PEYGAMBERLİK İDDİASINDA BULUNAN PEYGAMBER TASLAKLARINA ATFOLUNUR

PEYGAMBERLİK İDDİASINDA BULUNAN PEYGAMBER TASLAKLARINA ATFOLUNUR

Evvela;Peygamberlere vahyolunur.

Rasullere kitaplar indirilir.

Peygamberler mu’cize gösterirler.

-Eğer bu peygamberliğini iddia eden peygamber taslakları eğer peygamberliği şimdiye kadar devam ediyorduysa,neden görevi olan tebliğini yapıp yaymadı,duyurmadı?

Acaba bu adamın risaleti umuma mıydı? Yoksa hususa mıydı? Söylerse öğrenmiş oluruz!Acaba,Peygamber Efendimizin dinine şüphe edenlerden[1] birimi?

Bu durumda bu herif bazı şeyleri helal,bazılarını da haram kılma yolunu ve sevdasını da düşünüyor mu? Buda hamakatın daniskası olur!

-Acaba sakın bu kendisine vahiy olunan,Peygamberimize yüz çevirenlerden olmasın,onlardan mı?

-Rakibsiz olan Kur’an-a [2] -yazdığı eserle- rekabetdemi bulunmakta?

Eynes-serâ mines-süreyya…

İkisini mukayese yapmak ise;hamakatın en büyük zırvası…

Allah tarafından korunan Kur’an-ı Kerim[3],yine Allah’ın kelamı olup,Peygamberin uydurması değildir.[4]

Âyet-de:”Allah’a karşı yalan uydurandan,yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken,-bana da vahyolundu-diyenden,ve –Ben’de Allah’ın indirdiği ayetlerin benzerini indireceğim.-diye söyleyenden daha zalim kim vardır! O zalimler,ölüm dalgaları içinde,melekler de pençelerini uzatmış,onlara –Haydi (bakalım bizim elimizden) canlarınızı kurtarın,Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun ayetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü,bu gün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız- derken onların halini bir görsen!”[5]

Bu âyet kendilerine de vahiy geldiğini iddia eden,yalancılık ta meşhur Müseylime-i Kezzab ve Esved-i Ansi gibi kalb karalığında zirvede olan şahıslar hakkında inmiş olup,tüm peygamber taslak! larını da kapsamaktadır. (İskender Evranasoğlu gibi.) Olur ya,ileride çıkacak olanlara da şimdiden atıfta bulunmuş oluruz. Nadirattan da olsa cinsi farklı olanlara rastlanılmaktadır.

-“ Andolsun ki,sizi ilk defa yarattığımız gibi,yine teker teker bize geleceksiniz ve (dünya da) size verip de hayaline daldırdığımız şeyleri (malları) arkanızda bırakacaksınız. Hani,bizim ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremiyoruz? Andolsun,aranızdaki bağ kopmuş ve (ilah) sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.”[6]

Acaba bu peygamber taslakları,hangi saptırdıklarının şefaatçılığını yapacaklar? Hangileri kendisine şefaatçı olacaktır?

Bunca davacının vebalini,yükünü çekmek kolay olmasa gerek?

Yoksa başka şefaatçıları mı var?

Her halde varsa düşünce,düşünüyorlardır! Düşünebiliyorlarsa…

Ahirzaman çok hayırlara gebe olduğu gibi,çok şerleri de içerisinde barındırmaktadır.

Hayırda;asrı saadetin ayinedarlığını yaptığı gibi,şerde de,cehalet asrının cehaletini,cehaletin zirvesinde durarak işlenildiğini,her alanda da nümunelerini görmekteyiz,asır bunu göstermektedir.

Âdeta ilim adına cehaletin eğitimi görülmektedir.

Fark ise;biri cehaletten gelen ilimsiz ve bilgisizlik,diğeri ise,ilimden ve bilgiden gelen cehalet…

Asırları özetleyen cehalet ve saadet asrı,asırları özetlediği gibi;20. asırda,iman ve küfürde,zulüm,gaflet,dalalet ve mazlumiyet de ve bir çok noktada,müsbet ve menfide de cehalet ve saadet asrını hülasalandırmakta ve netice ve noktalamaya doğru götürmektedir.

Asrımız asırları özetlemektedir. Kışır ve hülasasıyla…

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Yunus.104.

[2] Bakara.23-24,Yunus.38,hud.13,İsra.88.

[3] Hicr.3.

[4] Ankebut.50.

[5] En’am.93.

[6] En’am.94.




EMEKLİ PEYGAMBERLER

EMEKLİ PEYGAMBERLER

Adıyamanın eşrafından merhum Mahmut Allahverdi,Adıyaman-da papazla beraber olduğu bir sohbette papaza hitaben;Biz Hz. İsa-yı peygamber olarak kabul ediyoruz. Kabul etmesek müslüman olamıyoruz. İmanımızın gereği kabul etmek mecburiyetindeyiz. Siz neden bizim peygamberimiz Hz. Muhammed-i kabul etmiyorsunuz?

-Buna pek de cevaba yaklaşmayınca,diğer bir soruyla söze devam eder;

-Şu soru konumuzu daha iyi anlatacaktır: (Yanında bulunan ziraat müdürünü göstererek) Mesela senin ziraat müdürlüğünde bir işin olsa,o işini yapmak için şimdiki müdüre mi gidersin? Yoksa,bu müdürden önceki müdür de müdür olduğu halde –ancak emekli olduğundan- o emekli müdüre mi gidersin? Hangisinde işin olur?

Papaz ise cevaben;Elbette şimdiki müdüre giderim,deyince,taşı gediğine koyan merhum;

-Hz. İsa-da peygamberdir. Ancak vazifesi bitmiştir. Hükmü şu anda geçerli değildir. Zaten hükmü geçerli olsa,peygamberliği de devam etmiş olur. Böylece bir başka peygamberin,kitap ve dinin gelmesi söz konusu olmazdı.

Geldiğine göre,otomatikman öncekinin geçerliliği yürürlükten ve geçerlilikten kalkmış olup,bağlayıcı değildir.

Hz. İsa-nın ilâh olmayıp peygamber olduğu İncil-de de anlatılmaktadır.[1]

Ve kilisede ibadetle meşgul olup,çarmığa gerilmediği halde öyle inanılan Hz. İsa,kime ibadet ediyordu,ilahsa neden öldü?

Ya kendisi ibadet ediyordu veya kendisine ibadet ediliyordu? En mutaassıb hristiyan dahi,kendisine ibadet edilmeyip,ibadet ettiğini ikrar edecektir. O halde ibadet eden nasıl ilâh olur?

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Hristiyan propağandaları münasebetiyle açıklama.M. A. Köksal.18.




ESMANIN HAKİKATLARI

ESMANIN HAKİKATLARI

Esma’nın hakikatı,her şeyin hakikatıdır. Hakikatların hakikatıdır. Tüm varlıkların var oluşları Allah’ın bir ismine dayanmakta,varlığını devam ettirmektedir. O ismin çekilmesi ve yokluğu demek,o varlıklarında ölümü ve yıkımı demektir.

Varlıklar bizatihi kaim ve daim değillerdir. Varlıkları başka varlıkların varlıklarına dayanmakta,öylece var olup varlıklarını devam ettirmektedirler. Mesela;

-Allah’ın Halık ismi yani yaratıcılığı ile varlıklar yaratılmış,var olmuşlardır.

-Rahman ismi olmadan rızık nasıl elde edilebilir?

-Rahim ismiyle şefkat ederek,rahmetinin eserlerini değişik suretlerde bize göstermektedir. Nitekim yavrular doğar doğmaz rızıklarını,anne sütünü bulmaları elbette onun rahmetinin bir eseri ve tezahürüdür. Balıkların suda bir kum ile beslenib semizlenmeleri,ağaçların yerlerinde durup gıdalarının onlara koşması ve hakeza… Bunlar hep rahmetin cilvelerindendir.

-Müzeyyin ismiyle kâinatı baştan başa süslendirmektedir.

-Musavvir ismiyle her şeye uygun bir şekil vermektedir.

-Cemâl ismiyle güzelleşmekte,her şeye güzelliğini vermektedir.

-Karîb ismiyle her şeye her şeyden daha yakın olduğunu göstermektedir.

-Mucîb ismiyle her isteyen ve dua edenin duasına icabet etmektedir. Çünkü istediğimiz şeylerin verilmesi,o duaya cevab verenin olduğunu bildirir.

-Habîb ismiyle insanları sevmekte,insanlar tarafından da sevilmektedir.

-Raûf ismiyle acımakta ve esirgemektedir.

-Atûf ismiyle ihsan ve lutufta bulunmakta,kullarına hediyeler ikram etmektedir.

-Ma’rûf ismiyle her şeyi bilmekte,kendisini de herkese bildirmektedir.

-Latîf ismiyle lutfetmekte,kendisini inkar ve yalanlayana karşı acele etmemektedir. İnsanlara mülayimâne muamelede bulunmaktadır.

-Azîm ismiyle büyüklüğüyle görünmekte,her vesile ile büyüklüğünü göstermektedir. Dağlar,gökler,galaksiler azametin bir göstergeleridirler.

-Hannân-Mennân-Deyyân isimleriyle bir yandan şefkat ederken,öbür yandan onun gereği olan nimette bulunur. Her borçlunun borcunu,her sıkıntıda olanın da sıkıntısını giderir. Kendisini hatırlattırır.

-Sübhân ismiyle bir yandan yüceliğini gösterirken,bir yandan da bütün kusur ve eksikliklerden beri ve uzak olduğunu bildirir.

-Emân ismiyle de bu korkulu dünyada insanların,varlıkların kendisine iltica etmesiyle emin ve güvenilir olduğunu hatırlatır. Güven ve emniyet ancak onun kapısındadır.

-Bürhân ismiyle hem kendisinin kendi varlığına delil olduğunu söylerken, hem de her şeyin kendisine delil ve bürhan olduğunu gösterir.

-Sultân ismiyle saltanat ve gücü her şeyi kuşatmıştır.

-Müsteân ismiyle yardım taleb edenin,el açıb dilenenin isteklerini yardımsız bırakmamaktadır.

-Muhsîn ismiyle iyilikte bulunmakta,nimetlerini saçmaktadır.

-Müteâl ismiyle yüceler yücesi olup,her üstünün üstündedir.

-Kerîm ismiyle kerem,ikram ve cömertlik de bulunarak,her varlığa layık bir sofra sermektedir.

-Mecîd ismiyle her şeye karşı şerefiyle ve galibiyetiyle üstün gelmektedir.

-Ferd ismiyle nazirsiz,benzersiz olarak tek ve yekta olarak bulunmaktadır.

-Vitr ismiyle her şeyin nizam ve intizamını,idare ve asayişini tek bir elden yönetmektedir.

-Ehad ismiyle tek tek her bir varlıkta görünmekte,kendisini göstermektedir.

-Samed ismiyle kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığını,belki umum kainatın kendisine muhtaç olduğunu göstermektedir.

-Mahmud ismiyle hamde layık bulunmakta,bütün varlıklar ona sena ve övgüler yağdırmaktadır.

-Sâdık-el V’ad ismiyle sözünü yerine getirmektedir.

-Âli ve Ğani ismiyle bildirmektedir ki;Allah her şeyden üstün ve sonsuz zenginlik sahibidir.

-Şâfi ismiyle her dertlinin ahını işitmekte,ona şifa vermektedir.

-Kâfi ismiyle her şeye bedel kafi ve yeterli olmaktadır.

-Vâfi ismiyle yapması gerekeni tam olarak yerine getirmektedir.

-Muâfi ismiyle bela ve musibetleri def etmektedir.

-Bâki ismiyle her şey yok olsa da kendisi kalıb,sonun sonuncusu olmakta,varlığı sonsuza dek var olmaktadır.

-Hâdi ismiyle insanlara doğru yolu göstermekte,onları iyiye,güzele yöneltmekte,hidayet etmektedir.

-Kadîr ismiyle güç,kuvvet ve kudreti her şeye yetmektedir.

-Sâtir ismiyle insanların günah ve kusurlarını yüzlerine vurmadan setredip,gizlemektedir.

-Kahhâr ismiyle zatı gereği te’dip için,diğer insanların haklarının korunmasından dolayı kahredip cezalandırmaktadır.

-Cebbâr ismiyle büyüklüğünden dolayı istediğini yapmasına hiçbir engel olmayandır.

-Ğaffâr ve Tevvâb ismiyle tevbe edenin tevbesini kabul etmekte,mağfiret edip bağışlamaktadır.

-Fettâh ismiyle her varlık için nice kapılar açmaktadır. Tohum için ağaç olup meyve vermeye kadar tüm kapıları açtığı gibi,ihtiyaç sahibi her varlığın rahmet kapısını tıkırdatmasına karşı kapıyı yüzüne kapamayarak,rahmet kapılarını devamlı açmakta,açık bırakmaktadır. Gülün güzelliği fettah ismiyle açılırken,bülbülün sesi ,güneşin parlaklıkları da hep Fettah ismiyle fetholmaktadır.

-O Allah ki yerlerin ve göğün,her şeyin Rabbidir. Her şeyin üzerinde bir isim ve sıfata sahib bulunmaktadır.

Güzel esma yani Esma-i Hüsna O’nundur, O’na aiddir.

Ebu Hureyre-den rivayet edilen bir Hadis-de:”Allah’ın 99 ismi olup,kim onu sayarsa cennete girer.” Ve o isimler sayılmıştır.[1]

Allah’ı bütün bu isimleriyle anmakla beraber,özellikle belli bir ismini sürekli anmak,onda ihtisas kesbetmektir. Mevlâna’nın Vedud,Abdulkâdir-i Geylâni’nin Kadir,Bediüzzaman’ın Hakim ve Rahim isimlerinde ziyade iştiğalinin mazhariyeti gibi. Belli bir noktada yapılacak teksif,o isme mazhariyetin düğümünü açar.

20-12-1994

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak.İbni Kesir Muhtasarı. (Arapça) 3 / 480,bak.İslam Ansiklopedisi.TDV. 11 / 404-418.




E S M A VE S I F A T (2)

E S M A VE S I F A T (2)

L E M ’ A L A R

“Cenab-ı Hak, insana giydirdiği vücud libasını san’atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış, o vücud libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder; muhtelif esmasının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor.”(7) “Âdeta insan-ı ekber olan âlemde tecelli eden bütün esma-i İlahiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmanın umumiyetle cilveleri var.”(11)

“Elbette insana en lâzım iş, en mühim vazife; o Bâki’ye karşı alâka peyda etmektir ve esmasına yapışmaktır. Çünki Bâki yoluna sarfolunan her şey, bir nevi bekaya mazhar olur.”(13)

“Bir insanın hakikî vazifesi ve saadeti: Bütün cihazatı ve bütün istidadatıyla o Bâki-i Sermedî’nin daire-i marziyatında esmasına yapışıp, ebed yolunda o Bâki’ye müteveccih olup gitmektir.”(16)

“Hem bu kâinatı hadd ü hesaba gelmez tecelliyat-ı cemal ve kemalâtına mazhar eden o Zât-ı Cemil-i Zülkemal, elbette bilbedahe sevdiği ve izharını istediği cemal ve kemal ve esma ve san’atının en câmi’ ve en mükemmel mikyas ve medarı olan bir zâta, her halde en ekmel bir vaziyet-i ubudiyeti verecek ve onun vaziyetini sairlerine nümune-i imtisal edip herkesi onun ittibaına sevkedecek, tâ ki o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün.”(47)

“Sâni’-i Zülcelal’in çok esması var. Her bir ismin ayrı bir cilvesi var.”(49)

“Ehl-i küfür ve dalalet ise, küfürdeki inkârıyla, mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekaları olan o netice-i a’zamı reddettikleri için, umum mahlukatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi, umum masnuatın âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnuatın kıymetlerini, âyinedarlık cihetinde âlî eden esma-i İlahiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o esma-i kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum masnuatın kıymetini tenzil ile o masnuata karşı bir tahkir-i azîmdir.”(77)

“Bu kâinatın daire-i kübrasında binbir ism-i İlahînin cilvesinden uzanan nuranî atkılar, kâinat sîmasında öyle bir sikke-i rahmet içinde bir hâtem-i rahîmiyeti ve bir nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hâtem-i inayeti nescediyor ki, Güneş’ten daha parlak kendini akıllara gösteriyor.”(90)

“Kur’an, kendi şakirdlerinin ruhuna öyle bir inbisat ve ulviyet verir ki; doksan dokuz taneli tesbihe bedel, doksan dokuz Esma-i İlahiyenin cilvelerini gösteren doksan dokuz âlemlerin zerratını, birer tesbih taneleri olarak şakirdlerinin ellerine verir. “Evradlarınızı bununla okuyunuz.” der.”(109)

“Esma-i İlahiyenin cilvesinin tenevvüüne göre, makamat-ı evliyada öyle meratib var. Esma-i İlahiyenin her birisinin bir güneş gibi kalbden Arş’a kadar cilveleri var. Kalb de bir Arş’tır, fakat “Ben de Arş gibiyim” diyemez.”(122)

“Cenab-ı Erhamürrâhimîn’den bütün esma-i hüsnasını şefaatçı yapıp niyaz ediyoruz ki: “Bizleri ihlas-ı tâmme muvaffak eylesin… Âmîn…”(156)

“Mevcudatın kemalleri, Sâni’a müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadet ile tezahür eder. İbadeti terkeden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez, belki de inkâr eder. O vakit ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve her biri birer mektub-u Samedanî ve birer âyine-i esma-i Rabbaniye olan mevcudatı; âlî makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, camid, perişan bir vaziyette telakki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder; kemalâtını inkâr ve tecavüz eder.”(179)

“Cemil-i Zülcelal’in bütün isimleri esma-ül hüsna tabir-i Samedanîsiyle gösteriyor ki, güzeldirler.”(204)

“Nur-u Kur’an ile gördüm ki; birbiri içinde üç küllî dünya var. Birisi esma-i İlahiyeye bakar, onların âyinesidir. İkinci yüzü âhirete bakar, onun mezraasıdır. Üçüncü yüzü, ehl-i dünyaya bakar, ehl-i gafletin mel’abegâhıdır.”(219)

“Dünyanın, âhirete ve esma-i İlahiyeye bakan güzel iç yüzlerine karşı nev-i insana muhabbet verilmişken, o muhabbeti sû’-i istimal ederek fâni, çirkin, zararlı, gafletli yüzüne karşı sarfettiğinden, hadîs-i şerifinin sırrına mazhar olmuşlar.”(220)

“Bendeki aşk-ı beka; bendeki bekaya değil, belki sebebsiz ve bizzât mahbub olan kemal-i mutlak sahibi, Zât-ı Zülkemal’in ve Zülcelal’in bir isminin cilvesinin mahiyetimde bir gölgesi bulunduğundan, fıtratımda o Kâmil-i Mutlak’ın varlığına ve kemaline ve bekasına müteveccih olan muhabbet-i fıtriye, gaflet yüzünden yolunu şaşırmış, gölgeye yapışmış, âyinenin bekasına âşık olmuştu.”(239)

“Şuur-u iman ile bu vücudum Vâcib-ül Vücud’un eseri ve san’atı ve cilvesi olduğunu anlamakla, vahşi evhamdan ve hadsiz firaklardan ve hadsiz müfarakat ve firakların elemlerinden kurtulup; mevcudata, hususan zîhayatlara taalluk eden ef’al ve esma-i İlahiye adedince uhuvvet rabıtalarıyla münasebet peyda eylediğim bütün sevdiğim mevcudata muvakkat bir firak içinde daimî bir visal var olduğunu bildim.”(242)

“Şems-i Ezel ve Ebed olan Cemil-i Zülcelal’in cemal-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel esma-i hüsnasının sermedî güzelliklerine âyinedarlık edip cilvelerinin tazelenmesi için bu güzel masnu’lar, bu tatlı mahluklar, bu cemalli mevcudat, hiç durmayarak gelip gidiyorlar; kendilerinde görünen güzellikler ve cemaller, kendilerinin malı olmadığını, belki tezahür etmek isteyen sermedî ve mukaddes bir cemalin ve daimî tecelli eden ve görünmek isteyen mücerred ve münezzeh bir hüsnün işaretleri ve alâmetleri ve lem’aları ve cilveleri olduğunun pek çok kuvvetli delilleri Risale-i Nur’da tafsilen izah edilmiş.”(243)

“Bir dakika küfür, bin bir esma-i İlahîyi inkâr ve nukuşlarını tezyif ve kâinatın hukukuna tecavüz ve kemalâtını inkâr ve hadsiz delail-i vahdaniyeti tekzib ve şehadetlerini reddetmek olduğundan.. kâfiri, binler seneden ziyade esfel-i safilîne atar,

hâlidîn’de hapseder.”(262)

“Koca bahar bir çiçektir, Cennet dahi bir çiçek gibidir, o mertebenin mazharlarıdırlar. Ve âlem güzel ve büyük bir insan ve huriler nev’i ve ruhanîler taifesi ve hayvanlar cinsi ve insan sınıfı herbiri manen güzel bir insan hükmünde, bu mertebenin gösterdiği esmayı safahatıyla gösteriyor.”(276)

“Bu esma-i mübareke dürbünleri ile, mevcudattaki cilveleri altında ef’al-i İlahiye ve âsârına bakmakla, Müsemma-i Zülcelal’e intikal edilir. “(285)

“İsm-i Kuddüs’ün bir mazharı ve bir cilvesi olan fiil-i tanzif ve tathir dahi, o Zât-ı Vâcib-ül Vücud’un hem güneş gibi mevcudiyetini, hem gündüz gibi vahdaniyetini gösteriyorlar. Ve mezkûr tanzim, tevzin, tezyin, tanzif misillü o ef’al-i hakîmane, a’zamî dairede vahdet-i nev’iyeleri noktasında bir tek Sâni’-i Vâhid’i gösterdikleri gibi; esma-i hüsnanın ekserisinin, belki bin bir esmanın her birinin böyle birer cilve-i a’zamı, bu daire-i a’zamda vardır. Ve o cilveden gelen fiil, büyüklüğü nisbetinde vuzuh ve kat’iyyetle Vâhid-i Ehad’i gösterir.”(288)

“Ekser esma-i hüsnanın herbiri, risalet-i Ahmediyeye birer parlak bürhandır.”(298)

“Evet hayatın öyle bir câmiiyeti var; âdeta umum kâinata tecelli eden ekser esma-i hüsnayı kendinde gösteren bir câmi’ âyine-i ehadiyettir.”(318)

“Şuunat-ı kudsiye o Hayat-ı Akdes’te var ki, o şuunat böyle hadsiz faaliyetle ve nihayetsiz bir hallakıyetle kâinatı daima tazelendiriyor, çalkalandırıyor, değiştiriyor.”(328)

“Elbette Cemil-i Mutlak olan Zât-ı Kayyum-u Zülcelal’in binbir esma-i hüsnasından her bir ismin, kâinatın şehadetiyle ve cilvelerinin delaletiyle ve nakışlarının işaretiyle, her birisinin her bir mertebesinde hakikî bir hüsün, hakikî bir kemal, hakikî bir cemal ve gayet güzel bir hakikat, belki her bir ismin her bir mertebesinde hadsiz enva’-ı hüsünle hadsiz hakaik-i cemile vardır.”(329)

“Esma-i hüsnanın umumunda, her birisi bu faaliyet-i daimede böyle kudsî bazı şuunat-ı İlahiyeye medar olduklarından, hallakıyet-i daimeyi iktiza ederler.”(331)

“İsm-i Kuddüs’ün cilve-i a’zamına bak ki; kâinatın bütün mevcudatını öyle temiz, pâk, sâfi, güzel, süslü, berrak yapar gösterir ki; bütün kâinata ve bütün mevcudata Cemil-i Mutlak’ın hadsiz derecede cemal-i zâtîsine lâyık ve nihayetsiz güzel olan esma-i hüsnasına münasib olacak güzel âyineler şeklini vermiştir.”(333)

“Zât-ı Hayy-ı Kayyum, insana bütün esmasını ihsas etmek ve bütün enva’-ı ihsanatını tattırmak için öyle iştihalı bir mide vermiş ki, o midenin geniş sofrasını hadsiz enva’-ı mat’umatıyla kerimane doldurmuş.”(334)

“Ve insaniyet midesinden sonra hadsiz geniş diğer bir sofra-i nimet açmak için, İslâmiyet ve iman akidelerini, çok rızk ister bir manevî mide hükmüne getirip, onun rızk sofrasının dairesini mümkinat dairesinin haricinde genişletip, esma-i İlahiyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile İsm-i Rahman’ı ve İsm-i Hakîm’i en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder. “Elhamdülillahi alâ Rahmaniyyetihi ve alâ Hakîmiyyetihi” der ve hakeza.. bu manevî mide-i kübra ile hadsiz nimet-i İlahiyeden istifade edebilir ve bilhassa o midedeki muhabbet-i İlahiye zevkinin daha başka bir dairesi var.”(334)

“İnsan kendi acz-i mutlakıyla, Hâlıkının kudret-i mutlakasını ve derecatını; ve aczin dereceleriyle, kudretin mertebelerini hissetmektir. Ve fakr-ı mutlakıyla rahmetini ve rahmetinin derecelerini idrak etmek ve za’fıyla onun kuvvetini anlamaktır. Ve hakeza..”(335)

“İnsan, şu kâinatın hakaiklerine bir vâhid-i kıyasîdir, bir fihristedir, bir mikyastır ve bir mizandır.”(335)

“Ebedî bir cemal, fâni bir müştaka ve zâil bir dosta razı olmaz.”(336)

“Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından istitar etmiş olan Zât-ı Akdes! Zeminin bütün takdisat ve tesbihatıyla; seni kusurdan, aczden, şerikten takdis ve bütün tahmidat ve senalarıyla sana hamd ve şükrederim.”(343,348,351)

“Nebatat ve eşcar seni tanıyorlar, senin sıfât-ı kudsiyeni ve esma-i hüsnanı bildiriyorlar..”(348)

“Senin o sadık elçilerin ve o doğru dellâl-ı saltanatının -hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn suretinde- senin uhrevî rahmet hazinelerine ve âlem-i bekada ihsanatının definelerine ve dâr-ı saadette tamamıyla zuhur eden güzel isimlerinin hârika güzel cilvelerine şehadet, işaret, beşaret ederler.”(353)

İŞARAT – ÜL İ’CAZ

“Cenab-ı Hakk’ın ismi, Zât-ı Akdes’ine ayn olduğu cihetle; lafza-i celal, sıfât-ı ayniyeye işarettir.”(15)

“Cenab-ı Hak insanı kâinata câmi’ bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esma-i hüsnadan her birisinin tecelligâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır.”(17)

“Cenab-ı Hakk’ın sıfat-ı ezeliye âleminde biri celalî, diğeri cemalî iki türlü tecellisi vardır. Celal ile Cemal’in sıfat-ı ef’al âleminde tecellisinden; lütuf ve kahr, hüsün ve heybet tezahür eder.”(70)

“ kelimesinin ile vasıflandırılması Cenab-ı Hakk’ın marifeti, hakikatıyla olmayıp ancak ef’al ve âsârıyla olduğuna işarettir.”(110)

“Ne zâtında ve ne sıfâtında ve ne ef’alinde şeriki, şebihi yoktur.”(117)

“İnsan, ebed için yaratılmıştır. Onun hakikî lezzetleri, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi umûr-u ebediyededir.”(166)

“Allah’ın sun’una, ef’aline, kelâmına, temsilâtına, üslûblarına; inayet ve rububiyetini mülâhaza etmekle beraber Allah’ın canibinden bakmak lâzımdır. Bu bakış da ancak nur-u imanla olur.“(184)

“ Cenab-ı Hakk’ın ef’ali hikmetlerden, maslahatlardan hâlî değildir.”(236)

“Müslümanlığın esasatı; teslisiyet ve Allah’ın tecessüdiyetini ve vahdet-i vücud akidesini reddetmektedir. Bu mutasavvıfane akideler üç kuvvetli uluhiyetin mevcudiyetini ve Mesih’in Allah’ın oğlu -hâşâ- olduğunu öğretmektedir.”(Edvard Gibbon)(249)

MEKTUBAT

“Evet. Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fena çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbub arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esma-i İlahiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmağa muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit, aşk-ı hakikîye inkılaba yüz tutar.”(10,bAK.11,30)

“Şu kâinattaki dehşet-engiz ve hayret-nüma hadsiz faaliyet, iki kısım esma-i İlahiyeye istinad ederek iki hikmet-i vâsia içindir ki, her bir hikmeti de nihayetsizdir:

Birincisi: Cenab-ı Hakk’ın esma-i hüsnasının hadd ü hesaba gelmez enva’-ı tecelliyatı var. Mahlukatın tenevvüleri, o tecelliyatın tenevvüünden geliyor. O esma ise, daimî bir surette tezahür isterler. Yani, nakışlarını göstermek isterler. Yani nakışlarının âyinelerinde cilve-i cemallerini görmek ve göstermek isterler. Yani, kâinat kitabını ve mevcudat mektubatını ânen fe-ânen tazelendirmek isterler. Yani, yeniden yeniye manidar yazmak ve her bir mektubu, Zât-ı Mukaddes ve Müsemma-yı Akdes ile beraber, bütün zîşuurların nazar-ı mütalaasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler.

İkinci sebeb ve hikmet: Nasılki mahlukattaki faaliyet bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten geliyor. Ve hattâ her bir faaliyette kat’iyyen lezzet vardır; belki her bir faaliyet, bir nevi lezzettir. Öyle de Vâcib-ül Vücud’a lâyık bir tarzda ve istiğna-i zâtîsine ve gına-i mutlakına muvafık bir surette ve kemal-i mutlakına münasib bir şekilde hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve hadsiz bir muhabbet-i mukaddese var. Ve o şefkat-i mukaddese ve o muhabbet-i mukaddeseden gelen hadsiz bir şevk-i mukaddes var. Ve o şevk-i mukaddesten gelen hadsiz bir sürur-u mukaddes var. Ve o sürur-u mukaddesten gelen -tabir caiz ise- hadsiz bir lezzet-i mukaddese var. Hem o lezzet-i mukaddeseden gelen hadsiz terahhumdan, mahlukatın faaliyet-i kudret içinde ve istidadları kuvveden fiile çıkmasından ve tekemmül etmesinden neş’et eden memnuniyetlerinden ve kemallerinden gelen ve Zât-ı Rahman-ı Rahîm’e ait -tabir caiz ise- hadsiz memnuniyet-i mukaddese ve hadsiz iftihar-ı mukaddes vardır ki, hadsiz bir surette, hadsiz bir faaliyeti iktiza ediyor.

İşte şu hikmet-i dakikayı felsefe ve fen ve hikmet bilmediği içindir ki, şuursuz tabiatı ve kör tesadüfü ve camid esbabı; şu gayet derecede alîmane, hakîmane, basîrane faaliyete karıştırmışlar, dalalet zulümatına düşüp nur-u hakikatı bulamamışlar.”(79-80,Bkn.78)

“Ehadiyet ise; her bir şeyde, Hâlık-ı Külli Şey’in ekser esması tecelli ediyor demektir.”(216)

“Vâcib-ül Vücud’un mahiyet-i kudsiyesi, mahiyat-ı mümkinat cinsinden değildir. Belki bütün hakaik-i kâinat, o mahiyetin esma-i hüsnasından olan Hak isminin şualarıdır.”(230)

“İmanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği esma-i İlahiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.”(243)

“Sâni’-i Zülcelal her bir nevi mevcudatın mahiyetini birer model ittihaz ederek ve nukuş-u esmasıyla kemalât-ı san’atını göstermek için; her bir şey’e hususan zîhayata, duygularla murassa’ bir vücud libasını giydirerek, üstünde kalem-i kaza ve kaderle nakışlar yapar; cilve-i esmasını gösterir. Her bir mevcuda dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret olarak; bir kemal bir lezzet, bir feyz veriyor.”(264,Bak.266-267)

“Bütün esmanın birer birer muktezası vardır. İşte her bir zîhayat hayatıyla ve vücuduyla o esmanın muktezasını göstermekle beraber, cihazatı adedince Sâni’-i Hakîm’e tesbihat yapıyorlar.”(273,Bkn.272)

“Bütün hububat, tohumlar lisan-ı istidad ile Fâtır-ı Hakîm’e dua ederler ki: “Senin nukuş-u esmanı mufassal göstermek için, bize neşv ü nema ver, küçük hakikatımızı sünbülle ve ağacın büyük hakikatına çevir.”(277)

“Nasıl Cenab Hakk’ın zât ve sıfâtında nazir ve şebih ve misli yoktur; öyle de şuunat-ı rububiyetinde misli yoktur. Sıfâtı nasıl mahlukat sıfâtına benzemiyor, muhabbeti dahi benzemez.”(283)

“Elbette esmasındaki ism-i a’zam tecellisiyle, bütün kâinata nisbeten mümtaz ve mükemmel bir ferdi halkedecek. Esmasında bir ism-i a’zam olduğu gibi, masnuatında da bir ferd-i ekmel bulunacak ve kâinata münteşir kemalâtı o ferdde cem’edip, kendine medar-ı nazar edecek. O ferd her halde zîhayattan olacaktır.”(284-285)

“Kâinattaki tecelli eden her bir isim, bütün isimleri kendi müsemmasına isnad eder ve onun ünvanları olduğunu isbat eder. Çünki kâinatta tecelli eden isimler, devair-i mütedâhile gibi ve ziyadaki elvan-ı seb’a gibi birbiri içine giriyor, birbirine yardım ediyor, birbirinin eserini tekmil ediyor, tezyin ediyor.”(310,Bkn.385)

“Onsekiz bin âlemin her birinin ışığı, birer ism-i İlahî olduğunu bana kanaat verecek bir vakıa-ı kalbiye-i hayaliyeyi gördüm. Şöyle ki:

Birbirine sarılı çok yapraklı bir gül goncası gibi, şu âlem binler perde perde içinde sarılı, birbiri altında saklı âlemleri bu âlem içinde gördüm. Her bir perde açıldıkça, diğer bir âlemi görüyordum.”(283.Bkn.Sikke-i Tasdik-i Ğaybi.246)

“Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.”(399)

“İkinci meşreb; âfâktan başlar, o daire-i kübranın mezahirinde cilve-i esma ve sıfâtı seyredip, sonra daire-i enfüsiyeye girer. Küçük bir mikyasta, daire-i kalbinde o envârı müşahede edip, onda en yakın yolu açar. Kalb, âyine-i Samed olduğunu görür, aradığı maksada vâsıl olur.”(418)

“Esma-i İlahînin nasılki tecelliyatı, Arş-ı A’zam dairesinden tâ bir zerreye kadar cilveleri var ve o esmaya mazhariyet de, o nisbette tefavüt eder. Öyle de mazhariyet-i esmadan ibaret olan meratib-i velayet dahi öyle mütefavittir.”(419)

“Mazharların ve makamların kabiliyetine göre kelâm-ı Rabbanî; yetmiş bin perdede telemmu’ eden ayrı ayrı cilve-i hitab-ı Rabbanîdir.”(419,Bkn.232)

“83- İnsanlarda veli, Cum’ada dakika-i icabe, Ramazanda Leyle-i Kadir, Esma-i Hüsnada İsm-i A’zam, ömürde ecel meçhul kaldıkça; sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin sene ömre müreccahtır.”(448)

MESNEVİ-İ NURİYE

“Sâni’-i âlemin her şeyi içine almış ve her şeyi istilâ ve istiab etmiş bir rahmet-i vasiası vardır.”(36)

“Evet kâinat o Hâlık’ın nurunun gölgesi, esmasının tecelliyatı, ef’alinin âsârıdır.”(56)

“Maahaza o İlahî sofradaki eşya yalnız insan ve hayvanların lezzet ve zevklerinin tatmini için değildir. Her bir ferd-i müstehlikte zevilhayata ait cüz’î faidelerden başka esma-i İlahiyenin tecelliyatına ve faaliyetteki esrar ve şuunatına ait gayr-ı mütenahî hikmetler, gayeler vardır.”(102)

“İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hakk’ın ef’ali birbirine münasib, âsârı birbirine müşabih, esması birbirine âyine ve ma’kes, sıfatı birbirine mütedâhil, şuunatı memzuc ise de, her birisi için hususî bir tavır, bir hal vardır ki, maksud-u bizzât o hususî tavırdır. Sair tavırlar ise, tebaîdirler.”(128)

“Senin latifelerin içinde öyle bir latife var ki, ebedden ve ebedî zâttan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor, masivasına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve latifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm’in emrine muti’ olan o sultanına itaat et, kurtul!..”(136)

“Senin şu hayatının gayesi, neticesi; o Mâlik’in esmasına ve şuunatına bir mazhariyettir.”(142) “

Esma-i İlahiyenin her birisinin bir güneş gibi kalbden Arş’a kadar cilveleri var. Kalb de bir Arş’tır, fakat “Ben de Arş gibiyim” diyemez.”(156)

“Esma-i İlahiyeden birisinin hayt-ı şuaıyla temessük et ki, adem deryasına düşmeyesin.”(168)

“İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsanın hilkatinden maksad, mahfî hazine-i İlahiyeyi keşif ile göstermek ve Kadîr-i Ezelî’ye bir bürhan, bir delil, bir ma’kes-i nuranî olmakla cemal-i ezelînin tecellisi için şeffaf bir mir’at, bir âyine olmaktır. Hakikaten semavat, arz ve cibalin hamlinden âciz kaldıkları emaneti insan hamlettiği cihetle cilâlanmış, cilvelenmiş bir şekle girmiştir. Çünki o emanetin mazmunlarından biri de insanın sıfât-ı İlahiyeyi fehmetmek için bir vâhid-i kıyasî vazifesini görmektir.”(168)

“Evet Allah ilmi, iradesi, kudreti ve sair sıfatıyla muhittir. Daire-i ihatasından hariç bir şey yoktur.”(171)

“Kur’an’ın kâinattan yaptığı bahis, Hâlık’ın sıfatlarını isbat ve izah içindir.”(177)

“Cenab-ı Hakk’ın iktizaları, hükümleri mütegayir bazı esmaları vardır.”(187)

“İ’lem Eyyühel-Aziz! Esma-i hüsnayı tazammun eden bazı fezlekeler ile âyetlere hâtime verilmekte ne gibi bir sır vardır?

Evet Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, bazan âyât-ı kudreti âyetlerde basteder. Sonra içerisinden esmayı çıkarır. Bazan mensucat toplar gibi açar dağıtır. Sonra toplar, esmada tayyeder. Bazan da ef’alini tafsil ettikten sonra isimler ile icmal eder. Bazan da halkın a’malini tehdidane söyler. Sonra rahmete işaret eden isimler ile teselli eder. Bazan da bazı makasıd-ı cüz’iyeyi zikrettikten sonra o makasıdı takdir ve isbat için bürhan olarak kavaid-i külliye hükmünde olan isimleri zikrediyor. Bazan da maddî cüz’iyatı zikreder. Sonra esma-i külliye ile icmal eder ve hâkeza…”(188)

“İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsanı fıtraten bütün hayvanlara tefevvuk ettiren câmiiyetinin meziyetlerinden biri, zevilhayatın Vâhib-ül Hayat’a olan tahiyye ve tesbihlerini fehmetmektir. Yani insan kendi kelâmını fehmettiği gibi, iman kulağıyla zevilhayatın da, belki cemadatın da bütün tesbihlerini fehmeder.”(193)

“İ’lem Eyyühel-Aziz! Hayat-ı insaniyenin vezaifinden biri de kendi cüz’î sıfatlarını şuunatını, Hâlıkın küllî sıfatlarını, şuunatını fehmetmek için bir mikyas yapmaktır.”(199)

“İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına da nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi; insandaki kusur, kemalât-ı Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecelerine bir mikyastır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü hacat, enva’-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir. Öyle ise fıtratından gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise, dergâh-ı izzetine kusurlarına “Estağfirullah” ve “Sübhanallah” ile ilân etmektir.”(203)

“İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hakk’ın “A’lem, Ekber, Erham, Ahsen” gibi esma ve sıfât ve ef’alinde kullanılan ism-i tafdil tevhide naks değildir. Çünki maksad, bizzât ve hakikî bir mevsufu gayr-ı hakikî veya aklî bir imkânla veya vehmî bir mevsufla tafdil etmektir.

Ve keza izzet-i İlahiyeye de münafî değildir. Çünki maksad, sıfat ve ahval-i İlahiye ile mahlukatın sıfat ve ef’ali arasında bir müvazene yapmak değildir. Yani, ikisini bir seviyede tuttuktan sonra, bunu ona tafdil etmek değildir ki, sıfat-ı İlahiyeye bir naks olsun.

Evet masnuattaki kemalât, Cenab-ı Hakk’ın kemalinden in’ikas eden bir gölge olduğuna nazaran, masnuat, sıfât-ı İlahiye ile müvazene hakkına mâlik değildir.

“İ’lem Eyyühel-Aziz! Bütün esma-i hüsnanın ifade ettiği manalar ile bütün sıfat-ı kemaliyeye Lafza-i Celal olan “Allah” bil’iltizam delalet eder. Sair ism-i haslar yalnız müsemmalarına delalet eder. Sıfatlara delaletleri yoktur. Çünki sıfatlar, müsemmalarına cüz olmadığı gibi aralarında lüzum-u beyyin de yoktur. Bu itibarla ne tazammunen ve ne iltizamen sıfatlara delaletleri yoktur.”(215)

“İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hakk’ın günahkârları afvetmesi fazldır, tazib etmesi adldir.”(217)

ŞUALAR

“Daire-i kesretin müntehasında ve en dağınık cüz’iyatında, sırr-ı vahdetle bin bir esma-i İlahiye, zîhayat denilen küçücük mektublarda temerküz edip açık okunduğundan, o Sâni’-i Hakîm zîhayat nüshalarını çok teksir ediyor. Ve bilhassa zîhayatlardan küçüklerin taifelerini pek çok tarzda nüshalarını teksir eder ve her tarafa neşreder.(9)

“(Zeval ve Fena)Ve esma-i hüsnanın çok hasna ve güzel cilvelerini tazelendirmek için âlem-i gaybdan gelip, âlem-i şehadette vazifedarane bir seyerandır, bir cevelandır.”(15)

“Kâinatta görünen binlerle ef’al-i umumiyenin ve cilveleri görünen yüzer esma-i İlahiyenin her birinin hem hâkimiyeti, hem kibriyası, hem kemali, hem ihatası, hem ıtlakı, hem nihayetsizliği; vahdetin ve tevhidin gayet kuvvetli birer bürhanıdırlar.”(17)

“Her bir fiil-i rububiyet ve her bir cilve-i esma-i Uluhiyet, o derece fevkalâde kuvvetleri, eserlerinde görünüyor ki; eğer hikmet-i âmme ve adalet-i mutlaka olmasa idi ve onları durdurmasa idi, her biri umum mevcudatı istilâ edecekti.”(18)

“Evet bu kâinat, bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir. Belki esma ve ef’al-i umumiye-i İlahiyenin adedince vahdetleri giymiş bir tek insan-ı ekberdir.”(24)

“Evet nihayet derecede hüsün ve cemalleri bulunan esma-i hüsnanın güzel cilveleriyle, kâinatın her bir nev’i, hattâ herbir ferdi, kabiliyetine göre öyle bir hüsne mazhar olmuşlar ki; Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazalî demiş: Yani: “Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedi’ daha güzel yoktur.”(25)

“Mahiyet-i hayatım esma-i İlahiyenin definelerini açan anahtarların mahzeni ve nakışlarının bir küçük haritası ve cilvelerinin bir fihristesi ve kâinatın büyük hakikatlarına ince bir mikyas ve mizan ve Hayy-ı Kayyum’un manidar ve kıymetdar isimlerini bilen, bildiren, fehmedip tefhim eden yazılmış bir kelime-i hikmettir anladım.”(57)

“Herbir nev’in ve cinsin efradı, a’za-i nev’iye ve cinsiyede tevafukları nasıl delalet eder ki Sâni’leri birdir, vâhiddir, ehaddir.. öyle de: Yüzlerinin sîmaları hikmetli bir tarzda birbirinden farikalı ve ayrı olması kat’î delalet eder ki: O Sâni’-i Vâhid-i Ehad, bir fâil-i muhtardır. İrade ve ihtiyar ve meşiet ve kasd ile herşeyi yaratır.”(550)

“Herbir isminde sonsuz nimetler bulunduğu için sonsuz hamdleri, şükürleri istilzam eder.”(638)

ASA – YI MUSA

“Yüzer fünundan herbir fen, geniş mikyasıyla ve hususî âyinesiyle ve dûrbînli gözüyle ve ibretli nazarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelal’ini esmasıyla bildirir; sıfâtını, kemalâtını tanıttırır.”(25)

“Ahireti Allah’tan soruyoruz. O da bütün gönderdiği elçileriyle ve fermanlarıyla ve bütün isimleriyle ve sıfatlarıyla “Evet âhiret vardır ve sizi oraya sevkediyorum.” ferman ediyor.”(27)

“Ve senevî zemin ağacının âhiri ise, ikinci güzde o ağacın gördüğü bütün vazifelerini ve esma-i İlahiyeye karşı ettiği bütün fıtrî tesbihatlarını ve gelecek bahar haşrinde neşir olabilen bütün sahaif-i a’mallerini, zerrecik ve küçücük kutucukların içine koyup, Hafîz-i Zülcelal’in dest-i hikmetine teslim eder. Hüve’l-Âhir ismini hadsiz dillerle kâinat yüzünde okur.”(34)

“Esma-i İlahiyenin en cem’iyetli âyinesi cismaniyettedir.”(45)

SİKKE-İ TASDİK-İ ĞAYBİ

“İkinci Cihet: Îman, yalnız icmâlî ve taklidî bir tasdika münhasır değil; bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki âyinede görünen misâlî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi, îmanın o derece kesretli hakikatları var ki, binbir Esmâ-i İlâhiyye ve sair erkân-ı îmaniyenin kâinat hakikatlarıyla alâkadar çok hakikatları var ki, “Bütün ilimlerin ve mârifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğü îmandır ve îman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve bürhanlı mârifet-i kudsiyedir.” diye ehl-i hakikat ittifak etmişler.”(207)

“Bin bir ism-i İlâhînin kâinata müteveccih olan o esmadan her biri bir âlemi ve o âlem içindeki âlemleri tenvir eder bir güneş hükmünde ve sırr-ı Ehadiyet cihetiyle her bir ismin cilvesi içinde sâir isimlerin cilveleri dahi bir derece görünüyordu.”(247)

MEHMET ÖZÇELİK /ADIYAMAN




E S M A V E S I F A T (1)

E S M A V E S I F A T (1)

ESMA VE SIFAT : (SÖZLER-DEN) “Her şeyde aşikâre, vahdaniyetin çok delilleri var.”(söz.55)

“Bu kâinatı bütün esmasının kemalâtını ifade eden masnuatla tezyin ederek seyir için garib ve ince san’atlarla süslenilmiş bir saraya benzetsin de, rehber bir muallim tayin etmesin?”(56)

“Kurûn-u sâlifede cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azablar gösteriyor ki: İnsan başı boş değil, bir celal ve gayret sillesine her vakit maruzdur.”(59)

“Demek hüsün ve cemal, görmek ve görünmek ister.”(62)

“Acaba hiç kabil midir ki: İnsan, hilafet ve emanetle mükerrem olsun, rububiyetin külliyat-ı şuununa şahid olarak kesret dairelerinde, vahdaniyet-i İlahiyenin dellâllığını ilân etmekle, ekser mevcudatın tesbihat ve ibadetlerine müdahale edip zabitlik ve müşahidlik derecesine çıksın da sonra kabre gidip, rahatla yatsın ve uyandırılmasın? Küçük büyük her amellerinden sual edilmesin? Mahşere gidip mahkeme-i kübrayı görmesin? Hâyır ve aslâ!..”(70)

“İnsan çendan bütün esmaya mazhar ve bütün kemalâta müstaiddir.”(311)

“Cenab-ı Hak ezelîdir, ebedîdir, evvel ve âhirdir. Hiçbir cihette ne zâtında, ne sıfâtında, ne ef’alinde naziri, küfvü, şebihi, misli, misali, mesîli yoktur. Yalnız ef’alinde, şuununda teşbihi ifade eden mesel var): “(383,433,569)

“(Mi’raç yolculuğu ile alakalı olarak)Bu seyahat-ı cüz’iyede bir seyr-i umumî ve bir urûc-u küllî var ki; tâ Sidret-ül Münteha’ya, tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne, kulağına tesadüf eden âyât-ı Rabbaniyeyi ve acaib-i san’at-ı İlahiyeyi işitmiş, görmüştür, der.”(525,398)

“(Kur’an)Hem bütün esma-i hüsnanın iktiza ettikleri ahkâmları cem’etmiş, o ahkâmın tenasübünü muhafaza etmiş.”(409)

“Her cihetle mu’cizatlı bu Kur’an, surelerinin icmaıyla ve âyâtının ittifakıyla ve esrar ve envârının tevafukuyla ve semerat veBir çiçek, kendince bir nakş-ı san’atı gösterip, lisan-ı haliyle esma-i Fâtır’ı zikrettiği gibi; küre-i arz bahçesi dahi, bir çiçek hükmündedir. Gayet muntazam küllî vazife-i tesbihiyesi vardır. âsârının tetabukuyla bir tek Vâcib-ül Vücud’un vücuduna ve vahdetine ve sıfâtına ve esmasına deliller ile isbat suretinde öyle şehadet etmiş ki; bütün ehl-i imanın hadsiz Sâni’-i Zülcelal’in dahi -Onuncu Söz’de kat’iyyen isbat edildiği üzere- Hakîm, Rahîm, Hafîz, Âdil gibi ekser esma-i hüsnası, haşir ve kıyametin gelmesini ve saadet-i ebediyenin vücudunu iktiza ederler ve saadet-i ebediyenin tahakkukuna kat’î delalet ederler. şehadetleri, onun şehadetinden tereşşuh etmişler.”(419)

“Madem hayat, esma-i hüsnanın nukuşunu gösterir. Hayatın başına gelen her şey hasendir.”(441)

“ Zira bütün mevcudat, esmasının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcib-ül Vücud’u bulan, her şeyi bulur.”(447)

“Bir çiçek, kendince bir nakş-ı san’atı gösterip, lisan-ı haliyle esma-i Fâtır’ı zikrettiği gibi; küre-i arz bahçesi dahi, bir çiçek hükmündedir. Gayet muntazam küllî vazife-i tesbihiyesi vardır.”(480)

“Sâni’-i Zülcelal’in dahi -Onuncu Söz’de kat’iyyen isbat edildiği üzere- Hakîm, Rahîm, Hafîz, Âdil gibi ekser esma-i hüsnası, haşir ve kıyametin gelmesini ve saadet-i ebediyenin vücudunu iktiza ederler ve saadet-i ebediyenin tahakkukuna kat’î delalet ederler.”(492)

“Evet Cennet-Cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden dalının iki meyvesidir ve şu silsile-i kâinatın iki neticesidir ve şu seyl-i şuunatın iki mahzenidir ve ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudatın iki havzıdır ve lütuf ve kahrın iki tecelligâhıdır ki; dest-i kudret bir hareket-i şedide ile kâinatı çalkaladığı vakit, o iki havuz münasib maddelerle dolacaktır.”(499)

“Tahavvül ve tegayyür için zıdları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlara mezcederek, şerleri hayırlara idhal ederek, çirkinlikleri güzelliklerle cem’ederek, hamur gibi yoğurarak şu kâinatı tebeddül ve tegayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tabi kıldı. Vaktaki meclis-i imtihan kapandı. Tecrübe vakti bitti. Esma-i hüsna hükmünü icra etti. Kalem-i kader, mektubatını tamamıyla yazdı. Kudret, nukuş-u san’atını tekmil etti. Mevcudat, vezaifini îfa etti. Mahlukat, hizmetlerini bitirdi. Herşey, manasını ifade etti.”(499)

“Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, çünki ism-i a’zama mazhardır ve nübüvveti umumîdir ve bütün esmaya mazhardır.”(529)

“Ağacın tedbirini gören zât, o tedbir ile alâkadar bütün esmasıyla, ağacın vücudundan maksud ve icadının gayesi olan her bir semereye müteveccihtir.”(574)

“ Şu seyl-i kâinattaki muvakkat parlayan mehasin ve kemalât, bir Şems-i Sermedî’nin lemaat-ı cemal-i esmasıdır.”(580)

“ Ehadiyet ve samediyet-i İlahiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet âyinesinde bütün esmasıyla bir cilvesi olduğu gibi; vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudat ile alâkadar her bir ismi bütün mevcudatı ihata ediyor.”(9)

“Bu kâinatın daire-i kübrasında binbir İsm-i İlahî’nin cilvesinden uzanan nuranî atkılar, kâinat sîmasında öyle bir sikke-i Rahmet içinde bir hâtem-i rahîmiyeti ve bir nakş-ı şefkati dokuyor ve öyle bir hâtem-i inayeti nescediyor ki, Güneşten daha parlak kendini akıllara gösteriyor.”(11)

“Evet zeminin yüzünde öyle bir hâtem-i rahmet ve sikke-i ehadiyet bulunduğu gibi, insanın mahiyet-i maneviyesinin sîmasında dahi öyle bir sikke-i rahmet vardır ki, küre-i arz sîmasındaki sikke-i merhamet ve kâinat sîmasındaki sikke-i uzma-yı rahmetten daha aşağı değil. Âdeta binbir ismin cilvesinin bir nokta-i mihrakiyesi hükmünde bir câmiiyeti var.”(11)

“İnsan, ism-i Rahman’ı tamamıyla gösterir bir surettedir. Evet sâbıkan beyan ettiğimiz gibi, kâinatın sîmasında binbir ismin şualarından tezahür eden ism-i Rahman göründüğü gibi, zemin yüzünün sîmasında rububiyet-i mutlaka-i İlahiyenin hadsiz cilveleriyle tezahür eden ism-i Rahman gösterildiği gibi, insanın suret-i câmiasında küçük bir mikyasta zeminin sîması ve kâinatın sîması gibi yine o ism-i Rahman’ın cilve-i etemmini gösterir demektir.”(13)

“Bütün vâlidelerin şefkatleri, ancak bir lem’a-i tecelli-i rahmettir.”(29)

“Evet her bir namazın vakti, mühim bir inkılab başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u İlahînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsanat-ı külliye-i İlahiyenin birer ma’kesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelal’e o vakitlerde daha ziyade tesbih ve ta’zim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnüne karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir.”(37)

“Fecir zamanı, tulûa kadar, evvel-i bahar zamanına, hem insanın rahm-ı madere düştüğü âvânına, hem semavat ve arzın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır ve onlardaki şuunat-ı İlahiyeyi ihtar eder.

Zuhr zamanı ise, yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemaline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-ı insan devrine benzer ve işaret eder ve onlardaki tecelliyat-ı rahmeti ve füyuzat-ı nimeti hatırlatır.

Asr zamanı ise, güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem âhirzaman Peygamberinin (Aleyhissalâtü Vesselâm) asr-ı saadetine benzer ve onlardaki şuunat-ı İlahiyeyi ve in’amat-ı Rahmaniyeyi ihtar eder.

Mağrib zamanı ise, güz mevsiminin âhirinde pek çok mahlukatın gurubunu, hem insanın vefatını, hem dünyanın kıyamet ibtidasındaki harabiyetini ihtar ile, tecelliyat-ı celaliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder.

İşâ’ vakti ise, âlem-i zulümat, nehar âleminin bütün âsârını siyah kefeni ile setretmesini, hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefat etmiş insanın bâkiye-i âsârı dahi vefat edip nisyan perdesi altına girmesini, hem bu dâr-ı imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile Kahhar-ı Zülcelal’in celalli tasarrufatını ilân eder.”(38-39)

“Hem hiç mümkün olur mu ki; nihayet derecede bir hüsn-ü zâtî sahibi, cemalinin mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde görmek ve göstermek istemesin! Yani bir habib resul vasıtasıyla ki; hem habibdir, ubudiyetiyle kendini ona sevdirir, âyinedarlık eder. Hem resuldür; onu mahlukatına sevdirir, cemal-i esmasını gösterir.”(56)

“Hem mümkün olur mu ki; bu kâinatı bütün esmasının kemalâtını ifade eden masnuatla tezyin ederek seyir için garib ve ince san’atlarla süslenilmiş bir saraya benzetsin de, rehber bir muallim tayin etmesin?”(56)

“Hem hatıra gelmesin ki: Kısacık bir ömürde nasıl ebedî bir azaba müstehak olur? Zira küfür; şu mektubat-ı Samedaniye derecesinde ve kıymetinde olan kâinatı manasız, gayesiz bir derekeye düşürdüğü için, bütün kâinata karşı bir tahkir olduğu gibi; bu mevcudatta cilveleri, nakışları görünen bütün esma-i kudsiye-i İlahiyeyi inkâr ile red ve Cenab-ı Hakk’ın hakkaniyet ve sıdkını gösteren gayr-ı mütenahî bütün delillerini tekzib olduğundan nihayetsiz bir cinayettir. Nihayetsiz cinayet ise, nihayetsiz azabı îcab eder…”(57)

“Evet şu küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatın fihristesini, bütün hazain-i rahmetin anahtarlarını, bütün esmalarının âyinelerini dercetmek; nihayet derecede bir hüsn-ü san’at içinde bir hikmeti gösterir.”(60)

“Hem dahi, kâinatın yüzünde serilmiş olan gayetle güzel ve san’atlı ve parlak ve süslü şu mevcudat; ışık Güneşi bildirdiği gibi, misilsiz manevî bir cemalin mehasinini bildirir ve nazirsiz, hafî bir hüsnün letaifini iş’ar ediyor. O münezzeh hüsün, o mukaddes cemalin cilvesinden, esmalarda, belki her isimde çok gizli defineler bulunduğunu işaret eder.”(62)

“Nasılki şu âlem bütün mevcudatıyla Sâni’-i Zülcelal’ine kat’î delalet eder; Sâni’-i Zülcelal’in de sıfât ve esma-i kudsiyesi, dâr-ı âhirete delalet eder ve gösterir ve ister.”(63)

“Acaba bütün benî-Âdemi arkasına alıp şu Arz üstünde durup, arş-ı a’zama müteveccihen el kaldırıp, nev-i beşerin hülâsa-i ubudiyetini câmi’ hakikat-ı ubudiyet-i Ahmediye (A.S.M.) içinde dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman olan Fahr-i Kâinat (A.S.M.) ne istiyor, dinleyelim. Bak, kendine ve ümmetine saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, Cennet istiyor. Hem mevcudat âyinelerinde cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i İlahiye ile beraber istiyor. O esmadan şefaat taleb ediyor, görüyorsun.”(65)

“Hem hiç kabil midir ki o Zât-ı Hakîm, şu insanı bütün mahlukat içinde kendine küllî muhatab ve câmi’ bir âyine yapıp bütün hazain-i rahmetinin müştemilâtını ona tattırsın, hem tarttırsın, hem tanıttırsın, kendini bütün esmasıyla ona bildirsin, onu sevsin ve sevdirsin.. sonra o bîçare insanı o ebedî memleketine göndermesin? O daimî saadetgâha davet edip mes’ud etmesin?”(75)

“ Evet küfür, mevcudatın kıymetini iskat ve manasızlıkla ittiham ettiğinden, bütün kâinata karşı bir tahkir ve mevcudat âyinelerinde cilve-i esmayı inkâr olduğundan bütün esma-i İlahiyeye karşı bir tezyif ve mevcudatın vahdaniyete olan şehadetlerini reddettiğinden bütün mahlukata karşı bir tekzib olduğundan; istidad-ı insanîyi öyle ifsad eder ki, salah ve hayrı kabule liyakatı kalmaz. Hem bir zulm-ü azîmdir ki, umum mahlukatın ve bütün esma-i İlahiyenin hukukuna bir tecavüzdür. İşte şu hukukun muhafazası ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği, küfrün adem-i afvını iktiza eder.

“İnne’ş-şirke le zulmün a’zîm.” [“Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.” Lokman Sûresi, 31:13]şu manayı ifade eder.”(75)

“Bu mevcudatın yüzleri âlem-i manaya müteveccihtir, münasib meyveleri orada veriyor ve gözleri esma-i kudsiyeye dikkat ediyorlar, gayeleri o âleme bakıyor. Ve özleri

dünya toprağı altında, sünbülleri âlem-i misalde inkişaf ediyor. İnsan istidadı nisbetinde burada ekiyor ve ekiliyor, âhirette mahsul alıyor. Evet şu eşyanın esma-i İlahiyeye ve âlem-i âhirete müteveccih yüzlerine baksan göreceksin ki; mu’cize-i kudret olan her bir çekirdeğin bir ağaç kadar gayesi var.”(77)

“Haşir mes’elesi öyle râsih bir hakikattır ki, Küre-i Arzı yerinden kaldıracak, kırıp atacak bir kuvvet o hakikatı sarsamaz. Zira o hakikatı Cenab-ı Hak bütün esma ve sıfâtının iktizası ile tesbit ediyor ve Resul-i Ekrem’i bütün mu’cizat ve berahiniyle tasdik ediyor ve Kur’an-ı Hakîm bütün hakaik ve âyâtıyla onu isbat ediyor ve şu kâinat bütün âyât-ı tekviniye ve şuunat-ı hakîmanesi ile şehadet ediyor.

Belki kâinatın tedbirinde tecelli eden bütün esma-i İlahiye, âhireti iktiza eder, belki istilzam eder.”(80)

“Yeryüzünde bulunan parlak şeylerin Güneşin akisleriyle parlamaları ve denizlerin yüzlerinde kabarcıklar, ziyanın lem’alarıyla parlayıp sönmeleri, arkalarından gelen kabarcıklar, gidenler gibi yine hayalî Güneşçiklere âyinelik etmeleri; bilbedahe gösteriyor ki: O lem’alar, yüksek birtek Güneşin cilve-i in’ikasıdırlar ve Güneşin vücudunu muhtelif diller ile yâdediyorlar ve ışık parmaklarıyla ona işaret ediyorlar. Aynen öyle de: Zât-ı Hayy-ı Kayyum’un Muhyî isminin cilve-i a’zamı ile berrin yüzünde ve bahrın içindeki zîhayatların kudret-i İlahiye ile parlayıp, arkalarından gelenlere yer vermek için “Ya Hayy” deyip perde-i gaybda gizlenmeleri; bir hayat-ı sermediye sahibi olan Zât-ı Hayy-ı Kayyum’un hayatına ve vücub-u vücuduna şehadetler, işaretler ettikleri gibi, umum mevcudatın tanziminde eseri görünen ilm-i İlahîye şehadet eden bütün deliller ve kâinata tasarruf eden kudreti isbat eden bütün bürhanlar ve tanzim ve idare-i kâinatta hükümferma olan irade ve meşieti isbat eden bütün hüccetler ve kelâm-ı Rabbanî ve vahy-i İlahînin medarı olan risaletleri isbat eden bütün alâmetler, mu’cizeler ve hâkezâ yedi sıfât-ı İlahiyeye şehadet eden bütün delail, bil’ittifak Zât-ı Hayy-ı Kayyum’un hayatına delalet, şehadet, işaret ediyorlar. Çünki nasıl bir şeyde görmek varsa, hayatı da vardır. İşitmek varsa, hayatın alâmetidir. Söylemek varsa, hayatın vücuduna işaret eder. İhtiyar, irade varsa, hayatı gösterir. Aynen öyle de; bu kâinatta âsârıyla vücudları muhakkak ve bedihî olan kudret-i mutlaka ve irade-i şamile ve ilm-i muhit gibi sıfatlar, bütün delailleri ile Zât-ı Hayy-ı Kayyum’un hayatına ve vücub-u vücuduna şehadet ederler ve bütün kâinatı bir gölgesiyle ışıklandıran ve bir cilvesiyle bütün dâr-ı âhireti zerratıyla beraber hayatlandıran hayat-ı sermediyesine şehadet ederler.”(98-99)

“Her meyvedar ağaç, ve çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var. Esma-i İlahiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ubudiyetleri var.”(106)

“(Bahtiyar cemaat)Evet namazın mütenevvi ezkâr ve harekâtıyla işaret ettiği vezaifi, makamatı, mufassalan gördüler.”(111)

“Sâniyen: Esma-i kudsiye-i İlahiyenin cilveleri olan bedayiine ve parlak eserlerine dellâllık makamında görünmekle “Sübhanallah, Velhamdülillah” diyerek takdis ve tahmid vazifesini îfa ettiler..

Râbian: Esma-i İlahiyenin definelerindeki cevherleri, manevî cihazat mizanlarıyla tartıp bilmek makamında, tenzih ve medih vazifesine başladılar.”(111)

“Amma füccar ve eşrar olan diğer güruh ise: Hadd-i büluğ ile şu âlem sarayına girdikleri vakit, bütün vahdaniyetin delillerine karşı küfür ile mukabele edip ve bütün nimetlere karşı küfran ile mukabele ederek ve bütün mevcudatı kıymetsizlikle kâfirane bir ittiham ile tahkir ettiler ve bütün esma-i İlahiyenin tecelliyatına karşı red ve inkâr ile mukabele ettiklerinden, az bir vakitte nihayetsiz bir cinayet işlediler; nihayetsiz bir azaba müstehak oldular. Evet insana sermaye-i ömür ve cihazat-ı insaniye, mezkûr vezaif için verilmiştir.”(113)

“Âleme tecelli eden esma-i kudsiye-i İlahiyenin bütün tecelliyatının aksamını, birer birer, size o cihazat vasıtasıyla bildirip tattırmaktır. Siz dahi tatmakla tanıyarak iman getirmelisiniz.”(114)

İkincisi: Senin fıtratında vaz’edilen cihazatın anahtarlarıyla esma-i kudsiye-i İlahiyenin gizli definelerini açmaktır, Zât-ı Akdes’i o esma ile tanımaktır.

Üçüncüsü: Şu teşhirgâh-ı dünyada, mahlukat nazarında, esma-i İlahiyenin sana taktıkları garib san’atlarını ve latif cilvelerini bilerek hayatında teşhir ve izhar etmektir.

Beşincisi: Nasıl bir asker, padişahından aldığı türlü türlü nişanları, resmî vakitlerde takıp padişahın nazarında görünmekle onun iltifatat-ı âsârını gösterdiği gibi, sen dahi esma-i İlahiyenin cilvelerinin sana verdikleri letaif-i insaniye murassaatıyla bilerek süslenip o Şahid-i Ezelî’nin nazar-ı şuhud ve işhadına görünmektir..

Şimdi kendi hayatının mahiyetine bak ki, o mahiyetinin icmali şudur:

Esma-i İlahiyeye ait garaibin fihristesi, hem şuun ve sıfât-ı İlahiyenin bir mikyası, hem kâinattaki âlemlerin bir mizanı, hem bu âlem-i kebirin bir listesi, hem şu kâinatın bir haritası, hem şu kitab-ı ekberin bir fezlekesi, hem kudretin gizli definelerini açacak bir anahtar külçesi, hem mevcudata serpilen ve evkata takılan kemalâtının bir ahsen-i takvimidir.”(115-116)

“Esma ve sıfât-ı İlahiyeyi, şuun ve ef’al-i Rabbaniyeyi, bir şecere-i tûbâ-i nur hükmünde temsil edelim ki; o şecere-i nuraniyenin daire-i azameti, ezelden ebede uzanıp gidiyor. Hudud-u kibriyası, gayr-ı mütenahî feza-yı ıtlakta yayılıp ihata ediyor.”(126)

“Yüzer fünundan herbir fen, geniş mikyasıyla ve hususî âyinesiyle ve dûrbînli gözüyle ve ibretli nazarlarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelalini esmasıyla bildirir; sıfâtını, kemalâtını tanıttırır.”(144)

“Sâni’-i Zülcelal’in esma-i hüsnasından Nur isminin bir kesif âyinesi hükmünde olan güneşin, emr-i Rabbanî ve teshir-i İlahî ile mazhar olduğu vazifeler, şu hakikatı fehme takrib eder. Şöyle ki:

Güneş ulviyetiyle beraber bütün şeffaf ve parlak şeylere nihayet derecede yakın, belki onların zâtlarından onlara daha yakın olduğu, cilvesiyle ve timsaliyle ve tasarrufa benzer çok cihetlerle onları müteessir ettiği halde; o şeffaf şeyler ise, binler sene ondan uzaktırlar. Onu hiçbir vecihle müteessir edemezler, kurbiyet dava edemezler.”(152)

“Madem küfür ve dalalet, tuğyan ve masiyet esasları, inkârdır ve reddir, terktir ve adem-i kabuldür. Suret-i zahiriyede ne kadar müsbet ve vücudlu görünse de, hakikatta intifadır, ademdir. Öyle ise cinayet-i sâriyedir. Sair mevcudatın netaic-i amellerine halel verdiği gibi esma-i İlahiyenin cilve-i cemallerine perde çeker.”(154)

“Bütün âlemlerin Rabbi ve Müdebbiri ve Hâlıkı olan Zât-ı Zülcelal’in, ahkâmları ayrı ayrı pek çok namları ve ünvanları ve esma-i hüsnası vardır.”(164

“ Ezel ve ebed sultanının pek çok esma-i hüsnası vardır. Tecelliyat-ı celaliye ve tezahürat-ı cemaliye ile pek çok şuunatı ve ünvanları vardır.”(165)

“ Acaba, maddeden mücerred ve muallâ ve tahdid-i kayd ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberra ve şu umum envâr ve bütün nuraniyat onun envâr-ı kudsiye-i esmasının bir kesif zılali ve umum vücud ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misal nim-şeffaf bir âyine-i cemali ve sıfâtı muhita ve şuunatı külliye olan bir Zât-ı Akdes’in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef’ali içindeki teveccüh-ü ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi ferd uzak kalabilir, hangi şahsiyet külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir?”(179)

“Dünya, bir kitab-ı Samedanîdir. Huruf ve kelimatı nefislerine değil, belki başkasının zât ve sıfât ve esmasına delalet ediyorlar. Öyle ise manasını bil al, nukuşunu bırak git.

Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; müzahrefatını at, ehemmiyet verme.

Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı

kes.”(188)

“[Yirmibeş sene evvel Ramazanda ikindiden sonra Şeyh-i Geylanî’nin (K.S.) Esma-i Hüsna manzumesini okudum. Bana bir arzu geldi ki, esma-i hüsna ile bir münacat yazayım. Fakat o vakit bu kadar yazıldı. O kudsî üstadımın mübarek Münacat-ı Esmaiyesine bir nazire yapmak istedim. Heyhat!. Nazma istidadım yok. Yapamadım, noksan kaldı. Bu münacat, Otuzüçüncü Söz’ün Otuzüçüncü Mektub’u olan Pencereler Risalesine ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.]”(205)

“Eşya, tesbihat ile Sâni’-i Zülcelal’in tecelliyat-ı esmasına mukabele edip, bir naz-niyaz zemzemesidir, geliyor.”(209)

“Eşya, tesbihat ile Sâni’-i Zülcelal’in tecelliyat-ı esmasına mukabele edip, bir naz-niyaz zemzemesidir, geliyor.”(215)

“Hem o nur ile; kâinattaki harekât, tenevvüat, tebeddülat, tegayyürat manasızlıktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncaklığından çıkıp birer mektubat-ı Rabbaniye, birer sahife-i âyât-ı tekviniye, birer meraya-yı esma-i İlahiye ve âlem dahi bir kitab-ı hikmet-i Samedaniye mertebesine çıktılar.”(220)

“İşte o zât, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihayenin kâşifi ve ilâncısı ve saltanat-ı rububiyetin mehasininin dellâlı, seyircisi ve künuz-u esma-i İlahiyenin keşşafı, göstericisi olduğundan; böyle baksan -yani ubudiyeti cihetiyle- onu bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir şeref-i insaniyet, en nurani bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin.”(221)

“Acaba bütün efazıl-ı beni-Âdemi arkasına alıp, Arz üstünde durup, Arş-ı A’zama müteveccihen el kaldırıp dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-ı kâinat ne istiyor? Bak dinle: Saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, lika istiyor, Cennet istiyor. Hem meraya-yı mevcudatta ahkâmını ve cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i İlahiye ile beraber istiyor.”(223)

“Rabbimizi bize tarif eden Kur’an-ı Hakîm;…. Zât ve sıfât ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı nâtıkı, tercüman-ı sâtıı… Şu âlem-i insaniyetin mürebbisi, hikmet-i hakikîsi”(225)

“Kur’an-ı Hakîm, şu kâinattan bahsediyor; tâ, zât ve sıfât ve esma-i İlahiyeyi bildirsin. Yani bu kitab-ı kâinatın maânîsini anlattırıp, tâ Hâlıkını tanıttırsın.”(226)

“Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın dava-yı hilafet-i kübrada mu’cize-i kübrası, talim-i esmadır” diyor.

“Ey benî-Âdem! Sizin pederinize, melaikelere karşı hilafet davasında rüchaniyetine hüccet olarak, bütün esmayı talim ettiğimden, siz dahi madem onun evlâdı ve vâris-i istidadısınız. Bütün esmayı taallüm edip, mertebe-i emanet-i kübrada, bütün mahlukata karşı, rüchaniyetinize liyakatınızı göstermek gerektir

Vakit be-vakit başınızı kaldırıp esma-i hüsnama dikkat ederek, o semavata uruc etmek için fünununuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemalâtınızın menbaları ve hakikatları olan esma-i Rabbaniyeme çıkasınız ve o esmanın dûrbîniyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız.

İnsanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemalât-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havarik-ı sun’iyeyi “talim-i esma” ünvanıyla ifade ve tabir etmekte şöyle latif bir remz-i ulvî var ki: Herbir kemalin, herbir ilmin, herbir terakkiyatın, herbir fennin bir hakikat-ı âliyesi var ki; o hakikat, bir ism-i İlahîye dayanıyor.

Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemalât, o san’at kemalini bulur, hakikat olur. Yoksa yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir.”(244)

“Meselâ: Hendese bir fendir. Onun hakikatı ve nokta-i müntehası, Cenab-ı Hakk’ın İsm-i Adl ve Mukaddir’ine yetişip, hendese âyinesinde o ismin hakîmane cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.

Meselâ: Tıb bir fendir, hem bir san’attır. Onun da nihayeti ve hakikatı; Hakîm-i Mutlak’ın Şâfî ismine dayanıp, eczahane-i kübrası olan rûy-i zeminde rahîmane cilvelerini edviyelerde görmekle tıb kemalâtını bulur, hakikat olur.

Meselâ: Hakikat-ı mevcudattan bahseden Hikmet-ül Eşya, Cenab-ı Hakk’ın (Celle Celalühü) “İsm-i Hakîm”inin tecelliyat-ı kübrasını müdebbirane, mürebbiyane; eşyada, menfaatlarında ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu

hikmet hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafata inkılab eder ve malayaniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalalete yol açar.

Hem meselâ: Hâtem-i divan-ı nübüvvet ve bütün enbiyanın mu’cizeleri onun dava-i risaletine birtek mu’cize hükmünde olan enbiyanın serveri ve şu kâinatın mâ-bihil iftiharı ve Hazret-i Âdem’e (Aleyhisselâm) icmalen talim olunan bütün esmanın bütün meratibiyle tafsilen mazharı (Aleyhissalâtü Vesselâm) yukarıya celal ile parmağını kaldırmakla şakk-ı Kamer eden ve aşağıya cemal ile indirmekle yine on parmağından kevser gibi su akıtan ve bin mu’cizat ile musaddak ve müeyyed olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mu’cize-i kübrası olan Kur’an-ı Hakîm….”(245)

“Evet fıtraten ebediyeti isteyen ve ebed için halkolunan ve ezelî ve ebedî bir zâtın âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letafetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir latife-i Rabbaniye; şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahval-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.”(251)

“Herbiri birer mu’cize-i kudret olan zîhayatlar, herbiri o Şems-i Ezelî’nin şuaları hükmünde olan esmasının nokta-i mihrakıyesi suretindedir.”(275)

“Bir zîhayat ekser kâinatta cilveleri görünen esmayı birden kendi âyinesinde gösteriyor. Âdeta bir nokta-i mihrakıye hükmünde, Hayy-ı Kayyum’un tecelli-i ism-i a’zamını gösteriyor.”(277)

“Şu kitab-ı kebir-i âlemin herbir harfi, kendine cirmi kadar delalet eder ve kendi sureti kadar gösterir. Fakat Nakkaş-ı Ezelî’nin esmasını, bir kaside kadar tarif eder ve keyfiyetleri adedince işaret parmaklarıyla o esmayı gösterir, müsemmasına şehadet eder. Demek hem kendini, hem bütün kâinatı inkâr eden safsatacı gibi bir ahmak, yine Sâni’-i Zülcelal’in inkârına gitmemek gerektir!..”(278)

“Şu san’atlar, şu nakışlar, şu cilveler; bütün esması kudsiye ve cemile olan bir Zât-ı Cemil-i Zülcelal’in tazelenen san’atlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır, taharrük eden âyineleridir, birbiri arkasından gelen sikkeleridir, hikmetle değişen hâtemleridir.”(283)

“Bedihîdir ki, bir eserde kemal, o eserin menşe ve mebdei olan fiilin kemaline delalet eder. Fiilin kemali ise, ismin kemaline ve ismin kemali, sıfatın kemaline ve sıfatın kemali, şe’n-i zâtînin kemaline ve şe’nin kemali, o zât-ı zîşuunun kemaline, hadsen ve zarureten ve bedaheten delalet eder. Meselâ: Nasılki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukuş ve tezyinatı, arkalarında bir usta ef’alinin mükemmeliyetini gösterir. O ef’alin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren ünvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o esma ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın san’atına dair sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir ve o san’at ve sıfatlarının mükemmeliyeti, o san’at sahibinin şuun-u zâtiye denilen kabiliyet ve istidad-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir ve o şuun ve kabiliyet-i zâtiyenin mükemmeliyeti, o ustanın mahiyet-i zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misillü… Aynen öyle de: Şu kusursuz, futursuz

“En küçük bir kusur görüyor musun?” Mülk Sûresi, 67:3.” sırrına mazhar olan şu âsâr-ı meşhude-i âlem, şu mevcudat-ı muntazama-i kâinatta olan san’at ise; bilmüşahede bir müessir-i zil-iktidarın kemal-i ef’aline delalet eder. O kemal-i ef’al ise, bilbedahe o Fâil-i Zülcelal’in kemal-i esmasına delalet eder. O kemal-i esma ise, bizzarure o esmanın müsemma-i zülcemalinin kemal-i sıfatına delalet ve şehadet eder. O kemal-i sıfat ise, bilyakîn o mevsuf-u zülkemalin kemal-i şuununa delalet ve şehadet eder. O kemal-i şuun ise, bihakkalyakîn o zîşuunun kemal-i zâtına öyle delalet eder ki, bütün

kâinatta görünen bütün enva’-ı kemalât, onun kemaline nisbeten sönük bir zıll-ı zaîf suretinde bir Zât-ı Zülkemal’in âyât-ı kemali ve rumuz-u celali ve işarat-ı cemali olduğunu gösterir.”(284)

“İnsan, iman ile insanda tezahür eden san’at-ı İlahiye ve nukuş-u esma-i Rabbaniye itibariyle bir kıymet alır. Küfür, o nisbeti kat’eder. O kat’dan san’at-ı Rabbaniye gizlenir. Kıymeti dahi yalnız madde itibariyle olur. Madde ise, hem fâniye, hem zâile, hem muvakkat bir hayat-ı hayvanî olduğundan, kıymeti hiç hükmündedir.”(289?

“İşte insan, Cenab-ı Hakk’ın böyle antika bir san’atıdır ve en nazik ve nazenin bir mu’cize-i kudretidir ki; insanı, bütün esmasının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musaggar suretinde yaratmıştır.”(290)

“Eğer kat’-ı intisabdan ibaret olan küfür, insanın içine girse; o vakit bütün o manidar nukuş-u esma-i İlahiye karanlığa düşer, okunmaz. Zira Sâni’ unutulsa, Sânia müteveccih manevî cihetler de anlaşılmaz. Âdeta baş aşağı düşer. O manidar âlî san’atların ve manevî âlî nakışların çoğu gizlenir.”(290)

“Bütün mevcudat, her birisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet, birer has secde ettikleri gibi; bütün kâinattan dergâh-ı İlahiyeye giden, bir duadır. Ya istidad lisanıyladır. (Bütün nebatatın duaları gibi ki; her biri lisan-ı istidadıyla Feyyaz-ı Mutlak’tan bir suret taleb ediyorlar ve esmasına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar.)”(295)

“Küfür bir fenalıktır, bir tahribdir, bir adem-i tasdiktir. Fakat o tek seyyie; bütün kâinatın tahkirini ve bütün esma-i İlahiyenin tezyifini, bütün insaniyetin terzilini tazammun eder. Çünki şu mevcudatın âlî bir makamı, ehemmiyetli bir vazifesi vardır. Zira onlar, mektubat-ı Rabbaniye ve meraya-yı Sübhaniye ve memurîn-i İlahiyedirler. Küfür ise; onları âyinedarlık ve vazifedarlık ve manidarlık makamından düşürüp, abesiyet ve tesadüfün oyuncağı derekesine ve zeval ve firakın tahribiyle çabuk bozulup değişen mevadd-ı fâniyeye ve ehemmiyetsizlik, kıymetsizlik, hiçlik mertebesine indirdiği gibi.. bütün kâinatta ve mevcudatın âyinelerinde nakışları ve cilveleri ve cemalleri görünen esma-i İlahiyeyi inkâr ile tezyif eder. Ve insanlık denilen, bütün esma-i kudsiye-i İlahiyenin cilvelerini güzelce ilân eden bir kaside-i manzume-i hikmet ve bir şecere-i bâkiyenin cihazatını câmi’ çekirdek-misal bir mu’cize-i kudret-i bahire ve emanet-i kübrayı uhdesine almakla yer, gök, dağa tefevvuk eden ve melaikeye karşı rüchaniyet kazanan bir sahib-i mertebe-i hilafet-i arziyeyi; en zelil bir hayvan-ı fâni-i zâilden daha zelil, daha zaîf, daha âciz, daha fakir bir derekeye atar. Ve manasız, karmakarışık, çabuk bozulur bir âdi levha derekesine indirir.”(298)

“Sonra, esma-i kudsiye-i İlahiyenin nukuşlarından ibaret olan bedi’ san’atları, birbirinin nazar-ı ibretlerine gösterip dellâllık ve ilâncılıktır.

Sonra, herbiri birer gizli hazine-i maneviye hükmünde olan esma-i Rabbaniyenin cevherlerini idrak terazisiyle tartmak, kalbin kıymet-şinaslığı ile takdirkârane kıymet vermektir.”(306)

“Kâinatın her bir âleminde, her bir taifesinde, esma-i hüsnadan bir ismin ünvanı tecelli eder. O isim o dairede hâkimdir. Başka isimler orada ona tabidirler, belki onun zımnında bulunurlar. Hem mahlukatın her bir tabakasında az ve çok, küçük ve büyük, has ve âmm her birisinde has bir tecelli, has bir rububiyet, has bir isimle cilvesi vardır. Yani, o isim her şeye muhit ve âmm olduğu halde öyle bir kasd ve ehemmiyetle bir şeye teveccüh eder; güya o isim yalnız o şeye hastır.

….Elbette gerektir ki, Cenab-ı Hakk’ı bir isimle, bir ünvan ile, bir rububiyetle ve hâkeza.. tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri, içinde inkâr etmesin. Belki, her bir ismin cilvesinden sair esmaya intikal etmezse zarar eder. Meselâ: Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse gaflet ve tabiat dalaletine düşebilir.”(309)

“Bahardan sor. Bak nasıl “Ya Hannan, Ya Rahman, Ya Rahîm, Ya Kerim, Ya Latif, Ya Atûf, Ya Musavvir, Ya Münevvir, Ya Muhsin, Ya Müzeyyin” gibi çok esmayı işiteceksin.

Ve insan olan bir insandan sor. Bak nasıl bütün esma-i hüsnayı okuyor ve cephesinde yazılı.

Sen de dikkat etsen okuyabilirsin. Güya kâinat, azîm bir musika-i zikriyedir. En küçük nağme, en gür nağamata karışmakla, haşmetli bir letafet veriyor. Ve hâkeza kıyas et. Fakat çendan insan bütün esmaya mazhardır, fakat kâinatın tenevvüünü ve melaikenin ihtilaf-ı ibadatını intac eden tenevvü-ü esma, insanların dahi bir derece tenevvüüne sebeb olmuştur.

…Çok esmaya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara mübtela olan insan, münacatında, istiazesinde çok isimleri zikreder. Nasılki nev-i insanın medar-ı fahri ve elhak en hakikî insan-ı kâmil olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, Cevşen-ül Kebir namındaki münacatında binbir ismiyle dua ediyor; ateşten istiaze ediyor.”(310-311)

“Evet nasıl bir çiçek, Güneş’in küçücük bir âyinesidir. Şu koca Güneş dahi gök denizinde Şems-i Ezelî’nin “Nur” isminden tecelli eden bir lem’anın katre-misal bir âyinesidir.”(314)

“Hem dünyanın iki yüzü var; belki üç yüzü var. Biri, Cenab-ı Hakk’ın esmasının âyineleridir. Diğeri, âhirete bakar; âhiret tarlasıdır. Diğeri, fenaya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-yi İlahî olmayan ehl-i dalaletin dünyasıdır. Demek esma-i hüsnanın âyineleri ve mektubat-ı Samedaniye ve âhiretin mezraası olan koca dünya değil; belki âhirete zıd ve bütün hatiatın menşei ve beliyyatın menbaı olan dünyaperestlerin dünyasının âlem-i âhirette ehl-i imana verilen sermedî bir zerresine değmediğine işarettir.”(320)

“Hem ism-i a’zama mazhar olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir âyette mazhar olduğu feyz-i İlahî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir. Veraset-i Ahmediye ile ism-i a’zam zılline mazhar bir mü’min, kendi kabiliyeti itibariyle kemmiyetçe bir Nebinin feyzi kadar sevab alıyor denilse hilaf-ı hakikat olamaz.”(323)

Hem ism-i a’zama mazhar olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir âyette mazhar olduğu feyz-i İlahî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir. Veraset-i Ahmediye ile ism-i a’zam zılline mazhar bir mü’min, kendi kabiliyeti itibariyle kemmiyetçe bir Nebinin feyzi kadar sevab alıyor denilse hilaf-ı hakikat olamaz.

“ Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere,meleklerden semeklere, seyyarattan zerrelere kadar her şey Cenab-ı Hakk’a secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmalara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir.”(326)

“Yeryüzünün tarlasında nebatatın her bir taifesi, lisan-ı hal ve istidad diliyle Fâtır-ı Hakîm’den sual ediyorlar, dua ediyorlar ki: “Ya Rabbena! Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün her bir tarafında taifemizin bayrağını dikmekle saltanat-ı rububiyetini lisanımızla ilân edelim ve rûy-i arz mescidinin her bir köşesinde sana ibadet etmek için bize tevfik ver ve meşhergâh-ı arzın her bir tarafında senin esma-i hüsnanın nakışlarını, senin bedi’ ve antika san’atlarını kendi lisanımızla teşhir etmek için bize bir revaç ve seyahata iktidar ver.” derler. Fâtır-ı Hakîm onların manevî dualarını kabul edip ki, bir taifenin tohumlarına kıldan kanatçıklar verir; her tarafa uçup gidiyorlar. Taifeleri namına esma-i İlahiyeyi okutturuyorlar (Ekser dikenli nebatat ve bir kısım sarı çiçeklerin tohumları gibi).”(330)

“Nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tegaddi eden ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber esma-i hüsna ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.”(333)

“Kavun, kalbinde nüveler suretinde bin niyet eder ki, “Ya Hâlıkım! Senin esma-i hüsnanın nakışlarını yerin bir çok yerlerinde ilân etmek isterim.”(334)

“Şeriat ve Sünnet-i Seniyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden esma-i hüsnanın herbir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı câmi’ olmağa çalış…”(335)

“Ve (Kur’an) zeminde ve gökte gizli esma-i İlahiyenin manevî hazinelerinin

keşşafı..”(339)

“Ve zât ve sıfât ve esma ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı katıı, tercüman-ı satıı… Ve şu âlem-i insaniyetin mürebbisi..”(340)

“Allah” bir ism-i câmi’ olduğundan esma-i hüsna adedince tevhidler, içinde bulunur. “(366)

“Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, âyetlerin hâtimelerinde galiben bazı fezlekeleri zikreder ki; o fezlekeler, ya esma-i hüsnayı veya manalarını tazammun ediyor veyahut aklı tefekküre sevketmek için akla havale eder veyahut makasıd-ı Kur’aniyeden bir kaide-i külliyeyi tazammun eder ki, âyetin te’kid ve teyidi için fezlekeler yapar.”(386)

“Kur’an-ı Hakîm, i’cazkâr beyanatıyla Sâni’-i Zülcelal’in ef’al ve eserlerini nazara karşı serer, basteder. Sonra o âsâr ve ef’alinde esma-i İlahiyeyi istihrac eder; veya haşir ve tevhid gibi bir makasıd-ı asliye-i Kur’aniyeyi isbat ediyor.”(386)

“Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı İlahiyenin mensucatını açar, gösterir. Sonra fezlekede o mensucatı, esma içinde tayyeder veyahut akla havale eder.”(387)

“Kur’an kâh olur, mahlukat-ı İlahiyeyi bir tertible zikreder; sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizan olduğunu ve onun semereleri olduğunu göstermekle güya bir şeffafiyet, bir parlaklık veriyor ki; sonra o âyine-misal tertibinden cilvesi bulunan esma-i İlahiyeyi gösteriyor. Güya o mahlukat-ı mezkûre, elfazdır. Şu esma onun manaları, yahut o meyvelerin çekirdekleri, yahut hülâsalarıdırlar.”(389-390)

“Sebeb ve müsebbeb ortasındaki uzun mesafede, esma-i İlahiye birer yıldız gibi tulû’ eder.”(393)

“Her meyvedar ağacın, ya çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var, esma-i İlahiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ubudiyetleri var.”(396)

“Kur’an-ı Hakîm kâh olur cüz’î bazı maksadları zikreder. Sonra o cüz’iyat vasıtasıyla küllî makamlara zihinleri sevketmek için, o cüz’î maksadı, bir kaide-i külliye hükmünde olan esma-i hüsna ile takrir ederek tesbit eder, tahkik edip isbat eder.”(397)

“Yedi tabaka semavattan, tâ hurdebînî zîhayatlara kadar, her bir mahluk küllî olsun cüz’î olsun, küçük olsun büyük olsun, mazhar olduğu bütün isimlerin cilve ve nakışları dilleriyle, o esma-i hüsnanın Müsemma-i Zülcelalini tesbih edip, şerik ve nazirden tenzih ediyorlar.”(399)

“En küçük mahluk, en cüz’î bir masnu’, küçüklüğü ve cüz’iyetiyle beraber, taşıdığı nakışlar ve keyfiyetler işaretiyle pek çok esma-i külliyeyi göstermek ile Müsemma-yı Zülcelali tesbih edip vahdaniyetine şehadet eder.”(400)

“Esma ve sıfât-ı İlahiye ve şuun ve ef’al-i Rabbaniye, bir şecere-i tûbâ-i nur hükmünde temsil edilmekle; o şecere-i nuraniyenin daire-i azameti ezelden ebede uzanıp gidiyor. Hudud-u kibriyası, gayr-ı mütenahî feza-yı ıtlakta yayılıp ihata ediyor.”(405)

“Şu sarsılan ve hareket eden dünya, Sâniine baktığı vakit, o harekât ve tegayyürat, kalem-i kudretin mektubat-ı Samedaniyeyi yazması için o kalemin işlemesidir. O tebeddülât-ı ahval ise, esma-i İlahiyenin cilve-i şuunatını ayrı ayrı tavsifat ile gösteren, tazelenen âyineleridir.”(407)

“Sâni’-i Zülcelal’in esmasına bakar. Meselâ: Nasıl bir usta hârika bir makinayı yapsa, herkes o zâta “Mâşâallah, bârekâllah” deyip alkışlar. Öyle de: O makina dahi, ondan maksud neticeleri tam tamına göstermesiyle, lisan-ı haliyle ustasını tebrik eder, alkışlar. Her zîhayat ve her şey böyle bir makinadır, ustasını tesbihlerle alkışlar.”(431)

“Küfür, çendan bir seyyiedir. Fakat, bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delail-i vahdaniyeti gösteren bütün mevcudatı tekzib ve bütün tecelliyat-ı esmayı tezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcudat ve esma-i İlahiye namına Cenab-ı Hak kâfirden şedid şikayet ve dehşetli tehdidat etmek; ayn-ı hikmettir ve ebedî azab vermek, ayn-ı adalettir.”(434)

“Hayat, ahval-i muhtelife içinde yuvarlanıp kuvvet buluyor. Mütebayin vaziyetlere girip tasaffi ediyor ve müteaddid keyfiyatı alıp, matlub semeratı veriyor ve müteaddid tavırlara girip, Vâhib-i Hayat’ın nukuş-u esmasını güzelce gösterir.”(440)

“Elemler, musibetler nev’inde olan keyfiyat; bazı esmasının ahkâmını göstermek için lemaat-ı hikmet içinde bazı şuaat-ı rahmet ve o şuaat-ı rahmet içinde latif güzellikler vardır.”(441)

“Bütün hakaik-i mevcudat, İsm-i Hakk’ın şuaatı ve esmasının tezahüratı ve sıfâtının tecelliyatıdırlar. Maddî ve manevî, cevherî, arazî her bir şeyin, her bir insanın hakikatı, birer ismin nuruna dayanır ve hakikatına istinad eder. Yoksa hakikatsız, ehemmiyetsiz bir surettir.”(442)

“Her şey nefsinde mana-yı ismiyle fânidir, mefkuddur, hâdistir, madumdur. Fakat mana-yı harfiyle ve Sâni’-i Zülcelal’in esmasına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibariyle şahiddir, meşhuddur, vâciddir, mevcuddur.”(447)

“Bütün mevcudat, esmasının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcib-ül Vücud’u bulan, her şeyi bulur.”(447)

“Kâinatı ehl-i vahdet-ül vücud gibi, huzur-u daimî kazanmak için i’dama mahkûm zannedip, “Lâ mevcude illâ Hû” hükmetmeye veyahut ehl-i vahdet-üş şuhud gibi, huzur-u daimî için kâinatı nisyan-ı mutlak hapsinde hapse mahkûm tahayyül edip, “Lâ meşhude illâ Hû” demeye mecbur olmuyor. Belki i’damdan ve hapisten gayet zahir olarak Kur’an afvettiğinden, o da sarf-ı nazar edip ve mevcudatı kendileri hesabına hizmetten azlederek Fâtır-ı Zülcelal hesabına istihdam edip, esma-i hüsnasının mazhariyet ve âyinedarlık vazifesinde istimal ederek mana-yı harfî nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup huzur-u daimîye girmektir; her şeyde Cenab-ı Hakk’a bir yol bulmaktır.”(448

“Sahabelerin dünyası ise, işte o iki yüzdedir. Dünyayı âhiret mezraası görüp, ekip biçmişler. Mevcudatı, esma-i İlahiyenin âyinesi görüp, müştakane temaşa edip bakmışlar. Fena-i dünya ise, fâni yüzüdür ki, insanın hevesatına bakar.”(463)

“Eğer insan yalnız bir kalbden ibaret olsaydı; bütün masivayı terk, hattâ esma ve sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenab-ı Hakk’ın zâtına rabt-ı kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letaifi ve hassaları vardır. İnsan-ı kâmil odur ki: Bütün o letaifi; kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubudiyette, hakikat canibine sevketmek ile sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir surette, kalb bir kumandan gibi, letaif askerleriyle kahramanane maksada yürüsün. Yoksa kalb, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medar-ı iftihar değil, belki netice-i ızdırardır.”(464)

“Cismaniyet; en câmi’, en muhit, en zengin bir âyine-i tecelliyat-ı esma-i İlahiyedir. Bütün hazain-i rahmetin müddeharatını tartacak ve mizana çekecek âletler, cismaniyettedir. Meselâ: Dildeki kuvve-i zaika, rızk zevkinde enva’-ı mat’umat adedince mizanlara menşe’ olmasaydı; her birini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı. Hem ekser esma-i İlahiyenin tecelliyatını hissedip bilmek, zevkedip tanımak cihazatı, yine cismaniyettedir.”(467)

“Ben, mutavassıt bir badem ağacı gördüm ki: Kırka yakın baş hükmünde büyük dalları var. Sonra bir dalına baktım, kırka yakın dili hükmünde küçük dalları var. Sonra o küçük dalının bir diline baktım, kırk çiçek açmıştır. O çiçeklere nazar-ı hikmetle dikkat ettim, her bir çiçek içinde kırka yakın incecik, muntazam püskülleri, renkleri ve san’atları gördüm ki; her biri Sâni’-i Zülcelal’in ayrı ayrı birer cilve-i esmasını ve birer ismini okutturuyor.”(482)

“Ene, künuz-u mahfiye olan esma-i İlahiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır,bir tılsım-ı hayretfezadır.”(502)

“Sani-i Hakîm, insanın eline emanet olarak, rububiyetinin sıfât ve şuunatının hakikatlarını gösterecek, tanıttıracak, işarat ve nümuneleri câmi’ bir ene vermiştir. Tâ ki o ene, bir vâhid-i kıyasî olup, evsaf-ı rububiyet ve şuunat-ı uluhiyet bilinsin.”(503)

“Bütün sıfât ve şuunat-ı İlahiyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı ahval ve sıfât ve hissiyat, ene’de münderiçtir.”(503)

“(Ene-nin)Vazifesi ise, kendi Hâlıkının sıfât ve şuunatına mikyas ve mizan olarak, şuurkârane bir hizmettir.”(506)

“Cenab-ı Hak bütün esmasıyla ve kâinat bütün hakaikıyla ve silsile-i nübüvvet bütün tahkikatıyla ve Kütüb-ü Semaviye bütün âyâtıyla gösterdikleri haşir ve âhiret kapısını bulmayıp, haşri nefyedip, ervahlara bir ezeliyet isnad etmişler.”(510)

“Nihayetsiz tecelliyat-ı esma-i İlahiyenin nakışlarını göstermekle, o esmanın cilvelerini ifade için mahdud bir zeminde hadsiz nukuş göstermek, küçük bir sahifede nihayetsiz maânîleri ifade edecek olan hadsiz âyâtları yazmak için Nakkaş-ı Ezelî zerratı, kemal-i hikmetle tahrik edip kemal-i intizamla tavzif etmiştir.”(517)

“Şu ağacın geçen bahardaki yaprak ve çiçek ve meyvelerinin ruhları olmadığından, şu bahardaki emsalinin, hakikatça aynılarıdır. Yalnız teşahhusat-ı itibariyede fark var. Fakat o itibarî teşahhuslar, her vakit tecelliyatı tazelenmekte olan şuunat-ı esma-i İlahiyenin maânîlerini ifade için, şu bahardakiler ayrı teşahhusatla onların yerine geldiler.”(517)

“Hem madem her şeyin hakikatı, Cenab-ı Hakk’ın bir isminin tecellisine bakar, ona bağlıdır, ona âyinedir. O şey, ne kadar güzel bir vaziyet alsa, o ismin şerefinedir; o isim öyle ister. O şey bilse, bilmese; o güzel vaziyet, hakikat nazarında matlubdur. Ve şu hakikattan gayet muazzam bir “Kanun-u Tahsin ve Cemal”in ucu görünüyor.”(521)

“Şems-i Ezel ve Ebed Sultanı olan Zât-ı Ehad ve Samed’in tecellisi, mahiyet-i insaniyeye hadsiz meratibi tazammun eden iki suretle tezahür eder:

Birincisi: Âyine-i kalbe uzanan bir nisbet-i Rabbaniye ile bir tezahürdür ki; herkes istidadına ve tayy-ı meratibde seyr ü sülûküne, esma ve sıfâtın tecelliyatına nisbeten cüz’î ve küllî o Şems-i Ezelî’nin nuruna ve sohbetine ve münacatına mazhariyeti var. Galib-i esma ve sıfâtın zılalinde giden velayetlerin derecatı bu kısımdan ileri gelir.

İkincisi: İnsanın câmiiyeti ve şecere-i kâinatın en münevver meyvesi olduğundan, bütün kâinatta cilveleri tezahür eden esma-i hüsnayı, birden âyine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle Cenab-ı Hak, tecelli-i zâtıyla ve esma-i hüsnanın a’zamî mertebede, nev’-i insanın manen en a’zam bir ferdine, tecelli-i a’zam tezahür eder ki; bu tezahür ve tecelli, Mi’rac-ı Ahmedî (A.S.M.) sırrıdır ki; onun velayeti, risaletine mebde’ olur.”(527)

“Her zîkalb ve kâmil veli, seyr ü sülûk ile, arştan ve daire-i esma ve sıfâttan kırk günde geçebilir.”(536)

“Esma-i hüsnasının herbir isminde ne kadar gizli manevî defineler ve herbir ünvan-ı mukaddesesinde ne kadar mahfî letaif bulunduğunu, şu kâinat bütün mevcudatıyla gösterir. Ve öyle bir tarzda gösterir ki: Bütün fünun, bütün desatiriyle şu kitab-ı kâinatı, zaman-ı Âdem’den beri mütalaa ediyor. Halbuki o kitab, esma ve kemalât-ı İlahiyeye dair ifade ettiği manaların ve gösterdiği âyetlerin öşr-i mi’şarını daha okuyamamış.”(538)

“Nakkaş-ı Ezelî, şu kâinatı, kemalâtını ve cemalini ve hakaik-i esmasını göstermek için öyle bir tarzda yazmıştır ki; bütün mevcudat, hadsiz cihetlerle nihayetsiz kemalâtını ve esma ve sıfâtını bildirir, ifade eder.”(539)

“Evet zeminin yüzünde kesret o kadar intişar etmiş ve hilkat o kadar teşa’ub etmiş ki, bütün kâinatta münteşir umum masnuatın pekçok fevkinde ecnas-ı mahlukat ve esnaf-ı masnuat, küre-i zeminde bulunur, değişir; daima dolup boşalır. İşte şu cüz’iyat ve kesretin menba’ları, madenleri elbette küllî kanunlar ve küllî tecelliyat-ı esmaiyedir ki: O küllî kanunlar, o küllî tecelliler ve o muhit esmaların mazharları da bir derece basit ve safi ve herbiri bir âlemin arşı ve sakfı ve bir âlemin merkez-i tasarrufu hükmünde olan semavattır ki: O âlemlerin birisi de Sidret-ül Münteha’daki Cennet-ül Me’vadır. Yerdeki tesbihat ve tahmidat, o Cennet’in meyveleri suretinde (Muhbir-i Sadık’ın ihbarı ile) temessül ettiği sabittir. İşte bu üç nokta gösteriyorlar ki: Yerde olan netaic ve semeratın mahzenleri oralardadır ve mahsulâtı o tarafa gider.”(543)

“Meşiet ve hikmet-i İlahiyenin muktezasıyla ve çok esmanın tezahür etmek istemesiyle; müsebbebat, esbaba rabtedilmiş. Her bir şey, bir sebeble bağlanmış.”(569)

“Acaba: Maddeden mücerred ve muallâ, hem kaydın tahdidinden ve kesafetin zulmetinden münezzeh ve müberra, hem şu umum envâr ve şu bütün nuraniyat onun envâr-ı kudsiye-i esmaiyesinin kesif bir gölgesi ve zılali, hem umum vücud ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i berzah ve âlem-i misal nim-şeffaf birer âyine-i cemali, hem sıfâtı muhita ve şuunatı külliye olan bir tek Zât-ı Akdes’in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhit ile zahir olan tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef’ali içindeki teveccüh-ü ehadiyetinden hangi şey saklanabilir? Hangi iş ona ağır gelebilir? Hangi yer ondan gizlenebilir? Hangi ferd ondan uzak kalabilir? Hangi şahıs külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir? Hiç eşya ondan gizlenebilir mi? Hiç bir iş, bir işe mani olur mu? Hiçbir yer, onun huzurundan hâlî kalır mı? İbn-i Abbas Radıyallahü Anh’ın dediği gibi: “Her bir mevcuda bakar birer manevî basarı ve işitir birer manevî sem’i” bulunmaz mı?”(571)

Ahsenü’l-Hâlıkîn, Allahu ekber, Hayru’l-Fâsılîn, Hayru’l-Muhsinîn gibi tabirattaki müvazene, Cenab-ı Hakk’ın vaki’deki sıfât ve ef’ali, sair o sıfât ve ef’alin nümunelerine mâlik olanlarla müvazene ve tafdil değildir. Çünki bütün kâinatta cin ve ins ve melekte olan kemalât, onun kemaline nisbeten zaîf bir gölgedir; nasıl müvazeneye gelebilir? Belki müvazene, insanların ve bahusus ehl-i gafletin nazarına göredir.”(577)

“Esma-i İlahiye ve sıfât-ı kudsiyenin mahiyetlerinde de, akıl itibariyle hadsiz meratib bulunabilir. Halbuki Cenab-ı Hak, o sıfât ve esmanın mümkün ve mutasavver bütün meratibinin en ekmelinde, en ahsenindedir. Bütün kâinat, kemalâtıyla bu hakikata şahiddir. “Lehül Esma-ül Hüsna” bütün esmasını ahseniyet ile tavsif, şu manayı ifade ediyor.”(577)

“Cenab-ı Hakk’ın bütün kemalâtı ve esma-i hüsnasının bütün meratibleri ve bütün faziletleri, hakikî kemalât olduklarından bizzât sevilirler. “Mahbubetün Lizâtihâ”dırlar. Mahbub-u Bilhak ve Habib-i Hakikî olan Zât-ı Zülcelal, hakikî olan kemalâtını ve sıfât ve esmasının güzelliklerini kendine lâyık bir tarzda sever, muhabbet eder. Hem o kemalâtın mazharları, âyineleri olan san’atını ve masnuatını ve mahlukatının mehasinini sever, muhabbet eder. Enbiyasını ve evliyasını, hususan Seyyid-ül Mürselîn ve Sultan-ül Evliya olan Habib-i Ekremini sever. Yani kendi cemalini sevmesiyle, o cemalin âyinesi olan Habibini sever. Ve kendi esmasını sevmesiyle, o esmanın mazhar-ı câmii ve zîşuuru olan o Habibini ve ihvanını sever.”(579)

“Eserdeki kemalât, o ef’alin kemalâtından ileri gelir ve onu gösterir. Kemal-i ef’al ise, bizzarure bir fâil-i mükemmele ve o fâilin kemal-i esmasına, yani âsâra nisbeten müdebbir, musavvir, hakîm, rahîm, müzeyyin gibi isimlerin kemaline delalet eder. İsimlerin ve ünvanların kemali ise, şeksiz şübhesiz o fâilin kemal-i evsafına delalet eder. Zira sıfat mükemmel olmazsa, sıfattan neş’et eden isimler, ünvanlar mükemmel olamaz. Ve o evsafın kemali, bilbedahe şuunat-ı zâtiyenin kemaline delalet eder. Çünki sıfâtın mebde’leri, o şuun-u zâtiyedir. Ve şuun-u zâtiyenin kemali ise; biilmelyakîn zât-ı zîşuunun kemaline ve öyle lâyık bir kemaline delalet eder ki; o kemalin ziyası, şuun ve sıfât ve esma ve ef’al ve âsâr perdelerinden geçtiği halde, şu kâinatta yine bu kadar hüsnü ve cemali ve kemali göstermiş.”(579-580)

“Kâinat mezahirinde ve mevcudat âyinelerinde görülen mehasin ve kemalât, bir tek Zât-ı Vâcib-ül Vücud’un tecelliyat-ı kemalidir ve cilve-i cemal-i esmasıdır.”581)

“Bin bir esma-i İlahiyenin herbirinde pek çok tabakat-ı hüsün ve cemal ve fazl ve kemal bulunduğu gibi, pek çok meratib-i muhabbet ve iftihar ve izzet ve kibriya vardır.”(583)

“Acaba, -sâbıkan beyan ettiğimiz gibi- her bir isminde binler ihsan defineleri bulunan ve bütün sevdiklerimizi ihsanatıyla mes’ud eden ve binler kemalâtın menbaı olan ve binler tabakat-ı cemalin medarı olan bin bir esmasının müsemması olan Cemil-i Zülcelal, Mahbub-u

Zülkemal, ne derece aşk ve muhabbete lâyık olduğu ve bütün kâinat, onun muhabbetiyle mest ve sergerdan olmasının şayeste bulunduğu anlaşılmaz mı?”(583)

“Şu nihayetsiz kemalât-ı muhabbet, vâhidiyet ve ehadiyet dairesinde Zât-ı Zülcelal’in kendi esma ve mahlukatıyla hasıl olur. Demek o daire haricinde tevehhüm olunan kemalât, kemalât değildir.”(584)

“Dünyanın üç yüzü var:Birinci yüzü: Cenab-ı Hakk’ın esmasına bakar. Onların nukuşunu gösterir. Mana-yı harfiyle, onlara âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubat-ı Samedaniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir. Nefrete değil, aşka lâyıktır.”(584,188,463,33.söz-22.Pencere,324-12.Asıl,Mesnevi-i Nuriye.63,Kastamonu Lahikası.96,101.Bkn.Mektubat.268,Lem’alar.219-220,102-7.Nota)

“Bütün mevcudatın hakaikı, bütün kâinatın hakikatı; esma-i İlahiyeye istinad eder. Her bir şeyin hakikatı, bir isme veyahut çok esmaya istinad eder. Eşyadaki sıfatlar, san’atlar dahi, her biri birer isme dayanıyor. Hattâ hakikî fenn-i hikmet, “Hakîm” ismine ve hakikatlı fenn-i tıp “Şâfî” ismine ve fenn-i hendese “Mukaddir” ismine ve hâkeza her bir fen, bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi, bütün fünun ve kemalât-ı beşeriye ve tabakat-ı kümmelîn-i insaniyenin hakikatları, esma-i İlahiyeye istinad eder. Hattâ muhakkikîn-i evliyanın bir kısmı demişler: “Hakikî hakaik-i eşya, esma-i İlahiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir.” Hattâ bir tek zîhayat şeyde, yalnız zahir olarak yirmi kadar esma-i İlahiyenin cilve-i nakşı görünebilir.”(586)

“Sâni’-i Hakîm, cenneti ve dünyayı, semavatı ve zemini, nebatat ve hayvanatı, cin ve insi, melek ve ruhaniyatı, küllî ve cüz’î bütün eşyayı; cilve-i esmasıyla eşkalini tahdid ediyor, tanzim ediyor, birer miktar-ı muayyene veriyor. Onun ile bunlara “Mukaddir, Munazzım,Musavvir” isimlerini okutturuyor.”(587)

“Sâni’-i Zülcelal, bütün masnuatını öyle bir tarzda yapmış ki; ekserisi, hususan zîhayat kısmı, çok esma-i İlahiyeyi okutturur. Güya her bir masnuuna ayrı ayrı, birbiri üstünde yirmi gömlek giydirmiş, yirmi perdeye sarmış. Her gömlekte, her perdede ayrı ayrı esmasını yazmış.”(589)

“Yalnız bir güzel çiçek ve hasna bir insan ve yalnız maddî ve zahir suretinde bu kadar esmayı gösterirse; acaba umum çiçekler ve bütün zîhayat ve büyük ve küllî mevcudat, ne derece ulvî ve küllî esmayı okutuyor, kıyas edebilirsin.”(589)

“Cennet bir çiçektir. Huri taifesi dahi bir çiçektir. Rûy-i zemin dahi bir çiçektir. Bahar da bir çiçektir. Sema da bir çiçektir; yıldızlar, o çiçeğin yaldızlı nakışlarıdır. Güneş de bir çiçektir; ziyasındaki yedi rengi, o çiçeğin nakışlı boyalarıdır. Âlem, güzel ve büyük bir insandır; nasılki insan, küçük bir âlemdir. Huriler nev’i ve ruhanîler cemaatı ve melek cinsi ve cin taifesi ve insan nev’i, birer güzel şahıs hükmünde tasvir ve tanzim ve icad edilmiştir. Hem her biri külliyetiyle; hem her bir ferdi, tek başıyla Sâni’-i Zülcemalinin esmasını gösterdikleri gibi; onun cemaline, kemaline, rahmetine ve muhabbetine birer ayrı ayrı âyinelerdir. Ve nihayetsiz cemal ve kemaline ve rahmet ve muhabbetine birer şahid-i sadıktır.”(589-590)

“Hakaik-i eşyanın esma-i İlahiyeye dayandığını ve istinad ettiğini, belki hakikî hakaik, o esmanın cilveleri olduğunu ve her şeyin çok cihetlerle, çok dillerle Sâniini zikr ve tesbih ettiğini anla.”(590)

“Eğer bir çiçekte esmayı okuyamıyorsan ve vâzıh göremiyorsan; Cennet’e bak, bahara dikkat et, zeminin yüzünü temaşa et. Rahmetin şu büyük çiçekleri olan Cennet ve bahar ve zeminde yazılan esmayı vâzıhan okuyabilirsin, cilvelerini ve nakışlarını anlar, görürsün.”(590)

“Sû’-i ihtiyarından neş’et eden küfür sarhoşluğu ile ve dalalet divaneliğiyle Sâni’-i Hakîm’in şu misafirhane-i dünyasını, tesadüf ve tabiat oyuncağı olduğunu tevehhüm edip ve cilve-i esma-i İlahiyeyi tazelendiren masnuatın, zamanın geçmesiyle vazifelerinin bittiğinden âlem-i gayba geçmelerini, adem ile i’dam tasavvur ederek ve tesbihat sadâlarını, zeval ve

firak-ı ebedî vaveylâsı olduklarını tahayyül ettiğinden ve mektubat-ı Samedaniye olan şu mevcudat sahifelerini, manasız, karmakarışık tasavvur ettiğinden ve âlem-i rahmete yol açan kabir kapısını zulümat-ı adem ağzı tasavvur ettiğinden ve eceli, hakikî ahbablara visal daveti olduğu halde, bütün ahbablardan firak nöbeti tasavvur ettiğinden; hem kendini dehşetli bir azab-ı elîmde bırakıyor, hem mevcudatı, hem Cenab-ı Hakk’ın esmasını, hem mektubatını inkâr ve tezyif ve tahkir ettiğinden, merhamete ve şefkate lâyık olmadığı gibi, şiddetli bir azaba da müstehaktır. Hiçbir cihette merhamete lâyık değildir.”(592)

“Ey bedbaht ehl-i dalalet ve gaflet! “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz azab çekmektir.” kaidesi sırrınca, siz, fıtratınızdaki Cenab-ı Hakk’ın zât ve sıfât ve esmasına sarfedilecek muhabbet ve marifet istidadını ve şükür ve ibadat cihazatını, nefsinize ve dünyaya gayr-ı meşru bir surette sarfettiğinizden, bil-istihkak cezasını çekiyorsunuz.”(593)

“Dünyayı, bir misafirhane-i Rahman olduğunu göstermekle ve dünyadaki mevcudat ise, esma-i İlahiyenin âyineleri olduklarını ve masnuatı ise, her vakit tazelenen mektubat-ı Samedaniye olduklarını bildirmekle, insanın fena-yı dünyadan ve zeval-i eşyadan ve hubb-u fâniyattan gelen yaralarını güzelce tedavi eder ve evhamın zulümatından kurtarır.”(593)

“Şu âlem çendan fânidir, fakat ebedî bir âlemin levazımatını yetiştiriyor. Çendan zâildir, geçicidir; fakat bâki meyveler veriyor, bâki bir zâtın bâki esmasının cilvelerini gösteriyor.”(594)

“Bütün esması, nihayet derecede güzel olan ve her isminde pek çok envâr-ı hüsün ve cemal bulunan ve cennet bütün güzellikleriyle ve nimetleriyle, onun cemal-i rahmetini ve rahmet-i cemalini gösteren ve sevimli ve sevilen bütün kâinattaki bütün hüsün ve cemal ve mehasin ve kemalât, onun cemaline ve kemaline işaret eden ve delalet eden ve emare olan bir zâtı, mahbub ve mabud ittihaz et…”(595)

“Asâr ve mahlukat fânidirler. Fakat o âsârda ve o masnuatta nakışları, cilveleri görünen esma-i hüsna bâkidirler, daimîdirler. Ve esma ve sıfâtın her birisinde binler meratib-i ihsan ve cemal ve binler tabakat-ı kemal ve muhabbet var. Sen yalnız Rahman ismine bak ki: Cennet bir cilvesi ve saadet-i ebediye bir lem’ası ve dünyadaki bütün rızk ve nimet, bir katresidir.”(595)

” Zira ehl-i iman ise (çünki) semavat ve arzın vazifelerini bilir. Hakikî hakikatlarını tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri manaları iman ile anlıyor. “Ne kadar güzel yapılmışlar, ne kadar güzel hizmet ediyorlar.” diyor. Ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenab-ı Hak hesabına onlara ve onlar âyine oldukları esmaya muhabbet ediyor. İşte bu sır içindir ki, semavat ve zemin, ağlar gibi ehl-i imanın zevaline mahzun oluyorlar.”(596)

“MÜHİM BİR SUAL: Diyorsunuz ki: “Muhabbet, ihtiyarî değil. Hem ihtiyac-ı fıtrîye binaen, leziz taamları ve meyveleri severim. Peder ve vâlide ve evlâdlarımı severim. Refika-i hayatımı severim. Dost ve ahbablarımı severim. Enbiya ve evliyayı severim. Hayatımı, gençliğimi severim. Baharı ve güzel şeyleri ve dünyayı severim. Nasıl bunları sevmeyeceğim? Nasıl bütün bu muhabbetleri, Cenab-ı Hakk’ın zât ve sıfât ve esmasına verebilirim? Bu ne demektir?

Elcevab: “Dört Nükte”yi dinle.

BİRİNCİ NÜKTE: Muhabbet, çendan ihtiyarî değil. Fakat ihtiyar ile, muhabbetin yüzü, bir mahbubdan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ: Bir mahbubun çirkinliğini göstermekle veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya âyine olduğunu göstermekle, muhabbetin yüzü, mecazî mahbubdan hakikî mahbuba çevrilebilir.”(596-597)

“Hem baharı; Cenab-ı Hakk’ın nurani esmalarının en latif, güzel nakışlarının sahifesi ve Sâni’-i Hakîm’in antika san’atının en müzeyyen ve şaşaalı bir meşher-i san’atı olduğu

cihetiyle mütefekkirane sevmek, Cenab-ı Hakk’ın esmasını sevmektir.

Hem dünyayı; âhiretin mezraası ve esma-i İlahiyenin âyinesi ve Cenab-ı Hakk’ın mektubatı ve muvakkat bir misafirhanesi cihetinde sevmek, -nefs-i emmare karışmamak şartıyla- Cenab-ı Hakk’a ait olur.”(598)

“Cenab-ı Hakk’ın esmasına karşı olan muhabbetin tabakatı var: Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi; bazan âsâra muhabbet suretiyle esmayı sever. Bazan esmayı, kemalât-ı İlahiyenin ünvanları olduğu cihetle sever. Bazan insan, câmiiyet-i mahiyet cihetiyle hadsiz ihtiyacat noktasında esmaya muhtaç ve müştak olur ve o ihtiyaçla sever.”(599)

“İşte insanın mahiyeti ulviye, fıtratı câmia olduğundan; binler enva’-ı hacat ile binbir esma-i İlahiyeye, herbir ismin çok mertebelerine fıtraten muhtaçtır. Muzaaf ihtiyaç, iştiyaktır. Muzaaf iştiyak, muhabbettir. Muzaaf muhabbet dahi aşktır. Ruhun tekemmülatına göre meratib-i muhabbet, meratib-i esmaya göre inkişaf eder. Bütün esmaya muhabbet dahi -çünki o esma Zât-ı Zülcelal’in ünvanları ve cilveleri olduğundan- muhabbet-i zâtiyeye döner.”(600)

“O güzel âsârdan ef’al-i İlahiyenin güzelliğine intikal ettirir. Ondan esmanın güzelliğine, ondan sıfâtın güzelliğine, ondan Zât-ı Zülcelal’in cemal-i bîmisaline karşı kalbe yol açar. İşte bu muhabbet bu surette olsa, hem lezzetlidir, hem ibadettir ve hem tefekkürdür.”(602)

“Cenab-ı Hak celil uluhiyetiyle, cemil rahmetiyle, kebîr rububiyetiyle, kerim re’fetiyle, azîm kudretiyle, latif hikmetiyle, şu küçük insanın vücudunu bu kadar havas ve hissiyat ile, bu derece cevarih ve cihazat ile ve muhtelif a’za ve âlât ile ve mütenevvi letaif ve maneviyat ile, techiz ve tezyin etmiştir ki; tâ, mütenevvi ve pek çok âlât ile, hadsiz enva’-ı nimetini, aksam-ı ihsanatını, tabakat-ı rahmetini, o insana ihsas etsin, bildirsin, tattırsın, tanıttırsın. Hem tâ bin bir esmasının hadsiz enva’-ı tecelliyatlarını, insana o âlât ile bildirsin, tarttırsın, sevdirsin.”(603)

“Güzel şeylere ve bahara meşru muhabbetin, yani “ne kadar güzel yapılmış” nazar ile, o âsârın arkasındaki ef’alin güzelliğini ve intizamını ve intizam-ı ef’al arkasındaki güzel esmanın cilvelerini ve o güzel esmanın arkasında sıfâtın tecelliyatını ve hâkeza sevmekliğin neticesi ise: Dâr-ı bekada o güzel gördüğü masnuattan bin defa daha güzel bir tarzda esmanın cilvesini ve esma içindeki cemal ve sıfâtını, Cennet’te görmektir. Hattâ İmam-ı Rabbanî (Radıyallahü Anhü) demiş ki: “Letaif-i Cennet, cilve-i esmanın temessülâtıdır.” Teemmel!..”(606)

“Dünyada, dünyanın âhiret mezraası ve esma-i İlahiye âyinesi olan iki güzel yüzüne karşı mütefekkirane muhabbetin uhrevî neticesi: Dünya kadar, fakat fâni dünya gibi fâni değil, bâki bir Cennet verilecektir. Hem dünyada yalnız zaîf gölgeleri gösterilen esma, o Cennet’in âyinelerinde en şaşaalı bir surette gösterilecektir.”(606)

“Hem madem dünyanın; her hatanın başı olan mezmum muhabbeti değil, belki esmaya ve âhirete bakan iki yüzünü, esma ve âhiret için sevmiş ve ibadet-i fikriye ile o yüzleri ma’mur etmiş, güya bütün dünyasıyla ibadet etmiş. Elbette dünya kadar bir mükâfat alması, mukteza-yı rahmet ve hikmettir. Hem madem âhiretin muhabbetiyle onun mezraasını sevmiş ve Cenab-ı Hakk’ın muhabbetiyle âyine-i esmasını sevmiş. Elbette dünya gibi bir mahbub ister. O da, dünya kadar bir Cennet’tir.”(606)

“Sâni’-i Zülcelal, Hâkim-i Hakîm, Adl-i Hakem ve binbir esma-yı kudsiye ile müsemma Fâtır-ı Bîmisal, şu âlem-i ekber olan kâinat sarayının ve hilkat şeceresinin icadını irade etti.”(610)

“O kavanin-i külliye ve desatir-i umumiye meydanlarında esmalarını tecelli ettirip tenvir etti.”(610)

“Ve birbiri içinde bulunan şu manidar keyfiyetler, öyle bir lisan-ı şehadettir ki; hem Sâni’-i Zülcemal’ini esmasıyla tarif eder, hem evsafıyla tavsif eder, hem cilve-i esmasını tefsir eder, hem teveddüd ve taarrüfünü, yani sevdirilmesini ve tanıttırılmasını ifade eder.”(624)

“Küre-i Arz bir kafadır ki, yüz bin ağzı vardır. Her bir ağzında, yüz bin lisanı vardır. Her lisanında, yüz bin bürhanı var ki; her biri çok cihetle Vâcib-ül Vücud, Vâhid-i Ehad, her şeye kadîr, her şeye alîm bir Zât-ı Zülcelal’in vücub-u vücuduna ve vahdetine ve evsaf-ı kudsiyesine ve esma-i hüsnasına şehadet ederler.”(628)

“İşte göz önünde her vakit gördüğümüz bu hadd ü hesaba gelmeyen yeni yeni hayatlar ve hayatların asılları ve zâtları olan ruhlar, birden ve hiçten vücuda gelmeleri ve gönderilmeleri, bir Zât-ı Vâcib-ül Vücud ve Hayy-ı Kayyum’un vücub-u vücudunu ve sıfât-ı kudsiyesini ve esma-i hüsnasını; lemaatın güneşi gösterdiği gibi gösteriyorlar.”(630)

“İnsan, üç cihetle esma-i İlahiyeye bir âyinedir.

Birinci Vecih: Gecede zulümat, nasıl nuru gösterir. Öyle de: İnsan, za’f ve acziyle, fakr u hacatıyla, naks ve kusuru ile, bir Kadîr-i Zülcelal’in kudretini, kuvvetini, gınasını, rahmetini bildiriyor ve hakeza pek çok evsaf-ı İlahiyeye bu suretle âyinedarlık ediyor.”(640)

“İnsan, üstünde nakışları görünen esma-i İlahiyeye âyinedarlık eder. Otuzikinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfının başında bir nebze izah edilen insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zahir olan yetmişten ziyade esma vardır. Meselâ: Yaradılışından Sâni’, Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden Rahman ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerim, Latif isimlerini ve hâkeza… Bütün a’za ve âlâtı ile, cihazat ve cevarihi ile, letaif ve maneviyatı ile, havas ve hissiyatı ile ayrı ayrı esmanın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmada bir ism-i a’zam var, öyle de o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı a’zam var ki, o da insandır.”(641)

“İnsan içinde veli, ömür içinde ecel, olmuş meçhul ve mühmel. Cum’ada müstetirdir bir saat, kabul olur dua edersen.

Ramazanda münteşir bir leyle-i zû-kadir, esma-ül hüsnada muzmer iksir-i ism-i a’zam.”(673)

MEHMET ÖZÇELİK




H A B İ B U L L A H

H A B İ B U L L A H

O zat (A.S.M) Allahın habibi ve onun mahbubu idi.

Her şeyi o zat- ı Zülcelâl yarattı. Her şey onundur. O halde O’nun olan her şeyde elbette ki; O’nun Habibiyle de alakadardır. Evet,her şey O’nunla ve O’da her şey ile alakadardır.

O her şeyi ve vazifesini bildiği gibi,her şeyde O’nu,O’nun vazifesini ve O’nun alemdeki yerini bilmektedir.

İnsanlık aleminde;melek,cin ve tüm canlılar aleminde en büyük yer tutan bir şahsiyettir O zat. (A.S.M)

Allahın yanında en büyük yer ona aiddir. İkincisi,ikinci bir zat ve şahsiyet yoktur. Ta ki,o olmazsa,o olsun!

Bir kimse düşünün ki;dünya ya gelmeden önce de,geldikten sonra da;hep ondan bahsediliyor. Hakkında seveni- (Tabir caizse) sevmeyeni;hep onu övüyor. Asırlardır O’ndan bahsedilip yazılıyorsa,elbette O’nu düşünmek,derinlemesine anlamak ve sevmek gerekmez mi?

Allah-ın habibi olanın,bizce mahbub olmaması hiç düşünülebilir mi? Elbette hayır ve asla..

O akılların muallimi ve kalblerin mahbubudur.

Âyette:” De ki; Eğer Allah-ı seviyorsanız,bana uyunuz,ta ki Allah-da sizi sevsin.”

Allah-ı sevmek rasulünü sevmek iledir. Rasulünü sevmek ise O’na ittiba etmek ve benzemektir.

İnsan için en önemli mes’ele;elbetteki Allaha muhabbet,O’nun rızasını tahsil ve O’nun için sevmek ve yine O’nun için buğzetmektir.

Kainatın da yaratılışında Muhabbet vardır. Allah’ın,Rasulünü sevmesiyle her şey var olmuştur. Hadis-i kudsi-de ki:” Sen olmasaydın,sen olmasaydın, felekleri,varlıkları yaratmazdım.” Alemin yaratılışının sebebi O ve O’na muhabbettir. İnsanın kalbine de o muhabbet konulmuştur.

Varlıklar O’nun varlığıyla var oldu ve şeref buldu.

Varlık binasının harcıdır O…

Var oluşun mayasıdır O..

Çünki;varlıkların fihristi ve fihristesidir O..

O’nunla olan O’nun asrına saadet asrı,O’nsuz asra cehalet asrı denilmektedir. Her şey,asırlar bile O’nunla saadet bulmaktadır. O olmasaydı? Saadet asrı olur,insanlar saadeti bulabilirler miydi? Böyle bir asrı ve onun saadetler zincirini görebilirler miydi?

Her şeyi O’nsuz düşünmek,düşünmesi ve düşünülmesi bile korkunç!

O’nun sünnetiyle yollar var. O’nun sünnetinin olmaması,yol ve yollar kavramının yokluğu demektir.

O zat,elektrik üreten bir santral gibidir. İnsanlarda yanan bir ampul. Fişler O’nun pirizine takılır ve takılı kalırsa,insanlar hem aydınlanır,em de aydınlatır.

Acaba bizler bir aydın mıyız? Etrafımızı ne kadar aydınlatıyor ve aydınlatabiliyoruz? Aydın geçinen aydınların,gerçek aydın olmaları;O’nun aydınlığından istifade etmeleri gerekir.

Fişi çek,düğmeyi kapat,şarteli indir. Alem bir zulme ve zulmete ğark olur. Her şey bir hiçe iner ve dönerdi. Ancak her şey bir düğmeye basmayla,nur ve ışık kaynağıyla irtibat kurmakla başlar.

İşte nur ve zulmetin,iman ve küfrün açık farkı..

Her şey bir vesileyle bilinir ve tanınır. O zat ise;doğrudan doğruya bilinmekte,kendini bildirmektedir. Araçsız ve vasıtasız. Çünki O bizatihi nurdur.

Hasılı;Alem O’nun gelmesiyle nurlandı. Zira O’ndan önce alem nursuz,O’nun nuruyla teselli buluyor ve bekliyordu.

Alem O’na bir şey katmadı Fakat O aleme çok şey kattı. Pek çok şey verdi.

Varlıklar O’nunla var oldu,devamını O’nda buldu,O tam bir kuldu..

O zat ümmeti için,insanlık için çok yandı. Sönmüş kalbleri o yaktı. Aşıklar O’nun aşkıyla yandı,kavruldu. Adeta Veysel Karâni o ateşi söndürmemek,sürekli yakmak ve yandırmak için görmedi,gitti. Ömür boyu o sevdayla pişti.

O ateşler sönmesin..O’nun aşkıyla yansın,yanmaya devam etsin.

Mesele,böyle bir zatı bilmekte düğümlenmektedir. O’nu tanımanın yolu da;O’nun halkasında yetişen farklı farklı alanlardaki zatları tanımakla,bilmekle olur. Bütün üstün şahsiyetler feyzini O’ndan almıştır. O bir feyiz kaynağıdır. Hulefa-i Raşidin,Sahabe,Tabiin,Ebu Hanife,Şafii ve Fatihler…

Bernard Shaw şöyle diyor:” Muhammedin dininin yarının Avrupasında kabul göreceğini bildiriyorum. Bu gün dahi bu din kabul görmeye başlamıştır.

“ İkliros” a mensub adamlar ortaçağlarda cehalet sebebiyle ve menfur taassublarının tesirinde kalarak İslâmı en karanlık renklerle tasvir etmeğe çalışmışlardır.

Gerçek şudur ki;onlar Muhammed-den ve O’nun dininde aşırı derece de nefret edip,O’nu İsa-nın bir düşmanı olarak görüyorlardı.

Ben ise Muhammedi,insanlığın kurtarıcısı olarak görüyorum. Ve bunu iddia etmenin vacib olduğuna kaniim.”

30-08-1996

MEHMET ÖZÇELİK




Haber Arşivi

2009-8-7- haber arsivi

2010haberarsivi

haberler…

haberler1




Tüm Site Pdf Halinde- 7 – T – Z – 128 adet

talar-yerinden-oynatlyor

tam-vaktidir

tanzimat

tarafsz-deilim

taraftar

tarihi-aknda-kuran–kerim

tarihimizde-ran

tarihte-ngiliz

tarihte-tuerkler-ve-osmanllar

tasavvuf

tayyib-bir-kibrit-yakt

tazitename

teahhusat

tebli-adam-nasl-olmal

tefecinin-akibeti

tefekkuer-bahcesi

tefekkuer-duenyamz

tekfir

tek-tek-linkler

telefonlar-cin-kuecueltuelmue-sesli-risale-i-nur-ve-eserler

tenasuh

tenkid

teroerist-kusmuu-pkk

tesettuer

tikac

tinerci-cocuklar

tizar

toprak

tsk-kime-teslim

tthat-ve-terakk-mahsulue

tuekueruen-darbecilerin-hayasz-yuezuene-tuekueruen

tuem-farkl-sesli-eserler-ve-linkleri

tuem-vdeolar

tuem-vdeolar_2

tuerkce-badet-ve-ezan

tuerkiye-alyor

tuerkiye-cemberi

tuerkiyedeki-goecler-ve-goecmenler

tuerkiye-sahne-mi

tuerkiye-tezatlklar-uelkesi

tuerkler-ve-osmanllar

tuerkler-ve-tarih

tuerkye-kabuunu-kiriyor

turgut-oezal-neden-kabul-goerdue

tv-sohbetleri

uec-silahl-diktatoer

uecuemuezue-de-alatt

uelfet-hastal

ueniversite-oerencileri-ve-problemleri

ulusal-asu-ev-videolar

ulusal-asu-tv-dek-sohbetler

ulusal-asu-tv-sohbetler

umre-hatiralari

uunat–lahiye

uurdan-damtmal-iirlerim

vahdettin-mi-yoksa-tarih-mi-sorgulanmal

vahiy-akl-likisi

vakflar-ve-vakflarmz

vakitlere-taklanlar

varliklarin-goezdes-nsan

varlk-yokluktan-gecer

varolmak-var-olu

veciz-ktibaslar

veciz-soezler-2-b-d

veciz-soezler-3-d-f

veciz-soezler-4-f-h

veciz-soezler-5-h–

veciz-soezler-6–k-

veciz-soezler-7-k-m-

veciz-soezler-8-m-

veciz-soezler-9-m-n-

veciz-soezler-10-n-s

veciz-soezler-11-s–

veciz-soezler-12–v-

veciz-soezler-13-v-z-

velayet-ve-keramet

veliler-ah-hzali

velilerden-oezlue-soezler

vesvese

viruesler-ve-guenahlar

vuecud-mesulduer

www.tesbitler.com-tüm makaleler

ya-45-yolun-yars

yaadmz-asrdan-sahneler-ve-kesitler

yaanan-bueyuek-bir-dehet

ya-eytan-yaratl-masayd

yahudi-zulmue

yakinda-olan-oeluem

yalann-bedeli

yankesicinin-hayr

yanmayan-odun

yansimalar

yaprak-doekuemue

yapran-doeken-yal-adam

ya-rab

yaratl

yaratl-mayas

yaratltaki-kasd-ve-nayet

yardmlama-ve-kardelik

yarg-ntihar-etti

yasak

ya-varsa

yavuz-sultan-selim-ve-ttihad–slam

yenilikcilik

yerinde-kullanlmayan-muefettilik

yilii-emir-koetueluekten-nehyetme

yilik-elbiseyi-getirir

yilikteki-guenah

yklan-hayal-ve-aileler

ylana-doenueen-haram

ylann-izdrab

ylba-clgnl

yllar-ve-yollar

yok-edilen-osmanl

yokluk-ve-yokolu

yuekseklik-yueksekten-gecer

zak-rabin-ve-yahudilik

zalimler-ve-zuluemler

zamanlarn-zamaneleri

zaman-makinas

zamann-muestesnas-bediuezzaman

zararl-cecekler

zilletlik-fadeler

zina

zinann-duenyevi-cezas

zirveye-ck

zuluem-ve-adalet

zuluem-ve-mazlumlar




Tüm Site Pdf Halinde- 6 – S – 100 adet

sabatayclk

sabetli-hareket-muesbet-hareket

sabir-kahramani-hzeyyueb

sadaka

sadaka-i-cariye

sadakte-ya-rasulallah

saddam

sa-duyusuz-sol-zihniyet

safiyyet

sahabe

sahabenin-fazileti

sahipsiz-bosnallar

sakatlk-kader-midir

salih-amel

sanal-guenah

sanat-ve-estetik

sanat-ve-sanatkar

saptrlan-hedefler

satlmayan-helal-mal

savatan-kacan-komutanlar

sayn-babakan-erdoana

sebe-arim

seciliyoruz

secmek-secilmektir

sefahet-ve-20asr

sekteye-uratlan-lahi-saha

semada-oturanlar

sende-mi-ferzende-

sen-hic-eytan-goerduen-mue

sesl-rsaleler-ndr

sesl-ve-goeruentuelue-eserler

sessiz-olunhukukun-oeluem-sanclar-artyor

sevab-ve-dua-uezerine

seveb-guenah-kavram

sevinmitim

sevr-ve-hut

seyd-slamolu

sidretuel-muenteha

sigara

sigara-engel-oldu

sigarann-akibeti

sigarann-faydalar

sigarann-kerameti

sihir

sinema-ve-tiyatro

siradakler

sira-randa

siret-ve-suret

sir-perdes

sirri-suereyya-oender

sitemin-dier-dillere-cevirisi

siyasallaan-hukuk-ve-ergenekon

siyaset-heyecan

siyasetin-ki-kurban

siyasetin-oyununa-dikkat

siyasi-partiler-ve-senaryolar

siyasi-partiler-ve-senaryolar_2

siz-olur-muydunuz

skeletler-raksediyor

slamclk

slamda-cihad

slamda-roenesans-ve-reform-yoktur

slam-hukuku-1-

slam-hukuku-2-

slam-huku-ve-cezalar

slami-acdan-musiki

slamiyet-ve-madde

slamiyet-ve-siyaset

slamn-gelecei

slamn-teroere-bak

slam-ve-syaset

slamyet-ve-syaset

sm-i-azam

soezde-sueryani-soy-krm

sokak-kueltuerue

sokak-kueltuerue-

sonsuzluk-namzed-nsan

soru

soru_2

soru_3

soru_4

soru_5

soru_6

soru_7

soru-biz-muesluemanlar-allahnn-nesine-ak-oluruz

sorukann-kii-uezerine-etkisi-nedir

sra-bana-gelirmiki

srailin-kuyruu-ergenekon

sra-materyalizmde

stanbul-seyahatinden

stanbulun-fethi-ve-fatih

stikamet

stikamet_2

suat-alkan

sueleyman-atein-tutarszlklar

sueleyman-aten-tutarsizliklari-

su-testisi-su-yolunda-krlr

syanmz-nisyanmzdan

syaset-ahlaki

syasetn-oyununa-dikkat




Tüm Site Pdf Halinde- 5 – N – R -134 adet

namaz

namazin-cemaatla-kilinmasi

namaz-nedir

nasl-bir-aile-stiyorsunuz

nce-perde

necip-fazl-ksakuerek

necs-ve-rcs

nefis-muhasebesi

nefsin-desisesi-kalbin-sesi

neler-tartiilip-referanduma-sunulmali-

nereye-gittiler

nevruz-ve-hair

nicin-tesettuere-karlar

nokta

noktay-sevmedim

nsan-fikirdir

nsan-kadn-aile

nsanlar-eit-deil

nsanlar-ve-nsanl-katledenler

nsanlk-kaps

nsan-ve-hakikat

nsan-ve-nisyan

nsan-ve-yaratl

nur-cemaati-ve-syaset

nur-cemaat-ve-siyaset

nureddn-guersoy

nur-roeportajlar

nur-roeportajlarJ.

nur-sm

nur-talebeleri

nusayrilik-ve-suriye

oelcuesuez-soezler

oeldueren-kalemler

oeldueruelemeyen-mehdi

oeldueruelmeyen-adam-deccalx

oelmeden-dirilemeyiz-mi

oelmeden-evvel-oeluenuez

oelueden-ckan-diri

oeluem-bir-son-mu

oelueme-cok-yakndm

oeluem-hakikat

oeluem-olgunluktur

oeluem-sancs-doum-sancsdr

oerencilerin-talebleri

oeretmenlik

oerf-ve-adetler

oertuelue-teroer

oezel-hayat

oezlue-soezler-1-

oezlue-soezler-2-

oezlue-soezler-3-

oezlue-soezler-4-

oezlue-soezler-5-

oh-be-yi-ki-okullar-acld

oh-be-yiki-okullar-kapand

oklu-bir-nesil

okumak

olaylar

olaylar-ve-bretler

onun-ayetlerindendir

ordunun-cindeki-pkk

ordunun-uestuene-coekerz

osmanlnn-ykl

osmanl-ve-hilafet

osmanly-parcalamayn

osman-oezmen

padiahlar-cki-cer-miydi

pare-pare-paralanasca-para

perde-arkasnda-yahudilik

peygamberimizin-hayat

peygamberimizi-tanmak

peygamberimiz-ve-mucizeleri

peygamber-kssalar

peygamberlere-man

peygamberlik-ddiasnda-bulunan

peygamber-sfat-karlksz-vermek

pkk-pyonu-

pkk-ve-apo

-qekiya-misiniz-szq

radyo-ve-gazete

rahmann-ar-kalb

rahmet-kayna-yamur

rahmet-peygamber

ramazan-ay-ve-oruc

ramazan-umresi-videolar

rasulullah-bu-zamanda-gelseydi

rasulullah-ve-bediuezzaman-rueyada-goerenler

reaib-gecesi

referandumda-kaybeden-kim-oldu

referandum-ve-tezkere

rejim-tartmas

rejim-tehlikede

resmiyet-ve-samimiyet

resuel-mal

risale-i-nurda-dua

risale-i-nurda-hikmet

risale-i-nurda-irk-konusu

risale-i-nurdaki-terimler-ve-manalar-1-

risale-i-nurdaki-terimler-ve-manalar-2-

risale-i-nurda-mevt-1-

risale-i-nurda-mevt-2-

risale-i-nurdan-damlalar

risale-i-nurdan-esaslar-1-

risale-i-nurdan-esaslar-2-

risale-i-nurdan-notlar

risale-i-nurda-risale-i-nur-1-

risale-i-nurda-risale-i-nur-2-

risale-i-nurda-sbat-ve-tesbit

risale-i-nurda-slam-ve-nsan-modeli

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-1-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-2-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-3-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-4-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-5-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-6-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-7-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-8-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-9-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-10-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-11-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-13-

risale-i-nurda-sorular-ve-cevaplar-14-

risale-i-nurda-srlar

risale-i-nurda-tahlil-ve-huelasalar

risale-i-nur-da-yamur-ve-yamursuzluk

rkn-hedefallahi-acz-birakmak

rsale–nurdan-konularina-goere-vecz-soezler-mp3

rsale–nurlarda-hzal

rtica-laiklik

rticasz-et-kebab

rticasz-kebap

rtica-yaygarasnn-altndakiler

ruhun-cinden

rukye




Tüm Site Pdf Halinde- 4 – K – M -180 adet

kabul-edilen-dualar

kabz-ve-bast-hali

kader-buna-muesaade-etmez

kaderden-atlan-talar

kadere-man

kader-gelirse-goez-koer-olur

kadir-gecesi

kadn

kadnn-erri

kadnn-feryad

kafesteki-dev-nsan

kafr-ve-muemnlern-soezler

kahvenin-hatr-kalmad

kalem-ve-kelam

kalite-kontrol

kan

kanat-namazda

kan-emmekle-beslene-vampir-kominizm

kanser-ve-sebebleri

kapanan-fravunlar-devr

karanlktaki-aydnlar

karanl-ve-puslu-havay-sevenler

kardelik

kaybeden-kim

kaybolan-kimliimiz-dilimiz

kaynana-doenue

kaynayan-kazan-ortadou

kck-operasyonlari

kecilerin-hmna-urayan-koyunlar-uelkesi

keffaret-oeluemue

kelle-avclar

kemal-karabiyik

kendini-yok-eden-robot

kilis-seyahati

kimdir-

kimdir-aydn

kimin-huzurundayz

kim-kimde

kimlik

kim-mecnun

kim-teroerist-kim-katil

kirk-yamali-bohca-laklk

kirk-yillik-kan

kirli-ler

kiyamet-alametler

klnc-kuanann

kocaman-oemrue-heba-ettik

koepek-besleme-ve-satm-uezerine

koerler-uelkesinin-goeren-goezlueleri

komplolar

korede-dora

kor-ve-koer-eden-syaset

krk-kere-maaallah

krk-ve-krklar

ktap-soever-lerden-ktap-severlere

kuddues

kueskuenlerin-lah-tanr

kuetuek-ve-odun-abd

kuetuephane

kuran-a-abdestsiz-el-suerme

kuran-bilgisi

kuran-da-ad-gecen-bitkiler-ve-oezellikleri

kuran-da-ad-gecen-hayvanlar-ve-oezellikleri

kuran-da-ad-gecen-meyveler-ve-oezellikleri

kuran-da-dalar

kuran-da-dalar-ve-denizler

kuran-da-gece-ve-korku

kuran-da-goez-kulak-kalb

kuran-da-keke-ve-temenniler

kuran-da-keyfe

kuran-da-kuetbe-soezcueue

kuran-da-lanet

kuran-da-muejdelenenler

kuran-da-soru-cuemleleri

kuran-da-uyarma

kuran-da-vezkur-hatrla

kuran-da-yaklan-yaklammayn-fadeleri

kuran-da-yeminler

kuran-da-yoksa-yoksa

kuran-i-kerm-de-adi-gecen-peygamberler

kuran-i-kerm-den-dualar

kuran-inda-koerfez

kuran–kerim-de-kul-deki

kuran–kerim-de-lein

kuran–kerimde-lev

kuran–kerimde-rabbi-fadesi

kuran–kerim-de-seher

kuran–kerim-de-veyl-fadesi

kuran-mucizeleri

kuran-ve-tefsirlerde-ylan

kurban

kurban-besmele-hamedele

kurban-ve-faydalar

kurban-yakinlamaktir-

kurtlar-sofras

kurtlar-sofrasnda

kyamet-ne-zaman-kopacak

kyamet-yakndr

kym

lahiler

lahi-mesaj-kayna-kuran

laiklik

lanetlendik

lavlar

lawrens

lekeli-asr

lerliyoruz

letiim-ve-sevgi

lgisiz-cocuklar

lim-tek-di

lk-emir-oku

lla-o-lla-hu

lle-i-gaye

lozan-zafer-mi-hezimet-mi

mac-kac-kac

maddenin-ardndaki-sr-uezerine

mahalle-basks

mahmut-yueksel

maidetuel-kuran

mam-beyaz

mam-hatipler-uezerine

manevi-cehre

manevi-destek

man-ve-amel

man-ve-badet

man-ve-slam

marifete-vesile-zat

mart-ay-dert-ay

masonluk

masonluk-bitti

mays-ay

mdat-cars

medresetuez-zehra-teroer-dam

medya-duenyas

meer-bz-neymz

mehdilik

mehmet-akif-ersoy-ve-hayat

mehmet-al-pekta

mehmet-demr

mehmet-emn-bnc

mehmet-guene

mehmet-guezel

mehmet-kaya

mehmet-kubat

mehmet-oezcelk

mehmet-tepe

mekke-mam-mahirden-kuran–kerim-mp3

mezhebler

milletin-hakimiyeti

milletin-menfurlar

milli-eitim-bakanna

milli-eitimde-neler-yaplmal

milli-eitim-eitiyor-mu-ueuetueyormu

milli-eitimin-serueveni

mirac

misafirle-gelen-bereket

misyonerlik-faaliyetleri

mitte-temizlik

mll-etm-bakani-oemer-dncer-beye

mllyetclk-ve-unsuryet

modern-duenya-hapishanesi

modernizm-ve-slam

mthan

muemtaz-gecler

muerettib

muesbet-hareket

muesbet-htilaf-rahmettir

muestehcenlie-hayr

muestehcenlik

muhiddin-i-arabi-ve-meslei

musa-ve-sarahlar-meselesi

musibet

mustafa-aslan

mustafa-berkcan

mustafa-demr

mustafa-ercan

mustafa-nan

mustafa-taner

mutlu-ve-kutlu-nikah

mzam




Tüm Site Pdf Halinde- 3 – E – İ -163 adet

edeb-ve-edebiyat

edib-ve-yazarlarmz

ehid-ve-ahid

ehitlerimiz

ehl–beyt-ve-alevlk

ehl-i-kitapla-muenasebet

ehvenue-er-adaleti-zafiye

eitim

eitim-anketi-1-

eitim-anketi-2-

eitimde-harcayanlar-ve-harcananlar

eitimde-mi

eitimde-oerencilerin-beklentileri

eitim-sen-ve-din-dersi

elest-bezmi

elliyedilerin-celbi

emekli-peygamberler

ems-i-tebrizi-ve-felsefeciler

enaniyet-benlik

en-cok-dersi-ordu-ckarmal

encuemen-i-nani

eref-madalyalar

ergenekon-solun-sa-kolu

ergenekon-ve-aznlklarn-hakimiyeti

ergenekon-ve-uzantlar

eriat-ve-demokrasi

erken-emeklilik

ermeniler

ermeniler-ve-gyr-mueslim-tebea

ermenler-ve-gayr-i-mueslm-tebea

erre-kar-yilik

esmann-hakikatlar

esma-ve-sfat-1-

esma-ve-sfat-2-

esnafn-kayb-dueruestluek-kayb

etmn-haramler

ettim-de-bulmadm

evimize-akan-kanalizasyon

evlenecek-genclere

evliya-yurdu-erenler-yata-anadolu

evlya-yatai-erenler-yurdu-anadolu

evrim-bilim-deildir

evrim-teorisi

eyalet-sistemi-mi-duenya-devleti-mi

-eyhmus-gueven

ey-kavmm–ya-kavmi

ey-oul

ezann-kerameti

ezikliimiz-kimliksizliimizdir

farkl-mtihan-edilmekteyiz

felsefe

ferdiyet-vahidiyet-ehadiyet

ferdiyyet

fertten-cemiyete-slamiyet

feryatlar-temenniler

fettah

fitne-nefis-haya

fkh-ve-kelam

flas-etmi-bir-ideolojinin-hayat-hikayesi

frtna-eken-htilalciler

ftrat

gaflet

gayb

gecmiten-gelecee-chp

gecmiten-gelecee-dp

gecmiten-guenuemueze-alevilik

gecmten-guenuemueze-snema

gencler-ve-genclik

gencliin-feryad

genclik-ve-tesettuer

gercek-nsana-doru

gercek-rtica-tmkt

girdab

goecler-ve-goecmenler

goez-ya

goez-ya-caresizlie-caredir

guenah-avretn-acilmasidir

guenah-kiri

guenah-radyasyonu

guendem

guenuemuezde-alevilik

habibullah

habitat-ve-ayasofya

hac-badeti

haci-erf-aydin

haci-mehmet-doan

hadislerdeki-terimler-ve-anlamlar

Haftalik-Bulten-03-Subat-2012

hakikat

hakikata-geci

hakikata-goetueren-simler

hakkmzda

hakk-soeylemek

halifelerimiz

hall-alkayi

halt-erturul

hamd-ve-uekuer

hanf-tepe

hangi-milliyetcilik

hang-mllyetclk-

hanifen-mueslimen

hapishane-olgunluktur

hapishane-ruhun-mirac

haramin-kitlii-

haramn-akibeti

haramn-oenuendeki-en-bueyuek-engel

haramn-sancs

harcanan-varlk-nsan

harcanan-yllar

haremdeki-mahremiyet

hariciler-ve-uzants

hasan-demr

hasan-oezbey

hastalmz-cehalet-zaruret-htilaftr

hayalimdeki-baklava

hayat-dersleri

hayat-faaliyettir

hayatmz-yaayalm

hayatn-yazlmtr

hayatn-zorluklar-ve-tecruebeler

hayattan-firar-ntihar

hayir-baritadir

hayirlisini-stemel

hayrettin-karaman-hocaya-cevap

hayriyenin-hayrszl

hazin-yllar-hazin-haller

hedefteki-vesileler

herey-hayal-mi-hakikat-mi

hereyin-fa-olduu-zaman

hikayeler

hikmet-i-ezeli

hikmetli-soezler

hikmet-ve-felsefe

hikmet-ve-maslahat

hilafet-ve-osmanlnn-sonu

hitabet-ve-tartma-kurallar

hlas

hristiyanlkta-manastr-hayat

hristiyanln-doum-sanclar

hristiyan-ve-yahudilere

htilat

htiyarlar-bueyuek-cocuklar

huekmeden-mahkumlar

huer-adam

huerriyet-ve-cumhuriyet

hueseyn-gezerguen

hueseyn-tatan

hueseyn-yilmaz

hukuk-anketi

hukukcu-mu

hukukun-dibe-vurduu-an

hukukun-goeruenuemue

hulusiyi-anlat

hutbe-allaha-ve-rasuluene-ttiba

hutbe-i-amiye

hutbe-i-amiye-2-

hutbe-rasul-kavram

huu

hzbrahim-ve-kurban

hzisann-nuezulue

hzsa-ve-sevilik

iddet-anketi

ifa




Tüm Site Pdf Halinde- 2 – B – D -137 adet

baba-beni-bakan-yap

baba-cebi-alma

babakann-yerinde-olsaydm

babasn-oeyle-goermek-stiyordu

baka-duenyalar

Barnabas-İnciliTurkce

basr-blgc

bat-ve-din

baz-mehur-olaylar

bedi-asrda-bediuezzaman

bediuezzaman-dede

bediuezzamann-vefatnn-50ylnda

bediuezzaman-said-nursi

bediuezzaman-yuez-kaps-da-ack-bir-kap

bedizzaman-ve-risale-i-nur

bedr-blgc

beduezzaman-ve-rsale–nurla

beklenen-ben

bekr-bnc

ben

ben-benim-mi

ben-ben-olur-ve-ben-kalrm

beni-asn

bereketli-adyaman

berzah

berzah-ahsiyetler

bilinen-osmanl

bir-asrlk-furya-ateizm

bir-asrn-anatomisi

bir-babann-feryad-ve-goez-yalar

bir-cekirdek-gibi

bir-duenya-dueuenuen

birliin-dueman-irkclk

bir-varm-bir-yokmu

bir-varm-bir-yokmu_2

bir-zalime-oeuet

bitmeyen-rahmet

bize-ne-oluyor

boanma-uezerine

bo-olmayan-uelke-anadolu

bretlerle-dolu-bir-hayat

buday-hrszlar

buelent-ecevitin-ardndan

buerokratik-engeller

bueyueklerin-bueyuekluekleri

bueyuetuelen-devin-coekueue-abd

bu-guende-kardayz

bulandrlan-hava-maneci-hava

bulank-hayatn-bulank-cocuklar

bu-mukap

burada-madde-yok

bzdek-rejm

bz-m-yabanleyoruz

cakanlar-ve-caklanlar

calma-ve-faiz

camilerimiz

canakkale-mann-kuefre-hakimiyeti

canllar-aleminde-bir-anlama

carrm-haa

c-ayar

c-dueman

cemaatlar-farkllklar-hazmszlk

cennette-aile

cennette-nefsin-stedikleri-vardr

cennette-uec-ey

cep-telefonlar-cin-sesli-risale-i-nurlar-eserler

cep-telefonlar-cin-sesli-risale-i-nurlar-eserler_2

cerkez-yetm

ceven-ve-fazileti

cevre-temizlii

c-guedue-sevki-lahi

chpnin-tarihi-serueveni

chp-syaset

chp-ve-dou-lleri

cihad

cindekiler-ve-kaynaklar

cinler-ve-eytanlar

cin-ve-eytan

ckanlar-ve-dueenler

cocuklarn-duenyas

cocuk-terbiyesi

cocuk-uezerine

cocuun-feryad

coekertilen-dealler

cteki-anari

cueceleen-dev-bat

cumhurbakan-olsaydm

dabbe

dabbet-uel-arz

darbelern-cocuuyum

dar-dueuencelerdar-goerueler

dars-ordunun-bana

davud-guene

davut-oencel

dd-deen-slam-duenyasi

dealist-di

dedem-imdi-nerede

dedenin-feryad

deen-duenyada-deemeyenler

deien-nesiller

deimeyen-ben-deien-biz

demokrasi

deniz-bitti-kara-goeruendue

deprem

dern-masonluk

dil-uezerine

din-dersi-anketi

dinde-tevessuel

dine-ekilen-ayrk-otlar

din-goerevlileriyle-muenasebet

din-kavram

dinler

dinler-ve-diyalog

din-penceresinden-lim-ve-fen

din-ve-hayat

diyanet-camias

diyarbakrl

dn-kueltuerue-arv-ndr

douda-cok-eyler-oluyor

douda-nancl-nsanlar-goerevlendirilmeli

doum-guenue-hediyesi

dua-nedir

dua-ve-41-yasin

duenya-bir-mekteb

duenyada-kaos

duenyada-ve-tuerkiyede-ciann-etkisi

duenya-deyor

duenya-hayat-bir-cifedir

duenya-hayati-ve-kardelk

duenya-hayat-ve-sevgisi

duenyann-haftalk-raporu

duenyann-sonu

duenya-ve-cindekilerin-kymeti

duenyay-ekillendirenler

dueuendueren-gercekler

dueuendueren-soezler

dursun-kutlu




Tüm Site Pdf Halinde- – A -123 adet

1-mayis-provakatoer-bayrami

1-mays-provakatoer-bayram

3-aylar-ve-reaib-gecesi

20asr-asrlarn-yuez-karas

27-mays-1960-htilali

28-ubat-ve-derin-devlet

28-ubat-ve-goetuerduekleri

28-ubat-ve-moon-tarikat

29lema-1-

29lema-2-

31-mart-vakas

50-sene-sonra

68-kua

700ylnda-osmanl-ve-tuerkiye

2000-2001-yl-ramazan-senaryolar

2007-stanbul-hatralar

2008-perdelerin-acld-doenem

2011-secm-yorumu

91828-lemalar

a

a_2

a_3

a_4

a_5

a_6

a_7

a_8

a_9

abdnin-dindarl

abduelkadr-kayir

abdulaziz-bayndrn-tutarszl

abdulhamid-ve-biz

abdulkadr-evren

abdulkadr-karabber

abdullah-guel

abdullah-olmasn

abdullah-tel

abdullatif-ener-ve-dursun-cavu

abdurrahman-firat

abdurrahman-tatan

abdurrahman-ulucay

abd-ve-armegedon

abuzer-demr

abuzer-gueven

abuzer-hoca

abuzer-kara

adalet

adlcevazli-nevruz-cakan

adyamana-m

adyamanl-airler-1-

adyamanl-airler-2-

adyamanl-airler-3-

adyamanl-ehidimizi-uurladk

adyamann-kiri

adyamann-talihsizlii

adyaman-nur-roeportajlar

afuat-koerolu

ahiret-ahvali-1-

ahiret-ahvali-2-

ahiret-ahvali-3-

ahiret-ahvali-4-

ahirete-man

ahirette-devam-edecekler

ahiretten-gelen-misafir

ahirette-seni-kurtaracak-bir-eserin-var-m

ahi-tekilat-ve-kuruluu

ahlak

ahmak-dost

ahmet-kutlu

ahmet-polat

ahmet-tanrioever

ah-mustafa-ah

ahs–manevi

ahtapotun-kucandaki-tuerkler

aids-vebas

aile

aile-anketi

ajanlk-faaliyetleri

akide-ekerinden-muehendislie

akl-nimeti

alamayan-duvar

alamyan-berzahlar

aldatldk-alatldk

aleme-lim-penceresinden-bak

alem-i-misal

alemler-ve-nsan

alevilik-aclm

alevilik-tartmas-uezerine

ali-bardakolunun-ck

ali-dede-ve-ekiyalar

ali-kran-ba-kesenler

alimi-kudurmutan-beterdr

Allah bize yeter

allaha-man

allaha-verilen-dilekce

allah-dualar-kabul-eder

allahim-

alternatifler

anasn-yarglayan-mahkeme

anketler

anket-linkleri

anne-ve-annelik

armegedon-1-

armegedon-2-

artk-turiste-gerek-yok

arzulanan-mutlu-aile

asrin-uec-hastalii

asrlarn-oezeti-asrmz

asrn-hastalklar

asrn-muecedidi-bediuezzaman

asrn-ulemasnn-dilinden-bediuezzaman

atatuerk-ve-19-mays

avrupa-birlii

avrupa-birliine-girelim-mi

avrupa-kaselisleri

avrupa-ve-abd-islama-hamile

ayakbalar-kurallarmz

ayetler-inda-gaybi-aretler

Ayet-ve-hadisler-isiginda-Engelliler

aykr-goerueler

ayrlan-yollar

azimet-ruhsat-zaruret

azz-yusufolu




Hakkımızda

HAKKIMIZDA

1960 yılında Adıyaman’da doğdu.Bir-iki yaşında iken babasının işinden dolayı İstanbul’a gitti.İlk okulu orada bitirip,10 yıllık bir süreden sonra memleketine döndü.

Orta ve İmam-Hatib lisesini bitirip,iki yıllık İmam’lıktan sonra Erciyes Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi.24-Ocak-1986’da Din Kültür ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni olarak göreve başlayıp,halen devam etmektedir.

Öğretmenlik göreviyle beraber 1991 yılından beri muhtelif Tv,Radyo ve gazetelerde sohbet ve yazılar yazmaktadır.

1997 yılında yayınlanmış 424 sayfalık Veciz Sözler ve 2010 yılında basılan 210 sayfalık Âhiret Ahvali adlı iki eseri mevcuttur.

İMZAM

Ö mür durmaz,geçer gider.

Z aman kalmaz,göçüp gider.

Ç aylar akar,nehir gider.

E bed ister,uçup gider.

l akin gitmez,kalır bir şey.

İ nsanlık,iman,fazilet,ihsan.

K alır bunlar,cesed gider.

M ü’mine olur imanı yar.

E bedi cenneti,Allah’ı var.

H alıkdan ğayrısı ona bar.

M ümkinat olur,insana dar.

E vren ma’rifetine temaşagah.

T oprak mebde’ ve müntehagah.

Mehmet ÖZÇELİK

mozcelik02@hotmail.com

mehmetozcelik1960@gmail.com