SEN HİÇ ŞEYTAN GÖRDÜN MÜ ?

SEN HİÇ ŞEYTAN GÖRDÜN MÜ ?

Abdurrahman Efendi inançlı ve ibadetine ihtimam gösteren bir insan idi.

O gece mübarek gecelerden,berâate vesile olacak Beraat gecesi idi. Böylece o geceyi değerlendirecek,cemaatla ibadete iştirak edecekti. Bu amaçla abdestini aldı. Namaza hazırlanmıştı. Yatsı ezanının okunmasını beklemekte idi.

Komşusu Cemal ise kendisinin tam tersine ilgisiz bir insan idi.

Ezanı beklemekte olan Abdurrahman bir anda komşusu Cemalle karşılaşır. Onunla konuşmaya başlayan Cemal,çok da lafazan biridir. Sürekli konuşur. Abdurrahman Bey ise sırf saygısından ve komşuluk hürmetinden dolayı onu dinler. faydalı olabilirim düşüncesiyle sorularını da cevaplayıp,bir şeyler anlatır.

Sohbet o kadar koyulaşmıştır ki;ne kadar bir zamanın geçtiğinden sadece Abdurrahman Bey habersizdir. Cemal ise işi önceden planladığından,o pal çerçevesinde konuşmasını bitirir.

Bu anda Cemal Abdurrahman Beye sorar:

-Abdurrahman,sen hiç şeytan gördün mü?

O da gayet saf ve masum bir şekilde;Allah korusun Cemal! Allah kimseye göstermesin!

Söze devam eden Cemal;işte şeytan benim,görmediysen gör,der. Ve sebebini de açıklamaya başlar:

-Ben bu gecenin Beraat gecesi olduğunu bildiğimden dedim ki;Bu gece beraat ve namaz gecesi,dur ki ben şu Abdurrahmanı namazdan alıkoymak için lafa tutayım,ibadetten alıkoyayım,dedim ve işte yaptım.

Abdurrahman Bey ise gerçekten saatine bakar ki,epeyce de vakit geçmiş. Yine de Cemalden ümidini kesmez ve ona;-Namaza ne zaman başlayacağını,sorar.

Cemal ise daha genç olduğunu,belki ilerde kılabileceğini söyler ve ayrılırlar.

Biri şeytanlığını yapmış onu ibadetten alıkoymuş iken,öbürüde aldanmanın hüznünü yaşamaktadır.

Bir şer bütün hayırların şuursuzca ortaya çıkmasına sebeb olmakta ve bir şer binlercesini kendisiyle meşgul edip uğraştırmaktadır. Mesela bir hırsız için hapishaneler,polisler,kilitler,kasalar ve yalanlar ile güvensizlikler oluşmaktadır.

Bu düşünceyle Abdurrahman Bey eve gelir. Cemalden ayrılalı 15-20 dakika ancak olmuştur. Hanımı kendisine,Cemalin öldüğü haberini verince önce irkilir,sonra da inanmak istemez. Çünkü daha az önce beraberlerdi.

Bu şaşkınlık ile hanımına bir yanlışlığın olabileceğini söylerse de hanımı;gerçekten öldüğünü,evlerinden de hala ağıtların gelmekte olduğunu söyler.

Cemal gerçekten de ölmüştür. Böylece ölüm her şeyden insana daha yakın olduğunu bir daha göstermiş olmaktadır. Hem ölüm ona ulaşmış,hem de yaşı ölüme yanaşmıştır. Diyebiliriz ki;Hala ne diye oyunda oynaştasın.

Sen ki artık ölecek yaştasın.

31-7-2000

MEHMET ÖZÇELİK




SEMÂ ‘ DA OTURANLAR

SEMÂ ‘ DA OTURANLAR

Başımızın üzeri,yukarısı emin olduğundan emniyetteyiz.

Acaba,aşağımızdakiler de bizden emin olup,emniyetteler mi?

Hadis-i Kudsi-de:”Denizin dibindekiler insanlardan şekva edip,derler ki;”Ya Rabbi! Şu insanlar (anarşi,fitne ve fesatlarıyla) istirahatimizin selbine (rahatımızın kaçmasına) sebeb oluyorlar.”

Alemde ve alemlerde,bizden başka ve bizden fazla gürültü ve anarşi çıkaranlar pek o kadar bulunmamaktadır.

Olanlar da hep bizim isyanımız ve küfran ve nisyan ve günahımızın neticesi olarak vuku bulmaktadır.

Değişmeler ve dönüşmeler;değiştirdiklerimiz ve değiştirmelerimizin birer mahsulüdür.

Değişmeler;belli bir istikrarda kalmayıp,halden hale değişip,dönüşmelerimizden kaynaklanmaktadır.

Melekler belli bir kararda kalıp,değişmeye maruz değiller. Terfi olmadığı gibi,tenzil de yok. O sebeple değişim de yok. Anarşi olmadığı gibi,bir hareket ve bereketlilik de yok.

Belli bir noktada sebat,belli bir merkeze sabit olarak bağlanma ve bağlılık mevcut…

Sema da oturanlarla bir sözleşme ve anlaşma yapsak,acaba sözleşmelerimiz ne olur? Anlaşabilir miyiz?

Bir yanda onların sundukları teklifler,diğer yanda bizimkiler…

Bizim varlığımıza taraftar olmayanlar,ne derece,nereye kadar tekliflerimize taraftar olabilirler?

Yukarıda oturan o melekler,hep yukarıdan ve yukarılardan konuşurlar… Aşağıda oturan bizler,aşağılık kıskacını ve zincirlerini kırdığımız nisbette yukarılardan konuşuruz…

İşte örnekleri;Enflasyon kaç da? Mark ve dolar kaç lira da? Şu şeylerin kilosu kaça? Bu yıl hangi takım ligde? Kaç gol atıldı?

Hayatta yediğimiz goller mi? Şeyyy… Onları boş ver… Önemli şeyler boş verilirken,dışındakiler ise tıka basa dolu verilmek te.. Buda ayrı bir gerçek…

İçinden çıkacağımız,daha doğrusu çıkarılacağımız şu dünya için here türlü hazırlığı yaparken;

Gideceğimiz yer için,oraya layık pek bir hazırlığımız bulunmamakta. Nitekim,gideceğimiz yerden,korktuğumuzdan da belli olmaktadır…

Bu işin orta yolu,yukarıdakilerle barışıp,aşağıdakileri küstürmemekle olur.

Bu da fıtratın gereği olan emir ve yasakları yerine getirip,fıtri hareket etmekten ,fıtrata uygun davranmaktan ileri gelir. Zira fıtrat;fıtri olmayanı kabul etmez,reddeder.

Deli dana hastalığı bunu güzel bir örneğidir. Hayvana verilen fıtri olmayan gıdalar,dengenin bozulmasına ve deli olmasıyla kalmayıp,onu yiyende de bir dengesizlik oluşturmasına neden olmaktadır.

Fıtrat ve fıtrilik Allah’ın yaratması ve yönlendirmesidir. Gayrı ise ona muhalefet ve aykırılıktır.

Aksini taleb,aksine yönlenmekle oluşan bir aksiliktir.

6-7-1996-MEHMET ÖZÇELİK




S İ D R E T Ü L M Ü N T E H A

S İ D R E T Ü L M Ü N T E H A

Son sınır. Sonsuzluğun başlangıcı. Kesişme noktası. Sınır ve hat. Mâverâ. Fizik ötesi,metafizik alem. Öteler ötesinin başlangıç noktası. Berzah. Mayınlı tarla. Mahrem bölge. Olmak ile ölmek,yanmak ile yakmak mahalli…

Kaynaktan çıkan damlanın aslına rücu’u. Damlanın okyanusu varışı. Doğuma giden ölüm noktası. Olmanın yok olma yeri…

Rıza ve Mahbubiyetin buluşma noktası…

İnsanların ulaşamayıp,Cebrâilin geçemediği,Muhammed Mustafanın hicret yeri. Dâvet yeri. Müjde yeri…

Kul olarak varıp,rasul ve elçi olarak dönme,varlıkların mahsullerini takdim yeri…

Selâm ile Kelâmın buluştuğu yer…

Madde ile mânanın,fizik ile metafiziğin,mümkin ile vâcibin birbirinden ayrıştırıldığı ince nokta…

Sanal aleme geçiş…

Ruha göçüş…

Madde ile maddi basamakların son bulduğu zirve…

Zaman ve Mekân kaydından âzade harem dairesi…

Habib ile Mahbubun buluşma noktaları…

Yerdekilerin göktekilere karşı Mi’raç mu’cizesi…

Tefevvuk sebebi ve vesilesi…

Çok inceleri eleyen elek…

Sidretül münteha..en son sedir…

Şiddetül münteha..en son azamet…

Dilekçelerin ve arzuhallerin en son baş vurulduğu merci ve makam…

Her şeyin idare edilip yönlendirildiği idari mekanizma…

Sonsuzluk koridorlarının başlangıcı…

Gerçek başlangıcın ve varlığın başladığı,bitiş noktası…

Mâsivanın olmadığı ve bulunmadığı alem…

Merâtib-i Külliye-i Esmâ-iyede bir yükseliş ve varıştır..tâ sidre-i münteha kapısından girip,kâb-ı kavseyne ulaşıncaya kadar…

Alemlerin iltisak ve ittisal nokta ve dairesidir. Âdeta devleti idare eden bakanlıkların,baş-bakanlık dairesi gibidir. Ki onlardan,o dairelerden biri Cennetül Me’vadır.

………

MEHMET ÖZÇELİK




NE KADAR SEVİNMİŞDİM

NE KADAR SEVİNMİŞDİM

Evet,gerçekten çok sevinmiştim. Zira bizim Şükrü’yü namaz kılarken görmüştüm. Bu yaşına kadar namaz kılmamıştı.

Namazsız geçen elli küsur yıl… Kolay değildi. Hem kötü arkadaşlarından ayrılmış,eski kötü adetlerini terk etmiş ve artık namaza başlamıştı. Beni düşündürmüştü bu durum.

Bu sevinçle yanına yaklaştım ve;

-“Maşaallah! şükrü seni tebrik ederim. Artık namaza başlamışsın.”diyerek onu kucaklamaya başladım. sevincimden anne-babama kavuşmuş gibi sevinçliydim. Nerdeyse bırakmak istemiyordum.

Benim bu sevinçli,gülüp sevinerek yaptığım harekete Şükrü de gülerek karşılık verdi. Ancak içinden bir şeyler söyleme isteği,sevincimin devam etmesini istememe gibi bir duygusu vardı. Çok da sürmedi.

Şükrü bana şunları söylemeye başladı:

“Ne namazı,ne namaza başlaması yav!! Günleri şaşırmışım. Ben bu gün Cuma zannetmiş,camiye girmiştim. Sonradan fark ettim. Meğer bu gün Perşembeymiş!..”

Bu cevap karşısında çok şaşırmış ve çok üzülmüştüm.

Meğer şaşkınlar şaşkınlığı kendilerinde değil,günlerde arıyorlarmış.

Allah kimseyi şaşırtmasın!! Âmin…

Ben onun kazançlı çıkmış olmasına sevinirken,o yanlışlıkla kılabilmekten dolayı zararlı çıkacağını düşünmekte.

Kazancını kılmakta değil,kılmamakta hesab etmektedir.

Acaba,kılan kılmakla ne kaybetti,kılmayan kılmamakla ne kazandı?

İkisinin de ömrü geçi ve de sür’atle geçmektedir.

16-3-1997

MEHMET ÖZÇELİK




S A H A B E

S A H A B E

Mevlâna Câmi der:” Ya rasulallah! Ne olaydı,Ashab-ı Kehfin köpeği gibi,senin ashabının arasında cennete girseydim. Onun cennete,benim cehenneme gitmem nasıl reva olur? O, Ashab-ı Kehfin köpeği;ben ise senin ashabını köpeği.”[1]

“Sohbeti nebeviye bir iksirdir.”diyen Bediüzzaman;böylece sahabenin bu iksirden içtiğini de ifade eder.

Elbette insanlık için rasulullahın imtiyazı,farklılığı ne ise,sahabilerin de O’nun yanında olmasından kaynaklanan sebeble imtiyazı da onun gibidir.

Sahabeler,özellikle dört halife,tevrat ve İncil-de olduğu gibi,Fetih suresinin son ayetlerinde tavsif olunmaktadırlar.

Nitekim Hz. Ömer-in İslâmdan önceki hali ile,İslâmdan sonraki halini kıyasladığımızda aradaki fark daha zahir görülür.

Zira onlar çarşıda-pazarda ve her hallerinde kemalât-ı insaniyenin alasında ve zirvesindedirler.

O zamandaki doğrular ve yanlışlar ve buna benzer işler;cennet ve cehennem ve onun arası gibi açık ve zahir idi. Zıtlar ve zıtlıklar o derece birbirinden ayrılmış idi. Fikirler hep ahirette ve onunla meşgul idi.

Îsar hasletine sahib olan sahabeler,nefislerini birbirlerine,her konuda tercih ederlerdi. Fedakarlığın doruğunda idiler.

Diğer insanların onlara yetişememesindeki en önemli sebeblerden birisi de;bir defa;” Sübhane Rabbiyel A’la”demekle,bütün kainatın hep bir ağızdan tesbih edişlerini görmektedirler.

Allah-ı görür gibi ibadet olan İhsan hasletine sahib şahsiyetlerdirler.

Hadis-de:”ashabım yıldızlar gibidirler. Onların hangisine uyarsanız,hidayete erersiniz.”

Evet.Onlar hidayet vesilesidirler. Doğrudan hidayete götürürler.

Onlar düne hemen geçerler. Bizler gibi bir sene bekleme mecburiyetinde kalmazlar. Zamanın mahkumu değil,zamana hakimdirler.

Onlara yetişilmez. Çünki kışta,sınırda nöbet bekleyenle,içerdeki hiçbir olur mu? Onlar saffı evveldir. İslam binasının oluşumunda birinci sırayı almışlardır.

“Bir şeye sebeb olan,onu yapan gibidir.”hakikatınca;İslâmın bu güne kadar gelmesinde onlar en büyük bir vesiledirler.

Onlar müslüman olurken mucize görmeden de iman ediyor,şüphede kalmıyorlardı. sarsılmaz bir imana sahiptiler

Hadiste gelen:”Ahirzaman-da beni görmeyen ve iman getiren,daha ziyade makbuldür.”sözü umumi değil,hususi fazilete dairdir.

Hakim en-Nişâburi sahabeleri 12 tabakaya ayırır=

1)Raşid halifeler ve onlarla beraber ilk iman edenler. Bilhassa “Aşere-i Mübeşşere”den geriye kalan altı sahabi.

2)Dâru’l-Erkam Ashabı. Yani Hz. Ömer-in müslümanlığından önce iman etmiş olup,imanlarını gizleyen ve Erkam b. Ebi’l Erkam-ın hanesinde bir araya gelenler.

3)Habeşistana hicret edenler.

4)Birinci Akabe bey’atında bulunanlar.

5)İkinci Akabe bey’atında bulunanlar.

6)Efendimize (SAM)Kuba’dan Medine-ye teşriflerinden önce gelip iman eden ilk muhacirler.

7)Bedir ashabı.

8)Bedir’le Hudeybiye arasında hicret edenler.

9)Rıdvan bey2tında bulunanlar.

10)Halid bin. Velid ve Amr İbnü-l As gibi,Bey’atü’r-Rıdvan ile Mekke-nin fethi arasında hicret edenler.

11)Fetihden sonra müslüman olanlar.

12)Veda haccında Allah Rasulünü (SAM)görme şerefine ulaşan çocuklar.”[2]

Hz. Ebubekir üstün vasfından dolayı;Tevrat’da da –Sıddık- diye tarif edilmiştir.

Ebu Zür’a er-Râzi:”Allah rasulünün ashabından birisinde noksanlık ve kusur bulmaya çalışan birini gördüğünde,onun zındık olabileceğine şüphe etmemelisin. Çünki rasul ve Kur’an hak olduğu gibi,Kur’an ve Rasulün getirdikleri de haktır. Bunları bize nakleden de sahabe-i Kiramdır. Onları kritiğe tabi tutmak isteyenler,Kitabullah ve Sünneti iptal edebilmek için Sahabe-yi cerh masasına yatırmak istiyor demektir. Gerçekte ise cerh ve kritiğe tabi tutulması gereken kendileridir,zira onlar,zındıktır.”der.[3]

Hadiste:”Her kim,bir peygambere uygunsuz söz söylerse onu öldürün. Her kimde benim ashabım hakkında uygunsuz söz söylerse onu dövün.”[4]

“Dövün”ifadesinin “Boynunu vurun”anlamı olduğu da söylenir.

“Ashabıma sebbetmeyin. Zira;ashabımdan birinin bir ölçek miktarı infakına sizden birinizin Uhud dağının miktarı infakınız muâdil olamaz.”

Sahabeler;Rasulullahın ilk talebeleridirler. Talebelerin kıymeti,aynı zamanda öğretmenlerinin de üstünlüğünden anlaşılır.

Üstün öğretmenin üstün talebeleridirler sahabeler.

Âyet,Hadis ve Tüm İslâmi eserler,hep onların faziletlerinden bahsetmektedirler.

1-4-1997

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Sözler. B.S.Nursi.450.

[2] Marifeti Ulumil Hadis.22,bkn.zaman gaz.19-02-1995.

[3] İbni Hacer.İsabe. 1 / 10,bak.zaman gaz.28-2-1995.

4-Şifa. 2 / 221, Feyzul Kadir. 6 / 146-147,bak.zaman gaz.28-2-1995.




ŞEREF MADALYALARI

ŞEREF MADALYALARI

1) Sahabi olmak : Ne büyük şeref. Bir an olsun sohbet-i Nebevinin iksirinden içmek.. Huzurunda oturup,huzur bulmak. Yolunda toprak olmak,semalara yükselmek. İçeceği su veya testi olup,mübarek dudaklarından ebedin kokusunu işmam etmek. Mübarek yed ve kademlerini bûs ile,rayiha-i tayyibe ile muattar olmak. Önünde zırh,arkasında duvar,yanında sıyanet meleği olmak. Cemalinden Cemalullahın tecellisini seyretmek. Tebessümüyle yanaklarından açan güllerin arısı olmak. Kurbiyeti Rahmana vasıl olmak. Şems ve kamerin etrafında hâlelenmiş birer yıldızı nurani olmak. Hidayet timsali,hidayet güneşinin seyyareleri,sistemleri olmak… Mevlevi-vâri etrafında dönmek… Gece-gündüz aşkıyla yanmak,tutuşmak…Vahyin muhatabı olup,doğrudan doğruya Hitabat-ı Sübhaniyeye mazhar olmak… Hayat suyunu kaynağından içmek… hayatı yaratanın elçisinden;hayatı,insaniyeti,mahiyeti eşyayı,kendini bilip,iltifatına mazhar olmak…Ahlakıyla ahlaklanıp,insanlık alemine sultan olmak…Ashab-ı Kehfin Kıtmiri gibi,kapısında Kıtmir olmak… Onun bahçıvanlık yaptığı bahçenin ağacı olup,onun sulamasıyla sulanmak. O’nun bahçesini sulayan ve O’na şemsiyelik yapan bulut olmak… Yürüyen ayağı,tutan eli,gören gözü,dinleyen kulağı,manalarla meşgul olup,düşünen aklı olmak…

Uzun söze ne hacet:O’nun sohbetiyle sohbetlenip,O’nun şerefiyle şeref-yâb olmak. Ne büyük saadet..ne büyük lezzet…

Evet,en büyük izzet…

2)Tâbiin veya Tebe-i Tabiin olmak : O nübüvvet zincirinin son halkası olmak..Yıkılmaktan ve kopmaktan O’nun himmetiyle kurtulmak… Leyla’yı arayan Mecnun gibi,O mahbubu O’nun mahbublarından sormak,O’nun takibcisi olmak…O zatın yanında olmasak da,yakınında bulunmak…Velayet merdiveniyle o zatla görüşebilmek,kalb ayağıyla huzuruna varıp tefeyyüz etmek… Basiret gözüyle O’nu hakiki makamında seyretmek…

Bunların neticesinde Cenâb-ı Hakkın Hakimane hikmetini hikmetle temaşa edip,anlamak… Kabri kalpten Sani’a pencere açıp zahir ve batın duygularla,evvel-ahir,zahir ve batın olan Cenâb-ı Hakkın marifet denizine bir Ğavvas gibi dalıp inciler çıkararak alemi asğar ve avalimi asğara ilan etmek…

Yani velayet yoluyla hakikatlara nüfuz edebilmek…En kısa ve eslem yol olan hakikat mesleğinde bulunup,marifetullah da uzun mesafeler katedebilmek…Tıpkı Hz. Ali gibi ki;o zat der:”Eğer alem-i ğayb açılsa yakinim –inancım- ziyadeleşmeyecek.” İşte inancın doruk noktası…İşte hasselerin fethi… Onun için alemi misal,dünyanın bir mahallesi gibi,onun için ruhlar alemindeki macera,dünle bugün gibi…

Maddeyi aşıp manaya geçmek…Seradan çıkıp,süreyyaya yükselmek…Esfelden a’laya urûc edebilmek… Kışrı terk edip,özü alabilmek…İnsanın hevâ ve hevesini tahrik eden dünya zevkinden,fâniyattan;ukbâya,bâkiyata geçmek…

Veya diğer büyük bir şeref madalyası olan,Cenâb-ı Hakkın her yüz senede bir gönderdiği Müceddid ve mehdi’nin ordusunun bir neferi olmak..İman ve Kur’an hizmetinde fani olmak…Küfür ve inkarın bel kemiğini kırmak… Dirilmemek üzere öldürmek…Kalkmamak üzere yatırmak…Bir daha uyanmamak üzere uyutmak ve unutturmak

Ezalar gıdan,cefalar meyven olur. Her şeyden önce hizmetin senin gübren olur,tekamülüne ve olgunlaşmana,hakiki insan vasfını takınmana büyük bir amil olur.

Veya gönderilen vasıfla kalmak,İslâmiyet içre…Cehenneme karşı bir siper yapmak…İman cephesine,inanç askerine bir kale yapmak…Çekirdek olarak atıldığımız toprakta ağaç olup meyve veremezsek de,asliyetimiz olan çekirdekliğimizi korumak…

Evet,müslümanlık;iman tohumunun yeşermesi. Ebede uzanıp giden ağacın saadet dalına yapışıp,cennet meyvesini elde etmek…Müslümanlık;Allah’a, O’nun sevgili rasulüne,o ali peygamberin al ve ashabının yoluna revan olup gitmek,o ulvi davaya bütün zerreler ile teslim olmak…Müslümanlık;Emniyet,selamet,sadakat,fazilet ve serapa hak yol…Müslümanlık;ebedi bir sigorta,garanti…Ahlak-ı hasene ve insaniyetin nurani bir simgesi..Müslümanlık;sabır,sabır,sabır…Gayret,gayret,gayret…Cehd,azimet,tefekkür dinidir…Müslümanlık;maddede manayı görmek,kışırda lübbü bulmak,her şeyde bir-i görmek,sanatta sanatkarı,Leyla’da Mevlâ’yı görmektir…

12-8-1993

MEHMET ÖZÇELİK




BİTMEYEN RAHMET

BİTMEYEN RAHMET

Bitmeyen rahmet;kâinatı sarar ve sarmalar…

Bitmeyen rahmet;kâfiri dahi sular…

Bitmeyen rahmet;iner,iner..bazen yağmurla,bazen toprakla,bazen ruhlara esinti veren nesimiyle…

Bitmeyen rahmet;kelâmıyla,diniyle,peygamberleriyle;rahmet rahmet insanların üzerine iner,âdeta onları bağrına basıp kucaklar,bırakmamacasına…

Bitmeyen rahmet;öyle geniş bir kucak ki,oraya her ne girerse onun rengiyle renklenir,şekliyle şekillenir. O kucak şefkatli anne kucağı gibi,onu şefkat bağrına basar,şefkatiyle büyür,şefkatli olur.

Bitmeyen O rahmet; canavar ve ejderhanın kucağında canavarlaşan o yavruyu,o masumu şefkatiyle örter,rahmet kucağında büyütür. Yabani kucakta büyüyen yabanileşir,küheylanın kucağında büyüyen tay da küheylan kesilir. Şefkatli ailenin kucağında büyüyen kedi uysallaşırken,şefkatsiz ayakların altında gezinen kedi yabanileşir. Rahmete mazhariyet nisbetince varlıklar rahim,enis ve munis olurlar.

Hırçının hırçınlığına şefkatle,hikmetle muamele eder. Yüz kere hırçınlık yapsa da yine de kabul eder.. kendisini reddetse de O onu reddetmez,adeta son nefesine kadar yolunu gözler..bir yandan onu gözler,bir yandan ona sözler..bir yanda gözler,bir yanda sözler öz-lerindeki özü özler…

Bitmeyen rahmet;bitmeyen ümitleri,medetleri,ebetleri,saadet ve selametleri ayaklar altına serer…

Bitmeyen rahmet;kainatı bir sofra,güneşi bir lamba,ayı gece lambası,dünyayı ve alemleri süslü kılar…

Bitmeyen rahmet;insanı her şey üzerinde her şeye bir taç kılar,mi’racı ona yol kılar,cenneti ona bir mesken ve oda…

Bitmeyen rahmet;Cemâl ve Kâmalin tecellisini o insana bitmeyen bir deste gül kılar..adeta Cemâl ve Kemâlini ebediyyen koklamaya müsaade eder.

Bitmeyen rahmet;bitmez esma ve sıfatlarının kapısını o insana açar,bitmeyen sıfatlara,bitmez varlıklar kılar…

Temaşa edilen ebedi,temaşa eden ebede…

Bitmeyen rahmet;bitmez rahmetlere kapı açar. Bir kapı,bir kapı,bir kapı,bir birlikler içerisinde rahmetlere açılan binler kapı…

Bitmeyen rahmetin, sonsuz yapıları,onlara takılan rahmet kapıları,adeta gül goncası gibi… derlenmiş,toparlanmış,toplanmış…

Bitmeyen rahmet;bitmeyi,tükenmeyi,yokluğu,azabı,karanlığı,ölüme zıt,onu kabul etmeyen,bitişe giden yolları kapatan sonsuzluk muştusu,müjdeci ve habercisi.. varlığın kendisi.. yokluk onun bendesi…

Bitmeyen rahmet;hikmetiyle bitiren,tüketenlere sırf bitir-mesi,üretmesi,mükemmel neticeler aldırması için müsaade eder.

Bitmeyen rahmet;bitirmez,üretir…

Bitmeyenler,bitmek istemeyenler,bitmez rahmete,bitmeyen,tükenmeyen rahmete dalar,onda fani olurlar.

-Heme ost- değildirler,-Heme Ezost-turlar. Yani her şey o değildir. Ama her şey O’ndan ve O’nun halk ve rahmetindendir.

19-4-1998

MEHMET ÖZÇELİK




S Â F İ Y Y E T

S Â F İ Y Y E T

Saf ve berrak bir anadolu insanı. İyilik ve temizliklerle yoğrulmuş. Kötülükler ve çirkinlikler ona yabancı,oda günah ve kötülüklere yabancı.Onlarla tanışmamış. Tanışma sevdasında da değil. Zira bu durumun,alemini kirleteceğinin farkında. Çünki kirsiz bir hayatta yetişmişti o. öyle de kalmak ve bunu devam ettirmek istiyordu. uyguladığı gibi uygulatma çabası içerisine de giriyordu.

Yetiştiği çevreden artık farklı bir çevredeydi. Ya çevreyi kendisine uyduracaktı. Buda kısa devrede mümkün değildi. Ama vazgeçmeyecek,devam edecekti. Etmekteydi de…

Ya çevreye kendisi uyacaktı ki,buna da frekansları müsaade etmiyordu. Zıt kutuplar birbirine uyuşmuyor,alışmıyordu.

Veya en güzel bir tarz olan kendine uygun bir çevreyi,bir arkadaş topluluğunu bulacaktı. Öyle de yaptı. Artık onlar ve kendisi de onlar gibi düşünüyor,inanıyor ve yaşıyorlardı. Rahatlamıştı,oda her türlü zahmete rağmen ve de fedakarlığının bir neticesi ve mükafatı olarak…

Hayatı cennetten bir köşe gibi idi. Cennet böyle olmasa da,bu cennet gibiydi.

İşte bu Cemil amca;televizyonun büyük bir nimet olduğuna inanıyordu. ancak uygulanışıyla tam bir nıkmet ve insanlığa felaket hazırlayıcısı olarak kullanılıyordu. Bunun farkında idi.

İnsanlar;hiçbir meseleleri yokmuş,televizyon her problemlerini çözüyormuş gibi karşısına geçerek,sihirlenmişcesine onunla yatıp,onunla kalkıyor ve onunla oturumlarını sürdürüyorlardı.

Bundan muzdaripti Cemil amca. Kendisi hiç seyretmemiş,bakmamıştı. Çünki o gerçeklerin sevdalısıydı.

Nasıl olmuşsa ısrarla çağırdıkları akrabasına gitmiş,gözü,açık olan televizyondaki bir oyuncuya takılmış,küçük çocuğu da aynısını taklid ederek kendisine göstermişti. yıkılmıştı…

O gece gördüğü rüya dehşetliydi;

Rüyasında omuzuna dokunan kişiye dönüb baktığında,elinde on dörtlü tabanca ile kendisine sert bakan kişi,alnına dayayıp kurşunları teker teker saymıştı. Kendisi de ölüm durumuyla karşı karşıya iken,bir yandan kelime-i şehadet getiriyor,bir yandan da secdeye kapanıyordu. Artık ölmüştü o..

Ölümle beraber uykudan da uyanmıştı Cemil amca. Fakat bu durum kendisini fazlasıyla uyandırmış ve düşündürmüştü.

O sebebini biliyordu. Çünki başka alternatif yoktu buna..

Cemil amca ölürken şehadet getiriyor ve secdeye kapanıyordu. Ya kelime-i şehadet getiremese ve secdeye kapanamadan ruhunu teslim etseydi?

Bize de çok şeyleri anlatıyordu Cemil amca.. İbret..ders..ibret..

Cemil amcanın safiyetine konan nokta dev gibi oluyor ve kendisini yutuyordu. Çünki onun saflığı,kirliliği kabul etmiyordu.

Bu konuda kendini çok zorluyordu. İçi-dışı birdi. Dışı da içi gibiydi.

Akrabaları sanki yarışa girmişti,onu evlerine davette. Israrla yemeklerini yemesini istiyorlardı.

Yine böyle ısrarlı bir davete icabet etmiş,onları kıramayıp,nur yüzlü arkadaşlarına da bir an evvel kavuşmayı,aklından çıkarmıyordu.

Aaa ,şuna bak!diyen akrabasının sesiyle o tarafa dönen Cemil amca;bu sefer de başka günah sahnesiyle karşılaşmıştı.

Ne olacaktı bu durum? O,günahtan kaçıyor,günah ondan kaçmıyor,ona doğru kaçıyordu. Adeta peşini takib ediyordu.

O sıkıntıyla gece gördüğü rüya,onu bir defa daha sarsmıştı.

Rüya da;sert bir çehre ile yanına yaklaşan kişi;sanki tedavi maksadıyla,ameliyat bıçağına benzer oyucu bir şeyle,gözünü oyuyor,yuvarlağını çıkarıyorlardı. Bu acı hale değil yaşayan birisi,gören bile dayanamazdı.

Böyle bir dehşet hali içerisinde iken,uyandı. İlk işi gözlerine bakmak oldu.

Evet. Çok şükür,gözleri yerindeydi,rahatlamıştı…

İkinci bir uyarıya da böyle muhatab olmuştu Cemil amca…

O şimdi üçüncü bir uyarıdan korkuyordu. Ya başına bir felaket daha açılırsa???

Onun başına açılıyordu. Çünki o temizdi,temiz de gidecekti. Bizim başımıza açılmaması ise,işin vehametinden!.

Zira,küçük cezalar,küçük yerlerde verilir,büyük cezalar büyük yerlerde. Ve büyük yerlerde ve mahkemelerde verilmek üzere tehir edilir.

Sâfiyyet ve hayat da görülen bir demet ibret…

18-6-1997

MEHMET ÖZÇELİK




İSLÂMDA RÖNESANS VE REFORM YOKTUR

İSLÂMDA RÖNESANS VE REFORM YOKTUR

Son din olan İslâmiyet değişmek için değil,değiştirmek,insanları zamana ve hakikata dönüştürmek için gönderilmiştir.

Değişmeye ihtiyacı olmayan İslâmiyet,son ve ilahi kaynaklıdır.

Sürekli bir şekilde değişen,bir nebzede olsa istifade edecekleri,kutsal bildikleri muharref kitaplarına kadar değiştiren batı;içimize atmaya çalıştıkları –Rönesans- ifadesiyle de,İslâmiyeti kendilerine,kendilerini muhafazadan mahrum kitap ve dinlerine benzetmeye çalışmaktadırlar.

Değişmeyi ifade eden Rönesans;sürekli değişmeyi ve dönüşmeyi gerektirir. Bu değişme zaman be zaman devreye girdiği gibi,insanlara göre de farklılık arz eder. Yani;her asırda insanlar sayısınca,her insanı ayrı ayrı memnun edecek kuralların konulmasını gerektirecektir. Bu da fıtrat ve mantığa ve o dinin mükemmelliğine zıt bir durumdur.

İslâmiyet asırları kuşatacak ve kucaklayacak bir yüksekliğe ve mantığa,bir şefkat ve merhamete sahib evrensel,cihanşümul bir dindir.

İslâmiyet ve onun kanunları ezelden geldiğinden elbette ebede gidecektir. İnsanların kanunları ise;insanlar gibi fani olup,zevale ve bitmeye mahkumdur. Her ne kadar,sürekli değiştirilse de…

Nitekim,insanları istibdatla idare etmeye çalışan Rusya ve Çin dahi,neticede birden bire yıkıma maruz ve mahkum olmuştur.

İlahi irade ile insanın iradesi,elbetteki mukayeseye girmez. Onun gibi de;insanın ortaya koyduğu adaleti oluşturacak ve tesis edecek kavramlar ile,ilahi esaslar arasındaki fark,ezel ile ebed arasındaki fark ve mesafe gibidir.

Bunların içerisinde adalet esasına bakacak olursak;Adalet, Allahın âdil isminin bir tecelli ve görüntüsüdür. Onun karşısında Fir’avn ve Nemrut yok olub gittiği gibi, Âdil isminin tecellisi olan Hak ve Adalet karşısında şimdiye kadar hiçbir zalim duramamış,bundan sonrada duramıyacaktır.

Allah adaletinin gereği eşit muamele eder. Yani,zalime zalimliğine yakışır ve müstehak olduğu şekliyle cezalandırırken,mazluma da layık olduğu mükafatını zatına yakışır şekliyle verir.

Adalet mekanizması,gayet hassas bir mekanizmadır. En küçük hata ve ihmali kabul etmez. Her kesin üzerinde olması gerekir ki;adil olsun ve hükmetsin.

Nasıl ki;yetmiş yıl öncesinin fakir,zaif,harbten çıkmış,teknolojisi olmayan dönemin insanları ile,şimdiki zamanın ve zeminin insanlarının farklılığı içerisinde,onları memnun edecek bir adalet sistemi sadece maddi maddelerle değil,manevi ağırlıklı olmalı.

İlâhi adaletin dışında hiçbir adalet sistemi;insanların aklına,ruhuna,vicdan ve kalbine köklü bir şekilde,kök salarak nüfuz edemez. Nüfuz edemeyince de,tesirini icra edemez. Neticede adaletteki müessiriyet ortadan kalkar,yerini zulüm ve anarşi alır. Kanunlar caydırıcı olduğu nisbette müessiriyetini icra ederler.

Allahın sürekli bir şekilde kontrolü altında olup,ona iman ve itaat eden bir fert,bir aile ve bir toplum;sürekli bir şekilde kendilerinin,bir kontrol mekanizması altında olduğuna inanır ve ona göre davranarak;sevimli,istekli ve ibadeti netice verecek bir mecburiyet hisseder.

Böyle bir kanunun teşekkülünde de en büyük rol;siyasiler kadar,belki onlardan daha fazla olarak ulemaya düşer. Prof.A.Akgündüz bir tesbitinde:” Osmanlı kanunnamelerinin kanuni devrinde zirveye ve kemale yükseldiği ve II. Selim devrinden itibaren ise,inişe geçtiğidir. Bunda başta Padişahların ve devlet adamlarının rollerinin olması yanında,Kanunnamelerin asıl mimarı olan alimlerin ve nişancıların da büyük rolü vardır.”[1]

Hadiste:” Hakimler hüküm saatinde bıçaksız boğazlananların azabını çekerler.”buyurulur.

10-9-1996 MEHMET ÖZÇELİK

[1] Yeni Asya gazt.9-4-1994.




Ö L Ü D E N Ç I K A N D İ R İ

Ö L Ü D E N Ç I K A N D İ R İ

Doğan abi! İşte şu karşıdan gelen adam var ya,benim âmirim komser Yüksel Beydir. Beni içkiye başlatıp,,her gün evde huzursuzluk çıkararak,hanımımı dövmeme sebeb olan kişi.

Polis Mahmut la Doğan bey komşulardı. Karşı karşıya oturmaktaydılar aynı apartmanda. Sürekli kavga sesleri gelir,hanımının ağlamaları duyulurdu. Bu durumda annesi Doğan beye hemen yetişmesini,kızcağızı kurtarmasını söylerdi İşte polis Mahmutla bu ortamda tanışmışlardı. Birkaç Risale-i Nur sohbetleriyle Polis Mahmudun hayatı değişmiş,artık evlerinden bağırtı ve kavgalar gelmiyor,hanımının yüzü gülüyordu.

Polis Mahmut ise kucağına düştüğü Komseri Yükselin,her akşam kendisini içkiye zorla alıştırdığını söylüyor,tarikatlı olduğunu,yapamayacağını söylediği halde,sicilini bozacağı tehdidiyle yıllardır içki sofrasına Mahmudu da alıştıran Yüksel Bey,bu sefer Mahmud Beyin arkasından onunda tayini aynı yere yani Kırşehire çıkmıştı.

Şimdi ise kendi hidayetine sebeb olup,namaza başlamasına vesile olan Doğan Beyle karşılaşmıştı.

Tevafuk ya..kurtuldum dediği komiseri bu sefer kendisin bulunduğu yere gelmiş,yine kendisine musallat olmasından,eski hallerine dönmekten korkuyordu.

Ama komiserden öcünü almalıydı,oda en güzel bir şekilde…

Komiser Yüksel rahatsız görünüyordu. Rahatsız mı olduğu sorulduğunda da;Evet,ah,of,bir avuç dolusu hap kullandığım halde bir faydasını görmüyorum. Sürekli mide ağrısı devam ediyor. İçki midesini mahvetmişti

Doğan bey ise,kendilerinde ilaç bulunduğunu,görüşmek istediğini söylediğinde Komiser Yüksel bey çekilmez bu ağrılardan şifa bulmak amacıyla görüşmeyi kabul etmişti.

Komiser Yüksel bey hayatının dönüm noktasını oluşturan,âdeta yeniden doğmasına sebeb olan bir süprizle karşılaşmıştı.

Kendisine Bediüzzamanın Lem’alar adlı kitabın 25. lem’asından 1.Deva,2.Deva,3.Deva ve 4.Deva derken birden bire yıllardır devam eden mide rahatsızlığı bıçakla kesilir gibi gitmiş,yerini rahatlığa bırakmıştı.

Artık komiser eski ilaçları bırakmış,vermek istemeyip aldığı bu devaları evde kendisi kullanır olmuştu. Sürekli 25.devayı okuyordu.

Ve nihayet Yüksel komiserde Polis Mahmut gibi değişmiş,oda namaza başlamıştı.

İçkinin her nevini deneyen ve kendisini bitirdiğinin ancak şimdi farkına varan Yüksel Komiser,başkalarınında geç kalmadan kendisi gibi kurtulmasını istiyordu. Eski menfi tavrı,şimdi müsbette devam ediyordu.

Bu amaçla polislere namaz kılmalarını söylüyor,onları içkiye değil,namaza ve güzel ahlaka alıştırıyordu.

Komiser beyi boş bırakmayan Doğan bey,sohbetten sohbete koşuyor,yanına ziyaret için gittiğinde de Doğan beyin sözünün geçeceğini bilerek ona ricada bulunan bazı polisler;Komserlerinin kendilerine namaz kılma konusunda ısrarda bulunmaması için, söylemesini istiyorlardı.

Durum komiser beye iletildiğinde ise,kükreyen komiser,nicelerini kötülüğe başlatırken,şimdide telafi için iyiliğe davette ısrarlı davranıyordu.

Bununlada kalmayan Yüksel bey kısa zamanda Kur’an-ı öğreniyor,anne-babasının kabrinde okuyor ve polislerinde öğrenmelerine yardımcı oluyor,şimdiye kadar kılmadığı namazlarını hızla kaza ediyordu.

Harcanan yılları hızla telafi ediyordu.

Kur’an hakikatları sayesinde sadece polis Mahmut ve Komiser Yüksel kurtulmuyor,çocuklarının hayatıda kurtulmuş oluyordu

O Allah ki ölüden diri çıkarandır.

MEHMET ÖZÇELİK




ÖLÇÜSÜZ SÖZLER

ÖLÇÜSÜZ SÖZLER

Piyasada silik sözler çokça dolaşmaktadır. Buda sülüklerin sülüklü sözlerinin toplumda alıcı bulmasından kaynaklanmaktadır.

Evvelden geçmeyen silik paraların şimdilere müşteri bulup geçerli olması,geçerli olan ve kıymetli bilinen gerçek paralara olan kıymet ve rağbeti de düşürdü. Hakikat da düşen kıymetlinin kıymeti olmayıp bil’akis insanların bilmedikleri kıymet şinaslık ve düşürdükleri kıymetleri…

İşte silik sözlerden bir kaçı;

-Gerici;kimin kime,niçin ve neden söylediği belli olmayan bu söz,saadet asrından önceki cehalet asrının ve o asrın insanlarının vasfı olan bir sözdür.

-İlerici;Her haltı yapmanın diğer adı. Şeytaniyet de ileri olan. Sefâhet de bir numara.

-Dinci;Dini yaşamanın suç telakki edilerek,az bir dini yaşamanın bile azaldığı dönemlerin,bu insanların geçmiş dönemin büyük inanlarıyla muvazi tutmanın eksik ifadesi.

-Aşırı dinci;Diğer adıyla fundamentalist. Böyle bir asırda ve böyle bir zamanda,maddenin her zeminde hükümranlığını ilan etmesine karşı dinin aşırı yaşanmasını iddia derecesinde ifade etmek sadece delilsiz bir müddeadan ibarettir. Veya kendi nefsini temize çıkarmak amacıyla nefsin bir desise ve aldatmacasından ibarettir.

Onun gibi olmuyorum veya olamıyorum. O halde kendimi ölçü kabul edip,onu aşırı diye ilan etmek. Canım o kadara da ne gerek var ki,benim gibi olsun yeter! Böylece kıstasları çoğaltmak,çokça olabilecek aşırı dinciliği de azaltmak. Neticede hepsi de haklı. Ya ben? Sen de haklısın… Haksız kim? Doğru,sen de haklısın!

Birileri,bir yerlere oturmuş,-tavuğun her gün samanlıkta yumurtlaması gibi- sürekli yumurtlamaktadır.

Hayat öyle sürat peyda etmiş ki;evvelden ay ve yılda değişen Gündem,artık –Gündem-lik vasfını kazanmış,gün de bir değişmekte ve gündemi de aşıb, -saat başı- değişime doğru yol almaktadır.

Kalbten mahrum olup,aklın ön plana çıktığı batı ve felsefesi izm-lerle devletleri meşgul etmekte,bölerek yutma yoluna gitmektedir.

Batı bugün mertçe,bileğinin gücüyle dövüşü bırakmış,siyasetin haince oyununu seçmiştir.

Silah çıktı çıkalı kimin mert olduğu bilinmez oldu. Oyununu yapan,planını kuran kazanmakta;batı ise yıllardır buna alışık ve aşina. Biz ona,o bize yabancı ve yabaniyiz.

Yine de mertlik mertte kalsın…

Sahte paraya,sahte söze dikkat edelim…

Hüseyin Atay:”Felsefe bilmeyen birinin Kur’an ve İslâmla alakası yoktur.”derken,ifrat hareketini göstermiştir.[1]

Canım,yani adamın branşı o,söylemesin de dükkanını mı kapatsın yani? Zaten yeteri kadar müşterisi yok. Buda reklamı olsun.

-Celal Bayar:”Biz bu sefer,irtica meselesini mihraptan halledeceğiz.[2]

Herkes dükkanında olanı satar. Mevla vermezse,kim ne yapsın? Öbürüde çıkar,caminin duvarına bevleder. Mihraba gidememenin ızdırabı,mihrabı kapatmakta aranmaktadır.

Şair ne güzel söylemiş;

Ne harabiyim,ne harâbâti,

Kökü mazide âtiyim.

Köklü olan ecdad köklü temeller atmış. Köksüzlük ise kök söktürmede!!!

9-5-1995

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak.Zafer derg.Ekim.1995.

[2] Agd.Ekim.1995.




ÖLDÜRÜLEMİYEN MEHDİ

ÖLDÜRÜLEMİYEN MEHDİ

Kırşehirin eşrafından emekli imam ve hafız İhsan Barutçu hocamız;küçük yaşlarda hafızlığa çalıştığı sırada hocalarından Mehdi hakkında konuşurlarken şunları duyduğunu anlatmıştı;

Âhirzamanda Mehdi 20 sefer ölüp dirilecek…

Bunun tevili ile ilgili olarak ise;Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri,kendiside eserlerinde bir çok defa dile getirdiği üzere;19 defa öldürücü zehirlerle zehirlendiği halde,Allahın inayetiyle kurtulmuş,vücudunda bir ur olarak top halinde toplanmıştır.

2.sinde de öldüğünde rahat bırakılmamış,kabrinden çıkarılarak sonuncusu böyle gerçekleşmiştir.

İster bu durum bir hadise isnad edilsin,ister evliya kerâmeti olarak veya ilmin istihracı sonucu olsun;bu ifade tıpa tıp Bediüzzaman hazretlerine tevafuk ve tetabuk etmektedir.

-Hocamız diğer bir rivayetinde,çeşitli tevillere müsaid olsa bile nakilde;

Hz. Alinin oğlu (Mehdi) bir kayada (kovuğunda) gizlenip,âhirzamanda çıkacak…

Allahu a’lem bir tevili şudur ki;Bediüzzamanın doğduğu yer olan Bitlis / Hizan / Nurs karyesi etrafı 15 köyle çevrilmiş,ortada çukurda,etrafı dağlarla kaplı bir coğrafi yapıya sahibtir. Âdeta yalçın kayalıkların bir kovuğunu andırmaktadır.

Ve bütün eserleri oralarda yazılmış,Barlada,Burdurda tâ Tiflise kadar hep yalçın kayalarda zuhur etmiş,eserleride oranın mahsulü olmaktadır.

Akılların takdirine bıraktığımız bu ifadelerin hiçbir isabet ve sevab ciheti olmasa bile,günah yönüde bulunmamaktadır.

Sadece hakikata açılan bir penceredir…

“Bediüzzaman; Şarkî Anadolu’da “Medresetüz-zehra” namında bir dârülfünun açmak, ya Van’da veyahut da Diyarbakır’da dârülfünun derecesinde bir medrese tesisine çalışmak için İstanbul’a geldi. İstanbul’a gelişini bir muharrir şöyle tasvir etmişti: “Şarkın yalçın kayalıklarından, bir ateşpâre-i zekâ, İstanbul âfâkında tulû etti.”[1]

“Kürdistan’ın sarp, yalçın kayaları arasından gelerek İstanbul’da bulunan Bediüzzaman Said Nursî’yi ilzam edemeyen İstanbul uleması…”[2]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Tarihçe-i Hayat.52.

[2] Age.53.




İMAN VE İSLAM

İMAN VE İSLAM

İman;Cibril hadisinde de[1] belirtildiği üzere;Cebrail-in Peygamber Efendimize;-İslam-İman-İhsan ve Kıyamet sorusunda imanı açıklarken,imanın altı esasını kabul edip,kalben doğruluğunu tasdik ederek,dil ile de ikrar etmekten ibaret olduğunu ifade etmektedir.

İslâm ise;Allah’dan başka ilah olmayıp,Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğunu kabul etmektir.

İmanda esas olan Tevhiddir. Yani,Allah’ın var ve bir olmasını kabul ile,bu noktadan diğer dinlerden ayrılırken,İslâm ile de her meselesine tam bir teslimiyeti ifade eder. Birbirini tamamlayıcı iki unsurdur. Çünkü imansız İslâmiyet kurtuluşa sebeb olmadığı gibi,İslâmiyetsiz iman da kurtuluşa sebeb ve de makbul değildir.

Yahudiler Üzeyir Allah’ın oğludur,[2]Hritiyanlar da Teslis (Üçleme) Allah-Oğul-Ruh-ül Kudüs-[3] inançlarıyla İslâmiyetten ayrılmaktadırlar.

Peygamber Efendimiz:”Kalbinde zerre miktar iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.”[4] Bunu;”Allah zerre kadar haksızlık yapmaz.”[5] ayeti de açıklamaktadır.

İslâm ile ilgili “Allah indinde din İslâmdır.”[6],”Size din olarak İslâmı seçtim.”[7],”Kim din olarak İslâmdan başkasına yönelirse bu ondan kabul edilmeyecektir.”[8]

Peygamber Efendimiz müslüman olup,imanı kalbine ve duygularına yerleştirmiş olan mü’mini tavsif ederken şöyle buyurmaktadır:”Mü’min mütemadiyen rüzgarın eğici tesirine maruz bir bitkiye benzer. Mü’min devamlı belalarla baş başadır. Münafığın misali de çam ağacıdır. Kesilip kaldırılıncaya kadar hiç ırgalanmaz.”

Burada mü’min,mütemadiyen esen rüzgarın önünde,sağa sola eğilerek kırılmadan dik olan canlı bir bitkiye benzetilmektedir. Diğer bir hadiste:”Mü’min yaprağını hiç dökmeyen yeşil bir ağaca benzer. (devamla) Bu hurma ağacıdır.”buyurdu.[9]

İman sahibini tenvir eden bir nurdur. Girdiği kalbi nurlandırdığı gibi,derecesine göre diğer insanları ve özellikle Peygamber Efendimizin imanı ki;bütün insan ve asırları kucaklar ve aydınlatır.

İman;her yönüyle aciz,fakir ve güçsüz ve mesnedsiz olan insanı gerçek sahibine rabtedip bağlar. İman bir intisabtır.

İman;kişiyi her yönüyle yüceltirken,imandan mahrumiyet de her yönüyle alçaltır. Neticesi gayet vahim vartalara ve tehlikelere sürüklenmektir. Bunalımlar,stresler,çılgınlıklar,anarşi,boşlukta yürümek,keşmekeşlik,sefâhet,intihar ve bunun gibi haller hep imansızlığın veya imanın zayıflığının bir neticesi,zehirli birer meyveleridir.

İman cennet meyvesini verirken,imansızlık da cehennem zakkumunu ve acılı meyvesini vermektedir. Bu ise insanın hem dünya,hem de ahiret hayatının yıkımıdır. Vücut dengesinin anormal bir şekilde bozulmasıdır.

Günümüzde ise menfi şartların her vesile ile insana hücumu,imanın önemini daha da belirgin bir şekilde göstermektedir.

Maddi bakımdan ne derece yükselinilirse yükselinilsin,o maddeyi de ayakta tutan iman ve ruh olduğundan,iman onun aslını oluşturur. Çünkü iman ruhun da ruhudur.

Kur’an-ı Kerimde yüze yakın İslâm ve beş yüz küsur iman ile ilgili ayet zikredilmektedir.[10]

İMANIN DERECELERİ

İmanın yerden göğe,bir damla sudan bir okyanusa kadar derecesi vardır. Gerçi su olmak itibariyle bir damla su da sudur,bir okyanus da sudur. Çünkü suyun özelliğini taşımaktadırlar. Fark ise,damla ve okyanusluktadır. Fark zahirdir.

Hayata tesir etmeyip,yaşayışıyla imanın özelliğini göstermeyerek günaha dalan bir kişi inkarda bulunmadıkça mü’mindir. Ancak kamil ve olgun bir mü’min değildir. Çünkü imanı bir damla mesabesindedir. Damla bir çöpü götürmekten aciz kalırken,okyanus büyük gemileri rahatlıkla götürmektedir.

Oysa bütün insanların imanının bir kefeye,Rasulullahın imanının da öbür kefeye konulması halinde,Peygamberimizin o ulvi imanı hepsinden ağır basacaktır. Çünkü imanı bir okyanustur. Diğer damla hükmünde olanlar o okyanusa muadil gelip,boy ölçüşemez. Onun imanının feyzinden nasibini almış Hz. Ebu Bekir gibiler ise:”Ya Rabbi! Vücudumu cehennemde öyle büyült ki,ehli imana yer kalmasın.”İşte iman ve tezahürü!

Biri kendini kurtarmaya çabalarken,diğeri başkalarının imanının kurtulması için her türlü fedakarlığa katlanmaktadır,cehennem bile olsa. İşte Bediüzzaman Hazretleri… Çünkü imansızlık öyle bir illettir ki;hiçbir şeye benzemez. Ortada iki yol var. Üçüncü bir alternatifte mevcut değildir. Tasviri ciltlerle kitap edecek olan bir ebedi hayatı kazanmak ve ya kaybetmek… Kazanmak halinde bundan daha büyük bir kazanç olmayacaktır.

İnsan insan olmak haysiyetiyle başkasının çektiği elemden ızdırap duyar. İmansız olarak giden bir insandan ızdırap duymayıp bî-gâne ve ilgisiz kalmak ne derece bir insanlıktır?

Hz. Ali-nin dediği gibi;İnsan kainatın küçültülmüş bir örneği olduğundan,onun imansız olarak ölümü kâinatın yıkımı ve yok olması demektir. İnsanı bir evin yıkılması veya kaybı düşündürsün de,bir kainatın yıkımı düşündürmesin? Bu durum,mü’min için en büyük gaflet,kâfir için ise en büyük dalâlettir.

Peygamber Efendimiz Hayberin fethi sırasında Hz. Ali-ye:”Vallahi,senin sayende,Allah’ın onlardan bir tek kişiyi doğru yola getirmesi,senin bir çok kızıl develere malik olup,onları Allah yolunda tasadduk etmenden daha hayırlıdır.”[11] buyurmakla,dünyada insan için ve insanın ticareti için en önemli meselenin iman olduğunu ifade etmektedir.

İman üç kısımda değerlendirilir:Mesela;uzakta bir dağda yanan ateşin evvela dumanı görülür. Yanına varıldığında alevi görülür. Temas halinde yakıcı olduğu anlaşılmış olur. Bunun gibi de;

1)Dünyaya gelen her insan,aleme nazar ettiğinde bilir ve anlar ki;bu koca kainat rast gele,körü körüne,tesadüfen,şuursuz tabiat neticesinde olamaz. Nitekim nasıl ki bir köy muhtarsız,bir iğne dahi ustasız,her bir sanat sanatkarsız,bir okul müdürsüz,muhteşem bir mimari sanat ve şaheser dahi mimarsız olmayacağı gibi;eser müessirini göstermesi sırrınca,her yönüyle nizamlı,intizamlı ve her şeyi hikmetli yapılan şu kâinatta elbette sahibsiz olamaz. Onun da bir sahibi vardır ki O da Allahtır. İlmen bu düşünceye varmaya imanın İlmel Yakin mertebesi denir. Duman misali gibi. Nitekim duman da bir ateşin varlığına delalet eder ve onun varlığını gösterir.

2) Ancak akılları gözlerine inip,akıllarının değil de gözlerinin gördüğüne inanan,her şeyi madde ile değerlendiren insanlar, ve ya imanda mertebe kat edip iman bakımından yükselen insan gibi ki Hz. Ali;”Eğer alem-i gayb (görünmeyen alem) açılsa, gözümle görsem yakinim (inancım) ziyadeleşmeyecek.”bana da Aynel Yakin denir. Görür gibi inanmak,dumanla iktifa etmeyip,bizzat ateşi görme derecesine yükselmek…

3)Bir çok maddi ve manevi zelzele ve sarsıntılardan korunmak,hayatın başlangıcından sonuna kadar zikzak çizmeden,istikamet üzere devam edebilmek,ölçülü bir bakış açısı için kuvvetli bir imana gerek vardır. Öyle ki,her zerrede bütün engelleri aşarak O’nu görmek,O’nun varlığını anlayabilmekle olur. Zira Allah’a giden yollar varlıların nefesleri sayısıncadır.”hakikatınca,her şeyde O’nu görmektir ki,bu imana Hakkal Yakin denir. Yani sadece akıl ve göz ile değil,bütün vücut zerrelerince hissetmek ve bilmek,hakikatların hakikatına ermektir.

Buda ateşe temas etmekle ateşin yakıcılık özelliğini bütün zerreleriyle anlamak gibidir.

Böylece;Allah’dan ihsan edilmiş bir nur ve ebedi hayattan da bir parıltı olan iman,Peygamber Efendimizin tebliği ettiği dinin inanç gibi zaruri olan kısmını tafsili ve geniş olarak,bunun dışında kalıp inanca taalluk etmeyen kısmında icmali ve özet olarak tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur…

21-01-1992

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak. Kütüb-ü Sitte. Prof. İ. Canan. 2 / 216.

[2] Tevbe.30.

[3] Maide.17,110,Bakara.87,253,Nahl.102.

[4] Kütüb-ü Sitte.age. 2 / 200.

[5] Nisa.40.

[6] Al-i İmran.19.

[7] Maide.4.

[8] Al-i İmran.85.

[9] Kütüb-ü Sitte.age. 2 / 320.

[10] Bak. Mu2cemul Müfehres. M. F. Abdulbaki. sh. 81,355.

[11] İslam Tarihi. M. Asım Köksal. 7 / 166, Sahih-i Buhari. 4 / 1872, İbn-i Esir. Üsdül Gabe. 4 / 28,Zat-ul Mead. İbn-i Kayyım el Cevzi. 2 / 149,Ebu Fidl,İbn-i Kesir. Sire. 3 / 351, Diyarı Bekri Hamis. 2 / 149, Halebi. İnsanul Uyun. 2 / 736.




İZAK RABİN VE YAHUDİLİK

İZAK RABİN VE YAHUDİLİK

İsrail başbakanı olan İzak Rabin-i öldüren Tıb fakültesi öğrencisi Yigal Amir bunu;”Allah’ın bir emri olarak yapıyordu.” Amacını ise;”Su-i kasdı barış sürecini durdurmak için gerçekleştirdim. Rabin,ülkemizi Filistinlilere vermek istiyordu. Cezaevindeki filistinli tutukluları serbest bıraktı. Onlar da yahudileri öldürdüler. Rabin-in izlediği siyaset sonucunda bir filistin devletinin ortaya çıkacağı gerçeğini israil halkının fark edememesini ilginç buluyorum.”

Bunun mesnedinde de savcıya karşı:”Yahudi şeriat yaslarına dayandığını..”ifade ile,”Düşmanı savaşta öldürmenin haklı bir hareket..” ile eş anlamda olduğuna da dayandırıyordu.

Bunu te’yiden;İşte yahudilerin zulümlerini belgeleyen muharref Tevrattan pasajlar: -“Ve Rabbin Musa’ya emrettiği gibi Midyana karşı cenk ettiler;ve her erkeği öldürdüler.”[1]

-“…. Ve içinde oturdukları bütün şehirleri,ve bütün obalarını ateşle yaktılar. Ve insan olsun,hayvan olsun bütün ganimeti,ve bütün çapul malını aldılar…”[2]

-“ Ve Musa onlara dedi:Bütün kadınları sağ mı bıraktınız?…”[3]

-“… Ve şimdi çocuklar arasındaki her erkeği öldürün ve erkekle yatmış olarak erkek bilen her kadını öldürün.”[4]

-“Ve erkekle yatmış olmayarak erkek bilmeyen bütün kadın çocukları,kendiniz için sağ bırakın.”[5]

-“ Ve kahin Eleazar muharebeye gitmiş olan cenk adamlarına dedi: ‘Rabbin Musa’ya emrettiği şeriatın kanunu budur;”[6]

-“Ateşe dayanan her şeyi ateşten geçireceksiniz ve tahir olacaktır.”[7]

-“Ve cenge çıkan askerlerden,adamdan olsun sığırdan olsun,eşeklerden olsun,sürülerden olsun,beş yüzden bir can olmak üzere Rab için vergi alacaksın;

Onlara düşen yarıdan alın Ve Rabbin kaldırma takdimesi olarak kahin Eleazara vereceksin.

Ve israil oğullarına düşen yarıdan,adamdan olsun sığırdan olsun,eşeklerden olsun ve sürülerden olsun,bütün hayvanlardan,her elliden çekilmiş olan birini alacaksın ve onları Rabbin meskeninin bekçiliğini tutan Levililere vereceksin.

Ve Musa ile kahin Eleazar Rabbin Musa-ya emrettiği gibi yaptılar.”[8]

-“Ve Allahın Rab onu senin eline verdiği zaman,onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin;

-Ancak kadınları ve çocukları ve hayvanları ve şehirde olan her şeyi,bütün malını kendin için çapul edeceksin;ve Allahın Rabbin sana verdiği düşmanlarının malını yiyeceksin.

-Bu milletlerin şehirlerinden olmayıp senden çok uzakta bulunan bütün şehirlere böyle yapacaksın.

-Ancak Allahın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın;

-fakat onları,Hittileri ve Amorileri ve Kenanlıları ve Perizzileri ve Hivileri ve Yebusileri,Allahın Rabbin sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin;

-ta ki,kendi ilahlarına yaptıkları bütün mekruh şeylerine göre yapmağı size öğretmesinler;yoksa Allahınız Rabbe karşı suç edersiniz.”[9]

-“”Orduların Rabbi şöyle diyor:Amalekin israile yaptığını,Mısırdan çıktığı zaman yolda ona karşı nasıl durduğunu arayacağım.

-Şimdi git,Amaleki vur ve onların her şeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme ve erkekten kadına,çocuktan emzikte olana,öküzden koyuna,deveden eşeğe kadar hepsini öldür..”[10]

Eski Ahit’deki Yeşu kitabı ki buna Katliamlar Sıfri’de denilir. Bütün israillerin katillikleri buna dayanır.[11]

-“Allah israilin Allahı”[12]

-“O zaman Rab bütün milletleri önünden kovacak ve sizden büyük,kuvvetli milletlerin mülkünü alacaksınız. Ayak tabanınızın bastığı her yer sizin olacak. Sınırınız çölden Lübnan-dan ırmaktan,Fırat ırmağından garb denizine kadar olacaktır. Önünüzde kimse duramıyacak, Allahınız Rab size söylediği gibi dehşetinizi ve korkunuzu ayak basacağınız bütün diyar üzerine koyacaktır.”[13]

-Ve Yakub Beer-Şebadan çıktı ve Harana gitti.”[14]

-Ve “Her tarafa dağılacağı,çok olacağı” da belirtilmektedir.[15]

-David Ben Gurion:”Filistinlinin bugünkü haritası İngiliz manda yönetimi tarafından çizilmiştir. Yahudi halkının gençlerimizin ve yetişkinlerimizin yerine getirilmesi gereken bir başka haritası daha vardır. Nil-den Fırat-a kadar.”

-Ve Teodor Herzl:”Kuzey sınırlarımız Kapadokyadaki (Orta anadolu) dağlara kadar dayanır. Güneyde de süveyş kanalına. Sloganımız David ve Solomon-un Filistini olacaktır.”[16]

Bütün bu zulümlerin altında,bu ‘zulme davetler’ yatmaktadır.

Bu gayelerine gölge düşüren başbakanları İzak Rabin-de olsa öldürür ve bununla yetinmeyerek:

“Polis,Rabin-in Kudüsdeki Herzl dağında bulunan mezarına tüküren ve tuvaletini yapan 20 yaşlarında 2 kişinin tutuklandığını söyledi.”[17]

Ve bugün israil kendileri için vadedilen yerleri yani Arz-ı Mev’ud diye ifade edilip,Allah tarafından kendilerine vadedilen yerleri ki buna Türkiyenin Güney doğu başta olmak üzere Adana ve Hatayda dahil olmaktadır..[18]

Bunu elde etmek için her yola baş vurulmakta,gerekirse bu uğurda “Kürdistan Devleti” kurma yoluna bile gidilmektedir. Çünkü az ve azınlıklı bir devleti devre dışı bırakmak kolay olacaktır. Rusların yıllardır uyguladığı gibi:”Böl,parçala,yut.”

Ve yıllar öncesinden yahudiler şimdiki yerlerini filistinlilerden yüksek meblağlar ödeyerek aldıkları gibi…

Bugün yahudi atını rahat oynatmaktadır. Ve bu durumda bizleri de oynatıyorsa;II. Abdulhamid-in yokluğundan ve o ruhun eksikliğinden istifade etmektedirler.

Bugün İslam alemini bırakmış,bir çok noktada “İsraille anlaşma” yapmaktayız. ne kadar hazin ve hüsran dolu olarak gözler perdelenmektedir.

Evet,Garaudy-nin ifadesiyle:”Haçlı seferleri devam ediyor.”[19] O da israilin öncülüğünde…

Şairin ifadesiyle;-yahudiler yumurtalarını pişirmek veya sigaralarını yakmak için- dünyayı ateşe vermekten,yakmaktan çekinmezler. her şeyi kendi menfaatları doğrultusunda uygularlar.

Nitekim:”Tevratta faiz yasağı yer almış,[20]ancak bu yasağın yalnız yahudiler arasında geçerli olduğu,yahudilerin yahudi olmayanlarla faizli muamele yapabileceği belirtilmiştir.[21]

-“Yahudi milleti hubbu hayat ve dünya perestlikte ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeğe müstehak olmuşlar. Fakat bu filistin meselesinde,hubbu hayat ve dünya-perestlik hissi değil,belki enbiya-i beni-israiliyenin mezaristanı olan filistin o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle bir cihette bir ehemmiyeti hissi dini ve milli olmasından çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa koca Arabistan-da az bir zümre hiç dayanamayacaktı,çabuk meskenete girecekti.”[22]

-Müfessirinin beyanlarına nazaran (tarihlerde) yahudiler günde elli rekat namaz,malının dörtte birini vergi vermek,pislik bulaşan elbiseyi kesmek,vatanlarından çıkarılmak,bir çok hususatta hemen idam cezası tatbik edilmek,vs. gibi şeylerle mükellef olmuşlardır.[23]

-Her şey bir bedel ister. Kefaretler günahların bedelidir.

Müslüman olan yahudi asıllı Abdullah bin Selam Hz. Osmanın evinin etrafı katillerce öldürmek üzere çevrelenince onlara bundan vazgeçmelerini,aksi takdirde Hz. Osmanın kanının otuz bin kişiye bedel olacağını yani otuz bin kişi ölmeden fitnenin durulmayacağını söyler ve evine gider. Kendi de yaşlıdır. Bunu şuna atfederek söylemiştir;

-“Yahudiler Yahya peygamberi öldürür,mezara gömerler. Ancak devamlı kan sızmaktadır. Üzerine toprak koyarlar,yine sızar. Dağ kadar yığarlar,kan yine durmaz,akar.

O sırada yahudiler İranlılarla savaşır ve yenilirler. İran kralı,bu dağ gibi toprağı ve kan sızmayı görünce yahudilere sorar,söylemezler. Bir yaşlı yahudi kadını durumu anlatır ve kral,komutana emir verir

“Nerede bir yahudi görürseniz öldürün.”Ve yetmiş bin yahudi öldürülür. Ve Yahya peygamberin bedeli kabul edilir.

Orta doğuda,diğer yerlerdeki karışıklıklar da bir bedelin neticesidir. Netice bitince,fitneler durulur. Çünkü bedel ödenmiştir. Böylece her şey bir bedel istemektedir.

Hz. Osmanın katlinden dolayı da otuz bin müslüman ölür ve fitne durulur. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyinden dolayı başlar. Otuz bin bedel verilir ve o da durulur.

-Bugün Sovyet arşivleri şu gerçeği ortaya koymaktadır ki;Yahudi asıllı ve terörizmin babası olan Lenin;işin proğlamlayıcılığını ve temelini oluştururken,Stalin de bunu icra edip,tüm zulmünü sergilemiştir.[24]

53 yaşında ölen Lenin-in dahi olmayıp,beyni incelenmek üzere 30963 parçaya bölünür. Sovyet uzmanlardan Dr. Oleg Adrianov,ocak,1994-de “Anatomik yapı olarak Leninin beyninde olağanüstü hiçbir şey yok.”demişti.[25]

“Romen televizyonunda yer alan bir proğramda konuşan eski bir MOSSAD ajanı,gaz odalarında öldürülen yahudilerin intikamını almak için oluşturulan ve birinin başkanlığını da israilin bugünkü Cumhurbaşkanı Ezher Weizman-ın yaptığı:”Yahudi İntikam Grupları”nın zehirleme yoluyla binlerce Almanı katlettiğini söyledi.”[26]

-Bugün dünyada haber ağını sistematik olarak kurmuş olan yahudiler,dünyaya sahib olmanın yolunun,maddi yükselmeden geçtiğini bildiklerinden,her yolu meşru görmüş,o uğurda önce öldürmüş,sonra da ölmüştür.

Bu uygulamalarını da büyük bir Pazar olan iki milyarlık İslam aleminin topraklarında denemekte ve insanların asli kimlikleriyle ciddi manada oynamaktadırlar.

Yahudileri muvaffak eden en önemli faktör;diğer insanları,dinleri ile olan bağlantılarından koparmak ve zayıf düşürmektir ki;bunların başında müslümanlar gelmektedir. Kendilerinin ise tavizsiz dinlerine bağlı olmaktan kaynaklanmaktadır. Öyle ki;

Daha düne kadar Cumartesi-nin kendilerince kutsal olduğundan o günde,saçlarında yerleşen bitleri öldürmeyi ve de bitleri ayırmak amacıyla taranmayı yasaklayan bir yahudilik;ne kadar günün ve asırların problemlerini çözmeye muktedir olabilir?

-Bütün bunlarla beraber işte bir itiraf:” Tevrat ve İncilden sonra Kur’an-ı Kerim-i de Fransızcaya çeviren yahudi asıllı Chouragui:”Evet,Kur’an bir vahiydir.”[27]

-İnanç ve kinleri uğruna: 1967 yılından beri yahudilerin ellerinde bulundurdukları Mescid-i Aksa-nın altı kazılarak yok edilip,altında olduğunu iddia ettikleri havralarının yerine inşa etmeyi hedeflemektedirler.

Bizzat bu fotoğrafla,çekimle tesbit edilmiştir.[28]

-Nitekim:”Rabin,birkaç hafta önce New York-a BM: kutlamaları için geldiğinde öfkeli bir yahudinin protestosu ile karşılaşmış;hatta musevi cemaatı içerisinde bazı hahamların,israil devletine ihanet ettiği gerekçesiyle Rabin hakkında ölüm fermanı çıkarttığı,New York-ta yayınlanan ve musevi cemaatına hitab eden gazetelerde yer almıştı. Fetvada Rabini öldüren kişinin bundan dolayı sorumlu tutulamıyacağı ve museviliğe hizmet etmiş sayılabileceği vurgulanıyordu.”[29]

Su testisi su yolunda,İzak Rabin “Akıttıkları” yolunda… Milyonların kanını akıtmak gibi bir zulüm içerisinde idi İzak Rabin…

-Rabin,2000 yıllık yahudi tarihinde bir yahudi tarafından öldürülen ilk lider idi.

-Rabinin öldürülüşü olayı 47 yıllık israilin tarihinde görülen ilk bir devlet başkanının öldürülme olayıdır.

-“Rabin orta doğuda,son yirmi yılda öldürülen devlet ve hükümet başkanlarının 8.cisi oldu. Diğerleri şunlar:Suudi Arabistan kralı Faysal (1975),Yemen Arap Cumhuriyeti Devlet başkanı İbrahim el-Hamdi (1977), İran devlet başkanı Ali Radca-i ve başbakan Cavad Bahonar Tahran-da (1981),Mısır devlet başkanı Enver Sedat (1981),Lübnan devlet başkanı Beşir Cemayel (1982),Lübnan başbakanı Raşid Kerami (1987),Lübnan devlet başkanı Rene Muavad (1989).[30]

-“İzak Rabin mi? O bir “Barış yanlısı bir savaşçı” idi.

-O bir “Güvercin kılığında bir şahin” idi.

-“O bir “Rüzgar ekicisi olup,fırtına tarafından da biçildi.

-O bir “Yahudi milliyetçiliğinin yayıcısı olup,şiddetin yayılmacılığına kapıldı.

-18 yaşında,bir yahudi yer altı örgütüne katılan Rabin,Avrupa yahudilerinin filistine göçünü örgütleyen,batı şeria ve gazze şeridini işgal eden isimdi.

-Rabinin son sözleri:27 yıl boyunca savaş adamı olmuştum. Ama bugün barış için bir şans olduğuna inanıyorum.[31]

Şansı yokmuş!!

“Beşer zulmeder,Kader adalet eder.” hakikatınca dünyaya zulmü hoş gören yahudilere,başkaları tarafından da zulüm hoş görülmektedir. Protestan Lideri Martin Luther’den,İşte örneği: “1-Yahudiler’in sinagoglarını yakın. Sinagoglardaki Yahudiler’in üzerine de sülfür ve katran dökün. Ve yakılan Yahudiler’in cesetlerinin üzerini, hiçbir iz kalmayacak şekilde toprakla örtün.

2-Yahudiler’in evlerini yıkın. Tüm Yahudiler’i sürüler halinde ahırlara doldurun. Böylelikle Yahudiler, bu dünyanın efendileri olmadıklarını, sadece sürgüne mahkum edilen mahpuslar olduklarını öğrenmiş olsunlar.

3-Kutsal kitaplarını ve metinlerini ellerinden alın. Böylelikle Yahudiler, Tanrı’ya ve İsa’ya lanet okumaktan alınıkonulmuş olsunlar.

4-Yahudiler’in hahamlarının çocuklarını eğitmelerini, kamusal mekanlarda Tanrı’ya ibadet etmelerini yasaklayın. Yasağa uymayanları ölüm cezasıyla cezalandırın.

5-Alman İmparatorluğu’nun sınırları içinde seyahat etmelerini yasaklayın.

6-Yahudiler’in faiz peşinde koşuşturmalarını yasaklayın. Ellerinden paralarını, altınlarını, gümüşlerini ve tüm mallarını, mülklerini alın. Çünkü Yahudiler’in, elde ettikleri her şey hırsızlık ve faiz yoluyla elde edilmiştir.

7-Yahudiler’in çocuklarını ve gençlerini en zor işlerde çalıştırın. Böylelikle, alın teriyle ekmek kazanmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş olsunlar. Ama en iyi yöntem, bunların hepsini Almanya’dan, İspanya’dan, Fransa’dan, Bohemya’dan ve diğer Avrupa ülkelerinden sürmektir.” [32]

Yahudi ve Nasraniler derler:”Birde:”Yahudi ve hristiyan olanlardan başkası asla cennete giremez”dediler.Bu onların kendi kuruntuları..Sen de ki;-İddianızda doğruysanız haydi delilinizi ortaya koyun.”[33]

Ve ayrıca:”Hem yahudiler hemde hristiyanlar;”Biz Allahın evladları ve sevgilileriyiz”dediler.[34]

“Birde:”Allah evlad edindi dediler.”[35]Yahudi;uzeyrunibnillah,yani Üzeyir Allahın oğludur,dediler.[36] Hristiyanlar ise;Mesihubnullah,Mesih,Allahın oğludur dediler.[37]Arab müşrikleri ise,elmalâiketü,benatullah yani melaikeler Allahın kızlarıdır,dediler.[38]

“Ne yahudiler ne hristiyanlar,sen onların dinlerine tabi olmadıkça asla senden razı olmazlar.”[39]

Yahudi ve hristiyanlar;Biz Allahın çocukları ve sevgilileriyiz,puta Allaha yaklaşmak için tapıyoruz,demeleri üzerine;”[40]inen âyette:”Ey resulüm,deki;Ey insanlar,eğer Allahı seviyorsanız,gelin bana uyunki Allahda sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın”[41]şartına bağlamıştır.Bu durum tahakkkuk etmedikçe,yahudilerin islam dininin dışında olduğu belirtilmektedir.[42]

Kur’anın yahudi ve nasara hakkındaki hükmü;Onlar Kur’andan yüz çevirmiş olduklarından dolayı,hidayet üzere olmadıkları yönündedir.[43]

Kitab ehlinin müslüman sayılabilmesi için Abdullah ibni Selam gibi olması yani:”Kendilerine verdiğimiz kitabı,layık olduğu şekilde okuyup izleyenler varya,işte onlardır onu tasdik edenler.Kim onu inkar ederse,işte onlar husrana uğrayacakların ta kendileridir.”[44]

Yahudiler recm ayetinde olduğu gibi,ayeti değiştirmektedirler.Âyette:”Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler.”[45] Âyette:”Ey ehli kitab!Biz,bir takım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden,yahut onları,cumartesi(ne hürmet etmeyen) adamları gibi lanetlemeden önce (davranarak),size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize(kitaba)iman edin;Allahın emri mutlaka yerine gelecektir.”[46]

Bu aşırı menfiliklerinden dolayıdırki çeşitli cezalarla cezalandırılmışlardır.Bazı şeyler ceza olarak haram kılınmıştır.Ki bu haksızlıkları;zulüm,insanları Allah yolundan menetmeleri,faizi yasak olmasına rağmen almaları,halkın malını haksızlıkla yemeleri sebebiyle[47] mesela;deve eti,iç yağı,balık,kuşlardan bazıları,ancak hristiyanlıkda bu şiddetler hafifletilmiştir.[48]Hayızlı oldukları halde hanımlarıyla cima ederlerdi ve sakınmazlardı.[49]

Allah yahudilere;50 vakit namaz,mallarının dörtte birini zekat,birisinin elbisesine necaset isabet ettiğinde orayı keserlerdi,bu onlara farz kılınmıştı,birisi bir günah işlediğinde bu günahı kapısına yazılırdı.[50]Bizde de İslamın başında gece namazı vacib idi.

Yahudileri ve hristiyanları dost edinmemekle beraber,müminlerin kâfirleri sevgide ve yardımda dost edinmeyecekleri,bildirilir.[51]

Yahudiler derlerki:”Bir de derler ki:”cehennem ateşi,sayılı bir kaç gün dışında bize asla dokunmayacak.”De ki:”Buna dair Allahtan garanti mi aldınız?Aldıysanız ne âla,Allah vadinden asla caymaz.Yoksa kesin bilmediğiniz şeyimi Allah adına söylüyorsunuz?”[52]İbni Abbas onlardan nakille;Dünyanın 7 bin sene olduğunu,her bin sene için bir gün,toplam 7 gün azab çekeceklerini iddia ederler.[53]

Yahudilerin;enne ebana yeşfeu lena,yani babalarımız bize şefaat edecek sözünü ayet reddeder:”Öyle bir günden sakınınki o gün hiç kimse başkasının yerine bir şey ödeyemez,kimseden şefaat kabul edilemez,hiç kimseden fidye alınmaz,hem onlara yardımda edilmez.”[54]

Allah yahudilere cumartesi çalışmayı haram kıldı,Nuha hayvanları helal kıldı,Musa ve Beni israile bir çok hayvanı haram kıldı.Hz.Âdem kardeşi kardeşle evlendiriyordu,daha sonra ise haram kılındı.Kur’an ise;tüm incil-tevrat ve d,ğerlerin hükmünü neshetti.Ayetle ayet neshedildi.[55]

Sabiiler ise;yahudiler ve hristiyanlardan ve yahudi-mecusi arası ayrılan ve çıkan anlamına olup,meleklere ve yıldızlara Allaha yakınlaşmak amacıyla ibadet ederler.Allahın alemi yaratırken idaresini yıldızlara verdiğine inanır,zebur okurlar.İbni Abbas onların kestiklerinin yenilmeyeceği ve nikah edilmeyeceğini söyler.[56]

Peygamberimiz:”Ehli kitabı tasdik ve tekzib etmeyiniz ve deyiniz;Biz Allaha,bize indirilen Kur’an-a,keza İbrahime,İsmaile,İshaka,Yakuba ve onun torunlarına indirilene ve yine Musaya,İsaya,hülasa bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen kitablara iman ettik.Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız.Biz yalnız ona teslim olan müslümanlarız.”[57]

Hristiyanlar dinlerinde ifrat yani aklı azletmek suretiyle,yahudiler tefrit yani dinlerini tahrif etmek suretiyle,İslamiyet ise vasattır yani dinlerini aslıyla muhafaza etmek suretiyle.Hristiyanlar mesihe uluhiyet isnad ettiler,yahudiler meryeme zina isnad edip,İsayı veledi zina kabul ettiler.Müslümanlar ise peygamber olarak bilmektedirler.

Yahudilere sadece afsız kısas farz kılındı,hristiyanlara mutlak olarak Afv emredildi,bu ümmet için ise kısas ile afv arasında muhayyer bırakıldı.Cahiliyette ise arablar bazan öldürür,bazende diyet alırlardı.Şerefli birisi olursa bundan vaz geçer,hasis kimsenin diyetinden fazla diyeti ona ödetirlerdi.İslamiyet ise eşitliği getirmiştir.(M.tefasir.1/252)

Hz.Ali der:”Eğer yahudi ve nasarayı Allahın adının dışında başka bir adla anarak kestiklerini mesela,Mesih adıyla,duyar veya görürseniz onu yemeyiniz,duymazsanız yeyiniz.Elbetteki Allah onların kestiklerini helal kılmıştır ve O onların dediklerini bilendir.[58]”O size sadece meyteyi,kanı,domuz etini ve Allahdan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kıldı.”[59]

Hristiyanlar meşrik tarafına,yahudiler mağrib (Kudüs) tarafına yönelip namaz kılarlar.Onlar bir ve iyiliğin burada olduğunu zanneder,Allah ise olmadığını söyler.[60]

Yahudilerin müslümanların kudüse yönelip bir pay çıkarmalarından dolayı kıblenin çevrilmesi ile ilgili âyette eskiden kılanların durumunu izah babında;Beni Neccardan Es’ad bin zürare ve beni Selemeden Bera bin Ma’rur bazı kimselerle peygamberimize gelerek;kıblenin çevrilmesiyle önceki kılanların durumunun ne olacağını sorması üzerine bu ayet nazil oldu:”…Allah imanınızı (yani önceki kılmış olduğunuz namazınızı) zayi edecek değildir.”16 veya 17 ay kudüse yönelip kılınmıştır. [61]

Yahudiler Cibrile düşmandırlar.[62]

Hz.Ömer Abdullah bin Selama;”Kendilerine kitab vermiş olduğumuz kimseler,onu(Muhammedi) tıpkı evladlarını tanıdıkları gibi tanırlar.Böyle iken,onlardan bir kısmı,bile bile gerçeği gizler.”[63] âyetteki bilmenin nasıl bir bilme olduğunu sorunca,Abdullah bin Selam;-Onu görür görmez evladımı tanır gibi tanıdım,onu bilmiş olmam evladımı bilmeden daha şiddetlidir.-Hz.Ömer bunun nasıl olduğunu sorduğunda ise;Onun Allah tarafından hak olduğuna şehadet ederim.Allah kitabımızda onun sıfatını bildiriyor.Ancak kadınların ne yaptığını bilmiyorum.Hz.Ömer Abdullahın başını öpüp,Ey İbni Selam Allah seni muvaffak etsin,dedi,gerçekten doğru söyledin.[64]

Hz.Musanın tih çölündeki yahudilerle olan durumu konusunda:”Allah;Öyleyse orası onlara 40 yıl yasaklanmıştır.(Bu müddet içinde)Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar.Senden yoldan çıkmış toplum için üzülme-dedi”[65]

Yahudilerin namazlarında rüku yoktur.[66]

12 – 11 – 1995

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Tevrat. Sayılar. Bab. 31’de 7.

[2] Age. 10.da.

[3] Age. 15.de.

[4] Age. 17.de.

[5] Age. 18.de.

[6] Age. 21.de.

[7] Age. 23.de.

[8] Age. 28-29-30-31.de. Kitab-ı Mukaddes.sh.168-169.

[9] Tesniye. Bab.20.13-14-15-16-17-18,sh.197.

[10] I: Samuel. Bab. 15. 2-3,sh.286.

[11] Age. sh.216,bak. Bab.5.sh.219,Bab.34.sh.34,Yeşu.Bab.21.sh.236,Sayılar.Bab.5.sh.137,Levililer.Bab.20.sh.119.

[12] Tekvin.34.Ayet.20.sh.34.

[13] Tevrat. Tesniye. 12 / 25.

[14] Tekvin.28. Ayet.10,sh.27-28.

[15] Tekvin.27.

[16] Zaman gaz.9-11-1994.

[17] Agg.17-11-1995.

[18] Agg.1-11-1994,10-11-1994.

[19] Agg.6-10-1994.

[20] Nisa.160-161.

[21] Tevrat.Çıkış. 22 / 26,Levililer. 25 / 35-37, Yeremya. 15 / 10, Tesniye. 23 / 19-20, İslami Yaklaşımlar. Dr. H. Döndüren.sh.62.

[22] Şualar. B. Said Nursi.427.

[23] Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır. 2 / 1005.

[24] Bak.Zaman gaz.4-12-1994.

[25] Agg.4-12-1994.

[26] Agg.2-3-1996.

[27] Agg.15-2-1991.

[28] Bak. Aksiyon Dergisi. 13-19-Mayıs.1995 /32-36.

[29] Zaman gaz. 6-11-1995.

[30] Agg.6-11-1995.

[31] Bak.Agg.6-7 / 11 / 1995,Türkiye gaz. 7 / 11 / 1995,Aksiyon derg.13-19-Mayıs.1995.sh.32.

[32] Bak.Yeni Şafak gazt.Y.Kaplan.7-5-2001.

[33] Bakara.111.

[34] Mâide.18.

[35] Bakara.116,Yunus.64.

[36] Tevbe.30, Mecmuatün minet Tefasir.(Arapça)1/329.

[37] Tevbe.30,Mâide.17.

[38]Mecmuatün minet Tefasir.(Arapça) 1 / 184.

[39] Bakara.120.

[40] Zümer.3.

[41] Âl-i İmran.31.

[42] Mecmuatün minet-Tefasir.age.1/482-484.

[43] Age.1/475

[44] Bakara.121,bak.maide.66-68,isra.107-108,kasas.52-54)Bak.M.Tefasir.age.1/188)

[45] Nisa.46,Maide.13,41,Mecmuatün minet-Tefasir.age. 1/475,2/90,92)

[46] Nisa.47.

[47] Nisa.160-161.

[48] Mecmuatün minet-Tefasir.age.1/501

[49] age.1/332.Bak.bakara.222.

[50] Age.1/452-453.

[51] Age.1/480,Al-i İmran.28

[52] Bakara.80.

[53] M.Tefasir.1/150.

[54] Bakara.48,123,254.Meryem.87,Taha.109,Sebe.23,Zümer.44,Zuhruf.86,Müddessir.48,Yasin.23,Necm.26.

[55] Bakara.106.

[56] M.Tefasir.1/135.

[57] Bakara.136.

[58] M.tefasir.1/244.

[59] Bakara.173,123,Maide.3,En’am.145,Nahl.115.M.tefasir.age.1/120.

[60] Bakara.177.

[61] Bakara.143,isra.82,Fussilet.44.)M.tefasir.1/216.

[62] Bakara.97-98.

[63] Bakara.146.

[64] M.tefasir.1/220.

[65] Maide.26.

[66] M.Tefasir.age.1/116.




İSKELETLER RAKSEDİYOR

İSKELETLER RAKSEDİYOR

Bir lise öğrencisi olan Songül arkadaşlarıyla beraber bahçeye teneffüse çıkmış oyun oynuyorlardı.

Ancak bu esnada dalgınlaşan ve soluklaşan Songül,dalmış olduğu hayalindeki hakikat aleminde gezmeye başlamıştı.

Yaşım on beş. Ancak on altı sene önce yoktum. Hayatımın en neşeli ve sevinçli dönemini yaşamaktayım. Belki de hayatın zorluklarının yavaş yavaş sırtlanmaya başlayacağı dönemler içerisindeydim.

Küçükken kucaklarda geziyordum. Elden ele dolaşıyordum. Ondan önce de doğacağım diye yollarım gözleniyordu. Bekleniyor-özleniyor-seviliyor-bağra basılıyordum. Biraz büyüdüm,ilgiler azaldı,sıkıntılar yavaş yavaş artmaya başladı.

Vücudum genç. Ama hep böyle mi kalacak?Bugün belki bu gençliğimden dolayı bana meyledenler acaba elli sene sonra da aynı meyli gösterecekler mi?

Evet,elli sene sonra. Çünkü eğer ölmezsem ben de yaşlanacağım. Nenem gibi gözlerim görmez,kulaklarım işitmez,ellerim ve ayaklarım tutmaz olacak. Sevgi ve sevmek beklediğim şu insanlardan belki de nefret duyacağım.

Hani Din hocamız anlatmıştı ya… Yazar Ahmet Haşim birisiyle nişanlanır. Kurban bayramında bir koç götürür nişanlısına. O zaman kızın yaşlı annesini gördüğünde;-Yoksa bu kızı da mı annesi gibi böyle çirkin olacak-diyerek,sevgisini kızın zahiri güzelliğinde arayıp onu boşamıştı.

Evet,gerçi ben de böyle arkadaşlarımla eğleniyor,raks ediyor ve bazı toplantılarımızda oynuyoruz. Oynayan ben değil de,elli sene sonraki Songül olduğunu düşünsem çok çirkin düşecek. Gülen değil,gülünen pozisyonuna düşmüş olacağım.

Ve bir de ölmüş,kabre konmuş,etlerini dökmüş,geriye iskeleti kalmış bir Songül şimdi raks edip eğleniyor. Hayret,kabrinden kalkan iskeletler oynuyor,dans ediyor!

Bu güzelliğimi kaybedeceğim. Ellerim,yüzlerim buruşacak. Tazeliğimi yitireceğim. Çocukluğumdaki sevgilerimi yitireceğim.

O halde bu eğlence,bu hoppala neyin nesi? Bu dünyadan gitmeyi mi kutluyoruz? Gitmemek için mi zıplıyoruz? Burada kalmak için halimiz bir protesto mu?

Yoksa gitmek için bir hazırlık gerekmez mi? Dış güzelliğimizi kaybetsek de iç güzelliğimizi korumamız gerekmez mi?

Şimdi bana gözü gibi bakan sevdiklerim,arkadaşlarım,yakınlarım beni elleriyle toprağın altına gömecekler. Oda bir gün fazla olarak yanlarında kalmama tahammül etmeksizin… Yalınız gireceğim kabre. Orada vereceğim hesap ta kimse yardımıma gelmeyecek,imdat etmeyecek. Bir sevaba ihtiyacım olsa vermeyecek,veremeyecekler.

Bana yatlarını,yalılarını,arabalarını,her şeylerini veren anne ve babam o gün benden kaçacaklar. Yardımıma koşmayacaklar,koşamayacaklar. Belki de benden kaçacaklar…

Acaba şimdiden sonra da gülecek miyim? Eğer ebediyyen ağlayacaksam niye gülüyorum, Ağlanacak halime?…

Bu gülme bir ağlamanın ve sıkıntının bir ürünümüdür? İçim beni yakıyor,dışım başkalarını. Demek yanıcı ve yakıcı bir haldeyim…

Sanki kendimi iki mezar arasında sıkışıp kalmış hissediyorum. On altı sene önce yoktum,yetmiş sene sonra da,belki de daha kısa bir an sonra da olmayacağım. Aynen giden emsallerim gibi. Diğer bir sınıftan bir kız arkadaşımız gitmemiş miydi?

İki yok arasında olana var denilebilir mi? Uyur gezer gibi,ölür gezer hissediyorum kendimi…

Saniye,dakika,saat gibi;günler,aylar ve yıllar peş peşe birbirini kovalamakta,hiç durmamaktadır. Bir yerlere varmak için acelesi mi var acaba? O halde bu gidiş nereye? Ne zaman son bulacak? Nasıl olacak? Ne yapacağım? Çare,çare yok mu? Evet yok mu?

Bir gün evde anneme de sormuştum da bana böyle şeyleri düşünme demişti. Fakat bizde akıl var,nasıl düşünmeyelim? Düşünmememiz hiç mümkün mü? Düşünmemek için ya aklı ortadan kaldırmak veya görevini iptal ettirmek için uyutmak ve uyuşturmak lazım. Hayvan mı olayım şimdi???

-Songül,ne oluyor? Ne çaresi? Yirmi dakikadır seni arıyoruz. Sınıfa girdik,seni görmeyince hocamız aramak ve çağırmak için beni gönderdi. Deminden beri başında duruyorum. Çok ilerilere gitmişsin,çok derinlere dalmışsın galiba… Nedir bu hal?

-Hayır Kadriye! İleri ve derin dediğin şeyler zaman olacak ki,geri kalacak,topuk bile ıslatmayacak. İşte ben o ilerilere ve derinlere gittim,geldim bile. Ve de işte o hali yaşadım.

Senin beni uyardığın ve uyandırdığın gibi,bir gün bizleri de bu dünya uykusundan uyandıracaklar. Hayal aleminden bizleri çekip çıkaracaklar.

Uykuda iken kendini ayık zanneden bizler keşke uyanabilsek,uyuyanları da uyandırabilsek…

Sen beni uyandırmış olmuyor,belki tekrar uyumaya davet etmiş oluyorsun. Yine uyuyacağız her halde…

1-8-1993

MEHMET ÖZÇELİK