BAASÇI YAPILANMA

BAASÇI YAPILANMA
Safevi tehlikesini 1514 yılında ber taraf ederek,Şah İsmail-e karşı Çaldıran savaşını kazanan Yavuz insan Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri,büyük bir Safevi tehlikesini önlemekle,anadoluyu işgal etmelerinin önüne geçmiştir.
Bir yandan Anadolunun içten ele geçirilmesinin önüne geçilmiş ancak bu tehlike kalkmamıştır,diğer yandan da ittihad-ı İslâmın tesisine gidilmiştir.
O Yavuz ki; İslamiyet’i tek bir bayrak altında toplamak gayesi ile çıkmış olduğu Mısır seferi sırasında, daha önceleri Cengiz ve Timur’un geçemeyip yüz geri döndükleri korkunç Tih çölünü mucizevi bir şekilde on üç günde geçti.
Bu geçiş esnasında askerinin önünde, yaya vaziyette, mütevazi bir şekilde iki büklüm olarak yürüyen Koca Yavuz’a vezirlerinin, “Hünkarım, atınıza binseniz” demelerine karşılık, Büyük Sultan göz yaşları içinde su cevabı vermiştir:
“Nasıl binerim!… Görmüyor musunuz, Rasulullah Efendimiz (s.a.v.) önümüzde bize yol gösteriyor.”
İran ve dolayısıyla Safevi tehlikesi hep başımızın üzerinde Demoklesin kılıcı gibi durmuş,her an kesmek için zaman ve zemini kollamıştır.
İran yani şii topluluğunun Hz.Ali-ye olan muhabbetleri,Hz.Ömer-e olan düşmanlılıklarından kaynaklanmıştır.
Dünyada iki süper devlet olan Bizans ve Sasani imparatorluklarından ;Süper devlet Sasani Hz.Ömer eliyle,Sa’d bin Vakkas komutanlığında,Efendimizin doğumu esnasında on dört şerefesinin yıkılmasıyla,bu çöküş gerçekleşmiş olmaktadır.
İran-da hala,Müslüman olmasaydık da,Sasani imparatorluğu devam etseydi, zihniyeti sürmektedir.
Daha önce de yazdım ,öyle zannediyorum yazmaya devam edeceğiz.;
-Çevremize baktığımız zaman İran-Suriye-Irak Baas rejimiyle tekrar bir toparlanma sürecine girmeye çalışmaktadır.
Geriye Türkiye kalmaktadır.Yıllarca bu noktada da çabalar gösterildi.
Ne garip bir tecellidir ki;alevi kesim Dersimi bombalayan partiye sürekli destek olmuş,oy vermiştir.Acaba bu verilen bir va’din sebebi midir?
85 yıl sonra da olsa alevi bir şahıs partinin başına geçmiş,farklı uygulamalara gideceğini söylesede,bırakılmamıştır.Böylece bir ileri iki geri gitmeye devam etmektedir.
İktidar partisi ise onu; Suriye-de iç savaştan,despot idareyi dolayı kınamaması adeta yanında olması sebebiyle baasçılıkla tenkit ederken,onlar bundan pek rahatsız olmamışlardır.
Ancak Türkiye-nin Irak gibi ülkelerden farkı,İran-ın buralarda kendisine uygun bir alt yapıyı bulamamasından kaynaklanmaktadır.
Yoksa İran burayı elli kere karıştırırdı.
İran-ın Şialığı siyasi amaçlı iken,bizdeki Alevilik kültürel bir taraftarlıktır.
Sürekli bizlere devlet erkanlarının sert demeçler verirken,ajanlarının memleketimizde cirit atması,pkk-ya destek vermesi bir sıkıntıyı daha doğuracağını göstermektedir.
Batı dünyası yumuşak karnımız olan alevi-sünni meselesini sürekli kaşımakta,bunu daha da büyüterek orta-doğuya yaymaktadır.
Beş yüz sene önce yapamadığını bu gün yapmaya çalışmaktadır.
Bu gün de bize bir Yavuz ve Yavuz gibi pek ,dimdik biri gerekmektedir.
Batının saldırısını biz frenledik,bizim frenimiz patlatılırsa batıyı İran-a karşı kim durduracaktır?
10-09-2012




İŞTAHI AÇILAN AÇ CANAVAR

İŞTAHI AÇILAN AÇ CANAVAR
Terör ve terörist aç bir canavardır.
Aç canavara karşı ise sevgi ve muhabbet beslemek,onun iştahını açıp,dönüp dişinin kirasını istemesine sebeptir.
Taksimdeki gezi parkı olayı tam bir terör ve terörist uygulamadır.
Masumluk ve masumlar görünmeyecek kadar azdır,oda basiretsizliğin oyuna gelmişliğidir.
Geçmiş yıllardan ve deşifre olan Ergenekon olaylarından ders ve ibret almama anlayışsızlık ve basiretsizliğidir.
*1970-lerde yaşlı bir nine yürüyüş yapan sol bir örgütle beraber yürüyüşte bulunur.
Kendisine niçin yürüdüğü sorulduğunda;memleket gelişecek,maaşlar artacak,insanlar rahatlayacakmış!
Buna sürü politikası,sürü yürüyüşü,sürüye katılma denir.
Bu kadar insanı huzursuz eden ve zarar veren bir zihniyet,sağlıklı bir zihniyet değildir.Taksimdeki görüntü ve görünenlerde aynen böyle sağlıksız bir zihniyetin eseridir.
*Olayın başını çeken yabancılar özellikle iran ve yabancı servislerin servislemeleridir.
*3. Köprünün adı da birilerini rahatsız etmişe benziyor.Bu yaraları da kaşımaya çalışanlar var.
İşte tam da bir sürü yürüyüşü tertip etme bahanesi ve zamanı…
Gerisi mi?Çorap söküğü gibi gelir…
İstemezük- ,yeni yapılan köprü –Yavuz Sultan köprüsü –değil,Hasan Sabbah köprüsü olmalı, hatta –Zerdüş köprüsü –adı kurulmalı hesapları da gelirse şimdiden haber vereyim,şaşırmamalı.
Körler ülkesinin kör çocukları…
*Allah’a eş ve ortak koşmadan sonra İslâmiyetin en nefret ettiği ikinci affedilmez olay,terör,fitne ve fesattır.
Bütün olumsuzluklar;fesat,karıştırma,suyu bulandırma sonucu ortaya çıkar.
Orta-doğuyu bir asır önce şekillendiren gizli komite,bu günde bir asırlık gelinen seviyeli duruşu ve ayağa kalkışı hazmedemeyerek,kanlı bir şekilde bastırmaya ve yeniden şekillendirmeye yönelişidir.
Türkiye Menderes-Özal-Erdoğan-la onar yıllık bir toparlanma süresine girdi.
Buna tahammül edemeyen Ergenekon terör örgütü,derin devlet,gizli komite; gençleri,boş insanları,hedefsiz kitleleri,maneviyattan uzak başı boş kişileri sevkedip,yakalanan kuyruğunu kurtarma çabası içerisindedir.
Taksim yürüyüş parkında başlatılan olaylar;Türkiye-deki memnuniyetsiz azınlığın,provakatörlerin,terörden nemalananların bir oyunudur.
Günler önce Chp başkanı bunun geleceğini haber vermiş ve fitili ateşlemişti.
*Bu kişilere nasıl davranılmalıydı?
İştahını açmadan ve tahrike gelmeden…
Her tarafı yıkıp yakan,her şeye zarar veren ve buna bilinçli bilinçsiz alet olanlara müsamaha göstermek;onların iştahını açmak,tekrar yapmaları için önlerini açık tutmak demektir.
Ancak terör odaklarının ya parmakları kesilmeli! Ve en önemlisi yatakları kurutulmalıdır.
Bu gün artık herkes bilmektedir ki ana gaye;hükümeti düşürmek,maddi-manevi gelişimi hazmetmemek,yine eskisi gibi orduyu darbeye çağırma çığırtkanlığı yapmaktır.
Yalanlar da bunu besledi.
Medya oyunda yer aldı.
-Vur de vuralım-diyen milliyetçi geçinenler solun sağında yer aldı.
-Millet üç başı bozuğa feda edilemez.Bir asırdır feda edildi.
Bu şehirdeki teröristler,dağdaki teröristlerin yeni versiyonudur.
İyi niyetli olanların işin buraya gelemeyeceğini fark edememesi ancak bir basiretsizliktir.
Ergenekon ve şehir pkk-sı oluşturdukları boşluğu doldurdular.
*Hadisler de ahirzaman savaş,terör ve fitne ile anlatılmaktadır.
Uzun zamandır içlerindeki pislikleri dışarıya dökemeyenlerin bu olaylarla içlerini boşaltmalarıdır.
Pis kokulardan anlaşılmaktadır.
Silivridekilerin dışarıya açtıkları bir fare deliğidir.
Zira bu olaylardan kim fayda sağlar;
-Ergenekon-pkk-suriye-dış destekçileri-iran-
-Medyadaki bir kısım yazarları okuduğumuzda ise;köşesinde de saldırmak için bekleyenlerin bu günü dört gözle beklediklerini görmekteyiz.
Çoğunu okurken burnumu kapattım,yüzümü buruşturdum.
Vurun abalıya,hırsız değil,ev sahibi suçlanmış.
Hırsız ve katil hep atlanmış
Yüzde 90 olan olumsuzluklar,yüzde beş olan olumsuzluklarla örtülmeye çalışılmış.
İstekler bu raddeye gelmeden,meşru yolla çözümüne gidilebilirdi.
Baş örtüsü gibi bir çok haklarından mahrum edilen dindarlar eğer bunların gayrı meşru yolla aradıkları haklarını aramış olsalardı,bu gün Türkiye olmazdı ve olamazdı!!!
Tüm mesele müsbet harekettir.
Menfi hareket müsbet insanların işi değildir ve olamaz…
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri “Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”
Şu anda çapulcuyla beraber Başbakan Tayyib Erdoğan’a vuran da sefil,rezil ve sefihtir.
MEHMET ÖZÇELİK
03-06-2013




ABDULLAH BİN MÜBAREK

ABDULLAH BİN MÜBAREK
*Köle oğlu Abdullah bin mübarek, Bereketli ve Tebe-i tabiinin büyüklerinden.
O şöyle der;
İnsanların adab-ı muaşeretteki noksanlıklarını görünce;”Bizim bugün,ilmin çoğundan,edebin azına daha çok ihtiyacımız var.”diyordu.
Çünkü edebden mahrum olan –bi edeb mahrum bâşed ez lutfu rab—Edebten mahrum olan,Allah’ın lutfundan da mahrum olur.- misali aynı zamanda sünnetten, farzlardan,marifetten de mahrum olup,cezalandırılacaklarını söylemektedir.
*”30 sene edebi aradım,20 senede ilmi.40 bin dirhem hadis,60 binde edeb için harcadım.Bir ay ilmi talim ediniz,iki ayda edebi.”derdi.
*Zühd sahibi idi.
*Takva sahibi idi.bizlerin havsalasının alamadığını,onlar gerçekleştirirdi. Nitekim, Şamda birisinden emanet aldığı malı vermeyip,horasana kadar götürmüşken, Merv-de fark edince geri şama dönmüştür.
*İlim sahibi idi.Bununla ilgili olarak:”Hz.Süleyman,ilim ile mülkü seçmede muhayyer bırakıldı.O,ilmi tercih etti.Allah da ona,ilmi seçmesi sebebiyle,mülkü ve ilmi beraber verdi.”der.
*Kölesi ve talebesi Hasan-ın,gözünün açılması için dua etmesini istemesi üzerine,yaptığı dua ile gözü açılmıştır.
*Efendimizden rivayet ettiği bir hadiste:”Zamanın sonunda bazı insanlar ortaya çıkar.Din ile dünyayı bozarlar.İnsanlar için,koyun postu giymiş gibi yumuşak,dilleri baldan daha tatlı,kalpleriyse kurtlarınki gibidir.”
*Babası Mübarek birisinin yanında köle ve hizmetçi idi.
Efendisi bir gün kendisinden bir salkım üzüm ister.
Götürür ancak üzüm ekşidir.Bir daha getirmesini söyler.Oda ekşidir.Sürekli getirdiklerinin ekşi olması üzerine hizmetçisine;
-Evladım sen bu üzümlerin tadına bakmıyor musun?Her seferinde ekşi üzüm getiriyorsun,der.
Mübarek ise;Efendim,sizin yememe izniniz olmadığından,bakamadım.
Bu söz hoşuna giden efendi,kızının bir çok soylu ve zengin kimseler tarafından istenmesine rağmen vermez iken;
-Madem sen benim bağımı koruyup,bu derece emanete riayet ediyorsun,o halde kızıma daha fazla riayet eder,onu korursun,diyerek,kızını hizmetçisi Mübareğe verir.
Ve bunlardan Tabiinin büyüklerinden olan Abdullah bin Mübarek dünyaya gelir.
*Onlar öyle bir iman sahibi idiler ki;Zübeyir bin Avvam,genç ve asil bir ailedendi.Amcası onu İslâmdan vaz geçirmek için hasıra sarıp,onu ateşe vermişti.
Zübeyir ise;”Yanıp kül olacağımı bilsem de yine islamdan vaz geçmem.”diyordu.
Zübeyir-in imanı galib gelmiş,amcası eziyet etmekten vaz geçmişti.
Efendimize su-i kast yapılacağını duyunca tek başına ortaya atılmıştır.
Cennetle müjdelenenlerdendir.
Onlar göktekilere bedel yer yüzünün birer yıldızları idiler.
MEHMET ÖZÇELİK
31-03-2013




SEFÂHET VE 20. ASIR

SEFÂHET VE 20. ASIR

Şeytanın en tesirli silahlarından biri de sefâhet ve onun yolları ve vasıtaları olan cazibedar şeylerdir.

İşte küfre giden bir yolda buradan geçer. Mü’min şuursuzca küfre buradan girer. Bu kavram,şümullü bir kavram olup nefsin hoşuna giden,nefsi okşayıcı,çığırdan çıkartıcı,sorumluluğunu idrak edip yerine getirmeye engel olan her şey bu kategoriye girer.

Şeytanın Hz. Havva’ya ilk söylediği cazibeli sözü:”Siz o cennet de ebedi kalacaksınız. Eğer yasak olan şu meyveden yer iseniz.”[1] Böylece şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi.

Haramlar şeytanın tuzaklarıdır. Sefâhette en büyük haramdır.

Hz. Âdem’in iki oğlu nefsani duygularına kapılarak ve kıskançlık yüzünden[2] kardeş kanı dökülmüştür.

İnsanlığın başlangıcındaki sefâhet,sonunda yine sefâhet olarak dönmüştür…

Hz. Âdem’in cennetten çıkışı kadınla,ahirzamanın en büyük fitnesi kadınla, Deccal’ın aldatmacası hep kötü kadınla olmuş ve de olmaya devam edecektir. Bundan dolayı şeytan fitne ve fesatta,sefâhette en büyük ve tesirli rolünü,nefsine mağlup kadınlarla oynar.

İnsanları saptırmada başarılı olamayan şeytan,en son olarak kadını kullanır.

Tefsirlerde de anlatıldığı üzere;Allah’a kırk yıl uzlet içerisinde ibadet eden bir âbidi saptırmak,halkın onun üzerindeki sevgisini kaldırmak için şeytan her yolu dener,ancak yaptığı,abidin ibadetini arttırmaktan başka bir işe yaramaz.

Artık en son çare olarak,fahişe bir kadın aracılığıyla,hem gayrı meşru bir harekete,hem bilinmemesi için doğan çocuğu öldürüp gömmeye ve neticede idam olurken şeytana imanını kaptırmaya kadar gider.

Ve şeytan kötü kadınla hedefine varmış,kırk yıllık birikimi bir anda bitirmiştir.

Gelelim asrımıza;Hz. Âdem’den beri hiçbir asrın görmediği bir sefih hayat yaşanmakta,bütün teknik ve teknoloji sefâhetin hizmetine girmiş olmaktadır. Vahşetlere denk sefâheti tervice,hiçbir insanlık şahit olmamıştır.

Milletin namusu olan kadını ve kadının namusunu pest-pâye insanlara peşkeş çekip,metâ olarak bu denli denice kullanılmamıştır.

Bu uğurda fertlerin,milletlerin namusları bozuk para gibi savrulmakta,nurlu sabahlara çok pahalıya mal olmaktadır.

Kadere iman olmasa yaşanılmaz. Allah Hakimdir. Zira o zulmetten nuru çıkarır. Nitekim onu zulmet takib ettiği gibi,zulmeti cehalet asrı,arkasından nurlu saadet asrı olan asrı saadet…

Bir çok insanları yutan karanlık geceler,aydın insanlara ve aydınlık günlere gebedir. Pahalı bedeller, değerli insanlar ve harikalar doğurur. Gerçek pahalı nesil,birkaç neslin feda edilmesinden sonra ortaya çıkmaktadır. Büyük kayıp,büyük kazanç…

Sâri hastalık gibi her tarafı saran iki illet;Küfrü mutlak ve Sefâheti mutlaka…

Dünyada özellikle Türkiye de oynanan oyun;küfür ve inkârcılık,onun temsilcisi kominizmle bir netice almak,onunla hedefe varmak. Veya belli bir netice ve sonuca vardıktan sonra sefâheti uygulamak,tam bir serbestlik içerisinde… Ağzıyla ot toplayan sorumsuz varlıklar gibi…

Alternatifsiz yıkmak. Bütün duvarları,haya ve namus duvarını,helal haram duvarlarını ve kavramlarını,hürmet-merhamet hudutlarını aşmak,bizi biz yapacak her şeyden,geçmişten-gelecekten uzaklaştırıp günü gün yapmak,düşünmemek… Batın fabrikası,çocuk üretme makinası,hayvani duyguların tatmini. Hevesi;yatak odası,mutfak,tuvalet üçlü takım hevesi…

Oysa yıkılan,horlanan,çiğnenen bu değerler ve mukaddesatın yerine geçecek ne gibi bir alternatif üretilmektedir? Hangi şeyler onların yerini doldurabilmektedir? Ruh ve kalb ne ile doyurulacaktır? Vah esefâ!!!

ÇARE : ÜÇ MESELE

Bediüzzamanın ifadesiyle üç mesele vardır;İman-Hayat-Şeriat.

Üç inkilap. Biri kişinin şahsi hayatında,diğeri toplum hayatında. Öbürü de siyasi,icra-i,hukuki,idari ve yönetim hayatında…

Müslümanların önünde iki engel vardır;Biri kominizm,temsilcisi Rusya. Diğeri Kapitalizm,temsilcisi batı alemi,özellikle hristiyanlık,İngiltere ve süper devlet Amerikadır.

Hristiyanların da iki büyük engeli vardır;Biri İslamiyet,temsilcisi 46 İslam devleti,özellikle Türkiye. İkincisi Rusya…

Kominizm yani Rusyanın önündeki engeller ise;-ister hak-ister batıl-bütün din temsilcileridir. Çünkü onun düşmanı dindir.

İslâmiyetin yükselişi,kendisiyle beraber bu üç aşamada gerçekleşir:

İMAN: İman meselesi her an tazeliğini koruyan bir meseledir. Kıyamete kadar da devam edecektir. Ancak imanın hayata hayat olmasıyla ayakta durulabilir. Birinci aşamada fertlerin hakiki imana sahip olmalarıyla,ikinci aşamada ise,kominizmin yani inkarcılığın ortadan kalkmasıyla,imanın insanlığın hayatında varlığını icra etmesiyle olabilir.

Şu anda ise bu fiilen yıkılmış görülmektedir. İman küfre hakim olmuştur. Ancak fertlerdeki hakimiyeti tam değildir. İman taklidde kalıp,tahkike geçmemiştir. İman küfre meydan okumuş ve onun kalesi olan kominizm yıkılmıştır.

İkinci ağırlık ve son senaryo ise;Sefâhettir. Bunun temsilcisi ise Avrupadır,Amerikadır. Onlarda kapitalizmle yani masumların kanını içmekle beslenir. Onlar için para,madde her şeydir. Her kapıyı açar. Hakiki saadet onun iledir.

Maddesiyle müslümanlara hakim olur. Maddesiyle sefâhet ve eğlenceye insanları bilhassa gençleri teşvik eder.

O halde;”Düşmanın silahıyla silahlanınız.” hakikatınca,düşmanın en tesirli silahı olan madde ile onu vurmak,maddeyi gaye değil,aracı yaparak… Zira koltuğu başına koyan alçalır,ayağının altına koyan yücelir. Madde ve para da kalbe değil,cebe ve kasaya konulmalıdır.

HAYAT : Müslümanlar,kalabalık olan İslam alemi sefalet içerisinde yaşamaktadır. Hiç birisi dikine ayakta duramamaktadır. Değil kardeşinin derdiyle dertlenmek,kendi derdini aşamamaktadır.

Zengin olan İslâm alemi fakru zaruret içerisinde yaşamaktadır. Oysa bütün zenginlik kaynakları kendisinde,ancak tokmak başkasında. Yoğurt bizim,içtiğimiz ayran batılının.

Kapitalizmin yıkılışı ise,müslümanların zengin olması,zenginliğine sahib olması iledir. Hayatın hayat damarı…[3]

Bediüzzamanın dediği gibi;”Bu zamanda İslâmın terâkkisi maddeten terâkkiye mütevakkıftır.”bağlıdır.

Teknik ve teknolojinin,maddenin İslâmın emrine girmesiyle –tabir caizse- İslâmın tam bir rönesansı ve inkilabı olacaktır.

Cehaletiyle asırları titreten bu asır,saadetiyle de bütün asırlara parmak ısıttıracaktır.

İslâmiyetin işaret ettiği gibi,hristiyanlık ya sönecek veya İslâmiyete teslim olup boyun eğecektir.

Süper durumda olan Amerika kaybettiği perestijiyle,genç neslini yani geleceğini kaybederek 400 milyar dolara ulaşan borç,dışının tantanalı içinin boşluğuyla tam Fatih zamanındaki Bizansı hatırlatmaktadır.

Batı bügün Fatih beklemektedir. Ancak o bir Fatih’in olmadığına şükretsin. Çünkü Fatihler ya daha çocuk,ya da onları doğuracak analarla sefâhet kıskacında hapsolmuş!!!

Eceli gelen caminin duvarına bevledermiş. Batıda İslam alemine bevlediyor. Paran varsa sende bevledersin! Çünkü tuvaletler paralı!!

ŞERİAT : İslâmiyetin dizginleri eline alarak siyasi,idari sahadaki otoritesidir. Kuvvetin hakka değil,hakkın kuvvete hakimiyetidir.

Dünyayı tilkiler idare ediyor. İnsanlığın değil,kendisinin faydasını düşünenlerin idare ettiği bir dünyada yaşıyoruz.

Çobanlar sürüleri değil,sürüler çobanları idare ediyor.

“Ümitvâr olunuz! Şu istikbal inkilabatı içinde en yüksek gür sadâ,İslâmın sadâsı olacaktır.”

10-08-1991

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakara.36.

[2] Maide.27,31.

[3] Bak. Emirdağ Lahikası. B. Said Nursi. / 9.




ŞOKLU BİR NESİL

ŞOKLU BİR NESİL

Adil Ertuğrul Beyle asrımızın meseleleri üzerine yapmış olduğumuz bir sohbette;bizi 13. asırda durdurup,13. asırdaki Avrupalıları da 20. asırda gezdiren sebebler üzerinde durduk.

Mevzu;hastalıkların sebeb ve çarelerinin ne olduğu idi?

Bir çok reçete ve devalardan sonra,muhatabım şöyle bir misalle konuya açıklık getirdi:

“Daha dört-beş yaşlarında çocuk idik. Köyden dinamitle balık avlamaya giderlerdi. Bizde onlarla beraber gider,ancak balık avlamakla bir ilgimiz olduğundan değil,dinamitin sesini duymak ve o hevesle giderdik.

Dinamitler atılır,atıldığı yerdeki balıklar parçalanırken;bir uzakta bulunan balıklar da onun sesiyle ve tesiriyle baygınlaşarak,ters dönerlerdi. Suyun yüzü balıkların ters dönmesiyle beyaz bir hal alırdı.

Baygınlık geçirenlerden yakalananlar yakalanır,yakalanmayanlar da suyun yüzünde saatlerce habersiz olarak süzülüp giderlerdi.

Ancak uzun bir zaman sonra kendine gelebilenlerde,o dinamitlerin şoku ve tesiriyle yaşarlar,bir nebze de olsa hatırlamaya çalışırlardı. Öldürmeyip çektiren,yapılanları düşünmeden ve düşünemeden yaşanılan bir hayat…”

Aynen bizlerde;içte ve dışta yemiş olduğumuz maddi ve manevi darbeler neticesinde,birkaç nesil kaybetmişiz. Heder olup,kaybetmişiz.

Biraz onlardan uzak olan sonraki nesillerde,babalarının yemiş olduğu darbeleri gördüklerinden,onun şokunu yaşamaktadırlar. Onun tesiriyle –Mezarı Müteharrik- -ölü gezer-,ölü toprağı serpilmiş gibi,vurdum duymaz ve de ilgisiz,çok şeyden de bilgisiz.

Ölmeyipte kalanlar o şokun tesiriyle geçmişe,mukaddesata karşı bi-gane ve düşmanlıkla –Reddi miras- yani ecdada ait ne varsa,onlardan ne kalmışsa hepsini red… Veya onun yaptığının tersini yapmak.

Oysa o ecdad;maddi-manevi bünyesini büyülttüğü gibi,mikroplardan da temizledi. Bir elinde dünyayı,öbür elinde ahireti tutarak…

O halde bütün bunları red mi? Vâa esefâ… İşte hâl-i pür-melâlimiz…

İşte Şoklu Bir Nesil…

MEHMET ÖZÇELİK




ZULÜM VE MAZLUMLAR

ZULÜM VE MAZLUMLAR

Zulüm ve haksızlık etmeyen Allah,[1]zulmü-de yasaklamıştır.[2]Zulümle Allah helâketi netice vermez,insanlar zulme devam etmedikçe,iyiler ortak olmadıkça.

Âyette;” Zalimlere meyletmeyiniz,ateş,cehennem sizi yakalar ve yakar.”[3]

Âyette;” Halkı iyi olduğu halde Rabbin,haksızlıkla memleketleri helak etmez.”[4]Akibet zulmedenlerin aleyhinedir.

Âyette;” (Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu ve size misaller de verdik.”[5]

Zalimlerin vasıfları belirtilirken’Bir haksızlığa uğradıkları zaman yardımlaşırlar’ ifadesiyle,hayırda değil,şerde birleşirler.

Âyette;” Ancak insanlara zulmedenlere ve yer yüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza vardır. İşte acıklı azap bunlaradır.”[6]

Kurtuluşa eremeyip,lanetlenmiş olan zalimler,cezasız kalmalarından değil,mühlet ve süre verilerek vaz geçmelerinin sağlanması içindir. Zira ahirette bu zulümlerinden dolayı tekrar dünyaya gönderilmelerini Cenâb-ı Hak-dan isterler. Çünki azap şiddetli ve dehşetlidir.

Aynı zamanda Allah onları dünyada da birbirine musallat eder.

Âyette;” İnsan çok zalim ve cahildir.”[7]buyurulur. İnsanın terbiye edilmemiş yapısında bu zulüm özelliği vardır.

Bu zulüm ilk insanla beraber,Hâbil-in Kâbili öldürmesiyle başlayıp,tarih boyunca da devam etmektedir.

Hadiste;” Küfür devam eder,zulüm devam etmez.” buyurulur. Küfür devam ettiği için ekseriya kâfir ve zalim hemen tokat ve ceza görmüyor. Nitekim büyük suçların cezalarının büyük yerlerde verilmesi gibi,zulüm gibi büyük suçun cezası da ahirete te’hir edilmektedir.

Birkaç yönüyle şu manalar da tecelli etmektedir;

Ya insan bir yönüyle bu zulme şerik olmuştur veya Hadisteki,” Dünya mü’minin zindanı (Ahirete nisbeten),kâfirin cennetidir.(Cehenneme nisbeten)Ehli imanın intibahına vesile olur. Günahlarına keffâret olup,ahirete temizlenmiş,öbürü zalim sıfatıyla çağrılırken,bu mazlum sıfatıyla çağrılır.

Hadiste;” Mü’mine zarar veren veya hile yapan mel’undur.”

Hadiste;” Kim (Mü’mine) zarar verirse Allah-da onu zarara uğratır. Kim de (Müslümana) meşakkat verirse, Allah-da ona meşakkat verir.”

Hadiste;” İşleyene daha dünyada cezası çarçabuk gelmeye en layık günah,zulüm ve sıla-i rahmin koparılmasıdır. Bu cezanın dünyada gelmesi,ahiretteki cezaya keffâret değildir.”[8]

Zulüm hayatın mana ve hakikatının bilinmemesinden ortaya çıkmaktadır. Hayat bir eğlence ve boş ve boşluk dan ibaret değildir. İnsanların boşluğu,hayatı boş görmelerinden kaynaklanmaktadır.

Âyette;” Dünya hayatı boş ve oyundan ibarettir.”[9]buyurulur.

Bunca gelenler gelip gitmekte,az durmaktadırlar. Tıpkı sinemada bir rolde oynayan kötü bir insanın devamlı kötülüğünün seyredilmesi,iyi rolde olanın iyiliklerinin nefrete karşı takdir ve memnuniyetle seyredilmesi sahneleri gibi. Zalim ile mazlum rollerini oynamaktadırlar.

Nitekim bazıları yılanlıklarını ve köpekliklerini yapmaktadırlar. Sırp zulmünde olduğu gibi. Öyle bir zulüm ki; sırtlanlara rahmet okutturacak derece de.

Haçlarla çocukların gözlerini oymak,hamile kadınların karınlarını yarma,canlı canlı yakıp,boğazlarını kesme,kadınlara tecavüz etme,camilerin yerle bir edilmesi gibi [10]zulümler,Hadis de belirtildiği gibi;Denizin dibindeki balıkları dahi şikayet ettirip,rahatını selbettirecek,yer ve göğü hiddete getirecek hareketlerdir.

Eğer Bosna ve Kosova da zulmeden sırba Osmanlı aynı müsamahayı göstermeseydi;bu gün sırp ırkı diye bir ırk ne olur,ne de orada kalabilirdi!

Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.

İnsanlık bu gün medeniyet adına yanlış gitmekte,baltayı ayağına değil,kafasına ve kafalara vurmaktadır.

Muîn-i zalimin dünyada erbâb-ı denâettir.

Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insafa hizmetten.

Sırp köpeğine tükürmem! Acırım tükürüğüme! Zira kirlenir. Ancak mazlum kosovalı ve Bosnalının hatırını ve hakkını korumak için tükürmek lazım.

Tükürün zalimlerin o hayasız yüzüne,tükürün.

Kaç mevsim oldu yollarda zelil ve derbeder.

Gökte uçanlara inat hep emekliyoruz.

Halimiz mezardakilerin halinden beter.

Bir sırlı nur kapısı açılsın bekliyoruz.

Ayaklarımızda zincir,boynumuzda kement.

Sürüm sürümüz,sürüm sürüm bütün insanlık.

Yazık!süründürülüyor bu koskoca millet.

Mukaddesler târ-u mâr,düşünceler karanlık.

İngilizlerin İstanbul boğazının toplarını tahrip ve İstanbulu istila ettiğinde o devletin en büyük dini dairesi olan Anglikan kilisesinin baş papazı tarafından Meşihat-ı İslâmiyeden 6 suale 600 kelime ile (şımarıkça) cevap istiyorlar;

Dâr-ul Hikmet-il İslâmiyenin azası olan Bediüzzaman-dan cevap vermesi istenildiğinde cevaben; 600 kelime ile değil,6 kelime ile de değil hatta bir kelime ile dahi değil,belki bir tükürük ile cevap veriyorum. Çünki o devlet ayağını boğazımıza basmış.’

Kimi yamyam,kimi Hindu,kimi bilmem ne belâ.

Hani tâuna da züldür bu rezil istilâ.

Zulüm bir istilâ,tecavüz ve haddini bilmezliktir.

Zulmü anarşi ve anarşist doğurur.

Âyette:”Dediler ki:”Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Ye’cüc ve Me’cüc bozgunculuk yaparlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi?”[11]

Bediüzzaman;”Eskiden mançur,moğol ünvanıyla içtimaat-ı beşeriyeyi zir-ü zeber eden taifeler ve seddi Çininin yapılmasına sebebiyet verenler,kıyamete yakın yine anarşistlik gibi bir fikirle medeniyeti beşeriyeyi zir-ü zeber edecekleri rivayetlerde vardır.”buyurur.

Kehf suresinin 92-98 ve Enbiya suresinin 96-97. ayetlerinde Zülkarneynin halkın isteği üzere anarşistlere karşı bir sed yaptığı anlatılır.

Rivayette:bununda Ermenistan ve Azerbeycan dağlarından iki dağ arasında olduğu,sağlam yapılan bu seddinde kıyamete yakın ve kıyamet günü yıkılacağı ifade edilir.

Ye’cüc ve Me’cücden kasıd;böylece fesat ve karışıklık manasına gelen anarşi ve anarşist demektir.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Al-i İmran.108,182,Nisa.40,Yunus.44,Fussilet.46.

[2] Nahl.90.

[3] Hud.113.

[4] Hud.117.

[5] İbrahim.45.

[6] Şura.42.

[7] Ahzab.72.

[8] Kütüb-ü Sitte.Prof: İ. Canan. 16 / 357-360.

[9] Ankebut.64.

[10] Bkn.Türkiye gaz.28-7-1998,31-7-1998.

[11] Kehf.94,Ye’cüc-Me’cüc için bak.Risale-i Nurun Kutsi Kaynakları.A. Badıllı.255,646,Zülkarneyn için bak.Zafer der.Mart.1986,Mektubat.B.Said Nursi.482,Lem’alar.B.Said Nursi.107-109,390.




SABATAYCILIK

SABATAYCILIK

Kaynağından çıkan su,sağlıksız mecralara yitilince bir çok kirlenmelere ve kirletmelere neden olur.Etraftan sızan kanalizasyonun atık sularıda işin cabası.Yosunlar,kurbağalar onun sürekli misafirleridir.Oluşan bataklıkta üreyen,üretilen ve türetilen bocekler onun doğal halidir.Nebati ve hayvani varlıklar onlara hayat kaynağı olurken,insanların hayatlarını tehdit ederler.

Kaynağından çıkan din girdiği mecralara göre yön almaktadır.İşte hristiyanlık ve yahudilikte bunlardan biri.Özellikle yahudilik farklı bir görünüme oturtuldu.Herkesden ve herşeyden farklı ve imtiyazlı bir din ve mensubları olarak görünmeye ve gösterilmeye çalışıldı.İnsan olarak sadece kendilerini görürken,diğer varlıklar sosyal ve hukuki alanda hayvanca bir muameleye tabi tutuldu.Tarih bunun örnekleriyle doludur.Ğayrı meşrular meşrulaştırılarak ve acımasızca uygulamalar içerisine girilerek toplumda farklı düşünce ve yaşayışlar din halini alır oldu.

İşte Sabatay Sevi’de böyle farklı bir mecradan çıkan bir şahıs idi.Baştaki sapmalar,sonlarda büyük sapmaları beraberinde getirdi.

Sabatay Sevi tarihi serüveni içerisinde şöyle bir gelişme içerisine girdi ve şu son şekli elde etmiş oldu;

17.yüz yılda Osmanlıda oluşan karışıklıklar,Mesih ve Mehdi çıkışları bulanık bir ortamın doğmasına sebeb olan önemli faktörlerden oldu.İşte böyle bir ortamda Sabataycılık üredi ve zamanla türemiş oldu Sabatay Sevi.Küçüktü,önemsizdi,önemsenmedi,bir köşesine itilerek susturulmaya çalışılmıştı.Ancak bayraklaştırılacağından ve ileride problemler doğuracağından habersiz olunarak gelişti. O tarihlerde Musul civarında Seyid Abdullahoğlu Muhammed mehdiligini ilan etmişti.

Sabatay Sevi 1626 yılında İzmirde dünyaya gelip,31-Mayıs-1665 yılında kendisini Mesih yani kutsal toprakların kurtarıcısı olarak ilan etmiştir.Ortodoks yahudiler tarafından saraya şikayet edilmiştir.Edirne sarayında, Sadaret Kaymakamı Mustafa Pasa, Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendi ve Padisah’ın imamı meşhur Vani Efendi’den olusan bir divan kurulur, Padişah Sultan IV. Mehmet de divanı ‘Kafes’ten’ izlemektedir. Divanda, Padisah’ın hekimbaşısı Yahudilikten dönme Hayatizade Mustafa Fevzi Efendi tercümanlık yapar. Sabatay Sevi’den Mesihliğinin alameti olarak bir mucize göstermesi istenir. Mucize, atılan okların vücuduna işlememesi şeklinde olacaktır.Bu teklifi duyan Sevi, dehşete düşer ve kendisinin Mesihlik iddiasında bulunmadığını, bunun bazı Yahudiler tarafından çıkarılmış bir şayiadan ibaret olduğunu söyler.

Bu hareketinden dolayı 16-Eylül-1666’da Sadrazam tarafından divana çağrılmış,müslüman olmayla öldürülme arasında bir tercihe mecbur bırakılınca;Sevi, Hayatizade’nin tavsiyesi üzerine Kelime-i Sehadet getirir,müslüman olmayı tercih eder.Aziz Mehmed adını alır ve 150 akçelik bir maaşla Saray kapıcılığı görevine getirilir. maaşa bağlanmıştır.Bu durum Yahudi dünyasında sok etkisi yapar. Yahudi bir din adamı olan bu şahıs kurtarıcı olarak görülmüş ve siyonizmin maşası olarak kullanılmıştır. Şiiliğe atfedilen Takiyye yani imanını gizlemenin âlası gerçekleştirilerek inancını gizlemek temel inanç esası olmuştur.[1]

Prof. Dr. Abdulvahhab el-Mesiri’nin şu itirafıki: “Konu üzerinde 12 yıl çalıstıktan sonra 1984 yılına geldiğimde, akademik kariyerimin ve ilim hayatımın en önemli gerçeklerinden biriyle karşılaştım: Polonya tarihi bilinmeden modern Yahudi tarihi ne bilinebilir, ne de yazılabilir.”

Aynı şekilde Selanik bilinmeden,Sabataycılıkda bilinemez.Ortodoks yahudilikten ayrılan Sabatay Sevi sürgün edilerek ve bu sabataistlerden 200 aile İspanyadan göç ederek Selanik şehrine yerleşmişlerdir.Önemli çapta sabatay yahudilerinin yerleşim merkezidir.

Ve bunlar 1924 yılına kadar farklı olarak Selanikte yaşamışlardır. Bunlara Dönme denir.

Sabataycılar önce Dönme,Mason ve Yahudi üçgeninde sıkışmış iken,Atatürkün açtığı ve rahatlatıcı tarzı ile bunu,Modern-Atatürkçü-Batıcı üçgenine taşımışlardır ki;Atatürkçü düşünce derneklerinin üyeleri arasında bunlara rastlanmaktadır.

Selanikte bunlar gerek mason localarında gerekse de İttihat-Terakki içinde etkilidirler.

Bunlar eğitime önem verip Osmanlı döneminde ilk Fevziye Mekteblerini açmışlardır.Şu anda buna Işık Lisesi ve Işık Üniversitesinide eklemişlerdir.

Balkanlar’da başlayan milliyetçilik akımının öncülügünü üstlenerek,Jön Türk ve İttihad Terakki hareketinin ileri seviyedeki isimleri arasında yer aldılar.

Nitekim 1908’de II. Abdülhamit’n görevden alan, 31 Mart Vakasını gerçekleştiren “Hareket Ordusu” Selanik merkezliydi.Ve II. Abdülhamit sürgüne Selanik’e gönderilmişdi.

Koca bir imparatorluğun yıkılışı ve yeni bir devletin kuruluşu esnasında gelip,o zemini kendilerine hazırlamışlardır.Gerek yıkılış ve gerekse kuruluşda önemli rolleri olmuştur.

Nitekim aynı etkiyi 1960 ihtilalini destekleyerek,1970 solun içinde olarak.1980’den sonra Özal devrinin farklı değişimine ayak uydurarak bu etkiyi gösterecekleri gibi…

1925’te Lozan Antlaşması’yla 25 bin Sabetaycı Selanik’ten İstanbul’a geldi.İstanbul’un Yenikapı, Kasımpaşa,Üsküdar ve Feriköy semtlerine yerleştiler.

Şu anda yaşadıkları çevreler Nişantaşı-Maçka-Osmanbey üçgeni.

Önemli çapta eğitilmiş eleman,iş adamı yetiştirerek içe kapanıklılığı dışa açılarak başarıyla sürdürmüşlerdir.

“İttihat Terakki’nin dayandığı üç grup olan; Mason Locası, Tarikatlar ve Ordu içinde en etkili olanlardan Masonlar arasında Sabetaycılar çoğunluktaydı.Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de Sabetaycıların toplum ve devlet üzerindeki ağırlığı devam etmiştir. Bir çok önemli tarihi olayın içinde bulunmuş olan bu cemaat, 1924 yılında Yunanistan’la yapılan mübadele ile Türkiye’ye gelerek daha çok İstanbul’un Şişli ve Nişantaşı semtlerine yerleşmiştir.”

Atatürkçülüğü kullanarak,çağdaş ve laik perdesine saklanarak müslümanları gemlemeye çalıştılar ve başardılarda.

Kimliklerini gizlemenin verdiği boşluğu Dönme-Mason-Yahudi üçgeni içerisinde doldurmaya,Türkçülük ve Atatürk Milliyetçiliğiyle dillendirmeye çalışmışlardır.

Konu hakkında Prof. Abdurrahman Küçük’ün “Dönmeler ve Dönmelik Tarihi” adlı bir kitabi vardır ve burada Sabetaycıların olumsuz rollerini şöyle anlatmaktadır: “Türk milletinin inanç, örf, adet ve ahlaki değerlerini zayıflatma yolunda bir tavır sergilemeleri, jön-Türkler hareketinde İttihat ve Terakki içinde, 31 Mart vakasında ve Sultan Abdulhamid’in Hal’inde önemli roller üstlenmeleri bu kimselerin kimliklerinin ortaya çıkarılmasını sağlayan amillerdendir. I.Dünya Harbi’nin ve gelişmelerin Türkler’in aleyhine neticelenmesinden sonra bazı insanların Türkler’e pamuk ipliğiyle bağlı bulunduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. O güne kadar, Türkler kendilerinden uzaklaştırmamak üzere azami gayret gösterdikleri dönmeleri yakinen tanıma fırsatı bulmuş ve bu vesileyle onları imtihandan geçirmiştir.”

Sabataycılıklı ilgili bir çok makale ve eser veren Mehmet Şevket Eygi onlar hakkında:” Sabetaycılar hiçbir zaman açıkça İsrail’i desteklemedi. Fakat bazı Sabetaycılar destekledi. Bazı Sabetaycılar İsrail devleti için savaşmaya bile gittiler. İsrail’in Ramle kentinde bugün yahudi olan çok sayıda Sabetaycı yaşamaktadır. -Masonlukla Sabetaycılık arasındaki bağlantı nedir? -Çok fazla sayıda Sabetaycı mason taıdım. Ben şunu gördüm. Masonluk bir anlamda Sabetaycılar için bir din haline gelmiş. Bir dinin seromoni kısmını masonlukta buluyorlar.

Nitekim pekçok Sabetaycının da mason olmasının sebebi bu.

Sabataycılar ilk devrelerde sadece kendi içlerinden bir evliliği gerçekleştirilirlerdi.Zaten yahudilikde de bir başka kimseyle evlenilmesine müsaade edilmez,öyleki anne tarafından yahudi olması aranır.

Sabetaycıların 1917, 1991 ve 1996 da Yahudi dinine geçiş istekleri reddedilmiştir.Özellikle son iki çaba Israil’de politik olarak algılanmıştır.

İnternet sitesinde Sabataycılığa büyük yer veren ve bu uğurda mücadele vererek kendisinin sabataist olması için İsraile dilekçe verip zorlada olsa kabul ettiren Ilgaz Zorlu, Yahudi dinine kabul edilmekten büyük mutluluk duyduğunu belirterek, şunları söyler:‘‘ABD ve başka ülkelerde Yahudiliğe kabul edilen Sabetaycılar var. Ancak Türkiye Hahambaşılığı bunu kabul etmiyordu. Türkiye Hahambaşılığı, Yahudilerin 1492 yılında Padişah 2’nci Beyazıd’a hiçbir Müslümanı Yahudi dinine almayacaklarına dair verdiği tek taraflı akiti uyguluyor.’’

Zorlu, ‘‘Bu karar kendilerini Yahudi kabul eden diğer Sabetaycıların da önünü açacak mı?’’ sorusuna ise ‘‘Hiç zannetmiyorum. Çünkü beni zorlukla kabul ettiler. Kabul edilmemin nedeni İsrail’de dini eğitim almış olmam ve bir Yahudi gibi yaşamamdı’’ yanıtını verdi.

Ilgaz Zorlu’nun kendisi de bir Sabataycıdır. Ve nüfus cüzdanındaki Dini –İslâm- ifadesinin yerine mahkeme kararıyla yahudi yazdırır,bu Avdetî.(Yani dönme)[2]

Böylece Türkiye Hahambaşılığıda Sabataycıları Yahudi olarak kabul etmemektedir.

Sabataycıların kendilerine mahsus ibadet yerleri (sinagogları) vardır.Meselâ İstanbul’da Etiler’de Alkent’te büyük bir binanın altı Sabataycı sinagogu olarak kullanılmaktadır. İstanbul’un başka yerlerinde Türkiye’nin başka şehirlerinde de Sabataycı mâbetler vardır.

Türk Yahudi cemaatinin önde gelen isimlerinden Hario Ocalyo Sabetaycıları açıklamıştır.Bunlar ve konumları şudur;

· Mahir Tokay (Güzel Sanatlar Akademisi’nin kurucusu)

· Fevziye Hanim (Isık Lisesi’nin kurucusu)

· Karaköy Börekcisi Hasan bey (Meşhur yağma Hasan Böreği)

· Feriha Sanerk (İlk Kadın emniyet müdürü)

· Halide Edip Adıvar (Yazar)

· Ziya Gökalp (Türkçülüğü ilk telaffuz edenlerden,yani Tekin Alp, takma adıyla milliyetçilik, Türkçülük, Atatürkçülük havariliği yapan Moiz Kohen)

· Dr. Şefik Hüsnü (Cumhuriyet tarihinin ilk sosyalistlerinden)

· Fatin Rüştü Zorlu(Menderes Hükümeti’nde Bakan,)

· Fazlı Necip Bey (Yeni Asır’in kurucusu)

· Dinç Bilgin (Sabah,Akşam,Yeni Asır gazetesinin sahibi ve Sabah’ın önemli bazı köşe yazarları Sabetaycı, yani Selanik Dönmesi’dir,der Eygi.)

· Erol ve Sedat Simavi (Hurriyet gazetesi’nin sahipleri)

· Ahmet Emin Yalman (Vatan gazetesinin kurucusu,aynı zamanda Yakubi kolundan.Amerikan mandasının savunucularından)

· Abdi Ipekçi (Milliyet Gazetesi’nin eski Genel Yayın Yönetmeni,A.E.Yalmanın yanında yetişip,çizgisini devam ettirenlerden.)

· Rahşan Ecevit (Bülent Ecevit’in karısı)

· Tansu Çiller (Eski Başbakan, DYP Genel Baskanı)

· İsmail Cem (Dışişleri Bakanı,Ilgaz Zorlu, “İsmail Cem İpekçi, köklü bir Sabetaycı aileye mensuptur… Büyük dedesi Haham’dır ve Sabetay Sevi’nin de yakın arkadaşıdır” dedi.ve Zorlu:” Eğer İsmail Cem Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanırsa, Türkiye’de yaşayan Sabetaycı bir vatandaş olarak Çankaya Köşkü’nde nasıl cuma namazlarına sayın Demirel gidiyorsa, Cumartesi günleri de Çankaya Köşkü’nde Sabak Defilesi yapılması için ben bizzat Cumhurbaskanlığı’na ve Meclis’e başvuracağım. Bunu çok arzu ediyorum. Hatta Cumhurbaskanı’nın Yahudilerin dini bayramlarının olduğu günlerde, çalısmaması gerektiğini düşünüyorum. Hatta hatta, sayın Cumhurbaşkanı’nın bu takdirde kafasına kipa takarak dolaşması da gerekebilir. Çünkü bu onun dini inancıdır, bunu yapması gerekir. Sabetaycı Cumhurbaşkanı bunu yaparsa Türkiye’de diğer insanlar ne yapar bu da ayrı bir konu olur.”Sabataycıların en güçlü oldukları Dışişleri Bakanlığı’dır. Medyada, üniversitelerde, yüksek finansta ve daha birçok temel müessesede büyük ağırlıkları vardır.”[3]

· Çevik Bir (Emekli General, doğmadan Ölen Eski Genel Kurmay 2. Başkanı Çevik Bir (Cumhurbaşkanlığına niyet edip de işin başında dönüş yapmak zorunda olan şahıs.) 2 Ekim 1999 tarihinde gazeteci İsmet Solak’la NTV’de yaptıkları sohbette şöyle demektedir: “Babam Manastır’lı, annem Selanikli’dir.” [4]

Çevik Bir”Musevi Ulusal Güvenlik Sorunları Enstitüsü” adlı kuruluş tarafından, kendisine ” Türkiye’nin ABD ve İsrail ilişkilerinin gelişmesine yaptığı katkı” sebebiyle bir ödül verilmek üzere ABD’ye davet edildi ve 30 Agustos’ta emekli olan Bir,Ekim ayı içinde ABD’ye gitti.Ve Ekim ayında eğitim-öğretim sezonunu açan “Işık Üniversitesi”nin açılışına katılıp,ilk dersi verdi.Genel Kurmay bünyesinde “Hasan Tahsin Bilgi Merkezi”kuruldu.Gerçek adı Osman Nevres olan Hasan Tahsin Sabetaycıdır ve Yunan’a ilk kurşunu onun atıp atmadığı çok tartışmalıdır.

· Leyla Gencer (Dünyaca ünlü soprano)

· Engin Noyan(Şarkıcı)

· Cemil İpekçi (Ünlü Modacı)

· Dede Cemil İpekçi (Türkiye’de İlk sinemanın kurucusu)

· İzak Ben Zwi (İsrail’in ikinci cumhurbaşkanı)

. Bitlis Milletvekili Kâmuran İnan’ın hanımı.

. Coşkun Kırca.

. Kemal Gürüz. YÖK başkanı.”Dönme olduğunuz doğru mu?”diyen Nuriye Akman’a;”Sosyolojik anlamda müslümanım.”demiştir.KTÜ Rektörlüğünden TUBITAK Başkanlığına atanmış,KTÜ Rektörü iken Yahudilerin İspanya’dan Türkiye’ye göçlerinin 500.yıldönümünün kutlama komitesi üyeliğini yapmıştır.

I.Zorlu Halil Bezmen gibilerin yaptıkları yolsuzlukların kendilerine kan kaybettirdiğini,olayın paraya döndüğünüde itiraf etmektedir.Halil Bezmen cemaatten ve piyasadan topladığı muazzam bir servetle ABD’ye kaçmıştır.Zaten ben inanıyorum,Şişli Terakki Lisesi’nin yöneticisi olan insanlar da uzun vadede aynı şeyi yapacaklar. Bu insanlar, bir çizgi çiziyorlar Türkiye’de. Bu genelde Kemalist bir çizgi. Fakat bunu yaparken, sol partilerde yer alıyorlar. Fakat bunu yaparken cemaatin içerisinde bir takım olayların içerisine giriyorlar.

Yahudilikten ayrı olarak değerlendirilemiyen Sabataycılık ve Sabataycılar bir çok alanda etkili olmuşlardır. Yalçın Küçük “Tekelistan”adlı eserinde;Sabataycıların Türkiye’yi ipotek altına aldıkları ifade edilir.

Fatih Sultan Mehmed’i, büyük bir sefere giderken Gebze’de Yahudilikten dönme Yakup Paşa adlı hekim zehirlemiştir. Bu zatın asıl adı Maestro Iacobo’dur; Fatih’i Venedik hükümetinin tâlimatı üzerine zehirlediğine dair belgeler aradan beş yüz yıla yakın zaman geçtikten sonra ortaya çıkmıştır.

Türkiyenin kontrolünde siyaset, medya,sosyal ve kültürel yapıda büyük tesirleri vardır. Ülkemizde bir asırdır devam etmekte olan din-siyasî rejim kavgası onların eseridir. İrtica tehdit ve tehlikesi efsanesinin mimarları da genellikle onlardır.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak.www.yeşil.org,Aksiyon dergisi.

[2] Bak.Yeni Şafak.8-1-2001,Hürriyetim.4-2-2001.

[3] Milli Gazete. (M.Ş.Eygi.)26-haziran.2001,27-1-2002.

[4] bak,internet.2 Ekim 1999 tarihli Hürriyet’te Ertuğrul Özkök,




TAYYİB BİR KİBRİT YAKTI

TAYYİB BİR KİBRİT YAKTI

Mumlar sönmüştü. Bir kısmı tersine dönmüştü. Tersi dönmüştü. Tereslerin tersliği sertti.

Zengin olan insanlık fakir yaşamaktaydı. Hoca-nın dediği gibi;Un-da vardı,şeker ve yağda. Ama helva yok,tat ve tatlılık da yoktu.

Her şeyden önce tatlıların tadı kalmamıştı. Belki de alınmıştı. Yağı alınan süt,özü alınan ayran idi. Ayran mı su idi,su mu ayran? Hiç de belli değildi!

İnsanlık kibrite de sahipti,muma da. Ama olmayan bir şey vardı,daha doğrusu olması gereken bir şey yoktu,ışığı.

Bir çokları gibi,Tayyib-de bir ışık yaktı. Ağzından çıkan şiir bakanlıkça onaylanan şiir idi. Ancak Tayyib bunu şuurundan damıtarak bir kibrit yaktığı için onaylanmamış,bununla da yetinilmeyerek cezalandırılmıştı. Aslında insanlık cezalandırılmıştı.

Yanmayan mumlar söndürülüyor,sönmeyenlerin hayatları söndürülmeye,sevgisi öldürülmeye ve sürgün veren filizler sürülüyordu.

Fabrikalar bir dönem kibrit ürettiğinden suçlanırken,şimdilerde üretilenlerin kullanılmasından sorgulanılıyordu.

Kibritler yakılmıyor,kibrit suları halinde toprağa dökülüyordu. Adeta milletin temeline kibrit suyu dökülüyordu. Gelişmesin diye!

İnsanlar bulundukları hayat zindanlarından,umumi hapishanelerden özel hapishanelere naklediliyordu!

Düşünmenin suç olduğunu bildiğim halde,yine de düşünmeden edemiyordum!

Kim di zindanda olan? Zindanı yaşayan kim di? Bunun ölçüsü ne idi? İçeri ile dışarının farkı nereden idi? Belki de üç-beş adım fazla idi! Ben miyim zindanda olan,yoksa zindan mı bende?

Zindan ben de idi! Benimle idi! Bir gölge gibi takib ediyordu beni!

Yusuf Peygamber haksız olarak 12 yıl zindan da kalırken,onu oraya atanlar sarayda idi.

Saray adamı zindanda,zindan insanı ise saraydaydı.

Birisi ve birincisi zindanı bile kendisine saray yaparken,medreseye çevirirken,bir öteki;zindanına saraylar aramakla meşguldü.

Zindana girmek için suçlu olmak gerekmiyordu. ders almaya,ders vermeye gitmek içinde gerekli idi.

Zindandan Mehmede mektub yazan N: Fazıl-ın dediği gibi,iki heceli bir yer. Hayat mı? Birkaç heceli! Heceleyemeyenlere tek heceli,hiç heceli.

Işık yakmayanlar aydınlıktan dem vurmakta idiler. Gerçekte ışık yakanları vuruyorlardı.

Işık şahsiyet olamadım ama,ışık yakan olmayı isterdim.

Çünki ışıkları özledim.

Beste olamadım ama,besteleri destelemeyi hep istedim.

Bir kibrit,bir mum olmayı çok isterdim ama,olamadıysam da bunu içimde çok besledim.

Hep besledim,büyür diye…

Ümidimi kesmedim,sesimi kessem de…

Sesimi kesmedim,biraz kıssam da…

Bir gemiye bindirilmiştim,meçhule kalkan,hedefsiz bir gemiye.. gemsiz di gemi..belki de gemsizlerin di gemi!

Kaptanı çoktan emekliye sevk edilmişti,emekliyenlerce…

Kaptanlık inada mı binmişti,yoksa sıraya mı,sıradan bir işti..

Belli de değildi ya..gidiyordu işte…

Sırada ben de varmışım,öyle de söyleniyormuş. Ancak ben sıradan çıkarılmıştım..çünki sıradandım..sırayı belirleyenlerce..belirleyenlerin içinde değil,belirlenenlerin içinde idim..öyle de istedim.

Bir şey yapamadım..yapamadığıma yandım..hep buna yandım..yandırıldım..hem de kandırıldım…

Geriye benden sadece bu kalmıştı.

Hiçbir şey yakmamış değilim. Yanmalarım beni yaktı. Yanmayanların yakamayacaklarını biliyordum. Teselli olarak kirlerimden bir tek o ak idi.

Bir ömre bu yeter miydi? O ateşime bu da kor oldu.

Umduğumuz dağlara karlar yerine,kor-lar yağdı. Geriye ise,güller gitti,küller kaldı. Oda savruldu,dumanı kaldı.

Hayat hükmünü baştan koymuştu;Güllerle Küllerin yarışı…

Rövanşı olmayan hayatta küllere rağbet çoktu.

Ve… Küller güllere gübre oldu. Sonuçta her yer güllerle doldu. Güllere gebe oldu.

Küllere kızmıyorum. Zira güllerin gübre olacak küllere ihtiyacı vardı. Hep bu ihtiyaçtan o yakıcılığa katlanıldı.

Güllerin hatırına küllere gülündü.

Güllere gülmek yaraşır,küllere küllük yaraşır.

İnsana da bir kibrit çakmak ve bir mum yakmak yaraşır.

Işıklar sönmesin! Alem karanlığa dönmesin! Yarasalar sevinmesin!

Tayyib-i yakan yaktığına yanıyordu. Yanmasına dayanamadı,görevini yaktı ve emekliye ayrıldı.

Gönlü yananların haline yanmamaları,kendi gönlünü yakmamaları için,kendi dünyasına çekilmeyi yeğliyordu.

Adeta mesleği müddetince bir çok insanı zindana gönderme hükmünü verirken,kendisi için hükmünü vermekten geri durmuyordu.

Kendisi başkasına hüküm verirken,vicdanı da kendisine hükmünü vermişti.

Evine hapsolmak…

Ve bir daha adaletle hüküm vermiş oluyordu,kendisi için verdiği hükümle..

Ve bir daha kimseyi de hapsedemeyecekti,verdiği hükümler vicdanını hapsetmedikçe..

İki şey geri dönmüyordu;Yaydan çıkan ok..ağızdan çıkan söz.

Biri hayatı vuruyor,öteki gönlü yaralıyor,gönülde öldürücü,yaralayıcı tesir bırakıyordu.

Neticede ikisi de öldürüyordu veya güldürüyordu.

İşte Ziya Gökalp-in mahkum ettiren şiiri;

Romen Diyojen

Yaktırayım Kur’an-ı

Yıktırayım Kabe-yi

Şark-a gelen görmesin

Minareli kubbeyi

Alparslan

Minareler süngü

Kubbeler miğfer

Cami kışlamızdır

Mü’minler asker.

Türkiye büyük bir potansiyele sahib. Bu potansiyelin müsbet platformda ateşlenmesi,öldürülüp susturulmaması,çalıştırılmayıp atıl bir hale getirtilmemesi gerektir.

Aksi takdirde mevcut olan,mevcudiyeti kullanılmasını gerektiren bu potansiyel,menfi yönde kullanılacak,toplumsal kopukluklara neden olacaktır.

Büyük insanlar ateşlerler,söndürmezler.

Söndürmek küçüklüğün bir neticesidir,seviye istemez.

Ağaçlardan yapılan kibritlere düşmanlık,ağaçlara düşmanlıktır. Bu ise anlamsızlıktır.

Hayat hareketliliktir,atalet ölümdür.

Hürriyet meşalesi,hukuk çerçevesinde yakılmalı,yandırılmalıdır.

04-12-1998

MEHMET ÖZÇELİK




TERÖRİST KUSMUĞU PKK VE KUSANLAR VE PROVAKATÖRLER

TERÖRİST KUSMUĞU PKK VE KUSANLAR VE PROVAKATÖRLER

PKK-nın başı olarak seçilen Abdullah Öcalan;iç ve dış birikmiş öclerin alınması için biçilmiş bir kaftandı.

Kendisi 1949 yılı Urfa/Halfeti/ömerli köyünde doğup,annesi Türkmen,babası kürt asıllı bir kişidir.

Marksist,Leninist bir düşünceye sahip olup,” Marksist temele dayalı bir sistem kuracaktık.”der.

Kendisini tanıtırken:” Üniversite son sınıfa kadar ilk ondan aşağı hiçbir zaman düşmedim. Liseye kadar Dinin etkileri vardı. yetmişlerde solculuğa ve o dönem kürtçülüğüne ilgim gelişti. Kişi olarak müminceydim.”[1]

Hayatının değişiminin 1970-de başladığını ve gelişimini şöyle izah eder:” O sıralarda elime –Sosyalizmin Alfabesi-diye bir kitap geçti. Kitabı okuduktan sonra her şey değişti.”

Necip Fazılın konferanslarını dinleyip-seven,Maltepe camiinde namaz kılan Öcalanın hayatında 80 öncesi sosyalist,Marksist kitapların basım ve okutturulmasının büyük etkisi olmuştur. O etki hala devam etmektedir.

1980-den sonra biten Sosyalist ve marksist düşünce,1970-lerde elde ettikleri sermayeyi sürdürmektedirler. Bu faaliyetin gelişmesindeki en önemli amilde;ihmal ve önemsememek idi. Kendi içerisinde bir bocalamada olan bu insan inancını da şöyle tasvir ediyor:” Bir –Tanrı- fikri ne zaman,nasıl oluştu? Bir çok evreden geçer ve tanrı kelimesiyle neyin kastedilmek istenildiği halen tam tanımlanmış değildir. Bilimi en çok geliştiren bir Einstein’da da tanrı fikri vardır,her ilkel doğa kuvvetini bir tanrı gibi gören kişide de bir tanrı fikri vardır. Ama aralarında fark vardır. ‘Doğayı yöneten kuvvet’ veya’ doğa kanunları’ diye bir tanımdan bilimde bahsediyor. Demek istediğimiz ‘Tanrı-Allah’ kavramı bile henüz gelişimini sürdürmektedir ve sürdürmekten geri kalmamaktadır. Ama her şeyi böyle bir fikre bağlı olarak ele alıp gelişimini böyle izah etmek pek mümkün görünmüyor. Burada devreye felsefe giriyor. Felsefe biraz daha bilimselliğe yakındır ve doğanın gelişim esaslarını belirlemeye çalışır.”[2]

Siyasal Bilgiler Fakültesi 4.sınıfdan ayrılmadır. 7 Nisan 1972-de Ankara Üniversitesinde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını protesto ile eyleme katılarak 7 ay Mamak cezaevinde yatmış1973-de de örgütün kurulmasında ilk adımını da atmış oldu. Kendisi ise ifadesinde PKK-nın 1970-lerde ortaya çıktığını da söyler.[3]

Tahliyesinde Dönemin savcısı Baki Tuğ-a Mit-den giden bir yazının sebeb olduğu ifade edilmektedir.

Öcalan-ın hanımı olup daha sonra araları açılsa ve yurt dışına kaçsa da Kesire,mit-de görevli mit mensubunun kızıdır.

İç-den veya dış-dan beslenilen karga Apo ve PKK,şöhreti yükseltilen alçak..

PKK;27-Kasım-1978-de Diyarbakır-Lice ilçesi,Ziyaret (Fis)köyünde illegal olarak kuruldu.

Ve 15-Ağustos 1984-de de Hakkari-nin şemdinli ilçesinde askeri birliklere yönelik faaliyetleri gerçekleştirip,körfez krizinin boşluğundan istifade ile bölgeye yerleşti.

12-Eylül-1980 darbesine kadar Türkiye de ve daha sonra da Suriye üzerinden Lübnan Bekaa vadisindeki Filistin kamplarında faaliyet göstermeye başladılar.

Suriye de ise,Suriye gizli örgütü el-Muhaberat-ın karşısında bir apartmanda kalıyorlardı.

24-Mayıs-1993-de Elazığ-Bingöl karayolunda 33 er,3 öğretmen ve 2 sivil hunharca katledildi.

94-95-de Tuncelide ki karakolları basıp,köyleri yakarak,yolları kestiği yıllardır.

Doğu meselesi;geçmişten günümüze devam edip ‘Şark meselesi’olarak tarihe geçmiş bir çözümsüzlüğün uzantısıdır. Bir yandan da kaşınmaya ve kaşımaya müsait bir alan. İ. Bardakçı-nın ifadesiyle;son 120 yıldan bu yana Kürtler batılılar tarafından beş defa aldatılmışlardır. Kürt devleti sevdasıyla.[4]

Kardavi kürt meselesi konusunda; Arap milliyetçiliğine karşı bir reaksiyon olarak doğduğunu söyler.

Abdulhamid Han-ın kürtler konusunda bölgede yerleştirdiği ‘Hamidiye alayları’ ile bir yandan yumuşama olurken,diğer yandan da Ermeni-Rus işgalinde önemli rol oynadılar.

‘Bağımsız kürt devleti’ demek, ‘Bağımsız İngiliz Petrol Devleti’ demektir. Bu hayal ile; Bu hayal ile 1923-den 1938-e kadar 17 kürt isyanı ve de 1925 Şeyh Said isyanıyla sünniler,Dersim isyanıyla da aleviler tahrik edildi.[5]

Öcalan itirafında;1925 Kürt isyanı gibi bir isyanı başlatmak için Yunanistanın kendisini teslim ederek kürtlerin ayaklanmalarını sağlamak için kompla yaptığını,tıpkı Musul ve Kerkükü elimizden çıkaran İngilizlerin ayaklandırmaları gibi…

İngiliz dış işleri bakanlığı arşivlerinden alınan belgelerde İskoç kilisesine bağlı İngiliz miyoner Joseph Plum Cochbran’ın sağlık ekibinde görevli olarak 1884-de bölgeye gönderildiği belirtiliyor.

Ünlü Coğrafyacı Elize Reclus notlarında,1.Dünya savaşında bölgede misyoner faaliyetlerine hız verildiği,müttefiklerin halkı Osmanlı devletine karşı ayaklandırmak için kilise ile iş birliği halinde olduğunu ifade etmektedir.

Ve İngiliz casus subaylarından Lawrence’in İngilterenin Galler bölgesinde 1888 yılında doğan Thomas Edward’ın İskoçyalı bir rahibeyle evlenebilmek için Lawrence (Lavrens)soyadını aldığı ve Hristiyanlığın koyu bir taasuba sahip Cizvit tarikatının okuluna girdiği burada iyi bir eğitim ve öğretim gördükten sonra casusluğa başladığı da ifade ediliyor.[6]

Kürtlerde;Cehalet,fakirlik ve ihtilaf tohumlarının ekildiğini ifade eden Bediüzzaman,kürtleri devamlı ikaz etmiş,başlarına geleceklere karşı onları uyarmıştır.

19- Mayıs-1908-de ‘Şark ve Kürdistan Gazetesi’nde de yayınlanıp,hükümet sekreterliğine verdiği yazısında şöyle demektedir:

“ Şu cihanı medeniyette ve şu asrı terakki ve musabakatta sair ihvan gibi yek ahengi terakki olmak ( İleri medeniyetler seviyesine çıkmak) için,himmeti hükümetle Kürdistanın kasaba ve kurasında (köylerinde) mekatib (mektebler) tesis ve inşa buyurulmuş olduğu ayn-ı şükranla meşhud (görünmüş) ise de,bundan yalnız Lisan-ı Türkiye aşina etfal (Çocuklar) istifade ediyor. Lisana aşina olmayan evlad-ı Ekrad (Türkçe bilmeyen Kürt çocukları) yalnız medarisi ilmiyeyi madeni kemalat (Medrese ilimlerini gelişmenin kaynağı) bilmeleri ve mekatib muallimlerinin lisanı mahalliye adem-i vukufları (öğretmenlerin kürtçe bilmemeleri) cihetiyle,maariften mahrum kalmaktadır.

Bu ise vahşeti,keşmekeşi;dolayısıyla Garbın şematetini (gürültü patırtısını) davet ediyor. Hem de ahalinin vahşet (yabanilik) ve taklid hal-i ibtidasında (taklid ilkelliğinde) kalmaları cihetiyle evham ve meşkukun (kuruntu ve şüphelerin) te’siratına hedef oluyor.

Eskiden beri her vecihle Ekrad-ın madununda (Kürdlerin gerisinde) bulunanlar;bu gün onların hal-i tevakkufta (duraklamada) kalmalarından istifade ediyor. Bu ise,ehli hamiyeti düşündürüyor. Ve bu üç nokta,Kürdler için müstakbelde bir darbe-i müdhişe (Dehşetli bir darbe) hazırlıyor gibi ehl-i basireti dağdar etmiştir.”[7]

Bediüzzaman Kürdlüğünden önce Seyyid olup,anne ve baba tarafından hem Haseni,hem de Hüseynidir. Ve Al-i Beyttendir.

Kürdler içinde dünya ya gelen Bediüzzaman Türk ve Kürd kardeşliğinin tesisine çalışmasıyla Seyyidliğinin gereğini yapmıştır.

Birileri hizmet edeyim derken hezimet etmektedir. Murat Bardakçının ısrarla Bediüzzamanı Kürd olup kürtçü olmadığı ve hiçbir suretle bunu ortaya koyacak telkinatta bulunmamasına rağmen;hem Kürtçülükle itham etmesi,hem de;” Kürtçülükten Evliyalığa Geçiş” ifadesiyle yapıcı değil,yıkıcı bir tavırda bulunmaktadır.[8]

Müsbet olmayan tahrik edici ırkçı tavırlar,zıt kutupları canlandırıp uyandırarak fitneye ve kutuplaşmaya yol açarlar.

Bediüzzaman hayatı boyunca Türk-Kürt-Arap ittifakını temine çalışmış ve onların dilleriyle onlara hitabede bulunmuştur. Başka dilde olanları bilgilendirmek için onların dillerince onlara hitap etmek ne derece gerekli ise; İslamiyete ve bilgiye belki de en fazla ihtiyacı olan Kürt milletine de Bediüzzaman hitab etmiş,ikaz ve tavsiyelerde bulunmuştur.

İşte onlara yaptığı Kürtçe hitabesinin Türkçeye çevrilmiş şeklinin ne derece yapıcı ve onların buna ne derece muhtaç olduklarının bir göstergesidir:

“ Ey Kürt halkı! İttifakta kuvvet,ittihatta hayat,kardeşlikte saadet,hükümette selamet vardır. İttihat bağını ve muhabbet şeridini sağlam tutun,ta ki sizi beladan kurtarsın.

İyi kulak verin,size bir şey söyleyeceğim: Biliniz ki üç cevherimiz vardır;bizden muhafazalarını isterler.

Birincisi,İslamiyettir;ki, binler ve binlerce şehidin kanları,ona paha ve bedel olmuştur.

İkincisi,İnsaniyettir; ki, halkın nazarında akıllıca hizmetlerle,yiğitliğimizi ve insanlığımızı dünyaya gösterelim.

Üçüncüsü,Milliyetimizdir; ki,bize üstün meziyetler vermiştir. Bizden öncekiler,iyilikleriyle yaşıyorlar. Biz kendi gayretimizle milliyetimizi muhafaza ederek,onların ruhunu kabirlerinde şad etmeliyiz.

Bunun ardından,bizim üç düşmanımız var;bizi harab ediyorlar.

Biri,Fakirliktir. İstanbuldaki kırk bin hammal,bunun delilidir.

İkincisi, Cehalet ve okumamışlıktır;ki, içimizden,bin de bir kişinin bile gazete okumayışı,bunun bir delilidir.

Üçüncüsü, Düşmanlık ve İhtilaftır;ki, bu dahili düşmanlık,kuvvetimizi kaybettiriyor,bizi terbiyeye müstahak kılıyor ve hükümet te insafsızlığından bize zulmediyor.

Siz eğer bunları işittiyseniz,biliniz,bizim yegane çaremiz şudur ki: Biz,üç elmas kılıncı elimize alalım,ta ki bu üç cevherimizi elden çıkarmış olmayalım;bu üç düşmanı üstümüzden atalım.

Birincisi adalet,maarif ve okuma kılıcıdır.

İkincisi,ittifak ve milli muhabbettir.

Üçüncüsü,her kes kendi işini bizzat kendisi yapsın,sefiller gibi başkasının kudretinden ümit beklemesin ve sırtını hiçbir vasiyete dayamasın.

Son olarak da: Okumak,okumak,okumak… El ele vermek,el ele vermek,el ele vermek…”[9]

Tarihin çeşitli dönemlerinde kullanılan Kürtler nitekim 17-Mayıs 1639 yılında Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla, IV. Murad-ın 40 günlük kuşatmasıyla ele geçirilen Bağdad,Arap ve Kürtlerin çıkardığı ardı arkası kesilmeyen karışıklıklara sahne olmuştur.[10]

Bu günkü senaryolar olan kürtleri kullanarak ve yine onları öldürerek;kürt devleti kurma aldatmacalarıdır.

Bir kanser hücresi gibi musallat olan PKK,kangren olan bir vücut parçası gibi bünyede bulunan,bünye dışından da yamalanan PKK,elbetteki birden-bire ot gibi yerden türemedi,sinek gibi üremedi. Yıllar öncesinden beri Marksist,Leninist,Sosyalist,Kominist,Maocu gibi ideolojilerin 1980-den sonra zahiren susmasının yanında hakikat da bir cephe değişikliği,bir siyaset oyunu,farklı bir misyon ile sahaya çıkmasından başka bir şey değildir.

Rusya büyüyen değil,küçülen Türkiye- yi ister. Türk Cumhuriyetlerine lider ve yardımcı olmasını,kuvvetlenmesini elbette istemez. Bu kendisi için ölüm ve bitiş fermanıdır. Böylece PKK bir kez daha menfaatların odaklandığı ve güçlendiği bir merkez olmuştur.

Nitekim bu insanlara ısındırma kitapları olarak bir yandan Yalçın Küçük-ün kitapları okutuluyor, bir yandan silahları olan tahrik ile üniversitelerde dersler protesto edilip engellemelerle insanların PKK-ya katılımı sağlanıyordu.

Önemli olanı PKK-yı üreten kaynaklarıdır. İnançlı,namazlı,oruçlu bir insan olup,Malatya-Akçadağ öğretmen okuluna gittikten sonra PKK-ya katılan Elazığlı C.Bayık,bunu öğretmenlik mesleğine tercih ediyordu.[11] İşin garib tarafı;bu insanlar üniversiteyi ve bir yerleri bitiren insanlar! Kusur buralarda da aranmalıdır.

Solcuların fakirlik edebiyatı PKK-nın da edebiyatının temelini oluşturmakta idi. Bazan da sağ cepheye geçerek “ Bu devlet dinsizdir.” düşüncesini kullanıyorlardı.

PKK,mağdur ve mazlum,ekonomik zorluklar içinde olan işsiz,cahil,fakir denilen köylü insanları kullanıyordu. Yani taraftarlarının çoğu,yılların ihmalinin biriktirdiği yer olan;maddi-manevi eksikliklerin yeri olan doğu ve Güney doğu bölgesi idi. Kundaktaki çocuklardan kendi adamlarına kadar insanları canice öldürüyordu. Ve öldürdüğü adamlarına da –ajan- damgasını vuruyordu.

Nitekim PKK-nın ikinci adamı Şemdin Sakık,kendine ters bakan Yılmaz adındaki arkadaşının kollarını,bacaklarını kırdırtıp,sonunda gözlerini yanan ateşte patlatarak ajan olduğunu söylettirmesine rağmen,onun son sözü ‘Ben ajan değilim.’olmuştur.

Elemanları açlık içerisinde bırakılıyor,ekmek çalan arkadaşları acımasızca öldürülüyordu.

PKK komutanı olan Sami Demirkıran itiraflarını –özetle-şöyle anlatıyor:

PKK-ya dayaktan dolayı katıldığını,İsmail Beşikci-nin kitaplarını okuduklarını, Musa Anter-i okuttuklarını,İçinde fare pislikleri olan hamurlar verdiklerini ve yediklerini,Halktan vergi topladıklarını,yiyeceklerin tırlarla geldiğini, sığınaklarda Marks ve Lenin-in eserlerini okuttuklarını,kızların her yönüyle harcandıklarına şahit olduğunu,örgütün yöneticilerinin dinsiz olup,örgütün içinde müslümanlığın olmadığını,Allahı inkar etmeme yüzünden gözünün önünde bir çoklarının öldürüldüğünü, sol örgütlerde yoğrulup,üniversiteden ayrılma,dağa çıkan bazı kızların durumunun hiç de arzu ettikleri gibi olmadığını, PKK-lının değil kızlarla beraber olmak, erkeklerle homoseksüel içerisinde olduğuna şahit olduğunu, sürekli kendilerine Öcalan-dan eylem emrinin geldiğini,yapmayanlara da ağır bir şekilde küfrettiğini, Sol derneklerin ilk basamağı oluşturduğunu, hedeflerinin öğretmenler olduğunu şu itiraflarıyla ikrar eder:” Bitlis-in Yolalan köyünü bastık. 3 öğretmeni ve sekiz aylık hamile bir kadınla iki yaşında kızını öldürdük. Kızın elinde ve ağzında ekmek kırıkları vardı. Arkadaşlar,yemek yerken öldürmüşlerdi.”

PKK-ya her türlü maddi-manevi Yunan desteğinin olduğunu söyleyen itirafçı;” Ölen kürt,öldüren kürt,kaybeden de kürt.. PKK-yı katliamlar bitirdi.” diyor ve örgütün durumunu:” Her kes örgütten kaçmak için çare arıyordu. Ama ölümü göze almak vardı. Çünki çoluk-çocuk demeden yaptığımız katliamlar bizi bitirmişti. Uğruna savaştığımız halkın gözünde artık sıfırdık.”[12]

Bir ermeni gibi,kestiği insanın kulağını cebinde taşıyacak kadar canavarlaşıyorlardı. Ve bunlar bunu hak arama uğruna,kürtleri koruma gayesiyle yine onlara yapıyorlardı.

Bu faaliyet bazı meşru hakları,ğayrı meşru yoldan temine yöneldi. Meşrulukta bir tahrikten ibaret idi. Çünki biriken bir çok hesaplar PKK çatısında toplanmış oldu.

Üniversite öğrencisi olan bu insanların hedefi de,sosyalizmi getirmek idi.[13]

Olay bu kadarla kalmadı. Eroin,silah gibi mafyanın da işine yaradı. Bir Alman İstihbarat şefi:” Bizim PKK ve Dev-Sol-un üst kademesiyle bir sorunumuz yok. Bizim asıl sorunumuz alt kademelerle uyuşturucu dağıtımını onlara yaptırıyorlar.”[14]

PKK-nın uyuşturucu,haraç ve soygunlarla yıllık gelirleri 90 milyon dolar idi.

Fransız-Paris Match dergisinde yayınlanan araştırma sonucu raporuna göre;Avrupaya giden eroinin yüzde 70-i Türkiye üzerinden pazarlanmakta,İran ve Yunanistan yoluyla kazanılan bu kazançla PKK silah alıp,masumları öldürüyor.[15]

Bunu ört bas etmek için irtica yaygaraları,meçhul cinayetler ki,hep meçhul kalıp,milletin üzerine gidildi,PKK-ya dolaylı olarak adam kazandırıldı. Toplumun baş örtüsü, İmam-Hatibler ve Kur’an Kursları gibi hassas noktalarına saldırıldı

Bunlarda uğraşılırken,bir yandan nazarlar gerçek uğraşılması ve çözüm bulunması gerekenlerden çevriltmiş olundu.

Siyaset de ve toplumda curcuna ve stresler yaşatıldı. Su bir türlü durulmadı. Buda balık avlayıcılarına yaradı. Toplum avlandı,ağa takıldı. Kurtulmaya çalıştı,çırpındı. Netice büyük kayıpla sonuçlandı.

PKK bir piyondu. Bu piyonu kullanan işi bittikten sonra o aleti de atacak,onu da parçalayacaktı. Neticede onu da yaptı. PKK aletiyle toplumu yaraladı. Sonra da onu kırıp,attı.

Bunun dışındakiler hep senaryo, hep laftan ibaret idi. Öyle de olduğu görüldü.

PKK bitince her şey bitmeyecek. Yeri geldiğinde o yine kullanılacak veya yerine başka şeyler ikame edilecektir.

Rum-Yunan tarafından en büyük desteğini alan PKK; “ Ermeni-Asala ve Marksist-Leninist,Maocu Kürt PKK teröristlerine maddi desteğini esirgemeyen”[16],bir destek içinde bulunmaktadır. Yani;” PKK,Yunan-Rum taşeronu olarak kullanılmaktadır.[17]

Yunanistanın haftalık gazetesi “ To Vima”gazetesinin de belirttiği gibi:” Yunanlıların Türkiyedeki kürtlere Irak ve İran-daki kürtlerden farklı davranmalarının Türklere olan düşmanlıklarından”kaynaklandığını yazar.[18]

Bu destektir ki; A.Öcalanın yakalanmasıyla telaşa düşen Yunanistan iki şeyin açığa çıkmasından tedirginlik duymaya başladı; PKK-nın yunanistan da eğitilmiş olması,diğeri,A.Öcalanı teslim etmeleri.

A.Öcalan ifadesinde;Suriye halkı ve Yunanistan halkından da yardım gördüğünü ifade etmiştir.

Yunanistanın kendilerine maddi yardımla beraber,komutanlarının da yardımcı olduklarını itiraf eden Öcalan, Suriyenin de maddi olmayıp,lojistik destekte bulunduklarını söyler.

Suriyenin PKK ile uyuşturucu ticareti karlarının bir kısmı da Hamas-a aktığı belirtilmektedir.[19]

Suriyenin PKK-ya doğrudan destek olması ile,Türkiye de;Suriye misali azınlığın lideri Hafız Esad liderliğindeki zorba bir idarenin aynısının gerçekleştirilmeye çalışılması arasında bir ilgi söz konusudur. Alevi-Sünni ayırımı,devleti ele geçirme iddiaları gibi senaryolarla bu fikir beslenmektedir.

Etraf toz-dumana bulandırıldı. Çeşitli zamanlarda olduğu gibi,90-dan sonra da çok kimseyi konuşturmak üzere yine alevilik gündeme getirildi. Olumlu-olumsuz çok şeyler konuşuldu,konuşturuldu. Bunlar ilerisi için delil olarak kullanılmaya çalışılacak. Aralar ve açıklar daha fazla açılması için böyle yollara baş vuruldu.

Netice;pek bir şey yok. Ancak bu hiçbir şey yok anlamına değildir. Daha sonraları ısıtmak üzere dolaba kaldırılmaktadır.

Nitekim Emekli General Matafias Öcalana danışmanlık yapmıştır.

Haçlı zihniyeti ve seferberliğinin diğer adı olan Suriye ve PKK, Semih Sancar Paşanın da ,haritalarına Hatayı da almaları karşılığında :” Seyredeceklerine gelip de alsalar ya.. Hatayı haritalarından seyredeceklerine gelip de alıverseler ya..” mertçe,kalmışsa mertlik.

Her ne kadar Öcalan Ermenilerle ilişkisinin kesilmesini,Güneydoğuyu da içine alan bir haritayı kabul etmemek olarak söylese de[20]; Emekli Büyükelçi İ.B.Olgaçay,Batı-nın kendi eliyle besleyip büyüttüğü kürt devletini,zamanı geldiğinde tanıyacağını,böylece Irak-ın parçalanacağı,Sevr-den hiçbir zaman vaz geçmemiş bir batı karşısında Türkiye-nin hafızasını kaybetmiş insan gibi davrandığını belirtip;” Türkiye-nin dış politikası ipotekler altında,rahat hareket edemiyor. Zeli operasyonundan gurur duydum. Fakat bu operasyonda kullanılan silahlar ve istihbarat bakımından Türkiye-nin payının çok az olduğu unutulmamalı.”demektedir.[21]

Güneri Civaoğlu Hyatt Regency oteli-nin 11.katında bir dairedeki ABD kuvvetleri ordu sözcüğü merkezinde yapılan konuşmada:” Amerikalı Yarbay ile duvara asılı dev Ortadoğu haritasının önündeyiz. Sağ elinin avuç içini Musul-Kerkük vilayeti olan geniş alanda gezdiriyor. Ve sakin bir sesle,kelimeleri tane tane seçerek anlatıyor:” İŞTE! KÜRT DEVLETİ BURADA KURULUR… Savaş bitecek,Saddam çökmüş olacak. Bu yörede devlet kalmayacak. Devlet otoritesinden yoksun bir boşluk doğacak. Kürtler, bir devlet kurarak,buradaki boşluğu dolduracaklar. Belki, Türkiye-den de toprak isterler…”

Ona anımsatıyorum: Türkiye,bunu kabul etmeyeceğini,açıklamış bulunuyor…

Amerikalı Yarbay,” O zaman çarpışacaksınız!”diyor.

Soruyorum:” Türkiye-nin düzenli orduları,silahları,topları,zırhlıları,tankları,uçakları,füzeleri var. Böyle bir büyük güce nasıl karşı koyarlar? Hem gerek İran,gerek Suriye,Irak’ın toprak bütünlüğü için tavır koymuş bulunuyorlar. Onlarında bölgede bir kürt devleti oluşmasına göz yumacaklarına nasıl ihtimal veriyorsunuz?

Amerikalı Yarbayın verdiği yanıt düşündürücüdür:” Irak-ın kuzeyindeki kürtlerinde yakında çok silahları olacak. Saddamın bıraktığı silahlar,onlara kalıyor. Belki Türkiyede sizinkilerden bile ileri silahlar olacak. Uçakları,tankları,füzeleri,zırhlıları,helikopterleri,hava limanları vs…”[22]

Nasıl ki Almanyayı kendisine bir üs ve taban olarak kullanmaya çalışan PKK-ya karşı Almanya da onu Amerika ya karşı –ben de varım-diyerek kullanmaya çalıştı.

1918 Sevr anlaşmasında alınan memleketin bölünmesi dış destekli olarak devam etti ve 40 bine yakın insan öldürüldüğü halde buna ilgisiz kalmakla kalmadı,hamilikte yaptı.

Doğunun hali ortada,PKK bir şey yapmadı,hep yaktı-yıktı. Kimsede kendisini samimi bulmadı. Ne fikirde,ne de uygulamada. 1925-deki harekette de başta Musul ve Kerkük-de kaybedilmişti. Şimdiki kayıp ise ondan geri değil,gayet ileridir.

Fakirliğe karşı sanatla,cehalete karşı marifet ve irfanla,ihtilafa karşı ittifak noktaları öne çıkarılmakla yapılabilirdi. Öyle yapılmayıp,hastalığı arttırıcı ve müzminleştirici yollara gidildi.

Avrupa sempatizanlarından büyük yardım gördüğünü ifade eden Öcalan,28-29-Şubat-99-da savcılara yazdığı 3 sayfalık dilekçesinde,batılıların büyük oyunlarının olduğunu ifade etti.

Böylece,alet ettiği insanlara karşı,alet olduğunu anlayan Öcalan,çelişkili de olsa,çekileceğini ifade ediyordu.[23]

Oysa T. Özal-ın kendisine 1993-deki tutanakta(Sh.23) ,ateş kes-haberini gönderdiği halde anlaşmaya uyduğunu söyleyen Öcalan, Başbağlar katliamı konusunda ise,bundan habersiz olduğunu ve bunun Sivas-Madımak otelinde yanan 37 kişiye bir misilleme olduğunu da söylemektedir. Özellikle Yunanistanın 93-den itibaren girişilen barış eğilimine taraftar olmadığını söyledi.[24]

PKK-nın görünen yönünden ziyade görünmeyen yönüdür. Nitekim; B.Baykam-ın “68-li Yıllar”adlı kitabında Hasan Yalçın-ın yapıp anlattıklarını yazıyor:” 1971-de Doğu Perinçek-in önderliğinde Söke dağlarında silahlı mücadeleye giriştik… Beş parmak dağlarında,o zamanki partimizle. Köylüleri ayaklandırmaya çalıştık. Köylüleri silahlı mücadeleye hazırlama şeklinde bir olay.”,” Biz bütün gücümüzle halkı silahlandırmaya çalışıyorduk.”[25]

Yakalandığındaki itiraflarında ise; 1978 Kasım ayından itibaren PKK-nın başı olup,ağırlığının devam ettiğini söyledi.

Menfaatlar doğrultusunda bir çok devletlerle ilgisinin olduğunu;

İran-da PKK-nın hastanesinin olduğu,16 PKK kampının var olduğu,[26]Yunanistan,Güney Kıbrıs ve kiliselerden yardım aldıklarını;

Ağır silahların temini,teröristlerin eğitimini Yunanistanın bunu ticari olarak üstlendiğini;

Uyuşturuculardan bağış aldıklarını;

Solcuların yardım ettiklerini;

Kırıkkale silah fabrikasını arkadaşlarının bombaladığını;

Med TV. ve HADEP PKK-nın gelirleri ile kurulduğunu;

Asala’yla 1980-de görüştüğünü;

Olof-Palme su-i kastı konusunda,Avrupa da PKK-nın şiddetlere karıştığı ve olof-palme-ye katıldığını ve tehdit ettiğini;

Libya ile ilişkilerinin uzun yıllar devam ettiğini;

Prof. Yalçın Küçük-ün kendisine yakalanmaması için yerini değiştirmesini söylediğini;

1990 yılından itibaren ihtilafların olup,lider durumunda olanların öldürüldüğünü;

1984-de Eruh ve Şemdinli baskınıyla terörü başlattıklarını;

Karadeniz bölgesinde Türkiye Devrim Partisi,Tikko,DHKP-c ve Devrimci Halk Partisi ile lojistik destek seviyesinde bir ilişkilerinin bulunduğunu;

Ve örgütten birinci derece de sorumlu olan bu şahsın geç kalınmış olan sözü ise,işin şiddetle halledilmeyeceği,fikirle açıklanabileceği ve kendisine müsaade edildiği takdirde böyle yapacağını 15 yıl sonra 40 bine yakın insan öldükten sonra geç kalınmış bir itiraf olarak söylemiştir.

Böylece PKK ile beslenenler;meçhul cinayetler,eroin,mafya ve bir çok izm-lerin ortak bir simgesini oluşturmuştur.[27]

Nitekim Öcalan ikinci duruşmasında üzerinde önemle durduğu iki nokta ki;

Biri; İngiliz politikası,dış güçlerin desteği. Apo karnını kaşağılamaktan yorulunca,İtalya ya kaşağılanmaya gitti. Zaten batının her zamanki adetidir;kaşımak ve kaşağılamak.. kendisinin belirlediği düşmanını aşağılamak..

İkincisi;Tehdit olarak da olsa,kendi gitse de artarak bunun devam edeceğini söylemesi,affedilmesi halinde ise bunu çözeceğini ifade etmesi samimi olmasa da bir gerçeğe ışık tutmaktadır.

Nitekim vatana hizmet etmekten,PKK-yı 3 ayda dağdan indirmekten yalvarır ifadelerle dem vuran Apo;nihayet idam kararının okunmasıyla[28],son sözünü söyleyerek gerçek yüzünü göstermiştir:” Gelecek barışta değil,savaştadır.”

Artık Apo miadını doldurmuştu…

PKK-nın ikinci adamı olan Ş.Sakık ise;İnsan Hakları Derneği Başkanı için “ Benden daha fazla PKK-lıdır.”, “ İşbirlikçi” ifadelerini kullandı.[29]
KKK.Org.A.Ateş-in 16-Eylül-1998-deki Suriye sınırında söylediği:” PKK destekçisi Suriye,sabrımızı taşırmaya başladı.”

Ve Cumhurbaşkanı S.Demirel-in:” Suriye ye mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu ve sabrımızın taştığını ilan ediyorum.”sözleri Apo-nun ininden çıkışını ve yakalanışını hızlandırmıştır.

ABD-nin de yardımıyla 16-Şubat-1999-da Kenya-da Yunan elçiliğinden çıkarılarak uçağa götürüldü. Mossad ve FBI-nında karıştığı ifade edilir.[30]

Böylece;1984-1999 yılları arasında 15 yıl devam eden PKK ve onun başı A. Öcalan-ın 15-2-1999-da gece 2-3 sıralarında yakalanmasıyla durulur gibi oldu. ancak bu sonuç değildir. Asıl bundan sonra yapılması gerekenlerin yapılması lazımdır.

Bediüzzamanın tesbitince;Cehalet,Zaruret(Fakirlik) ve İhtilaftan kurtarılıb; İlim,eğitim,marifet ile,fakirlikten kurtarılarak maddi refahın kazandırılması ve ekilen ihtilaf tohumlarının bertaraf edilerek yerine kardeşlik duygularının yeşertilmesine çabalamak gerekir.

En az ifadeyle;PKK için harcanan kadar,onun olmaması için yatırımlarla zenginleştirilmesi demektir. 15 yılda maddi verdiği zarar Yüz milyar Dolar (Şimdiki ifadeyle)34,5 Katrilyon. Bu ise;Türkiyenin dış borcunun tamamını,iç borcunun üç katını,ihracatının ise dört katını sağlamaktadır. Bu parayla;345 adet Ereğli demir çelik,590 tane Tofaş otomobil fabrikası yapılabilir. Ve 600 milyon kişinin asğari ücretten maaşı ödenebilirdi.[31] PKK 15 yıl ve maddi kayıplara neden olmakla kalmadı. Bıraktığı boşluklar ki;ailelerin dağılması kolayca kapatılmayacak derin yaraların açılması, bir misal olarak;1990 yılında Adana-ya,Doğu ve Güney Doğudan göç edenlerin toplam sayısı;490.520-dir.[32]

“ Aç canavara karşı muhabbet ve sevgi beslemek,onun iştahını açar,döner dişinin kirasını da ister.”

Türkiye de; 1923-37 yıllarında 114,1938-60-da 176,1960-61-de 25,1961-71-de 55,1971-80-de 17,1980-82-de 13,1983-84-de 2 kişi idam edilmiştir.[33]

APO- PKK – KÜRT DEVLETİ VE DIŞ GÜÇLER

BESLENİLEN KARGANIN İNTİKAMI VE DÖNÜŞÜ

Büyümeye aday olan bir devletin önündeki en büyük engel;mertçe değil,hainane yolun yolcularının adıdır PKK.

Bir asırdır süren hedef birdi;Bunalımı oluşturacak zemini oluşturmak,kendisiyle uğraşan bir devlet meydana getirmek..

PKK-nın temelinde 1980 öncesinin sol zihniyeti vardır. Bu zihniyet bu sefer başka bir adla dahi olsa teri boş bırakmayacaktır. Bazan devleti,bazan orduyu kışkırtıp,tahrik ve simsiyonculuk ile yani devletle milletin kapanmaya çalışılan arasını açmak ve boşluklar oluşturmak!

B. Ecevit bir sözünde, A. Öcalan-ın yakalanması ile alakalı olarak Mit Müsteşarı Şenkal Atasagun-a:” ……… Mit-in siyasal etkiler olmadığı sürece ne kadar yararlı hizmetler vereceği bir kez daha görülmüş oldu.” dedi.[34]

Mit için böyle olduğu gibi,devlet içinde aynı şey geçerlidir. Halkıyla uğraşan bir devlet değil,işiyle uğraşan bir devlet olmak,yeter.

Apo beslendi. Ama bir ilkokul öğretmeni, ama bir lise öğretmeni, ama bir üniversite öğretim görevlisi tarafından???

Bir Marksist,Leninist, Sosyalist ve Kominist olarak! O böyle bir bataklığın sadece şişirilmiş bir elemanıdır. Hesapların kendi üzerinde birleştiği bir leştir.

Geçmişten ders almayan Kürt milletinin,bir kürt devleti olma hayallerine karşı ağızlarına çalınmış bir bal ile felaket yoluna sürülmüşlerdir.

Büyük boşluklar ,küçük boşluklardan çıkar. Nasıl ki PKK,Apo-nun da iade ettiği gibi; Silahları körfez savaşından sonraki boşluktan istifadeyle Irak-dan satın aldığını söylemesi gibi… ve,İnsanların yurt dışına çıkışına yardım ettik… İnsan ticareti yapmış olabiliriz… Hollanda da siyasi eğitim yaptık. Bundan Hollanda yetkililerinin haberi olabilir… İRA, ETA, Kızıl Tugaylar, Hizbullah ve İbda-C gibi yurt dışı örgütlerle ilişkimiz olmadı.. ne kadar doğru? Sözde sürgündeki Kürt parlamentosu benim talimatımla kuruldu,makhemede söyledi.

Terörün içine düşen bir insanın tanışacağı ve irtibat kuracağı insanlarda elbetteki yer altı dünyasının kirli işlerine bulaşmış insanlar olacaktır. İşte Apo-da uyuşturucudan zenginleşen Hasan Keyfo-dan kendisine tıbbi destekde bulunan Mediko İnternational-a kadar herkesle görüşmüştür.

Hadep ve İHD ile ilişkisinin olduğunu ve Roja Welat isimli gazetelerinin bulunduğunu ve Mezepotamya Kültür derneklerinin faaliyette bulunduğunu ifade etti.

Eroin mafyasının bir geçiş noktasında kendisini bir maşa olarak kullanmasına rağmen,kendisinin de onlar tarafından techiz edilip,silah ve para kazanmasının bir hesabıdır bunlar.

Ermeninin geçmişte yapıp da başaramadığı hıncının tekrarından ibaret bir oyundur bu.

Rusun,önünde engel teşkil ettiğine inandığı,güçsüz düşürüldüğünde kendisinin kuvvetleneceğine inanmasıyla Türkiye yi bir yıpratma çabasıdır bu.

Rusya gitti,bitti. Kazuratından başka geriye ne bıraktı. Bizdeki uzantısı olan solculuk ideolojilerinden -çığırtkanlık dışında- miras olarak neyi ve kimi bıraktılar? Lenini mi? Marksı mı ? Maoyu mu? Gezmişi mi? Yoksa zulümlerini ve isyanlarını mı geleceğe aktardılar? Zaten kendi sermayesi olmayan,ne bırakabilir ki? Kin ve nefretten başka! Ancak bu menfi yaralar kaldı…

Yunanistan ise; her türlü silah,para ve askeri desteğiyle süper olma hayalinin bir neticesidir bu. İnanmaktadır ki; Her dönemde Türk milleti,kendi önünde bir engeldir. Bu ise maniyi defetme çabasıdır.

Kıbrıs da, Çanakkale ve Balkanlar da,kısaca bütün savaşlarda esirlere,düşmanımıza bile müşfik davrandık. PKK-nın vahşi hareketi belli ki bu toprağın insanının hareketi değildir. İçinde Yunanı, Bulgarı, Sırbı, Rusu, Ermenisi karışmış Zaten yakalananların bazılarının sünnetsiz olması bunu doğrulamaktadır.

Yakalandığında üzerinden Lazaros Mavros adına düzenlenmiş Kıbrıs Rum kesiminden bir gazeteciye ait pasaport çıkmıştır.

Böylece destekçileri;Başta Suriye,maddi-manevi destekçisi.. Yunanistan ikinci sırada.. Takviyesi;Lübnandan, İran, Ermenistan, Rusya ise,takviye güçlerinin kanalları…

Değişik hesapları olup,geçmişte yaraları ve hesapları olanların gocundukları ve bir çatı rolünü oynayan PKK çatısında birleşilen ortak düşmanlar noktasını oluşturmaktadır PKK.

A. Öcalan temelin kurulmasını KGB-ye atfeder.[35]

Proje, Rus üst düzey yetkililerinin kurmasıyladır.

Ve kamplarını doğuda,batıda ,güney ve kuzeyde kurarak yerini sağlamlaştırmaya çalışmıştır. Bunu sadece zorbalıkla ve öldürerek,anarşi çıkararak yapmakla kalmayıp,dünya çapında da resmiyet değerlendirilmiş ve siyaset kullanılmıştır.

Yani oyun tek yönlü değil,çok hesaplı… Borcu olanların alacaklı pozisyonu içerisinde birleşerek hesap sorma dalaveralarının bir neticesidir.

M. Sever-in “ Kürt Sorunu” adlı kitabında “ PKK, yoksa dış mihrakların,hedeflerine ulaşabilmek için ortaya çıkardıkları bir kukla mı? Bir Piyon,bir hayali düşman mı? PKK hareketine bakıyorsunuz,içinde Mossad ajanları var, sünnetsiz ermeniler var, Mit-in adamları var.”[36]

Prof. Ö. Aksu 21-2-1999 günü STV-de saat 11-30-da yaptığı bir konuşmada anlattığı bir hatırasında,özetle; Almanya da 6 yıldır bakanlık yapmış olan kişiyle çarşıda gezerken yürüyüş yapan PKK-lıların durumu ve buna neden müsaade ettiklerini sorduğunda o kişinin verdiği ibretli cevabı şöyle nakletti:” Elbette müsaade ederiz. Siz Amerikaya yönelirseniz,biz de bunlara müsaade ederiz. Hatta öyle ki onların içerisinde sadece PKK-lılar değil,onlardan görünen başka unsurlarda vardır!” İşte Almanya nın Türk milletini kendine çekme hesabı.

İtalya geçmişten beri menfaatını bizim zararımızda aramış,Apo-yu sahiblenmiştir. Ancak buda ters tepmiş,menfaatı aleyhine zarar olarak dönmüştür.

İran,Irak ve Suriye süregelen mevzi-i komşu kavgalarını,Azerbeycan hesabı, Rus beraberliği hareketlerini bir koz olarak Türk milletinin aleyhine kullanmasının bir neticesidir.

Amerika ise menfaatını ve ileriye dönük hesabının üzerine siyasetini oturtturmaktadır. Rusyanın tekrar eski gücünü elde etmemesi için Türk milletine yönelir. Kürt devletine tarafsız değildir. İsrailin hakimiyeti uğruna Türk milletinin mahkumiyetine sebeb olabilecek hareketlerde bulunur. Ancak menfaatına Türkiyenin kendisi için güçlü köprü olma ve Irakı rahatça kontrol edebilme düşüncesi ağır basınca menfaatına yönelir.

9-Ekim 1998 de Suriye-den kaçıp,1,5 ay İtalya da bir villada kalarak,Kenya-da yakalanıp 15-Şubat-1999-da Türkiye ye getirilen A. Öcalan-ın artık misyonunu tamamladığına inanıldı. Türk milletine verilen 15 yıllık ve 40 bine yakın kayıbla maksat hasıl olduğuna inanılmıştı.

Yakalanışı konusunda ise şunları söyledi:” Avrupada genel olarak benimle ilgilenen NATO-nun çekirdek birimidir. Kenya-ya gönderildiğimde beni karşılayan Yunanistan büyükelçisi Kostulas,2NATO’da 20 yıldır seni sürekli araştıran birimin başında idim. Seni gökte ararken,yerde buldum’dedi. Rusya İMF’den kredi alabilmek için bu komploda rol almıştır. Almanya insani sorumluluğundan kaçmış,İtalya cesur davranamayarak,Demokrasi geleneğine uymamıştır. İtalyan hükümetini de aşan bir Gladio birimi Roma sürecinde belirleyici rol almıştır.

Üç NATO-da çalışan Yunanistan İstihbarat Şefi olan Baby, Kalenderis ve Kostulas tarafından Türkiye ye getirildiğinde:” Bu bir oyundur. Biz bu oyunu bozacağız. Kardeşi kardeşe kırdırtmayı hedefliyorlar.’oldu. Nihayetinde bu oyunu gördüm.”dedi.

“ İsrail –Suriyeyi kendine çekmek için bu komploda yer almıştır. İsrail-in oyunuyla ilgili sorumlu kişisi David İrvin’dir. Halen komployu gerçekleştiren gücün,kontrolü kendi ellerinde tuttuğunu düşünüyorum.”dedi.[37]

Bu süreç içerisinde,uçakta memleketini sevdiğini[38],31-Mayıs-1999-da Mudanyada ki yargılanması sırasında sürekli idam edilmemesi gerekliliğinden bahsedip :” İdam edilirsem çok kan akar.” tehdidiyle sırtlanlar gibi iki yüzlülüğünü bir kere daha gösterdi. Zira bir yandan,örgütün tek sorumlusunun kendisi olduğunu söyleyip,diğer yandan da öldürmelerde kendisinin bulunmadığını söylemekle,sorumlu başın,sorumsuz bağlıları olduklarını göstermiş olmaktadırlar.

Ve bunca hezimetten sonra uçaktaki konuşmasında “Hizmete hazırım.” deyip de tehditlere devam etmesi,mahkemede şehit ailelerinin derin üzüntü ve acılarını paylaştığını ve özür dilediğini söylerken,PKK durmadı,PKK saldırılara devam etmiş olmasıyla bukelemun ve kuklalığını bir defa daha tekrarlamış oldu.

İdealsiz ve fikirsiz,havaya göre şekil almakta,ancak istediği yine önde kalmaktadır.

Gayri meşru yolla hedefe varılmaz. Düz yol uzun olsa da,kısa olan mayınlı yoldan daha kısadır.

Belki de hesapta cephe değişikliği de söz konusudur. PKK-yı siyasi bir platforma oturtturmak. Meseleyi Türkiye ile PKK arasında olmaktan çıkarıp bir dünya platformuna oturtturma düşünceleri. Bunda da her yolu deneyerek içten ve dıştan desteklerle bayraklaştırmaya çalışma çabaları.

Dağılan veya başı koparılan PKK-nın yerine başka bir hizbin ikame edilmesi. Ancak şu bir gerçektir ki;yeri boş bırakılmayacaktır. Şu anda Suriye kenara itilse de,İran,Irak,Ermenistan,nadasa bırakılacak olan Yunanistan,Rusya zaman zaman devreye konulacaktır.

Apo-nun yeri doldurulabilir mi? Kendisi dolu olmadığından boşun yeri ancak uzun yıllar sürecek şişirmelerden,reklamlardan sonra olabilir! Doldurma kalite yönünden olmayıp,birikim yönünden önem arz etmektedir.

Menfaat hesaplarının çatışması ve çarpışması söz konusudur. Bu doğrultuda;bizler diğer devletlere karşı onu bir koz olarak kullanabiliriz. Nitekim onlarda Apo-nun yakalanıp idam edilmesiyle daha iyi bir hesabı gündeme getireceklerini düşünebilirler! Böylece bir düşünceye bir çok kuvvet kazandırabilir,uyuyanlar uyandırılabilir,dünyada bir infiale sebeb olabilirler! Mesele hesapların birleşeceği bir senaryoyu oluşturmak.

Anlaşılan o ki;şimdiye kadar verilen her türlü destek,destek verenlerce çekilmiş,en azından gevşetilmiştir ki;Apo-yu ele verdi.

İşin diğer bir garabet noktası;yakalanan A. Öcalanın ilk konuşmasında annesinin Türk olduğunu,Türk milletinin hizmetinde bulunacağını ifade etmekle,adeta geçmişini bir anda inkar edip,idealinin de bitmiş olduğunu gösteriyordu. Bunun şahsi olarak zilletinin ötesinde,düşündürücü bir noktası;bir hiç uğruna savaş! Arkasından binlercesini sürükleme! Sürükleyici vasfının olmamasına rağmen sürüklenmeler!

Baş koptu.. vücut şaşkın.. çırpınma içerisinde. Çare;basiretli düşünce,akıllıca tedbirler…

PKK mensupları; bir aldanılmışlık uğruna sefaleti yakalamış ve de oynamıştır. Bunlarla beraber sun-i dostlar ve dostluklar her alanda PKK- ya akmaktaydı.[39]

Burada ve bu işte G. Azak-ın ifadesiyle; Yunanistanın hedefi – Megal-i İdea – Büyük idealleri olan,hedefi gerçekleştirmek[40]

Sol-da olsun,sağ-da olsun haklı olarak “ Gizli Güç” den ve “ Gizli Komite” den bahsedilir. Doğrudur.

Bunun da iki yönü vardır= Biri;işin önüne çıkmayıp,uzaktan kumanda edenler.

Diğeri; en önemli olanıdır ki; bu güç maddi değil,manevidir. Manevi ağırlığın bir tezahürüdür. Kelime-i habisenin,menfiliklerin,ihmallerin,küfürlerin,cehaletliklerin,şükürsüzlüklerin,bil-cümle kusurların Kelime-i Tayyibe olan imana,ibadete,şükre,Helal rızka,sevaba,bil-cümle tüm güzelliklere galebe ve üstün gelmesinden ibarettir.[41]

Habis ruhların;insi ve cinni şeytanların da yardımıyla oluşacak olan menfur hadiselerin vukuundaki rolleridir.

Sonuçta; Apo operasyonuyla dünyada oluşan büyük yankı,[42] arkasından mahkemenin sıhhati için dava sürerken jet hızıyla meclisten geçirilen kanunla DGM-deki askeri hakimin devreden çıkarılıp,sivil hakimin geçmesi,Ankara 2 nolu DGM tarafından idama çarptırılıp, 25-Kasımda da Yargıtay 9. Ceza dairesi tarafından idamı onaylanmış oldu.

İçte ve dışta buna tepki gösterenler evvela binlerce feryatlardan birisi olan Yıldız (Hemşire) Namdar-ın mahkemedeki şu feryadına kulak versinler. Apo-yu düşündürüp başını eğdiren bu feryat,bir nebzede olsa onlara da faydası olabilir;” Hayallerimi kaybettim. İnsanlıktan çıkmış, öldürmekten başka bir şey bilmeyen bu canavarlar… Bu kin ve nefret niye? Ekmek veren bu devleti yıkmak istemeleri,askeri,polisi öldürmeleri neden? Hani insanlık,insan hakları… Sadece adalet diyoruz. Bizler insan değil miyiz? Murat kocamdı,canımdı,her şeyimdi. Kürt-Türk diye hiçbir ayrım yapmadı. Askerlerine yol parası verdi. Yemin ediyorum hiç kimseye ayrım yapmadı. İnsanlık bu mu? O da anasını özlemişti. İzne gidiyordu. Erzincan-ı geçtiğimiz de yolumu kestiler,kimlik sordular. Adını söyleyerek, (Murat) dediler. Tuhaf bir şeyler vardı çevirenlerde… Şerefli Türk askerlerinin elbiseleri vardı üzerlerinde. Ben şüphelenmiştim. Babam ve halam da aynı arabadaydı. Ancak Murat çok sakindi. Bana,ellerimi tutarak, ( Sakin ol hayatım,bir şey yok.) diye bizi,beni teskin ediyordu. ( Murat bunlar terörist) diyordum. İnsanlıktan çıkmışlardı. Biraz gittiğimizde yolun her tarafını çevirmişler ve bütün araçları durdurmuşlardı. Çocuklar,babam ağlıyordu. Arabadan indirip götürdüler,orada yalvarıyordum. Bizi dinlemediler.”

Namdar-ın bu sözleri mahkemedekiler ve heyetin duygulanmasına sebeb olup,Yıldız Hemşire elinde Türk bayrağı ve Kocasının resmiyle Öcalana hitaben:” Biz size ne yaptık.Çok acı çekiyorum. Biz hiç kimseye bir şey yapmadık.” Öcalan oturduğu yerden eğilerek:” Acılarını paylaşıyorum .” dedi. Ve Yıldız Hemşire konuşmasını ağlayarak bitirmekle kalmadı,sadece mahkemedekileri değil,tüm Türkiye ve dünyadakilere hüzünlendirdi ve ağlattı. Kalbsizler müstesna!

1980 –den önce hem dili,hem de onun neticesi olan terörün, 80 sonrası iflas eden fikrinden dolayı eli kanlandı.

Şimdi ise oda iflas etti.

Kanlandıracak neyi kaldı?

Yaprak dökümü gibi dökülmeye başladı. Önce ikinci adamı Şemdin Sakık, sonra birinci adam? Apo ve Avrupa sorumlusu…

Bunca insanı öldüren kişiye karşı batı merhamete geldi! Affını isteyerek, idam edilemeyeceğini ısrarla belirterek,tehdit unsuru bile yaptı.

Batı kendileri böyle bir durumla karşılaşmış olmaları halinde hiç tereddütsüz hapiste iğne ile öldüreceklerini,mahkemeye bile çıkarmayacaklarını ifade ederken,

Amerika da 4- Mart- 1999 günü bankayı soyup,müdürünü öldürenlerden Walter LaGrand-ın infazı 40 kişinin huzurunda şöyle gerçekleşti:”

Gaz odasının kapıları sıkıca kapandı ve Savcının işaretiyle idam başladı Walter-in koltuğunun altındaki su ve sülfirik asit dolu kaba yavaş yavaş siyanür kapsülleri atıldı. Karışımdan yükselen duman odaya yayıldığında Walter,başını sallayarak öksürmeye,boğulur gibi sesler çıkarmaya başladı. Birkaç dakika sonra başı önüne düştü. Artık sürekli öksürüyordu. İki dakika sonra başı yukarı kalktı ve hemen düştü. Walter artık öylece kalmıştı. Sadece istem dışı omuzları oynuyor,can çekişiyordu. Ölümü tam 18 dakika sürdü.”[43]

“ Aç canavara karşı tahabbüb; (muhabbet ve acıma) merhametini değil,iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.”[44]

Bu konuda Kur’an-ı Kerim-de:” Eğer Allah-a ve Ahiret gününe iman ediyorsanız, Allahın hükmünü uygulama işinde sakın acıma hissi sizi etkisi altına alıp da uygulamayı engellemesin. Hem onların bu cezalandırılmalarında mü’minlerden bir cemaat da bulunup şahid olsun.”[45]

PKK-NIN ARKASINDAKİLER

Dünyada bazı çözülmelerle beraber kirli işlerin hızla devam etmekte olduğuna şahit olmaktayız.

Pakistanın dindar devlet başkanı içten ve de Amerikanın planı neticesinde; General Durani planı ve “Yarbay Afzal Mahmut tarafından uçağın bagaj bölümüne bomba konulmuş ve Binbaşı Amer tarafından da pilot kabinine zehirli gaz kapanı yerleştirmişti.” ve sert bir ifadeyle de denetlemeler engellenmişti.

Ve uçak kalktıktan sonra Ziya-ül Hak ile beraber “ 10 General,17 Albay,yarbay,teğmen,pilot ve teknisyenin yanı sıra,bu hadise de ABD-nin büyükelçisi ile bir Amerikalı Tuğgeneral de hayatını kaybetmiş olmasına rağmen” göz yumulmuş ve mesele kaza süsü verilerek ört bas edilmiş idi.

Zira Ziya-ül Hak Allah-a yeminle ifade ediyordu ki;” İslami devlet sisteminin tüm kurumlarını çok yakın zamanda uygulamaya koyacağız.”[46]

Bizdeki kirli işlere,meçhul cinayetlere ve Susurluk olaylarına ne kadarda benziyor! Özal-ın ifadesiyle:” Vay canına! neler oluyor da biz bilmiyormuşuz.” Çünki sadece kanunsuzlukların yapılmasıyla kalmıyor,bunlar kanun adına yapılıyordu.

Bağlantılardaki kirli ilişkiler,bir yerlerde birbirleriyle sürtüşüyor,bağlanıyor.

Cem Ersever-in hanımının bir yandan Suriyeli oluşu, Yeşil (Mahmut Yıldırım) in Suriye gizli servisi ile bağlantısı ve Suriye deki PKK-lıları tesbit etme,sözde lafları… diyen Emniyet İstihbarat dairesi Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı.

Jitemci Binbaşı Ahmet Cem Ersever-in yanında operasyonlara katılan Yeşilin faili meçhullerin arkasında meçhullere karışıp,para babalığına kaynaklık etmesi…

Ve MİT-in operasyonun da:” Bir ton C-4 patlayıcı yüklü münibüs ile binlerce km. yol kat edecek bir kişi aradık. Yeşili bulduk. Yeşili bu iş için kullandık.”

Beş kişi devredeydi; Apo telefonla konuşurken,yüz metre ileriye park edilip patlatılan münibüs zarar vermemiş,APO-da kurtulmuştu.

Emniyet ve Jandarma ile de çalışmıştır. Ve Yeşilin yurt dışında görevlendirilmesi ile eski bir müsteşarın imzalayıp,haftada da 500 Dolar harcırah ödenmiştir.

Kasım 1996-da o zamanın Başbakanı Mesut Yılmazın Budapeşte de burnuna yemiş olduğu yumruğun; gazeteci Necdet Açan-ın da tesbitiyle, Yeşilin 23-Kasım 1998 günün de Macar hava yollarına ait bir uçakla İstanbuldan Budapeşteye indiği,28-Kasım-1998-de de tekrar Ankara Esenboğaya indiği de belirtilmektedir.[47]

Eşref Bitlisin çantasındaki evraklarından dolayı öldürülmesi gibi,iki gün sonra mahkemeye çıkacak olan Ersever-in öldürülmesi de konuşmasından çekinildiği sebebiyle idi. PKK gibi bu olayda da Çekiç Güc-ün elinin olduğu değil ehlince belki herkesçe de bilinmekteydi. Bu ikilinin beraberlikleri ve bazı belgeleri deşifre etme durumları öldürülmelerine sebep oldu.[48]

Ve Çekiç Güç bu işlerini 36. Paralelde bazı örgütlerle organize etmekteydi.[49]

Bir yandan konuşturmamak için bazıları öldürülürken,diğer taraftan öldürülmesi halinde konuşabileceklerin çıkacağı veya hesaplaşmaların başlayabileceği düşünceleri,işleri bir türlü sonuca bağlamamaktadır.

Ermeni kuvvetlerin ateşelerimizi öldürmeleri üzerine,Asala-ya karşı devlet tarafından kullanılıp,Mit ve Emniyetle irtibatlı olan ve PKK-ya karşı istihbari işlerde de devreye giren; 3 Kasım 1996 yılında Susurluktaki kaza ile ölerek büyük patlak veren Abdullah Çatlı olayı.

14 bin faili meçhulün olduğu Türkiye de,perdenin aralanmasına sebep olan Susurluğun; “ Susurluk Amerikancı bir çeteydi.” diyen Mahir Kaynak,5 Kasım 1993 Susurluk Kronolojisinin 28 Ekim 1997 yılına kadar ki ve oradan günümüze,sır perdeleri aralanmaya çalışılsa da gizliliğini ve kirliliğini devam ettirmektedir.[50]

Mafyanın Avrupa da ki önemli bir üssü olan Budapeşte de 24 Kasım 1996-da Mesut Yılmazın saldırıda burnuna yumruk yemesi ve başbakan olmasına rağmen bir neticenin çıkmaması.

Bütün bunlar bize N. Erbakan-ın şu sözünü hatırlatmaktadır:” Devlet içinde kontrolsüz güçlerin savaşı var.”[51]

Böylece hem şahitler,hem de maşalar teker teker yok edilmeye çalışılmaktadır.[52]

Meclisi Mit-e inceleten 1974-78 dönemi Mit Müsteşarı emekli Orgeneral Hamza Gürgüç:” Ümit kaynağımız olan Parlamentonun bünyesini tetkik ettirdim. Karşıma çıkan tablo korkunçtu. Yer altı örgütlerinin her cinsinden en az bu örgütlerin sempatizanı diyebileceğim kişiler mahdut sayıda da olsa, legal partiler şemsiyesi altında parlamentoya girmişti. Ayrıca legal partilerin hali de ortadaydı. Araştırmadan çıkardığım sonuç. TBMM’nin bu haliyle işe yaramayacağı idi. Bu sonucu ilgili makamlara resmen ulaştırdım.”[53]

1966-dan itibaren 9 Martçı Cemal Madanoğlu-nun ekibinde 4 yıl bilinmeden kalıp Mit-e devamlı bilgiler gönderen ve deşifre edilen Mit elemanı Mahir Kaynak susurluk konusunda şöyle demektedir:” Çete içinde bir takım ordu mensupları rol almıştır,bunda hiç şüphe yok. Ama o zaman ordu meseleyi Güneydoğu da PKK’ya karşı yürütülmüş bir müzakere olarak telakki ediyordu. Çetenin işlediği suçlara da göz yumuluyordu. Bir yıl önce ordu şöyle bir yargıya vardı: Çete dediğimiz olgu sadece Güneydoğu Anadolu ile meşgul olmuyor,orayı bahane edip bir siyasi yapı oluşturuyor. Bu yapı askerlerin siyasi gücünü kırmak amacına yöneldiği gibi Türkiye yi de belli bir istikamete götürmek amacını taşıyor. Bunun üzerine ordu yabancı ülkelerin beklediği rollerin bir kısmını kendisi üstlendi. Sonra da çeteyi tasfiyeye girişti.”[54]

9-Martla,Baas tipi bir rejim gerçekleşmeyince, 28-Şubatla adeta rövanşı alınıyordu.[55]

Devleti yıkmak gerekçesiyle genç Teğmen iken ordudan atılan[56] Ali Kırca,kendisi:” Ben militanlık yaptım,oto galerisi soymaktan yargılandım;ama bu 4 yıl önce değil 19 yıl önceydi. 19, 4-ten büyüktür dolayısıyla.”[57]

Devrimlerini anlattıkları 69 subayın bildirisi içerisindeki bir cümlesinde:” Meydan boş değildir. Tüfeklerimizdeki mermi,mermilerimizdeki barut,yüreklerimizdeki ateş,yeter sizlere.”[58]

Eski Genel Kurmay Başkanı Org. Doğan Güreş; Ordunun kesinlikle darbe yapmayacağını belirterek;Türk Silahlı Kuvvetlerinin başarısı neticesinde oyunun bozulup, PKK devletinin kurulmasını önlediklerini söylemektedir.[59]

UĞUR MUMCU

3-11-1996-da Balıkesirin-Susurluk ilçesinde Mersedes marka bir arabanın kamyonla çarpışmasıyla susurluk olayı,ölen ve yaralananların derin ilişkilerinin önemli kilidini oluşturmaktaydı. Bir nebzede olsa devliğe soyulanlar devrildi,perdeler aralandı.

PKK-nın uzantısını aralamak ve belgelemekte olan Gazeteci-Yazar U. Mumcu-nun böyle bir işe girişmiş olması ,bazılarını fazlasıyla tedirgin etti. Bu korku onu öldürmeye kadar götürdü.

Ancak işin en garibi bu ve bunun gibi bir çok cinayetin faillerinin neyin altında meçhul oldukları,hep meçhul kaldı. Öyle de kalacak gibi. Neden mi??? İşte;

Eşi anlatıyor:” Sayın Ecevite gittim. Emir buyursanız olay bir daha gözden geçirilse. Ecevit:” Bana da su-i kast düzenlendi. O su-i kastı sorgularken duvarlarla karşılaştım. Uğur bey de arı kovanına çomak sokmuştu.”[60]

Kardeşi Avukat Ceyhan Mumcu:” Uğur, Apo ile Mit arasındaki ilişkiyi sonuçlandıracağı sırada öldürüldü. Eğer öldürülmeseydi,birkaç gün içinde Apo-yu devlet içindeki bir kesimin koruduğunu TV-de açıklayacaktı. Uğuru bütün kirli ilişkilerini ortaya çıkardığı için Behcet Cantürk öldürttü. Cantürke bu ihaleyi devlet içindeki çetelerin verdiğine inanıyorum.”[61]

Mumcu-nun ölümünden önceki konuşmalarının Ankara Telekom tarafından yanlışlıkla! silinmesi,Soruşturmayı yapanların ayrılması,sürülmesi ve öldürülmesi işin vehametini göstermektedir.

Araştırmasında Gladio-Mafya-P2-Mason Locası skandalı sonrası İtalyada yaptığı araştırmalarıyla irtibatlandırıyordu.

Faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonu başkanı Sadık Avundukoğlu:” En önemli engellemeler DGM Savcıları Nusret Demiral ve Ülkü Coşkun-dan geldi. MİT-in PKK, Hizbullah ve İslami hareket örgütü içinde adamları var.”[62]

Eyüp Aşık ise:” Devletin bazı makamları bu işi biliyorlar. DGM Başsavcısı “ Bu işle uğraşmayın”dedi. Netice itibariyle devlette bazı adamlar bu işlerin önünü kesti… Devlet içindeki özül örgütlenme de bunların sayısı 50-100 kişiyi geçmez.”[63]

CHP-li Sinan Yerlikaya:” U. Mumcu cinayetinin baş sanıklarından olan Velid Hüseyinin devletle bağlantısı olan çeteler tarafından öldürüldüğünü”söyler.

Bunu teyiden; TBMM., Mumcu cinayetini araştırma komisyonuna PKK itirafçısı olan Murat İpek ve Murat Demirin verdiği şu itiraf ki:” U. Mumcuyu Mit mensubu V. Hüseyinin öldürdüğünü iddia edip,bu bilgiyi hapishane de beraber olduklarında öğrendiklerini, Mumcu-nun KDP,PKK ve devlet arasındaki silah ticaretini belgelemesi yüzünden öldürüldüğünü,söylediler. Mehmet Ağar bu ifadeyi abartılı bulsa da; doğru olduğunu ifade etmiştir. Hasan Mezarcı da bunu teyit etmektedir.[64]

Öcalan Mumcunu kendisiyle görüşmek isteyip görüşemediğini,ancak soracağı şu soruyu da ondan nakletmiştir:” Bizim devlet mi Apo-yu büyüttü?”

24-Ocak-1993-de öldürülmeden önce 8-Ocak-daki yazısında:” Yakında yayınlanacak bir yayınımda Kürt milliyetçileri ile istihbarat ajanları atasındaki ilişkilere ışık tutacak ilginç belgeler açıklayacağım.” ve 13-Ocak ki yazısında da:” Türkleri Kürtlere, Kürtleri de Türklere Karşı kışkırtıp uyuşturucu ve silah kaçakçılığından yine vurgunlar vurmaya hazırlananlar var.”diyordu. Bunlar günlük yazılardaki notlar! Ya kitap olacaklar??

Yapmak istedikleri konusunda özetle:

“1-PKK-nın kuruluşunda önemli rol oynadığı iddia edilen özel harp dairesinden yüzbaşı Necati Kaya-yı deşifre etti.

2- A.Öcalanın karısı Kesire-nin babasının Mit ajanı olduğunu ve kendisinin de Mit-le irtibatlı olduğunu öne sürdü.

3-A.Öcalanın Şam-da ikamet ettiği evin üst katında Mit-ten emekli bir yarbayın oturduğunu ortaya çıkardı.

4-1972 yılında Ankara da bir eylem sonrası tutuklanan A. Öcalanı askeri savsı Baki Tuğ-un beraat ettirdiğini öne sürdü.

5-A. Öcalanın Ankara da SBF-de okurken devlet bursu aldığını ortaya çıkardı.

6-PKK-nın Gladio-nun Orta Doğu da ABD eksenli yeni bölgesel bir güç dengesi oluşturmak için kurulduğunu öne çıkardı.”[65]

– DOĞU PERİNÇEK –

Kavgalı bir hayatın baş rol oyunculuğuna soyunmuş bir kişi. Devleti en büyük terörist kabul edip;11-Ekim-1991-de TRT-deki konuşmasından dolayı bölücülük suçundan DGM tarafından 2 yıl 4 ay hapse mahkum edildiği halde, 98-Eylülüne kadar serbest dolaşmıştır.[66]

Bu işçi partisi genel başkanı “ PKK ile işbirliği yapmak” suçlaması ile karşı karşıyadır.

Apo,1987-de kendisiyle görüştüğünü,niyetinin ise;” Bizim temelimizle ilişki kurup güç toplamaktı. İdeoloji farklılığından ilişki gelişmedi.” Ve Perinçek iki sefer Apo-yu ziyaret etmiştir.[67]

Ve 1989-Ekim ve 1991-Nisanın da Öcalanı ziyaret edip PKK vadisindeki sözünde:” Türk ve Kürt milliyetinden halkların serbest iradeleriyle,eşit olarak bir demokratik halk cumhuriyeti içinde birleşmeleri hedefine yönelen bir politikayı benimsiyoruz.”

PKK-nın kurucusu olan 25 kişinin arasında kendisinin de adı geçen belgede belirtilmekle beraber,yalanlamasına rağmen “ İstihbarat ve İstihbarata karşı koyma şubesi”nce hazırlanan notlarda da onunda adı kurucuların içinde geçmektedir.

Sivri bir şahıs olup,devletin gizli bilgilerine rahatlıkla ulaşabilmektedir. Ve gözaltına alınmalarından biride;İP binalarında yapılan aramalarda beşi ruhsatsız 6 silahın ele geçerek,PKK ile ilişki olduğu gerekçe gösterildi. Ve yasadışı belgelerin oluşu işin vehametini gösterdiği ifade edilmektedir.[68]

Sürekli genel kurmay istihbaratına sığınıp ve dayanarak konuştuğunu ifade eden Perinçekin; 30 yıldan fazla istikrarsızlığa sebep olmak amacıyla;uluslar arası ajan provakatör olarak kullanılmaktadır.

Ve kendisine gelen belgelerin kasasında bulunması üzerine,kendisine sık sık geldiğini söylemiştir.[69] Ve bunlarında kim tarafından kendisine geldiğini de bilmediğini söylemektedir.

Boşluğa sıkılan kurşun. Ve kurşunlara yönlendirilenler!

Ve Perinçek Aydınlık gazetesiyle hedef göstermekle bazı komploları başlatmıştır.[70]

Doğu Perinçek,nam-ı diğer:” İftiralara kaynak bir provakatör..”, “ Devrimci subaylar örgütü sanığı”,” Devlete söven,40 yıl hapis cezası alan,cuntacı istihbarat uzantısı Perinçekin iftiraları nasıl medyaya pompalandı?” Meçhullerin insanı?

Sürekli darbe tehdidiyle toplumu taze tutmaya çalışmaktadır.

Ve Perinçek:” 1980 öncesinde kominist devrim için,TSK-ya sızmış ve subaylardan oluşan bir ‘Askeri Komite’ kurmuştur.[71]

Başta ülkücülere karşı çıkarak çıkış yapmış,ihtilali alevlendirmiş ve diskalifiye edeceği kişiyi “ Amerikancı” ifadesiyle –mim-leyerek olumsuz gösterme yolunu seçmiştir.

Her ne kadar onu yakından tanıyıp,bir zamanlar arkadaşı olan Cengiz Çandar onun için;” Ruh hastası bir paranoyaktır.” dese de,biraz basite kaçmaktadır.

Çok iyi bir muhbirdir. Maocudur. Kendini ve yolunu şöyle belirler: “ 1965 yılından itibaren artık kendimi sosyalist olarak görmeye başladım.. Marksist,Leninist bir teorik organ gerekliydi. 1968 Temmuz ayında bu dergiyi çıkarmaya karar verdik. Derginin adını Aydınlık koymaya karar verdik. Türkiye proleteryasının gerçek ihtilalci hareketi,yani Türkiye kominist Partisinin gerçek mirasçısı bizim hareketimizdir.”,

“ Biz devrim yolu olarak silahlı mücadeleyi benimsediğimizden halkın azılı sınıf düşmanlarına karşı halkı seferber edecek eylem çizgisini benimseriz. Bu konuda yukarıda söylediklerim dışında somut planlarımız olmamakla beraber ileride şiddet hareketleri,silahlı hareketler,sabotaj vs’ye girebiliriz.”[72]

Aksiyon dergisinin;” Türkiye-nin Pol Pot’u Perinçek”Özel sayısıyla ele alıp,”Karanlıkçı provakatör” olarak isimlendirdiği bu şahıs,oldukça renkli bir hayatın,rengini belli etmeyen renksiz bir kişisidir. Fikri yapısı itibariyle;Marksist,Leninist, Maoist,Sosyalist ve niha-i hedefinin kominizmi gerçekleştirmek olduğu,okunan iddianame ile dile getirilmiştir. [73]

Eski Mit görevlisi Mehmet Eymür onun hakkında:” Perinçek-i basit bir yıkıcı faaliyet olarak düşünmemeli,ilgililerce konu bir espiyonaj faaliyeti olarak ele alınıp,arkasındaki güçler her kimse deşifre edilmeli,faaliyet tamamen bir casusluk faaliyeti olarak ele alınmalıdır. Ayrıca adli makamların da,Fabrikatörün sorumluları hakkında,Hiram Abas ve bir çok insanın cinayetine azmettirmekten soruşturma açması gerekir kanaatindeyim.”[74]

Ve 26-Aralık-1996 –da meclis susurluk komisyonuna verdiği raporda Eymür:” D.Perinçek,tabii o belki bizim de ayıbımız bu güne kadar kimliğini çözememiş olmak,bir doğrunun etrafına 20 tane de yalan ekleyip bir nevi provakatörlük,yani bizim istihbarat dilinde fabrikatörlük dediğimiz yalan haber yayan bir kişi. Maalesef yasal şeyden hep de kurtulmuştur ve bu güne kadar da gelmiştir… Gördüğüm kadarıyla,bütün Türkiye-yi karıştıracak konular özel olarak hep Perinçek kanalıyla çıkmış ve onun tarafından da hep körüklenerek büyütülmüştür… Nereden besleniyor onu da bulmak lazım Perinçekin;bir yerlerden beslendiği muhakkak…”

Ve Mit müst.Yar. M.Eymür Perinçekin:” TİKP-Türkiye işçi köylü partisi ve yayın organı Aydınlık gazetesi,1968-de TİP-Türkiye işçi partisi,1969-da Beyaz aydınlık grubunun lideri olması,PDA-Proleter devrimci aydınlık-ın illegal partisi TİİKP-Türkiye ihtilalci işçi köylü partisi,1-şubat-1988-de SP-Sosyalist partiyi kurmakla”çizgileri sık sık değişen bir adamdı”diye de vasıflandırmaktadır.

Özetle:” Hiram beye göre Aydınlık-ın Türkiye deki misyonu şuydu:1-Türkiye de hızla gelişen ve Batı dünyası için tehlikeli hale gelen Sovyet solunu yeni bir doktrinle bölmek,birbirine düşürmek,parçalamak,etkisiz hale getirmek.

2-Devlet içinde,ordu da,Mit-te,poliste,özel harpte,tarafsız çizgide olan,düşünce ve faaliyetleriyle organizatör için tehlikeli olabilecek unsurları tasfiye etmek. Bu kilit müesseselerde etkinliğini artırmak.

2-Türkiye de politik ve ekonomik istikrarsızlığı pompalayan faaliyetleri devam ettirerek,ülkenin güçlenip organizatörün emelleri dışında tamamen bağımsız ve milli bir politika izlemesini engellemek.”[75]

Mehmet Ağar ise;20-07-1997 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesine vermiş olduğu demecinde onun:” Doğu Perinçek ve arkadaşlarının İngiliz Gizli Servis elemanlarıyla suçüstü yakalandıklarına ilişkin belgeler devletin elindedir.”deyip,günün birinde açıklayacağını söylemektedir.[76]

Mahmut Çetin-in “ Perinçek ve Aydınlık Hareket” adlı eseri belgeleriyle iç yüzünü ortaya koymaktadır.[77]

Aynı komisyonda diğer mit görevlisi Metin Günyol-da:” Turan Çağlar,bizi D. Perinçek denilen o sefile sattı. Aydınlık-a sattı bizi. Aydınlık-da bizden tam altı arkadaşın resmini yayınladı.. Bunların adreslerini ele geçirdi Emekli sandığından ve bunların resimlerini,adreslerini vererek sattı. Dört ay içinde altı arkadaşımız öldürüldü. Bu sefil köpekle çalıştı o Turan Çağlar denen albay. Size çok önemli bir sır ifade ediliyor şu anda…”[78]

Perinçek:” D. Perinçeke göre,” Kemalizm,işçi sınıflarının ve Türkiye halkının demokrasi isteği ve teşkilatlanmasını zorla bastıran,işçileri kurşunlayan köylüleri insafsızca sömürüp,defalarca katleden bir diktatördür.”[79]

Çok renkli karışıklık ve ayaklanmalarda onu görürüz. CIA hesabına,yabancı servisler,İngiliz servisi,bazen Maocu,alevi,kürtçü,PKK ve Atatürkçüdür.[80]

Başı sıkıştığında Atatürke sığınmasına rağmen Atatürkü şöyle tanımlar:” Kemalist diktatörlüğün kurduğu toplumun geldiği yeri görüyorsunuz. Kemalist burjuvazi,işçi ve köylüleri sömürerek hızla zenginleşti. Kemalist iktidar en tabii hakları için mücadele eden işçilere saldırdı. Kemalist diktatörlük,Kürt halkına milli baskı ve eritme politikası uyguladı. Şeyh Said isyanı arasında Kürt köylüleri kitleler halinde imha etti.”[81]

Ailesi konusunda yapılan araştırmalarda;illegal örgütler içerisinde bulundukları,kullandığı kod isimler,general dayısının konumu ve Ermenilerle olan akrabalık bağları delilleriyle anlatılmaktadır.[82]

Kısaca;Öcalan operasyonunun engellendiğini söyleyen emekli MİT-çi Mehmet Eymür;Perinçeğin de MİT-in bir zafiyeti olduğunu söylemektedir.

Ve şu anda İP-in genel sekreteri M.B.Gültekin ise:” Öcalan asılmasın”demekle,kimin kimden yana olduğu da görülmüş,hissedilmiş ve anlaşılmış olmaktadır.[83]

Malum olmayan meçhuller!.?

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Zaman gazt.1-7-1999.

[2] (A.Öcalan,PKK 5. Kongresine sunulan politik rapor.1995,bkn. Türkiye gazt.18-2-1999.

[3] Bkn.Zaman gazt.4-7-1999,agg.17-2-1999.

[4] Bkn.agg.17-2-1999.

[5] Bkn.agg.23-2-1999.

[6] Bkn.Türkiye gaz.15-4-1998.

[7] Bkn.Yeni Asya gazt.30-10-1994.

[8] Bkn.Yeni Asya gaz.21-4-1994.

[9] Bkn.Agg.28-4-1994.

[10] Bkn.İslam Ans.İsam. 19/92,97.

[11] Bkn.Zaman gaz.19-10-1999.Bkn.Türkiye Gaz.16-9-1996.

[12] Türkiye Gaz.9-9-1996.

[13] Bkn.Türkiye gazç1-9-1998.

[14] Bkn.Zaman gazt.13-12-1998.Bkn.Türkiye Gaz.5-5-1996.

[15] Türkiye gaz.15-4-1998.

[16] Agg.9-1-1995.

[17] Agg.10-1-1995,13-1-1995.

[18] Agg.7-12-1998.

[19] Agg.15-3-1996.

[20] Agg.4-7-1999.

[21] Agg.31-1-1994.

[22] Sabah gaz.Eylül.1992,2-2-1991,bkn.Zaman gaz.1-12-1992.

[23] Bkn. Zaman gaz.16-1-1999.

[24] Agg4-7-1999.

[25] Agg.28-6-1999.Sh.580,587.

[26] Agg.28-7-1999.

[27] Bkn.Agg.2-6-1999,30-6-1999,Bkn. Türkiye gazt.2-6-1999.

[28] Bkn.Agg.30-6-1999.

[29] Agg.14-5-1998.

[30] Agg.23-8-1999.

[31] Agg.17-2-1999.

[32] Bkn.Agg.29-7-1999.

[33] Agg.29-6-1999.

[34] Zaman gazt.18-2-1999.

[35] Zaman gazt.6-9-1998.

[36] Agg.26-11-1999.

[37] Zaman gaz.27-11-1999.

[38] Zaman gaz.18-2-1999,saat 23-07-deki kaydı.

[39] Bkn.Türkiye gazt.8-9-1998.

[40] Agg.8-9-1998.

[41] Bkn.Fatır.10,Al-i İmran.38,179,Nisa.2,160,Maide.4,5,87,88,100,A’raf.32,58,157,160,Enfal.26,37,69,Hac.24,Bakara.57,168,172,267,Nahl.32,72,97,114,Nur.26,61,Yunus.22,93,İbrahim.24,26,Sebe.15,İsra.70,Ta-ha.81,Mü’minun.51,Ğafir.64,Casiye.16,Ahkaf.30,Enbiya.74.Bkn.Mu’cem-ül Müfehres.M.F.A.Baki.(Arp)Sh.432-433,226.

[42] Bkn.Zaman gaz.18-2-1999.

[43] Bkn.Zaman Gaz.11-3-1999.

[44] Mektubat.B.S.Nursi.Sh.443.

[45] Nur. 2.

[46] Zaman Gazt.17-8-1993 den- 19-8-1993.

[47] Zaman gaz.3-12-1998.

[48] Agg.7-12-1993.

[49] Agg.30-1-1994.

[50] Agg.Geniş bilgi için.3-11-97 (4 tam sayfa.),2-9-1998

[51] Agg..3-11-1997.

[52] Bkn.Agg.31-10-1999.

[53] Agg.1-9-1998.

[54] Agg.1-9-1998.

[55] Agg.23-6-1999.

[56] Zaman gaz.21-6-1999.

[57] Agg.24-6-1999.

[58] Agg.23-6-1999.

[59] Türkiye Gaz.26-11-1995.

[60] Milliyet gaz.24-10-1999.

[61] Zaman gaz.22-10-1999,Türkiye gaz.5-12-1998.

[62] Agg.22-10-1999.

[63] Agg.22-10-1999.

[64] Agg.6-4-1998,bkn.Yeni Asya gaz.17-1-1994.

[65] Agg.22-10-1999.

[66] Agg.26-9-1998.

[67] Agg.2-6-1999,22-6-1999, Türkiye gaz.2-6-1999,19-20-21-Aralık-1996,28-12-1996.

[68] Agg.25-9-1998.

[69] Zaman gaz.24-6-1999,13-11-1998.

[70] Agg.21-6-1999.

[71] Agg.22-6-1999.

[72] Agg.22-6-1999.

[73] Agd.2-8-Mayıs-1998.Sh.24-31.

[74] Zaman gaz.20-7-1998.

[75] Zaman gaz.29-12-1996.

[76] Agg.20-7-1998.

[77] Edille yay.tlf.0 212 451 04 99.

[78] Zaman gaz.22-6-1999.

[79] İftiranın Değişmeyen Mantığı..L.E.Webb.Sh.32,bkn.2000-e Doğru dergisi.26-Mayıs-1991.

[80] Age.Sh.41.

[81] Zaman gaz.22-7-1998.

[82] Agg.20-7-1998.

[83] Agg.1-7-1999.




YAŞADIĞIMIZ ASIRDAN SAHNELER VE KESİTLER

YAŞADIĞIMIZ ASIRDAN SAHNELER VE KESİTLER

20. asır kapalılığını hala kapalı tutmakta,ifadem gibi…

Neden mi? Fikirde,inançta ve neticede öldürmede. Gerek yerli,gerek yabancı…

Yabancılardan II. Jaun Paul..silahlar neden konuşuyordu? Bir şeyler bilenler konuşmasın diye mi?Mesele ferdi mi,fikri mi? Mafya yer altında nelerden rahatsız oluyordu?Yoksa bazıların “yakayı ele vermesi”[1] mi söz konusu idi?

Birinci dünya savaşından bu yana asker-sivil 100 milyona yakın insan ölüyor ve öldürülüyordu. Asır,kan dökme asrı oluyordu…

Ve bizde de halkın onay ve tasvibinden geçmemiş olan laikliğin kabul ve Lozan barış anlaşmasından sonra çok değişmeler ve muğlaklıklar gündeme geliyordu. İşte bir asırdır hala onun ve onların münakaşası yapılmakta ve bir netliğe kavuşturulamamaktadır.

Mesela;1930’dan sonra devrin başbakanı İsmet İnönü:”Devlet bir insan mıdır ki,namaz kılsın,oruç tutsun. O halde devletin dini İslâmdır-cümlesi anayasa da yer almamalıdır.”[2] diyordu konuşmasında…

Peki onun yerine ikame edilenle acaba kimler memnun ediliyordu? Yüzde biri bile oluşturmayan hristiyan,yahudiler ve kimler? Ki o muğlaklık ve mücadelesiyle beraber,münakaşası devam ettirilmektedir.

Oysa Osmanlıyı överek,müslüman laiklik meselesinin olmadığını ve “Ortadoğuda iki asırdır devam eden İngiliz-Fransız rekabetinin sona erdiğini belirten Prof. Bernard Lewis bu bölgenin yeni hakemini beklediğini”[3] söyleyerek,bütün bu yıkımlara karşı da:”Ortadoğu (nun) İslâm kimliğini koruduğunu”[4] ifade etmektedir.

Yani;inanmasını istemediğin insanların inanmaması mı laiklik?

Müsbet ve menfi yönleriyle düşünecek olursak;ibadet yapmadığım için ibadet yapanların bunu yapmaması ve gizli yapması mı? Günahların serbest,helalların gizli işlenmesi mi laiklik? Günahlara tam mutlak bir serbestlik,helallara kısıtlama ve sınırlama? Ne kötü bir taksim!

Nedir? Ekonomiyi düzeltmek için,insanımızın çokça camiye gittiğinden,Arapça konuşmaktan ceza olarak para alıp maddi gidişatı düzeltmek mi? Yoksa düzelttiniz de duaları mı engel oldu?

Medyanın sürekli işlemeye çalıştığı gibi;sürekli dünya ve dünya siyasetleriyle uğraşıp,ahiret ve ona ait meselelerin kaybedilmesi ve bunlara göz yumulması demek midir laiklik?

Yoksa”ABD Başkanı’nın eşi Hilary Clinton bu sene beyaz sarayda Ramazan bayramı dolayısıyla bir resepsiyon verdi. Bayan Clinton bütün davetlilerle tek tek bayramlaşarak;”Bayramınız mübarek olsun”dedi. Bu arada ABD ordusu imamlarından Abdulraşid Muhammed Kur’an-ı Kerim okudu. Ve Clinton’a üç adet Kur!an hediye ettiler.”Acaba bu durumda laiklik mi elden gitmiş oluyor? Meçhuller..Meçhuller…

Şeyy… Aslında bir asırdır şaka yapıyorduk..neyse..artık eski halinize dönün..eski halimize dönelim??

-Ağlayan,ağlayarak geçirilen bir asır ve üzerine konuşulup ağlanılan,yazılıp çizilen,doğrular ve yanlışlarla geçirilecek olan ikinci bir asır.. sadece bununla da bitip

kalmayan,tarih kitaplarına geçerek okunan ve okutulan kitaplar..kısaca çok şeyleri yiyip tüketecek olan kıvılcımlar..hep yangınlar da kıvılcımlarla başlar ya…

Her bir provakasyon bir kıvılcımdır. Yakmak için provakatörler kullanılır. Yanan toplum,milletler ve masumlardır.

Nitekim Belçika ve İtalya Gladio’ların Türkiye ve dünya benzerlerinde görüldüğü gibi..

Ateşten olan şeytan da böyle bir kıvılcım yakmıştı. Onun ateşine milyarlar yandı,yandırıldı.[5]

Hesaplaşmalar dünyası. Nitekim 37 yıl önce Kennedy-e yapılan sû-i kasdın temeline bakıldığında CIA hesaplaşmasının olduğu ifade edilir.[6]

-Saatı çalanlar,saatı kuranlardır…

Nitekim sağı-sola,solu sağa vurdurma gibi,”CIA,kominizmi boğmak ve işçi sınıfını bölmek amacıyla sürdürdüğü psikolojik savaş için 20 bin sivil komiteden yaygın şekilde yararlanıyordu.”[7]

Bu senaryolardan;tarihi tekerrürlerden ibaret olan;ya bir “Büst”senaryosuyla[8] milletin gündemi saptırılmakta veya kendi ifadesiyle namaz surelerini bile bilmeyip,-İslamcı yazar-olarak lanse edilmesi için H. Ç.”İngiltere,Amerika ve Mossad şeyh olmamı istediler.”[9]kullanıldığını itiraf etmektedir.

Bazı hesaplar uğruna kullanılan Çatlı-dan[10] ve ramazanımızı zehir etmek uğruna sun’i gündemler olan[11] toplum meşgul edilerek nazarlar ahiretten dünyaya çevrilmeye çalışılmıştır. Her zaman ki yaptıkları gibi…O ne yapsın ki? Zira arı su içer bal akıtır,yılan su içer zehir akıtır. Tinet meselesi…

İş bununla bitmiyordu. Olay devam ettirilmektedir. Bazı failler ortaya konulmakla beraber,Hala muğlaklılığını koruyan Uğur Mumcu olayı gibi. Kim öldürdü,neden öldürdü? Taha Kıvanç ismiyle Fehmi Koru olay hakkında şöyle der:”U. Mumcu,P.2 Mason locası ve İtalyan gladiosu gibi konulara ilk dikkat çeken gazetecilerdendi. Almanya da peşine düştüğü aslında ‘Rabıta’bağlantısı değildi;kolunu Avrupadaki Türk varlığına uzatmış o gizli odaktı. Ancak,sonradan edinilen bilgilere bakılırsa,buldukları onun da gözünü yıldırmış ve kendisine anlatılanları ‘Epey değiştirerek’Rabıta bağına indirgemişti..Nede olsa devlet ile mesafesiz,D.Güreş’in,’iyi görüşürdük’,N.Demiral’ın,’aile dostuydu^’dediği bir gazeteciydi U.Mumcu..öldürülmeden az önce PKK ile istihbarat örgütleri,Kürtler ve İsrail ilişkileri üzerinde kalem oynatmaya başlamıştı…”[12]

Ve onun;”Türkiyenin bağımsızlığını tehdit eden gizli örgütleri,isimleri öğrenmişti. İsrail gizli servisi Mossad-ın kürt grupları ile ilişki içinde olduğunu,hatta “CIA ile birlikte kürtleri destekleyip yönlendirdiklerini”yazıyordu. “Ortadoğuya yıllarca yön veren ya da yön vermek isteyen,bunda da başarılı olan batılı hükümetler ve petrol şirketleridir. Halkları birbirine düşüren onlardır.”diyordu. Ve bazı soruları”Sınır kapılarında PKK’yı kimler koruyor? TIR’lar dolusu silah ve uyuşturucuyu ülkeye nasıl,hangi yollardan sokuluyor?”

“Apo neden Türk vatandaşlığından çıkarılmıyor? Neden öldürülmüyor? Neden sığındığı ülkeden istenmiyor?[13] Sorular…sorular…

Ve Ermeniler eski hayallerini gerçekleştirmek için,terörün şefliğini ve kontrolünü ellerine almışlardı.

Kendi toprakları olduğunu iddia ettikleri doğuyu bu uğurda kana boyuyorlardı.

-JGK Orgeneral Eşref Bitlis için D. Güreş:”Uçağın buzlanmadan dolayı düştüğü,yüzde yüz kesin. Pilot,buzlanmayı önleyici sistemi geç açmış olabilir.”[14] diyor. E. Bitlisin babası ise:”Oğlumu öldürdüler.”diyordu.[15]

Bütün bunlar senaryoların bir parçası idi ki,derinliği,gayet derin mi derin..Derin devletin derin izleri…

Bütün bunlar yeni değildi.”Tabuları yıkılan papalığın”[16] bir telaşı,geçmişte yapılan zulümlerin[17] bir devamı,ihtilaller ve buna zemin hazırlayanlar ve patrikhanelerin rolü…[18]

-163. madde uğruna inançlı kesim olan”Düşünce ve Aksiyon”insanları[19]na zulmediliyor ve bir çok değerli insan düşünce özgürlüğünden mahrum edilerek,23 sene boyunca laiklikten cani muamelesi görüyordu.[20]

EĞİTİM Mİ ?

Her tarafı bağlı,ağzı açık bir eğitim gerçek bir eğitim midir?

Ağzı açık eğitim,müsaade edildiği kadar konuşulursa,çözüm mümkün olur mu?

Çağdaş eğitim,laik eğitim,tevhidi tedrisatlı eğitim,ne kadar malum bir eğitim olabilir? Bu ifadeler birer muamma ve meçhul sözler değiller midir?

Şimdiye kadar medreseler yoluyla yapılan eğitim,İslâmi eğitim idi.

Medreselerde insanlar en güzel bir şekilde ve kabiliyetlerine göre ferdi öğretimi hedefliyordu[21] Bu eğitim düzenlemeden geçirilerek,uygulamaya geçilebilir,daha faydalı kılınabilirdi.

Eğer gerçek eğitim cumhuriyetten sonra ki eğitim ise,işte hali. Ya şimdiye kadar neredeydi?Neden hala aksak gitmekte?Orana vurulduğunda bir buçuk seneye bir bakan düşmekte. Demek ki milli eğitim bol bol bakan yetiştirmektedir. Yoksa belli bir döneme kadar Dini eğitim vermemekle bir marifet m i yapılmış oldu?

Eğitim politikası meçhuller üzerine oturtulmuştur. Zira değişmemesi gereken bir şey varsa o da eğitim politikası olmalıdır. Her şey olmaya göre yetiştirilmeye çalışılırken,bir şey de olmamaktadır. Meçhul eğitim,meçhul şahıslar yetiştirmekte…

Harf devrimiyle bin yıllık birikimde devrilmiştir. S. Ayverdi şöyle der:”Tarih,alfabeyi bir medeniyet anahtarı olarak kabul eder. Anahtar değişince medeniyetin değişeceği de tabiidir.”

Demek ki; bizim değişmeyen bir şeyimizin kalmaması,alfabemizin değişmesindendir.

Yapılması gereken şey,Tekmil ve İslah idi.

Oysa Latin harflerinin özelliğine baktığımızda:a)Hecevâri terkibsiz. b)Vakıflarda rakamvâri şekilsiz[22] bir özellik görürüz.

Eğitim de batının laikliğini almaya çalışırken onunla yatan bu düşünce,onun gibi de olamadı. “Körle yatan şaşı kalkar” ne körüz,ne de şaşı… Biz neyiz?

Bizdeki eğitimde bir asırdır uygulanan politika,idarecinin,idare edilenle münakaşası şeklinde geçmiştir.

Niye başını örttün? Niye dinden bahsettin? Niye örtünmeyi söyledin ve sevdirdin? Niye inşaallah dedin? Niye Kur’an öğrettin? Niye ? Niye? Niyeler bitmemektedir. Bütün bunlar fazlasıyla uygulanmıştır.

Özetle;bu politikayla iş şuraya vardırılmaya çalışılmıştır:1945 yılında yazılıp ve iç işleri bakanlığı Matbuat umum müdürlüğünce yayınlanan bir tebliğdeki tahammülsüzlük şöyle dile getirilmiştir:

-“Biz her ne şekilde ve surette olursa olsun,memleket dahilinde dini neşriyat yaptırarak dini bir atmosfer ve gençlik için dini bir zihniyet vücuda getirilmesine taraftar değiliz.”

-Bu vatanda 1950 öncesi çok şeyler yapılırken,50 sonrası da her şey yapılmaya çalışılmaktadır.

Laiklik ve Atatürkçülükle bu milletin ruhununda ruhu olan başta inancıyla oynandı. Bu uğurda her türlü zulüm reva görüldü

Bir çok İslâm alimi dünyaları tüketilmekle kalınmamış,her yönüyle ahiretleri dahi engellenmiş,halkın madde ve manasına kezzablar dökülerek imha edilmiştir. Dünyamıza engel dediğimiz bu değerleri bir tarafa atarken;Ne dünyayı kazanmaktayız,ne de ahireti…

“Terörle mücadele kanun tasarısı”adlarıyla tekrar eski jandarma günlerini geri getirerek,devletin temellerini ve ilkelerini “kökten dincilik”köksüz ifadeleriyle,değiştirme bahaneleriyle,imkanlar vukuat yerinde kullanılmaktadır.

Zira milletimiz yıllarca aynı masalları 163. madde ile çok dinledi. 163. maddenin maddesi altında çok inim inim inledi. İçine gömülerek yıllarca sindirilmeye çalışıldı.

Ancak yapılanlar küfürle kalmayıp,zulüm olarak da kendisini gösterince,devamla beraber inişe ve tükenişe geçti. Artık mazlum olanların sesleri duyulur oldu. Nitekim bunun bir ifadesi olarak:

21-11-1994’de 500’den fazla “Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri”nin ittifakla katıldığı bildiri,adıyla seslerini bir nebzede olsa duyurdu,TMKT’ya dur,dedi.

-Bir şapka uğruna;bir köyü,bir milleti,bir devleti yakar gibi 163. madde ile sürekli yakılan milletin yerine bu gün yakan zalim türemiştir. Zira dün ona zemin hazırlanmış oldu. Fikir susunca kaba kuvvet konuşur.

Kalemini çıkaranlar susturulur konuşturulmazken,zalim kınından çıkardığı satırıyla konuşmaya başlar.

“Şef dönemi”ne hasret duyanlar bu hasretlerini yanlışlıklar ve haksızlıklarla gidermeye çalıştılar.

Milletin yüzlerce tutunacağı dalı varken,laiklik istismar edilerek dalları kesildi. Değil sadece bu millet,tüm İslâm alemi boşluğa terk edildi. Kimi yılana sarıldı,kimine de yılanlar sarıldı. Ve yıllardır kanları emilmeye devam edildi.

Aman Allahım! Bu millet ne kadar kan-lı imiş ki;kansızları hayrette bırakmakta,onlarda bir bıkkınlık uyandırmaktadır.

Bütün bu yapılanlar kahramanların çıkmasına,geçici gecikmelerle beraber,her vesile ile her ne kadar bu millet,her yönüyle frenlenmeye çalışılsa da bir güç kazanmakta,ileriye doğru bir adım atmaktadır.

Uzun bir sürede olsa,bu millet istemese de Nadasa bırakılmıştır.

Geleceğe ait plan ve projelerin -tecrübelerin de yardımıyla- yapıldığı yerler olan üniversitelerden,orta öğretime kadar baş örtüsüne gösterilen hazımsızlık;ancak bir olgunsuzluğun eseri ve neticesi olduğu görülecektir.

Millet ve devlet olarak sun’i yapılan bastonlarla ayakta durulmadığı gibi,durmaya ve durdurmaya çalışmakta sun’ilik olur.

Evet. sun’ilikten hakikiliğe geçelim…

2-8-2000 MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak.Yeni Şafak gaz.2-10-1995.

[2] Bak. Beklenen vakit gaz. 13-1-1995.

[3] Bak. Türkiye gaz.7-1-1996.

[4] Zaman gaz.7-1-1996.

[5] Bak.agg.Gladio dosyası. 3-2-1997.

[6] Agg.19-3-2000.

[7] agg.14-2-1997,18-19-Ocak-1997,

[8] Agg.7-7-1994.

[9] Agg.22-1-1997.

[10] Bak.Türkiye gaz. 28-12-1996.

[11] Zaman gaz.22-1-1997.

[12] Agg.24-1-1997,24-1-1996.

[13] Agg.22-1-1997.

[14] Agg.4-11-1996.

[15] Agg.29-10-1996.

[16] Agg.27-9-1994.

[17] Agg.25-11-1994.

[18] Agg.5-9-1994.

[19] Agg.27-11-1994.

[20] Bak.agg.28-9-1994,2-9-1994.

[21] Bak.Yeni Rehber ans. M. Maddesi. 331-333.

[22] Lem’alar. B.Said Nursi.28. Lem’a. (Osmanlıca) 858.




TÜRKİYE SAHNE Mİ ?

TÜRKİYE SAHNE Mİ ?

Türkiye herkesin otluk merkezi mi? Türkiye dingonun ahırı mı?

Türkiye bir yandan Rus’un,bir yandan da batının kendi ideolojilerini uyguladığı bir sahne,bir alan mı?

Türkiye iç-den ve dış-tan karıştırıp bölmek isteyen,her gelen hergelenin yol geçen hanı mı?

Türkiye bir yandan ayıların ve ayı postu giyenlerin,bir yandan da domuzların ve domuz postu giyenlerin ve domuz eti giyenlerin oyun ve eğlence yeri ve kürkçü dükkanı mı? Yoksa Hilal ve Yıldızın gölgesinde gölgelenenlerin meskeni midir?

Türkiye yabancı ve yabani asıllı film şirketlerinin sergiledikleri bir saha mı?

Türkiye de her önüne gelenin oyununu sergilemesi;istediği oyunu oynaması için bir sahne mi?

Düşüncesini Fikre getiriyor! Acaba öyle mi? Masum mu? Ya masum olarak seyreden? Masum değil mi?

Bir yandan PKK,Yunan,Bulgar,İsrail,Amerika ve tüm batı,Fransız diplomatları,Rus zorba ve kuklaları,dost bildiğimiz ülkeler,Asya ülkelerinin perde önündeki,idareci kesimdeki yüzsüzler,iç-de dost görünüp de hıyanet eden virüsler…

Türkiye bunların arasında kalmış,görünmez durumda değil mi?

Esrar,eroin,silah,bilmem ne menem satmak için Türkiye ye koşuyor. Burası bir han mı? Gayrı meşru bir Pazar mı?

Türkiye her türlü bi-çarenin yani çaresizlerin çare arayıp,çare bulduğu bir yer mi? Menfiler de çareyi burada aramakta,müsbet olanlar da… Müsbetlerin zorlandığı,menfilerin kolaylıkla geçtiği bir köprü mü? Yoksa onlara kolaylık sağlamak amacıyla ihdas mı edilmiş,demokrasi? Demokrasi köprüsü,menfilerin köprüsü? Müsbetlerin önündeki,cüz-i olarak aralanan örtüsü… Batının da havzı ve doldurması… Peki ya neyin nesi,kimin fesi?

Evet,ortada bir gerçek varsa oda;Türkiye doğulunun da batılının da,Asyalının da,Avrupalının da dışa açılan gür bir sesi…

Türkiye geleceğin ülkesi… İstiklal ve istikbal vadeden ülke… Bayrak ülke,bayraklaşan ülke…

Evet. Müslümanlar ve müslüman devletler bir vücudun azası gibidirler.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle;Mısır İslâmın zeki bir evladı. İngiliz Siyasal fakültesinde ders görmektedir.

Kafkas,Türk cumhuriyetleri ise;İslâmın gücü ve de kuvveti.

Biz Türkler ise;hareket eden kolu ve kanadıyız. Diğerleri bağlı durumdalar.

Bizlerde iç ve dış karıştırmalarla bağlanmaya çalışılmaktayız. Bir yandan da tefrikayla bölünmeye ve zayıflatılmaya uğraşılmaktadır.

Bir Hindli alim bu konuda:”Hindistan İslâmın ve Müslümanların gövdesi olup,üzerine İngiliz ve Fransız oturmuş durumdadır. Mısır kafası,Türkler ise hareket eden kolu-bacağı,kurtuluş noktası. Onu da yoka çabalıyorlar. Tevhidinizi koruyun.”diye yalvarmaktadır.

Ve işte Lord Gürzon;Türklere istiklallerini tanıttırarak bizzat kendi elleriyle kendilerini yok ettirmeye çalışmıştır.

Bilmem ki! Takdir mi etsem yoksa Tekdir mi? 70 yıllık idareyi takdir mi edelim? Peki neyiyle? Neleriyle?

Tekdir mi edelim? Acaba hangileriyle?

Günahı sevabından çok.Şeyy,sevabı var mı ki? Örnek mi istersiniz? Kaç tane olsun?

Zulmetli yılların,zulmetli insanları…

Karanlık günlerde ak insanların yetiştirdiği nurlu nesiller.

Karanlık ideolojilerin yetiştirdikleri ve onların boğmağa çalışmasına rağmen,gelecek nurlu nesillerin ve geleceklerin ışık insanları…

Bütün bunlara,menfiliklere rağmen deriz ki;

Güneş ülke,güneşlerin doğduğu ülke…

Batırılmaya çalışılan doğuş ülke… Bu ülke… Türkiye…

10 –3 – 1996

MEHMET ÖZÇELİK




SİYASETİN OYUNUNA DiKKAT

SİYASETİN OYUNUNA DiKKAT

Siyasetin caf caflandığı şu sıralar da , ortada oynanan oyunlara gayet dikkat edilmelidir.

Özellikle seksen öncesi oyunlara gelinmemeli, alet olunmamalıdır.

Geçen on beş yıl havaların ve havalıların ısınmasına, eski soğuklukların yerini sıcaklıkların alması sağ kesimde maddi ve manevi yönden büyük bir gelişmeye ve genişlemeye zemin hazırladı.

Aynı havuza boşalan,aynı havuzda hizmet edenlerin yerini buzların erimesi,”Tefâni” sırrıyla birbirinde fani olması,hepsinin aynı havuzda su özelliğini taşımasıyla bir kaynama ve kaynaşma sağlanmış olmaktadır.

Buzlaşma havuzun ve havuz suyunun kaybıdır. Münferid bu hareketin kaybı ise,külli ve umumi olur.

Tarih boyunca –ufak tefek farkların dışında- oyunlar pek değişmemiştir. Her ne kadar oyuncular değişse,farklılaşsa da…

Nitekim Sultan Abdulhamid’in varlığına tahammül edemeyenler,hal’inden bir gün sonra Ahmed Rasim’in şu sözünü madden ve manen söylemek mecburiyetinde kalmışlardır:

“Sen değil naşın hükümdar olsa elyâktır bize.”

Bu durumda onun naşına bile liyâkatını elde edemeyen bu millet,layık olduğuyla idare edilmektedir.. O halde liyakat esastır. Birinci derecede esas olan,liyâkattır.

“Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayınız.”hakikatınca fitneye,oyuna gelmemek,geleceği sağlam ve emin ellere teslim etmek İslâmi,insani ve vicdani bir vecibedir.

“Mü’min bir delikten iki kere ısırılmaz.” Aynı hatayı tekrarlamak ve yanlış da ısrar etmek elbette hatadan daha büyük bir hatadır.

Siyasetin yerini;”Siyah-set”almış ve siyaset yalandan ibaret olmuş.

Yıl 1996. Ruh 1946… Değişen ise yıllardır veya yılların kaybıdır. Oy çekenlerdir…

SİYASET Mİ ? SİYAH – SET Mİ ?

Milletin önünde siyah bir set teşkil etmekte siyaset.

B. Ecevit;”Demokrasi ülkelerde en uygun yönetimin tüm partilerin birden,bir araya gelerek olmasıyla,daha iyi idarenin olacağını söylerken,acaba böyle bir teklifi,takdiri,sol bir daha değil tek başına gelmek,barajı aşamayıp,zorlanacağını bildiğinden midir ki,dışarıda kalmamak için söylemektedir?

Türkiye’de siyasetin yerine oturtulması gerektir. Siyaset millete göre uygulanmalıdır.

Yoksa millet siyasete göre şekillendirilmeye çalışılırsa ortaya bukelemun bir şekil çıkacaktır. Şu andaki siyasetin sureti “Bukelemun Siyaset” olmaktan öteye gidememektedir. Siyaset kimliğini bilmeli ve de bulmalıdır. Bu da milletin ve milleti idare edenlerin kimliklerini bulmaktan geçer.

10-3-1996

MEHMET ÖZÇELİK




MÜSTEHCENLİĞE HAYIR

MÜSTEHCENLİĞE HAYIR

Müstehcenliğe hayır! aslında iffete,namusa,hayaya,insanlığa –evet- demektir.

Küfür ve inkâr ruhun ölümü,müstehcenlik ise onu ayakta tutan desteklerin yıkımıdır.

Müstehcenlik;ruhun yaralanması,kalbin kararması demektir.

Müstehcenlik tüm manevi duyguların devreden çıkıp,devre dışı olmasıyla maddenin devreye girmesidir. Et yığınından ibaret bir insan…

Küfrü tutan son kale müstehcenliktir. ancak müstehcenliğin kendisi de kof ve kokuşmuş bir destektir. O da tümüyle tefessüh etmemiş insanlarca ayakta durmakta,zorla durdurulmaya çalışılmaktadır. Bu insanları kurtarmak müstehcenliği durdurur. Müstehcenliğin ölümüyle ancak bu insanlar dirilir.

Sefâhet ve müstehcenlik kalbi öldüren zehirli bir baldır. İnsana verdiği birkaç dakikalık zevkle bütün ömrünü,belki de ebedi hayatını öldürür,mahveder.

Toplum için şiddet kadar ve ondan da kötü olan sefâhet ve müstehcenliktir. Zira müstehcenlik şiddetin en önemli bir parçasıdır. Müstehcenlik şiddete çıkarılan bir davetiyedir.

Açıkta olan ete saldıran kurt ve kedilerin saldırganlıklarının ortaya çıkmasında elbette en önemli faktör etin ortada ve açıkta olmasıdır.

Tersi yönüyle düşünecek olursak;etin açıkta olmayışı,kurt ve köpeğin duygularının da gizli ve kapalı kalmasına ve zamanla durgunlaşmasına kadar sürecektir.

Böyle de;hayvanlık duyguları galeyanda ve harekette olan hatta bunların hareketlerinin hareketliğine sebeb elbette ve elbette müstehcenliktir.

Müstehcenlik;müstehcen-perestler için kurulmuş bir pazardır.

Müstehcenliğin alıcı bulması,pazarlayıcılarının olması ve bunu arzu edenlerin devamı demektir.

Allah’ın bir çok isimlerinin tecelli edip görünmüş olduğu,tüm güzelliklerin sergilendiği baharın gelmesi,müstehcenlikten dolayı bende bahara karşı bir soğukluk ve kırgınlık oluşturuyor.

Müstehcenliğe hayır! Müstehcenliğe Paydos! Müstehcenliğe son!.

Bu milletin üzerinden bu bir asırdır ki dozer gibi iki şey geçti ve geçirildi;İnkarcılık ve sefâhet. Bu uğurda bir çok kayıplar verildi. Kendi kendimize gelipte toparlanmaya vakit bulamadan bu sefer müstehcenlik dozeri üzerimize sürüldü. Geçmiş inkarcılıkla,gelecek de sefâhetle yok edilmeye çalışıldı ve çalışılmaktadır.

Bu olay üniversite gençliğinden başlayıp,lise-ortaokul ve bu gün ilkokul seviyesine kadar kaydırıldı. Ciddi manada caydırma yoluna gidilmedi,sürekli teşvik edildi. Müstehcenliğe giden yollar açılmakla kalmadı,her vesile ile kolaylaştırıldı,benimsetildi.

Başörtüsü;müstehcenliğin önünde en büyük engel görüldü. İstenilmese de öyle olduğu herkesçe görüldü. Zalim eliyle bir hakikat umuma kabul ettirilmiş oldu.

Tesettüre karşı çıkmak,sefâhet ve müstehcenliğe taraftar olmaktır.

Bütün bu menfiliklere rağmen müstehcenlik tesettürün izzeti karşısında zilletle diz çökmek mecburiyetinde kalmıştır.

Bu, şu demektir;küfrün en büyük bir şubesini oluşturan müstehcenlik,Kur’an-ı Kerim-in bir meselesine karşı koyamayacağının ve yenik düşeceğinin bir görüntüsüdür. İman küfre her konuda olduğu gibi,bu konuda da üstün gelmiştir.

Her bir müstehcen kişi,müstehcen olmayı istese bile,müstehcen kalmayı istemez.

Bilinmelidir ki;sefâhet ve müstehcenlik bu millete,dinine,geçmişine ve geleceğine meydan okumakta,toplu olarak imha etmek üzere tehdit etmektedir.

Millet olarak böyle bir tehdit altındayız.

Bu bir kampanya değil,ölmemek ve tükenmemek için mecburi bir tedbirdir.

Mareşalı er-den ayıran fark;onun Formasıdır. İnsanın forması ise onun örtüsüdür. Müstehcenlik o farkı kaldırır. Askerin,görevlinin forması nasıl önemsiz görülemezse,her bir insanın,özellikle kadının forması olan örtüsü önemsiz görülemez.

Eğer farklı bir forma bizler için önemli olmamış olsaydı;Cenâb-ı hak bizlere de diğer varlıklar gibi fıtri,yaratılıştan gelen bir elbise giydirebilir,dünyaya da öyle gönderebilirdi.

Öyle olmadığına göre;insanlar formalarını takınmalı,müstehcenlikten uzak kalmalıdır.

Müstehcenlik rütbesizliktir.

Artık zaman forma giyme,rütbe takınma zamanıdır.

Evet,müstehcenliğe Hayır!!!

“Kızımın iffeti batmakta rezilin gözüne.

Acırım tükrüğe billahi,tükürsem yüzüne.”M.Akif.

05-03-1995

MEHMET ÖZÇELİK




MASONLUK

MASONLUK

Masonluk;bir yahudi gizli teşkilatıdır. Dünyada olduğu gibi,Türkiyede de önemli bir güce sahiptir. İşlerini tam bir gizlilik içerisinde yürütürler. Kendilerine mensup elemanlarına her yerde her türlü imkanı sağlarlar.

1860-da mason birader yahudi Adolf İsak şöyle der:”Bizim yaratmak istediğimiz birlik ne fransız ne ingiliz,ne de almandır. Yahudidir. Ve bütün cihana şamildir. Yahudi mefkuresi dünyayı doldurmalıdır. İsrailoğulları tarafından dünyaya getirilen ağ gelişmektedir. Mukaddes kitaplarınızın müjdeleri gerçekleşecektir. Bütün dünyanın israiloğullarına mülk olacağı gün yakındır.”

Ve Masonların kendi belgelerindeki ifadelerinde:

1)İnsanlığın ayrılmasına sebep olan din ve milliyet anlamları doğmaktadır. Ve sonradan icat edilmiştir. Bunları yok etmek.

2)Masonluğu asiller,zenginler ve kudretli olan birader olarak girebilir.

3)İktidarda olan biraderler en önemli vazifeleri ve kilit noktalarına mason olanları yerleştirecektir.

4)Her çeşit cemiyetler kuracaklar,fakat din kokusu olmayacaktır.

5)Masonluk dinsiz çalışan,faaliyet maksadını tahakkuk ettiren bir cemiyettir. Halka bu fikri dilsiz aşılar.

6)Masonluk din ve an’aneler aleyhinde bir teşekküldür.

7)Demokratik dünya cumhuriyeti kurmak için kozmopolitlik esastır.

8)Hedefimiz Allahsız ve dinsiz bir hükümet kurmaktır.

9)Daima yeni prensipler ve karışıklıklar tesis ediniz. Sonuç bizimdir.

10)Kominizm ve anarşizm masonluktan doğmuştur. Sosyalizme her türlü yardımı yapınız.

11)Hakiki insanlık yolu imansızlıktır.

12)İnsanın Allahla savaşı,ona galip gelmesi ve ona nefret… İşte ilericilik buradadır.

13)Dinsizlik bizim mezhebimizdir.

14)Din aleyhine mücadele,dini devletten ayırmakla başlar. daha sonra dini himayesiz ve hatta tecavüzlere maruz bırakmakla yok etmeye gidilir.

15)Yalnız din adamlarına ve mabedlere galebe çalmak kafi değil. Dini yok etmek şarttır.

16)Masonluğa giren artık halktan değildir.

17)İhtiyarları bir tarafa bırakınız,gençliği ve hatta çocukları avlayınız.

18)Masonluğun ideali,orduda disiplini mahvetmek. Daimi ordu yerine milis koymak,subay muhitinde subay arkadaşlığı ruhunu yok etmek,subaylardan unvan ve imtiyazı alarak alelade seviyeye düşürmek,subayları siyasi partiler içine sokup millilikten partizanlığa atmak.

19)Kitabi dinler insanlara Allaha inanmayı aşılar. masonizm ise insanı Allahlaştırır.”[1]

Masonların başı Andersondur. Kuralları olup;sakatları ve kadınları reddederek,kadınlar masonluğa kabul edilmezler.

Bediüzzaman Said Nursi eserlerinin bir çok yerinde masonlardan –gizli bir komite –diye bahseder.

“Lozan-ın içyüzü”başlığında uzunca verdiği yazısında hedeflerini şöyle belirler:”Masonluk hasebiyle Kur’an-ın ahkamını kaldırmak;milleti dinsiz yapmak.”[2]

Ve “Koministlik,masonluk,zındıklık,dinsizlik doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor. Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı ancak ve ancak hakikatı Kur’aniye etrafında ittihadı islâm dayanabilir. Ve beşeri,bu tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi,bu vatanı istila-i ecânibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.”[3]

Masonların özel ve gizli yapılan Tekris törenleri aslında bir hıncı ifade eder.

Kanal-7 TV-de bu durum ilk defa gizli kamerayla gösterildiğinde büyük infial uyandırdı. Bu onlarda da büyük sıkıntı oluşturdu.[4]

Türkiyede ilk olarak bu sıkıntıdan kurtulmak amacıyla 25-Nisan-1999 gecesinde kapılarının bir kısmını açtılar. kendilerini ifşa etmiş gibi olsalar da,başkalarının,biraderlerinin masonluğunu gizlemektedirler. İfşa etmezler ve edilmezler. Birbirlerini,koruyup,sahip çıkarlar.

Toplantıda bir türlü daha masonluğu anlamadığını söyleyen bir gazeteciye bir mason:”Biz 30 yıldır içindeyiz,anlayamadık.”demiştir. Demek ki işin sırrı anlaşılmaması ve anlaşılamamasında imiş!!

Türkiye de masonların büyük locanın kapılarını açmaları şu soruyu akla getirmektedir;300 yıllık süre içerisinde İngiltere de 1717-de başlayıp,şimdiye kadar hep gizlilik içerisinde devam ederken;şimdi açmakla bu -duvarcı ustaları-,duvarı mı yıktılar,yoksa yeni bir duvar mı dikiyorlar?

Yahudilikle ilgileri olup,bu durum temelini oluşturur.

Türkiye de masonların israilin taraftarı bir yönde oldukları ve bunun 1981-de başladığı ifade edilir.[5]

Dini temelleri olmamasına rağmen kabulde üç büyük kitaptan biri üzerine yemin ettirilir.

Yeminleri ise;”Ben,Evrenin ulu mimarının huzurunda ve burada toplanmış bulunan masonların önünde kendi isteğimle şeref ve namusum üzerine yemin ederim ki,yurduma ve aileme bağlı kalacağım. Onlar için,elimden gelen hiçbir şeyi esirgemeyeceğim. Cahillik ve taassuba karşı savaşacağım. Hak ve adaletten yana olacağım. Başkasının hakkını kendiminki gibi koruyacağım. Kardeşlerimin yardımına koşacağım,insanların mutluluğuna çalışacağım. Bana emanet edilen bütün sırları saklı tutacağım. Türkiye büyük locasını Türk masonluğunda tek ve en büyük otorite olarak tanıyacağım. Onun yasalarına bağlı kalacağım ve kararlarına uyacağım. Evrenin ulu mimarı,masonlar önünde etmiş olduğum bu büyük yeminimi yerine getirmede bana yardımcı olsun.”

Evrenin ulu mimarı kavramıyla şunu kasdetmektedirler:” Mason Allaha inanır. Allaha hristiyanların inandığı gibi teslisle,üçlüyle inanılabilir. Müslümanların inandığı gibi tek,eşi ve benzeri olmayan Allah olarak inanabilir. Budistler gibi inanılabilir.”[6]

Türkiye de 12 bin,dünyada 4,5 milyon mason olduğunu bildirmişlerdir.[7]

Türkiye de 1861 ilk kuruluşları olmakla beraber 1909 Osmanlının yıkılışıyla yükselişleri başlamıştır. Başını da Talat Paşa çekmekte,ittihat ve terakkiyi teşkilatlandıran Emmanuel Karasu ve İbrahim Murad-da bunun başında gelmektedir.

Bunlarda dört makam vardır;çıraklık,kalfalık,ustalık,üstadlık.

Bugün ingiltere de soruşturmaya kadar varan “Locaya üye olmayanların ilerleme şansının bulunmadığı iddiası”[8] her yerde sürdürülmektedir.

İngiltere başbakanı Tony Blair-in desteğiyle içişleri bakanı Jack Straw-ın girişimiyle ingilteredeki masonların listelerinin açılmasını istemekte ve çalışmaktadır. şiddetle bu duruma karşı çıkan masonlar mecburen listeyi açıklama ile karşı karşıya bırakılmaktadırlar.[9] Darısı tüm dünyanın ve özellikle Türkiyedeki masonların gizliliklerinin ortadan kalkıp bilinmelerine. Canım utanılacak ne var ki? Yapılan iş utanılacak ve sakıncalı olmadıktan sonra,gizlenmenin alemi ne ki?

Masonların bir bölümü olan Lionsların İstanbuldaki yerlerinin bir meyhane ve kahvehane olmasından şikayetle kan kaybettikleri de kaydedilmektedir.[10]

Rotary kulübü;24-Mart-1954’de Ankara’da kurulmuştur. Üyeleri;Vahit Halefoğlu, Prof. Kemal Alemdaroğlu,Kenan Akın(TGGY.Müdürü),Ediz Hun gibiler.[11]

Ziya Gökalp’de masondur.[12]

3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın da mason en azından masonluğa hizmet etmiş bir kimse olduğu ifade edilmektedir.[13]

Atatürkün doktoru ve mason büyük üstad olan Dr. Mim kemal Öke (Prof. Dr.Mim Kemal Öke-nin dedesi)[14] Atatürkle ilgili tartışmasında:”Masonluğun ilkeleri Halk partisinin ilkelerine tam tamına uyuyor.”deyince Atatürk:”O halde masonluğun hikmet-i vücudu yoktur.”der ve 1935 yılında kapatır.

1948-de İsmet İnönü açılmasına müsaade etmesine rağmen,elde belge olmadığı halde İ. İnönüyü değil,Mustafa kemali mason kabul etmektedirler.

Türkiye gazetesinden A. katırcıkara;medyadan yazar ve mason arkadaşı Yüce Katırcıoğlunun kendisine masonları 21-kasım-1997-de Cumhuriyet başsavcılığına şikayetinin gerekçesini şöyle aktarıyor:”Türkiyede bulunan mason localarının 5 ve daha yukarı dereceli olanları her yılın ekim ayı içinde,Tevratta yer alan Teşrin Bayram-ını müslüman masonlara ayin biçiminde kutlatıyorlar. 1981 yılından sonra etkili konuma gelen siyonist grubun mason derneklerine dayattığı bu icraat hem dernekler yasasına,hem devlet güvenliğine,hem laiklik ilkesine kesinlikle aykırı olduğu gibi,masonluğun özüne ve mason yeminine de aykırıdır.”[15]

Misyonerlik faaliyetinin hedefi ise;kendi din,inanç ve kültürünü yaymaktan ziyade,karşısındakinin sahip olduğu değerleri yıkmayı hedefler. Buda bir nevi göstermektedir ki;Kendilerinin sahip oldukları durum,başkalarının bozuk ve bozulduğu durumdur. Özellikle bu müslümanların içerisinde tüm evrensel değerlerinin yitirilmesi ve dejenere edilmesi gibi vahim bir neticeyi verir.

Mümin çelik;33.derecede siyonizmin daha da açığa çıktığını,yani dinlerin karışımı ancak işin bel kemiğini yahudiliğin oluşturduğunu,ifade eder.

Kendisinin 25 yıllık mason olduğunu,Önder Aktaş-ın da 18 yıllık mason olup istifa edip vaz geçtikleri halde istifaları kabul edilmemiştir.

33. derece en üstün ve en son derecedir. Maşrıkı azamların törenlerinde şeytana tapma (Saim Bostancıoğlu) tarafından tekrar 33.dereceden birinci dereceye döndürülür.

İlhami Soysal-ın masonlukla ilgili ilginç kitabında,onların menfiliğiyle alakalı noktalar belirlenmektedir.

Yeşil ölüm,masonik bir terim olup,sıfırlarlar,baş aşağı atmayı ifade ederler.

Bazen imaj tazelemek amacıyla hayat ile bağlantısı kesilen tanınmış kişilerinde masonluğa hizmet ettiklerini açıklarlar. Mesela;Keçecizade Fuat paşa,Ali paşa,Ahmet Vefik paşa,Gazi Osman paşa,çocuk esirgeme kurumunun kurucusu Tıp profesörü Besim Ömer paşa,Namık kemal,Şinasi,Ziya Gökalp,Mehmet emin Yurdakul,Ömer Rıza Doğrul,şeyhulislâmlar Hayri efendi ve musa Kazım efendi gibi isimler.[16]

Mustafa Reşid paşa ve V. Murad-ın mason olduğu belirtilmektedir.[17]

Demirel-in masonluğu konusunda Sadettin Bilgiç;Demirelin masonluk iddiası 1962-de ortaya atıldı ve 1964 kongresine maledilmektedir. Yükseliş locası tarafından bunların söylenmiş olduğunu,söyler.

Demirel başmason Necdet Egeran-dan”Demirel derneğimizin üyesi değildir.”belgesini aldığını,iftira edildiğini söyler.[18] Ancak 1964-deki bu rapor olayından sonra masonlar ikiye ayrıldılar.

Eski milli eğitim bakanı Avni Akyol kendisinin mason olmadığını ancak böyle bir teklifin kendisine geldiğinde reddettiğini belirtir.

Mason locaları ipin uçlarını ellerine almaya çalışmaktadırlar.

İhtilalden sonra Bülent Ulusu-dan kendisine gelen mektupta araştırmacı-yazar Aytunç Altındal-ın saf dışı edilmesi,iflasa götürülmesi,masonlar hakkında yazmış olduğu yazılardan kaynaklanmaktadır. Yani masonluk göze görülmeyen el-diye de isimlendirilir.

Gizli teşkilat,menfaat kurumu,uluslar arası bağlantılı ve elit tabakalı. İtalyada P2 mason locası hakim durumdadır.

Laikliğin dayatılmasında ısrar gösterirler.

18 yıl masonluğun içerisinde kalan bir zat-ı muhteremin ifadesiyle masonluk:”Tam bir faso-fisodur.”der.İnanç dışı ve maddi menfaat üzerine yani yahudi ağırlıklıdır.

Nitekim kanal 7 Tv-de;16-1-1997-de açık oturumda tüm eksiklikleriyle ifade edildi;neden gizlilik? Neden dini tören? neden Tevrat-İncil ve Kur’an-a yemin? Kılınç ve ahlakı din ile ilgilendirmemek,din olmadan da iyilik gibi şeylerin olacağı???

Yukarıda da işaret ettiğimiz üzere,Kanal-7-deki ifşa üzerine Türkiyede gizli bir ihtilalin adımı atılmış,50 yılda yapılan maddi ve manevi alandaki tamirat bir anda yok edilmişti.

Emniyet istihbarat teşkilatının,Ankara mason locasında yaptığı aramalarda Fransız mason locasından Ankara daki mason locası üstadı necip Arıduru-ya gönderilen skandal belgede;Mason nizamnamesi gereğince konu hakkında tahkikat yapmaya yetkili tek otorite olarak İsrail yüce konseyinin gerekli tahkikatı başlatıp,27-mart-1997 tarihine kadar geniş bir tutanak hazırlama görevinin Fransa yüce konseyine verildiği belirtilen mektupta özetle;Masonlar arasındaki gizli yazışmada Refahyol hükumetinin istifası,Anasol hükümetinin kuruluşu ve RP’nin kapatılması girişiminin perde arkası aydınlatılmaktadır.

Ele geçirilen belgede:”Fransız yüce konseyi vasıtasıyla Türkiye büyük mason locası üstadı Necip Arıduru’ya gönderilen mektup:”Üstadı bulunduğunuz Türkiye büyük mason locasında meydana gelen skandallar,endişe verici e talihsiz olaylardır. Büyük locanızda irşad edilmiş bazı masonlar,masonluğun vakarına ve yeminlerine ihanet etmişlerdir. bu kişiler,en gizli toplantılara kadar bütün faaliyetlerimizi mikro kameralar aracılığıyla kaydetmiş bulunmaktadır;bu affedilmez dikkatsizlik,çok ciddi neticeler doğurmuştur. mason olmayan milyonlarca kişi eski ve kabul edilmiş İskoç Riti’nin törenlerine ve sırlarına şahit olmuş durumdadır.

Ayrıca tapınaklarınızda başıboş dolaşan bu ‘Dönek masonlar’,33’üncü derecedeki kutsal ayin ve törenleri kaydetmişlerdir;bu filmlerin,gerici ve islâmcı bir televizyon kanalı aracılığıyla yayınlanması sonucunda milyonlarca Türk seyircisi,aşağı derecelerdeki biraderlerimiz tarafından bile bilinmemesi gereken kutsal ayini,ne yazık ki,izlemiştir.

İsrail yüce konseyi,bu skandalla ilgili tahkikata başlamıştır. Nizamnamemiz mucibince,konu hakkında tahkikat yapmaya yetkili tek otorite olan İsrail yüce konseyi,olayın müsebbiblerini açıklama,gerekli önlemleri alma ve 27 mart 1997’ye kadar geniş bir tutanak fezlekesi hazırlama görevini bize tevdi etmiştir. Tebliğ tezkeresinde Refah partisi yönetimindeki hükümetin cemiyetimize karşı bir tavır koyduğu belirtiliyor,biz de aynı düşünceyi paylaşıyoruz. Türk hükümeti başlangıçtan itibaren dincilerin zorlamalarına boyun eğmiştir. Bilhassa Refah Partisi ve yöneticileri bir TV vasıtasıyla;masonluk ilkelerine aykırı yayınlara hoşgörü göstermişlerdir. Hükümet localarımıza baskı uygulayarak,adli tahkikat açarak ve polisi arşivlerimizi aramayla görevlendirerek,düşmanca tavrını belli etmiştir. Bu baskıyı,derhal ortadan kaldırmak kaçınılmaz görülmektedir.

RP’sinin tutumu kâfi derecede açık olduğundan,fransa yüce konseyi ılımlı bir hükümetin teşkil edilmesinin elzem olduğuna hükmetmektedir. Buna binaen fransa yüce konseyi ‘Kardeşçe’ şunları tavsiye eder:

1-Türk basınındaki ve ilgili kuruluşlardaki biraderleri örgütleyin ve Refah Partisini iktidarı bırakmaya mecbur etmek için gerekli diğer bütün tedbirleri alınız.

2-RP’nin itibarının tamamen yok olması ve seçmenlerinin ümidini kaybetmesi ile neticelenen siyasi bir konjoktür oluşturun.

3-Her çeşit belgeyi,tutanağı,sirküleri ve riskli mektupları büyük sekreterlikten uzak tutun.

4-Locaların toplantılarını belli bir zamana kadar,alışılmış merkezlerde gerçekleştirmekten kaçının.

5-Size ikinci bir talimat ulaştırılıncaya kadar müracaat edenler konusunda son derece dikkatli işlemler yapın;aynı yanlışlıklara düşmeyin.

6-Mason olmayanların ve mason cemiyetinden çıkarılmış eski masonların tapınaklara girişine kesin bir şekilde mani olun.

7-Masonluğa ihanet etme suçunu işlemiş masonlara karşı tahkikatlara devam edin. Dönekleri,İskoç Riti’nin prensiplerine,adetlerine ve geleneklerine uygun bir şekilde cezalandırın.

8-Masonluk aleyhindeki radyo,gazete,televizyon,kitap,dergi gibi yayınları izleyip bunlara mani olun. Refah Partisine mensup islâmcı basını ekonomik,siyasi ve adli baskı yoluyla görevini yapamaz hale getirin.

9-Bağımsız büyük komitemiz’e bu skandala yol açan belirsizlikle ilgili ayrıntılı bir tutanak fezlekesi hazırlamakla görevlendirin ve neticeleri fransa yüce konseyine bildirin.

14-Şubat-1997

Fransız yüksek konseyi

Paul Veysett[19]

Devam eden sürede; Yarım asırdan fazla devam eden İmam-Hatiplerin orta dönemleri kapanarak,lise dönemine olan rağbet azaldı,dindar olduğu halde oralarda okutanlar çocuklarını başka okullara kaydettirdiler. Kur’an kursları kapandı. Yaş tahdidi ile orta okulu bitirdikten sonra Kur’an kursuna gidilmesine müsaade edildi. Mevcut öğrenciler eridi. İlahiyatların önleri tıkandı,inançlı insanlar takibe alındı. Yıllardır sekiz yıllık eğitim planda olup uygulanmaya konulmadığı halde İmam-Hatiplere olan hınçla diğer meslek liseleri de kapanmadan,ilgisizlikten paylarını aldılar.

Kısaca;bu milletin gayretiyle yapılan maddi manevi hizmetler bir çırpıda 28-şubat –1997 kararlarıyla tarihe kara bir leke olarak geçmiş oldu. Geçmiş de buna benzer kara lekeleri günümüze taşıyan geçmiş,şimdi de günümüzdekini geleceğe taşımış oldu.

31-5-2000-

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Malatya AP milletvekili Hamdi Özer-in senatodaki konuşması.İttihad.21-Nisan.1970.

[2] Emirdağ Lahikası. II / 103-105.

[3] Beyanat ve tenvirler.21,bak.Veciz Sözler.Mehmet Özçelik.sh.245-246.

[4] Bkn.Türkiye gazt.30-12-1997,Zaman gazt.6-4-ve-7-4-1998,25-2-1998.Taha kıvanç.

[5] Bak.zaman gaz.5-5-1998,29-6-1999.

[6] Agg.eki.9-5-1999,sh.15.

[7] Aksiyon derg.1-mayıs.1999.sh.11.

[8] Zaman gaz.26-7-1998.

[9] Agg.21-3-1998.

[10] Agg.24-5-1998.

[11] Agg.31-10-1999.

[12] 7-8-1993,Geniş bilgi için bak.Meydan Larousse.c.8.

[13] Bak.Yeni Şafak Gazt.Sadık Albayrak.7-8-Eylül.2001,Yahudilik ve Masonluk.Harun Yahya,Dünyada ve Türkiyede Masonluk ve Masonlar.İlhami Soysal.

[14] Agg.1-4-1998.T.Kıvanç,Bak.Aksiyon derg.1-5-1999.

[15] 21-1-1998,zaman gaz.29-6-1999.

[16] Bak.zaman gaz.17-1-1996,Türkiye gaz.17-1-1996.

[17] Bak.Bilinmeyen Osmanlı.Prof.A.Akgündüz,S.Öztürk.257,259,262,Masonluk hakk.310-311,Sur der.Mart(sh.34),Nisan(sh.30)-1988.

[18] Türkiye gazt.23-8-1995.

[19] Yeni şafak gaz.27-8-1997,bak.Türkiye gaz.30-12-1997.




MÜSTEHCENLİK

MÜSTEHCENLİK

İnsanı ve insanın değerlerini yıkıp tahrib eden yollardan biri ,ruhu çökerten ve öldüren ateizim,inançsızlık,kominizm,diğeri ise;ruhu bağlayıp,hareketten alıkoyan materyalizm ve marksizmdir.

Diğeri ise;insanın değerlerini hedef alır. Sahib olduğu tüm şahsiyet veren,kimlik kazandıran değerlerini yok eder,onların tahribine çalışır. Buda sefâhet ve müstehcenlik olarak gelişir.

Lenin şöyle der.” Her millet kominist olabilir,yalnız müslümanları kominist yapamazsınız. Onun için evvela onları dinlerinden etmek lazımdır..”[1]

Böylece İslam memleketlerinde,özellikle Türkiye de Dini zafiyeti sağlamak amacıyla ısrarla müstehcenlik üzerine gidilmektedir. Bediüzzamanın ifadesiyle:” Batıl şeyleri iyice tasvir,safi zihinleri idlaldir.” Böylece zihinleri,özellikle saf zihinleri bozmak için batıl ve sapık olan müstehcenlikler kullanılmaktadır.

Bazen bu reyting adına,şöhret,şehvet ve servet adına,sanat kılıfına dürüp topluma sunularak adeta yutturulmakta,genç zihinler çalınmaktadır,oda şahsiyetsizce…

Bir anda,haftalık ve aylık elde edilen sanatın,aniden kazanılan şöhret ve paranın kaybettireceği de kazandıracağından büyük olacak,faturası da acımasız olarak millete çıkarılacaktır.

Şöhret ucuzca elde edilmektedir. Ve bu da olmayan şahsiyet ve haysiyetin bedeli olarak ödenmektedir.

“ Şöhret aynı riyadır. Kalbi öldüren zehirli bir baldır.”

Şöhret uğruna her şeyden vaz geçilmekte,değerler hiçe sayılmaktadır. Netice görülmediğinden bu kazanç sayılmaktadır. Oysa bu bir çöküş ve kaybediştir.

“ Tükürün zalimlerin o hayasız yüzüne,tükürün…”

Müstehcen insan ve müstehcenlik bu kabilden insan bozması bir varlık ve mahluktur. Sanat dediği şey ise,bir meta ve bir mal-dır. Mal gibi mal. Adam olacak adam değil. Çocuk hiç değil. Çünki çocukluk saflık,sefâhet ve rezalet ise;bir kirliliktir. Müstehcen bir insan kirli bir insandır,kirli..

Sanat ve sanatçı;bir fikir,bir estetik,bir kalite ve ruh ister. Geçmişten geleceğe uzanan bir birikim ister. Haya,namus,terbiye gibi değerlerden uzak bir insan,sanattan da uzaktır.

Fuhuş ve sefâhet;yeni bir şey kazandırmadığı gibi,sahib olduğu değerleri teşhir ile kaybetmektedir. Kazanmaya değil,kaybetmeye sebeptir.

Lise son sınıf öğrencisine ne olacağını sormuştum. Avukat olacağını söylemişti. Gelişen konuşmamızda,şunu da söylemişti;

-Ben haksız olan insanı da savunurum. Madem avukatlık bir savunmadır. O halde neden haksız insanı da savunmayayım?

Yapılan müstehcenlikleri de sanat adına yaptığını söylemek de buna benziyor.

İş sadece bununla da bitmiyor. Bir hırsız da bir iş yapıyor. Ancak bu onun hukukiliğini ve meşru’iyetini göstermez. Bütün yapılan olumsuz işler,onların olumluluğunu ve kabulünü gerektirmez.

“Ölçüleri olmayanların ölçümleri de yanlıştır.” sözünde de belirtildiği gibi;sanatın da bir ölçüsü vardır. Ölçüsüzlükler sanata ölçü olamaz.

30 bin masum insanı öldüren birine sanatçı ağzıyla övgüler yağdıran bir insan sanatçı değil,olsa olsa sanatçı bozuntusu olur!

14-02-99

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Din Eğitimi.Açık Oturum.A.Nişancı.Sh.23.