişse o bölgede bulunan milyonlarca Müslüman Türk namına tezyife isyan ediyorum.”dedi.[30]

“Dış politika da 1977,Sovyetler için talihsiz bir yıl oldu.”[31]

“Türkiye ye girmesi yasaklanan TAN gazetesi sahibi karı-koca Zekeriya ve Sabiha Sertel-in Türkiye ye girmesi yasaklanıp,hiçbir içişleri bakanı buna müsaade etmediği halde Asıltürk-ün onayıyla 1977/3-Mart’ta girmesine müsaade edilmiştir.”[32]

“Arkadaşımız Necmettin Şahiner’in gazetemizin altıncı sayfasında yayınlanan röportajının bir kısmı oldukça dikkat çekti ve basında yankılar yaptı. O kısımda Bediüzzaman Said Nursi’yi anlatan İslâmköylü Abdullah Çavuş (Kula) hatıralarının bir kısmında şöyle diyordu:”Üstad bir mektub yazmıştı. 50 yıldır mektubu saklıyordum. Mektubta İslâmköyünden bir insan çıkacak,bu milletin başına geçecek. Eğer Kur’an-a dayanmazsa neticesi vâhimdir.”

Yazının gazetede yayınlanmasından bir gün sonra MSP’nin resmi yayın organı Milli Gazetede partilerin amblemleri sıralanırken AP’nin kıratı ters çevrilmiş ve aynı zamanda Selahaddin Çakırgil imzasıyla:”Bediüzzamanı kurtaralım” başlıklı bir makale yayınlanmıştı. Makalede yukarıya aldığımız kısım ele alınarak bundan kasıt Başbakan Süleyman Demirel olduğu belirtildi. Bu beyanları siyasi açıdan yorumlayan yazar Bediüzzaman’a bir de,”Müneccimlik”yakıştırmıştı.

Arkadaşım Ümit Şimşek ise;”Müneccimlik”değil,keramet başlıklı bir makaleyle bu yazıya Yeni Asya’da cevap vermişti.

Daha önce seçime doğru sayfamızda aynen yayınladığımız üzere Yavuz Donat 1-Mayıs-1977 tarihli Tercüman’da Şahiner’in yazısıyla Milli gazetede kıratın ters çevrilmesini alakalı bularak Vitrin-ine almıştı.

2-8-1977 tarihli haftalık Yankı dergisindeki yankılar şöyledir:”Bir gün islâmköyden birisi çıkacak. Bu memleketin başına geçecek. Şayet Kur’an hükümlerine uyarsa muvaffak olacak,olmazsa akibeti kötü…”Bundan yarım asır kadar önce Nur tarikatının kurucusu Said-i Nursi-yi yukarıya bir bölümünü aldığımız sözleri de içeren bir mektub yazmış. Her nedense posta dağıtıcısı bu mektubu muhatabına götürüb vermemiş. ama şimdi seçimlerin yaklaştığı günlerde bu mektubu açıklama gereği duymuş.

Bu mektubu okuyucularına açıklayan gazete sonraki yayınlarda ise,Demireli hafızlarla yaptığı bir görüşmenin haberini:”Demirel=Kur’an-a hizmet şereftir.”başlığı ile veriyor. AP-yi destekleyen dini çevrelerin bu hareketi ne derece etkili olur belli değil.”

-Son bir yankı da MSP yayın organlarından Yeni Devir-den kunduracı ayakkabıdan,kütüphanecide kitaplıktan iyi anlarda,bazıları nedense ehil olmadıkları işlere karışırlar. Nurculukla ve Risale-i nurla hiçbir alakası olmayanlar Nurculara akıl vermeye kalkışıyorlar. Akıl verirken de ellerine,yüzlerine bulaştırıyorlar. Yayınlarımızdan hayli rahatsız olduğunu yazısından anladığımız Sadık Albayrak 5-Mayıs-1977 tarihli yazısında sözü Bediüzzaman Said Nursiye getirerek şöylece ahkam kesiyor:”O ki,beynamazın,dinsizin,şer’i şerifin olanlarla mücadele verdi.”Hadi şu şer’i şerifin karşısında olanları anladıkta Bediüzzamanın mücadele ettikleri arasında yer alanlarda”Beynamazın”ve”Dinsizin”karşısında yer alanların kimler olduğunu anlayamadık.”[33]

GEÇMİŞDEN GELECEĞE HABERLER

“Bingöl belediye başkanı Selahaddin Aydar hakkında,1994 yılında Milli Gençlik Vakfınca Diyarbakır’da düzenlenen Said-i – Nursi-yi anma toplantısında yaptığı bir konuşmadan dolayı,Diyarbakır DGM’de dava açılmıştı. TCK’nın 312/2 sayılı maddesi gereğince yargılanan Aydar,10 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.”[34]

“Urfa devlet hastahanesindeki ameliyatta Mahmut Tuncer isimli bir talebenin barsaklarından 600 metre uzunluğunda kurt çıktı.”[35]

“Demirel,anarşinin elebaşısı CHP’dir”dedi.[36]

“….Sol gazeteler ile CHP lideri feryadı bastı:”Hükümet ege adalarında gözümüzün olmadığını açıklamalıdır.”

….karşı çıkanların kim olduklarını söylemeye bile lüzum yok esasında. Biri Yunanlıyı kardeş ilan eden Ecevit..Diğeri ise Yahudi asıllı Abdi İpekçi..ve diğer dönmeler…”[37]

Cahit Sıtkı’dan: “Gökyüzünün başka rengi de varmış!

Geç farkettim taşın sert olduğunu.”

ve:“Ayva sarı,nar kırmızı sonbahar!

Her yıl biraz daha benimsediğim.

Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

Nereden çıktı bu cenaze?Ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüğüm tarumar?

Neylersin ölüm her kesin başında.

Uyudun uyanmadın olacak.

Kim bilir nerde,nasıl kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında.”

“Büyük randevu…Bilmem nerede,saat kaçta?

Tabutumun tahtası,bilsem hangi ağaçta?

N.Fazıl:” Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;

Baş tarafı geniş,ayak ucu dar.

Çakanlar bilir ki,bu boş tabutu,

Yarın kendileri dolduracaklar.”

Y.Kemal:”Biçare gönüller!Ne giden son gemidir bu!

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki;giden sevgililer dönmiyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Bir çok seneler geçdi,dönen yok seferinden.”

“Tenha sokakta kaldım

Oruçsuz ve neşesiz

Yurdun bu iftarından uzak

kalmanın gamı

Hadsiz yaşattı ruhuma bir

gurbet akşamı

Madem ki böyle duygularım

kaldı çok şükür.”

-“SHP örgütü tarafından “Laikliğe ve Atatürke saldırılar karşısında”pasif kalmakla eleştirilen SHP genel merkezi,”şeriata hayır,aydınlığa evet”demek için bu gün anıtkabirde,SHP’nin,hilafetin kaldırılmasının 70’inci yıldönümüne denk getirdiği saygı duruşunun mitinge dönüşeceği iddia ediliyor.”[38]

-B. Ecevit:”SHP kürtleri değil,bölücüleri meclise soktu.”

-“CHP’nin Osmaniye’de oy oranını arttırmasının gösterdiği adayın kimliğiyle ilgili olduğu konuşuluyor. İlahiyatçı bir adaya sahib olan CHP,”Allah aşkına”diye başlattığı seçim propagandası süresince RP,DYP’den farksız bir şekilde dini duyguları ön plana çıkartan konuşmalar yaptı. CHP adayı halkın duygu ve düşüncelerini biliyordu. Ama,maalesef onun en büyük handikapı,CHP’nin başka yerlerdeki tavrı ve yıllarca dinden uzak görünmeye çalışmasının getirdiği zorluklardı. Eğer bu zorluklar olmasaydı CHP’nin bilhassa Osmaniyedeki oyu daha yüksek olurdu!..

Umarız son seçim CHP’ye halkı karşısına almanın değil,yanına almanın hayırlı olduğunu hatırlatması yönünden faydalı olmuştur.. CHP’yi,Osmaniyedeki adayı seçiminden dolayı kutlamak gerekiyor..”[39]

Eski MİT’çi M. Kaynak;çıkardığı olaylarla solda toparlanma çabası içerisine giren CHP’nin,Türkiye de sol öğrencilerin arkasında olduğunu ve darbecilerin de hamisi olduğunu delilleriyle söyler.

Sol-Kemalist Toktamış Ateş der:”Atatürk-ün uygulamalarını elbette her yerde ve haklı bir biçimde savunuruz. toz kondurtmayız. Ama o uygulamaları günümüze taşımak istersek hem Atatürkün gerisine düşeriz,hem de çağın gerisine düşmüş oluruz…olmaz öyle şey…”[40]

-CHP 70 yıldır ne yapmış,ne proje üretmiş ki kavgadan,maneviyata baskıdan başka?.

-Lenin 1920-lerdeki bir makalesinde:”Afrika,kominist olursa,Avrupa olgun bir meyve gibi avucumuza düşer. Paris-e giden yol Cezayir’den geçer.”der.[41]

-“Son yirmi senedir (1977-lerdeki hesaba göre) Beyaz sarayın sahipleri hep fakir ana babaların çocuklarıdır. Misal mi istiyorsunuz?

İşte ömrü kışlalarda ve savaş meydanlarında geçen Eisenhower!

İşte bir zamanların manifaturacısı truman!

İşte dünün bakkal çırağı Nixon!

İşte okul harçlığını kazanabilmek için lokantalarda bulaşıkçılık yapan Ford!

Ve işte trenlerde fıstık satarak bu günkü makama ulaşan yeni ABD başkanı Jimmy Carter!”[42]

“Sosyalizmi tatmak kolaydır,zor olan ondan kurtulmaktır.”(Belinkov)[43]

“Taksim mitinginde ‘141-142-ye hayır’ pankartı taşıyan palabıyık bir işçiye sordu arkadaşımız.

-Nedir bu 141-142? Omuzlarını kaldırdı,ilgisiz.Bana ne?

-Arkadaş ısrar etti=Öyleyse niçin taşıyorsunuz? Sana ne?

-Bir başka işçiye yaklaştı=Nedir pankarttaki yazının mahiyeti?

-Anlamirem begüm,mahiyet ne demeye geliy?

-yani pankarttaki,141-142-rakamlarını soruyorum,neyin nesidir?

-Bilgiç bilgiç başını salladı. Cahilsem hepten,bu 141-142 hükümetin maddesidir. bunlar kalkınca ırahatça gece kondu kuracağız,bolca yevmiye alacağız,efendime süleyim,işte,iyi olacak babo…..

Daha soracaktı,arkadaş tatmin olmamıştı.ama işçilerle konuştuğunu gören Disk militanlarından biri,ite kaka uzaklaştırdı onu. düşüne düşüne yürüdü. Korkunç bir oyuna alet ediliyordu Türk işçisi.

-CHP Tokat milletvekili Şahin Ulusoy2dan 1996 yılı ekonomik çözümlerden bir reçete:”Camiye her girişten 50 bin lira alınsa,günde beş vakit camiye giden bir kişi toplam 250 bin lira ödeme yapar. Türkiye2de bulunan 70 bin camiye her gün ortalama 100’er kişinin gittiğini varsayarsak,elde edilecek yıllık gelir ortalama 638 trilyon liraya ulaşır.”dedi.

1)Acaba sayın Ulusoy camiye giden 100 kişinin içinde kendilerini saymaktalar mı?

2)Acaba bunu camiye gidenlerden değil de,sigara,içki gibi zararlı içecek ve uygulamalar için teklif etseler,hem o insanları tehlikeden,hem de toplumu kurtarmış olmazlar mı?Yoksa kendi cebinden mi çıkmış olur da ona yanaşmaz?

3)Zaten camiye gidenler her fedakarlığı yapmaktadırlar. Acaba gitmeyenler için bir çare,çözüm ve teklifte bulunsalar,daha köklü bir çözüm olmaz mı? Veya gitmeyenlerden alsalar daha çok toplamış olmazlar mı? belki de bu bahane ile kendileri de gelmiş olurlar,en azından para vermemek için!

4)Ulusoy bey! Milletin ruhu ve kalbinden parça kopararak değil de,akli ve mantıki çözümler bulursa daha insani ve köklü bir hareket içine girmiş olmaz mı? Yoksa köksüzlerin akibetinden mi korkmaktalar?

11-6-2000 / MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bkn.Zaman gazt.17-01-2000.

[2] İftiranın değişmeyen mantığı.L.E.webb.53.

[3] Kimse kızmasın kendimi yazdım.H.cemal.55,60,96.

[4] Bak.Zaman gazetesi.8-10-2000.

[5] Bkn.Zaman gaz.1-11-1999.

[6] Bak.agg.

[7] Bkn.Agg.6-11-1999.

[8] K.K.K.Yazdım.age.439.

[9] Bkn.Zaman gaz.31-8-1998.

[10] İftiranın değişmeyen mantığı.L.E.Webb.44.

[11] Bak.zaman gaz.30-6-1999.

[12] Bkn.agg.13-8-ve-14-8-,22-6-1999.

[13] Bkn.agg.24-6-1999.

[14] Bkn.Agg.24-6-1999.

[15] Bkn.agg.22-6-1999,26-6-1999.

[16] Bkn.İslam Ans.İSAM. 19 / 64-66.

[17] Bkn.zaman gaz.9-4-2000.

[18] agg.9-4-2000.

[19] Agg.1-2-2000.

[20] Yeni Şafak gaz.23-1-2000.

[21] Agg.23-1-2000,taha Kıvanç.

[22] Bak.Zaman gaz.10-2-2000.

[23] Agg.1-2-2000.

[24] Yeni asya gaz.10-9-ve-11-9-1994.

[25] Agg.12-9-dan-15-9-1994,Bkn.eski yazı Lem’alar.736,Emirdağ Lahk. 1 / 144.

[26] Agg.10-9-1994,Asar-ı Bediiyye.A.Badıllı.359,Bak.Hutbe-i Şamiye.B.S.Nursi.56.

[27] Zaman gaz.21-6-1999.

[28] Yeni Asya Yıllığı.23-Haziran-Perşembe-1997,sh.33.

[29] Age.27-Haziran-Pazartesi.-1997,sh.34.

[30] Age.30-Temmuz.C.tes.-1997.sh.36.

[31] Age.1998 yıllığı,sh.224.

[32] Age.sh.184.

[33] Age.sh.63-64.

[34] Zaman gaz.7-1-1996,Türkiye gaz.7-1-1996.

[35] Yeni asya 1977 yıllığı,sh.17.

[36] Age.18.

[37] Age.181.

[38] Yeni Asya gaz.3-3-1994.

[39] Zaman gaz.5-11-1996.

[40] Agg.28-3-1998,Milliyet.27-3-1998.T.akyol-dan.

[41] Y.asya 1977 yıllığı.sh.210.

[42] Age.213.

[43] Age.260.




KURTLAR SOFRASINDA

KURTLAR SOFRASINDA

1964’de başlayan Ankara anlaşmasıyla,bu gümrük birliği koşturmacası,netice de 1-Ocak-1996 itibariyle noktalanmış olmaktadır.

Evvelce Kilis ve Urfa’daki Pazar,böylece Türkiye geneline yayılmış olacaktır. Batı bu gün –ve dün olduğu gibi- yarın için de bizden vaz geçemez,göz ardı edemez. Dünyayı elde etmeyi isteyen batı bize yönelmeli,ahireti dahi kazanmak istiyorsa yine bize dönmeli,bizim elimizden tutmalıdır.

Papa John Paul 1990 Kasım’ında Prağ’daki konuşmasında AET konusunda şöyle der:”AB’nin temeli hristiyanlıktır. Avrupa kültürünün temeli de hristiyanlıktır. Bu sebeble birleşik Avrupa hayal değildir.”

AT komisyonu dönem başkanı olan Jacgues Delors 1989 Eylül’ünde konseydeki konuşmasında AT hakkında şöyle diyordu:”Bir hristiyan birliği”olduğunu söylüyordu.

Türkiye AT’a girmek için çaba göstermektedir. Ancak bunu onun kuyruğunda dolaşarak olmamalıdır. Baş da ve başını dik tutarak,inleterek,dinleterek yürümelidir.

Üyeliğimiz;birinci kademede;hazırlık dönemi(1964-1969),ikincisi;geçiş dönemi (1973-1995),Üçüncü tam üyelik ise yine ağırlıkla batının insafına kalmış olmakla beraber,bu durum neticeyi bizim ağırlığımız nisbetinde kendini gösterecektir Yani neticeyi onlar değil,biz ve bizim tavrımız belirleyecektir.

Bütün bunlarla beraber apar-topar 13-Aralık-1995’de bizi istasyonun dışında,karda kışta,tüm menfiliklerle baş başa 30 küsur yıl dışarıda,ölümle baş başa bıraktıktan sonra,şimdilik,yine menfaatı için istasyonun içerisine beklemeye almıştır. O da tren geldi gelecek avutmacalarıyla… 30 küsur yıldır bir türlü gelmeyen tren,kim bilir daha ne zaman sonra gelecek? Yoksa hiç mi gelmeyecek? Yoksa gitmemiş mi ki gelsin? Olmuş olmasına rağmen bir aldatılma içerisinde miyiz? Yani bizlere getireceklerinin sevindirmesinden ziyade,götüreceği korkutmaktadır.

Kısırlaşan batı için bizler;iyi bir birikimiz…

Ve yine böyle bir karar;meclisten ve milletin ortak görüşünden çıkmalıydı. Bütün devlet çarkları müsbet bir yöntemle,halkın da katılımını sağlayarak kanunlar,yönetim,sistem gözden geçirilmeli;yıkma değil,tashih-tekmil-tahkik içerisinde,bünyeye uymayan taklitlerden uzak kalınmalıdır.

“16-52-57-64”maddeler gereği AB’nin aldığı tüm ekonomik kararlara uymayı taahhüd etmiş bulunmaktayız. Yani batının ekonomisiyle tek taraflı evlenmiş bulunmaktayız. Hadi hayırlısı.

Bal ayı mı olacak,yoksa sirke ayı mı?

GB;gümbürtü birliği,kurtlar meclisine biz de davete kabul edilmiş olmaktayız. Zira yıllardır avlamayla meşgul olmuş bir sofraya davet edilmiş,daha doğrusu davetimize beklemeli verilen bir cevabtır bu.

Yemeye mi,yenilmeye mi? Beraber yemeye mi? Beraber yemekse;neyi? Kimi? Neden?

Manevi birliğimiz gelişmemiş ve gerçekleşmemişken,maddi birliğimiz ne kadar ve de nereye kadar bir gelişme gösterecektir?

Maddi ortaklık ve beraberlik,birbirimizi daha iyi ve daha yakından tanımamızı,netice de inşaallah,manevi birliğimizin de doğmasını tahakkuk ettirir. Bu bir güreş birliğidir. Bir müsabakadır.

Altın yumurtlatmasını bilmediğimiz,altın yumurtlayan tavuğumuz,artık onların kümesine yumurtlayacak. Bize de cüz-i bir kira ücreti verirlerse,oda insaflarına kalmış…

Evet. Artık bizde batılı olduk gibi. Ya biz de batarız,yada batan batıyı batmaktan kurtarırız. Ancak karşımızdakiler kaşarlanmış,yılların antramanlısı olduğundan rakiblerimizi gayet ciddiye almamız gerekmektedir.

Mesele;çözümsüzlüklere çözüm bulamayanları ,çözemeyen çözümsüzleri yani yine ekalliyetin ötesinde umumun hukuku gözetilerek ekseriyeti çözmektir.

Aslında şimdiye kadar zihnimizde değiştiremediğimizin ne derece cüce olduğunun isbatı olacaktır GB..

GB aynı zamanda bir gençler birliği..gençliğin boğuşması..açılan kapılardan çıkışlar..ve koşuş,koşuşmalar..önceden uzaktan ve etraftan seyretmelerin şimdilerde içlerinde olmadır..öncelerde tasavvur,tahayyül,tefekkür ve taklid iken,şimdi ise iç içe bir yaşayış olacaktır. O artık bir nevi,her nevi mahlukatla ve nevilerle iç içe olmadır.

Evet mesele tecrübeli ve bu büyük denizde büyük balık olmaktır. Çayda,derede boğulan;denizde ve okyanus da yüzemez…

7-1-1996

MEHMET ÖZÇELİK




DÜNYA BİR MEKTEB

DÜNYA BİR MEKTEB

Kur’an-ı Kerimin bir çok ayetinde insanın çeşitli şeylerle imtihan edildiği ifade edilmektedir. Mesela bunlar:

-Hayır ve Şer ile.[1]

-Korku,açlık,mal ve Nefislerde eksilme ile.[2]

-Allah yolunda Cihad ve Sabırla.[3]

-Yeryüzünün süsüne kapılmayıp,güzel amel işlemede.[4]

-İnsanların bazısının diğer bazısıyla denenmesi.[5]

-İndirdikleriyle deneme.[6]

Bütün bu ayetlerde ortak noktanın,insanın bu dünyaya imtihan ve denenmek için geldiğidir. Yani elmas mı,altın mı,yoksa kömür mü olduğunun bilinip,görülmesi içindir. Elmas ruhlu Hz. Ebu Bekirle,kömür ruhlu Ebu Cehilin birbirinden tefrik edilip,ayrılması içindir.

Böylece çeşitli kabiliyetlere sahib olan insanların kabiliyetlerinin açılması ile,mahiyetlerinin ortaya çıkmasına vesile olmak içindir.

İnsanın imtihanı “Gizlice ne gibi akidelerimiz olduğunu aşikar olarak bize göstermek içindir.”[7]

İnsanlar cennet de kalsaydı makamları sabit kalacaktı. Bir müsabaka,bir yarış olmadığından –melekler gibi- iniş olmayacak,ancak tamamen hayır demek olan çıkış ve yükseliş de olmayacaktı. İnsanlar rütbesiz asker gibi er mesabesinde kalıp,mareşallığa kadar çıkan terfilerden mahrum kalacaktı. Hatta denilebilir ki;hizmet edilen değil,hizmet eden olacaktı.

İnsanın yaratılmasındaki hikmet;Hz. Âdem’in cennet de yasak olan meyveden yemesiyle başlamıştır.[8] Ancak şeytana aldanmanın da büyük zarar ve kayıp olduğunu da bildirmiş olmaktadır. İlk sınanma tecrübi uygulamayla görülmüş ve gösterilmiş olmaktadır.

Ebul Haseni Şazeli yasak ağaçtan yeme günahı hususunda şöyle der:”Ne şerefli bir günah ki,sahibini halifelik makamına eriştirmiş ve kıyamete kadar gelecek insanlara tevbenin meşru kılınmasına sebeb olmuştur.[9]

Cennetten çıkarılması teklif içindir. İnsanların bir çoğunun cehenneme girmesi,az bir kısmının da cennete girmesi ise,hikmet ve adalete tam muvafık gelmektedir. Çünkü önemli olan kemiyet yani sayı çokluğu değil,keyfiyet yani kıymet ve kalitedir. Bir kilo altın değer bakımından yüzlerce ton kömürden daha kıymetlidir. Bir okulda okuyan bin öğrenciden elli tane hayatta başarılı olanının çıkması,neticenin de başarılı olduğunu gösterir. Veya tavuğun altına konulan on yumurtadan yedisinin bozulup,üçünün piliç olması halinde zarar edilmiş olmaz. Zira fiat olarak üç piliç, yedi yumurtadan kıymetlidir. Piliçlerin tavuk olması halinde de bu kıymet daha da artacaktır.

Bir de şu açıdan değerlendirecek olursak;bir işçiyi general veya amir ve neticede başbakan koltuğuna çıkartıp oturtmak,ona iyilik değil kötülük olacaktır. Layık olduğu yere götürülmesini isteyecektir. Doktorluktan anlamayan bir insanı doktor yapmak gibi…

Bir kömürü evin en seçkin yerine koymak ona iyilik değil kötülük olacaktır. Ancak o sobada yanmakla memnun ve mesrur olacak,değerli şeye de haksızlık ve zulüm edilmemiş olacaktır.

Bir kâfiri de cennete koymak;hem ona,hem de cennet ehline haksızlık olacaktır ki,bu da gübre ile beslenen böceğe baklava vermek gibi abes bir şeydir. Bu ise yapı,istidat ve kabiliyete aykırıdır.

Bundan hareketle;Okula başlayıp bitiren öğrencilerden bir kısmı sevinirken,bir kısmı da üzülmektedir. Bir kısmı da ummadığını bulmanın sevinç ve üzüntüsü içerisinde. İyi beklerken kötü,beklemezken iyi. Böylece karne onların bir sene çalışma veya çalışmamanın verdiği yıllık mahsulatıdır. Arzu edilen başarıyla bitirilmesidir. Sınıfta kalsa da bir dereceye kadar önemi yoktur. Çünkü aynı sınıfı bir daha tekrar etme imkanı vardır.

Ancak bu dünyaya imtihan için gelen insanları,hayat boyu olan imtihanlarında müsbet veya menfi notların yazıldığı karnelerini aldıktan sonra,geçmek veya kalmanın dışında üçüncü bir alternatif olan tekrar devam etme olayı yoktur. Ya geçmiştir veya kalmış.. ya ebedi sevinç veya ebedi hüzün…

O halde geriye;dünya okulunda talebe olan insanların karnelerini iyi notlarla doldurmak kalıyor. Hakiki başarı işte budur. Ancak, Ya Rab! Beni tekrar dünyaya gönder,iyi ve başarılı olacağım sözü ise nafiledir…

Bizden de başarılar dilemek kalıyor…

14-09-1991

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Enbiya.35.

[2] Bakara.155,Al-i İmran.186.

[3] Muhammed.31.

[4] Mülk.2,Kehf.7,Hud.7.

[5] Muhammed.4.

[6] Maide.48,En’am.165,Bak. Mu’cemül Müfehres. M. F. Abdulbaki.135.

[7] Şerh-i Mesnevi. Tahir-ul Mevlevi. 12 / 91.

[8] Bakara.35.

[9] Hüseyin-i Cisri.611.




EZİKLİĞİMİZ KİMLİKSİZLİĞİMİZDİR

EZİKLİĞİMİZ KİMLİKSİZLİĞİMİZDİR

Hangi devletin vatandaşı olduğunu bilmeyen bir insan ne yapar?

Ya devamlı kim olduğunu ve kimler olduğunu bilmediği insanlar içerisinde sahibsiz olarak yaşayacak veya her gittiği ülkenin pasaportuna sahib olacak. Bu durumda hangi ülkeye sahib olduğu da sorulacaktır. Cevab meçhul kalacaktır.

Bu durumda kişi bulunduğu yere göre renk ve şekil alacak,her hale girecek,her şeyden de mahrum olacaktır. Kısaca bir şeye sahib olmak uğruna,çok şeylerini de feda edecektir.

Evet. Nitekim bizlerin hali pür-melali de bundan farklı değildir.

Avrupalı’ya rezil olacağız korkusuyla asırlık köklerimizi kendi ellerimizle söküyor,köksüzleşiyoruz.

Din bizi geri bıraktı,safsatalarıyla dinden uzaklaşıyor veya terke maruz kalıyoruz. Ruhsuz insanlar haline dönüyoruz.

Geçmişe küfretmeyi büyük bir marifet biliyor,ecdada küfrederek ilerleyeceğimizi zannediyor,tam bir kopuk halde yaşıyoruz.

Medeni olmayı soyunmada arıyor,yine medeni olamayınca da örtünen bazı kimseler de suç buluyorduk. Kirlenen yüzümüzü ve duygularımızı temizler düşüncesiyle… Oysa daha da kirleniyorduk…

İlerlemenin yolunu yapmada değil yıkmada,yerine getirmede değil,terk etmede aradık.

İşte hayattan birkaç misali:-Şöför Bey! beş dakika mola verebilir misiniz,namazımı kılacağım? Kılman şart mı? Kaza edersin. (şart olmasa zaten söylemez ki) Yolculardan da olaya tasdik ve manen sükut ile alkış…

Daha sonra teker patlar (patlasın değil),yahu iyi ki patladı be… Hiç olmazsa biraz hava alırız,oturur çay içeriz.

-Baba oğlundan şikayetçidir. İbadet,ahlak,terbiye eksikliğinden şikayet eder. Ancak verilmemiştir ki,eksiklik söz konusu olsun.Olan şeyler için eksiklik veya fazlalık söz konusu olabilir.

-Kızların örtünmeleri ve tesettür olmalarından şikayet eder,ya açmasını,takınmamasını veya okulu bitirene kadar açık kalmasının bir mahzuru olmayacağından bahseder.

Ancak daha sonra bu kızların iğfal edilmelerinden ve aldatılıp sefâhet ve sefalet içerisine düştüklerinde de suç başkalarında aranır.

-Dinin verebileceği saadet,dinin dışında,dini yaşamamada ve ihmalde arandı. Dine girmek,kabre girmek gibi görüldü. Dinden çıkmada kabirden çıkma gibi görülmeye ve gösterilmeye çalışıldı. Ancak yanılan nokta,izzetin zillette aranması oldu. Gerçek izzet ve insanlık,dinde ve İslâmiyette olduğu unutuldu,düşünülmedi.

Asırlık zilletten izzete geçmenin yolu da,İslâma tarziye verip,o kapıdan içeriye girerek saadeti bulmaktır.

İslâmiyetin her zerresine girdiği sosyal hayatımızdaki sarsıntılar,çekilen ızdıraplar;yine İslâmın müşfik eliyle tedavi edilecek,dindirilecektir.

Avutmacalar nefsin ve şeytanın aldatmacalarıdır.

MEHMET ÖZÇELİK




KAN EMMEKLE BESLENEN VAMPİR KOMİNİZM

KAN EMMEKLE BESLENEN VAMPİR KOMİNİZM

“Hürriyet ağacı,ancak şehidlerin kanları ile sulandıkları vakit büyür.”

Karanlığa defnedilen kominizmin tarihi İslâm’dan önceki cehalet karanlıklarının mahsulü idi. Kominizm ilk defa İran’da Mazdek[1] adında birisinin kurduğu Mazdekizm’le başlar. İbahiye’de denilen bu batıl mezheb İslam’dan önceye dayanır. Bunlar haramı helal,insanların malda ve kadında ortaklığını ileri sürer.

İran’da hakim olan bu mazdak o zamanki hükümdar Kubad’ı tesiri altına alır. Ancak Kubad’ın oğlu Hüsrev (Nuşirevan-ı Adil,bu zat Peygamberimizin bi’set yıllarında vefat etmiştir.) 535 yılındaki mücadelesiyle 400 bin Mazdekliyi öldürüp,kendisi de mazdeki öldürmekle kominizmi ilk defa kaldıran kişi olmuş oldu.

Daha sonra meşhur şair İmrul Kays’ın babasının aynı düşünceyi Hicaz ve bölgesinde sürdürmesini de Nûşirevân engelledi. Abbasiler döneminde de Azerbeycan ve yöresinde de zuhur etti.

Onuncu asra kadar devam etti,Oğuzların müslüman olmasıyla o bölgeden de silindi.[2]

Bütün izm-ler gibi kominizmin temelinde de inkar,inançsızlık ve ateistlik yatar. Cemil Meriç’in ifadesiyle:”İzm-ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri i’tibarları menşe’lerinden geliyor. Hepsi de Avrupalı.” Marx’da onlardan,dini afyon kabul edip,tanrılara savaş açan kişi. Eşekler babası. Çünkü kendisi marxislere-eşekler- der.

Her şeyi maddeye bağlayıp,maneviyat ve huzuru da maddede arayan bu kişi yazdığı-Das Kapital- kitabını –Ekonomik Pislik- diye nitelendirir.

Madde onun için kıble ve mabuttur. Buna rağmen madde kendisini ve aile efradını vurmuş,sefilce ölmüş ve intihar etmişlerdir.

İşte fayda sağlamayan madde. Kendisini kurtaramayan bu herifi na-şerif,dünyayı kurtarmaya çalıştı. Materyalizm denilen kominizmi de doğurup,milyonların dünya ve ahiretini heder etti.

13-9-1851’de Engelse mektubunda şöyle yazar:”Türkleri kominal hayata sokmak mümkün değildir. Onları vatan sevgisinden,dinlerinden,adet ve dillerinden koparmadan ihtilale sürüklemek imkansızdır.”Amaç dinsiz bir toplumdur.

Engels:”Allah’a inanmak sosyalizme aykırıdır. İşçi sınıfı arasında Allahsızlığın belirmesi yeterlidir. Kominizm insanlığı tanrı hortlağından kurtarır. Allah’a yapılacak en büyük yardım Allahsızlığı inanç haline getirip dini yok etmektir.”der.

Lenin’de:”Bizler,dinlerin uyuşturucu tesirlerini yok etmek için elimizden gelen her türlü gayreti sarf ediyoruz.”der.

Türkistan’da çıkan -Kızıl Özbekistan- gazetesinin 23-Mayıs-1953 tarihli nüshasında:”İslâmiyeti tam manasıyla yıkmadan,kominizmi bina etmenin tam imkanı yoktur.”denilir.[3]

Kominist dergi-Toplumsal Özgürlük-ün sahibi Fahri Koral şöyle der:”Özellikle İslâmiyet,dünya solunun en büyük hasmıdır. Gerçek bir solcunun ideoloji ve kültür dünyasında müslümanlıktan eser görülmemelidir. Hristiyanlık,musevilik ve diğer dinler için böyle bir problem söz konusu değildir.”

İslâmiyet tehlikedir,tehlikelidir,deniliyor. Bir cihetle doğrudur. Zira sağlam bünyede mikroplara hakkı hayat tanımaz,onları o bünyede barındırmaz. Onları da layık oldukları yere,çöplüklere,mezbeleye hapseder ve atar.

Dağ eşkiyasını dağa hapseder,medeni insanlardan tecrid eder,medenileşmedikçe…

Kominizm;zenginin südünün sağılıp fakire içirilmesi olmayıp,belki fakirin koyun gibi güdülmesidir.

Kominizm;alt yapı demek olan inanç ve kültürlerin yıkılıp,öz benliğinden uzaklaştırma

sistem ve rejimidir. Bunlarda fakirliğin sadece edebiyatı yapılır. Zira bunların destekçileri

de fakirler olmayıp,zengin ve sosyatik kimselerdir.

A.Benningsen;1954-64 yılları arasında sovyet müslümanlarının kullandığı dillerde 920 farklı kitabın ateizm propağandası için basılıp dağıtıldığını söylüyor.

Her şeyi mübah ve helal gören kominizmin temelinde menfaat için yutmak vardır. Nitekim Lenin:”Kominizmi yaşatmak ve onu sağlam temellerde yükseltmek için kara altın (petrol) diyarı Azerbeycanı ele geçirmeliyiz.”diyordu ve”Kominist devletin,kanlı bir ihtilal olmadan burjuva devletin yerine geçmesi imkansızdır.”,”Dünyanın dörtte biri kominist olmak şartıyla dörtte üçünün mahvolması,bir kıymet ifade etmez.” Yılan gibi zehirlemekten zevk alıp,varlığını başkasının yokluğu üzerine bina eder.

Kominizm ifadesi;soğuk bir ifade. Zindan duvarları gibi abus bir çehre. Kominizm mi zindandan çıkmış,yoksa zindan mı kominizmden? Zindan,zulüm,kan hep kominizm mahsulü… Kominizm deki harfler bile alfabemizden çıkarılsa,alfabemiz zenginleşir. Her şeyiyle meymenetsiz ve yümünsüz…

Fıtrat fıtri olmayan şeyi reddeder ve atar. Nitekim zararlı bir şeyi ağzına alıp yiyen biri,ya ağızdan tükürür atar veya kusarak içinden çıkarır. Uydurabilmek için insanların kanıyla beslenmesi gerek. Nitekim Lenin 1917’de 15 milyon insanı,Stalinde 51 milyon insanı acımasızca,hunharca kanını içmiştir. O gün Türkiye’nin nüfusu 17 milyondur. Biri Türkiye kadar,diğeri Türkiye’nin üç katı insanı ortadan kaldırmıştır. Ve bugün dünya kominizm ve sosyalizmi kusmuştur. Küfür devam etse de zulüm devam etmeyeceği için,ağır zulüm ve baskılara rağmen ancak yetmiş yıl ayakta kalabilmiştir.

1931’de toprağın kollektifleştirilmesi uğruna girişilen zengin çiftçilerin temizlik harekatı devam ederken Joseph Stalin’e sorulmuştu:”Katliamı ne zaman durduracaksınız? “ Cevabında:”Gerekli olmaktan çıktığı zaman…”

Rus tarihçisi Çikacev:”İnsanları diri diri yakmaya mahsus odun yığınlarıyla işkence mahalleri ve zindanların soğuk duvarları arasında can vermiş olan kurbanları diriltmek kabil olsaydı,İsa namına verilen kurbanların sayısından hesaba sığmayacak kadar fazla olduğunu görmek pek çok kimseleri hayretler içinde bırakırdı.”der.

1799’da rus çarı I. Paul bir sabah,önünde resmi geçit yapan birliğin yürüyüşünü beğenmedi:-Sibirya’ya marş marş-emrini verdi. Dört yüz kişilik bu birlikten bir daha hiç haber alınamadı.”[4]

“Kruşçev kominist partisi 20. kongresinde:”1917 / 53 arasında ülkesinde 40 milyon insanın zindanlarda ve Sibirya kamplarında katledildiğini”açıklamıştı. Ünlü fransız edebiyat ve fikir adamları kitaplarında sovyetler ülkesini methettikleri zaman yalan yazdıklarını itiraf ettiler.”[5]

Stalinin kızı kadın yazar Syetlana Adliluyeva bile sovyet kominist partisi ile alakalı görüşlerini şöyle izah eder:”Kuruluşundan bu yana sovyet kominist partisinin geçirdiği istihaleleri takib ediniz. Bütün çirkinlik açık olarak ortaya çıkacaktır. 40 yıl müddetle bu hayvanlar birbirlerini yediler. Lenin dışında bütün diğer liderler zamanla birbirlerini itham edip durdular.

Bütün bunlar ülkenin 40 yıldan beri hayvanlar tarafından idare edildiğini göstermektedir. Dünyada başka hiçbir parti kendi kendini tahrib etmek için bu kadar faaliyet göstermemiştir.”[6]

16. yüz yılda korkunç İvan’la büyümeye başlayan kominizm,Gorbaçov’la biter. Stalin Çar imparatorunun kalıntılarını ortadan kaldırmıştı. Gorbaçov ise Stalinin totaliter sistemini tamamen yok etti.”[7]

Can damarlarından vuruldular. Maneviyatı ortadan kaldırmaya çalışan kominizm manen çöktü. Madde ile ortaya çıkan marxizm de madde de boğuldu. Madden çöküşün içinde.

Anlatılır:Kuzey Kafkasya’nın Sunçkale (Grozni) şehrinde komiser yoldaş şehir civarında teftiş gezisine çıkmıştı. Telefon direklerinden birine asılmış ve gagasında bir kağıt parçası bulunan ölmüş bir tavuk görerek şaşırdı. Tavuğu indirtti ve gagasındaki mesajı aldı. Kızarıp bozararak şunları okudu:

Ben kominizm istilasından evvel bol yemle besleniyor ve buna mukabil her gün sahibime bir yumurta veriyordum. Şimdi ise yem verilmiyor;üstelik benden koministler her gün iki yumurta taleb ediyorlardı. Ben işte bu yüzden ölümü şerefsiz köle hayatına tercih ettim.”

Başkasının boyunduruğu altındaki öküz elbet kendi hesabına değil,başkasının hesabına çalıştırılır. İşte rus’da bunu yaptı.

Bir batılı da:”Sosyalizmi tatmak kolaydır,zor olan ondan kurtulmaktır.”

Bu kof iddia bizde de mesned bulur. 1960 yıllarında İsmet İnönü bir görüşme esnasında Yön Dergisi sahibi Doğan Avcıoğlu’na şu garantiyi vermişti:”Eğer siz,sosyalist olarak kendinizi topluma kabul ettirebilirseniz,bende sizi himaye ederim.”[8]

Ancak bozuk maya tutmamıştı. Aldanılmıştı. Nitekim Kemal Tahir’de öyle diyordu:”Yanılmışız” diyerek,kendilerini yenilemeye çalışmaktalar. Peki,sorarız:”Ya Yanılttıklarınız?

Tavan var,taban yoktu. Her ülkede böyle muvaffak olmaya çalışan kominizm Türkiye’de de aldanmıştı. İmanlı taban,tavana müsaade etmemiş,çatıyı başına yıkmıştı.

Ancak isteklerini gerçekleştirmek üzere Dergi mecmuasının 15. ve 22. sayısında:”

1)Türkiye’de başlamış laiklik cereyanı dejenere edilerek dinsizlik halini alması için mümkün olan her şeyi yapmak.

2)Türkiye’de din duygularını körletmek.

3)Türkçeyi dejenere etmek”yolu takib edilmiştir.

Mit ajanı Mahir Kaynak kendisinin ve İsmet İnönü’nün damadı M. Toker’in tesbitinin şu yönde olduğunu söyler:”Türkiye’de rejimi değiştirecek tek darbe teşebbüsü 12-Mart-1971 darbe teşebbüsüdür. Diğerlerinin rejimi değiştirme gayeleri yoktur.

“27-Mayıs ihtilalinin kökeninde genellikle CIA aranır. Ancak bu tezin yanlış olduğu,ihtilalin İngiltere ile ilişkisi bulunduğu kaynak tesbitlerinde belirginleşiyor:

-Bilindiği gibi 50’iyıllarortadoğu da sosyalist iktidarların geldiği yıllardır. Suriye’de Baas partisinin iktidarı,sonra da Mısır’da Nasır rejimi.

Esas itibarıyla şunu kabul ediyorum:İngiltere ortadoğu da istihbaratıyla en iyi örgütlenmiş bir ülke. Böylece bölgelerdeki düzenlemelerde de büyük pay sahibi. ABD ise henüz ülkelerin iç işlerine müdahale edecek derecede örgütlenememiş. İstihbaratı zayıf. Asıl gücünü SSCB’nin askeri gücünü tesbite ve askeri açıdan onu durdurmaya yöneltmiş. Bu dönemde ABD’de kominist aleyhtarlığının en fazla olduğu dönemdir.”der ve devamla:”Menderes iktidarı döneminde sol fikirler hiçbir şekilde filizlenemiyor,baskı altında. Çünkü her kes solu kominizm ve SSCB olarak görüyor. O halde Türkiye’de sosyalizmi meşrulaştıracak bir ara harekete ihtiyaç vardır.Buda 27-Mayıs darbesi ve anayasası ile gerçekleşmiştir. Bu anayasa ile sol meşrulaştı.”der.[9]

“İşte Türkiye’de 60 ihtilali bu yolu açıyor. Bundan sonra Türkiye’de hızlı bir sol gelişim müşahede ediyoruz. Bu gelişimin ilginç özelliği şu:Hareket tabandan gelmiyor. Tavandan yani yukarıda bir takım aydınlar tarafından ve adeta devletin himayesi altında özellikle İsmet İnönü’nün müsamahası ve hatta teşvikleri altında sol geliştirildi. O günlerde İsmet Paşa şu sözleri söyler:”Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye yerini alır. Bu yeni kurulacak dünyanında ortak Pazar olduğu açıktır.Şimdi ise Türkiye’nin siyasi yapılanmasını Avrupa’nınkine benzetmektir. Buda bir muhafazakar parti ve bir sol parti şeklinde tezahür edecektir. Bunlarda tamamen yukarıdan geliyor.”[10]

Tıpkı papa ağzıyla konuşulmaktadır. Papa 2. Jean Paul’da yeni dünyadan bahseder:”Kominizm devrildi. Şimdi sıra kapitalizmi değiştirmekte. Bu sebeble yeni ve namuslu bir sosyal doktrini hemen günlük hayata empoze etmeliyiz.”der.

Batının yeni dünya düzeni bu olsa gerek.Artık bütün ara vasıtaları ortadan kaldırıp,ta Kur’an ve İncil kalıncaya kadar. İncil ise sosyal hayatı idareden aciz olup,şuursuzca da olsa şuurlu bir hedefe ve sona gidilmektedir. Zira her şey denenmiş bir denenmeyen târ-u tâze İslâmın esasları kalmaktadır. beşer kendi saadetini onunla elde edecektir.

Evet küfür bütün vesaitiyle iflasın eşiğindedir. Enaniyette,kibir ve ğururda fir’avunları yetiştiren,zulümde Nemrudları,maddede Şeddatları,fuhuşta Lutileri,cehalette Ebu Cehilleri,katil ve fitnede Kabilleri yetiştiren küfür,bitişte sürünmektedir.

Moskovada toplanan kominist ajanları ve kominist eğilimli sanatçılar ve yazarlar kongresinde kominizmin yayılması ve dünya ihtilalinin gerçekleştirilmesi için nasıl çalışacaklarına dair direktiflerinde:

1)Memleketinizde kominist ve sosyalist partilerin kurulmasını teşvik ediniz. Mevcut varsa onunla iş birliği yapınız.

2)Memleketinizi mümkün olduğu kadar sınıflara ve zümrelere bölünüz.

3)Patron ve işçi arasında devamlı anlaşmazlık mevzuları çıkarınız.

4)Resmi kuvvet kazanıncaya kadar memleketinizde kominist tehlikesi olmadığına herkesi inandıracak,faaliyetlerinizi fark edenleri vehimle suçlandıracaksınız.

5)Din düşmanlığı yapınız,halkı dinin her sınıf ve zümrelerine bölünüz.

6)Her milli dava ve davranış karşısında tamamıyla tarafsız kalacak,mümkün olursa önleyici yazılar neşredeceksiniz. Her milli varlığı yıkmak için gayret sarf edeceksiniz.

7)Politika,Edebiyat ve bütün kültür kollarında fikirlerinize yakın olmayan ve kominist temayüllü olmayanların bu şöhret ve otoritelerini yıkmaya çalışınız.

8)Halkın çok sevdiği ve artık terk edemeyeceği milli simalar ve kahramanları kendinize bayrak yapacak,onların fikir ve düşüncelerini kendi açınızdan yorumlayacaksınız.

9)Romanda,şiirde,karikatürde ve resimde sistemli olarak işçinin ve köylünün sefaletini mübalağalı bir şekilde gösterip tanıtacaksınız.

10)Tercümelerinizde, batının kominist ve kominizme mütemayil müelliflerin eserlerini tercih edeceksiniz.

11)Milletinize batı bloku düşmanlığını aşılayacaksınız.

12)Nizamlara karşı gelenleri destekleyeceksiniz. Kargaşalık çıkarmak için muhalefet duygularını isyan derecesine çıkaracaksınız.

13)Rus filimlerine alaka celb edeceksiniz.

14)Evvelce kominist oldukları halde sonradan dönen fransız Andre Gide,Malraux,İngiliz Arthur Koestler,Stephen Spender,İtalyan İgnosio,Malapert,Amerikan Richart Wrigtt ve Louis Ficher aleyhinde kampanya açacaksınız,şöhretlerini sileceksiniz.

15)Sendikaları,gençlik teşekküllerini,dernek ve topluluklarını ele geçirmeye çalışacaksınız.

16)Bilhassa öğretmen ve profesör ve başkaları gibi büyük kitleleri elinde tutanlara yaklaşacak,onları saflarınıza çekeceksiniz.

17)Devamlı huzursuzluk kaynakları arayacak ve huzursuzluğu devam ettirmek baş prensibiniz olarak çalışacaksınız.

18)Kominizmi açıkça müdafaa etmekten mahrum olduğunuz takdirde her türlü adaletsizliği yaygara edecek,aynı gayeyi devam ettireceksiniz.”[11]

Alınan bu kararların,kominizm yıkılmasına rağmen uygulanmakta ve uygulamaya çalışıldığı görülmektedir.

-Rusya’nın Deli Petro’dan (D.1672) beri süregelen hayali önünde en büyük engel olan Osmanlıyı,sıcak denizleri geçmek,İstanbulu başkent yapmaktır. Topkapı sarayı arşivinde de bulunan 13 maddelik vasiyetnamesinde de[12] yazdığı gibi (1725),bunun için de:”Türkiye ile İran arasındaki fitne,fesat teşkil etmek,bozuşturmak,kavga,dövüş çıkarmak lazımdır.Bu işte sünni-şii mezhebleri arasındaki ihtilaflar büyük,keskin silah ve basılmaz ordudur. Rusya asyada nüfuzunu arttırmak için süni-şii ihtilaflarını iyi bir vasıta gibi kullanmalıdır.Türkiye ile İran arasındaki dayanışmayı öyle bozmak lazım ki onları birbirleriyle anlaşabilmesinler. Gerek İran,gerekse de Türkiye’ye Avrupa halkları ile temas kurmaya imkan vermemeli. Eğer bu ülkelerin müslümanları göz açıp hukuklarını tanısalar,bu bize büyük darbe olur. Gerek Türkiye,gerekse İran’ın din adamlarını ele almak ve onların vasıtasıyla sünni-şii ihtilaflarını güçlendirmek lazımdır. İslam şuurunu Asya’dan uzaklaştırmak,hristiyan şuurunu ve kültürünü orada ciddi propağanda etmek,yaymak mecburidir.”

Deli petro kendi din adamlarının ilerlemelerine mani olduklarını,İran’ı çökertmeyi hedef alıp,ancak bunun içinde:”Türkiye mahvolmadan İran’ın canını almamız yanlıştır.”sırrını da söyler.

Bunun için de İran’ın şah damarı olan Gürcistan ve Kafkasya’nın ele geçirilmesini teklif eder.

Burdan sonra ticari merkezi olan Hindistana geçilmesini,ancak buranın da anahtarının Türkiye’nin elinde bulunduğunu ikrar eder.

Dünya hükümranlığı hayalleri çok uzundur. İsveç,Norveç,Türkiye,İran,Polonya,Avusturya,İtalya,Fransa [13] ve dünya hakimiyeti…

Bu onun planı. Ya Allah’ın planı? İşte hali pür-melalleri…

Akibet önemli olanıdır. İşte bir haber:”Lenin’de diğer zalimler gibi bağıra bağıra ölmüş.”,”24-Ocak-1924’de ölen Lenin son günlerini –uluyarak- geçirdi. Ölümünden önceki günlerde şuurunu iyice kaybeden Lenin’in attığı çığlıklar,Moskova’nın 60 km. güneyinde dinlenme evinin etrafında bulunanların kalbini donduruyordu. Öldüğünde çok korkunçlaşan Lenin’in yüzünü Stalin’in emriyle güzelleştirilip mumyalandı.”[14]

Alma mazlumun âhını,çıkar âheste âheste…

İşte bazı kuruntu,teselli ve gerçekler:”Eskişerhir’de Türkiye birleşik Kominist partisi il örgütünün I. Genel kurulunda:”Bütün dünya kominizmden dönerken biz Türk koministleri onun onurlu mücadelesini veriyoruz.” Ve üye A. Atalay’da:”Dünyada bütün duvarlar yıkıldı. Bizim değer verdiğimiz kominizmde yıkıldı. Bizim için acıdır ve üzücüdür. Bu sebebten başımız öne eğiktir.” Kongre başkanı N. Deringöl’de:”70 yıllık mücadelemizin muhasebesini hoşumuza gitmese de yapmalıyız.”der.[15]

Kominizm canavarı 1970 yılları hesabıyla,kanını içtikleri hariç 94 milyon insanı kendi esareti altına almıştır. Utanç duvarını utandıracak ve çatlatacak vahşet… Bunlar için Süleyman Nazif şöyle der:”Ey Türk oğlu,sana damarlarındaki kanı ihda edenler,kanlarının son katrelerini Moskof muharebelerinde döktüler. Sen bugün,yarın,ne olursan ol,fakat unutma ki,o şehidlerin ebedi bir yetimisin. Bu din,bu devlet,bu vatan gibi;bu gayz,bu kin,bu intikamda,onların sana mübarek bir mirasıdır. Dünyada bir Rusya ve bir rus kaldıkça bu hakkına,bu vazifene hürmetkar ol! Hakkın öldürmek,vazifen iktiza ederse hemen öldürmektir,ey Türk oğlu!”

İnsanlar,nesiller işte bu insan suretindeki yılanlar tarafından zehirlenmiş. Toplumu dini derslerden mahrum bırakmak bu yılanlara davetiye çıkarmaktır. Yapılacak iş dinin tekmil ve tesisidir. Yani:

Eisen Hower’in de tesbiti gibi:”Kominizme karşı mücadelemiz,Allah’ın kudretine inananlarla inanmayanlar arasındaki mücadele değilde nedir? Allah inancının girdiği bir yerde,bir kalbde,bir ruhta kominizm barınamaz. Koministler bunu bildikleri için değil midir ki,Allah’a ve dinlere harp ilan etmişlerdir. Bu bize nasıl hareket etmemiz icab ettiğini bildirmektedir. Herkes yetini ona göre tayin etsin.

Biz Allah’a inananlar safında yer almış bulunuyoruz.”der.

İnsanların rejimleri, insanların ömürleri kadardır. Elbette rus rejimi de kurucusu kadar yaşayacaktı. Çünkü fıtrata uygun değildir.

1917-24 arası Lenin’in mimarlığında kurulup,24-53 arası Stalin’in kan içiciliği ile devam etmiş,64-82 Brejnev’in lüks hayat içinde sefa sürerek geçmiş,82-84 Andropov,bir yıl Çarnenko,1985’de muhafazaya çalışarak Perestroika ve Glastnost ile evrim ve devrim geçirerek inişin ustası Gorbaçov ile noktalanmış,yıkılmaz denilen dev yıkılmış,kardan adam rusya erimiş,karton kule çökmüştür. Artık tarihe acılı hikaye ve masal olarak geçmiştir. Tıpkı bir varmış,bir yokmuş. Zamanın birinde rusya diye bir devlet varmış. Herkes ondan korkarmış. Periler,ejderhalar,devler gibi mahluklar varmış. Şöyleymiş,böyleymiş. Meğer kof olup,balon gibi şişirilmişmiş…

Bediüzzaman Hazretleri kominizmi tahlil ederken:İnsanlığı beş devreye ayırır. Bunlar:a)Vahşet ve Bedeviyet devri.

b)Memlukiyet (kölelik) devri.

c)Esirlik devri.

d)Ecir (ücretlilik) devri.

e) Malikiyet ve serbestiyet (mülkiyet ve sahiblenme,serbestlik) devri.[16]

İnsanlığın dördüncü devresi olan ücretlilik devresini geçerek,tamamen serbestlilik düşüncesiyle kök salacağını [17] ifade eder.

Fransız ihtilali gibi,bolşevizmin fırtınasının da ilk olarak hapishanelerde başlayacağını[18] ve küfrü mutlak olan bu kominizmin,dinsizliğin şimalden yani kuzeyde olan Rusyadan çıkacağını söyler.[19] Ve ”Evet,ihtilali fransevide hürriyet perverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi,tevellüd etti(doğdu). Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrib ettiğinden aşıladığı fikir,bilahare bolşevikliğe inkilab etti. Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesatı ahlakiye kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan;elbette ektikleri tohumlar hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünki kalbi insaniden hürmet ve merhamet çıksa;akıl ve zekavet,o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir,daha siyasetle idare edilmez. Ve anarşistlik fikrinin tam yeri ise;hem mazlum kalabalıklı,hem medeniyette ve hakimiyette geri kalan çapulcu kabileler olacak.”[20]

Bununla doğunun dökülmüş hali tavsif edilmektedir. Bunun tek çaresi onlarda manevi duyguların geliştirilmesi,dinin hayat bulması ile mümkündür.

“Halbuki din terbiyesi olmazsa,müslümanlarda istibdadı mutlak ve rüşveti mutlakadan başka çare olamaz. Çünki,nasıl bir müslüman,şimdiye kadar hakiki yahudi ve nasrani olmaz belki dinsiz olur,bütün bütün bozulur. Öyle de,bir müslüman bolşevik olamaz. Belki anarşist olur,daha istibdadı mutlaktan başka idare edilmez.”[21]

Kur’an-a ve imana ilişmenin,anarşi ve kominizme zemin hazırlayıp[22] yani:

“Evet,hariçte iki dehşetli cereyana karşı bu kahraman millet,Kur’an kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa,küfrü mutlakı,istibdadı mutlakı,sefâheti mutlakı ve ehli namusun servetini serserilere ibahe etmesini alet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak,ancak İslamiyet hakikatıyla mezcolmuş,bu millet dayanabilir. Bu milletin hamiyet perverleri ve milliyet-perverleri,her şeyden evvel bu mümteziç,müttehid milletin can damarı hükmünde olan hakaiki Kur’aniyeyi terbiyeyi medeniye yerine esas tutmak ve düsturu hareket yapmakla o cereyanı durdurur,inşaallah.”[23]

Uygulamaya çalışılan:”Vatanımızda anarşiliğe inkilab eden kominist tehlikesi”[24]dir.

Her milletten tokat yiyen yahudi milleti bunun intikamını almak üzere,dünyanın başına kominizm gibi bir belayı geçirir.”Ve bu kominizm yahudi eliyle tesis edilir.. Yani:”Yahudi milletinden olan “Troçki” namında dehşetli bir adamı,Rusya’nın baş kumandanlığına ve terbiye-gerderleri olan meşhur Lenin’den sonra rus hükümetinin başına geçirerek rusyanın başını patlatıp bin senelik mahsulatını yaktırdılar. Büyük deccalın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sair hükümetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.”[25]

Zira ortaya atmış oldukları fikir,İslâmın gelmesiyle bir ma’kes ve uygun bir zemin bulamamış,ne vakit ki İslamiyet hayattan tecrid edilmiş ise kominizm,sosyalizm ve başıboşluk yol bulmuştur. Bununda devam etmeyeceği elbette açıktır. Zira:”Hayatı içtima-i beşeriyede bir çığır açan,eğer kainattaki kanuna muvafık hareket etmezse;hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrib hesabına geçer. Madem kanunu fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var;elbette fıtratı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hılkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla,mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir. Evet ben,neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren,”Müsavat-ı Hukuk” mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile,burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde zulüm ve teğallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.

Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti,müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır. Çünki Fâtır-ı Hakim,kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için,az bir şeyden çok mahsulat aldırır. Ve bir sahifede çok kitabları yazdırır ve bir şey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi,beşer nev-i ile de binler nev-in vazifelerini gördürür.

İşte o sırr-ı azimdendir ki:Cenâb-ı Hak,insan nev’ini binler nevileri sünbül verecek ve hayvanatın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvanat gibi kuvalarına,latifelerine,duygularına had konulmamış;serbest bırakıp hadsiz makamatda gezecek istidat verdiğinden bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki,arzın halifesi ve kainatın neticesi ve zihayatın sultanı hükmüne geçmiştir.

İşte nev-i insanın tenevvüünün en mühim mâyesi ve zenbereği;müsabaka ile hakiki imanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak,mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle,aklın söndürülmesiyle,kalbin öldürülmesiyle,ruhun mahvedilmesiyle olabilir…

Evet,imanlı fazilet,medar-ı tahakküm olmadığı gibi,sebeb-i istibdatta olamaz. Tahakküm ve tağallüb etmek,faziletsizliktir.”[26]

İnsanlıktan hakikatın yeri olan kalb ile,faziletin yeri olan vicdan kalkamayacağına göre,onun doyumu da ancak din ile olabilir. O halde rusya da dinsiz kalamaz.” Geri dönüp hristiyan da olamaz. Olsa olsa küfrü mutlakı kıran ve hak ve hakikata dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’an ile bir müsalaha veya tabi olabilir. O vakit dörtyüz milyon ehl-i Kur’an-a kılınç çekemez.”[27]

Koministlerin en büyük dayanağı Materyalist (maddiyun) felsefesidir.[28]

Bu:”Sosyalistlik İslâmiyete ilişemez ve dinimize zarar veremez. Hem bizi sosyalistliğe sokamaz. Fakat garblılaşmak,İngiliz ve fransızın medeniyetinin fena kısmı,bizim dinimizi kısmen terk etmeye mukabil zararlı bir medeniyete bizi mecbur edecekler.”[29]

Kominizmin gizli planları:Halkı hükumet aleyhine teşvik,[30] ve hükümet ve adliyeyi aldatarak lastikli kanunlar ile[31] aldatmaktır.

Enver Behnan Şapolyo-Mezhebler ve Tarikatlar Tarihi- adlı eserinde 5. Bölümde ihtilalci tarikatları incelerken,aşağıda belirteceğim tarikatlar iştirakçiliği yani kominizmi benimsediklerini,mal,mülk,kadın-eşitliğini netice olarak savunduklarını söyler. Yani nasıl ki Eflatunun devletçiliği benzerse,bu tarikatlarında uygulama ve ihtilal gibi konularda yine halkın zaafından,fakirliğinden,sefaletinden istifade ile zenginlerin mallarını kendilerine ibahe ve helal etmişlerdir. Bu mezhebler ise:

1)Mazdekizm:İslâmdan önce 531’de çıkmıştır. Nuşirevan-Hüsrev- başta babasını asarak bunu ortadan kaldırmıştır.

2Babekizm:830’da çıkmıştır.

3)Mübeyyeza:786’da çıkıp,beyazlar adı da verilir.

4)Batınilik:1090’da,Hasan Sabbah’ın Alamut kalesini almakla başlar.

5)Karamita:891’de çıkmıştır.

6-7)Melahide,Ayyarlar:Batıniliğin kolu olup,1113’de çıkmıştır.

8)Babailik:1230’da çıkmıştır.

9)Simavilik:15. asrın başlarında çıkmıştır.

10) Babiyye: 23-Mayıs-1844.

11Bahailik:1853.

Ahmed Hamdi gibi zatlar 25-8-1950’de Diyanet reisi iken kominizm aleyhinde fetva vererek mücadele ettiği gibi,Bediüzzaman Hazretleri de tek gayesinin kominizm ve dinsizlikle mücadele olduğunu söyler.[32]

“Bir tek gayem vardır:O da;mezara yaklaştığım bu zamanda,İslam memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses,alemi islâmın iman esaslarını zedeliyor. Halkı,bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve müslümanları imana davet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Mu mücahedem ile inşaallah Allah huzuruna girmek istiyorum,bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alı koyanlar da,korkarım ki bolşevikler olsun! Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek,benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız. Elbirliğiyle,koministlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına,Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”[33]

Kminizmin aileyi çökerttiğini söyleyen başkortostan milletvekili Güzel Sıddıkova;eşitlik adıyla kominizmin kadını ezdiğini,kapitalizmin de fuhşu arttırdığını söyleyerek,[34]her iki ideolojinin kadını korumak değil,bitirmek olduğunu ifade etmiş olmaktadır.

Hakikatlı bir rüya

Mahmut Çalışkan anlatıyor: 1952 yılında çok acaib bir rüya görmüştüm.Rüyamda Stalin,üstadın oturduğu evin dış kapısından içeri girmek istiyordu. Ben,Ceylan ve Zübeyir ağabeyler,üçümüz kapının arkasında,bu herifi içeri sokmamak için uğraşıyorduk. Sonra nasıl olduysa,gücümüz kafi gelmemişti. Stalin bizi iterek,dış kapıdan içeri girdi. Bu sırada üstad elinde bir keserle merdivenden aşağı iniyordu. Biz endişe içindeydik. Stalinle üstad aşağı merdiven sahanlığında karşılaşmışlardı. Stalin,yukarıya üstadın oturduğu mevkiye gitmek istiyor,üstad onu bırakmıyordu.Tam bu sırada üstad elindeki keserle Stalinin kafasına vurmaya başlamıştı. Stalin içeriye giremeden,orada düşüb geberdi. Ben heyecanla rüyadan uyandım.

Ertesi günü bu rüyayı Zübeyir ağabeye anlattım. O da Üstada anlatmış,Üstadımız beni çağırmıştı. Zübeyir ağabey gelerek;”Kardaşım,gel,Üstad seni istiyor,dedi. Beraber üstada gittik.Üstad:”Gel Mahmut kardaşım,gel nasıl gördün rüyayı,anlat!”dedi. Ben gördüğüm gibi anlattım. Üstad hayretle:”Fesübhanallah!”dedi. Sonra rüyayı yorumladı:”Bu,risale-i Nurun ve İslâmiyetin kominizme galib gelmesidir. İnşaallah muvaffak olacağız.”

Rüyayı gördüğüm gece Stalin beyin kanamasından gebermişti. Ölümünü on-on beş gün kadar gizlemişlerdi. Gazetelerden okuduğum kadarıyla,herifin ölüm günü ile rüyam aynı gün cereyan etmişti.”[35]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] İslam Medeniyeti Tarihi. Prof. M. Fuat Köprülü. Sh.175.

[2] Bak. İttihad Gazetesi.14-Nisan-1970,el-Fark Beynel Firak. Çevr.E. Ruhi Fığlalı.Sh244,331.

[3] Agg.21-Temmuz-1970.

[4] Sur Dergisi. Kasım.1992.

[5] Zaman Gazt.23-6-1992.

[6] İttihad Gazt.23-Eylül-1969.

[7] Zaman gazt. 30-1-1992.

[8] Sur Dergisi.Ocak-1992.

[9] Zaman Gazetesi. 17-12-1991,Sağ-Sol için bak Kur’an-da:Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır. Mearic.38,İnşikak.7,

[10] Zaman Gazt.18-12-1991.

[11] Bak Hakses Dergisi.Ekim.1968.Sh.11,Tefekkür Hazinesi. Terc. A. Sönmez. Sh.101-102.

[12] Bak Yalan Söyleyen Tarih Utansın. M. Müftüoğlu. 3 / 80.

[13] Bak. Zaman Gazt.17-12-1991.

[14] Agg.25-7-1992.

[15] Agg.6-12-1990.

[16] Sözler.Sh.661,Bak. Devlet Felsefesi Safa Mürsel.Sh.126.

[17] Osmanlıca Mektubat. B. Said Nursi.Sh.563-564.

[18] Bak Tarihçe-i Hayat. B. Said Nursi.Sh.523.

[19] Emirdağ Lahikası. B. Said Nursi. I / 97,207, Şualar. B. Said Nursi. Sh.456.

[20] Şualar.age. Sh.494.

[21] Age.sh.435.

[22] Bak Tarihçe-i Hayat.age.462,Emirdağ Lahilkası.age. I / 24, 97, 100, II / 127,132,219.

[23] Emirdağ Lahikası. age. I / 218-219.

[24] Tarihçe-i Hayat.age. Sh.492.

[25] Şualar.age.494.

[26] Lem’alar. B. Said Nursi. Sh.160-161.

[27] Emirdağ Lahikası. age. II / 145.

[28] Bak . Şualar. age.460.

[29] Tarihçe. Abdulkadir Badıllı. I / 391.

[30] Bak Şualar. age. 462.

[31] Tarihçe-i Hayat. B. Said Nursi. age. Sh.526.

[32] Tarihçe. A. Badıllı.age. 3 / 1403.

[33] Şualar. age. Sh.419.

[34] Zaman Gazt.16-12-1997.

[35] Son Şahidler. Necmettin Şahiner. 4 / 67.




LEKELİ ASIR

LEKELİ ASIR

Asırların özeti olan asrımız,günahları içerisinde barındırması ve bulundurmasıyla kirli ve de lekeli bir asır olmuştur.

Asrımızda cehalet asrının,asırların asırlık lekeleri birikmiş durumdadır.

Asrın lekeleri olan günahlar,artık bayraklaşmış bir şekilde esmekte,estirilmekte ve sallanmaktadır.

Asrın leke ve kirlerini sayacak olursak;zihinler kirlenir. Bunlar asrın insanının birer yüz karasıdır. Kara yüzüdür.

Asrımızda asrilik paketine sarılan lekelerle,insanlar bir yandan teşvik edilmekte,bir yandan önündeki –Dini-ahlaki-akli-insani-vicdani-ölçüler kaldırılarak;severek seve seve yandırıcı günah ateşine atılmaktadır.

Asrımızda açılan günah yolları;çıkmaz yollardır. Çıkmazların yoludur. Sefâhet ve günah bataklığına batanların batık yollarıdır. Yol,gayrı meşru bir yol. Hayat ve yaşayış,gayrı meşru bir yaşayıştır.

Hakiki hayat meşru hayattadır. Günahsız bir yaşayışla olur ve elde edilir. Bunun portresini ve projesini çizdiğinizde,ondan hususi bir cennet çıkacaktır.

Geniş ve keyfe kafi gelen helal dairedeki cennet hayatı,neticede de cenneti netice verdiği gibi;Cehennem gibi bir azabı çektiren haram dairedeki yaşayış da,neticede cehennem ile noktalanır.

Güzel ve güzellikler o kadar çoktur ki;harama ve günaha girmeye hiç mi hiç gerek yoktur.

Güzellikler dünyasının insanı güzel olur. Kötülükler dünyasının insanı da,kötülükler üzerinde büyür ve gelişir.

MEHMET ÖZÇELİK




İMDAT ÇAĞRISI

İMDAT ÇAĞRISI

Diğer ifadeyle:”Ruhumuzu kurtarın!” SOS’un türkçesi…

Bu feryad;ruhu çalınanların feryadı. Bu çığlık,ahiretlerine ipotek konulanların bir çığlığıdır.

‘Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu’ ile görevli bakan İmran Aykut’un deyimiyle;’Hukuki değil’,hukuki olmayan bir kurum olan SOS’daki çocukların,müslüman bir memleket olan Türkiye’deki hukuk dışı hristiyan faaliyetlerinin diğer bir adıdır.

STV’nin –İstanbul Bolluca ve İzmir Barbaros-da ki SOS kurumlarında yetiştirmek üzere seçilip alınan o çocukları görüp,,dinleyince içim yandı. Vicdanım sızladı,sızlardı ve hala da sızlamaktadır. Kendimi tutamadım. Allahım! dedim. Peygamberimizin ifadesiyle:”Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar.” Bu çocuklar;müslüman olarak doğmuşlar ve işin garip tarafı,müslümanların ve İslam aleminin sahiplenemediği masum çocuklar,bunlar…

Düşünmeden edemedim. Acaba Bosna’dan,Afganistan’dan,vs.. İslam beldelerinden anne babaları ölenlerin,şehid olanların çocukları olmasın?

Çünkü çocuklar kendilerini tanıtırken çekingen,suskun ve muğlak ifadelerde bulunuyorlardı.

Bu asırda müslümanları yıkan şeyler gayet çok. Ancak bunlar içerisinden birkaç şey var ki;beni fazlasıyla yıkmıştır.

Biri;Köy Enstitülerinde öğretmen olmak amacıyla öğretmen okullarındaki kızlı erkekli aynı pansiyonda ve aynı yatakta yatan öğrencilerin hazin halleri. Tuvaletlerin ceninlerle dolduğu dönem…

İslâm aleminde kadın-erkek-çocuk ayırt etmeksizin yapılan umumi zulümler..

İşte biri de;SOS-da ki çocukların bu hazin ve mahzun halleri.. Arşı titreten,gadab-ı ilahiyi celbeden gizli hristiyanlaştırma faaliyetleri.

“At,faaliyetini yap,tutmasa da iz bırakır,iz yapar.” Kalblerimize açtığı bıçak yarasından daha büyük yara,bir başarılarıdır.

Oradakiler hristiyan olmasalar da ruhani papazlar ve kilise tarafından ruhları kurtarılmasa da,İslâmdan uzaklaşırlar ya! Yetmez mi onlara? Az mı yoksa?

Yarın bu çocuklar müslüman mahallesinde,müslüman çocuğu olarak;Salyangoz satacaklar! Müslüman kabul edilmeyecekler! Veya kendilerini öyle kabul etmemek zorunda kalacaklar! En azından bunu hissedecekler! Zira resmen,hristiyan olmuşlardır!

Merkez ve şubelere sahib olan tüm dünyadaki,Mısır ve Türkiye gibi İslam alemlerindeki ,papaz destekli olarak faaliyet göstermektedirler.

Kiliseler birliğince bu kurumlar idare edilip,yürütülmektedir.

Dört yılda bir toplanan bu kurumlar idare edilip,böylece almış oldukları kararları,proğramları doğrultusunda uygularlar.

Kanuni olmayan,kanunlara aykırı bu faaliyetler;maalesef,dünyanın 125 ülkesinde faaliyet göstermekteler ve SOS köylerinin sayısı,dünyada 343 tane bulunmaktadır. Ve buralarda vaftiz babaları da bulunmaktadır.

YETİM VE YOKSULLARLA İLGİLİ ÂYETLERDE :

1)Yetimlere mallarını vermek.[1] Ve onlara el uzatmak.[2] Ve onlara yedirip,içirmek.[3] Ve onların malına yaklaşmamak[4] -la beraber,onların malını yememek.[5] Ve onlara kötülük etmemek ve bundan sakınmak.[6] Yetimlere iyilik etmek.[7]Dinen gerçek oğul ve kız olmayıp,[8]evlat yerine tutarak,onları korumak.[9] Onların babalarının adına çağrılıp,[10]mü’minlerin kardeşler[11] oldukları belirtilmiştir.

Fakirlik korkusuyla,çocukları öldürmekten sakınmak.[12] Zira,Fir’avn ailesi yeni doğan erkek çocuklarını kesiyorlar,fenalık için kızları,kadınları yaşatıyorlardı.[13] Müşrikler ise,kız çocuklarını öldürüyorlardı.[14] Yetim kızların nikahı[15] ve miras bölünürken yetimlere ve yoksullara da vermek[16] suretiyle,onların haklarının gözetilmesi ve korunması ifade edilmektedir.

Ancak;”Yetimlerin velileri fakirseler,örfe göre aşırı gitmeden (haksızlık ve zulüm etmeden) onun malından (ihtiyacı kadar) yiyebilirler.”[17] Esas olan onların mallarını hemen,onlara vermektir.

Evet. İnsanlar İslam fıtratı üzere yaratılmışlardır.[18] Ve de Hidayet Allah’a aittir.

70-den fazla olarak mücerred olarak Hidayet-le ilgili ayet mevcut olmaktadır.

Yetim ve yetimlerin haklarını gözetmek,yedirip içirmek gibi konularda Kur’an şiddetle haklarını vermeyi ve yerine getirmeyi emreder.

25-den fazla ayetle onların hukuklarından bahseder.

Maun suresinin 1. ve3. ayetinde Dini yalanlayanla,yetimi itib kalkan ve yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen eş tutulmuştur.

-Allah’ın has kulları ise;Yoksul ve yetime yedirenler içerisinde tavsif edilir.[19]

Evet,” Ehli kitab,kendilerine uyan mü’minleri (ve ğasbedilen çocukları) kâfir yaparlar.”[20] -8-5-1996-

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Nisa.2,6.

[2] Bakara.177,215.

[3] İnsan,8-12,Beled.12-15.

[4] İsraç34.

[5] Nisa.2,6,10,En’am.152.

[6] Duha.9,Ma’un.1-2.

[7] Bakara.83,220,Nisa.36,127,Fecr.17,Duha.9.

[8] Ahzab.4,40.

[9] Nisa.9.

[10] Ahzab.5.

[11] Ahzab.5.

[12] En’am.151,İsra.31.

[13] Bakara.49,A’raf.127,Kasas.4-6,Mü’min.25.

[14] En’am.137,140,Nahl.57-59,Şura.17,Tekvir.8-9.

[15] Nisa.3,127.

[16] Nisa.8.

[17] Nisa.6.

[18] Nahl.78,Rum.30.

[19] İnsan.8-12.

[20] Al-i İmran.100-101,Nisa.44-45.




KURTLAR SOFRASI

KURTLAR SOFRASI

İslâmiyetten nasibini almayan insaniyet,neticede kurtlaşır. Kendi varlığının devamını,başkasının yokluğunda aramaya başlar. Yırtıcı ve öldürücü bir hal alır.

Bugün insanlığın hayatına baktığımızda,toplum hayatının her kesiminde ve her kısmında bu gibi durumlar görülecektir.

Evvela;her bir kişi ferdi hayatta kendisiyle bir çatışma içerisine girecektir. Ruh veya nefsin üstünlüğüyle son bulacak. Son bulmadığı takdirde stres,bunalım gibi durumlar baş gösterecek veya biri diğerini sonlandıracaktır. Çünki artık o kişi iki mengene arasında kalmış,sıkıştırılmakta,boğulma ve bocalama içerisine itilmektedir.

Ruhun üstünlüğüyle sonuçlansa;sonuç alınmış,hedefe varılmış,imtihanı da başarıyla bitirmiş olacaktır.

Nefsin galebesiyle sonuçlanacak olursa;asıl düşüş,tükeniş ve bitiş o andan itibaren başlamış olacaktır. Start onaylanmış demektir.

Buda ulvi ve yüce olan ruhun,süfli ve aşağı olan nefse mağlubiyeti demektir. Bu durum insaniyetten çıkmayı netice verecek,hayvaniyete ilk adım atılmış olacaktır.

İkinci olarak;aile hayatı,sevgi,hürmet,yardımlaşma yerine;heveslerin ve rahatlıkların meydanı haline dönüşecektir.

Üçüncü olarak;Toplum hayatı;güçlünün zayıfı ezdiği,kurtların sofrası haline gelecektir. Yani kurtların öne çıktığı,zorbaların,uyanıkların kopardığını koparabildiği bir alan olacaktır.

Üstte kalanların hora teptiği,altta kalanların canının çıktığı bir topluluk oluşturulmasına zemin hazırlanacaktır.

Aldatmacayla işler görülecektir.

Emniyet devre dışı kalacaktır.

Esnaf hayatını sürdürdüğü bu hayatı ile,zahirde hayatta kalmış görünse de,hayatını sona erdirmiş,bununla da kalmayıp,esnaflığını da bitirmiş olacaktır.

Her bir esnaf bir kurt,onların hayatı kurtların hayatı,sofraları ise;kurtların sofrası olacaktır.

Dördüncü olarak;eğitim camiası eğiten değil,üğütülen bir kurum olacaktır.

eğitimde Allah rızası,sonsuz ahiret hayatı düşüncesinin yerini,dünyevi düşünceler dolduracaktır.

Kuru kuruya cılkı çıkmış bir insancıl-lık nereye kadar tatmin edici olacaktır?

Kısa bir hayata sonsuz emeller,gaye ve hedefler verilemez,yerine geçirilemez. Böyle olunca da kısır,noksan ve gösterişe dayalı uygulamalar yer alacaktır.

İslâmiyet ebedi ve sonsuz mahsulleri verirken,İslamiyetsiz her bir düşünce mevcudu da tüketecektir.

Her şeyde anarşiyi kaldırması gereken eğitim;fikirde,yaşayışta anarşiyi üreten bir hale dönüşecektir ki,İslâmiyet bu konularda menfiliklere karşı bir teminat ve bir sigortadır.

Beşinci olarak;Siyaset idare mekanizmasından ziyade,yalan politikası üzerine oturacak. yalan politikalarla insanları idare etmeye yönlenilecektir.

Bütün uygulamalar,İslâmiyet rayına oturtulduğunda her şey rayında giderken,o raydan bir anlık kopuş,hayattan kopuşa götürecek,kurtların sofrasına varacaktır.

7-5-1997

MEHMET ÖZÇELİK




OLAYLAR VE İBRETLER

OLAYLAR VE İBRETLER

BEDİR SAVAŞI : “Andolsun ki,sizler güçsüz olduğunuz halde Allah,Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise,Allah’dan sakının ki O’na şükretmiş olasınız.”[1]

Rabbimiz bundaki ibreti şöyle bildiriyordu:

“(Bedir’de) karşı karşıya gelen şu iki grubun halinde sizin için büyük bir ibret vardır. Bir grup Allah yolunda çarpışıyor,diğeri ise;bunları apaçık kendilerinin iki misli gören kafir bir grup. Allah dilediğini yardımı ile destekler. Elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır.”[2]

Böylece Rabbimiz bir çok ayet-i kerime de:”Akibet,netice ve sonuç müttakilerindir.” Yani Allah’a inanıp,ondan korkarak,günahlardan kaçınıp,ameli salih işleyenlerindir,buyurur.

Hüküm neticeye göre verilir. Netice hükmü belirler. İşte Bedir’de olan ve Kur’an-da anlatılan bu olaylar.[3]

“Allah,olacak bir işi yerine getirmek için (savaş alanında) karşılaştığınız zaman onları sizin gözlerinizde az gösteriyor,sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler,Allah’a döner.”[4]

“(Bunlar) Günahkarlar istemese de hakkı gerçekleştirmek ve batılı ortadan kaldırmak içindi.”[5]

“Attığın zaman sen atmadın. Ancak Allah attı.”[6] nass-ı katisiyle ve ehli tahkik umum müfessirlerin tahkikiyle ve umum ehli hadisin ihbarıyla,Gazve-i Bedir’de,şu ayet haber veriyor ki:

Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam bir avuç toprak ile küçük taşları aldı,küffar ordusunun yüzüne attı,-Şâhetil vücuh-“Kara olası yüzleri!”dedi. –Şâhetil vücuh-kelimesi bir kelam iken,onların her birinin kulağına gitmesi gibi,o bir avuç toprak dahi her bir kafirin gözüne gitti. Her biri kendi gözü ile meşgul olup,hücumda iken,birden kaçtılar.”

“Yani,”o hadise,kudret-i beşer haricindedir. Kuvve-i beşeriye değil;belki,fevkalade bir surette,kudret-i ilahiye ile olmuştur.”[7]

Böylece Bedir namlanıyor. Bedrin arslanları şiir ve destanlarda şanlanıyorlardı…

HELAK OLAN KAVİMLERDEN ALINACAK İBRETLER :

a) Kendilerine zulmeden,insanlara haksızlık eden (fir’avn ve kavmi gibi) toplulukları helak eden Allah;insanlar için:

“İşte bunda,ahiret azabından korkanlar için elbette bir ibret vardır. O gün bütün insanların bir araya toplandığı bir gündür ve o gün (bütün mahlukatın) hazır bulunduğu bir gündür.”[8]

O büyük mahkemede hiçbir şey karşılıksız kalmayacak,herkes büyük-küçük,az-çok,iyi-kötü her amelinden hesaba çekilecek,karşılığını görecektir.

b) Homoseksüel olan Lut kavminin bu günahlarına ceza olarak korkunç bir ses,sonra memleketleri alt-üst olmuş,sonra da üzerlerine taş yağmıştı.

Şuayb peygambere itaat etmeyen Eyke ve Medyen halkı ve Salih peygambere isyan eden Semud kavminin de helak olmasında:

“İman edenler için bir ibret vardır.”[9]

“Andolsun onların (Geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahibleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur’an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o,kendinden öncekileri tasdik eden,her şeyi açıklayan (bir kitaptır),iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.”[10]

“İşte haksızlıkları yüzünden çökmüş evleri! Anlayan bir kavim için elbette bunda bir ibret vardır.”[11]

“Onlar,yer yüzünde gezib de kendilerinden öncekilerin akibetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? ki onlar,kendilerinden daha güçlü idiler;(Ad ve Semud kavimleri) yer yüzünü kazıb alt üst etmişler,onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri,onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi;fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.

Sonunda Allah’ın âyetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanların akibetleri pek fena oldu.”[12]

Cenâb-ı hak dünya hayatında yaşayan ve gezen insanlar için bir çok ibretler bulunduğunu,ancak hep neticede de hakkın batıla üstün geldiğini,bir çok tarihi olayları şahit ve delil göstererek bizlerin ibret nazarlarına sunmaktadır.[13]

Kıssalar hisse içindir. Hisse almayan hissini teftiş etmeli veya ettirmelidir…

HZ. YUSUF ‘ UN HAYATI : İbretlerle dolu,çok derslerin alınacağı bir hayatın,bir hayatta toplanmasının hikayesidir. Tam bir hakikatlar mecmuasıdır.

“Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde (almak) isteyenler için ibretler vardır.”[14]

Özetle : babasının sevgisine mazhar olmuş Peygamber adayı,bir hile ile babasından alınmış,kuyuya atılmış,bir kervancı kafilesine satılmış,Mısır’a getirilerek Mısır azizine hizmetçi olarak verilmiş,Züleyha’nın iftirasına uğrayarak hapse atılmış,aileden uzak bir hapis hayatı içerisine terkedilmiş olarak on iki yıl kalmıştır. Masumiyeti anlaşılarak hapisten çıkarılmış,Mısır’ın mali işlerine bakarak Mısır’ın efendisi olmuştur.

Yedi yıl bolluk da,bol bol ofislerde depolama yapılmış,daha sonraki yedi yıl kıtlıkta her taraftan gelenlere yardım elini uzatmış,gelen kardeşlerini yanında alı koymuş,ağlamadan dolayı gözü kapanan babasına gönderdiği gömlek ile gözü açılmış ve tekrar ailesine kavuşmuş,Züleyha ile evlenmiş,bir çok çocuğa sahib olmuş ve bu saadetli anında iken Allah’dan ölümünü isteyerek:”Müslüman olarak canımı al ve beni salihler zümresine dahil eyle.”[15]diyerek,ahiretin gerçek saadetini,dünyanın suri saadetine tercih etmiştir.

Tam bir ibret tablosu,ders alana ve alabilene…

10-3-1996

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Al-i İmran.123.

[2] Al-i İmran.13.

[3] Enfal.42-43,45-47.

[4] Enfal.44.

[5] Enfal.8.

[6] Enfal.17.

[7] Mektubat. B. Said Nursi. 136-137,142.

[8] Hud.103.

[9] Hicr. 77.

[10] Yusuf.111.

[11] Neml.52.

[12] Rum.9-10,42,Secde.26,Fatır.44,Mü’min.21,82,Muhammed.10,Kaf.36-37.

[13] Bak. Ta-Ha.99,128,Hac.46,Furkan.40,Şuara.65-67,139,155-158,172-175,189-191,Ankebut.14-15,Yasin.31-32,Saffat.133-138,Zuhruf.55-56,Ahkaf.27-28,Zariyat.37-38,41,43,Kamer.13-16,51,Teğabun.5,Naziat.25-26.

[14] Yusuf.7.

[15] Yusuf.101,A’raf.126,Bak. Yusuf suresi.12.sure.




FERYATLAR – TEMENNİLER

FERYATLAR – TEMENNİLER

“Onlar=Rabbimiz,bizi iki defa öldürdün,iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (Bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır?derler.”[1]

“Şu muhakkak ki,Allah kâfirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır.

(Onlar)Orada ebedi olarak kalacaklar,(Kendilerini koruyacak)ne bir dost,ne de bir yardımcı bulacaklardır.

Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün=Eyvah bize!Keşke Allah’a itaat etseydik,Peygambere de itaat etseydik!derler.

Ey Rabbimiz!Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar,derler.

Rabbimiz!Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov..”[2]

“Onlar orada=Rabbimiz!Bizi çıkar,(Önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım!diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi?(Niçin inanmadınız?)Şimdi tadın(azabı)!Zalimlerin yardımcısı yoktur.”[3]

“Ve=Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık,(Şimdi)şu alevli cehennemin mahkumları arasında olmazdık!diye ilave ederler.

Böylece günahlarını itiraf ederler. Artık(Allah’ın rahmetinden)uzak olsun,o alevli cehennemin mahkumları!”[4]

“(Resulüm)de ki=Eğer biliyorsanız(Söyleyin bakalım),bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?

“Allah’a aittir”diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız!de.

Yedi kat göklerin Rabbi,azametli arşın Rabbi kimdir?diye sor.

(Bunlar da)Allah’ındır”diyecekler.Şu halde siz Allah’dan korkmaz mısınız!de.

Eğer biliyorsanız (söyleyin),her şeyin melekûtu(Mülkiyeti ve yönetimi)kendisinin elinde olan,kendisi her şeyi koruyup kollayan,fakat kendisi korunmayan(buna muhtaç olmayan)kimdir?diye sor.

“(Bunların hepsi)Allah’ındır”diyecekler. Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz?de.”[5]

“Kendilerine azabın geleceği,bu yüzden zalimlerin=”Ey Rabbimiz!Yakın bir müddete kadar bize süre ver de senin davetine uyalım ve Peygamberlere tabi olalım.”diyecekleri gün hakkında insanları uyar.(Onlara denilir ki=)Daha önce,sizin için bir zeval olmadığına,yemin etmemiş miydiniz?”[6]

“O gün zalimlere,özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lanet de onlarındır,kötü yurt da onlarındır!”[7]

“Nihayet onlardan (Müşriklerden)birine ölüm gelip çattığında=Rabbim!der,beni geri gönder;”

“Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş(ve hareketler)yapayım.”Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise,yeniden dirilecekleri güne kadar(süren)bir berzah vardır.”[8]

“Eğer Allah’dan bir lütuf size erişirse-sanki sizinle onun arasında(zahiri)bir dostluk yokmuş gibi.”Keşke onlarla beraber olsaydım da bende büyük bir başarı kazansaydım!”der.”[9]

“Onlara,şu iki adamı misal olarak anlat=Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş,her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış,aralarında da ekinler bitirmiştik.

İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş,hiç birini eksik bırakmamıştık. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık.

Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi:” Ben,servetçe senden daha zenginim;insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.”

(Böyle gurur ve kibirle)kendisine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi:”Bunun,hiçbir zaman yok olacağını sanmam.”

“Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem,hiç şüphem yok ki,(orada)bundan daha hayırlı bir akibet bulurum.”

Karşılıklı konuşan arkadaşı ona hitaben:”Sen,dedi,seni topraktan,sonra nutfeden(spermadan)yaratan,daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’ı inkar mı ettin?”

“Fakat o Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.”

“Bağına girdiğinde:Maşaallah!Kuvvet yalnız Allah’ındır,deseydin ya! Eğer malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan(Şunu bil ki=”

“Belki Rabbim bana,senin bağından daha iyisini verir;senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağ kupkuru bir toprak haline gelir.”

“Yahut,bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın.”

derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece,bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. “Ah,diyordu,keşke ben Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım!”[10]

“Biz,yakın bir azab ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkarcı kişi:”Keşke toprak olsaydım!”diyecektir.”[11]

“O gün,zalim kimse(pişmanlıktan)ellerini ısırıp şöyle der:Keşke o Peygamberle birlikte bir yol tutsaydım!

Yazık bana! keşke falancayı(batıl yolcusunu)dost edinmeseydim!”[12]

“Kitabı sol tarafından verilene gelince,o:Keşke,der,bana kitabım verilmeseydi

de,hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!

Keşke onunla(ölümümle)her iş olup bitseydi!”[13]

“Ancak yüz çevirip inkar edene gelince,işte öylesini Allah en büyük azab ile cezalandırır.”[14]

“(Ey Muhammed)Biz,senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki,o,bir temennide bulunduğunda,şeytan onun dileğine ille de(beşeri arzular)katmaya kalkışmasın.Ne var ki Allah,şeytanın katacağı şeyi ibtal eder. Sonra Allah kendi ayetlerini (Lafız ve mana bakımından) sağlam olarak yerleştirir. Allah,hakkıyla bilendir,hüküm ve hikmet sahibidir.

(Allah,şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki)kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için,şeytanın kattığı şeyi bir deneme(vesilesi)yapsın. Zalimler,gerçekten(haktan)oldukça uzak bir ayrılık içindedirler.”[15]

“Doğum sancısı onu(Meryemi)bir hurma ağacına (dayanmaya)sevk etti.”Keşke,dedi,bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!”[16]

“Bu durum devam ederken Adem,Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünki Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.”[17]

“İbrahim’in babası için af dilemesi,sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki onun Allah’ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca,ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.”[18]

“Nuh Rabbine dua edip dedi ki:” Ey Rabbim!Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.”

Allah buyurdu ki:Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.

Nuh dedi ki:Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen,ben ziyana uğrayanlardan olurum.”[19]

“ O geldiği gün Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır,kimi mutlu.

Bedbaht olanlar ateştedirler,orada onların(öyle feci)nefes alıb vermeleri vardır ki.

Rabbinin dilediği hariç,(onlar)gökler ve yer durdukça o ateş de ebedi kalacaklardır. Çünki Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır.”[20]

“ Ehli kitaptan her biri,ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet gününde de o,onlara şahit olacaktır.”[21]

“ Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini yahut Rabbinin bazı alametlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabbinin bazı alametleri geldiği gün,önceden inanmamış yada imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki,bekleyin,şüphesiz bizde beklemekteyiz!”[22]

“ Biz,israiloğullarını denizden geçirdik. Ama Fir’avn ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takib etti. Nihayet(denizde)boğulma haline gelince,(Fir’avn):” Gerçekten,israiloğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de müslümanlardanım.!”dedi.

Şimdi mi(iman ettin)! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.”[23]

Fir’avn-ın adı;Kayus veya Velid ibni Mus’ab ibn er-Reyyan.[24]

“ Yunus’un kavmi müstesna(halkını yok ettiğimiz ülkelerden) her hangi bir ülke halkı,keşke(kendilerine azab gelmeden)iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus’un kavmi iman edince,kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre(dünya nimetlerinden)faydalandırdık.”[25]

“ Azabımızı hissettiklerin de bir de bakarsın ki oralardan (azab bölgesinden) kaçıyorlar!

“Kaçmayın!İçinde bulunduğunuz refaha ve yurtlarınıza dönün! Çünki size sorular sorulacak!”

“Vay başımıza gelenlere !dediler;gerçekten biz zalim insanlarmışız.”

Biz kendilerini,kuruyup biçilmiş ekine,sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu feryatları sürüp gider.”[26]

“Artık,bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi,kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir. Şüphesiz onlar,kendilerini endişeye düşüren bir korku içindeydiler.”[27]

“Onlar,kıyamet gününün ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar? Şüphesiz onun alametleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar!

Bil ki,Allah’dan başka ilah yoktur.(Habibim!)Hem kendinin hem de mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah,gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.”[28]

“Allah İMHAL eder,İHMAL etmez.”der Bediüzzaman.

Nitekim Allah Kâfirlere[29],Müşriklere[30],Münafıklara[31],Zalimlere[32],Ve Şeytana olan mühleti[33],Kur’an-da beyan buyurmuştur.

Bu onlara bir mühlet ve süre veriştir. Yoksa onların yaptıklarının ihmal ve göz ardı edilmesi değildir.

“Nihayet onu da(Fir’avnı)ordularını da yakalayıp denize attık,bu sırada kendini kınayıp duruyordu.”[34]

“Şimdi eğer dayanabilirlerse,onların yeri ateştir. ve eğer(tekrar dünya ya dönüp Allah’ı)hoşnut etmek isterlerse,memnun edilecek değillerdir.”[35]

“Allah kimi saptırırsa,bundan sonra artık onun hiçbir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde zalimlerin:Dönecek bir yol var mı?dediklerini görürsün.”[36]

“Elleri boyunlarına bağlı olarak onun (cehennemin)dar bir yerine atıldıkları zaman,oracıkta yok oluvermeyi isterler.

(Onlara şöyle denir=)Bugün(yalnız)bir defa yok olmayı istemeyin;aksine bir çok defalar yok olmayı isteyin!”[37]

“Ey Malik!(cehennem bekçisi) Rabbin bizim işimizi bitirsin!diye seslenirler. Malik de:Siz böyle kalacaksınız!der.

Andolsun biz size hakkı getirdik,fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.”[38]

“Kimin de kitabı arkasından verilirse,derhal yok olmayı isteyecek;alevli ateşe girecektir. Zira o (dünyada) ailesi içinde(mal-mülk)sebebiyle)şımarmıştı.”[39]

7-12-1997

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Mü’min.11.

[2] Ahzab.64-68.

[3] Fatır.37.

[4] Mülk.10-11.

[5] Mü’minun.84-89.

[6] İbrahim.44.

[7] Mü’min.52.

[8] Mü’minun.99-100.

[9] Nisa.73.

[10] Kehf.32-42.

[11] Nebe’.40.

[12] Furkan.27-28.

[13] Hakka.25-27.

[14] Fecr.23-24.

[15] Hac.52-53.

[16] Meryem.23.

[17] Bakara.37.

[18] Tevbe.114.

[19] Hud.45-47.

[20] Hud.105-107.

[21] Nisa.159.

[22] En’am.158.

[23] Yunus.90-91.

[24] Bkn.Tefsir-i Kebir. F.Razi. terc.heyet. 10 / 531. Fir’avn-la ilgili bakn.zafer der. Nisan.1986,Mayıs-1983.sayı.77,Cesedinin yeri Keşşaf adlı tefsirden tesbit edilmiştir.Yunus.92,Feyizler.M. Özdağ. sh. 263.

[25] Yunus.98.

[26] Enbiya.12-15.

xxvı Sebe’54.

[28] Muhammed.18-19.

[29] Al-i İmran.178,En’am.44,A’raf.182-183,186,Yunus.11,Hud.8,Ra’d.32,Hıcr.2,Meryem.75,83-84,Enbiya.39-40,Hacc.44,Lokman.24,Şura.21,Mürselat.46,Tarık.17.

[30] Kehf.58-59,Ankebut.53,Zümer.8,Kalem.44-45,Mearic.42-43,Müzzemmil.11.

[31] Bakara.15.

[32] Hud.100-102,İbrahim.42-43,Nahl.61.

[33] A’raf.14-15,Hıcr.36-38,İsra.62,Sad.79-81.

[34] Zariyat.40.

[35] Fussilet.24.

[36] Şura.44.

[37] Furkan.13-14.

[38] Zuhruf.77-78.

[39] İnşikak.10-13.




İNSANLARI VE İNSANLIĞI KATLEDENLER

İNSANLARI VE İNSANLIĞI KATLEDENLER

Bu asırda insanlar hem madden hem de manen katledilmektedirler. Her iki zulmede sahne olunmaktadır.

Maddi hayatları hunharca,vahşice katledilmektedir. Aslında bu,küfrün yıllarca birikmiş olan kusmuğu ve hıncıdır.

İnsanlık,insan hakları tellallığı yapanların,yüzsüz yüzlerini örtmeğe çalışıp,zulmü görmemelerinin faturası kişi ve toplum açısından çok güç olacaktır. Zira;”Küfür devam eder,Zulüm devam etmez.” Ve;

“Zalim Allah’ın kılıncıdır. Onunla intikam alır,sonra ondan intikam alınır.”hakikatı tecelli etmektedir.

Milyonlarca insan;Bosna’da,Çeçenistan’da ve daha bir çok İslam memleketlerinde katledilmiş ve de katledilmeye devam edilmektedir. Akibet;Rus’un akibetine ve de daha hazinine elbette dönecektir.

Gerçek olarak;”Akibet müttakilerindir (Allah’dan hakkıyla korkanlarındır)”[1]

Bu maddi kayıplarla beraber,birde manevi yani insanların ve insanlığın ebedi kaybı vardır ki;hiçbir maddi ölçüyle ifade edilemeyecek derecede büyük bir kayıptır.

Kimdir üstün? İnsanların ebedi hayatlarını kaybettirenler mi? Yoksa insanların ebedi hayatlarını kurtaran ve kurtarmaya çalışanlar mı?

Dünyadaki bütün gayretler insanların ebedi hayatlarını kaybettirme yönünde,çarkta o yönde dönmekte ve döndürülmektedir.

Evvela insanların yaptıklarının isabetli olması ve olabilmesi için,kendilerinin isabetli olması gerekir.

Kaderin adaletine rağmen,insan her vesile ile zulmeder.

Maalesef,maddeyi kıble edinip,maneviyatı unutan insanlık;başka değil,madde ve maddeleri tarafından boğulmaktadırlar. Oysa;maddiyat maneviyatla kaim,maneviyat maddiyatla daimdir.

Namus duygusu olmayan bir insanın ve bir toplumun namusa ve namusluya bakış açısı ve değerlendirmesi ne kadar ve nasıl olabilir?

Kahraman Maraş’ta yaşandığı gibi… Eskiden fransız namusumuza hakaret ederdi. Her halde şimdi ona pek de gerek ve iş kalmadı? Çünkü şimdi dünyada fransız marka ve fransız yapılı bir nesil ve toplum bu işi yapmakta,onlara devredilmiş gibi görülmektedir.

İşte katledilen nesiller ve katledenler…

Dünyada kimler kimi aramakta? Katiller mi aranmakta? Yoksa katiller mi öldüreceklerini aramaktadır? Ne hazin!

Dünya;insan yiyen ve insan katleden bir makine. Akside mümkün…

Evet,dünya kaybetmek için değil,kazanmak için kurulmuştur.

Şu insanların haline baktığımızda;bileniyle,bilmeyeniyle her kesin gündeminde kısır çekişmeler,dar görüşler ve dar düşüncelerle dolu… Alemimizden İslâm küsmüş ve de küstürülmüş. Yerini siyaset,para,madde,ekonomi gibi görüşler almış. Ancak yerine oturmamış,sadece meşgul etmekte.. manevi ve uhrevi esaslar ve düşünceler tecrid edilip,yerini oyalayıcı teoriler almıştır.

“Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkilabat-ı içinde en yüksek gür sadâ İslâmın sadâsı olacaktır.”

9-5-1995

MEHMET ÖZÇELİK

[1] A’raf.128,Hud.49,Taha.132,Kasas.83.




GEÇMİŞTEN GELECEĞE DP

GEÇMİŞTEN GELECEĞE DP

CHP-nin açmış olduğu maddi ve manevi büyük boşluğu bir nebzede olsa Adnan Menderes-in başkanlığı altında ortaya çıkan DP;(Demokrat Parti) milletin bu boşluğuna cevap vereceğini va’d ederek,ilkini yıllardır Türkçe olarak,zorla;”Tanrı uludur”ulumasını yaptıran zihniyetin tahribini tashih ederek,bin dört yüz yıldır ezanı Arapça aslına döndürmüş,toplumun gönlünde taht kurmayı başarmıştır.

Milliyetçi,muhafazakar,müsbet insanlara teveccüh etmesi,siyasette gündemi oluşturmayı başarmıştır.

CHP-nin içinden çıkan bu parti kurucuları milletin nabzını ilk etapta tutmayı başarmışlardır.

Küplere binen tek partinin tek milli şefinin karşısına böyle bir rakibin çıkması onu pek endişelendirmiyor ve emin bir şekilde;

“Hükümet oldunuz ama iktidar değilsiniz.”diyen İnönü,rakipsizliğini devam ettiriyordu,devlet kademelerindekilerle ve orduyla…

Ve o tek parti döneminde;Kızılay çadırları kayboluyor ve “halka karneyle cebe alabildiğince”giden ve maliyeti 8-10 lira iken 100-150 liraya gayet çoklukla gidiyor ve bulunuyordu.[1] Kısaca,milletin ekmeğiyle oynanmaktaydı.

Halk bir nebze nefes alırken,bir yandan da nefes kesici uygulamalar sürdürülmeye devam ediyordu. Zulüm yerini,kin ve nefretle dolu diğer bir zulme terkediyordu.

Menderesi bir anda tanıtıp alkışlatan bu manevi sahada gösterdiği müsamaha ve müsaade ile beraber,manevi mimarların desteğini alması ayakta kalmasına ve hükümetini devam ettirmesine en büyük amil teşkil ediyordu.

Ve artık maddi ve manevi gelişmenin penceresi 1946-daki engelleme,CHP-nin oyunu ile 1950-de başlamış oluyordu. Başarının ilk adımı böylece atılmış oluyordu. Şimdi ise,mesele onun devamına kalmıştı. Acaba devam edecek miydi?

Saltanat sahipleri yerlerini yeni sultanlara devredecek,buna göz yumacaklar mıydı? Durum meçhuldü.

1946 seçimlerin hileli olarak oyları imha edip ortadan kaldıran CHP,bundan sonrakinde de başarısız olunca Menderes-i ipe götürerek halledeceğini zannediyordu. Oysa yanılıyordu,artık kapılar açılmıştı.

21-Temmuz-1946’daki hile CHP’ye kazanç sağlamadı. Zira 46-da CHP 395, DP ise 62 milletvekili gösterilirken,aslı DP 270,CHP ise 186 idi.

4 yıl sonra 14-Mayıs-1950’de DP yüzde 53-lük oy oranıyla 487,54-de ise yüzde 56,6 oy ile DP 541,milletvekilliğinden 503-ünü kazanmıştı. 57-de DP yüzde 47.7 oyla yine iktidar oldu.[2]

Demokrat Parti halkı arkasına almış,onların da katılımını sağlamak istiyordu. Bu amaçla Menderes:”Eğer millet şeriatı,hilafeti isterse,olur ve öyle idare edilir.”diyordu.

Bu makul söz,makulsüz çevrelerce tepkilere sebeb oluyordu. Bahane arayanlar bahanelerine –mal bulmuş mağribi gibi- dört elle sarılıyor _laiklik elden gidiyor-yaygaralarına başlıyorlardı.

Giden laiklik değil,kendi saltanatları idi.

Menderes aleyhine her türlü entrikaları çevirdiler. Netice de onun,dolayısıyla milletin başını yemiş oldular. Sonuç ihtilal ve idamla neticelenecekti.

DP burada en büyük gafını yapmıştı. Dünyanın hiçbir yerinde kanunla korunmayan kimseler bizde 5816 sayılı kanunla –Atatürkü koruma kanunu-çıkarmıştı. Oysa kişiler kanunla değil,gönüllerde korunurdu. Yine de yaranamamıştı.

Nisbeten de olsa arkasındaki manevi desteği kaybeden DP;düşüşün sarsıntılarını geçiriyordu.

27-Mayıs-1960 darbesiyle de DP tarihe kavuşuyordu.

27-Mayıs genç subaylar tarafından yapılmış olup,CHP-nin kışkırtması ve ordunun karışıklıkların olgunlaşmasına göz yumması,1,5 yıl sonra seçim yapılacağı Menderes tarafından bildirilip,öğrenci olaylarında ve kışkırtmalarla bir iki kişinin öldürülmesi bahane edilerek;seçime ve halka karşı yapılmış olan bu darbe,daha sonra yapılacak olan iki darbeye ve 28 –Şubat-1997 gizli darbesine de kapıyı açmış oldu.

Bunun hakkında Y. Öztuna şöyle der:”27-Mayıs-1960 ihtilali oldu. 900 yıllık Türkiye tarihinin en çirkin ve devlete en çok zarar veren cunta darbelerinden biridir. Süleyman Paşanın 1876 darbesi örnek alınarak yapıldı. Arkasında CIA olduğu halde,sonuçta Türkiye ye kominizmi getirdi.

İhtilal hiç şüphesiz muhalefetin,basının ve milletten kopmuş aydınların teşviki neticesidir.”[3]

“27-Mayıs CHP-nin eseridir.”diyen[4] Rasim Cinisli devamla;”27-Mayıs,devletin kaburgalarını,rejiminde belini kırıp,toplumun soluğunu kesmiştir.”

27-Mayıs-60 ihtilalinde Türkeş’de vardı.[5] Bunlar 14 milli birlik komitesi üyelerinden idiler ve Türkeş Cumhuriyet gazetesinin yazarlarından Cevat Fehmi Başkut’a;” Ezan ne zamanki Türkçeden Arapçaya çevrildi. İşte o günlerde ihtilale karar vermiştik.” diyordu.[6]

27-Mayısı her ne kadar ordu yapsa da,onlara davetiye çıkaran İnönü idi.[7]

Ordu;bu milletin evlatlarının içerisinde bulunduğu bir kurumdur. Milletle bütünlük arz etmemesi mümkün değildir.

Yani;ibadet genelgeleriyle,[8] lojman ve ordu evlerine girişlerde tesettür genelgeleriyle sıkıntı verilmesi[9],mağdur edilmesi,orduyu milletten koparıcı,soğutucu uygulamalar olup,fayda değil,zarar sağlar.

Osmanlıda askere düşman karşısında bulunmasından,yanındaki şehid olan arkadaşını görmüş olmasından Alay müftüleri,Tabur imamlarınca moral veriliyordu, Hamidiye alayları bu moral ve imanla ayakta duruyordu.

Aynı durum şimdide geçerli olmakta,lüzumu görülmektedir.

“Artık 27-Mayıslar olmasın”diyen[10] Ayhan Songar;İstanbul emniyetinde görev alan yüzbaşı Eşref Dirlik’in arkadaşlarını şöyle dediğini anlatmakta:”Darbeyi geçit resmi yapar gibi başaracağız ama merak ediyorum,bu bitli yorganı sonra sırtımızdan nasıl atacağız?” ve Amerikalı gazetecinin de ihtilal konusunda şöyle dediğini nakleder:” En iyi askeri idare en kötü demokratik rejimden daha kötüdür.” Demek ki biz hala öğrenememişiz!

30-Haziran-1960,yüksek soruşturma kurulu. 14-Ekim-1960,yassı ada mahkemelerinin başlaması… ve 13-Aralık-1960 kurucu meclis… 11-Ocak-1961 AP-nin kurulması… gerçekleşiyordu.

AP DP-yi devam ettirmeye çalışıyordu. hasenatları ve seyyiatlarıyla…

Olayların seyri değişmiş,yıkılışlar,çıkışlar,çöküşlerle devam etme seyri içerisinde devam ediyordu.

Kader hakim,insanlar mahkum,işler belirsiz ve meçhullükler içerisinde dengesizliğini devam ettirerek sürüyordu.

Her şey köşe kapmacalarla sürüp gidiyordu. Büyük bir zaman ve iş kaybı içerisinde… Kimin ne yapmak istediği bir belirsizlik içerisinde sürüyordu.

Zemin kaygan bir zemin üzerine oturmuştu. Kaymalar ve kaydırmalarla devam etmekteydi. Bu arada demokrasi adına bir çok yanlışlıklar da yapılmakta idi. Demokrasinin aldatmacalığı kendisini gösteriyordu. Stirner-e göre;

“ Halk temsilcilerini seçtiği için hürdür.” diyorlar,bu öküzün istediği kasabı seçmesi gibi bir şey. İktidarını devretmek,onu kaybetmektir.[11]

12-Eylül-1980-den sonra yeni bir dönem başlıyordu. Değişik bir dönem . Değişen dönemde partide yerini DYP olarak (Doğru Yol) alıyordu. Doğru yolu bulmak,doğru yolda ilerlemek amacıyla …

Ama öyle oluyor muydu? İstikametini devam ettirebiliyor muydu? Doğru yolda olmak önemli olmakla beraber,onu devam ettirmek onun kadar ve ondan daha önemli idi. Ancak bazılarına yaranmak uğruna içte de ortağının bir çok menfiliklerine göz yumuyor,dışta,Amerika,İsrail gibi devletlere tavizler veriliyordu.

Ezan,bayrak,seslenişleriyle,yapılanlar arasında bir uyumsuzluk gözleniyordu.

Hasta hala ameliyat masasında derdine derman bulamadan yatıyordu. Bazen komaya giriyor,bazen gözünü açıp konuşuyor,ancak hala ameliyat masasında kalmaya devam ediyordu.

Hasta için yazılan reçeteler,verilen ilaç diriltici bir fayda temin etmiyordu,hiçbir parti tarafından…

Demek ki,bu işin yolu partilerden geçmiyordu. Hastayı kaldıracak deva,diriltecek diriltici soluk ve nefes partiler üstü bir seviye ve makama nasib olacaktır.

Teveccüh iltifata tabidir. O halde meselenin çözümü ve püf noktası siyasilerden teveccühün ve iltifatın çevrilmesi iledir.

Siyasette hastadır. Evvela kendi derdine derman bulmalıdır.

Kelin ilacı olsa,önce kendi kafasına sürermiş… Öncekiler gibi,şimdikiler de Bediüzzamanın şu sözüne kulak vermelidirler; Süleyman Hünkar adlı talebesinin;”Efendim ben dalalette (tereddütte) kaldım.”dedim.

“Halk Partili mi olam,yoksa Demokrat Partili mi olam.”dedim.

(Elini kenara silkeleyerek) “Halk partisini şöyle bırak,onlar geberdi.”dedi.

“Demokratlar,eğer sözümü tutarlarsa bir şey olmayacak.”Bir ayet okudu.”Bunu tatbik ederlerse aydınlığa gidecekler.”dedi. Sözümü tutmazlarsa,inadın üstüne ölüp giderler.”dedi.

“Hiç korkma kardeşim,siz dindar kişisiniz,size kimse bir şey yapamaz. Siz benim tasarrufum altındasınız,siz bin efesiniz”dedi.” yani senin gibi bin tane,sözüne sadık anlamında. Yoksa kılıçlı,silahlı efe gibi değil.[12]

O halde Demokrat şimdiki DYP-liler kendilerinin nerede,ne yapmakta olduklarını bilmelidirler.

Halka kulak vererek;doğru yolda olup olmadığına bakmalıdırlar.

DP,AP;DYP ye oy verilmesindeki bir sebeb de;halkı yeterli derece de temsil etmiş olmalarından ziyade,Bediüzzamanın da tesbitinde belirttiği gibi;CHP kol keserken,bunlar parmak kesmektedirler. Bir Ehven-i şer olarak telakki edilmektedir.

-Bediüzzamanın kendisinden İslam kahramanı olarak bahsettiği[13]Menderesin en büyük büyüklüğü;Allah demenin yasak edilip,hürriyetin alındığı dönemde,kendisinin Allah diyerek,o kapıyı da açmış olmasıdır.

O “Sefaletin bulunduğu yerde hürriyet olamaz.”sözünü hürriyet aşkıyla şöyle ifade ediyordu:”Hürriyetin olduğu yerde sefalet olamaz.”[14]

O dönemde hem içte açılma,hem de içten dışa açılma gerçekleşmeye başlamıştı. Zincirlerin bir iki halkası kırılmıştı. Halka ve köylüye yönelmişti.[15]

Menderes 20 yaşında Milli mücadeleye katılan zeki ve dinamik bir teğmen idi.

Aydın’ın kurtarılmasında ve İncirli ova baskının da milislerin başında bulunan Menderes;[16]büyük başarı ve kahramanlıklar göstermişlerdir.

Menderes diğerleri gibi sadece lafta milletin içinden çıkmamış,hakiki olarak halkın tercümanlığını üstlenmişti.

Bizlerin bu durumlara gelmemize temelde onların büyük hizmetleri olmuştur. Milletleri için fedakarlık yaptılar.[17]

Devlet gemisi milletin istemediği rıhtımlara,değişik isteklere götürülmekle,milletin rağmına bir hareket içerisine giriliyor. Tam bir tezat ve ters istikamet..

İşte böyle bir durumda Menderese yapılanların bir cinayet olduğu şu ifadeden de anlaşılmaktadır: Salim Başol Menderes-e karşı;

“Ne yapalım… Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor.”

Ve her şey ona göre hazırlanmış ve planlanmıştı.

Asker ihtilalle onu tersleyip atsa da;o milletin gönlünde yer almıştı. Çünki o hem geçmişine yani Abdulhamidin ailesine sahib çıkmış,maddi yardımda bulunmuş[18] ,hem de milletinin önünü açarak onlara sahib çıkmıştı.

Onu kıskaç altına alanlar hem iç den hem de dıştan bunu sürdürüyorlardı. Tıpkı Abdulhamide yapılan senaryolar gibi…

Geçmişten günümüze bahane ve darbe sebebleri hep bulunmuş,bulunmakta ve bulunacaktır. Ermeni meselesi,Bizans,Celali ve Şah İsmail isyanları,şark meselesi,hasta adam,ezanı aslına çevirme olan Menderes dönemi,irtica,laiklik,Atatürkü koruma kanunu,163. madde,aşırı dinci,sünni-alevi,Türkçü-kürtçü,şeriatçı,PKK,İslamcı,kominist,marksist,faşist,vs..vs..yıkma bahanelerinden…

Menderesin idamı,milletin ve haklarının asılması ve askıya alınmasının bir ifadesidir.

24-12-1994

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Kastamonu müftüsünün hatırasından.bak.zaman gaz.25-12-1995.

[2] Bak.zaman gaz. 15-5-1998.

[3] Türkiye gaz.12-11-1991.

[4] Türkiye gaz.29-5-1996.

[5] Agg. 27-5-1996.

[6] Agg.3-8-1995,zaman gaz.27-Mayıs-1994.

[7] Zaman gaz.27-5-1996.

[8] Agg.27-3-1996.

[9] Türkiye gaz.13-6-1996.

[10] Agg.5-6-1996.

[11] Pınar derg.sayı.74-78,şubat.sh.10.

[12] Son Şahitler. N. Şahiner. 2 / 273.

[13] Tarihçe-i Hayat. B. Said Nursi. 544.

[14] Bak.zaman gaz.16-5-1998.

[15] Geniş bilgi için bak. Türkiye gaz. Y. Öztuna.12-11-1991.

[16] Agg.13-9-1995.

[17] Bak.Sur derg. 1988-Eylül.sh.18-20,zaman gaz.11-9-1995,13-9-1995.

[18] Bak.zaman gaz.17-9-1994,Türkiye gaz.18-9-1995.




İFLAS ETMİŞ BİR İDEOLOJİNİN HAYAT HİKÂYESİ

İFLAS ETMİŞ BİR İDEOLOJİNİN HAYAT HİKÂYESİ

“Hürriyet ağacı,ancak zalimlerin kanıyla sulanınca gelişir.”

Zaman karanlık,dünya karanlık,sema ve zemin iki kardeş de hakeza…

Feryadı semaya çıkan arzın vaveylası katre katre durmadan muhtelif şekillerde yağmur,kar,tipi ve bazen de kırmızı fehlen olarak arza takattur edip,damlalar halinde nüzul ederek,iniyordu. Bu iniş insanlara bir rahmet,bir şefkat eseri olmayıp,arzın zulmet ve isyanını yine arza pahalıya satmak,madden gayet fakir bir halde bırakırken,manen de fetret karanlıklarında,buhran içerisinde bırakarak,kanadı kırılmış bir kuş,kendi öz vatanından kovulan,topraklarının inbat edip bitirmiş olduğu mahsulattan mahrum bir durumda bırakılan,kafese sokulmayı asla istemeyen,ruhu pahasına da olsa buna rıza göstermeyen yaralı bir arslan gibi…

Her taraftan ümit kesilmiş,tutunacak bir daldan bile meded uman bu asrın müslümanı girmiş olduğu maddi mücadele de dahi ecdadının kendisine emanet ettiği emanet de emin olduğunu bizzat;vücudunu açılmaz bir duvar,kanını ise bunun harcı yapmakla düşmana bir daha gereken dersini vermeyi başarmıştır. Vatanını muhafaza hususunda gerektiğinde dişini kazma,parmaklarını ise kürek yapıp,gayesine ulaşmak için işini geciktiren,kendisini engelleyen,yaralı olan kol ve bacağını koparmakta perva göstermemiştir.

Memleket kendisine mezar olmadan,düşmana gülzâr olmamıştır.

Bunun kahramanlarından Muhammed Özçelik meşhudatını şöyle anlatmaktadır:

Asırlardır Osmanlının vücudunu kemirmeye başlayan kurt,bir daha kemirmeyi denemek için,fakat bunun kendileri lehine çözümlenecek bir son olması arzusuyla her yönden saldırıya geçmişti. Manen çürük olmakla beraber,madden mücehhez bir durumdaydı… Bizde ise;madden yıkık,manen ise,asliyetini koruyamamış bir durumda…Zira düşman asırlardır mağlup edemediği hasmının can damarını teşhis etmiş,hücumunu iki kanaldan ve iki kanattan sürdürmüş ve de sürdürmeye devam etmekteydi. Buna rağmen fiiliyatta olmasa da,imanındaki bir zerre ile de kainata meydan okumuştur.

Açlık,susuzluk ve soğuğun her tarafı istila ettiği bir gün bizden de eli silah tutanların cepheye gelmeleri istendi. Bizlerde bu emre tabi olarak bine yakın kişi mağduriyetler içerisinde yaya olarak yola çıktık. Bu yolculuğumuzda garib bir hadiseyle karşılaştım:

Ciğerleri parçalayan bu hadise;yolda istirahat için konakladığımızda bazıları ayakkabılarını çıkararak başlarının altına koyarak,kaybolmasından korkar bir vaziyette uyuyorlardı. Sonradan gördük ki;açlığın vermiş olduğu elim elemle ayakkabıları dahi kaynatıp yemek suretiyle az dahi olsa o öldürücü vaziyetten kurtulmak için bu durum tercih ediliyordu. Bu acı durumlar içerisinde merkeze ancak beş yüz kişi varabildik. Açlık,kıtlık,soğuk bizi düşmandan beter kırmıştı…

Merkezde pek şa’şaalı bir surette olmamakla beraber gerekli techizatın bulunamaması veya kifayet derecede olmaması,buna mukabil vatanın en küçük bir parçasını bile düşman çizmeleri altında bırakmamak,ecdad kanıyla yıkanan o pak toprağı düşmanın tecavüzatına karşı muhafaza etmek maksadıyla bir telaş,bir gayret,cepheleri takviye etmek üzere nefer gönderme işleri hızla sürdürülmekteydi.

Bende emrime verilen neferlerle yıkılan ve yakılıp,müslüman halkı câniyane bir şekilde öldürülen,köyleri muhafaza etmek maksadıyla görevlendirildim. Yanımda aynı mahallede büyüyüp oynadığımız memlekettaşım Bıçakçı Ali’de vardı. Kendi köylerimizden olan bir müslüman köye vardığımızda dehşet verici,tüyle ürpertici durumlarla karşılaşmıştık. Köy halkı büyük bir eve doldurulup,kapısı kapatılarak ev yakılmak suretiyle diri diri yakılarak ölüme sevk edilmişlerdi. Çıkmak isteyenler ise,silahlarla taranarak öldürülmüşlerdi.

Bir zamanlar köyün bir nevi bekçiliğini yapan köpekler,köye meydan okuyan kurtlar artık vazifelerini bu cani olan insan suratlı hayvanlara devrederken,bunların kendilerini fersah fersah geride bırakmalarından utanarak selameti daha ilerilere kaçmakta bulduklarından pek onlardan da bir eser yoktu. Yalnız bir şey vardı;

Semâ’nın ağlayışı… Diğer taraftan denizlerdeki balıkların kendi istirahatlarını selb eden bu zalimlerden şikayetleri…

Varmış olduğumuz diğer bir köyde de böyle vahşiyane bir durumla karşılaşmamız çehremizi değiştirmiş ve bizleri şu neticeye vardırmıştı: Mukabele anında misilleme. Teslim olduklarında,teslim alıp karargaha getirmek idi. Çünki biz onlar gibi yapamaz ve onlar gibi olamazdık.

İlk vardığımız bir ermeni köyüne geldiğimizde köyü gayet sakin bulduk. Bu durum köyde kimsenin olmadığını gösteriyordu. Fakat tamamen kimse yok değildi! Ya bir kedi veya bir tavuk…

Evlerde kimse olmadığına göre nereye kaçmış olabilirlerdi? Ancak zamanın kış olması,etrafın karla dolu olmasından dolayı karlar üzerindeki ayak izleri tamamen silinmemiş olmasından nereye gittiklerini bize göstermiş oluyordu. İzi takiben yola koyulduk. Fakat oda neydi? Biraz ilerde beyaz bir beze sarılmış bir şey! Biraz daha yaklaştığımızda kundağa sarılmış bir çocuk olduğunu anladık. Bu bir gayrı müslim çocuğu da olsa masum olduğu için korumamız dini bir vecibe idi. Zira Kur’an-ı Kerim-de:”Bir kişinin yaptığı bir hatadan dolayı (onun yakınları,akrabaları) mesul olamaz.”[1]

Aynı zamanda bir gemide on kişi bulunsa,dokuzu cani biri masum olsa kanunu adaletle o gemi batırılmaz. Dokuzu masum biri cani olduğunda ise hiçbir suretle batırılamaz,zulüm olur.

Hançerli Ali’ye bir bakmasını söyledim. Baktığında kundağa sarılmış bir oğlan çocuğu idi. Yarın buda büyüyecek,babaları gibi namluyu bize çevirecek idi. Onunla uğraşacak halimiz yoktu. Annesinin terk ettiği çocuğu,bizde kendi haline terk ettik.

Şunu da bilmek gerektir ki:”Her doğan İslam fıtratı ve yaratılışı üzere doğar. Ancak daha sonra anne ve babası onu hristiyan veya yahudi veya mecusi yapar.” Bu çocuğunda ihtida edeceği bizce meçhul olduğundan hakkında yinede bir şey diyemezdik. Bir çocuk on beş yaşından evvel ölse-hangi dinde olursa olsun- o cennetliktir. Ancak on beş yaşından sonra başka bir dinde olupta İslâmiyete girmeden ölecek olsa,gayrı müslim muamelesi yapılır. Zira artık büluğa erip,hak ile batılı,iyi ile kötüyü birbirinden ayırd edecek bir vaziyette olduğundan mükellef durumundadır.

O halde bizlerde Peygamberimizin tatbikatını kendimize şiar edinmeliydik. Yani,ağaçları yakıp kesmemeli,çocuk ve kadınlara dokunmayarak,hayvanları,malları telef etmemeliydik. Zira süt emen çocuklar,ağzıyla ot otlayan hayvanlar ve beli bükülmüş ihtiyarlar belanın def’ine vesiledirler.

Düşünceli,birazda sıkıntılı bir halde karlar üzerindeki ayak izlerini takip ede ede nihayet bir mağaraya kadar vardık. Mağaraya girdiğimizde köy halkının burada bulunduğunu gördük. Erkek,kadın ve çocuk olmak üzere atmış-yetmiş kadar kişi vardı. Üzerlerinin aranmalarını söyledim. Hepsi aranmış,ancak birkaç kişide tabanca vardı. Neticede hepsini önümüze katarak esir olarak karargaha götürüyorduk. Yolda giderken aralarından bir genç,iri vücutlu,diğer tabirle babayiğit biri biraz geri kaldı. Bana yaklaşarak;

-Bizi nereye götürüyorsunuz? dedi.

Bir esirin böyle bir cür’ette bulunması canımı gerçekten sıkmıştı. Sert bir tavırla yerine gitmesini söyledim. Gitti fakat bazen durup yan gözle bakması dikkatimi çekmiş,biraz da şüphelenmiştim. Nihayet tekrar aynı soruyu sormuş ve aynı cevabı almıştı. Artık tamamen niyetinin kötü olduğunu anlamıştım. Yavaşça tabancamı çıkararak önüme koymuş,en küçük bir hareketinde ateşe hazır bir vaziyette bulunmaya başladım.Tekrara yavaş yavaş diğerlerinden geri kalıp elini koltuğuna doğru götürerek üzerime doğru tam saldıracağı sırada,önceden hazır bulunduğumdan kurşun çoktan yerini bulmuş,kendisi bir tarafa,silahı diğer tarafa düşmüştü. Yere düşerken de –Af edersiniz- demeyi de ihmal etmemişti.

Demek ki silahı koltuğunun altına saklamış,ölümle karşılaştığında yani kendi tatbikatları olan toptan yok etmeyi bizlerinde tatbik edeceğimiz zannıyla bu durumu tercih etmişti. Bunları karargaha teslimden sonra tekrar başka bir köye gitmek üzere yola çıktık. Fakat bu seferki ceviz sert çıkmıştı. Çünki bizden sayıca çok fazla olan Rus askerleriyle karşılaşmıştık. Uzun bir karşılıklı atışmadan sonra bizden hayli şehid vermiştik. Gerçi düşmandan da en az o kadar vardı. Fakat fazla olduklarından zor durumlara giriyorduk. Artık dayanacak halimiz kalmamıştı. Zira üç kişi kalmıştık.Arkadaşlara geri çekilip kaçmalarını söyledim. Ben de birkaç dakika kadar daha mukavemetten sonra atla arkamızda bulunan ormana daldım. Ancak kurtulabilirsem,bu şekilde kurtulabilirdim. Gerçi iki yerimden ağırca yaralıydım. Fakat bir an evvel karargaha gidebilir,kurtulabilirdim. Arkamdan Rus askerleri geliyorlardı. Amma ormanda kendimi kaybettirebilirdim.

Fakat hayret! Nasıl olurdu? O yemeyip de yedirdiğim,gece gündüz bir evlat gibi baktığım Şahin’im yavaşlamıştı. Yel gibi uçan Şahin’im uçmaya çalışıyor,lakin duraklıyordu. Bir duruyor,bir sıçrıyordu. Mahmuzlamama rağmen yine de gidemeyeceğini fiiliyle gösteriyordu. Bir duruyor,gerinerek bir sıçrıyordu. Arkasına baktığımda vurulmuştu. Bu durumda fazla gidemezdi. Ve gidemedi de…

Attan indim. Bende de hal kalmamış,kurşunların açtığı yerden kan boşanmaktaydı. Artık öleceğimi anlamış,mukadder olan zamanımı beklemek üzere orda bulunan bir kayanın arkasına geçerek Yasin okuyup öylece ruhumu vermeyi düşündüm.

Atıma baktığımda iki gözünden,sahibini karargahına ulaştıramamanın verdiği üzüntüyle yaş akıtıyordu. Pek ayakta duramadan hemen düştü. O sırada bizi takip etmekte olan Rus askerleri artık yaklaşmış,sesleri gelmekteydi. Atı görmüş olacaklar ki,kayanın oraya gelen ilk rus askeri beni görmüş,tüfeği bana çevirerek tam ateş edeceği sırada diğer bir rus askeri ona anlamadığım bir şeyler söylemişti. Oda tüfeğini indirerek beni alıp esir kampına,oradan da hastahaneye götürülerek şimdilik ölümden kurtulmuştum.

Daha sonra beni öldürmeyişlerinin sebebini şöyle anladım ki;Ruslar erleri öldürürler. Ancak bir derece kademesi olanları,rütbesi bulunmayanları öldürmeyip esir olarak getirdiklerinde komutanları tarafından mükafatlandırılırlardı. Böylece ilk olarak rütbemin faydasını ölmekten kurtularak görmüştüm.

Gözlerini para,zevk ve intikam dolduran ruslardan zahiren böylece kurtulmuş idim. Ölüm anında olan beni ruslar iyileştirmek için adeta bir çaba içerisine girmişlerdi. Yaralarıma bakılıyor,yemeklerim muntazam geliyordu. Artık iyileşmiştim. Peki ya bundan sonra ne olacaktım? Pek geçmeden birkaç kişinin önünde esirler pazarına vardık. Artık satılacaktım. Demek ki kurbanlık koyunlar gibi beslenişimin sebebi ve sırrı bu imiş!

Peki,acaba beni alacak kişi nasıl biri olacaktı? Ya geceli gündüzlü çalıştıran zalim bir ağa olursa? Köpek gibi koşturmaktan zevk alan,haz duyan biri olursa? Sorular..sorular?? Bu düşünceler içerisindeyken orta yaşlı bir kadın bize doğru yaklaşarak,beni baştan aşağı bir süzdü. Daha sonra beni getirenlerle konuşup anlaştıktan sonra,beğenilmiş olacağım ki,beni o kadına köle olarak sattılar. Kadın beni alarak çiftliğine götürdü. Kocası albay olup ölmüş olan bu kadın dul olarak yaşıyormuş. Benim gibi birkaç tane daha köle çiftlikte çalışıyordu. Çiftlik ise gayet geniş,hayvanları ise pek çoktu. Bize de bunların bakımı verilmişti. Bu duruma gerçekten çok şükrettim. Zira başıma zebellah gibi dikilecek bir adamın emri altında geceli-gündüzlü çalıştırılacağımı düşünüyordum. Oysa hiç de öyle olmamıştı.

Sanki beni alan kadın rusların mezaliminden beni bir derece kurtarmak için gönderilmiş bir melek idi. Çünkü rusların bunca zulmüne maruz kalan yalnız fakir halk tabakası değil,aynı zamanda bürokrat takımı da bunlar içerisinde idi. İnsanlar birbirlerine yabani gibi bakıyor.birbirlerinden korkarak,sanki diğer arkadaşı –ki öyle çok vuku bulmuştur.- kendisini her vakit üst bir merciye şikayet edecek gibi olduğunu düşünerekten,her vakit tetikte ve onun aleyhine olacak deliller de yanlarında mevcut bulunuyordu. Zira fabrika ve çarkların kuruluşu böyle kurulmuş… Şikayet eden,üst kademelere devamlı haber gönderen,devamlı takdir ve rütbe kazanan kişidir onların yanında…

An şart ki,fazla göze batacak derecede ve onun bunun bahsettiği kimse olmamak suretiyle…Aksi takdirde bir üst derecedeki bununla kendi makamının sarsılacağını düşüneceğinden isnatsız bazı isnadatlarla onu alaşağı eder,eziyetlerle suçunu ikrarı da cabası… Misalleri ise çoktur. Hatta öyle ki bununla da kalınmayıp bu zulüm onun aile ve akrabasına da teşmil edilerek meseleyi kökünden halletme yoluna giderler.

İşte kominizmin aynası ve gerçek çehresi… Önce yüzüne güler seni terfi ettirir,ondan sonra tepe taklak atar. İşte sana insancıllık…

Aman Allahım! Bu nasıl insancıllıktır ki,hem onu yerden alıp,göklere çıkarsın,onu parlatmak ve teşhir için güller atsın,ihtimam göstersin,diğer yandan da takib ettirerek küçük bir hatasını bulmak için çalışsın. Aleyhinde evraklar,dosyalar hazırlasın,nihayetinde baş aşağı sukut ettirsin!

İşte kominizmin sukûtu…

Hak;adalet üzerine,kominizm ise zulüm üzerine tesis edilmiştir. Kominizm ilkeleriyle idare edilen bir ülkeden adalet esaslarının tesisini arzu etmek,vahşi canavardan koyunun munisliğini istemek gibi muhaldir.

İnsanlara çektirdiği bunca sefalet,açlık ve susuzluk gibi mağduriyetler yetmiyormuş gibi,birde tutar onu kendi gibi köpeklere yedirmekle menhus olan hevesini tatmine çalışır.

İşte kominizmin vahşeti…

İslam hüda üzerine,kominizm ise hud’a ve aldatma üzerine bina edilmiştir. Aldatmakla iş görür. Zira aldatma onun malı ve sermayesidir.. Bir çok yalancı vaadlerde bulunur. Devletleri yutmak için her türlü sahtekarlık ve aldatmaları kendisine meşru görür. Sunduğu zehirini altın kaplarla tezyin eder. Hasmını ihtilal yolu ile halledemezse,sosyalizm yaftasını sergiler. Çeşitli imkan yollarını kullanır,ta elde edip başa geçinceye kadar…

Tüzükleri arasında;eşitlik,bolluk,rahat,zenginlik,ilericilik gibi saadet esasları yer alır. Fakat neticenin vahameti sosyalizme gönül verip kapıları açanları inkisarı hayale uğratırsa da bir fayda vermez. Tarih sayfalarında bunun bir çok nümunelerini görmekteyiz.

İşte kominizmin hıyaneti…

İslam gösterdiği ve uyguladığı sağlam düsturlar ile fertlerin kalbine sabit olarak,tahtını yine insanların arzularıyla yerleştirir.

Kominizm ise;sosyalizmle elde edemediğini,kominizm ile yukarıdan inme,zorba bir şekilde gerçekleştirmeye,insanların değil kalblerinde,yurtlarında yer almaya çalışır. Fakat heyhat! Alamayınca da,o insanlar kendileri için hayvandan farksız bir durum arz eder. Memleket kan seli halini alır. Bununla da aleme kendini medeni! gösterir. Heyhat,eynes-sera mines-süreyya…

İşte kominizmin mim-siz medeniyeti,yani deniyyeti…

İslam ahlak ve edeb hamuruyla yoğrulmuştur. Kominizm ise;diğer bir baş vurduğu çare olan sefahet ve rezalet çirkefiyle yoğrulmuştur. Halkın bilhassa gençliğin hevâ ve hevesini kendine ram etmek için sefâhethaneleri ve neşriyatıyla iğfale ve ahlakları bozmaya çalışır. Ahlaktan,haya ve edebten yoksun bir milletin mahiyeti ve düşeceği durum ise,tavsiften varestedir. Hamamlarda kadın erkek beraber bulunurlar.

İşte kominizmin ahlaksız perverliği…

Hasılı;İslâmiyet,adalet ve fazilet timsalidir. Kominizm;tahaccürleşmiş yani taşlaşmış bir zulüm putudur. İslâmiyet;Hüdâ ve nur abidesi. Kominizm;âfakı saran zulmet bulutu. İslâmiyet;Peygamberler,evliyalar,asfiyalar ve ehli salahın minhacı. Kominizm;Fir’avunlar,nemrutlar ve Deccalların patikası. İslâmiyet;umumun saadeti dâreynine vesiledir. Kominizm;az bir güruhun muvakkat eğlence ve arzularının tatminine gâyedir.

İslâmiyet;her asırda tar-u taze,genç ve taze esaslarla mücehhez bir kanun nizamnamesidir. Kominizm;belli bir zamanda,mahdut bir süre içinde,malum insanlar için tertiplenmiş,tebdil ve teğayyüre maruz kasır ve kısa görüşler mecmuasıdır.

İslâmiyet;kanunda müsavatı esas alır. Padişahla gedâya yani köleye adalet nazarında bir bakar. Kominizm;beşerin fıtratına zıt olan hayatta eşitliği esas alarak,çalışkanla tenbele,fakirin çalışmasıyla zenginin çalışmasına aynı dereceyi yani bir nevi öğretmenin kendi bütün öğrencilerine-zeki ve çalışkan olsun veya olmasın- aynı notu vermesine benzer. Bu ise eğitimin akamete uğramasına sebebtir.

Kısaca;biri,gerek alemi,gerek insanları ve onların akıllarını yaratan,her şeye kadir ve alim olan,her şeyden haberdar olan Allah’ın vazettiği esaslar… Diğeri ise;insanların uydurdukları,değişmeye maruz,insanların tertipledikleri yönetmeliklerdir.

Sadede gelecek olursak;yukarıda saydığımız vasıflara sahip bir devletin mahiyetini azda olsa anlayıp ve de hissedip,diliyle bunu söyleyemeyen o kadın hal ve tavırlarıyla bunu izhar etmekteydi ki,bize yaptığı şefkatli muameleleriyle sanki onları bir nevi tekzib ve protesto ediyordu.

Bazı günler kadını faytonla dolaştırırdım. Çiftliklerini gezdirirdim. Bu sebebten bazı şeylerine vakıf olmuştum. Albay olan kocasından kalma çok mükemmel bir silahı vardı. Ona göz koymuştum. Eğer onu ele geçirirsem,kendimi kolayca kurtarabileceğimi düşünüyordum.

“Küfür devam eder,zulüm devam etmez.”hakikatınca çürük ve kokuşmuş temeller üzerine bina edilen kominizmin mutlaka her zaman için çatlaklar vereceği melhuzdur.

Esaretimizden kısa bir süre sonra Rusya’da bazı çatırtıların ve ihtilallerin ayak seslerinin şayiası üzerine çiftlik sahibesi kadın bizlerin,hatta kendisinin ve mallarının tehlikede olduğunu düşünmüş olsa gerek ki,bizlere;

-Evlatlarım,artık sizler hürsünüz. İstediğiniz yere gidebilirsiniz. diyerek bizleri serbest bıraktı.

*************************

Ecdadımızın;”Ayıdan post,Rusdan dost olmaz.” dediği gibi,öldürmeyi,kan akıtmayı kendine şiar edinmiş bir devlette ihtilal ve anarşinin,aynı zamanda yüz binlercesinin ölmemesi düşünülemez. Zira yılan susamıştır. İçmesi gerek. Ta ki zehir kusabilsin. Ayı acıkmıştır. Parçalaması gerek,ta ki doyabilsin. Akrepte sokacak,ta ki tatmin olabilsin. İnsan eti yemekle beslenebilen yamyam,insan kanı içmekle kanabilen hunhar ve satanist fertler topluluğundan salah temenni etmek,olsa olsa ya hamakatın veya hıyanetin bir eseri olabilir…

İşte kominizmin idare politikası…

İnsanlar yaşamalarında hürriyetten mahrum kaldıkları gibi,hür düşünmekten de yoksun bir vaziyette kalmaya mecburdurlar. Bununla da kalınmayıp ğayrı memnun görünmek,en yakınına içini açmaya çalışmak en büyük cürümler arasında yer alır.Hatta ölümle bile neticelenir… Zira bir çok teviller ile,böyle düşünen kişi kendi zanlarınca devletin emniyet ve idaresini ihlal etmektedir.

İşte kominizmin hür fikir anlayışçılığı…

Hadis’de de buyurulduğu üzere:”Ahirzamanda Deccal çıkacak. Alemi fesada verecek.” diye bahsedilen Deccal kominizm olup,ifsâdat ve inançsızlık fikrini aşılamasıyla anarşi tohumunu ekecektir. Anarşi tohumunun sünbül verebilmesi için de inançsızlığın,en küçük yapı olan aile ve toplum yapısında yerleşmesiyle mümkün olacaktır.

Bundan dolayıdır ki;kominizmin ilk aşması gereken engel din ve inanç olduğu gibi,dinin de ilk başta gelen düşmanı dinsizlik ve kominizmdir.

İslam alemini fesada veren,temelini sarsan dinsizlik olduğu gibi,batı alemini de sarsan ve sefâhete sevkeden yine dinsizlik ve kominizm fikridir. Çünki kominizmde din mefkuresi temelinde yoktur.

Peygamber Efendimiz bir gün sahabelerle beraber otururken büyük bir gümbürtü neticesinde ne olduğu sorulduğunda cevaben;

“Yetmiş yıldır cehenneme yuvarlanmakta olan bir taş cehennemin dibine ulaştı.” buyurarak,bir müddet sonra yetmiş yaşındaki meşhur bir münafığın öldüğü haberi verilmesiyle,veciz bir hakikatı ifade etmiş oldular.

Bediüzzamanın da ifade ettiği gibi:”Beşerin kanunları,beşerin ömrü kadardır.” Kominizm’de kurucusunun ömrü kadar yaşadı.

Dinsizliğin temsilcisi olan kominizmin ve Rusya’nın yıkılmasıyla büyük bir gümbürtü kopararak cehennemi boylamış oldu. Onun o gümbürtüsünün yankıları da hala sürmektedir. Aynen Bizansın Fatih eliyle yıkılması gibi…

Bu yankılar İslam aleminin,Türk Cumhuriyetlerinin birer birer istiklallerine kavuşmaları ve Kore,Küba,Vietnam,Çin gibi yerlerdeki dalgalanmalar ve kıpırdanmalara sebeb olmuş,dünya çapında hürriyet arayışları baş göstermiş,neticesi ölümle bitse de…

Bu durum dünyada manevi şekillenmenin yolunu açmış oldu. Yeni bir çığır,yeni bir tarz ve yeni bir nesli doğurmaya başladı.

Rusya eşittir vampir misali,kan emmekle ve içmekle beslenir. İnsanları imha etmek için her yolu dener. Nitekim toplu ölümleri sağlamak amacıyla yirmi beş bin kişiyi görevlendirerek salgın hastalık mikroplarını geliştirmiş ve bunu da Sibirya’da depolamıştır.

Bir çok yerde olduğu gibi Çin’de de 1927-49 arası devleti ele geçiren Mao kültür adına kültürsüzlük ihtilali yapmış,maneviyatın beşiği olan camileri kapatarak,eşitlik adıyla kadın-erkek tarlalarda çile çektirilerek çalıştırılmıştır.

Arnavut’da da Çavuşesku ve Enver Hoca aynısını yapmış,iki bin camiyi yıkmış,yakmış ve koministlere teşkilat binası haline getirmişlerdir. Şâir’in:

Sur’da bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes.

Ey kahpe rüzgar, her nereden esersen es.

dediği gibi Rusya’da da,1789 yılında Alman asıllı 2. Katerina’nın müslümanlara cami yapmaları için müsaade etmesiyle,az bir hürriyet neticesinde iki yüz yıl süren imandaki cevher sönmemiş,1989’da bu azılı vampiri devirmiştir.

Bediüzzamanın da dediği gibi,Rusya dahi dinsiz kalamaz. Dönüp hristiyan da olamaz. İslâmiyete teslimi silah eder.

Cengiz ve Hülâgu’nun fitnesinden kubur’daki emvat ağlamış. Acaba ya kominizmin zulmünden? Zira hem dünya,hem de ahiret kaybettirilmeye çalışılmıştır. Bu zulümden,Adem zamanından beri gelip geçen insanlık ağlamıştır. Daha hayatlarında iken bile ağlamış,sızlamış,hal çaresini aramışlardır.

Balkanları karıştırıp fitne çıkartan Rus generali Çirnayev 1877’de Bulgaristan’dan çara gönderdiği gizli raporunda şöyle diyordu:”Burada hiç yoktan ordular meydana getirdim. Bu askerleri ölüme sevk ediyorum. Fakat bu insanları sendeleten bir engel var;Türklerin yaşayan hatıraları! Ölümden korkmayanlar bu hatıradan korkuyorlar. Yalnız Türkler değil,onların tarihlerini de yenmek lazım. Onlarda her halde bir sihirbaz zekası var. Bir değil,birkaç istila bile onların iliklerine işleyen gizli üstünlüklerini yıkmaya bence kafi gelemeyecektir.”[2]

***************************

Çiftlikten kaçarken daha önceden kafama koymuş olduğum çiftlik sahibemin ölen Albay kocasının mükemmel olan silahını çalmayı daha doğrusu almayı ihmal etmedim. Gerçekten de yolculuğumda benim için emniyet vesilesi oldu. Gece gündüz devam eden bu yolculuğum neticesinde,geceleri yürüyor,gündüzleri yakalanmamak ve görünmemek için mağaralarda yatıyor,dinleniyordum. Batum’a geldim. Duydum ki,Ruslar Türk esirlerle Rus esirlerini becayiş yapıp takas ediyorlarmış. Bu amaçla kaçanların teslim olmaları gerekiyormuş. Ben de bu son şansımı denemek amacıyla teslim olmak üzere rusların karargahına gitmek üzere yola düştüm.

Tevafuk ya! Allah karşıma yine bir hemşerimi çıkardı. Adıyaman’lı bir subaydı. birbirimize sarıldık ve başımızdan geçen korkunç maceraları birbirimize anlattık. Nereye gitmekte olduğumu sorduğunda durumu anlatıp,teslim olacağımı söyledim. O ise bana;Aman ha. teslim olma bu rusların bir hilesi. Kaçmış olan esirleri bu şayiayla topluyor,daha sonra değiştireceğiz diyerek gemilere dolduruyor ve denizin ortasına geldiklerinde hepsini denize boşaltıyor.

İkinci bir defa ölümden kurtulmuştum. Vaz geçip,kaça kaça Türkistana kadar geldim.

Türkistan’da ibretli durumlarla karşılaştım. Evlerinin kapısını çaldığımda,evvela ismimi sordular,bununla da yetinmeyip içerden getirdikleri Kur’an-ı Kerim-i önüme koyarak okumamı istediler. Kur’an-ı Kerimi okuduktan sonra bana tam itimad ederek kucakladılar,beni bağırlarına bastılar. Hepsi birden bana sahib çıkarak,beni evlerinde barındırdılar. Sadece Türk olduğumu söylemem onlar için onlar için bir teminat,benim için de bir kurtuluş vesilesi olmuştu.

Türkistan’da kalacağım bir otel,karnımı doyuracağım bir lokanta yoktu. Fakat ona ihtiyaç hissedilmeyecek derecede her ev bir lokanta ve bir otel idi. Ecdadın süregelen güzel ahlak ve adeti orada devam etmekte idi…

Her an Türkiye’ye gelmeyi düşünüyor,yollar arıyordum. Artık Türkistan’da evinde kaldığım kişinin kızıyla evlenmiş bir de Feytullah adında oğlum olmuştu.

On dört yıl süren askerlik,esaret ve Türkistan hayatından sonra Türkiye’ye gelmek için hazırlıklar yapıyordum. Hanımım Lusiye durumu fark etmişti. Çok rica etti,gitmememi söyledi. Hatta memlekete geldikten sonra da birkaç kere mektubla beni aramıştı. Ancak uzun bir ayrılıktan sonra tekrar memleketime dönme ihtiyacı ağır bastı ve Kaçmayı başardım. Uzun yolculuklardan sonra nihayet bir gece vakti Adıyaman’a varmıştım. On beş yıl… Dile kolay. Ayrılıktan sonra memleket çok değişmişti. Gece vakti evi buldum,evin önünde kısa bir beklemeden sonra,düşündüm;acaba kimler var,kimler kalmıştı. Bir an tereddüt ettim. Saat gecenin ikisi. Ve bütün cesaretimi toplayarak kapıya vurdum. Kısa bir aradan sonra,içerden bir ses;

-Kim o ? diye seslenmeye başladı. Bu annemin sesi idi.

-Benim anne! Oğlun Muhammed…

-………….

-Oğlum utanmıyor musun? benimle alay ediyorsun! Benim oğlum öleli seneler oldu. Öldüğüne dair ordudan kağıt bile geldi. Allah’dan korkmaz mısın ihtiyar halimle,benimle alay etmeye? Dalga geçip yaramı deşmeye?

-Bir yandan söylenip,bir yandan da kapıyı açmaya çalışıyordu.

-Ana hele bir aç,bak ben oğlun Muhammedim!

Kapıyı açıp şaşkınlıkla yüzüme dikkatlice bakan annem gerçekten benim olduğumu anlayınca,şaşkınlığı birkaç kat daha artmaya başladı.

-Oğlum Muhamm ee d,deyip yere yığıldı. Bayılmıştı…

Artık ben unutulmuş,annemin uyanması için onunla ilgilenmeye başlamıştık. Kısa zamanda haberi duyan kardeşlerim ve akrabalarım gelmeye başladılar. yılların ve yolların hasretini gidermeye çalıştık. Öldüğüm haberi ordudan gelince mevlid bile okutmuş,taziyeleri kabul ederek nüfustan silinmiştim. Artık onlar için sürpriz olarak yeniden doğmuş,dünyaya gelmiştim.

Karanlık bir gecede uzun süren hasret böylece bitmiş oldu…

*********************

Burada asıl bir mesele de geçen maceralardan ziyade ibret alınması ve hikmet yönlerinin düşünülmesidir. Zira bu gibi olaylar,meçhul kahramanların hatıraları binlerdir. Binlerce olaylar tarihe ışık tutmak ve ibret çıkartmak içindir. Yani mazi ile bir irtibat kurarak,geçmiş ile olan muvasala ve maziye geçişi sağlayan köprüyü tesis etmek. Bu tesis de karşılaşılacak hususlar ise;

-Türkler İslâmiyetten önce kabileler halinde yaşamakta ve kendilerince bazı mukaddesatlara inanmakta idiler. Bu dağınıklığın meydana getirdiği amillerden dolayı bir birleşme,bir devlet kurma cihetine sistemli bir şekilde;amiri-memuruyla,alimi-esnafıyla muntazam bir kaynaşma,mevcudiyetini göstermiş değildi. Yani,cesed kemalde olsa bile onu ayakta tutacak bir ruha ihtiyaç vardı. bununla beraber ruhun da kendisini gösterebilmesi için mükemmel bir cesede ihtiyacı vardı. Ancak şu kadar vardı ki;ruhsuz bir cesedin varlığı,kıymet ve ehemmiyeti hissedilmese de,cesedsiz ruhun varlığı,kıymet ve ehemmiyeti kendisini korurdu. Ancak ikisi de birbirinin mütemmimi,tamamlayıcısıdır.

İslâmiyetin insanları dünya denizinden boğulmaktan kurtaran bir can simidi,bir halaskar olarak alemlerin rabbi tarafından gönderilmesi üzerine,bütün insanlarda ona karşı bir teveccüh,bu farklı teveccühler de kimisin de koşarcasına,kimisinde aradığını bulmuşçasına bir heyecan ve helecan… Yedisinden yetmişine bir meyil,bir sıcaklık hissedilmekte,bir nur etrafı sarmakta. Maalesef,nurun da düşmanı olurmuş? Güneşin çıkmasından rahatsız olanlar veya çıksa da bir,çıkmasa da bir tinetinde olanlar da olurmuş! İşte bunlardan yarasa tabiatlı,kömür ruhlu bazı insanlarda bir kin ve iğbirar görülmekte ve onun setrine ve söndürülmesine çalışılmakta idi. Oysa Allah,onların rağmına,istemeseler de nurunu tamamlamakta,alemin başına geçirmekte idi…

Esasında bu o kadar da garipsenecek bir şey de değildi. Çünki çark bu şekilde,imtihan bu surette hazırlanmıştı. İmtihan gereği olarak her bir İbrahim (AS) in bir Nemrudu,her bir Musa (AS) nın bir Fir’avunu olduğu gibi,son Peygamber (SAM) in de bir Ebu Cehli,son Mehdi’nin de bir Deccal’ı olup karşısına dikilerek vazifesinden alıkoymaya çalışması hikmet muktezası olarak tezahür etmekteydi.

İstidat ve kabiliyetlerin neşv-ü nema ile gelişmeleri için bir sahanın ve bir rakibin olması gerektiği gibi,elmas ile kömürün de –madde itibarıyla bir oldukları halde- tefriki için bir ameliyenin ve pişmenin,onları birbirinden ayırması gerekti.

Kıymet itibarıyla,elmasın bir kilogramı,kömürün binlerce tonuna tercih edilir. Hakeza,cennet adam istediği gibi,cehennem dahi adam beklemektedir.

Kur’an-ı Kerim-in ifade ettiği gibi:”Allah’ı inkar edenler,onlar hayvandırlar,belki (kuvvetli ve kesin olarak) hayvandan da aşağıdırlar. Onlar ğafillerdir.”[3] Bundan hareketle,elbetteki bir ehli imanın kıymet ve ehemmiyeti binler hayvanlara,inek ve canavarlara tercih edilir,kıyasa gelmez.

Bunlarla beraber,bu nura müştak olanlar,Mesela Hz. Ebubekir gibiler –maddesiyle manasıyla- Peygambere (SAM) bir kuvvetüz- zahr ve destek olarak o güneşin etrafında halkalar halinde birer yıldız,birer sistem halinde güneşten aldıkları nur ile nurlanmış ve alemi tenvir etmişlerdir. Her biri birer hidayet güneşi olarak dünyanın muvazenesini sağlayan birer dağ gibi alemi tezelzül ve sarsıntıdan vikaye edip,emnu emânı temin etmişlerdir.

Harikulade ve kısa bir süre sonra yükselen bu güneş ve yayılan bu ses Cenab-ı hakkın Kur’an-da tebşir etmiş olduğu,yani:”Allah öyle bir kavim getirir ki,onlar Allah’ı severler,Allah’da onları sever. Onlar mü’minlere karşı mütevazi,kafirlere karşı gayet izzettedirler ve onlar Allah yolunda (İ’la-yı kelimetullah la memur olarak) cihad ederler.”[4]

Bu kelamı ilahi tamamen bu müslüman Türk kavminde tecelli etmiş,İslâmiyetle ilk karşılaşmalarında ona karşı bir incizab ve cezbe içerisine girerek bunu kendilerine bir din olarak benimsemişler ve İ’lası için çalışmaya başlamışlardır. Artık madde manasını,mana da maddesini,tabiri caizse,tencere kapağını bulmuş oluyordu.

Bu dini kendilerine büyük bir ganimet bilen Türkler bölük bölük İslâmiyete girerek,et ve tırnak,deri ve beden gibi vücuttan ayrılması imkansız bir hal almışlardır. İslâmiyeti kendilerine bir saadet vesilesi bilerek her meselesine sahib olarak tatbik etmişlerdir.

Bundandır ki,küçük bir kabile iken gittikçe büyüyen müslüman Türkler yeni bir şevk,hareket ve gayret ile büyük devletlerin kalblerine korku salıp dize getirir olmuştur. Gaye ise,ne adam öldürmek,ne de toprak kazanmak olmayıp,İ’la-yı kelimetullahı aleme duyurmak,İslâmiyetin neşrine çalışmak idi. Girdiği yerlerde yapmış olduğu adaletle muamele insanların kalblerini İslâma ısındırmış,teslime sebeb olmuştur.

Hz. Ömer’in adaleti,raiyyetine:”Eğer adaletten ayrılırsan seni kılıçlarımızla doğrulturuz.”sözünü söylettirmiştir.

İslâmın adaleti Fatih Sultan Mehmet’i yahudi olan mimar ustasıyla mahkemede mürafaâya yani beraber suçlu sandalyesine oturmaya sevk etmiştir.

İçeride yapılan tedbir ve asayiş temin edilmiş ancak dışarıdan yapılan hücumlar,haçlı seferlerinin devamlı bir surette yaptığı ataklar devam etmekte,ancak ne var ki,zarardan başka bir netice alamamaktadırlar. Bir çok kere tekrar edilen bu gibi taarruzların bir fayda sağlamadığı anlaşılınca,içten yıpratma yoluna gidilmiş,artık kurt gövdenin içine girmiştir. Yapacağı tek bir şey kalmıştır. Düşmanın hariçten def’i kolay iken,dahile girdiğinde gayet müşkildir. Zira düşmanını sezemez,hasmını tanıyamaz.

Artık düşman faaliyettedir. Gerek bir hayırhah görünerek,gerekse de koyun postuna bürünmüş bir mikroptur. Her an toplum hayatında yaptığı telkin ve neticesinde hasıl olan tesirlerle zehirini zerk etmek,gerek fert,gerek cemiyet ve gerekse de bunlar ile idari mekanizma olan devlet ricalinin arasını açmak,zenginler ile fakirler arasında bir uçurum meydana getirerek,zenginlerden fakirlere merhamet ve şefkat yerine zulüm ve kin,fakirlerden de zenginlere hürmet ve itaat yerine,isyan bayrağını çekerek itaatsizlik vaveylalarını hasıl etmek.

Diğer taraftan maddesiyle kendisine celb ve cezb ederek istediği gibi kullanarak,maşa halinde bazı vaadlerde bulunup sefâhetiyle,müstehcen neşriyatıyla insanların kalblerini yaralamak,başı boş ve serseriyane bir vaziyet içerisine girmelerini sağlamak…Zira gençlik akıldan ziyade hissiyatı dinler…

Bütün bu meselelerin tahakkukundan sonra,o cemiyetin veya devletin ayakta durması,hatta temelinin birkaç sarsıntı geçirmesinden sonra sabit kalıp,sadece duvar ve çatısının yıkılmasını mucizeden başka bir şekilde ifade etmek gayet zordur. Zira darbe uzun müddet devam edip,hem dış,hem iç,diğer tabirle,cihatı sitte tabir edilen altı taraftan,yani bütün yönlerden yapılmaktadır.

İşte Osmanlı devletinin son asırda maruz kaldığı ciğer-suz hadise de bundan ibarettir.

Bir yandan kıtlık,bir yandan silah ve cephaneden yoksun bir vaziyet,taşıt ve giyecek oda hakeza… Bunlar yetmiyormuş gibi,uzun seneler dişlerini bileyip,tam techiz,sayıca büyük bir ordu,bir yandan da yer püskürmede bela,gök indirmede bela…

Netice gayet vahim…Dağ haşmetindeki arslan ağır bir şekilde yaralanmış,vücudundan akan kanlar bir sel oluşturmuştur. Bu durumda bile bir kaçını boğmuş,başına üşüşen tilkiler ise;bir yandan pay almayı düşünürken,diğer taraftan da korku içerisinde… Elbetteki her zaman için yaralı bir arslan,sağlam tilkilerden üstün ve sağlamdır. Bu durum korkutur,hatta ölüsü bile…Tamamen arslanın yanına sokulamayan tilkiler,arslandan bir pay kopararak,onun ızdırabıyla lezzetlenip,onu ölü bir vaziyette terk etmişlerdir. Onun yanına biraz fazla yaklaşabilen dünyada diğer devletlerin başına jandarma kesilmiş. Ne cesaret…

Evet,yara pek derindir. Izdırap fazladır. Ancak hiç kalkamayacak değildir. İşte Osmanlının iç parçalayıcı durumu. Aynı pozisyon ve aynı hal. Binlerce insan hayatını feda etmekte,namusu olan vatanı için… Düşmanın pis çizmeleriyle bastığı toprakları kanıyla temizlemekte. Yıkılan kalelere mukabil,vücutlarıyla geçilmez bir kale teşkil etmekte,kanı ise onun harcı…

Neden? Niçin? Bunca tazyik ve darbeler? Yoksa –haşa- zulümde mi bulundu? Hayır,hayır. Bunu kendileri de biliyor,hak ve adaletle hükmetmiş olduğunu onlarda biliyorlar,ikrar ediyorlar. evet,suçu var. Onlar tarafından en büyük cürüm olarak addedilmekte,oda;

İslâmın tealisine çalışmak,İslâmın fedaisi olmak,İslâmı canla başla müdafaa etmek,İslâmı alemin başına geçirmeye çalışmak,ve de küfrün belini kırmak… Kısacası,kıymetli mütefekkir Zübeyir Gündüzalp’in buyurdukları gibi şu sıfatlarla muttasıf olmasıdır:

“Madem ki İslâmın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun. Bende,engin ve zengin ve hizmet aşkıyla dolu ruhunuzdan ruhuma akseden fedakarlık ve ferâğat manalarıyla nefsime dedim:

“VAZİFEN EY NEFSİM :

Dikenler arasında güller toplayacaksın…elin açıktır,ısıracaklar.. Ayağın çıplaktır,batacak.

BUNA SEVİNECEKSİN.

Fir’avunlar kucağında büyüyen çocuk Musa’ları safına alacaksın..Sen aldığın için dövecekler..Sen konuştuğun için hapse atacaklar..

BUNA SEVİNECEKSİN…

Çöllere sürerlerse kanınla ağaç,kutuplara götürürlerse ısınla sebze yetiştireceksin..Yeşilliği sevmeyenler olacak..Yakacaklar,yıkacaklar..

BUNU SABIR İLE SEYREDECEKSİN…

Karanlık zindanlara sokarlarsa ışık,paslı vicdanlara rastlarsan ziya,imansız kalbleri görürsen NUR vereceksin..Sen verdiğin için suç,sen getirdiğin için ceza,sen söylediğin için mahkum edecekler..

SEN BUNA İFTİHARLA SEVİNECEKSİN…

Anadan,yardan,evden,serden ayrılacaksın..candan,gönülden KUR’AN-A SARILACAKSIN.. Sana DİVANE DİYECEKLER..ALDIRMAYACAKSIN..

Hizmet için atıldığın yolda önüne demirden set yaparlarsa dişlerinle sökeceksin..Dağlara tünel oymak gerekirse iğne ile oyacaksın…

UNUTMA…

Nerede olursan ol,küfrün ve cehlin ta…temelini çürüteceksin…Bir gün KUR’AN etrafındaki surların yıkıldığını görürsen,SEN;hemen kemiklerini taş,etini harç,kanını su edeceksin.

Etrafında;ilimden,irfandan,faziletten,ahlaktan kaleler dikeceksin…

KALELER FEDA-İ İSTER::AZİZ KARDEŞİM::NASIL..SEN…İÇİNDE KALABİLECEK MİSİN?”

İşte muvaffakiyetin yolu buradan geçer.Bu vasıflar ile vasıflanıp, ferağat, metanet, sebat,istiğna,teslimiyet,şefkat,merhamet,tevazu,mahviyet ve dava adamı olup bu güzel hasletler ve sıfatlar ile vasıflanmakla mümkün olur.

Evet,bizde kendimize soralım:

Madem ecdad bu gibi şecaat ve kahramanlıkları göstererek teslim ettiği emaneti:Ruhlarını rencide etmeksizin muhafaza edecek miyiz?

İ’la-yı kelimetullahı alemde neşredecek miyiz?

Dökülen kanlarının bir simgesi olarak al yıldızlı bayrağımızı kıyamete dek dalgalandıracak mıyız?

Şeâir-i İslâmiyeden olup,İslâmiyetin bir alameti olan cami ve semaya uzanan minareleri dünya durdukça koruyup,şerefede okunan ezanın şerefini muhafaza edecek miyiz?

Kur’an_ı ve Kur’an hakikatlarını aleme,bilhassa muhtaçlara duyurarak,emr-i bil ma’ruf nehyi anil münkeri yapacak mıyız?

Kısaca,Kur’an_ın tilmizi olma liyâkatını kazanacak mıyız?

Meseleye kader açısından Bediüzzaman hazretlerinin bakışıyla baktığımızda görürüz ki:”Bir zaman eski harbi umumide I. Dünya savaşı),düşmanların,ehli İslâma bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda,şefkat ve rikkat ziyade olduğundan,tahammülüm haricinde azap çekerdim.

Birden kalbime geldi ki,o maktul masumlar şehid olup veli olurlar; fani hayatları,baki bir hayata tebdil ediliyor;ve zayi olan malları sadaka hükmünde olup,baki bir mal ile mübadele olur. Hatta o mazlumlar kafir de olsa,ahirette kendilerine göre o dünyevi afattan çektikleri belalara mukabil rahmeti ilâhiyyenin hazinesinden öyle mükafatları var ki;eğer perde-i ğayb açılsa,o mazlumlar haklarında büyük bir tezahürü rahmet görünüp,ya Rabbi.. Şükür Elhamdülillah diyeceklerini bildim ve kat bir surette kanaat getirdim ve ifratı şefkatten gelen şiddetli tesir ve elemden kurtuldum.”demektedir.

Bu belâ ve musibetlerin müslümanların başlarına neden geldiğinin hikmetini ise şöyle izah etmektedir:”Müslümanlara gelen bu açlık,bu zayiatı maliye ve meşakkati bedeniye nedendir?

Cevaben:Cenâb-ı Hak bir kısım maldan onda bir (yani her sene taze verdiği buğday gibi mallardan onda bir) veya bir kısım maldan kırkta bir (yani eskiden verdiği kırktan ki,her senede ğaliben ve laâkal rıbhi ticari ve nesli hayvani cihetiyle o kırktan taze olarak on adet verir.) kendi verdiği malından birisini bizden istedi;ta bize fukaraların dualarını kazandırsın ve kin ve hasedlerini menetsin. Biz hırsımız için tamahkarlık edip vermedik. Cenâb-ı Hak müterakim zekatını,kırkta otuz,onda sekizini aldı. Hem her senede yalnız bir ayda yetmiş hikmetli bir açlık bizden istedi. Biz nefsimize acıdık;muvakkat ve lezzetli bir açlığı çekmedik. Cenab-ı Hak ceza olarak yetmiş cihetle belalı bir nevi orucu beş sene cebren bize tutturdu. Hem yirmi dört saatte bir saati,hoş ve ulvi,nurani ve faideli bir nevi talimatı Rabbaniyeyi (namazı) bizden istedi. Biz tenbellik edip,o namazı ve niyazı yerine getirmedik. O tek saatı diğer saatlere katarak zayi ettik. Cenâb-ı Hak,onun keffâreti olarak beş sene talim ve talimat ve koşturmakla bize bir nevi namaz kıldırdı.”

Aynı zamanda ferâiz-i diniyeyi yapmakta tenbellik gösteren,günahkar bir milletten,en yüksek mertebe olan şehidlik mertebesine çıkarak,veli derecesinde kalıb,kanlarıyla bir nevi günahlarını yıkamış oldular.

Bu vatan evladı her ne vakit dininden bir soğuma,İslâma karşı bir gevşeme göstermişse;muhakkak arkasından tokat mahiyetinde bir sıkıntı ve bela başına açılmıştır. Tezkiyeyi nefis olarak cezaya maruz kalmıştır.

Bu müslüman Türk cemiyeti her ne kadar dine karşı bir gevşeme,bir uzaklaşma,emirleri yapmayıp nehiylerden kaçma titizliğini göstermese de,ruhunda bulunan ve taaa derinliklerine kadar nüfuz eden iman;velev taklidi ve zaifte olsa,küfre girmesine müsaade etmez. Kolay kolay inkârda kalamaz. Zira Türk milleti İslâmiyeti külliyyen,bütünüyle benimseyip bağrına basmıştır. Bundan dolayı denilebilir ki:”Nerede bir Türk varsa müslümandır,İslâmiyetten çıkan Türkler ise,Türklükten dahi çıkmışlardır. Macarlar gibi…”

Böyle ulvi bir mahiyete sahib olan müslüman evladını tadlilde,geçmişini unutturmakla kalmayıp,küfre dahi sevk etmekte boş durmayan ehli salib,ğayrı müslimler,ruh cephesinden vurup,bir daha eski satvetini bulamamalarını sağlama amacıyla aldığı dehşet engin kararda:

“Bu Kur’an müslümanların elinde kaldıkça,hiçbir surette biz onlara galib olamayız,evvela ve bizzat bu kitabı (Kur’an_ı) kendi elleriyle imhasına çalışmalıyız.”

Vah esefa. Çünkü Kur’an-ın etrafındaki surlar yıkılmaya çalışılıyor,fakat onu müdafaa edecek müdafiileri olan nöbetçilerde takat ve mecal yok. Ancak Kur’an kendi kendini müdafaa ve muhafaza etmektedir. Ayetinde ifade ettiği gibi ilahi kelam bir defa daha mu’cizeliğini göstermiştir:”O’nu (Kur’an-ı) biz indirdik. Ve O’nu muhafaza edicilerde biziz.”[5]

Heyhat. Zira,Kur’an-ı kaldırmak demek ahmakça yapılan şu işe benzer ki;akılsız bir çocuğun alemi aydınlatan,semanın damına bir lamba olarak takılan güneşi sapan taşıyla düşürmeye çalışmasına benzer. Çocuk nere,güneş nere?

Kaldıramaz. evet,kaldıramaz..ve de kaldırılamaz. Ancak göze perde çekmekle,gaflet uykusuna daldırıp avutmakla,muvakkaten o güneş gibi hakikatların görülmesine ve istifadesine mani olur.

Veyahut,siyah gözlük taktırarak alemi karanlık göstermekle aldatmaya çalışır.

Veya ahmak cevherci gibi ki,yaptığı dessasane telkinatla elmas ile kömürü aynı kefeye koyup satmakla,başkasına da aynı değerde olduğunu söyleyip sattırmaya çalışır. Birbirinden tefrik edemez.

Bu durumlar karşısında akıllı,şuur sahibi kimselerin ilk yapacakları iş,bunların yani iki zıt şeyin mahiyetini ortaya koymak…

Alem bir sergi yeri olarak açılmış bulunan geniş ve enva-i çeşit şeylerin bulunduğu bir Pazar yeridir.

Elbette ki bu durumda ehli imanın vazifesi (tabirde hata olmasın) kendi malı hükmünde bulunan ve kendi üzerine emanet olarak alıp kabullendiği İslâm ve Kur’an-ı en güzel bir şekilde,asrın idrak ve anlayışına söylettirerek,hak olduğunu ilmin,fennin ve aklın laboratuarında inceleyerek göstermektir. Beşerin hakiki olarak muhtaç olduğu bütün ihtiyaçlarının İslâmiyet dairesinde olduğunu yalnız bir dava değil,dava içinde bir bürhan ve delil bulunduğunu bildirmektir.

Her derdin ilacının ancak Kur’an eczahanesinde bulunduğunu isbat ederek,bu eczanenin eczacısının da alemde –hatta düşmanlarının dahi tasdikiyle- en emin ve hazık bir eczacının Peygamberimiz olduğunu ilan etmektir.

Yani beşeriyetin hakiki saadetlerinin ancak bunlarla temin edilebileceği,aksi takdirde insaniyet bir bunalım,sıkıntı ve kalaklar içerisinde kalmaya mahkum olacağını hayatıyla göstermektir.

Elbette ki böyle ulvi ve son din olan İslâmiyeti,insanlığın nazarına bütün açıklığıyla teşhir etmek ve parlaklığını kör gözlere dahi göstermektir.

Diğer taraftan da,elbette her mal sahibi kendi malını sergileyip satmaya çalışacaktır. Malını güzel göstermek için süsleyip,câzibedâr bir surete getirip cilalayarak satmak isteyecektir. Maddeleri aynı olması itibarıyla,cam ile elması,kömür ile yakutu aynı durumda gösterip,camı elmas,kömürü de yakut fiyatına satacak,cazibesinden bir çok alıcı bulacaktır.

Din bir imtihandır. Ulvi ve süfli ruhları birbirinden tefrik etmektedir.

12-8-1993

MEHMET ÖZÇELİK

[1] En’am.164,İsra.15,Fatır.18,Zümer.7,Necm.38.

[2] Zaman Gazt.5-2-1993.

[3] A’raf.179.

[4] Maide.54.

[5] Hicr.9.




DÜNYA HAYATI VE SEVGİSİ

DÜNYA HAYATI VE SEVGİSİ

“Dünyanın lezzetini,zevkini,saadetini,rahatını isterseniz,meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O,Keyfinize kâfidir.”

Âyette:”Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranıza bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahib olma isteğinden ibarettir. Tıpkı yağmurun bitirdiği ve ziraatçıların da hoşuna giden bir bitki gibi önce yeşerir sonra kurur da sen onun sap sarı olduğunu görürsün;sonra da çer çöp olur. Ahiret de ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir maldan başka bir şey değildir.[1]

Dünya insanları kendisine celbeden aldatıcı bir maldır.

Elbette fani bir hayata bel bağlayıp muhabbet etmek kişiye yakışmaz,zira zevale ve yokluğa mahkum olan bir şey sevilmeye layık değildir.

Peygamber Efendimiz:”Kim dünyayı sever ve onunla sürurlanırsa kalbinden ahiret korkusu gider.”buyururlar.

Kalb öyle bir tahtdır ki,onda ancak bir sultan oturur. Bir koltukta iki sultan oturmaz. Biri hakiki olurken,diğeri mecazi olur. Dünya sevgisi varsa Allah sevgisi,Allah sevgisi varsa dünya sevgisi gerçek sevgi olmaz. İkinci sırada yer alır.

Ömer bin Abdulaziz şunu devamlı tekrarlardı:

Ey mağrur,gündüzün uyku ve gaflettir.

Gecen de uykudur,sana felaket haktır.

Aldatır seni,geçmiş;boş emelle

Nitekim mağrurdur,zevklenen uykuda rüya ile.

Nefret ettirmez mi seni bu yaşayış

Dünyada hayvanata mahsustur böyle yaşayış.

-Metâul Ğurûr- yani aldatıcı mal denince Araplar şunu anlarlar. Manası şudur:

-Bir koyun alacağı zaman toklu görülen koyuna elini atınca yünden ibaret olduğunu görür,işte buna aldatıcı mal manasına,-metâul ğurûr-der.

-Çok iyi ve değerli denilen buğdayı alır,ancak altı yulaf çıkar. Buna da –Metâul Ğurûr-der.

Dışı güzel ve parlak görülen bir kasa elma alır,ancak altındaki vıcık vıcıktır. Bu ve buna benzer durumlara –Metâul Ğurûr-derler.

Alınan her türlü eşyadaki bozukluk,aldatıcı birer mal manasını ifade eder.

İşte aldatıcı bir mal hükmünde olan dünya ve dünya hayatı da böyledir.

A’rabinin biri çadırlı bir kabileye misafir olur. Onu yedirirler,içirirler ve çadırda yatırırlar. A’rabi derin bir uykuya dalar. Kabilede giderken,üzerinden çadırı söker. Güneşin sıcağı kendisine vurunca uyanan A’rabi şöyle der:”Dünya hayatı,kurduğun bir çadırın gölgesine benzer. Bir gün olur,muhakkak senin gölgen de zail olur.”

Dünyayı sevmemek demek,dünya kazancını ve çalışmasını terk etmek demek değildir. Zira dünyanın üç yüzü vardır:

Birincisi;Cenâb-ı Hakkın isimlerine bakar,onların nakışlarını gösterir. Manayı harfiyle yani Allah hesabına onlara aynedarlık eder. Bu cihetle sevilmeye layıktır.

İkincisi;Ahirete bakar,onun tarlasıdır. Cennetin mezraâsıdır, onu netice verir. Bu cihetle de muhabbete layıktır.

Üçüncüsü;İnsanın hevâ ve heves ve gafletine sebeb oluşu cihetiyle çirkindir. Çünkü fanidir,zaildir,elemlidir ve aldatıcıdır.

Hatib oğlu Sa’lebe Peygamberimize:”Ey Allah’ın rasulü,bana çok mal ve zenginlik vermesi için Allah’a dua et”der. Efendimiz de:”Ey Sa’lebe,şükrünü eda edebildiğin az mal,şükrünü eda edemiyeceğin,mesuliyetinin altından kalkamayacağın çok maldan daha hayırlıdır.”buyururlar.

Ancak Sa’lebe ısrarlıdır. Israrı üzerine Efendimiz:”Allahım! Sa’lebeye çok mal ver.”buyururlar. Dua Efendimizindir. Sa’lebe koyun alır,çoğalır,şehre,vadiye,geniş ovalara sığmaz olur. Cami kuşu diye bilinen,her vakit namaza herkesten önce gelen bu zat artık gelemez olur. Sadece cumalara gelen bu sahabi artık hepsine de gelemez. Ve kılamaz olur,sürülerin çokluğunun meşguliyetinden…

Rasulullah sorduğunda,hadise kendisine anlatılır. Şöyle der Allah rasulü(üç kere):”Vah Sa’lebeye,yazık oldu Sa’lebeye” Gerçekten de yazık olmuştu Sa’lebeye…

Bu sırada şu ayet iner:”Onların mallarından bir sadaka al ki,bununla kendilerini günahlarından temizlemiş,bununla onların iyi amellerini bereketlendirmiş,kendilerini ihlaslılar derecesine yükseltmiş olasın. Onlara dua et. Çünkü senin dua onlar için bir sükunettir. Allah,hakkıyla işiten,çok iyi bilendir.”Böylece zekatın farziyyeti bu ayetle belli olmuş oluyordu. Zekat memurları Sa’lebeye de geldiler. Zekat vermesini söylediler. Zira o zengin olduğunda fakirlere yardım edeceğini söylüyordu. O ise gidin,başka işlerinizi görün,diye onları savdı. Rasulullaha geldiklerinde onlar konuşmadan Efendimiz:-Yazık oldu Sa’lebeye- buyurdular.

Sa’lebe hakkında inen ayette:”İçlerinden kimi de Allah’a şöyle ahdetmişti –Bize lütfundan ihsan ederse,yemin olsun zekatını vereceğiz,muhakkak salihlerden olacağız.- Allah kendilerine lütfundan verince de onunla cimrilik edip emirlerine sırt çevirdiler. Onlar öyle dönektirler. Nihayet Allah’a karşı vaadlerini tutmadıkları,yalan söylemekte oldukları için oda bu hareketlerinin akibetini kalblerinde kendisinin huzuruna çıkacakları güne kadar sürecek bir nifak yaptı.”[2]

Sa’lebe bunu işitince zekatının kabul edilmesini istedi. Rasulullah ise:”Allah bana,senin zekatını kabul etmemi yasakladı. Artık Sa’lebe başına topraklar serpiyordu. Peygamberimiz ise:”Bu,senin amelindir. Ben sana söylemiştim. Fakat bana itaat etmemiştin.”

Peygamberimizin vefatından sonra Hz. Ebubekir,Ömer,Osman’a getirir,hepsi de:”Rasulullahın kabul etmediği bir zekatı kendilerinin de kabul etmiyeceklerini söylerler. Sa’lebe Hz. Osman’ın halifeliğinden sonra ölür. Dünya ve malının kendisine yazık ettiğini hayatıyla göstermiş olur.

Şair der:

Ey (Allah’ı unutup) dünyası ile meşgul olan

Mağrur etti uzun emel

Hiç gafletten ayrılmadı

Tâki yaklaştı ona ecel.

Ölüm geliverir ansızın

Kabir sandıktır amele

Ölüm korkularına sabret

Ölüm ancak ecel iledir.

-Dünya meşgalesinden dolayı cihad’dan geri kalan Ebu Zerri Ğıfari’ye Rasulullah şöyle der:”Ya Eba Zerr! Gemini sağlam yap,yenile;çünkü deniz derindir. Azığını tam al,çünkü sefer uzaktır. Yükünü hafiflet,çünkü dağlar arasındaki yol sarp ve meşakkatlidir. Amelini halis kıl,çünkü iyiyi kötüden ayırd eden (Allah) Basir’dir.” Ahireti kazanmaya ayak bağı olan dünya,menfur dünya…

-Bir de Hz. İsa’nın meselesi ki;bir adamla arkadaş olur. Üç yufkaları vardır. Her biri bir tane yer,biri kalır. Hz. İsa dereye su içmeye gidince o yufkanın ortadan kaybolduğunu görür. Ve adama;Sen mi yedin?der. Adam;-Yok-der.Hz. İsa yine sorduğunda;-Hayır-cevabını alır. Adamı sudan geçirir ve ona:”Sana bu mu’cizeyi gösteren hakkı için soruyorum? Yufkayı sen mi aldın? Adam yine-yok-der. Bir kumluk yere gelirler. Hz. İsa onları altın yapar,üçe taksim eder. Biri benim,biri senin,biri de yufkayı yiyenin,deyince adam;-Ben yedim.- der. Hepsini ona verir. Daha sonra iki adam oradan geçer. Birbirlerini öldürmeye çalışırlar. Anlaşma ve düşünce ise birbirlerini zehirleme,neticede üçü de ölür. Oradan havarileriyle geçen Hz. İsa onlara şöyle der:”İşte bu dünyadır,ondan sakınınız…”

5-10-1992

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Hadid.20,Zuhruf.35,Şura.36.

[2] Tevbe.75-77.




KEÇİLERİN HIŞMINA UĞRAYAN KOYUNLAR ÜLKESİ

– KEÇİLERİN HIŞMINA UĞRAYAN KOYUNLAR ÜLKESİ –

Yıllarca hatta asırlarca birbirleriyle arkadaş olup,beraber yaşıyorlardı. Cins olarak aynı idiler. Veya öyle yaşamaya mecbur idiler. Bir gün beraber gezerken dereyi geçipte karşıya atlamak gerekti. Bu durumda keçi direterek,illa önce koyunun atlamasını amirane emretti. İlk önce sen atlayacaksın,ben öyle istiyorum, diye ısrar etti. Keçi yaa! Gariban koyun mecbur kaldı,atladı. Ancak arkasını iyice örtmüş olan kuyruğu bir anlık havaya kalktı. Keçi ise bu fırsatı kaçırır mı? Mal bulmuş mağribi gibi, dört elle bu işe sarılıp,alay konusu yapmaya başladı. Her gittiği yerde bu durumdan pay çıkarmak üzere dem vurup,demlenmeye çalıştı. Oysa hatırlamaz,belki de bilmez ki, kendisinin ki devamlı açıktır. Sürekli görülmektedir. Ayıbını örtecek bir örtüde mevcut değildir.

Bu misal ne kadar da benzerlik arz etmektedir memleketimizdeki laik ve irtica havarilerine.. Anarşinin içerisinde yıllardır yüzmekte,karşısındakini ise devleti yıkmakla,ele geçirmekle itham etmektedir. Ele geçirecek dediği kimsenin yapıcılığını,kendi yıkıcılığından tefrik edip ayıramamakta,iltibas etmektedir. Adeta aynaya tükürmektedir.

“ Her kesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez.”[1] Ayeti mucibince bir gemide 99 cani bir masum bulunsa adalet gereği o gemi batırılamaz. Bir cani 99 masum olduğunda ise hiçbir suretle batırılamayacaktır.

Türkiye de yüzde bir Hristiyan veya sair dinlere mensup birinin hakkı korunmaya çalışılırken, yüzde doksan dokuzu bir-e feda etmek amacıyla örtünenin örtüsünü açması veya bir dini mükellefiyetini feda ettirip tahkir etmek hangi insafa,hangi vicdana sığar. Birin hukukunu korumak,99-un kini göz ardı etmek en büyük hukuksuzluktur. Bu konuda bir eksikliğin bulunduğu kesindir. Şöyle ki; Buna karşı çıkanlar ya bunu bilmiyor. Veya bilenlerden Diyanet ve İlâhiyatçılar bunu hakkıyla anlatamıyor,seslerini udyuramıyorlar. Yada üçüncü bir el bunu karıştırıyor. Veya her üçü..

3-5-1999-da Meclisteki DSP-lilerin yemin törenindeki hırçınlık ve kışkırtıcılıkları,liderleri olan B. Ecevitin “Atın bu kızı dışarı” diye Merve Kavakçıya gösterdiği kin dolu hareket ve bu konuda önceden hazırlanmış olmak bu kabildendir. Hedef problem i çözmek değil,problem üretmek oluyor.

Her şeye şu iki açıdan bakmak gerek. Beşer ve Kader. Olaylara kader açısından bakınca hep güzellikler ve iyilikler,hayırlar görülmekte. Beşer açısından ise;acılar ve şerler.. Alttaki gelişme ve büyüme üstü yitiyor. Nitekim kız çocuklarının okutulmaması tenkit edildi. Okudular. Örtündüler diye geri gönderildiler. İslamiyet ferdi alandan içtima-i alana yansıdı. Fertte kalmadı. Buda bazılarında rahatsızlığa neden oldu.Belki de bu durum umulmadı. Beklenilmedi. İstenilmedi

Şeytanın ayıplarından ve şeytani ayıplardan biride,çirkin yerlerinin görünmesi ve açılması;haramın ve günahın göstergesidir. Zira yasak meyveden yiyen Hz. Âdem ve Havva-nın avret mahalleri açılmıştı. Günahın kerih olan sonucu görülmüştü.[2] Günahın ilk tezahürü ve görüntüsü açılmakla başlamıştır. Ve sonu da onunla sürüp,kapanacak gibi… İşte sefâhet..

İnsanlar vitrinde gördüklerine aşık oluyorlar. Vücuduna olup-olmadığına bakmıyor. Genç kızın fizikine aldanıyor. Vücuduna bol veya dar olmasına pek bakmıyor.Bu durum ise huzursuzluklara neden oluyor. Fiziki uyumluluktan önce metafizik uyumluluk esas olmalıdır.

İç aleminde zelzele olan bir insanın,dış alemi ne derece ve nereye kadar var olabilir,varlığını muhafaza edebilir? Genç hissine göre hareket etmekte, büyük ise aklına ve tecrübesine…

————————-

İki farklı nokta ve kutupta yaşayan insanların arasında bulunan ara bir noktanın adıdır A’raf. Yani; sevapla günahları eşit olanların bulundukları bir dağ ve yerin adıdır A’raf. Belli bir zamana kadar burada kalıp, ancak Allah’ın affıyla cennete gireceklerdir.[3] Arada kalmak tıpkı derede kalmak gibi. Meçhule giden stresli meçhuldeki yol. Kazanmakla kaybetmek arası. Düşmekle kalkmak..Olmakla ölmek. Yanmakla sönmek. Mükafat ve ceza arası bir girdap. Handikap. Şaşkınlık ve serap. Darp ve harp. Sakinleri olan mesken,sekine ve sükuna muhtaç mekan.İlahi mekan. Adaletin mekanizması…

26-06-1999

MEHMET ÖZÇELİK

[1] En’am.164, İsra.15, Fatır.18, Zümer.7, Necm.38.

[2] A’raf.22,26-27.

[3] Bkn.A’raf. 46.