BİZDEKİ REJİM

BİZDEKİ REJİM
Mehmet Akif’in deyimiyle;’Üç beyinsiz kafa’dediği Cemal-Enver-Talat Paşaların devrinin ve devirenlerin döneminin bitmesiyle her şey bitmemiş belki yeni başlamıştı.
Mustafa Kemal-in 22-Ocak-1922 yılında Bursa-da yaptığı konuşmada:”Kan ile yapılan inkilaplar daha muhkem olur,kansız inkilap ebedileştirilemez.”
Kanlı dönem ve kanlı eller devreye girmişti.Bu da inkilaplar ile devreye konulmuştu.
İstiklal mahkemeleri bu kanlı dönemin kurulan keyfi zulmün kanun kılıfı olmuştur.
Üç Ali-ler ise bu mahkemenin üçlü çete başısıdır;Kel Ali-Kılıç Ali-Necip Ali.
Kurulan üç Aliler divanının celladı ise Kara Alidir.
Cellat Kara Ali,5216 kişiyi astığını söyler.
Cumhuriyetin kuruluş dönemi darağaçlarıyla anılacaktır.
Bolu-da kurulan istiklal mahkemesi başkanı bir sözünde;
”39. ve 40. Sehpalara asacak adam yoktu.İhtiyar bir köylü,yanında oğlu,önünde odun yüklü merkebi geliyordu.Emrettim,ikisini de astılar.
*Şeyh Said isyanı bahane edilmiş,15 bin 382 kişi katledilmiş,337 köy ise yakılmış,yıkılmıştır.
İzmir su-i kastı bahanesiyle Kazım Karabekir gibiler devre dışı bırakılmaya çalışılmıştır.
*Asmanın adı,devrimlerdi.
*Harf devrimi tam bir facia idi.Bir gecede 17 milyon insan cahil kalmıştı.Bin yıllık eserler imha edilmiş.Bulgaristana kağıt fiyatına satılmış ve yakılmıştı.
*Bu gün takılmayan ve takılmadığı için geri kalmamıza sebep olmayan Şapka Kanunu ile;Yahudi iş adamları zengin edilmiş.Erzurumlu Şalcı Bacı Şapka kanunundan dolayı asılmıştı.
Şapka kanunu çıkmadan önce,şapka aleyhinde bir kitap yazan İskilipli Atıf Hoca ise kanunsuzca asılmıştır.
Bununla da hınçlar tatmin olmamış,mezardan çıkarılarak tekrar asılarak cezalandırılmalar yapılmıştır.
*1932-1950 yılları arasında 18 yıl süren Türkçe ezan uygulamasıyla,bin yıllık islamın şeair ve alameti yerinden indirilerek,asırlardır düşmanın yapamadığı,dost eli ve görüntüsüyle! Fazlasıyla yapılmaya çalışılmıştır.
*Camiler Türkiye genelinde anbar haline getirildi.Mesela;
”Eminönü’nde 113, Fatih’te 169 cami ve mescide çeşitli nedenlerle yok olmuş durumda. Yani toplam 281 tarihi eser. Bu iki ilçede ayakta kalan cami sayısı ise 283.
*1930-ların Milli Eğitim bakanının bakanlar toplantısındaki üç teklifinden biri,Kur’an ayetlerini tercüme ettikten sonra,ayetlerin arasına bizim devrimlerimizi de ekleyelim,onu da okusunlar.
İnançların kaldırılması konusunda takipler ve baskılarla yetinilmemiş,bozulması yönünde de çaba gösterilmiştir.
Toplumu en fazla yıkan düşmanın yıkamadığı inancının yıkıma uğramasıydı.
Atatürk-ün deyimiyle; “Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.”

– “Prensiplerimiz, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”
– “Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini (uydurmalarını) Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler.”
– “Tabiatın herşeyden büyük ve herşey olduğu anlaşıldıkça tabiatın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve haysiyetini anlamaya başladı.”

Bir Chp-li yetkilinin ifadesiyle;bu memlekete kominizmde,şeriatta gelecekse ancak bizim istememizle,bizim elimizle gelir.
Milli Şef İsmet İnönü dönemi,tam bir baskı ve zulüm dönemidir.Devrimlerin icrası onun eliyle gerçekleşmiştir.
Dini temsil edenler susturulmuş veya ortadan kaldırılmıştır.Böyle olunca sağlıklı kaynaklardan dini öğrenmek müşkilleşmiştir.
*Türkiye genel olarak ehli sünnet olmakla beraber,bütün mezheplerin cirit attığı ve ilerisi için,dünya genelinde bir getirisi olduğuna inanıldığı için çokça ekimi yapılmakta, seçilmeye ve dikkat gösterilmeye çokça ihtiyaç vardır.Ayrık otlarının toplanması ve varlığına dikkat çekilmesi gerekir.
*Ya üstad Bediüzzaman gibi şahsiyetler olmasaydı?Türkiye-de nasıl bir hizmet ve nasıl bir düzen hakim olacaktı?
1970-lerdeki radikalizm ve kominizmin alanı genişleyecekti…İran veya Rusyanın hakimiyeti artacaktı…
*Bediüzzamanın farkı;Hz.Adem-den beri süregelen dinsizliğin Bediüzzaman tarafından şimdiye kadar vurulan darbeler içerisinde öldürücü darbe olması,dinsizliğin bir daha dirilmemek üzere ölmesini gerçekleştirmesidir.Küfrün bir daha doğrulmamak üzere bel kemiğini kırmış olmasıdır.Son darbeyi vurmak ona nasib olmuştur.
*Bu sıkıntı sadece bu vatanın asılları için değil,azınlıklar içinde söz konusudur. Mesela İsmail Hâmi Danişmend tesbitlerinde:
Bizim 624 yıllık imparatorluk devrimizde, 288 sadrazamımızın sadece 88’i Türk’tür. 200 sadrazamımız Türk asıllı değildir. Cumhuriyetimizin ilanından sonra da uygulamalarda bir farklılık olmadı. Dün, Ermeniler, kendilerini kestiğimizi yok ettiğimizi iddia ediyorlardı. Peki biz, yok edeceğimiz bir kavmin mensuplarına, neden 29 sivil paşalık, 12 bakanlık, 30 civarında milletvekilliği, büyükelçilik, müsteşarlık vs. gibi vazifeler verdikti?!.”
*Yapılan yanlışları perdelemek için Türkçülük perde yapıldı.Bu amaçla Kürtçülük tahrik olundu.Oysa Türkler bu milletin aklı,kürtler ise onun bedenidir.
Kendisine kürt denilen Bediüzzaman,Türklerin kaybettiği ve düşürülen akıllarını başlarına almaları için çaba harcamıştır.
*Düşmanın bu memleketten temizlenmesi için her türlü imkân sağlandı.
”İngiltere’deki Foreign Office’te bulunan belgelere göre Vahdeddin, Mustafa Kemal’i Samsun’a Pontus devletine engel olmak ve milli mücadeleyi başlatmak için 40 bin lirayla yolladı”

İŞTE ÖDENEĞİN BELGESİ :

Mustafa Kemal’e hükümet tarafından ödenek gönderildiğini gösteren belge.

*Dünyada hiçbir insan kanun eliyle korunmamaktadır.Atatürkün kanunla korunması çok ibret-âmiz olup,bir çok şüpheleri de akla getirmektedir.
*Millet sadece manen çökertilmemiş aynı zamanda alınan vergilerle madden de çökertilmiş ve bitirilmiştir.
Halk arasında söylenen;Gümrük muhafaza-Orman muhafaza-Allah muhafaza.
Bunların çok örneklerinden mesela;dedem Adıyamanın merkezi Bahçelievlerde bulunan arsasını,kendisine gelen vergiyi ödeyemediği için,adeta gördüklerine yalvararak, vergisini vermek karşılığında arsasını vereceğini söylemiş ve zorla birisine kabul ettirmiştir.
-Bir gün vergi memurları bir eve baskın yaparlar.Yatakta iri yarı birisi yatmaktadır.
Gümrük memurları kim olduğunu sorduklarında ev sahipleri;
-Babamız,kendisi çok hasta,diye geçiştirmiş ve vergi memurlarını başlarından savmışlardır.
Oysa yatakta yatan,bütün işlerini görmekte olan ve vergisini veremedikleri eşekleridir.
*Aynı zamanda bütün bunları yapmanın bir diğer adı da batılılaşma idi.
Nitekim Kanuninin o haşmetli döneminde ibretli bir ders anlatılır;
“Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez.”
Şu anda bir asırdır bu kirlilik ve temizlenememe devam etmekte,kavgalar sürmekte,yanlışlıklar saplanmış ve saplantı olmuş bir türlü çıkmamakta ve çıkarılamamaktadır.
Bu yanlışı yapanlar;ister şahıs,ister parti,ister hizip,her ne olursa olsun,onlar hakkında kütüphaneler dolusu kitap yazılsa azdır ve tarih bunu yazacak ve affetmeyecektir.
14-11-2011
MEHMET ÖZÇELİK




TÜRKİYE’NİN İKİ BÜYÜK TEHLİKESİ;SOL VE İRAN

TÜRKİYE’NİN İKİ BÜYÜK TEHLİKESİ;SOL VE İRAN
Yıkıcı sol,Yapıcı değil. Bir düşünce,daha doğrusu düşüncesizlik sistemi. Düşünmeme üzerine kurulu.İnanmama hedefli bir ideoloji
1970-deki Türk solu,yamanmak için pkk ile beraber kürt soluna döndü.
Sol zihni kanlıyken,elini de tam kana boyadı.
Kirli işler,organize işler,yer altı teşkilatı,mafia,faili meçhuller,ergenekon,kirli suların toplandığı göl.
Sol tam yıkıma gidiyor.Dünya solundan da kopuk.Ateizm ile iç içe –bazı istisnalar olsa da-görünüm ateist görünüm olarak öne çıkmaktadır.
Biten sol nerede boşluk bulursa,oraya yönelmektedir.Atatürkçülüğü uyuşmasa da bazı yönleriyle,bir asırdır ve yıllarca kullandı..
-Bunları anlıyorum, zira 1980-de Dp sevdalısı bir arkadaş,kardeşim dediği kişileri çok rahat seviye dışı ifadelerle itham ederken,bu gün beklediğinden yüz kat daha fazlası yapıldığı halde,bu hükümetin yıkılmasıyla ancak dp-nin başarısı artacaktır,düşüncesini sürdürmektedir.
Başarıyı olanlara ve yapanlara değil,partide aramaktadır.Kör taassub devam etmektedir.
Sol üreten değil hep tüketen ve yıkan olmuştur.Dün öyle idi,şimdi de öyledir
*”Eski Mao’cu Halil Berktay solculara verdi veriştirdi.
”Solun yalanlarından hangi birini sayayım. Evet solun yalanlardan bıktım.”
“Tarihte modellerde ve şablonlarda yaşıyorlar, realitede yaşamıyorlar…”
Berktay günahta çıkarsa ,Hasan Cemal gibi itiraflarda da bulunsa,içinde bulunduğu kişileri dışarıda bulunanlardan daha iyi analize etmiştir.
*Sol devrimcilik adına müsbet-menfi demeden,her şeye karşı olmuştur.
Yapılanları görmez,devirmeyi,yıkmayı hedefler.Hedef refah değil,yıkımdır.
Sol,yıkım ve tahrib üzerine kurulmuş bir ideolojidir.
Bu bana emekli olan bir sınıf öğretmeninin 25 yıl solculuğun propağandasını yaptıktan sonra;’Gerçekten kandırılmış ve kullanılmışız’sözünü hatırlattı.
Ve yine yıllar önce okuduğum,askeriyeden kaçarak,kominizmi daha iyi yaşamak amacıyla rusyaya giden bir subayın;’İnanmıştım’adıyla bir kitap yazarak,bütün hayallerinin yıkıldığını,hiçte inandığı gibi olmadığı itirafını hatırlattı.
İşte solcular budur.Bir ömür kirlenir ve kirletirler,daha sonra da günah çıkarırlar.
Bu kişiler;kiliseye gidip!!! Günahta çıkarabilirler,Ağlama duvarına gidip!!! Yılların günahını ağlayarak da temizleyebilirler veya Tevbe edip samimi bir müslüman olabilirler.
*Dün düşünceleri kanlı olanlar,bugün ellerini de kana buladılar.Pkk ile kol kola girdiler.
Türk solu iflas edince,kürt soluna sarıldılar.
*Sol anarşi yüzünü tam gösterdi.
Hadiste haber verilen,Kur’anın ifade ettiği Ye’cüc-Me’cüc işte bunların ürettiği anarşistlerdir.
Anarşi hak ve hukuk tanımaz.Toplum hizmetlerinden faydalandırılmamalı ve yaptıkları ödettirilmelidir.
-Sol gelişme göstermedi,kısır kaldı,okumadı,düşünceyi rafa kaldırdı.
Rus solu 1989-da bitti,Türk solu hala devam ediyor gibi.Zoraki bir duruş.
Türk solunun uzun sürmesi,nifak perdesi altında yürümesi ve yürütmesidir.
Bir solcu arkadaşın annesinin açlık grevine giren oğluna dediği gibi;
‘Oğlum başkası için açlık orucu tutuyorsun da,Allah rızası için neden orucunu tutmuyorsun?’
Sol içte ve dışta kirli ve şaibeli insanlarla iş birliği içine girdi,yıkma uğruna…
*Hükümetlerin yanlış uygulaması ve rejim sol kesimi besledi.
Hükümetler olmasa da devlet halkıyla sürekli kavgalı oldu.
Kavgalı oldukları azınlıklar değil,aynı zamanda çoğunluklardır.Herkes bir memnuniyetsiz içerisindedir.
O halde problem temeldeki problemdir.Rejim,korku politikalarıyla bu devlet gitmez.
Sürekli işlerin yapılma anında,hinlik düşünülmekte,olumsuzluklar kıstas alınmaktadır.
Çözmeye yönelik değil,çözmemeye yönelik adımlar atılmaktadır.
Millet dinlenmeli,nabzı tutulmalı,halkın iradesi hakim kılınmalıdır.
Sol milleti istememekte,illetlerle beslenmektedir.

İRAN
Sol kesim 1970-lerde hep Müslümanları,İran taraftarı olmakla ve Türkiye-nin iran-a benzemesi korku ve tehdidi ile saldırdı,yaftaladı.
Aynı oranda bütün bütün haksız değil,İran bu günlerde de olduğu gibi, çevresindekileri özellikle Türkiye-yi kendisine benzetmek için maddi-manevi destekte bulunuyor,kendisine taraftar oluşturuyordu.
Pkk gibi teröristlere destek veriyorlardı.
Türkiye birbiriyle dost ve anlaşmaları olan Rus ve İranın kıskacı altına alınmaya çalışılıyordu.
Rusya kominizmi,İran-da Şiiliği İslam devleti aldatmacasıyla Türkiye-deki bir kesime siyasi yolla kabul ettirmeye ve savunuculuğunu yaptırmaya çalışıyordu.
Maalesef bu kabul de gördü.En önemli sebebi ise;Humeyni-nin Şah-ı devirmesi idi.
Bu amaçla Türkiye-deki rejim ve Atatürk şahını!!! devirmek düşüncesiyle, Humeyni alternatifi adeta kabul edilmiş idi.
Hem Rusya ve hem de İran devleti önce rejimi yıkma üzerine kurgulandı. Taraftar da buldu.
Yerine gelecek önemli değildi.Önce bir yıkılsın!!….
Allah ve şuurlu kesimlerin tavrı ikisine de müsaade etmedi.
Bu sefer sol ve İran Pkk da birleşip ortak hareket etmeye başladılar.
İsrail,Ermenistan,Suriye,Rusya ve Avrupa da bu projede kimi menfaat icabı,kimi de inancının gereğini pkk-da birlikte hareket ederek birleştiler.
*Kirli işlerin ülkesi İran.
Acem oyunlarına dikkat!
Kıyamet İran-dan ve İran-da koparsa şaşmayın.Yani onun parmağı mutlaka işin içinde olacaktır.
İsrail ise,kıyameti hızlandırır veya öne alır.Erken bir kıyamet kopmasına sebeb olur.
*Kominizmin her ne kadar fikir babası Yahudi de olsa,ilk çıkış yeri İran Mazdekizmdir.
İran şimdiye kadar batı ile hep kavgalı oldu ancak onlarla hiç savaşmadı.Hep bizle savaştı.
İran üzerine yaptığım araştırmada da ,20 den fazla savaş ve entrika içerisine girdiğini görürüz.
İslam dünyasında İran,dış dünyada İsrail!!!
*Dünya,İslam dünyası ve Türkiyenin zemini,irana saldırmaya odaklanarak uygulanmaktadır.İran ise bu oyuna gelmekte,bizleri de getirmektedir.
Hz.Ali sevgisi,Hz.Ömer düşmanlığından kaynaklanır.
Zira o onların süper devleti olan Sasani imparatorluğunu yıktı.Onun hasretini yaşamaktalar,hala olamamakta,olmak için her yola baş vurmaktadır.
Öyle ki;Müslüman olmasaydık,süper devlet olarak kalsaydık,düşüncesi öne çıkmaktadır.
*Yavuz dönemi bunun frenlendiği dönemdir.En önemli sebebi ise;26 kürt beyinin Yavuz Sultan Selim-in yanında olması ve karamanlılarla 200 sene boyunca savaşılmasıdır.
*Özetle;1970-lerde İran ve Rus tehlikesi vardır.
1980-lerde ise;avrupanın sefaheti hakim oldu.
1990-lardan sonra,Pkk ve din tahribçileri ve ayrık otlarıyla bu millet bozulmaya çalışıldı.
2002-den itibaren toparlanma dönemi başladı.
Bunun ise biraz uzun sürmesi,on yılı aşmasındaki sebeb ise,2007-de Ergenekon ve uzantılarının deşifre edilmesi olmuştur.
Bundan dolayı iran ve israilin gücü zayıflamamış,Türkiyenin gücü artmıştır.
2013 yılından itibaren ise,tükenmişlerin kalkma çabası her ne olursa olsun,ayağa kaldırma çabasına girilmiştir.
MEHMET ÖZÇELİK
02-07-2013




BİR ZİHNİYETİN BİTİRDİKLERİ

BİR ZİHNİYETİN BİTİRDİKLERİ
Türkiye içten kuşatıldı. İçten kuşattırıldı.
Benim gibi birçok mağdurlarına şahit olacağınız bir hatıramı sizlerle paylaşayım.
Ben Kırşehir-in Çimeli köyünde fakir ve kendi halinde yaşayan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim.
Türkiye’nin üzerine çöken manevi zulmetten bizim köyde nasibini almıştı.
Ancak bulut zulmetleri arasında zuhur eden nur gözlerimizi ve gönüllerimizi aydınlatmıştı.
İlk okulu köyde, orta ve liseyi de Kırşehir-de bitirmiştim.
Bir an evvel hayata atılıp, kısa yoldan aileme destek olmak istiyordum.
Ankara da subaylık imtihanının açıldığını duyunca çok sevinmiştim.
Belki de ecdadımın asker bir millet olması, İslam’ı dünyanın dört bir kıtasına yaymış olması orada hizmet etmeme bir teşvik oluşturuyordu.
Gerçi ordunun o geçmişten gelen ruhu kalsa da bedeni çökmüştü!
Yıl 1978 yılları idi.
Nihayet herkes imtihan için heyecanlı bir şekilde bekleşiyorlardı.
Bende duaya durmuş, kendim için biraz da tevekküli olarak hayırlısını istiyordum.
Kazanırsam da iyi olurdu. Zaten o amaçla buralara o imkânsızlıklar içerisinde gelmiştim.
Şimdiye kadar da böyle uzak bir yolculuğa da ilk defa çıkıyordum.
Nihayet sıra bana gelmiş, Necdet Yılmaz diye sözlü sınava çağrılıyordum.
İçeriye girdim. Otur dediler oturdum. Duruş ve hareketleri sanki beni almaya yönelikti.
Beni alacağa benziyorlardı.
Ve bana ilk kabir sorusunu, şey yani kolay düşündükleri soruyu sordular;
-Söyle bakalım evladım;
-Atatürk kaç yılında doğdu ve kaç yılında öldü!
Öyle ya, bundan daha kolay soru mu olur?
Bir ilk okul çocuğun sevinci içerisinde; 1881 – de doğdu ve….
Ve –nin arkası bir türlü gelmiyordu. Unutmuş olamazdım. Ben zorladıkça, bana unutturuluyor, bir türlü hatırlayamıyordum.
Diğer haklarımı kullanmak istiyordum.
Soruyu soran ipin ucunu gösteriyor, bir türlü ipi elime tutuşturmuyordu.
-Oğlum, sen ilk okulu nerede okudun?
Keşke hep böyle soru sorsa ya!
-Köyde okudum efendim.
-Okulunuzun bahçesinde Atatürk büstü yok muydu?
-Vardı efendim.
-O halde oğlum, o büstün önünde yazan tarihleri görüp okumadın mı?
-Gördüm, okudum efendim.
-Ortaokulu, liseyi nerede okudun.
-Kırşehir de efendim.
-Evladım, o okulların bahçelerinde Atatürk büstleri yok muydu?
-Vardı efendim. (Gerçi girmediği yer kalmamıştı ki. Demek ki gönlüme tam girememişti.)
-O halde söylesene oğlum.
Bir türlü hatırlamamış ve söyleyememiştim.
Beni imtihan edenlerde neredeyse benim kadar kaybettiğime üzülmüşlerdi.
Ama böyle bir soru da bilinmez miydi?
Sanki memleketi ben batırmıştım, milleti savaşa ben sokmuştum. Cürmüm büyüktü.
Subaylığı kaybetmiştim.
Bu düşünce ve birazda üzüntü içerisinde karargâhtan çıkacağım sırada, ileriden bana doğru gelen bir asker tıpkı Hızır gibi;
Üzülme, bak biz burada iki yıllığına neler çekiyoruz. Böyle daha hayırlı diyordu.
Gönlüme su serpmişti ama gene de o ateş o zamandan beri beni yaktı, umarım şimdide sizleri yakıyordur.
-Burada sıkıntı içerisinde yaptığım masrafları telafi ve eve eli boş dönmemek için bir arkadaşın aracılığıyla, bir inşaatta bir iş buldum.
Bir ara doğulu Sıddık’ın dershanelerinde kaldım. Bazen onunla beraber derslere gidiyordum.
Sıddık soğuk yapılı bir insandı. Pek konuşmazdı.
Bir aydan fazla kaldığım süre içerisinde kendisinin namaz kıldığını da görmedim.
*Allah bir kapıyı kaparsa çok kapıları açarmış.
Kırşehir-deki Eğitim fakültesine kaydoldum.
Ancak okumak ne mümkün. Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi oraya da solcular hakimdi.
Ben ise Nur cemaatine gidip geliyordum.
Bir yandan hem davamı anlatmak ve hem de bir yol bulup okumaya çalışmalıydım.
Kendimi sınıfta solcu olarak tanıttım.
Bazen tartışmalar açıp Allah’ın varlığının isbat delillerini başkası ağzından naklediyordum.
Solcu olduğuma o kadar onları inandırmıştım ki, beni öyle bilmeselerdi söyleyip anlattıklarıma tahammül etmeleri mümkün değildi.
Ancak imtihan bitmiyordu. Solcuların içerisinde bulunan solcu bir akrabam beni solculara ispiyon etmiş, benim solcu olmadığımı söylemişti.
Beni birkaç kere sıkıştırdılar. Kendimi müdafaa etmiş, solcuların birbirlerine karşı böyle davranmamalarını, güvenmelerini söylemiştim.
Bu durumum çok sürmedi. Artık deşifre olmuştum.
Her gün okulda kavga oluyor, bizlerin okula girmesi engelleniyordu.
Birkaç kere dayak yedim.
Emniyete giderek okula girme konusunda kendilerinden yardım istedim.
Polisler benimle okula kadar geliyor ve çıkışta dışarıda bekliyorlardı.
Ancak sınıfa girip, sınıftan çıkıncaya kadar yine dayak yiyiyordum.
Herkes dışarı çıktığı halde ben hocayla beraber sınıfta kalıyor, hoca ise çıkmamı, kimsenin kalmadığını söylüyordu.
Çıksam gene dayak yiyeceğimi biliyordum.
Beni kapıda bekleyen solcuların arasından bir yandan kendimi koruyarak hızla kaçmaya çalışıyordum.
Her gün eve her tarafım dayaktan morarmış halde geliyordum.
Annem morlarımı gidermek için birçok işlemlerle birlikte iyileşmem için buğdayın içine koyuyordu.
Benden çok annemin içi yazdığından dolayı da her seferinde beni solculara ispiyonlayan ve dayak yememe sebep olan köylümüz İbrahim’e,
İki gözün kör olsun! İnşallah diye beddua ediyordu.
Şu an ise İbrahim iki gözü kör bir vaziyette yaşıyor.
Tabıya ona da yaşamak denirse.
Daha sonra da gelip benden helallik istedi.
Onca yediğim dayaktan ve kendisinin aldığı onca bedduadan sonra…
Kısacası, başlı başına bir kitap olacak hayatımın maceralarının bunlar küçük bir kesitidir.
Böyle zorluklar içerisinde eğitim fakültesini bitirdim.
Birçok insanı ve nesilleri bitiren zihniyet beni bitirememiş ancak kendi çarkları arasında sıkıştırıp, sıkıntılara sokmuştu.
Şimdi emekli olmuş, eski günleri düşünüp anlatarak hüzünleniyor, bazen de gülüyorum.
Bir zihniyetin bitirmiş oldukları içerisinde olmayıp, bazı yaralarla kurtulmuş olmaktan dolayı Allaha şükrediyorum.
Artık kıştan çıkılmış, bahara girilmişti.
MEHMET ÖZÇELİK
07-10-2014

 




BAŞBAKAN NEREYE SEVKEDİLİYOR?

BAŞBAKAN NEREYE SEVKEDİLİYOR?
Başbakanın bazı çıkışları bana Hasan Mezarcı’yı hatırlatmaktadır.O her ne kadar ölçülü çıkışlarda bulunmasa da yine de kendisini İsa olarak tanıtacak bir kimse değildi.
Mezarcı nasıl olduysa zihni yönlendirme ve bulandırma ile kendisine halkın gözünden düşürücü bir yöntem olan,kendisini İsa olarak tanıtması söylettirildi.
Birileri dıştan durduramadığı Mezarcı-yı,beynine girerek devre dışı bırakmayı başardı.
Başbakan Erdoğan-da;orta-doğuyu gezerken Araplara bizdeki bir asırlık bir türlü çıkaramadığımız laiklik kazığını benimsemelerini tavsiye etti.
İçi doldurulmamış bu ifade,şimdilik pek üzerinde durulmadığı için pek muteber kabul görmedi.İleride kokusu çıkar mı,onu da tarih gösterir.
Diğeri ise,öğretmenlerle ilgili yaptığı beyanı,bir usul hatası olarak kabul edilmeye çalışıldı.
Peygamberimizin:-Ben muallim -öğretmen- olarak gönderildim.-
Hz.Ali-nin;-Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.-ifadesine karşı,efendisine efendilik yapmaya çalışan kölenin halini hatıra getirdi.
Son haberler ise;Ergenekoncuların hapisten çıkmalarına sebeb olacak olan özel mahkemelerin kaldırılacağına dair ki beyanatı.
Bu da haklı olarak bazı insaf ehlini,Erdoğanı kim ele geçirdi? Sorusunu sormaya sevketmiş oldu.
Bütün bunlar küçümsenecek şeyler olmayıp,tamamen insanı ürpertmekte,Erdoğan-ın böyle bir yanlışı yapacağına ihtimal vermemeyi düşündürmektedir!
Zira Erdoğan bir asırlık gizli komitenin üzerine gitti,tüm vücudunu yakalamasa da kuyruğundan ele geçirmeyi başardı.
Bu da tarihe geçecek bir başarıdır.
Acaba bu yanlış çıkışların devamı gelecek mi?
Erdoğan yanındaki birilerine çok mu güveniyor?
Yoksa yanıltılıyor mu?
O kadar badireleri aşan bir insanın,içteki bir damlaya boğulacak olması çok tehlikeli sonuçları doğurur.Bu da Ergenekoncuların sürekli dillendirdikleri,hapisten kurtulacakları,bazı değişikliklerin yapılacağı,gerekirse bir iç ihtilale kadar gidileceği tehdidi,yoksa başbakanı korkutmuş mu bulunmaktadır?
Bizlere yansıyan haberlere göre;Başbakana ondan fazla öldürme girişiminde bulunuldu. Hepsinden de başarıyla kurtuldu.
Denizi aşıp gölde boğulmak çok hazin ve dehşetli olur.
Şimdiye kadar selahatta ve maharette birbirini aşan üç lider geldi; Menderes,Özal,Erdoğan.
İnşaallah bu düşüncemizde bir değişme olmaz.
Menderes-in o kadar hayrıyla beraber ona –Atatürkü koruma kanunu-nu çıkartanlar,Özal-a tam serbestlikle fuhşu ve yolsuzlukların yapılmasına da göz yumduranlar,olmaya ki Erdoğan –a da son anda,yüz yıldır bu milletin ruh ve bedenini bağlayan Ergenekoncuların kapısını açmaya,geriye dönüşe sebeb olmaya itici uygulamalar yaptırmayalar!
Millet her yönüyle Erdoğan-a güvendi.Güvenmeyi de hak etmişti.
Umarız bu kendisini bir gurura sevketmez.
Doğru ve doğruya yönlendirmelerini umduğumuz danışmanlarıyla isabetli adımlar atarken,milletin nabzını tutmaktan da geri kalmaz.
MEHMET ÖZÇELİK
02-06-2012




BEN DE MAĞDUR OLDUM

BEN DE MAĞDUR OLDUM
Prof.Ahmet Keleş-in Dicle üniversitesinde olan su-i istimalleri ve özellikle 45 yılda 400 eleman alınırken,son 6 yıl içinde bin elemanın alındığını aktarmaktadır.
Ve bu alınanlarında pek vasıflı insanlar olmadığını genişçe anlatır.
Mağdurlardan biride benim.
Aslında ben bunu ahrette bırakmıştım ancak belki bir faydam olur düşüncesiyle –ahiretteki hakkım mahfuz kalmak suretiyle- burada da bu kirliliği ifade edeceğim.
1995 yılları civarında idi.
Şanlıurfa ilahiyatın 15 Hadis asistanı alınacağını duyunca,büyük bir istek,heyecan ve arzu ile müracaat ettik.
Ancak ilk duyduğumuz Prof.İbrahim Canan-ın cemaattan bu 15 elemanı alacağı ve listenin kendisine verildiği yönünde idi.
Bununla beraber bizde de bir ümit ve umut vardı.
Sebeblere müracaat edelim dedik.Ondan sonrasını kadere havale ettik.
Öncesinde de hazırlanıyor,üniversiteye girme arzusu taşıyorduk.
Malatya-da Şehit Kemal Özalper Endüstri Meslek Lisesinde Din Dersi Öğretmeni olarak görev yapmaktaydım.
Çok değerli arkadaşım Ziya bey arkadaşımla beraber imtihana gideceğimi duymuştu.
Benimle görüştüğünde ısrarla bana;
Mehmet hocam,sana tavsiyem kesinlikle gitme.
İbrahim Canan hocayı ben Erzurumdan tanıyorum.İslami ilimlerde dersimize geliyordu.
O kendisine sekreter alıyor.Çantasını taşıyacak eleman alıyor.Yazılarını yazacak,kitap olarak basacak,cemaat içinden tavsiye edilen insanları alıyor.Sizleri almaz.
Uzunca gitmeme yönünde,alınacakların çoktan belli olması yönünde ikazlarda bulundu.
Ben ise kendisine cevaben;Ziya hocam,ifrat ediyorsun,çok abartıyorsun,demiştim.
Ve gün geldi,arkadaşımla Şanlıurfaya varmıştık.
İmtihan saatinde imtihana girecekler odalara alındı.
Bizde önce yabancı dilden imtihan edilir,ondan başarılı olunursa,bilimden imtihan edilirdi.
Bizlere bir sayfalık İngilizce metin verildi ve tercümeye başladık.
20 dakika ancak geçmişti.
Birden bire hışımla içeriye giren İbrahim Canan odakilere sert bir tavırla;
-Arkadaşlar,şunu iyi bilin.
İster yapın ister yapmayın.Ben yeni mezunları alacağım.Bunu bilin.
Meğer tüm odaları dolaşıp bunu herkese söylüyormuş.
Zaten bizde moral kalmadı.
Listede olanların kesin olarak alınacağını biliyorduk ancak bu derece olacağını hiç düşünmemiştik.
Malatya-ya döndüğümde ilk işim Ziya beyle görüşmek oldu.
Bu sefer kendisine;
Ziya hocam,ifrat değil meğer tefrit ediyormuşsun,demek oldu.
Yani sizin söylediğiniz aşırı değil,azmış bile…
-Neden bu durumu savcılığa nakletmedim,nakletmedik.
Arkadaşımla konuşarak,İlahiyat camiasının şaibe altında kalmaması ve zarar görmemesi düşüncesiyle dünya mahkemesine müracaat etmeyip,işi ahiret mahkemesine bırakmaya karar verdik.
Ve sonuçları takib ettiğimizde aynen dediği gibi olmuştu.
Çünkü cemaat onun kitaplarını basıyor,cemaate gebe kalmıştı.
İbrahim Canan-la ahirette hesaplaşacağım.
Eğer gene bildiğini yapıp,bu derece açık bir tavırda bulunmasaydı,bu durum ortaya çıkmayacaktı.
-İkinci bir girişimim Malatya ilçesinde açılan Darende ilahiyattaki imtihana girmek oldu.
Orada da aynı durumların olduğunu,alınacakların belli olduğunu duyduk.
Hatta bir öğrenci morali bozuk olarak çıkıp gittikten on dakika sonra,tekrar çağırıldı ve kazandığını bizlere söyledi.
Orada da yedi kişi alınmıştı.Bu alınanlardan birisi benim İlahiyattaki bir sınıf arkadaşım idi.
Kur’an-ı Kerim ve kıraatından yeterli olmayan birisi idi.
Bu da Kur’an-ı Kerim-den öğretim görevlisi olarak kazanmıştı.
Daha sonraki zamanlarda bu yedi arkadaşın ilçede bol bol olta attıklarını duymuştum.
Belli bir düşünce ve siyasete mensubiyetleri onları başarıları göz önünde bulundurulmaksızın kazanmalarını sağlamıştı.
-Üniversitelerin bir çiftlik olduğu ve bir aile şirketi gibi kullanıldığı bilinen gerçeklerdendir.
Kalite ve seviyeye göre değil,adamına göre alınmaktadır.
-Bu durumu Erzurum-da bulunan –Araştırma Görevlisi Adayı Yetiştirme ve İmtihandan Haberdar etme- hizmeti başlatan Prof. Muammer Erdoğan-a şikayet olarak aktardığımda kendisi cevaben;
Maalesef bu durumların olduğunu ancak bu konuda pes etmememiz gerektiği yönünde tavsiyelerde bulunmuştu.
-Aslında bunları anlattıktan sonra şu gerçekleri anlatmam bazılarında yanlış düşüncelere sebeb olabilir.
Kazanamadığı için konuşuyor,gibi…
Üniversiteye giremememin çok samimi ve açık bir duyguyla ifade ederim ki;Benim için büyük bir hayır oldu.
Üniversitenin beni kısırlaştıracağını gördüm ve anlatım.
Üniversite büyük imkanlarla dar alanda koşmayı sağlamaktadır.
Şu ana kadar 23 yıl içerisinde gazete,radyo,tv yani medya dünyasında yaptığım binlerce çalışmamı yapamayacaktım.
Ürünü olmayıp rütbesi olan eleman.
İki kitabımı belki bastıramayacaktım.
Medyaya davet ettiğim bir çok üniversite elemanı çoğunluğu konuşmaktan kaçtı,cesaret edemedi,yapmadı ve yapamadı.
Üniversitede başarılı olan olmayanlara göre çok azınlıktadır.
Devlet az bir farkı olsa da üniversitelere ciddi manada el atmalıdır.
Darbe destekçilerinin olduğu yerler,paralel yapının bulunduğu yerler olarak değil,kaliteli ve seviyeli,başarılı,mucitlerin yeri olmalıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
04-05-2014




BELÂ

BELÂ
Hayat belalarla doludur.
Hayat belâdır.
Belânın bittiği yerde,hayat da biter.
Bir insanın;ben belâya bulaşmadım diyorsa,belâsını beklesin.
Belâ-m bitti diyorsan,o halde ne diye bu dünyada duruyorsun,denilir.
Belâsı biten öğrencinin kağıdı alınır,dışarıya çıkarılır.
Hayat belâlarla tatlanır,tatlandırılır.
Allah bir kulunu sevdiği zaman onu belaya hatta belâlara mübtela kılar.
Belâ imtihandır.
Belâ,imtihana evet demektir.
Tıpkı çölde kişiye kendisi için hayati olan devesini kaybettirip de sonra onu tekrar buldurması gibidir.
Ruhlar aleminde bir kere Belâ dedik,binlerce belâlara mübtela kılındık.
Bir kere belâ-ya binler bela geldi.
Tıpkı bir günah işleyenin,bin gün-âh çekmesi gibi.
*Belâ esnasında musibetleri sabır ve şükür içerisinde aşma,manileri geçme bir üst seviyeye yükselmeyi gerektirmektedir.
“İşte orada herkes dünyada yapmış olduğuyla imtihan verir ve gerçek Mevlaları olan Allah’a döndürülür. Uydurdukları putlar da ortadan kaybolmuştur.”
Her bir belâ,başka bir belâya kapı açar.
Öğrenci varsa,belâ olan sınavda vardır.
Dünya hayatı bedava değil,belâ ödemelidir.
Cennet ucuz değil,belâ bedellidir.
*Belâ-nın şartı ve neticesi,kul olmaktır.
Kul olmak ise kül olmaktır.
Ham iken yanmak,yanarak pişmektir.
Kendinde O’nu görmek ve O’nu göstermektir.
*Bir zamanlar elde etmek için her yola başvuran çocukların oyuncakları,belli bir yaştan sonra gülünç vesilesi haline geliyor.
Elde etmek istediği araba için hayatını veren bir kişi,zaman içerisinde bu hevesi kırılıyor veya o arabanın modeli geçiyor ve daha güzeli piyasaya çıkıyor.
Demek ki o elde etmeye,uğruna her şey verilen şey hakikatte hakiki bir değer ifade etmemektedir.İnsan değer kazandıkça.
İnsan değerini kaybettikçe,değersiz olan şeyler değersizlik nisbetinde büyük değer kazanıyor.
İnsan ihtiyarlandıkça veya kemale erdikçe dünyaya karşı bir soğuma hasıl oluyor.Her şeyin gerçek yüzü biraz daha net görünmeye başlıyor.
*Bu dünya zıtlıkları bir araya getirerek,uyumu yakalamak için sürdürülüyor.
Cennet zıtlıkların ayrıştığı uyum yeridir.
Burası ise uyumluluğu yakalamak için bir talim ve belâ yeridir.
* Ne oldun? Öldün mü? Geriye ne bıraktın? Neler yaptın?Pişman mısın?Geriye dönseydin ve de döndün ne yapardın?Yaptıklarından memnun musun?
*Âhirete inanmayanlar,uğruna öldükleri davalarında ölümsüz olacaklarını söylemektedirler.
Bu ne tezattır ki,hem öldükten sonra dirilmeye inanmayacaksın ve hem de ölümsüz olacağını iddia edeceksin!
Seni yaşatacak olanlar da ölecek.Sen unutulduğun gibi,onlar da unutulacak.
Her yönüyle unutulacak bir dava ve gaye için ölmenin ne faydası vardır?
“ Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazanmakta olduklarını da elleri bize söylemekte, ayakları da şahitlik etmektedir.”
“O gün, dilleri, elleri ve ayakları, yaptıklarına şahitlik edeceklerdir.”
MEHMET ÖZÇELİK
07-01-2012




Adilcevaz’lı Bekir Ağa

Adilcevaz’lı Bekir Ağa
Bekir Ağa, Nurun kahramanlarındandır. Aslen Bitlis Adilcevazlı’dır. Asıl Adı Bekir Çelik’tir. Adilcevaz’da seyyidler sülâlesinden Emrullah oğlu ve Abdülcelil oğullarından Bekir Ağa olarak bilinir ve yâd edilir.

Bekir Ağa, Nurun kahramanlarındandır. Aslen Bitlis Adilcevazlı’dır. Asıl Adı Bekir Çelik’tir. Adilcevaz’da seyyidler sülâlesinden Emrullah oğlu ve Abdülcelil oğullarından Bekir Ağa olarak bilinir ve yâd edilir.

Risâle-i Nur’un yazılma, yayılma ve okunma istidadı gösterdiği yıllarda Bekir Ağa, Risâle-i Nurları köyden köye götürerek muhtaç gönüllere iletmiş, bu uğurda çileler çekmiş, cefalar yüklenmiştir. Kendisi ümmîdir. Bediüzzaman Hazretleri Nur’un satır aralarında bu bahtiyar talebesinden bahseder. Ona hitaben yazılı beyanları bulunmaktadır. Çeşitli Risâlelerde Nurların hakkaniyeti ve Bediüzzaman Hazretlerinin şahsiyet-i manevisiyle alâkalı Bekir Ağa’nın mektupları mevcuttur.

Adilcevaz ve bağlı köylerinde bir çok insan Bekir Ağayı yakından tanır. Mesleği çerçiliktir (köyleri dolaşarak satıcılık yapmak). Mesleği icabı köylere ve Anadolu’da en ücra yerlere giderek bu vesileyle de her gittiği yere Risâle-i Nurları yaymış ve anlatmıştır.

Oradan da göç ederek Isparta’ya yerleşmiştir. Burada seyyar satıcılık yoluyla ayakkabı satışı işiyle meşgul olurken, Barla’da Hz. Üstad’la hemşerilik yoluyla tanışarak ona talebe olur. Ümmi hâli içerisinde her gittiği yere Risâle-i Nur’un o kudsî formalarını dağıtarak Nur’un ve Üstad’ın hizmetinde bulunur.

Üstad’ına neşr-i hakikatte talebe olarak yardımcı olan Bekir Ağa’yı Hazret-i Üstad bir ifadesinde şöyle taltif eder:”Ümmi fakat allâmelerin işini gören ve esrar-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan ahiret kardeşim Adilcevazlı Bekir Ağa…” (Barla Lâhikası, s. 73)

Gavs-ı Azam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî’nin (ks) tesbit ve teşhisi gibi bir makama da mazhar olan Bekir Ağa’yı Üstad Hazretleri Lem’alar adlı eserinde şu ifadeleriyle taltif buyurur: “Gavs-ı Âzam’ın tâbiriyle Bekir Bey, bizim tâbirimizle Bekir Ağa…” (Lem’alar. 173)

Hazret-i Üstad’a son derece bağlı ve Risâle-i Nur’un hakkaniyetine hizmette fevkalâde bir anlayış kabiliyetine sahip olan Adilcevazlı Bekir Ağanın da Hazret-i Üstad’a yazdığı mektuplar mevcuttur. Bu mektuplardan birisi şudur:”Fazîlet-meâb Üstadım Hazretleri,
Efendim, evvelâ arz-ı tâzim ve hürmetle mübarek ellerinizi öperek, her an ve zaman lisanıma yakıştığı kadar duâ eder ve duânızı rica ediyorum. Efendim, malûmunuz, fakir talebeniz ve kardeşiniz cahil olduğum halde, güneş-misâli olan risâle-i bergüzîdelerinizden umum Nur Risâlelerinizi okutup dinledim. Güneşin nuruna sed çekilemediği gibi ve sed çekilmek ihtimali olmadığı gibi, risâlelerinize de sed çekilemez. Onları istimâda ruh ve kalbimi tetkik ettim; tetkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım. Baktım ki, ruh ve kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki, beni bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen ‘Haydi, haydi’ diye tazyikata başladı. Ben de ruhumda olan bu vâkıayı takip ederken, o Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gösterildi. Anladım ki, bu anahtarlarla icap eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi—min gayri haddin—arayıp bulmak vaziyeti adeta bana emrolunup, o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hâli kendime vazife addettim. O Nurlardan almış olduğum anahtarları teslimle, hâin-i din olan mülhidlerin elleri kımıldanmayacak derecede kırılması için, hamden lillâh, bu kardeşlerimi arayıp buldum. Emânetullah ve emânât-ı Peygamberînin (asm) gayet parlak, yakut ve zümrütten kıymettar olan hazinelerini o zatların ellerine teslim ettim. Elhamdülillâh, Cenâb-ı Hak muvaffak etti. O mübarek eserlerinizi mütalâa eden eşhas, insan iseler ve insaniyetle alâkaları varsa imân eder. İnanmadıkları takdirde, ya insaniyetten istifa etmeli veyahut ‘İnsan değiliz’ demeli. Bu eserler başlı başına, ayrı ayrı birer fâtihtir. İnşaallah, her cihetle feth ederek fâtih olacaktır. Cenâb-ı Mevlâ âhirette cümlemizi sevabına nâil eyleyip şefaatine mazhar buyursun. Âmin. Tekrar mübarek ellerinizi bûs ile duânızı istirham eylerim, efendim hazretleri. Abdülcelil oğullarından Âdilcevazlı Emrullah oğlu Bekir” (Barla Lâhikası, s. 45)

Bekir Ağanın Neşet ve Saadet isminde iki çocuğu olmuştur. Yaptığımız son tesbitlerde çocukları da Adilcevaz’dan göç ederek Antalya’ya yerleşmişlerdir.

Risâle-i Nurların yazıldığı, yayıldığı ve okunduğu o zor yıllarda Üstad ve Risâle-i Nur’a hizmetteki alâkadarlığından dolayı Üstad Hazretleriyle birlikte mahkemelere düşmüş, sonunda Eskişehir hapishanesinde Üstad’la birlikte bir seneye yakın hapiste kalmıştır.

Ak sakallı, orta boylu, tertemiz bir insan olan Bekir Ağa, kudsî Nur yolculuğunu yüzünün akıyla tamamlayarak, ömrünü yine memleketi olan Adilcevaz’da tamamlamıştır.

Adilcevaz’ın Cevizl (Drakbur) mahallesinde vefat etmiş, kabri aynı mahallede bulunan Karaveli mezarlığında bulunmaktadır. Vefat tarihi ise 24 Nisan 1961’tir. Allah rahmet eylesin.
********************
* Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, âhiret kardeşim Âdilcevazlı Bekir Ağanın Sözler hakkındaki ihtisâsâtıdır.
Fazîlet-meâb Üstadım Hazretleri,
Efendim, evvelâ arz-ı tâzim ve hürmetle mübarek ellerinizi öperek, her an ve zaman lisanıma yakıştığı kadar dua eder ve duanızı rica ediyorum.
Efendim, malûmunuz, fakir talebeniz ve kardeşiniz cahil olduğum halde, güneş-misâli olan risale-i bergüzîdelerinizden umum Nur Risalelerinizi okutup dinledim. Güneşin nuruna sed çekilemediği gibi ve sed çekilmek ihtimali olmadığı gibi, risalelerinize de sed çekilemez. Onları istimâda ruh ve kalbimi tetkik ettim; tetkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım. Baktım ki, ruh ve kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki, beni bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen “Haydi, haydi” diye tazyikata başladı. Ben de ruhumda olan bu vâkıayı takip ederken, o Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gösterildi. Anladım ki, bu anahtarlarla icap eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi-min gayri haddin-arayıp bulmak vaziyeti adeta bana emrolunup, o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hali kendime vazife addettim.
O Nurlardan almış olduğum anahtarları teslimle, hâin-i din olan mülhidlerin elleri kımıldanmayacak derecede kırılması için, hamden lillâh, bu kardeşlerimi arayıp buldum. Emânetullah ve emânât-ı Peygamberînin (a.s.m.) gayet parlak, yakut ve zümrütten kıymettar olan hazinelerini o zatların ellerine teslim ettim. Elhamdü lillâh, Cenab-ı Hak muvaffak etti. O mübarek eserlerinizi mütalâa eden eşhas, insan iseler ve insaniyetle alâkaları varsa İmân eder. İnanmadıkları takdirde, ya insaniyetten istifa etmeli veyahut “İnsan değiliz” demeli. Bu eserler başlı başına, ayrı ayrı birer fâtihtir. İnşaallah, her cihetle feth ederek fâtih olacaktır. Cenab-ı Mevlâ âhirette cümlemizi sevabına nâil eyleyip şefaatine mazhar buyursun. Âmin.
Tekrar mübarek ellerinizi bûs ile duanızı istirham eylerim, efendim hazretleri.

Abdülcelil oğullarından
Âdilcevazlı
Emrullah oğlu Bekir
* Memleketimin Risale-i Nura hizmette sebkat eden kahramanlarından
Celil Oğullarından Emrullah Oğlu Adilcevaz’lı Bekir Ağa,Bedizzaman’a uzun yıllar hizmet etmiş bu uğurda hapis yatmış bir nur kahramanıdır .
Celil Oğullarından Emrullah Oğlu Adilcevaz’lı Bekir Ağa 1869 yılında Bitlis-Adilcevaz’da doğan Bekir Ağa hayvancılık ve çiftçilikle uğraşan Emrullah Bey’in oğludur. Adilcevaz Cevizli mahallesinde ikamet etmiş olan ailenin diğer iki erkek çocuğundan biridir.Diğer kardeşi ise Sadık’tır.
Gençlik dönemini Adilcevaz’da geçiren Bekir Ağa, Abbas oğullarından Elif hanımla evlenmiş ve bu evlilikten Neşet ve Saadet isminde iki çocuğu olmuştur.
Bekir Ağa, Sultan Vahdettin döneminde Batum’da yaşamış, Birinci Dünya Savaşı çıkınca Batum’dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Şarkta, Rus ve Ermenilerin işgaline ve mezalimine maruz kalan Müslüman halk seferberlikte göç etmek zorunda kalınca Bekir Ağa seferberlikteki halkın güvenliği sağlamaya katkıda bulunmuştur. Bu vesile ile de Bekir Ağa ve ailesi Isparta’ya kadar gelmiş ve Isparta’ya da yerleşmiştir. Bununla ilgili Adilcevazlı ve mahallelisi İbrahim KANAR şu hatırayı aktardı. Amcam Süleyman KANAR, Bekir Ağa ile Batum’da çalıştıklarını söyledi ama niçin bulunduklarını anlatmadı. Amcam bana derdi ki biz Bekir’le Batum’da çalışıyorduk. Birinci Dünya Savaşı çıkınca oradan kaçarak vatanımıza avdet ettik. Dönüş yolunda Rus askerlerle karşılaştık. Onları görünce yol üzerindeki buğday tarlasına kendimizi atmak zorunda kaldık. Rusların buğdaya olan hürmetlerinden tarlalara girmediklerini biliyorduk. Aynı kanaate Müslümanların da sahip olduklarına inanıyorlardı. Biz tarlalara girince bunlar Müslüman değil, Müslüman olsalardı tarlaya kendilerini atmazlardı diyerek bizden vazgeçtiler. Böylece kurtulmuş olduk. Adilcevaz’a gelerek ailelerimizi alıp seferberlikten dolayı göçe katıldık. Ahlat’ın Yamlar mahallesine geldiğimizde Türk askerleriyle karşılaştık. Orada Bekir Ağa, hem askerlerimize hem de halkımıza kılavuzluk yaparak çok fedakârlıklar gösterdi. Bekir Ağa çok akıllı ve zeki idi. Muktezay-ı hale göre davranmasını ferasetiyle bilirdi. Türk askerleri Ruslardan habersiz ilerlerken saldırıya uğrama ihtimali varmış. Çünkü Ruslar yol üzerinde savunma amaçlı olarak mevzilenmişler. Asıl amaçları olan Müslüman halkı kırmak için planlar yapmışlar. Bekir Ağa bunu fark ederek Türk ordusunu Ahlat’ın Tunus Mahallesi tarafına mevzilendirerek askerlerimizin büyük bir zayiat vermesini engellemiş Rusların da ilerlemesine engel olmuştur. Halk da bu sayede güvenli bölgelere aktarılmış oldu.Bekir Ağanın o yıllarda kırk yaşında imiş.
Bekir Ağa, artık Isparta’nın Bahçeler Mahallesinde Ayşe UZUNOĞLU isimli bir hanımın evinde kiracı olarak ikamet etmektedir. Çerçicilik (merkep üzerinde seyyar satıcılık) yaparak geçimini sağlamaya başlamıştır.
Bekir Ağa, şarktan hemşerisi bir hocanın Isparta’ya sürgün geldiğini duyunca ziyaret eder. Bu hoca şarkta Molla Said-i Meşhur diye namlaşan Bediüzzaman Hazretleridir. Bediüzzamana artık talebe olmuştur.
Bekir Ağa, ümmi idi okur yazar değildi. Risale-i Nurun ruhunda uyandırdığı heyecan ve feveranla Risale- Nurları müştakların eline yetiştirme hizmetinde bulunur. Risale-i Nurları dinledikçe bu hakikatleri muhtaçlara mutlaka ulaştırmalıyım diye ruhunun ve kalbinin “Haydi! Haydi! “ nidalarına lakayt kalamaz, Merkebinin üzerine yerleştirdiği heybelerin alt kısmına Risaleleri üst kısmına patates ve soğanları yerleştirerek bir irfan abidesi olarak en uzaktaki köylere varıncaya kadar köy köy dolaşmaya başlar. Vardığı köylerde “Burada alim bir zat, hoca veya okuma yazma bilen yok mu?” diye sorar nerde iseler bulur yanlarına yaklaşırdı. Onlara kendisinin okuma yazması olmadığını, eline bir kitap geçtiğini söyler ”Siz okuyun ben dinleyeyim neden bahsediyor?” derdi. Kitabı eline alıp okumaya başlayanlar “Dert vardı derman yoktu. Derman ayağımıza geldi. Hasta olanın ayağına Allah doktoru gönderirmiş.” Diyerek aradıkları hakikati ma-i zemzem gibi kana kana içmeye başlarlar. Sen bu kitapları nerden aldın, nereden elini geçti” diye sorarlar. Bekir Ağa da Bediüzzaman Hazretlerini tanıtarak onların da talebe olmasına vesile olur. Bu şekilde Isparta’da mühim ve kadım Risale-i Nur talebeleri ortaya çıkmaya başladı. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu hizmetinden dolayı kendilerine “Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, âhiret kardeşim Âdilcevazlı Bekir Ağa” diye iltifat etmişlerdir.**
Bediüzzaman’ a uzun yıllar hizmet eden Bekir Ağa, 1935 te Eskişehir hapishanesinde de diğer nur talebeleri ile birlikte tevkif edilmiştir. Bekir Ağa, 1937-1938 yıllarında Üstadımızdan izin alarak memleketine geri döner.
Isparta’dan geldikten sonra beraberindegetirdiği ayakkabılarla dükkân açar bir muddet bu işi yaptıktan sonra başka birine devrederek bu işi bırakarak baba mesleği olan hayvancılık ve çiftçilikle uğraşmaya başlar. Bu hususta komşusu olan İbrahim KANAR’ın Bekir Ağanın bu iş ile ilgili olarak anlattığı hatırasında- Benim Bekir Emmi ile yakın komşuluğumuz vardı.1958 yılında bir ortaklığımız oldu.İki öküz benim vardı, iki öküz de Bekir Emminin vardı.Bana iki öküzün hakkını vererek Bekir Ağa ile o yıl onun tarlalarında çalıştım.Hiç unutmam bana o yıl çalışmamın karşılığında 30 lira verdi.Bana hep nasihat ederdi.Bir gün bana dedi ki sana iki şey tavsiye edeceğim.Birisi namazını mutlaka kıl diğeri seni idama götürseler de yalan söyleme. Çünkü doğru söylersen seni idam etmezler. Yaşlılar kendisine Bekir Ağa diye hitap eder. Biz gençler de kendisine Bekir emmi derdik. Bekir Ağa hep beyaz giyinir bazen beyaz bir cüppe ile de dolaşırdı. Sözünde hep bir tesir vardı. Sanki başka bir yerden alıp anlatıyordu. Dargın olan aileleri barıştırırdı. Muvaffak olduğu işlerinde bunu hep üstad yapıyor derdi. Oğlu Neşet ile başı hep sıkıntılıydı.Bununla.alakalı bir hatırasında bir gün neşetVan’da kaza yapar. Suçlu bulunur ve hapse atılır. Bekir Ağa tarlasını satarak Van’ a gidip oğlunu kurtardı. Ben dedim ki Bekir Emmi bu çocuk senden ayrı ve sana da hayrıda yok. Niye böyle yapıyorsun? Bunun üzerine Bekir Emmi hafiften tebessüm ederek dedi ki o bana emanettir. Nasıl emanettir dedim. Isparta’da kaldığımız günlerde iken Neşet çok yaramazdı o zaman 15 yaşında idi.Bir gün üstada dedim ki bu çocuklarıma dua et. Üstad bana dedi ki Cuma günü hutbeden sonra dua saati var. Şu saatin şu dakikasında bana hatırlat. Onlara dua edeyim. İnşallah Allah kabul eder. Ben 3 Cuma o saatte saati elime aldım bekledim. Fakat o dakikada o üç Cumada da bana unutturuldu ve üstada söyleyemedim. Ondan sonra üstad bana dedi ki bunun mukadderatı böyledir, böyle gidecek.Ama Kızım benim kızımdır. Ama oğluna dua yok dedi. Onun için benim ona bakmam lazım. Onu kendi başına bırakamam dedi .Diyebilirim ki mülkünün büyük bir kısmı oğlunun yüzünden hiç yere gitti.
Bekir Ağa Memleketi Adilcevaz’da da Risale-i Nur hizmetine devam eder. Özellikle köylerde husussan Erikbağı ve Aydınlar köyüne çok gider oradaki müştaklara ulaşır. Bu arada Erikbağı köyünden hizmetine engel olmak isteyen hainler tarafından 1961 de vurularak şehit edilen ve nurun ilk şehidi olan Nevruz ÇAKAN’ DAN bahsetmemek olmaz.Rahmetli muzaffer abi bize hep anlatırdı, Nevruz ÇAKAN Ağabey, evine gider okumaya başlar.”Aman Ya Rabbi! Bu ne feyiz, bu ne ilim, bu ne büyük bir eser!” Der. 40 yılda tahsil edilemeyen mesafeyi 40 dakikada vasıl olur. Ruhunda bir inkişaf ve inşirah bir kemalat, ciddiyet, ihlâs ve sadakat… Artık yerinde duramaz her akşam evinde ders olur. Kendisi fakir, geçimini zor sağlayan ayağında eski bir çarık üzerinde bir köylüdür ama büyük bir fedakârlıkla hizmet eder. Risale-i Nurları okur, kendinden geçer, ağlar, kitap elinden düşer, alır yine okur. Köylü ona meftun, dinlemeye koşarlar. Nurun âşıkları çoğalır. Bekir Ağaya muavin olur. Köy köy dolaşırlar. Üstadını ziyaret etmek ister, fakirdir. Tevekkeltü Alellah der yola düşer. Isparta’ ya yetişir üstadı sorar bir kahvede oturmaya başlar. Kahveye gelen biri Adilcevaz’dan gelen kimdir der Nevruz Ağabey şaşırır nerden geldiğini kimselere söylememiştir. Benim der. Üstadımız seni bekliyor derler ve peşine düşer. Üstadı görmeye, elini öpmeye ve duasına muvaffak olur. Üstadımız Bekir Ağayı sorar, cebine bir şeyler koyar, kitap verir ve der ki”Hemen çık araba hazır.” Şarka giden araba yoldadır. Atlar ve birkaç aktarma ile kışın gece vakti Bitlis Tatvan ilçesine ulaşır. Dışarıda 1 metreyi aşmış kar var. Gidecek yeri yok. Yolda tipide yürümeye başlar. O esnada Tatvan da saliha bin kadın rüyasında üstadı görür. Üstadımız ”Kalk benim bir misafirim var dışarıdadır adı Nevruz’dur onu çağır”. Der ve evsafını tarif eder. Bu rüyaya bir anlam veremez yine yatar ama rüyayı yine görür. Uyanarak evlatlarını kaldırır durumu anlatır. Dışarıya bakmalarını ısrarla ister. Oğulları dışarı çıkarak “Nevruz Abi! Nevruz Abi!” diye bağırırlar. Nevruz Ağabey, gece karanlıkta ve tipide kendisine seslenenleri duyar ve sese doğru hareket eder. Eve ulaşır muhterem saliha kadının rüyasındaki evsafa uyduğu görülür. Misafir ederler, ağırlarlar. Dışarıda yolda az ileride de askeri karakol vardı eğer devam etseydi hem kitaplar ele geçecekti hem de tevkif edilecekti. Ertesi gün ev sahipleri başka bir noktadan geçirerek Adilcevaz’ a ulaşmasını sağlarlar. Nevruz Ağabey Adilcevaz’a ulaştığında cebine bakar ki giderken cebindeki para ile dönüşündeki para aynıdır…
Üstadımızı görmüş olmanın şevki ve gayretiyle Bekir Ağaya eşlik ederek hizmet eder. Fakir ve geniş bir aileye sahip olmayan bir köylünün etrafında genişleyen nur halkası muarız kıskanç hocanın nüfuzunu kırar. Bu hocanın marifetiyle aleyhte olanlara fitne vererek engellenmek istenir ve vücudunun kaldırılmasına karar verilir. Bu iş için iki tane katil tutulur. Köylüler tehlikeyi anlarlar Nevruz Ağabeye dikkatli ve temkinli olmasını rica ederler. Kendisi hizmet yolunda şehadeti arzulamaktadır. Mübarek üç aylardır ve kendisi o gün oruç tutmuştur. Sırf davası uğruna sıcak bir yaz gününde kendisine ait üzüm bağında çalışırken 30 Ağustos1961’de silahla vurularak şehit edilmiştir. Kabri Adilcevaz Erikbağı köyündedir.
Katilleri olan o iki kişi samanlıkta saklanırken samanlık tutuşur ve feci şekilde can verirler. Azmettiricisi olan Karamolla namlı hoca da yatağında uzun zaman yattığından derisi lime lime olarak acı içinde can vermiştir.
Bekir Ağa da bu zorlu şartlarda hizmetine ve hayatına devam ederken 1961 yılında 91 yaşında Nevruz Ağabey ile aynı yılda vefat etmiştir. Kabri Adilcevaz Cevizli Mahallesi Karaveli Mezarlığındadır. Kendisine Allah’tan rahmet diler, şefaatlerine mazhar olmayı Rabbimizden niyaz ederiz.
* Dr. Zeki Tan
Bekir Ağa

ADİLCEVAZ’DA BESLEYİCİ BİR NEFES
“BEKİR AĞA”
Tarih boyunca insanların sadece maddi ihtiyaçlarını karşılayarak bununla insanların bütün problemini çözeceklerine inananlar aldanmışlardır. Çünkü insan sadece yiyip içen ve sindirim sistemine sahip bir varlık değil. İnsanlara verilen bütün maddi imkânlar hep birer vasıta, yani araç olup amaca ulaşmak içindir. Amaç; insanı ruhen kâmil hale getirmedir. Ruhu beslenmeyen bir insanın yapacağı tahribatı binlerce hayvan yapamaz.

İnsanlar maddeten beslenmedikleri zaman nasıl etrafı tahrip ediyorlar, çalıp çırpıyorlarsa ruhen de beslenmeyen insanların yapacağı tahribatı önlemek oldukça zor olsa gerektir. Bu sebepten insanların din ile tanıştırılmaları kaçınılmaz hale gelmiştir. Kutsalı dışlayan bir fert veya toplumun onun yerine dolduracağı hiçbir nesne yoktur. İnsanları ruhen besleyen gıda dindir. Dinden nasibini almayan fertlerin çıkaracağı problemleri önlemek oldukça zordur. Eğer insanların halim ve selim olmalarını istiyorsak onları ilahi irade tanıştırmak lazımdır.

Cemaatten birisi bir gün hocam, benim çocuk beni dinlemiyor, takmıyor, anne ve baba hakkına riayet etmiyor. Geçen gün o kadar çok kızdım ki nerede ise öldürecektim dedi. Kendisine senin çocuğun yaratıcı kudret olan Allah ile arası nasıl diye sorunca hocam sorma o zaten Allah’a ibadet etmediği gibi ibadet edenleri de engeller.

Şimdi anlaşıldı. Senin çocuk Allah’ı dinlemiyorsa, inanmıyorsa, kulluk yapmıyorsa seni dinlememesi son derece tabiidir, normaldir. Sen sadece kendi evinin idarecisisin. Allah bütün kâinatın hâkimidir. Kâinatın sahibini, hâkimini, yaratanını, rızkı vereni tanımayanın, ibadet etmeyenin insanları tanıması zor olsa gerektir.

İnsanların itaatkâr olmalarını temin etmenin yolu, önce Allah’a kulluktan geçer. Allah’a kul olmayan kula kul olur. Nefsine kul olur. Bu da onu isyana götürür.

Bütün bunları şunun için söyledim. Adilcevaz’ın Atatürk Mahallesi mezarlığında yatan bir gönül ehli, besleyici bir nefes insanların kula kul olmalarından kurtarıp Allah’a kul olmalarını temin eden bir Allah dostu yatıyor.

Bu zat Osman Yüksel Serdengeçti’nin ifadesi ile “Allah diyenlerin, Yallah diye hapishaneye yollandığı” yıllarda bu işe baş koymuş kahraman, dini bilginin “kuduz köpek” gibi kovalandığı günlerde Adilcevaz’lıyı bilgi ile tanıştırmış bir gönül insanı.

Abdulcelil oğullarından, Adilcevaz’lı Emrullah oğlu Bekir. Bediüzzaman’ın özel iltifatını ve ilgisini kazanmış bir fedakar ve cefakar. Onun için şu ifadeler kullanılır:”Ümmi fakat allâmelerin işini gören ve esrar-ı Kur’aniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebeb olan, âhiret kardeşim Âdilcevaz’lı Bekir Ağa…”

Bir insan ümmi -doğal hal üzere kalmış okuyup yazarak tahsil görmemiş- olup ta “allame” -büyük bilgin-lerin işini görme potansiyeli vardır. İşte Bekir Efendi böyle bir özelliğe sahip ihlâs eri.

Kur’an’ın güzelliklerini anlatmada Isparta gibi bir vilayetin “İntibahına” uyanışına vesilelik etme güzelliğine ermiş bir erdemli insan.

Bediüzzaman gibi bir zatın “ahiret kardeşim” iltifatına ve alakasına mazhar olma şerefine eren bir dost.

Kendisine ismi ile değil “Bekir Ağa” diye hitap edilmesi ona olan alakanın ve onu yetiştiren Bediüzzaman’ın insanı nasıl onure ettiğinin en güzel ifadesi. Geçmişte kendisine hizmet edilen, insanları kendisine hizmet ettirenlerin “ağa” sıfatı ile anılması zihniyetini değiştirip, asıl ağalığın insana ve insanlığa hizmet etmekten geçtiğini anlatıyor.

Geçmişte bu bölgeyi -doğuyu- güzelleştiren intibaha getiren devletine isyan ettirmeyen “Rus askerine selam dur Türk askerini arkadan vur” menhus ve çirkin zihniyetinin karşısında sıradağlar gibi duran nefes ve sesin sahipleri kalmadı. Bu gün problemleri bu sebepten çözemiyoruz.

Ahmet Selim: “Toplumsal problemleri yatırımlarla, zenginleşmeyle bu iş halledilir diyorsanız aldanırsınız. Fikri –kalbi psikolojik meseleler parayla çözülmez. “Besleyici” sesler üsluplar aydınlatmalar yok oldu. Ruhları, zihinleri gönülleri besleyici ışıklar çok fersizleşti… Fikri problemler fiille çözülmez…” Derken ne kadar haklıdır.

Doğuyu ve doğulu insanı bir arada tutacak yegâne çimento dindir. Bekir Efendi aslında Bekir Ağa bu muhabbet çimentosunun harcını yapan sevgi ustası. Eğer yeniden bu bölgenin insanını çok güzel bir tatlı çeşidi olan aşure gibi farklı olanı bir arada yaşatacaksak, yaşatmalıyız, başka çaremiz yok. Yapılacak iş Bekir Ağa gibi sevgi aşuresini pişirecek insanların olması gerekir. Mutlaka vardır da… Bu gök kubbenin altı boş değil.

Bekir Ağa sahip olduğu merkebi ile köy köy dolaşıp insanları iman hakikatleri ile tanıştıran hakikat eri. Belki onun mezarını bile tanımayanlar vardır. Fakat geçmişte bu toprakları imanla yoğuran, ilahi rahmetin celbine vesile kılıp bela ve musibetin giderilmesini sağlayan bu besleyici sesler ve nefeslerdir. Bu sese, nefese ve ruha yeniden bu toprakların ihtiyacı vardır. Tarihçi Cemal Kutay’ın gönül insanı için kullandığı bir ifade var “Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslüman’ı”, İnsanımızı yeniden ruhu ile tanıştıracak asr-ı saadet ruhunu taşıyan nefese ihtiyacı vardır. Bunlar da inşallah vardır. Rabbim nasip etsin. Gelin hep beraber gönül ehl-i Bekir Ağaya fatiha gönderelim. Ruhu şad makam-ı ve mekan-ı cennet olsun. Amin.

*
Celiloğullarından Bekir Ağa
Celil Oğullarından Emrullah Oğlu Adilcevaz’lı Bekir Ağa,Bedizzaman’a uzun yıllar hizmet etmiş bu uğurda hapis yatmış bir nur kahramanıdır
Celil Oğullarından Emrullah Oğlu Adilcevaz’lı Bekir Ağa 1869 yılında Bitlis-Adilcevaz’da doğan Bekir Ağa hayvancılık ve çiftçilikle uğraşan Emrullah Bey’in oğludur. Adilcevaz Cevizli mahallesinde ikamet etmiş olan ailenin diğer iki erkek çocuğundan biridir.Diğer kardeşi ise Sadık’tır.
Gençlik dönemini Adilcevaz’da geçiren Bekir Ağa, Abbas oğullarından Elif hanımla evlenmiş ve bu evlilikten Neşet ve Saadet isminde iki çocuğu olmuştur.
Bekir Ağa, Sultan Vahdettin döneminde Batum’da yaşamış, Birinci Dünya Savaşı çıkınca Batum’dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Şarkta, Rus ve Ermenilerin işgaline ve mezalimine maruz kalan Müslüman halk seferberlikte göç etmek zorunda kalınca Bekir Ağa seferberlikteki halkın güvenliği sağlamaya katkıda bulunmuştur. Bu vesile ile de Bekir Ağa ve ailesi Isparta’ya kadar gelmiş ve Isparta’ya da yerleşmiştir. Bununla ilgili Adilcevazlı ve mahallelisi İbrahim KANAR şu hatırayı aktardı. Amcam Süleyman KANAR, Bekir Ağa ile Batum’da çalıştıklarını söyledi ama niçin bulunduklarını anlatmadı. Amcam bana derdi ki biz Bekir’le Batum’da çalışıyorduk. Birinci Dünya Savaşı çıkınca oradan kaçarak vatanımıza avdet ettik. Dönüş yolunda Rus askerlerle karşılaştık. Onları görünce yol üzerindeki buğday tarlasına kendimizi atmak zorunda kaldık. Rusların buğdaya olan hürmetlerinden tarlalara girmediklerini biliyorduk. Aynı kanaate Müslümanların da sahip olduklarına inanıyorlardı. Biz tarlalara girince bunlar Müslüman değil, Müslüman olsalardı tarlaya kendilerini atmazlardı diyerek bizden vazgeçtiler. Böylece kurtulmuş olduk. Adilcevaz’a gelerek ailelerimizi alıp seferberlikten dolayı göçe katıldık. Ahlat’ın Yamlar mahallesine geldiğimizde Türk askerleriyle karşılaştık. Orada Bekir Ağa, hem askerlerimize hem de halkımıza kılavuzluk yaparak çok fedakârlıklar gösterdi. Bekir Ağa çok akıllı ve zeki idi. Muktezay-ı hale göre davranmasını ferasetiyle bilirdi. Türk askerleri Ruslardan habersiz ilerlerken saldırıya uğrama ihtimali varmış. Çünkü Ruslar yol üzerinde savunma amaçlı olarak mevzilenmişler. Asıl amaçları olan Müslüman halkı kırmak için planlar yapmışlar. Bekir Ağa bunu fark ederek Türk ordusunu Ahlat’ın Tunus Mahallesi tarafına mevzilendirerek askerlerimizin büyük bir zayiat vermesini engellemiş Rusların da ilerlemesine engel olmuştur. Halk da bu sayede güvenli bölgelere aktarılmış oldu.Bekir Ağanın o yıllarda kırk yaşında imiş.
Bekir Ağa, artık Isparta’nın Bahçeler Mahallesinde Ayşe UZUNOĞLU isimli bir hanımın evinde kiracı olarak ikamet etmektedir. Çerçicilik (merkep üzerinde seyyar satıcılık) yaparak geçimini sağlamaya başlamıştır.
Bekir Ağa, şarktan hemşerisi bir hocanın Isparta’ya sürgün geldiğini duyunca ziyaret eder. Bu hoca şarkta Molla Said-i Meşhur diye namlaşan Bediüzzaman Hazretleridir. Bediüzzamana artık talebe olmuştur.
Bekir Ağa, ümmi idi okur yazar değildi. Risale-i Nurun ruhunda uyandırdığı heyecan ve feveranla Risale- Nurları müştakların eline yetiştirme hizmetinde bulunur. Risale-i Nurları dinledikçe bu hakikatleri muhtaçlara mutlaka ulaştırmalıyım diye ruhunun ve kalbinin “Haydi! Haydi! “ nidalarına lakayt kalamaz, Merkebinin üzerine yerleştirdiği heybelerin alt kısmına Risaleleri üst kısmına patates ve soğanları yerleştirerek bir irfan abidesi olarak en uzaktaki köylere varıncaya kadar köy köy dolaşmaya başlar. Vardığı köylerde “Burada alim bir zat, hoca veya okuma yazma bilen yok mu?” diye sorar nerde iseler bulur yanlarına yaklaşırdı. Onlara kendisinin okuma yazması olmadığını, eline bir kitap geçtiğini söyler ”Siz okuyun ben dinleyeyim neden bahsediyor?” derdi. Kitabı eline alıp okumaya başlayanlar “Dert vardı derman yoktu. Derman ayağımıza geldi. Hasta olanın ayağına Allah doktoru gönderirmiş.” Diyerek aradıkları hakikati ma-i zemzem gibi kana kana içmeye başlarlar. Sen bu kitapları nerden aldın, nereden elini geçti” diye sorarlar. Bekir Ağa da Bediüzzaman Hazretlerini tanıtarak onların da talebe olmasına vesile olur. Bu şekilde Isparta’da mühim ve kadım Risale-i Nur talebeleri ortaya çıkmaya başladı. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu hizmetinden dolayı kendilerine “Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, âhiret kardeşim Âdilcevazlı Bekir Ağa” diye iltifat etmişlerdir.**
Bediüzzaman’ a uzun yıllar hizmet eden Bekir Ağa, 1935 te Eskişehir hapishanesinde de diğer nur talebeleri ile birlikte tevkif edilmiştir. Bekir Ağa, 1937-1938 yıllarında Üstadımızdan izin alarak memleketine geri döner.
İsparta’dan geldikten sonra beraberindegetirdiği ayakkabılarla dükkân açar bir muddet bu işi yaptıktan sonra başka birine devrederek bu işi bırakarak baba mesleği olan hayvancılık ve çiftçilikle uğraşmaya başlar. Bu hususta komşusu olan İbrahim KANAR’ın Bekir Ağanın bu iş ile ilgili olarak anlattığı hatırasında- Benim Bekir Emmi ile yakın komşuluğumuz vardı.1958 yılında bir ortaklığımız oldu.İki öküz benim vardı, iki öküz de Bekir Emminin vardı.Bana iki öküzün hakkını vererek Bekir Ağa ile o yıl onun tarlalarında çalıştım.Hiç unutmam bana o yıl çalışmamın karşılığında 30 lira verdi.Bana hep nasihat ederdi.Bir gün bana dedi ki sana iki şey tavsiye edeceğim.Birisi namazını mutlaka kıl diğeri seni idama götürseler de yalan söyleme. Çünkü doğru söylersen seni idam etmezler. Yaşlılar kendisine Bekir Ağa diye hitap eder. Biz gençler de kendisine Bekir emmi derdik. Bekir Ağa hep beyaz giyinir bazen beyaz bir cüppe ile de dolaşırdı. Sözünde hep bir tesir vardı. Sanki başka bir yerden alıp anlatıyordu. Dargın olan aileleri barıştırırdı. Muvaffak olduğu işlerinde bunu hep üstad yapıyor derdi. Oğlu Neşet ile başı hep sıkıntılıydı.Bununla.alakalı bir hatırasında bir gün neşetVan’da kaza yapar. Suçlu bulunur ve hapse atılır. Bekir Ağa tarlasını satarak Van’ a gidip oğlunu kurtardı. Ben dedim ki Bekir Emmi bu çocuk senden ayrı ve sana da hayrıda yok. Niye böyle yapıyorsun? Bunun üzerine Bekir Emmi hafiften tebessüm ederek dedi ki o bana emanettir. Nasıl emanettir dedim. Isparta’da kaldığımız günlerde iken Neşet çok yaramazdı o zaman 15 yaşında idi.Bir gün üstada dedim ki bu çocuklarıma dua et. Üstad bana dedi ki Cuma günü hutbeden sonra dua saati var. Şu saatin şu dakikasında bana hatırlat. Onlara dua edeyim. İnşallah Allah kabul eder. Ben 3 Cuma o saatte saati elime aldım bekledim. Fakat o dakikada o üç Cumada da bana unutturuldu ve üstada söyleyemedim. Ondan sonra üstad bana dedi ki bunun mukadderatı böyledir, böyle gidecek.Ama Kızım benim kızımdır. Ama oğluna dua yok dedi. Onun için benim ona bakmam lazım. Onu kendi başına bırakamam dedi .Diyebilirim ki mülkünün büyük bir kısmı oğlunun yüzünden hiç yere gitti.
Bekir Ağa Memleketi Adilcevaz’da da Risale-i Nur hizmetine devam eder. Özellikle köylerde hususan Erikbağı ve Aydınlar köyüne çok gider oradaki müştaklara ulaşır. Bu arada Erikbağı köyünden hizmetine engel olmak isteyen hainler tarafından 1961 de vurularak şehit edilen ve nurun ilk şehidi olan Nevruz ÇAKAN’ DAN bahsetmemek olmaz.Rahmetli muzaffer abi bize hep anlatırdı, Bu zat Adilcevaz’da çarşıda dolaşırken Bekir Ağaya rast gelir. Kendisine ”Ben bir tarikata girmek istiyorum, ne yapayım .(Bizim burada yaygın inanışa göre tarikatsız ölen imansız ölür.) Ben ne yapayım, hangi tarikata gireyim, bana yol göster.”der. Bekir Ağa, “Kardeşim ne tarikatı ne yolu artık tarikat zamanı mı ,bir zat çıkmış ki onun eserlerini okuyan imanını kurtarıyor işte Bediüzzaman ve eserleri Risale- i Nur onları oku.” Der kitap verir. Nevruz ÇAKAN Ağabey, evine gider okumaya başlar.”Aman Ya Rabbi! Bu ne feyiz, bu ne ilim, bu ne büyük bir eser!” Der. 40 yılda tahsil edilemeyen mesafeyi 40 dakikada vasıl olur. Ruhunda bir inkişaf ve inşirah bir kemalat, ciddiyet, ihlâs ve sadakat… Artık yerinde duramaz her akşam evinde ders olur. Kendisi fakir, geçimini zor sağlayan ayağında eski bir çarık üzerinde bir köylüdür ama büyük bir fedakârlıkla hizmet eder. Risale-i Nurları okur, kendinden geçer, ağlar, kitap elinden düşer, alır yine okur. Köylü ona meftun, dinlemeye koşarlar. Nurun âşıkları çoğalır. Bekir Ağaya muavin olur. Köy köy dolaşırlar. Üstadını ziyaret etmek ister, fakirdir. Tevekkeltü Alellah der yola düşer. Isparta’ ya yetişir üstadı sorar bir kahvede oturmaya başlar. Kahveye gelen biri Adilcevaz’dan gelen kimdir der Nevruz Ağabey şaşırır nerden geldiğini kimselere söylememiştir. Benim der. Üstadımız seni bekliyor derler ve peşine düşer. Üstadı görmeye, elini öpmeye ve duasına muvaffak olur. Üstadımız Bekir Ağayı sorar, cebine bir şeyler koyar, kitap verir ve der ki”Hemen çık araba hazır.” Şarka giden araba yoldadır. Atlar ve birkaç aktarma ile kışın gece vakti Bitlis Tatvan ilçesine ulaşır. Dışarıda 1 metreyi aşmış kar var. Gidecek yeri yok. Yolda tipide yürümeye başlar. O esnada Tatvan da saliha bin kadın rüyasında üstadı görür. Üstadımız ”Kalk benim bir misafirim var dışarıdadır adı Nevruz’dur onu çağır”. Der ve evsafını tarif eder. Bu rüyaya bir anlam veremez yine yatar ama rüyayı yine görür. Uyanarak evlatlarını kaldırır durumu anlatır. Dışarıya bakmalarını ısrarla ister. Oğulları dışarı çıkarak “Nevruz Abi! Nevruz Abi!” diye bağırırlar. Nevruz Ağabey, gece karanlıkta ve tipide kendisine seslenenleri duyar ve sese doğru hareket eder. Eve ulaşır muhterem saliha kadının rüyasındaki evsafa uyduğu görülür. Misafir ederler, ağırlarlar. Dışarıda yolda az ileride de askeri karakol vardı eğer devam etseydi hem kitaplar ele geçecekti hem de tevkif edilecekti. Ertesi gün ev sahipleri başka bir noktadan geçirerek Adilcevaz’ a ulaşmasını sağlarlar. Nevruz Ağabey Adilcevaz’a ulaştığında cebine bakar ki giderken cebindeki para ile dönüşündeki para aynıdır…
Üstadımızı görmüş olmanın şevki ve gayretiyle Bekir Ağaya eşlik ederek hizmet eder. Fakir ve geniş bir aileye sahip olmayan bir köylünün etrafında genişleyen nur halkası muarız kıskanç hocanın nüfuzunu kırar. Bu hocanın marifetiyle aleyhte olanlara fitne vererek engellenmek istenir ve vücudunun kaldırılmasına karar verilir. Bu iş için iki tane katil tutulur. Köylüler tehlikeyi anlarlar Nevruz Ağabeye dikkatli ve temkinli olmasını rica ederler. Kendisi hizmet yolunda şehadeti arzulamaktadır. Mübarek üç aylardır ve kendisi o gün oruç tutmuştur. Sırf davası uğruna sıcak bir yaz gününde kendisine ait üzüm bağında çalışırken 30 Ağustos1961’de silahla vurularak şehit edilmiştir. Kabri Adilcevaz Erikbağı köyündedir.
Katilleri olan o iki kişi samanlıkta saklanırken samanlık tutuşur ve feci şekilde can verirler. Azmettiricisi olan Karamolla namlı hoca da yatağında uzun zaman yattığından derisi lime lime olarak acı içinde can vermiştir.
Bekir Ağa da bu zorlu şartlarda hizmetine ve hayatına devam ederken 1961 yılında 91 yaşında Nevruz Ağabey ile aynı yılda vefat etmiştir. Kabri Adilcevaz Cevizli Mahallesi Karaveli Mezarlığındadır. Kendisine Allah’tan rahmet diler, şefaatlerine mazhar olmayı Rabbimizden niyaz ederiz.
_____________________________________________________________________
** Bu mübarek zat diyar diyar geziyor. Çerçicilik yapıyor. Takip var, zulüm var, sürgün var, tehdit var! Buna rağmen “heybesinden” hiç eksik etmediği Risâle-i Nurları neşrediyor. Muhtaç gönüllere ulaştırıyor. Tebligatından asla ve kat’â vazgeçmiyor. Muhataplarını arıyor ve buluyor! Evet, aklın durduğu, iz’ânın kavramakta güçlük çektiği, idrakin tartmakta âciz kaldığı anlar, olaylar ve şahıslar bu kudsî hamurun içerisinde. (Vesile olduğu Üstadın saff-ı evvel talebelerinden Halil İbrahim Çöllüoğlu ‘nun beyanı üzerine Nejat EREN – Yeni Asya)

Hazırlayan: Fikret SAYICI




BÂTILI TASVİR…

BÂTILI TASVİR…
Bizim sanatımız bir asırdır avrupadaki gibi,bâtılı tasvir üzerine bina edildi.
“Bâtıl şeyleri iyice tasvir,safi zihinleri idlaldir.”Yani bozmaktır,hakikatından uzaklaştırıldı.
Adına dini kanalda denilse,sanat adına batıl tasvir edilmektedir.
Mesela,Samanyolu tv;-Hakkını helal et-,-Tek Türkiye-,-Kollama- ve özellikle ve özellikle,Çanakkale savaşına denk gördüğüm,Ergenekon terör örgütünün deşifresi konusunda cesurane adımları hayrı ve başarıyla yâdedilecek çalışmalarındandır.
Ancak Özellikle –Osmanlıda derin devlet-adlı dizinin 4.dizisinde çirkin bir tecavüz olayı sahnelenmiştir.
Zihinlerde kalacak çirkin bir tasvir.
Gerçekleri söylemek için,illa ki çirkini fiiliyata mı dökmek gerekir.
Bu bana sanatçı geçinen bir sinema sanatçısının;sinema sahnelerinde kendisine sekiz yüzden fazla tecavüz olayının sahnelendiğini,tecavüze uğradığını çok rahat bir şekilde anlatışı ve bunun medyaya yansıyışı geldi.
Bu durum bu tv-kanalını kirletir.Temizlenmesi de zor olur.
Dizi furyası içerinde tüm tv-ler bir yarışa girdi.
Dizi yapma yarışı.Bu yarışta çok yanlışları da beraberinde getirmektedir.
Bu kanal diğer dizilerde de aynı hassasiyeti gösterip,bir şeyler vereyim derken,bir şeylerin kaybedilmesine sebep olmamalıdır.
Safi zihinlerin bulandırılmamasına dikkat edilmelidir.
Hayatı ve düşünceleri bozanlar çokken,birde saf zihinler böyle güvenilen kanallar tarafından bozulup kirletilmemeli,bulandırılıp saptırılmamalıdır.
Her halde anlaşılmıştır.
Sanat sanat için değil,toplum ve değerleri içindir.
Gerisi angarya ve yorulmadır.Vebali kalır.
MEHMET ÖZÇELİK
22-05-2013




BEDEVİLER

BEDEVİLER
Kur’an-ı Kerim-de Bedeviler ifadesi 4 surede,10 ayette geçer.
Bedevi;çölde yaşayan,şehrin özelliklerinden uzak ve uzakta,medeni ve medeniyetin kurallarından uzak yaşayan kimselerdir.
Bir kişi en medeni devlet ve mekânda da olsa,medeni olmadıktan sonra bedevidir.
Kur’an-da Bedeviler tanımlanır ve onların özelliklerinden bahsedilirken,şu özellikleri ortaya çıkar;
-Yalan söyleme.
-Cehaletten kaynaklanan sebeble inanmama,yontulup düzenlenmeme cihetiyle de nifak ve münafığa teşbih edilmiştir.
Zira Kur’an-da Münafıklardan bahsedilirken,onların;Huşubun müsennedeh-“Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler.”
Yontulmaya ihtiyaçları vardır.
-Kendimenfaatlarını,başkalarının zararına tercih ederler.
-Misafir-perverdirler.
-Azap ve sıkıntı üzerlerinden eksik olmaz.
-Peygamberde olsa,kendi canlarını ve hayatlarını tercih ederler.
-Uğrak yerlerde bulunduklarından haberin kaynağına sahiptirler.
-Mal ve ailelerine düşkün olup,kalbleriyle dilleri arasında bir fark yoktur.
-Kalblerini doldurma ve doyurma yoluna gitmezler.
-Sözlerinden dönme özelliğine sahiptirler.
“Bedevîlerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah’a ve Resûlüne yalan söyleyenler ise (mazeret bile belirtmeden) oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara elem dolu bir azap isabet edecektir.”
“Bedevîler inkâr ve nifak bakımından daha ileri ve Allah’ın peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bedevîlerden öyleleri vardır ki, (Allah yolunda) harcayacakları şeyi bir zarar sayar ve (bundan kurtulmak için) size belâlar gelmesini beklerler. Kötü belâlar kendi başlarına olsun. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
Bedevîlerden kimileri de vardır ki, Allah’a ve hret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. Bilesiniz ki bu, (Allah katında) onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
“Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.”
“Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah’ın Resûlünden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay yoktur ki karşılığında kendilerine iyi bir amel(in sevabı) yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların mükâfatını elbette zayi etmez.”
“Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.”
“Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanları sana, “Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu; Allah’tan bizim için af dile” diyecekler. Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah, sizin bir zarara uğramanızı dilerse, yahut bir yarar elde etmenizi dilerse, O’na karşı kimin bir şeye gücü yeter? Hayır, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
“Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanlarına de ki: “Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır.”
“Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
Bedevi yontulmamış kişi.
Doğudaki cehaletten kurtulmamış insanlarda böyledir.Kabadır,yontulmamıştır.
Ondandır ki çok çabuk oyuna gelmektedirler,Sürekli kaşınan yaralardan irinler akmakta,ihtilaflar bir tavuk bahanesiyle bile çok rahat körüklenmektedir.
MEHMET ÖZÇELİK
17-03-2013




BÖREKÇİNİN İDAMI

BÖREKÇİNİN İDAMI
Rahmetlik pederim çalışmak amacıyla 1960 yılında İstanbula gitmişti.Orada iş yerine yakın olan mekanda,şahit olduğu bir olayı şöyle anlatmıştı;
Yıl 24 Aralık1960 yılıdır. İdamın gerçekleştiği tarih.
1955’in 27 Eylül sabahı üsküdar sinanpaşa mahallesinde oturanlar kesif bir yanık et kokusu ile uyanırlar.
*Bir börekçi Ali vardır.Börek yapar satardı.
Yanında çalıştırdığı çocuk yaşta genç birde işçisi bulunmaktaydı.
Bu börekçi haftanın belirli günlerinde işçisini erkenden gönderir ve kendisinin doğuya iş amaçlı olarak gideceğinden dolayı belirlediği gün üzerinden birkaç gün gelmemesini söylerdi.
Bu işlemi arada bir yapardı.
Yine bir gün işçisini erkenden göndermişti.
İşçi bir ara dükkanın önünden geçince,dükkan darabasının tam kapanmadığını görür ve içeriye doğru bakınca korkunç bir kokuyla karşılaşır. Durumu hemen emniyete bildirir. Emniyet mensubları gelip uzun araştırma ve soruşturma sonucunda şu raporu tutar;
Börekçi parasının çok olduğunu düşündüğü kimseleri alış veriş bahanesiyle dükkanına çağırır ve orada öldürerek,tanınmaması için onu fırında yakardı.
Uzun süren soruşturma sonucunda;
Börekçi Ali idam edilir ve 5 saat 23 dakika ipte kalır ve sonra belediye tarafından gömülür.
Pederimin ise yıllardır hayret içerisinde dile getirdiği durum ise;onun sarkan dilinin o kadar nasıl uzun olduğu idi.
Onun asılı olarak gördüğü halinin gözünün önünden hiç gitmediğini söylerdi.
Olayın detayı gayet uzun ve farklı olarak da anlatılmaktadır.
Börekçi Ali’nin idamlık olmasına rağmen hukukun ya işlemeyişi veya yavaş işleyişi bu gün olduğu gibi,hapishanelerde 129 bini aşkın insan yatmaktadır.
En kolay yapılan iş,suç işilemek olmuştur.Herkeste bundan şikayet etmekte,ancak bir türlü çözüm ortaya konulmamaktadır.
Çünkü suçun caydırıcılık durumu yoktur.
Börekçi Ali’nin durumunu gören ve bunun işleyişine şahit olan insanlar,hiç insan canının kıyılmasına cesaret edebilirler mi?
MEHMET ÖZÇELİK
21-05-2012




BU OYUN BİTMEZ

BU OYUN BİTMEZ
Kurtlar vadisi dizisi bitmez.Oynanmaya ve oyunlara devam edilir.Oyuncular da bitmez.Ne de olsa meraklısı ve isteklileri vardır,olur da.
Türkiye-deki entrikalar bitmediği sürece bu da devam eder.
Ve bitmeyeceğe de benzemekte ve görünmektedir.
-Nizama adanmış ruhlar-da öyle.
-Tek Türkiye- şimdilik bitti.
Ve bizlerde bunları yazmaya ve kitaplar basmaya da devam edeceğiz.
Türkiye kaypak zemin üzerindedir.
Bir asırlık bu milletin damarlarında kan gibi dolaşan virüsler bu milletin kanını bozmuş,dna-sını değiştirmiştir.
Onu hasta etmiş,hastalığa meyyal hale getirmiştir.
Farklı renklerde ortaya çıkmaktadır.
Türkiye-nin kaymış olan ekseninin düzeltmesine mani engeller her yola döşenmiştir.
Mesela; Ortada tam bir tezad hüküm sürmekte ki; samanyoluhaber-in önceleri topa tuttuğu kişileri şaibeli olmalarına rağmen şimdilerde görüşüne baş vurması ve öne çıkarması gayet düşündürücüdür.Ortada tam bir kirlilik ve şiddetli bir şaibe sürmektedir.
Şu bir gerçektir ki;fitneyi karıştıran nifak odakları,davaları için her vesileyi kullanırken,kullandıktan sonra da ister başarılı olunsun isterse de olmasın,o eli kırar,yalnızlığa itip,tereddüt göstermeden harcarlar.
MİLLET KAZANDI
Cemaat destekli chp-nin seçim sonucunda artma değil düşmenin olması, cemaatın bulunduğu manevi cepheyi terk ederek,maddi iktidar düşüncesinin bir hezimetidir.
Hz.Ali,Hasan ve Hüseyine yaramayan maddi saltanat,bu zamana kadar kendisini göstermiş ve Bediüzzamanın;”Euzü billahi mineş şeytani ves-siyaseti” yani siyasetin ve şeytanın şerrinden Allah-a sığınırım.-hakikatını doğrulamıştır.
Böyle şahsiyetleri diskalifiye eden siyaset,onların eline su dökemeyecek olan kimseleri hayda hayda eleyecektir.
Belli ki bunlardan hala ders alınmış değil.
Manevi saltanattaki yerini terk eden hoca efendi,etrafının da yanlış telkinleriyle maddi köşke talib olmuş,bu da kendisinin ve cemaatının;hayalen,fikren,ruhen,madden ve manen kaybına sebeb olmuştur.
Eğitimde kurduğu sendika denemeleri sonuç vermeyen cemaat,iktidar denemesinde ise daha büyük kaybı yaşamış ve de yaşatmıştır.
Bundan sonraki zaman süresi içerisinde bu durum hırs ve hınca düşmemeli, tekrar manevi hizmete dönülmelidir.
Cemaatın bu maddi kaybı;kendilerinin de ve genelde toplumun da maddi manevi kaybına sebeb olmuştur.
Sonuç olarak cemaat kaybetti,toplum kazandı.
Kirlenmenin yerini arınma almalıdır.
*Haberlerden de gün be gün takip ettim ve kızımdan da üniversitedeki arkadaşlarından aktardığı bilgiye göre;cemaat temiz ve iffetli kız öğrencileri,kirli ve lekeli yollara,sokağa ve menfi propağandaya sevk etmiştir.
Bu affedilmeyecek bir zulüm ve cürümdür.Bir kirlenmedir.
Bunu tükürük bile temizlemez.
Artık muhasebe zamanıdır.
Cemaat siyasetten elini çekmeli.
Kirli ve şaibeli insanlara maddi manevi desteğini bırakmalıdır.
İçindeki kirli ve lekeli insanların,gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasından sonra, bütün bu olayları kaderin bir tecellisi olarak görüp,temiz insanlarla yoluna devam etmelidir.
Bu seçimde ne chp ne mhp kaybetmiş değildir.Kazananda akp olmamıştır.
Kaybeden cemaat birimleri olmuştur.
*Bundan sonraki dönemde ise başbakan kazandığı % 50 başarısını, cumhurbaşkanlığına adayını koyarak % 70-e çıkaracak,yerine de muhtemelen Numan Kurtulmuş-u getirecektir.
Aslında kavganın altında ve cemaatın saldırısında yatan bu planı engelleme olsa gerek…
*Dünya güzel olsa idi doğarken ağlamazdık.
Yaşarken temiz kalsa idik,ölünce yıkanmazdık.
*Bir nar ağacı vardır, bir de dar ağacı; Namerde nar düştü, yiğide dar ağacı…! (N. F. Kısakürek)
“Dünya bir misafirhânedir. İnsan ise, onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımâtı tedârik etmekle mükelleftir. En ehem ve en elzem işler takdim edilecektir. Halbuki, siz ekseriyet itibâriyle şu fânî dünyayı bir makarr-ı ebedî nokta-i nazarında ve gaflet perdesi altında, dünyaperestlik hissiyle işlenmiş bir sûret sizde görülüyor. Öyle ise, hakperestlik ve âhireti düşünmeklik esasları üzerine müesses olan ubûdiyetten hisseniz pek azdır.”
*”Ben nefsimi tebrie etmiyorum. Nefsim her fenalığı ister. Fakat şu fâni dünyada, şu muvakkat misafirhanede, ihtiyarlık zamanında, kısa bir ömürde, az bir lezzet için, ebedî, daimî hayatını ve saadet-i ebediyesini berbat etmek, ehl-i aklın kârı değil. Ehl-i aklın ve zîşuurun kârı olmadığından, nefs-i emmârem ister istemez akla tâbi olmuştur.”
MEHMET ÖZÇELİK




CHP’YE YAKIŞTI VE DE YAKIŞIR!!!

CHP’YE YAKIŞTI VE DE YAKIŞIR!!!
İnsanın ve insanlığın seviyesine çıkamayanlar,insanları kendi seviyesi (zliği )ne indirirler.
Chp yüzde beşin partisidir.kökü bereketsiz bir partidir.Üreten değil,tüketen bir partidir.
O yüzde beşin içerisinde de ateistinden sefihine,şaibeli bir çok kimseye dâyelik yapmaktadır.
Chp mecliste tesettürlü girenlere karşı terör estirecekmiş.Onlara yakışır.
Çünkü o meclisin ve mahallenin huysuz çocuğudur.
Chp hem oyun kurar! Ve hem de oyun bozar.
Onun yapısı ve görevi muhalefette kalmak,sürekli her şeye istemezük kafasıyla muhalefet etmektir.
Ancak bu sefer akıllılık etti,ucuz patırtılarla geçiştirdi.Demek ki onda da bir olgunlaşma var.
-Bu milletin seçmiş olduğu bir milletvekilini –Merve Kavakçı;-dışarı dışarı –diyerek terör estiren Bülent Ecevit –toprağı bol olsun – geriye pek olumlu olmayan,kötü hatıralar bıraktı.
Kıyamet kopana kadar sadece bunun sorgusunu bile bitiremeyecek bir sorumsuzluğa imza atmış oldu.
Şimdikiler yani eceviti takip edeceğini gösteren chp lanetlenmek asırlar boyu lekeli kalmamak istiyorsa –ki şimdiye kadar aldığı lekeler büyük okyanus tarafından bile temizlenemez.- böyle bir yanlışa tevessül etmesin.
Chp ve üyeleri bukalemun gibi bir türlü rengini –ki bilinse bile –belli etmemekte,renksiz kalmaktadır.
Chp-nin savunduğu ve peşinden gittiği kimselere bakıldığında,çoğunun tartışmalı kimseler olduğu görülmektedir.
*Rahmetlik dedem derdi;Evlat,evelden eşkıya dağda idi,şimdi şehre inmiş.
Dedem bir kalksın şimdi baksın!
Meclise mi inmemiş,askeriyeye mi girmemiş,adliyeye mi sızmamış,milli eğitime mi müdahil olmamış?
Ki;adam çapulculuğuyla şeref ! duyuyor.Çapulcular partisi kuruyor.
Eğer yarında;-Namussuzlar partisi – kurupta;
-Ne var yani?Namussuz olduysak,insanlıktan çıkmadık ya!!!
Denilirse de şimdiden şaşılmasın…
İşin garibi de aslında aynı zamanda pek de bilineni;halkın partisi olduğunu söyleyen chp,bunlara yani travestilere,şaibeli ve kirli insanlara,ergenekona sahip çıkmaktadır.
Bu millet gerçekten de chp-yi bu yanlış işlerinden dolayı kendi iradesiyle hiçbir zaman başa geçirmeyeceğini bir kere daha isbat etmiştir.
Bu da onlar tarafından çok iyi bilindiği içindir ki;gayrı meşru yollara tevessül etmektedirler.
*Evvelden bir Fransız maraşı işgal ediyor,bacımızın örtüsüne dokunuyor ve ona ve onun sürülerine bir sütçü imam yetiyordu.
Şimdi ise bu durum bir kişiyle değil ve de milletin meclisinde yapılıyor.
*Dün zahmetli Ecevit gibi,dünden bu güne chp-de rahmetsiz ve çok zahmetli bir parti olduğunu katmerli olarak gösterdi,göstermekte ve de gösterecektir.
Kuruluşunda bu var.
*Fransız olanlar ve kalanlar,meclisi işgal ediyor.
İzmirde denize döküldü denilen yunan,bu gün hepsi birden;eşkiyasıyla, çapulcusuyla, travestisiyle,bilmem ne menemiyle artık kurumsallaşıyor,siyasallaşıyor.
Tükürün zalimlerin o hayasız yüzüne tükürün…
Yaşasın zalimler için cehennem..yaşasın…
MEHMET ÖZÇELİK
31-10-2013




Dosyalar-İndir

Yeryüzünün Yürüyen Yıldızları

veciz sozler

Vaaz ve Hutbe Örneği

Tesbitler

Teklif ve Projeler

Tarih-Osmanli

Tahliller

Şuurdan Damıtmalı Şiirlerim

snnet- senyye

rhkaynaklar

Peygamberimizi ve Bediüzzamanı Rüyada Görenler

orijinal tesbitler

Kalem ve Kelâm

kafiye_avamil

İŞARAT-ÜL İ’CAZ-DA GEÇEN GRAMERLER VE İFADE ETTİKLERİ MÂNALAR

İslamda Kadın ve sosyal hayat

İslâm ve Kur’an

İslam Hukuku-Sorular ve Cevablar

imza

İktibaslar-2-

Hakikat Pınarı

Haftalık Makaleler

gündem ve harman

Fıkıh-Kelâm

Edib ve Yazarlar

Düşündüren Olaylar-2-

Düşündüren Olaylar

Dini Hikayeler

Belgeler

Asırların Özeti Asrımız

allahin varlii

Allaha-Kadere-Peygamberlere iman ve Hz.Muhammed

Akıllı Hamdi

ahret ahval

Ahirete İman

Adıyaman Nur Röportajlari




RİSALE-İ NURDAKİ ESERLERİNDEN İŞARAT-ÜL İ’CAZ-DA GEÇEN GRAMERLER VE İFADE ETTİKLERİ MÂNALAR

İŞARAT-ÜL İ’CAZ-DA GEÇEN GRAMERLER VE İFADE ETTİKLERİ MÂNALAR




KÂFİYE VE AVÂMİL

KÂFİYE VE AVÂMİL

“Molla Câmi Işığında ve Eklerle”

K Â F İ Y E V E A V Â M İ L T E R C Ü M E S İ

“Risale-i Nur’da Gramer ve Metodu”

Tercüme eden ve Hazırlayan Mehmet ÖZÇELİK

Not:Bu eser Molla Câmi’den istifade edilip temsillerinden yararlanarak,ek notlarla zenginleştirmek suretiyle Tercüme edilmiştir.

Kitabın yazarı İbnül Hâcib;Zemahşerinin Sibeveyhin yazdığı -el Kitab-adlı eserinden özetlemiş olduğu -Mufassal-ını özetlemiş son üç önemli Nahivcilerin sonuncularındandır. (Ö.1249)Kâfiye nahvi,Safiye ise Sarfı ele alır.Basra ve Kufe mektebinin görüşlerini benimser. Kitabında 24 ayetin,13 şiirin,8 atasözün yer aldığı ifade edilir. Osmanlı medreselerinde, Birgivi-nin yazdığı Avamil (Bak.İslam Ansiklopedisi.4/106-107)ve İzhar (Avamil’in şerhi.Bak.islam Ansiklopedisi.23/506) adlı eseriyle beraber,Kâfiye kitabı en çok okunan nahiv kitabıdır.Bu kitabın Arapça-farsça ve Türkçe olarak yapılmış 150 kadar şerhi ve bunlara da yapılan Haşiye ve Ta’likleri vardır.(Bak.İslam Ansiklopedisi.24/153-154,21/55)Tavsiye edilip faydalanılacak olan eserlerdendir.

K Â F İ Y E

KELİME : Mânasının yaptığı tesirden dolayı yaralamak anlamınadır.

İstilahen;Müfred bir mâna için konulan bir lafızdır.

Kelime üçe ayrılır:İsim-Fiil-Harf.

Kelime;Başkasına ihtiyaç duymadan kendinde olan bir mânaya delalet ederken,Harf ise kendinde olan bir mânaya delalet etmez.

Mazi,Hal ve İstikbal gibi üç zamandan birisiyle gelip,delalet etmesi cihetiyle fiil,olup,delalet etmemesi cihetiyle de isim olur.

KELÂM :İsnad sebebiyle yani iki kelimeden birini diğerine isnad etmekle hasıl olan,iki kelimenin kapsadığı söz ve mânadır.

Bu Kelâm;Müsnedün İleyh ve Müsned gibi iki isimde veya Müsnedü İleyh gibi bir isim ve Müsned gibi bir fiilde hasıl olur.

İSİM :Üç zamandan birine bitişmeksizin,kendinde olan bir mânaya delalet eden isim;lafzi ve mânevi diye ikiye ayrılır:

Lafzi;Lâm- ta’rif,Harfi cer ve Tenvin olurken,mânevi de diğerlerini ifade eder.

Özellikleri ise;Mübteda,Fâil ve Muzaaf olup,bazısı İsmi Fâil gibi âmil,bazısı da değildir.Müsnedü İleyh ve izafe alması.Müsnedü İleyh ise;Mu’rab ve Mebnidir.

MU’RAB : İsmin kısmından olan mu’rab;Binada asıl olan Mebniyyi Asla benzemiyen terkibdir.

Hükmü ise;Lafız veya Takdir yönünden âmillerin değişmesiyle,sonunun değişmesidir.

Lafzene Misal: ( مَرَرْتُ بِزَْيدٍ}(رَاَيْتُ زَيْدأً)(جَاءَنىِ زَيْدٌ)

Takِdirene misal: ( مَرَرْتُ بِفَتىً) (رَاَيْتُ فَتآً) (جَاءَنىِ فَتآً)

Aslına misal( فَتْيٍ)(فَتْىاً)(فَتْىٌ)

İ’RAB : Fâiliyet,Mef’uliyet ve İzafet gibi sebeblerle Mu’rab üzerine peşpeşe gelen mânalara hareke veya harf sebebiyle sonu değişendir.

-İsmin i’rabının nevileri;Ref’,Nasb ve Cer’dir.

-Ref’;Fâiliyet alameti.

-Nasb;Mef’uliyet alameti.

-Cer ;İzafet alametidir.

-İ’rab;Lafzî,Takdirî,Mahallî diye üçe ayrılır.

-LAFZÍ İ’RAB :İ’rabın açık ve okunur olanına denilir.Yani harekeler,kelimenin son harfi üzerinde görülür ve okunurlar.

-TAKDİRÍ İ’RAB : Kelimelerin özürlü ve dile ağır gelmesi sebebiyle,harekelerin görülmemesi ancak var kabul edilmesi demektir.Yani i’raba göre harekesi takdir edilir. Buda;

1) Mütekellim Yâ (ى) sına muzaf olan kelimeler. Misal:

جاَئَنىِ غُلا َمى ِ(ر َاَْيْتُ غُلا َمى ِ)(مَرَرْتُ بِغُلا َمى ِ)

2)Son harfi (ا) olan kelimeler.Misal:

جا َئَنى ِعَصا َ(رَاَيْتُ عَصا َ)(مَرَرْتُ بِعَصا َ)

3)Son harfi Vav-Yâ (و-ى) olan kelimeler.Ancak burada nasb halinde i’rabları takdirî değil,lafzîdir.Misal:

جا َئَنى ِا ْلقا َضى ِ(رَا َيْتُ ا ْلقا َضى ِ)(مَرَرْتُ با لْقا َضى ِ)

MAHALLÍ İ’RAB :Gerek mebni kelimelerin ve i’rab alan cümlelerin i’rabı mahallidir.Misal:

جا َئَنى ِ هَذا َ(رَايْتُ هَذا َ)(مَرَرَْتُ بِهَذا َ)

ÂMİL : İ’rabı gerektiren mânanın kendisiyle hasıl olmasıdır.

جا َئَنى ِزَيْدٌ – جا َءَ –âmilinin – زَيْدٌ- fâilini gerektirdiği gibi.

-Müfredi Munsarıf,Cem’i Mükesseri Munsarıf bunların ref’i zamme iledir.Nasbı fetha,Cerri kesre iledir.Misal:

(جَائَنِى ِ رَجُلٌ وَ ر ِجاَ لٌ)(رَا َيْتُ رَجُلاً وَر ِجا َلاً)(مَرَرْتُ بِرَجُلٍ وَ بِرِجاَلٍ)

-Cem’i Müennesi Salimin i’rabı;Zamme ve Kesre iledir.Misal:

جاَئَنى ِ مُسْلِمَاتٌ)(رَاَيْتُ مُسْلِمَاتٍ)(مَررْتُ مُسْلِمَاتٍ)

-Gayrı Munsarıf;Zamme ve Fetha iledir.Misal:

جَائَنىِ اَحْمَدُ)(رَاَيْتُ أَحْمَدَ)(مَرَرْتُ بِأَحْمَدَ)

-ESMÂ-İ SİTTE-İ MU’TELLE :Bu altı illetli ismin i’rabının Ref’i vav ile,Nasbı elif ile,Cerri yâ ile olup,Mütekellim yâsı-nın ğayrına muzaf olması iledir.

(اَخُوكَ- اَبُوكَ- حَمثوكِ- هَنُوكَ- فُوكَ- ذُومَا لٍ )

-TESNİYELER :Tesniyeler ile münasebeti olduğundan dolayı,bir de – كِلا َ- ve – اِثْنَان ِ – bir zamire gizli olarak muzaftırlar.

Bunların i’rabı;Ref’ halinde elif ile,Nasb ve cer halinde Yâ iledir.

-Cem’i Müzekkeri Salim – اُو لُو-,ذُو– nun cem’i,- عِشْرُونَ- ve kardeşlerinin i’rabı ref’ halinde vav ile,nasb ve cer halinde Yâ iledir.Misal:

جَائَنِى مُسْلِمُونَ)(وَاوُلُوالْعِلْمِ وَعِشْرُونَ)(رَاَيْتُ مثسْلِميِنَ)

İ’rab koymak özürlü ve imkansız olduğunda takdirî i’rab ise;- غُلا َمىِ- ve – عَصَا- gibi.Mutlak olarak nasb,ref’,cer gibi her üç halde de böyle olur.Veya ref’ ve cer halinde dile sakil,ağır gelirse;Misal:- كَقَاضٍ- ref’ halinde;- مُسْلِمُىَّ-( مُسْلِمُونَ- مُسْلِمُوىَّ)

-Lafzî i’rab ise;Özürlü ve dile sakil gelmenin dışında olur.

-ĞAYRI MUNSARIF :Toplandıklarında ve şartları hâiz olduğunda tesir eden,kendisinde dokuz illetten iki illet veya iki illet makamına geçen bir illetin bulunmasıdır.Dokuz illet ise;

1)Adl.عُمَرُ 2)vasf.اَحْمَرْ 3)Te’nis.طَلْحَة 4)Ma’rife.زَيْنَبْ 5)Ûcme.اِبْرَاهِيمَ 6)Cem’.مَساجِدْ 7)Terkib. مَعْدِى كَرِبَ 8)Kendisinden önce elif bulunan zâid nun.- عِمْرَانَ- Veznul Fi’l.اَحْمَدَ

Bunlar doğruya en yaklaştırıcı sözdür.Hükmi;Kesre ve Tenvin almamasıdır.Tenasüb ve benzerlikten veya zaruretten dolayı Munsarıf olması caizdir.Aynı zamanda elif alması ve Muzaf olması da böyledir.Misal:-سَلاَ سِلا ً وَ اَغْلا َلا ً-

Bir illet olup,iki illet makamına kâim olan ise;Cem’ ve Te’nis elifleridir.

-Cem’in Müntehel Cümu’a ulaşması;-كَلْبُ- اَكْلَبُ- اَكاَ لِبُ- gibi.

-Elif-i te’nis iseحُبْلىَ- حُبْلُ- ve- حُمْرُ-حَمْرَاءُ- gibi.

-ADL : İsmin hakikat itibarıyla aslî sığasından ve suretinden çıkmasıdır.Misal:جُمَعُ-اُخَرُ- مَثْلَثَ- ثُلَث ُ– gibi.

Veya takdiren çıkmasıdır.Misal:زُفَرَ-عُمَرَ- –ve Beni Temim lugatındaki Katâme babının misli gibi.

-VASF : Şartı;Asılda yani vazedilip konulduğu şeyde vasıf olmasıdır.İsmin vasfa galebe etmesi,vasfa bir zarar vermez.Bundan dolayı asliyyet ve galebiyyet – اَرْبَعٌ- asli vasfiyyet olmadığından,Arabların şu sözlerinde olduğu gibi-Munsarıf olarak kullanılmıştır.Misal:

– مَرَرْتُ بِنِسْوَةٍ اَرْبَع ٍ- Yılan için- اَسْوَدُ- ا َرْقَمُ,Bukağı için;- اَدْهَمُ- bir isim olduğundan dolayı Ğayrı Munsarıf olmuştur.

-Şunların Ğayrı Munsarıf olmaları ise;Mümteni’olup,zayıftır.

– اَجْبَل ِ= للطَّا ءِر ِ –اَجْدَلٍ= للصَّقَرِ –اَفْعىً= للِحَيَّةِ-

-TE’NİS :Lafzî olan Tâ iledir.Bunu şart koşması;- حُبْلَى- ve – حَمْراَءَ- gibi elifli olanlardan sakınmak içindir.Şartı ise,âlem olmasıdır.Müennes isminin âlemiyeti,lazım olmamış iken sonra te’nisi gerekli kılmak içindir. Tâ-nın asıl konuluş sebebi;Müennes ile müzekkeri ayırmak içindir.Bu o zaman kelimenin lazımı olmuş olmaz.İsim olarak;- حُجْرَةٍ-,Vasıf olarak;- حِجاَرَةٍ- ve – حَسَنَةٍ- gibi..

Bazan aslına zıd ve hilaf olarak da gelir.Kelimenin lazımi olur.Lakin bu lüzumiyete itibar edilmez.

-Te’nis-i Mânevide –alemiyyette şart olmak hususunda- aynen te’nisi lafzî gibidir.Fark ise;Lafzide Ğayrı Munsarıf olması vecib iken,mânevide caizdir.

-Te’nis-i mânevinin kat’i olarak,vücuben tesirinin şartı;

1)Üç harf üzerine ziyade etmek.Misal:- زَيْنَبض-

2)Orta harfinin harekeli olması.Misal:- سَقَرُ-

3)Ûcme olması yani Arabî olmayıp,yabancı bir kelime olması.Misal:-مَاهُ وجُورُ-

-Eğer bir Müzekker Müennesi Mâneviyye ile isimlendirilirse Ğayrı Munsarıf olması mümteni’ olup,munsarıf olur.O zaman şartı;Üç harf üzerine ziyade etmektir.

Misal:- قَدَمٌ-Munsarıf – عَقْرَبُ- Ğayrı Munsarıf.

-MA’RİFE :Şartı alemiyyet olmaktır.

-ÛCME : Birinci şartı;Acem lugatında alem olmasıdır.O isim Arablarda daha alem değil iken,Acemlerde alem idi.

-İkinci şartı ise;Orta harfinin harekeli olması veya üç harf üzerine ziyadeli olmasıdır. Misal:- نُوحٌ- İkinci şart olmadığından Munsarıf-dır.- شَتَرُ -اِبْرَاهِيمَ- Ğayrı Munsarıftır.

-CEM’ :Hâ-sız yani üzerinde durulan yuvarlak Te ( ة) siz Müntehel Cümu’ sığasında olmasıdır.Misal:- مَصَابِيحَ -مَسَاجِدَ- Amma; رَازِنَةٌ-ِ- Müntehel Cümu’ olup,fakat Hâ- lı olduğundan Munsarıftır.- ضَبْعَ -حَضَاجِرَ- sırtlana alem olduğundan Ğayrı Munsarıftır. Çünki bu cemi’ olarak nakledilmiştir.

– سَرَاوِيِلَ- Ekser görüşe göre bu (Sibevehyi),A’ceîdir.Cem’i ölçüsüne hamledilerek..Bir görüşe göre (Müberrede);Takdiren – سِرْوَالَةٍ- in cemi’ A’rabi yani Arabca cins isimdir. Eğer Munsarıf olursa bir müşkil ve mesele yoktur.Misal:- جَوَارٍ- Ref’ ve Cer halinde.- قَاضٍ- gibi.- جَوَار ِ- ise Ğayrı Munsarıftır.Zücac-a göre;-جَوَار ٍ- in tenvini munsarıf içindir.

-TERKİB : Şartı alemiyyettir.Muzaf Munsarıf veya onun hükmünden olup,te’sir etmeyeceğinden;Muzaf olmaması.İsnada şamil olan alemler Mebniyyet kabilinden olduğundan ve de isnadda olmamasıdır.Misal:- تَأ َبَّطَ شَرًّا- gibi – بَعْلَبَكَّ-

-ELİF VE NUN :Bu ikisi isimde,ismin sonunda olur.Şartı alemiyyettir.- عِمْرَانَ- gibi.Veya sıfatta olur. Ve müennesinin – فَعْلا َنَة َ- vezninde gelmemesidir. – سَكْرَانَ- gibi.Müennesi;- سَكْرَانَة َ- olarak gelmeyip,- سَكْرَى- olarak gelir.

Bir görüşe göre şartı;- فَعْلىَ- olmasıdır.Bundan dolayı Ğayrı Munsarıf olan – سَكْرَانَ- ın dışında olarak – رَحْمَنَ- de ihtilaf edilmiştir.

– نَدْمَنَ- ise munsarıftır.Çünki müennesi – نَدْمَانَة َ- dir.

-VEZNİ FİİL : Şartı;Fiilden nakledilen hariç,Arebi isimde bulunmaması.Fi’le has olmasıdır.Misal: – ضُرِبَ – شَمَّرَ- gibi.

Veya vezni fiilin evvelinde –fiilin ziyadesi gibi- Tâ-yı kabul etmeksizin bir ziyadeliğin olmasıdır.Bu şarttan;- اَحْمَرُ- Ğayrı Munsarıf,- يَعْمَلٌ-( – يَعْمَلَةٌ-Geldiğinden) Munsarıftır.

Kendisinde müessir bir alemiyyet olan her Ğayrı Munsarıf isim,nekrelendiği zaman Munsarıf olur.Ancak alemiyyet te’sirde bir şart olunca birleşeceği yoksa birleşemeyeceği tebeyyün etmekte,açığa çıkmaktadır.- عَدْلُ- ve – وَزْنُ فِعْلُ- böyle olmayıp,birbirlerine zıttırlar.İkisi beraber bulunmayıp,birisi bulunur.Bir sebebi alemiyyet olan Ğayrı Munsarıf nekrelendiği zaman;sebebsiz kalır veya bir sebeb üzere kalır. Bu ise kendisinde alemiyyet şart olmayan;Vezn fiil ve Adl-de olur.Nekrelendikten sonra sıfat-ı asliyyeye itibaren,nekrelendiği zaman alem olan – اَحْمَرَ- nin mislinin munsarıflığı hususunda talebesi olan Sibeveyhi,Ahfeş-e muhalefet etti. Tek bir hükümde vasfiyyet ve alemiyyet gibi iki zıdda itibar gerektiğinden,-Sibeveyhiye- – بَابُ خَاتِمٍ- gerekmez.Ğayrı Munsarıfın bütün babları – اَلاَّمُ- (Lam-ı ta’rif) veya izafet ile kesre (mecrur) olur.

M E R F Û A T

Fâiliyet alemine şamildir. Merfuatlar:

1)FÂİL:Fiil veya şibhinin yani benzerinin tam ve malum fiillerin isnad edildiği isimdir.Faili ile bir oluş bildiren fiil Tam fiil,faili ile bir oluş bildirmeyip,başka bir kelimeye ihtiyaç gösteren fiile de Nakıs fiil denir.Fiil varlığı yönüyle özneye takdim edilir.Misal:Fiil:- قَامَ زَيْدٌ- Şibh fiil:- زَيْدٌ قَائِمٌ اَبُوهُ-

Failde asıl olan fiili takib edip,ondan sonra gelmesidir.Bundan dolayı da şu caizdir.- ضَرَبَ غُلاَمَهُ زَيْدٌ- Bu ise;- ضَرَبَ غُلاَمُهُ زَيْداً- caiz değildir.

-İ’raf failde ve mef’ulde lafzen yok olduğu zaman,karinede olmadığında veya fiile Barizi Muttasıl,Misal:- ضَرَبْتُ زَيْداً- veya Müstekin,Misal:- زَيْدٌ ضَرَبَ غُلا َمَهُ—gizli zamir olduğunda,veya failin mef’ulü – اِلاَّ- veya onun mânasından sonra vaki’ olduğunda;Misal:- مَاضَرَبَ زَيْدٌ الاَّعَمْرواً- اِنَّماَضَرَبَ زَيْدٌ عَمْرواً–gibi.Bu durumda failin mef’ule takdimi vacib olur.Misal:- ضَرَبَ مُوسيَ عِيسيَ-

-Faile mef’ulün zamiri bitiştiği zaman,Misal:- ضَرَبَ زَيْداً غُلا َمُهُ- veya fail- اِلاَّ- veya – اِلاَّ- manasından sonra vaki’ olduğunda- اِنَّمَا- مَا. Misal:- اِنَّمَا ضَرَبَ عَمْروًا زَيْدٌ – مَا ضَرَبَ عَمْرًوا اِلاَّ زَيْدٌ- Veya failin mef’ulü fiile bitiştiğinde,failde zamire bitişmediği halde.Bu durumda failin mef’ule te’hiri vacib olur.

-Bazen faili ref’ eden fiil karine olduğundan cevazen hazfedilir.-Kim ayakta? diyen kimseye cevaben;- زَيْدٌ- gibi.- لِيُبْكَ يَزِيدَ ضَارِعٌ لِخُصُومَةٍ- وَمُخْتَبِطٌ مِمَّا تُطِيحُ) الطَّوَايِحَ –(Helaketliklerin helaketliği,götürdüğü mal sebebiyle soran,husumete aciz olan Zeyde ağlanılsın.)Bunda cevazen mahzuf iken,şu âyette vücubendir.Misal:”- وَاِنْ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِكيِنَ اسْتَجَارَكَ- Takdiri ise;- وَاِنْ اسْتَجَارَكَ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِكِينَ اسْتَجَارَكَ-“Eğer müşriklerden biri eman dilerlerse,eman ver.”(Tevbe.6)

-Bazen şu misalde olduğu gibi,fiil ve fail beraber hazfedilir.

– اَقَامَ زَيْدٌ- diyene cevaben;- نَعَمْ- denildiği gibi.

-Zahiri iki fiil,âmil çatıştıklarında;bu da failiyet de olursa.Misal:- ضَرَبَنِي وَ اَكْرَمَنِي زَيْدٌ- Mef’uliyette olursa;Misal:- ضَرَبْتُ اَكْرَمْتُ زَيْدًا-

-Değişik oldukları halde failiyet ve mef’uliyet de olur.Misal:- ضَرَبَنِي وَ ضَرَبْتُ زَيْدًا-

– ضَرَبَنِي وَ اَكْرَمْتُ زَيْدًا- (8-16 veche kadar).Bu durumda Basrili nahivciler ikincisini amel ettirmişlerdir.Kûfiyyunlar ise;Birincisini amel ettirmişlerdir.Eğer ikincisi amel ettirilirse;-bir şeye isnad edilmeksizin,failin hazfi caiz olmadığından dolayı- Hazfsız ismi zahire muvafık olmak üzere,birinci fiilde fail gizlenir. Kesâ- i ise faili hazfetmekte –ona muhalif olarak yapılır.Ferrâ,ilk faili taleble beraber,ikincisini amel ettirmeyi caiz görmemekte –ona hilafen caizdir.Mef’ule ihtiyaç duyulmazsa hazfeder,duyulursa mef’ulün bihi izhar edersin.Misal:- حَسِبْتُ زَيْدًا- (Kûfiyyunlar gibi) Eğer birinci fiili amel ettirirsen,ikinci fiilde faili gizlersin.Misal:- ضَرَبَنِي وَ اَكْرَمَنِي زَيْدٌ- Rütbeten- – ضَرَبَنِي- önde olduğundan faili Zeyd oldu.- اَكْرَمَنِي- de de Zeyde raci’ bir zamiri ( هُوَ) gizlendi.

Mef’ule misal olarak:- ضَرَبَنِي وَ اَكْرَمْتُهُ زَيْدٌ- Zamir rütbeten önce olan lafza raci’ olur.

Eğer zamiri gizlemeye bir mani engel olursa,mef’ul izhar edilir.Misal- حَسِبَنِي وَ حَسِبْتُهُمَا مُنْطَلِقِينَ الزَّيْداَن ِ مُنْطَلِقًا-

İmrul Kays-ın sözü;- فَلَوْ اَنَّ ماَاَسْعَي لاِءَدْنَي مَعِيشَةَََََََََََََََََََََََََََََ َ – وَلَمْ اَطْلُبْ قَلِيلُ مِنَ الْمَالِ- mâna fasid olduğundan tenazu’ babından değildir.

2)NÂİB-İ FAİL :Fail yerine geçen,faili zikredilmeyen mef’ul.

Her mef’ul ki;faili hazfedilir ve mef’ul fail yerine konur.Şartı;Mazi ve muzari sığalarının –- يُفْعَلَ- فُعِلَ olarak değiştirilmesidir. Alimtü-( عَلِمْتُ) babının iki mef’ulünden ikinci mef’ulün fail mevkiinde ve A’lemtü –( اَعْلَمْتُ) babının mef’ullerinden üçüncü mef’ulün vaki olması sahih olmaz.

Mef’ulün Leh ve Mef’ulün Maah da böyledir.Eğer kelâmda mef’ulün bih,fail mevkiinde vaki’ olması caiz olan diğer mef’ullerle beraber caiz olmuş olarak bulunursa,mef’ulün bihin fail yerinde vaki’ olması ta’yin edilir.Misal:- ضُرِبَ زَيْدٌ يَوْمَ الْجُمِعَةِ اَمَامَ الا َمِيرِ ضَرْبًا شَديِدًا فِي دَارِهِ –

Kelâmda mef’ulün bih bulunmayıp,diğer mef’uller bulunursa,vaki ‘ olabilir,eşittir.Fail makamında kaim olmak hususunda – اَعْطَيْتُ- babının birinci mef’ulü,ikinci mef’ulünden evladır,daha iyidir.

Meçhul fiilin faili olan Naibi fail Muzmer ve Muzher diye ikiye ayrılır.

Muzmer-de;a)İstitarı vacib yani açıklığı caiz olmayıp,amili ancak kendisine isnad olunandır ki buda;Mütekellimin de (Vahdeh-Maah) ,Mazinin ğayrısında;Muhatab-müfred- müzekker,Emir manasında;İsim-fiilde,şunların amelinin şartı olmadığında;zahir olan failde,Ef’ali tafdil (Kühul meselesinin ğayrısında),ismi failde. İsmi mef’ulde ve bunların manasında (ismi müstear ve mensub),ve sıfat-ı müşebbehe olursa;zarfı müstekar da,İsmi failin ve ismi mef’ulün tesniyesinde ve cemi’ Saliminde vede;- عَدَا- خَلا َ- مَا عَدَا- مَا خَلا َ- لَيْسَ- لا َ يَكُونُ- gibi yerde fail ne naibinin istitarı vacibdir.

b)İstitarı caiz yani amili kendisine ve ismi zahire müstetir olarak isnad olunur.Buda;Gaib-i Müfred,Gaibe-i Müfrede,ismi failin müfredinde,ismi mef’ulün müfredinde,sıfat-ı müşebbehenin müfredinde,zarfı müstekarda olur.

Fiil birden fazla mef’ul alıyorsa,birinci mef’ul naibi fail olarak merfu’ kılınır.Diğer mef’uller mansub kalır.Misal:- كَسَوْتُ الْفَقِيرَ ثَوْبًا-

İsmi mef’ul ile ismi mansublar,naibi fail alırlar.

Bazan naib-i fail,başında cer harfi bulunan bir isim olur.Bu takdirde naib-i fail müennes olsa da,fiil müzekker olur.Misal:- مُرَّ بِزَيْنَبَ-

-MÜBTEDA : Lafzî amillerden soyulmuş,kendisine isnad edilen (Müsnedün ileyh) bir isim veya zahiri ref’ ederek Harfi nefy (مَا-لاَ) ve istifham elifinden sonra vaki‘ olan bir isimdir.Misal:- زَيْدٌ قَائِمٌ- وَمَاقَائِمُ الزَّيْدَان ِ- ا َقَائِمُ الزَّيْدَانِ-

Eğer harfi nefy ve istifham elifinden sonra vaki’ olan sıfat,müfred bir isme mutabakat ederse,iki iş caiz olur:

1)Sıfatın mübteda,Zeyd-in de onun faili olması.Çünki kelâm mübteda ve haberle tamam olduğu gibi;sıfat ve faille tamamlanmış olur.

2)Zeyd-in mübteda,sıfatında mukaddem haber olması.

Mübteda ma’rife olur ve haberden önce bulunur.

Mübteda da;Birincisi ve ikincisi müfred olursa,iki durumda caizdir.İkisi de tesniye olursa,ikincisi mübteda,birinciside haber olur.Birincisi müfred,ikincisi tesniye ise;Birincisi müfred,ikincisi haber olur.Misal:- قَائِمُ الزَّيْدَان ِ-

Mübtedanın hazfının caiz olduğu yerler:

-Darbı mesellerde,sayımda,ceza cümlesinde,kavlin makûlünde,haber masdar olup mübtedanın aynı bir kelime olarak onun yerine geçtiğinde,övme ve yerme fillerinde…

Mübtedanın takdiminin vacib olduğu yerler ise;Kendisi için sadır kelâm olup,müştemil olursa,mübteda ve haber ma’rife olduklarında,mütesavi yani hususilikte,haber mübtedaya fiil olduğu zaman…

Mübteda şart manasını tazammun ettiği zaman haberine Fâ-nın duhulü caiz olur. Bu da fiil veya zarf ile sılalanmış veya her ikisiyle vasıflanmış nekre ise…Misal:-ئْاتِينى ِاَوْ فىِ الدَّارِ فَلَهُ دِرْهَمُ – كثلُّ رَجُلٍ ئْاتِئنىِ اَوْ فِى الدَّارِ فَلَهُ دِرْهَمُ- –

Amma Naib-i failde geçen Barizi Muttasıl ise;Fiillerin tesniyelerinde eliftir.Misal.- ضَرَبَ- يَضْرِبَان ِ

Cem’i müzekkerlerde Vav-dır.Misal:- ضَرَبْتُمُوا-Aslı– ضَرَبُوا- ضَرَبْتُمْ –

Cem’i müenneslerde Nun-dur.Misal:- ضَرَبْنَ-يَضْرِبْنَ-

Muhatab-müfred-müzekker;Muhataba,müfred –müennes,mütekellim vahdeh,mâzide Tâ-dır.Misal:- ضربت-

Mütekellim maal ğayr-da ise,Nâ-dır.Misal:- ضَرَبْنَا-

Mazinin ğayrısı olan;muhataba ve müfrede de Yâ-dır.

-Âmilin müzekker ve müennes olmaları caizdir.Yani biri müzekker diğeri müennes;biri müfred,biri de cemi’ olabilir.Misal:- طَلَعَتْ- طَلَعَ الشَّمْسُ-

Müennes;lafzen veya takdiren kendisinde te’nis alameti bulunan Tâ-dır.Elifi maksûre ( دَعْوَى),Elifi Memdûde ( حَمْرَاءُ),üç-den on-a kadarki sayıların ğayrısında,müzekkeriyeti Tâ ile olup,müennesliği ise;Tâ-nın hazfıyladır.

Cemi’ Müzekkeri Salim,öyle bir cemi’dir ki,müfredinin âhirinin yani sonunun mâkabline yani öncesine mazmum bir Vav veya meksur bir Yâ ve izafetsiz meftuh lahik olan Nun;burada ise o Nun hazfedilir.Misal: مسلمو ين-

Cem’i müennesi salim;Müfredinin âhirine Elif ve Tâ katılır.- مُسْلِمَاتٌ- Ancak Cemi’ müzekkeri salimin âmilinin müzekker olması vacib olur.

4)HABER : Mübteda da zikredilen sıfata zıt olarak,lafzî âmillerden sıyrılıp,müsnedün bih olarak vaki’ olan bir isimdir.

Mübteda da asıl olan takdimdir.Bundan dolayı;- فِى دَارِهِ زَيْدٌ- sözü caiz,- صَحِبُهَا فِى الدَّارِ- sözü ise caiz değildir.

Nekre,hususiyet vecihlerinden herhangi bir vecihle hususileştiğinde,(Ma’rifeye yakınlaştığından) bazen mübteda nekre olur.Misal:- وَلَعَبْدٌ مُئْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ – اَرَجُلٌ فِي الدَّارِ اَمْ اِمْرَأَةٌ – وَمَا اَحَدٌ خَيْرٌ مِنْكَ – وَشَرٌّ اَهَرَّ ذ َ نَابٍ – وَفيِ الدَّارِ رَجُلٌ – وَسَلا َمٌ عَلَيْكَ —

Haber bazen cümle-i ismiyye olur.Misal:- زَيْدٌ اَبُوهُ قَاَئِمٌ – وَ زَيْدٌ قَامَ اَبُوهُ-

Cümlede mübteda için bir râbıt (zamir) olması gerekir. Bazen karineden dolayı buda hazfedilir.Misal:- اَلْكُرُّ مِنْهُ – اَلْبُرُّ اَلْكُرُّ بِسِتِّينَ دِرْهَمًا-

Haber zarf olarak vaki olduğunda (ki Basriyyunların ekserisi de böyledir) fiil cümlesi takdir edilir.Mübteda kendisi için sadrı kelâm olan bir mânaya şamil olur,başta gelmesi vacib olur.Misal:- مَنْ اَبُوكَ-

Veya Mübteda ve Haber ma’rifelikte müsavi olurlar.Misal:- زَيْدٌ اَلْمُنْطَلِقُ-

Veya hususilikte müsavi olurlar.Misal:- اَفْضَلُ مِنْكَ اَفْضَلُ مِنِّي-

-Haber mübtedaya bir hades,bir iş olur,bir iş bildirir.Misal:- زَيْدٌ قَا مَ-

Bu durumlarda mübtedanın habere takdimi vacib olur.

-Haber;kendisi için sadr-ı kelâm olan bir mânayı içine alan müfred yani cümle olmayan haber olduğunda.Misal:- اَيْنَ زَيْدٌ-

-Haber mübtedayı sahih yani caiz kılıcı ise.Misal:- فِي الدَّارِ رَجُلٌ-

-Haberin müteallakı için mübteda da bir zamir olursa.Misal:- عَلَي التَّمْرَةِ مِثْلُهَازُبْدًا-

-Haber – اَنَّ- den haber olursa.Misal:- عِنْدِى اَنَّكَ قَائِمٌ-

Bu durumlarda da haberin mübtedaya takdimi vacib olur.

Bazen haber teaaddüd eder,birkaç tane olur.Misal:- زَيْدٌعَالِمٌ عَاقِلٌ-

– لَيْتَ – لَعَلَّ- haberine Fâ-nın duhulü manidir,ittifakla.Sibeveyhi – اِنَّ- yi de bu ikisine katar.

Karine olduğunda mübteda bazen caiz olarak hazfedilir.Hilale bakıp,hilali görenin;- اَلْهِلاَلُ واَللَّهِ- deyip,- هَذَا- yı hazfetmesi gibi…

Karine olduğunda haber bazen caiz olarak hazfedilir.Misal:- خَرَجْتُ فَا ِذَا السَّبُعُ (وَاقِفٌ)-

Haberden başkası haber yerinde ikame edildiğinde de vücuben hazfedilir.Misal:- ضَرَبْنَ زَيْداً قَائِماً – لَوْلاَ زَيْدٌ لَكاَنَ كَذاَ- Takdiri;- ضَرَبْنَ زَيْداً حَاصِلٌ- Sebebi;- قَائِماً- mevcud olunca- حَاصِلٌ- hazfedilmiştir.Zarfların müteallıklarının hazfı gibi. Yani- زَيْد عِنْدَكَ dir.Aslı: -زَيْدٌ حَاصِلٌ عِنْدَكَ- Misal: yani;- وَكُلُّ رَجُلٍ وَضَيْعَتُهُ-

Misal:- كُلُّ رَجُلٍ مَقْرُونٌ مَعَ ضَيْعَتِهِ- Vav habere delalet etmekte,ref’de habere raci’.— وَلَعَمْرُكَ وَبَقَاؤُكَ قَسَمِي لاَءَفْعَلَنَّ كَذَا – وَلَعَمْرُكَ لاَءَفْعَلَنَّ كَذَا- olur.

-5)- اِنَّ- VE KARDEŞLERİNİN ( اَنَّ – كَاَنَّ- لَكِنَّ- لَيْتَ – لَعَلَّ-) HABERİ :

Bu harflerden birisi kendisine dahil olduktan sonra,diğer bir isme isnad edilir.Misal:- (Müsned)اِنَّ زَيْداً قَائِمٌ –

Bunun hükmü,işi;Mübtedanın haberinin hükmü gibidir. Haber zarf olduğu zaman hariç,takdim hususunda mübtedanın habere takdimi gibi değildir.Misal:- اِنَّ فِى الدَّارِ رَجُلاً –

– اِنَّ- nin kullanıldığı yerler:

a)İbtida da.

b)Kasemin cevabında.

c)Sılada.

Ç)Özel olan bir isme haber olduğunda.

d)İbtida Lâm-ının,haberinin üzerine dahil olan cümlede.

e)Zan manasını asla ifade etmeyen kavilden sonra.

f)- حَتَّى- i ibtidaiyeden sonra.

g)İftitah harflerinden sonra.- الاَ-

k)Tasdik harflerinden sonra.- نَعَمْ- اَجَلْ- بَلاَ-

i)Hal bildiren Vav-dan sonra.

Huruf-u Müşebbehe bil fiil yani fiile benzeyen harfler diye de isimlendirilen bu altı harf;başına gelmiş oldukları isim cümlesinin mübtedasını merfu’ iken mansub kılarlar.

– اَنَّ- okunan yerler ise:

a)Fail veya naib-i fail olan cümlenin başında bulunduğunda.Bu gibi yerlerde – اَنَّ- nin haberinin masdarına;ismi,muzafun ileyh –tamlayan- kılınarak bir terkib elde edilebilir ve bu cümlenin yerine konulabilir.Cümleyi bu hale koymaya Te’vilül Müfred,Te’vilül masdar denir.

b)Mef’ulün Bih olan cümlenin başında bulunduğunda.

c)Mübteda cümlesi ile,mâna ismine haber olan cümlenin başında bulunduğunda

ç)Harfi cerlerden sonra bulunduğunda.

d)Cer ve atıf edatı olan – حَتَّى- dan sonra.

Bunların dışında kalan yerlerde – انّ- her iki türlüde okunur.

– اِنَّ- ile – اَنَّ- nin okunuşlarında,- ان- cümlesinin yerine, o manada bir masdar koymak mümkün olduğu yerlerde – ا َنَّ-,mümkün olmadığı yerlerde – ا ِنَّ- okunur.

-Mübtedanın başına gelen meftuh te’kid lâm-ı,başında – ا ِنَّ- bulunan isim cümlesinin haberine de gelebilir.

– ا ِنَّ- ile başlayan isim cümlesinin kısımlarında da )Mübteda ile haberde olduğu gibi) takdim ve te’hir bulunabilir.

-Fiile benzeyen harflerin şeddeli olanları tahfif olununca yani şeddesi kaldırılınca veya sonlarına – ما- bitişince te’sirsiz kalırlar. Sonlarına – ما- bitişince,kendilerinden sonra gelen kısım,mübteda ve haber olmak üzere merfu’ olur.- لَعَلَّ- ise,tahfif edilmez.Misal:- اِنَّكَ نَبِىٌ = اِنَّمَا اَنْتَ نَبِىٌّ – كَاَنَّ خَالِداً عَالِمٌ = كَاَنَّمَا خَالِدٌ عَالِمٌ —

Bu edatlar isim cümlesine has iken,sonlarına – ما- gelince fiil cümlesinin başında da bulunabilirler.- اَنَّمَا- اِنَّماَ- “Ancak”manasına gelir.

– اَنَّ – ا ِنَّ- tahfif edilince isimleri gizli bir zamir,haberleri de kendilerinden sonra gelen kısım olur.

NOT:Nevasih” adıyla bazı harf ve fiiller vardır.Bunlar başına geldikleri isim cümlesinin,kimi mübtedasına ve kimi haberine te’sir ederek onların adını ve i’rabını değiştirirler.Bu harf ve fiiller,başına geldikleri mübteda ile haberin adını ve i’rabını değiştirdiklerinden,bunlara Nevâsih yani değiştirenler denilmiştir.

6)CİNSİNİ NEFY İÇİN – لا- NIN HABERİ :- لا- dahil olduktan sonra diğer bir isme isnad edilir.Misal:- فِى الدَّارِ – لا َرَجُلَ فِى الدَّارِ – لاَ غُلاََمَ رَجُلٍ ظَرِيفٍ-

Sıfat yapılmakla beraber haber hazfedileceğinden bu misal meşhur değildir. – لا- nın haberi çoğu kez hazfedilir. Benî Temim haberi isbat ve izhar etmiyorlar.Çünkü onlara göre hazf vacibtir.

7) – لَيْسَ- YE BENZEYEN –ما – VE –لا – NIN İSMİ : – ما- ve – لا- dahil olduktan sonra Müsnedün ileyh olur.Misal:- وَلاَ رَجُلٌ اَفْضَلَ مِنْكَ- ماَ زَيْدٌ قَائِماً

– لَيْسَ- nin – لا- da amel etmesi ise;Şaz yani kaide dışıdır.Çünkü – لَيْسَ- nefyi hal içindir. – لا- ise – لَيْسَ- gibi değildir.O,mübtedanın haberi gibidir. – ما- ve – لا- isim cümlesine- لَيْسَ- gibi tesir ederler.Misal:- ماَ هَذَا بَشَرًا-

– ما- nın – لَيْسَ- gibi kullanılması için iki şart vardır.Bunlar:a)Başında bulunduğu isim cümlesinin kısımlarında takdim ve tehir bulunmamak.

b)Kendisindeki olumsuzluk manası – اِلاَّ- ile bozulmamış olmak.Bu şartlar bulunmazsa – ما- amel etmez.Mâba’di mübteda ve haber olarak merfu’ kalır.

M A N S Û B A T

Mef’uliyet alameti üzere şamil bir isimdir.Cümle içerisindeki yeri ve vazifesi,mansub olmasını gerektiren kelime ve cümlelere mansublar denir.Böylece;Mef’uller,Haller,Temyizler,Müstesnalar, ve İ’rabı bunlara uyanlar mansub olmaktadırlar.

-MEF’ULÜ MUTLAK :Manasıyla mezkur olan işin failinin yapmış olduğu işten ibaret bir isimdir.Lafzının gayrı olur.Takdim olur.Karine olduğu zaman fiil hazfedilir.Fiil ve Şibhi fiillerin,Nasıllık ve Niceliğini bildirmek yada sadece onları tekid etmek için kullanılan ve masdardan yapılan mef’ullere denir.Böylece;- جَلَسَ جُلُوسَ الْقَاَضِ-

-Te’kid yani mefhumunda fiilden anlaşılan manaya bir ziyadelik olmadığında.Misal:-ضَرَبْتُ ضَرْبًا-

-Nev’i için ve eğer nev’i bazı nevilerine delalet ederse.Manasının âmilin manasına ziyade olmasıdır.Misal:-ضَرَبْتُ ضَرْبًا شِديدًا-

-Aded için olur.Ve eğer adede delalet ederse.Misaller:- جَلَسْتُ جُلُوسًا – جِلْسَة ً – جَلْسَة ً–

Birincisi olan tekid;Nev’ ve adedin hilafına tesniye ve cemi’ yapılmaz.

Bazen mef’ulü mutlak lafza zıd olarak lafzın dışında kullanılır.Misal:- قَعَدْتُ جُلُوسًا-

Karine olduğunda cevazen Mef’ulü mutlakı nasb eden fiil hazfedilir.Gelen bir kişiye karşı şöyle denilmesi gibi:- خَيْرَ مَقْدَم ٍ- yani;- قَدِمْتَ قُدُومًا خَيْرَ مَقْدَم ٍ-

Kaidesiz,sema’ üzere yani işitildiği gibi,vücuben de hazfedilir.Misal:- سَقْيًا= سَقَاكَ الّلَهُ سَقْيًا – رَعْيًا = رَعَاكَ اللّهُ رَعْيًا – خَيْبَةً = خَابَ خَيْبَة ً – جَدْعًا = جُدِعَ جَدْعًا – حَمْدًا = حَمِدْتُ حَمْدًا- شُكْرًا =شَكَرْتُ شُكْرًا – عَجَبًا = عَجِبْتُ عَجَبًا)

Müteaddid yerlerde kıyasen de hazfedilir.Bunlar;a)Mef’ulü mutlak nefyden sonra müsbet olarak vaki’ olduğunda.Misal: مَا زَيْدٌ سَيْرًا

b)Mef’ulü mutlak isimden haber olmayıp,isme dahil olan nefy manasından sonra.Misal:- مَا سِرْتُ اِلاَّ سَيْرًا- gibi fiile dahil olmayacak.

-Mef’ulü mutlak mükerrer olarak vaki’ olur.Misaller:- مَا اَنْتَ اِلاَّ سَيْرًا = وَمَا اَنْتَ اِلاَّ سَيْرَ الْبَرِيدِ – وَاِنَّما اَنْتَ سَيْرًا – وَزَيْدٌ سَيْرًا سَيْرًا-

Kıyasen Mef’ulü Mutlakı nasb eden fiilin hazfının vacib olduğu yerlerden;1)Mef’ulü Mutlak geçmiş cümlenin tazammun ettiği manayı tafsil için vaki’ olur.Misal:- فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَاِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَاِمَّا فِداَءً = اِمَّا تَمُنُّونَ مَنًّا بَعْد َ الشُّدُّ وَاِمَّا يُفِدُّونَ فَدَاءً–

2)Mânası kendisiyle kaim olan ve isim manasına şamil olan cümleden sonra bir uzva,insan azasına teşbih için vaki’ olur.Misal:- مَرَرْتُ بِزَيْدٍ فَاِذًا لَهُ صَوْتٌ –يَصُوتُ – صَوْتض حِمَارٍ -صُرَاخٌ – يَصْرَخُ – صُرَاخَا لثُّكْلَى –

3)Cümlenin manası olarak vaki’ olup,bu cümlenin mef’ulü mutlaktan başkasının olmasına ihtimal yoktur.Misal:لَهُ عَلَىَّ اَلْفُ دِرْهَمٍ اِعْتِرَافًا = اِعْتَرَفْتُ اِعْتِرَافًا

Bu nevi Mef’ulü Mutlakın kendisini te’kid diye isimlendirilir.

4)Cümlenin manasının mef’ulü mutlaktan ğayrısına ihtimalinin olmasıdır.Misal- زَيْدٌ قَائِمٌ حَقًّا = حَقَّ حَقًّا-Bu nevi ğayrı tekid diye isimlendirilir.

5)Tekrir ve Teksir için olup,tesniye için olmayarak,tesniye sığasında vaki’ olmasıdır.Misal:- لَبَّيْكَ = اُلِبُّ لَكَ الْبَابَيْنِ – سَعْدَيْكَ = اَسْعَدَكَ اِسْعَادًا بَعْدَ اِسْعَادٍ-

-MEF’ULÜ BİH :Failin işinin vasıtasız taalluk ederek,mef’ul üzerinde vaki’ olduğu isimdir.Misal:- ضَرَبْتُ زَيْدًا-

Bazen Mef’ulü Bih,fiile takaddüm eder.Karine olduğunda caiz olarak mef’ulü bihdeki fiil hazfedilir.- مَنْ اَضْرِبُ- diyen kimseye;- زَيْدًا- denilir.

-Mef’ulün Bih vacib olarak dört yerde hazfedilir:

1)Sema-îde.Misal:- اِنْتَهُوا خَيْرًا لَكُمْ = اِنْتَهُوا عَن ِالتَّثْلِيثِ وَاَقْصِدُا خَيْرًا لَكُمْ وَهُوَ التَّوْحِيدُ – اَهْلاً وَ سَهْلاً = اَتَيْتَ اَهْلاً وَطِئْتَ سَهْلاً-

2)Münada da.Lafzen veya takdiren – اَدْعُو- yerine kaim olan nida harflerinden bir harf ile yönelmesini istemektir.Münada;eğer müfred yani muzaf ve şibh muzaf olmayan ve ma’rife ise ref’ edildiği şey üzere bina edilir.Misal:- يَا زَيْدُونَ – يَا زَيْدَانِ – يَارَجُلُ – يَا زَيْدُ-

Münada;Lâm-ı istiğase (yardım dileme Lâm-ı) ile mecrur olur.Misal:- يَالَزَيْدٍ-

Lam olmayıp,münadanın sonuna istiğase elifi dahil olmakta da fetha olur.Misal:- يَا زَيْدَاهْ–vakıf hali-

Müfred,ma’rife ve Lâm-ı istiğasenin dışındaki yerde mansub olur.Misal:- يَا عَبْدَا للّهِ – يَا طَالعًا جَبَلاً – يَا رَجُلاً-

1)Muzaf olduğundan,müfred olmaz.

2)Münada şibh muzaf olduğundan,müfred olmaz.

3)Münada müfreddir,fakat marife değildir.

Mef’ulü bihin yeri failden sonradır.Fakat manayı bozmadıkça daha öncede gelebilir.

-MÜFRED MEBNİ MÜNADANIN TABİ’LERİ : Bunlar;Te’kid,Sıfat,Atf-ı beyan ve Ma’tuf (Bir harf ile),Yâ-nın matufa dahil olması mümteni’,imkansızdır. Tabiler münadanın lafzına hamledilerek ref’ kılınır.Mahalline hamlederek de nasb kılınır.Misal:- يَا زَيْدُ الْعَاقِلَ والْعَاقِلُ-

Halil bin Ahmed matuf konusunda ref’i tercih etmiştir.Ebu Amr ise;Nasbı tercih etmiştir.Ebu Abbas –Müberred- e göre ise;eğer ma’tuf,Lâm-ı atmanın caizliği hususunda – كَالْحَسَنِ- Hasen ismi gibi ise;Halilin görüşü olan ref’i,sebebi ise;ma’tuftan Lâm- çıkarmakla müstakil münada yapmak içindir.Eğer ma’tuf;ma’tuftan Lâm- çıkarmanın caiz olup Hasen ismi gibi olmazsa;Ebu Amrın görüşü olan Nasbı kabul etmektedir.

Muzaf nasb kılınır.Bedel ve Ma’tuf,kendisine Yâ-nın dahil olması imkansız olan matuf gibi değildir.Bunlardan –bedel ve matuf gibi- her birisinin hükmü,mutlak olarak müstakil münadanın hükmü gibidir.

-Başka bir aleme muzaf olduğu halde – اِبْنُ ile vasıflanmış âlemde fetha ihtiyar olunur,seçilir.

-Ma’rife lamıyla nida etmek istenildiğinde denilir:- يَا ايُّهاَالرَّجُلُ – يَاهَذاَ الرَّجُلُ – يَا اَىُّ هَذَا الرَّجُلُ- Nida ile kastedilen – اَلرََّجُلُ- olduğundan umum nahivciler bunun ref’ olmasını gerekli kılmışlardır.- ااَلرََّجُلُ- nün tabileri,mu’rab münadanın da tabileri olduğundan,onları da ref’ kılmışlardır.Bu kaideye binaen;- يَا اَللَّهُ- harfi nida ve Lâm-ın beraber olmasından buna has olarak böyle denilmiş.Çünkü aslı;- اله- dur.

Şöyle demekte caizdir:- يَا تَيْمُ تَيْمَ عَدِىٍّ-

Birincisinde zamme,ikincisinde fetha ile.

Mütekellim Yâ-sına muzaf münada da caizdir.Misal:Misal:- يَا غُلا َمِىَ – يَا غُلا َمى ِ – يَا غُلا َم ِ – يَا غُلا َمَا- Gerek He – هَ- ile,gerek vakf ile… demişler.Fetha ve kesre olarak.- يَا اُمَّتَِ – يَا اَبَتَِ – يَا اُمىِّ – يَا ا َبىِ- Yâ-sız elif ile;- يَا اَبَتَا – يَا اُمَّتَا- da demişler.- يَاابْنَ عَمِّ – يَا ابْنَ اُمِّ – denilmiş.

-TERHİMİ MÜNADA :Terhimi Münada;tahfif yani hafifletmek için münadanın sonunu hazfetmektir.Terhimi Münada caizdir.

Münadanın dışında terhim ise;şiir zaruretinden dolayı yapılır.

Şartı ise:1)Muzaf olmamak.

2)Müsteğas yani Lâm ile cerlenmeyecek,olmayacak.Misal:- يَالَزيْدٍ-

3)Mendub olmamak.

4)Cümle olmamak.

Münada ya üç harf üzere ziyadeli âlem olur,yada Tâ-i tenisle olur. (- شَاةَ-) gibi.Eğer münadanın âhirinde bir ziyadelik hükmünde iki ziyadelik olursa;- اَسْمَاءَ – مَرْوَانَ- gibi.Veya dört harften fazla olduğu halde,kendisinden önce med olan harfi sahih ise;son iki harf hazfedilir.Eğer münada mürekkeb ise;son isim hazfedilir.Eğer bu üç kısmın dışında olursa;bir haf hazfedilir.Ekser olan kullanılışa göre,terhim edilmiş münadanın hükmü;bütün cüzleriyle sabit olan münadanın hükmündedir.Misal:-يَاحَارِ = يَاحَارِثُ – يَاثَمُو = يَاثَمُودُ – يَاكَرَوَ = يَاكَرَوَانَ-

Bazan başlı başına,müstakil olarak isim yapılır.Misal.- يَاحَارُ – يَاثَمىَ – يَاكَرَوَا-

Arablar bazen nida sığasını mendub yani bağırmada kullanmışlardır.

Mendub;kendisine – يا- veya – وا- ile acınılandır. – وا- ya has kılınmıştır.Mendubun hükmü;Mu’rab ve mebnide;münadanın hükmü gibidir.Mendubun sonuna elif ziyade etmek caizdir.Elifi ziyade etmekle karışmasından korkulursa;- وَا غُلاَمَكُمُوهُ – وَا غُلاَمَكَيْهِ- denilir.Vakf halinde – الهاء- (Hâ) yı katmakta caizdir.Ancak bilinen ismiyle mendub yapılır.- وَا رَجُلاَهْ- denilmez. Yunus-a muhalif olarak:- وَازَيْدَالطَّوِيلاَهْ- mümteni’,imkansızdır.

Cins isme,ismi işarete,müsteğas ve menduba bitiştiği zaman Nida harfinin – يا- hazfi caizdir.Misal- يَا اَيُّهَا – اَيُّهَا الرَّجُلُ- يَايُوسُفُ = يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هَاذَا-

Şurada hazfedilmesi ise şaz yani kural dışıdır.Misal:- اَصْبِحْ لَيْلُ = صِرْ صُبْحًا يَا لَيْلُ – يَا مَحْنُوُقُ = اَفْتَدِ مَحْنُوقُ – يَا كَرَوَانِ = اَطْر ِقْ كَرَا-

Karine olduğunda münada caiz olarak hazfedilir.Misal:-يَا قَوْمِ = اَلاَ يَا اَسْجُدُوا

3)İzmar alâ Şaritat-it Tefsir:Yani âmilin bir tefsiri olan bir şarta binaen,âmilin takdir edilmesidir.Fiil,mef’ulden sonra açıklanmak üzere gizlenmiş olduğundan bu ad verilmiştir.Buna İştiğal de denir.Yani;Mef’ulün fiilden evvel gelmesi halinde,fiilin sonunda o mef’ule aid bir zamirin bulunmasıdır.

Kendisinden sonra fiil,şibh fiil olan her isim,isimdeki amelden ismin zamiri veya metaallakıyla meşguldür.Eğer fiil veya şibhi veya buna uygun eş anlamlı iken,ismin başına getirilirse onu nasb eder.Misal:- زَيْدًا ضَرَبْتُهُ = ضَرَبْتُ – زَيْدًا مَرَرْتُ بِهِ = جَاوَزْتُ – زَيْدًا ضَرَبْتُ غُلاَمضهُ = اَهَنْتُ – زَيْدًا حُبِسْتُ عَلَيْهِ = لاَبَسْتُ-

Bu misallerde;kendisinden sonrakinin kendisini açıklayacağı mahzuf bir fiille – زَيْد- nasb kılınır.Ref’in zıddına bir karine olmadığı zaman,başlangıçta ref’ seçilir.Veya ismin zamiriyle meşgul olan fiil,emir,nehiy,dua gibi talebi fiil olmamak şartıyla ,nasbın karinesinden daha kuvvetli bir karine bulunduğunda da ref’ ihtiyar edilir.Birde isme dahil olan İzâ-i Füccaiyeden sonra…

Ma’tuf ve Ma’tufun aleyh fiil cümleleri arasındaki tenasübü gözetmede,nefy harfinden sonra,istifham harfinden sonra,İzâ-i Şartiyye,- حَيْسُ-,emir ve nehiyden sonra nasb ihtiyar edilir.Çünkü bu yerler fiilin vaki’ olduğu yerlerdir.Sıfatı fiille açıklayanın karıştırmasından yani nasbın halini açıklayanın iltibasından korkulduğunda da nasb ihtiyar edilir.Misal:- اِنَّا –خَلَقْنَا – كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ –( شَيْءٍ مَخْلُوقٌ)-

Şart harfinden – لَوْ – اِنْ- ve teşvik harfinden – – لَوْمَا –لَوْلاَ –اَلاَّ –هَلاَّ sonra nasb vacibdir.Misal:- اِنْ زَيْدًا ضَرَبْتُهُ ضَرَبَكَ – اَلاَّ زَيْدًا ضَرَبْتُهُ-

– اَ زَيْدٌ ذُهِبَ بِهِ- Bu izmar alâ şaritat-it tefsirden değildir.Bu misal ve – كُلَّ شيْءٍ فَعَلُوهُ فِى الزُّبُرِ- ref’ olmaklıkla aynıdırlar.

– اَلزَّانِيَةُ وَالزَّانِى فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا- Müberrede göre;Fâ şart manasınadır. Mübteda –mevsul olan- Elif-lam-da şart manası vardır.İsmi fail ise –şart gibi- onun sılasıdır.Müberrede göre âyet bir cümledir.Sibeveyhiye göre iki cümledir.Başa – حُكْم- takdiriyle,- فَاجْلِدُوا- ikinci cümlesi,birinci cümledeki hükmü beyan ediyor.Fâ şart manasına olmayınca,âyetde iki cümle olmamış olur.Tercih edilen görüş,nasbdır.

4)TAHZİR (Sakındırmak) :Mâba’dinden yani mef’ulden sonrakinden sakındırarak – اِتَّقِ- takdirinde bir ma’muldür.Veya muhazzeru minh yani kendisinden sakındırılan,mükerrer olarak zikredilir.Misal:- اِيَّاكَ وَاْلأسَدَ = بَعْدَ نَفْسَكَ مِنَ اْلأَسَدِ – وَاِيَّاكَ (مِنْ) اَنْ تَخْذِفَ ( اِتََّقِ نَفْسَكَ )- وَالطَّرِيقَ اَلطَّرِيقَ-

– مِنْ- in takdiri imkansız olduğundan atıfsız olarak – اِيَّاكَ اْلأَسَدَ- denilmez.

-MEF’ÛLÜ BİH : Zaman ve mekandan,âmili kendisinde gizli olandır.Kendisinde mezkur hadesin ve işin yapıldığı isimdir.Buda gerek zaman,gerekse de mekanda olur.Karineli veya karinesiz olarak hazfı caizdir.Âmilininki ise;karineli olarak caizdir.

Nasb olmanın şartı ise;- فى- lafzının takdiridir.Zarfı zamanların hepsi – فى- nin takdirini kabul eder.Zarfı mekanlar ise –cihatı sitte gibi- eğer mekanı mübhem ise – فى- nin takdirini kabul eder,yoksa kabul etmez.Mübhem cihat-ı sitte ile açıklanır.Ve – لَدَى – عِنْدِ- ve benzerleri ( سِوَى – دُونَ) kapalılıklarından cihat-ı sitte ile açıklanana hamledilir.Çok kullanılmasından dolayı mekan lafzı – نَزَلْتُ – سَكَنْتُ – دَخَلْتُ- keza buda öyledir.

Mef’ulü fih gizli bir âmille yani;Ne zaman yürüdün? Diyen kimseye:- يَوْمَ اْلجُمِعَةِ- gibi.Ve tafsili üzere nasb kılınır.- يَوْمَ اْلجُمِعَةِ صُمْتُ فِيهِ-

-MEF’ÛLÜ LEH : Mezkur işin kendisi sebebiyle yapıldığı bir isimdir.Bir fiilin sebebini bildiren mef’uldür.Misal:- ضَرَبْتُهُ تَأْ دِيبًا لَهُ- Buradaki te’dib ancak darb ile hasıl olur.

– قَعَدْتُ عَنِ اْلحَرْبِ جُبْنًا- Zücaca hılafen.Çünki ona göre mef’ulü leh masdardır.Nasb olmasının şartı ise;Lâm- ın takdiridir.Mef’ulü leh illetli fiilin failine bir iş yani darbla edeblendirme işini aynı adam yapmış olacak ve darbla tedibin zamanı bir olacak.Bu durumda Lâm-ın hazfı caizdir.

-MEF’ÛLÜ MAAH :Lafzen veya mâna yönüyle fiilin mamulünün mef’ulü maahla beraberliği için Vav-dan sonra zikredilir.Fiil lafzen olursa atıf caiz olur.Bunda iki vecih vardır;Mef’uliyet üzere nasbın ve ref’ üzerede atfın caiz olmasıdır.Misal:- جِْئتُ اَنَا وَزَيْدًا وَ زَيْدٌ- Birinci nasbla,ikincisi atıfla.

Eğer atıf mümkün olmazsa,nasb belirtilir.Misal:- جِئْتُ وَ زَيْدًا-Mümkün olmayışı,arada fasılanın olmayışıdır.Eğer fiil manen yani lafızdan çıkarılmış emri manevi olursa;atıf caiz olmakla beraber taayyün etmiş,belirtilmiş olur.Misal:- مَا لِزَيْدٍ وَ عَمْرٍو-

Atıfda caiz olmazsa,nasb ta’yin edilir.Misal:- مَاشَانُكَ وَعَمْرًوا – مَالَكَ وَزَيْدًا-,çünkü mâna-مَاتَصْنَعُ – şeklindedir.

Mef’ulü maah;Vav-ı musahabeden sonra âmil ile ma’mulün olmasıdır.Takdimi ve taaddüdü caiz değildir.

-HÂL : Lafız veya mâna yönüyle,fail veya mef’ulü bihin hey’etini,suretini açıklaması,açığa çıkmasıdır.Maneviye misal:- زَيْدٌ قَائِمًا – زَيْدٌ فىِ الدَّارِ قَائِمًا – ضَرَبْتُ زَيْدًا قَائِمًا-

Hâlin âmili;ya fiil veya şibh fiil veya fiil manasınadır.

Hâlin şartı;Nekre olmaktır.Ve Zilhâlinde ekseriya ma’rife olmasıdır.Misal:- اَرْسَلَهَاالْعِرَاك = مُعْتَرِكَةََََََََََ َ – مُتَزَاحِمَة َ – مَرَرْتُ بِهِ وَحْدَهُ = مُنْفَرِدًا-

Ve benzerleri de böylece nekre ile te’vil edilir.eğer Zilhâl nekre olursa,hâlin takdimi vacib olur.Sahih görüşe göre;Mecrur ve zarfın hilafına hâl âmili maneviye takaddüm edemez.

Bir heyete,sıfata delalet eden her nekrenin hâl olarak vaki’ olması sahih olur.Misal:- هَذَا بُسْرًا اَطْيَبُ مِنْهُ رُطَبًا-

Hâl,cümle-i haberiyye olur;sıdk ve kizbe ihtimali olarak…Çünkü hâl,Zilhâlde haber menzilinde ve yerindedir.Vav ve zamir ile beraber cümle-i ismiyye olur.Misal:- جَائَنِى زَيْدٌ وَاَبُوهُ قَائِمٌ-

Veya yalnız Vav ile veya zayıf görüşe göre;zamir ile olur.Muzari-i Müsbet (Cümle-i fi’liyye) yalnız vav iledir.

Cümle-i ismiyye ve fi’liyyenin dışında;Vav ve zamir beraber veya ikisinden birisiyledir. Müsbet mazide zahir veya mukadder olarak – قَدْ- lafzının dahil olması gerekir.Karine bulunduğunda hâl-de âmilin hazfi caizdir.Sefere çıkana şöyle denilmesi gibi;-سِرْ رَاشِدًا = رَاشِدًا مَهْدِيًّا-

Hâl-i Müekkedde ise;vacibdir.Misal:- زَيْدُ اَبُوكَ عَطُوفًا- yani;- اُحِقُّهُ-

Müekkedetin âmilinin vücuben hazfının şartı;hâlin cümle-i ismiyyenin içine aldığı şeyi tekid edici olmasıdır. (Geçen misalde,babanın çocuğuna şefkati gibi.)

Hâlin taaddüdü de caizdir.

Hâller türemiş kelimelerden olur.Olmayanlara camid,olanlarada türemiş mânası verilir.Misal:- ضَرَبْتُهُ بَغْتَةً = اَىْ مُبَاغِتًا-

-TEMYİZ : Mezkur veya mukadder sıfatta olmayıp zât-da,zâtın cinsinde yerleşmiş olan ibhamlığı yani kapalılığı kaldıran bir isimdir.

Birincisi;Galiben kendisiyle miktarı bilinen cümlenin karşıtı olan müfredden olur.Buda ya aded de;Misal:-عِشْرُونَ دِرْهَمًا – yada vezin gibi adedin dışında;- رِطْلُ زَيْتًا – وَمَنَوَانِ سَمْنًا – وَقَفِيزَانِ بُرًّا – وَعَلَى التَّمْرَةِ مِثْلُهَا زُبْدًا- olur.Temyiz eğer cins olursa müfred olur.Cinsin dışında zaten cemi’ olduğu gibi;- تَمْرٌ- Te-siz hem cemi’ hem müfred olur.Ancak nevi kasdedilirse cemi’ yapılır.Eğer müfredi miktar;tenvinle veya tesniye Nun-uyla olursa izafet caiz olur.Yoksa olmaz.Aynı şekilde mikdar olmayan müfredden de ibhamı kaldırır.Mesela;- خَاتَمٌ حَدِيدًا- İzafetle kesre olması ise,ekser isti’maldir.

İkincisi;Cümlede veya cümleye benzeyen şeyde olan nisbeti kaldırır.Misal:- زَيْدٌ طَيِّبٌ اَبًا – اَبُوَّةً – دَارًا – عِلْمًا – طَابَ زَيْدٌ نَفْسًا-

Veya izafeti de kaldırır.Misal:- اَعْجَبَنِى طِيبُهُ اَبًا – اُبُوَّةً – دَارًا – عِلْمًا – وَلِلَّهِ دَرُّهُ فَارِسًا-

Eğer temyiz isim olursa,Muntasabu anh yapmak sahih olur.temyizin bazen muntasabun anh için,bazende müteallakı için olması caiz olur.- طَابَ زَيْدٌ اَبًا- gibi.

Muntasabun anh gibi yapmak sahih olmazsa;temyiz hasseten müteallakı içindir.Temyiz;Muntasabu anh ve müteallakı için olan yerde kasdedilene uygun gelmektedir.Neviler kasdedilirse hariç,cins olduğunda mutabık gelmez.Eğer temyiz sıfat olursa,mutabakatıyla beraber (Mutabakatun anh) ona sıfat olur.Mezkur sıfatın hâlede ihtimali vardır.Temyiz âmiline tekaddüm edemez.

Mâzeni ve Müberrede muhalif olarak ki;bunlar temyizin fiile takdimini caiz görmektedirler.Sahih görüşe göre;Temyizin fiile tekaddüm etmemesi,öne geçmemesidir.

Sayı isimlerinin temyizinde;a)Bir ile iki sayısının yerini bizzat temyizin kendisi tutar.Misal:- قَلَمٌ – قَلَمَانِ-

b)Üç-den on-a kadar olan sayı isimlerinin temyizi,bunlarla izafet halinde mecrur bulunur.Ve cemi’ olur.Misal:- خَمْسُ نِسَاءٍ-

c)Onbir-den doksandokuza kadar olan sayı isimlerinin temyizi müfred ve mansub olur.Misal:- اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَبًا-

d)Yüz ve bin-in temyizleri müfred ve mecrur olur.Misal:- اَلْفُ غَنَمٍ – مِئَةُ كِتَابٍ-

Temyiz;en çok mansub şekliyle görülür.

Mâna yönüyle fail olmayan ve de sayı isminden sonra gelmeyen temyiz,- مِنْ- ile kullanılabilir.Taaccüb temyizleri de bazen böyle kullanılır.

-MÜSTESNA : – اِلاَّ- ve benzerlerinden yani ehavatından sonra gelen ismi,üst tarafının hükmünden hariç kılmaktır.Yani istisna;bir hükmü mâkablinde ayırmaktır.Ayrılana müstesna,mâkabli olan kendisinden öncekine de müstesna minh tabir olunur.

Müstesna;Muttasıl,Munkatı’ ve Müferrağ diye üçe ayrılır:

1)MUTTASIL : Lafzen veya takdiren – اِلاَّ- ve benzerleri olan – خَلاَ – عَدَا – سِوَى – سَوَاءُ – حَاشَا- ile,müstesnanın cüzlerinin,fertlerinin müteaddidden,bir çok sayıdan çıkarılmasıdır.Misal.- مَاجَائَنِى ( أضحَدٌ ) اِلاَّ زَيْدًا – جَائَنِى الْقَوْمُ اِلاَّ زَيْدًا-

Müstesnanın,müstesna minhin cinsinden olması gerekir.

2)MUNKATI’:Müstesnanın müstesna minhin cinsinden olmayışıdır.Misal:- جَائَنِى الْقَوْمُ اِلاَّ حِمَارًا- Farkı;Muttasılda Zeyd kavimden,Munkatı’da ise Hımar kavimden değildir.

Müstesna;Sıfatın dışında,müsbet olan kelamda – اِلاَّ- dan sonra vaki’ olduğunda şöyle olur.Misal:- جَائَنِى الْقَوْمُ اِلاَّ زَيْدًا-

Müstesna,müstesna minhden önce geldiğinde,kelâmın müsbet olup olmaması farketmeksizin,bu durumda;misal:- مَا جَائَنِى اِلاَّ زَيْدًا اَحَدٌ – جَائَنِى اِلاَّ زَيْدًا القَوْمُ-

Müstesna Munkatı’ olduğunda;Misal.- مَا فِى الدَّارِ اَحَدٌ اِلاَّ حِمَارًا-

Bu üç yerde müstesna vücuben mansubdur.

Bu خَلاَ – عَدَا – مَا خَلاَ – مَا عَدَا – لَيْسَ – لاَ يَكُونُ– istisna harflerinden sonra da nasb vacibdir.

Müstesnada istisna üzere nasb caizdir.Müstesna minh zikredilerek,gayrı mu’ceb (Menfi;nefiy,nehiy,istifham gibi) kelâmda – اِلاَّ- dan sonra olan yerde,müstesna minh-de bedel ihtiyar edilir.Misal:- مَا فَعَلُوهُ اِلاَّ قَلِيلٌ – وَ اِلاَّ قَلِيلاً-

Müstesna,âmillerin gerektirdiği durum üzere i’rablanır.Bir faideden dolayı,müstesna ğayrı mu’ceb bir kelâmda vaki’ olduğu halde,eğer müstesna minh zikredilmemişse,şöyle olur;Misal:- مَا ضَرَبَنِى اِلاَّ زَيْدٌ-

Mânanın doğru olma durumu ise,böyle olmayıp hariçtir.Çünki doğru mâna kastedileni tayin eder.Misal- قَرَأْتُ اِلاَّ يَوْمَ كَذَا-:

Bundan dolayı şu caiz değildir.Misal:- مَا زَالَ زَيْدٌ اِلاَّ عَالِمًا-

“Zeyd her şey oldu,âlimlik hariç,olmuş oluyor.

Müstesna Minhun lafzı üzerine hamlederek bedel yapma imkanı olmazsa,müstesna,müstesna minhun lafzına değilde,mahalline hamledilir.Misal:- مَا جَائَنِى مِنْ اَحَدٍ اِلاَّ زَيْدٌ – لاَ اَحَدٌ فِيهَا اِلاَّ عَمْرٌو – وَمَا زَيْدٌ شَيْأً اِلاَّ شَيْئٌ لاَ يُعْبَأُ بِهِ-

Müsbet kelâmdan sonra ittifakla –مِنْ – i istiğrakiyye ziyade edilmez.

– مَا – لاَ- müsbet kelâmdan sonra müstesnada âmil olarak takdir edilmez.Çünkü bunlar nefiyde amel ederler.Nefiy şunun hilafına olarak – اِلاَّ- ile bozulur.Misal:- لَيْسَ زَيْدٌ شَيْأً اِلاَّ شَيْأً-

Çünkü burada – لَيْسَ- nefiy için olmayıp,fiil için yani fiil olarak amel etmiştir.Âmilin emrinin bâki kalması ki; oda emir sebebiyle olan – لَيْسَ- gibi,nefiy mânasını nakzedip bozacak bir eser mevcud değildir. Bundan dolayı yani – لَيْسَ- fiilde amel edip,- مَ – لاَ- bunun aksine olmasından;şu misal;-لَيْسَ زَيْدٌ اِلاَّ قَائِمًا – caiz,şu ise;- مَا زَيْدٌ اِلاَّ قَاَئِمًا- caiz değildir.

Müstesna;- حَاشَا – سَوَاءٍ – سِوَى – غَيْرُ- (ki bu ekser harfi cer olarak kullanılır.)Bunlardan sonra mecrur olur.

İstisnada;- غَيْر- ın i’rabı,- اِلاَّ- ile yapılan müstesnanın i’rabı gibidir.- غَيْر- kelimesi asılda sıfat olup,istisnada – اِلاَّ- gibi kullanılmak üzere – اِلاَّ- ya hamledilmiştir.

İstisna özürlü olduğu zaman,- اِلاَّ- sınırsız nekrelenmiş cemi’,cemiyyete delalet etmek için vaki’ olup meydana geldiğinde;- اِلاَّ- kelimesinin sıfatta,- غَيْر- kelimesine atfedilmesi gibi ki;bu – اِلاَّ- ekseriyetle- غَيْر- üzerine hamledilmez.Misal لَوْ كَانَ فِيهِمَا اَلِهَةٌ اِلآَالَّلهُ لَفَسَدَتَاَ-

Buradaki- اِلآَ-,- غَيْر- mânasına olmasaydı,-Allah’ın olmasıyla yer ve gök fesada gitmiş olurdu,anlamına olmuş olurdu.

-سِوَى, سَوَاء- -nın i’rabı sahih görüşe göre (Sibeveyhiye);zarfiyyete bina ederek nasb kılmaktır.

3)MÜFERRAĞ :Eğer kelâm tam olmaz yani iberede müstesna minh bulunmaz ise o müstesnaya Müferrağ denir.O halde müstesna,müstesna minhin alacağı i’rab ile i’rablanır.Misal:- مَا جَاءَ اِلآَ زَيْدٌ-

Bundan dolayı şu caiz değildir.Misal:- مَا زَالَ زَيْدٌ اِلآَ عَالِمًا-

İstisnayı Müferrağ,kelâm-ı ğayrı mûcebde yani olumsuzda olması asıldır.Gerek nefyi sarih ile menfi olsun,gerek nefiy ile müevvel bir mânada bulunsun ve gerek kelâmda mânayı nehiy veya istifham bulunmuş olsun,ğayrı mûceb kelâmda olması gerekir.

İstisnayı müferrağ;Failden,naib-i failden ve mef’ulü maah müstesna olmak üzere her nevi mef’ulden olabilir.Misal:- مَا ضَرَبَ اِلآَ زَيْدٌ-

Hâlden ve temyizden dahi vaki’ olur.Misal:- مَا جَاءَ زَيْدٌ اِلآَ رَاكِبًا-

-KÂNE VE KARDEŞLERİNİN HABERİ : Kâne (- كَانَ-) ve ehavatından biri dahil olduktan sonra müsned olmasıdır.Yani kâne ve kardeşleri;ismine ve haberine dahil olduktan sonra,Kânenin haberinin kendi ismine isnad etmesidir.Misal:- كَانَ زَيْدٌ قَائِمًا-

Kâne ve kardeşlerinin haberinin işi;Mübtedanın haberinin işi gibidir.Lâkin Kânenin haberi ma’rife olduğunda takaddüm edip,öne geçebilir.Misal:- كَانَ الْمُنْطَلِقَ زَيْدٌ-

Ve bazende âmili olan Kâne lafzı hazfedilir.Misal:- اَالنَّاسُ مَجْزِيُّونَ بِأَعْمَالِهِمْ-

Âmilin hazfi şu dört vecihle de olur:Misal:- اِنْ خَيْرًا فَخَيْرٌ وَاِنْ شَرًّا فَشَرٌّ-

1)Misalde olup,en kuvvetli olandır.Hazf az olup,Kâne de kuvvetli olmaktadır.Misal:-اِنْ كَانَ عَمَلُهُ خَيْرًا فَجَزَاؤُهُ خَيْرٌ

2)İkisinde de nasbı ile;- اِنْ كَانَ عَمَلُهُ خَيْرًا فَكَانَ جَزَاؤُهُ خَيْرًا اِنْ كَانَ عَمَلُهُ شَرًّا فَكَانَ جَزَاؤُهُ شَرًا-

3)İkisinde de ref’i ile;Misal:- اِنْ كَانَ عَمَلُهُ خَيْرٌ فَجَزَاؤُهُ خَيْرٌ

4)İkisinde de cerri ile.Buda kıyasi olmayıp,semâ-î olarak harfi cerrin takdiriyledir.Misal:- اِنْ سَيْفٍ فَسَيْفٍ-

Yani;- اِنْ كَانَ قَتْلُهُ بِسَيْفٍ فَقَتْلُهُ بِسَيْفٍ-

Bazen Kâne âmilinin hazfi vacib olur.Misal:- اَمَّا اَنْتَ مُنْطَلِقًا اِنْطَلَقْتُ-

Şu takdirdedir.:اِنْ كُنْتَ مُنْطَلِقًا اِنْطَلَقْتُ

-İNNE VE KARDEŞELRİNİN İSMİ : İnne ( -( اِنَّve kardeşlerinin dahil olmasından sonra,müsnedü ileyh olmasıdır.Yani İnne ve kardeşlerinin kendisine isnadıdır.Misal:- اِنَّ زَيْدًا قَائِمٌ-

Lâ– لاnın ismi,cinsini nefiy için olan Lâ ( لا) ile mansubdur.Lâ-nın ismi;Lâ-nın kendisine dahil olmasından sonra muzafun ileyh olup,Lâ lafzından sonra vaki’ olarak onu takib eder,muzaf bir nekre olur.Misal:- لاَ غُلاَمَ رَجُلٍ-

Veya muzafa müşabih olup,benzediğinde;Misal:- وَلاَ عِشْرِينَ دِرْهَمًا لَكَ-

Lâ-nın dahil olmasından sonra müsnedü ileyh eğer müfred olursa yani sonuncu şart muzafa müşabeheti olmazsa,o zaman muzafu ileyh nasb edildiği şey üzere mebni olarak kalır, Yani Lâ müfrede dahil olmadan önce…

Eğer nekre şartının yok olmasıyla ma’rife olursa veya birinci şartın olmamasıyla muzafun ileyh ve Lâ-nın arası ayrılırsa;Misal:- وَلاَ فىِ الدَّارِغُلاَمَ زَيْدٍ وَعَمْرٍو-

Ref’ ve tekrar vacib olur.Misal:- مِثْلُ قَضِيَّةٍ وَلاَ اَبَا حَسَنٍ لَهَا مُتَأَوَّلٌ-

– لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلآَ بِا للَّهِ- Burada beş vecih vardır:

1)İkisinin fethasıyla.Misal:- لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلآَ بِا للَّهِ –

Lâ-nın ikisi de cinsini nefy içindir.

2)Birinci Lâ nefyi cins için olduğunda fetha,ikinci Lâ mezid olduğundan nasb iledir.

3)Birinci nefyi cins için olduğundan fetha,ikinci zaid ve fazla olduğundan ref’dir.

4)İkisini de mübteda,- بِاللَّهِ- yi de haber yapmak suretiyle ikisininde erf’i ile.

5)Birinci Lâ Leyse mânasına olduğundan zayıf görüşe göre ref’,ikinciside cinsini nefiy olarak fetha iledir.Cinsini nefy için olan Lâ-ya hemze dahil olduğunda ve mânası Lâ-nın amelini değiştirmez.Misal:- اَلاَ رَجُلَ فِى الدَّارِ-

Garaz ve kasd için olduğunda;Misal:- اَلاَ نُزُولَ عِنْدِى-

Ve Temenni de bu kabildendir.Misal:- اَلاَ رَجُلاً جَزَاهُ اللَّهُ خَيْرًا-

Kendisini müfred takib ettiği halde,mebni olan Lâ-nın isminin birinci sıfatı fetha üzere mebnidir.Uzak metbuuna hamledip ref’,yakınına da atfederek nasb olup,mu’rab olur.Misal:- اَلاَ رَجُلَ ظَرِيفَ وَظَرِيفٌ – ظَرِيفًا-Eğer sıfat kendisini takib eden müfred olmazsa;onun hükmü i’rabdan başka değildir.Mahalline hamletmek suretiyle Lâ lafzının ismine atıf caizdir.Misal—-لاَ ابَ وَاِبْنًا وَاِبْنٌve – لاَ غُلَمَىْ لَهُ – لاَ اَبَا لَهُ-

Muzafun asli manasında Lâ-nın isminin muzafa benzemesi için,muzaf olmadığı haldeLâ-mın ismini muzafa benzetmek caizdir.Bir ve ikinin aslı ise:-لاَ اَبَ لَهُ – ve – وَلاَ غُلاَمَيْنِ لَهُ- dur.Bundan dolayı; – لاَ اَبَا فِيهاَ- caiz değildir.

Sibeveyhin hilafına olarak;mânanın bozulmasından dolayı bu iki terkib muzaf değildirler.Şurada ise Lâ-nın isminin hazfı çok olur.Misal:- لاَ بَأْسَ عَلَيْكَ = لاَ عَلَيْكَ-

-LEYSE ( لَيْسَ) YE BENZEYEN – ما- VE – لا- NIN HABERİ : Mâ ve Lâ-nın dahil olmasından sonra müsned olan yani isimlerine isnad edilendir.Bu haberilik ehli Hicazın lugatına göredir.Mâ ile beraber İn ( اِنْ) ziyade edildiğinde;Misal:- مَا اِنْ زَيْدٌ قَائِمٌ-

Veya nefiy İllâ ile bozulduğunda;- مَا زَيْدٌ اِلاَّ قَائِمٌ-

Veya haber ismi üzerine geçer,takaddüm ederse;- مَا قَائِمٌ زَيْدٌ- Mâ-nın ameli batıl olur.

Mâ ve Lâ-nın haberine;nefiyden sonra müsbetliliği ifade eden bir atıfla etfedilirse;Misal:- مَا زَيْدٌ مُقِيمًا-

Nefyi bozmada İllâ gibi olduğundan,matufun hükmü ref’dir.Ve onun haberi,mübtedanın haberi gibidir.

M E C R Û R A T

Başında bulunan kelime veya harf,mecrur olmasını gerektiren isimlere ve tabi’lerine Mecrurlar denir.Muzafun ileyh ile harfi cerli isimler asıl mecrurlardır.Muzafu ileyh alemine şamil bir isimdir.

Muzafu ileyh;Lafzen veya Takdiren harfi cer vasıtasıyla kendisine bir şeyin nisbet edildiği her isme denir.Misal:- مَرَرْتُ بِزَيْدٍ – غُلاَمُ زَيْدٍ-

Muzaf ve Muzafu ileyh olmak isimlerin hâl ve şânıdır.

Bağlanmış olan iki kelimeden birincisine muzaf, yani tamlanan,ikicisine muzafun ileyh yani tamlayan denir.Muzaf önce gelip,sonundan Tenvin ile Tesniye ve Cemi’ nunları düşer.Muzafın i’rabı âmillre bağlı olmakla beraber ötre,Muzafun ileyh ise;devamlı mecrur ve esre olur.Misal:- كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلَى فِطْرَةِ اْلأِسْلاَمِ-

Harfi cerrin takdirinin şartı;Muzafın mücerred bir isim olması ve tenvinin onun makamında kâim olmasıdır.

Umum ve Hususta;Muzaf ile Muzafın ileyhin müsavi olmamasıdır.

Mutlak olan fiilde muzafın,muzafun ileyhden daha has olmamasıdır.

İzafet lafzî ve mânevî diye ikiye ayrılır:

1)MA’NEVÍ :Muzaf,ma’mulüne muzaf bir sıfat olmamasıdır.Oda ya Lâm veya Min veya Fi mânasında olmasıdır.

Âmili Mânevînin şartı;Muzaf,Ma’rife olduğu zaman,harfi ta’riften tecrid edilmesidir.Yani;Ta’rifle beraber ma’rifeti,tahsisle beraber nekreyi ifade eder.

İzafeti Ma’neviyye,muzafın cinsi ve zarf dışında;Muzafun ileyh de ya Lâm mânasınadır.Misal:- غُلاَمُ لِزَيْدٍ = غُلاَمُ زَيْدٍ-

Veya muzafın cinsinde Min-i Beyaniyye mânasınadır.Misal:- خَاتَمُ مِنْ فِضَّةٍ = خَاتَمُ فِضَّةٍ-

Veya muzafın zarfında Fi ( فى) mânasınadır.İzafetin Fi mânasına olması ise;azdır.Misal:- ضَرْبُ وَاقِعٌ فىِ اْليَوْمِ = ضَرْبُ اْليَوْمِ-

Kûfiyyunlar;- اَلثَّلاَثَةُ اْلأَثْوَابِ- ve ma’rife olan sayılardan bunun gibi olanları,terkibleri caiz görmüşlerdir.Bunlar;Muzafda izafet ile Lâm-ın arasını cem’ edip,toplamaktadırlar.Bu ise kıyas ve isti’mal yönünde zayıftır.

2)LAFZÍ : Muzaf,ma’mulüne muzaf bir sıfat olmasıdır.Misal:- ضَارِبُ زَيْدًا-

(Fâilin mef’ule izafeti:-)Misal:- حَسَنُ اْلَوجْهِ – هُ- (aslı ref’ ile)

(Sıfatı müşebbehenin fâiline izafeti;)

-İzafeti lafziyyenin faydası;Lafızda hafifliğin olmasıdır.Bundan dolayı şu caizdir;Misal:- مَرَرْتُ بِرَجُلٍ حَسَنِ اْلوَجْهِ-

Çünkü ma’rife nekreye sıfat olmuştur.

Şu ise caiz değildir.Çünkü,ma’rife ma’rifeye sıfat olmuştur.Misal:- مَرَرْتُ بِزَيْدٍ حَسَنِ اْلوَجْهِ-

– اَلضَّارِبُوا زَيْد – اَلضَّارِبَا زَيْد- Burada ise Nun-un hazfı,tahfiften dolayı caizdir.- اَلضَّارِبُ زَيْدٍ- ise,caiz değildir.

Şu ise zayıf bir terkibtir.Misal:- اَلْوَاهِبُ اْلمِأَةِ اْلهِجَانِ وَ عَبْدِهَا-

– اَلضَّارِبُ الرَّجُلِ- yu – اَلْحَسَنُ اْلوَجْهِ- deki – اَلْوَجْهِ- ye hamletmek suretiyle

caiz olmuştur. – اَلضَّارِبُكَ- ve benzeri – اَلضَّارِبِى- de böyledir.

Sibeveyhi;-ضَارِبُكَ -deki – اَلضَّارِبُ- ya muzaf demiştir.

Mevsuf sıfatına,sıfatta mevsufuna izafe edilmez.Bazıları te’vil edilir.Misal:- مَسْجِدُ (الوقت) اْلجَامِعُ – بَقْلَةُ (حَبَّة) اْلحَمْقَاءِ – صَلَوةُ (السّاعه) اْلأُولىَ – جَانِبُ (مكان) اْلغَرْبِىِّ-

İkinciye misal:- ثِيَابٌ اَخْلاَقٌ = اَخْلاَََََََ َقُ ثِيَابٍ – قَطِيفَةٌ جُرْدٌ = جُرْدُ قَطِيفَةٍ-

Umum ve hususlukta muzafun ileyhe benzeyen bir sim,muzafun ileyhe izafe edilmez.Misal:- مَنْعٍ – حَبْسٍ – اَسَدُ – لَيْسٍ-

Sebebi ise;bir fayda olmamasındandır.

– كُلُّ الدَّرَاهِمِ- ve – عَيْنُ الشَّيْءِ- Âmmın hâssa izafetinden dolayı bunun hilafınadır.Çünkü buradaki muzaf,muzafun ileyhe hâs olur.

– سَعِيدُ لرَّذٍ- ve benzerleri te’vil edilir.Çünkü ikisi de tek bir şeye isimdir.Sahih yani illetsiz veya mülhak yani sonunda Mâkabli sakin Vav veya Yâ olan,bir sim mütekellim Yâ-sına izafe edildiğinde;sahih veya mülhak ismin sonu,aralarında uygunluğun olması için sonu kesre kılınır.Misal:- ظَبْىٍ – ثَبْبِى- İzafet Yâ-sı meftuh veya sakindir. Eğer mütekellim Yâ-sına muzaf ismin sonu elif ise;aynen sabit kalır.Misal:- رَخَاىَ – عَصَاىَ-

Huzeyl kabilesi tesniye için olmayan elifi Yâ-ya dönüştürmektedirler.Misal:- رَخَىَّ – عَصَىَّ-

Eğer Elif değil,Yâ ise;iki benzer birleştiğinden dağmedilip,bitiştirilir.Misal:- مُسْلِمَِىَّ-

Eğer sonu Vav ise;Vav Yâ-ya kalbedilir.Vav-dan dönüştürülen Yâ,mütekellim Yâ-sına girdirilir.İki sakinin karşılaşmasından dolayı da mütekellim Yâ-sı fetha kılınır.

Esmâ-i Sittenin ki ise;- اَبِىِ – اَخِى-dır.Müberred ise;- اَبِىَّ – اَخِىَّ- şeklini caiz kılmıştır.Kadın der:- هَنِى – حَمِى-

Ekser kullanışa göre;- فَمُ- de, – فِىَّ- bazısında da;- فَمِى- denir.

Eğer bu beş isim izafetten kesilirse,denilir;- اَخٌ – أَبٌ – حَمٌ – هَنٌ – فَمٌ (فَِ ُمُ)-

üç harekeyle de olur.Lâkin en güzel ve açık olanı,fetha iledir.

– حَمٌ – يَدٍ – خَبْءٍ – دَلْوٍ – عَصًا-,bir şeye bağlı olmaksızın dört şekilde okunması caizdir.

– هَنٌ- de mutlak olarak – يَدٍ- gibidir.

– ذ ُو- bir zamire muzaf olmaz ve izafetten kesilmez.

T Â B İ L E R

İsmin kısımları olan;Merfûat,Mansûbat ve Mecrûratın kısımları…

Böylece;Görünen bir cihetten,ref’ ise ref’ olarak geçmişinin i’rabını alan,her ikinci olandır.

-S I F A T : Metbuundaki mananın husulüne delalet eden bir tabidir.Yani;bütün tabilere;bedel,atfı beyan,te’kid,atfı bil huruf gibilere şamil bir cinsdir.Tabi ise metbuuna,sıfat ise mevsufuna tabi olandır.Delalette herhangi bir şarta bağlı olmaksızın olur.

Metbuunda olan mutlak bir manaya delalet eden sıfatın faidesi ise;

1)Nekrede tahsisi yani hususiliği ifade etmesi.Misal:- رَجُلٌ عَالِمٌ-

2)Ma’rifede Tavzihi yani açıklığı ifade etmesidir.Misal:- زَيْدُ الظَّرِيفُ-

Bazen de Tahsis ve Tavzih kastedilmeksizin;

-Sırf Sena için.Misal:- بســـم الله الرحمن الرحيم-

-Veya Zem için.Misal:- أَعُوذُ باِ اللَّهِ مِنَ الشِّيْطَانِ الرَّجِيمِ-

-Veya Te’kid için olur.Misal:- نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌ-

Nefhatün-deki nekre olan Te-den,Vahidetün anlaşılmaktadır.

Ğayrı Müştakın konuluşu,umumi kullanışlarda metbudaki manayı ifade içinse;sıfatın –عالم- gibi,müştak veya ğayrı müştak olması arasında bir fark yoktur.Misal:- تَمِيمِىِّ- Devamlı Temim kabilesine nisbeti ifade eder.

– ذِى مَالٍ- veya bazı isti’mallerde..Misal:- مَرَرْتُ بِرَجُلٍ – بِهَذَا الرَّجُلِ – بِزَيْدٍ هَذَا-

Nekre haber cümlesiyle vasıflanıp,bağlamak için nekreye raci’ bir zamir cümleye gerekir.Misal:- جَائَنِى رَجُلٌ اَبُوهُ قَائِمٌ-

Ve mevsufun:- مَرَرْتُ بِرَجُلٍ حَسَنٍ- ve de mevsufun müteallakının haliyle vasıflanır.Misal:- مَرَرْتُ بِرَجُلٍ حَسَنٍ غُلاَمُهُ-

Birincisi:Sıfatın mevsufa tabi’ olması vacib olan yerler ise;

1)İ’rab. 2)Ma’rife. 3)Nekre. 4)Müfred. 5)Tesniye. 6)Cemi’. 7)Müzekker. 8)Müennes-de…

İkincisi:Mevsufun müteallakına tabi’ olan yerler ise;İlk beş yerde;-Ref’,Nasb,Cer,Ma’rife,Nekredir.

Diğerlerinde ise;fiil gibidir.Bundan dolayı;Misal- حَسُنَ قَامَ رَجُلٌ قَاعِدٌ غِلْمَانُهُ- fiile benzemektedir.

Şu ise zaiftir.;Misal-قَاعِدُونَ غِلْمَانُهُ- ( يَقْعُدُونَ غِلْمَانُهُ)- yerinde,fiil manasınadır.- قُعُودٌ غِلْمَانُهُ- ise caizdir.

Zamir;bir şey ile mevsuf ve de vasfiyyet mânasının olmamasından dolayı sıfat olmaz.Mevsuf;ma’rifelikde sıfattan daha fazla veya ona eşittir.Aynı zamanda ma’rifeliğinin daha mükemmel olması vacibdir.Bundan dolayı ma’rifelik Lâm-ı,ancak kendi misliyle vasıflanır.Misal:- جَائَنِى الرَجُلُ الفَاضِلُ-

Veya ma’rifelik Lâm-ının misline muzaf olmakla olur.Misal:- جَائَنِى الرَّجُلُ صَاحِبُ اْلفَرَسِ-

Kapalılığı kaldırmak için Lâm-ile ismi işaret olan – هَذَا- nın vasıf olması kabul edilmiştir.Misal:- مَرَرْتُ بِهَذَا الرَّجُلِ-

Şu ise zaiftir;Misal:- مَرَرْتُ بِهَذا اْلأَبْيَضِ- Çünkü burada mübhemin cinsini açıklamamaktadır.

– مَرَرْتُ بِهَذَا اْلعَالِمِ- Burada ise açıkladığından yani o – عَالِمٍ- in bir insan olduğunu ifade etmesiyle bu güzel olup,kabul edilmektedir.

-A T F : Harf ile ma’tuf olan atıf;Metbuunun tabi’ gibi olmasıyla beraber,kelâmda meydana gelen yani fiilin gerçek fail,mef’ul veya ğayrına nisbeti ile kastedilen bir tabidir. On harften birisi tabi ile metbuun arasına girer.Misal:- قَامَ زَيْدٌ وَ عَمْرٌو-

– عَمْرٌو- Nisbet ile kasdedilen tabi’,- زَيْدٌ- ise metbudur.

Zamiri merfuu muttasıla atfedilmek istenildiğinde,munfasıl ile te’kid edilir.Misal:- ضَرَبْتُ اَنَا وَ زَيْدٌ-

Lakin zamiri merfuu muttasıl ve matuf arasında fasıl vaki’ olduğunda Te’kidin terki caizdir.Misal:- ضَرَبْتُ اْليَوْمَ وَ زَيْدٌ-

Mecrur zamire atfedilmek istendiğinde;harfi cer tekrar döndürülür..Misal:- مَرَرْتُ بِكَ وَ بِزَيْدٍ-

Ma’tuf,ma’tufun aleyh hükmündedir.Bundan dolayı;- مَا زَيْدُ بِقَائِمٍ اَوْ قَائِمًا وَلاَ ذ َاهِبُ عَمْرٌو-

Bu terkibdeki – ذَاهِبُ- da,ancak ref’ caiz olur.Nasb edilse- قَائِمٍا- e atfedilir.Cer yapılsa;- بِقَائِمٍ- e atfedilir.Bu durumda da ma’tuf iki kâimin faili ve – زيد- den de haber olmuş olur ki;buda imkansızdır.

Ancak kıyasen caiz olmamakla beraber,şu caiz görülmüştür;- يَطِيرُ فَيَغْضَبُ زَيْدً الذ ُّبَابُ-(Sinek uçtuğundan dolayı Zeyd kızıyor.) Caiz olmasının sebebi;Fâ-nın Fâ-i Sebebiyye olmasıdır.

Bir atıf ile iki değişik âmile yani ikincinin birinciyi te’kid etmiş olmaması –durumunda atfedildiğinde- Ferr-nın hilafına caiz olma.

Yine Sibeveyhin hilafına şu caizdir;- فِى الدَّارِ زَيْدٌ وَالْحُجْرَةِ عَمْرٌو-

İzâ müfacaat için olduğunda,Misal:- خَرَجْتُ فَأِذَا زَيْدٌ يَضْرِبُهُ عَمْرٌو-

Burada ref’ ihtiyar edilir.Çünkü ekseriyyet itibariyle İzâ-i Füccaiye,cümle-i ismiyyeye dahil olur.İşte bu sayılan mezkur isimlerde nasb ihtiyar olunur.Ki şu sebeb iledir;Münasebet ve tenasübün olması için cümle-i fi’liyyeye atf sebebiyle yani iki fiil olan ma’tuf ile ma’tufun aleyh arasındaki tenasübe riayet edilir.Misal:- خَرَجْتُ فَزَيْدًا لَقِيتُه ُ-

Harfi nefiyden sonra mansub olur.Onlarda;- لَنْ – لَمَّا – لَمْ – لَيْسَ – اِنْ – لاَ – مَا-

– مَا زَيْدًا ضَرَبْتُهُ – لاَ زَيْدًا ضَرَبْتُهُ-

Harfi istifhamdan sonra;-اَ زَيْدًا ضَرَبْتُ –

İzâ-i Şartiyyeden sonra;- اِذَا عَبْدَاللَّهِ للِّقَاءِ فَأَكْرِمُهُ-

Ve Haysü-( حَيْثُ) ki buda Metâ ( مَتَى) nın hükmündedir.Emir ve nehiyden önce mezkur ismin vaki’ olduğu yerdir.Emir:Misal:- زَيْدًا اَضْرِبُهُ- Nehiy.Misal- زَيْدًا لاَ تَضْرِبْهُ-

Çünkü bu mezkur yerler fiilin mevkileridir.

Sıfatı açıklayan kimse iltibas etmekten korktuğu zaman ref’ caiz olur.Ve nasb ise ihtiyar edilir.Misal:- اِنَّا – خَلَقْنَا – كُلَّ شَئٍْ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ-

Eğer ref’ ve nasb-da müsavi olurlarsa,o zaman mütekellim tarafından ihtiyar edilir.Şöyle;- زَيْدٌ قَامَ – وَ- عَمْرًا اَكْرَمْتُهُ-

Nasb ise;şart harfinden ve tahdid,teşvik harfinden sonra gelmesi vacib olur.Şarta misal:- اِنْ زَيْدًا ضَرَبْتُهُ ضَرَبَكَ-

Tahdide misal:- وَاِلاَّ زَيْدًا ضَرَبْتُهُ-

-T E ’ K İ D : Metbuun işini nisbette,mansubda;- ضَرَبَ ضَرَبَ زَيْدٌ- Mensubun ileyhde;- ضَرَبَ زَيْدٌ زَيْدٌ- veya isnadsız metbuun umum efradını;- جَائَنِى الْقَوْمُ كُلُّهُمْ- sabit kılıp,yerleştiren bir tabi’dir.

Te’kid lafzi ve manevi diye ikiye ayrılır:

1)LAFZÍ :İlk lafzın tekrar edilmesiyle olur.Misal:- جَائَنِى زَيْدٌ زَيْدٌ-

Mutlak olarak tekrar,isim,fiil,harf,cümle gibi bütün lafızlarda cereyan eder.

2)MÂNEVÍ :Buda mahdud ve ma’dud bazı lafızlarda olur ki;şunlardır:- عَيْنُهُ – نَفْسُهُ – اَبْصَعُ – اَبْتَعُ – اَكْتَعُ – اَجْمَعُ – كُلُّهُ – كِلاَهُمَا-

İlk ikisi sığalarının ve zamirlerinin değişikliğiyle beraber;Müfred,Tesniye,Cemi’,Müzekker,Müennes üzere vaki’ olurlar.Yani bunları kapsarlar.- نَفْسُهُ – نَفْسُهَا – اَنْفُسُهُمَا – اَنْفُسُهُمْ – اَنْفُسُهُنَّ-

Tesniye için;- كِلْتَاهُمَا -كِلاَهُمَا- Tesniyenin ğayrısında yani diğerlerinde ise,zamirlerin değişmesi iledir.- كُلُّهَا – كُلُّهُمْ – كُلُّهُنَّ-

Diğer kelimelerdeki durum ise;sığalarının değişmesi iledir.

– كُلْ – اَجْمَعَ – جُمَعُ – اَجْمَعُونَ – جَمْعَاءَ – اَجْمَعُ-Lafzıyla te’kid edilmez.

Hissen veya hükmen cüzlerden meydana gelen şeylerin ayrılması sahihtir.Misal: -جَائَِنِى زَيْدٌ كُلُّهُ- -اَكْرَمْتُ اْلقَوْمَ كُلُّهُمْ nun hilafına olarak – وَاِشْتَرَيْتُ اْلعَبْدَ كُلَّهُ- olur.

Zamiri merfuu muttasıl;- نَفْس- ve – عَيْن- kelimeleriyle te’kid edildiğinde;munfasıl bir zamir ve sonra da – نَفْس – ve – عَيْن – kelimeleriyle te’kid edilir.Misal:- ضَرَبْتَ اَنْتَ نَفْسَكَ-

– اَجْمَعَ – اَبْصَعَ – اََبْتَعَ – اَكْْتَعَ- nın tabileri olup,onun gibi kullanılırlar.

– اَكْتَعَ- ve ehavatı (اَجْمَعَ – اَبْصَعَ – اََبْتَعَ ) üzerine tekaddüm edemeyip,onsuz – اَجْمَعَ – zikredilmesi de –cemiyet manasına delalet etmesi zahir olacağından- zaiftir.

-B E D E L : Mübdelün minhsiz,metbuuna nisbet ile kasdedilen bir mâna ve tabi’dir.Misal:- مَرَرْتُ بِزَيْدٍ اَخِيكَ – ضَرَبْتُ زَيْدًا اَخَاكََ – جَائَنِى زَيْدٌ اَخُوكَ-

Bedel dörde ayrılır:1)Bedeli Küll:Mânası birincinin yani mübdelü minhin mânasının aynısıdır.Misal:- جَائَنِى زَيْدٌ اَخُوكَ-

2)Bedeli Ba’z:Mübdelü minhin cüz’üdür.Misal_ ضَرَبْتُ زَيْدًا رَأْسَهُ-

3)Bedeli iştimal:Bedi kül ile Ba’zın dışında bir bedel ile mübdelün minhin arasında bir ilginin olmasıdır.Misal:- نَظَرْتُ اِلَى اْلقَمَرِ فَلَكِهِ-

4)Bedeli Ğalat:Mübdelün Minhin dışında hatadan sonra bedeli kastetmektir.

Bedel ve mübdelün minh;ma’rife olurlar.Misal:-ضَرَبَ زَيْدٌ اَخُوكَ –

Nekre olurlar.Misal:- جَائَنِى رَجُلٌ غُلاَمٌ لَكَ-

Ma’rifelik ve nekrelikte değişik olurlar.Misal:- بِا لنَّاصِيَةِ نَاصِيَةٍ كَاذِبَةٍ-

Nekre,ma’rifeden bedel olabilir;lakin nekrenin mevsuf olması vacib olur.Misal:- بِا لنَّاصِيَةِ نَاصِيَةٍ كَاذِبَةٍ –

İsmi zahir;- :- جَائَنِى زَيْدٌ اَخُوكَ – ismi zamirden,muzmer muzherden;- رَأَيْتُ زَيْدًا اِيَّاهُ- bedel olabilir.Ve de değişikde olabilirler.Misal:- اَخُوكَ ضَرَبْتُهُ زَيْدًا – وَاَخُوكَ ضَرَبْتُ زَيْدًا اِيَّاهُ-

İsmi zahir muzmerden bedeli kül yapılamayıp,ancak gâibden yapılması caiz olur.Misal:- ضَرَبْتُهُ زَيْدًا-

Not:Ma’rife ma’rifeden:- اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمِ صِرَاطَ الَّذِينَ ا َنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ-

Nekre nekreden:- اِنَّ لِلْمُتَّقِينَ مَفَازًا حَدَائِقَ –

İsim isimden ve fiilde fiilden bedel olur:- قُمْتُ صَلَّيْتُ-

İsmi istifhamdan bedel olanların ise;başında hemze-i istifhamiyye bulunur.Misal:- مَنْ ذّا ؟ اَ سَعِيدٌ اَمْ عَلِيٌّ-

-ATF-I BEYAN :Sıfatın ğayrı olup,metbuunu izah için getirilen bir tabi’dir.Misal:- اَقْسَمَ بِا للَّهِ اَبُو حَفْصٍ عُمَرَ مَا مَسَّهَا مِنْ نَقَبٍ وَلاَ دَبَرٍ اِغْفِرْ لَهُ اَللَّهُمَّ اِنْ كَانَ فَجَرُ-

“Evi uzak olup,devesi de zayıf ve ihtiyar olan bir A’rabi Hz.Ömere uğrayarak bir deve istemesi üzerine;Hz.Ömer onun yalan söylediğini zannederek vermemesi üzerine söylediği şiirdir.Ebu hafs’ı Ömer Allah’a yemin etti;(Hayvanın yaralı,zayıf ve ihtiyar olmadığına dair.) Hayvana bir zayıflık ve ihtiyarlık temas etmemiştir.(A’rabi bunun üzerine şöyle dedi( Allahım!Eğer Ömer günahkâr ise;onu bağışla…

Daha sonra bunun doğru olduğunu tetkik edip anlayan ve gören Hz.Ömer;adamı giyindirip,memnun etmiştir.

– اَبُو حَفْصٍ- Hz.Ömerin künyesi. – عُمَرَ- ise;atfı beyanıdır.

Bedel ile farkı ise;Misal:- بِشْر : اَنَا اِبْنُ التَّارِكِ الْبِكْرِى بِشْرٍ-

– بِشْر- Bekr-in atfı beyanıdır.Bedelde ise caiz değildir.Çünkü bedel tarik lafzının tekrarı hükmündedir.Takdiri ise;- اَنَا اِبْنُ التَّارِكِ بِشْرِ-

NOT:Atfı beyanlar;sıfatlar gibi metbuuna uygun olur.Ya ikisi de nekre olur veya ikisi de ma’rife olur.Atfı beyan;sıfata değil,zâta taalluk ettiğinden camid isimden olur.

M E B N İ

Sonunda i’rab olmayana denir.Harf,fiili mazi gibi mebniyyi asla uygunveya mürekkeb olmadığı halde vaki’ olan bir isimdir.

Hükmü İse;Âmillerin değişmesiyle,sonu değişmeyendir.Mebninin lakabları ise;zamme,fetha,kesre ve vakıftır.

Mebniler;Mebniyyi asıl ve ârız diye ikiye ayrılır:

Mebniyyi asılda;Harf,mazi,emir ve ve cümle diye dörde ayrılır.

Mebniyyi Ârız;İsimler ve Fiillerdir.

Mebniler;Zamirler,ismi işaretler,ismi mevsuller,isim fiiller,savtlar,mürekkebler,kinayeler ve bazı zarflardır.Misal:- جَاءَ هَذَا الرَّجُلُ – رَاَيْتُ هَذَا الرَّجُلُ – مَرَرْتُ بِهَذَا الرَّجُلُ

Yukarıdaki misallerin birincisinde,- هَذَا- faildir. İkincisinde mef’ul,üçüncüsünde ise;harfi cerle mecrurdur.Böylece – هَذَا-her üç halde de aynı kalıb,herhangi bir hareke değişikliğine uğramamıştır.

NOT:Tek bir mânaya konulmuş bir lafız olan kelime üçe ayrılır:

1)Anlaşılma hususunda üç zamandan birine yakınlığı olmaksızın müstakil bir mânaya delalet eden,bir lafız olan isim ki;Zamirler,zarflar,ismi işaretler ve ismi mevsuller gibi olanlar mebnidirler.

2)Üç zamandan birine delalet edip;bir iş,bir oluş,bir hareketi bildiren, kelime olan fiil ki;fiili maziler,emri hazırlar,sonuna Te’kid nun-u bitiştiği zaman muzariler,ayrıca cemi’ müennes,muzari mebnidirler.

3)Kendi başına herhangi bir mâna ifade etmeyen,bir lafız olan harf ki;harfi cerlerdir.Bunlar da mebnidirler.

-ZAMİRLER : Lafzen veya mânen veya hükmen;mütekellim veya muhatab veya zikri geçen gaib için konulup,onlara delalet eden bir isimdir.

Muttasıl ve Munfasıl diye ikiye ayrılır:

1)Zamiri Munfasıl:Kendsinden önceki kelimenin başkasına ihtiyacı olmayıp,zatında müstakil olan veya İllâ-dan sonra gelen bir zamirdir.Misal:- مَا اَنْتَ مُنْطَلِقًا-

– صِفَةٌ جَرَتْ عَلَى غَيْرِ مَنْ هِىَ لَهُ-

Bir zamire sahibinin ğayrı üzerine cereyan eden bir sıfat eylemişse,o zamirin merciini karıştırmamak için,munfasıl olarak getirilmesi vacib olur.Cümleden önce gaib bir zamir takdim edilir.Bu da zamiri şe’n olarak isimlendirilir.

2)Zamiri Muttasıl:Zâtında msütakil olmayıp,önceki âmile muhtaçtır.

Zamirler;İ’rab itibariyle üçe ayrılır:Merfu’,Mansub,Mecrur.

İlk ikisi;Muttasıl ve Munfasıl diye iki kısma ayrılır.Üçüncüsü ise;yalnız muttasıl olur.Bu taksime göre de zamirler beş nevidir:

Birincisi:- ضَرَبْتُ – ضُرِبْتُ- den….- ضَرَبْنَ – ضُرِبْنَ-.

İkincisi:- اَنَا- den – هُنَّ- ye kadar.

Üçüncüsü:- ضَرَبَهِنَّ- ye ve- -ضَرَبَنِى

Dördüncüsü:- اِيَّاىَ-den – اِيَّاهُنَّ- ye.

Beşincisi:- اِنَّنِى—den – اِنَّهُنَّ-ye – غُلاَ َمِهِنَّ وَلَهُنَّ – غُلا َمِ وَلِىَ- ye

Hasseten merfu’ muttasıl;fiili mazinin,gaib ve gaibesinde,sıfatta da mutlak olarak gizlenir.

Zamiri munfasıl ancak zamiri muttasıl özürlü olduğunda caiz olur.

Muttasılın özürlü oluşu ise;

1)Zamirin âmiline takaddüm edip,öne geçmesi.Misal:- اِيَّاكَ ضَرَبْتُ-

2)Meydana gelen bir maksad,bir gaye için fasletmek.Misal:- ضَرَبَ زَيْدٌ اِيَّاكَ-

3)Tahsis için,âmilinin hazfedilmesi.Misal:- اِتَّقِ نَفْسَكَ وَالشَّرَّ = اِيَّاكَ وَالشَّرَّ-

4)Âmilinin mânevi olması.Misal:- وَ اَنَا زَيْدٌ-

5)Harf olup,zamirinde merfu’ olması.Misal:- وَمَا اَنْتَ قَائِمًا-

6)Cereyan eden sıfatın kendisi için olduğu şeyin ğayrına isnad edilmesi.Misal:- وَهِنْدٌ زَيْدٌ ضَرِبَتُهُ هِىَ-

İki zamir bir araya gelip,birisi merfu’ olmadığında;fiil ile zamir yani ikinci zamir arasında fasl gerçekleşmeyip,birleştirmek vacib olur.Eğer iki zamirden biri diğerinden bilinmek hususunda (Müzekker,Müennes,vs.) daha ma’ruf ve bilinen olursa;o bilinen zamiri takdim edip,öne geçirmekle beraber,ikinci zamir için muttasıl getirmekte tercih edilebilir.Misal:- اَعْطَيْتُكَهُ- Ve Munfasılda da – اَعْطَيْتُكَ اِيَّاهُ-

İkisinden biri merfu’ olmayanda ise;birinci izafet ile mecrur,ikinci de mef’ullükle mansub olur.Misal:- ضَرَبِيكَ-

Eğer iki zamirden biri daha ma’ruf olmaz veya olupta takdim etmediğinde;ikinci zamir munfasıl olur.Misal:- اَعْطَيْتُهُ اَيَّاكَ – اَعْطَيْتُهُ اِيَّاهُ-

Kâne babının haberinde kabul edilen;fasletmek,arasını ayırmaktır.Misal:- كَانَ زَيْدٌ قَائِمًا وَ كُنْتُ اِيَّاهُ-

– لَوْلا َ- dan sonra –ekser kullanılışa göre- merfu’ zamirin fasledilmesidir. Tâ ki – لَوْلاَ- dan sonra haberi mahzuf bir mübteda olsun.Mesela:- لَوْلاَ اَنْتَ-Sonuna kadar:- اَنْتُمَا – اَنْتُمْ-

– عَسَيْتَ- sonuna kadar..- عَسَيْتُمَا – عَسَيْتُمْ-

Bazı lugatlarda;- لَوْلا َكَ- ve – عَسَاكَ- olarakta gelmiştir.

Tesniye,cemi’,muhataba gibi,i’rab nun-undan soyutlanmış olduğu halde;fiili muzari ve mazide Yâ ile beraber Vikaye nun-u lazımdır.Direk tavanı düşmekten koruduğu gibi,Vikaye nun-u da kelimenin sonunu kesreden korur.Misal:- ضَرَبَنِى – يَضْرِبُنِى- –

Fiili muzaride i’rab nun-u,- لَدُنْ- اِنَّ – ve kardeşleri hususunda;Vikaye nun-u getirmek veya getirmemekte muhayyerlik vardır.

– لَيْتَ- de vikaye nun-u tercih edilir.- قَطْ – قَدْ – عَنْ – مِنْ-da da –X- nin –X- aksinedir.

Âmilden önce;- زَيْدٌ هُوَ الْقَائِمُ- ve âmilden sonra – كُنْتَ اَنْتََ الرََّقِيبَ- Mübteda ve haberin arasına;Müfred,tesniye,cemi’lik gibi,mübtedaya uygun munfasıl bir merfu’ sığa girer.Bu merfu’;haber,sıfat ve haber olduğunda aralarını ayırmak için olduğundan,fasl diye isimlendirilir.

Bu merfu’la fasletmenin şartı ise;Haber ma’rife olacak.- زَيْدٌ هُوَ الْقاَئِمُ-

– اَفْعَلَ- ile kullanılıp,ismi tafdil olacak.- كَانَ زيْدٌ هُوَ اَفْضَلَ مِنْ عَمْرٍو-

İmam Halile göre;araya girmek için fasledene mahal olmayacak.

Arabların bazısı araya giren faslı mübteda,ondan sonrasını ise haber yapmışlardır.Misal:- عَلِمْتُ زَيْدًا هُوَ الْمُنْطَلِقُ-

Ve cümleden önce gaib zamiri takaddüm eder,eğer müzekker ise,zamiri şân,müennes ise;kıssa-hikaye- zamiri diye isimlendirilir.Kapalılığından dolayı bu gaib zamiri kendisinden sonraki cümle ile tefsir edilip,açıklanır.Bu zâmiri şân veya kıssa âmillerin durumuna göre;Munfasıl ve Muttasıl,Müstetir ve (Muttasıl) Bariz olur.Misal:– اَنَّهُ زَيْدٌ قَائِمٌ – كَانَ زَيْدٌ قَائِمٌ – هُوَ زَيْدٌ قَائِمٌ

Mansub olarak zamiri şân-ın hazfı zaiftir.Ancak hafiflendirildiğinde – اََنَّ ile beraber (fetha) lazımdır.Misal: وَأَخِرُ دَعْوَاهُمْ اَنِ الْحَمْدُ للَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ–

Haber ile sıfatı birbirinden ayıran zamir,i’rabda mahalli yoktur.Zamirler daima mübteda olurlar.

ESMÂ-İ İŞARET :Müşarun ileyh için konulan isimlerdir.Bunlar:- ذ َا- müzekker için,ref’de- ذ َان ِ-,Nasb ve Cerde- ذ َئْن ِ-,Müzekker tesniye için – تِى – ذ ِهِى – تِهِى – ذ ِهْ – تِهْ – ذ ِى – تَا-, Müennes için;- تِين ِ – تَان ِ- Müennes tesniye,müzekker ve müennesin cemi’lerinde – اُولاَءِ- med ve kasır halinde…

Esmâ-i işaretin evveline harfi tenbih dahil olur.Sonuna ise hitab harfi bitişir.Hitab harfi beş yerde,her birinde beş defa olunca;yirmibeş eder ki,şunlardır:- ذَاكَ- den – ذَاكُنَّ- ye, – ذِانَّكَ—den – ذَالِكُنَّ- ye kadar.

Denilir ki;-ذَا – yakın, – ذَلِكَ- uzak,- ذَاكَ- orta içindir.

– اُولاَلَكَ – تِلْكَ – تَانِّكَ – ذَانَّكَ- uzaklılığı ifadede – ذَلِكَ- kelimesi gibidirler.

– هَنَّا – هُنَّا – ثَمَّهَ- Yalnız mekan içindir.

-MEVSUL : Cüz itibariyle ismin bir sıla ve âid yani müstedrik,kapalılığı giderici ile tamam olması.Bunun sılası ise;haber cümlesidir.Âid mevsulün zamiridir. Elif ve Lâm-ın sılası;ismi fail veya ismi mef’ul olur.Çünki mevsul Lâm-ı;ismi müfrde dahil olan Lâm harfine benzemektedir.

Mevsul;kendinden sonra olan bir cümle veya şibih cümle ile tamam olur.

– اَلَّذِى – اَلَّتِى – اَللَّذَانِ – اَللَّتَانِ- Ref’ halinde elif,nasb ve cer halinde Yâ ile olur.

– اَيَّةُ – َأىُّ – مَا – مَنْ – اَللَّوَاتِى – اَللَّتِى – اَّللاَّىِ – اَللاَّءِ – اَللاَّئِ – اَلَّذِينَ – اَلأْوُلَى

Tay kabilesine göre;- ذُو- istifham için olan – مَا- dan sonra- ذَا- elif-lâm-dır.Âid olan mef’ulün hazfı,bir mani’ olmadığında caizdir.Misal:- اَللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَ يَقْدِرُ- Yani:- لِمَنْ يَشَاءوُ هُ- idi.

İki cümle arasında bağlayıcı – و- vazifesini gören,mânası ise kendisinden sonra gelen ile tamamlanan ismi mevsuller;Has ve Müşterek diye ikiye ayrılır:

a)Has olanlar;Müzekker,müennes,müfred,tesniye,cemi’ Lâm-ı için ayrı ayrı olan has ismi;mevsul tesniyeleri mu’rab,müfred ve cemi’leri mebnidir.Misal:- اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ-

b)Müşterek ismi mevsuller;Bunlar da – مَنْ- Akıllılar için. – ما- Akılsızlar için. – اَىُّ- her ikisi için kullanılır.

Mevsulleri kendinden sonra gelen sıla cümlesinde bir zamir bulunur.Açık veya kapalı olan bu zamir ise;âid adını alır.Böylece sıla cümlesini ismi mevsule bağlar.

Cümle ve fiil üzerine dahil olan – مَا-i kâffedir.İsme dahil olan ise;- مَا- i zâidedir.

– ا َلَّذِى- ile haber verilmek istenildiğinde;başa geçirilir.Muhberu anh yani kendisinden – ا َلَّذِى – ile haber verilenin yerinde – ا َلَّذِى – için bir zamir yapılır.Ve haber olarak te’hir edilir.Çünkü muhberu anh haber olduğundan,haberinde hakkı tehir edip,sonda getirmektir.

– ضَرَبْتُ زَيْدًا- deki – زَيْدًا- den haber verilmek istendiğinde; – اَلَّذِى ضَرَبَتْهُ زَيْدٌ- denilir.

İsmi fail ve ismi mef’ulün binasının sahih olması için,hasseten cümle-i fi’liyyede;Elif ve Lâm-ın durumu da böyledir.Bu üç işten;yani mevsulün başa geçmesi isim makamında mevsul için bir âid,zamirin konulması ve ismin haber olarak te’hiri ki,bir iş özürlü olduğunda,haber vermekte özürlü olur.Bundan dolayı;zamir-i şân-da – ا َلَّذِى – ile,sıfatsız mevsufta,mevsufsuz sıfatta,ma’mulsüz âmilin masdarında,Hâl-de (Çünkü hâl nekre olması vacibdir.) – ا َلَّذِى – nin dışındaki için olan zamirde, – ا َلَّذِى – nin dışındaki zamire şamil (Muzaf) olan isimde..de;haber vermek imkansız olur.

– مَا- i ismiyye;Mevsul:Misal:- عَرِفْتُ مَااشْتَرَيْتُهُ-

İstifham:Misal:- مَا عِنْدَكَ ؟-

Şartiyye:- مَااتَّصَنَعْ اَصْنَعْ-

Mevsuf:- شَئٍْ- mânasına tam:Misal:فَنِعِمَّا هِىَ = فَنِعْمَ شَيْأً هِىَ

Sıfat:Misal: اِضْرِبْهُ ضَرْبًا مَا

– مَنْ- de böyledir.Ancak Tâmme ve sıfat olarak gelmez.

Tâmme:Sıla,âid ve sıfata ihtiyaç duymamasından dolayı bu ad verilmiştir. Veya yukarıdaki misalde – فَنِعِمَّا هِىَ – de olduğu gibi,buradaki – نِعْمَ- kendisiyle tamamlanmış olacağı – شَيْأً- in olmasını gerektirir.

– اَىُّ- Müzekker için,- اَيَّة ُ- Müennes içinde – مَنْ- gibidir.

İkisinden her biride tek başına mu’rabdır.Ancak mevsul olduğunda;sılanın başından bir kısmı hazfedilir.Misal:- مَاذَا صَنَعْتَ ؟-

Bunda Sibeveyhe göre iki görüş vardır:Biri;- ذَا- – اَلَّذِى mânasına olmak üzere – مَا اَلَّذِى- dir. Takdiri kelâm;- شَئْءُ الَّذِى صَنَعْتَ- O zaman cevabı ref’ olur.Yani;- أَ ْلأِكْرَامُ- olur.

Diğer vecih ise;- اَىُّ شَئٍْ- mânasınadır.Bu durumda da cevab mansub olur.Yani;-أَ ْلأِكْرَامَ – dir.

NOT:Zamiri Şân;Mercii olmayandır.

Müennes için olanına da Kıssa denir.

-FİİL İSİMLERİ : Emir ve Mazi mânasına olup,fiil olmadıkları halde,fiil mânasını ifade eden isimlerdir.

Mazi mânasında olanlar hayret ifade eder ki;taaccüb fiili gibidirler.Misal:- اَمْهِلْهُ = رُوَيْدَ زَيْدًا , بَعُدَ = هَيْهَاتَ ذَاكَ-

– فَعَالِ- Sülasiden –kıyasi olarak- emir manasına,- نَزَالِ- gibi. Yani:- اِنْزِلْ- mânasınadır.

Fiil isimlerden olmayan;- فَخَّارِ – فَعَّالِ- gibi Lâm ile muarref masdardır.Ve müennes için sıfattır.- يَا فَاسِقَةُ = يَا فَسَاقُ- demektir.

– فَعَالِ- ye bu son ikisinden herbiri;Adl-lik,Vezin ve – قَطَامَ- gibi. Özel isimler için müennes,âlem olmada benzediğinden dolayı mebnidirler.

Böylece – فَعَالِ – masdar,sıfat ve âlem olarak üç türlü kullanılır.

– غُلا َمَ- Hicaz ehline göre mebni,Beni temim kabilesine göre ise;Mu’rabdır.Ancak özel isimler için âlem olan- فَعَالِ – nin sonunda – حَضَارِ- deki gibi –Râ- olursa –ihtilaf edilmekle beraber- ekseri Hicazlılara uyarak mebni kabul etmişlerdir.

-SAVTLAR : Kendisiyle hikaye edilen ses,bağırtı,takırtı veya hayvanata emir,nehiy,çağırma,bir şey öğretmek veya onu taklid ve zecr makamında kullanılan bir lafız ve sestir.

Birincisi;- غَاقِ-,İkincisi;- نَخِّ- gibi.

-MÜREKKEBAT :Aralarında atıf,izafet,vasfiyyet veya isnad gibi bir nisbet olmayıp,iki kelimenin birleşmesinden meydana gelen her isme denilir.Eğer ikinci kısım bir harfi içine almışsa;birinci kısım mebni kılınır.Misal:- خَمْسَة َ عَشَرَ- Aslı ise;- خَمْسَة َ وَ عَشَرَة َ- -حَادِىَ عَشَرَgibi ve benzerleri…-اِثْنَىْ عَشَرَ – hariç,mebni değildir.

Eğer ikincisi bir harf içine almamışsa;ikincisi mu’rab kılınır.Şehir ismi olan;- بَعْلَبَكَّ- gibi.En açık ve fasih lugata göre;birincisi mebni kılınır.

– سِبَوَيْه ِ= سِبَ- -elma,- وَيْه ِ- çabuk ol,anlamınadır.

Bu,Amr bin Osman-ı Şirazi-nin adıdır.Elmayı çok sevdiğinden bu lakab verilmiştir.

-KİNÂYELER : Kastedilen manaya delaleti açık olmayan isimlerdir. Yani bilinen şeyleri kapalı olarak anlatmaktır.

Bunlar:- – كَمْ- Kaç?Ne kadar? Gibi,aded içindir.

– كَذَا- Aded içindir.Şöyle,öyle,şu kadar,filan vakit,filan şey gibi.

– كَيْتَ= ذَيْتَ – Söz ve Fiilden kinayedir.

– كَمْ- i istifhamiyyenin temyizi;Mansub ve Müfred.

– كَمْ- i haberiyyenin temyizi;birinde müfred,diğerinde cemi’dir.

– كَمْ- i istifham ve haberiyyeye – مِنْ- dahil olur.Misal:- وَ كَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا – كَمْ مِنْ رَجُلٍ ضَرَبْتُ-

Aynı zamanda ikisi de;Merfu’,mansub ve Mecrur olarak meydana gelir.Bunlar kelâmın başında gelirler.Bunların her birisinden sonra zamiriyle meşgul olmayan bir fiil bulunur.Bu fiilin ameline göre;Mansub,ma’mul olur.Bunlardan Kem-i istifhamiyye ve Haberiyye,her birinden önce harfi cer veya muzaf olursa;mecrur olur.Eğer kendisinden sonra bir fiil bulunmazsa,merfu’ zarf olmazsa mübteda,zarf olursa haber olur.

İstifham ve şart isimleri de aynen böyledir.

Şart isimleri;Lazım mebnilerden olup,hepsi cümlenin başında bulunurlar.Onbir tane olup şunlardır;- اَىُّ – كَيْفَمَا – حَيْثُمَا – اَنَّى – اَيْنَ – اَيَّانَ – مَتَى – اِذْمَا – مَهْمَا – مَا -مَنْ-

Soru isimleri de onbir tane olup şunlardır:- مَاذَا – مَنْ ذَا – مَا –مَنْ – مَتَى – اَيَّانَ – اَيْنَ – كَيْفَ – اَنَّى – كَمْ- اَىُّ-

– كَمْ عَمَّةٍ ً لَكَ يَا جَرِيرُ وَحَالَةٍ ً- misalinde üç görüş vardır:

1)Mübteda olmak üzere merfu’ olur.

2)Mef’ulü mutlak olmak üzere Mansub olur.

3)Mef’ulün fih olmak üzere mansub olur.

Kem-in temyizi bazen hazfedilir.Misal:- كَمْ ضَرَبْتَ – كَمْ مَالُكَ ؟-

-ZARFLAR :1)Lafızdan muzafun ileyhin hazfedilmesi sebebiyle,izafetten kesilenler.Misal:- بَعْدُ – قَبْلُ- ve – لَيْسَ غَيْرُ – لا َ غَيْرُ-

– حَسْبُ- İzafetten kesilen zarfların yerinde geçerli kılınır.

2)- حَيْثُ- Ekser kullanılışda ancak cümleye izafe edilir.

3)- اِذَا- Müstakbel için olup,kendisinde şart mânası vardır.Bundan dolayı kendisinden sonra fiilin olması kabul edildi.Bazen – اِذَا- müfacee yani âniden bir şeye karşı tepki göstermek için olur.Ve kendisinden sonra mübteda gerekir.

4)Mazi için olan – اِذ ْ- kendisinden sonra cümle-i ismiyye ve fiiliyye meydana gelir.Bazen azlık ve müfaceet için de gelir.

5)- اَنَّى – اَيْنَ- İstifham ve şart için olduğu halde,mekân için olur.

– مَتَى- Şart ve istifhamda,zaman içindir.

– اَيَّانَ- İstifham olarak zaman içindir.

– كَيْفَ- İstifhâmen hâl içindir.

6)- مُذْ – مُنْذ ُ- bazen fiilin zamanının ilk ânına delalet edip,o ilk başlangıç mânasınadır ve kendilerini müfred ma’rife takib eder.Bazende bütün zaman manasına olur.Ve kendisini sayı ile açıklanması kastedilen zaman takib eder.Bazen kendilerinden sonra masdar sabit olur.Veya fiil veya da – اَنَّ- bu üç işten (Masdar,fiil, اَنَّ) birine muzaf bir zaman takdir edilir.Züccaca zıd olarak – مُذ ْ- مُنْذ ُ- Mübteda,kendisinden sonraki haberidir.

7)- لَدَى – لَدُنْ- olup;- لَدُ – لُدْ – لَدْ – لُدْنِ – لَدَنْ – لَدْ ن ِ- olarak da gelir.

8)- قَطُّ- Menfi mazi içindir.

9)- عَوْ دُ- menfi müstakbel içindir.

Cümleye ve – اِذْ- kelimesine muzaf olan zarfların fetha üzere bina edilmesi caizdir. ( يَوْمَئِذٍ) – مَا- اَنَّ ve – اَنْ- ile beraber – مِثْلُ- ve – غَيْرُ- da böyledir.Misal:- مِثْلُ قِيَامِ مِثْلُ مَا قَامَ زَيْدٌ – وَقِيَامِى مِثْلُ اَنْ يَقُومَ زَيْد ٌ – مِثْلُ اَنَّكَ تَقُومُ-

-MA’RİFE VE NEKRE : Bir şeyin muayyen ve ma’lum olan zâtı için konulan özel bir isimdir.Bunlarda altı tanedir:

1)Zamirler. 2)Âlemler. 3)Mübhemler. (İsmi işaret ve Mevsuller) 4-5)Lâm veya Nida ile ma’rifelenmiş olanlar. 6)İzafeti Mâneviyye ile bu beşden birine muzaf olması.Âlem:Bir şeyin zâtı için konulup,o şeyin ğayrını içine almıyarak tek bir konuluşla kaplaması.Tâ ki bir çok müşterek âlemler çıkmasın.En bilineni ise;Mütekellim,sonra Muhatab zamirleridir.

Âlem;Âlem-i şahsin – زَيْد- ve Âlem-i cins – سُبْحَانَ – اُسَامَة ُ- diye ikiye ayrılır.

Nekre;Bir şeyin zâtı ve ve özel bir isme konulmayan bir isimdir.

Nekreden sonra gelen tenvinli Min sıfatı olur.

-ESMÂ-ÜL ADED: Sayılan şeyleri gerek teker teker,gerekse hepsini birden saymak veya miktar için konulmuş lafızlardır.Aded isimlerinin asılları oniki kelimedir.

-Bir-den on-a kadar (On tane),- مِأَةُ- (Yüz),- اَلْفٌ- (Bin).

-Müfred-müzekker-tesniyede:- اِثْنَانِ – وَاحِدٌ denilir.

Müfred-müennes-tesniyede:- ثِنْتَانِ – اِثْنَتَانِ – وَاحِدَةٌ-

Üç-den on-a kadar müzekker de Tâ ile.

Üç-den on-a kadar müenneslerde Tâ-sız.

Müzekkerde:- اَحَدَ عَشَرَ – اِثْنَا عَشَرَ-

Müennesde:- اِحْدَى عَشَرَةَ-

Müzekkerde:- ثَلَثَة َ عَشَرَ –اِلَى – تِسْعَة َ عَشَرَ-

Müennesde:- ثَلَثَ عَشَرَة َ – اِلَى – تِسْعَ عَشَرَة َ-

Temim kabilesi terkibde Şin-i kesre kılmışlardır.

Müzekker ve müennesde:- عِشْرُونَ- ve kardeşleri:- اَرْبَعُونَ – ثَلَثُونَ-

Müzekkerde:- اَحَدٌ وَ عِشْرُونَ-

Müennesde:- اِحْدَى وَ عِشْرُونَ-

Böylece geçen lafızları atfetmek suretiyle yapılır.Tâ…doksan dokuza kadar.

Müfredde:- مِأَةٌ – اَلْفٌ-

Tesniyenin müzekker ve müenneslerinde:- مِأَتَانِ – اَلْفَانِ

Ve böylece geçtiği suret üzere atıfla yapılır.

– ثَمَانِىَ عَشَرَةَ- Yâ-nın fethasıyla olup,sükunüyle de gelmiştir.Nun-un fethasıyla beraber Yâ-nın hazfı Şâz yani kaide dışıdır.

Üç-den on-a kadar olan sayıların temyizi,lafzen veya mânen – ثَلَثَةُ رِجَالِ – ثَلَثَةُ رَهْطٍ -mecrur- cemi’dir.

Ancak – ثَلَثُمِأَة ِ- (Üç yüzden) – تِسْعَمِأَة ِ- (Dokuz yüze kadar) hariç.Çünkü bunlar cemi’ olmazlar. Yüz-ün kıyası – مِأَتٍ – مِئِينَ- dir.

Onbir-den doksan dokuza kadarki sayıların temyizi;Mansub-Müfreddir.

– اَلْفٌ – مِأَة ٌ- ve tesniyelerinin ve – اَلْفٌ- un cemi’sinin temyizi;mecrur-Müfreddir.

Sayılan sayı müennes ve lafızda müzekker veya bunun aksi olursa;bu durumda iki görüş vardır:1)Lafza itibar edip,kadınlar irade edildiğinde – ثَلَثَة َ اَشْخُسٍ- denilir ki;buda ekser olan kullanıştır.

2)Mânaya itibar edip;- ثَلَثَ شَخْصٍ- denilir.

İhtiyaç duyulmadığından dolayı;- وَاحِدٌ- ve – اِثْنَانِ- nin temyizi yapılmaz.Misal:- رَجُلا َنِ – رَجُلٌ- Burada kastedilen sayı,lafızda ifade edilmektedir.Değiştirmeye itibar ederek müfredin müteaddidinde;- عَاشِرَة َ – عَاشِرُ – اِلَى – اَلثَّان ِ – اَ لثَّانِيَة ِ- denilir. Müfredin haline itibar ile müfred-müzekkerde;- ا َ ْلأوَّلُ – ا َلثَّان ِ- denir.

Müennesde;- اْلأ ُولَى – ا َلثَّانِيَة ِ- Tâ – ا َْلعَاشِرُ- (Müzekker) – ا َلْعَاشِرَةُ- (Müennes),- ا َْلحَادِى عَشَرَ- (Müzekker),- ا َْلحَادِيَة َ عَشَرَة َ- (Müennes)

– ا َلثَّانِيَة َ عَشَرَة َ – ا َلثَّانِى عَشَرَ- Tâ – ا َلتَّاسِعُ عَشَرَ- (Müzekker)

– ا َلتَّاسِعَة َ عَشَرَة َ- (Müennes) Bundan dolayı müfredde denilir.

– ثَالِثُ اِسْنَيْن ِ- (İkiyi üç yaptım) Yani;Bu şu sözden alınmıştır;

– ثَلَثْتُهُمَا- (İkiyi üç yaptım) Bu değiştirmeye itibarla kullanılır.

İkincisi;Hâline itibar ile müfredde denilir.- ثَالِثُ ثَلَثَة ٍ- (Üçün üçüncüsü denilir.)

On üzerine ziyade olunan izafette mesela,birinci terkibi ikinci terkibe izafette denilir.- حَادِى عَشَرَ – اَحَدَ عَشَرَ-

Hasseten ikincisi olan hâle itibarda;- حَادِى اَحَدَ عَشَرَ – den tâ – تَاسِعٍ تِسْعَة َ عَشَرَ- ye kadar gider.

Birincisi ise,yukarda da – لا َ غَيْرُ- ifade edildiği gibi on-u geçmez.Birinci terkibden birinci kısmı i’rablanır.

-MÜZEKKER – MÜENNES : Müennes;Sonunda lafzen veya takdiren Te’nis yani müenneslik âlameti bulunan isimdir.

Dişilik alameti üçtür:1)Yuvarlak Te olarak.Misal:- اَلنَّافِذَة ُ-

2)Yâ şeklinde yazılan Elif ile.- وَا لضُّحَى –ا َْلحُبْلَى-

3)( ا – ء) Elif ve Hemze sonunda bulunanlar da müennesdir.

Cinsi bakımından dişi olan kelimelere hakiki müennes denir.Misal:- مَرْيَمُ-

Bazı kelimeler dişilik alameti taşımadıkları halde müennes olarak kabul edilir.- ا َلْعَيْنُ – ا َلدَّارُ – ا َلشَّمْسُ-

Müzekker:Ne lafzen,ne de takdiren sonunda te’nis alameti olmayan isimdir.

Te’nis alameti;Tâ,Elifi maksûre ve Memdûdedir.

Müennes iki nevi olup,Lafzi ve Hakikidir.

Hakiki:Mukabilinde – نَاقَة ٍ – اَمْرَأَة ٍ- gibi hayatlılar cinsinden bir erkeğin bulunmasıdır.

Lafzi:- ظُلْمَة ٌ- (Lafzı hakiki) ve – عَيْن- (Tâ-sı mukadder) gibi mukabilinde hayatlılardan bir erkeğin bulunmaması.

Fiil müennese isnad edildiğinde;fiil Tâ ile olur.

Ğayrı hakikinin zahirinde Tâ ister isbat,isterse isbat edilmeyebilir.Yani;- طَلَعَ الشَّمْسُ – طَلَعَتِ الشَّمْسُ-

Müzekker veya Müennes,Cem’i müzekkeri salimin dışında zahir cem’in hükmü;gayrı hakikinin zahirinin hükmü gibi olur.İstenirse Tâ fiile eklenir,istenirse terkedilir.

İsmi zahir ve fail gibi,hükmü zahiri em’ ve cem’i müzekkeri salimin dışındaki;cem’i müzekkeri âkillerin zamiri;- فَعَلُوا – فَعَلَتْ- gelir.

— اَلنِّسَاءُ(Cem’i Mükesser),- ا َْلأَيَّامُ- (Gayrı âkil) da;- فَعَلْنَ – فَعَلَتْ- gelir.

-TESNİYE : Müfredinin sonuna,hâleti ref’inde;elif veya kendisinden önceki meftuh Yâ ve meksur Nun bitişir.Tâ ki müfredinin cinsinden olup sayı hususunda müfrediyle beraber misil olduğuna delalet etsin.

Memdûdun zıddı olan ismi maksûr;eğer elif-i vav-dan münkalib yani dönüştürülmüş ise;ki oda sülasi olduğu halde,aslına itibar ederek elifi tekrar vav-a dönüştürülür.

İsmi memdûd;eğer hemzesi zâid olmayıp,aslından da dönüştürülmemek suretiyle aslı ise;sabit kılınır.Eğer – حَمْرَاءَ- gibi te’nis elifinden dönüştürülmüş te’nis elifi ise;vav-a kalbedilir.- حَمْرَوَان ِ- gibi.

Ne hemze aslî,ne de te’nis için değilse;bu durumda iki görüş vardır:

1)Hemzenin sabit kılınması.Çünkü birinci durumda hemze asla ekleyerek –Vav veya Yâ-dan münkalib- diğerinde ise,aslından dönüştürülmek suretiyle yapılmıştır.

2)Hemzenin Vav-a kalbedilmesi.Çünki her iki durumda da aslî değildir.

Tesniye nun-u izafet sebebiyle hazfedilir.

– خُصْيَان ِ-( خُصْيَة ٌ- ün tesniyesi) ve – ا َلْيَان ِ- ( ا َلْيَة ٌ-ün tesniyesin) deki te’nis Tâ-sı hazfedilir.

-MECMU’ : Müfredinin harflerinin değişmesi hasebiyle kasdedilen ferdlerin toplamına delalet eden bir isimdir.Misal:- تَمْرٌ- müfrediyle arasındaki fark Tâ-nın kalkmasıdır.

– رَكْبٌ- Kabul edilen görüşe göre bir cemaat ismi olup,cemi’ değildir.

– فُلْك ٍ- cemi’dir.

Cemi’;Sahih ve Mükesser diye ikiye ayrılır:

Cem’i sahih bazen müzekker,bazen de müennes için olur.

CEM’İ SAHİH-İ MÜENNES:Hâlet-i ref’inde müfredinin sonuna,mâkabli mazmum bir Vav veya haleti nasb ve cerrinde;Mâkabli meksûr bir Yâ-nın bitişmiş olduğu isimdir.Ve de meftuh bir nun-un…Tâ ki müfredinden daha çok olduğuna delalet etsin.

Eğer müfredinin sonu Yâ olup,kendisinden önceki de kesre ise;- قَاضِى gibi.- قا َضُونَ- de olduğu gibi Yâ hazfedilir.

Eğer ismin sonu Elif-i maksûre ise;İltikâ-i sakineynden yani iki sükunun karşılaşmasından dolayı elif hazfedilir.Hazıftan sonra mâkabli meftuh olarak kalır.Misal:Hâlet-i ref’inde;- مُصْطَفَوْن َ-,nasb ve Cerrinde – مُصْطَفَيْنَ- olur.

Sahih Cem’i Müzekkerin şartı;1)Eğer bu isim kendisinde vasfiyyet mânası olmayan sırf isimden ibaret ise;Müzekker,âlem ve âkil olur.

Eğer sıfat (Müştak-ismi fail-ismi mef’ul gibi) ise;Müzekker,âkil (düşünen) olur.

2)Sıfat olan ismin- حَمْرَاءَ – اَحْمَرَ = فَعَلا َءَ – اَفْعَلَ- vezninde olmaması.Ğayrı müştak,müzekker olmaması.

3)Bu ismin;- فَعْلَى – فَعْلا َنَ- vezninde ğayrı müştak müzekker olmaması.Belki- فَعْلا َنَ- sığasında müzekker,- فَعْلى َ- sığasında müennes olması gerekir.- سَكْرَى – سَكْرَانَ- gibi.

4)Müzekkerlik hususunda bir kelime;hem müzekkerliğe,hem de müennesliğe delalet etmiş olmayacak,müsavi olmayacak.- صَبُور ٍ – جَرِيح ٍ- gibi.

5)Müzekker olarak zikredilen ismin Tâ-i te’nis ile olmaması.- عَلا َّمَة َ- gibi.Eğer bunlardan biri olursa cem’i salim olamaz.

İzafet sebebiyle cemi’ nun-u hazfedilir.- ا َرَضِين َ – سِنِين َ- ise,bunlar Şâz,kaide dışıdır.

-MÜENNES : Cem’i sahih-i müennes;müfredinin sonuna Elif ve Tâ eklenen cemi’dir.

Cem’i müennesi sahih-in şartı;Müfredin müzekker olduğu halde,müennesin müfredinin sıfat olmasıdır.

Bu müfredin müzekkerinin Vav ve nun ile cemi’lenmiş olması.Eğer müfredinin vav ve nun ile cemi’lenmiş müzekker olmaması durumunda bu müfredin – حَائِضٌ- gibi Tâ-i te’nisden soyulmamış olması gerekir.

Eğer sıfat olursa yani müennes sıfat olmayıp belki isim olursa herhangi bir şarta itibar edilmeksizin cemi’ kılınır.

-CEM’İ MÜKESSER : Kendisine zâid ve hariç harflerin katılmasıyla müfredinin binası değişen cemi’dir.Yani genel bir kaideye bağlı olmayan kelimenin,harflerinin bazen kökünün değişmesiyle yapılan bir çoğuldur.Misal:- اَفْرَاسَ – رِجَال ٍ- gibi.

Cem’i mükesser ikiye ayrılır:1)Cem’ul Kıllet:Üç-den on-a kadar olan aradaki sayıyı içine alır.Şu vezinlerde gelir;- فِعْلَة ٌ – ا َفْعِلَة ٌ – ا َفْعَالٌ – ا َفْعُلٌ-

– ا ِمْرَأ َةٌ – نِسْوَةٌ , مِثَالٌ – ا َمْثِلَة ٌ , جُزْء ٌ – ا َجْزَاء ٌ , نَفْسٌ – ا َنْفُسٌ-

2)Cem’ul Kesret:Cem’u kılletin dışındakiler olup,on-un üzerindeki sayıları içine alır.-سُوَرٌ – فُعَلٌ , ا َسَالِيبٌ – ا َفَاعِيلٌ , ا َفَاضِلٌ – ا َفَاعِلٌ , مَكَاتِبٌ – مَفَاعِلٌ , قَوَانِينٌ – فَوَاعِيلٌ , عُلَمَاءٌ – فُعَلا َءٌ

a)Ef’âlün veznindeki cemi’lerde;Mehmûzel Fâ kısmında;baştaki iki hemzeden biri elife çevrilir.Misal:- ا َْلآ َدَابُ – ا َْلأ َدَبُ-

b)Nâkıslarda Vav-lar yahut Ye-ler yine hemzeye çevrilir.Misal:- ا َْلأ َعْضَاءُ – ا َْلعَضْوُ-

c)Muzafda,müfredde şeddeli olan,cümlede şeddesiz olarak gelir.Misal:- ا َْلأ َسْرَارُ – ا َلسِّرُّ-

d)Ef’îletün vezninin müdafında idğam vardır.Misal:- ا َْلأ َعِزَّة ُ – عَزِيزٌ-

-MASDAR : Mef’ulü mutlak olarak vaki’ olan masdardır.Fiil üzerine cereyan eden hadesin yani başkasıyla kâim olan işin ismidir.Sülasiden olanı semâ-î,sülasinin dışından olanı ise,kıyasidir.Misal:- ا َخْرَجَ – اِخْرَاجًا , اِسْتَخْرَجَ – اِسْتِخْرَاجًا-

1)Masdar mazi fiilinin ameli gibi amel eder..Misal:- ا َعْجَبَنِى ضَرْبُ زَيْدٍ عَمْرًوا ا َمْس ِ-

2)Mazinin dışında ise;mef’ulü mutalak olmadığında.Misal:- ا َعْجَبَنِى اِكْرَامٌ عَمْرٌ خَالِدًا غَدًا ا َوْ ا َ ْلآَنَ-

3)Masdarın ma’mulü kendisine takaddüm edip öne geçemez.- :- ا َعْجَبَنِى عَمْرًا ضَرْبٌ زَيْدٌ – denilmez.

4)Ve masdarın ma’mulü kendisinde gizlenmez.Misal:- ضَرْبِ زَيْدًا حَاصِلٌ-

5)Masdarın failinin zikredilmesi de gerekmez.Misal:- :- ا َعْجَبَنِى ضَرْبٌ زَيْدًا –

6)Masdarın faile izafetide caizdir.Misal:- وَلَوْلا دَفْعُ اللَّه ِالنَّاسَ-

7)Bazen masdar mef’ule izafe edilir.Misal:- ضَرْبُ اللصِّ الْجِلا َدُ-

Masdarı Lâm-ı tarifle amel ettirmek ise,azdır.Misal:- لا َيُحِبُّ اللَّهُ اْلجَهْرَ باِالسُّوءِ –

9)Eğer masdar mef’ulü mutlak olursa;masdar için amel caiz olmayıp,fiil içindir.Misal:- ضَرَبْتُ ضَرْبًا زَيْدًا-

10)Mef’ulü mutlak olarak vaki’ olan masdar eğer fiilden bedel ise;Bunda iki vecih caizdir:1)Fi’lin amelinin asalet için.

2)Masdarın amelinin de Niyabet –Naiblik için amel etmiş olmasıdır.Misal:- شُكْرًا لَهُ – سَقْيًا لَهُ-

-İSMİ FAİL : Hudus manasına,fiilin kendisiyle kâim olduğu hades yani masdardan türediği bir isimdir.

İsmi failin sülasi-i mücerred de sığası – فَاعِلٌ- vezni üzeredir.

Sülasi-i Mezid,Rübâ-iyi mücerred ve mezid de ise;sondan bir öncekinin kesresi ve Mim-in mazmumiyle,muzari-i ma’lum sığası üzeredir.Misal:- مُسْتَغْفِرٍ – مُدْخِلٍ-

İsmi fail kendi fiilinin ameli gibi,yani lazım ise lazım,müteaddi ise müteaddi olarak amel eder.Şu şarttaki;

-Hâl ve istikbal manasına olması,

-Mübteda,mevsul,mevsuf,zilhâl gibi vasıflandığı şeye dayanıp itimad etmesi.Eğer mazi için olursa;izafeti mâneviyye ile failin mef’ulüne izafeti vacib olur.Kesâ-îye göre ise;mazi,hal ve istikbal diye bir fark yoktur.

İsmi failin kendisine izafe olunduğu şeyin dışında başka bir ma’mul olduğunda;mukadder bir fiil gerekir.Misal:- زَيْدٌ مُعْطِى عَمْرُ دِرْهَمًا ا َمْسِى-

– دِرْهَمًا – den önce;- اُعْطِىَ-mukadderdir.

Eğer ismi faile Lâm-ı mevsule dahil olsa;bütün zamanları mazi,hal,istikbali içine alır.

İsmi failde mübalağa yani fazla yaptığını gösterenler ise;- حَذِرٌ – عَلِيمٌ – مِضْرَابٌ – ضَرُوبٌ – ضَرَّابٌ- bunlar gibi olanlardır.

Mübalağalı ismi failin tesniye ve cem’isi,amelde müfredi gibidir.

Tesniye veya ceminin ma’mulünde amel ve tarifle (Lâm-ı mevsulle) beraber tahfif kasdıyla;tesniye ve cemi’ nun-unun hazfı caizdir.

-İSMİ MEF’UL :Fiilin kendisine vaki’ olduğu şeyden dolayı hades yani masdardan türemiş bir isimdir.

Meçhul fiilin ameli gibi amel eder.

Sülasiden sığası ise;- مَضْرُوبٌ- gibi.- مَفْعُولٌ- vezni üzeredir.

Sülasinin dışında ise;sondan bir öncekinin fethasiyle ismi fail sığası üzeredir.- مُسْتَخْرَجٌ- gibi-

İsmi mef’ulün ameldeki işi ve ameldeki şartı;ismi failin işi gibidir.Misal:- زَيْدٌ مُعْطَى غُلا َمُهُ دِرْهَمًا-

-SIFAT-I MÜŞEBBEHE : Sübut ve devamlılık mânasına kendisiyle kâim olan şey için lazimi yani geçişsin olan bir hadesten,türeyen bir isimdir.

Sığası ise;Sema’ hasebiyle yani;Araplarda duyulduğu şekliyle,ismi failin sığasına zıd olup,ismi fail vezninde değildir.Misal:- شَدِيدٌ – صَعْبٌ – حَسَنٌ-

Sıfat-ı müşebbehe;şartsız olarak kendi fiilinin ameli gibi amel eder.

Mes’elelerinin taksimine gelince;sıfat-ı müşebbehenin lâm ile olması veya Lâm-dan mücerred ve soyutlanmış olması,zâtı hasebiyle…Misal:- حَسَنٌ – ا َلْحَسَنُ-

Bu ikisinden her birinin ma’mulü ya muzaf veya Lâm-a bitişik veya bu her ikisinden de tecrid edilip,soyulmuştur.Yekûnu altı kısımdır.Bu altı kısımdan her birinde sıfatı müşebbehenin ma’mulü;bazen merfu’,bazen mansub ve bazen de diğerinde mecrur olup,hepsi on sekiz kısım olur.

Altı tanesi ma’mulde failiyet üzere ref’,altı tanesi ma’mul ma’rifede mef’ule teşbih ve ma’mul nekrede temyiz üzere nasbdır.Altı tanesi de izafet üzere cerdir.

Tafsilleri:- حَسَنٌ وَجْهٌٍ ً – حَسَنٌ ا َلْوَجْهَِ ُ – حَسَنٌ وَجْهَ ُِ هُِ – ا َلْحَسَنُ وَجْهٌٍ ً – ا َلْحَسَنُ ا َلْوَجْهَِ ُ – ا َلْحَسَنُ وَجْهَِ ُ هُِ- yekûnu;18-dir.

Bunlardan;- ا َلْحَسَنُ وَجْهٍ – ا َلْحَسَنُ وَجْهِهِ – ikisi imkansızdır.

– حَسَنُ وَجْهِهِ- de ise;ihtilaf edilmiştir.Diğer on beşinde ise;kendisinin de bir zamir olan ahsen,iki zamir olan hasen,zamir olmayan ise;çirkin ve kabihtir.

Ne zaman sıfatın ma’mulü ref’ olunursa;sıfatta zamir olmayıp,fiil gibidir.Eğer sıfatın ma’mulü sıfatla ref’ edilmeyip belki nasb ve cer edilirse;onda mevsufun zamiri olup müennes,tesniye ve cemi’ yapılır.Misal:- هِنْدٌ حَسَنَة ً وَجْهَ –اَوْ- حَسَنَة َوَجْهَهُ-

– اَلزَّيْدُونَ حَسَنُوا وَجْهٍ-İzafetle–-

– – وَحَسَنُوانَ وَجْهًا Mef’ul üzere temyiz

-حَسَنًا وَجْهٍ وَ حَسََنَان ِ وَجْهًا – ا َلزَّيْدَان ِ

-İzafetle ve Temyiz üzere mef’ul –

Mef’ule müteaddi yani geçişli olmayan ismi fail ve ismi mef’ul;sıfatı müşebbehe gibidir.Çünkü müteaddi olurlarsa;kendilerine izafe ve nasb caiz olmaz.

Böylece sıfat-ı müşebbehe;güzellik,çirkinlik gibi sıfatlara,sakatlık ve kusur çeşitlerine ve bazı iç duygulara delalet eden kelimelerdir.

-İSMİ TAFDİL : Mevsufun ğayrına ziyade ile,mevsuf için olduğu halde hadesten türeyen bir isimdir.

Müzekker için- ا َفْعَلَ-,müennes için- فُعْلَى- sığasındadır.

Şartı ise;sülasiyi mücerredden bina edilmiş olmasıdır.T â ki;- ا َفْعَلَ – فُعْلَى – nın binası mümkün olsun.Renk,ayıp ve kusurluğa delalet etmez.Çünki renk ve ayıplıktan – ا َفْعَلَ – ismi tafdilin ğayrı için çıkartılmıştır.- ا َعْوَرَ – ا َحْمَرَ- gibi.Misal:- زَيْدٌ ا َفْضَلَ النَّاسِ-

Eğer sülasi-i mücerredden başkası kasddilmiş olsaydı,ona – ا َشَدَّ- ve benzerleriyle bitiştirilirdi.Misal:- هُوَ ا َشَدَّ مِنْهُ اِسْتِخْرَاجًا وَ بَيَاضًا وَ عَمًى-

İsmi tafdilde vaki olup meydana gelen failin kıyası – ا َلْوَمُ – ا َغْدَرُ – ا َشْغَلُ – ا َشْهَرُ- olarak kullanılır.Semâ-i olarak az yerde mef’ul içinde gelir.İsmi tafdil üç şekilden birisiyle kullanılır:Muzaf veya مِنْ- -, veya Lâm-ı ta’rifle.

– ا ُخَرُ- ise;bunlardan birinden udul edip,çıkmıştır.

Üç taneden ikisinin bulunması caiz olamayacağından şu misalde caiz değildir.Misal:- زَيْدٌ ا َْلأ َفْضَلَ مِنْ عَمْرٍو-

Üçünden birisinin bulunmamasıyla da caiz olamayacağından şu caiz değildir:- زَيْدٌ ا َفْضَلُ-

Ancak üstün kılınan mufaddalun aleyh âlem olup,bilinen şeylerden olma durumunda caiz olur.Misal:- ا َللَّهُ ا َكْبَرُ-

İsmi tafdil izafe edildiğinde iki manası olur:Birincisi,en çok olanı;İsmi tafdilin kendisine izafe edildiği şeye ziyadeliğin kastedilmesi.Bu mânaya isti’malinde onlarda dahil olması şart koşulur.Misal:- زَيْدٌ ا َفْضَلُ النَّاس ِ

Kardeşlerine izafeti sebebiyle kardeşlerinden hariç olduğundan şu caiz değildir.Misal:-يُوسُفُ ا َحْسَنُ اِخْوَتِهِ-

İkincisi;Mutlak bir ziyadeliğin kastedilmesi.Ve ismi tafdilin izafe edilen şeye tavzih yani açıklamak için izafe edilmesi.

Bu mâna ile;İsmi tafdilin kendilerinde dahil olan bir cemaata izafelerinde şu caizdir.Misal:- يُوسُفُ ا َحْسَنُ اِخْوَتِهِ- –

Birinci nevide;mevsufun sıfatı olduğu ismi tafdilin mutabakat yani uygunluluk ve efrâdı yani müfredliliği caizdir.Misal:- ا َلزَّيْدَان ِا َفْضَلا َالنَّاس ِ – وَالزَّيْدُونَ ا َفْضَلُوهُمْ – وَهِنْدٌ فُضْلىَ النِّسَاءِ – وَالْهِنْدَان ِفُضْلَيَاهُنَّ – وَاْلهِنْدَتُ فُضْلَيَاتُهْنَ-

İkinci neviye gelince;Lâm-ı Ta’rifli olması.Bunda ismi tafdilin mevsufuna –müfred-tesniye-cem’i müzekkerlik-müenneslik de mutabakat etmesi.

– مِنْ- ile kullanılan ismi tafdil yalnız müfred ve müzekkerdir.

İsmi tafdil ismi zahirde yani failde amel etmez.

İsmi tafdilin faili zahiri ref’ etmesi için beş şart gerekir:

1)İsmi tafdilimiz bir şeyin sıfatı olacak.

2)Bu sıfat o şeyle başkası arasında müşterek olan o şeyin müteallakının sıfatı olacak.Hakikatta o şeyin sıfatı.Bu tarz sıfata,sıfatı sebebiyye veya sıfatun ceret alâ ğayri men hiye lehu,denilir.

Sıfatı Hakikiyye:Misal:- رَا َيْتُ رَجُلا ً عَاقِلا ً –

Sıfat-ı Sebebiyye:Misal:- رَا َيْتُ رَجُلا ً عَاقِلا ً غُلا َمَهُ –

3)Müteallak birinci şey itibariyle nefsinde mufaddal olacak.

4)O müteallak ğayrı itibariyle de nefsinde mufaddalun aleyh olacak.

5)Cümle menfi olacak.

Özetle:Sıfat olacak.Müteallakının sıfatı olacak.Mufaddal olacak.Mufaddalun aleyh olacak.Cümle menfi olacak.Misal:- مَا رَا َيْتُ رَجُلا ً ا َحْسَنَ فى ِ عَيْنِهِ ( ا َوْ- فِيهَا ) ا َلْكُحْلُ مِنْهُ فِى عَيْن ِ زَيْدٍ-

-Minhu’ya kadar Mufaddal,ondan sonrası ise Mufaddalun aleyhdir.

“Gözündeki sürme,Zeydinkinden daha güzel olan hiçbir adam görmedim.”

1)- ا َحْسَنَ- Racülde lafzen sıfatı olmuştur.

2)- ا َحْسَنَ – Racülün lafzı,racülle Zeyd arasında müşterek olan ve onların gözünde bulunan Kühl (sürme) kelimesinin halini beyan etmektedir.

3)Önceki şey itibariyle raculün gözündeki sürme mufaddal olmuştur.

4)Zeydin gözündeki sürme itibariyle de mufaddalun aleyhdir.

5)Cümlemiz – ما- ile nefyedilmiştir.Şairi şu sözünün misali:-مَرَرْتُ عَلىَ وَادِى السِّبَاع ِ وَلا َ ا َرَى كَوَادِى السِّبَاع ِ حِينَ يُظْلَمُ وَادِيًا – ا َقَلَّ بِهِ رَكْبٌ ا َتَوْهُ تَأ ْتِيَة ً – وَ ا َخْوَفَ اِلا َّمَا وَقَى اللَّهُ سَارِيًا

Aslı ise:- لا َ ا َرَى وَادِيًا ا َقَلَّ بِهِ رَكْبٌ مِنْهُمْ فِى وَادِى السِّبَاع ِ-

-FİİL :Üç zamandan birisine bitişik olarak,kendi nefsinde olan bir mânaya delalet eden kelimeye denir.

Özellikleri;- سَوْفَ – سِينْ – قَدْ- Cezm edatlarının dahil ve sakin olduğu halde Tâ-i te’nisin katılması.Misal:- فَعَلْتُِ َ-

-MAZİ : Hazır zamandan önceki zamana delalet eden fiildir.Mazi,fetha üzere mebnidir.Şununla ki;Vav ve müteharrik olan merfu’ zamirin dışında olacak.Misal:- ضَرَبْنَ – ضَرَبُوا -den,- ضَرَبْنَا- ya kadar.

-MUZARİ’ : – سِينْ- ile yakın zamana,- سَوْفَ- ile uzak geleceğe,has olması ve hal ile istikbal arasında müşterek olarak vaki’ olduğundan – ت – ى –ء – ن = نَأ َيْتَ- harflerinden biriyle isme benzeyen fiildir.

Hemze;müfred,nefsi mütekellim için.

Nun;Nefsi mütekellim maal ğayr için.

Tâ;Muhatab-gaib için.Müennesi vahide va gaiban.

Yâ;Müfred,müennes ve tesniyenin dışında gaib için.

Muzaraat harfleri;Ruba-î de mazmum,onun dışındakilerde ise;meftuhtur.Kendisinde i’rablanma sebebi olmadığından,muzari’den başka hiçbir fiil i’rablanmaz.Şu şartlaki;Muzariye te’kid nun-u ve cem’i müennes nun-u bitişmeyecek,bitişdiğinde mebni olmuş olur.

İ’rabı;Ref’,nasb ve Cezmdir.

Tesniye,cemi’,muhatab,müennes için olan,zamiri barizi merfu’dan mücerred olan sahih;haleti ref’inde zamme,haleti nasbında fetha ve haleti cezminde sükun iledir.Misal:- يَضْرِبُ – لَنْ يَضْرِبَ – لَمْ يَضْرِبْ-

Zamiri barizi merfu’a bitişen muzari’;ref’ halinde nun,haleti nasb ve cezmde nun-un hazfıyladır.Misal:- يتََضْرِبَان ِ- تيَضْرِبُونَ – تَضْرِبِينَ – –

Sonu illetli olan muzari’;haleti ref’inde Vav ve Yâ ile olup,zammenin takdiriyledir.Haleti nasbda lafzen fetha,haleti cezmde Vav ve Yâ-nın hazfıyladır.

Sonu illetli olan muzari’nin i’rabı;Elifi zamme ve fethası takdiri ve elifin hazfiyledir.Muzari’ nasb ve cezm edatlarından soyulduğunda merfu’ olur.Misal:- تَقُومُ-

Muzari’;- اِذَنْ – كَىْ – لَنْ – اَنْ- ile mansub olur.

– كَىْ – حَتَّى – ا َنْ-mânasına Lâm,inkâr lâm-ı olan Lâm-ı cühud,Fa,Vav ve Ev ( ا َوْ) den mukadder olup,takdir edilir.Misal:- وَا َنْ تَصُومُ خَيْرٌ لَكُمْ – ا ُرِدُ ا َنْ تُحْسِنَ ا ِلَىَّ-

Musakkalden ( ا َنَّ) muhaffef olan – ا َنْ- âlemden sonra vaki’ olur.Bu şu misaldeki gibi değildir.Misal:- عَلِمْتُ ا َنْ سَيَقُومُ وَ ا َنْ لا َ يَقُومُ-

Zandan sonra vaki’ olanda ise iki görüş vardır:1)Fiili nasb eden –- ا َنْ

2)Musakkalden muhaffef olan –- ا َنْ dir.

– لَنْ = لَنْ ا َبْرَحَ , لَنْ اُفَارِقَ- mânasına.Nefyi istikbal.

– اِذَنْ- Mâba’dinin mâkabline itimad edip de ma’mul olmaması.Ve fiilin istikbale delalet etmesi.Misal:- اِذ َنْ تَدْخُلُ اْلجَنَّة َ-

Eğer Vav ve Fa-dan sonra vaki’ olursa iki vecih vardır:Biri;Amel ettirmek.Diğeri;amel ettirmemek caizdir.

– كَىْ- Sebebiyyet mânasınadır.Misal:- ا َسْلَمْتُ كَىْ ا َدْخُلَ اْلجَنَّة َ-

– ا َنْ- in takdiriyle kendisinden önce olan – حَتَّى- mâkabline nazarla – كَىْ- ve – اِلَى- mânasınadır.Misal:- ا َسْلَمْتُ حَتَّى ا َدْخُلَ اْلجَنَّةَ َ – وَكُنْتُ سِرْتُ حَتَّى ا َدْخُل َ اْلبَلَدَ – وَ ا َسِيرُ حَتَّى تَغِيبَ الشَّمْسُ –

– حَتَّى- nın dahil olduğu fiille –Tahkik veya hikaye yoluyla- zamanı hal irade edildiğinde harfi ibtida olup,ref’ kılınır.Ve sebebiyyette vacib olur.Misal:- مَرِضَ فُلا َنٌ حَتَّى لا َ يَرجُونَهُ-

Bundan dolayı şurada ref’ olması imkansızdır.- كَانَ سَيْر ِى حَتَّى ا َدْخُلَهَا-

Kâne-i nakısa olduğunda da:- وَا َسِرْتَ حَتَّى تَدْخُلَهَا-

Kâne-i Tâmmede ref’ caizdir.Misal:- وَا َيُّهُمْ سَارَ حَتَّى يَدْخُلُهَا – كا َنَ سَيْرِى حَتَّى ا َدْخُلُهَا-

– ا َنْ- in takdiriyle kendisinden sonra muzariyi nasb eden Lâm-ı Key,- ا َسْلَمْتُ لأِ َدْخُلَ اْلجَنَّة َ-

Kâneyi nefiyden sonra;Lâm-ı te’kid ve Lâm- cühudda böyledir.Misal:- وَمَا كا َنَ اللَّهُ لِيُعَذِّبَ هُمْ-

Aynı şekilde atıf Fâ-sı da böyle olup yani kendisinden sonra – ا َنْ- in takdir edilmesi –iki şart vardır.Biri;sebebiyyet.Diğeri;Fâ-dan önce emir,nehiy,istifham,nefiy,temenni veya arz-ın olması.

Vav-da iki şart vardır:Biri;Cem’iyyet.Diğeri;Vav-ın mâkablindeki altı şart olması..Fâ-da olduğu gibi.

Ev (- ِاَلا َّ ا َنْ – اِلَى ( ا َوْ mânasına olmak şartıyla…

Atıf harfleri;Ma’tufu aleyh sarih isim olduğunda;- ا َعْجَبَنِى ضَرْبُكَ زَيْدًا- olur.

Lâm-ı Key – جِئْتُكَ لأَِ نْ تُكْرِمَنِى- ve atıf harfleriyle beraber – ا َنْ – ا َعْجَبَنِى قِيَامُكَ -in izharı caizdir.

– كَىْ- mânasına Lâm-ın suretinde (- ِلئَلا َّ – ِلأَنْ لا َ –- لاla beraber –ا َنْ – in izharı vacibdir.

Muzari’;- لَمَّا – لَمْ- lâm-ul emir ve nehiy lâm-ı şart ve ceza kelimeleriyle;cezm olur.Ve mukadder – ا ِنْ- le de cezm olur.

Bu şart ve ceza kelimeleri ise;- مَنء – مَا – مَتَى – ا َيْنَ – حَيْثُمَا – ا ِذْمَا – مَهْمَا – ا ِنْ – كَيْفَمَا – ا َنَّى – ا َىُّ-

– ile beraber – ا ِذ َا – ا َمَّا –nın da böyle gelmesi şaz ve kaide dışıdır.

– لَمْ- muzari’ mânasını,maziye dönüştürmek ve nefiy içindir.

– لَمْ = لَمَّا- gibi olmakla,maziye de şümulü vardır.Maziye has olduğu gibi,kendisiyle menfi olan fiilin hazfı da caizdir.

Lâm-ul emir:Kendisiyle bir işin yapılmasının istenmesidir.

Nehiy lâm-ı :Kendisiyle bir şeyin terkedilmesini istemektir.

Kelimul Mücazat:Birinci şart fiile sebebiyyet,ikinci ceza fiiline müsebbebiyet olmak üzere yani netice;iki fiile dahil olur.Ve şart-ceza diye isimlendirilirler.

Eğer şart ve ceza ikisi de muzari’ olurlarsa;- ا ِنْ تَزُرْنِى ا َزُرْكَ- Veya yalnız birincisi muzari’ olursa- ا ِنْ تَزُرْنِى فَقَدْ زُرْتُكَ – muzari’ de cezm vacib olur.

Eğer ikincisi muzari’ olursa;bunda iki görüş vardır:1)Cezm. 2)Ref’dir.

Eğer ceza lafzen – ا ِنْ خَرَجْتَ خَرَجْتُ- veya mânen – ا ِنْ خَرَجْتَ لَمْ ا َخْرُجْ –

– قَدْ- sız mazi olursa;cezaya Fâ-nın dahil olması caiz olmaz.

Eğer ceza müsbet muzari’ veya Lâ ile menfi olursa;iki görüş vardır:1)Fâ-yı getirmek. 2)Fâ-yı getirmemek.

Eğer ceza – قَدْ- sız mazi ve muzari’ olmazsa;cezada Fâ-nın olması lazımdır.

Böylece;Fâ-nın dahil olmasının caiz olduğu yerler:1)Fiil ve zarf ile sılalanmış bir isim olursa.

2)Fiil ve zarfla sılalanmış bir isme sıfat olursa.

Cevabın başında Fâ-nın duhulü vacib olan yerler ise;1)Cevab isim cümlesi olursa.

2)Ğayrı mutasarrıf mazi veya o mânaya yani mazi olup,mazi manasına ise.Bu takdirde burada zahir veya mukadder – قَدْ- gerekir.

3)Cevabın başında – مَا – لَنْ – سَوْفَ – سِينْ- bulunursa.

4)Fiili inşâiyye (Emir,nehiy,istifham,dua) cümleleri ise.Misal:- ا ِنْ ضَرَبْتُ فَأنْتَ مَضْرُوبٌ-

Ânilik bildiren – ا ِذ َا- i müfacee,ceza olarak vaki’ olan cümle-i ismiyye ile beraber Fâ-nın yerine gelir.Misal:- ا ِنْ تُصِبْهُمْ سَئَّة ٌ بِمَا قَدَّمَتْ ا َيْدِيهِمْ ا ِذَاهُمْ يَقْنَطثونَ- Yani;- فَهُمْ يضقْنَطُونَ-

– ا ِنْ- Sebebiyyet kastedildiğinde;emir,nehiy,istifham,temenni ve ârazdan sonra takdir edilir.Misal:- وَلا َ تَكْفُرْ تَدْخُلَ اْلجَنَّة َ – ا َسْلِمْ تَدْخُلَ اْلجَنَّة َ-

Bundan şu olmaz:- وَلا َ تَكْفُرْ تَدْخُلَ اْلنَّارَ –

Kesâ-î ise olacağını söyler.

Oysa;- ا ِنْ لا َ تَكْفُرْ تَدْخُلَ اْلنَّارَ – Olduğundan mâna fasid olmaktadır.Yani;Eğer küfretmezsen,cehenneme girersin,olmaktadır.

-EMR : Muzaraat harfinin hazfiyle muhatab olan failden kendisiyle yapılması istenilen bir sığadır.

Emrin sonunun hükmü;Meczum muzarinin hükmü gibidir.

Eğer muzari’ harfinden sonra bir sakin olursa,-Rubâ-i olmadığı halde- mazmum bir hemze-i vasıl ziyade olunur.

Eğer sakinden sonraki zamme ise,onun dışındakiler kesre olur.Misal:- ا ِعْلَمْ – ا ِضْرِبْ – ا ُقْتُلْ-

Eğer muzari’ rubâ-î ise;Maktu’ meftuh olur.

-NÂİB-İ FAİL : Faili hazfedilendir.Eğer fiil mazi ise;evveli zamme,sondan bir öncekide kesre kılınır.

– ا ُنْطُلِقَ- hemze-i vasıl ileberaber üçüncü harf zamme kılınır.

Tâ ile beraber ikicisi zamme kılınır.Misal:- تُعُلِّمَ-

Sebebi ise;Karıştırma korkusundandır.

Aynel fiili illetli ve özürlü olan Mu’tellul Ayn-da;- بِيعَ – قِيلَ- Aslı;- بُيِعَ – قُوِلَ-

Dudakları yumma demek olan İşmam ve Vav-lıda ,- بوع – قول- gelmiştir.

– ا ِفْتِعَال- ve – ا ِنْفِعَال- babından benzeri;- ا ُنْقشيدَ – ا ُخْتِيرَ- dir.

– ا ُقِيمَ – اُسْتُخِيرَ- ise;- بيع – قيل- gibi değildir.

Eğer fiili muzari’ ise;evveli zamme,sondan bir önceki fetha kılınır.- يُضْرَبُ- gibi.Mu’tellul ayn elife dönüştürülür. يُخْتَارُ – يُبَاعُ- – gibi.

NOT:Tam ve Meçhul ve o mânadaki bir fiilin kendisine isnad edilmesi demek olan naib-i fail;fail gibi ancak iki isimde olurlar.

Car vasıtasıyla mecrur olup,âmilinin de müfred ve müzekker olması vacib olur.

Fail ve naib-i failin âmilleri üzerine takdimi caiz değildir.

Masdarda müstesna olmak üzere,ikisininde aynı zamanda beraber hazfı caiz değildir.

-MÜTEADDİ : Anlaşılması bir müteallıka yani fiile dayanan bir fiildir.Diğer bir ifadeyle;failin fiilinin kendisinde kalmayıp,mef’ulün bihe geçen fiile denir.Üçe ayrılır:

1)Bir mef’ule müteaddi yani geçen.Misal:- ضَرَبَ-

2)İki mef’ule müteaddi;Misal:- عَلَمَ – ا َعْطَى-

3)Üç mef’ule müteaddi;- ا َخْبَرَ – خَبَّرَ – نَبَّأ َ – ا َنْبَأ َ – ا َرَى – ا َعْلَمَ-

– حَدَّثَ- bunların birinci mef’ulü – ا َعْطَيْتُ- babının mef’ulü,ikinci ve üçüncü mef’ulü;- عَلِمْتُ- mef’ulü gibidir.

-ĞAYRI MÜTEADDİ : Yapmış olduğu iş –Müteaddi gibi başkasına geçmeyip- kendi nefsinde kalan fiildir.Misal:- قَعَدَ-

Aynı zamanda buna Lazım fiil denir.

-EF’ALİ KULÛB (KALBİ) FİİLLER : — خِلْتُ – حَسِبْتُ – ظَنَنْتُBu üçü zan için,- زَعَمْتُ-Bazen zan,bazen ilim için,- وَجَدْتُ – رَا َيْتُ – عَلِمْتُ- Bu üçü de ilim içindir.

Bunların hepsi ilimde ve zanda olan şeyi beyan için cümle-i ismiyyeye dahil olur.Bu fiiller cümle-i ismiyyedeki müsned ve müsnedü ileyhi nasb eder.

Özellikleri:1)- ا َعْطَيْتُ- babının,çünkü bu bir mef’ule has kılınır.- Hilafına,iki mef’ulden biri zikredildiğinde diğerinin de zikredilmesi vacib olur.

2)Ef’ali kulûb;iki mef’ulün arasına girerse veya sonda gelirse;amelden ibtali caiz olur.Böylece –- ا َعْطَيْتُ babının hilafına,tan kelâm bakımından iki cüz (Mübteda-Haber) müstakil olur.Misal:- زَيْدٌ قَائِمٌ ظَنَنْتُ-

3)İstifham,nefiy ve Lâm-ı ibtidadan önce;mânen sabit kalıp,amelinin iptaline ta’lik edilir.Misal:- عَلِمْتُ لَزَيْدٌ مُنْطَلِقٌ – عَلِمْتُ مَا زَيْدٌ فِي الدَّارِ – عَلِمْتُ ا َزَيْدٌ عِنْدَكَ ا َمْ عَمْرٌو –

4)Ef’ali kulûbün failinin ve mef’ulünün bir fiile muttasıl zamir olması caizdir.Misal:- عَلِمْتُنِى مُنْطَلِقًا –

Ef’ali kulûbun (–زَعَمْتُ – خِلْتُ – حَسِبْتُ – nün dışında) bazısı başka manaya gelmesi sebebiyle bir mef’ule taaddi eder,geçer.

– ا ِتَّهَمْتُ = ظَنَنْتُ- manasına,– عَرَفْتُ = عَلِمْتُmanasına,- ا َصَبْتُ = وَجَدْتُ , ا َبْصَرْتُ = رَا َيْتُ- manalarına gelmektedirler.

NOT:Mübteda ve haber üzerine dahil olup,kalbi bir fiil üzerine delalet eden ef’ali kulûb;mef’uliyet üzere de onlardan birini nasb eder.

İkisinin beraber veya karinesiz birinin hazfi caiz değildir.Karine ile beraber ikisinin hazfı ekserdir.Yalnız ikisinden birinin hazfi azdır.

Ef’ali kulûbun hasselerindendir:1)Ef’ali kulûbun failinin birinci mef’ulüne mânası müttehid ve Muttasıl iki zamir olmasıdır.Misal:- عَلِمْتُنِى قَا ئِمًا –

2)İki mef’ulü üzerine – ا َنَّ- nin dahil olmasıdır.Misal:-عَلمْتُ ا َنَّ زَيْدًا قَائِمٌ –

-EF’ALİ NÂKİSE : Eğer fiil tam bir fiil olup,başkasına muhtaç olmuyorsa, Tam fiil,fiil tam olmayıp mansub bir ma’mule,habere ihtiyaç duyuyorsa;ona da Nâkıs fiil denir.Merfuu onun ismi olarak,mansubu da onun haberi olarak isimlendirilir.

Yani Nâkıs fiiller;Lugat anlamlarıyla olurlarsa tam fiil olurlar.Lugat anlamı olmazlarsa Nâkıs olarak mânalanır.

Böylece;faili bir asla yerleştirmek,tesbit için konulan fiillerdir.Bunlar da ;- صَارَ – كَانَ – ا َصْبَحَ – ا َمْسَى – ا َضْحَى – ظَلَّ – بَاتَ – آ دَ –عَادَ – غَدَا – رَاحَ – مَازَالَ – مَا ا َنْفَكَّ – مَا فَتِئَ – مَا بَرِحَ – مَا دَامَ – لَيْسَ-

Arabların şu sözlerinde olduğu gibi;- جَاءَ- de Nâkıs olarak kabul edilmiştir.- مَا جَاءَتْ حَاجَتَكَ- (Hacetin olmadı –veya- oldu mu?)

– قَعَدَتْ- de nâkıs olarak gelmiş.-حَتَّى قَعَدَتْ كَأنَّهَا حَرْبَة ٌ – (Bıçağı öyle biledim ki,sanki bıçak bir kargı oldu.)

Bu fiiller cümle-i ismiyyeye dahil olurlar.Tâ ki habere bu nakıs fiillerin mânasını,eserini ve izini versin.

NOT:Haber cümle-i ismiyye olur.Fiil önde olursa fiil cümlesi,isim önde olursa;isim cümlesi olur.

Bu fiiller birincisi olan ismini ref’,ikincisi olan haberini nasb eder.Misal:- كَانَ زَيْدٌ قَائِمًا-

– كَانَ- devamlılığı ifade eder.Misal:- كَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا- (Allah’ın Âlim ve Hâkimliği devamlıdır.)

Veya Munkatı’lığı ifade eder.Misal:- كَانَ زَيْدٌ غَنِيًّا فَافْتَقَرَ- “Zeydin zenginliği devamlı olmayıp,sonra fakir olmuştur.”

Geçmiş zamanda.- صَارَ- mânasına,haberini isminde sabit kılarak nâkıs olur. Ve – كَانَ – kendi ismi olarak,zamiri şân olur.

ثَبَتَ = كَانَ – mânasına,mansuba ihtiyaç duymadan merfu’ ile tam olur.Ve zâid olur.

– صَارَ- Bir yerden bir yere geçişi beyan eder.Misal:- صَارَ زَيْدٌ عَالِمًا- Cahillik sıfatından alimlik sıfatına bir nakildir.

– صَارَ = ا َضْحَى – ا َمسَى – ا َصْبَحَ- Mânasına olup,cümlenin vakitlerini de içine alarak beraberliği,yani;- ا َصْبَحَ زَيْدٌ قَائِمًا-,Zeydin kalkmasının sabah vaktiyle beraber olması.Sabaha girmiş olmasından tam olur.

– صَارَ = بَاتَ – ظَلَّ- Mânasına.Cümlenin içine almış olduğu mazmununun vakitleriyle beraber gelmesi.Misal:- ظَلَّ زَيْدٌ سَائِرًا- “Zeydin yürüyüşü gündüzün tamamında –veya gecenin tamamında – sabit oldu.”

– مَازَالَ( يَزَالُ – زَالَ-dan) – مَا فَتِئَ – مَا بَرِحَ -Yok olmadı mânalarına) – مَا ا ِنْفَكَّ- Ayrılmadı.

Failin haberini kabul ettiğinden beri,bu fiillerin failinin –isminin- haberinin devamlılığı içindir.Bu dört kelimede nefy edatının olması gerekir.

– مَا دَامَ- Haberinin faildeki sübut yani devam müddetiyle işi vakitlendirip,ta’yin için olur.Bundan dolayı,zarf olduğundan müstakil bir kelâma muhtaçtır.- ا َجْلِسْ مَا دَامَ زَيْدٌ جَالِسًا- “Zeyd oturduğu müddetçe sen de otur.”

– لَيْسَ- Zamanı halde cümlenin mânasını nefy içindir.Diğer bir görüşe göre;Hal ve mazidekini nefy içindir.

Ef’âli nâkisenin haberlerinin ismine üç kısımda takdimi caizdir:

1)- كَانَ – den – رَاحَ- ya kadar (11 tane) caizdir.

2)- مَا دَامَ- nin dışında,İbni Keysana muhalif olarak;evvelinde – مَا- bulunan ki,caiz değildir. (4 tane)

3)- لَيْسَ- de ise ihtilaf edilmiştir.

-EF’ÂLİ MUKARBE (Yakınlığı ifade eden fiiller): Ümid ederek veya meydana gelmesinin yakın olduğunu bildirmek veya başlamanın yakın olduğuna delalet ederek;haberin yakınlaştığına delalet etmek için konulan fiildir.

Birincisi;- عَسَى- dır. Bu ise,ğayrı munsarıftır.Misal:- عَسَى ا َنْ يَخْرُجَ زَيْدٌ- de olur.

Ef’âli mukarebenin haberi ancak fiil ve muzari’ olur ve ekseriya – ا َنْ- ile beraber olan fiili muzari’dir.Bazen – ا َنْ- hazfedilir.

İkincisi;- كَادَ- dir.Misal:كَادَ زَيْدٌ يَجِئُ

Ekseriyetle – ا َنْ – siz muzari’dir.Bazen – ا َنْ – de dahil olur.

– كَادَ – ye nefy dahil olduğunda,diğer fiiller gibi olur.Zayıf bir görüşe göre;- كَادَ – nin nefyi –mazi ve muzari’de- isbatı fiil için denilmiştir.

Mazide isbat,muzari’de diğer fiiller gibi olur,denilmiştir.Buna delil;- وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ – ا ِذ َا غَيَّرَ اْلهَجْرُ اْلمُحِبِّينَ لَمْ يَكَدْ – رَسِيسُ اْلهَوَى مِنْ حُبِّ مَيَّة َ يَبْرَحُ-

Üçüncüsü;- طَفِق َ- Başladı,- كَرَبَ- Yakınlaştı,- جَعَلَ- Başladı,- ا َخَذ َ- Aldı,Başladı.Bunlar – كَادَ – gibidir.

– ا َوْشَكَ- Kullanışda – عَسَى- ve – كَادَ – gibidir.

Ef’ali mukarebenin kendi nefsine takdimi caiz değildir.

-TAACCÜB FİİLİ : Taaccüb etmek yani şaşkınlığı ifade etmek için konulan fiildir.İki sığası,çekimi vardır:- ا َفْعِلء بِه ِ – مَا ا َفْعَلَه ُ- Bu ikisi ğayrı munsarıftırlar.Misal:- مَا ا َحْسَنَ زَيْدًا – وَ ا َحْسِنْ بِزَيْد ٍ-

Taaccüb fiilleri ef’ali tafdilin binasının caiz olduğu şeyden bina edilir.Taaccüb sığasının binası mümteni’ olan fiilde bitiştirilir.

İsmi tafdilin binasının imkansız olduğu yerde,fiili taaccübün de binasının imkansızlığıyla hükmedilmiştir.Misal:- وَ ا َشْدِدْ بِأ ِسْتِخْرَاجِهِ – مَا ا َشَد َّ ا ِسْتِخْرَاجَهُ-

Fiili taaccübün binası;bina edilmesi imkansız olmayan fiilde bina edilir.Taaccüb sığasında;Takdim,Te’hir – مَا زَيْدًا ا َحْسَنَ- ve Fasl – مَا ا َحْسَنَ فِي الدَّارِ زَيْدًا- kullanılmaz. Mazeni zarfla olan faslı (ekserde) – كَانَ- ile yapılan faslı caiz görmüşlerdir.Misal:- مَ كَانَ ا َحْسَنَ زَيْدًا-

Sibeveyhe göre;- مَا- ismi mef’ul mânasına masdar olmak üzere mübteda ve Şey mânasına nekredir.

Ahfeşe göre;- مَا- dan sonraki haber ve mevsuldür.

Sibeveyhe göre;haber mahzuf,- بِه ِ- de – ا َفْعِلْ- in failidir.Lafız bir olduğundan zamir de yoktur.

Ahfeşe göre;- ب – بِه ِ- (Ba) müteaddi veya zâid ve fiilde zamir vardır.

NOT: Taaccüb fiilinden sonra gelen kelime nahiv bakımından mef’ul kabul edilir.Mansub olur.Taaccüb fiilinin faili daima müstetirdir.

İki taaccüb fiili atıf edatlarıyla birbirine bağlanırsa:- مَا- ve – بِه – kelimelerini hazfetmek caizdir.Misal:- ا َسْمِعْ بِه ِ وَ ا َبْصِرْ – “O,ne işitici ve ne görücüdür!”

-MEDİH VE ZEM FİİLLERİ :Övme veya yermeyi ifade için konulan fiildir.Bunlar;Medih için – نِعْمَ- ve Zem için بِئْسَ– dir.

Şartları;Bunlardan her birinin failinin Lâmı ta’rif olması.Misal:- نِعْم الَّرجُُُُُُُل ُ زَيْد ٌَ –

Veya Lâm-ı ta’rife muzaf olması.Misal:- نِعْمَ صَاحِبُ الرَّجُل ِ زَيْدٌ –

Veya mansub nekre ile temyizlenmiş zamir olması.Misal:- نِعْمَ رَجُلا ً –

Veya Şey mânasına – مَا- ile temyiz edilmiş olacak.Misal:- فَنِعِمَّا هِىَ = نِعْمَ شَيْئًا هِىَ -Mahsus faildir. Buda mübteda,mâkabli ise haberidir.

Veya mahzuf mübtedanın haberidir.Misal:- نِعْمَ الرَّجُلُ زَيْدٌ -Zeyd ya mübteda veya mahzuf mübtedanın haberidir.Diğerleri ise,mübteda olduğunda,haberidir.

Mahsus olarak vaki’ olmasının şartı;faile uygun olmasıdır.

– بِئْسَ مَثَلُ اْلقَوْم ِ الَّذ ِينَ كَذَّبُوا- Benzeri ise;- مَثَلُ الَّذ ِينَ كَذَّبُوا- ile takdir edilir.(1)Fail. 2)Muzafun ileyh. 3)Mübteda.)

Karine olduğunda;medih ve zem ile mahsus bazen hazfedilir.Misal:- نِعْمَ اْلعَبْدُ – Karine Eyyub (AS), – و َ نِعْمَ اْلمَاهِدُونَ – Karine – سَاءَ – نَحْنُ- de – بِئْسَ- gibidir.

– حَبَّذ َا- da ef’ali medih ve zemden olup,- ذ َا- failidir. Tesniye ve cemi’lik yönüyle mahsusun değişmesiyle değişmez.Bundan sonraki de mahsustur.

İ’rabı;- نِعْمَ – nin mahsusunun i’rabı gibidir.

– حَبَّذ َا – nın mahsusundan önce ve sonra temyiz ve h âl-in mahsusa uygun olarak gelmesi caizdir.

-HARF : Kendisinin dışındaki bir mânaya delalet eden kelimedir.

Bundan dolayı;Kâinata mânayı harfi ile bakıp,mânayı ismiyle bakmamak gerekir.Yani,sanata san’atlı oluşu yönüyle değil,sanarkârı,ustası hesabına,kısaca,Allah hesabına bakmak-sözü gayet meşhurdur.Çünki sanat kendisine bir yönüyle delalet ederse,sanatkârı,yapıcısı,yaratıcısı hesabıyla bir çok yönden delalet eder.Onun maharet,ustalık ve kabiliyet gibi sıfatlarını göstermiş olur.

Zaten kâinattan maksud olan kendisi değil,yaratıcısıdır.

Kendi dışındaki bir mânaya delalet etmesi sebebiyle;kelâmın cüz’iyyetinde isme veya fiile ihtiyaç duymuştur.Misal:- قَد ْ ضَرَبَ-

-زَعَمَ اْلمُنَجِّمُ وَالطَّبِيبُ كِلا َهُمَا

_لَنْ يُحْشَرَ اْلأ َجْسَادُ وَ قُلْتُ ا ِلَيْهِمَا

-ا ِنْ صَحَّ قَوْلِكُمَا فَلَسْتُ بِخَاسِر ٍ

– ا ِنْ صَحَّ قَوْلى ِ فَا ْلخُسْرَانُ عَلَيْكُمَا

“Müneccimler ve Tabibler derler ki;Cesedler öldükten sonra haşrolunmazlar.”Eğer sizin dediğiniz doğru ise;Ben zarar etmem.Fakat eğer benim sözüm doğru ise (ki bir çok delil ve belgeler,bu konuda söz sahibi olan peygamberler ve kitabların isbatlı ve doğru sözleriyle sabittir.);Vay sizin halinize…”(Hz.Ali)

-HARFİ CERLER : Harfi cerden sonra gelen isme fiil veya fiil mânasını ulaştırmak için konulan kelimedir.Bunlar;- رُبَّ – ا َلَّللا َمُ – البَاءُ – فِى – حَتَّى – ا ِلَى – مِنْ- Kendisinden sonra – رُبَّ- nin dahil olduğu vav,Kasem Vav-ı,kasem Bâ-sı,kasem Tâ-sı,- خَلا َ – عَدَا – حَاشَا – مُنْذ ُ – مُذ ْ – ا َْلكَافُ – عَلَى – عَنْ-

– مِنْ- İbtida (Başlangıç),Tebyin (Açıklama),Teb’ız (Ba’ziyyet) içindir.

İmam-ı Ahfeş ve Kûfililere muhalif olarak;Menfi kelâmda zâiddir.Misal:- مَا جَائَنِى مِنْ ا َحَد ٍ-

Ahfeş ve Kûfililer müsbette bile zâid olduğunu söyleyerek şunu delil getirmişlerdir;- قَد ْ كَانَ مِنْ مَطَر ٍ Bu ve benzeri ise; – شَيْئُ مِنْ مَطَر ٍ ا َوْ- قَدْ كَانَ بَعْد ُ- şeklinde te’vil edilir.

– ا ِلَى- Bir şeyin nihayetini bildirmek için ve bazen – مَعَ- mânasınadır.

– ا ِلَى = حَتَّى- gibi olup,çoğu zaman – مَعَ- mânasınadır.Müberred;ismi zahir ve zamire dahil olmasını caiz gördüğünden (- ا ِلَى-gibi) ona muhalif olarak ismi zahire hasdır.

– فِى- zarfiyyet için ve bazen – عَلَى- mânasınadır.

– ا َْلبَاءُ- İlsak (Bitiştirmek),İstiâne (Yardım dilemek),Musahabe (Beraberlik),Mukabele (Karşılıklı,karşılık olarak),Ta’diye (Geçişli) ve haber,nefiy,istifhamda kıyasi olarak ve nefiy ve istifhamda meydana gelen haberin dışında da samâ-î olarak zâiddir.Misal:- ا َلْقَى بِيَدِه ِ – بِحَسْبِك َ-

– ا َلَّلا َمُ- Tahsis (Sahib kılma),Ta’lil (Bir şeyin zihnen sebebini açıklamak) için,Zâid (Fazla), – قَوْل- sözüyle beraber – عَنْ- mânasına,Taaccüb yerinde Vav-ı kasem mânasınadır.

– رُبَّ- Taklil (Azlık) için. (Ma’rifeye ihtiyacı olmadığından) mevsuf bir nekreye has olup,kelâmın başında gelmesi vacibdir.

Rübbe-nin alakalanıp bağlandığı fiil –ekseri durumda mahzuf mazi- dir.Bazen Rübbe mahzuf bir nekre ile temyiz edilmiş (Mercii olmayan) Mübhem yani kapalı bir zamire dahil olur.Kûfiyyunların hilafına- zamir (Yalnız temyizin mutabakatını caiz görmüşlerdir.) Müfred-müzekkerdir.

Rübbe-yi amelden men edip engelleyen – مَا- i kâffe olur.Bundan sonra da cümleye dahil olur.Rübbe-nin vav-ı mevsuf nekreye dahil olur.Misal:- وَبَلْدَة ٍ لَيْسَ بِهَا ا َنِيسٌ – ا ِلا َّ اْلبَعَافِيرُ وَا ِلا َّ اْلعِيسُ “Nice şehir vardır ki;orada dost yoktur.Ancak yaban öküzü ve ve beyaz develer vardır.”

Vav-ul Kasem;Yemin vav-ı ancak kasem fiilinin – ا َقْسَمْتُ- hazfında,sualin dışında ismi zahire has olarak olur.- وَ رَبُّ اْلكَعْبَة ش – وَاللَّه ِ-

Tâ-da vav gibidir.Allah’ın ismine hastır.

Bâ ise;Bütün kullanışlarda vav ve Tâ-dan kapsamca daha umumidir.

Kaseme Lâm (-ı ibtida), – ا ِنَّ- ve nefy harfiyle cevab verilir.Bazen kasem,iki cümlenin arasına girdiğinde – زَيْدٌ وَ اللَّه ِ قَائِمٌ- veya cevabının kendisinden önce geldiğinde cevabı hazfedilir.

– عَنْ- Tecavüz yani geçişi bildirmek içindir.

– عَلَى- İsti’la yani bir şeyin üstünlüğünü bildirmek içindir.Bazen bu ikisi kendilerine – مِنْ- in dahil olmasıyla isim olurlar.Misal:- مِنْ فَوْقِه ِ – وَمِنْ عَلَيْه ِ – مِنْ جَانِبِ يَمِينِى – مِنْ عَنْ يَمِينِى-

– ا َْلكَافُ- Teşbih (Benzetme) için ve zâiddir. Bazen – مِثْل- mânasına isim olur.Ve ismi zahire hasdır.

– مُنْذ ُ – مُذ ْ- Geçmiş zamanın başlangıcını bildirmek için ve hazır zamanda zarfiyyet içindir.Misal:- مَا رَأ َيْتُه ُ مُذ ْ شَهْرِنَا وَ مُنْذ ُ يَوْمِنَا-

– حَاشَا – عَدَ ا – خَلا َ- İstisna içindirler.İlk ikisi fiilde olurlar.

NOT:Mef’ullerde harfi cerle gelmeyen Sarih,harfi cerle gelen ise;Mef’ulün bih ğayri sarih olur.

-HURÛF-U MÜŞEBBEHE BİL FİİL (Fiile benzeyen harfler):Bu altı harf,başına geldikleri isim cümlesinin mübtedasını merfu’ iken mansub kılarlar.Bu harfler;- لَعَلَّ – لَيْتَ – لَكِنَّ – كَأنَّ – ا َنَّ – ا ِنَّ- dir.Diğerlerinin aksine olan – ا َنَّ- hariç,beşinin başta gelmesi vacibtir.Bunlara – مَا- -i kâffe dahil olup,amel etmesini engeller.

– مَا- dahil olduğunda da fiile dahil olur.

– ا ِنَّ- Cümelinin mânasını değiştirmez.Mânayı bozmadığı için ismini başka bir isme atfetmek caizdir.Aynen o da ref’ olur.

– ا َنَّ – İsmi ve haberiyle birlikte müfred hükmündedir.Aralarındaki bu farkdan dolayı;cümleyi gerektiren yerde kesre ( ا ِنَّ),müfredi gerektiren yerde de fetha (ا َنَّ) okunması vacib olur.

– ا ِنّ َ- NİN OKUNDUĞU YERLER :

1)Kelâmın başlangıcında.

2)- قَوْل- kelimesinden sonra.

3)İsmi mevsulden sonra.

4)Kasemin cevabında.

5)Özel ismin haberinde.

6)İbtida Lâm-ının haberinin üzerine dahil olduğu cümlede.

7)- حَتَّى- i ibtidaiyyeden sonra.

8)Tasdik harflerinden sonra.- جَيْر – بَلَى – ا َجَلْ – نَعَمْ-

9)İftitah harflerinden sonra.

10)Hâl bildiren vav-dan sonra.

– ا َنَّ -NİN OKUNDUĞU YERLER :

1)Cümlesiyle birlikte Hâl olduğunda.

2)Cümlesiyle birlikte mef’ul olduğunda.Misal:- كَرِهْتُ ا َنَّ زَيْدًا شَاعِرٌ-

3)Cümlesiyle birlikte mübteda olduğunda.Misal:- عِنْدِى ا َنَّكَ فَاضِلٌ-

4)Cümlesiyle birlikte muzafun ileyh olduğunda.Misal:- ا َعْجَبَنِى ا ِشْتِهَارُ ا َنَّكَ عَالِمٌ-

5)- لَوْلا َ- dan sonra.(Çünkü- لَوْلا َ – dan sonra olan mübtedadır. Misal:- لَوْلا َ ا َنَّكَ ضَرَبْتَنِى –

6)- لَوْ- den sonra.(Çünkü – لَوْ-den sonra olan faildir.)Misal:- لَوْ ا َنَّكَ قَائِمٌ-

7)- ما- i masdariyeyi tevkitiyyeden sonra.Çünki – ما- i masdariyye fiile has olduğundan – ما- i masdariyyeden sonraki de faildir.Misal:- بَقُوا فِى الدُّنْيَا مَا الدُّنْيَا بَاقِيَة ً- “Dünya bâki kaldığı müddetçe,bâki kalınız.”

8)Cer harflerinden sonra.Misal:- عِجِبْتُ مِنْ ا َنَّكَ قَائِمٌ-

9)Müfrede atıf olan – حَتَّى- dan sonra.Misal:- عَرِفْتُ ا ُمُورَكَ حَتَّى ا َنَّكَ صَالشحٌ-

10)- مُذ ْ- ve – مُنْذ ُ- den sonra.Misal:- مَا رَأَيْتُه ُ مُذ ْ ا َنَّك َ قَائِمٌ-

Bir yerde müfredin ve cümlenin takdiri mümkün olursa;bu durumda – ا ن- elif-nun maddesinin hem fetha ( أ َنَّ),hem de kesre ( ا ِنَّ) okunması caiz olur.Misal:- مَنْ يُكْرِمْنِى فَأ ِنِّى أ ُكْرِمُه ُ-

Kesre olarak cümle yerinde gelirse şöyle olur:- مَنْ يُكْرِمْنِى فَأ َنَا أ ُكْرِمُه ُ –

Fetha olarak ise;- مَنْ يُكْرِمْنِى فَجَزَاوُه ُ أ َنِّى اُكْرِمُ هُ-

Ferezdak-ın şu beyti ki iki durumda (Fetha-Kesre) caizdir.Misal:- ا ِذ َا اَنَّه ُعَبْدُ اْلقَفَا وَاللِّهَازِمُ-

1)-( ان) nin ismi ve haberi – ا ِذ َا- i füccaiyyeden sonra vaki’ olan cümle olduğunda kesre.

2)İsmi ve haberi;haberi mahzuf mübteda olduğundan fetha caiz olur.Yani;- ا ِذ َا عُبوُدِيَّتُه ُ لِلْقَفَا وَاللِّهَازِم ِ ثَابِتَة ٌ- şeklindedir. “Zeydin ense ve çene (yatmak ve yemek) için olan abdliği –Kulluğu) sabittir.”

Misal:- ا َوَّل ُ مَا اَقُولُ ا ِنِّى ا َحءمَدُ اللَّه َ- Eğer – ما- mevsul veya mevsuf yapılırsa – ا َوَّلَ مَقُولا َتِى- olarak,kesre,- ما- masdar yapılırsa ( ا َوَّ لَ ا ٌَْوَالِى-olarak) fetha olmuş olur.

– ا ِنَّ – cümlenin mânasını değiştirmediğinden,yalnız te’kid için olup,yok hükmünde olduğundan,isminin ref’ yerinde olması sebebiyle Lafzen veya Hükmen (Meksur olan- ا ِنَّ-) nin ismine –fetha ile olmaksızın- ref’ ile atıf caizdir.Misal:- ا ِنَّ زَيْدًا قَائِمٌ وَ عَمْرٌو- (- ا َنَّ- olursa,- عَمْرًوا- olur)

Lafzen ( ا ِنَّ زَيْدًا قَائِمٌ وَعَمْرٌو) veya Takdiren veya Hükmen ( ا ِنَّ زَيْدً وَ عَمْرٌو قَائِمٌ) yani (ا ِنَّ زَيْدًا قَائِمٌ وَعَمْرٌو قَائِمٌ -dur) haberin geçmesi yani ma’tuftan önce haberin zikri şarttır.Kûfililere göre şart değildir.

– ا ِنَّ- nin isminin mebni olmasında bir faide ve fark yoktur.Yani;- ا ِنَّكَ وَزَيْدٌ ذَاهِبَان ِ- gibi.Müberred ve Kesâ-i gibi nahivciler,bu şekildeki atfı caiz görmüşlerdir.

– لَكِنَّ- de – ا ِنَّ- gibi olup,cümlenin mânasını değiştirmez.

– ا ِنَّ – cümlenin mânasını değiştirdiğinden,- ا َنَّ- değiştirmediğinden dolayı kesreye – ا ِنَّ – cümlenin mânasını te’kid için –Lâm-ın habere veya ismine- İnne ile isminin arası açıldığında – ا ِنَّ فِى الدَّار ِ لَزَيْدًا – Veya ikisi arasına girdiğinde;- ا ِنَّ زَيْدًا لَطَعَامُكَ آ َكِلٌ – Bu durumlarda Lâm-ın dahil olması caizdir.- لَكِنَّ- ye dahil olması ise zaiftir.

– ا ِنَّ – tahfif edilip ( ا ِنْ) bir lâm gerekir.Lâm gelmekle – ا ِنْ- i nâfiye olmadığı da anlaşılmış olur.

– ا ِنْ- Mübteda fiillerinden (Kâne ve Ef’ali kulûb ve kardeşleri) bir fiile dahil olması caizdir.Kûfiyyunlar ise;hangi fiil olursa olsun sabit olur,derler.

– ا َنَّ- de muhaffef ( ا َنْ) kılınıp,mukadder bir zamiri şân-da amel eder.İster ismi,ister fiili olsun cümlelere dahil olur.

İş,hal,durum bildiren zamir olan şân zamirinin dışında amel etmesi ise;şâzdır.Fiile bitişik olan – ا َنْ- e –-قَدْ – سَوْفَ – السِْ ve nefiy harflerinin mevcudiyeti gerekir.

– كَأ َنَّ-Teşbih içindir.Tahfif edilir. ( كَأ َنْ) amelden lağv edilir.

– لَكِنْ- Aslı لا َ كَأ ِنَّ olup,kâf zâiddir. İstidrak yani daha önce söylenilen sözden meydana gelen vehmi kaldırmak içindir.Mâna yönünde birbirine zıd iki kelâmında arasına girer. Muhaffef veya Müşedded (Şeddeli şeddesiz) olduğu halde kendisiyle beraber Vav-ın bulunması caizdir.

-لَيْتَ – Temenni yani husûlü umulmayan bir şeyi istemek içindir.

Ferrâ;- لَيْتَ زَيْدًا قَئِمًا- iki ma’mulünde nasbolmasını caiz görmüştür.

– لَعَلَّ- Terecci yani rica ve ummak içindir.Bununla cer yapmak Şâzdır.

-ATIF HARFLERİ : Şunlardır; لَكِنْ – بَلْ – لا َ – ا َمْ – ا ِمَّا – ا َوْ – حَتَّى – ثُمَّ – الفَاءُ – ا َلْوَاوْ —

İlk dördü cemi’ içindir.Misal:- جَائَنِى زَيْدٌ وَ عَمْرٌو فَعَمْرٌو ثُمَّ عَمْرٌو حَتَّى عَمْرٌو-

– ا َلْوَاوْ – Cemi’ için olup,tertib yani sıraya göre diziliş yoktur.Misal:Âyette geçen;- وَاسْجُدُوا وَارْكَعُوا- Eğer vav tertib için olmuş olsaydı;Secdenin rüku’dan önce olması gerekirdi.

– الفَاءُ- Cem’ ile beraber,tertib içindir.Misal:- جَائَنِى زَيْدٌ فَعَمْرٌو-

– ثُمَّ- Fâ gibi olup,yalnız onun gibi zamansız,müddetsiz değildir.

– ثُمَّ = حَتَّى- gibi olup,yalnız onun gibi uzun müddetli değildir.

Hattâ-nın ma’tufu kuvvet ve zaifliğe delalet etmesi için;metbuundan bir cüzdür.Misal:- جَاءَ اْلقَوْمُ حَتَّى عَبِيدَهُمْ- Zaife bir misaldir.

Kuvvete misal:- مَاتَ النَّاسُ حَتَّى اْلأَنْبِيَاءِ-

– ا َمْ – ا ِمَّا – ا َوْ – Belli olmayıp da kapalı olan iki işten birine delalet için kullanılır.- ا َمْ- i muttasıla,istifham hemzesiyle gelen Em’in istifham hemzesiyle olması gerekir.Muhatabdan belirtmesini istemek için,-Zeyd,Amr- gibi iki müsavi şeyden biri sabit olduktan sonra,biri Em’i muttasılayı,diğeri de (Zeyd-i) Hemzeyi takib eder.

Bundan dolayı;- أَرَأَيْتَ زَيْدًا ا َمْ عَمْرًوا- Caiz değildir..Çünkü iki müsaviden biri olan Amr,Em’i takib ettiği halde,Zeyd hemzeyi takib edip,hemen ondan sonra gelmemiş,araya fiil girmiş…

– أَ زَيْدًا رَأَيْتَ ا َمْ عَمْرًوا- Olması gerek.Cevabı ise;ta’yin ile olup,- نَعَمْ- veya – لا َ- ile olmaz.

Em’i munkatı’a;- بَلْ- ve şek için olan hemze gibidir.Misal:- بَلْ- mânasına – ا ِنَّهَا َلأِبِلٌ ا َمْ شَاة ٌ-

Hemze mânasına – أ َ زَيْدٌ عِنْدَك َ ا َم ْ عَمْرٌو-

Ma’tufun aleyhden önce bir İmma – ا ِمَّا-,diğer bir İmma ile beraber olması gerekir.Misal:-جَائَنِى ا ِمَّا زّيْدٌ وَا ِمَّا عَمْرٌو –

İmma-nın,- ا َوْ- ile olması caizdir.Misal:- جَائَنِى ا ِمَّا زّيْدٌ ا َ وَْ عَمْرٌو –

– بَلْ – لا َ- her birisi muayyen,belli bir şey için yani hükmü iki şeyden birine nisbet için kullanılır.

– لَكِنْ- Nefiysiz olmaz.

-TENBİH HARFLERİ : – هَا – ا َمَا – ا َلا َ Bunlar muhatabı gaflet ettiği şeyden uyarmak için kullanılırlar.

-NİDA HARFLERİ : -يَا- Uzak ve yakın için.

– هَيَا – ا َيَا- Uzak için.

– الهَمْزَة – ا َىْ- Yakına nida için kullanılırlar.

-İCAB HARFLERİ : İcab yani cevab verme harfleri şunlardır:- ا ِنَّ – جَيْر – ا َجَلْ – ا ِىْ – بَلَى – نَعَمْ-

Bunlardan – نَعَمْ -;geçmişte olan şeyi daha da sağlamlaştırmak için.

– بَلَى- Geçen nefyi bozarak onu müsbet şekle getirir.Misal:- أ َلَسْتُ بِرَبِّكُمْ- Cenâb-ı Hakkın bu hitabına karşı;- نَعَمْ – denilmiş olsaydı;- لَسْتَ رَبُّنَا- Rabbimiz değilsin,olurdu.

Ruhlar aleminde – بَلَى- ile cevab verildiğinden – بَلَى ا َنْتَ رَبُّنَا- “Evet,sen bizim Rabbimizsin.”diyerek,menfiden müsbete çevirmiştir.

– ا ِىْ- İstifhamdan sonra isbat için olup,kasemle beraber kullanılır.Misal:- ا ِىْ لَعُمْرِى – ا ِىْ وَ رَبِّى – ا ِىْ وَاللَّهِ –

– ا ِنَّ – جَيْر – ا َجَلْ- Dua,istifham gibi,haberi tasdik içindir.Misal:- لَعَنَ اللَّه ُ تِلْكَ النَّاقَةَ َ وَرَاكِبِهَا-

-HURÛF-UZ ZİYADE :Zâid olarak vaki’ olan harfler şunlardır:- ا ِنْ – ا َنْ – مَا- لا َ – مِنْ – البَاءُ – ا َللاَّمُ-

– لَمَّا = ا ِنْ- ve – مَا- i masdariyye ile ziyade olması az olmakla beraber,çoğu zaman – مَا- i nâfiye ile geldiğinde ziyade olur.Misal:- مَا ا ِنْ رَأ َيْتُ زَيْدًا- yani;- مَا رَأ َيْتُ زَيْدًا- dir.

– ا َنْ- Kaf ile beraber zâidliği az olmakla beraber,çoğu zaman – لَمَّا- ile beraber;- فَلَمَّا ا َنْ جَاءَ اْلبَشِيرُ- ve Lev ile kasem arasında zâid olur.Misal:- وَاللَّهِ ا َنْ لَوْ قَاَ زَيْدٌ قُمْتُ-

– مَا = مَا nın muzaf ile ziyade olması.Misal:- غَضِبْتُ مِنْ غَيْر ِ مَاجُرْم ٍ- Az olmakla beraber,bazı hafi cerler ve şart edatları olan;- ا ِنْ – ا َيْنَ – ا َىُّ – مَتَى – ا ِذ َا- ile beraber geldiğinde zâid olur.

– ا ُقْْسِمُ = لا َ- dan önce ziyade olması az olmakla beraber,- ا َنْ – لا َ ا ُ قْسِمُ بِهَذ َا اْلبَلَد ِ i masdariyyeden sonra ve nefyden sonra Vav-ı atıfla beraber olduğunda zâid olur.Misal:- مَا جَاءَ زَيْدٌ وَلا َ عَمْرٌو – مَا مَنَعَكَ ا َنْ لا َ تَسْجُدَ-

Muzaf ile beraber ziyadeliği ise şâzdır.

-TEFSİR HARFLERİ : Cümleden kapalılığı kaldıran harfler şunlardır:

– ا َىْ- Yani mânasına izah içindir.Misal:- جَائَنِى زَيْدٌ ا َىْ ا َبُو عَبْدِ اللَّهِ-

– ا َنْ- Sözün mânasındaki şeye has olup,- ا َىْ- gibi şümullü değildir.Misal:- نَادَيْنَاهُ ا َنْ يَا ا ِبْرَاهِيمُ-

-HURÛF-UL MASDAR :- ا َنَّ – ا َنْ – مَا- İlk ikisi cümle-i fi’liyyeye dahil olurlar.Misal:- وَضَاقَتْ عَلَيْهِمُ اْلأ َرْضُ بِمَا رَحُبَتْ-

– ا َنَّ- ise;cümle-i ismiyyeye dahil olur.Misal:- ا َعْجَبَنِى أ َنَّكَ قَائِمٌ-

-HURÛF-UT TAHDİD : – لَوْمَا – لَوْلا َ – ا َلا َّ – هَلا َّ- Teşvik harfleri olan bu harflerden her biri kelâmın nevilerinden birine delalet etmek için başta gelmesi;çünki mesela;- هَلا َّ – mazide geldiğinde; muhatabın kötülüğü terketmesi için,kötülemek ve ayıplamak mânasına,Muzari’de ise;bir işi yapmaya teşvik edip,onu yapmasını istemek mânasına gelir.Ve lafzen veya Takdiren kendilerinden sonra bir fiilin gelmesi gerekir.

-HARFU-T TEVAKKU’ : Bir şeyin olmasının yakın olduğunu bekleme mânasınadır.Misal:- قَدْ قَامَتِ الصَّلا َةُ-

Burada üç mâna vardır:Tahkik,Tevakku’,Takrib.

Buda;- قَدْ- harfidir ki;mazide Tahkik,muzari’de Taklil yani azlığı bildirmek içindir.

İstifham harfi olan;- هَلْ- ve – الهَمْزَة- nin kelâmın başında gelmesi gerekir.

Cümle-i ismiyyeye ve fi’liyyeye dahil olurlar.

Cümle-i ismiyyeye misal:- أ َ زَيْدٌ قَائِمٌ-

Cümle-i fi’liyyeye misal:- أ َقَامَ زَيْدٌ-

– هَلْ- de hemze gibidir.Misal:- هَلْ أ َتَى عَلَى اْلأ ِنْسَان ِ-

– قَدْ أ َتَى- demektir.

Fakat Hemzenin kullanılışı,Hel’inkinden daha umumi ve çoktur.Misal:- أ َ زَيْدٌ عِنْدَكَ أ َمْ عَمْرٌو – ا َ تَضْرِبُ زَيْدًا وَهُوَ ا َخُوكَ – ا َزَيْدًا ضَرَبْتَ – ا َوَمَنْ كَانَ عَلَى بَيِّنَة ٍ مِنْ رَبِّه ِ – ا َفَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَأ َحءيَيْنَاهُ – أ َثُمَّ أ ِذ َا مَا وَقَعَ آ َمَنْتُمْ بِه ِ-

Haberi fiil olmayıp,Hel – هَلْ- Hemze gibi olamamaktadır.

-ŞART HARFLERİ : Şunlardır:- أ َمَّا – لَوْ – ا ِنْ- Kelâmın başında gelirler.

– ا ِنْ- İstikbal için olup,maziye dahil olsa bile muzari’ mânasınadır.Misal:- ا ِنْ أَكْرَمْتَنِى أ َكْرَمْتُكَ-

– لَوْ- ise – ا ِنْ- in aksinedir.Yani muzariye dahil olsa da,mazi içindir.Misal:- لَوْ تَضْرِبُ أَضْرِبُ-

– ا ِنْ- ve – لَوْ- için lafzen veya takdiren fiilin olması gerekir.Misal:- وَ ا ِنْ أَحَدٌ مِنَ اْلمُشْرِكِينَ اسْتَجَارَكَ- Yani;- ا ِسْتَجَارَكَ أَحَدٌ- dur.

Bundan dolayı denilmiştir;– ا َنْ – لَوْ أَنَّكَ ma’mulüyle beraber,Lev’den sonra mukadder bir fiilin failidir.- مُنْطَلِق ٌ – ا ِنْطَلَقْتَ-yerindedir. Tâ ki;ismi fail yerinde zikredilen fiil;mahzuf fiilden îvaz yani bedel gibi olsun.Misal:- لَوْ َ أ َنَّكَ ا ِنْطَلَقْتَ- Fiil ile olup,isim ile – لَوْ أ َنَّكَ مُنْطَلِق ٌ- olmaz.

Eğer haber müştak olmayıp camid olursa,özründen yani fiilin o camidden çıkması mümkün olmadığından caizdir.Misal:- لَوْ أ َنَّ مَا فِى اْلأ َرْض ِ مِنْ شَجَرَة ٍ أَقْلا َم ٌ-

– أ َقْلا َم ٌ- Camid olup,müştak değildir.

Eğer kasem şarttan önce kelâmın başında gelirse;kasemden sonra vaki’ olan şartın lafzen veya mânen mazi olması gerekir.cevab da,lafzen yalnız kasem için olur.Mânen ve Lafzene misal:- وَاللَّه ِ ا ِنْ أ َتَيْتَنِى – ا ِنْ لَمْ تَأ ْتِنِى- cevabı;- َلأ َكْرَمْتُك َ- olur.

Şartın veya başka bir şeyin başa geçmesiyle,eğer kasem araya girerse;bu durumda iki şey de caizdir:Biri,kaseme itibar edilip,şartın lağvedilip ortadan kaldırılması,diğeride;şarta itibar edilip,kasemin lağvedilmesi.Misal:- وَا ِنْ أَتَيْتَنِى وَاللَّهِ َلأ َتِيَنَّكَ – ا َنَا وَاللَّهِ ا ِنء تَأ ْتِنِى آ َتِكَ-

Kasemin takdiri,kasemi söylemek gibidir.Misal: وَاللَّهِ لَئِنْ أَخْرِجُوا – لَئِنْ أَخْرِجُوا لا َ يَخْرُجُونَ – olur.

– وَاللَّهِ اَطْعَمُوهُمْ – وَ ا ِنْ اَطْعَمُوهُمْ ا َنَّكُمْ لضمُشْرِكُونَ Takdirinde.

– ا َمَّا- Mütekelliminin sözünde kısaltmış olduğu şeyi açıklamak içindir.Misal:- جَائَنِى ا ِخْوَتُكَ ا َمَّا زَيْدٌ فَأ َكْرَمْتُهُ وَأ َمَّا عَمْرٌ فَأ َهَنْتثه ُ وَأ َمَّا بِشْرٌ فَأ َعْرَضْتُ عَنْه ُ-

“Kardeşlerin bana geldi,Zeyd ise,ona ikram ettim.Amr’a ihanet ettim.Bişr’den ise yüz çevirdim.”

Emma’nın fiili hazfedilip,Emma ile Fâ arasında,Fâ-nın sahasındaki olan şeyden bir parça,bedel kılınmıştır.O parça ve cüz ise;mübtedadır.Misal:-ا َمَّا زَيْدٌ فَمُنْطَلِقٌ –

Müberrede göre;Emma ile Fâ arasında vaki’ olan,mahzuf şartın ma’mulüdür.Misal:- ا َمَّا يَوْمَ اْلجُمِعَة ِ فَزَيْدٌ مُنْطَلِقٌ-

Takdiri kelâm ise;Misal:- مَهْمَا يَكُنْ مِنْ شَيْءٍ فَزَيْدٌ مُنْطَلِقٌ يَوْمَ اْلجُمِعَة ِ- bu şekildedir.

Takdim caiz olmayınca ikinci görüşü;Misal:- مَهْمَا يَكُنْ زَيْدٌ مُنْطَلِقٌ –

Şart fiili de hazfedilince;kabul etme hususunda,- ا َمَّا زَيْدٌ مُنْطَلِقٌ – olmuş diyen,

Mazeni der;Eğer Emma’dan sonra vaki’ olan isim (Zeyd),Emma ile Fâ arasına girerse,Fâ üzerine takdim caiz olmuş olur.

-HARFU-R RED : Zecr ve men etmek mânasına – كَلا َّ- dır.Mesela,seni kızdıran bir kimseye karşı;- رَدْعًا لَك َ- yani;- لَيْسَ اْلأ َمْرُ- gibi.

– كَلا َّ- Hakkan ( حَقًّا) mânasına gelir.- كَلا َّ ا ِنَّ اْلأ ِنْسَانَ لَيَطْغَى-

NOT: Sakin olan Tâ-i te’nis;Müsnedü ileyhin –ister fail olsun,ister naib-i fail) müennesliğinden dolayı mazi fiile bitişir.

Eğer müsnedü ileyh ismi zahir olursa,muhayyer olunup;te’nis Tâ-sı ister bitiştirilir,isterse de bitiştirilmeyebilinir.

Tesniye ve cemi’ alametinin bitiştirilmesi ise;zaiftir,olmaz.Misal:- قَامُوا لزَّيْدُونَ – قَامَا الزَّيْدَان ِ

-TENVİN : Tenvin;Sakin bir nun olup,fiili te’kid ve kuvvetlendirmek için olmayıp,kelimenin son harekesine tabi olur.

Tenvin;Temekkün yani İ’rabın mümkün olup yerleşmesi,fiil veya harfe benzemeyerek,munsaruf veya munsarıf hükmünde olması demektir.

Ve Tenkir yani,ma’rife ile nekrenin arasını ayırarak,muayyen bir şeye delalet etmediğini gösterir.Misal:- ا ُسْكُتْ = صَه ْ (Uskut) mânasına Sus demek olup,vakit muayyen değildir.

Eğer ma’rife olsaydı;-şu anda sus- demek olurdu.

Tenvin;İvaz için yani,kelimenin sonunu takib ederek,muzafun ileyhden ivaz yani bedel olduğu halde isme dahil olur.- يَوْمَئِذ ٍ- gibi. Bu ise;- يَوْمَ ا ِذ ْ كَانَ- dir.- ا ِذ ْ – يَوْمَ –e muzaf olmuş.

– ا ِذ ْ- Kendisinden sonra gelen cümleye muzaf olunca,tahfif için cümle hazfedilip,cümleden ivaz olmak üzere – ا ِذ ْ- e tenvin dahil olmuş.

Ve Tenvin;Mukabele içindir.Yani,Cem’i Müzekkeri Salim nun-unun mukabili olan – مُسْلِمَات ٍ- gibi.

Ve tenvin;Terennüm içindir.Yani beyit ve mısraların sonuna katılarak,şiirin okunuşunu güzelleştirmek için.

Ve Tenvin;başka bir âleme muzaf olan ا ِبْن ِ- (İbn) ile mevsuf olduğu halde âlemden de hazfedilir.Misal:- جَائَنِى زَيْدُ ابْن ُ عَمْروٍ-

– ا ِبْن- İki âlem arasında kullanılır.

Birincisi;İbn ile mevsuf,diğeri de;Muzafun ileyh olur.

İbn,başka bir âleme sıfat veya muzaf olduğunda lafızdan tenvin ve yazılışda da – ا ِبْن- nin elifi hazfedilmez.

-TE’KİD NUN-U : Hafif-Sakin ve Müşedded (Şeddeli) Meftuh (tesniye elifinin dışında) diye ikiye ayrılır.

Te’kid nun-u;Emir mânasında – ا ِضْرِبْنَ- (Hafif),- ا ِضْرِبَنَّ- (Şeddeli),

Ve Nehiy,- لا َ تَضْرِبَنَّ-

İstifham – هَلْ تَضْرِبَنَّ-,

Temenni- لَيْتَك َ تَضْرِبَنَّ-,

Âraz- ا َ لا َّ تَنْزِلَنَّ-,

Kasem.- وَاللَّهِ َلأ َفْعَلَنَّ- mânasında olmak için müstakbel fiiline hastır.Yani;Muzari’ veya muzariye benzeyen ismi faildir.

Te’kid nun-u nefiyde az olmuştur.

Müsbet kasemde (Cevabı müsbet) ise gereklidir.

Te’kid nun-unun şartta gelmesi ise çoktur.Misal:- ا ِمَّا تَفْعَلَنَّ-

Te’kid nun-unun mâkabli,müzekker zamirini (ki oda vav-dır.) ve meksur muhatab zamirini içine almaktadır.Müfred-Müzekker-Ğaib ve Muhatab-Müennes-Ğaibe gibi.Bunun dışındakilerde ise;Meftuhtur.

Tesniye ve cemi’ müzekkerde;– ا ِضْرِبْنَانِّ – ا ِضْرِبَانِّ

Tesniye ve cemi’ müzekker,iltikâ-i sakineynden dolayı nun-u hafifeye dahil olmazlar.

İmam Yunus ise;İltikâ-i sakineyni caiz görmüştür.

Nun-u sakile ve hafife,tesniye ve cemi’ müennesin dışında zamiri bârizle (Cemi’ müzekker vav-ı ve muhatab Yâ-sı) beraber,munfasıl kelime gibidir.

Eğer zamiri barizle olmazsa,muttasıl kelime gibidir.Bundan dolayı denilir:- ا ُغْزِنَّ – ا ُغْزُنَّ – ا ُغْزُوَنَّ – تَرَيِنَّ – تَرَوُنَّ – هَلْ تَرَيِنَّ-

Nun-u muhaffefe iltikâ-i sakineynden dolayı hazfedilir.Aynı şekilde vakıf halinde de hazfedilir.Muhaffefden dolayı hazfedilen reddedilir.Misal:- ا ُغْزِنْ – ا ُغْزُنْ- (Vav ve Yâ-yı hazfetmekle…)

Vakfedildiğinde mahzufu reddetmek vacib olur.Yani;- ا ُغْزِى – ا ُغْزُوا-

Mâkabli muhaffef olan ise;elife kalbedilir.Misal:- ا ِضْرِبَا – ا ِضْرِبَنْ-

TEMME – ا َْلحَمْدُ ِللَّهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ سِوَ اْلكُفْرِ وَ الضَّلا َل ِ-“Elhamdülillahi alâ külli hâlin sivel küfri ved dalâl.”

Tercüme:23-09-1983

Tashih:18-10-1998

Balıkesirli Hasan Basri Çantay’ın dedesi olan İmam-ı Birgivî-nin yazdığı eser…

A V Â M İ L

Elhamdulillahi rabbil âlemin.Vesselâtu vesselâmu alâ Muhammedin ve âlihi ecmaîn…

Bundan sonra i’rabı bilmek isteyen her talebeye şu yüz şeyi bilmek gerekir.

Onlardan altmış tanesi ÂMİL,Otuz tanesi MA’MUL ve On tanesi de AMEL ve İ’RAB diye isimlendirilir.Bu üçünü üç babda şöyle beyan ederiz:

Birinci bab;Âmil,İkinci bab;Ma’mul,Üçüncü bab;İ’rab hakkındadır.

-Âmil iki kısma ayrılır:Lafzî ve Mânevî.

-Lafzî de ikiye ayrılır:Semâ-î ve Kıyasî.Yani işitme ve kıyas yoluyladır.

-Semâ-î ise;49 kısım ve 5 nevidir.

-Birinci nev’:Sadece bir ismi cer eden harfler ki;Onlar Harfi Cer ve İzafet harfleri diye isimlendirilir.O harflerde 20 tanedir:

1)Bâ. ( البَاءُ)Misal:- آَمَنْتُ بِااللَّهِ تَعَالَى وَبِهِ َلأ ُبْعَثَنَّ-

2)Min. ( مِنْ)Misal:- مِنْ كُلِّ ذ ّنْب ٍ-

3)İlâ.( ا ِلَى)Misal:- تُبْتُ ا ِلَى اللَّهِ تَعَالَى-

4)Ân.( عَنْ)Misal:- كُفِفْتُ عَنِ اْلحَرَام ِ-

5)Alâ.( عَلَى)Misal:- تَجِبُ التَّوْبَة ُ عَلَى كُلِّ مُذ ْنِب ٍ-

6)Lâm.( ا َللَّلا َمُ)Misal:- ا َنَا عُبَيْدٌ ِللَّهِ تَعَالَى-

7)Fî.( فِى)Misal:- ا َْلمُطِيعُ فِى اْلجَنَّة ِ-

8)Kâf.( ا َْلكَافُ)Misal:- لَيْسَ كَمِثْلِه ِ شَيْءٌ-

9)Hattâ.( حَتَّى)Misal:- ا َعْبُدُ اللَّه َ تَعَالَى حَتَّى اْلمَوْت ِ-

10)Rübbe.( رُبَّ)Misal:- رُبَّ تَال ٍ يَلْعَنُه ُ اْلقُرْآ َنُ-

11)Kasem Vav-ı.( وَاوُ اْلقَسَم ِ)Misal:- وَاللَّهِ لا َ ا َفْعَلُ اْلكَبضائِرَ-

12)Kasem Tâ-ı.( تَاءُ اْلقَسَم ِ)Misal:- تَا اللَّهِ َلأ َفْعَلَنَّ اْلفَرَائِضَ-

13)Hâşâ.( حَاشَا)Misal:- هَلَكَ النَّاسُ حَاشَا اْلعَالِم ِ-

14)Müz.( مُذ ْ)Misal:- تُبْتُ مِنْ كُلِّ ذ َنْبٍ فَعَلْتُه ُ مُذ ْ يَوْم ِ اْلبُلُوغ ِ –

15)Münzü.( مُنْذ ُ)Misal:- تَجِبُ الصَّلا َ ةُ مُنْذ ُيَوْم ِ اْلبُلُوغ ِ-

16)Halâ.( خَلا َ)Misal:- هَلَكَ اْلعَالِمُونَ خَلا َاْلعَامِل ِ بِعِلْمِهِ-

17)Adâ.( عَدَ ا)Misal:- هَلَكَ اْلعَامِلُونَ عَدَا اْلمُخْلِص ِ-

18)Levlâ.( لَوْ لا َ)Misal:- لَوْلا َكَ يَا رَحْمَة َاللَّهِ لَهَلَكَ النَّاس ُ-

19)Key.( كَىْ)Misal:- كَيْمِه َ عَصَيْتَ-

20)(Ukayl lugatında) Leâlle ( لَعَلَّ)Misal:- لَعَلَّ اللَّهِ تَعَالَى يَغْفِرُ ذ َنْبِ-

-İkinci Nev’:İsmini nasb,haberini ref’ eden edatlardır.O da 8 tanedir:

1)İnne.( ا ِنَّ)Misal:- ا ِنَّ اللَّهَ تَعَالَى عَالِمُ كُلِّ شَيْءٍ-

2)Enne.( ا َنَّ)Misal:- ا ِعْتَقَدْتُ أ َنَّ اللَّهَ تَعَالَى قَادِرٌعضلَى كُلِّ شَيْءٍ-

3)Keenne.( َكأ َنَّ)Misal:- َكأ َنَّ اْلحََرَام َ نَارٌ-

4)Lâkinne.( لَكِنَّ)Misal:- مَا فَازَ اْلجَاهِلُ لَكِنَّ اْلعَالِمَ فَائِزٌ-

5)Leyte.(لَيْتَ )Misal:- لَيْتَ اْلعِلْمَ مَرْزُوقٌ لِكُلِّ أ حَدٍ-

6)Leâlle.( لَعَلَّ)Misal:- لَعَلَّ اللَّهَ تَعَالَى غَافِرُ ذ َنْبِ-

7)İllâ. ( ا ِلا َّ) İstisnâ-i Munkatı’ yani bitişik olmayan,kesik olan istisnalarda kullanılır.Misal:- ا َْلمَعْصِيَّة ُ مُبَعِّدَة ٌ عَن ِ اْلجَنَّةِ ا ِلا َّ الطَّاعَة ُ مُقَرِّبَة ٌ مِنْهَا-

8)Lâ.( لا َ) (Nefyi cins yani cinsini nefiy için kullanılan harfdir.Misal:- لا َ فَاعِلَ شَرٍّ فَائِزٌ-

-Üçüncü Nev’:İsmini ref’,haberini nasb eden,iki harf olan ( ما) ve ( لا) ki;bu ikisi Leyse-ye ( لَيْسَ) olumsuzlukta benzemektedirler.

Ancak mutlak mânada ve geleceğide nefyetmek anlamında olmayıp;hâl-i nefyeder.Misal:- مَااللَّهُ تَعَالَى مُتَمَكِّنًا بِمَكَان ٍ – وَلا َشَيْءٌ مُشَابِهًا ِللَّهِ تَعَالَى-

-Dördüncü Nev’Fiili muzariyi nasb eden harflerdir.Bunlarda 4 harftir.

1)En.( ا َنْ)Misal:- ا ُحِبُّ ا َنْ ا ُطِيعَ اللَّهَ تَعَالَى-

2)Len.( لَنْ)Misal:- لَنْ يَغْفِرَاللَّهُ تَعَالَى ِللْكَافِرِينَ-

3)Key.( كَىْ)Misal:- ا ُحِبُّ طُولَ اْلعُمْرِ كَىْ ا ُحَصِّلَ اْلعِلمَ-

4)İzen.( ا ِذ َنْ)Misal:- ا ُطِيعَ اللَّهَ تَعَالَى َ-

“Allah’a itaat et”dediğin kimseye karşı sebebini bildirmek üzere,söylediğin şu söz gibi:- ا ِذ َنْ تَدْخُلَ أْلجَنَّة –

-Beşinci Nev’:Fiili Muzariyi Cezm eden kelimelerdir.Bunlar 15 kelimedir.

1)Lem.( لَمْ)Misal:- لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ-

2)Lemmâ.( لَمَّا)Misal:- لَمَّا يَنْفَعْ عُمْر ِى-

3)Lâm-ul emr yani emir lâm-ı.( لا َ مُ اْلأ َمْرِ)Misal:- لِيَعْمَلْ عَمَلا ًصَالِحصا-

4)Lâ fin Nehy.( لا َفِى النَّهْىِ) Nehy mânasına Lâm-elif.Misal:- لا َ تُذ ْنِبْ-

Bu dört kelime tek bir fiili Cezmeder.

5)İn.( ا ِنْ)Misal:- ا ِنْ تَتُبْ يُغْفَرْ ذ ُنُوبُكَ-

6)Mehmâ.( مَهْمَا)Misal:- مَهْمَا تَفْعَلْ ا ِسْئَلْ عَنْهُ-

7)Mâ.( ما)Misal:- مَا تَفْعَلْ مِنْ خَيْر ٍ تَجِدْهُ عِنْدَاللَّهِ تَعَالَى-

8)Men.( مَنْ)Misal:- مَنْ يَعْمَلْ عَمَلا ً صَالِحًا يَكُنْ نَاجِيًا-

9)Eyne.( ا َيْنَ)Misal:- ا َيْنَ تَكُنْ يُدْرِكْكَ اْلمَوْتُ-

10)Metâ.( مَتَى)Misal:- مَتَى تَحْسُدْ تَهْلِكْ-

11)Ennâ.( ا َنَّى)Misal:- ا َنَّى تَذ ْنِبْ يَعْلَمْكَ اللَّهُ تَعَالَى-

12)Eyyü.( ا َىُّ)Misal:- ا َىُّ عَالِم ٍ يََتَكَبَّرْ يُبْغِضْهُ اللَّهُ تَعَالَى-

13)Haysümâ.( حَيْثُمَا)Misal:- حَيْثُمَا تَفْعَلْ يُكْتَبْ فِعْلُكَ-

14)İzmâ.( ا ِ ذ ْمَا)Misal:- ا ِذ ْمَا تَتُبْ تُقْبَلْ تَوْبَتُكَ-

15)İzâ mâ.( ا ِذ َامَا)Misal:- ا ِذ َامَا تَعْمَلْ بِعِلْمِكَ بِعِلْمِكَ تَكُنْ خَيْرَ النَّاس ِ-

Bu 11 taneye de iki fiili Cezm eden anlamına;Şart ve Ceza (Cevab) adı verilir.

-KIYASÍ :Mukayese yoluyla olan âmil de 9 nevi’dir:

1)Başkası kendisine tabi olup,kendisi ise âmilde asıl olan,fiili mutlak.Her fiil ref’ eder ve nasb eder.Misal:- خَلَقَ اللَّهُ كُلَّ شَيْءٍ – وَنَزَلَ اْلقُرْآ َنُ نُزُولا ً-

Tâm,Nâkıs,Lâzım ve Müteaddi gibi her fiil için bir merfu’ (Fail) gerekir.Eğer kelâm onunla tamam olmuş ise;ona fiili Tâm yani tam fiil denir.Misal:- عَلِمَ اللَّهُ تَعَالَى-

Eğer kelâm yani söz onunla tamam olmayıp bir mansûba yani mef’ule ihtiyaç duyarsa;buna da Nâkıs yani noksan ve eksik fiil denir.Misal:- كَانَ اللَّهُ تَعَالَى عَلِيمًا حَكِيمًا , وَصَارَ اْلعَاصِى مُسْتَحِقًّا ِللْعَذ َابِ , وَمَازَالَ اْلمُذ ْنِبُ بَعِيدًا مِنَ اللَّه ش تَعَالَى , وَيُقْبَلُ التَّوْبَتُ مَا دَامَ الرُّوحُ دَاخِلا ً فِى اْلبَدَن ِ , وَلَيْسَ اللَّهُ تَعَالَى جِسْمًا-

2)İsmi fail: Buda kendi ma’lum yani bilinen fiilinin işini yapar.Misal:- كُلُّ حَسُود ٍ مُحْرِق ٌ حَسَدَهُ عَمَلَهُ-

3)İsmi mef’ul:Buda kendi meçhul fiilinin amelini yapar.Misal:- كُلُّ تَائِب ٍ مَقْبُولٌ تَوْبَتُهُ-

4)Sıfat-ı Müşebbehe:Buda aynen İsmi Fail ve İsmi Mef’ul gibi,kendi fiilinin amelini yapar.Misal:- ا َْلعِبَادَةُ حَسَدٌ ثَوَابُهَا وَاْلمَعْصِيَة ُ قَبِيحٌ عَذ َابُهَا-

5)İsmi Tafdil:Buda aynen kendi fiilinin işi olan üstünlük işini yapar.Misal:- مَامِنْ رَجُلٍ ا َحْسَنَ فِيه ِ ا َْلحِلْمُ مِنْه ُ فِى اْلعَالِم ِ-

6)Masdar: Kendi fiilinin ameli olan Kök mânasını ifade eder.Misal:- يُحِبُّ اللَّه ُ تَعَالَى ا ِعْطَاءً لَه ُ عُبَيْدَهُ فَقِيرًا دِ رْهَمًا-

7)İsmu-l Muzaf::Cer yani esre kılar.Misal:- عِبَادَة ُ اللَّهِ تَعَالَى خَيْرٌ-

8)İsmu-l Mübhemi-t Tâm:Nasb işini yapar.Misal:- ا َلتَّرَاوِيحُ عِشْرُونَ رَكْعَة ً-

9)Ma’nel Fiil: her lafızda fiil mânası anlaşılır.Misal:- هَيْهَاتَ اْلمُذ ْنِبُ مِنَ اللَّهِ تَعَالَى ( ا َىْ- بَعُدَ ) , تَرَاكِ ذ َنْبًا ( ا َىء – ا ُتْرُكْه ُ ) , مَا فِى الدُّنْيَا رَحَة ٌ ( ا َىْ- مَا حَصَلَ) , يَنْبَغ ِ ِللْعَالِم ِ ا َنْ يَكُونَ مُحَمَّدِيًّا خُلُقُه ُ ( ا َىْ – يَلْزِمْ )-

-MA’NEVÍ (Amil ise) :İki kısımdır:

1)Mübteda ve haberi ref’ eden.Misal:- مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ-

2)Fiili muzariyi ref’ eden.Misal:- يَرْحَمُ اللَّهُ تَعَالَى التَّائِبَ-

-İKİNCİ BAB : MA’MUL HAKKINDA

Ma’mul da iki kısımdır:

1)Ma’mulün bil asâle:Âmilin orada vasıta gerekmeksizin müessir olmasıdır.Tebe-î olan ma’mulün i’rabı,metbu’unun i’rabı gibidir.

2)Ma’mulün bit-Tebeiyye:Bunda da müessiriyetinin bir vasıta ile olmasıdır.Tebe-î olan ma’mulün i’rabı,metbu’unun i’rabı gibidir.

Birincisi olan ma’mulün bil asaleye misal ise,dört nevidir;

1)Merfu’. 2)Mansûb. 3)İsme hâs mecrûr. 4)Fiile mahsus meczûm.

-MERFU’A gelince,buda 9 kısımdır:

1)Fâil:Misal:- رَحِمَ اللَّهُ تَعَالَى التَّائِبَ-

2)Nâib-i Fail.Misal:- رُحِمَ التَّائِِبُ-

3)Mübteda.

4)Haber.Misaller:- مُحَمَّد ٌ خَاتَمُ اْلأ َنْبِيَاءِ عَلَيْهِمُ الصَّلا َةُ وَالسَّلا َمُ-

5)Kâne – كَانَ-ve Kardeşleri.- صَارَ – مَازَاَلَ – مَادَامَ – لَيْسَ -Misal:-كَانَ اللَّهُ تَعَالَى عَلِيمًا حَكِيمًا –

6)İnne (ا ِنَّ ) bâb-ının haberi.Misal:- ا ِنَّ اْلبَعْثَ حَقٌّ-

7)Cinsini nefy için olan Lâ-nın haberi.( لا َ)Misal:- لا َ عَمَلَ مُرَاءٍ مَقْبُولٌ-

8)Leyse-ye ( لَيْسَ) benzeyen – ما- ve لا– ismi.Misal:- مَاالتَّكّبُّر ُ لا َيِقًا ِللْعَالِم ِ – وَلا َحَسَدٌ حَلا َلا ً-

9)Nasb ve Cezm edatlarından hâli yani bu ikisi kendisinden olmayan fiili muzari’Misal:- يُحِبُّ اللَّهُ تَعَالَى التَّوَاضُعَ-

-MANSÛB’A gelince;bu da 13 tanedir:

1)Mef’ulü Mutlak:Misal:- تُبْتُ تَوْبَة ً نَصُوحًا-

2)Mef’ulü Bih.Misal:- ا َعْبُدُ اللَّهَ تَعَالَى-

3)Mef’ulü Fih:Misal:- صُمْ شَهْرَ رَمَضَانَ-

4)Mef’ulü Leh:Misal:- ا ِعْمَلْ طَلَبًا ِلمَرْضَاة ِ اللَّه ِ تَعَالَى-

5)Mef’ulü Maah:Misal:- يَفْنَى اْلمَالُ وَتَبْقَى وَعَمَلَكَ-

6)Hâl:Misal:- ا َعْبُدُ اللَّهَ تَعَالَى خَائِفًا رَاجِيًا –

7)Temyiz:Misal:- طَابَ اْلعَالِمُ عِبَادَة ً-

8)Müstesna:Misal:- يَدْخُلُ اْلجَنَّة َ النَّاسُ ا ِلا َّ اْلكَافِرَ-

9)Kâne ( كَانَ) Bâb-ının haberi:Misal:- كَانَ اْلمََلا َئِكَة ُ عِبَادَ اللَّهِ تَعَالَى-

10)İnne ( ا ِنَّ) Bâb-ının ismi:Misal:- ا ِنَّ السُّئَوالَ حَق ٌّ-

11)Cinsini Nefy için olan Lâ ( لا َ) nın ismi.Misal:- لا َطَاعَة َ مُغْتَاب ٍ مَقْبُولَة ٌ-

12)Leyseye ( لَيَْسَ) benzeyen – ما- ve لا َ– nın haberi:Misal:- مَا اْلغِيْبَة ُ حَلا َ لا ً وَلا َنَمِيمَة ُ جَائِزَة ً-

13)Nasb edatlarından birisinin dahil olduğu fi’li muzari’:Misal:- ا ُحِبُّ ا َنْ تُغْفَرَ ذ ُنُوبِى-

-Amma MECRÛR’A gelince:Bu da 2 tanedir:

1)Harfi cerle mecrur.Misal:- ا ِعْمَلْ ِبأ ِخْلا َص ٍ-

2)İzafetle mecrur.Misal:- ذ َنْبُ اْلعَبْد ِ يُسَوِّدُ قَلْبَهُ-

-Amma MECZÛM’A gelince:O da 1 tanedir:

O da cezm edatlarından birisinin dahil olduğu fiili muzari’dir.Misal:- ا ِنْ تُخْلِصْ يُقْبَلْ عَمَلَكَ-

İKİNCİ KISIM :Beşdir:

1)Sıfat.Misal:- ا َعْبُدُ اللَّهَ اْلعَظِيمَ-

2)On harfden birisi ile yapılan Atf.

a)Vav ( وَاوْ)Misal:- ا َطِيعُواللَّهَ وَالرَّسُولَ-

b)Fâ.( ا َْلفَاءُ)Misal:- تَجِبْ تَكْبِرَة ُ اْلأ ِفْتِتَاح ِ فَااْلقِيَامُ-

c)Sümme.( ثُمَّ)Misal:- يَجِبُ اْلعِلْمُ ثُمَّ اْلعَمَل ِ-

d)Hattâ.( حَتَّى)Misal:- مَاتَ النَّاسُ حَتَّى اْلأ َنْبِيَاءُ عَلَيْهِمُ الصَّلا َةُ وَالسَّلا َمُ-

e)Ev.( ا َوْ)Misal:- صَلِّ الضُّحَى ا َرْبَعًا ا َوْ ثَمَانِيًا-

f)İmma.( ا ِمَّا)Misal:- ا ِعْمَلْ ا ِمَّا وّاجِبًا وَا ِمَّا مُسْتَحَبًّا-

g)Em.( ا َمْ)Misal:- ا َ رِضَاءَاللَّهِ تَطْلُبْ اَمْ سَخَطُهُ-

k)Lâ.( لا َ)Misal:- ا ِعْمَلْ صَالِحًا لا َ سَيِّئًا-

l)Bel.( بَلْ)Misal:- ا ُطْلُبْ حَلا َلا ً بَلْ طَيِّبًا-

m)Lâkin.( لَكِنْ)Misal:- لا َ يَحِلُّ رِيَاءٌ لَكِنِ اْلأ ِخْلا َصُ-

3)Te’kid.Misal:- ا ُطْلُبُ اْلأ ِخْلا َصَ ا َ ْلأ ِخْلا َصَ – أ ثتْرُكِ الذ ُّنُوبَ كُلَّهَا-

4)Bedel.Misal:- أ ُعْبُدْ رَبَّكَ ا ِلَهَ اْلعَالَمِينَ – ا َبْغُد ُ النَّاسَ مَنْ عَصَى اللَّه َ تَعَالَى مِنْهُمْ – ا ِحْفَظ ِ اللَّهَ تَعَالَى حَقَّه ُ-

5)Atfu Beyan.Misal:- آ َمَنَّا بِنَبِيِّنَا مُحَمَّد ٍ عَلَيْهِ الصَّلا َةُ والسَّلا َمُ-

-ÜÇÜNCÜ BÂB: İ’RAB HAKKINDA

İ’rab,ya harekedir veya harf veya Hazf yani ilk ikisinden birini ortadan kaldırmadır.

-Hareke üçtür:Zamme ve Fetha ve Kesredir.

-Harf dörttür:Vav,Yâ,Elif ve Nun-dur.

-Hazf üçtür:ki,Fi’li Muzariye Hâsdır.

a)Harekenin Hazfı.Misal:- لَمْ تَضْرِبْ-

b)Sonun Hazfı.Misal:- لَمْ يَغْزُ-

c)Nun-un Hazfı.Misal:- لَمْ يَضْرِبَا – لَمْ يَضْرِبُوا-

Özetle:Birinci kısım üç,İkincisi dört ve Üçüncüsü üç olmak üzere toplam on nevi olmaktadır.

Bununla beraber;İ’rab ya mahzâ,tam hareke ile veya mahzâ harflerledir.Hareke ve harflerle olanlar da İsme Hâsdırlar.

Veya hazfla beraber hareke ile veya hazf-la beraber harf iledir.Hareke ve harfle olanlar da fiili muzariye hâsdırlar.

Mahzâ harekeler ile olan birincisi;ya tam i’rabdır.Bu durumda ref’i zamme ile olur.Misal:- خَرَجَ زَيْد ٌ-

-Nasbı fetha ile.Misal:- رَا َيْتُ زَيْدًا-

-Cerri kesre ile olur.Misal:- مَرَرْتُ بِزَيْد ٍ-

Bu i’rabı tâm;Müfredi munsarıf ve cem’il mükesseril munsarıf yani ğayrı musahhahtır,demektir.Misal:- جَائَنَا الرَّسُولُ عَلَيْهِ السَّلا َمُ-

Burada Mansub ve Muttasıl olduğundan takaddüm etmiştir.Misal:– وَصَدَّقْنَا الرَّسُولَ عَلَيْهِ السَّلا َمُ – وَآ َمَنَّا بِا الرَّسُولِ عَلَيْهِ السَّلا َمُ – نَزَلَ مِنَ السَّمَآء ِ كُتُبٌ – وَصَدَّقْنَا اْلكُتُبَ – وَأ َمَنَّا بِا اْلكثتُب ِ

Veya Nâkıs i’rabdır.Buda iki kısımdır:

1)Ref’i zamme iledir.

2)Nasb ve Cerri fetha iledir.Ve bu da ğayrı munsarıftır.Misal:- جَائَنَا ا َحْمَدُ عَلَيْهِ السَّلا َم ُ – وَصَدَّقْنَا ا َحْمَد َ عَلَيْهِ السَّلا َمُ – وَأ َمَنَّا بِا َحْمَد َ عَلَيْهِ السَّلا َمُ – – –

Bir kısmı da;Ref’i zamme ile,nasbı ve cerri kesre iledir.Bu da Cem’ul müennesi salimdir.Misal:- جَائَنَا مُعْجِزَاتٌ – وَصَدَّقْنَا مُعْجِزَات ٍ – وَ أ َمَنَّا بِمُعْجِزَات ٍ-

2)İ’rabı mahzâ harf ile olan ya tam i’rabdır.Bunun da ref’i vav ( وَاوْ) ile,nasbı elif ( بِااْلأ َلِفِ) ile,cerri Yâ ( بِااْليَاء ِ) iledir.

Gerek müfred gerekse de cemi’ olarak;Mütekellim Yâ-sının ğayrına izafe edilen illetli altı isim ki onlar:- ا َبُوهُ – وَا َخُوهُ – وَحَمُوهَا – وَهَنُوهُ – وَفُوهُ – وَ ذ ُ مَال ٍ-

İlk dördündeki Vav;Vav-ı nâkise olup,noksanlığı ifade eder.

Diğer ikisinde de iki vav birbirine mukarin ve bitişik olduğundan birisi düşmektedir.Mesela:- ذ َوُومَال ٍ = ذ ُومَال ٍ dir.Misal:- جَئَنَا ا َبُواْلقَاسِم ِ عَلَيْهِ السَّلا َم ُ – صَدَّقْنَا ا َبَا اْلقَاسِم ِ عَلَيْهِ السَّلا َمُ – وَأ َمَنَّا بِأ َبِى اْلقَسِم ِ عَلَيْهِ السَّلا َمُ –

Veya Nâkıs i’rab ki,iki kısımdır:

1)Ref’i Vav ile.

2)Nasbı ve Cerri Yâ iledir.Bu da Cem’i müzekkeri salimdir.

– وَعِشْرُونَ – وَ ا ُولُو- ve kardeşleri olan doksana kadar ki,- تِسْعِينَ- sayılardır.Misal:- جَائَنَا اْلمُرْسَلُونَ عَلَيْهِمُ السَّلا َمُ – وَصَدَّقْنَا اْلمُرْسَلِينَ عَلَيْهِمُ السَّلا َمُ – وَأ َمَنَّا بِااْلمُرْسَلِينَ عَلَيْهِمُ السَّلا َمُ

-İkinci kısım ise;Ref’i elif ile,Nasb ve Cerri yâ iledir.Bu da zamire izafe edilerek;-ا َلتَّثْنِيَة ُ – ا َ ْلأ ِثْنَان ِ – كِلا َ- şeklinde zikredilir.Mesela:- جَائَنَا ا ْلأ ِثْنَان ِ كِلا َهُمَا – ا َى ِ اْلكِتَابُ وَالسُّنَّة ُ – وَالتَّبَعْنَا اْلأ ِثْنَيْن ِ كِلَييْهِمَا – وَعَمِلْنَا بِالأ ِثْنَيْن ِ كِلَيْهِمَا-

3)Hazıfla beraber hareke ile olan ise;bu da ancak Tâm i’rab olur.

İki kısımdır:a)Ref’i zamme ile. b)Nasbı fetha ile. c)Cezmi harekenin hazfı iledir. Bu fiilin sonuna zamir birleşmediğinden bu sahih harftir.Misal:- نُحِب ُّ ا َنْ نُشْفَعَ وَلَمْ نُحْرَمْ-

b)Ref’i zamme ile,Nasbı fetha ve cezmi sonun hazfı iledir.

Bu ikinci kısım;Vav,ya ve elif illet harfleri olduğu halde,sonuna zamirin birleşmemiş olduğu fiili muzaridir.Misal:- نَدْعُو اللَّهَ تَعَالَى ا َنْ يَعْفَوَ نَا وَلَمْ يَرْمِنَا فِى النَّار ِ-

4)Hazfla beraber harf ile olan ise;bu da ancak Nâkıs i’rab olur.Bu da nun-un dışında sonuna zamirin birleşmiş olduğu fiili muzari’dir.

Ref’i nun ile,nasb ve cezmi nun-un hazfı iledir.Misal:- ا َْلأ َوْلِيَاءُ وَاْلعُلَمَآءُ يَشْفَعَان ِ يَوْمُ اْلقِيَامَةِ فَنَرْجُو ا َنْ يَشْفَعَا لَنَا وَلَمْ يُعْرِضَا عَنَّا-

Böylece,bundan sonra i’rab;eğer lafızda zahir olursa –geçmiş misallerde olduğu gibi- lafzî diye isimlendirilir.

Eğer i’rab lafızda zahir olmazsa,belki sonunda takdir edilirse;Takdirî diye isimlendirilir.Misal:- أ َنَا اْلعَاصِى-

Eğer i’rab hem sonunda zahir olmaz,hem de takdir edilmezse;oda Mahallî diye isimlendirilir.Misal:- تَوَكَّلْنَا عَلَى مَنْ لا َ يَأ ْتِى اْلخَيْرُ ا ِلا َّ مشنء جِهَتِه ِ-

TEMME.

04-01-1998

MEHMET ÖZÇELİK / ADIYAMAN