TEFEKKÜR DÜNYAMIZ

TEFEKKÜR DÜNYAMIZ

-Arz 6 günde yaratılmıştır.[1]

-Her şey sudan yaratılmıştır.[2]

-Bir tek sudan çok değişik şeyler var edilmiştir..[3]

-Kuru ve yaş her şey Kur’andadır.[4]

-New Scientist 27-nisa-2002 tarihindeki kapak konusunda:”neden hepimiz bir hologramın içinde yaşıyoruz?”başlığını kullandı.”[5] yani rüyadaki bisiklet sürenin uyanıkken sürenle aynı heyecanı paylaşması,hipnotize edilenin uyanık gibi yapması,üstadın ey uykudayken kendisini uyanık zannedenler.”sözü,uyur gezerlerin durumu,insana dünyanın hakikatının bir gölge gibi olduğunu gösteriyor.Tıpkı anne karnındaki çocuğun bir zarın içerisinde oluşu gibi varlıklarda adeta bir fanusun içindemi yaşıyorlar.Yani görüntü algılanana göremi şekilleniyor,yoksa öyle olduğu şekilde mi görünüyor?

-İbni Abbasdan;”Allah ruhları cesedlerden 4 bin sene önce yarattı ve rızıkları ruhlardan 4 bin sene önce yarattı.Daha mahlukat olmamış ve yer ve gök ve kara ve deniz yok iken öncesinde o şehid ve hazır idi.[6]

-Ben kimim?Kâinatta bir nokta,Kur’an-da bir hareke,bir harf,bir kelime ve bir cümleyim.

-Cuma suresinde;Keşke toprak olsaydık,derler,elbette böyle dediler diye olurlar mı?”İnsanları kendilerine azabın geleceği (kıyamet) gününden korkut ki,sonra zalimler;”Ey Rabbimiz,yakın bir müddete kadar bize süre verde senin davetine uyalım ve peygambere tabi olalım,derler.(Onlara)-Daha önce,sizin için bir zeval olmadığına,yemin etmemiş miydiniz?(denilir)”[7],”Ahirette uzuvlar şahitlik eder.”[8],”O gün zalimlere özür dilemeleri hiç bir fayda sağlamaz.Artık lanette,kötü yurtta onlarındır.”[9]

-Eğer ruh geçiş yapıyorsa ilk devirde Hz.Adem ve Havva arasında değişmesi gerekirdi.Fakat havuz dolmada ve sürekli boşalmada.

-İlla ki sadık olmak için köpek,azimli olmak için eşek ve karınca,iyi konuşmak için papağan,çalışmak için arı,güçlü olmak için öküz,sıcağa dayanıklı olmak için deve,soğuğa dayanıklı olmak için kutub ayısı,zeki olmak için tilki,hakkını koparıp almak için kurt,iletişim kurmak için yunus,karanlıkta yönünü görmek için yarasa,gidilecek yere ulaşmak için leylek,koşmak için tavşan,temiz olmak ve temizlemek için sinek ve kedi,yüzmek için balık,uçmak için kuş yani illa bunlar olmak için böyle mi olmak gerek?

-Semanın cemi’ ve arzın tek zikredilmesindeki sebeb;semanın farklı cinslerden olup,arzın tek bir cins olan topraktan olduğunu ifade içindir.[10]

-Sakat olan bir fil yavrusunu annesi ve kız kardeşi terketmeyip,sabırla,sakat olup yürüyemeyen,ayağının düzelmesi için sabırla yanında kalıp,sonuçda yürüyebilmesinin gerçekleşmesine sebeb olurlar.Ve Penguenin yumurtayı ayağının ucuna alışı,buzullarda bütün penguenlerin birbirine sarılarak tam bir askeri düzen içerisinde dört ay bekledikten sonra yumurtadan çıkan yavrunun sağlıklı oluşu ki,eğer yere bırakmış olsa idi yavru donacaktı,belki tüylerinin altına alarak onu hayata kavuşturmuş oldu.Kaplumbağaların yumurtadan çıkıp,doğruca suya dalışı ve yolunu bulamayan bir yavruya timsahın ağzına alarak yol göstermesi.toprağın altındaki yumurtadan çıkan bu yüzlerce yavrunun özellikle suyu aramaları tam bir mucize eseridir.Timsahın ayrıca yavrularını ağzına alışı,yumurtadan çıkmayanların yumurtasını ağzında incitmeden kırıp hepsini suya götürerek suyun içine bırakışı,birden suyu kaplayan yavruların karayı bularak çıkışları tesadüfi olamaz.Varlıklardaki harikalardan biriside Kamuflaj sistemidir.Her canlı küçük olsun büyük olsun bulunduğu ortama mükemmel bir şekilde uymaktadır.Bitkilere,yaprağa,ağaca,kumlara,renginin birden bire girdiği yerde değişerek uyum sağlaması üstün bir tasarım sistemidir.

-Çapı bir mm. olan ipek ipliği,aynı kalınlıktaki bir çelik telden beş kat daha sağlamdır.Ve kendi uzunluğunun dört katı kadar esneyebilmektedir.İpek hafif olup,dünyanın çevresi boyunca uzatılacak bir ipek ipliğinin ağırlığı sadece 320 gram gelmektedir.

-Termodinamiğin veya Entropinin kanununa göre;evrende kendi haline terkedilen herşey,eskir,dağılır,çürür ve bozulur.Evrim geçirip başka bir varlığa dönüşmez.Yani düzensizlik düzensizliği doğurur.Einstain ise entropiyi,bütün bilimlerin,birinci kanunu olarak niteler.Evrim teorisi,materyalizm,kominizm gibi izm-ler,insanı bir materyal yani madde olarak görürler.Evrim daha ziyade gelişmemişi gelişme sürecine giren toplumlarda kendisine müşteri bulabilir,o boşluktan yararlanarak.Gelişen toplumlar bunu aşarlar.Çünki ilimler ilerledikçe,varlıklardaki harikalıklarda daha net görülmektedir.Varlıklardaki kompleks yapı ve tasarım tam bir harika eseridir.Embriyolar farklı farklıdırlar.Maddeyi algıladığımız, kavradığımız kadar bilmekteyiz.Ya bilmediğimiz vede bilemediğimiz noktalar?Darwinin oğlu Francis Darwin şöyle der:”Babamın kafası kesinlikle bilimsel değildi ve bilgisini genel kanunlar altında genelleştirmeyi denemedi.Ancak onun yaptığı karşısına çıkan hemen hemen herşey için bir teori üretmekti.Onun bilgisinin bana bir şey kazandırdığını düşünmüyorum.”[11] Yakın zamanlarda insanın insandan olduğunun milyarlarca delili mevcutken,olmayan bir şeye saplanıp kalmak,körü körüne bir saplantıdan başka bir şey değildir.İşte ibret;Her doğan 40 insana karşılık,700 milyon karınca dünyaya gelmektedir.

Yalçın Doğan-ın darwinizmi benimseyen yanılgıları.[12]

-9-Şubat.2001-de cumhuriyet gazetesinde ki yazısında İlhan selçuk -insan ve hayvan-başlıklı yazısıyla insanın maymundan geldiğini,9-ocak 2000’de Yalçın Doğan milliyet gazetesinde yöneticisi de olduğu gazetedeki yazı başlığında-Milyon yıl sonra,insan bize benziyor-yazısıyla emrimi savundu,daha önceki yanlışına ne kadar da benziyor,zira önceki bir yazısında -Kur’an-da faiz yiyenlerin kurtuluşa erdiklerini yine kur’andan delil getirmeye çalışması gibi,oysa Kur’an-da faiz faiz olarak değil,riba olarak geçmektedir.Ancak kendisi araştırma zahmetinden ziyade sözlük bilgisinden öteye gidememiş,faizin sözlük anlamını vermişti.

Tevfik Fikret’in.”Beşerin böyle dalaletleri var.

Putunu kendi yapar,kendi tapar.

-Marksist sol’un duayeni Mihri Belli:Din kurtuluş ilacıdır.”Sol’un duayeni ve ‘eski tüfek’ Mihri Belli’den ilginç açıklama;”Marks,din afyondur”derken,bu insanlık o kadar acı çekiyor ki,bu acıyı tedavi etmek ve dindirmek için kullanılan afyondur” manasında kullanmıştır. Bence bir kötüleme kastı yoktur. Dini insanlığın acısını dindirmek için bir tedavi unsuru olarak görür.”[13]

-Kur’andaki mucizeler;Kur’an-da,7 (seb-a semavat-gök)7 kere geçmektedir.

yevm-30,eyyam-365,yevmeyn-12 kere geçer.

-hıyanet-16,habis.16 kere

-Bitki.26,ağaç.26.

-ceza-117,afv.(iki katı) 234.

-Dünya.115,Ahiret.115.

-Şeytan.88,Melek.88.

-İman.25,Küfür.25.

-Zekat.32,Bereket.32.

-Rahmet.79,Hidayet.79.

-Ebrar.6,Füccar.3.

-Yaz-sıcak.5,Kış-soğuk.5.

-Sizi yarattı.16,Kulluk.16.

-Hamr.6,Sekr.6.

-Zenginlik.26,Fakirlik.13.

-İnsan.65,Yaratılış safhaları;toprak.17,nutfe.12,alak.6,Mudğa.3,İzam.15,Lahm.12.Toplam.65.”[14]

-Yeryüzünde gezinde ibret alın,nice kavimler geçti.[15]

-Elif-lam.ra-dada her şeyin tek bir su damlasında yaratılışı anlatılıyor.suyun maddesi bir,yaptığı iş binlerce…

-Allah Fettah ismiyle tüm kapalı olan çekirdek,tohum ve yumurtaları açmaktadır. Tüm kapalı olan kapılar,kalb ve kalıblar bu ismin tecellisiyle açılmaktadırlar.

Musavvir ismiyle de yaratılıp açılan tüm varlıklara,kendilerine münasib bir şekil ve suret verilmektedir.Fil kendi şeklinden ve açılışından memnun,fare hâkeza…

-Yunuslarin beyni insanlarinkinden daha büyüktür.
-Arılar, sivrisinekler ve diğer ses çıkaran böcekler kanatlarıyla bu sesi çıkarırlar.
-İnsan vücudunda 600 ‘ü aşkın adele vardır.Beynin %85 ‘i sudur.
-İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.
-Gözleri açık tutarak hapşırmak imkansızdır.

-Döllenmeden doğuma kadar bir bebeğin ağırlığı beş milyon kat artıyor.
-İnsan vücudu bir saniyede iki milyon kırmızı kan hücresi üretir.
-Aynı parmak izi gibi, her insanın dil izide farklıdır.

-Güneşin merkezindeki sıcaklık 13 milyon derece,yüzündeki ise 6 bin derecedir.İnsanda ve hayvanda 104 element vardır.

-Gen ve hücre;Bunlarda insanların kaderi yazılıdır.

-Bir gecede 14 bin kaplumbağa doğuyor.Bir kaplumbağa 175 kg geliyor.Kaplumbağa senede 6-7 kere yumurtluyor.Her seferinde 110 tane yumurta bırakıp,bir çok seferde yokluyor.Rayn adası kaplumbağa yeri.Kaplumbağanın ölümü;sıcaklık,ters çevrilme,susuzluk ve açlıkladır.Sıcaklık 60 derecedir.

-Peygamberimizin sır katibi;Huzeyfetül Yemanidir.

-Vehhabilik bir iç mesele olmakla beraber,İngiliz oyunudur.[16]

-Habeşistanda hüküm süren hükümdarlara Necaşi,Türk melikine Hakan,Rum melikine Kayser,İran melikine Kisra,Hint milikine Betlamyus,Yemen hükümdarlarına da Tuba denilirdi.[17]

“İsviçreli matematikçi Charles Ugyn Joey, bütün bu işlemleri hesaplama-ya kalkışmış ve bir protein parçasının tesadüf yoluyla oluşması imkânının ancak 10 x 160/1 oranında olduğunu görmüştür. Yani, on sayısının yüzaltmış sayısına çarpımının bire bölünmesi gibi bir oran ortaya çıkmaktadır. Bu rakamı telaffuz etmek ya da kelimelerle ifade etmek de mümkün değildir. Bu durumda bir tek protein parçasını tesadüf yoluyla meydana getirmek için gerekli olan maddelerin sayısı, şu evrenin milyonlarca büyüklüğünde yer işgal edecektir. Böyle bir parçanın sadece yeryüzünden tesadüf yoluyla meydana gelmesi, milyarlarca senenin geçmesini gerektirmektedir. İsviçreli bilgin bunu da hesaplamış ve on sayısının ikiyüz kırküç kere kendisiyle çarpılmasında ortaya çıkan sonuç oranında sene olduğunu ortaya çıkarmıştır (10 x 243 sene)

-“Proteinler, amino asitlerin uzun bir dizilişinden meydana gelirler. O hal-de bu parçaları atomlar nasıl oluştururlar. Çünkü bilindiği şekliyle birleşmiş olmasalardı, hayat için elverişli olamazlardı. Hatta kimi zamanlarda zehirli de olabilirlerdi. İngiliz bilgin J.B. Seather, basit bir protein parçasında atomların birleşebilecekleri yolları hesaplamış ve rakamın milyonlara vardığını görmüştür. (1048) … Bu nedenle bir tek protein parçasını meydana getirmek için, bütün bu tesadüflerin biraraya gelmesi akla göre imkânsız görünmektedir.”fizilal.en’am.95.

-Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzu dolduracak kadar tükürük salgılar.
Yetişkin bir insan günde ortalama 23.000 kez nefes alır.
İnsanlar yaşamları boyunca altı filin ağırlığına eşit miktarda yiyecek
tüketiyorlar.
-Ortalama bir insan yılda 1.460 ‘in üzerinde rüya görür.

Vücudumuzdaki kemiklerimizin dörtte biri ayaklarımızda bulunur.
İnsanlar vücutlarinda 300 adet kemikle doğuyorlar ama yetişkin olduklarında
bu sayı 206 ‘ya düşüyor.

-İnsan terinin bir santimetrekaresi 625 tane ter bezi içerir.
-“ Size gökten su indiren O’dur ve hayvan otlattığınız çayırlar O’nun sayesinde gelişir.

Allah su aracılığı ile sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve çeşit çeşit meyvalar bitirmektedir. Bunda düşünen kimseler için ibret dersi vardır.”[18]

-“Kâfirler, Allah’ın yarattığı her şeyin gölgesinin uzayıp kısalarak sağdan sola döndüğünü ve böylece O’na boyun eğerek secde ettiğini görmüyorlar mı?”[19]

-“Allah, yarattıklarından size gölgeler sağladı;”[20]

-“Allah gökten su indirerek, onunla yeri, ölümünden sonra diriltti. Gerçekleri işitebilecek kulakları olanlar için bunda ibret dersi vardır.”[21]

-“Sizin için süt hayvanlarında da ibret dersi vardır. Onların karınlarındaki (bağırsaklarındaki) posa ile kan arasından size halis ve tatlı içimli bir besin kaynağı olan sütü içiririz.”[22]

-“Onlar gök boşluğunda, süzülen kuşları görmüyorlar mı? Onları dengede tutan Allah’dan başkası değildir. Bu olayda mü’minler için birçok ibret dersleri vardır.”[23]

-”Böceklerin, insanlar gibi akciğerleri yoktur. Solunumlarını borucuklar aracılığı ile gerçekleştirirler. Fakat böcekler gelişip vucudları irileşince söz konusu borucuklar irileşen vucudları oranındaki oksijen akışını sağlayamazlar. Bu yüzden tabiatta bir kaç santimden uzun böcek türüne rastlanmaz. Böceklerin kanatları da fazla uzamaz. İşte böceklerin organik yapılarının bu özellikleri ve solunum yollarının sınırlı fonksiyonu yüzünden iri gövdeli bir böcek türünün varlığı mümkün değildir. Bu sınırlı gelişmişlik düzeyi tüm böcek türlerini frenlemiş; onlara dünyaya egemen olma imkanı vermemiştir. Eğer bu doğal engel olmasaydı, yeryüzünde insan soyu varolamazdı. Arslan kadar iri bir eşek arısı ile ya da o kadar kocaman bir örümcek ile normal bir insanın karşılaştığını düşününüz. Acaba o insanın hali nice olur?”[24]

-“İnsan yalnız değildir” (İlim iman etmeye çağırıyor) kitabının yazarı şöyle der: “Ay bize 240.000 mil uzaklıktadır. Günde iki kere gerçekleşen med olayı bize ayın varlığını gayet latif bir şekilde hatırlatır. Ayın çekim gücü sonucu okyanuslarda meydana gelen kabarma bazı yerlerde yaklaşık olarak 18 m’ye kadar çıkar. Hatta ay çekimi sonucu .yer kabuğu bile günde iki kere dışa doğru birkaç santim kayar. Bütün bunlar bir dereceye kadar bize düzenli görülür. Ve biz, bütün okyanusun düzeyini birkaç metre kabartan ve son derece sert görünen yer kabuğunu birkaç santim dışa doğru kaydıran korkunç gücü kavrayamayız.

-“Merih gezegeninin de bir ayı vardır. Küçük bir ay. Bu ay sadece gezegene 6000 mil uzaklıktadır. Bunun gibi dünyamızın uydusu olan ay da şu andaki uzaklığı yerine söz gelimi 50.000 mil uzaklıkta olsaydı, ay çekimi sonucu sularda meydana gelen kabarma o kadar güçlü olurdu ki, deniz yüzeyinin altında bulunan bölgeler günde iki defa, dağları aşındıracak güçte tazyikli bir suyun altında kalacaktı. Bu durumda belki de gerekli çabuklukta derinliklerden yükselen dağlar olmayacaktı. Bu basınç sonucu yer kabuğu çatlayacak, havadaki kabarma hergün kasırgaların kopmasına neden olacaktı.”[25]

”Küçük hücrelerde gizli bulunan kalıtımsal özelliklere ilişkin olarak “İnsan Yalnız Değildir” kitabında yer alan bazı açıklamalar:

“Erkek ya da dişi bütün hücreler kromozomlar ve genler. (kalıtım taşıyıcıları) içerir. Koromozom geni içeren küçük ve sönük bir çekirdektir. Genler kesin olarak herhangi bir canlının ya da insanın temel özelliklerini belirleyen başlıca etkenlerdir. Stoplazma ise, kromozom ve genleri kapsayan hayret verici kimyasal birleşimlerdir. Kahtım taşıyıcıları olan genler, yeryüzünde yaşayan bütün insànların kişisel özelliklerinden, ruhsal durumlarından, renklerinden ve cinslerinden sorumlu olmalarına rağmen son derece ufaktırlar. Şayet hepsi bir araya getirilirse, bir yere konulsa hacmi bir yüzük taşının hacminden daha az olur.

“Bu son derece küçük ve ancak mikroskopla görülebilen genler, bütün insanların, hayvanların ve bitkilerin karakterlerinin, özelliklerinin mutlak anahtarlarıdır. İki milyar insanın kişisel özelliklerini kapsayan bir yüzük kaşı hiç kuşkusuz küçük hacimli bir yerdir. Bununla beraber bu saydıklarımız tartışma götürmez gerçeklerdir.

“Cenin nütfeden (protoplazmadan) cinsiyetinin ortaya çıkmasına doğru bir düzen içinde aşamalı olarak gelişimini tamamlarken tescil edilmiş bir tarihi anlatır. Bu tarih genlerdeki ve stoplazmadaki atomların diziliş şekli ile korunur ve dile getirilir.

“Genlerin bütün canlıların yapısında yeralan soya çekim hücrelerindeki atomların en küçük mikroskobik dizilişinden ibaret olduklarını görmüştük. Bu şekliyle genler, yaratılış projesinin, geride kalanların ve bütün canlı varlıkların özelliklerinin korunduğu bir arşiv niteliğindedir. Genler en ince ayrıntısına kadar bütün bitkilerin köklerine, gövdelerine, yapraklarına, çiçeklerine ve meyvelerine egemendir. Başta insan olmak üzere bütün hayvanların şeklini, kabuklarını kıllarını ve kanatlarını belirler.”

Yaratıcı ve planlayıcı ilahi gücün hayata bahşettiği akıl almaz olağanüstülüklerden bu kadarını sunmakla yetiniyoruz. “Rabb’inin gücü herşeye yeter.”[26]

-“İnsan yalnız değildir” (İlim iman etmeye çağırıyor) kitabında şu açıklamalar yer alıyor:

-“Dünya, kendi ekseni etrafında yirmidört saatte bir kere döner. Bu yaklaşık olarak saatte bin mil hıza eşittir. Şimdi dünyanın saatte sadece yüz mil yaptığını varsayalım. Neden olmasın? Bu taktirde gecemiz ve gündüzümüz ,şimdikinden on kat daha uzun sürecektir. Bu durumda kızgın yaz güneşi hergün bitkilerimizi yakacaktır. Geceleri de yeryüzündeki tüm bitkiler donacaktı.”[27]

-“Yüzyıllardır yerden fışkıran gazlar havaya yükselir. Bunların çoğu zehirlidir. Buna rağmen hava (atmosfer) yine de kirlenmemiş kalır. İnsanın yaşaması için elverişli olan gaz oranlarının dengesi değişmez. Bu büyük dengeyi sağlayan mekanizma denizleri ve okyanusları kaplayan engin sulardır. Hayat, besin maddeleri, yağmurlar, ılımlı iklim ve son olarak insan, varlıklarını bu uçsuz bucak-sız su kütlesine borçludurlar.”[28]

-“Eğer yeryüzünün kabuğu şimdikinden birkaç karış daha kalın olsaydı karbonun ikinci oksidi oksijeni emer ve bitkilerin hayatının varlığı imkansızlaşırdı. “Eğer hava tabakası bugün olduğundan daha yüksekte bulunsaydı hava dışında yanmakta olan ve saniyede altı mil ile kırk mil arasında değişen bir hızla seyretmekte olan milyonlarca alevlerin bazıları yerkürenin bütün parçalarına çarpar ve yanabilecek olan her şeyi yakabilirdi. Eğer bu meteorlar tabancanın kurşunu hızıyla seyretmiş olsalardı hepsi yere çakılırdı. O zamanda sonuç korkunç olurdu. İnsana gelince, onun kurşun hızının doksan katı hızla gelmekte olan küçük bir göktaşı ile çarpışması, doğal olarak onu sırf hızının sıcaklığıyla paranı parça ederdi.”

“Eğer havadaki oksijenin oranı yüzde 21 yerine yüzde 50 olsaydı dünyadaki yanabilecek her şey hemen alevlenebilirdi. Yıldırımdan saçan bir kıvılcımın bir ağaca isabet etmesiyle bütün bir orman adeta patlayarak alevlenecekti. Havadaki oksijenin oranı yüzde 10’a ve daha da aşağıya düşseydi belki hayat asırlar boyunca kendisini ona ayarlayabilirdi ama o zaman da insanın alışageldiği ateş gibi medeniyet kaynaklarından (etkenlerinden) çok azını elde edebilirdi.”[29]

”Gökler, yeryüzünde yaşayan bizler için yukarıda gibi görünen şu uçsuz bucaksız varlıklar kümesidir. Ve biz onun büyüklüğü karşısında çok az sayılacak bir şey biliyoruz. Bu güne kadar göklerde yüz milyarlarca güneş sisteminin bulunduğunu, her birinde bizim güneşimiz gibi yüz milyarlarca güneşin yeraldığını ve bunların herbirinin hacminin bizim dünyamızdan milyon kere daha büyük olduğunu öğrendik. Bu güneş sistemlerini artık biz insanlar küçük teleskoplarımızla gözetleyebiliyoruz. Bunlar gök boşluğuna dağılmış durumdadırlar. Aralarındaki mesafeler ise yüz milyarlarca ışık yılı olarak ifade edilecek kadar korkunçtur. Işık yılı hızına göre hesaplanır ki, bu, saniyede 168.000 mile ulaşır.”[30]

-Kara sinek milyonlarca yumurta yapar. Fakat bu yumurtalardan çıkan sinek yavruları iki haftadan fazla yaşamazlar. Eğer bu yüksek yumurtlama oranı yanında birkaç yıl yaşasalardı yeryüzünün her yanını kara sinekler kaplar ve başta insan olmak üzere birçok canlının dünyada yaşaması imkansız olurdu.

Sayıca en kalabalık, en hızlı biçimde çoğalan ve en saldırgan varlıklar olan mikroplar, aynı zamanda en dayanıksız ve en kısa ömürlü canlılardır. Soğuğun, sıcaklığın, ışığın, asitlerin, kan salgılarının ve başka birçok faktörün etkisi ile milyarlarcası ölür. Sadece çok az sayıdaki hayvana ve insana karşı üstünlük sağlayabilirler. Eğer çok dayanıklı ve uzun ömürlü olsalardı hayatı ve tüm canlıları yok ederlerdi.

Bütün canlı türleri kendilerini düşmanlarına karşı koruyan ve yok olmalarını önleyen silahlarla donatılmışlardır. Bu silahlar çeşitli türde ve birbirinden farklıdır. Sözgelimi sayı çokluğu bir silah olduğu gibi, güçlü vücud yapısı bir başka silahtır. Bu ikisi arasında türlü türlü, çeşit çeşit silahlar vardır.

Korunma bakımından pek beceriksiz bir canlı türü olan domuz böceği kötü koku yayan, yakıcı bir madde ile donatılmıştır. Kendisine dokunan her canlıya bu maddeyi salgılayarak düşmanlarından korunur.

Dişi yumurtacık erkek sperması tarafından döllendikten sonra rahmin çeperine yapışır. Bu döllenmiş yumurtacık son derece oburdur. Çevresindeki çeperi aşındırarak orada emmesine ve gelişmesine elverişli bir kan gölü oluşturur. Cenini annesine bağlayan ve doğuma kadar beslenme kanalı görevi yapan göbek bağının boyu gerçekleştirdiği amacın gereklerine uygun miktarda yaratılmıştır. Yani bu bağ taşıdığı besinin ne yolda ekşimesine yol açacak kadar uzundur ve ne de bu besinin hızla akarak cenini rahatsız etmesine sebep olabilecek kadar kısadır.

“Gebeliğin sonunda ve doğumun başlangıç aşamasında ana memesi sarıya çalan beyazlıkta bir sıvı salgılar. Yüce Allah’ın şaşırtıcı sanatının bir eseri olarak bu sıvı yeni doğan yavruyu hastalıklara karşı koruyan erimiş kimyasal maddelerden oluşmuştur. Doğumun ikinci gününde memede süt oluşmaya başlar. Yine yüce Allah’ın eşsiz plânı uyarınca ana memesinden akan sütün miktarı günden güne çoğalarak bir yılın sonunda iki buçuk litreye ulaşır. Oysa doğumun ilk günlerinde bu sütün miktarı birkaç yüz gramı geçmez. Ana sütündeki mucize sadece süt miktarının çocuğun büyümesine paralel biçimde artması ile sınırlı kalmaz. Ayrıca sütün bileşimine giren maddelerin cinsi ve oranı da zamanla değişir. Ana sütü doğumu izleyen ilk günlerde çok az oranda nişasta ve şeker içeren su ağırlıklı bir sıvı iken zamanla koyulaşır; içindeki nişasta, şeker ve yağ oranı artar. Bu gelişme çocuğun dokularının ve sistemlerinin sürekli gelişimine ayak uyduracak tempoda günden güne gerçekleşir:

Öte yandan hayvan organizmasının sistemleri, bu hayvanın türüne, yaşadığı çevreye ve yaşama şartlarına bağlı olarak değişmekte, farklılık göstermektedir. “Aslanların, kaplanların, kurtların, sırtlanların ve çölde yaşadıkları için ancak avladıkları öbür hayvanların etleri ile beslenebilen bütün yırtıcı hayvanların ağızları kesici dişlerle ve sert azı dişleri ile donatılmıştır. Bunlar avlarına saldırdıklarında kas gücünden yararlanacakları için bacak kasları güçlüdür. Ayrıca bu bacakların uçlarında keskin tırnaklar ve pençeler vardır. Bu hayvanların mideleri de etleri ve kemikleri sindirebilen asitler ve enzimler salgılar.”

Buna karşılık geviş getiren, çayırlarda otlayarak beslenen evcil hayvanların organik sistemleri farklı donanımdadır:

“Bu hayvanların sindirim sistemleri yaşadıkları çevrenin şartlarına uyacak biçimde tasarlanmıştır. Bu hayvanların ağızları oldukça geniştir. Azı ve köpek dişleri sert yapılı ve güçlü değildir. Buna karşılık ağızları parçalayıcı, keskin dişlerle donatılmıştır. Bu sayede otları ve bitkileri çabuk yerler ve bir kerede yutarlar. Böylece yaratılış amaçları olan hisleri insana sunma imkanına kavuşurlar. Yüce Allah bu sınıfa giren hayvanların sistemlerini son derece şaşırtıcı nitelikte yaratmıştır: Bu hayvanların acele ile yuttukları otlar ve bitkiler önce “işkembe”ye iner. Burası besin deposu görevini görür. Gündelik çalışma bitip de hayvan istirahate geçince işkembede depolanan besinler midenin “börkenek” adlı gözüne iner, sonra da tekrar ağzına çıkar. Hayvan bu yutulmuş besinleri ikinci kez iyice çiğnedikten sonra midesinin üçüncü gözü olan “kırkbayır”a gönderir, besinler oradan da midenin dördüncü gözü olan “şirden”e iner.

Bu uzun sindirim işleminin amacı bu tür hayvanları korumaktır. Çünkü bunlar çayırda otladıkları sırada çoğu kere yırtıcı hayvanların saldırısına uğrama tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Bu yüzden bir an önce besinlerini elde edip hızla güvenli istirahat yerlerine çekilmek zorundadırlar.

Bilim diyor ki; geviş getirme işlemi bu tür hayvanlar için zaruri, hatta hayatidir. Çünkü otlar, selüloz zarı ile kaplı hücrelerden oluştuklarından dolayı sindirilmeleri zor bitkilerdir. Hayvan bu bitkileri sindirebilmek için oldukça uzun bir zamana muhtaçtır. Eğer geviş getirmese ve midesinde acele ile yuttuğu besinleri depo etmeye yarayacak “işkembe” denen göz olmasaydı, hayvan otlarken uzun zaman harcamak zorunda kalacaktı, bu zaman bir tam güne yakın olacak, fakat buna rağmen yeteri besini sağlayamayacaktı, üstelik çiğneyip yutma işlemleri sırasında kasları çok yorulacaktı. Oysa geviş getirme işlemi sayesinde acele ile ağzına aldığı besinleri “işkembe”sinde depoluyor, bu besinler orada biraz mayalanıp yumuşadıktan sonra hayvan tarafından tekrar ağza çıkarılarak çiğneniyor, öğütülüyor ve arkasından yutuluyor. Böylece hayvan kolayca otlamış, besinini almış ve aldığı besini sindirmiş oluyor. Bütün bu kolaylıkları tasarlayan Allah ne kadar yücedir.”

Kuşların sindirim sisteminin geriye kalan bölümü de son derece hayret verici bir yapıdadır. Dişleri olmadığı için besinlerini sindirsinler diye “kursak”la ve “taşlık”la donatılmışlardır. Kuşlar, “taşlık”larındaki besinleri sindirmelerine yardımcı öğeler olsunlar diye çakıl taşları ve sert maddeler yutarlar.”

“Amip, minik gövdeli bir canlıdır. Göl kenarlarında ve bataklıklarda ya da akar suların taşıdığı taşlar üzerinde yaşar. Gözleri yoktur, “göz lekeleri” aracılığı ile görür. Kütlesi amarftur, yani ortamın şartlarına ve ihtiyaca göre biçim değiştirir. Hareket edince vücudundan bazı çıkıntılar uzar. Bu çıkıntıları ayak gibi kullanarak istediği yere doğru gider. Bu yüzden bu çıkıntılara “yalancı ayaklar” adı verilir. Besinini bulduğu zaman onu bu çıkıntıların biri ya da ikisi ile yakalar, üzerine sindirimi sağlayıcı bir salgı akıttıktan sonra besinin yararlı öğelerini emer, yararsız artıklarını vücudunun dışına atar. Bu minik canlı sudan aldığı oksijeni kullanır ve bütün vücudu ile solunumunu yapar.”[31]

”Konuşan bir insan herhangi bir sözcüğü nasıl seslendirir?

Bu olay, çok aşamalardan geçen, çok adımları olan, çok sayıda organik sistemin işbirliğini gerektiren, bazı aşamaları halâ bilinmeyen, şu ana kadar aydınlığa kavuşturulamamış olan, son derece karmaşık bir işlemdir.

Bu işlem, bilinçte o sözcüğü söyleyerek belirli bir meramı gerçekleştirmeye yönelik bir ihtiyacın belirmesi ile başlar. Bu ihtiyaç duygusu sonra idrak alanından, ya da akıldan veya ruhtan somut bir işlem aracı olan beyne gider. Ama bu geçişin nasıl olduğunu bilmiyoruz. Sonra da bilim adamlarının söylediklerine göre beyin, sinirler aracılığı ile bu belirli sözcüğü seslendirmeye ilişkin emir verir. Sözcüğün kendisini ise insana yüce Allah öğretiyor, anlamını o belletiyor. Bu sırada akciğerler depoladıkları havanın bir bölümünü dışarıya basarlar. Bu hava bronşlardan soluk borusuna, oradan gırtlağa geçerek ses tellerini titreştirir. Bu ses telleri insan yapısı hiçbir ses aygıtının, hiçbir müzik enstrümanının tellerine benzetilemeyecek oranda şaşırtıcı bir yapıya sahiptirler. Gırtlağa gelince sese dönüşen bu hava aklın isteğine göre biçim alır. Yani yüksek olur, alçak olur; hızlı olur, yavaş olur; sert olur, yumuşak olur, bas olur, tiz olur, ya da başka bir biçime ve niteliğe bürünür. Gırtlağın yanısıra dil, dudaklar, gırtlak ve dişler de devreye girer. Ses bu organlardan geçerken çeşitli harflerin çıkış yerlerindeki özel vurguların etkisi ile biçimlenir. Özellikle dil üzerinde her harfe özgü ses tonunu sağlayan çeşitli bölgeler vardır. Buralarda belirli vurgu gerçekleşerek belirli titreşimi gerektiren harf seslendirilir.

Bütün bu aşamaların sonunda bir tek sözcük seslendirilmiş olur. Bunun arkasından cümleler, konular, düşünceler, geçmişe, şimdiki zamana ve geleceğe ilişkin duygular gelir. Bütün bunlar şaşırtıcı, tuhaf ve ayrı birer alemdirler.` İnsanın şu tuhaf ve şaşırtıcı organizmasında oluşurlar. Onları meydana getiren, Rahman olan Allah’ın sanatı ve lütfudur.”[32]

“Her iki denizden de inci ve mercan çıkar.”

İnci aslında bir hayvan türüdür. “İnci belki de denizlerin en enteresan yaratığıdır. Bu canlı denizlerin derin yerlerinde yaşar. Üzerinde, kendisini tehlikelerden koruyan kireçli bir kabuk vardır. Bu hayvanın öbür canlı varlıklardan farklı bir yapısı ve yaşama tarzı vardır. Balıkçı ağına benzer ince örgülü acayip bir ağı vardır. Bu ağ süzgeç görevi görür. Suyun, havanın ve besin maddelerinin hayvanın vücuduna girmesini sağlarken kum ve çakıl taşı gibi zararlı maddelerin girişine engel olur. Bu ağın altında hayvan ağızları bulunur. Her ağızda dört dudak vardır. Eğer bir kum tanesi, bir çakıl ya da zararlı bir canlı şu ya da bu biçimde söz konusu kabuktan içeri gererse hayvan hemen kaygan bir sıvı salgılayarak o yabancı maddeyi kuşatır, sonra bu sıvı içindeki yabancı madde ile birlikte donarak inciye dönüşür. Oluşan incinin iriliği, söz konusu yabancı maddenin hacmine göre değişir.”

“Mercan da yüce Allah’ın enteresan yaratıklarından biridir. Denizlerin beş metre ile üçyüz metre arasında değişen derinliklerinde yaşar. Vücudunun alt kısmı ile bir taşa ya da bir deniz gibi bitkisine tutunur. Vücudunun üst kısmında bulunan ağız boşluğu bazı çıkıntılarla kaplıdır. Hayvan bu çıkıntıları besinini sağlamak için kullanır. Çoğunlukla deniz böceği gibi küçük canlılardan oluşan avlar bu çıkıntılara dokunur-dokunmaz hareketsiz hale gelerek bu çıkıntılara yapışıp kalır: Sonra bu çıkıntılar kasılarak ağza doğru eğilirler. Böylece insanların yemek borusunu andıran dar bir kanaldan geçerek hayvanın vücuduna girer.

Bu hayvan üreyici hücreler salgılayarak çoğalır. Bu hücreler yumurtacıkları döller. Böylece oluşan embriyo, bir taşa konar ya da bir deniz-altı bitkisine tutunur ve bir süre sonra tıpkı diğer hayvan türlerinde görüldüğü gibi, ayrı bir canlı olur.

Yaratanın gücünün bir kanıtı olarak bu hayvanın bir başka üreme biçimi vardır. Bu üreme biçimi tomurcuklanmadır. Bu yolla meydana gelen yavru tomurcuklar anaç tomurcuklarla birlikte bulunur. Böylece mercan ağacı oluşur. Bu ağacın kalın olan gövdesi dallanma noktalarına yaklaştıkça incelir ve tepe noktasında son derece ince olur. Mercan ağacının boyu otuz santim kadar olur. Canlı mercan adaları portakal sarısı, karanfil kırmızısı, zümrüt mavisi ve koyu siyah gibi çeşitli renklerde olurlar.

Kırmızı mercan, hayvanın canlı kısımlarının yok oluşundan sonra geride kalan katı omurgadır. Bu ölü hayvanların kalkerli iskeletleri büyük koloniler meydana getirir.

Kuzey-doğu Avustralya’daki “Büyük Mercan Seddi” zincirleme kayalar oluşturan bu mercan kolonilerinin en tanınmışıdır. Bu kaya zincirinin uzunluğu bin üçyüz elli mil, genişliği ise elli mil kadardır. Bu kaya zinciri sözünü ettiğimiz küçük canlılardan oluşmuştur.”[33]

“Azot olmadan, besin kaynağı bitkilerin hiçbiri gelişemez. Azotun ekime elverişli toprağa karışmasının iki yolu vardır. Bunlardan biri; belirli bakterilerin üremesidir. Bunlar, yonca, nohut, bezelye ve bakla gibi bitkilerin köklerinin yanına yerleşirler. Bu bakteriler havadan aldıkları azotu, bitkinin emmesine elverişli olacak şekilde ayrıştırırlar. Bitkiler kuruyunca bu birleşik azotun bir kısmı toprakta kalır.

“Azotun toprağa karışmasını sağlayan bir diğer yol da gök gürlemesidir. Havada şimşek çaktığı sırada az miktarda oksijen ve azot birleşir. İşte bu birleşik azot yağmur tarafından toprağa karıştırılır. (Yani bu azot bitkilerin emebileceği şekilde toprağa iner. Yoksa bitkiler -daha önce değindiğimiz gibi- havada % 78 oranında bulunan saf azotu emecek güçte değildirler.)”[34]

“İşitme duyusu dış kulak ile başlar, nerede bittiğini ise ancak Allah bilir. Bilim diyor ki. Sesin havada meydana getirdiği titreşim kulağa aktarılır. Bu titreşimler kulak içinde belli bir düzene girerek kulak zarına çarpar. Oradan kulak içindeki bir boşluğa geçer.

“Bu boşluk burgu ve yarım daire arasında bir tür kanalı kapsamaktadır. Kanalın sadece burgu şeklindeki kısmında “Baş”ta ki işitme sinirine bağlı dört bin küçük yay vardır.

“Bu yaylardan birinin hacmi ve uzunluğu ne kadardır? Sayıları binleri bulan ve her biri özel bir yapıya sahip bulunan bu yaylar nasıl oluşmuşlar? içine yerleştirildikleri alan neresidir? Ve son derece duyarlı ve dalgalı yapıları ile o bölgede yer alan öteki kemikler. işte bütün bunlar neredeyse gözle görülmeyecek kadar küçük olan bu boşlukta yer alıyorlar. Bir kulakta yüz bin işitme hücresi bulunur. Sinirler son derece duyarlı püsküllerle sona ererler. Hiç kuşkusuz bu akıllara durgunluk veren bir incelik, insanı dehşete düşüren bir yüceliktir.”

“Görme duyusunun merkezi gözdür. Göz yüz otuz milyon ışık alıcısını içerir. Bunlar görme sinirlerinin çevresinde yer alırlar. Göz, sklera denilen dış yüzeyi sert bir tabakadan iris tabakasından, Kornca tabakasından, Retinadan ve koroid örtüsünden oluşur. Bunların yanı sıra insanı dehşete düşüren sayıda sinirler ve alıcılar mevcuttur.”

“Retina birbirinden ayrı dokuz tabakadan oluşur. Bunlardan en derinde olan çubuklardan ve konilerden oluşur. Çubukların sayısının otuz milyon, konilerin sayısının ise üç milyon olduğu söyleniyor. Bunlar gerek kendi aralarında gerekse merceklerle aralarında çok sağlam bir oranlama ile düzenlemişlerdir. Göz merceği değişik yoğunlukta bir yapıya sahiptir. Bu yüzden bütün ışınlar merceğin odağında toplanır. insanoğlu böyle bir şeyi tek türden bir maddede örneğin camda gerçekleştiremez.”[35]

”Newyork bilimler akademisi rektörü ve Amerika Birleşik Devletleri bilimsel araştırmalar kurulu eski üyelerinden A.Cressy Morrissonn “insan Yalnız Değildir:’ adlı eserinde şunları söylüyor:

“Biz bilinmeyen engin aleme yavaş yavaş yaklaşıyoruz. Çünkü anlıyoruz ki bilimsel açıdan madde, tümüyle özü elektrik olan evrensel bir sistemin görünümlerinden başka bir şey değildir. Evrenin oluşumunda rastlantının hiçbir rolü olmadığı konusunda kuşku kalmamıştır. Çünkü bu engin evren yasaların egemenliğindedir:’”[36]

“Uykunuzu dinlenme vakti yaptık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü geçiminiz için çalışıp kazanma zamanı yaptık.”

Uykunun insanoğlunun başına gelen bir alıkoyucu olması, insanı belirli bir süre zihinsel ve bedensel etkinliklerden alıkor. İnsanların vücutlarını ve sinirlerini dinlendirir. Uyanıkken çalışıp didinirken ve hayatın problemleri ile uğraşırken vücutlarının ve sinirlerinin harcadığı gücü onlara yeniden kazandırır. Ölüme ve hayata benzemeyen bir konuma yani uyku durumuna sokulmaları yüce Allah’ın planlamasının ürünüdür. Ve bütün bunlar insanın gerçek yüzünü kavrayamadığı, kendisinin iradesinin zerre kadar rol oynamadığı ve kendi benliğinde nasıl olup da meydana geldiğini gözlemlemesinin imkansız olduğu Hayret verici bir olgudur. insan uyanıkken uyku halinde nasıl olduğunu bilmez. Uykuda iken de, uykuda olduğunu kavrayamaz ve uyku durumunu gözlemleyemez. Bu durum, canlının oluşum sırlarından birisidir ve bu sırrı ancak bu canlıyı yoktan var eden, kendisine bu sırrı veren ve hayatın ı bu sırra dayalı kılan yaratıcı bilebilir. Belirli bir süre hariç hiçbir canlı uykusuz kalmaya dayanamaz. uyanık kalsın diye dıştan gelen baskıları bunalan canlı uykusuz kalmaya dayanamaz ve kesinlikle ölür.

Uykuda vücudun ve sinirlerin ihtiyaçlarım karşılamaktan başka sırlar da vardır. Uyku ruhun girmiş olduğu şiddetli hayat mücadelesinde, yapmış olduğu ateş-kestir. Öyle bir ateşkes ki, insanın başına gelir gelmez ruh, ister-istemez silahını ve kalkanını bir yana bırakır, kendini güvenli bir esenliğin, su ve ekmek gibi muhtaç olduğu esenliğin kucağına bir süre atar. Bazı durumlarda bu olay mucizeye benzer şekilde gerçekleşir. Şöyle ki, ruh yorgundur, sinirler yıpranmıştır, ruh huzursuzdur, gönül korku içindedir. İşte tam bu esnada gözlere uyku çöker. Bazen birkaç dakikayı aşmayan bu uyku, bu kişinin benliğinde tam bir değişim meydana getirir ve sadece gücünü değil, hatta tüm benliğini yeniler. Öyle bir yenilenme ki insan uykudan uyandığında adeta yeni bir canlıdır. Bu mucize açık olarak Bedir ve Uhut savaşlarında yorgun düşen Müslümanların başına gelmiştir. Yüce Allah, onlara bu mucizeyi anlatarak kendilerine verdiği nimeti hatırlatmaktadır:

“Hani Allah korkunuzu gidermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı.” “Sonra o kederin ardından Allah, üzerinize içinizden bir grubu saran bir güven duygusu bir uyuklama indirdi.”[37] Birçok kimse buna benzer olaylarda bu durumu yaşamıştır.

Ayetin deyimi ile bu “sübat” yani uyku ile zihinsel ve bedensel etkinliklere ara verme, canlı varlıkların oluşumları için gerekli elemanlardan birisi, yaratıcı kudretin sırlarından bir sır ve ancak Allah’ın verebileceği nimetlerden bir nimettir. Kur’an’ın uyguladığı bu metod ile bakışların bu nimete çevrilmesi, insanın dikkatini kendi varlığının özelliklerine, bu özellikleri kendi benliğine yerleştiren kudret eline çekmekte ve insanda düşünce, tefekkür ve etkilenme uyandıracak bir dokunuşla ona dokunmakta ve etkilemektedir.”[38]

“Biz suyu döktükçe döktük.”

Suyun yağmur şeklinde dökülmesi hangi çevrede yaşarsa yaşasın, hangi derecede bilgi deneyimi olursa olsun her insanın bilip tanıdığı bir hakikattır. Bu bir gerçektir. Her insan onunla muhataptır, onunla yüz yüzedir. insanlık bilimde ilerledikçe bu ayetin anlamını daha geniş boyutlarda kavramakta ve eski dönemlerde bilinenin ötesinde bilgiler elde etmektedir. Böylece her insanın gördüğü ve hergün tekrarlanan bu yağmur hakkında insanın bilgisi derinleşmektedir.

Büyük okyanusların meydana gelişine ilişkin şu anki teorilerin doğruya en yakını, bu okyanusların önce gökte üstümüzde oluştukları, sonra yeryüzüne boşandıklarını söyleyen teoridir. Bugün ise okyanuslardan buharlaşan su, yağmur şeklinde yere inmektédir.

Çağdaş bilginlerden biri bu konuda diyor ki; “Eğer yer küresinin güneşten ayrıldığı sıradaki sıcaklığı on iki bin derece civarında idi. Veya yeryüzünün sıcaklık derecesi bu kadardı şeklindeki görüş doğru ise bu demektir ki orada tüm elementler özgür ve bağımsızdır. Bu nedenle önemli kimyasal herhangi bir oluşumun meydana gelmesi mümkün değildi. Yerküresi ya da onu oluşturan parçalar yavaş yavaş soğumaya başlayınca oluşumlar meydana geldi ve tanıdığımız gibi dünyanın hücresi oluştu, darlık oksijen ve hidrojenin birleşebilmesi için sıcaklık derecesinin dört bin dereceye düşmesi gerekiyordu. Bu noktaya gelindiğinde elementler birleştiler. Şimdi bildiğimiz su meydana geldi. Ve yerkürenin semasını kuşattı. Bu sıradan olay gerçekten korkunç büyüklükte meydana gelmiş olmalıdır. Bütün okyanuslar gökte bulunuyordu. Birbiriyle birleşmeyen elementlerin tamamı havada gaz halinde bulunuyorlardı. Atmosferin dış yüzeyinde oluştuktan sonra yere doğru inmeye başladı. Fakat ona ulaşması henüz mümkün değildi. Zira sıcaklık derecesi binlerce mil uzaklıktaki mesafeye oranla yere yaklaştıkça artıyordu. Doğal olarak suyun yeryüzüne ulaştığı tufan zamanı geldi. Ulaşıp buhar şeklinde tekrar yükseliyordu. Okyanusların havada olduğu sıralarda soğumanın ilerlemesi ile meydana gelen taşmalar gerçekten her türlü tahminin üstünde beklenenin çok ilerisinde meydana gelmiştir. Ve bu coşku patlamalarla birlikte devam edip gitmiştir:

Biz Kur’an ayetlerini bu teoriye bağlamasak ta bu teori bizim bu ayetlere ve işaret edilen tarihe ilişkin düşüncelerimizin sınırlarını genişletmektedir. Suyun bardaktan boşanırcasına dökülmesi tarihine bir boyut kazandırmaktadır. Bu teori doğru da olabilir. Yeryüzündeki suyun aslına ilişkin başka teoriler de söz konusu olabilir. Fakat Kur’an’ın hükmü her çevrede ve her nesilde yetişen tüm insanlara hükmedecek niteliğini her zaman korur.”[39]

“Soluk almaya başlayan sabaha.” ifadesi de bunun gibidir. Hatta ondan daha canlı ve daha yüklü mesaj taşımaktadır. Sanki sabah nefes Alıp veren bir canlıdır. Nefesleri aydınlık, hayat ve canlı olan herşeye sızan harekettir. Aşağı yukarı kesin söyleyebilirim ki, Arap dili ve edebiyatı bütün ifade ve anlatım gücüne rağmen sabahın bu türden bir ifadesini içermemektedir. Şafağın görünmesi, açık olan kalplere onun bilfiil nefes aldığı duygusunu vermektedir. Sonra bu ifade geliyor, açık olan kalbin hissettiği bu gerçeği tasvir ediyor.”[40]

”İnsanın bedensel yapısını meydana getiren en genel sistemlerin her biri Hayret verici güzelliktedir. İnsanların karşılarında durup dehşete kapıldığı insan yapısı ile sanat ve sanayi güzelliklerinin bütün Hayret verici ürünleri asla karşılaştırılamaz. Bunlar: İskelet sistemi, kas sistemi, cild sistemi, sindirim sistemi, kan dolaşımı sistemi, solunum sistemi, üreme sistemi, bezler sistemi, sinir sistemi, boşaltım sistemi, tad alma sistemi, koklama, işitme ve görme sistemleridir. İnsanlar insan yapısı sanatlara yönelmekte fakat incelikleri, derinlikleri ve büyüklükleri her türlü takdirin üstünde olan bu sistemleri unutmaktadırlar! “İngilizce yayınlanan Bilimler Dergisinde deniyor ki: İnsan eli eşsiz, Hayret verici doğal güzelliklerin başında yer almaktadır. Sadeliği, gücü ve hızlı uyum sağlaması yönünden insan elinin işlevini görecek bir makinayı yapmak gerçekten çok zordur, hatta imkansızdır. Mesela bir kitap okumak istediğinde onu elinle rahatlıkla alıyorsun. Sonra onu okumaya en uygun biçimde indiriyorsun. İşte onu doğru biçimde ve otomatikmen yerleştiren bu eldir. Kitabın bir sayfasını çevirmek istediğinde parmaklarını yaprağın altına koyuyor ve üzerine basıyor. Hem de kağıdı çevirerek derecenin ne altında ne de üstünde bir biçimde. Sonra yaprağın çevrilmesiyle baskıya son veriyor. Kalemi tutan ve onunla yazı yazanda eldir. İnsanın günlük hayatında kaşıktan bıçağa ve daktiloya varıncaya kadar tüm adet ve edevatı kullanan. Pencereleri açıp kapatan ve insanın her istediğini kaldırıp taşıyan da eldir. her iki el yirmiyedi kemikten ve onyedi kas sisteminden oluşmaktadır.”

“İnsan kulağının (orta kulak) küçük bir kesimi yaklaşık dört bin kadar ince ve karmaşık kıvrımdan meydana gelen, şekil ve hacim bakımından Hayret verici bir düzene sahip bir kompleksten oluşmaktadır. Bu kıvrımların bir musiki aletini andırdığını söylemek mümkündür. Öyle anlaşılıyor ki bunlar gök gürültüsünden, ağaç hışırtısına kadar meydana gelen her sesi ve gürültüyü herhangi bir şekilde Alıp beyine aktaracak biçimde hazırlanmıştır. Ayrıca orkestradan veya kendi düzenli bütünlüğü içinde her müzik aletinin çıkardığı tüm sesleri birbirinden şahane biçimde ayarlayacak yapıdadır.”

“Gözdeki görme duyusunun merkezi, ışığı karşılayan yüz otuz milyon sinir uçlarından meydana gelmiştir. Kirpiklerle beraber göz kapakları onu, gece gündüz korumaktadır. Göz kapağının hareketi refleks halindedir ve gözü topraktan,mikroplardan ve yabancı maddelerden korumaktadır. Kirpikler meydana getirdikleri gölge ile güneş ışınlarının keskinliğini kırmaktadırlar. Göz kapaklarının hareketi, bu korumanın yanında gözün kurumasını da engellemektedir. Gözü kuşatan ve gözyaşı adı verilen salgıya gelince bu göz için en güçlü en etkili temizleyicidir.”

“İnsandaki tat alma cihazı dildir. Dilin bu eylemi içinde epitelyum hücreleri bulunan tat alma, hücrelerinin dilin üzerinde oluşturduğu kaygan dokularla gerçekleşir. Bu dokuların değişik şekilleri vardır. Bunların bir kısmı ipliksi, bir kısmı mantarsı, bir kısmı ise mercimeksidir. Bu dokular, tad alma sinirlerini ve dilin damarlarını beslemektedir. Yeme esnasında tat alma sinirleri etkilenmektedir ve bu etkiyi beyne iletmektedir. Bu cihaz ağzın girişindedir. Böylece insanın zararlı olduğunu hissettiği bir şeyi hemen dışarı atması mümkün olmaktadır. İnsan bu cihazla acı ve tatlıyı, soğuk ve sıcağı, tuzlu ve tuzsuzu, zehirli ve benzeri şeyleri hissetmektedir. Dil, küçük, ince tad alma hücrelerinden dokuz binini ihtiva etmektedir ve bu hücrelerin herbiri birkaç sinirle beyine bağlıdır. Buna göre sinirlerin sayısı kaçtır, hacimleri nedir, tek olarak nasıl çalışırlar, beyinde duyuyu nasıl toplayıp oluştururlar, bilmiyoruz.”

Vücudun her tarafını bütünüyle kuşatan sinir sistemi, vücudun her tarafından geçen ince ve kendisinden daha çok başkalarına bağlı olan ince, küçük duyarlılık hücrelerinden oluşmaktadır. Bunlarda, merkezi sinir sistemine bağlıdırlar. Vücudun herhangi bir tarafı etkilendiğinde isterse bu etkilenme insanı kuşatan havanın sıcaklığında ufak bir değişme olsun bu durumda sinir hücreleri bu duyguyu vücuda yayılmış olan merkezlere iletirler. Bunlar da duyuyu beyne iletirler. Böylece beynin gerekli tepkiyi göstermesi sağlanır. Sinirlerdeki işaretlerin ve uyarıların hızı saniyede yüz metreye ulaşır.”

“Sinir sistemine baktığımızda onun bir kimya labaratuarındaki bir işlemi andırdığını görürüz. Yediğimiz yemeklere baktığımızda onların Hayret verici maddelere dönüştüğünü farkeder ve orada meydana gelen işlemin gerçekten Hayret verici olduğunu kesin anlarız. Çünkü burada midenin kendisi dışında hemen hemen herşey yenir.

Önce bu kimya lâboratuarına bir kaç çeşit basit yiyecek maddelerini koyalım ve bu konuda lâboratuarın kendisine ait düzenini hiç göz önünde bulundurmayalım. Sindirme kimyasının onları nasıl ayrıştırdığını düşünmeyelim. Biz birkaç et parçası, fasulye buğday ve kızartılmış balık yiyoruz. Sonra da bir miktar su içiyoruz.

Mide bu karışımın arasındaki yararlı maddeleri seçip almaktadır. Yemeğin her çeşidini ezmekte ve onları kimyasal bölümlerine ayırmaktadır. Geri kalanını yeni proteinlere dönüştürmektedir. Bunlar değişik hücrelerde gıdalar haline gelmektedir. Sindirim sistemi bu sırada kalsiyum, kükürt, iyot, demir ve diğer bütün zaruri maddeleri seçmektedir. Ve bu sırada öz maddelerin zayi olmamasına özen göstermekte, hormonların üretilmesine imkan sağlamakta ve hayat için gerekli olan tüm ihtiyaçların düzenli ölçüler içinde ve her zaruri ihtiyacın hazır hale gelmesine dikkat etmektedir. Açlık gibi herhangi bir geçici durumu karşılamak amacı ile yağ ve diğer ihtiyati maddeleri depo etmektedir. Bütün bunları insan düşüncesinden ve onun yorumundan habersiz yapar. Biz sayılamayacak derecede çok olan bu maddeleri bu kimyasal lâboratuara döküyoruz ve yaklaşıl; olarak bütünü ile yaptığımız işlerden sarfınazar ediyor gerisine karışmıyoruz. Böylece hayatımızın devamı için gereken otomatik bir işlem saydığımız bu faaliyete sırtımızı dayamış oluyoruz. Bu yiyecekler sindirilip ve yeniden hazırlanıp sürekli olarak milyonlarca hücreye dağıtılır. Bu hücrelerin sayısı yeryüzündeki bütün insanların sayısından fazladır. Her hücreye ulaştırılması gereken bu kesin maddelerin sürekli ve tek tek her hücreye ulaştırılması gerekmektedir. Ve bu belli düzenin ihtiyaç duyduğu maddelerin dışında başka şeylerin ona götürülmemesi gerekir. Bu kesin maddelerinde kemik, tırnak, et, saç, göz ve diş yapacak olan her hücreye kendisine has besinlerin ulaştırılması gerekir.

Demek ki burada insan zekasının icat ettiği en mükemmel labaratuvarda daha çok maddelerin elde edildiği bir kimya lâboratuarı bulunmaktadır. Yine burada şu ana kadar dünyanın tanıdığı nakil ve dağıtım düzenlerinin çok ilerisinde bir dağıtım düzeni vardır. Burada herşey son derece düzenli bir şekilde gerçekleşmektedir.”[41]

”Su örümceklerinden biri, kendisi için, örümcek ağı ipliğinden balon şeklinde yuva yapar ve onu suyun altında bir yere bağlar. Sonra su yüzüne çıkar ve gayet ince bir ustalıkla vücudunun altındaki kıllar arasında bir hava kabarcığı saklayarak suyun içine dalar. Hava kabarcığını yuvasının altına bırakır. Bu işi defalarca tekrar eder, nihayet balon biçimindeki yuva şişince içine girip yavrular. Şu örümceği, bu balon içinde hava cereyanlarından emin olarak yavrularını büyütür. Burada dokuma, mühendislik, inşa ve havacılık ilimlerinin bir sentezi ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz.

Yavru halindeki “som” balığı yıllarca denizde yaşar. Fakat birgün gelir doğduğu nehre döner. İşin enteresan tarafı “som” balığının, içinde doğduğu nehir kolunun büyük nehirle birleştiği yerden içe doğru girmesidir. Belki bu nehrin iki tarafında bulunan iki Amerikan eyaletinden birinde kanunlar kesin, diğerinde gevşektir, fakat kanunlar, nehrin sadece bir kıyısını tercih ettiğini söyleyebileceğimiz som balığına göre mutlak manada kesindir. Peki, bu balığı o kadar ince ve titiz hesaplarla doğum yerine döndüren şey nedir? Doğduğu yer istikametinde yüzmekte olan som balığı nehrin başka bir koluna nakledilse yanlış yolda olduğunu fark eder ve ana nehre ulaştıktan sonra yolunu değiştirerek asıl gideceği yere yönelir.

Bu konuda çözüm bekleyen daha güç bir bilmece vardır; yukarıda anlattığımız hareketin tanı aksini yapan yılan balıklarının macerası. Bu Hayret verici yaratıklar, olgunluk çağına erişince, bulundukları çeşitli göl ve nehirlerden göç etmeye başlar. Söz gelimi Avrupa’da bulunan yılan balıkları denizde binlerce kilometre seyrettikten sonra, hepsi de Bermudanın güney açıklarındaki dipsiz derinliklere gider. Burada yavruladıktan sonra ölür. Yavru balıklar, engin denizin ortasında hiçbir şeyden haberi olmayan o hayvanlar da yolculuğa çıkar. Ölmüş annelerinin geliş yolunu bularak onların geldikleri sahile varırlar. Orada da kalmayarak eskiden annelerinin yaşadığı nehri, gölü veya su birikintisini bulurlar. Böylece suyun her bir zerresi yılan balığıyla tanışmış olur. Düşünelim ki, bu hayvan buraya gelebilmek için en kuvvet!i akıntılara göğüs germiş, bütün deniz kabarmaları ve kasırgalarına mukavemet göstermiş ve birçok azgın dalgalarla boğuşarak onları yenmiştir. Şimdi artık gelişebilir. Nihayet birgün olgunluk çağına gelince gizli bir kuvvet onu dönmeye, geldiği yere doğru tekrar yola çıkmaya sevk eder.

O halde yılan balığına böyle yön veren kuvvet nereden doğmaktadır? Şimdiye kadar hiçbir Amerikan yılan balığı Avrupa sularında yakalanmadığı gibi hiçbir Avrupa yılan balağına da Amerika sularında rastlanamamıştır. Tabiat Avrupa yılan balağının gelişmesini diğerlerine nispetle bir veya birkaç yıl daha geciktirmiştir ki yürüyeceği uzun mesafe için gerekli kuvveti kazanmış olsun.

Ne dersiniz, maddenin en küçük parçaları, atomlar ve moleküller, yılan balığını teşkil etmek için bir araya geldiklerinde, bunlarda bir yön verme şuuru ve icra için gerekli bir irade gücü mü doğmaktadır, acaba?

Rüzgarın dişi bir kelebeği üst kattaki odanızın penceresinden içeriye attığını düşünelim. Dişi kelebek hemen gizli bir işaretle erkeğine haber verir. Erkek kelebek ne kadar uzakta bulunursa bulunsun bu işareti Alır ve karşılığını verir. Siz bu iki kelebeği şaşırtmak için ne yapsanız faydasızdır.

Acaba bu çelimsiz ve cılız yaratığın verici ve radyo istasyonu ve erkeğinin de antenli bir alıcı radyosu mu vardır, yoksa dişisi, havayı titreştiriyor da öteki bu titreşimleri mi alıyor?

Istakoz gibi birçok hayvan vardır ki, sözgelimi, pençelerinden birini kaybedecek olsa vücudundan parça koptuğunu farkeder, hücrelerini çalıştırmak ve bakiye unsurlarından faydalanmak suretiyle hemen kaybolan organı yerine getirmeye koyulur. Organ tam olarak yerine gelince hücrelerin çalışması durur, çünkü hücreler, bilinmeyen bir yolla işi bırakma zamanının geldiğini anlar.

Tatlı su polipi ikiye ayrıldığı zaman, bu parçalardan biri yoluyla yeniden teşekkül etme imkanını bulur. Solucanın başını kesecek olursanız hemen yeni bir baş imal ettiğini görürsünüz. Biz insanlar da yaralarımızı iyileştirme imkanına sahibiz. Fakat operatör -gerçekten olabilecekse- hücreleri harekete geçirip de yeni yeni kollar, tırnaklar… Ve sinirler elde etme imkanına ne zaman kavuşacaklardır?

Burada “yeniden yaratma” bilmecesine bir parça ışık tutan müthiş bir gerçek vardır: Hücreler ilk gelişimi sırasında bölünecek olursa, bölünen her parça tam bir canlı meydana getirme kudretine sahip olmaktadır. O halde ilk hücre iki ayrı parçaya ayrılırsa her bir parçadan ayrı ayrı fertler oluşur. İkizlerin birbirine benzemesi bu olayla izah edilebilir. Fakat hadiseden daha önemli bir netice çıkarmalıyız: Demek ki başlangıçta mevcut olan her hücre bütün ayrıntılarıyla türünün tam bir ferdi olabilmektedir. O halde hiç şüphe yok ki sen her hücre ve dokuda aynen sensin.”[42]

“Bu insanlar bakmıyorlar mı develerin nasıl yaratıldığına?” Deve arap insanının ilk başta gelen hayvanı idi. Onun üzerinde yolculuğa çıkar, onun üzerinde yüklerini taşırlardı. Sütünü içerler, etini yerlerdi. Yününü örüp, derisini yaygı olarak kullanırlardı. Yani deve onların ilk hayat kaynağı idi. Sonra devenin öteki hayvanlardan ayrı özellikleri de vardı. Bunca kuvvetine, cüssesine ve güçlü yapısına rağmen deve boyun eğen bir hayvandır, bir küçücük çocuk çeker götürür onu, o da boyun eğer. Çok büyük yarar sağlaması ve iş görmesine rağmen az masraflı bir hayvandır. Beslenmesi kolaydır, yetiştirilmesi için harcanan emek yok denecek kadar azdır. Evcil hayvanlar içerisinde açlığa, susuzluğa, yorgunluğa ve kötü hayat şartlarına en çok dayanabilen hayvandır. Bir de az ilerde belirtileceği gibi, devenin şeklinin gözler önündeki doğal tablo ile uyum sağlaması bakımından da bir farklılığı vardır.

Bunun için Kur’an-ı Kerim, dinleyenlerin dikkatini, önlerinde bulunan ve yeni bir bilgiyi ve haberi gerektirmeyen devenin yaratılıyı düşünmeye çekiyor. “Bu insanlar bakmıyorlar mı develerin nasıl yaratıldığına?” Devenin yaratılışına ve vücut yapısına bakmazlar mı onlar? Sonra da üşenmezler mi? Deve görevini yerine getirmeye uygun olan şu biçimi ile nasıl yaratılmıştır? Yaratılış gayesini yerine getiren, yaşadığı çevre ile ve görevi ile uyumlu olarak bu biçimi ile nasıl biçimlendirilmiştir. Onu yaratan kendileri değildir. Kendi kendini de yaratmış olmayacağına göre, geriye kala kala eşsiz sanatı olan bir yoktan var edicinin yaratması sonucu var olmaları kalıyor. Ki o yaratıcının sanatı kendi varlığına delil olup varlığını kesin olarak göstermektedir ve O’nun herşeyi yönettiğini ve planladığını göstermektedir.”[43]

Ana rahmine düşen ilk hücre, orada bomboş, hareketsiz olarak durmaz. Aksine hemen -Rabbinin izni ile orada yaşayıp beslenmek için kendine uygun ortamı hazırlamak uğruna çalışıp çabalamaya, uğraş vermeye başlar. O karanlık dünyadan çıkış kapısına ulaşıncaya kadar bitip tükenmeyen bir uğraştır bu. Ardından annenin çektiği doğum sancısının yanında, yavrunun bizzat kendisinin de aynı sancıdan neler çektiğini Allah bilir. Ana rahmindeki bu çocuk dünya ışığını görür görmez öyle bir basınç ve itilme ile karşılaşır ki Rahim denilen o küçücük alemin kapısından çıkarken neredeyse boğulacak gibi olur.

İşte bu andan itibaren en yorucu çaba ve en acı çile başlar. Çünkü ana rahmindeki bu çocuk şimdi hiç alışık olmadığı havayı teneffüs etmeye başlar. ilk kez ağzını ve ciğerlerini açar. Çığlıklar içinde nefes Alıp vermeye başlar. Bu çığlıklar sanki dünya hayatının başlangıcının çilelerinin işaretlerini verir gibidir! Sindirim sistemi ve kan dolaşımı daha önce alışılmayan bir biçimde çalışmaya başlar. Barsakları bu yeni reaksiyona alışıncaya dek gıda artıklarını dışarı çıkarmak için neler çeker! Bundan sonra attığı her adım çile, yaptığı her hareket yorgunluk üstüne yorgunluk, bitkinlik üstüne bitkinliktir. Emeklemek isteyen, yürümeye çalışan bir çocuğu izleyen onun bu basit hareketleri yapmak için ne çileler çektiğini kendi gözleri ile görür.

Dişleri çıkarken çile, ayakta dengede durmak ayrı bir zahmettir. Düşmeden adım atması meşakkat, öğrenmesi yorgunluk, düşünmeyi öğrenmesi ayrı bir çiledir. Yani her yeni tecrübesi emeklemek ve yürümek gibi ayrı bir çiledir.

Daha sonra yollar ayrılır, zahmetler çeşitlenir. Kimi kas gücü ile yorulur. Kimi zihin gücü ile didinir durur. Kimi ruhu ile çaba harcar, kimi bir lokma ekmek ve bir hırka giymek için ter döker. Kimi binini ikibin, yapmak onbin’ini yüzbine çıkarmak için didinir durur. Kimi makam ve mertebe için kendisini parçalar. Kimi de Allah yolunda yorulur. Kimi de şehvet ve arzu peşinde koşar. Kimi inanç sistemi ve islam davası için ter döker. Kimilerin yorgunluğunun sonu cehennemdir. Kimilerinin ki ise cennettir. Kısacası herkes yükünü omuzuna almış taşımaktadır. Herkes Rabbine giden yolda basamak basamak çilelere göğüs gererek yükselmektedir ve en sonunda da Rabbine kavuşacaktır herkes. Orada en büyük acı günahkârların, en muazzam rahatlık da mü’minlerin olacaktır.

Doğrusunu söylemek gerekirse, dünya hayatının yapısı yorgunluktur. Şekli ve nedenleri değişebilir ama son tahlilde hepsi de yorgunluktur. Zararlıların en zararlısı dünyanın yığın yığın çilelerine katlanan, sonunda ise çektiği çilelere karşılık öbür dünyada en yorucu ve en acı felaketlerle karşılaşan kimsedir. Bahtlıların en bahtlısı ise Rabbine giden yolda zâhmetlere ve çilelere göğüs gerip yorulan, sonunda ise, kendisinden öbür dünyanın meşakkatlerini Alıp götürecek iyi amellerle Rabbine kavuşan ve yüce Allah’ın gölgesi altında kendisine en büyük rahatı sağlayacak, salih amellerle O’na ulaşan mü’mindir.”[44]

-“Sizi tek bir nefisten yarattı, sonra da ondan kendi eşini var etti ve sizin için..

davarlardan sekiz çift indirdi.Sizi annelerinizin karınlarından, üç karanlık içinde,bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur;mülk de O’nundur.O’ndan başka ilah yoktur.Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz?”[45]

“Üç perde; ana karnı, ana rahmi ve zardır.”

“Doğurana ve doğurduğuna andolsun ki,”[46]

“Bir bitkiyi düşünelim. Gelişme aşamalarında bir tohum, nelerle boğuşur. Atmosferin etkilerine göğüs gerer. Çevresinde bulunan elementlerden gıdaları emmeye çalışır. Sonunda dallı-budaklı bir ağaç olur. Kendisi gibi tohum ya da tohumlar vererek kıvama gelir. Ve hoş manzarası ile kainatı süsler. İşte bir tohum bu aşamaya gelmek için ne çilelere göğüs gerer! Şimdi, bu söylenenleri aklımızın bir köşesine koyup, bitkiler dünyasından, hayvanlar ve insanlar alemine eğilirsek, doğuran ile doğan canlının daha büyük çilelere katlandıklarını görürüz. Ve her iki canlı dünyasının kendi türünü koruma uğruna ve şekilleri ile kainatın güzelliğini saklamak için çok daha fazla çilelere ve meşakkatlere katlandıklarını görürüz: ‘

Yüce Allah insan denen yaratığın hayatında değişmez bir gerçeği pekiştirmek, üzerine dikkat çekmek için “doğuran ve doğan” üstüne yemin ediyor.

Yüce Allah insan denen yaratığın hayatında değişmez bir gerçeği pekiştirmek, üzerine dikkat çekmek için “doğuran ve doğan” üstüne yemin ediyor.

“Biz insanı birtakım zorluklar, zahmetler ve sıkıntılar içinde yarattık.” Biz insanoğlunu, bitip tükenmez, meşakkat, sıkıntı, çaba, çile, mücadele ve uğraşı ile meşgul olmak üzere yarattık. Nitekim yüce Allah başka bir surede buyurur: “Ey insan! Sen Rabbin için çalışıp çabaladın, artık O’na-kavuşmaktasın.” [47]

Çapı bir mm. olan ipek ipliği,aynı kalınlıktaki bir çelik telden beş kat daha sağlamdır.Ve kendi uzunluğunun dört katı kadar esneyebilmektedir.İpek hafif olup,dünyanın çevresi boyunca uzatılacak bir ipek ipliğinin ağırlığı sadece 320 gram gelmektedir.

-” Anne Sütünün Oluşumu: Doğumdan sonra anne beyninde bulunan Hipofiz adlı salgı bezinden salgılanan prolakdin adlı maddenin uyarısıyla annenin memelerinde süt yapımı başlar. Bebeğin memeyi emmesi sırasında beyindeki merkezden oksitosin denilen hormonun salgılanmasıyla süt kanalları kasların kasılmasıyla kasılmasını sağlayarak sütün dışarı akmasını sağlar. Memeden geçen her 300 mililitre kandan 1 mililitre süt oluştuğu hesaplanmıştır. “[48]

-“İnsan vücudunun nehirleri olan damarlarında dolaşıp akan kana bakalım. Kanımızda vazifeleri farklı olan üç çeşit kan hücresi vardır.

-İlki alyuvarlar: Kanımıza kırmızı rengi verir. Bir metreküp kanda 4-5 milyon kadar alyuvar vardır. Alyuvarlar, vücudumuzun ihtiyacı olan oksijeni hücrelere ulaştırır. Alyuvarlar, genel olarak 100-120 gün kadar vazife gördükten sonra ölürler. Kandaki alyuvar sayısını korumak için, vücut her saniyede 10 bin alyuvar üretmek zorundadır.

İkincisi akyuvarlar: Bir milimetreküp kandaki akyuvar sayısı 4-10 bin civarındandır. Akyuvarlar vücudumuzu mikroplara karşı korurlar. Hastalık şiddetlendiği zaman sayıları artar ve bir milimetreküp kandaki sayısı 10 bin den 30 bine kadar yükselir.

Üçüncü olarak ta trombositler vardır. Bunlardan bir milimetreküp kanda 300 bin tane bulunur. Trombositler kanın pıhtılaşmasını sağlayarak kanamayı durdururlar. Eğer trombositler olmasaydı, vücudumuzun her hangi bir yeri kanadığında kan durmayacaktı. “

“Dünyamızdan saniyede 16 milyon ton su buharlaşır. Ve dünyanın dört bir yanına dağılır. Böyle bir sıcaklığı kömür yakarak sağlamaya çalışsa idik 410 000 000 000 000 000 bu kadar ton kömürü her saniye yakmamız gerekecekti. Allah’a hamd olsun güneşin yüzeyindeki 6000 derecelik sıcaklık bizleri böyle üstesinden gelemeyeceğimiz bir zahmetten kurtarıyor.”yeni Ufuk.

-”Güneşin yüzey ısısı 6000 kelvin derecedir. Bu sıcaklıktaki bir toplu iğne başı, insanı 150 kilometreden öldürebilir. “

-İpek böceği dünyanın etrafını üç kere dolanacak şekilde ördüğü ipin toplamı bir kilo tutar.İnce ve çelikten beş kat fazla sağlam ve de esnektir.

-”Kara deliğin sırrı!

Astronomlar evrenin oluştuğu zamanlara ait olduğu düşünülen dev bir kara deliğin kütlesini ölçmeyi başardı. Kara delik dünyadan bir trilyon büyük”[49]

” NASA: Göktaşı Dünya’ya çarpmayacak

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi, 2002 NT7 adlı göktaşının 1 Şubat 2019’da Dünya’ya çarpma ihtimalinin çok düşük olduğunu açıkladı.
Liverpool’daki John Moores Üniversitesi’nden Dr. Benny Peiser, ilk olarak 5 Temmuz gecesi New Mexico’daki gözlemevince saptanan 2002 NT7 katalog numaralı gökcisminin, Dünya ile çarpışma ihtimali içeren rotada bulunduğunu ve 1 Şubat 2019’da Dünya’ya çarpabileceğini söylemişti.
Peiser, parlaklığı gözönüne alındığında 2 kilometre genişliğinde olduğu tahmin edilen NT7’inin Dünya’ya çarpma olasılığının 60 binde bir olduğunu belirtmişti. İngiliz bilim adamları, NT7’yi bugüne kadar tespit edilen en tehlikeli göktaşı olarak nitelendirmişti.
Araştırmacılar, Güneş’in çevresindeki dönüşünü 837 günde tamamlayan NT7’nin, 1 Şubat 2019’da Dünya’ya çarpma hızının saniyede 28 kilometreye ulaşabileceğini, bu hızın bir kıtayı yok edecek seviyede olduğunu ve küresel iklim değişikliklerine yol açabileceğini tahmin ediyor.

” Gökbilimciler, Samanyolu galaksisi içinde, Güneş’ten farklı bir yıldızın etrafında dönen 100. gezegenin keşfi üzerine, galaksimizde milyarlarca dünya olabileceğini söylüyorlar.Carnegie Enstitüsü Gezegen Araştırma Programı’nda çalışan gökbilimcilerin dev teleskopla keşfettikleri yeni gezegenin, 293 ışık yılı uzaklıktaki HD 2039 yıldızı etrafında döndüğü belirtildi.100. gezegenin keşfinden sonra bilim adamları, Samanyolu galaksisinde kaç gezegen olduğu ve bunların kaçının Dünya gibi olduğu konusunu tartışmaya başladılar. Bilim adamları, her iki soruya da milyarlarca yanıtını veriyorlar.
Araştırmacılara göre, galaksimizde 300 milyar civarında yıldız varsa 30 milyar kadar da gezegen sistemi olabilir ve bu sistemlerin büyük çoğunluğu, Dünya gezegeni gibi dünyaları kapsayabilir. Samanyolu’nun ortalama çapı 100 bin ışık yılı, bir ışık yılı ise 9.5 trilyon kilometre.”

”Güneş Sistemi’nin de içinde bulunduğu Samanyolu üzerinde dört yıldır yapılan incelemeler sonuç verdi. 500 milyon yıldızın araştırılması sonucu galaksimizin haritası çıkarıldı. Böylece Samanyolu’nun bütünlük içinde portresi ilk kez resmedilmiş oldu 2MASS adlı araştırma sonucunda ortaya çıkarılan bu perspektif sayesinde galaksimizin merkezindeki yeni keşfedilen yıldızlar da haritanın içinde gösterilebiliyor. Böylece bugüne kadar ancak teorik olarak ifade edilebilen yıldızların varlığı da kanıtlanmış oldu.[50]

-“Yeni bir insanın yaratılmasının sebebi olacak spermler erkek vücudunun ‘dışında’ üretilir. Bunun sebebi üretimin ancak vücut ısısının yaklaşık 2 derece altında gerçekleşebilmesidir. Bu ısının sabitlenmesi için bir de testis üstüne yerleştirilmiş özel deri çalışır. Bunun fonksiyonu soğukta büzüşerek, sıcakta ise terleyerek gerekli olan ısıyı sabit tutmaktır. Testislerde dakikada ortalama 1000 adet üretilen spermler erkeğin testislerinden kadının yumurtalarına doğru yapacağı yolculuk için özel bir dizayna sahiptir; baş, boyun ve kuyruktan oluşur. Kuyruğu bir balık gibi ana rahminde ilerler.

Bebeğin genetik şifresinin bir bölümünü barındıran baş kısmı özel bir koruyucu zırhla kaplanmıştır. Bu zırhın faydası anne rahminin girişinde farkediliyor: Buradaki ortam -annenin mikroplardan korunması amacıyla- son derece asitlidir.

Erkekten rahme atılan sadece milyonlarca sperm değildir. Meni birbirinden farklı sıvıların karışımından oluşur. Bu sıvılar spermlerin gerek duyduğu enerjiyi karşılayacak olan şekeri içerir. Ayrıca baz özelliğiyle ana rahminin girişindeki asitleri nötralize etmek, spermin hareket edeceği kaygan ortamı sağlamak gibi görevleri vardır. Spermler yumurtaya varana kadar annenin vücudunda zorlu bir yolculuk geçirirler. Kendilerini ne kadar savunurlarsa savunsunlar, 200-300 milyon spermden yumurtaya ulaşanların sayısı bini pek aşamaz.”

-“Son araştırmalar bir RNA molekülünün 20 milyon bilgi taşıdığını söylüyor. Bu durumda belki de milyonlarca yıllık bir bilgi birikimine sahip alt beyin sistemi, tabiidir ki pek çok öğretide bir mikrokozmos olarak tanımlanacak.”[51]

-“İnsan beynini meydana getiren ve nöron diye isimlendirilen 120 milyar hücre her beyinde farklı bir dizilim oluşturur. Her beyinde farklı olan bu dizilim modeli, yani beyindeki biyoelektrik kanallarının dizilimi, beyin ağları, bireyin kişiliğini çizer. İşte bu dizilim ve bağlantı modeli, “beynin programı” diye ifade edilir.

Beyin ilk temel programlamaya ana rahminde iken maruz kalır ve anatomik gelişmesini doğumdan hemen sonra tamamlar. Nöronlar ile onların kol ve uzantıları olan aksonların birbirleriyle bağlantıları, doğumdan önce her beyinde farklı bir biçim alır. Bu model, doğumla birlikte kesinleşir ve bireyin ömrü boyunca hiçbir değişikliğe uğramaz. Ayrıca, hiçbir beyin hücresi de yenilenmez.”[52]

-“Mevlana’nın Mesnevide “Aklı Küll” dediği şey’in “Kollektif Bilinçaltı” olduğu düşüncesindeyim.(Sory Jung) Bu bakımdan bilinçaltı insanın bildiği aklı dışındaki aklıdır. Hipnoz da normalde farkına varamadığımız bu aklı kullanmaktır.”

-“Yani aslında içimizdeki ben dışımızdaki benden gerçekte çok daha aktif ve çoğu zaman ipler içimizdeki benin elindedir. Sayın Doç. Dr. Nusret Kaya ” % 28’lik üst beyin hücreleri hiçbir zaman % 72’lik alt beyin hücreleriyle başa çıkamaz.” diyor. Bunun için biz aslında alt beynimizin hakimiyeti altındayız. Bazıları ise tamamen bilinçaltının kontrolü altına girebiliyor. Bu durumlara da psikotik durumlar deniliyor. Her şey tamamen bilinçaltının kontrolü altında olduğundan psikotik hastaların tedavi başarı yüzdesi de bu nedenle çok düşük olmaktadır.”

Eğer bilinçaltına girilebilirse tüm bilgi ve hatıralara da ulaşılmış ve bir çok problemler kökünden çözülme yoluna gidilmiş olur.Özellikle psikolojik hastalıklara tedavi getirilebilir.

-İnsanların hayatlarındaki değişim ve dönüşümler,ölüm ve doğum gibi oluşumlar bir boyut değiştirmek midir?

-“1920’lerde Edwin Hubble,Evrende bizden çok büyük hızlarla uzaklaşan milyonlarca galaksi bulunduğunu keşfetti.Daha sonraki gözlemler,bizden en uzak galaksilerin bizden en yüksek hızlarla,daha yakındakilerin ise daha küçük hızlarla uzaklaştığını gösterdi.Bu,eğer evren devasa bir patlama,bir “Big Bang” ile oluştuysa beklediğimiz tablonun aynısıdır.Patlamanın en hızlı fırlattığı parçalar daha yavaş fırlatılan parçalara göre uzayda daha uzağa giderler.Hubble,ayrıca bir galaksinin uzaklığı ile hızının arasındaki oranın sabit olduğunu buldu.”[53]

-“Bir kara delik o kadar çok sıkıştırılmış maddedir ki yakınlarına gelen her şeyi içine çekip hapseden inanılmaz güçteki çekim kuvvetinden başka kendisinden hiçbir şey kalmamıştır.”[54]

-“Hiç düşündünüz mü,üzerinde oturduğunuz sandalye,yediğiniz elma neden dağılıp gitmez?Onları neyin bir arada tuttuğu aynı zamanda bir çok arkadaşlığı ve evliliği de açıktır:Zıt kuvvetlerin birbirini çekmesi olgusu.Elbette burada bahsettiğimiz,uzun ve kısa,ya da içine dönük ve dışına dönük gibi kavramlar değil,pozitif ve negatif elektrik yükler.”[55]

-“Elmas ve grafitin ise daha çok ortak özelliği vardır.Her ikisi de karbon elementinin saf formlarıdır.Fakat karbon atomları kendilerini her ikisinde çok değişik organize ettiği için birbirlerinden bu kadar farklı görünürler.Bildiğimiz kadarıyla elmas,karbon atomlarının en kararlı dizilişidir.”[56]

Hayatında kararlı olan insanda,elmas değerinde bir insandır.

-“Göllerdeki ve okyanuslardaki su donduğu zaman buz yüzeyde toplanır.Bu ise balıkların ve diğer canlıların buzun altında hayatta kalmasını sağlar.Eğer buz batsaydı,okyanuslar katı olarak donacaktı ve dünyada hayat hiçbir zaman gelişemeyecekti.Bu ise”Su her yerde su,ama içmeye tek damla yok.”sözünü anlamlandıracaktı.”[57]

-Hayvanlar hayat şartlarına uymak üzere,bulunduğu yere ve eşyaya göre şekil alma olan Kamuflaj sistemi içerisinde yaratılmışlardır.Herşeye uyum sağlamaktadırlar.

-Kâinatta otomatiğe bağlanmış gibi,tam bir Ekolojik denge mevcuttur.Özellikle dünya sürekli olarak kendisini yenilemektedir.Tıpkı yeni açılan bir bilgisayarın önce tüm proğramları tekrar gözden geçirip kontrol etmesi,silinen dosya veya proğramlar varsa bunu bildirmesi kabilinden,dünyamızda da bir yandan kendisini dengeleyen bir denge,düzen,yenileme sistemiyle bareber,meydana gelen olumsuzlukları da çeşitli vesilelerle duyurmaktadır.

Tüm varlıklar bu ekolojik dengenin birer tamamlayıcı faktörüdürler.Tıpkı çiçeklere zehir olan oksijen bizler için gıda,bizler için zehir olan karbondioksit bitkiler için gıda olmaktadır.

Sistem sürekli kendini sistematize etmektedir.

Dengenin bozulmasında en önemli faktör insana aittir.Bilerek veya bilmeyerek,maddi veya manevi olarak insan bu dengeyi bozmaktadır.Şuurlu olan insan,şuursuzca hareketiyle dengeyi sarsmaktadır.Şuursuz olan varlıklarda ise,şuurluca hareket gözlenmektedir.

” Fizikte Nobel ödülü alan ve Trieste Enstitüsü’nü yönetmekte olan dostum Abdusselam bir gün bana, Qur’an’da 835 defa kişisel düşünme çağrısı yapıldığını ya da düşünenler vs. dendiğini söyledi. Eleştiri düşüncesinin ölmesiyle İslam dininin yayılışında gerileme başladı; yayılma bir yy sürdü, sonra durdu.”

-“Eckarth Tolle: Sizin sırf bir çapraz bilmeceyi çözebilmeniz ya da bir atom bombası yapabilmeniz, zihninizi kullandığınız anlamına gelmez. Köpeklerin kemik çiğnemeyi sevmeleri gibi, zihin de sorunları çiğnemekten hoşlanır. İşte bu yüzden o çapraz bilmeceler yapar ve atom bombaları yaratır. Her ikisinde de sizin bir çıkarınız yoktur. Size şunu sorayım: siz her istediğinizde zihninizden, düşüncelerden kurtulabilir misiniz? “Kapatma” düğmesini buldunuz mu?”

Kâinatta tam bir Hassas Ayar vardır.

Anahtar kadar bir eşyadaki atomları görmek için,onu kainat kadar büyültüp,ancak o şekilde görmekle mümkün olabilir.O halde her bir şey bir kâinat kadar özellik arzetmekte,kâinat kadar büyültülmekle onun içerisindeki harikalar ve sistemler ortaya çıkmaktadır.

Âyette:“Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanları yemeyin;bu gerçekten Allah’ın emri dışına çıkmaktır.”[58] İşte hikmet ciheti:

Besmele mucizesi

Moheet.com sitesinde yer alan habere göre, Suriye’nin muhtelif üniversitelerinde tıbbın farklı alanlarında uzman 30 profesörden oluşan bir araştırma grubu, Şam’da üç sene süreyle Besmeleyle kesilen, hayvan etleriyle Besmelesiz kesilen hayvan etleri arasındaki farkı ortaya koymak üzere laboratuvar ortamında deneysel incelemeler de bulundular.

Bilim adamları, hayvan ve kuş kesimi esnasında dinen yerine getirilmesi zaruri olan ‘Bismillahi Allahü Ekber’ sözünün kesilen etler üzerindeki etkisi, tam mânâsıyla mucize denilebilecek sonuçlarla karşılaştılar.

Grup adına bir açıklama yapan Prof. Dr. Halid Halave, incelemeler esnasında laboratuvar ortamında yapılan deneylerde, besmelesiz kesilen sığır, küçük baş ve kuşların et dokularında pıhtılaşmış kan, çoğalmaya müsait bakteri ve mikroplar tesbit edilirken, Besmele ile kesilen hayvan et dokularında ise kan, mikrop ve bakterilere rastlanmadığını ifade ederek, araştırmanın bu sürpriz sonucu insan sağlığı açısında tıpta bilimsel bir devrim olduğunu belirtti.

Besmeleyle kesilenlerin farkı

Gruptan sözkonusu araştırmaya öncülük eden başka bir araştırmacı olan Dr. Abdulkadir Dirani, araştırma ve sonuçları konusunda şunları söyledi; “Kur’ân’da Allah adı zikir edilmeden kesilen hayvan etini yemeyin’ şeklindeki İlâhî emre rağmen ve hayvan kesiminde çekilen Besmelenin ardındaki hikmeti bilmeyen insanların, hayvan kesiminde besmeleyi ihmal etmeleri, beni bu konuyu bilimsel olarak araştırmaya sevk etti. Besmele ve tekbir ile hayvan kesimi konusunu araştırmaya başlarken ekipteki bir kısım arkadaşlar konuya ilk önceleri soğuk baktılar ancak araştırmalar esnasında her safhada çarpıcı sonuçlar ortaya çıkınca ekibin konuya olan merak ve ilgisi artmaya başladı. Besmele ve tekbirle kesilen hayvan etlerinde, Besmelesiz kesilen hayvan etlerinin aksine, et dokularında kan ve mikropların bulunmaması Besmelenin bir büyük mucizesi olarak karşımıza çıktı.”

Besmeleli etlerde mikrop yok

Araştırma metot ve tekniği konusunda da grubun başka bir üyesi, Şam Üniversitesi Eczacılık eski dekanı Prof Dr. Nebil Şerif de şu açıklamada bulundu; “Besmele ile kesilen kuş, sığır ve küçük baş hayvanların etlerinden ve besmelesiz kesilen aynı hayvanların etlerinden numuneler alarak özel laburatuvarlarda mikroskopik incelemelerini yapmaya koyulduk. Bazı icraatlarla her iki numune etleri kuru bir ortamda 48 saat beklettik, 48 saatlık zamanın sonunda Besmele ile kesilen hayvan etleri numuneleri açık kırmızı gül rengi alırken, besmelesiz kesilen et numuneleri ise, siyaha yakın koyu kırmızı bir renk aldı. Buna ilaveten Besmeleli etlerde her hangi bir mikroba da rastlanmadı. Besmelesiz etlerin teşhisinde ise, sürekli çoğalan büyük ölçüde zararlı mikrop ve bakteriler tesbit edildi.

Ayrıca ikincisinin dokularındaki kanlarda iltihaplı akyuvarlar ve alyuvarlar tesbit edilirken birinci grup et dokularında ise, buna benzer herhangi bir tesbit yapılmadı.”

Uyuşturulan hayvanların eti

Araştırmada İslâmî usule göre kesilen hayvanların daha az eziyet çektiği ve etlerinin de daha sağlıklı olduğu belirtilirken, Batıda uyuşturularak öldürülen hayvanların kanı vücutta kaldığı için, bu tür etlerin daha çabuk bozulduğu, bu nedenle etler hemen donduruculara konularak muhafaza edildiği, İslâmî usûle göre kesilen hayvan etlerinin ise hemen kasaba gönderilip akşama kadar bozulmadan durabildiği ifade edildi.”

[59]

– Gülmek, tip 2 şeker hastalarında kan şekerini düşürüyor. Japonya Tsukuba Üniversitesi’nin araştırmasına göre, yemek sırasında gülen insanlarda kan şekeri gülmeyenlere göre daha az yükseliyor.”[60]

-“Küresel ısınma dünyamızı ciddi biçimde tehdit ediyor. Önlem alınmazsa sadece 50 yıl sonra bütün buzullar eriyecek ve denizler yükselecek.

Küresel ısınmanın temel nedeni, sera gazlarının artışı.

Küresel ısınma bundan 150 yıl önce başladı ve bugün itibarıyla hızla artıyor. Küresel ısınma, dünya yüzeyinde her bölgede aynı ölçüde değil. Sıcaklık artışı kutup bölgelerinde daha fazla. Küresel ısınma ile dağınık alanlardaki ve kutup bölgelerindeki buzullar eriyecek, deniz seviyelerinde yükselmeler olacak. Deniz düzeyinin yükselmesi, kıyılarda toprak kaybına sebep olup, aynı zamanda kıyılara yakın temiz su kaynakları denizle bütünleşecek. Yazla kış, geceyle gündüz arasındaki sıcaklık farkının azalması gündeme gelecek, ve bütün dünyadaki rüzgar desenleri etkilenip, fırtınaların sıklığı, şiddeti ve yönleri değişecek.

Küresel ısınma neticesinde sıcaklıkların artmasıyla, aşırı sıcaktan insan ölüm oranlarında artışlar meydana gelecek. Küresel ısınmayla böceklerin yaşam süreleri uzayabilecek bu da insanlar için büyük bir tehlike oluşturacak. Örneğin sivrisineğin yaşam süresinin uzaması halinde sıtma hastalığından insan ölümlerinde artışlar görülecek.

Küresel ısınma yalnızca sıcaklık artışına yol açmayacak yağış düzenleri de değişecek. Kimi bölgeler aşırı miktarda yağış alırken, kimi bölgelerde aşırı kuraklık meydana gelecek.

Hava sıcaklığı her 10 yılda 3 derece yükseliyor

Hindistan bir yaprak gibi kuruyor

Ülkede 3 haftadır etkili olan aşırı sıcaklar nedeniyle 1165 kişi hayatanı kaybetti. Ölüm nedenleri susuzluk ve güneş çarpmaları.”[61]

“Atmosferdeki su, karbondioksit, oksijen ve azotun devredilmesindeki ahengi, nizam ve intizami bildigimiz için, yagmur yerine “kezzap” adını verdigimiz nitrik asitin yağabileceği aklımıza dahi gelmez, degil mi?Oysa ki, atmosferin % 80’ini teşkil eden azot gazı, yıldırım ve şimşeklerin tesiri altında oksijenle birleşir. Bu oksitlenme sonucunda, nitratların meydana gelmesine yarayan azot oksitleri teşekkül eder. Yani ilmen, havadaki her elektriklenmede, nitrik asit yağmurunun meydana gelmesi için bütün şartlar hazırdır…. Ancak şimşek çaktığında , damla damla merhamet ve rahmet yağar. Ve bize haddimizden fazla değer veren yüce kudrete bütün mahlûkat sükreder.

Üzerimize her an kezzap yagabilmesinin mümkün oldugunu bilen kimya âlimi Prof. Dr. Arthur Macomb bu konuda sunlari söyler: “Ne zaman şimşek çakıp gök gürlese, semâdan yağmur yerine nitrik asit yağacak diye soluğum kesilir, rengim kaçar, sığınacak bir yer ararım. Çünkü havada nitrik asit teşekkülü için bütün şartlar hazırdır.”

H2 + O = su ( söndürücü )

H (Hidrojen) yanıcı O (Oksijen) yakıcı

Yanıcı ve yakıcı iki madde bir araya gelince yangın olacağına tam tersine , söndürücü olmaktadır. Bunu ayarlayan kimdir?

-Çevremizde var olan 1000.000 varlığın sadece 3,5 unu görebiliyoruz…O halde bizler daha Allah’in yarattıklarını göremiyoruz. Görülmeyen seyleri yaratan Allah’i hiç göremeyiz.

-4’ün var olması için 3’e ihtiyaç vardır.3 olmadan 4 olmaz.3’ün var olması için 2’ye , 2’nin var olması için (iki adet) 1’e ihtiyaç vardır.1 olmadan 2, 2 olmadan 3 olmaz. Fakat;1’in var olması için sıfır’a ihtiyaç yoktur. Çünkü sıfır hiç ,yok, boşluktur. Boıtan,hiçten bir olmaz. O halde ,her şeyin başi 1’dir. Bir’den 2 ,ondan 3 çıkmıştır. O Bir’de Vahidu’l-ehad olan Allah’tır.

Bir tren ve vagonlarını düşünelim:

V3 – V2 – V1 – LOKOMATIF

V3’ü çeken V2’dir.V2’yi çeken V1’dir.V1’i çeken ise lokomotiftir. Lokomotifi çeken nedir ,diyemeyiz. Çünkü lokomotif çeker ama çekilmez. Onun hareketi kendindedir.

-Peygamber Efendimiz: “Sizin sesleriniz kaybolmaz, evrende boşlukta

dolaşır” buyurmuştur. İlim bunu yeni keşfetmiştir.

-Not: Peygamber Efendimizin deve sidiği ile tedavi etmesini diline dolayan T. Dursun, yıllar sonra “çişteki mucize” isminde bir kitabın piyasaya çıkacağını tahmin edemezdi.”[62]

”Havada asılı kalan soru: Karanlık..!

Tarihin en büyük fizik alimlerinden Albert Einstein’ın (1879-1955) öğretim üyeliği yaptığı ABD-Princeton Üniversitesi astrofizikçileri dahil bilim adamları, varlığın veya evrenin en gizemli yanının uzayın ”karanlık maddesi” ve ”karanlık enerjisi” olduğunu hatırlatıyor. Güneş, Dünya, Ay ve gökadalardaki tüm yıldızlar, tüm evren maddesinin ancak yüzde 1’den çok azını oluşturuyor. “[63]

Şimdiye kadar hiçbir bilim adamı, uzayın “karanlık enerjisi”ni çözemedi. İşte havada asılı kalan soru…

10-5-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Hud.7,Hadid.4,A’raf.54,Furkan.59.

[2] Enbiya.30.

[3] Ra’d.4.

[4] En’am .59.

[5] Araştırma derg.temmuz.2002.

[6] Mecmuatün minet-Tefasir.Arapça.1/471,Al-i İmran.18.

[7] İbrahim.44.

[8] Fussilet.20-22.

[9] Mü’min.52.

[10] M.Tefasir.1/234.age.

[11] Evrimcilerin itirafları.H.Yahya.17.

[12] Bak.evrimcilere net cevab.1-h.yahya.220.Yıllar öncede yine böyle bir yanlış yapmış,Haşir suresinin son âyetinde geçen;-Ve ulaikehümül fâizun-(onlar kurtuluşa ermişlerdir)âyetini –faiz verenler kurtulmuştur-lafzen ve mânen uymayan bir yorumda bulunmuştu.Demek ölçüdeki yanlışlık,o ölçüye uydurulan her şeyi de yanlış olarak ortaya koyuyor.

[13] Milli gazete.14-9-2002.

[14] Kur’an Mu’cizeleri.h.yahya.sh.71.

[15] Ali İmran.137.

[16] Bak.İslam ülkelerinde anayasa hareketleri.Doç.S.Tuğ.256-309.

[17] İslamda .Sosyal Adalet.Seyyid Kutub.199.

[18] Nahl.10-11.

[19] Nahl.48.

[20] Nahl.81.

[21] Nahl.65.

[22] Nahl.66.

[23] Nahl.79.

[24] Fizilal.Furkan.1-3

[25] Fizilal.Furkan.53.

[26] Fizilal.Furkan.54.

[27] Fizilal.Furkan.61.

[28] Fizilal.Fatır.12.

[29] Fizilal.Mümin.61.

[30] Fizilal.Şura.1.

[31] Fizilal.Kamer.43.

[32] Fizilal.Rahman.1.

[33] Fizilal.Rahman.22.

[34] Fizilal.Mülk.15.

[35] Fizilal.Mülk.23.

[36] Fizilal.Hakka.38.

[37] Ali İmran 154.

[38] Fizilal.Nebe.9.

[39] Fizilal.Abese.25.

[40] Fizilal.Tekvir.18.

[41] Fizilal.İnfitar.6.

[42] Fizilal.A’la.1.

[43] Fizilal.Ğaşiye.17.

[44] Fizilal.Beled.3-20.

[45] Zümer,6,12-18.

[46] Tefim-ul Kur’an.Zümer.14,3.

[47] İnşikak Suresi, 6.

[48] Said Gezer.Çocuğu anlamak.

[49] Milliyet.27-3-2003.

[50] . 01.02.2002 . 30.07.2002”gökbilimci.com.

[51] N.Kaya.

[52] Astroloji.A.Hulusi.

[53] Sıfırdan Sonsuza.A.R.Jonas.Terc.Ö.Çelik.sh.7.

[54] Age.12.

[55] Age.52.

[56] Age.54.

[57] Age.57-58.

[58] En’am.121.

[59] 02.06.2003.Yeni Asya.

[60] Tercüman.1-6-2003.

[61] Bak.www.gezegenimiz.com.

[62] Bak.İslam.www.ahmetberk.com.

[63] Sonsaniye.21-6-2003.

Loading

No ResponsesOcak 3rd, 2015