BUĞDAY HIRSIZLARI

BUĞDAY HIRSIZLARI

Bu olay Kırşehir’in küçük bir köyü olan Çimeli köyünde,1942’de cereyan eder. Türkiye’nin her tarafında olduğu gibi Çimeli’de de halkın kaldırdığı buğdaylar toplanır. Öşür adıyla ellerinden alınır. Olay şöyle gelişir:

Bir öğle vakti Mehmet anasına seslenir:

-Anaaa! Ana,gel,gel. Öşürcüler gelmiş.

-Ne telaş edersin oğlum,gelcez.

-Bacı bu harman sizin mi?

-Evet oğul,çok şükür bizimdir.

-Nede çok kaldırmışsınız!

-Allah vergisi. Allah bizlere acıyor veriyor,devlet bizlere acımıyo,elimizden alıyo…

Bacı,devlet onu askere verecek tamam mı? Toplayın buğdayları… Ben bunu böyle işaretledim. Bundan alınmayacak. Alınırsa çok ağır ceza var,bilirsiniz. Yarın gelip alacaz. Tamam mı muhtar? Seninde haberin olsun..

-Bey oğlum. Bize ne yiyecek kaldı,ne de tohumluk? Acıma yok mu? Biz ne yiyecez? Biraz merhamet edin.

-Bacım devletimiz sağ olsun!

-Bey oğlum,biz öldükten sonra devlet sağ mı olur? Biz ölürsek,oda ölür. Biz diri olmalıyız ki,oda diri olsun.

-Bu bööyle. Muhtar,buğdayı mühürledim. Yarın gelip alacağız. Hadi eyvallah…

*****************

-Ana,niye düşünürsün?

-Oğlum Mehmedim.Ben Hacce anan düşünmesin de kim düşünsün? Ben kendimi de düşünmem. Bir nefisim. Ya bu soyhalar? Bu insanlar ne yiyecekler?

-Ana! ana,bak hele. Be bende çalarım.

-Şiiişşt. Öyle delilik yapma. Hemen git yerine,karışma öyle işlere,haydii…

*****************

(Mahzun gecenin yarısında anne oğlu Mehmedi kaldırır.)

-Ne var ana? Beni niye gece vakti kaldırırsın?

-Hemen konuşmadan kalk. Torbaları getir,buğdaylarımızı alacaz.

-Ana sen bana kızmamış mıydın,başımızı belaya sokmayalım diyen sen değil miydin?

-Haydii…haydi ,durma. Doldur. Götür de içeri boşalt. iyi,iyi. Etraf da kimseler de yok…

-Ooff be. Ana yetmez mi? Çok götürdük? Pek bir şeyde kalmadı! Belli olur?

-Götür oğlum,götür. Kendi malımızın hırsızı olduk. Etrafı iyice süpür. bende kasaları etrafına koyayım. Şööylecene mühürledim mi,oldu işte.. Haydi gidiyoruz. Şimdi iyi bir yat…

******************

-Memeed,memeeed..

-(Mehmed gözünü ovalayarak) Ne var muhtar emmi. Rahat uyuyamıyacak mıyız yavv.

-Oğlum öşür memurları geldi,sizi çağırır.

-(Öşür memurları şaşkın şaşkın bir buğdaylara,bir mühüre bakar,bir türlü bir şey anlıyamaz.) Allah ,Allaaah.. Yahu muhtar,dün buğday bu kadar değildi.. Bu buğday eksik görünüyor. Dün topladığımızda gayet çokdu. Ama mühürü yerinde,noolmuş buna?

-Emmi! Dün nasıl koyduysanız,öyle durur. Bak muhtar emmi beni uykudan yeni kaldırdı,uyurdum.

-Valla muhtar bunda bir yanlışlık var ya! Ama nerede? muhtar bunları sana teslim ediyorum. Devlet isteyene kadar sende kalacak. Tam 140 teneke buğday…

(Öşür memuru düşünceli düşünceli gide dursun,aynı hayretini muhtarda gizleyemez.)

-Yaav bacı. Dün gördüğümüz buğday bu kadar değildi! Bunlara nolmuş?

-Ne olacak muhtar. Siz topladınız,siz mühürlediniz. Bak mühür bile bozulmamış.

-Doğru,doğru,amma??

******************

(Muhtar kendisine teslim edilen köyün buğdaylarını bir yere toplar,etrafını taşla örerek,çamurla suvar. Her günde sabah-akşam etrafında bir gezer,acaba her hangi bir durum var mı?diye…)

*******************

-Oğlum Mehmed,haydi akşam oldu. Kimse görmeden şu buğdayları eşeğe yükle. Boztepeye değirmene götür de,öğüt. unumuz bitmiş. Kimse görmeden de geri gel. Kimseye görünme haaa?

-Sen telaş etme ana. Kimseye çaktırmam. Ruhları duymaz. Nasıl olsa işsiz adamım. Orada kahvede vakit geçirir,soranlara gezdiğimi söylerim.

-Oğlum Mehmed! Biz yeriz ya,köylüde hiçbir şey kalmamış. Ne kendileri yerler,nede hayvanları. Ekinlikleri bile yemiş bitirmişlerdir. Bak Hanife bacın gelir. Kabını da örtüsünün altında saklar.

-Hacce anaa!

-Geldim kızım. Kabını ver. Biterse gene gel. Sen neysen de o çocuklar ne yapar! Al ununu kızım.

-Allah senden razı olsun Hacce ana. Sende olmasan bizler ne yapardık? Halimiz nice olurdu?

-Aman haa kızım. Kimselere söylemeyin?

-Yok ana,hiç söyler miyiz. Burası bir çok kimsenin rızık kapısıdır. Bu kapımızda kapanırsa,biz hangi kapıya gideriz? Demek Allah bir kapıyı kaparsa,başka bir kapıyı açarmış. Allah kapınıda açık etsin,Hacce ana…

(Hacce ana un bittikçe oğlu Mehmedi Boztepe’ye geceleri yollar,üğüdür,gece döner. Oraya devamlı gidiş gelişinin dikkat çekmemesi için de gezdiğini,arkadaşını ziyarete geldiğini söyler,geçiştirirdi.

Değirmencide ,eğer bunlar olmasa değirmende sinek avlıyacakdı. Zira her kesin buğdayı bitib,kalmadığından,kimse değirmene buğday götüremez. Mehmedin devamlı buğday getirmesi durumunu hayretle karşılayan değirmenci fazla dayanamaz ve sorar:

-Yahu evlad. Sen bu buğdayları nereden alırsın? Sizin buğdaylar hiç bitmez mi? Millet yemeye kepek bulamazken,siz buğday yersiniz?

(Durumun vehametini ve kritik olduğunu anlayan,ele verilmesinden çekinen Mehmed)

-Değirmenci Emmi! Sen bu işlere karışma. Eğer karışır,başkalarına söylersen,beraber çaldığımızı ve ortak olduğumuzu söylerim. Bunca yol geliyom. Senin değirmeninden başka da yok. Paranıda veriyorum. Daha bu işe niye karışırsın?

-Aman oğlum,bana ne! Ben niye başkasına söyliyeyim. Ancak öğreneyim,dedim. Bu buğdayları nereden alıyorsunuz diye?

********************

(Artık zamanla kendilerince yenilen ve köylülerin fakir olanlarına gizlice verilen buğday ve unda biter. Bunları da bir telaştır alır. Ne yapacaklarını konuşurlar.)

-Oğul her kesinki gibi artık bizim buğday da bitti. Bundan sonra biz ne yapacağız? Kimden isteyip,kimden alacağız?)

-Muhtar dayımdan isteriz ana,nasıl olsa onda çok…

-Aman oğul o devletindir. Dayın hiç verir mi? Görmüyor musun o günden beri her gün sabah-akşam iki defa kontrol eder.

-Ana,bende çalarım!

-Aman oğul, hiç olur mu? Görürlerse ne yaparız?

-Ana,sen o işi bana bırak. Herkes yatınca giderim,duvarın arkasından taşı söker,buğdayı alırım. Geri taşı yerine kor,suvarım. Kimse de farketmez. Nasıl olsa dayım dışardan bakıyo. Bir şey olmayınca,içeriye girip de kontrol etmiyor.

-Bilmem ki oğul. Ancak korkarım!

-Tamam ana,ben böyle yaparım…

****************

(Yaza kadar hal bu minval üzere devam eder. Bu hane aç kalmaz. Artık gün gelmiş-çatmış,her yerlerden buğdaylar ofise götürülmek üzere istenmektedir. Çimeli köyüne de emir gelir. Derhal gönderilmesi-diye…

Muhtar etrafını duvarla çevirdiği anbarın kapısını açar. Hayret ve dehşet içinde dona kalır. Çünkü buğdayların yarıya yakını yoktur. Odanın belirli bir cephesinden buğdaylar alınmıştır. Ancak kim almış olabilir? Bu cüreti kim göstermiş olabilir ki? Olsa olsa şimdiye kadar açlık ve buğday sıkıntısı çekmeyen Hacce bacı gil olabilir. Nasılda şimdiye kadar düşünmemişdim? Devlete ne cevab verecek,kaybedilenlerin yerini nasıl,kimden alıb dolduracağım?

Sorularına cevab bulmak üzere Hacce bacı gile gider.)

-Bacıı! bacıı. Ne yaptınız? Ocağıma ağaç diktiniz. Bunu siz yaptınız,siz..

-Dur kardeş,dur. Ne var? Kıyamet mi kpptu?

-Daha ne ola? Buğdaylar,buğdaylar? Hırsızladığınız buğdaylar? Başıma kıyameti kopardınız…

-Evet kardaş… Biz aldık. Ne yiyecektik?

-………….

-Madem öyle. O halde sizde bunun çaresine bakın. Ofisede siz götürün. Nasıl götürürseniz,götürün? İstemiş olduklarını verin?

(Mehmed soğuk kanlılıkla lafa karışır.)

-Men yaparım,dayı! Sen karışma. Bir senin selamını götürdüm mü,olur işte.

-Oğlum ne selamı? Oğlum sen delimisin? Bu selam-melam işi mi?

Allah kerimdir dayı…

(Mehmed birkaç kişide yanına alır,kafasındaki planı uygulamaya koyulur. Ofise üç sefer yapılacak. 140 torba buğday götürülecektir. 90 torba ancak vardır. Ya diğerleri? onu Mehmede bırakalım)

-Arkadaşlar! Torbaların yarısına kadar kum doldurulacak,üstüne de buğday konulacaktır. Ancak dört torba tamamen buğday olacaktır. O özel…

(birinci seferlik buğday hazır olup kağnıya konularak ofisin önüne getirilir. Mehmed müdürün yanına sokulur. Kulağına eğilerek,fısıltı ile:

-Efendim! Müdür beg! Muhtarımızın size selamı var. Şu dört torbayı size yolladılar.

(İstifini bozmayan ofis müdürü,bir şey yokmuş gibi davranarak seslice):

-Çimeliler!.. Siz çekilin. Bekleyin bakalım şurada…

-……………

-Çimeliler,geçin bakalım. Sizinki tamamdır,eksik yok. Kontrol edilmiştir.

(Fısıltı ile Mehmede) O dört torbayı bize götür bırak..

(Mehmed önceden haberdar ettiği arkadaşlarına verdiği talimatı uygulattırır. Bir araba gidecek,boşaltmadan arkadan gidip,dönerek bir daha gelecek. Ta ki sayı tamamlanana kadar…

Nitekim 4 torba rüşvet verilen buğday hürmetine ilk posta rahat atlatılmış olur. Özel torbalar önceden haberdar edilmiş olan ofis müdürünün hanımına teslim edilir. Hanımı da akşamleyin gelenlerin blançosunu kocasına bildirir. Geldi mi diye?

(Mehmed köye varır,muhtara uğrar ve;

-Muhtar dayı,tamam teslim ettim. Müdüründe size selamı var.

-Ula,bire oğul! Sen hangi selamdan bahsediyorsun? Hele buğdayları ne yaptın,ondan haber ver?

-Tamam muhtar dayı. Teslim ettim. Senin dört torbayı da kendisine göndermiş olduğunu söyledim. Evine götürdüm. Oda sana selam gönderdi,o kadar…

-Oğlum,sen hangi göndermeden bahsediyorsun? Bizim buğday zaten eksikdi,birde müdüre mi gönderecek mişiz?

(Diğer iki seferi de bu şekilde bitirip,ofis müdüründen:”Tam teslim edildi.”Mühürlü kağıdını alıp,ayrılacak olan Mehmede sırasını bekleyen köylülerden birisi yanaşarak:

-Kardaş! Noolur,bizim şu işi de yapın. Köy komşunuzdanız. Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Bir kağnılık buğdayımız eksik.

-…Olur kardaş. Arkadaşlar! Bunlarla bir sefer yapıp,onlara katılında işleri bitsin.

Bir çok defa geçtikleri halde kapıdakilerin dikkatini çekmeyen kağnılar bu sefer kapıdaki bekçinin gözünden kaçmaz. Çünkü rüşvet olan buğdayı bunlardan almamıştır. Bekçi:

-Dur hele yav! Bu demin geçen boz katır değil mi? Bu demin geçmişdi. Torbalar sayılsın.

-Etme ağam! Yapma ağam. Kulun kölen olam. Bırakda boşaldalım. Biz daha ilk,yeni geçiyoruz.

(Güç bela boşaltılır. Köye dönülür.)

Mehmed –Berat- kağıdı mesabesindeki “Alındı” pusulasını muhtara teslim eder. Muhtar yine şaşkındır. Artık her şeyin olup bittiğini,bunun ve bundan önceki meydandan buğdayı nasıl çaldıklarını sorar. Mehmedin annesi Hacce ana anlatmaya başlar:

-Muhtar,siz memurla konuşurken memur damgalıyor ve bırakıyordu. Bende onun arkasında tezek ile meşgul olup,sizlerle ilgilenmiyor görünerek,o kalın olan mühürü tezeğe çıkarıyor,temizleyip yerine koyuyordum. Buğdayı almak için mühürü bozduğumuzda,önceden tezeğe çıkardığımız mühürü vuruyordum. Memurda dikkatli bakmayıp,sadece mühürlenmiş olduğuna baktığı için fark etmemişti.

-(Mehmed’de):Muhtar emmi,bende yarısını kum doldurdum. Ofis müdürüne rüşvet olarak dört torba verince,kapıcılarla anlaşmış olduklarından,benim ne kadar getirdiğime bakmaksızın göz yumdular. Bizde hepsini geçirdik.

-Vay sizi gidi… Verdiği buğdayı çalan buğday hırsızları! Buğday hırsızları vayy!

(O yıl Türkiye’de alınan buğday torbalarının altları hep kumlu çıkar. Anbarlara konulan buğdaylar da küflenir ve denize dökülür.

Hay’dan gelen Hu’ya gider. Yani O’ndan gelen yine O’na döner.

İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn…

4-12-1992

MEHMET ÖZÇELİK




BAŞKA DÜNYALAR

BAŞKA DÜNYALAR

Kur’an-ı Kerim-de yerlerin ve göklerin yaratılışı ile ilgili bir çok ayet-i kerimelere şahid oluruz.[1]

Gerek yer ve göklerin yaratılışı konusunda,gerekse de dünyamızdan başka dünyaların olup olmadığı hakkında Bediüzzaman-ın eserlerinde açık ve açıklayıcı ve net ifadeleri görürüz.

Nitekim eserlerinde:” Hakikat ve hikmet ister ki,zemin gibi,semâvâtında kendine münasib sekeneleri bulunsun. Lisan-ı şer’ide o ecnas-ı muhtelifeye melaike ve rûhaniyet tesmiye edilir. Evet,hakikat öyle iktiza eder. Zira,zemin,küçüklüğü ve hakaretiyle beraber,zihayat ve zişuur mahluklardan doldurulması ve ara sıra boşaltılıp yeniden zişuurlarla şenlendirilmesi işaret eder,belki tasrih eder ki,şu muhteşem burçlar sahibi müzeyyen kasırlar hükmünde olan semavat dahi zişuur ve zevil idrak mahluklarla doludur. Onlar dahi ins ve cin gibi,şu alem sarayının seyircileri ve şu kainat kitabının mütalaacıları ve şu saltanatı rububiyetin dellallarıdırlar. Çünki,kainatı had ve hesaba gelmeyen tezyinat ve mehasin ve nukuş ile süslendirip tezyin etmesi,bilbedahe,mütefekkir istihsan edici ve mütehayyir takdir edicilerin enzarını ister.”[2]

“Arzı da o seb’a semavat gibi halketmiş. Ve mahlukatına mesken ittihaz etmiş.”[3] Yedi tabaka olarak halkettim ,demiyor. Misliyet ise mahlukiyet ve mahlukata meskeniyet cihetiyle bir teşbihtir.

… Kalb,cesede mukabil geldiği gibi,küre-i arz dahi,koca hadsiz semavata karşı bir kalb ve manevi bir merkez hükmünde olarak mukabil gelir.

Hem küre-i arzımıza benziyen yedi küre-i uhra dahi bulunmasına işareten küre-i arz dahi,yedi tabaka âyat-ı Kur’aniyeden fehmedilmiştir.

“Gökleri yedi kat olarak tanzim etti.”[4] ayetinde,kısa nazarlı ve dar fikirli bir tabaka-i insaniye,hava-yı nesiminin tabakatını fehmeder. Ve kozmoğrafya ile sersemleşmiş diğer bir tabaka-i insaniye dahi,elsine-i enamda seb’a-i seyyare ile meşhur yıldızları ve medarlarını fehmeder. Daha bir kısım insanlar küremize benzer zevil hayatın makarrı olmuş semavi yedi küre-i aheri fehmeder. Diğer bir taife-i beşeriye,manzume-i şemsiyenin yedi tabakaya ayrılmasını,hem manzume-i şemsiyemizle beraber yedi manzumat-ı şumusiyeyi fehmeder. Daha diğer bir taife-i beşeriye,madde-i esiriyyenin teşekkülatı yedi tabakaya ayrılmasını fehmeder. Daha geniş fikirli bir tabaka-i beşeriye,yıldızlarla yaldızlanıp,bütün görünen gökleri bir sema sayıp,onu,bu dünyanın semasıdır diyerek,bundan başka altı tabaka-, semavat var olduğunu fehmeder. Ve nev’i beşerin yedinci tabakası ve en yüksek taifesi ise:semavat-ı seb’ayı,alemi şehadete münhasır görmüyor. Belki avalimi uhreviye ve gaybiye ve dünyeviye ve misaliyenin birer muhit zarfı ve ihatalı birer sakfı olan yedi semavatın var olduğunu fehmeder.”[5]

Her bir devlet de ve alem de insanlar ve varlıklar yaşamaktadır. Onlar oraya münasib ve münasebattardırlar.

İnsanlarda başlı başına bir alem olup,kendi alemine uygun bir vaziyet almaktadır.

Bunlar gibi de;meskun yani üzerinde oturulabilecek,dünyamızdan başka dünyaların varlığına inanıp,ancak üzerinde şu anda varlıklar var mıdır? O varlıklar nasıl varlıklardır? Konularında konuşulabilir.

Ancak insan olarak,insanların meskun oldukları yer bu dünyadır. İnsanda bir kalb vardır. İki kalb düşünülemez. Dünyamız da,kainat büyük insanının bir kalbi mesabesindedir.

-Hadis-de:”Hz. Abbas ibnu Abdulmuttalib (r.a) anlatıyor:”Batha nam mevkide,aralarında Rasulullah 8SAM)-ın da bulunduğu bir grup insanla oturuyordum. Derken bir bulut geçti. Herkes ona baktı. Rasulullah(SAM):

“Bunun ismi nedir,bileniniz var mı?”diye sordu.

“Evet bu buluttur.”dediler. Rasulullah (SAM):

“Buna Müzn-de denir”dediler. Oradakiler:

“Evet Müzn-de denir.”dediler. Bunun üzerine Rasulullah (SAM):

“Ânan’da denir.”buyurdu. Ashab da:

“Evet ana da denir”dediler. Sonra Hz. Peygamber (SAM):

“Biliyor musunuz,sema ile arz arasındaki uzaklık ne kadardır?”diye sordu.

“Hayır,vallahi bilmiyoruz!”diye cevapladılar.

“Öyleyse bilin,ikisi arasındaki uzaklık ya yetmiş bir,ya yetmiş iki veya yetmiş üç senedir. Onun üstündeki sema(nın uzaklığı da) böyledir.”

Rasulullah (SAM) yedi semayı sayarak her biri arasında bu şekilde uzaklık bulunduğunu söyledi. Sonra ilave etti:

“Yedinci semanın ötesinde bir deniz var. Bunun üst sathı ile dibi arasında iki sema arasındaki mesafe kadar mesafe var. Bunun da gerisinde sekiz adet yabani keçi (suretinde melek) var. Bunların sınnakları (hayvan tırnağı) ile dizleri arasında iki sema arasındaki mesafe gibi uzaklık var,sonra bunların sırtlarının gerisinde arş var,arşın da alt kısmı ile üst kısmı arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar mesafe var. Allah,bütün bunların fevkindedir.”

-Katâde ve Abdullahtan yapılan bir rivayet şöyle:”Rasulullah (SAM) ashabıyla birlikte otururken bir kısım bulutlar geçmişti.:”Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?

Bu,el-ana (denen buluttur) bu arzımızın sakasıdır. (su taşıyıcısı) Allah taala bunu kendisine hiç ibadet etmeyen bir kavme de göndererek (su ihtiyaçlarını görür.)dedi. Bir müddet sonra devamla:

“Bu sema nedir biliyor musunuz? Dürülmüş bir dalga,korunmuş bir tavandır. Bunun üstünde diğer bir sema vardır.”dedi ve böylece üst üste yedi semanın olduğunu söyledi. Sonra konuşmasına devamla:

“İkisi arasında ne (kadar uzaklık) var biliyor musunuz?” diye sorduktan sonra;”Beş yüz yıl”dedi. Sonra tekrar:

“Bunun gerisinde ne olduğunu biliyor musunuz? Bunun gerisinde su var. Suyun gerisinde arş var. Allah,arşın fevkindedir. Adem oğlunun ef’alinden hiçbiri O’na gizli kalmaz.”buyurdu. Sonra tekrar:

Bu arz nedir,biliyor musunuz? Bunun altında bir diğer arz var,ikisi arasında beş yüz yıl var. Böylece yedi arzın varlığını birer birer saydı.”hadisi zikretti.

-Başka bir rivayette:Sema ve arz için aynı ifade de bulunulduktan sonra;

“Sonun da şu açıklamayı yaptı:

“Muhammedin nefsini elinde tutan zat-ı zül celale yemin ederim,şayet siz,en aşağıdaki arza bir ip sarkıtacak olsanız,bu ip Allah’ın (ilmi) üzerine inecektir.”Rasulullah (SAM) sözünü tamamlayınca:

“O her şeyden öncedir,kendisinden sonra hiçbir şeyin kalmayacağı sondur,varlığı aşikardır,gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O,her şeyi bilir.”[6] ayetini kıraat buyurdu.[7]

-Abdullah ibni Mes’ud (r.a)dan yapılan rivayette Rasulullah (SAM) şöyle buyurmuştur:”Allah yedi semayı yarattı. Her birinin kalınlığı beş yüz yıl yürüme mesafesidir.”[8]

“O Allah ki,yedi semayı,arz dan da onun mislini yarattı.”[9]

İbni Abbasdan rivayet edilen bir hadis de:”Yedi arz vardır. Her arzda sizin peygamberiniz gibi bir peygamber,Adem’iniz gibi bir Adem,Nuh’unuz gibi bir Nuh,İbrahiminiz gibi bir İbrahim,İsa gibi bir İsa vardır.”

“Rabbinin katında bir gün,saydıklarınızdan bin yıl gibidir.”[10]

“Melekler ve Cebrail,miktarı elli bin yıl olan o derecelere bir günde yükselir.”[11]

Hadis-de:”Her şeyin mahiyetini anlamak için tefekkürde bulunun,düşünün. Fakat Allah’ın zatı hususunda düşünmeyin. Zira yedinci sema ile Allah’ın kürsüsü arasında yedi bin ışık yılı mesafesi vardır. Zatı zül-celal hazretleri (nin ilmi) bunun ötesini de kuşatmıştır.”[12]

“Yedi gökle yer ve onların içindekiler onu tesbih eder.”[13]

“Bundan başka sema ya da iradesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti.”[14]

“… hem cin ve ifrit ve sair muhtelif zişuur ve zihayat mahlukların alemleri ve meskenleri olduğu,çok kesretli ehli keşif ve ashabı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın alemleri,;”[15]

Özetle;israf etmeyen Allah,her yerde,o yere münasib olan mahlukları yaratmıştır. Ateş,toprak,su ve hava gibi. Oralarda,oralara münasib canlıları var etmiş,yaratmıştır.

Özellikle;”Meskun” (üzerinde oturulan,oturulabilecek)[16]ifadesiyle Bediüzzaman;oturmaya elverişli ve oturulacak bir yer olduğunu da belirtmektedir.

-Bu arada:”On sekiz bin alem”ile bir çok hikmetlerin murad edildiği de belirtilir.[17]

“Madem,alem-i ulvide muhtelif teşkilat var,muhtelif vaziyetlerde muhtelif ahkamlar görünüyor;öyle ise,o ahkamların menşeleri olan semavat muhteliftir. İnsanda,cisimden başka nasıl akıl,kalb,ruh,hayal,hafıza gibi manevi vücutlarda var;elbette,insanı ekber olan alemde ve şu insan meyvesinin şeceresi olan kainatta,alemi cismaniyetden başka alemler var. Hem alemi arzdan,ta cennet alemine kadar her bir alemin,birer seması vardır.”[18]

Ve bunlar hız bakımından farklılık arzederler.[19]

-“Yer,yalnızca dünyamız değil;başka her dünya ihtimalini de içermektedir.”[20]der Aiberg.

-Ve bir haberde:”Galile uzay aracının Jüpiter gezegeninin atmosferinde hayat bulunduğunu tesbit ettiği,ancak bu gerçeğin Amerikan hükümetince kamuoyundan gizlendiği öne sürüldü.”[21]

-Özet ve bir cevap:Milyarlarca galaksi ve her bir galakside 200 milyar yıldızla beraber,aynı apartmanda oturmaktayız.

-Dünyanın dışında canlılar var mı?sorusuna –Evet-deriz.

-Ama,insan var mı?sorusuna –Evet-demek,büyük bir cesaret ve ihata ister. Olmadığını söylemekle beraber,olduğunu farz ettiğimizde,bir çok acabalar,birbirini kovalayacaktır;

-Acaba teknolojiye sahiplermi? Ortak noktalarımız neler? Vs…

-Bilim ve Teknik dergisinde bir yazar,birkaç dengesiz ifadede bulunmuş.[22] Maddede boğulan,maddeyi aşamayan sayın yazar,nur hızını,düşünce hızını kabul etmediği gibi,ilim perdesine bürünerek bunları inkara yeltenib,teorik ve saçmalık diye ifade etmiş.

“Kişi bilmediğinin düşmanıdır.”derler,doğruymuş.

İki asırdır Darwin-in hala teorilik ve varsayımdan kurtulamıyan görüşünü –ışık tutma-olarak nitelerken,ışık ve düşünce hızını nasıl inkar etmektedir.

Acaba kendilerine mi geç ulaştı,yoksa kendileri mi geç ulaştılar?

Sayın yazar? bazı din gruplarının bunu reddettiğini,bazılarının da dinsel inançlarını kuvvetlendireceğinden,kabul ettiğini söylerken;şunu bilmelidir ki;İslâmiyetin,Kur’an-ı Kerim-in ve hakikatlarının,bizlerin kabulüne ihtiyacı olmayıp,bir şey kazanmıyacağı gibi,bizlerin inkarından dolayı da bir kaybı söz konusu değildir.

İslamiyet ve Kur’an başlı başına bir bürhandır. Kendi kendisinin hakkaniyetini gösteren bir delildir.

Ancak sayın yazar? kendileri daha yeni bu konuyu işlerken,biz oralarda canlıların olduğunu yıllar öncesinden iddia ediyorduk. Baştan buraya kadar ki şekilde de ifade ettiğimiz gibi…

Bediüzzaman hazretleri ise;yarım asır öncesinden fazla bu hakikatları eserine yazmışdı,bizim şimdi yazıb,söylediğimiz gibi…

Meselenin dinsel? veya metafizik olarak çözülemiyeceğini iddia eden sayın yazar? şunu bilmelidirler ki;kendilerinin yarım yamalak söylediklerini Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz bin dört yüz sene öncesinden haber vermişlerdir.

7-7-1996

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Konularına göre Kur’an-ı Kerim Fihristi. N. Yüksel.sh.16-17.

[2] Sözler. B. Said Nursi.sh.162.

[3] Age.469.

[4] Bakara.29.

[5] Lem’alar. B. Said Nursi. 12. lem’a.2.sual.sh.58-62,bak.R.N. Kudsi Kaynakları. A. Badıllı.sh.734,bak.Aksiyon dergisi.23-29-Mart-1996,bak.Zafer dergisi.Mayıs-1996.sh.4.

[6] Hadid. 3.

[7] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. Prof. İ. Canan. 6 / 368-370.

[8] Age. 6 / 372.

[9] Talak.12.

[10] Hacc.47.

[11] Mearic.4.

[12] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı. age. 6 / 376.

[13] İsra.44.

[14] Bakara.29.

[15] Lem’alar.age.59.

[16] İşarat-ül İ’caz. B. Said Nursi. sh.216.

[17] Mektubat. B. Said Nursi. 26.mektub.4.mebhas.Birincisi.sh. 315-316,Sözler.age.31.söz.ikinci esas.sh.518-519.

[18] Sözler.age.sh.523.

[19] Bak. Sözler.age.524-525.

[20] Arz’dan Arş’a Mi’raç. Prof. H. Von Aiberg. 1 / 50.

[21] Bak.Zaman gaz.3-4-1996.

[22] Tübitak.1996.Nisan.341.sayı.sh.34-41.




B U MU ? K A P I

B U MU ? K A P I

Manevi kıtlığın yaşandığı bir dönemdi. Müfettişler teftişe ha geldi ,ha gelecek tedirginliği içerisinde idik.

Millet olarak sanki kor ateşin üzerinde oturuyorduk. Şeyy, afedersiniz,körlerin içerisinde gibiydik. Bizlerinde manen kör olması istenmekteydi. Çünkü uygulamalar onu göstermekte idi.

“ Selâmun aleyküm”demenin,”Takke ve sarık takmanın” ve çalıştığın yerde kendi imkanlarınla değil mescid açmak,tahtadan seccade yapmanın suç olduğu dönemlerden gelmekteyiz. Kıtlık dönemlerin insanları olup,kıtlığı yaşamış kıt kimseleriz.

İşte böyle bir kıtlık senesinde,kıtlıktan çıkmış,kıt görüşlü ve kıt nazarlı,kıt kanaat geçinip giden biri bizi teftişe gelmişti.

Kendilerine yardımcı olmak amacıyla bizde yanında bulunmaktaydık. Boş bir odaya geldiğimizde;hiç münasebeti yokken,birdenbire,bu oda ile öbür oda arasında,aradaki ara kapısına doğru parmağını uzatarak,birazda sert bir tavırla bağırarak;

-Şu ney? Orada ne arıyor?

-Zamansız,zeminsiz,münasebetsiz ve de yersiz bu ifadeyi oturtturacak bir yer bulamadığımızdan,birdenbire;

-Bu mu? Kapı…. deyince;

-Yersiz sözüne yer bulmaya çalışan bu vatandaş bu sefer sinirli,kızgın ve de kızarmış bir vaziyette dalga geçtiğimi zannederek;-O da böyle sakin bir okulda-

-Hayııırrr.. şunu diyorum,diyerek parmağını ve biraz da kendisini daha yaklaştırarak tahta seccadeyi işaret edince,ben de gayet sakin olarak,hiçbir şey yokmuş gibi;

-Namaz kılmak için seccade,deyince;gümleyip çekip gitti…

Dünya da yer-siz ve yar-sız kalıp yaşayan,belki de ölmüş olan bu insanlar orada,kendilerine dar ve bar olacak olan o kabir,mahşer,sırat ve cehennem de dost arasınlar ve varsa bulsunlar.

Ne yar kaldı,ne de kar kaldı. Hepsi kendi derdi ve günahıyla çekip bu dünyadan gitti.

Niyazi-i Mısrî-nin dediği gibi;

Bir ticaret yapmadım,nakdi ömür oldu heba.

Yola geldim lâkin göçmüş cümle kervan bî-haber.

Ağlayıp nâlân edip düştüm yola tenha garip,

Dîde giryân,sine biryân,akıl hayran bî-haber.

Ahirette ağlamamanın yolu;maddi ve manevi ağlatmamaktan geçer. Sen bu dünyada ehli imanı haksız yere ağlat da,orada ağlama? Mümkün mü?

Zulüm bir kirdir. Cennet,kiri ve kirliyi ve de kirliliği kabul etmez,temizlemedikçe, temizlenmedikçe….

10-3-1996

MEHMET ÖZÇELİK




CANLILAR ALEMİNDE BİR ANLAŞMA

CANLILAR ALEMİNDE BİR ANLAŞMA

Acaba muhal olanı mı konuşuyorum? Öyle de olsa,düşünülüp hayal edilmesi muhal olmasa gerek. Çünkü hayalde fiiliyat ve temas durumu yok…

Eğer tüm hayvan ve bitkiler insanlar gibi konuşsa ve düşünse idiler nasıl ve ne derece anlaşabilir,uyum sağlayabilirdik? Onları kendi emrimiz altına alabilir miydik? Yoksa makamımızı bize kaptırmazlar mıydı? Kimler baş bakan,Cumhurbaşkanı,amir,kimler memur olurlardı?

Acaba onları biz mi kendimize ram ettik,itaatkar kıldık? Çocuğumuza yaptıramadığımızı,onların en büyüğüne yaptırabiliyoruz. Elbette bunları güç ve kuvvetimizle yaptırıyor değiliz!

Mesela,arslan kardeş, akşama bize gel. Davetlisin…

Meselelerin altından gücümüzle nasıl kalkar,nasıl çözebilirdik? Zor görünüyor,değil mi?

Devler,balıklar,kuşlar ve bitkiler,bunların arasında yerimiz neresi ve nasıl olurdu? Üstesinden nasıl gelebilir? Ne kadar ve ne derece idare edebilirdik?

Kendisini idareden aciz olan bu insan,acizliğini ve güçsüzlüğünü daha iyi anlardı…

Bunlarla anlaşmak için elbette ortak bir nokta aranacaktı.

Bu meseleler ateistlerin kopukluğuyla,meçhuller üzerine konulan binalarla çözüme kavuşamazdı.

Kominist ve sosyalist düşünce doğrultusunda her şey eşit olarak nasıl paylaştırılacak? Ney?..Kime?..Nasıl verilecekti?

Her şeyi maddede arayan materyalistlere göre;kuvvetli olan haklı olursa,hayvanların haklılığına şimdiden hükmetmek gerekecekti.

Güçlülerin güçsüzleri yutması ile hayatın devamı düşüncesi gerçekleşecek olsaydı,hayattan ilk silinenin insan olması gerekmez miydi?

Bir referanduma gidilse,kimler kazanırdı acaba? İnsan mı?

O halde,bu kıymet ölçüsü neye göre belirlenmiştir de,bir kısmı ot,bir kısmı hayvan,bir kısmı da insan olmuştur?

Kim tarafından belirlendiği düşünülmesi gerekmez mi?

Bizleri diğerlerine karşı üstün kılan üstünlük vasfı nedir? Maddi yapımız mıdır?

Eğer öyle olmuş olsa idi,diğer varlıkların içinde değişik farklılıklarda geride kalabilirdik…

O halde tüm mesele o imtiyazlı noktayı yakalamakta… Onu muhafaza ve devam ettirmekte odaklanmış olmaktadır. Aksi takdirde elimizden kaptırabiliriz!

Tüm alternatifler düşünüldüğünde o mümtaz noktaların ağırlıkla insanın maddi cephesinde değil,manevi cihetinde temerküz edip,yerleştiğini görürüz.

Maddeyi ayakta tutan manadır. Lafızlar mana üzerine otururlar. Lafızlar mananın irer kalıp ve kılıfıdırlar. Bedenle ruh gibi…

Her şeyde hakim olan güç;insan ve insanlık manasının,hayvan ve hayvanlık maddesine üstünlüğü ile gerçekleşmekte…

Mâna ve ruhun da ruhu;İman ve Marifettir.

23-08-1995

MEHMET ÖZÇELİK




AKİDE ŞEKERİNDEN MÜHENDİSLİĞE

AKİDE ŞEKERİNDEN MÜHENDİSLİĞE

Hayatın içinde bazen nokta gibi durum ve hareketler,hayatın noktalanmasında son noktayı koyuyor.

Anlatacağım olay,hanımın amcasının başından geçmiştir.

“Babamız vefat etmiş,abimde o imkansızlık içerisinde hiç olmazsa orta ve liseyi bitirmek amacıyla akrabalarımızın yanına giderek evden ayrılmıştı.

Evde kala kala bir ben ve bir de yaşlı annem kalmıştık. Ben de büyük güçlükle liseyi bitirmiş. Üniversiteyi okumak için imtihana girerek neticeyi beklemekteydim.

Ancak kazandığıma dair belge hala gelmemişti. Demek ki kazanmamıştım. Zaten kazansam da okuyabilir miydik ki? Meçhul?

Demek ki kaderde ya köyde kalıp tarla sürmek veya koyun gütmekte varmış. Ama,okumalıydım. Fakat kazanamayınca da okunmaz ya!..

Bu bekleyişler,düşünceler,ümit ve emeller süre dursun;ben akide şekerini çok severim. Annem bunu bildiği için eve akide şekeri almayı da ihmal etmezdi. Ortaya da koyacak hali olmazdı elbet! Çünkü bir anda bitebilirdi.

Bir gün gönlüm akide şekeri istemişti. Ancak şeker neredeydi? Annem onu nereye koymuştu? Etrafı aramaya başladım. Akide şekeri… Akide şekeri… Annenin kaybettiği evladı,Yakub’un Yusuf’unu arar gibi her tarafa bakmaya ve aramaya koyuldum.

Sanki evladını bulan anne gibi değil,Yusufuna kavuşan Yakub gibi değil,şekerden daha şeker bir haberle karşılaşmış,aradığımı bulmuştum: İnşaat Mühendisliğini kazanma belgesi…

Fakat burada ne arıyordu? Belli ki geleli de biraz olmuştu. Tam bir sır. Ve ona ulaşılan tam bir tevafuk…

Bir yandan sevinç umuduyla,bir yandan merak saikasıyla anneme sordum. Aldığım cevap gayet ilginçti:

-“Oğlum,gelen kazanma belgeni ben mahsustan sakladım. Okumaya gitmeyesin,yanımdan ayrılmayasın,diye… Eğer sen de gidersen benim yanımda kim kalacak? Yalnız başıma ben kiminle kalacağım? Kimin yanında kalacağım?

Anam kendini düşünüyordu. Hep beni düşünen,benim için çırpınan anam,böyle önemli bir dönüm noktasında beni unutuyor,düşünmüyordu!

Benim için her şeyini veren anam,bir anlık bir hatasıyla benim her şeyimi aldığının belki de farkında değildi…

Neyleyim o benim anamdı… Sebebi vücudumdu…

Ve bu gün orayı bitirmiş,akrabalarımdan farklı bir seviyeye gelmiştim. Köyün dar sokaklarında gezmiyor,derelerinde yüzmüyor,sarp kayalarına tırmanmıyor,tarlalarını sürmüyor,toz toprağa bulanmıyor,çamurdan-kerpiçten bir ev yapmıyor,ahırdaki hayvanlarla ilgilenmiyor,hasılı dar bir meskende daralmıyor,belki;

İnşaatlar inşa ediyor,bir çok plan ve projelere imza atıyor,hareketli ve de bereketli hayatın denizleri içerisinde yüzerek,büyük gemilere binip,büyük balıklarla seyahat ederek,hayata büyük pencereden bakıyor isem;

-Akide şekerine olan hayranlığımdandır.

-Seni o zaman seviyordum. Yine de seviyorum. Sevmeye de devam edeceğim. Sizlere de tavsiye ediyorum.

O zaman sadece bir akide şekeri idin,şimdi ise şekerler şekerisin ey akide şekeri…

Şeker olasın… Şeker kalasın,emi…

18-04-1998

MEHMET ÖZÇELİK




DABBETÜL ARZ

DABBETÜL ARZ

Ebu Katade radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “(Kıyametin büyük) alâmetleri ikiyüz (senesin)den sonra gelecektir.”

Kıyametin kopuşu ise,tesbih ipinin kopması gibi birbirini takib edecektir.

İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “(Bir gün) Resülullah aleyhissalâtu vesselam yanımıza gelip şöyle buyurdular: “Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman (artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır. Onların siz hayatta iken zuhurundan Allah’a sığınırım. (Bu beş şey şunlardır:) l) Zina: Bir millette zina ortaya çıkar ve aIenî işlenecek bir hale gelirse, mutlaka o millette tâun hastalığı yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde görûlmeyen hastalıklar yayılır. 2) Ölçü-tartıda hile: Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın zulmüne uğrar.

3) Zekat vermemek: Hangi millet mallarının zekatını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi.

4) Ahdin bozulması: Hangi millet Allah ve Resülünün ahdini (yani düşmanla yaptığı anlaşmayı) bozarsa, Allah Teâla hazretleri o millete, kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlar alır.

5) Kitabullahla hükmetmeyi terk: Hangi milletin imamları Kitabullahla ameli terkederek Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında savaştırır.”[1]

Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kıyametin kopmasına yakın (bazı insanlar günahları sebebiyle) “mesh”e (hayvan süretine çevrilme), “hasf”e (yere batma) ve “kazf’e (taşlanma azabı) uğrayacaktır.”

Abdullah İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ümmetimde hasf, mesh ve kazf olacaktır.”

İbnu Amr İbnu’l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Çıkış itibariyle, Kıyamet alametlerinin ilki güneşin battığı yerden doğması, kuşluk vakti insanlara dabbetu’l-arzın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir.”[2]

“O söz başlarına geldiği (kıyamet yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dâbbe (mahlûk) çıkarırız da, bu onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.”[3]

Dabbe,debelenme,kımıldama gibi anlamlara gelib,bütün hayvanlar için kullanılır.[4]

Bu konuda Bediüzzaman:“Amma “Dabbet-ül Arz”: Kur’anda gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka mes’eleler gibi kat’î bir kanaatla bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim:

”Gaybı ancak Allah bilir.”Nasılki kavm-i Firavun’a “çekirge âfâtı ve bit belası” ve Kâ’be tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe’ye “Ebabil Kuşları” musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan’ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfr ü küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a’lem, o dabbe bir nev’dir. Çünki gayet büyük birtek şahıs olsa,her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki 2 “Asâsını kemirmekte olan bir ağaç kurdu.” Sebe’ Sûresi, 34:14.
”âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû’-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.”[5]

Burada o hayvanın konuşmasından maksad;lisanı haliyle yapılan bir konuşmadır.[6]

“Bakınız bu dabbetülarz, dehşetli hücum ve gürültüsü ve bağırmasıyla ve tünel deliğinden çıkıp hücum ettiği dakikada, geçeceği yola bir metre yakınlıkta o çocuk duruyor. O dabbetülarz tehdidiyle ve hücumunun tahakkümü ile bağırarak tehdid ediyor. “Bana rast gelenlerin vay haline” dediği halde o masum yolunda duruyor. Mükemmel bir hürriyet ve hârika bir cesaret ve kahramanlıkla beş para onun tehdidine ehemmiyet vermiyor. Bu dabbetülarzın hücumunu istihfaf ediyor ve kahramancıklığıyla diyor: “Ey şimendifer! Sen ra’d ve gök gürültüsü gibi bağırmanla beni korkutamazsın.”[7]

“İşte ey bu şimendiferdeki arkadaşlarım ve elli sene sonra, fenlere çalışan kardeşlerim! Bu mâsum çocuğun yerinde, Rüstem-i İranî veya Herkül-ü Yunanî o acip kahramanlıklariyle beraber tayy-ı zaman ederek o çocuğun yerinde bulunduğunu farzediniz. Onların zamanında şimendifer olmadığı için, elbette şimendifer bir intizam ile hareket ettiğine bir itikadları olmayacak. Birden bu tünel deliğinden, başında ateş ve nefesi gök gürültüsü gibi, gözlerinde elektrik berkleri olduğu halde, birden çıkan şimendiferin dehşetli tehdit hücumuyla Rüstem ve Herkül tarafına koşmasına karşı, o iki kahraman ne kadar korkacaklar; ne kadar kaçacaklar; o hârika cesaretleriyle bin metreden fazla kaçacaklar. Bakınız, nasıl bu dabbetülarzın tehdidine karşı hürriyetleri, cesaretleri mahvolur. Kaçmaktan başka çare bulamıyorlar. Çünkü onlar, onun kumandanına ve intizamına itikad etmedikleri için mutî bir merkep zannetmiyorlar; belki, gayet müthiş, parçalayıcı, vagon cesametinde yirmi arslanı arkasına takmış bir nevi arslan tevehhüm ederler.”[8]

Bediüzzaman dabbeyi trene teşbih etmektedir. Teşbihden amaç,onun azamet ve tehlikesini bildirmek içindir. Yoksa bizzat kasdedilen tren değildir.

Elmalı tefsirinde tren,otomobil ve bisiklet içinde kullanıldığı söylenmektedir.[9]

“Ne zaman ki Süleyman’a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı. Yalnız bir güve böceği yere dayandığı asâsını yiyordu. Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli azab içinde bekleyip durmazlardı.”[10]

Kadı Beyzavi ve bazı hadisçiler bununla Hain,kötü kimseleri kasdetmişlerdir.

“cessâse”casuslar olarak göstermişlerdir.[11](Allahu a’lem,bundan murad muhabir ve medya manalarıda kasdedilebilir.) ki, bir hadiste haber verildiğine göre,cessâse, Deccal için haberler araştırıp toplayan casus demektir.[12]

Ebü’s-Suud da diyor ki: Bu dâbbe, casustur. Bundan cins isim söylenip, bir de tefhîm (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğinin tekid edilmesi, şanının garibliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder. Bundan dolayı hadiste bildirilen bazı garip rivayetleri kaydettikten sonra, şunu da ilave ediyor: Hz. Ali’den naklolundu: Kuyruğu olan bir dâbbe değil, sakalı olan bir dâbbedir, demiş bir erkek olduğuna işaret etmiştir. Fakat meşhur olan bir dâbbe olmasıdır.[13]

Şüphesiz Kur’ân’da {dabbeten} denildiği için bir dâbbedir. Fakat erkek bir dâbbedir. {(Dabbeten tükellimühüm-dan çıkarılmış) “Onlara söyleyen dâbbe” denilmesi ise, bunun bir insan olmasını belirtmek için açık bir delildir. (Burada bu dabbenin bir insan olması halinde her tarafa ve herkese yetişmesi ve zarar vermesi durumu olacaktırki buda bir ferdin yapabileceği bir iş değildir. Ondan dolayı dabbeden insan manasının anlaşılması gayet uzak bir ihtimaldir.)Burada söze mecazî bir mânâ vermek veya {tükellimühüm} fiilini “söylemek” mânâsına değil de cerh (yaralama) mânâsına konuşma ile yorumlamak, açık beyanın zıddınadır. Garib rivayetler ile Kur’ân’ı açık mânâsından çıkarmak yakin ilmine zarar vermektir.

Kaldı ki, Ahmed Tayalisi, Naim b. Hammad, Abd b. Hamid, Tirmizî hasen hadis diyerek, İbnü Mâce, İbnü Cerir, İbnü Münzir, İbnü Ebi Hatim, İbnü Merduye ve Beyhakî gibi zatların Ebu Hüreyre (r.a)den rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: “Dâbbetü’l-arz, Musa’nın âsası, Süleyman’ın mührü yanında olarak çıkacak, mühür ile müminin yüzünü parlatacak, âsa ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir tanınacak.”[14]

Bu hadise göre de, dâbbe, maddî ve manevî normalin üzerinde bir kuvvet ve saltanat ile ortaya çıkıp büyük bir İslâm devleti kuracak lider olmuş oluyor. Şüphe yok ki, Musa’nın asasına, Süleyman’ın mührüne sahip olan kimse,büyük bir şahsiyet olacaktır. Hem de kötülerden değil, iyi ve hayırlılardan olacak, bütün müminlerin yüzünü güldürecek, kâfirlerin burnunu kıracaktır. Âyette:”Onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler” [15]buyurulması da bunu gerektiriyor. Şu halde buna dâbbe ismi verilmesinin sebebi, onun kâfirlere karşı acımasız olacağını ve Allah Teâlâ’ya göre onun meydana çıkarılmasının zor bir şey değil, yerden normal bir dâbbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır. Burada bazı eserleri (haberleri) de kaydedelim:

1- İbnü Cerir’in Huzeyfe b. Esîd’den rivayet ettiğine göre: “Dâbbe’nin üç çıkışı vardı: Birisinde bazı çöllerde çıkar, sonra gizlenir. Birisinde de, emirler kan dökerken bazı şehirlerde çıkar, yine gizlenir. Sonra insanlar mescidlerin en şereflisi, en büyüğü ve faziletlisi içinde iken yeryüzü kendilerini fırlatmaya başlar. Derken halk kaçışır, müminlerden bir grup kalır, bizi Allah’tan hiç bir şey kurtaramaz derler. Dâbbe de onların üzerine çıkar, yüzlerini parlak yıldız gibi parlatır. Sonra hareket eder, artık ne takip eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir. Bir adama varır, namaz kılıyordur, vallahî sen namaz ehli değilsin der. Yakalar, müminin yüzünü ağartır, kâfirin burnunu kırar” dedi. “O zaman insanlar ne halde olur” dedik. “Arazide komşu, malda ortak, yolculuklarda arkadaş olurlar” dedi.[16]

2- İlim ehlinden bir çokları dâbbenin ortaya çıkması, emir bi’l-ma’rûf (iyilikleri emir), ve nehiy ani’l-münker (kötülüklerden menetme) terkedildiği vakittir demişler.[17]

İbnü Ömer (r.a) den rivayet edilir ki,[18]âyeti emir bi’l-ma’ruf ve nehiy ani’l-münker terk olunduğu vakittir, demiştir. Buna göre “müslümanlar da bozulup aleyhlerinde hüküm hak olduğu vakit” demek oluyor.[19]

“İnsanlar din konusunda aralarında bölüklere ayrıldılar.”[20] âyeti ile işaret edildiği ve sahih hadislerde de bildirildiği üzere, bu ümmette de ayrılıklar çıkacak; aralarında emir (komuta zinciri) parçalanarak memleketler elden çıkacak; bununla beraber yine de Peygamber ve ashabının yolunda giden bir fırka-i nâciye (ehl-i sünnet ve’l cemaat denilen kurtuluşa eren bir grup), bir iyiler grubu eksik olmayacak; zamanlar gelecek din garib olacak, iyi insanlar garib kalacak; sonra yine din, başlangıçta olduğu gibi dönüp yeniden ortaya çıkacak; peygamberlik iddiasında bulunacak olan otuz kadar Deccal’dan sonra ilâhlık davasına kalkışacak olan büyük Deccal, İsa Mesih’in yeryüzüne inmesiyle helak olacak; derken Ye’cûc ve Me’cûc çıkacak, yeryüzünde görülmedik fesatlar, tasvire sığmaz savaşlar yaptıktan sonra Allah’ın emriyle yok olacaklar. Artık salib (haç) kırılacak, domuz öldürülecek, iyi insanlar hakim olacak, Hz. Muhammed’in getirdiği şeriatın her tarafa yerleşmesiyle insanlık bir mutluluk dönemine girecektir. Nihayet küçük ve orta nice kıyametlerden sonrada Dâbbetü’l-arz’ın (yerden çıkacak bir hayvanın) çıkması, güneşin batıdan doğması ve Sûr’un üflenmesiyle büyük kıyamet kopacak ….”[21]

Zaman en büyük müfessirdir. Zaman hükmünü icra etse,elbette inkâr edilmez. Bu nakillerin hakikat payı taşıdıkları bir mâna olduğu gibi,AİDS mikrobu veya o mesabede ilikleri ağaç kurtları gibi kemiren her türlü hayvana teşmil edilebilir. İmana taalluk eden bir mesele olmadığı için,o mânaya tetabuk ve tevafuk eden her mâna,mantıklı oldukça kabul edilir,mantıklı olmazsa ferdi görüş olarak değerlendirilir. Herkese ulaşabilecek bir varlık ve canlı olması gerekirki,umumu alakadar eden bir mesele olsun.

Sefahet neticesinde kurtuluşu olmayan Aids hastalığına düşen insanların pişmanlıkları ve ikrarları hem bir ceza hem de bir ibret levhası olarak görülmekte,insanları intibaha sevketmektedir.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Mürşid.2.CD. 7170.

[2] Müslim.Fiten.118.(2941),Ebu Davud.Melahim.12.(4310).

[3] Neml.82.

[4] Mecmuatün minet-Tefasir.Kadı Beyzavi-Nesefi-Hazin-İbni Kesir.(Arp)5/153.

[5] Şualar.591-592,359,Barla Lahikası.147.

[6] Bak.Kütüb-ü Sitte.Prof.İ.Canan.4/153-155.

[7] Tarihçe-i Hayat.102,B.Cevab veriyor.102,Hutbe-i Şamiye.65,67.

[8] Tarihçe-i Hayat.103,102,Bediüzzaman Cevab Veriyor.102.

[9] Age.6 / 160.

[10] Sebe.14.

[11] Beydavi. II / 206.

[12] Müslim.Kitabul Fiten.52,Babı kıssatil cessase.24.

[13] Suyuti.Eddürrül Mensur. IV /382,Ebussuud. VI / 301.

[14] Tirmizi.Tefsiri sureti.27,İbni Mace.Fiten.31,Ahmed İbni Hanbel. II / 296,491,Kütüb-ü Sitte. İ.Canan. 14 / 342-343,Tac.(Arp) M.A.Nâsif. 4 / 197,Elmalı. 6 / 160-162.

[15] Neml.82.

[16] Suyuti.Eddürrül Mensur. IV / 381.

[17] Bak.Saffetüttefasir.M.A.Sabuni. 4 / 398,Büyük Kur’an Tefsiri.Konyalı Mehmet Vehbi. 10 / 1048,Muhtasar Tefsiri İbni Kesir. (Arp) 2 / 682.

[18] Neml.82.

[19] Elmalı.6 / 161.

[20] Enbiya.93.

[21] Elmalı. 5 / 466.




CUMHURBAŞKANI OLSAYDIM ?

CUMHURBAŞKANI OLSAYDIM ?

Mehmet dedeniz olarak ahirete giderayak bazı tavsiyelerde bulunayım dedim. Dedeniz olmam hasebiyle bazı babalara,liderlere,belli bir sorumluluk üstlenip de yok mu bize ileriyi gösterecek tavsiyelerde bulunanlarımız?

Bizde son demimizde bir katkımız,geride birazda olsun kalıntılarımız ve kırpıntılarımız olsun diye başladık babalar kralından söze… o ki;hem,hem baba,hem de kurtarıcı. Bugüne bugün altı kerecik! gidip yedi defa haşmetli ve haşmetle gelmiş olan yarım asırlık cumhurbaşkanımız..

Benden soruyorlar,sen cumhurbaşkanı olsaydın ne yapardın? Madem oralarda gözün yok,elinde ne tavsiyelerin var?

Her ne kadar ben sekizinci cumhurbaşkanı olsam da,ilk cumhurun başkanı olan,aday olmayıp aday oldurulan,talib değil matlub yani arayan değil,aranan olan Hz. Ebubekir-i kendime örnek alırdım.

Elbette sizde takdir edersiniz ki;hasta olan bir kimse veteriner-e değil,insan doktoruna gider. Ehliyetliyi ve ileriyi görüp götüreni seçmeli.

Gelmesini bilmek gibi,gitmesini de bilmeli,neticeyi hazmetmeli. Yeni dinamiklere yol açmalı,önlerini tıkamamalı,tecrübe ve bilgilerinden istifadelerini sağlayarak rehber olmalıyım.

Marifetin çok kalıp,asırlık siyasetçiliği isbat etmek olmayıp,az zamanda çok iş yapan insan durumunda olmak,hayır ve takdirle yad edilmek olduğunu bilmeli.

Tıpkı hasenatı ve seyyiâtıyla,herkesin takdirini toplayan T. Özal-ın bazı güzel atılımlarında yaptığı gibi.

“Mahkeme kadıya mülk olmaz.”atasözünü kendime düstur edinip,gençliğin maddi-manevi alanda önünü açmak,ileriyi göstermek..

İnsanlar yaptıklarıyla kalırlar. Yapmadıkları,yapamadıkları ve yapamıyacakları ile giderler ve yokturlar.

Topluma müsbet hareketi tavsiye etmek..müsbet hareket içerisinde olmak..siyaset,siyasi entrikalar ve politika ile değil eğitimle,birikimle,toplumla el-ele ileriye yürümek..

Yapmadan vadetmemek..kendi yükselmemi,başkasının alçalmasına ve alçaltılmasına bina etmemek..hiçbir nokta da milletin değerlerine ters düşmemek,ters düşecek insanların tersliklerini gösterip,düzeltme yolunu tercih etmek..kendim için kimsenin burnunun kanamasına müsaade etmemek.

Adnan Menderes-in 1950-de araladığı, T. Özal-ın 1983-de açtığı kapıyı ben-de genişletmeye çalışır,daha çok insanın geçişini sağlarım.

Gerek makamımdan,gerekse dünyadan gittiğim zaman sadece ve sadece üç-beş çakalla,karanlık sevdaları,hırsızları sevindirip,bir an evvel güneşin batmasını arzulayan karanlık yolcuları,yarasa tabiatlıları sevindirmem..

Her şey güneşle doğar,güneş doğmasıyla her şey hayat bulur. Batışıyla her şey batar,yuvasına yatar,üç-beş fıtratı bozuk kalkar,bu batışı ganimet bilir.

Işık olmak,nur saçmak,karanlığı örtmek,aydınlık nesillere akıl olmak,vicdan olup,göz olmak,hiçbir şey olunamasa da,çok şeyi sünbül veren toprak olmak,üzerinde çiçekler bitirmek,tohumları kucaklamak,insanların rahat basıb geçmelerini sağlamak.

İnsanların sırtına basıb yükselmek değil,çünki bu küçüklerin ve düşüklerin işidir. Değerli insanları sırtlamak,omuzlayıp yüceltmek,böylece yücelen kendimiz bir fert olarak kalmak değil,bir millet olmak.Çıkılacaksa milletle beraber çıkmak,düşülecekse,kendin düşmek,milleti düşürmemek. Hele hele milletin değerlerini hiç mi hiç düşürmemek.

Mevlâna gibi bir kucağa sahip olub insanlığı kucaklamak.mazlum ve mağdurlara sahiblikte bulunmak,el uzatıp,destek bulup,kaynayan veya kaynatılan İslam alemine sükunet ve emniyet kazandırmak..vagonu çok olan şu dünyaya lokomotif olmak.lokomotif bulmak.

Gelişen şu dünyada gelişmeye ayak uydurmak;geride ve gerisinde kalmayıp her alanda tam bir donanım içerisinde olmak.

Cehenneme çevrilmeye çalışılan şu dünyayı,her yönüyle cennete çevirmek,cennet gibi yapmak.

Yoksa Demirel-in;FP ve DYP tekrar iktidara gelirse;”devlet harekete geçer.”sözüyle,demokrasi olsun,ama izinli ve benimki gibi olsun! veya bir yerlere mesaj vererek ,hiç darbe almamış ve darbe görmemiş gibi öncesini unutmak,öncesine davetiye çıkarmak demektir.

Aklı başa almalı,uzaktan kumandayla hareket edip hareket ettirmemeli ve de mantıklı olunmalıdır.

Böylece –inşaallah meseleler halledilmiş olur.

Korkuya,vehme,şüpheye kapılıp,imkânatı vukuat yerinde,olmuş gibi değerlendirmeye gerek yok….

30-08-1998

MEHMET ÖZÇELİK




50 SENE SONRA

50 SENE SONRA

İnsan fıtratı gereği şimdiki zamanın dar çerçevesinde kalmayıp,her üç zamana da nüfuz etmektedir.

Bir çok özelliklere sahip olan bu insanın bir özelliği de;diğer hayvanların her birinin sahip olduğu (Sadakat,his gibi) özelliklerin tümüne birden sahip olmasıdır.

Yaş 15,20,30,40 yaşları içerisinde ayrı ayrı elli yıl sonrayı düşünüyorum:

Yaş 35 yolun yarısı demişti şair,iki yıl sonra da vefat etmişti. Ben nasıl değişecek,ben de ne gibi değişiklikler olacak merak ediyorum?

Aynı şeyi dünya ve içindekiler içinde düşünüyorum! Tam kavrayamıyor,tam anlayamıyor,ayak bağları olabilecek,akıl bağları yol vermiyor. Oraya ulaşmaya,aralardakini aşmaya.. aşamazsam aşınırım… Yaşamazsam,yaşlanırım…

Çocuktu,baba oldu,ona şimdi dede diyorlar. Yarın mı? Rahmetli veya zahmetli!.

Yıllar çok çabuk geçiyor,yollar gibi… İkisi de birbirlerini biteviye bitirme peşinde… Bitmeyen ama bitiren bitiriciler…

Elli sene nasıl geçecek? Epey bir zaman gibi görünüyor. Aslında hiç de öyle değil. Çünki Hz. İsa-dan bu yana geçen zaman 1998 sene,ya öncesi? Daha da uzun bir zaman…

Okulu bitirip üniversite,askerlik,evlenmek,çoluk-çocuk,ihtiyaçların tedariki,bitmeyen taksitler,maaşlara yapılacak zamlar,adeta bunların koşturmacası ve mücadelesi,sıkıntılı geçen yıllar ve emeklilikle açılan ayrı yollar…

Ev mi alsam? Araba mı alsam? Çocukları mı eversem? Hayaller,düşler ve düşünceler… Ve hayat da canlanan canlı hatıralar ve hatırlı bir roman,veya ölü geçen,ölmüş birinin bir hayat hikayesi… Biten yıllar bitmeyen yıllara doğru gitmekte,varmak için adeta kendini kendisindekiler hesabına bitirmektedir.

Her şey fenâdan bekâya kalbolmakta,değişip dönüşmektedir.

31-07-1998

MEHMET ÖZÇELİK




CİNLER VE ŞEYTANLAR

CİNLER VE ŞEYTANLAR

“ Cinni ise Hâlis ateşten yarattı.”[1]

Cinler ruhani varlıklardır.[2]

Kur’an-ı Kerim’de 13 surede haklarında bilgi verilmektedir.[3]

Bunlar da insanlar gibi ibadet için yaratılmışlardır.[4]

İçlerinde iman edip-etmeyenler [5] yani Mü’min cinler [6] ve Kafir cinler [7] vardır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed hem insanlara hem de cinlere peygamber olarak gönderilmiştir. Ondan dolayı kendisine ‘Rasulüs Sakaleyn’ yani yer yüzünün iki ağırlığı olan insan ve cinlerin peygamberidir.

Kur’an-ı Kerim cinlere de gelmiş ve onlar Kur’an-ı dinlemişlerdir.[8]

Kur’an-ı Kerim’de onların adıyla adlandırılan Cin suresi mevcuttur. Bu adla adlandırılması;Kur’an-ı dinleyip hidayete geldiklerinden dolayıdır.

Abdullah b. Amr b. As’dan rivayette:”Hz. Adem’in yaratılmasından 2000 sene önce cinlerin yer yüzünde bulunduğuna işaret edilmektedir.[9]

İbni Abbastan rivayette:”Allah yer yüzünün zimamını önceleri cin taifesine vermişti. Fakat onlar;isyan edip,peygamberlerini öldürdüler. Daha sonra gökten melekler geldi ki,aralarında cinlerin kendi cinslerinden olan İblis’de vardı,bu isyankarları yer yüzünden sürdüler.Onlar da denizlere kaçtı ve oralara taht kurdular. “[10]

Cinnin farsça karşılığı,peridir.

İslâmdan önce Kahinler vardı. Bunlar halka,ileride olabilecek bazı bilgileri haber verirlerdi. Bunlar ise;gökte kulak hırsızlığı yapan cinlerden istifade ederlerdi. İslâmiyetten sonra ise,bu kapı kapatılmış,cinlerin istifadesine sed çekilerek recmedilmişler,koğulmuşlardır.[11]

Cahiliye döneminde Sabiiler, Süryaniler, Eski Yunan ve Romalılar cinleri ilah derecesine çıkarmış ve dev, peri, şeytan adlarıyla anılan bu varlıklara tapınmışlardır.

Hadiste:”Kim bir kahine gelir,bir şeyler sorar ve söylediklerine de inanır,onu tasdik ederse,kırk gün namazı kabul edilmez.”

Diğer bir hadiste:”Muhammede indirilenden beri olur.”buyurulmuştur.

Cinler gaybı bilmezler.[12]

Onlara sığınıp,onlardan yardım beklenilmemelidir.. Âyette:”Şu da gerçek ki,insanlardan bazı kimseler,cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da onların (şımarıklıklarını ve) azgınlıklarını arttırırlardı.”[13]

Çünkü onlarında bir çoğu insanlar gibi cehennemliktir. Ayette:”Kalbleri vardır,gerçeği kavramazlar. Gözleri vardır,hakikatları görmezler. Kulakları vardır,işitmezler. Onlar hayvan ve ondan daha aşağıdırlar.”[14]

Cinlerden olan Şeytandan sığınıldığı gibi,cinlerin kötülüklerinden de Allaha sığınmak gerektir.

Onlar manevi üstünlükte bulunan insanlara zarar veremezler.

Erkek ve dişilikleri olan bu cinler,[15] Teshir edilebilirler.[16] Nitekim Süleyman Peygamber onları Teshir etmiş ve en ağır işlerde çalıştırmıştır.[17]

Taşköprüzade ve Kâtib Çelebi Sultan Mahmud-u Gaznevinin bir kaleyi azâimle aldığını söyler.

Azâim;Cinleri tesir ve emir altına alma ilmi. Bir kimsenin kalbini bir şeye bağlayarak bütün manevi ve ruhi gücüyle ona yönelmesine denir.

Peygamber Efendimiz ordusuyla Semud kavminin bulunduğu bölgedeki Hicr mevkiinden geçerken şöyle buyurdu:”Buranın suyundan içmeyiniz,Namaz için abdest almayınız,o su ile yoğurduğunuz hamurları develere yediriniz,siz o hamurdan yemeyiniz,arkadaşsız dışarıya çıkmayınız.”

Herkes denileni yaptı. Ancak (Said oğullarından) biri,bir ihtiyaçtan,diğeri devesini aramak için dışarı çıkmışlardı. İhtiyaç için çıkan bir cin tarafından çarpıldı. Diğeri fırtınaya kapılıp Tayy kabilesinin dağlarına kadar sürüklendi. Daha sonra bulundu.

Bu durum Peygamberimize bildirildiğinde:”Tek başınıza çıkmaktan sizi men etmedim mi?”buyurdu. Daha sonra dua etti,çarpılan kurtuldu.

Ona:”Uhruc ya aduvvallah”(Ey Allahın düşmanı çık)dedi.

Peygamberimiz Hz. Enes’le Mekke dağlarında gezerken bir cinniyle karşılaşıp,yaşını sorduğunda cin:”Pek azı müstesna,dünyanın ömrünü yedim (yaşadım). Ben,Kabil Habil’i öldürürken,tepeler arasında geziyordum.”der.

Bu cin Ham ibni Heym ibn Lakıs ibn İblistir.

Ve devamla:”Bana İsa ibni Meryem;”Eğer Muhammedle karşılaşırsan,benden ona selam söyle.”dedi. Ben de,selamını şu anda sana tebliğ ettim ve sana da iman ettim.”dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (SAM):”İsa’ya selam olsun. Ey Hâme,sana da selam olsun. İhtiyacın nedir?”deyince,o,”Musa bana,Tevrat’ı,İsa’da bana,İncili öğretti. O halde,sende bana Kur’an-ı öğret.”dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber(SAM) ona,on sure öğretti. Hz. Peygamber (SAM) ahirete göçtüğünde,bu cin yaşamaya devam ediyordu. Zira vefat haberini Hz. Peygamber (SAM) bildirmemiştir. Ömer ibnül Hattaba da:”Ben onun hala yaşadığını sanıyorum.”demiştir.”[18]

Hadiste:”Elinize geçen, üzerine Allah’ın ismi zikredilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve ve at mayısı da hayvanlarınızın yemidir”buyurmuşlar. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize şu tenbihte bulundu: “Sakın bu iki şeyle (kemik ve kuru hayvan mayısı) abdest bozduktan sonra istinca etmeyin, çünkü onlar (cinnî olan) din kardeşlerinizin yiyecekleridir.” [19]

– Abdullah İbnu Abdirrahman İbni Ebî Sa’sa’a anlatıyor: “Ebü Saîd (radıyallâhu anh) bana dedi ki:”Seni, koyunları ve kır hayatını seviyor görüyorum. Koyunlarınla birlikte veya kırda olunca namaz ezanı okursan, ezan sırasında sesini yükselt. Zîra, müezzinin sesini insan, cin ve sair her ne işitirse en uzağı” bile Kıyâmet günü onun lehinde şehadet eder.”

Peygamberimiz cinlerle konuşmuş,hatta namazını bozmaya çalışan bir cini yakalamış ve onu ashaba göstermek için bir yere bağlamak istemişse de,daha sonra bundan vazgeçip serbest bırakmıştır.

Diğer bir rivayette,Peygamberimiz geceleyin onlarla oturup Kur’an okumuş,ertesi günü ashabına anlatıp,yaktıkları ateşin kalıntılarını da göstermiştir.(Buhari-Müslim)

Umum görüşe göre;insanlara gönderilen peygamberler cinler içindir de…

Kaynaklarda cinler;insan,yılan,kedi,köpek ve inek şekline girebilir denilmiş. Ve onlar;harabe,dağlık,deniz,çöl,çöplük ve mezar gibi yerlerde yaşarlar.

Peygamberimiz onlardan gelen bir davetçi üzere onlarla gitmiş,Kur’an okumuş ve onlara yiyeceklerini sormaları üzerine;elinize geçen,üzerine Allah’ın ismi zikredilmiş her kemik,olabildiği kadar bol etli olarak sizindir.”buyurmuştur.

Çoğunluğa göre;Mü’min cin cennetliktir. Ebu Hanifeye göre;Cehennemden kurtulma mükafattır,diyerek,hayvan gibi yok olacaklarını,cennete girmeyeceklerini söyler.

Cinler konusunda Bediüzzman Said Nursi ise;

“İşte beşerin, san’at ve fennin imtizacından süzülen, maddî ve manevî fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli suretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi; bazan kendine emvat namını veren cinlere ve şeytanlara ve ervah-ı habiseye müsahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımât-ı Kur’aniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır.”[20]

“Hayvanat taifesi, ölüler taifesi, cinler taifesi, melaikeler taifesi o Zât-ı Mübarek’i tanıyorlar ve nübüvvetini tasdik ediyor.”[21]

“Veladet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır ki; şu yıldızların sukutu, şeyâtîn ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir. İşte madem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm vahiy ile dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve gâibden haber verenlerin ve cinlerin ihbarâtına sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şübhe îras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’an nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünki daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur’an hâtime çekmişti. İşte eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa’da ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. Her ne ise…”[22]

“Nasılki meselâ gayet merhametli, sehâvetli, gayet kerim âlîcenab bir zât, fıtratındaki âlî seciyelerin muktezasıyla büyük bir seyahat gemisine, çok muhtaç ve fakir insanları bindirip, gayet mükemmel ziyafetlerle, ikramlarla o muhtaç fakirleri memnun ederek denizlerde Arz’ın etrafında gezdirir ve kendisi de onların üstünde, onları mesrûrâne temaşa ederek o muhtaçların minnettarlıklarından lezzet alır ve onların telezzüzlerinden mesrur olur ve onların keyiflerinden sevinir, iftihar eder. Madem böyle bir tevziat memuru hükmünde olan bir insan, böyle cüz’î bir ziyafet vermekten bu derece memnun ve mesrur olursa.. elbette bütün hayvanları ve insanları ve hadsiz melekleri ve cinleri ve ruhları, bir sefine-i Rahmanî olan Küre-i Arz gemisine bindirerek; rûy-i zemini, enva’-ı mat’umatla ve bütün duyguların ezvak ve erzakıyla doldurulmuş bir sofra-i Rabbaniye şeklinde onlara açmak ve o muhtaç ve müteşekkir ve minnetdâr ve mesrur mahlukatını aktar-ı kâinatta seyahat ettirmekle ve bu dünyada bu kadar ikramlarla onları mesrur etmekle beraber, dâr-ı bekada Cennetlerinden her birini ziyafet-i daime için birer sofra yapan Zât-ı Hayy-ı Kayyum’a ait olarak o mahlukatın teşekkürlerinden ve minnetdârlıklarından ve mesrûriyetlerinden ve sevinçlerinden gelen ve tabirinde âciz olduğumuz ve me’zun olmadığımız şuûnat-ı İlâhiyeyi, “memnuniyet-i mukaddese” “iftihar-ı kudsî” ve “lezzet-i mukaddese” gibi isimlerle işaret edilen maânî-i

ububiyettir ki, bu daimî faaliyeti ve mütemadi hallakıyeti iktiza eder.”[23]

“Bütün ins ve cinleri ve hayvanı ve ruhanî ve melekleri haşr-i ekberin meydanına ve mizan-ı a’zamın önüne getirir. Bir iş bir işe mani olmaz.”[24]

“ Nasılki şimdi ispirtizmacılar “cinler ile muhabere” namıyla şarlatanlık yapıyorlar; dinin zararına âlet ederler diye çokça medar-ı bahs edilmez. Hem Hâtem-ül Enbiya’dan sonra, cinlerde peygamber gelmemiş.”[25]

“Cinlere halife olmakla beraber, beşerde de kuvve-i gazabiye ve şeheviye halkedilmiştir. Bunlar, cinlerden daha ziyade fesad yapacaklardır.” [26]«

(Halife): Bu tabir, Arz’ın insanların hayatına elverişli şeraiti haiz olmazdan evvel Arz’da idrakli bir mahlukun bulunmuş olduğuna ve o mahlukun hayatına o zamandaki Arz’ın evvelki vaziyetleri muvafık ve müsaid bulunduğuna işarettir. . tabirinin bu manaya delaleti, mukteza-yı hikmettir. Amma meşhur olan manaya nazaran, o idrakli mahluk, cinlerden bir nev’ imiş; yaptıkları fesaddan dolayı insanlar ile mübadele edilmişlerdir.”[27]

Kur’an Arabistan’ın basit bedevilerini öyle bir istihaleye uğratmıştır ki, bunların âdeta meshur olduklarını zannedersiniz. Hristiyanların telakkisine göre Kur’anın nâzil olmuş bir kitab olduğunu söyleyecek olsak bile, Kur’an putperestliği imha, Allah’ın vahdaniyet akidesini tesis, cinlere, perilere, taşlara ibadeti ilga, çocukları diri diri gömmek gibi vahşi âdetleri izale, bütün hurafeleri istîsal, taaddüd-ü zevcatı tahdid ile, bütün Arablar için İlahî lütuf ve nimet olmuştur.”[28]

Şeytan

Şeytanla ilgili Kur’an-da bir çok ayet zikredilmektedir.[29]

“Nefis ve hevâ, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmak.”[30]

“Cennet ve Cehennem’in vücudunu iktiza eden isim ve ünvan ve şe’n ise; kanun-u tenasül, kanun-u müsabaka, kanun-u teavün gibi pek çok umumî kanunlar misillü, kanun-u mübarezenin dahi bir derece tamimini isterler… Kalb etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfâkında melaike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.”[31]

“Müzahrefat-ı arziyenin mümessilât-ı habiseleri olan casus şeytanları, temiz ve temizlerin meskeni olan semayı telvis etmemek ve nüfus-u habise hesabına tecessüs ettirmemek için, edebsiz casusları korkutmak için atılan mancınıklar ve işaret fişekleri misillü, o şeytanları ebvab-ı semadan o şahablarla red ve tarddır.”[32]

“Melaikelerin Âdem’e secdesiyle beraber, Şeytan’ın secde etmemesi olan hâdise-i cüz’iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikatı ihsas ediyor. Şöyle ki: Kur’an, şahs-ı Âdem’e melaikelerin itaat ve inkıyadını ve Şeytan’ın tekebbür ve imtinaını zikretmesiyle; nev’-i beşere kâinatın ekser maddî enva’ları ve enva’ın manevî mümessilleri ve müekkelleri müsahhar olduklarını ve nev’-i beşerin hassalarının bütün istifadelerine müheyya ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber, o nev’in istidadatını bozan ve yanlış yollara sevkeden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri, o nev’-i beşerin tarîk-i kemalâtında ne büyük bir engel, ne müdhiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, bir tek Âdem’le (A.S.) cüz’î hâdiseyi konuşurken bütün kâinatla ve bütün nev’-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.”[33]

“Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup hikmet-i İlahiyenin semavatından, tabiat dalaletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit be-vakit başınızı kaldırıp esma-i hüsnama dikkat ederek, o semavata uruc etmek için fünununuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemalâtınızın menbaları ve hakikatları olan esma-i Rabbaniyeme çıkasınız ve o esmanın dûrbîniyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız.”[34]

“Şeytan evvelâ şübheyi kalbe atar. Eğer kalb kabul etmezse, şübheden şetme döner. Hayale karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve münafî-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe “Eyvah” dedirtir. Ye’se düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabbine karşı sû’-i edebde bulunuyor. Müdhiş bir halecan ve heyecan hisseder. “[35]

“İfrata varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebebdir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaydlığı atar, tehavünü def’eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîm’e şekva etmeli, “Eûzü billahi mineşşeytanirracim” demeli.”[36]

“Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i safilîne düşersin. Eğer Hak ve Kur’an’ı dinlersen, a’lâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun.”[37]

“Cin ve insin hattâ şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaîleri olan medeniyet ve hikmet-i felsefe ve edebiyat-ı ecnebiye, Kur’anın ahkâm ve hikmet ve belâgatına karşı âciz derekesindedirler, demektir. “[38]

“Kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları, şer ve çirkin değildir; çünki çok netaic-i mühimme için halkolunmuşlardır. Meselâ: Melaikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül etmez. Keza hayvanatın dahi, şeytanlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sabittir, nâkıstır. Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat nihayetsizdir. Nemrudlardan, firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.”[39]

“İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatıyla ve sırr-ı teklif ve ba’s-i enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidadlar, beraber kalacaktı. A’lâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebu Cehl’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı. Demek şeyatîn ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için icadları şer değil, çirkin değil; belki sû’-i istimalattan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler, kesb-i insana aittir; icad-ı İlahîye ait değildir.”[40]

“İşte nev’-i beşer bi’set-i enbiya ile, sırr-ı teklif ile, mücahede ile, şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüzbinlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde; kemmiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvanat-ı muzırra nev’inden olan küffarı ve münafıkları kaybetti.”[41]

“Hazret-i İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel, Ebî Said-il Hudrî’den tahric ve tashih eder ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Katade İbn-i Nu’man’a karanlıklı, yağmurlu bir gecede bir değnek verir ve ferman eder ki: “Sana lâmba gibi, onar arşın her tarafta ışık verecek. Evine gittiğin zaman, bir siyah şahıs gölge göreceksin. O, şeytandır. Onu hanenden çıkar, tardet.” Katade değneği alır, gider. Yed-i beyza gibi ışık verir. Evine gider; o siyah şahsı görür, tardeder.”[42]

“Ehl-i siyer ve hadîs, müttefikan haber veriyorlar ki: Kureyş kabilesi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı öldürtmek için, kat’î ittifak ettiler. Hattâ insan suretine girmiş bir şeytanın tedbiriyle, Kureyş içine fitne düşmemek için, her kabileden lâakal bir adam içinde bulunup, ikiyüze yakın, Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in taht-ı hükmünde olarak, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hane-i saadetini bastılar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında Hazret-i Ali vardı. Ona dedi: “Sen bu gece benim yatağımda yat.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm beklemiş, tâ Kureyş gelmiş, bütün hanenin etrafını tutmuşlar. O vakit çıktı, bir parça toprak başlarına attı. Hiç birisi onu görmedi, içlerinden çıktı gitti. Gâr-ı Hira’da iki güvercin ve bir örümcek, bütün Kureyş’e karşı ona nöbetdar olup, muhafaza ettiler.”[43]

“Altıncı Desise-i Şeytaniye şudur ki: İnsandaki tenbellik ve tenperverlik ve vazifedarlık damarından istifade eder. Evet şeytan-ı ins ve cinnî her cihette hücum ederler.”[44]

“ Şeytan-ı ins ü cinnin kâinattaki müdhiş âsâr-ı tahribkâraneleri ve enva’-ı küfür ve dalalet ve şerr ve mehaliki yaptıkları halde, zerre mikdar icada ve hilkate müdahaleleri olmadığı gibi, mülk-ü İlahîde bir hisse-i iştirakleri olamıyor. Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atalettir. Hayrı yaptırmamakla, şerleri yapıyorlar. Yani, şerler oluyorlar. Çünki mehalik ve şerr, tahribat nevinden olduğu için, illetleri, mevcud bir iktidar ve fâil bir icad olmak lâzım değildir. Belki bir emr-i ademî ile ve bir şartın bozulmasıyla koca bir tahribat olur.”[45]

“Mecusilerde inkişaf etmediği içindir ki; kâinatta “Yezdan” namıyla bir hâlık-ı hayır, diğeri “Ehriman” namıyla bir hâlık-ı şerr itikad etmişlerdir. Halbuki onların Ehriman dedikleri mevhum ilah-ı şerr, bir cüz’-i ihtiyarıyla ve icadsız bir kesble şerlere sebebiyet veren malûm şeytandır.”[46]

“İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müdhiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve “Eûzü billah” demekle Cenab-ı Hakk’a ilticadır. Ve kal’anız Sünnet-i Seniyedir.”[47]

ALTINCI İŞARET: Şeytanın en tehlikeli bir desisesi şudur ki: Bazı hassas ve safi-kalb insanlara tahayyül-ü küfrîyi tasdik-i küfürle iltibas ettiriyor. Tasavvur-u dalaleti, dalaletin tasdiki suretinde gösteriyor. Ve mukaddes zâtlar ve münezzeh şeyler hakkında gayet çirkin hatıraları hayaline gösteriyor. Ve imkân-ı zâtîyi, imkân-ı aklî şeklinde gösterip imandaki yakînine münafî bir şekk tarzını veriyor. Ve o vakit o bîçare hassas adam, kendini dalalet ve küfür içine düştüğünü tevehhüm edip imandaki yakîninin zâil olduğunu zanneder, ye’se düşer, o ye’sle şeytana maskara olur. Şeytan hem ye’sini, hem o zaîf damarını, hem o iltibasını çok işlettirir, ya divane olur yahud “herçi bad âbad” der, dalalete gider.”[48]

“Hem bazan şeytan, kalb üstündeki lümmesi cihetinde Cenab-ı Hak hakkında fena sözler söyler. O adam zanneder ki; onun kalbi bozulmuş ki, böyle söylüyor. Titriyor. Halbuki onun titremesi ve korkması ve adem-i rızası delildir ki: O sözler, kalbinden gelmiyor, belki lümme-i şeytaniyeden geliyor veya şeytan tarafından ihtar ve tahayyül ediliyor.”[49]

“Hem insanın letaifi içinde teşhis edemediğim bir-iki latife var ki, ihtiyar ve iradeyi dinlemezler; belki de mes’uliyet altına da giremezler. Bazan o latifeler hükmediyorlar, hakkı dinlemiyorlar, yanlış şeylere giriyorlar. O vakit şeytan o adama telkin eder ki: “Senin istidadın hakka ve imana muvafık değil ki, böyle ihtiyarsız bâtıl şeylere giriyorsun. Demek senin kaderin, seni şekavete mahkûm etmiştir.” O bîçare adam, ye’se düşüp, helâkete gider.”[50]

“İşte şeytanın evvelki desiselerine karşı mü’minin tahassüngâhı: Muhakkikîn-i asfiyanın düsturlarıyla hududları taayyün eden hakaik-i imaniye ve muhkemat-ı Kur’aniyedir. Ve âhirdeki desiselerine karşı; istiaze ..”[51]

“Fenalık ve hevesat yolu, tahribat olduğu için gayet kolaydır. Şeytan-ı ins ü cinnî çabuk insanları o yola sevkediyor.” [52]

“Şeytanlar tahribat cihetinde sevkettikleri için, az bir amel ile çok şerleri yaparlar. Onun için tarîk-ı hakta ve hidayette gidenler, pek çok ihtiyat ve şiddetli sakınmaya ve mükerrer ihtarata ve kesretli muavenete muhtaç olduklarındandır ki, Cenab-ı Hak o tekrarat cihetinde binbir ismi ile ehl-i imana muavenetini takdim ediyor ve binler merhamet ellerini

imdadına uzatıyor. Şerefini kırmıyor, belki vikaye ediyor. İnsanın kıymetini küçük düşürtmüyor, belki şeytanın şerrini büyük gösteriyor.”[53]

“İblis’in en mühim bir desisesi: Kendini, kendine tabi olanlara inkâr ettirmektir.”[54]

İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesedli ervah-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesedsiz ervah-ı habise dahi bulunduğu, o kat’iyyettedir. Eğer onlar maddî cesed giyseydiler, bu şerir insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesedlerini çıkarabilse idiler, o cinnî iblisler olacaktılar. Hattâ bu şiddetli münasebete binaendir ki, bir mezheb-i bâtıl hükmetmiş ki: “İnsan suretindeki gayet şerir ervah-ı habise, öldükten sonra şeytan olur.” ….Evet cinnî şeytanın vücuduna kat’î bir delili, insî şeytanın vücududur.”[55]

“Kâinattaki umûr-u hayriyedeki kanunların mümessili, nâzırı hükmünde olan meleklerin vücudu, ittifak-ı edyan ile sabit olduğu gibi, umûr-u şerriyenin mümessilleri ve mübaşirleri ve o umûrdaki kavaninin medarları olan ervah-ı habise ve şeytaniye bulunması, hikmet ve hakikat noktasında kat’îdir; belki umûr-u şerriyede zîşuur bir perdenin bulunması daha ziyade lâzımdır. Çünki Yirmiikinci Söz’ün başında denildiği gibi: Herkes, herşeyin hüsn-ü hakikîsini göremediği için, zahirî şerriyet ve noksaniyet cihetinde Hâlık-ı Zülcelal’e karşı itiraz etmemek ve rahmetini ittiham etmemek ve hikmetini tenkid etmemek ve haksız şekva etmemek için, zahirî bir vasıtayı perde ederek, tâ itiraz ve tenkid ve şekva, o perdelere gidip, Hâlık-ı Kerim ve Hakîm-i Mutlak’a teveccüh etmesin. Nasılki vefat eden ibadın küsmesinden Hazret-i Azrail’i kurtarmak için hastalıkları ecele perde etmiş. Öyle de: Hazret-i Azrail’i (A.S.) kabz-ı ervaha perde edip, tâ merhametsiz tevehhüm edilen o haletlerden gelen şekvalar, Cenab-ı Hakk’a teveccüh etmesin. Öyle de: Daha ziyade bir kat’iyyetle şerlerden ve fenalıklardan gelen itiraz ve tenkid,Hâlık-ı Zülcelal’e teveccüh etmemek için, hikmet-i Rabbaniye, şeytanın vücudunu iktiza etmiştir.”[56]

“-İnsanda kalbin bir köşesinde lümme-i şeytaniye denilen bir âlet-i vesvese ve kuvve-i vâhimenin telkinatıyla konuşan bir şeytanî lisan ve ifsad edilen kuvve-i vâhime, küçük bir şeytan hükmüne geçtiğini ve sahiblerinin ihtiyarına zıd ve arzusuna muhalif hareket ettiklerini hissen ve hadsen herkes nefsinde görmesi, âlemde büyük şeytanların vücuduna kat’î bir delildir.”[57]

“Ve bu lümme-i şeytaniye ve şu kuvve-i vâhime, bir kulak ve bir dil olduklarından, ona üfleyen ve bunu konuşturan haricî bir şahs-ı şerirenin vücudunu ihsas ederler.”[58]

belki fesaddan ve alçaklıktan ve tahribden ve ehl-i hakkın ihtilafından istifade etmesinden ve içlerine ihtilaf atmaktan ve zaîf damarları tutmaktan ve aşılamaktan ve hissiyat-ı nefsaniyeyi ve ağraz-ı şahsiyeyi tahrik etmekten ve insanın mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidadları işlettirmekten ve şan ü şeref namıyla riyakârane nefsin firavuniyetini okşamaktan ve vicdansızca tahribatlarından herkes korkmasından geliyor. Ve o misillü şeytanî desiseler vasıtasıyla muvakkaten ehl-i hakka galebe ederler. Fakat ””Akıbet takvâ sahiplerinindir.” A’râf Sûresi, 7:128.

” sırrıyla, ””Hak daima üstün gelir; hakka galebe edilmez.” Bu hadis-i şerifin Buharî, Cenâiz: 79’daki rivayeti şu şekildedir: “El-İslâmu ya’lû velâ yu’lâ””düsturuyla: Onların o muvakkat gelebeleri, menfaat cihetinden onlar için ehemmiyetsiz olmakla beraber, Cehennem’i kendilerine ve Cennet’i ehl-i hakka kazandırmalarına sebebdir.”[59]

“Şeytanın en büyük bir desisesi: Hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatır, der ki: “Bir tek zât, umum zerrat ve seyyarat ve nücumu ve sair mevcudatı bütün ahvaliyle tedbir-i rububiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acib büyük mes’eleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?” der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkârî uyandırıyor.”[60]

Elcevab: Şeytanın bu desisesini susturan sır: “Allahü Ekber”dir. Ve cevab-ı hakikîsi de “Allahü Ekber”dir. Evet “Allahü Ekber”in ziyade kesretle şeair-i İslâmiyede tekrarı, bu desiseyi mahvetmek içindir. Çünki insanın âciz kuvveti ve zaîf kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakikatları “Allahü Ekber” nuruyla görüp tasdik ediyor ve “Allahü Ekber” kuvvetiyle o hakikatları taşıyor ve “Allahü Ekber” dairesinde yerleştiriyor ve vesveseye düşen kalbine diyor ki: Bu kâinatın gayet muntazamca tedbir ve tedviri bilmüşahede görünüyor.”[61]

“Eğer tam lâyık ve tam yerinde olan azametli ve kibriyalı rububiyet olmazsa, o vakit her cihetçe gayr-ı makul ve mümteni bir yol takib etmek lâzım gelecek. Lâyık ve lâzım olan azametten kaçmakla, muhal ve imtinaa girmeyi, şeytan dahi teklif edemez.”[62]

“Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksirattan takdis etsin. Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir.”[63]

“Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur.”[64]

“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü’mine adavet ederler.

Şeytanın bu desisesine benzer diğer bir desise ile, insanın selâmet-i fikrini ifsad ediyor, hakaik-i imaniyeye karşı sıhhat-ı muhakemeyi bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlâl ediyor.”[65]

“İşte ey şeytanın desiselerine mübtela olan bîçare insan! Hayat-ı diniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-ı fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemat-ı Kur’aniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a’mal ve hatıratını tart ve Kur’anı ve Sünnet-i Seniyeyi daima rehber yap ve “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm”de, Cenab-ı Hakk’a ilticada bulun.”[66]

“Senden tam ders alan şakirdin, bir firavun olur. Fakat en hasis şeye ibadet eden ve menfaat gördüğü her şeyi, kendine rab telakki eden bir firavun-u zelildir. Hem senin şakirdin mütemerriddir. Fakat bir lezzeti için nihayet zilleti kabul eden miskin bir mütemerriddir. Hasis bir menfaat için şeytanın ayağını öper derecede alçaklık gösterir. Hem cebbardır fakat kalbinde bir nokta-i istinad bulamadığı için, zâtında gayet âciz bir cebbar-ı hodfüruştur. O şakirdin gaye-i himmeti, hevesat-ı nefsaniyeyi tatmin ve hamiyet ve fedakârlık perdesi altında kendi menfaat-ı nefsini arayan ve hırs ve gururunu teskin etmeye çalışan bir dessastır. Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmiyor. Herşeyi nefsine feda ediyor.”[67]

“Çünki insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılab eder.”[68]

. Evet insanı dünyaya çağıran ve sevkeden esbab çoktur. Başta nefis ve hevası ve ihtiyaç ve havassı ve duyguları ve şeytanı ve dünyanın surî tatlılığı ve senin gibi kötü arkadaşları gibi çok dâîleri var.”[69]

“Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu manilere ve bu şeytanlara karşı, ihlas kuvvetine dayanmak gerektir.”[70]

“Fakat nefs ve şeytan, ehl-i dalalet ve ehl-i felsefeden aldıkları derse istinad ederek, akıl ve kalbe hücum ettiler. Bu hücumdaki münazarat-ı nefsiye lillahilhamd kalbin muzafferiyetiyle neticelendi.”[71]

“Şeytanın muvakkat bir şakirdi ve ehl-i dalaletin ve ehl-i felsefenin bir vekili olan nefsim sustu.”[72]

“Cinn ve şeytanın casusları, semavat haberlerine kulak hırsızlığı yapıp, gaybî haberleri getirerek, kâhinler ve maddiyyunlar ve bazı ispirtizmacılar gibi, gaibden haber vermelerini, nüzul-ü vahyin bidayetinde vahye bir şübhe getirmemek için onların o daimî casusluğu, o zaman daha ziyade şahablarla recm ve men’edildiği…”[73]

“Evet bir melaikenin üfürmesiyle uçurulabilir olan casus şeytanları, böyle bir işaret-i azîme-i semaviye ile, melaikelerle mübareze ettirmek, elbette o vahy-i Kur’anînin haşmet-i saltanatını göstermek içindir. Hem bu haşmetli olan beyan-ı Kur’anî ve azametli tahşidat-ı semaviye ise; cinnîlerin, şeytanların, semavat ehlini mübarezeye ve müdafaaya sevkedecek bir iktidarları, bir müdafaaları bulunduğunu ifade için değil, belki kalb-i Muhammedîden (A.S.M.) tâ semavat âlemine, tâ Arş-ı A’zam’a kadar olan uzun yolda, hiçbir yerde cinn ve şeytanın müdahaleleri olmamasına işaret için, vahy-i Kur’anî, koca semavatta, umum melaikece medar-ı bahsolan bir hakikattır ki, bir derece ona temas etmek için, şeytanlar tâ semavata kadar çıkmaya mecbur olup, hiçbir şeye muvaffak olamayarak recmedilmesiyle işaret ediyor ki; kalb-i Muhammedîye (A.S.M.) gelen vahy ve huzur-u Muhammediyeye (A.S.M.) gelen Cebrail ve nazar-ı Muhammedîye (A.S.M.) görünen hakaik-i gaybiye, sağlam ve müstakimdir, hiçbir cihetle şübhe girmez diye Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan mu’cizane haber veriyor.”[74]

“Amma bir daire-i külliyenin cüz’î bir hâdise-i şahsiye ile meşgul olması, yani kâhinlere gaybî haberleri getirmek için şeytanlar, tâ semavata çıkıp kulak veriyorlar, yarım yamalak yanlış haberler getiriyorlar diye tefsirlerdeki ifadelerin bir hakikatı şu olmak gerektir ki: Semavat memleketinin payitahtına kadar gidip o cüz’î haberi almak değildir. Belki cevv-i havaya dahi şümulü bulunan semavat memleketinin -teşbihte hata yok- karakol haneleri hükmünde bazı mevkileri var ki, o mevkilerde Arz memleketi ile münasebetdarlık oluyor; cüz’î hâdiseler için, o cüz’î makamlardan kulak hırsızlığı yapıyorlar. Hattâ kalb-i insanî dahi o makamlardan birisidir ki, melek-i ilham ile şeytan-ı hususî o mevkide mübareze ediyorlar. Ve hakaik-i imaniye ve Kur’aniye ve hâdisat-ı Muhammediye (A.S.M.) ise, ne kadar cüz’î de olsa, en büyük, en küllî bir hâdise-i mühimme hükmünde en küllî bir daire olan Arş-ı A’zam’da ve daire-i semavatta -temsilde hata olmasın- mukadderat-ı kâinatın manevî ceridelerinde neşrolunuyor gibi her köşede medar-ı bahsoluyor, diye beyan ile beraber, kalb-i Muhammedî’den (A.S.M.) tâ daire-i Arş’a varıncaya kadar ise, hiçbir cihetle müdahale imkânı olmadığından, semavatı dinlemekten başka, şeytanların çaresi kalmadığını ifade ile, vahy-i Kur’anî ve nübüvvet-i Ahmediye (A.S.M.) ne derece yüksek bir derece-i hakkaniyette olduğunu ve hiçbir cihetle hilaf ve yanlış ve hile ona yanaşmak mümkün olmadığını, gayet beligane belki mu’cizane ilân etmek ve göstermektir.”[75]

“ Şeytanın en büyük bir desisesi, hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde, dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatması”[76]

“Şeytan, kusurlu insana kusurunu itiraf etmemek ile istiğfar ve istiaze yolunu kapayıp, enaniyeti tahrik ederek, avukat gibi, nefsini müdafaa ettirir.”[77]

“Şu Hikmet-ül İstiaze Risalesi’nin iki mühim kardeşi var. Birisi Yirmidokuzuncu Mektub’un Altıncı Risalesi olan “Hücumat-ı Sitte”, mühim bir kal’a olduğu gibi; ikinci bir kardeşi olan Yirmialtıncı Mektub’un “Hüccet-ül Kur’an Aleşşeytan Ve Hizbihi” namındaki risalesi dahi bir hısn-ı hasindir. Bu üç risale birbiriyle münasebetdardır.”[78]

“Nefis ve şeytanın en büyük hile ve desiselerinden olan; kâfirlerin çokluklarını ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarını vesvese suretiyle göstererek, şübheleri ve dine karşı lâkaydlığı, ayn-ı hak ve hakikat (göstermektir)”[79]

“Hattâ şeytanın dahi, manevî terakkiyat-ı beşeriyenin zenbereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebeb olduğundan, o nev’in icadı dahi hayırdır, o cihette güzeldir.”[80]

“Salavatın namaza tahsisi hikmeti ise……., şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır. Ve bu kafile, bu kâinat sahibinin dostları ve makbul masnuları ve onların muarızları, onun düşmanları ve merdud mahlukları olduğuna delil ise: Zaman-ı Âdem’den beri o kafileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semaviye inmesidir.”[81]

“Şeytanın gayet zaîf desiselerine karşı Kur’anın büyük tahşidatı ve melaikeleri ve Cenab-ı Hakk’ın yardımını ehl-i imana göndermesi “[82]

“Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz.” Peygamberimize ve ümmetine emrederek, her asra baktığı gibi mana-yı işarîsiyle bu acib asrımıza daha ziyade, belki zahir bir tarzda bakar; Kur’an’ın hizmetkârlarını istiazeye davet eder”[83]

“Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.”[84]

“Sual: Şeytanın kalbinde marifet var mıdır?

Cevab: Yoktur. Çünki san’at-ı fıtriyesi iktizasınca, kalbi daima idlâl ile telkin için, fikri daima küfrü tasavvur etmekle meşgul olduğundan, kalbinde veya fikrinde boş bir yer marifet için kalmıyor.”[85]

“Cenab-ı Hak hayr-ı mahz olarak melaikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halketmiştir. Hikmetin iktizasına göre, hayır ve şerre kadir ve câmi’ olarak dördüncü kısmı teşkil eden beşerin yaratılması da lâzımdır ki; beşerin şeheviye ve gazabiye kuvvetleri kuvve-i akliyesine münkad ve mağlub olursa, beşer mücahedesinden dolayı melaikeye tefevvuk eder. Aksi halde hayvanattan daha aşağı olur, çünki özrü yoktur.”[86]

“İnsan, zerre-miskal o sünnetlerden inhiraf ve udûl ederse; şeytanlara mel’ab, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma’rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır.”[87]

“İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsan kalben ve fikren hakaik-i İlahiyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhassa namaz ve ibadet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hatıralar, sinekler gibi kalbe, akla hücum ederler. Bu gibi hevaî, vehmî ve çirkin şeylerin def’iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlub olur. Ancak onları mağlub edip kaçırmak çaresi, müdafaayı terk edip onlar ile uğraşmamaktır. Evet arılar ile uğraşıldıkça onlar hücumlarını arttırırlar. Onlara karışılmadığı takdirde, insanı terkeder, giderler. Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-i İlahiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur. Evet pis bir menzilin deliklerinden semanın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Ve fena bir tesir etmez.”[88]

“O çirkin sözler senin kalbinin sözleri değil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Meselâ: Sen namazda, Kâ’be karşısında, huzur-u İlahîde âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedai-i efkâr seni tutup en uzak malayaniyat-ı rezileye sevkeder. Meselâ: Âyinenin içindeki yılanın timsali ısırmaz. Ateşin misali yakmaz. Ve necasetin görünmesi âyineyi telvis etmez.”[89]

“İşte Nakşibendîler, zikir hususunda ittihaz ettikleri zikr-i hafî sayesinde kalbin fethiyle, ene ve enaniyet mikrobunu öldürmeğe ve şeytanın emirberi olan nefs-i emmarenin başını kırmağa muvaffak olmuşlardır. Kezalik Kadirîler de zikr-i cehrî sayesinde tabiat tagutlarını tar ü mar etmişlerdir.”[90]

“Kezalik bu kesif âlemde ruhanîleri deverandan, cinnîleri cevelandan, şeytanları cereyandan, melekleri seyerandan men’edecek bir mani yoktur.”[91]

“Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir.”[92]

“Cenab-ı Hakk’ın iktizaları, hükümleri mütegayir bazı esmaları vardır. Meselâ: Bedir gibi bazı gazâlarda Ashab-ı Kiram’a yardım etmek üzere küffar ile muharebe etmek için melaikenin semadan inzâlini iktiza eden ismi, melaike ile şeyatîn -yani semavî olan ahyar ile arzî eşrar- arasında muharebenin vukuunu istib’ad değil, iktiza eder. Evet Cenab-ı Hak melaikeye bildirmeksizin şeytanları def’ veya ihlâk edebilir. Fakat satvet ve haşmetinin iktizası üzerine bu kabil mücazatın müstehaklarına ilân ve teşhiri, azametine lâyıktır.”[93]

“Kur’an-ı Kerim bu âyet ile pek geniş saltanat-ı rububiyete karşı ins ve cinnin aczlerini ilân zımnında nida ediyor: “Ey insan-ı hakir, sagir, âciz! Ne suretle, şeytanları recmeden melaike ile necimlerin, şemslerin, kamerlerin itaat ettikleri Sultan-ı Ezel’e isyan ediyorsun! Nasıl kocaman yıldızları mermi, kurşun yerinde kullanabilen bir askere sahib olan bir sultana karşı isyan etmeye cesaret ediyorsun!”[94]

“İnsanın Allah’a karşı ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebair takvasıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.”[95]

“Şeytanın ve onun şerik ve muînleri olan ehl-i dalaletin şerrinden ancak şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile âmil ve sünnet-i Ahmediye (A.S.M.) ile mütemessik olmakla kurtulmak imkânı olduğunu..”[96]

“Küfre giren ehl-i dalaletin kemmiyeten çokluğunun kıymetsizliği; şeytan ve avenelerinin tasallutlarına karşı, istiaze, istiğfar, hıfz-ı İlahîye iltica ve takva ile Sünnet-i Seniyeye yapışmaktan başka çare olmadığını…”[97]

“ Zahiren cüz’î hata ve isyanla çok büyük tahribat yapmakta olan hizb-üş şeytana karşı, en kuvvetli kal’a olan Kur’anî kal’aya iltica lâzım geldiğini…

…….Kur’an-ı Hakîm’in azîm tergib ve teşviklerinin tam yerinde olup, ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîfliğinden ileri gelmediğini; hem günah-ı kebairi işleyenlerin küfre girmediklerini,

“Kim zerre kadar bir iyilik yaparsa onun mükâfâtını görür. Kim zerre kadar bir kötülük yaparsa onun cezasını görür.” Zilzâl Sûresi, 99:7-8.

iki âyetle sabit olduğunu ve nihayet Cenab-ı Erhamürrâhimîn’in Gafur ve Rahîm isimlerini melce’ ve tahassüngâh yaparak şeytandan istiaze edilmesini…”[98]

“Cinnî şeytandan ders alan insan şeytanları, dünyevî meşgaleleri ile seni bir çember içine alıp, Nurlara hizmetini tahdid etmek için, sezdirmeyerek perde altında çalışmışlar.”[99]

“İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor. Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir.”[100]

“İnsî ve cinnî şeytanlar hiç boş dururlar mı? Onların daima fenalıkları yapmak ve yaptırmakla meşgul olduklarından…”[101]

“Bediüzzaman tesettür taraftarıdır. Kadınların yarı çıplak, açık dolaşmalarına, İslâmiyet’e karşı muharebede şeytan kumandasına verilen fırkalar olarak tasvir etmekte;”[102]

“ (Hadiste)Rü’ya-yı sadıkada ervah-ı habise ve şeytan, peygamber suretinde temessül edemez. Fakat celb-i ervahta; ervah-ı habise, belki peygamberin lisanen ismini kendine takıp, sünnet-i seniyeye ve ahkâm-ı şer’iyeye muhalif olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması şeriatın ahkâmına ve sünnet-i seniyeye muhalif ise tam delildir ki, o konuşan ervah-ı tayyibe değildir, mü’min ve müslüman cinnî de değildir, ervah-ı habisedir. Bu şekilde taklid ediyor.”[103]

“Eskiden büyük şehirlerde açık-saçık, çıplaklık derecesinde hususan yarım çıplak Hristiyan kızları şeytan kumandasında ahlâk-ı İslâmiyeye zarar veriyorlar.”[104]

1-4-2001

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Rahman.15.

[2] Hak Dini Kur’an Dili.E.H.Yazır. 3 / 499, 7 / 17, 8 / 361,364,366,368-369,377,

[3] En’am,A’raf,Hicr,Şuara,Neml,Sebe’,Saffat,Ahkaf,Zariyat,Rahman,Cin,Mülk,Nas. ŞU AYETLER Cinlerden Bahsetmektedir : En’am.1oo,112-113,128,A’raf.27,179,Hicr.17,18,27,Şuara.212,221,223,Neml.39,Sebe’.12,14,sAffat.7-8,10,13,Ahkaf.29-30,Zariyat.56,Rahman.15,Cin.1-2,4,7,11,16,19,22,25,Müzzemmil.1,9,18,Müddessir.8,19,31,44,Kıyame.2,Nas.1-2,4,6,Bak.İlmihal.İSAM. 1 / 96, Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları. A.Badıllı.sh.489-497,499-500,İslam Ansiklopedisi. İSAM. 8 / 5-11.

[4] Zariyat.56-57,Cin.16-17.

[5] Cin.11-14.

[6] Ahkaf.29-31.

[7] Cin-4-7,15.

[8] Ahkaf.29-31,Cin.1-2,13,19.

[9] Bak.İlmihal.İSAM. 2 / 297.

[10] Age. 2 / 298.

[11] Hicr.17,Şuara.212,Saffat.7-10,Mülk.5,Cin.8-9.

[12] Sebe’.14,Cin.10.

[13] Cin.6.

[14] A’raf.179.

[15] Bak.Fatiha suresi tefsiri.R.M. Sami. sh.12.

[16] Bak.Ruh Nedir? M. Kırkıncı.sh.110-111.

[17] Bak.Tefsir-i Kebir.Fahreddin-i Razi. 16 / 196-198.

[18] Bak.Tefsir-i Kebir.age. 20 / 51-52.

[19] Müslim, Salat 150 (450); Tirmizî, Tefsir, Ahkâf, (3254); Ebu Dâvud, Taharet 42, (85).

[20] Sözler.258,Sad.38,İbrahim.49,Enbiya.82.

[21] Mektubat.152,154,158.

[22] Age.178,Barla Lahikası.287.

[23] Lem’alar.349.

[24] Şualar.161.

[25] Age.377.

[26] İşarat-ül İ’caz.199,Bakara.30.

[27] Age.201.

[28] Age.220.

[29] Şeytan:Bakara.14,168,Enfal.48,Hicr.1718,Nahl.98,Şuara.210,221-222, Yaratılışı:A’raf.12,Hicr.27,Sad.76,Hayasızlık ve kötülüğü: Bakara.14,169,268,Nisa.14,18-19,60,120,En’am128,A’raf.200,Enfal.48,Tevbe.56,62,Nur.21,Neml.24,Saffat.28-30,Sad.82-83,Zuhruf.37,Haşr.16,İnsanın kalbine vesvese vermesi.A’raf.201,Yusuf.24,Nas.5,Ondan Allaha sığınmak.A’raf.200,Nahl.98,Mü’minun.97-98,Fussilet.36,Nas.1-6,Şeytanlar kime iner?:Şuara.221-222,O ateşe çağırır:Fatır.6,O insanın düşmanıdır:Bakara.168,208-209,En’am.142,A’raf.16-17,27,Yusuf.5,Hicr.39-40,İsra.53Taha.116-117,Hac.52,Fatır.6,Yasin.60-64,Zuhruf.62,Onlar kafirlerin ve Münafıkların dostu olup,dost edinmemek:A’raf.27,30,201-202,Enfal.48,Bakara.257,Nisa.38,76,En’am.71,Meryem.83,Furkan.55,Şuara.221-223,Fussilet.25,Mücadele.19-20,Haşr.16-17,Yaldızlı söz söyleyip,peşlerine düşmemek:Bakara.168,208,En’am.112-113,Nur.21,A’raf.200,Fussilet.36,Allaha dayananlara karşı güçsüzdür:A’raf.201,İbrahim.22,Hicr.39-40,42,Nahl.99-100,İsra.65,Saffat.40,Sad.82-83,Etkili olduğu kişiler ise:Hac.52-55,Hilesi fakirlikle korkutmak ve kuruntuya düşürmek:Bakara.268,Nisa.19-21,İsra.63-64,Gözetirler:A’raf.27,Enfal.48,Şeytana tanınan süre:A’raf.14-15,Hicr.36-38,İsra.62,Sad.79-81,Kur’an-dan yüz çevirene yönelmesi ve arkadaşlığı:A’raf.175,Zuhruf.36-38,Nisa.38,Fussilet.25,Kaf.27,Şeytanın Allaha baş kaldırması:Meryem.44.Bak.Mürşid.2.CD,Mu’cemul Müfehres.M.Fuad Abdulbaki.sh.342-343,Konularına göre Kur’an-ı Kerim Fihristi.N.Yüksel.sh.11-13,89,146,149,246.

[30] Sözler.23.

[31] Age.179.

[32] Age.182.

[33] Age.246Bak.Elmalı. 1 / 272,Kehf.50.

[34] Age.262.

[35] Age.274.

[36] Age.278.

[37] Age.328.

[38] Age.412.

[39] Mektubat.43,489,Lem’alar.70-72,76.

[40] Mektubat.44.

[41] Age.44.

[42] Age.137.

[43] Age.158.

[44] Age.426.

[45] Lem’alar.73.

[46] Age.73.

[47] Age.73.

[48] Age.74.

[49] Age.75.

[50] Age.75.

[51] Age.75.

[52] Age.77.

[53] Age.77-78.

[54] Age.82.

[55] Age.82.

[56] Age.82-83.

[57] Age.83.

[58] Age.83.

[59] Age.86.

[60] Age.87.

[61] Age.87.

[62] Age.87.

[63] Age.87-88.

[64] Age.88.

[65] Age.88.

[66] Age.89.

[67] Age.118.

[68] Age.120.

[69] Age.122.

[70] Age.160.

[71] Age.239.

[72] Age.242.

[73] Age.280-281.

[74] Age.282.

[75] Age.283.

[76] Age.386.

[77] Age.387.

[78] Age.387.

[79] Age.391.

[80] Şualar.31.

[81] Age.96.

[82] Age.258.

[83] Age.266.

[84] Age.593.

[85] İşarat-ül İ’caz.67.

[86] Age.205.

[87] Mesnevi-i Nuriye.77.

[88] Age.96.

[89] Age.96.Haşiye.1.

[90] Age.103.

[91] Age.138.

[92] Age.183.

[93] Age.205.

[94] Age.205.

[95] Age.224.

[96] Barla Lahikası.151.

[97] Age.151.

[98] Age.151.

[99] Age.316.

[100] Kastamonu Lahikası.18.

[101] Emirdağ Lahikası. 2 / 133.

[102] Age. 2 / 137.

[103] Age. 2 / 156,Sikke-i Tasdik-i Ğaybi.21.

[104] Age. 2 / 194.




BABA BENİ BAKAN YAP

BABA BENİ BAKAN YAP

Baba ben bakan olmak istiyorum. Beni bakan yap. Beni de meclise gönder.

Beni de seçin. Eğer beni seçmezseniz,işleriniz hep kötüye gidecektir! Benim kazanmam,sizin kazanmanızdır.

Efendim! Adıyaman’da meşhur mu meşhur Belediye başkan adayı Dursun Çavuş’umuz vardı.

Bu zat PTT’den emekli olduktan sonra,adaylığını koydu. ve emekli parasını da bu uğurda harcadı.

Başkalarını ve onların mallarını değil,yıllarca biriken emekli parasını harcamıştı.

Her gece bir yerde davet veriyor. Etrafını gençler sararak,alkışlarla Adıyaman caddelerinde gezdiriliyordu. Bu alkışlar onun kazanmasını daha da pekiştiriyor,gibiydi. Bu gidişle kazanacak gibiydi!

Sadece bu etrafında dönen gençlere kalsaydı,yine de hemen hemen kazanabilirdi!

Ve Dursun Çavuş’dan gençlere bol bol müjdeler veriliyordu. İçlerinden en cazip olanı da;bekar olan gençleri evlendirecek,evli olanlara da bir tane daha alacaktı. Bir belediye başkan adayı olarak,seçildiğinde yapacakları önemli faaliyetlerdendi.

Ve nihayet Adıyaman’da belediye başkanlığı seçimleri yapıldı. Sayımlara geçildi. Sonuç ise;

-Belediye başkan adayı Dursun Çavuş,iki oy almıştı.

Ancak bu bir fazlalık nereden geliyordu? Mutlaka şefkatli,yaşlı bir annenin oyu olsa gerek!

Bunu da çözemeyen Dursun Çavuş’dan gelen mesaj ise;

Ya hu,bu biri benim de,ya şu bilmem………diğer oy kimin?

Çünki hanımı bile kendisine vermemişti.

Ne garib bir tecelli değil mi? Ancak kendisi kaybetse,gitse de;hatırası olan “Dursun Çavuş Camii”ve hatıraları yaşamaktadır.

Hatırı ve hatırası olmayanların kulakları çınlasın!!

MEHMET ÖZÇELİK




Ü Ç Ü M Ü Z Ü D E A Ğ L A T T I

Ü Ç Ü M Ü Z Ü D E A Ğ L A T T I

Kurban bayramının ilk günüydü. Konyalı Hüseyin ustamla,kurban almak üzere,hayvan pazarına vardık. Kurbanlık hayvanların ayrıldığı bölümlere geldik. Ustama bir kurbanlık alacaktık. O sırada bir koç arkamızdan ustama boynuzuyla vurmaya başladı.

Ustam oradan ayrılıp diğer bölümlere gidecekti. Koç-da peşinden takib etmeye başladı. Bu sırada sahibi koçu alarak,tekrar yerine getirdi. Ustam bir kurbanlığa daha bakmakta idi. Birden arkasından yine aynı koç koçuyla ustama vurarak,ona bakmaya başladı. Tekrar yanımıza gelen sahibi ustama;

-“Bunu alın,vardır bunda bir hikmet”diyerek,ustama almasını söyledi. Hayvan hala orada duruyor,ustama bakmaya devam ediyordu. Ve ustam aldı. Bir arabaya koyarak eve getirdik.

Ustam,ben ve kasap. Üçümüz de orada hazırdık.

Hayvanı kesmek için bir çukur kazdık. İçmesi için bir kova da su getirdik. Koç;kovaya yaklaşarak suyu içti. Arkasından kasaba bakarak,kendisi için ayrılan çukura gelip,boynunu çukura uzatarak beklemeye başladı.

Bu duruma şahit olan bizler,hayrette kaldık. Kendimizi tutamayarak,ağlamaya başladık.

Tekbirlerle kurbanlık koçu kestik. Kesim işi bitmiş,taksimat yapılmıştı. Kasap ise hala ağlamaktaydı. Çünkü;yıllardır kestiği halde,ilk defa şahit olduğunu söylüyordu,böylesine…

Kurbanlık koçun bu hali üçümüzü de ağlatmıştı.

Hayat;ibretlerle dolu bir hayat,ibret ve ders alabilene… Bir yanda hayatını vermede sevdalı kurbanlık koç..diğer yan da ise;para ve dünya sevdalısı,kara sevdalı insan…

Tezatları birbirinden ayıran hayat;dünya hayatı…

“Vemtâzul yevme eyyühel mücrimûn”,[1]”Ey mücrimler,günahkarlar! Bu gün ayrılınız.” Kimden mi? Mükrimlerden. İkram eden kerim insanlardan.

Böylece dünya hayatı;mücrimleri bir yana,ikram edicileri onlardan ayrı öbür yana ayırmaktadır.

Böylece hayat;cennet hayatı ve cehennem hayatı suretinde devam etmektedir.

Bir yanda;Allah için kesilen kurbanlıklar,diğer yanda;nefsi için kesilen hayvanlar,nefse kurbanlar…

Birinde;terfi ve terakki,diğerinde;tenzil ve tedenni…

Bir taraftan;insan vücudunda yükselen hayvan,diğer taraftan;insan vücudunda alçalan hayvan.

“Onlar (İnanmayanlar),hayvanlar gibidirler. Belki (muhakkak,kesin olarak) onlar,hayvandan daha aşağıdırlar.”[2]

Evet,hayvandan kıymet ve ehemmiyet yönüyle daha kıymetsizdirler.

Hayat;insanlar ve hayvanları,insanlığa yükselenlerle,insanlıktan düşenleri birbirinden tefrik ve temyiz içindir.

Allahım! Her şeyimiz sana feda ve kurban.. Hayvanlarımız ise,kurbanlık…

7-5-1996

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Yasin.59.

[2] A’raf.179.




ALİ DEDE VE EŞKİYALAR

ALİ DEDE VE EŞKİYALAR

İyilik her zaman iyilik,kötülük de devamlı kötülük getirir çocuklar. Hani atalarımız der ya!”İyilik yap denize at,balık bilmezse Hâlık bilir.” Yani Allah o iyiliği bilir ve boşa çıkarmaz.

İyilik yapmalı,iyilik bulmalı,kim kazanmış kötülükten… Bakın size başımdan geçen ibretli bir olayı anlatayım:

Bu olayın olduğu devir,araba gibi vasıtaların olmadığı altmış-yetmiş sene önceki dönem. Atlarla,katırlarla gidilip gelindiği zamanlar…

Bakkaliye işleriyle uğraşırdım O zamanlar şimdiki gibi elektrik olmadığından gaz lambalarıyla aydınlatılırdı. Bundan dolayı gaz çok kıymetli,ekmek kadar önemliydi.

Ben de Gazi Anteb’e gidip gaz almak için Adıyaman’dan yola çıktım. Nihayet uzun yolculuktan ve yorgunluktan sonra vardım. Her zamanki uğradığım hana geldim. Yanımda da epeyce yüklü bir para vardı. Ertesi günü onlarla gaz alıp,hayvanlara yükleyerek gidecektim.

Yaz mevsimi olup,havalar sıcak olduğundan otelin terasında,serin ve açık havada yatmaya koyuldum. Zaten hanların bir tarafı hayvanlar için,bir tarafı da insanların kalması için ayrılmıştı. Şimdiki gibi elbet değildi.

Paralarımı da emniyetli olsun diye başımın altına koydum. Bir iki saat kadar sonra yatağımda,yastığımın altlarına doğru bir şeylerin kıpırdanıp arandığını elin gezinmekte olduğunu hissettim. Hafifçe gözümü açtığımda bir elin yavaşça üzerimi aradığını gördüm. Ani bir hareketle adamın elini kıskıvrak yakaladım. Adam kaçamamıştı. Genç,babayiğit ve delikanlı birisi idi.

Kendisine niçin bu işi yaptığını,oysa vücudu yerinde olup,bileğinin emeğiyle kazanabileceğini kendisine anlattım.

Ancak kendisinin işsiz güçsüz biri olduğunu,ciddi ve acil ihtiyacının olduğundan böyle çirkin bir iş yaptığını ve yanlışlığını söyleyip,samimiyetlik gösterince;kendisini karakola götürmeyeceğimi,ancak bir daha da böyle bir şeye kalkışmayacağına dair söz aldım. Bir miktarda para vererek gönderdim. o gece böyle geçmişti.

Ertesi günü gazları alıp,memlekete götürmüş,satarak çok da kâr etmiştim. O halde işi büyültmeliydim.

Kısa bir zaman içerisinde bir tüccar dükkânı açmış,iyi de kazanıyordum. Tüccar bir arkadaşın vasıtasıyla malları Haleb’den getirttiriyorduk. Paralarını zamanında göndermiş olmam,Haleb’deki tüccarın itimadını kazandırmıştı bana…

Bir sene dükkanda pek de mal kalmamıştı. O tüccar arkadaşla beraber Halebe gitmeye karar verdik. Ne kadar paramız varsa yanımıza almış olup onu verecek,bir kısmının parasını da daha sonraki zamanlarda ödeyecektik.

Arkadaşla beraber Haleb yolundayız. Konuşa konuşa,konaklaya konaklaya gidiyoruz. Halebe iki-üç saat kala bir mesafede birden etrafımızı atlılar çevirdi. Hallerinden anladığımıza göre bunlar eşkıya idiler. Neyimiz varsa alacaklardı. Bunu biliyorduk. Bari bize dokunmasalardı?

Eşkiyalar üzerimizi arayıp,neyimiz varsa hepsini almaya başladılar. Ancak ileride eşkıya başı olduğunu tahmin ettiğimiz kişi bir yandan adamlarına emirler verirken,diğer yandan da yüzüme garib garib bakıyordu.

İşte ne olduysa o andan itibaren oldu. Henüz üzerimizde kilerini almaları bitmiş idi ki;-Çekilin bakalım!-diyerek yanıma doğru gelmeye başladı. Yüzüme bakıp gülerek;-Sen beni tanıdın mı?-dedi.

Ben ise;Tanıyamadığımı-söyledim. O bir eşkıya,ben ise bir tüccar idim. Nereden tanıyacaktım? Bir eşkıya ile ne ilişkim olabilir di? Ben Adıyaman’dan geliyor,o ise Haleb’de! Haleb nere,Adıyaman nere?

-Düşün bakalım,dedi. Gazi Anteb’de başından bir olay geçmedi mi? Hatırlamıyor musun?

Bir münasebet kuramadığımdan,yine de hatırlı-yamamıştım.

-Hani,dedi,otel de senden para çalıp ta ,senin yakalayarak affedip,bir de üste para verdiğin kimse var ya,işte ben oyum,dedi.

-Şaşırmıştım. Fakat bir yandan da kurtulacağımız için sevinmiştim. Evet,hatırlamıştım. Dikkatlice baktığımda gördüm ki;bu o idi. Bana sarıldı. Yaptığım iyiliği tekrar be tekrar dile getirmeye başladı. Hayatında unutamayacağı bir iyilik olduğunu söylemişti. Bizden aldıklarını iade ettikleri gibi,bizlere ikramda bulundular. Hatta bana para vermeyi bile teklif etti. Ancak ben kabul etmemiştim ve de edemezdim. Nereye,ne için gittiğimizi sorduğunda;

Halebe ticarete gittiğimizi söylediğimizde;

-Sizi oraya kadar biz götüreceğiz. Çünkü ilerde de diğer yol kesicilerle karşılaşabilirsiniz. Döneceğiniz zamanı da söyleyin,sizi almaya geleceğiz.

-Biz Halebdeki işimizi bitirmiş,döneceğimizi belirttiğimiz günde sınıra vardığımızda,gerçekten de bizleri beklemekte idiler. Tekrar hududa kadar onların koruması altında gelmiştik.

Yapmış olduğumuz iyiliğin daha dünyada iken karşılığını görmüş,belki de o iyiliğimiz öldürülmemize bile karşı bir siper olmuştu.

Bir de dünya da yapıp ta ahirette beklediğimiz ve karşılığını göreceğimiz iyilikler,kim bilir ne kadar bizleri ferahlatır ve bizlere yardımcı olur?

Biz iyilik yapmış ve iyilik de görmüştük. O halde iyilik yapmalı,iyilik görmeli. En azından iyilik beklemeye hakkımız olmalı.

Değil mi ?

6-12-1992

MEHMET ÖZÇELİK




HERŞEYİN FAŞ OLDUĞU ZAMAN ÂHİRZAMAN

HERŞEYİN FAŞ OLDUĞU ZAMAN ÂHİRZAMAN

Asrımızdaki çıkışlar 3. asra benzemektedir.Gayrı müslimlerin islamiyete girişleri,eski tüm bilgi ve birikimleriyle beraber olmaktadır.Zamanımızda da hakeza.Tüm eski ve zayıf görüşlerle beraber,doğru ve yanlışların tüm birikimleri ortaya dökülmektedir.

İslamiyet en karışık dönem olan işte bu 3. asırda parlamış ve patlak vermiştir.Kimi hadislerin,kimi fıkıh,tefsir,kelam ,kimi de dinin tasavvuf gibi yaşayış,itikad,ibadetlerin muhafaza ve müesseseleşmesine gidilmiştir.Zamanımızda da herşey ve herkes artık netleşecek,birbirinden ayrılıp hükme bağlanacaktır.

Ahirzaman midesindeki bulunanları tamamen kusma ve boşaltma yoluna gitmekte,insanlarda kurtlarını ortaya dökmektedir.Menfilikler çoklukla zuhur ederken,müsbet tarzlarda en mükemmel şekliyle tezahür etmektedir.

Dini,ilmihali,kelamı değiştirip,zamanımıza uyduralım derken,batıdan dilimize giren kelimelerle izah ederek kısır bırakmaktayız.Referans,Format vs.

Cumhuriyet döneminde din;geçmişten gelen dinin dağıtılması sonucunda farklılıklar,tarikatlar çıkmış,menfiliklere yol açmıştır.Din çeşmesi kapatılınca herkesin kendi vüs’ati ve imkanınca açılan kuyulara etraftan sızmalar neticesinde farklı tatlarda sular ortaya çıkmıştır.Tatların farklılığı kaynağın değil,sızma ve kanalların farklılığından kaynaklanmaktadır.Devlet bir yandan dini başı boş bırakırken,bir yandan da kontrol altına almaya çalışmaktadır.

Bu konuda Bediüzzaman hazretleri şöyle özetler:

“Zaman-ı Sahabede Benî İsrail ve Nasara ülemalarından çoğu İslâmiyete girdiler. Eski malûmatları dahi onlarla beraber müslüman oldu. Bazı hilaf-ı vaki’ malûmat-ı sâbıkaları, İslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.”[1]

Nitekim;” İbn-i Abbas gençliğinde İsrailiyata, bazı hakaikin tezahürü için hikâyet tarîkiyle bir derece atf-ı nazar eylemiştir.”[2]

“Belki hikâyatın bakırları ve İsrailiyatın müzahrefatı ve teşbihatın mümevvehatı elmas-ı akidede, cevher-i şeriatta, dürer-i ahkâmda idhal etmek; kıymetini daha ziyade tenzil ve müteharri-i hakikat olan müşterisini daha ziyade tenfir ve pişman eder.”[3]

“İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyet’e duhûl etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki:

“O necib kavm-i Arab, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiye idi. Vaktaki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin marifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız istidlal için idi. Onların o hassas zevk-i tabiîlerine ilham eden, yalnız onların fıtratlarına münasib olan geniş ve ulvî muhitleri; ve safi ve müstaid olan

fıtrat-ı asliyeleri talim ve terbiye eden yalnız Kur’an idi. Bundan sonra kavm-i Arab sair akvamı bel’ettiği gibi, milel-i sairenin malûmatları dahi müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat ise Vehb, Kâ’b gibi ülema-i ehl-i kitabın İslâmiyetlerinin cihetiyle Arabların hazain-i hayalâtına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı safiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ülema-i ehl-i kitabdan İslâmiyet’e gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celalet ve tekemmül ettiklerinden, malûmat-ı müzahrefe-i sâbıkaları makbule ve müselleme gibi oldular, reddedilmedi. Çünki İslâmiyet’in usûlüne müsadim olmadığından, hikâyat gibi rivayet olunur iken, ehemmiyetsizliği için tenkidsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ! Sonra hak olarak kabul edildiler, çok şübeh ve şükûkata sebebiyet verdiler.

Hem de vaktaki şu İsrailiyat, Kitab ve Sünnet’in bazı îmaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me’haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadîsin manaları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; sû’-i ihtiyarlarıyla başka bir me’hazı bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zahirperestler, bazı âyât ve ehadîsi o hikâyat-ı İsrailiyeye tatbik ederek tefsir eylediler. Halbuki Kur’anı tefsir edecek, yine Kur’an ve hadîs-i sahihtir. Yoksa ahkâmı mensuh olduğu gibi, kısası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. Evet mâsadak ile mana ayrıdırlar. Halbuki mâsadak olmaya mümkün olan şey, mana yerine ikame olundu. Çok da imkânat vukuata karıştırıldı.

Hem de vakta hikmet-i Yunaniyeyi müslüman etmek için Me’mun’un asrında tercüme olundu. Fakat pek çok esatîr ve hurafatın menbaından çıkan o hikmet, bir derece müteaffine olduğundan safiye olan efkâr-ı Arabın içlerine tedahül ettiğinden, bir derece efkârları karıştırdığı gibi tahkikten taklide bir yol açtı.

Hem de âb-ı hayat olan İslâmiyetten kariha-i fıtriyeleriyle istinbat etmeye kabil iken, o hikmetin telemmüzüne tenezzül ettiler. Evet nasılki ihtilat-ı a’cam ile kelâm-ı Mudarî’nin melekesi fesada yüz tutmakla, muhakkikîn-i ülema o melekeyi muhafaza etmek için, ulûm-u Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler. Öyle de şu hikmet ve İsrailiyat dahi daire-i İslâmiyete duhûlleriyle beraber, bazı nekkad-ı muhakkikîn-i İslâm temyiz ve tasfiyelerine teşebbüs ettiler. Fakat hayfa!. tamamıyla muvaffak olamadılar. İş bu kadar da kalmadı. Çünki tefsir-i Kur’an’a sarf-ı himmet edildiği vakit, bazı ehl-i zahir Kur’anın nakliyatını bazı İsrailiyata tatbik ve bir kısım akliyatını dahi hikmet-i mezbureye tevfik ettiler. Çünki gördüler ki, Kur’an makul ve menkule müştemildir. Hadîs de öyle… Sonra kitab ve sünnetin bazı nakliyat-ı sadıkalarıyla ve bazı muharref İsrailiyatın ortasında bir mutabakat ve münasebet istinbat ettiler.

Hem de hakikî olan akliyatlarıyla mevhum ve mümevveh olan şu hikmet arasında bir müşabehet ve muvafakat tevehhüm eylediklerinden, şu mutabakat ve müşabeheti kitab ve sünnetin manalarına tefsir ve maksadlarına beyan zannedip hükmeylediler.

……

Elhasıl: İfrat gibi tefrit de muzırdır, belki daha ziyade. Fakat ifrat, tefrite sebeb olduğundan daha kabahatlidir. Evet ifrat ile müsamahanın kapısı açıldı. Çürük şeyler o hakaik-i âliyeye karıştığından; ehl-i tefrit ile insafsız olan ehl-i tenkid, gayet haksızlık olarak şu çürük şeylerin yüzer misline olan hakaik-i âliye içinde gördüklerinden ürktüler, nefret ettiler. Hâşâ.. lekedar ve kıymetsiz zannettiler. Acaba defineye hariçten girmiş bir silik para bulunsa veyahut bir bostanda başka yerden düşmüş olan çürük ve acı bir elma görünse, hak ve insaf mıdır ki; umum defineyi kalp ve umum elmaları acı zannedip vazgeçmekle lekedar edilsin…”[4]

“Biz İsrailiyatı usûlüne ve hikâyatı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak yine onun merhametidir.”[5]

Nitekim Sevr ve Hut ile ilgili hadisde bunu görmekteyiz.” Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevari hikâyelere bu hadîsi tatbik etmişler.”[6]

Bunun içinde yapılması gereken;” İslâmiyeti, onu paslandıran hikâyat ve İsrailiyat ve taassubat-ı bârideden kurtarmak.”tır.[7]

Bununla beraber eğer hangi asırda gelmem gerektiği ile karşı karşıya kalsaydım;asrı saadet hariç,ya üçüncü yada son asır olan bu asırda gelmeyi arzu ederdim.Zira her iki asırda islâmın şekillenmesi veya netleşmesini temin edip,zenginleşmesine sebeb olan asırdır.

Bu konularla ilgili olarak Allah rasulü şöyle buyururlar:

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Dikkat edin! Bana “Kitâb” verildi. Onunla beraber, “bir o kadar daha” verildi.

Dikkat edin! Karnı tok bir adamın, sedirinin üstüne oturup, şöyle demesi yakındır:”Aramızda Allahın kitabı vardır. Onun içinde helâl olarak bulduğumuzu helâl sayar, haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız.”

Oysa, Allah Resûlünün haram kıldığı şey de, Allahın haram kıldığı şey gibidir.”[8]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Siz, sizden önceki insanların yollarına mutlaka karış karış, adım adım uyacaksınız, hatta onlar kertenkele deliğine girseler bile, siz de onlara uyup, o deliğe gireceksiniz.”[9]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Ahirzamanda, din yoluyla dünyalık elde etmek isteyen bir takım adamlar ortaya çıkacak. insanlara şirin görünmek için koyun postuna bürünecekler. Dilleri baldan tatlı, fakat kalbleri kurt kalbi olacaktır.”[10]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Nefsim kudret elinde olan Allaha yemin ederim ki, Meryemoğlu isanın adalet sahibi olarak inmesi yakındır. O inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, mal da o kadar çoğalacak ki, kendisine verilmek istenen kimse onu kabul etmeyecek.”[11]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Ömrüm uzarsa isa ile buluşmak isterim. Şâyet ömrüm yetmezse, içinizden kim onunla buluşursa, benden selâm söylesin.”[12]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Batılılar, kıyamet kopuncaya kadar hak üzere galip olmayacaktır.”[13]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Ümmetim yağmur gibidir, sonu mu, yoksa başlangıcı mı hayırlıdır, bilinmez. Evveli ben, ortası Mehdi ve sonu Mesih olan bir ümmet, asla helâk olmaz.”[14]

Risale-i Nur’da Bediüzzaman İsa ve İsevilik konusunda özetle şöyle der:

Hz.İsa babasız olarak doğmuş,[15]Allah’ın peygamberi ve kelimesi,[16]bir Ruh ve kul olarak ,[17]İmran ailesinden [18],Meryem’in oğlu olarak İsrailoğullarına gönderilmiş,[19]bir peygamberdir.

Kendisine İncil verilmiş,[20]samimi olan havarileri ile dinini yaymıştır.[21]Bunlarında 12 kişi olduğu ifade edilir.

Her ne kadar Yahudiler tarafından öldürmeye teşebbüs edildiği,öldürüldüğü veya çarmıha gerildiği ifade edilse de,[22]Hz.isa kesinlikle öldürülmemiş,göğe yükseltilmiş olup,[23] ahirzamanda tekrar yer yüzüne inecektir.[24]

Hz.isa maddi vücuduyla yer yüzüne ineceğini hatta en uzak yerde de olsa Cenâb-ı hakka onu getirmenin kolay olacağını Bediüzzaman ifade eder.Öyle ki İslam alimleri Hz.İsa’nın Hanefi mezhebine göre,İslam hukukuna göre amel edeceğini bildirmişlerdir.

Ümmetini Allah’ın birliğine çağıran Hz.İsa’nın vefatından sonra,bugünkü hristiyanlıkta ise üç ilah inancı vardır.[25]

Hz.İsa 30 yaşında peygamber olmuş,33 yaşında göğe çekilmiştir.Ümmetinin içerisinde peygamber olarak kaldığı süre üç yıldır.Ulül azim peygamberlerdendir.

Ebu Hureyre’den (R.A.) Peygamber (A.S.M.) şöyle buyurdu:

والذىنفسى بيده ليوشكن ان ينزل فيكم ابن مريم حكما عدلا، فيكسر الصليب و يقتل الخنزير و يضع الجزية و يفيض المال حتى لا يقبله احد حتى تكون السجدة خيرا من الدنيا و ما فيها ثم يقول ابو هريرة واقرؤوا ان شئتم: وَإِن مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلاَّ لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا

“Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin ederim ki; Meryem’in oğlu İsa (A.S.)’ın adil bir hakim olarak aranıza inmesi yaklaşmıştır. İnecek ve haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldırıp İslam’dan başka bir şeyi kabul etmeyecektir. Mal kimsenin kabul etmeyeceği kadar bollaşacak, bir tek secde dünya ve dünyadaki bütün şeylerden daha hayırlı olacaktır. Bunu rivayet ettikten sonra Ebu Hureyre (R.A.) isterseniz; وَإِنْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلاَّ لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا

ayetini okuyun dedi”.”Kendilerine kitap verilenlerden,ölümünden önce O’na iman etmeyecek tek bir kimse yoktur.Kıyamet gününde de o,onların aleyhine şahid olacaktır.”[26]

Âyet-i Kerîmesi, bütün fitne ve fesadın menbaının haham ve papalar olduğuna işaret etmektedir. Hem, bu haham ve papalar zahiren siyasetsiz göründükleri halde dünyanın bütün siyasetlerini karıştıran yine onlardır. Çünkü Yahudilerin “Protokolat” adlı siyasi kitaplarında belirtildiği gibi, bütün dünyayı idare eden 300 kişiden mürekkep gizli bir Yahudi hükûmeti vardır. Onların başında da devamlı bir haham vardır ki o ölünce yerine diğer bir haham seçilir. Bütün dünyadaki ifsadatın menbaı bu gizli hükûmet ve bunun başındaki hahamdır. Hem Fransız ihtilal-i kebiri, hem Rusya’daki koministlik inkılabı, hem de 1. ve 2. cihan harbleri bütün dünyayı idare eden o gizli hükümet ve başındaki hahamdan kaynaklandığı gibi, zamanımızda vuku bulan bütün harbler de yine onlardan kaynaklanmaktadır. Şu andaki bütün hristiyan papaları da gizlice o hahama bağlıdır ve onun tasarrufu altındadırlar. O haham ise bütün bu hristiyan papalarının dizginini elinde tutmakla, onları yoldan çıkararak her türlü ifsadatında kullanmaktadır.”[27]

“Denildi ki: Hz. İsa’nın göğe çekilmesinden seksen sene sonraya kadar hristiyanlar İslam dini üzerine idiler. Kıbleye (Kudüs) doğru namaz kılıyorlar, Ramazan orucunu tutuyarlardı. Bu, onlarla yahudiler arasındaki harbe kadar devam etti. Yahudilerin bir kumandanı vardı, çok cesur idi. Ona “BOLİS (Pavlos)” deniliyordu. İsa’nın ashabından çok kişi öldürdü. Bolis yahudilere dedi ki:

“Eğer İsa hak ise, peygamber ise onunla beraber olanlar da haktır. Biz ise onları vurduk, öldürdük. Bizim yerimiz Cehennem’dir. Biz zarar ederiz. Onlar Cennet’e, biz ise Cehennem’e gireceğiz. Onlara (İsevilere) hile yapıp saptıracağım ve onları da Cehennem’e sokacağım.”

Bolis’in “İkab” adında bir atı vardı. Bolis hristiyanların yanına gitti, pişmanlığını dile getirdi, başına toprak saçtı, hristiyanlara dedi ki:

“Ben Bolis’im (Pavlos). Sizin düşmanınızım. Gökten bana bir ses geldi. Bana, -Senin tevben kabul olunmaz. Ancak hristiyan olursan kabul olunur- dedi.”

Bunun üzerine hristiyanlar onu (Bolis’i) kilisenin bir odasına koydular. Bir sene gece-gündüz orada kaldı ve hiç dışarı çıkmadı. İncil’i iyice öğrendi. Bir sene sonra kiliseden çıktı. Hristiyanlara dedi ki:“Bana gökten ses geldi, Allah bana tevben kabul oldu dedi.” Hristiyanlar onu tasdik etti ve onu sevdiler. (Bolis onların reisi oldu) Sonra Beyt-ul Makdis’e geçti. “NASTURA” denilen birini onlara halife yaptı. Nastura’ya sır verdi (bir şey öğretti), dedi ki “İsa ilahdır (Meryem oğlu İsa ilahdır).” Sonra Rumlara döndü, onlara “İsa’nın bir ilahlık, bir de insaniyet yönü vardır” diye bildirdi. Sonra “YAKUB” denilen bir adama sır verdi (öğretti) ki “İsa insan değildir ki insan olsun, cisim değildir ki cisim olsun. O Allah’ın oğludur.” dedi. Başka bir adam çağırdı, onun ismi de “MELİK” idi. Ona da “Allah ölmez ki İsa da ölsün” dedi. Bu üç adamı ayrı ayrı çağırıp görüştü ve bu sırları verdi. Onlara ayrı ayrı, “Siz benim sırdaşımsınız. Ben İsa ile görüştüm. Benden razı oldu” dedi. Sonra yine onlara ayrı ayrı “kendimi yarın keseceğim, kurban edeceğim” dedi. Sonra mezbeheye (kurban kesimi yapılan yer) girdi ve kendini kesti. Bolis’in kendini kesmesinin üçüncü gününde bu üç kişi halkı kendi fikirlerine çağırdı. Onlara (bu üç kişiye) ayrı ayrı taifeler tabi oldu. Bu taifeler bu güne kadar birbirlerini öldürdüler, ihtilaf ettiler. Bu şekilde hristiyanlar üç fırkaya ayrıldılar. Onların şirke girmesine bu BOLİS denen adam sebeb oldu. –Allahu A’lem-”[28]

“Mısır Meliki Mukavkis dedi ki: Ey Nasara dininin salikleri! Müslümanların kitabı olan Kur’an’da ne varsa kitabınız olan İncil’de de aynısı vardır. “Bolis” adındaki kişi sizi dalalete götürdü, sizi İsa’nın dininden uzaklaştırdı ve şeriatınızı değiştirdi. Ve sizi, size layık olmayan isimle isimlendirdi (Yani İncil’de isminiz İslam iken, onu değiştirdi Nasara yaptı). Ve sizi hak yoldan saptırdı. Ve daha önce size haram olan herşeyi helal kıldı. Peygamberiniz İsa’nın size dediğini bırakıp Bolis’i (Pavlos’u) dinlemeniz safsatanın ta kendisi ve körlüğünüzün de delildir. Allah’ın Meryem oğlu İsa’ya vahyetmediği şeyleri, Meryem oğlu İsa, Allah’a iftira edip nasıl aksini söyler? Bolis (Pavlos), Hz. İsa’ya iftira ederek; “Allah, domuz eti yemeği ve her türlü günahları işlemeyi helal kılmıştır” diye Allah’a iftira ederek size söylemiştir. Siz de Bolis’in emrini dinlediniz ama İncil ile İsa’yı dinlemediniz. Haşa İsa, domuz eti yemeyi ve günahları işlemeyi helal kılmaz, kendi dininin adını İslam’dan başka bir adla adlandırmaz. Melik Mukavkis devamen dedi ki: Bütün peygamberler Hz. Muhammed’in (S.A.V.) getirdiği şeriat üzere gelmişlerdir. Yani ma’rufu emir ve münkeri nehyetmişlerdir.”[29]

Kur’an-da ehli kitabla ilgili olarak umumi hükümde bulunulmamaktadır.Hep hususi olarak içlerinde beyinsiz,alaya alan ve inkar edenler diye tahsis edilmiş,bazılar diye zikredilmiştir.Hükümler mutlak değil mukayyed,umumi değil hususidir.

Bu konuda Bediüzzaman eserlerinde özetle şöyle bahsetmektedir:

“Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasılki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal’ı öldürür.. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek.”[30]

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur’ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi’ ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey’ va’detmiş, elbette yapacaktır. Evet her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’eden (Hazret-i Cibril’in “Dıhye” suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm’in hikmetinden uzak değil.. belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için va’detmiş ve va’dettiği için elbette gönderecek.”[31]

“Hem Firengistan diyarı, Hristiyan şevketi dairesidir.”[32]

“Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın bir mu’cizesine dair: “Allah’ın izni ile anadan doğma körü ve abrası iyileştireceğim,ölüleri dirilteceğim.”[33]

Kur’an, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibaa beşeri sarihan teşvik eder.”

“İsa Aleyhisselâm, sair esma ile beraber Kadîr ismi onda daha galibdir.”[34]

“Ehl-i Teslis’in İsa Aleyhisselâm’a muhabbetleri faidesizdir.[35]

“Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâm’ın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbeder. Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar.”[36]

“Hazret-i İsa Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.”[37]

“Hem pek çok Yahudi üleması ve Nasara üleması, ikrar ve itiraf etmişler ki: “Kitablarımızda Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın evsafı yazılıdır.” Evet gayr-ı müslim olarak başta meşhur Rum Meliklerinden Hirakl itiraf etmiş, demiş ki: “Evet İsa Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan haber veriyor.”[38]

“İncil’in bir yerinde, İsa Aleyhisselâm demiş: “Ben gideceğim; tâ dünyanın reisi gelsin.”

…Demek İsa Aleyhisselâm, çok defa Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan beşaret veriyor.”[39]

“Din-i İsevî’de yalnız esasat-ı diniye Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer’iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi. Kısm-ı a’zamı, kütüb-ü sâbıka-i mukaddeseden alındı. Hazret-i İsa Aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci’ olmadığından; esasat-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi, şeriat-ı Hristiyaniye namına örfî kanunlar, medenî düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş. Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse, yine Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın esas dini bâki kalabilir. Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı inkâr ve tekzib çıkmaz. “[40]

“Şimdiki Hristiyanlık dini ise; “Velediyet Akidesi”ni kabul ettiği için vesait ve esbaba tesir-i hakikî verir. Din namına enaniyeti kırmaz, belki Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın bir mukaddes vekili diye o enaniyete bir kudsiyet verir. Onun için, dünyaca en büyük makam işgal eden Hristiyan havasları, tam dindar olabilirler. Hattâ Amerika’nın esbak Reis-i Cumhuru Wilson ve İngiliz’in esbak Reis-i Vükelası Loid George gibi çoklar var ki, mutaassıb birer papaz hükmünde dindar oldular. Müslümanlarda ise öyle makamlara girenler, nâdiren tam dindar ve salabetli kalırlar. Çünki gururu ve enaniyeti bırakamıyorlar. Takva-yı hakikî ise, gurur ve enaniyetle içtima edemiyor.”[41]

“Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cem’iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.”[42]

“Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a “Mesih” namı verildiği gibi her iki Deccal’a dahi “Mesih” namı verilmiş ve bütün rivayetlerde denilmiş. Bunun hikmeti ve tevili nedir?

Elcevab: Allahu a’lem bunun hikmeti şudur ki: Nasılki emr-i İlahî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarab gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş. Aynen öyle de; Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.”[43]

İsa aleyhisselam 33 yaşında iken göğe çekildi.[44]

“Hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza’ etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar. “[45]

“Misyonerler ve Hristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünki her halde şimal cereyanı; İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.”[46]

“Bir İsevî müslüman olsa, İsa Aleyhisselâm’ı daha ziyade sever.”[47]

“O zâtın (Mehdinin)üçüncü vazifesi, Hilâfet-i İslâmiyeyi İttihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir.”[48]

İsa (AS) ve İncil ile ilgili olarak:” Yetmişbirinci bâbında, (Ben kimsenin günahını affedemem. Ancak Allah günahları affeder. )

Yetmişikinci bâbında ise, (Ben bu dünyaya, cenâb-ı Hakkın dünyaya selâmet getirecek olanResûlünün yolunu hazırlamak için geldim. Fakat sizler dikkat ediniz! O gelinciye kadar sakın aldatılmayasınız. Çünkü benim sözlerimi alıp benim İncîlimi bozacak birçok yalancı peygamberler zuhûr edecektir), dedi. O zaman Andreasın, geleceğini söylediğin bu Resûl hakkında bize bazı işaretler söyle ki Onu bilelim suâline karşı, (Bu Resûl sizin zamanınızda gelmeyecektir. Sizden birkaç yıl sonra, benim İncîlim tahrîf edilmiş olacağı ve hakîkî inananların 30 kişi kadar kalacağı bir zamanda gelecektir. İşte o zaman, cenâb-ı Hak insanlara acıyarak, elçisini gönderecektir. Onun başının üzerinde dâimâ beyaz bir bulut bulunacaktır. O çok kudretli olacak, putları kıracak, puta tapanları cezâlandıracaktır. Onun sâyesinde, insanlar Allahı tanıyacak ve Onu tâzîz edecek ve ben de hakîkî olarak tanınacağım. Benim insandan başka bir şey olduğumu söyliyenlerden intikam alacaktır) demektedir.

Doksanaltıncı bâbında ise, (Ruhumun huzurunda bulunduğu Allah hayydir, diridir. Allahü teâlâ babamız İbrâhîme, senin neslinden bütün insanları nîmetlendireceğim diye vaat etmiş ise de, O Mesîh [Resûl] ben değilim. Allahü teâlâ beni dünyadan çekip aldığı zaman, şeytan herkesi benim Allah veya Allahın oğlu olduğuma inandıracak. Bu lânetli fitneyi yeniden diriltecek. Sözlerim ve akîdem öylesine tahrîf edilecek ki, otuz kadar mümin ya kalacak, ya kalmıyacak. Bunun üzerine Allahü teâlâ insanlara merhamet ederek, her şeyi kendisi için yaratmış olduğu Resûlünü gönderecektir. Bu resûl güneyden gelecektir. Büyük kudret sahibi olacaktır. Putları kıracak, puta tapanları ortadan kaldıracak, şeytanın insanlar üzerindeki hâkimiyyetine son verecektir. Kendisi ile birlikte, Allahü teâlânın selâmeti de inanan insanlara ulaşacak ve kendisinin sözlerine inananlar, Allahü teâlânın türlü türlü nîmetlerine nâil olacaklardır) demektedir.

Doksanyedinci bâbında ise, (Söylediğin Mesîhin ismi nedir ve Onun gelişinin alâmetleri nelerdir?diye soran kâhine Îsâ şöyle dedi:Mesîhin (Resûlün) adı hayran olmaya değer güzelliktedir. Allahü teâlâ Onun ruhunu yarattığı zaman, Ona bu ismi verdi ve Onu semavî ihtişâmı içine koydu ve bekle ey Ahmed! Senin hâtırın için ben Cenneti, dünyayı ve birçok mahlûku yaratacağım. Bunları sana hediye ediyorum. Sana kıymet veren benden kıymet bulacak. Sana lânet eden [küfreden], tarafımdan lânet olunacaktır. Ben seni dünyaya, benim kurtarıcı Resûlüm olarak göndereceğim. Senin sözün sırf hakîkat olacaktır. Yer ve gök ortadan kalkabilir. Fakat, senin îmanın dâimâ sonsuz olacaktır, dedi. Onun mukaddes ismi Ahmeddir. Bunun üzerine Îsânın etrafında toplanmış olan halk, seslerini yükselterek, Ey Ahmed! Dünyayı kurtarmak için çabuk gel! diye bağırdılar) demektedir.

Yüzyirmisekizinci bâbında ise, (Kardeşlerim! Ben topraktan yaratılmış bir insanım. Sizin gibi toprak üzerinde yürüyorum. Günahlarınızı bilin ve tevbe edin! Kardeşlerim! Şeytan, Romalı askerlerin yardımı ile, size benim Allah olduğumu söyliyerek sizi aldatacak. Onların, sahte ve yalancı ilahlara kulluk ederek Allahın lânetine uğrayacaklarını görerek, onlara inanmayınız) demektedir.

Yüzotuzaltıncı bâbında, Cehennem hakkında izâhat verildikten sonra,Muhammed aleyhisselâmın kendi ümmetini Cehennemden nasıl kurtaracağı anlatılmaktadır.

Yüzaltmışüçüncü bâbında ise, (Havârîlerin, geleceğini söylediğin zat, kim olacak?suâline karşı, Îsâ aleyhisselâm, kalbinin bütün sevinci ile, Onun ismi Ahmeddir. O geldiği zaman, uzun müddet yağmur yağmasa bile, toprakta meyve ağaçları yetişecektir. Onun getirdiği Allahın rahmeti sâyesinde, insanlar Onun zamanında iyi şeyler yapmak fırsatını bulacaklar. Allahın rahmeti insanlar üzerine yağmur gibi yağacaktır, dedi) demektedir.

Îsâ aleyhisselâmın son günleri hakkında Barnabas İncîli şu mâlûmatı vermektedir: [Bâb 215-222] (Roma askerleri, Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için evden içeri girdikleri zaman dört büyük melek Cebrâîl, İsrâfîl, Mikâîl ve Azrâîl, Allahü teâlânın emri ile Onu kucaklayıp pencereden çıkararak göğe kaldırdılar. Romalı askerler kendilerine kılavuzluk eden Yehûdâyı (Judas), sen Îsâsın! diye yakaladılar. Bütün inkârına, bağırıp çağırmasına, yalvarmasına rağmen sürükleye sürükleye hazırlanmış olan çarmığa götürüp astılar. Sonra Îsâ aleyhisselâm, annesi Meryem ve Havârilerine göründü. Meryeme, anne, görüyorsun ki, ben asılmadım. Benim yerime hâin Yehûdâ haça gerildi ve öldü. Şeytandan sakının! Çünkü o, dünyayı yanlış bilgi ile aldatmak için her şeyi yapacaktır. Gördüğünüz ve duyduğunuz şeyler için sizi şâhit yapıyorum dedi. Ondan sonra inananları koruması ve günahkârların nedâmet getirmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Şâkirdlerine dönerek, Allahü teâlânın nîmeti ve rahmeti sizinle olsun dedi. Bundan sonra dört büyük melek onu şâkirdlerinin ve anasının gözü önünde tekrar semaya kaldırdılar. )”[49]

” (Amerikada neşrolunan AWAKE (Uyan!) mecmû’asının 8 Eylül 1957 tarihli nüshasında şöyle bir makâle çıktı:(Meğese Kitap-ı mukaddeste tamam 50. 000 hatâ varmış! Geçenlerde bir genç hıristiyan, KJV (Kral James Beyanı) olan Kitap-ı mukaddesten bir dâne satın almıştı. Tabî’î İncîli (Kitap-ı mukaddesi) Allah kelâmı olarak kabûl ettiğinden, içinde hiçbir hatâ bulunmadığını zannediyordu. Fakat eline geçen bir Look mecmû’asında (İncîl Hakkında Hakîkatler) ismindeki bir makâlede, 1133 [m. 1720] tarihinde kurulan bir dînî meclîsin Kral James tarafından hazırlatılan Kitap-ı mukaddeste 20. 000 hatâ bulunduğunu meydana çıkardığını okuyunca şaşırıp kaldı. Çok üzüldü. Bu mes’eleyi ruhanî arkadaşlarıyla görüştüğü zaman, onlar kendisine, (Bugünkü Kitap-ı mukaddeste, 20. 000 değil, 50. 000 hatâ vardır) demezler mi?Genç adam kendinden geçti. Şimdi bize soruyor: Allah aşkına söyleyin bana, bizim Allah kelâmı zannettiğimiz Tevrât ve İncîl, böyle hatâlarla dolu bir eser midir?”[50]

Asrımızdaki mantığı daha açık ifadeyle kendi düşünce ve mantığını esas alıp hüküm vermeye çalışan zevatlar;Hüseyin Atay,Süleyman Ateş,Yaşar Nuri öztürk,Ahmet Hulusi,Zekeriya Beyaz,Bayraktar Bayraklı..Selefi yolu takib etmeye çalışan Abdulaziz Bayındır,Muhammed Esed..

Bunlar ile ilgili olarak;

AHMET HULUSİ yazmış olduğu bir çok eserle,sadece muamelatın çerçevesinde değil,itikat sahasını da zorlamakta,yorumlarıyla güya mantığı esas almaya çalışırken dinin hüküm ve esaslarını inkar etmektedir.Yaptığı felsefeyle de islam felsefesinin dışında kalmaktadır.

M.Avni Özmansur 247 sayfalık”Kur’an-daki asıl islam bu”(Ahmet Hulusiye cevap.4) adlı kitabında bu sapık düşünceleri tahlil ve delil getirerek sıralamaktadır. Bunlar;İman, ibadet,ruh,cin,şeytan gibi konulardır.

Her yanlış düşüncenin her şeyi İle yanlış olması elbette düşünülemez.Yazdıklarından büyük tepki aldığına inanan A.Hulusi,bundan sonra köyüne geçip ve de göçüp orada hayatını sade olarak geçireceğini ifade eder.

Kuyuya attığı taş ve bulandırdığı sudan sonra…

”İslâm Dini’ni gerçekten samimiyetle benimsiyorsanız, geçmişin şartları içinde oluşmuş yorumları bir yana koyarak, Hz. Muhammed aleyhisselâmdan bize intikâl eden verileri günümüz şartları ve bilgileri ışığında yeniden değerlendirmeye alınız.

DİNDE REFORM OLMAZ!… Çünkü Din, “ebeden değişmez sünnetullah” üzerine bina olmuştur.

DİNİ ANLAMADA REFORM ise çağımızda zaten başlamıştır…

Ancak bu reform, çeşitli çevrelerde söylendiği şekliyle yani dine lokalize yaklaşımlarla asla gerçekleşmez!.”(Ahmet Hulusi)

Acaba A.Hulusi yaptıklarıyla hangi guruba girmiş oluyor?Yoksa kuruntulu bir tevile mi giriyor?Zira kendisinin ki anlama da reform değil,anlamamada deform’dur.

Ahmet Hulusi,meselelere mantıklı oluştan ziyade akılcı yanaşmakta,aklının aldığını kabul etmektedir.Dinin şekilci yanını tüm hadislerde gördükten sonra bu konulara eğildiğini söyler.Bundan hareketle,rasulullah gibi giyinmek değil,örfe göre giyinmek sünnettir,der.

-Riyazet yaptığını ifade eder.Muğlak bir ifadesinde;Nebi gelmez,resul gelmez,diye bir şey Kur’an-da yoktur,ifadesinde bulunmuştur.

MUHAMMED ESED:Avusturyalı,Yahudi asıllı olup,dindar bir aileden gelme bir mühtedidir.1900’de doğmuş,1926’da müslüman olmuş,1992’de ölmüştür.İslâmî alanda bir çok eserler vermiştir.Araştırmacı,çoğunlukla ortadoğuda bulunmuş,hakkında bir çok makale yazılan bir yazar ve araştırmacıdır.

Belliki İbni Teymiyeden de etkilenmiş,tıpkı bir cihette,hocasını takib edip savunan İbni Kayyım Cevzi gibi,akılla çözmeye kalkışmıştır.Mesela;cennetin nimetlerinin sonsuzluğunu söylerken,cehennemin azabının sonsuz olmadığını,onlar gibi iddia etmektedir.

Tefsir tarz ve yöntemi olarak uygun görülen bu eser yani Meali hakkında” Gerçekten, tefsiri okuyan herkes, müfessirimizin; İbn Hazm, İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Şevkâni, M. Abduh, M. Reşid Rıza gibi zahiri ön plâna alan ve bir mezhep sistemi içine girmeyen bir çizgi izlediğini gözlemler.” [51]

S.Yıldırım tenkidini derinleştirerek,hadisler konusunda takib ettiği yöntemi şöyle açıklar:” Müfessirimiz, hadislerin İslâm dinindeki yerini ve dinin ikinci ana kaynağı olduğunu kabul etmekle beraber, bazan şahsî tercihlerine dayanarak ilgili hadîslere yer vermez. Meselâ Felak ve Nas sûrelerinin tefsirinde müfessirlerce yer verilen sihir rivâyetine, yani Hz. Peygamber’in (a.s.m.) sihre maruz kalıp bu sûreleri okumakla onun tesirinden kurtulduğuna dair hadîse, keza Fatiha sûresindeki hakkındaki “Onlar Yahudiler’dir” ve dâllin hakkındaki “Hıristiyanlar’dır” hadîsine hiç temas etmez.
Kur’ân Mesajı yazarının bir özelliği de, terim değeri olan alışılmış kelimeleri kullanma yerine, onları yeniden tanımlamayı tercih etmesidir. Meselâ, kâfirler: “hakikati inkâr eden herkes” , zâlimler: “zulüm yapmaya şartlanmış olanlar” , fasıklar: “yoldan çıkmış olanlar” , müttakiler: “Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar” , zekât: “arındırıcı malî yükümlülük” şeklinde çevrilir. Bu usûlü bilerek ve bir yenilik olması gayesiyle uyguladığı aşikârdır.”

Yahudilerin Cumartesi gününü ihlalden dolayı;-Maymun olun- [52]âyetini mecazi olarak ele almıştır.

Cinler konusunda varlıklarını kabul etmez.

Aklı ön plana çıkarıp,anlaşılmayan veya anlayamadığı noktaları tevil eder.

Ayın ikiye yarılışını,[53] bir kıyamet hadisesi olarak,ileride vuku bulacağını söyler.

Cehenneminde ebedi olmadığı yorumunu yapar.

Tesettür,Zina haddi,hırsızlıkla ilgili konularda aynı hataya düşüp,âyetleri kopuk değerlendirip,eksiz gözlemde bulunur.

Esed mealinde zikredilen olumsuzluklar sadece bunlarla kalmaz,ayrıca;

-Hz.İsa’nın göğe kaldırılmasını şaşkınlık olarak niteler. [54]

-Neshi reddeder. [55]

-Âyetleri Kitab-ı Mukaddese dayandırarak tefsir eder.[56]

-Kurtuluşun kaynağını islâma göre değil,farklı dinlerede dayandırarak zikreder.Peygambere inanma şartını kaldırır. [57]

Güzel olan müteşabihatlarda hataya düşmeyişi hususunda ise,kanaatı olarak ifade edilir. [58]

Mekke’de bulunan Rabıtat-ül Alemil İslâmî’nin sipariş etmiş olduğu bu meal,görülen yanlışlıklar üzerine,uygun olmadığı yönünde bir rapor verilmiştir.Ve yüz bin adet basılmışken,tekrar hamur haline getirilmiştir.

Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da tenkidi yapılmıştır. [59]

Anlaşılan o ki;geçmişi göz önünde bulundurup yeni izahlar getirmekten öte,kendisiyle başlanacak,kendisine aid bir anlayış tarzı ortaya koymaktadır.

Anlaşılıyor ki Esed;Tefsirini doğulu müslümanlara göre değil,batılı eski dindaşlarına göre,onları memnun edecek ve onların kabul edecekleri yöntemleri takib ederek yazılmış bir eserdir.

Birazda İbrahim peygamberin putperestlere karşı secdeye kapanmalarını teklif ettiğinde onlarında,bir kere secdeye kapanmakla ne olacak deyip eğilmeleri ve İbrahim peygamberinde;-Ya Rabbi,yatırması benden,hidayet senden-demesi sonucunda,başlarını kaldırırken hidayet üzerine kalkmalarını hatırlatmaktadır.Ancak o İbrahim peygamber olup,bu Esed’dir..gerek soyca,gerek makamca…

Kendisi:” Kendim de Yahudi kökenli olmama rağmen, Siyonizme karşı başından beri güçlü bir muhalefet beslemişimdir içimde.”[60]

Tefsirini şöyle tanımlar:” “İslam’ın ana kaynağı olan kitabı doğru, sade, anlaşılır ve günün insanına, daha doğrusu Batı’lı insana, hitap eden bir uslupda yazmak, böylece onlara ön yargılarını terkettirecek doğru İslam’ı tanıtmaktır”.

Esed meali konusunda;“Özetle o, Kur’an’a “akılcı” yaklaşmamıştır, “akıllı” yaklaşmıştır. Akli yorumlarının bazısında isabet edememiştir.”[61]

Akıl bağlı olduğundan her zaman ölçü değildir.Eğer öyle olmuş olsaydı şunun da geçerli kabul edilmesi gerekirdi:

Mantıkla hareket etmeye çalışan Garody;inkâr etmese de,namazı 5 vakit değil de,ihtiyaç içerisinde 20 kere kılınması,orucu belli bir zamana hasretmemeye,el kesmeyi artık elektronik cihazlarla hırsızlık yapıldığından dolayı uygulamamak,Mirasta erkeğe değil,kadına iki pay vermeyi önerir.Helal ve haramların nisbi olup,bölgelere göre değişebileceğini savunur.Nitekim içkinin israf halinde haram olduğunu ifade eder.Ve kendisininde hanif olduğunu böylece ne hristiyan,ne yahud,ne de müslüman…

Esed mealinde terim ve kavramlara farklı anlamlar takmaktadır.İslama teslim olan gibi.

Esed meali ilk olarak 1996’da Türkçeye tercüme edilmiştir.Bir çok kimse tam tasvib etmediği halde,tam tenkide de cesaret bulamamış,ilk tenkid edenin kendisi olmasını istememiştir.Yapılan iyi bir çalışmayı tenkidde bir hassasiyet gösterilmiş,engellenmemiştir. Ancak tenkidden sonra tenkidler birbirini takib etmiştir.”[62]

Esedin meal tefsirinde şüphe uyandıran bir nokta da;onun yahudi asıllı ve o dinin eğitimi üzerine yetişmiş olmasıdır.

S.Hocaoğlu yazdığı 7 makale ile genişçe tahlil etmiş,sonuç olarak eksikleri olsa da olumlu bulmuştur.Zira bu çevirinin çevirisidir,durumunu da göz önünde bulundurmuştur.[63]

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK : Onun hakkında çok şey söylenmiştir.İşte onlardan bir kaçı:

M.Şevket Eygi,gerek Y.N.Öztürk gerekse Zekeriya Beyaz hakkında şunları söyler:

“Dr.Moon,Öztürk,Baykal

YENİ bir din mi dersiniz,tarikat mı dersiniz,işte bunun kurucusu Dr.Moon’un geçen yaz belli başlı Amerikan gazetelerine büyük ilanlar verdiğini daha önce yazmıştım.Önemine binaen konuyla ilgili olduğu için bu ilanların içeriğini kısaca özetliyorum.Dr.Moon şöyle diyordu:

Büyük bir toplantı yapıldı.Hz.İsa,Hz.Muhammed,Buda,Konfiçyüs,Martin Lüther geldiler.Hz.İsa beni ahirzaman mehdisi olarak ilan etti.Toplantıya Allah katılmadı,mektup gönderdi…”İki gazete ilanı basmadı,ötekiler yayınladı…

Dr. Moon Karun kadar zengin bir adam,doların mülti-milyarları ile oynuyor. Üniversiteleri var,gazeteleri var,televizyon istasyonları var,dünya çapında teşkilatı var.İşte bu zat Türkiye’ye de kanca atmış bulunuyor.Meşhur,mâruf,mâlum,mâhut Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk New York’ta Dr.Moon üniversitesinde iki yıl hocalık yapmış,ders okutmuş.Kendisi aynı zamanda bu yeni dinin kutsal metinler “Editorialboard”üyesi.Sık sık toplantılarına katılmış,Moon’cularla sıkı fıkı,içli dışlı olmuş.Bir İslâm ilâhiyatı profesörünün böyle nev-zuhur bir dinle ne alâkası olabilir.Oluyor işte.Yaşar Nuri Öztürk enteresan,cür’etkâr iddialara sahiptir.Bir ara kendisini”Çıplak uyarıcı”ilan etmişti.Çıplak uyarıcı Kur’an-ı Kerim-de geçen Arapça “Nezirun mubîn”in Türkçe karşılığıdır.Kur’an bu sıfatı sadece Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem için kullanıyor,başka bir insan için kullanmıyor.Peki Peygambere ait böyle bir sıfatı Öztürk kendisi için nasıl kullanıyor?Kullanır…O bir ilâhiyat profesörüdür,hem bu memlekette bu gibi işler için geniş bir inanç ve fikir hürriyeti vardır.

06-04-2002 tarihli Milliyet gazetesinde”İlâhiyatçılara Moon Çengeli”başlığı ile bir haber çıkmıştı.(Ömer Erbil imzasıyla)Bu haberden şu satırları naklediyorum:

“Ankara Sheraton Hotel’de bilimsel toplantı bahanesiyle Marmara Üniversitesi Dekanı Prof.Dr.Zekeriya Beyaz’ı tuzağa düşüren Moon tarikatı,ilâhiyatçılara çok daha önceden çengel atmış.Sakarya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı Prof Mehmet Erkal,İ.Ü.İlâhiyat Fakültesi Dekanı Prof.Yaşar Öztürk’ün….tarikatın yurtdışındaki toplantılarına katıldığı belirlendi.”

Haberin alt kısmında katılan profesörlere sormuşlar.Prof.Dr.Mehmet Erkal”Roma’da bir toplantıya katıldım,kandırıldım”diyerek hatasını itiraf etmiş,tebrik ediyoruz.

Haftalık Aydınlık gazetesinde (26-11-2002) bu konu ile ilgili şu bilgiler var:

“Öztürk ANKA Ajansı’na Moon tarikatıyla ilişkisinin 1987’de Amerika’dan döndükten sonra bittiğini söylüyor ama 1988’de Bursa’da Sidre Yayınları’ndan çıkan “Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar” adlı kitabında,Uluslararası Ortadoğu Birliği’nin danışman kurulu üyesi olduğunu yazıyor!

ANKA Ajansı’nın Öztürk’e sorusu şöyle:”Halen tarikatın ayın organı Dünya Kutsal Metinleri’ndeki isminizden editör olarak söz ediliyor,bunu açıklar mısınız?

Öztürk,bu soruya şu yanıtı veriyor:”Editör deyimi yanlış.Danışman veya hazırlayıcılardan biri olduğumuzun söylenmesi gerekirdi.”

Türkiye ne garip bir ülke…Ehl-i sünnet mensubu bir ilâhiyatçı Nakşilik tarikatına veya Risale-i Nur cemaatına girerse suç oluyorda,Dr.Moon tarikatına veya dinine girerse suç olmuyor!

Yaşar Nuri Öztürk İslâm hükümlerinin ana kaynaklarından olan Sünnet’i ve icmâ-i ümmeti devre dışı bırakarak kendi kafasına göre,Kur’an müslümanlığı diye yeni bir sistem geliştirmek istiyor.Peki,onun tek kaynak olarak kabul ettiği Kur’an Dr.Moon dini için,Dr.Moon’unAmerikan gazetelerine verdiği ilandaki iddialar için ne diyor?..”

Bununla beraber,Türkiye’de Dr.Moon dini ile ilişki kuranlar sadece bazı ilahiyatçılar değil,aynı zamanda CHP genel Başkanı Deniz Baykal,Dinler arası diyalog perdesi altında çeşitli din ve cemaat üyelerinin de ilişkide olduğunu genişçe anlatır.

Moon:CIA tarafından desteklenmektedir. [64]

Dönme olan Muhammed Yahya ABD-li olup,Y.N.Öztürk-ün yüksek lisans öğrencisi oluşu,bu öğrencininde -moon olup-,özellikle Öztürkle ilgilenmesi ibretâmizdir.[65]

Y.N.Öztürk’ün hocası olan Karadeniz bölge vaizi Mustafa Cansız,ezan okunurken,kahvede tavla oynamasından dolayı tenkid edilmiştir.

Bir asrın sonu..aydınların son sözü;Yanıldık,Yandık,Aldandık,Aldatıldık, Sahiblenmedik,Kavgalı olduk,İtibarlılara itibar etmedik,Ubur ettik…

Tesettürü inkâr eden İslam Gerçeği isimli kitabın yazarlarından birisidir. Sol bir partiye üye olup, siyasete atılan Yaşar Nuri Öztürk, “Kur’anda İslam” kitabında diyor ki:

1- Ebrehe’nin ordusunu helak eden siccin taşları, veba mikroplarıdır, (s. 45)

2- Mi’raç ruhani bir olaydır, (s. 58)

3- Ayın ikiye ayrılma mucizesi, fiili değildir. Resulullah, böyle görüntü meydana getirdi, (s. 90)

4- Kur’anda kadere iman diye bir şey yoktur, (s. 93,95)

5- Davud Peygamber günah işlemiştir. Peygamberler günahtan beri değildir, (s. 101)

6- Kur’anı anlamadan okumak hatim sayılmaz, (s. 102)

7- Yolculukta bakımsız mescitlerde namaz kılmamalı, namazları cem etmelidir, (s. 104)

8- Cennette Allah görülmeyecektir. (s. 108)

9- Hazret-i Peygamber, ümmî değildi. (s. 110,334)

10- Cihazdan dinlemekle hatim olur. (s. 117)

11- Ölüler için Kur’an okunmaz, (s. 118-317)

12- Camilerdeki Muhammed v.s.nin ismi yazılı tablolar tevhid inancına ters düşer, (s. 120)

13- Resulullah, tek bir hadisin bile yazılmasına izin vermemiştir, (s. 127)

14- Hazret-i İbrahimin babası putperest idi. (s. 55)

15- Kur’anın hiçbir âyeti nesh edilmemiştir, (s. 157)

16- İslamiyette tenasüh (reenkarnasyon) vardır, (s. 161,249,257,283,312,320)

17- Kur’ana abdestsiz, gusülsüz el sürülür ve okunur, (s. 162,163,288)

18- Hazret-i Musa, günah işlemiştir. Bir kıbtiyi öldürmüştür, (s. 165)

19- Namazda her millet kendi lisanı ile okuyabilir (s. 295)

20- Allaha ve ahirete inanan ve barışa yönelik hizmetler sergileyen herkes, ister yahudi, ister hıristiyan olsun cennete girecektir, (s. 367,493,511)

21- Namaz kılarken kıbleye yönelme şartı yoktur. (s. 580)

22- Mezhebi dörtte sınırlamak, İslama yapılabilecek en büyük kötülüktür, (s. 399)

23- Oruç kefareti diye bir şey yoktur, (s. 415)

24- Dinden dönen, mürted olan öldürülmez. (s. 424)

25- Müslüman kadın, kitap ehli kâfirlerle evlenebilir, (s. 425)

26- Kadın hayz halinde, namaz kılar, oruç tutar, Kur’an okur, tavaf eder. (s. 429)

27- Şahitlikte iki kadının bir erkeğe eşitliği yanlıştır, (s. 453,452)

28- Kadınlara da cuma namazı farzdır. Cuma namazı iki rekattır, diğerleri bidattır. (s. 515)

29- Eskiden, köle kadınlardan ayırt edilmesi için, hür kadınlar örtünürdü.

Bugün için böyle bir şeye ihtiyaç olmadığı için, kadınların örtünmesi farz değildir. (s. 529 , 615)”(Mezhebsizlik hakkında bilgi.2)[66] [67]

Yazar her şeyi bilen ansiklöpedist bir edayla konulara yaklaşıyor. Bir çok temel ve geniş kapsamlı konularda onlara vakıfmış edasıyla sorgular ve kritik yapar tarzda

konuşuyor.Her konuya vakıf olamadığı için çelişkiler yakasını bırakmıyor.”

Yaşar Nuri,Kur’an-ı yüceltmek adına,Hz.Muhammede yetki vermeyip verilen yetkiyi elinden alınca,rahatlıkla yorumda bulunmakta,genel inanış ve uygulamalara aykırı düşmektedir.Şöyle ki:” “Hadislerin Peygambere ait olması bir ihtimaldir. Ama sadece bir ihtimaldir. Hadislerin hiç birine Kuran’da olmayan bir hükmü koydurtamayız. Ancak onları dinde hüküm olmayacak alanlarda kullanabiliriz. Dinde hükme gelince o yalnız Allah’ındır. Peygambere bile dinde hüküm koyma yetkisi verilmemiştir. “ve bunu da şirk saymıştır.Acaba kendisi hiç kaynak ve delil olarak kullanmıyor mu yoksa?Tıpkı Cuma namazının emri ile uygulamadaki farklılığı dolayısıyla reddetmesi ,sünnet namazı önemsememesi gibi.Bu durumda islamın bir çok mufassal hükmünün ve uygulamasının rahatlıkla yanlışlılığına gidilecektir.İbadet konularında ve genel muamelatta eğer kuran tafsilatıyla açıklamış olsaydı bir kitap değil en az yirmi kitab olması gerekecekti.Sünnet ve hadisler Kur’anın hem tefsiri,hem uygulamalarıdır.

HADİS konusunda Bediüzzaman Hazretleri özetle şöyle der:

“Kur’an-ı Hakîm’in ve Kur’anın müfessir-i hakikîsi olan hadîsin bir kısım yüksek ve ulvî hakaikına çıkmak için teslim ve inkıyadı noksan olan kalblere yardım edecek basamaklar…”[68]

Evvela hadise Teslim ve İnkiyad gerekmektedir.

“Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından ve bazı a’malin fazilet ve sevablarından bahseden ehadîs-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim onların bir kısmına zaîf veya mevzu demişler. İmanı zaîf ve enaniyeti kavî bir kısım da, inkâra kadar gitmişler.”[69]

İyi anlaşılmalı ve hemen inkârına gidilmemelidir.

“Ehadîs-i Şerife râvilerinin bazı kavilleri veyahut istinbat ettikleri manaları, metn-i hadîsten telakki ediliyordu. Halbuki insan hatadan hâlî olmadığı için, hilaf-ı vaki’ bazı istinbatları veya kavilleri hadîs zannedilerek za’fına hükmedilmiş.”[70]

Râvinin sözüyle karıştırılmamalıdır.

“Bazı ehl-i keşif ve ehl-i velayet olan muhaddisîn-i muhaddesûn ilhamlarıyla gelen bazı maânî, hadîs telakki edilmiş. Halbuki ilham-ı evliya -bazı arızalarla- hata olabilir. İşte bu neviden bir kısım hilaf-ı hakikat çıkabilir.”[71]

Ehli keşfin ilhamıyla iltibas edilmemelidir.

Sevr ve Hut gibi teşbihler Hakikat telakki edilmemelidir.[72]

Zira tüm itirazlar;İnsafsızlık,Dikkatsizlik,İmanın zaafiyeti,felsefenin kavi,bencil,münekkidlikden kaynaklanmakla beraber,bir kusur varsa bizlere aittir.[73]

“Hadîs, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır.”[74]

“Hadîs Der Âyete: Sana Yetişmek Muhal!

Hadîs ile âyeti müvazene edersen, bilbedahe görürsün beşerin en beligi, vahyin de mübelliği, o dahi baliğ olmaz.”[75]

En muteber hadis kitabları ve alimlerince musaddak olan 19.Mektub hakkında da :” Şu risalede çok ehadîs-i şerife nakletmişim. Yanımda kütüb-ü hadîsiye bulunmuyor. Yazdığım hadîslerin lafzında yanlışım varsa; ya tashih edilsin veyahud “hadîs-i bilmana”dır denilsin. Çünki kavl-i racih odur ki: “Nakl-i hadîs-i bilmana caizdir.” Yani: Hadîsin yalnız manasını alıp, lafzını kendi zikreder. Madem öyledir; lafzında yanlışım varsa, hadîs-i bilmana nazarıyla bakılsın.”[76]

Bir kısım hadisler:” “Vahy-i sarihî”dir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur’an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi…”[77]

Bir kısım hadiste:” bütün tafsilâtına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risaletin ulvî âsârı aranılmaz. Madem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor.”[78]

“Evet muhaddisînin muhakkikîninden “El-Hâfız” tabir ettikleri zâtlar, lâakal yüzbin hadîsi hıfzına almış binler muhakkik muhaddisler, hem elli sene sabah namazını işa abdestiyle kılan müttaki muhaddisler ve başta Buharî ve Müslim olarak Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sahibleri olan ilm-i hadîs dâhîleri, allâmeleri tashih ve kabul ettikleri haber-i vâhid, tevatür kat’iyyetinden geri kalmaz. Evet fenn-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları o derece hadîs ile hususiyet peyda etmişler ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tarz-ı ifadesine ve üslûb-u âlîsine ve suret-i ifadesine ünsiyet edip meleke kesbetmişler ki; yüz hadîs içinde bir mevzu’u görse, “Mevzu’dur” der. “Bu, hadîs olmaz ve Peygamber’in sözü değildir” der, reddeder. Sarraf gibi hadîsin cevherini tanır, başka sözü ona iltibas edemez. Yalnız İbn-i Cevzî gibi bazı muhakkikler tenkidde ifrat edip, bazı ehadîs-i sahihaya da mevzu’ demişler. Fakat her mevzu’ şey’in manası yanlıştır demek değildir; belki “Bu söz hadîs değildir” demektir.”[79]

Hadislerin An’aneli olarak gelmesi,hadisleri kuvvetlendirmektedir.

“Sual. An’aneli senedin fâidesi nedir ki;lüzumsuz yerdemâlum bir vâkıada:”an filân,an filân”derler?

Elcevab: Faideleri çoktur. Ezcümle, bir faidesi şudur: An’ane ile gösteriliyor ki, an’anede dâhil olan mevsuk ve hüccetli ve sadık ehl-i hadîsin bir nevi icmaını irae eder ve o senedde dâhil olan ehl-i tahkikin bir nevi ittifakını gösterir. Güya o senedde, o an’anede dâhil olan herbir imam, herbir allâme; hadîsin hükmünü imza ediyor, sıhhatine dair mührünü basıyor.”[80]

Kur’an-dan sonra gayet dikkatle hadislerin muhafazasına çalışılmıştır.

“Sahâbeler,Kur’anın ve âyetlerin hıfzından sonra en ziyade,Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ef’al ve akvâlinin muhafazasına,bâhusus ahkâma ve mu’cizata dâir ahvaline bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve sıhhatlerine pek çok dikkat ettiklerini, Tarih ve Siyer şehadet ediyor. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a ait en küçük bir hareketi, bir sîreti, bir hali ihmal etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, kütüb-ü ehadîsiye şehadet ediyor. Hem Asr-ı Saadette, mu’cizatı ve medar-ı ahkâm ehadîsi, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abadile-i Seb’a, kitabetle kaydettiler. Hususan Tercüman-ül Kur’an olan Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Amr İbn-il Âs, bahusus otuz-kırk sene sonra, Tâbiînin binler muhakkikleri, ehadîsi ve mu’cizatı yazı ile kaydettiler. Daha ondan sonra, başta dört imam-ı müçtehid ve binler muhakkik muhaddisler naklettiler; yazı ile muhafaza ettiler. Daha Hicretten ikiyüz sene sonra başta Buharî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i Makbule vazife-i hıfzı omuzlarına aldılar. İbn-i Cevzî gibi şiddetli binler münekkidler çıkıp; bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfızsız veya nâdânların karıştırdıkları mevzu ehadîsi tefrik ettiler, gösterdiler. Sonra ehl-i keşfin tasdikiyle; yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip, yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin-i Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler, ehadîs-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler. İşte bahsedeceğimiz hâdiseler, mu’cizeler böyle elden ele -kuvvetli, emin, müteaddid ve çok, belki hadsiz ellerden- sağlam olarak bize gelmiş.”[81]

Hadisler,Cevâmi’ul Kelim-dir.[82] Külli irşad vazifesinde bulunmaktadır.

Hem herşey malumatımıza dahil değildir.[83]

-Ehli Kitabla ilgili olan hususlarda;

“Şüphesiz iman edenler; yani yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah’a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.”[84]

“İman edenler ile yahudiler, sâbiîler ve hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.”[85]

“Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah’a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah’a boyun eğerek iman ederler. Allah’ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.”[86]

“(Resulüm!) İşte sana (önceki kitapları tasdik eden) bu kitabı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Şunlardan da ona iman eden nice kimseler vardır. Ayetlerimizi ancak kâfirler bile bile inkâr eder.”[87]

Kur’an-da ehli kitabla ilgili olarak umumi hükümde bulunulmamaktadır.Hep hususi olarak içlerinde beyinsiz,alaya alan ve inkar edenler diye tahsis edilmez,bazılar diye zikredilmiştir.Hükümler mutlak değil mukayyed,umumi değil hususidir.

“Kuran’ın Çağdaş Tefsiri” isimli tefsir kitabının müellifi Sayın Süleyman Ateş ve “Kuran’daki İslam” kitabı ve diğer eserleri ile Sayın Yaşar Nuri Öztürk, Kitap ehlinden Allah’a, ahirete inanan ve salih amel yapan kimseler cennetliktir diyorlar.

Bu arada şunu belirtmekte fayda görüyorum. Sayın Y. N. Öztürk’ün bu konuda bir yaklaşımı yok, iki yaklaşımı var. Biz kendi kitapları üzerinde yaptığımız bir çalışmada daha önce gördük ki, sayın Öztürk bu konuda çelişki içinde;Bu konudaki detaylı bilgi için o çalışmaya bakmanızı rica ederken, burada kısaca bilgi vermek istiyorum.

Yazar yukarıdaki ayetler mefhumundan yola çıkarak önce şöyle diyor.

“Kuran bu beyanıyla bir genelleme yaparak hristiyan patentli herkesi cennetlik ilan etmiyor. Söylenen şudur: Hristiyanlar içinde vicdan ve imanı yüksek gerçeğe saygılı ve sonuç olarak da Son Resul’ün tebligatını Allah’tan bir vahiy olarak benimseyecek kişiler olacaktır. Bu kişiler isim olarak dinlerini değiştirmeseler de Allah’ın sevgili kulları, tevhit ehlidirler. Ama Hiristiyanların büyük çoğunluğu sapmıştır.”[88]

-Prof.Süleyman Ateş Turan Dursun’un ehliyetsizce ve bilgisizce sadece kuru kuruya tenkidden öteye gitmeyen “Din Bu” adlı eserine deliller getirerek “Gerçek Din Bu” adlı iki ciltlik bir eser vermiştir.Bu bir reddiyedir.Ancak Kendisinin bu eserinin ikinci cildini incelediğimizde gördük ki;buna da bir reddiye yazmak gerekmektedir.

Mesela. Kamer 2. âyetindeki Ayın ikiye yarılması olayının olmadığını iddia edip,bunun mazi kipiyle değil,ileride kıyamet kopunca olacağını,kendisince yorumlayıp delillendirir.

Ancak birkaç sayfa önceki uzunca yazısında da mucizenin gerçekliğini anlatırken,buna o nazarla bakıp değerlendirmemektedir.Bir tezad görülmektedir.[89] Hakikatı olan mucizenin,ayın yarılmasında da neden bir haikatı olmasın.Miraç ondan geri mi?Parmaklarından suyun akması,az bir yemekle ve su ile koca bir ordunun ihtiyacının giderilmesi ne kadar geridir?

Ayrıca Bakara.65-66.âyette geçen;”Aşağılık maymun olun,dedik.”ifadesini,bundan kasdedilenin,Yahudilerin kendi vatanlarını terk ederken,geriye dönerek hüzün ve perişanlıklarından kinaye olarak söylenmiş olduğu yorumunu tekellüflü bir tevil olarak yorumlamaktadır.[90]

S.Ateş,her şeyi ölçü olarak kendi mantığına atutturmaya çalışır.Mantığına uymayanı ise ya tevil ya da reddeder.Bununla da dini korumayı amaçladığını ifade eder.

Oysa kendisi de şu şiiri almıştır;

İdrak-i maâli bu küçük akla gerekmez.

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

Akıl nakilde ve cumhurda bir makes bulursa ehemmiyet kesbeder.Ferdi,şahsi ,hissi yorumlar bir delil kabul edilmezler.

-Dann-Avcının birinin hiç avcılıkla konuşulmayan bir mecliste artık dayanamayarak sessizlik ânında bunu ganimet bilerek,-Dann- diye bağırarak dikkatleri üzerine çeker ve başlar anlatmaya;Ben,bir zamanlar avda iken…

Bediüzzaman hazretleri Münazarat isimli eserinin 33. sayfasında kendine sorulan bir soruya şöyle cevap veriyor:

S- Bir kısım Jön Türk der: “Demeyiniz Hristiyanlara hey kâfir. Zira ehl-i kitabdırlar.” Neden kâfir olana kâfir demiyeceğiz?

Kör adama, hey kör demediğiniz gibi… Çünki eziyettir. Eziyetten nehiy var:

Saniyen: Kâfirin iki manası vardır: Birisi ve en mütebadiri, dinsiz ve münkir-i Sani’ demektir. Şu mana ile, ehl-i kitaba ıtlak etmeğe hakkımız yoktur. İkincisi: Peygamberimizi ve İslâmiyeti münkir demektir. Şu mana ile onlara ıtlak etmek hakkımızdır. Onlar dahi razıdırlar. Lâkin örfen evvelki mananın tebadüründen, bir kelime-i tahkir ve eziyet olmuştur. Hem de daire-i itikadı, daire-i muamelata karıştırmağa mecburiyet yoktur. Kabildir, o kısım Jön Türklerin muradı bu olsun.”

Çünki;” Ehl-i kitabdan bir haremin olsa elbette seveceksin.

Bu asırda kendine güvenen Ehli kitabın en fazla Kur’an-a karşı bîgane kaldığı ve muhtaç olduğu halde kulağını kapadığı görülmektedir.[91]

Mekke’de birinci safta müşrikler olduğundan daha ziyade imana dair âyetler işlenirken;” Amma Medine sure ve âyetlerde, birinci safta muhatab ve muarızları ise, Allah’ı tasdik eden Yahudi ve Nasara gibi ehl-i kitab olduğundan mukteza-yı belâgat ve irşad ve mutabık-ı makam ve halin lüzumundan sade ve vazıh ve tafsilli bir üslûb ile ehl-i kitaba karşı dinin yüksek usûlünü ve imanın rükünlerini değil, belki medar-ı ihtilaf olan şeriatta ve ahkâmda ve teferruatın ve küllî kanunların menşe’leri ve sebebleri olan cüz’iyatın beyanı lâzım geldiğinden o Medine sure ve âyetlerde ekseriyetçe tafsil ve izah ve sade üslûbla beyanat içinde Kur’ana mahsus emsalsiz bir tarz-ı beyanla birden o cüz’î teferruat hâdisesi içinde yüksek kuvvetli bir fezleke, bir hâtime, bir hüccet ve o cüz’î hâdise-i şer’iyeyi küllîleştiren ve imtisalini iman-ı Billah ile temin eden bir cümle-i tevhidiyeyi ve imaniyeyi ve uhreviyeyi zikreder.”[92]

Kur’an ehli kitabı imana davet etmekle geçerli olan gerekçesini de takdim eder:

“Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’an, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem’ etmiş olduğundan, usûlde muaddil ve mükemmildir. Yani ta’dil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer’iyede tebeddül vardır. Çünki fer’î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ’ olur. Bu sırdandır ki, Kur’an fer’î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.”[93]

İman etmemeleri veya kulak vermemeleri halinde;” bazı ehl-i kitab’ın iman ettikleri âhiret hakikî bir âhiret olmadığına…. ehl-i kitabın iddia ettikleri iman, yakînden hâlî olduğundan, onların imanı, iman olmadığına işaret… ehl-i kitabdan olup Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a iman etmeyenlere bir ta’riz olmak”tadır[94].

İslâmın dışındakiler ise ‘Muzahrefat’ [95] olarak değerlendirilmektedir.

Bugün kendileri dahi ikrar etmektedirler ki;” bütün bu nakîsalar, Hristiyanların ellerindeki muharref kitab-ı mukaddeste mebzuliyetle vardır..” [96]

Kur’an her ne kadar ehli kitabı müşriklerle eş değerde tutmamış,kesdiklerinin yenilebileceğini,onların kızlarıyla evlenebilineceğini ancak kız verilemiyeceğini ifade etmişse de,bu onların iman etme,dine yakınlılıkta inkarcı müşriklerden bir adım önde olduklarını,diğer hususlarda da bir ruhsat,müsaade ve cevazla beraber efdal ve takvaya daha yakın olmadığını da belirtmiştir.

Bu hakikatlarla beraber,bu zamanın dehşeti konusunda Bediüzzaman;

“Ehl-i fetretin putperestliğinin daha feci’ bir surete giren suretperestliğinin…”[97] ” Âdeta fetret devri denmeğe seza olan bu zamanda…”[98]

“Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye, masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa’da Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

Onbeşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem’den kurtarır. Çünki âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî’ye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zalimlerin cebr ü şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalaletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrâhimîn’e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem-i şefkatten teselli buldum.

Eğer o felâketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.

Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir.”[99] sırrınca fetret asrını hatırlattığını,Nitekim Filistinde mazlum ehli imanı kurtarmak için bir hristiyanın kendini feda edip buldozerin altında ezilmesi düşünmeye değer,ibretli bir haldir.

“Ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil’ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş’arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla’ ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz.”[100]

Ehli kitabı tamamen dışlayıp dışta bırakarak geçmişteki düşmanlıkları sürdürmek iman ve islamiyet ve islami ve kurani siyaset cihetinde hiçbir şey kazandırmaz.Onları itmek değil,çekmek daha müsbet harekettir.Bu onlar hakkında verilen hükümden sapmak ve vaz geçmek anlamına değildir.Müsbet zeminde,müsbet davayı anlatmayı sağlamak içindir.Sağlam ve kıymetli değerlere sarılan değil,çürük değersizliklere sarılanlar korksun.Peygamberimiz müşriklerle yapılan Hudeybiye anlaşmasında,onların itirazı üzerine Süheyl-e yazdırdığı besmeleyi,Rahman-ı, Bismikallahümmeyi kaldırtmış,yerine Muhammed bin Abdillah yazdırtmıştır.Şu sözü de söylemekten vaz geçmemiştir. “Vallahi siz beni tekzib etseniz de ben kesinlikle Allah’ın Resûlüyüm. Bununla beraber, Muhammed İbnu Abdillah yaz!” O sene ziyarete izin verilmemesi kabul edilmekle kalınmamış,yapılan teklifte: “Senin dinine de girse, bizden hiç bir erkeğin sana gelmemesi, gelirse iâde etmen şartıyla.” Şartı kabul edilmiştir.Öyle ki;” Müşriklerin elinde esir bulunan Ebu Cendel İbnu Süheyl İbni Amr zincirleri arasında “gelmekte olduğu halde…Mekkeden kaçan mümin kadınlar için ise; “Ey İman edenler, (kendi ifadelerince) mü’mine kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını iyi bilendir ya, fakat siz de mü’mine kadınlar olduklarına kail olursanız onları kafirlere geri vermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kafir zevcelerinin bu kadınlara) sarfettikleri (mehri) onlara (kafirlere) verin. sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur…”[101].

Zahiren kılınçlar kınına girmiş,Kur’anın ise beliğ kılıncı kınından çıkmış,bir çok insanın islamiyete girişine ilk adımlar atılmış oluyordu.Bu bir taviz değil,kazanılacak galibiyetin teminatıdır.Mesele tebliğ ise,o ortamın tesisi de önemlidir. Efendimizin ifadesiyle,sulh,hayırdır.Yani hayır sulhdadır.Sulh ile hayır elde edilir,hayra ulaşılır.

Düstur;destur demektir.Herşeyde destur,düsturdur.Destur ile izin almak,bir işe başlamak güzel bir düsturdur.

Başlı başına aklın ortaya koyacağı düsturlar dar ve küçük olup,aciz kalır.[102]

Müsbet hareket ve Düsturları esas almak konusunda Bediüzzaman şöyle izahda bulunur:“ Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı, “kuvvet” kabul eder. Hedefi, “menfaat” bilir. Düstur-u hayatı, “cidal” tanır.”[103]

“Düstur-u cidalin şe’ni, çarpışmaktır.”[104]

“hikmet-i Kur’aniye ise,… Hayatta düstur-u cidal yerine, “düstur-u teavün”ü esas tutar…. Düstur-u teavünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir.”[105]

“Kur’an-ı Hakîm’de çok hâdisat-ı cüz’iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış…”[106]

“Evet Kur’anın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir.”[107]

Kur’an ve İslamiyet umuma ve külli düsturları cemeden bir düsturlar mecmuasıdır.Bu konuda:” Din ülemasının düsturlarını kendine ölçü ittihaz etmek…”[108] gerektir.Dinini ve sünnetin düsturlarını beğenmemek ise,bid’attır.[109]

Ve bu konuda;” mü’minin tahassüngâhı: Muhakkikîn-i asfiyanın düsturlarıyla hududları taayyün eden hakaik-i imaniye ve muhkemat-ı Kur’aniyedir.”[110]

Bütün sapık ideolojilerde kendi düsturlarıyla,kendi mensublarını tutmaktadırlar.[111] Tıpkı Rahmanın Düsturları ile,Şeytanın düsturları gibi.[112]

Bazı düsturlarda vardır ki;Umumi olup erkesi bağlarken,bazısı da Hususi olup kişiyi bağlar.

Alem bu düstur üzerine hareket etmektedir.” Herbir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve müvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle, o Alîm-i Kadîr’e şehadet eder.”[113]

Bu hakikatı ikrar ve ifade eden,eskinin aşırı koministlerinden olup islamı seçmekle çağı seçtiğini ifade eden R.Garoudy şöyle diyor:” İslâm, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yâni, İslâm dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur’an-ı kerim ise, indirildiği günden beri hep zamana hükm etti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkca o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır.”[114]

-” Şimdi Haremeyn-i Şerifeyn’e hükmeden Vehhabîler ve meşhur, dehşetli dâhîlerden İbn-üt Teymiye ve İbn-ül Kayyim-i Cevzî’nin pek acib ve cazibedar eserleri İstanbul’da çoktan beri hocaların eline geçmesiyle, hususan evliyalar aleyhinde ve bir derece bid’alara müsaadekâr meşreblerini kendilerine perde yapmak isteyen, bid’alara bulaşmış bir kısım hocalar, sizin muhabbet-i Âl-i Beyt’ten gelen ve şimdi izharı lâzım olmayan içtihadınızı vesile ederek hem sana, hem Nur şakirdlerine darbe vurabilirler. Madem zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer’î var. Zemm ve tekfir, eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç hayır ve sevab yok. Çünki tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer’î yok, hiç zararı da yok. İşte bu hakikat içindir ki; ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beyt’in Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkûr hakikata müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ı bahs ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler; menfaatsiz, zararı var demişler.”[115]

Mehmet ÖZÇELİK

28-06-2003

[1] Sözler.341.

[2] Muhakemat.64.

[3] Muhakemat.53.

[4] Muhakemat.18-22.

[5] Muhakemat.9.

[6] Lem’alar.90-91,94,Şualar.263,712,Muhakemat.59,S.T.Gaybi.95.

[7] Münazarat.89.

[8] Mikdam radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

[9] Ebû Saîd radıyallahu anh. Buhârî.

[10] Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî.

[11] Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.

[12] Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ahmed.

[13] Saad radıyallahu anh. Müslim.

[14] Enes radıyallahu anh. Tirmizî.

[15] Âl- İmran.45,47,59,Meryem.17-23,Enbiya.91,Mü’minun.50.

[16] Nisa.163,171,Maide.75,En’am.85,Hadid.27.

[17] Nisa.171-172.

[18] Âl-i İmran33-35.

[19] Âl-i İmran.48-49.

[20] Âl-i İmran.48,Maide.46,Hadid.27.

[21] Âl-i İmran.52-53,Maide.111-112,Saf.14.

[22] Âl-i İmran.54-55,Nisa.156-159,Maide.110,

[23] Âl-i İmran.54-55,Nisa.157-158.

[24] Zuhruf.61.Nisa.159.

[25] Nisa.171.

[26] Nisa.159, Buhari-Müslim-Tirmizi.

[27] 26.Mektub.4.Mebhas.cihadname.hamimsayfasi.

[28] Tefsir-i Kurtubi- Nisa suresi- ayet 171,bak.Fütuh-uş Şam, Cild-2, Sahife-25.

[29] Fütuh-uş Şam, Cild-2, Sahife-25.

[30] Mektubat.6.

[31] Mektubat.57,Şualar.587.

[32] Mektubat.433.

[33] Âl-i İmran.49,Sözler.255,368.

[34] Sözler.334,564.

[35] Sözler.643,Lemalar.24.

[36] Mektubat.6.

[37] Mektubat.57,Şualar.579.

[38] Mektubat.163.

[39] Mektubat.171.

[40] Mektubat.435.

[41] Mektubat.437.

[42] Mektubat.441.

[43] Şualar.593.

[44] Barla lahikası.155.

[45] Lemalar.151.Haşiye.1.

[46] Emirdağ Lahikası.1/159-160.

[47] Emirdağ Lahikası.2/244.

[48] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.9.

[49] Herkese lazım olan iman,kitabından-Hristiyanlık dini.

[50] Herkese lazım olan iman.kitabı.

[51] (Prof.S.Yıldırım. Muhammed Esed’in Kur’an Mesajı adlı Tefsiri hakkında.)

[52] (Bakara.65 ve A’raf.166,Mâide.60)

[53] (Kamer.1)

[54] (Nisa.157)

[55] (Bakara.106)

[56] (Bakara.67,73,Tevrat.Tesniye.XX1,1-9)

[57] (Âl-i İmran.184,Bakara.62,112-113)

[58] (Bak.Milli Gazete.E.Sifil.16,18.Ocak.2003)

[59] (Bak.Milli Gazete.M.Şevket Eygi.29-1-2003)

[60] Muhammed ESED’in Siyonist Lider Weizmann ile Diyoloğu.

[61] S.Hocaoğlu.Yeni Şafak. 7-3-2003.

[62] Bak.S.Hocaoğlu.Yeni şafak.24,28-Şubat,4,7,10-Mart-2003.

[63] Agg.14.3.2003.

[64]Bak.Memleket benim değil.Necmi Naz..sh.123-150.

[65] Age.137-138.

[66] “Modern İslam Düşüncesi Üzerine Bir Yazarın (Yaşar Nuri Öztürk) “Kritiği(adlı kitapta)“Bir Yazarın değerlendirmesi.

[67] Milli gazete.1-2-2003.

[68] Sözler.163.

[69] Sözler.341,345,347,494.

[70] Sözler.342,344.

[71] Sözler.342.

[72] Sözler.342,350,Mektubat.351,Lem’alar.90-91,94,Şualar.354,358,400-401,416,419-421.

[73] Sözler.349,754.

[74] Mektubat.473.

[75] Sözler.732,Mektubat.479,İ.İ’caz.66.

[76] Mektubat.88,279.

[77] Mektubat.93.

[78] Mektubat.93.

[79] Mektubat.94-95,101.

[80] Mektubat.95.

[81] Mektubat.113,110,118-120,132.

[82] S.T.Gaybi.137,Muhakemat.19-22,64,H.Şamiye.48,Münazarat.21,S.T.İşarat,13,90.

[83] Mektubat.141.

[84] Bakara.62.

[85] Mâide.69.

[86] Âl-i İmran.199.

[87] Ankebut.47.

[88] Kuran’ın Temel Kavramları 396.

[89] Bak.age.sh.32-38.

[90] Bak.age.42-46.

[91] Bak.Sözler.407.

[92] Sözler.455,Şualar.247.

[93] İ.İ’caz.50,47,49.

[94] İ.İ’caz.58-59,62.

[95] Muhakemat.19.

[96] İ.İ’caz.216. John Davenport.

[97] Barla.291.

[98] Barla.375.

[99] Kastamonu Lahikası.111-2.Tarihçe-i Hayat.297,738.

[100] Mektubat.385.

[101] Mümtehine 10.

[102] Sözler.95.

[103] Sözler.132.

[104] Sözler.133.

[105] Sözler.133.

[106] Sözler.246,247,401,187.

[107] Sözler.408.

[108] Mektubat.448.

[109] Lem’alar.53.

[110] Lem’alar.75.

[111] Lem’alar.170.

[112] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.193.

[113] Mesnevi-i Nuriye.164.

[114] Koministlik ve Koministlerde din düşmanlığı…kitabından..

[115] Emirdağ Lahikası.1/205.




İLAHİLER

İLAHİLER

NOLDU BU GÖNLÜM

Noldu bu gönlüm Noldu bu gönlüm

Derdü gamınla doldu bu gönlüm

Yandı bu gönlüm Yandı bu gönlüm

Yanmada derman buldu bu gönlüm

Gerçiki yandı gerçeğe yandı

Rengine aşkın cümle boyandı

Kendinde buldu Kendinde buldu

Matlabını hoş buldu bu gönlüm

Bayramım imdi Bayramım imdi

Bayram ederler yar ile şimdi

Hamdu senalar Hamdu senalar

Yar ile bayram kıldı bu gönlüm

EY ALLAHIM

Ey Allahım beni senden ayırma

Beni senin cemalinden ayırma

Seni sevmek benim dinim imanım

İlahi din-ü imandan ayırma

Balığın canı sularda dirilir

İlahi balığı sudan ayırma

Eşrefoğlu senin kemter kulundur

İlahi kulunu senden ayırma.

NURS KARYESİ

Üstadımın ilk hanesi

Nurs karyesi beldesi

Seydamın geliyor sedi

Nur karyesi nur bedesi

* * * * * * * * * * *

Seni ziyarete geldik

Ne dağ ne tepe dinledik

Seni nura hadim bildik

Nurs karyesi nur beldesi.

* * * * * * * * * * *

Dağlar taşlar seni söyler.

Tağiden ders aldık derler

Akan sular ve dereler

Seyda burdan geçti derler.

* * * * * * * **

Yemyeşil nursa biz vardık

Selam verdik selam Aldık

Nurslularla nura daldık

Nur karyesi nur beldesi.

* * * * * * * * * * *

Geçtiğin yollardan geçtik

İçtiğin sulardan içtik

Mirzayı ziyaret ettik

Nurs karyesi nur beldesi.

* * * * * * * * * * *

Üzgün ayrıldık karyeden

Seydamızı göremeden

Bulduk onu tarihçeden

Nurs karyesi nur beldesi.(Mustafa Cantekin/Develi

BİZ BU GÜLİSTANIN BÜLBÜLLERİYİZ

Biz bu gülistanın bülbülleriyiz (Tekrar)

Bahçeyi rindanın sümbülleriyiz. (Tekrar)

Biz secde ederiz Cemali yâre

Vuslata olamaz başka bir çare

Biz mü’mini münkirlerden seçeriz

Biz elele verip hakka gideriz…

ÇAREN Mİ VAR?

Daim yürü hak izinde

Hakkı söyle her sözünde

Dört kişinin omzunda

Gitmemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Gururlanma insan oğlu

Ölmemeye çaren mi var

Ecel gelmiş bir gül gibi

Solmamaya çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Hiç güvenme mala mülke

Gitmez isen doğru yola

Tatlı canın Azraile

Vermemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Hiç güvenme can dostuna

Üfürürler can kastine

Çıkıp teneşir üstüne

Yatmamaya çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Nerde ecdad nerde atan

Hakka karşı yapma hata

Tabut denen cansız ata

Binmemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Düşünmezsin hiç ölmeyi

terk etmezsin bu dünyayı

Yakası yok ak gömleği

Giymemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Kalkacaktır gözden perde

Göreceksin yerin nerde

Ev kazılır kara yerde

Girmemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Münker Nekir gelecektir

Rabbin kimdir soracaktır

Mü’min cevab verecektir

Vermemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

ÖMÜR BAHÇESİNİN (Hüzzam)

Ömür bahçesinin gülü solmadan

Uyan gel gözlerim gafletten uyan(3 ve 4-ler 2 kere)

Ecel bize bir gün devran dönmeden

Uyan gel gözlerim gafletten uyan.(2 kere)

* * * * * * * * * * *

Niçin gaflet ile mağrur olursun

BU AKLU FİKRİLE

Bu aklu fikrile Mevla bulunmaz

Bu en yaredir ki zahmı bulunmaz

Kamunun derdine derman bulundu

Şu benim derdime derman bulunmaz

Aşkın pazarında canlar satarlar

Satarım canımı alan bulunmaz

Yunus öldü deyu sala verirler

Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez.

AFFET İSYANIM

Affet isyanım benim

Halim yaman Allahım

Ref’et nisyanım benim

Meded aman Allahım

Halim yaman sultanım

******

Defterim dolu siyah

Amelim tekmil günah

Sensin kuluna penah

Meded aman Allahım

Halim yaman sultanım

*********

Ümmet et habibine

Gönüler tabibine

Rahmeyle garibine

Meded aman Allahım

Halim yaman sultanım

********

Aşkiyi azad eyle

Cemalinle şad eyle

Kulum diye yad eyle

Meded aman Allahım

Halim yaman sultanım

CANI DİLDEN AŞIK OLDUM

Canı dilden aşık oldum

Muhammede Muhammede

Mevlam layık eyle bizi

Muhammede Muhammede

Sallallahu ala Muhammed

Sallallahu aleyke Ahmed

Aşık olan arif olsun

Ciğer yansın püryan olsun

Bir canım var kurban olsun

Muhammede Muhammede

Rüyada görüştür bizi

Murada eriştir bizi

Mevlam sen kavuştur bizi

Muhammede Muhammede

HALİMİZ NOLA MAHŞERDE

Halimiz nola mahşerde

Cümle alem düşer derde

O dar günde seni nerde

Bulayım ya rasulallah

Selatullah selamullah

Aleyke ya rasulallah

Sana geldim ey ya sultan

Lutfeyle derdime derman

Uğruna canımı kurban

Vereyim ya rasulallah

Sana geldim yas içinde

Bu gönlüm kir pas içinde

Hep ömrüm iflas içinde

Nolayım ya rasulallah

Rahmeyle gel şefaat kıl

Ümmet diye eyle kabul

Efendimden uzak nasıl

Kalayım ya rasulallah

Miskin Ahmet boynun eğer

Seni görmek ister meğer

Uğruna ölmeğe değer

Öleyim ya rasulallah

ARAYI ARAYI BULSAM İZİNİ

Araya araya bulsam izini

İzinin tozuna sürsem yüzümü

Hak nasib eylese görsem yüzünü

Ya Muhammed canım arzular seni

Bir mübarek sefer olsa da gitsem

Kabe yollarında kumlara batsam

Mah cemalin bir kez düşte seyretsem

Ya Muhammed canım arzular seni

Ali ile Hasan Hüseyin anda

Sevgisi gönülde muhabbet canda

Yarın mahşer günü hak divanında

Ya Muhammed canım arzular seni

Yunus medheyler seni dillerde

Dillerde dillerde hem gönüllerde

Arayı arayı gurbet ellerde

Ya Muhammed canım arzular seni

GÜL YÜZÜNÜ

Gül yüzünü rüyamızda görelim ya rasulallah

Gül bahçene dünyamızda girelim ya rasulallah

Aşkınla yaşarır gözler

Firakınla yanar özler

Mübarek ravzana yüzler sürelim ya rasulallah

Veda edip masivaya yalvarıp yüce mevlaya

Şefaatı Mustafaya erelim ya rasulallah.

BİLMEM NİDEYİM ALLAH ALLAH

Bilmem nideyim Allah Allah

Aşkın elinden hay hay

Kande gideyim Aşkın elinden

Sallallahu aleyhi ve sellem,

Sallallahu aleyke Ahmed

Meskenim dağlar Allah Allah

Göz yaşım çağlar Hay hay

Durmaz kan ağlar Aşkın elinden

Sallallahu aleyhi ve sellem,

Sallallahu aleyke Ahmed

Yunusun sözü Allah Allah

Köz olmuş özü Hay hay

Kan ağlar gözü Aşkın elinden

Sallallahu aleyhi ve sellem,

Sallallahu aleyke Ahmed

S U

Akarsın dinmeyen göz yaşım gibi

Sende bencileyin akarmısın su

Gurbette ağlayan kardeşim gibi

Geceler boyunca giryanmısın su

* * * * * * * * * * *

Çağlarsın yıllarca aslından cüda

Eylersin yadelden yadele veda

Kendini canlara kılarsın feda

Ezelden bende-i canan mısın su

* * * * * * * * * * *

Gülenle gülersin dertliyle mahzun

Yaylada sermestsin dağlarda mecnun

Ne için olmuşsun sen böyle meftun

Aşk ile esiri hicranmısın su.

* * * * * * * * * * *

Süzülür durursun gelirsin vecde

Bağrı yanıklara olursun müjde

Her halin yalvarış her halin secde

Ezelden bende-i canan mısın su.

* * * * * * * * * * *

Sendedir ezeli hüsnün hayali

Akarsın durmadan herdem visali

Cezbeye tutulmuş derviş misali

Arife afeti devranmısın su.

* * * * * * * * * * *

Su ile alemi seyrana girdim

Ağlayıb bir derdi nihana girdim

Kendimi mahvedip ummana girdim

Arife afeti devran mısın su.

* * * * * * * * * * *

SEHER VAKTİ

Seher vakti esen yeller

Baharda açılan güller

Feryad eden o bülbüller

Hep diyorlar Allah Allah.(Tekrar)

* * * * * * * * * * *

Sorarım ben dağa taşa

Havadaki uçan kuşa

Neler gelse garib başa

Hep diyorlar Allah Allah.

* * * * * * * * * * *

Yeter aşık bitir sözü

Yüreğimden gitmez sızı

Tükenmiştir ömür yazı

Sende söyle Allah Allah.

* * * * * * * * * * *

DÜNYA KİMSEYE KALMAZ

Dünya kimseye kalmaz

Bir misafir hanedir

Arifler âne dalmaz

Bilir ki efsanedir.

* * * * * * * * * * *

Eylik yapmaktır kârın

Kalır ancak o varın

Öleceksin sen yarın

Anla bak dünya nedir.

* * * * * * * * * * *

İnsanlıktan sen çıkma

Dost bağından sen bıkma

Gönül yap amma yıkma

Çoğu bir kâşanedir.

* * * * * * * * * * *

Ne ekersen biçersin

Döktüğünü içersin

Bir gelirsin geçersin

Gerisi bahanedir.

* * * * * * * * * * *

AÇILIR ELLERİM ULU DERGAHA

Açılır ellerim ulu dergaha

İçerimden bir ah beyaz dökülür.(2 kere)

Yanağımdan Yunus Yunus göz yaşım

Dudağımdan Allah Allah dökülür.

* * * * * * * * * * *

Yıldızlar görürüm dua dilidir

Ağaçlar görürüm dua elidir

Altlarında nehir cennet ilidir

Sübhanallah Sübhanallah dökülür.

* * * * * * * * * * *

Kalbini yüceltib arşa bağlarken

Bir öte dünyaya geçiş sağlarken

Gurur korkusuyla yanar ağlarken

Her yanımdan günah günah dökülür.

* * * * * * * * * * *

Hayalen ölmüşem devrilmiş başım

Çürümüş toz olmuş kirpiğim kaşım

Mezarımdan Yunuz Yunus göz yaşım

Toprağımdan Allah Allah dökülür.

* * * * * * * * * * *

GECE GÜNDÜZ DÖNE DÖNE

Gece gündüz döne döne

İstediğim haktır benim

Allah deyu yana yana

İstediğim haktır benim.(2 kere)

* * * * * * * * * * *

Yoluna terkedip canım

Akıdıp gözümden kanı

Ah eyleyüb dünü günü

İstediğim haktır benim.

* * * * * * * * * * *

Koy yanayım kül olayım

Taşkın akan sel olayım

Çiğnet beni yol olayım

İstediğim haktır benim.

* * * * * * * * * * *

Münkirler aşk halin bilmez

Münafıklar yola gelmez

Ağlar bu gözlerim gülmez

İstediğim haktır benim.

* * * * * * * * * * *

GÜL YÜZÜNÜ

Gül yüzünü rüyamızda görelim ya rasulallah

Gül bahçene dünyamızda girelim ya rasulallah

Aşkınla yaşarır gözler

Firakınla yanar özler

Mübarek ravzana yüzler sürelim ya rasulallah

Veda edip masivaya yalvarıp yüce mevlaya

Şefaatı Mustafaya erelim ya rasulallah.

* * * * * * * * * * *

GÖNÜLLER SULTANI

Gönüller sultanımazlumlar piri (Tekrar)

Mevlanın dostudur habibin yari

Alemi bekada cennettir yeri

Gurbet ellerinde Bediüzzaman.

* * * * * * * * * * *

Barla bağlarında bülbüller öter

Hastadır üstadım muzdarip yatar

Hz.Eyyübden derdi bin beter

Gurbet ellerinde Bediüzzaman

* * * * * * * * * * *

Vefasız dünyada düşmanı çoktur

Makamda mevkide hiç gözü yoktur

Sözleri hakikat,davası haktır

Gurbet ellerinde Bediüzzaman.

* * * * * * * * * * *

Derviş Şahiniyem asrına yettim

Medet et üstadım cübbeni tuttum

Ben senin yoluna can feda ettim

Gurbet (Barla) ellerinde Bediüzzaman.

* * * * * * * * * * *

HADDEN AŞTI (Hicaz)

Hadden aştı iştiyakın

Ya rasul göster cemalin

Yaktı beni iftirakın

Ya rasul göster cemalin

* * * * * * * * * * *

Sen saldın beni bu derde

Nazar kıl,kalbim özürde

Nice yüz bin hicab perde

Ya rasul göster cemalin

* * * * * * * * * * * *

Çün hayalin erdi câna

Nice bakayım cihana

Yalvarırım yaradana

Ya rasul göster cemalin

* * * * * * * * * * *

Vechi dervişin sözünden

Kanlı yaş akar gözümden

Kaldır nikaabı yüzünden

Ya rasul göster cemalin

* * * * * * * * * * * * * * * * *

CANI DİLDEN AŞIK OLDUM

Canı dilden aşık oldum

Muhammede Muhammede

Mevlam layık eyle bizi

Muhammede Muhammede

Sallallahu ala Muhammed

Sallallahu aleyke Ahmed

Aşık olan arif olsun

Ciğer yansın püryan olsun

Bir canım var kurban olsun

Muhammede Muhammede

Rüyada görüştür bizi

Murada eriştir bizi

Mevlam sen kavuştur bizi

Muhammede Muhammede

MEDİNEYE VARAMADIM

-Medineye varamadım gül kokusu alamadım

-Ben rasule doyamadım yaralıyam yaralıyam yaralıyam

-Kabenin örtüsü kare açtın yüreğimde yare

-Bulunmaz derdime çare yaralıyam yaralıyam yaralıyam

-Elimden tut kaldır beni ya vuslata erdir beni

-Çok ağlattın güldür beni yaralıyam yaralıyam yaralıyam

-Seviyorum rabbim seni beytullaha çağır beni

-Zemzemine daldır beni yaralıyam yaralıyam yaralıyam

-Nurdandır şeyhimin dili sevdim seni oldum deli

-Kabe diye deli gibi yanıyorum yanıyorum yanıyorum

LA İLAHE İLLALLAH

Tevhid iman başıdır

Zikir mü’min işidir

İman temel taşıdır

La ilahe illallah

Kul olanlar diyesi

Hak cemalin göresi

Mü’minlerin kalesi

La ilahe illallah

Dertlilerin devası

İsm-i Âzam duası

Dört kitabın manası

La ilahe illallah

Dünyadır bu fanidir

İslam tevhid dinidir

Kurtuluşa erdirir

La ilahe illallah

Dört kitabın özü bu

Kürsüdeki yazı bu

Kurtaracak bizi bu

La ilahe illallah

SEVDİM SENİ

-Sevdim seni mabuduma canan diye sevdim

-Bir ben değil alem sana kurban diye sevdim

-Ecramı felek levhi kalem mesti nigâhın

-Didarına aşık ulu Yezdan diye sevdim

-Mahşerde nebiler bile senden meded ister

-Gül yüzlü melekler sana hayran diye sevdim

-Bülbülde senin bağrı yanık âşıkı zârın

Feryadı bütün âteşi Suzan diye sevdim

-Huriler ezelden beri şeydayı cemalin

-Yanmıştı sana Yusufu Kenan diye sevdim

-Ta arşa çıkar her gece aşıkların ahı

-Asilere lutfun yüce ferman diye sevdim

-Evladı ıyalden geçerek,ravzana geldim

Ahlakını medhetmede Kur’an diye sevdim

-Kurbanın olam şahı resul,kovma kapından

Didarına müştak olacak,Yezdan diye sevdim

B A R L A

Tepelice çama çıktım

Gelincik dağına baktım

Mümkün olsa kalacaktım

Bir ömür boyu barlada

* * * * * * * * * *

Seherde açan güllerin

Çeşmindeki bülbüllerin

Cennet yurdumda göllerin

En güzel suyu barlada

* * * * * * * * * * *

Karadut cennet bahçesi

Kara kavağın meşesi

Ulu çınarın gölgesi

Gölgeler koyu barlada

* * * * * * * * * *

Çam dağından esen yeler

Zikir arkadaşı dallar

Üstada müntazır yollar

Gelecek deyu barlada

** * * * * * * * **

ANNEM BENİ YETİŞTİRDİ

Annem beni yetiştirdi bu hizmete yolladı

Teslim etti risaleyi Allaha ısmarladı.

Boş oturma çalış dedi hizmet eyle imana

Südüm sana helal etmem çalışmazsan Kur’an-a

** * * * * * * * **

Yazdığımız risaledir okuyoruz Kur’an-ı

Biz nurların yardımıyla hıfzederiz imanı

Medrese-i nuriyedir Sav ve Barla Eflani

Şakirdlere müzahirdir Abdulkadir Geylani

** * * * * * * * **

SENSİN BİZE

Sensin bize bizden yakın

Görünmezsin hicap nedir

Çün aydın bu gerçek yüzü

Yüzündeki nikab nedir

** * * * * * * * **

Sen buyurdun ey padişah

Yehdillahu limen yeşâ

Şerikin yok senin haşa

Suçlu kimdir azap nedir

** * * * * * * * **

Kânı bu mülkün sultanı

Teni sensin canı teni

Bu göz görmek diler anı

Bu melce-i mezb nedir

** * * * * * * * **

Rahimdir senin adın

Rahmanlığın bize dedi

Asileri müjdeleyen

La taknatu hitap nedir

** * * * * * * * **

Yunus bu göz görmez ânı

Görenler hoş haber vermez

Bu menzile akıl ermez

Bu kurduğun serap nedir

** * * * * * * * **

EY AŞIKI DİLDÂDE (Hüzzam)

Ey aşıkı dildâde

Gel nûşedelim bâde

Bir bâde gerek amma

Kim içile me’vade

** * * * * * * * **

Cân Allah cânan Allah(Terennüm.tekrar)

Can sana kurban Allah

Yuhyi kalbi zikrullah

Lâ ilâhe illallah

** * * * * * * * **

Sâkisi ola Mevlâ

Ekdahı ola esmâ

Bir kez nûşeden kat’a

Gam görmeye dünyada

** * * * * * * * **

Cân Allah cânan Allah(Terennüm.tekrar)

Can sana kurban Allah

Yuhyi kalbi zikrullah

Lâ ilâhe illallah

** * * * * * * * **

Bir kez içen aşıktır

Aşkında ol sadıktır

Aşk ona hem layıktır

Mecnun ile Ferhate

** * * * * * * * **

Cân Allah cânan Allah(Terennüm.tekrar)

Can sana kurban Allah

Yuhyi kalbi zikrullah

Lâ ilâhe illallah

** * * * * * * * **

İşit bu Seza-iden

Ne gördü fenâ-iden

Dost yüzünü gösterdi

Mir’atı mücellâdan.

** * * * * * * * **

Cân Allah cânan Allah(Terennüm.tekrar)

Can sana kurban Allah

Yuhyi kalbi zikrullah

Lâ ilâhe illallah

** * * * * * * * **

GANİ MEVLAM

Gani Mevlam nasib etse

Görsem ağlayu ağlayu,İllallah hû cânım.(Tekrar)

** * * * * * * * **

Medinede Muhammedi cânım

Varsam ağlayu ağlayu,İllallah hû cânım

** * * * * * * * **

Mekkede de Beytullahı cânım

Dönsem ağlayu ağlayu,İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Sana altın oluk sana

Varan canlar kalır tâna

Kara donlu Kâbe sana

Varsam ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Delil yapışa elime

Lebbeyk öğretse dilime

İhram bezini belime

Sarsam ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Çevre yanı kesme kaya

El kaldırıp âmin diye

Arafattaki vakfeye

Dursam ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Akıtırlar hayvan kanı

Esirgemez kimse canı

Şol meydanda kaç kurbanı

Kessem ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Hüccac döner yâne yâne

Ciğerim döndü biryâne

Şol zemzemden kane kane

İçsem ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Derviş Yunus der cân ile

Kul olmuşam iman ile

Dilim zikri Kur’an ile

Varsam ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

SÖYLE SELAMIM

Söyle selamım ey sabâ

Oldukça ruhsarın harem.(Tekrar)

Ol ravza-i pâke ola

Anda nebiyyil muhterem

(Salli alâ nuril hüda,mahbûbi rabbi zül kerem

Salli alâ nuril hüda,Ahmed Muhammed Mustafa)

** * * * * * * * **

İnnilte ya rîhes sabâ

Yevmen ila arzil harem

Beliğ selâmi ravzaten

Fihennebiyyil muhterem.

(Salli alâ nuril hüda,mahbûbi rabbi zül kerem

Salli alâ nuril hüda,Ahmed Muhammed Mustafa)

** * * * * * * * **

Min vechihi şemsud duha

Min haddihi bedrud duca

Min şahsihi leysed de’a

Min keffihi lahdil hazem

(Salli alâ nuril hüda,mahbûbi rabbi zül kerem

Salli alâ nuril hüda,Ahmed Muhammed Mustafa)

** * * * * * * * **

Merfuatün âyatühü

Mekşufetün ğâyatühü

Berduş şuma bizatihi

Bel zatühü mahzul kerem.

(Salli alâ nuril hüda,mahbûbi rabbi zül kerem

Salli alâ nuril hüda,Ahmed Muhammed Mustafa)

** * * * * * * * **

Yâ kudreten lil murselin

Yâ şâfien lil müznibin

Yâ rahmeten lil alemin

Unzur ilâ Halil ümem.

(Salli alâ nuril hüda,mahbûbi rabbi zül kerem

Salli alâ nuril hüda,Ahmed Muhammed Mustafa)

** * * * * * * * **

GÖNÜL SEN ÖLMEZMİSİN

Gönül sen ölmezmisin,ölmeye gelmezmisin.(Tekrar)

Saçın sakalın ağarmış imana gelmezmisin.

(Allah Allah ya rabbi lutfeyle hidayeti

Hidayetin olmazsa ben neyleyim bu hali)

** * * * * * * * **

Gönül sen ölmezmisin,ölmeye gelmezmisin.(Tekrar)

Yakasız gömlek biçilmiş,giymeye gelmezmisin

(Allah Allah ya rabbi lutfeyle hidayeti

Hidayetin olmazsa ben neyleyim bu hali)

** * * * * * * * **

Gönül sen ölmezmisin,ölmeye gelmezmisin.(Tekrar)

Tahtadan evin yapılmış,girmeye gelmezmisin.

(Allah Allah ya rabbi lutfeyle hidayeti

Hidayetin olmazsa ben neyleyim bu hali)

** * * * * * * * **

Gönül sen ölmezmisin,ölmeye gelmezmisin.(Tekrar)

Terazi ve mizan kurulmuş,tartmaya gelmezmisin

(Allah Allah ya rabbi lutfeyle hidayeti

Hidayetin olmazsa ben neyleyim bu hali)

** * * * * * * * **

Gönül sen ölmezmisin,ölmeye gelmezmisin.(Tekrar)

Sırat köprüsü kurulmuş,geçmeye gelmezmisin.

(Allah Allah ya rabbi lutfeyle hidayeti

Hidayetin olmazsa ben neyleyim bu hali)

** * * * * * * * **

MAKAMIMIZ KUŞ MİSALİ

Makamımız kuş misali

Daldan dala konabilir

İnsanoğlu hiç misali

Bir gün olur ölebilir.

** * * * * * * * **

Dağlar taşlar kül misali

Bir gün olur tozabilir

İnsanoğlu gül misali

Bir gün olur solabilir.

** * * * * * * * **

Hani ecdad hani ata

Hakka karşı etme hata

Tabut denen Vansız ata

Binmemeye çaren mi var.

** * * * * * * * **

Kibirlenme insanoğlu

Ölmemeye çaren mi var

Soğuk vurmuş gül misali

Solmamaya çaren mi var.

** * * * * * * * **

MAKSADI AŞIKLARIN

Maksadı aşıkların,ya hay.(2 kere)

Menzili canan olur,olur.

İsmini yâd eylese,ya hay

Valihu hayran olur.

** * * * * * * * **

Hak vere cmbüşlerin,ya hay

Afvede kem işlerin

Menzili dervişlerin,ya hay.

Kûşe-i viran olur,olur.

** * * * * * * * **

Fani cihandan kesil,ya hay.

Ayine-i kalbi sil

Arsa-i mahşerde bil,ya hay.

Bir ulu divan olur,olur.

** * * * * * * * **

Etse tecelli eğer,ya hay.

Vuslata erişse er

Kâfire kılsa nazar,ya hay.

Mahzarı iman olur,olur.

** * * * * * * * **

Aşk ile kim ah ede,ya hay

Kalbini âgah ede

Azmini dergâh ede,ya hay

Ol ulu sultan olur,olur.

** * * * * * * * **

Nakşi-i aşkı sana,ya hay

Aşk haberin ver bana

Menkıbe-i evliya,ya hay

Reşki gülistan olur,olur…

** * * * * * * * **

KÜTÜR KÜTÜR (Makamımız kuş misali gibi)

Kütür kütür beller kıran

Ah bu ölüm,ah bu ölüm

Beyaz kefenlere saran

Ah bu ölüm ah bu ölüm

** * * * * * * * **

Nice ibret aldırıcı

haddimizi bildirici

Gülbenizler soldurucu

ah bu ölüm ah bu ölüm

** * * * * * * * **

Falan gibi,filan gibi

Hep oluruz yalan gibi

Yüzü soğuk yılan gibi

Ah bu ölüm ah bu ölüm

** * * * * * * * **

Ne kadar yalvarsam bilmez

Hiç düşünmez hatır sormaz

Tatlı canı tende koymaz

Ah bu ölüm ah bu ölüm

** * * * * * * * **

Mahmut derki dil döktürür

Gözlerin göğe diktirir

Bu dünyadan el çektirir

Ah bu ölüm ah bu ölüm.

** * * * * * * * **

AŞKIN İLE AŞIKLAR

Aşkın ile aşıklar

Yansın ya rasulallah.(Tekrar)

İçib aşkın şarabın

Kansın ya rasulallah.

** * * * * * * * **

Aşık oldum dildâre

Bülbülüm şol dildâre

Seni sevmeyen nâre

Girsin (Yansın) ya rasulallah.

** * * * * * * * **

Şol seni seven kişi

Verir yoluna başı

İki cihan güneşi

Sensin ya rasulallah.

** * * * * * * * **

Şol seni sevenlere

Kıl şefaat onlara

Mü’min olan tenlere

Cansın ya rasulallah

** * * * * * * * **

Aşık Yunusun cânı

İlmi şefaat kâ

Alemlerin sultanı

Sensin ya rasulallah.

** * * * * * * * **

HAK YOL İSLAM YAZACAĞIZ

Kör dünyanın göbeğine

Hak yol İslam yazacağız

Kuşların göz bebeğine

Hak yol İslam yazacağız

Yola ağaca pınara

Esen yele yağan kara

Yağmur yüklü bulutlara

Hak yol İslam yazacağız

Koç burcuna yay burcuna

Bebeklerin avucuna

Minarelerin ucuna

Hak yol İslam yazacağız

Bucak bucak köşe köşe

Yıldıza aya güneşe

Kara taşa kor ateşe

Hak yol İslam yazacağız

Askerlerin miğferine

Kağnıların tekerine

Tağutların heykeline

Hak yol İslam yazacağız

Herkes duyacak bilecek

Saklanmaz gayrı bu gercek

Yaprak yaprak çiçek çiçek

Hak yol İslam yazacağız

** * * * * * * * **

İZİNDEYİZ

Biz Kur’anın hadimleri

Pür imanlı ve zindeyiz

Bu yoldan dönmeyiz asla

Peygamberin izindeyiz.

Hak habibim dedi ona

Bizden feda can uğruna

Alem şahid olsun buna

Peygamberin izindeyiz.

İslamın nuru gür sesi

Kaldırdı zulmeti ye’si

Alemlerin efendisi

Peygamberin izindeyiz.

Odur ahir hak peygamber

Ona selam salat gönder

Cihanda en büyük önder

Peygamberin izindeyiz.

Onu sev sen onu tanı

Odur tende canlar canı

Gönüllerin tek sultanı

Peygamberin izindeyiz.

Hayra koşan şerden kaçan

Bize nurlu ufku açan

Alemlere rahmet saçan

Peygamberin izindeyiz.

Tende kalan bir can ile

Aşk ile pür iman ile

Biz Hazreti Kur’an ile

Peygamberin izindeyiz.

** * * * * * * * **

CÜRMÜM İLE GELDİM SANA

Ey rahmeti bol padişah

Cürmüm ile geldim sana

Ben eyledim hadsiz günah

Cürmüm ile geldim sana

Sübhanallah Rahman Allah

Tüm dertlere derman Allah

Ben eyledim hadsiz günah

Cürmüm ile geldim sana

Senden utanmadım hemen

Ettin bana gizli ayan

Vurma gözüme el aman

Cürmüm ile geldim sana

Sübhanallah Rahman Allah

Tüm dertlere derman Allah

Ben eyledim hadisz günah

Cürmüm ile geldim sana

Senin adın Gaffar iken

Ayıp öfkesi Settar iken

Kime gidem sen var iken

Cürmüm ile geldim sana

** * * * * * * * **

TALAAL BEDRU ALEYNA

Talaal bedru aleyna

Min seniyyatil veda-î

Vecebeş şükrü aleyna

Ma deâ lillahi da’

Eyyühel meb’usü fîna

Ci’te bil emril muta’

Ci’te şerreftel Medine

Merhaben ya hayra da’

Kad lebisna sevbe izin

Ba’de esvabir rika

Verefa’na sedye mecdin

Ba’de eyyamiddiya

Ente şemsun ente bedrun

Ente nurun ala nur

Ente misbahussüreyya

Ya habibi ya rasul…

** * * * * * * * **

AY DOĞDU ÜZERİMİZE

Ay doğdu üzerimize

Veda tepelerinden

Şükür gerekti bizlere

Allaha davetinden

Nakarat

(Sen güneşsin sen bir aysın

Sen nur üstünde nursun

Sen Süreyya ışığısın

Ey sevgili ey rasul)

Ey rasul sana söz verdik

Doğruluktan ayrılmayız

Sen ey esenlik yıldızı

Senin sevginle doluyuz.

Nakarat.

Ey bizden seçilen elçi

Yüce bir davetle geldin

Sen bu şehre şeref verdin

Ey sevgili hoş geldin.

Nakarat

MEDİNEYE VARAMADIM

Medineye varamadım gül kokusu alamadım

Ben resule doyamadım yaralıyam yaralıyam

Kâbenin örtüsü kare açtın yüreğimde yare

Bulunmaz derdime çare yaralıyam yaralıyam

Elimden tut kaldır beni ya vuslata erdir beni

Çok ağlattın güldür beni yaralıyam yaralıyam

Seviyorum rabbim seni beytullaha çağır beni

Zemzemine daldır beni yaralıyam yaralıyam

Nurdandır şeyhimin dili sevdim seni oldum deli

Kâbe diye deli gibi yanıyorum yanıyorum…

** * * * * * * * **

GEL GÖR BENİ

Ben yürürüm yâne yâne

Aşk boyadı beni kane

Ne akilem ne divane

Gel gör beni aşk neyledi.

Aşkın beni mest eyledi

Aldı gönlüm hasteyledi

Öldürmeye kasteyledi

Gel gör beni aşk neyledi.

Gâh eserim yeller gibi

Gâh tozarım yollar gibi

Gâh akarım seller gibi

Gel gör beni aşk neyledi.

Gel gör beni aşk neyledi

Derde giriftar eyledi.

** * * * * * * * **

ŞEHİD TAHTINDA

Şehid tahtında rabbe gülümser

Ah binlerce canım olsaydı der

Şehid tahtında rabbe gülümser

Canım bedenim bir sofradan yer

Ümidsiz olmaz,ümidsiz olmaz

Sevdasız olmaz,sevdasız olmaz.

Dağları oyup zindan etseler

Allah nurunu söndüremezler

Dağları oyup zindan etseler

Davanın önüne geçemezler.

Yarasız olmaz,çilesiz olmaz

Şehidsiz olmaz,kurbansız olmaz.

Şehid tahtında rabbe gülümser

Ah binlerce canım olsaydı der

Şehid tahtında rabbe gülümser

Canım bedenim bir sofradan yer

Karanlık ölür,zulümat ölür

Gözler önünde ve ölüm ölür.

Anladım artık Uhud ve Bedir

Ve ümid sevda,şehadet nedir?

Soludum kabri,mahşer anını

Ümidi ve şehidi ve sevdayı.

Yarasız olmaz,çilesiz olmaz

Şehidsiz olmaz,kurbansız olmaz.

** * * * * * * * **

ALLAHU ALLAH

Aklın yitirmiş divanemiyem

Ömrüm bitirmiş viranemiyem

Allahu Allah Allahu Allah

Allahu Allah Allahu Allah

Kanat vururum döner dururum

Yanar dururum merdanemiyen

Allahu Allah Allahu Allah

Allahu Allah Allahu Allah

Yaşlı gözlerim tutmaz dizlerim

Yolun gözlerim pervanemiyem

Allahu Allah Allahu Allah

Allahu Allah Allahu Allah

Aşka can feda olsa ne fayda

Aşk odu yanda bestanemiyem

Allahu Allah Allahu Allah

Allahu Allah Allahu Allah

** * * * * * * * **

EŞREFOĞLU (Saba ilahi)

Eşrefoğlu al haberi

Bahçe bizim gül bizimdir

Bizde mevlanın kuluyuz

Yetmiş iki dil bizdedir.

Erlik midir eri yormak

Irak yoldan haber sormak

Cennetteki ol dört ırmak

Coşkun akan sel bizdedir.

Arı vardır uçup gezer

Teni tenden saçup gezer

Canın bizden kaçup gezer

Arı biziz bal bizdedir.

Kimi sofi kimi hacı

Cümlemiz hakka duacı

Resulü Erkemin tacı

Aba hırka şal bizdedir.

** * * * * * * * **

YÜZ BİN CEFA (Çarga ilahi)

Yüzbin cefa kılsan bana

Allah Allah Allah Allah

Senden yüzüm döndürmezem

Allah Allah Allah Allah

Canım dahi alır isen

Allah Allah Allah Allah

Severim seni can ile

Kul olmuşam ferman ile

And içerim Kur’an ile

Senden yüzüm döndürmezem.

Kiliseye dersen girem

Nakus dahi dersen çalam

Aşıklara yoktur kalem

Senden yüzüm döndürmezem.

** * * * * * * * **

CAN AHMEDİM HOŞ GELDİN

Can Ahmedim hoş geldin

Muhammedim hoş geldin

Aşık idim yüzüne

Muhammedim hoş geldin

Yükseldikçe yükseldin

Kâb-ı kavseyne kadar

Bu yüceye ermemiş

Senden evvel gelenler

Can Ahmedim hoş geldin

Muhammedim hoş geldin

Aşık idim yüzüne

Muhammedim hoş geldin

** * * * * * * * **

SEYREYLEYİP YANDIM

Seyreyleyim yandım

Mah cemalini Allah Allah

Nur kundak içinde yatar Muhammed

Canımın cananısın ya Muhammed

Odur yerin göğün

Şemsi kameri Allah Allah

Nur kundak içinde yatar Muhammed

Canımın cananısın ya Muhammed

Kevser dudakları

Bimem ne söyler Allah Allah

Nur kundak içinde yatar Muhammed

Canımın cananısın ya Muhammed

Kokuları benzer

Cennet gülüne Allah Allah

Nur kundak içinde yatar Muhammed

Canımın cananısın ya Muhammed

** * * * * * * * **

OSMANLI BAYRAĞI

Ertuğrulun ocağından uyandım

Şehidlerin kanlarıyla boyandım

Nice düşman kal’asına uzandım

Sana selam ey Osmanlı Bayrağı

Çırpınarak dalgalanır kanadım

Gök yüzüne çıkmak mıdır muradın?

Gölgende can vermek ister evladın

Sana selam ey Osmanlı Bayrağı

** * * * * * * * **

ALEMİN AZAMET PADİŞAHI

Hak taala azamet aleminin padişahı

Lâ mekandır olamaz devletinin tahtıgâhı

Hastır zatı ilahiyyesine mülkü ezeli bîhudut

Onda olan kevkebe-i lemyezeli

Eseri hikmetidir yerle göğün bünyadı

Dolu boş cümle yedi kudretinin icadı

İzzet ve şanını takdis eder cümle melek

Eğilir secde eder peşi celalından felek.

Pertevi lem’asınındır ayla güneş

Alır alsa cehennem ondan ateş

Dpstlar için yarattı cenneti

Düşmanlar içindir cehennem şiddeti

Muhammeddir ümmete hakkın rahmeti…

** * * * * * * * **

AHMEDİ MÜKERREMSİN

Eya şâhı şehi peygamberâni Ahmed-i mükerremsin

Eya sen vâkıfı esrar-ı Kur’anı muazzamsın

Kulubu âşıkanı eyle neziri ya rasulallah

Ki mahlukat içinde bedri Enver nuru alemsin

Değil mümkün hatasız kulluk ya rasulallah

Ki isyan bağrına dalmışları sen şâh-ı Ekremsin

Yine muhtacı şefkatte bediî kârı zarındır

Dûr-u maksudumu lutfunla keşfet ki mahremsin…

** * * * * * * * **

YA BEN KİME YALVARAYIM

Bunca isyan ile ben sübhane mi yalvarayım

Mücrimem,âsi kulam,sultana mı yalvarayım

Hazni cenneti emin,vahyi rabbül alemin

Ol Cebrail-i rıdvanullaha mı yalvarayım.

Yeryüzünde cümleden eşref,makamı mu’teber

Kıble-i beytil harem,eyvane mi yalvarayım

Ol ezvacı mutahhar,Hz,Aişeye mi

Hatice-i seyidin nisaya mı yalvarayım

Ol evladı Muhammed,cümle ashabı Güzin

Hz.Ebubekir,Ömer,Osmana mı yalvarayım

Hem Aliyyel mürteza,ibni emmi Mustafa

Haydarı kerrar,hak aslana mı yalvarayım

Bu saçın Leyla gibi,haddadi mecnun eyledi

Aklımı yağmalayıp,divanullaha mı yalvarayım…

** * * * * * * * **

GEÇTİ İSYAN İLE ÖMRÜM

Geçti isyan ile ömrüm neye halim varacak

Sızlıyor yaralı kalbim anı yoktur saracak

Rûz-i mahşerde zebaniler elinden halim nolacak

Ya Muhammed bize imdad eyle Allah aşkına

Eğer etmez isen inayet bizi kim kurtaracak

Keremi lutfuna mahzar olmazsam şayet

Onlar elbette bu günahkârı nâre atacak

Ya Muhammed bize imdad eyle Allah aşkına

İznin olmazsa habibin de şefaat etmiyecek

Ya rabbi o günde kim kime merhamet edecek

Yevmi mizanda her mücrimi,münkire ayrılın denecek

Ya Muhammed bize imdad eyle Allah aşkına

Aman Allah deyip aşkı nedamet saçacak

Mağfiret eyle şimdi perişanım denecek

Ol zamanda ağlamak fayda vermiyecek

Ya Muhammed bize imdad eyle Allah aşkına

Rûz-i mahşerde mahrum etme bizi ya rabbi

Cümle isyanımızı affeyle,dilşad eyle ya rabbi

Ateşi dûzahtan bizi âzadeyle ya rabbi

Ya Muhammed bize imdad eyle Allah aşkına

** * * * * * * * **

BEN NE CEVAB VEREYİM

Bu dünyaya geldin ne amel kıldın

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Şimdi huzuruma sen neçe geldin

Derse Allah ben ne cevab vereyim

İki yol gösterdim hem akıl verdim

İradende dahi hep serbest kıldım

Rahmetimi bıraktın,zulmete daldın

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Ramazan verdim oruç tutmadın

Akşam tatlı tatlı iftar etmedin

Niçin doğru yollarıma gitmedin

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Günahtan kaçmadın,tutmadın emrim

Beyhude yerlerde geçirdin ömrün

Şimdi huzuruma sen nasıl geldin

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Soğuk sıcak dedin abdest almadın

Kibir,cub geldi namaz kılmadın

Günah yığınına çare bulmadın

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Beraet,Kadir verdim niçin bilmedin

İki rek’at olsun namaz kılmadın

Hava-i i,şlerden sen osanmadın

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Ne için abdest alıp kılmadın namaz

Yalvarıp hakka etmedin niyaz

Halk içinde senin adın beynamaz

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Ezanlar okundu niçin duymadın

Sen niçin Rahmana secde kılmadın

Ben de sana cennetimi vermedim

Derse Allah ben ne cevab vereyim

** * * * * * * * **

SÖYLER TABİBLER

Aklım var diye söyler tabibler

Lokman Hekim gibi bilgin olsa ne fayda

Son nefeste söylemezse bu diller

Bülbül gibi dilin olsa ne fayda

Malım var diye benlik edersin

Ecel şerbetini bir gün içersin

Yalın ayak,başı açık sen de gidersin

Dünya dolu malın olsa ne fayda

Ne kadar alim olsan kardeşim

Eğer imanın olmaz ise yoldaşın

Eğer hakka koymaz isen bu başın

Dört kitabı yutmuş olsan ne fayda

Sur çalınıp gökler dökülünce

Denizler kuruyup,sular çekilince

Dağlar kopup,yerler sökülünce

Bağ-ı İrem gibi mülkün olsa ne fayda

Zebaniler cehenneme sürülünce

Tütününden halkı duman bürüyünce

Dehşet ile halk üzerine yürüyünce

Rüstem gibi gücün olsa ne fayda

Dünyayı alırsın boynuna

Altınları sokarsın koynuna

Azrail geldiğinde yanına

Hazine dolu malın olsa ne fayda

Bir gün lur götürürler evinden

Allahın isimini bırakma dilinden

Kurtuluş yoktur Azrailin elinden

Bin yıl kadar ömrün olsa ne fayda

** * * * * * * * **

RECABÂBIN KAPATMAZ YA !

Açılır bahtımız bir gün,hemen battıkça batmaz ya

Sebebler halkeden hallak,recabâbın kapatmaz ya!

Sana şhım münacatım,değil bir rızık için haşa

Hüda rezzakı alemdir,rızıksız kul yaratmaz ya!

** * * * * * * * **

EY PADİŞAHI LEM YEZEL

Ey padişahı lem yezel

Ey kadirü hayyu tezel

Ey lutfu çok kahrı güzel

Lutfunda hoş,kahrında hoş

Ağlatırsın zâri zâri

Göstermezsin hiç didârı

Layık görür isen narı

Narında hoş nurunda hoş

Hoştur bana senden gelen

Ya gonca gül yahut diken

Ya hıl’atü yahut kefen

Lutfunda hoş kahrında hoş

Aşık Yunus sana kuldur

Gerek ağlat gerek güldür

Gerek yaşat gerek öldür

Narında hoş nurunda hoş.

** * * * * * * * **

ÖLÜM SANA NİÇİN ÇARE BULUNMAZ

Bak şu dünyanın türlü haline

Kimse çare bulmadı ölüm ahvaline

Nerde o güvenenler servetine malına

Ölüm sana niçin çare bulunmaz

Her nere varsam anda bulunur

Ölümü andıkça bağrım delinir

Her dertlere derman bulunur

Ölüm sana niçin çare bulunmaz

Dünyaya gelen asla gülmedi

Kimse ölüme çare bulmadı

Dünya Sultan Süleymana kalmadı

Ölüm sana niçin çare bulunmaz

Beklersin her gencin yollarını

Soldurursun taze açmış güllerini

Tutarsın bülbül gibi dillerini

Ölüm sana niçin çare bulunmaz

Dökersin inci gibi dişlerini

Çürütürsün sümbül gibi saçlarını

Giderirsin bütün teşvişlerini

Ölüm sana niçin çare bulunmaz

Evlad dedikleri çiğer pâresi

Kardeş dedikleri yürek yâresi

Sabretmektir bu ölümün çaresi

Ölüm sana niçin çare bulunmaz…

** * * * * * * * **

NE MÜŞKÜLDÜR

Vücudum hoş imarettir

Harab olmak ne müşküldür

Çürüyüp toprak altında

Turab olmak ne müşküldür

Tutmaz olur tutan eller

Çürür nazlı dudu diller

Şol köşkler saraylar

Viran olmak ne müşküldür

Kurulur mizan terazi

Huda olur kendi gazi

Mahşere sürerler bizi

Rüsvay olmak ne müşküldür

Hasta olup yıkılınca

Gözün göğe dikilince

Ecel şerbeti içilince

Canın vermek ne müşküldür

Teneşire korlar seni

İncitmeden yurlar seni

Kabre indirince seni

Cevab vermek ne müşküldür

Kapısı yok açam bakam

Bacası yok ateş yakam

Nice bin yıl azab çekem

Narda yanmak ne müşküldür…

** * * * * * * * **

ASIRDA ACAİB İŞLER

Asırda acaib işler çoğaldı

Bilmem bu işleri kimler ediyor

Dünyayı hep rezil köpekler aldı

Gelen ümereya karşı gidiyor.

Biraz bahsedeyim ehli zamandan

Yahşiler aşağı düştü yamandan

Aralık itleri olmuş kumandan

Uyuz it kurtlara kumanda ediyor.

Buğday unu beğenmiyor köpekler

İblikten aşağı düştü ipekler

Hep sedire geçti itler köpekler

Hanedan ayakta hizmet ediyor

Koltuk kılı farkolmuyor sakaldan

Tüccarlar aşağı indi bakkaldan

Arslanlara çoban düşmüş çakaldan

Şimdi arslanlar çakal güdüyor.

Mekteble medrese ortadan kalktı

Meyhane kerhane ortaya çıktı

Ar namus denen şey ortadan kalktı

Şimdi kişi bildiğine gidiyor.

Sarhoşlar çoğaldı kalmadı ayık

Bu asra böylece haller de layık

Müzevirin adı muhbiri sadık

Şimdi kişi bildiğine gidiyor.

İsimlerin tebdil etsem satılmaz

Cisimlerin tahvil etsem zat olmaz

Altın eğer vursam eşek at olmaz

Şimdi kişi bildiğine gidiyor

Şahinler yurdunu tuttu yarasa

Baklava yerine geçti pırasa

Şimdi deyyus ile terese

Zamane bunlara rağbet ediyor.

Boy kürkünü beğenmiyor köçekler

Babasına akıl öğretir çocuklar

Yumurtadan burnu çıkan cücükler

Horoz oldum diye cik cik ediyor.

Küçükler büyüğe çorap giydirir

Tatlıyı insana acı yedirir

Seyrani zamane böyle dedirir

Şimdi kişi bildiğine gidiyor.

Kayseri/DEVELİLİ-SEYRANİ

ZAMANE

Eyvah fukaranın beli büküldü

Meded ticaretin gücüne kaldık

Eyiler alemden göçtü çekildi

Bizler zamanenin picine kaldık

Sene bin üçyüz altmış beş tamam

Okunur ezanlar boş bekler imam

Seyrani bu nutkun sonu vesselam

İnanın dünyanın ucuna geldik..

Yedi yıldız doğdu üçü terazi

Kavuştu ülkere gitti birazı

Yarın mahşer günü sorarlar bizi

Hak mizan terazi kurulur bir gün

Evlat alim olmaz okutmayınca

İblik gömlek olmaz dokutmayınca

Ayılar et yemez kokutmayınca

Yallar ölüyü sinden çıkarır

Evlerinin önü karlı dağ olsa

Etrafı hep lale sümbül bağ olsa

Her ne kadar paşa olsa bey olsa

Yakasız gömleğe sarılır bir gün….

Seyrani.

H O C A M

Sizlere emanet şu körpe yavrum,

Ortalıkta sürtüp gezmesin hocam.

Gözümün çırası,tek tasam kaygım,

Aç,sefil,perişan kalmasın hocam.

Fidanıma hoş bak aman solmasın,

Kahraman yetişsin,korkak olmasın.

Rabbini tanısın,dinsiz kalmasın,

Ahrette yakamı tutmasın hocam.

Milletin şerefini şerefi bilsin,

Tarih okusun ki ne imiş görsün.

Her bir kötülüğü kalbinden bilsin.

Kendi milletine çatmasın hocam.

Gaflet uykusunda sakın yatmasın,

Milletini sevsin,hain olmasın,

Rus’a,Çin’e kanıp hemen azmasın,

Vatanı düşmana satmasın hocam.

Asıl muallimi peygamber olsun,

Kur’an-ı dinlesin yolunu bulsun,

İslâmın nuruyla yolunu bulsun,

Küfran çamuruna batmasın hocam…

Ey benim kardeşim!Kıymetli hocam.

Hepimiz insanız,kardeşiz tamam,

Ata yüreği bu darılma aman,

Bilal’im rayından çıkmasın hocam…

Bilal Işıklı

İSYANLI SÜKUT

Gitmişti makama arz-ı hal için

‘Bey’ dedi,yutkundu eğdi başını.

Bir azar yedi ki oldu o biçim..

‘Şey’dedi yutkundu,eğdi başını.

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı,

Gözler çakmak çakmak,benzi sapsarı.

Bir baktı konağa alttan yukarı,

‘Vay’ dedi,yutkundu eğdi başını.

Çekti ayakları kahveye vardı,

Açtı tabakasını sigara sardı.

Daldı..neden sonra garsonu gördü,

‘Çay’dedi,yutkundu,eğdi başını.

İçmedi,masada unuttu çayı;

Kalktı garsona vere parayı,

Uzattı çakmağı ve sigarayı,

‘Say’ dedi,yutkundu,eğdi başını.

Döndü gözlerinde bulgur bulgur yaş,

Sandım can evine döktüler ateş.

Sordum:’Memleket neresi gardaş?’

‘Köy’ dedi,yutkundu,eğdi başını.

Yurudu,kör-topal çıktı şehirden,

Ağzına küfürler doldu zehirden,

Salladı dilini..vazgeçti birden.

‘Oy’ dedi,yutkundu,eğdi başını…

NEFES

Hak yarattı seni bedene koydu

Her kanda gezersin bilirim nefes

Bu alıp vermeden hani kim doydu

Cana cansın diye muhtacım nefes….

…….

Geldin otağıma ağıtla girdin

Çektim de nefesi hayata erdim

Seninle Allah..hu seninle derim

Gidene dek benden razı ol nefes…

………

Gülenle gülerken bitmez dirisin

Seferde olana inler gibisin.

Ayrılık denince dönmez birisin

Rabbime kul için muhtacım nefes…

………

Sultan sarayında farkına ermez

Fakir sultan olsa bir kere vermez

Secdeye varırım yeter mi yetmez

Hakka doğrulmaya fırsat ver nefes…

……….

Bilemem ömürde ne sayıdasın

Rabbin ilminde can pazarındasın

Mevlanın emrinde hak yolundasın

Bizide yolundan ayırma nefes…

…………

Ah-vah edip yanmak neye yarar ki

Şu dünya nefese taç olamaz ki

Âsa Süleymana dayanamaz ki

Bedeni terk edip çıkmışsa nefes…

…………..

Alır Allah,derim hu kana kana

Son sözüm bu olsun sakın unutma

Yolculuk başlarken cennet vatana

NEVFEL’le birlikte gidesin NEFES…

AHMET NEVFEL ÖZÇELİK / 03-06-2005

Hazırlayan

MEHMET ÖZÇELİK




İLETİŞİM-SEVGİ

İLETİŞİM-SEVGİ

Hayattaki tüm problem ve sıkıntıların ana kaynağı dikenlerin çok oluşundan değil,güllerin azlığındandır.Güller gibi olan sevginin yerini alan,dikenler gibi olan nefretlerdir.

Problemlerin çokluğundan sıkıntı çekilmeyip,çözüm yollarının yokluğundan veya eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Hastalıklar,mikropların güçlülüğünden değil,bünyenin zafiyetinden ileri gelmektedir.

Salgın hastalıklar,böceklerin istilasından değil,bataklığın kurutulmamasından ileri gelmektedir.

İki türlü tedavi yöntemi vardır:1)Menfilikleri yok edip,dikenlere ve kötülüklere savaş açarak.

2)Güller dikip,gülleri arttırma yoluna giderek.

Âileden başlayıp tüm topluma doğru sâri bir hastalık gibi gelişen uyumsuzluk ve uygunsuzluklar da sevgi ve iletişimin eksikliğinden ileri gelmektedir.

Âiledeki boşanmalar tarafların birbirlerini anlamamaları,gerekli sevgi ve iletişimi kuramamalarından kaynaklanmaktadır.Zira daha sonraları bir aracı vasıtasıyla tarafların dinlenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır ki;her iki tarafta,ben böyle bilmiyordum,böyle anlamıştım,hata etmişim,gibi mazeretleri dile getirecektir.

Her şey Sevgi,İlgi,Bilgi istemektedir.

Kâinat sevgi üzerine yaratılmıştır.

Sevginin yoğunlaşmış halis olan şefkat özellikle anne şefkati her şeye bedel,hiçbir şey istememektedir.Şefkatini ücretsiz ve karşılıksız verir.

Aşk ise bir bedel ister.Karşılık bekler.

Leyla’da Mevlâ’sını gören Mecnun,Aslı’da aslını gören Kerem,Şirin’de ballar balını bulan Ferhat hep bu aşk uğruna her türlü çekilmez,yakıcı çileye katlanmışlardır.

Maşuklarının aşkıyla deli divane olup çöllere düşmeyi,onları bulmaya yeğlemişlerdir.Onları bulup ateşlerinin sönmesine,arzularının bitmesine razı olmamışlar.Veysel karani gibi,hemen rasulullahın evinin yakınında olan mescide gidip görmemiş,o aşk mumunu söndürmeden sürekli yakmışlar,geçmişle gelecek arasında bir köprü oluşturmuşlardır.

Dostun evi gönüllerdir./Gönüller yapmaya geldim,diyen Yunus,Eline-Beline-Diline sahib ol,diyen Hacı Bektaş-ı Veli,Gel gel,her ne olursan ol,yine gel,diyen Mevlâna.Bir kişinin imanını selamette görürsem,cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım,zira vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur,diyen Bediüzzaman,Ya rab!Vücudumu cehennemde öyle büyült ki,ehli imana yer kalmasın,diyen Hz.Ebubekir;hep bu sevginin zirvedeki tezahürleridirler.

Gönül yapmak kâbe’yi yapmaktan üstün tutulmuş,gönül yıkmak kâbe’yi yıkmaktan daha büyük cürüm kabul edilmiş.Çünki gerçek nazargâh-ı ilâhi,mü’minin kalbidir.

Çocuklar saflıklarından,birbirleriyle kavga eder,biraz sonra barışırlar.

Özellikle bir asırdır memleketimizde ve dünyadaki kavgalar,bu saflığın kaybedilmesinden ve iletişimsizliktendir.

Osmanlı niye büyüktü? Harmanladığından değil mi?

Güzelliklerimizi harmanlayalım..harmanlar kuralım.

İletişim kavgaları kaldırır.

İlâhiyatın dışında İletişim fakültesini ve Pazarlamacık bölümlerini okumayı arzu etmişimdir.Tâ ki insanlarla daha iyi iletişim kurmayı bileyim,kopuklukları bağlayıp,ulaşımı tesis edeyim.Hatlarda meydana gelecek bir kopukluk tüm bağlantıları sekteye uğratır.Bağlantı yoluyla dünyanın her tarafıyla konuşup görüşen bir insan,o bağlantının kopması veya cızırtı çıkarması ile iletişimde kesikliğe uğrar.

İletişim ulaşımı,ulaşım tanımayı,tanıma da sevgiyi sağlar.

Pazarlamacılık ise;malını pazarlamak için gelen pazarlamacılar kimse ilgi duymasa bile beklerler,ilgi çekerler,çok iyi tanıtım yaparlar ve sonunda mutlaka satarlar.

Kendim de maddi değerlerle kıyaslanamayacak değerlerimizi satamamaktan şikayet etmekteyim.Demek ki pazarlama da meydana gelen bir eksiklik,ona olan ilgiyi de azaltmaktadır.

Bediüzzamanın da dediği gibi;Eğer biz doğru islâmiyeti ve islâmiyete layık doğruluğu ef’alimizle göstermiş olsak,sair dinlerin mensubları fevc fevc islâmiyete dehalet edeceklerdir.

Çorak,bir şeye yaramaz denilen bir tarladan bile bir netice alınırken,insandan neden alınmasın?Eksiklik çorak tarla kadar,ona suyu götürmeyen,gerekli işlemleri yapmayan da bulunmaktadır.

Maddi kalkınmada asır,iletişim asrıdır.Manevi kalkınmanın da yolu iletişimden geçer.

08-05-2003

Mehmet ÖZÇELİK