ENANİYET-BENLİK

ENANİYET-BENLİK

Âyette inanmayanlar için:”İşte onlar hayvanlar gibidir;hatta daha da sapıktırlar.”[1].

Bazı insanlar kendi görünen bu hakikatlarını bize de uydurmak için evrim dediler.İnsanın aslını inkâr ettiler.Asılsız bir gurura kapıldılar.

İnsanı bir et yığını,sadece maddeden müteşekkil bir varlık olduğunu;ruh,akıl ve kalbi susturmak üzere insanı maddeyle yoğurup,maddeyi ona kıble yaptılar.Maddeyi ilahlaştırıp,bir kararda kalmayıp,değişken olan maddeyi esas kabul ettiler.Allah’ın kıblesinden yüz çevirip,gururlarının ilahlaştırdığı maddeyi kıble edindiler.Bunada Materyalizm adını verdiler.

Evet yetmedi…Bu manevi duygular,Allah diye haykırdı.Bazen sızladı,sızlandı.Düşünmek ve o duyguları tatmin etmek istedi.Doyum kanalı olan uluhiyeti,maneviyatı ve dini ortadan kaldırmak üzere,insanlık ve hayvanlık aleminde eşi görülmez bir vahşet ile zulmetmeye başladı.Buna da Kominizm dedi.

Ara ara bu gurur ilahı tepki gördü.Benliğini başka bir surette göstermek üzere münafıkane cılkı çıkmış bir insancıllığın,Hümanizmin arkasına gizlenerek,insanlıktan dem vurmaya çalıştı.Ve iddia ettiki;İnsan bu dünyaya mutlu olmak için gelmiştir,mutluluğu temin etme uğruna az ve azınlığın refahını sağlarken,onun uğruna çoğunluğu feda eder.Sınırlı bir kesinme narkozlu huzur verir.Umuma hastalık,ızdırap ve ölümü tattırır.

Menfaatı uğruna herşeyini verir.Olmayan namusunu,şerefini ve de değerlerini…Gerçek rabbisine ise,ilgisiz ve bîganedir.Bir fincan kahve uğruna yüz takla atarken,gurur elini tutar,rüku ve secdeye eğdirtmez.

İnanın bu dünya imtihanına gelişi,gurur ve kibirle başladı.Bitiş ve gidişi de gururla sonlanacaktır.Gurur tüm çehresini gösterecektir.

Yeni yeni dünyanın yeni düzenbaz düzeni;Hümanizm ve Fir’avinizmdir.

Ene ve benlik,bir şeftali veya kayısı kabuğu gibi olup,içindeki çekirdeğin dışa çıkarak,neşvü nema bulup gelişmesini ve büyümsini engeller.O kabuğun kırılması gerektir.Aksi takdirde çekirdek çürür,ölür ve biter.

Tıpkı alemi içerisinde barındıran bir çekirdeğin kabuğunu kırarak,neslini devam ettirerek aleme yayılması gibi,insanda kendisine verilen benlik kabuğunu kırmazsa,özü,tüm kabiliyet ve değerleri söner,bir hiç olur.

Kabuk mesabesinde olan benlik,bir cihette koruyup,muhafaza ederek ağaç olup varlığını devam ettirmesine sebeb olurken,diğer cihetle de,özünü bırakıp kabukla meşgul oması halinde şeytana eş ve arkadaş olur.

Şairin ifadesiyle;Oluklar çift,birinden nur akar,birinden kir…

O halde benlik,gurur ve kibir aracı değil,Allah’ı bilme ve tanıma aracı olmalıdır ki,insan insan olsun…

MEHMET ÖZÇELİK

[1] A’raf.179.




GERÇEK İRTİCA TMKT

GERÇEK İRTİCA TMKT

Türkiye hala kendinde değil.Kendine gelmedi,gelemedi,getirilmedi.Geçirdiği ilk şokun etkisi hala devam etmektedir.Suçluluk kompleksini devam ettirmektedir.Sürekli sınırlama, hürriyetleri kısıtlama,engellemelerle varlığını sürdürüp hissettirme ve çözümün burada olduğunu düşünmektedir.Bu ise çözümü çözümsüzleştirmektedir.

Kanunlar insanların huzuru içindir.Hürriyetlerini sağlamak için olup,kısıtlamak amacıyla yapılmaz.Kanunlar insanlara göre düzenlenir,yoksa insanlar kanunlara göre düzenlenmez.Tıpkı insanı elbiseye göre biçimlendirmek demek olur ki;bu da kumaştan kesip biçmek değil,belli zihniyetlere göre insanları kesip biçimlendirmektir.

İşte bunlardan birisi de T.M.K.T. yani terörle mücadele kanun tasarısı.

Suçlu arayayım derken,suçsuzuda suçlandırarak,cezalandırmak.

Acaba sizler T.M.K.T. lılaştırılmaya çalışılanlardan mısınız?

Aman Allahım!Töbe de yahu!..Tevbe..tevbe…Ağzından yeller alsın.Şakası dahi soğuk…Hapishanenin soğuk duvarlarından daha da soğuk.

T.M.K.T. ile cehalet asrına değil,tâ fir’avunların asrına doğru gitmenin diğer adıdır.

T.M.K.T. kazıklı Voyvodalara rahmet okutturacak bir kanunsuzluk maddesidir.

T.M.K.T. daha önce uygulanan,din ve inanca yani ruha vurulan 163. madde prangasından daha dehşetli keyfi bir harekettir.Daha doğrusu anarşiyi ve anarşizmi kanun kuvveti altına alarak,resmileştirmektir.

T.M.K.T. maneviyatı tecrid,aklı ve düşünceyi susturma,düşünülmesi ve yaşanması gerektiği gibi düşünüp yaşamamak,belki istenildiği şekilde düşünmeye mecbur olma halidir.

Böylece zengin düşünme zeminini oluşturacak milyonca düşünmeye bedel;dar,kısır ve eksik birkaç kişinin düşünemedikleri düşünceye tabi kılınmaktır.

T.M.K.T. silkinip,kendisini bilmeye,bulmaya çalışan fert ve toplumun önüne aşılması güç ve geç olacak bir baraj dikmedir.Verimsiz bir baraj…

Aldanılmaktadır.Zira fikirler;değil değil barajları,dağları bile eritir ve de bitirir.

Fikirler o baraj ve engelleri,dondurmayı yalayıp erittiği gibi,enerjisi ve sıcaklığı ile o sertlikleri ve barajları eritir.

Her asır şahittir ki;fikirliler fikirsizlere her zaman için hâkim ve galib gelmiştir.T.M.K.T. ile fikre üstün gelmeye çalışmanın diğer bir adıdır.

T.M.K.T. bir defa daha yapılmaya çalışılan ihitlali,n,askerin elinden sivilin eline geçerek meclis eliyle yaptırılmaya çalışılırken,millet tarafından akîm bırakılan –ve inşaallah diyoruz- ihtilal dönemlerinin kapatılmasının bir göstergesidir.

T.M.K.T. daha önce de olduğu gibi –dışarıdan kumanda edenlerin içteki uzantılarının,kendilerinin yapmadıkları bir kanunu savunma mecburiyeti içine girerek,bünyeye zıd olan,bünyenin kabul etmeyeceği bir ilacı –oda öldürücü bir ilacı- bünyeye yedirmeye ve zerketmeye çalışmanın diğer adıdır.Ancak bünye yani fıtrat,fıtratının gereği olarak dışarıya atmış,tükürmüştür.

Bu karanlık bulutla sürekli milletin önüne sürülmektedir.Şimdilerdeki 312 gibi.Ancak ne gariptirki tüm bu tükürülenler nedense tekrar yalanmaktadır.Neden tükürme,neden yalama?

Evet,insan hür doğar,hür yaşar ve hür olarak ölür,meşru daireler içinde…

17-12-1994

MEHMET ÖZÇELİK




EHVEN-ÜŞ ŞER VE ADALET-İ İZAFİYE

EHVEN-ÜŞ ŞER VE ADALET-İ İZAFİYE

Şeriatın bir kaidesidir ki:”Umumi bir zararın gelmemesi için,hususi bir zarar yüklenilir(kabul edilir) ve iki mefsedet,yani fesadlık beraber gelip çatarsa,onun hafifi kabul edilir ki,büyüğü gelmesin.”

“Eğer iki şer beraber gelse,onun ehveni hangisi ise,o kabul edilir ki,büyüğü irtikab edilmiş olmasın.”[1]

“Hazret-i Ali, adalet-i mahzayı esas edip, Şeyheyn zamanındaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihad etmiş. Muarızları ise: Şeyheyn zamanındaki safvet-i İslâmiye adalet-i mahzaya müsaid idi, fakat mürur-u zamanla İslâmiyetleri zaîf muhtelif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye girdikleri için, adalet-i mahzanın tatbikatı çok müşkil olduğundan, “ehvenüşşerri ihtiyar” denilen adalet-i nisbiye esası üzerine içtihad ettiler. Münakaşa-i içtihadiye siyasete girdiği için, muharebeyi intaç etmiştir. Madem sırf lillah için ve İslâmiyetin menafi’i için içtihad edilmiş ve içtihaddan muharebe tevellüd etmiş; elbette hem katil, hem maktul ikisi de ehl-i Cennet’tir, ikisi de ehl-i sevabdır diyebiliriz. Her ne kadar Hazret-i Ali’nin içtihadı musîb ve mukabilindekilerin hata ise de, yine azaba müstehak değiller. Çünki içtihad eden hakkı bulsa, iki sevab var. Bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihad sevabı olarak bir sevab alır. Hatasından mazurdur. Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zât-ı muhakkik Kürdçe demiş ki:

Yani: Sahabelerin muharebesinde kıyl ü kâl etme. Çünki hem katil ve hem maktul ikisi de ehl-i Cennet’tirler.”[2]

“Adalet-i izafiye ise: Küllün selâmeti için, cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmağa çalışır. Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.”[3]

“Zalim siyasetin gaddarane bir düsturu olan “cemaat için ferd feda edilir” diye çok zalimane pek çok vukuatı, ehven-üş şer diye bir nevi adalet-i izafiye namında hâkimiyetine bir maslahat göstermişler. Hattâ bu asırda, o gaddar düsturun hükmüyle, bir adamın hatasıyla bir köyü mahveder. Beş-on adamın, onların siyasetine zarar vermek tevehhümüyle, binler adamı perişan eder.”[4]

“Çok zaman evvel zâtınız ve sizin mesleğinizdeki hocaların zarurete binaen ruhsata tâbi’ ve azimet-i şer’iyeyi bırakan fikirler, benim fikrime muvafık gelmiyordu. Ben hem onlara, hem sana hiddet ederdim. “Neden azimeti terkedip ruhsata tâbi’ oluyorlar?” diye Risale-i Nur’u doğrudan doğruya sizlere göndermezdim. Fakat üç-dört sene evvel yine şiddetli, kalbime sizi tenkidkârane bir teessüf geldi. Birden ihtar edildi ki:

“Bu senin eski medrese arkadaşların olan başta Ahmed Hamdi gibi zâtlar, dehşetli ve şiddetli bir tahribata karşı “ehven-üş şer” düsturuyla mümkün olduğu kadar bir derece bir kısım vazife-i ilmiyeyi, mukaddesatın muhafazasına sarfedip, tehlikeyi dörtten bire indirmeleri, onların mecburiyetle bazı noksanlarına ve kusurlarına inşâallah keffaret olur” diye kalbime şiddetli ihtar edildi.”[5]

“Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan -bazan men’olduğum gibi- men’ edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, ehven-üş şerr deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünki dâhilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ehven-üş şerr olarak bakınız. Daha a’zam-üş şerden kurtulmak için; onlara zararınız dokunmasın, onlara faideniz dokunsun.”[6]

“Usûl-i müsellemedendir ki: Şerr-i cüz’î için hayr-ı kesîri tazammun eden emri terk etmek, şerr-i kesîri işlemek demektir. Ehvenüşşerri ihtiyar elzemdir.”[7]

“Şeriat muaddildir. Yani, gayet vahşi ve gaddar bir suretten çıkarıp, ehven-üş şer ve muaddel ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-ü hakikiyeye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir. Çünki birden tabiat-ı beşerde umumen hükümferma olan bir emri birden ref’etmek, tabiat-ı beşeri birden kalbetmek iktiza eder.”[8]

Hem de dörde kadar taaddüd-ü zevcat, tabiata, akla, hikmete muvafakatıyla beraber şeriat bir taneden dörde çıkarmamış, belki sekizden, dokuzdan dörde indirmiştir. Bahusus taaddüde öyle şerait koymuştur ki, ona müraat etmekle, hiçbir mazarrata müeddi olmaz. Bazı noktada şer olsa da, ehven-üş şerdir. Ehven-üş şer ise, bir adalet-i izafiyedir.”[9]

Adalet-i izafiye

“Cemel Vak’ası denilen Hazret-i Ali ile Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyr ve Âişe-i Sıddıka (Radıyallahü Teâlâ anhüm ecmaîn) arasında olan muharebe; adalet-i mahza ile, adalet-i izafiyenin mücadelesidir.” [10]

“Adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki: “Kim,bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa,bütün insanları öldürmüş gibi olur.”[11]âyetin mana-yı işarîsiyle: Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir ferd dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için ibtal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına rızasıyla olsa, o başka mes’eledir.”[12]

“İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü, adalet-i mahzayı Şeyheyn zamanındaki gibi kabil-i tatbiktir deyip, hilafet-i İslâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukabilleri ve muarızları ise, “Kabil-i tatbik değil, çok müşkilâtı var.” diye adalet-i izafiye üzerine içtihad etmişler. Tarihin gösterdiği sair esbab ise, hakikî sebeb değiller, bahanelerdir.”[13]

“Sahabelerin bir kısmı, o harblerde adalet-i izafiye ve nisbiye ve ruhsat-ı şer’iyeyi düşünüp tâbi’ olarak, Hazret-i Ali’nin (R.A.) takib ettiği adalet-i hakikiye ve azimet-i şer’iye ile beraber zâhidane, müstağniyane, muktesidane mesleğini terkedip muhalif tarafa bu içtihad neticesinde girdiklerini, hattâ İmam-ı Ali’nin (R.A.) kardeşi Ukayl ve “Habr-ül Ümme” ünvanını alan Abdullah İbn-i Abbas dahi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakikî Ehl-i Sünnet Velcemaat, “Şeriatın güzelliğindendir ki,fitne kapılarını kapamıştır.”bir düstur-u esasiye-i şer’iyeye binaen;”Ömer bin Abdulazize atfedilen bu sözde,kendisine;-Sıffin harbi hakkında ne diyorsun?-denildiğinde cevaben:”O akan kanlardan Cenab-ı Hak kılınçlarımızı tahir tuttu.O halde,biz şimdi lisanlarımızı onunla bulandırmak istemiyoruz.”[14] diyerek o fitnelerin kapısını açmak, bahsetmek caiz görmüyorlar. Çünki itiraza müstehak birkaç tane varsa, tarafgirlik damarıyla büyük sahabelere, hattâ muhalif tarafında bulunan Âl-i Beyt’in bir kısmına ve Talha ve Zübeyr (R.A.) gibi Aşere-i Mübeşşere’den büyük zâtlara itiraza başlar, zemm ve adavet meyli uyanır diye, Ehl-i Sünnet o kapıyı kapamak tarafdarıdır. Hattâ Ehl-i Sünnet’in ve İlm-i Kelâm’ın azîm imamlarından meşhur Sa’deddin-i Taftazanî, Yezid ve Velid hakkında tel’in ve tadlile cevaz vermesine mukabil, Seyyid Şerif-i Cürcanî gibi Ehl-i Sünnet Velcemaat’in allâmeleri demişler: “Gerçi Yezid ve Velid, zalim ve gaddar ve fâcirdirler; fakat sekeratta imansız gittikleri gaybîdir. Ve kat’î bir derecede bilinmediği için, o şahısların nass-ı kat’î ve delil-i kat’î bulunmadığı vakit, imanla gitmesi ihtimali ve tövbe etmek ihtimali olduğundan, öyle hususî şahsa lanet edilmez.”[15]

“Adalet-i izafiye cüz’ü külle feda eder. Fakat muhtar cüz’ün sarihan veya zımnen ihtiyar ve rıza vermek şartıyla… (Ene)ler (nahnü)ye inkılab edip, mezcî cemaat ruhu tevellüd ederek, külle feda olmak için ferd zımnen rızadade olabilir.”[16]

Özetle;Ehveni şer,Şerrin ehveni olup,azamından sakınmak ve kaçınmak içindir.Eğer bu içtihada girse,içtihad neticesinde kabul görse;neticesi yanlış da olsa bir sevab alır.İsabeti halinde iki sevab almış olur.

-Burada hakkın çiğnenmesi söz konusu olmayıp,hakkın kurtarılması esas alınmıştır.Tıpkı kangren olmuş bir organın kesilmesiyle vücudun kurtarılmasına çalışılmıştır.Evet bir organın kesilmesi şer olmakla beraber,daha büyük bir şer olan vücudun kurtarılması hayırdır,şer değildir.

Bediüzzaman Hazretlerinin içtihad kapısı kapalıdır demesinin bir manası,reformistlerin önünü tıkamak ve onların vereceği gerek keyfi,hevesi,bazende mülhidine saptırmalarına sed çekmek içindir.Burada amaçlanan;Dine bir şeylerin eklenip izah edilmesinden evla ve efdal olan,dinden bir şeylerin çıkarılıp atılmasını engellemektir.Bu zamanda hücum dinin temellerinedir,izahına değildir ki,içtihadla bu heriflerin görüşlerine mesned hazırlanmış olsun!Onların ısrarla içtihad kapısını açık tutmalarındaki sebeb,kendi kof ve kokuşmuş görüşlerine dinde mesned bulmak amaçlanmaktadır.

-Elbette ki hakkın küçüğüne büyüğüne,azına çoğuna bakılmaksızın hak haktır.Burada yapılan zayıf bir adalet,adaletsizlik ve zulmün gelmesi engellenmiş olmaktadır.Elbette bu zayıf adalet adaletsizlik ve zulümden iyidir.Aksi durumda yerine zulüm gelecektir.

Burada kişinin ferağat ve fedakârlığı esas olup,rızası olmadan feda edilemez,tüm milleti için dahi olsa…Ancak kendi rızasıyla milletinin kurtulması için kendisini feda etmesi ehven-i şer ve adalet-i izafiyedir.Tıpkı azimetin olmadığı ve de olamadığı bir yerde amelleri terk etmektense,ruhsat ile amel edip devam etmek ve ettirmek daha evladır.Ancak azimetin tatbiki söz konusu ise ruhsata gidilmez.

Âzamı şerrin gelmemesi için şerri kesiri durdurmak amacıyla şerri kalili kabul etmek,en azından hayrı kesirden mahrum olunsa da,şerden mahfuz olunmuş olunur.Burada bünyeye girmiş olan o şerre uyub benimsemek anlamına olmayıp,onun bünyede durduğu sürede zarar vermemesini veya az zararla kurtulmasını sağlamaktır.

Esasında ehven-i şer de,şerre mukabil islâmın bir siyaseti ve taktiğidir.

Toprağa ekilen 100 tane tohum,çekirdek ve yumurtanın 10 tanesinin meyve verip ağaç olması,civciv çıkıp büyümesi şer,zarar ve kayıp değil belki hayırdır.Kıymet bakımından daha değerlidir.

Kışın şerri baharın hayrına vesiledir.

Burada önemli olan,özellikle kazanılan keyfiyet önem arzetmektedir.

Âyette:”Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur.Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur.Doğrusu Allah bilir siz bilmezsiniz.”[17]

21-9-2002

Mehmet ÖZÇELİK

[1] R.N.Kudsi Kaynakları.A.Badıllı.sh.681.

[2] Mektubat.53,K.K.386.

[3] Age.54.

[4] Emirdağ Lahikası.1/210.

[5] Emirdağ Lahikası.2/10,Tarihçe-i Hayat.615.

[6] Emirdağ Lahikası.2/245.

[7] Muhakemat.27.

[8] Sünuhat-Tüluat-İşarat.87.

[9] Age.88.

[10] Mektubat.53.

[11] Maide.32.Kudsi Kaynaklar.age..107.

[12] Mektubat.53,Tarihçe-i Hayat.503.

[13] Age.54.

[14] Kudsi Kaynaklar.703.

[15] Emirdağ Lahikası.1/206-207.

[16] Sünuhat-Tuluat-İşarat.11.

[17] Bakara.216.




DUA,41 YASİN VE FAZİLETİ

DUA,41 YASİN VE FAZİLETİ

Duanın tesiri azimdir.Her duaya cevab verilir.Ancak kabulü şartlara bağlıdır.Şartların oluşumu duanın kabulünde müessir bir rol oynar.

Teyzem bir maksadının kabulü için bin bir İhlas okur.Ancak isteği yerine gelmediği gibi bir uyarıyla hatırlatmada bulunulmuştur.

Teyzem rüyasında başsız olarak dolaşmakta olan tavukları görür.İlk etapta buna bir mana veremez.Ancak sebebini sorup tabirini araştırdığında sebebini şöyle bulur;İhlasları okurken başında sadece bir kere besmele çekmiş,ondan sonrakilerde ise çekmemiştir.Böylece rüyada önceden besmelesiz okumuş olduğu 1001 ihlaslardan dolayı gece rüyasında,başsız dolaşan tavukları görür.

-Hasan amca,çok kötülükte bulunan birisi idi.Akibetide kötü bir şekilde sonuçlanmıştı.

Ölmeden önce çocuklarına ölümü durumunda orada bulunan ziyaretteki zatın bulunduğu kabristana gömmelerini vasiyet eder.

Ölümünden birkaç gün öncede o zatın kabristanını ziyaret etmek amacıyla kendisini oraya götürmelerini çocuklarından ister.Çocuklarıda bu isteğini karşılamak amacıyla babalarının temizliğine bakar,hazırlar ve o ziyarete götürürler.

Ziyarete varan baba bir ara çocuklarına bastonunu vermelerini söyler.Onlarda türbenin içerisinde bir mana veremedikleri,dışarı çıkmaya yorumladıkları bu duruma karşı babalarının bastonla o zatın türbesine bir yandan vururken bir yandan da;Sen nasıl beni kabul etmezsin,sen nasıl olurda bana gelme dersin,diyerek vurduklarına şahit olurlar.

Babalarından bu durumun sebebini sorduklarında şöyle anlatır;Ben size ölürsem bu zatın bulunduğu türbenin yanındaki kabre beni gömmenizi istemiştim.Dün gece ise rüyamda bu zatı gördüğümde bana;Buraya gelme,bizim yanımıza gelme diyerek,benim buraya gömülmeme razı olmadı ve istemedi.

Ve sonuç aynen de öyle olur.Salihler meclisince kabul edilmemiştir.Kötü bir durumda iken 10 gün sonra ölerek başka yere gömülmüştür.

-41 Yasin’inde bir çok keramet ve ikramları bir çok insan tarafından görülmüştür.Hayatımda hiçbir zaman unutamayacağım bir hatıraya şöyle şahid oldum:

Kayseri’de bir dostumuz iki gündür azab içerisinde kıvranıp ancak ölmeyen ölüm döşeğindeki akrabasına 41 yasin okumamız için beş arkadaşı davet etti.

Gittiğimizde şahid olduğumuz manzara hiçbir zaman silinmeyecek silinmeyen cinsdendi.

Manzara şuydu;26 yaşlarındaki bu genç gözleri kapalı,boğazından arabanın eksozu gibi hırıltı çıkmakta,karın bir metre havaya kalkıp inmekte,sanki karnında bulunan bir dikenli telin boğazından çekilmesiyle vermiş olduğu bir acı yüzünden okunmakta idi.Bakılması güç tam korkunç bir manzara ile karşı karşıya idik.Ve bu insan iki gündür bu hal üzere idi.

Biz beş arkadaş yasin’e başladık.Beş dedik,bir azalma oldu.On dedik,ses kesildi ve karın inip kalkması azaldı,sima değişti.Onbeş-yirmi dedik,kulak vermeye başladılar,acaba öldü mü diyerek.Yirmibeş-otuz dedik,nabzını yoklamaya başladılar.Ve nihayet otuz sekize geldiğimizde öldü dediler.

Bu durumu anlattığım bir kişi –herne kadar ölçü olmasada- şunu hatırlatmıştı;Hocam otuzsekiz Kayseri’nin plakası..işte tevafuk…

Yasin o insan için büyük bir rahmet olmuştu.

Çünki ya öldürüp ya da dirilten Yasin;ölmekte olan bu insanı öldürmüştü.

Bütün hayırlı işlerde 41 Yasinin faydası müşahede edilmektedir.41 kere oluşu bir şifredir.Hadisde Peygamberimiz;Yasin Kur’an-ın kalbidir,buyurmuştur.Ve bu surede anlatılanlar ise;kalbi ihtizaza getiren ibretli olaylardır.

Rasulullah Hicrete çıkacağında evinin etrafını saran,öldürmek üzere gelen müşriklerin üzerine 9 âyetini okumuş ve üfleyerek aralarından rahat bir şekilde geçmiştir.

Yasin’in bir adıda kazalardan koruyucu anlamına –Müdafi-i kazadır.

-Yasin hakkında hadis ve tefsirlerde şöyle buyrulur:

-Yâsîn Sûresi Mekkîdir.Âyetleri – Kûfîde seksen üç, maadasında seksen ikidir.Kelimeleri – Yedi yüz yirmi yedidir.Harfleri – Üç bindir.

– Bu Sûreye;Azîme,Muimme,Müdafaa-i Kâdiye,Kalb-i Kur’an» dahi denilmiştir. Âlûsî nakleder: «Ebû Nasrı Sezcî İbânede «Hasen» diyerek Hazreti Aişeden şöyle tahric eylemiştir: Müşarün’ileyha demiştir: Resulullah şöyle buyurdu «Kur’anda bir Sûre vardır ındallah Azîme yad olunur, sahibi de ındallah şerîf yad olunur, sahibi Kıyamet günü Rebîa ve Mudardan daha çokları hakkında şefaat eder. O, « Yasin » Sûresidir». Said ibni Mansur ile Beyhekî dahi Hassan ibni Atıyyeden tahric eylemişlerdir ki Resulullah şöyle buyurmuş «Yasin » Sûresine Tevratta Muımme denilir: Sahibine Dünya ve Âhıret hayrına ta’min eyler ve ondan Dünya ve Âhıret mihnetlerine karşı kor, ve Dünya ve Âhıret korkularını def’eder, buna müdafiai kadıye dahi denilir, sahibinden her fenalığı defeder ve her hayırlı haceti kaza eyler.Maamafih Beyhekî demiştir ki bunda Süleyman ibni defâ’dan Muhammed ibni Abdurrahman ibni Ebi Bekri ced’anî teferrüd eylemiştir. O ise münkerdir.Mamafih.Bununla beraber Hatîb dahi Enesten mislini tahric eylemiştir.Tirmizi, Kuteybe ve Süfyan ibni Veki’ tariklarından Katade hadîsiyle Enesten Hazreti Peygamber sallallahü aleyhi vesellem buyurdu ki: «her şey’in bir kalbi vardır, Kur’anın kalbi de « Yasin» dir. Her kim «Yasin» okursa Allah onun kıraetine on kerre Kur’an okumak sevâbı yazar» diye tahric eylemiş ve buna bir hadîsi garîbdir demiş, senedinde Harun ibni Muhammedin mechul bir şahs olduğunu ve bu babda Hazreti Ebû Bekrisıddıktan da bir rivayet varsa da isnadında za’f bulunduğunu söylemiştir. Fakat alûsî şunu da kaybeder: İmam Ahmed ve daha gayrileri hadisiyle Ma’kıl ibni Yesardan sahih olarak merviydir ki Resulullah sallallahü aleyhi vesellem: «Yasin» Kur’anın kalbidir» buyurmuş ve bu, onun isimlerinden biri addolunmuştur.

-Huccetül’islâm İmamı Gazalî buna bir vecih olmak üzere bu Sûrede haşr-ü neşrin çokca zikredildiğini,bir çok defa takrir edilmiş olduğunu haşr-ü neşri i’tiraf da iymanın kalbi mesabesinde bulunduğunu söylemiştir. İmamı Razî de bunu beğenmiştir, Keşifte şöyle denilmiştir: bir şey’in kalbi onun lübbü ve aslıdır ki maadası onun mukaddimatından veya mütemmimatından sayılır. Bu Sûreye kalb tesmiyesinde de işareti nebeviyye Fatihaya Ümmülkitab tesmiyesinde söylediğimiz vecih olsa gerektir. Ya’ni Peygamberler göndermek ve kitablar indirmekten maksud kulları meadda (öldükten sonra tekrar dirilme) gayei kemallerine irşaddır. O kemal ise burada zikr olunan tahakkuk ve tahallûk ile olur ki sıratı müstekıme sülûk ta’bir olunur. Bu sûre de işte onu beyana dairdir.Bundan Gazalînin haşri tahsıs etmesinin vechi de anlaşılmış oluyor. Biz de bunu şöyle ifâde etmek isteriz: Kalb hayatî heyecanın bir menşei olduğu gibi bu Sûre de sırrı ba’s (tekrar dirilmenin sırrı) ile bir heyecanı dinî ifâde ettiği için Kalbi Kur’an tesmiye edilmiştir demek olur.

-Yine bu hikmete mebni olsa gerektir ki sahih haberlerde bu Sûrenin mevtaya okunması hakkında emir dahi varid olmuştur. Ezcümle İbni mâce, Ma’kıl ibni Yesardan şöyle tahric eder: Resuli ekrem sallallahü aleyhi vesellem buyurdu ki;onu mevtanızın yanında okuyun: ya’ni yasîni» burada mevtadan murad, hali ihtizarda (sekerat yani ölüm anında) ölmek üzere bulunanlardır deniliyor, Taybî demiştir ki: el’ılmü ındallah bunun sirri şu olsa gerektir: bu Sûrei kerîme usuli iyman ılminin ümmehatını, nübüvvet, keyfiyyeti da’vet, ahvali ümem, ef’ali ıbadın Allah tealâya istinadı, isbati tevhid, nefyi zıdd, emaratı sâa, haşr-ü ıâde gibi mesaili mu’teberenin hepsini takrir ve beyan ile meşhundur(doludur), İbni Hıbban, mevtâ ile murad, muhtadar «Ölüm anıdır»der. İbni Ebiddünya ile İbni Merduyenin tahric eyledikleri şu hadîs de bunu te’yid eyler: « Her hangi bir meyyitin baş ucunda –Yasin- okunursa her halde Allah ona kolaylık verir.» Bununla beraber müteahhırînden ba’zıları hadîsi zâhiri ile ahzeylemiş, hayır öldükten sonra okunur demiştir. Ba’zısı da kabrinin başında okunmasına zâhib olmuştur. İbni adiyy ve sairenin rivayet ettiği şu haber de bunu te’yid eyler: her kim anasının babasının ve yâhud bunlardan birinin kabrini her Cuma ziyaret eder de yanlarında -Yasin- okursa her harfinin adedince ona mağrifet edilir. Bu babda daha diğer eserler de nakledilmiştir.[1]

-Yâsin ve fazileti konusunda Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde şöyle buyururlar:

“Sure-i Yâsin, lafz-ı Yâsin’de yazıldığı…”[2]

“”Sure-i Yâsin on defa Kur’an kadar” olduğuna rivayet vardır.”[3]

“Sure-i Yâsin’in hurufatı hesab edilse, Kur’an-ı Hakîm’in mecmu-u hurufatına nisbet edilse ve on defa muzaaf olması nazara alınsa şöyle bir netice çıkar ki: Yâsin-i Şerif’in herbir harfi takriben beşyüze yakın sevabı vardır. Yani o kadar hasene sayılabilir.”[4]

“Birinci Sual: Denildi ki: “Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Halbuki böyle cüz’î birtek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zâtlara yetişmek ve her birisine aynı hediye düşmek, tavr-ı aklın haricindedir.”

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi intişarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış ve radyo vasıtasıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.) umum yerlerde ve umum insanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; okunan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı anda yetiştirmek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî havada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lâmba yansa, mukabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lâmba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, herbirine tam bir Yâsin-i Şerif düşer.”[5]

“Birinci Suret: Risale-i Nur’un vasıta-i neşri olan üstadımızın câmii, Barla’da seddedildi. Risale-i Nur’u yazacak hariçteki talebelerinin yanına gelmeleri men’ edildiği hengâmda kuraklık başladı. Yağmura ihtiyac-ı şedid oldu. Sonra yağmur başladı, her tarafta yağdı. Yalnız Karaca Ahmed Sultan’dan itibaren, bir daire içinde kalan Barla mıntıkasına yağmur gelmedi. Üstadımız bundan pek müteessir olarak dua ediyordu. Sonra dedi ki: “Kur’an’ın hizmetine sed çekildi, bu köydeki mescidimiz kapandı. Bunda bir eser-i itab var ki, yağmur gelmiyor. Öyle ise, madem Kur’an’ın itabı var. Yâsin Suresini şefaatçı yapıp Kur’an’ın feyzini ve bereketini isteyeceğiz.” Üstadımız, Muhacir Hâfız Ahmed Efendi’ye dedi ki: “Sen kırkbir Yâsin-i Şerif oku.” Muhacir Hâfız Ahmed Efendi bir kamışa okudu. O kamışı suya koydular. Daha yağmur alâmeti görünmezken, ikindi namazı vaktinde, üstadımız daima itimad ettiği bir hatırasına binaen Muhacir Hâfız Ahmed Efendi’ye söyledi ki: “Yâsinler tılsımı açtı, yağmur gelecek.”

İşte bu hâdise, kat’iyyen delalet ediyor ki; o yağmur, Hizmet-i Kur’an’la münasebetdardır. O rahmet-i âmme içinde bir hususiyet var ki; Sure-i Yâsin anahtar ve şefaatçı oldu ve yağmur kâfi mikdarda yağdı.”[6]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak.Mürşid.

[2] Sözler.299,Mesnevi-i Nuriye.196,248

[3] S.346.

[4] S.347.

[5] Şualar..685,Sikke-i Tasdik-i Gaybi..69.

[6] Barla Lahikası.168-169,St.19-20,Tarihçe-i Hayat.328.




ARZULANAN MUTLU ÂİLE

ARZULANAN MUTLU ÂİLE

Böyle bir hanımı herkes arzular ve arzulamaktadır;herkes için de böyle bir âileyi arzularız çünki ancak böyle bir âile ile ve böyleleriyle âileler ve dolayısıyla toplum kurtulur.

Bir gün bir dostumun dükkanındaydım.Almanyada çalışanların memleketlerine tatile geldikleri döneme rast gelmişti.Genel tabirle iki Almancı karı koca,kısa boylu,kırk-kırkbeş yaşları civarında idiler.

Seçim zamanı arefesi olması hasebiyle dükkan sahibi dostumuz biraz takılmak,biraz samimiliklerinden dolayı bayana;Bacı bu seferde alan partiye ver,bak o partinin pek yaptığı maddi-manevi bir şey yok,ondan bir hayır gelmez,demişti.

Bayan ise zihnimize kazılacak,silinmeyen şu tarihi sözü söylemişti;Kocam cehenneme de gitse,ben de onunla beraber giderim.O hangisine verirse,ben de ona veririm.

Bu sözü pervasızca ve samimi olarak söylemişti.Bu söz yabana atılmaksızın yoruma,tahlile,düşünmeye deyer.

Yanlışda ısrar yanlıştır,körü körüne bir bağlılıktır,cahillikten kaynaklanmıştır gibi kusurlar görülebilir.Ancak bizim müsbet olarak ve de kadının kocasına olan sadakati,fedakârlığı,teslimiyeti,anlayışı,bağlılığı,kalbine mukabil bir kalb olarak buluşu gibi müsbet anlamda bu üstünlük neden gösterilemesin?

Yani;Kocam cennete de gitse,Kâbeye de gitse,mezara da,savaşa da,âhirete de gitse bende onunla beraberim..o cennetin hangi tabakasında olursa bende orada olurum..her ne kadar ben cennetin dördüncü tabakasına uygun bir insan olsam da,o madem birinci ve ikinci tabakasına gidecek,ben de onunla beraber giderim…

Bu beyler için arandığı gibi,hanımlar içinde söz konusudur.Beylerde aynı samimiyet, fedakârlık ve bağlılıklarını hanımlarına göstermelidirler.

Oysa bugün görmekteyiz ki;İnsanlar kendi âilevî problemlerini çözmek için böyle bir orta,anlayış,konuşma yoluna giderek çözmek yerine yatefrit edip içlerine atmaktadırlar veya ifrat edip boşanma yolunu seçmektedirler.

Âile ile ilgili olarak hoşumuza giden,baskı rekorları kıran kitablar;içden yazılmış,dışa vurmaya çekindiğimiz,cevablarını aramaktan korktuğumuz problemlerdir.En önemlisi yaşanmış hayattan yansımalardır.Topluma bir dil ve bir tercüman olmaktadır.

-Kadın kiminle evlendiğini bilmelidir!Kocasıyla mı?Yoksa memleketi,komşusu,anne-babası ve de akrabalarıyla mı?Bu onlardan soğuması ve terketmesi anlamına elbette düşünülemez.Ancak kocası ile evlenmişse,evine ve çocuklarına bağlanarak,kendisinin de bazı sorumluluklarının olduğunu bilmelidir.

Bütün bunlar dediğimiz gibi erkekler için böyle de,kadınlar için değil mi?Hep onlar mı haksız?Yersiz?Yetersiz?Densiz?Frensiz?Dümensiz?Hedefsiz?Onlarda her yönüyle böyle fedakâr erkeğe muhtaç değiller mi?

Elbette öyledir.Eksiklik ve kusurda iyi örnek olamama ile beraber,yeterli ilginin gösterilmemesi önemli rol oynar.

Ancak kadının rolü ve önemi erkeğinkinden daha önemli ve önce gelir.Âilenin varlığıda, yokluğuda,kadının varlığını bulması ve kaybetmesi ile orantılıdır.Erkek kendisini ve hanımını kurtarırken,kadın âile ve toplumu –ister bilsin ister bilmesin- kurtarmaktadır.

-Kadın hangi vaziyette bulunursa bulunsun anneliğiyle güzeldir.Cennet bile kızların değil,annelerin ayakları altındadır.Bütün övgüler hep annelere ve anneliğedir.

Hadisde anlatılan;- Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Üç kişi dışında hiç kimse beşikte iken konuşmamıştır. Bunlar: Hz. İsa İbnu Meryem aleyhima’s-selam, Cüreyc’in arkadaşı. Cüreyc, kendini ibâdete vermiş âbid bir kuldu. Bir manastıra çekilmiş orada ibadetle meşguldü. Derken bir gün annesi yanına geldi, o namaz kılıyordu.”Ey Cüreyc! (Yanıma gel, seninle konuşacağım! Ben annenim)” diye seslendi. Cüreyc:”Allahım! Annem ve namazım (hangisini tercih edeyim?” diye düşündü). Namazına devama karar verdi. Annesi çağırmasını (her defasında üç kere olmak üzere) üç gün tekrarladı. (Cevap alamayınca) üçüncü çağırmanın sonunda:”Allahım, kötü kadınların yüzünü göstermedikçe canını alma!” diye bedduada bulundu. Beni İsrail, aralarında Cüreyc ve onun ibadetini konuşuyorlardı. O diyarda güzelliğiyle herkesin dilinde olan zâniye bir kadın vardı.”Dilerseniz ben onu fitneye atarım” dedi. Gidip Cüreyc’e sataştı. Ancak Cüreyc ona iltifat etmedi.Kadın bir çobana gitti. Bu çoban Cüreyc’in manastırı(nın dibi)nde barınak bulmuş birisiydi. Kadın onunla zina yaptı ve hâmile kaldı. Çocuğu doğurunca:”Bu çocuk Cüreyc’ten!” dedi. Halk (öfkeyle) gelip Cüreyc’i manastırından çıkarıp manastırı yıktılar, (hakaretler ettiler), kendisini de dövmeye başladılar, (linç edeceklerdi). Cüreyc onlara:”Derdiniz ne?” diye sordu.”Şu fahişe ile zina yaptın ve senden bir çocuk doğurdu!” dediler. Cüreyc:”Çocuk nerede, (getirin bana?)” dedi. Halk çocuğu ona getirdi. Cüreyc:”Bırakın beni, namazımı kılayım!” dedi. Bıraktılar ve namazını kıldı. Namazı bitince çocuğun yanına gitti, karnına dürttü ve:”Ey çocuk! Baban kim?” diye sordu. Çocuk: “Falanca çoban!” dedi. Bunun üzerine halk Cüreyc’e gelip onu öpüp okşadı ve: “Senin manastırını altından yapacağız!”dedi.Cüreyc ise:”Hayır! Eskiden olduğu gibi kerpiçten yapın!” dedi. Onlar da yaptılar.

(Üçüncüsü): Bir zamanlar bir çocuk annesini emiyordu. Oradan şahlanmış bir at üzerinde kılık kıyafeti güzel bir adam geçti. Onu gören kadın:”Allah’ım şu oğlumu bunun gibi yap!” diye dua etti. Çocuk memeyi bırakarak adama doğru yönelip baktı ve:”Allahım beni bunun gibi yapma!” diye dua etti. Sonra tekrar memesine dönüp emmeye başladı.”Ebu Hureyre der ki: “Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı, şehadet parmağını ağzına koyup emmeye başlayarak, çocuğun emişini taklid ederken görür gibiyim.”(Resulullah anlatmaya devam etti:)”(Sonra annenin yanından) bir kalabalık geçti. Ellerinde bir câriye vardı. Onu dövüyorlar ve:”(Seni zâni seni!) Zina yaparsın, hırsızlık yaparsın ha!” diyorlardı. Câriye ise:”Allah bana yeter, o ne iyi vekildir!” diyordu. Çocuğun annesi:”Allahım çocuğumu bunun gibi yapma!” dedi. Çocuk yine emmeyi bıraktı, câriyeye baktı ve:”Allahım beni bunun gibi yap!” dedi. İşte burada anne-evlat karşılıklı konuşmaya başladılar: (Anne dedi ki:”Boğazı tıkanasıca! Kıyafeti güzel bir adam geçti. Ben: “Allahım, oğlumu bunun gibi yap” dedim. sen: “Allahım! Beni bunun gibi yapma!” dedin. Yanımızdan cariyeyi döverek, zina ve hırsızlık yaptığını söyleyerek geçenler oldu. Ben: “Allahım, oğlumu bunun gibi yapma” dedim. sen ise: “Allahım, beni bunun gibi yap!” dedin).Oğlu şu cevabı verdi:”Güzel kıyafetli bir adam geçti. Sen: “Allahım, oğlumu bunun gibi yap!” dedin, ben ise: “Allahım beni bunun gibi yapma!” dedim. Yanımızdan bu câriyeyi geçirdiler. Onu hem dövüp hem de: “Zina ettin, hırsızlık ettin!” diyorlardı. Sen: “Allahım, oğlumu bunun gibi yapma!” dedin. Ben ise: “Allahım, beni bunun gibi yap!” dedim. (Sebebini açıklayayım:) O atlı adam cebbâr zalimin biriydi. Ben de: “Allahım beni böyle yapma!” dedim. “Zina ettin, hırsızlık ettin!” dedikleri şu zavallı cariye ise ne zina yapmıştı, ne de çalmıştı! Ben de “Allahım beni bunun gibi yap!” dedim.”[1]

– Übey İbnu Ka’b radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Mi’rac gecesinde çok hoş bir koku hissetti.”Ey Cibril bu güzel koku nedir?” diye sordu. O da anlattı:”Bu mâşıta (berber) kadının, iki oğlunun ve kocasının kabirlerinin kokusudur. Bunların hikâyesi şöyledir: Hızır aleyhisselâm, Benî İsrail’in ileri gelenlerinden biriydi. Onun yol güzergahında manastırda oturan bir rahib vardı. Hızır oradan geçtikçe rahib önüne çıkar, İslâmı öğretirdi. Hızır büluğa erince babası onu bir kadınla evlendirdi. Hızır İslâmı hanımına öğretti ve bunu kimseye haber vermemesi hususunda söz aldı. Kendisi kadınlara yaklaşmazdı. Bu sebeple bir müddet sonra kadını boşadı. Aradan zaman geçince babası, Hızır’ı bir başka kadınla evlendirdi. Hızır ona da İslam’ı öğretti ve kimseye söylememesi için söz aldı. Bu sırrı o iki kadından biri tuttu, diğeri ifşa etti. (Böylece onun İslâm’ı yaydığı ortaya çıktı.) Bunun üzerine Hızır oradan kaçtı. Deniz ortasında bir adaya geldi. Odun kesmek için iki kişi oraya geldi ve onu gördüler. Bunlardan biri Hızır’ı gördüğünü gizledi, diğeri ifşa etti ve: “Ben Hızır’ı gördüm!” dedi. Ona: “Seninle beraber onu başka kim gördü?” denildi. O: “Falan kimse!” dedi. Ona soruldu ise de gördüğünü söylemedi. Onların dininde yalan söyleyen öldürülürdü. Zamanla bu sır tutan adam öbür sır tutan kadınla evlendi. Bu kadın, Firavun’un kızının başını tararken tarak elinden düştü. Kadıncağız: “Firavun helak olsun!” dedi. Kız bunu babasına haber verdi. Kadının kocasından başka iki de oğlu vardı. Firavun, onları da çağırttı. Bunları dinlerinden çevirmek için Firavun ısrar etti. Onlar direndiler. O zaman Firavun: “Öyleyse sizi öldüreceğim!”dedi. Karı-koca: “Bu, tarafınızdan bize bir ihsan olur!” diye merdane cevap verdiler ve: “Madem öldüreceksin hiç olmazsa bizi bir kabre koy!” dediler. O da öyle yaptı. Resülullah aleyhissatâtu vesselâm, Mirac’ta iken güzel bir koku duydu, Cibril aleyhisselâm’a bunu sordu. O da bu hâdiseyi anlattı.”[2]

-Peygamberimizin üç üstün ve tüm kadınlardan farklı olan Fir’avunun hanımı Âsiye,Kendi hanımı Hz.Hative ve Hz.İsa’nın annesi Meryem ki o;”-Zekeriya peygamber her ne vakit Meryemin huzuruna girdiğinde yazda kış meyvesi,kışda yaz meyvesini bulurdu.[3]

Ebu Hureyreden rivayette;şeytan her doğana dokunup musallat olur,onu ağlatır,Meryem ve oğlu İsa müstesna.Ve sonra Ebu Hureyre şu ayeti isterseniz okuyunuz dedi;”Onuda (meryemi),onun neslinden gelecekleride o melun şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum.”[4]

-Kadın erkeğin mütemmimidir,onunla erkek tam olur ve tamlanır.

-Hz.Havvanın yaratılışı konusunda;Ka’b-ul Ahbar,Vehb,İbni İshak onun cennete girmeden önce yaratıldığını,İbn-i Mesud ve İbni Abbas ise;cennete girdikten sonra ve orada (sol eğe kemiğinden)yaratıldığını söylerler.[5]

-Havva denilmesindeki sebeb,hayatlıdan yaratıldığı içindir.

-Kadını kadın yapan en büyük özelliği ve süsü onun edeb ve terbiyesidir.

-Edep bir tac imiş Nur-u Hüda’dan

Giy ol tacı, emin ol her beladan…

-Kadınların himaye altına alınarak korunması gerekir.

İşte kıssanın verdiği hisse;

-“Devlet-İ Aliyye-i Osmaniye hükümdarlarından Sultan Murad Hân bir gün çok telâşlı görünür. Bu hâli sezen Vezir-i Azam Siyavuş Paşa Sultan Murad Hân’a sorar:

-Hayrola Efendim canınızı sıkan bir şey mi var?

Bu soruya verilen cevap ve müteakiben devam eden konuşma şöyle cereyan eder:

-Akşam garip bir rüya gördüm.

-Hayırdır, inşaallah…

-Hayır mı şer mi öğreneceğiz.

-Nasıl yani?

-Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.

İkisi molla kıyafeti giyerek dışarıya (yola) çıkarlar. Hızlı adımlarla Bayezıd’a varırlar. Vefa’ya yönelip Zeyrek’ten Unkapanı’na inerler.Yerde yatan bir cesetle karşılaşırlar. Cesedin etrafına toplanmış ahaliye sorarlar:

-Kimdir bu? Ahali:

-Aman hocam hiç sormayın. Bu adam ayyaşın tekidir.

-Nereden biliyorsunuz?

-Kırk yıldır komşumuzdur.

İçlerinden birinin cevabı da şöyledir:

-Bu adam iyi bir sanatkârdı. Azaplar Çarşısı’nda çalışırdı. Nalının hasını yapardı. Kazandıklarını da içkiye, fuhşa harcardı.

Mahalleli cesedi orada bırakıp herkes işine ve evine döner.

Padişah ve vezir cesedin başında kalakalır. Vezir de oradan geçip gitmek ister. Ancak, padişah buna razı olmaz. Vezire der ki:

-Millet bu, çekip gider. Kimseye bir şey diyemem. Lâkin biz gidemeyiz. Ne olursa olsun bu bizim bir tebamız (vatandaşımız)’dır. Defnini yapmamız gerekir.

-Sultanım, saraydan bir kaç hoca gönderelim. Böylece vebalden de kurtulmuş oluruz.

-Olmaz, rüyadaki hikmeti daha çözemedik.

-Peki ne yapmamı buyurursunuz?

-Mollalığa devam. Cesedi defnetmeliyiz.

-Sultanım nasıl kaldırırız? Bunun yıkanması var, kefenlemesi var, tezkiyesi var.

-Merak etme ben hepsini beceririm.

-Gaslini ve defnini nerede yapacağız?

-Fatih Camii’nde.

Fatih Camii’ne gelirler. Padişah cenazeyi bizzat (molla kılığında) yıkar, kefenler. Musalla taşına yatırırlar. Namaz vaktine daha bir hayli zaman vardır. Vezir, Sultan’a fısıldar:

– Sultanım eksik yaptığımız bir şey var galiba.

-Nedir eksik olan?

-Bu cenazenin hanımı, yetimleri var olamaz mı?

-Doğru, elbette var olabilir. Şimdi sen cenazenin başında bekle. Ben mahalleyi şöyle bir kolaçan edeyim de geleyim.

Padişah garip mâceranın başladığı yere koşar gider. Sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı takırdattığında, kapıyı yaşlı bir kadın açar. Padişah hadiseyi bu kadına anlatır.

Anlatılanları metanetle dinleyen bu hanım, ölümü bekler bir tavır ile söze başlar:

-Evlâdım, hakkını helâl et. Belli ki çok yorulmuşsun, der. Kadın olduğu yere yığılır gibi oturur.

-Biliyor musun evlâdım; bizim efendi bir âlimdi. Akşama kadar nalın yapardı. Birinin elinde şarap şişesi gördüğünde parasını verir alır, eve getirip onu helâya dökerdi.

-Niye dökerdi?

-Ümmet-i Muhammed içmesin diye evlâdım.

-Hayret!

-Dahası var evlâdım. Malum kadınların ücretlerini öder, eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım. Şimdi burada oturmanız gerekir. Oturup dinlenin, derdi. Kendisi de çekip giderdi. Ben o kadınlara menkıbeler anlatır, mızraklı ilmihal, Hüccetü’l-İslâm gibi kitapları okurdum.

-Bak sen! Millet bunu ne sanıyor, bu neler yapıyor?

-O hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında namaz kılmalıyım ki, imam tekbir alınca Kâbe’yi görmeli derdi.

Kimseye yüküm olmasın diye mezarını bahçeye kendisi kazdı. Kendisine: -İş mezar ile bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkar, kim kaldırır?

-Peki, o ne derdi?

-Önce uzun uzun güldü, sonra:

-Hatun, Allah büyüktür…Devrin padişahının işi ne? O yıkar ve kaldırır, derdi.”[6]

-Örtü ise onların kalkanı ve koruyucusudur.

Muhammed İkbal’in ifadesiyle:””Senin örtün bizim namusumuzun fanusudur.”

İnsanların yükselişi kadın eliyle olduğu gibi,alçalışları ve cezalandırılmaları da hep onlar eliyle olmuştur.İşte bir örneği;

-Azerbeycandaki Şeyh San’an tepesiki o zattan ismini almaktadır.Bu zatın yüzlerce müridi vardır.Bir gün Abdulkadiri Geylanî cezbeye gelerek;Benim ayağım tüm evliyanın omuzlarındadır,der.O sırada uzak bir yerde bulunan kutublardan,Ahmed-er Rüfaî sırtını uzatıp,başını eğerek;işte omuzum,der.Hatta yanında bulunan talebeleri bundan bir şey anlamaz.Ancak sırtındaki ayağı görürler.Ancak bir tek Şeyh San’an itiraz eder.Abdulkadiri Geylanî de ona beddua eder.”Domuzlara çoban olasın.”der.Oda bir gayrı müslim kızına aşık olur,talebeleri dağılır.Kız kendini vermez.Ancak benim çiftliğimde domuzlarım var,onlara çobanlık yaparsan,kabul ederim,deyince kabul eder ve domuzlara çobanlık yapar.Diğer veli zatlar,Abdulkadiri Geylanî’den rica ederler.O zatda bunun üzerine şefkat eder ve der:”Elinize bir def alın ve:”Dağları da birer kazık yapmadık mı?”[7] âyetini okuyun,der.Onlarda o zatı bulurlar,sırtında bir domuz yavrusuyla gelmektedir.Onlar denileni yapınca,o zatda kendine gelir,toparlanır ve kurtulur.

-Kadının ğayrı meşru yolla zinada bulunması affa kabil olmayan suçlardandır.

-İbni Mesuddan;Rasulullah:”Kelime-i şehadet getirdiği halde ancak üç müslümanın kanı helal olur;Zina eden dul kadın,katilin ve mürtedin..”[8]

-Kurulan âile hayatı,kişinin cennet hayatını oluşturmak içindir.Nitekim Mehmet Kırkıncı hoca;Evlenmede yapılan şenliğin aslında evlenenler için olmayıp,dünyaya gelecek olan çocuk için bir karşılama merasimi olduğunu söyler.Bizde derizki;Velime yani düğün yemeğide sevinci ikramla kutlamak,nikahla bunu ilan etmek,gelişin meşruluğunu göstermek,şahitlerlede bunu tesbit etmektir.

Bunun da temelinin sağlam bir yapı üzerine oturtulması gerekir ki;Dini ifadeyle buna Dinde denklik ve kefâet denmektedir.

Aksi takdirde bu durum menfi olarak âienin devamında da görülecektir.Nitekim anlatılır; Kâmil birisinin 10-12 yaşındaki oğlu çarşıda tuluk içerisinde şerbet satan birinin tuluğuna çuvaldızı batırır,adam bir kaç kere devam eden bu olay üzerine babasına söyler.Oda hanımına ısrarla sorar,çocuğunun bu durumunu neden yaptığını,nedenini öğrenmeye çalışır.Kadın ise;Çocuğu doğmadan önce,Komşunun nar ağacının kendi bahçelerine sarktığını böylece o nara iğne batırarak emdiğini söyler.Sonunda komşuyla helalleşirler de o çocuk bundan sonra iğne batırmaktan vaz geçer.

-Bundan dolayı çocuğun eğitimi,seçilecek eşle başlar.

-Âyette:”İman edinceye kadar putperest kadınlarla evlenmeyin.İman etmiş bir cariye,beğenseniz bile putperest bir kadından kesinlikle daha iyidir.İman edinceye kadar putperest erkekleri de evlendirmeyin.İnanmış bir köle,beğenseniz bile putperest bir kişiden kesinlikle daha iyidir.Onlar ateşe çağırır.Allah ise izni ve inayeti ile cennete ve mağfirete çağırır,âyetlerini insanlara açıklar.Umulur ki düşünüp anlarsınız.”[9]

-“(Ey Allah’a eş koşanlar)Siz de O’ndan başka dilediğinize tapın!De ki;Gerçekten husrana uğrayanlar,kıyamet günü hem kendilerini,hem de ailelerini ziyana sokanlardır.Dikkat edin,işte bu,apaçık hüsrandır.”[10]

– İmamı Azama biri gelir ve çocuğunun 3,5 yaşında olup nereye yazdırması gerektiğini sorunca imam;sen 3,5 yıl geç kalmışsın,der.Artık bundan sonra onu nereye kaydedersen kaydet,der.Çünki gecikme olmuştur.Yani doğumla bunun başlaması gerektiğini ima eder.Ancak bu eğitim doğumdan önce başlamış olup oda evlenecek ahlaklı hanımın seçimi,helal yeyip,haramdan kaçınmakla çocuğun selahatinin sağlanması gerekir ki,buda her iki tarafın böyle birisini tercihdeki kararıdır.

-Kız çocuğu şefkate ve zafiyetinden dolayı korunmaya muhtaçtır.Elbette sorumsuzca bir şekilde;Saldım çayıra,Mevlâm kayıra..olmamalıdır.

-Bir veli üniversiteyi kazanan kızını Mehmet Kırkıncı hocanın yanına yardımcı olması için götürür.Hocada orada bulunan erkek çocukları göstererek,bunlarla beraber kalsın,der.Adam şaşkınca,olur mu hocam,deyince;Yahu sen canavarların içine getirmiş bırakıyorsun,hiç olmazsa bu çocuklar melek gibiler,der.Elbette düşünülmesi ve takib edilmesi gerekmektedir.

İbret alınması gereken bir husus şudur ki;Çocukların dünya hayatlarını koruma ve kurtarma uğruna,ebedi hayatları ve kendileri kaybedilmemelidir.

Herkese farzı ayın olan dinleri onlara öğretilmeli,tanıtılmalıdır.

– Rivayete göre Ka’b-ul Ahbar-ın babası,oğluna sadece Tevrat okumasını,diğer kitapları dolaba kilitleyerek okumamasını tavsiye eder ve oğlundan söz alır.Oda babasının ölümünden sonra kitapları okuyunca orada Peygamberimizin ve ümmetinin özelliklerini görerek müslüman ve tabiinden olur.[11]Kendisi kıssa anlatmakla şöhret bulmuştur.Samimi olmakla beraber dikkatle yaklaşıp süzmek,anlattıklarının israiliyatlarla ilgili olanların olabileceğini düşünmek gerektir.

Burada anlatılmak istenen çocuğun neyi okuyup okumaması gerektiğini ona doğru olarak gösterip,okuması gerektiğini ondan gizlemeyerek,şimdi kalsın,ileride kendisi bulup okusun diyerek ihmalde bulunulmamalıdır.

-Kişinin aile hayatı cennet hayatı olduğu gibi,cehennem hayatı da olmaktadır.Nitekim Bediüzzamanın talebelerinden imanlı doktor Sadullah Nutku’ya,doktorluk hayatında ibretli bulmuş olduğu bir olay olup olmadığı sorulduğunda şöyle anlatır;

-Bir gün muayenehaneme bir karı-koca geldi.Kadın hasta idi.Yatırıp muayene edeceğim sırada bir de baktım ki kadın ölmüş.Bir kaç dakika ben ve kocası böylece şaşkınca bakıştık.Bunun üzerine kocası başladı şikayet etmeye;Zaten ben bu kadının çenesinden neler çekmiştim,şöyleydi,böyleydi,diyerek memnuniyetsizliğini dile getirdi.

Tam bu sırada ölmüş olan kadın kalkarak;Doktor bey inanmayın,ben onun elinden neler çektim,bana ne zulümler etti,diyerek hem zulme uğradığını hemde kocasının yalan söylediğini söyledi ve tekrar sedyeye düşerek öldü…

Olayın dünyevi boyutu olduğu gibi,uhrevi boyutu da unutulmamalıdır.

-Ebu Hureyre ve Ebu Davudtan rivayetteki hadisde:”Hanımı olupta,aralarında adalet yapmayan kimse,kıyamet günü bir tarafı düşmüş veya bir tarafı meyilli olarak gelir.”buyurulur.[12]

MEHMET ÖZÇELİK

[1](Buhari, Enbuya 50, Amil fi’s-Salât 7; Müslim, Birr 7, 8, (2550). (Metin Müslim’den alınmadır.)(Mürşid.)

[2] Mürşid.2.0.

[3] Mecmuatün minet-Tefasir.Kâdı Beyzavî.1/489,Âl-i İmran.37.

[4] Al-i İmran.36,Mec.Tefs.age.1/487.

[5] Mecm.Tefs.age.2/3)

[6] Milli gaz.M.Özcan.30-3-2002.

[7] Nebe.7.

[8] Mecmuatüt Tefasir.age.2/507.

[9] Bakara.221.

[10] Zümer.15.

[11] İslâm Ansiklopedisi.İSAM.24/2.

[12] Mecmuatün minet-Tefasir.Kadı Beyzavi.2/180.




CENNET’TE ÂİLE

CENNET’TE ÂİLE

Kur’an-ı Kerim-de cennette kadınlar eşler tanımlanırken,aile ortamı şu ifadelerle dile getirilir:

”Orada çok temiz zevceler de onların.”[1]

“Adn cennetine girecekler atalarından,eşlerinden ve zürriyetlerinden Salih olanlarla birlikte olacaklar.Melekler de her kapıdan yanlarına girip şöyle diyecekler;Sabrettiğiniz için size selam olsun.Ahiret yurdu ne güzeldir.”[2]

“Siz ve eşleriniz cennete girin.Orada ağırlanıp sevindirileceksiniz.”[3]

Cennet ne kadar erkek içinse,o kadar da kadın içindir.[4]

Yani denilecek olursa ki;Ahirette farklı kabiliyetler olacak mı?

Elbette.Zira dünya hayatındaki tüm imtihanlar bu farklı neticeyi vermek içindir.Ve insanlar kadın olsun erkek olsun bu kabiliyeti nisbetince cennetten ayrı ayrı zevk alacaklardır.Bir örnek verecek olursak;Peygamberimizin cennettin tüm tabakasında bulunan insanları kendi seviyesinde bulunan ve hazırlanan bir sofraya davet etse,her bir insan tıpkı dünyada da örnekleri olduğu gibi,farklı farklı lezzet alacaklardır.Sofra ve iyecekler bir olduğu halde,lezzetler farklıdır.Buda iman ve Salih amel mihengiyle olur.

“Ayrıca biz onları ceylan gözlü hurilerle evlendirdik.”[5]

“Oralarda gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş dilberler vardır ki,bunlardan önce onlara ne insan,ne de cin dokunmuştur.”[6]

Cennet kadınları sıfat olarak tavsif edilirken en önemli özellik olarak şöyle tanımlanırlar:

“İçlerinde güzel huylu,güzel yüzlü kadınlar vardır.”[7]

“Çadırlar içerisinde gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş huriler vardır.”[8]

“Bunlardan önce onlara ne insan,ne de cin dokunmuştur.”[9]

En önemli özelliği orada usanç yoktur.[10]

Orada tükenme de yoktur.[11]

Âyetlerde kesin olarak anlaşılan odur ki;Cennette aile ve aile hayatı vardır.Kadın için erkek,erkek için de kadın vardır.Tabaka tabaka olan cennet,her biri için uygun tabaka da eşlerle aile hayatını sürdürürler.Yani;elbetteki cehennemde olan veya cennetin en aşağı tabakasında bulunan bir erkekle,cennette ve en üst derece bulunan hanımı aynı durumda bir araya gelecek değillerdir.Denklik esasdır.Fıkhen de dünyadaki ölümle nikah bozulmaktadır.

“Ekl ve şürb ve muamele-i zevciye gerçi bu dünyada bir ihtiyaçtan gelir, bir vazifeye gider. Fakat o vazifeye bir ücret-i muaccele olarak öyle mütenevvi leziz lezzet içlerine bırakılmıştır ki, sair lezaize tereccuh ediyor. Madem bu dâr-ı elemde, bu kadar acib ve ayrı ayrı lezzetlere medar; ekl ve nikâhtır. Elbette dâr-ı lezzet ve saadet olan Cennet’te o lezzetler; o kadar ulvî bir suret alıp ve vazife-i dünyeviyenin uhrevî ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevî ihtiyacı dahi uhrevî bir hoş iştiha suretinde ilâve ederek, Cennet’e lâyık ve ebediyete münasib, en câmi’ hayatdar bir maden-i lezzet olur.”[12]

“Vâlideyn ve evlâda muhabbet-i meşruanın neticesi: (Nass-ı Kur’an ile) Cenab-ı Erhamürrâhimîn, onların makamları ayrı ayrı da olsa yine o mes’ud aileye safi olarak lezzet-i sohbeti, Cennet’e lâyık bir hüsn-ü muaşeret suretinde, dâr-ı bekada ebedî mülâkat ile ihsan eder. Ve onbeş yaşına girmeden, yani hadd-i büluğa vâsıl olmadan vefat eden çocuklar,-Vildanun Muhalledun- ile tabir edilen Cennet çocukları şeklinde ve Cennet’e lâyık bir tarzda gayet süslü, sevimli bir surette, onları Cennet’te dahi peder ve vâlidelerinin kucaklarına verir. Veledperverlik hislerini memnun eder. Ebedî o zevki ve o lezzeti onlara verir. Zira çocuklar sinn-i teklife girmediklerinden; ebedî, sevimli, şirin çocuk olarak kalacaklar. Dünyadaki her lezzetli şeyin en a’lâsı Cennet’te bulunur. Yalnız çok şirin olan veledperverlik, yani çocuklarını sevip okşamak zevki -Cennet tenasül yeri olmadığından- Cennet’te yoktur zannedilirdi. İşte bu surette o dahi vardır. Hem en zevkli ve en şirin bir tarzda vardır. İşte kabl-el büluğ evlâdı vefat edenlere müjde…”[13]

“Mü’minlerin kabl-el büluğ vefat eden evlâdları, Cennet’te ebedî, sevimli, Cennet’e lâyık bir surette daimî çocuk kalacaklarını.. ve Cennet’e giden peder ve vâlidelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürurları olacaklarını.. ve çocuk sevmek ve evlâd okşamak gibi en latif bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını.. ve herbir lezzetli şey’in Cennet’te bulunduğunu.. “Cennet tenasül yeri olmadığından, evlâd muhabbeti ve okşaması olmadığı”nı diyenlerin hükümleri hakikat olmadığını.. hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatla karışık evlâd sevmesine ve okşamasına bedel safi, elemsiz milyonlar sene ebedî evlâd sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i imanın en büyük bir medar-ı saadeti olduğunu şu âyet-i kerime –Vildanun muhalledun- cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor.”[14]

Cennetteki cimada evlad olmaz.[15]

Dünya hayatındaki tenasülde ise;”Hayvanattan olsun nebatattan olsun tevellüd ile tenasül şümulüne dâhil olan her ferd vech-i arzı istilâ ve tasallut etmek niyetindedir ki, arzı kendisine ve zürriyetine has ve hâlis bir mescid yapmakla Fâtır-ı Hakîm’in esma-i hüsnasını izhar ile Hâlıkına gayr-ı mütenahî bir ibadette bulunsun.”[16]

“Tenasül, teselsülde şerait-i âdiye-i itibariyedendir.”[17]

”O Hâlık-ı Kerim, tenasül kanun-u azîminde istihdam ettiği hayvanata ücret olarak birer maaş gibi birer lezzet-i cüz’iye veriyor.”[18]

“Ezel ve ebed sultanının pek çok esma-i hüsnası vardır. Tecelliyat-ı celaliye ve tezahürat-ı cemaliye ile pek çok şuunatı ve ünvanları vardır. Nur ve zulmet, yaz ve kış, Cennet ve Cehennem’in vücudunu iktiza eden isim ve ünvan ve şe’n ise; kanun-u tenasül, kanun-u müsabaka, kanun-u teavün gibi pek çok umumî kanunlar misillü, kanun-u mübarezenin dahi bir derece tamimini isterler… Kalb etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfâkında melaike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.”[19]

”Bütün hayvanatın şehadetiyle ve izdivac eden nebatatın tasdikiyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz’iyedir. Madem hikmeten, hakikaten, izdivac nesil içindir, nev’in bekası içindir.”[20]

Beşeri bu şekilde çoğaltan Allah;” Acib istinsah eder o kudretin kalemi.. şu sırr-ı tenasülât…”[21] Elbette kendisi bundan münezzehtir.Çünki” tegayyür, ya tenasül, ya tecezzi eden elbet; ne Hâlık’tır, ne Kayyum’dur, ne İlah…”[22]

“Âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san’ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.”[23]

Hırakl peygamberimize gönderdiği mektubunda;Yazmışsınki;beni eni yerler ve gökler kadar olan cennete-[24] davet ediyorsun,cehennem nerede?

Rasulullah dedi;Sübhanallah,gündüz geldiğinde,gece nerede?[25]yani,onun arka yüzünde,cennet yukarıda,cehennem aşağıda.

-Hadisler de ise:Ebu Hureyreden rivayet edilen hadisde:”Ehl-i Cennet’ten her birinin iki kadını vardır ki, vücûdünün letâfetinden iki baldırı (kemiği) nin iliği etinin üstünden görünür.”

-Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur:Cennet hûrilerinden bir kadın yer halkına baksa hiç şüphesiz o, Cennet’le yer arasındaki fezâyı aydınlatır. Ve orayı bir güzel koku doldurur. Yine muhakkaktır ki, o kadının baş örtüsü, dünyâdan ve dünyâdaki her şeyden değerlidir.

–Ebu Hureyrden rivayette:”Tüm ümmetim cennete girecek Ebâ yani yüz çevirip itaatsizlikte direnerek ısrar eden müstesna.Eba kimdir?diye sorulduğunda peygamberimiz;Bana isyan eden ebädır,dedi.”[26]

13-9-2002

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Bakara.25,Âl-i İmran.15,Nisa.57.

[2] Ra’d.23-24.,Nahl.32.

[3] Zuhruf.70.

[4] Fetih.5.

[5] Tur.20.

[6] Rahman.56.

[7] Rahman.70.

[8] Rahmanç72.

[9] Rahman.74.

[10] Fatır.35.

[11] Sad.54.

[12] Sözler.B.Said Nursi.499.

[13] Sözler.648.

[14] Mektubat.B.Said Nursi.78.

[15] Mecmuatün minet-Tefasir.Kadı Beyzavi.(Arapça)1/86.

[16] Mesnevi-i Nuriye.B.Said Nursi.217.

[17] Muhakemat.B.Said Nursi.125,123.

[18] Sözler.B.Said Nursi.555.

[19] Age.179.

[20] Age.409,388.İşarat-ül İ’caz.B.Said Nursi.145.

[21] Age.704.

[22] Sözler.age.697.

[23] Age.232.

[24] Al-i İmran.133,Hadid.21.

[25] Mecmuatün minet-Tefasir.(Arapça)1/587.

[26] Age.1/483.




YERİNDE OLSAYDIM ?

YERİNDE OLSAYDIM ?

Başbakanın yerinde olsaydım,izinli başbakan olma teklifini reddederdim! Çünki izinli olanın izni bitince,rolü de biter,işi de biter,bu sefer devreye başkaları devredilir.

Yapılacak işler de irade ile değil,müsaade ile yapılmak zorunda kalır. Değil her şeyi yapması,veya sözünü tutması,istemedikleri,istenilmeyeni bile yapma mecburiyetinde kalır. Desteği çekerim haa! Çok oluyorsun! İleri gidiyorsun!

Şöyle yapacağım,böyle yapacağım derken; sen söyle bakalım!. uygun zaman ve zeminde bile ne kadarı söyleniyor ve ne kadarı yapılıyordu?

Yapılamayacak şeylerle koltuklar haram edilirken,artık haramlarla helallerin karışımından hangisi hangisinden ayrılacağı konusunda bir belirsizlik ve ilgisizlik zaten yaşanmaktadır.

“Türkiye’nin anasından çıkın kalmayan lideri”diye İstanbul kongresinde tanıtılan başbakan yerinde olsam-çıkın kalan olmadığı gibi,çıkın bırakan da…-olmamaya çalışırdım.

Cumhurun selameti ve saadeti,ferdinkinden önce gelir. Bir mukayese yapmak gerekirse; T. Özal-ın zamanında ki teveccüh ile şimdiki teveccüh arasındaki fark neden doğmuştur=

-İdeolojiler mi değişti?

-Proğram mı üretilemiyor?

-Ekonomik atılım ve yatırımlar yavaşladı mı,durdu mu?

-Farklı kimlik,farklı vitrin mi sergilenmektedir?

-Milletle anlaşma ve kaynaşmanın yerini,ağırlaşma ve soğuklaşma mı aldı?

-Bir hastalığın ve eksikliğin olduğu kesin. Acaba neden? Nereden?

-Özal döneminde maneviyatın önündeki engeller kaldırılır,manevi plan öne çıkarılarak,bunun mücadelesi yapılırken,şimdi saf dışı edilmektedir.

-Eskiden hata yapana-Baltayı ayağına vurdu.- denilirdi. Şimdilerde baltalar başa vurulmakta,toplumun başına kaldırılmaktadır.

Özal 1989 seçimlerinde yanlışını itiraf etme dürüstlüğünde bulunarak,yenilgisini şöyle itiraf etti;”Millet topuzu biraz fazla kaçırdı.” Doğruydu ama biraz fazlaydı,diyordu. Milletin topuzu;ilahi takdirin kazasıyla şaşmaz.alınacak kararlar da milletin rağmına değil,milletin değerlerine uygun alınmalıdır.

Esas olan partiler değil,milletin menfaatıdır. İdareciler bütünleştirici olmalıdır. Çünki,halkının hepsini idare etmekte,yönetmektedir.

Bizde de son zamanlarda başladı bir idarecilik sevdası,gerçi bu sözlerim oraya bir basamak ve bir başlangıç zannedilmesin! Bizim oraya ulaşmamız söz konusu değil de,olur ya,orası bize ulaşırsa belki düşünürüz,dedik,şimdiden proğramımızı dosyalamaya başladık.

30-08-1998

MEHMET ÖZÇELİK




SİZ OLURMUYDUNUZ?

SİZ OLURMUYDUNUZ?

Bazıları bulundukları makamdan belli bir simge ve görünümde göründü. Adeta onunla şifrelendi ve de o nam ile gitti.

İhsan Doğramacı,adeta Üniversitelerde doğrama yaparak,tesettüre cephe açarak,onunla kaynaşmış! böyle bir görünüm sergiledi! silinmeyen böyle bir fotoğraf ve çizgiyi hafızalarda arşivlerde,tarihin içinde bırakıp gitti. Silinmesi,süpürülmesi mümkün olamayan bir kalıntı…

Arkeolojik bir kazıntı… Deniz dibinde bir buluntu…

Kemal Alemdaroğlu ,bunu İstanbul çapında diğer üniversitelere örnek bir şahsiyet! görünümü vererek devam ettiriyor.

Teknik hususiyet ile öne çıkıyor,kendini onunla tanıtıyor ve onunla tanıyor.

Tesettür düşmanlığı gibi…

Bizdeki buluşlar,batının rağmına olarak,yani bir gelişme ile değil,bir asırlık,Kanuni-ye kadar götürülecek kadar bir değişme ve bunu temelde,yapıda,inanç ve geleneklerde uygulamaya çalışarak,çıkışı değil,inişi hızlandırmaktadır.

Bunu da sefâhet alanında gerçekleştirmek üzere batının girdiği her deliğe girmek ve marifet bilmekten öte bir gelişmede göstermemekte..

Ecevit şimdiye kadar hep solcu bilinir ve öylede olduğunu söyler. Tanımı;kendisinde ideoloji,yaşayışı ve yetiştirmeye çalıştığı insanlarda mevcuttur,görünmektedir. Buna rağmen onun yetiştirip,kendi partisinin bünyesinde bir milletvekili olan Mümtaz Soysal-ın Ecevit-i sağcılara,tarikat ehline meyledip,dinin kırpıntılarını üzerinde taşıma görünümü vermesini şiddetle tenkid etmekle imtiyaz etmeyi,kendine mümtaz bir vasıf olarak kazanç kabul etmektedir. Eğitimin,yazarlığın içerisinde bulunan Mümtaz Soysal bu!!

Bunlar ve bunlar gibiler,hep din düşmanlığı,dinden uzak kalma,dini değerleri geri plana atma, ilerlemeyi,dini yaşamak bir yana,dini hatırlatacak her şeyden tecrid etmekle eş anlamda görmüşlerdir,görmektedirler,göreceğe de benzemektedirler.

İşte bir örneği;Her partide menfiler olur. Bu yüzde beşten,yüzde elli beşe de ulaşır. İşte…gerek Bediüzzaman Said Nursi-nin bir tesbiti,bir Prof-un Deniz Baykal-a anlattığında yerinden kalkarak hayret ile takdir ve tasdik ettiği şu ifadeler;”Halk partisinin yüzde doksan beşi masum,yüzde beşi menfidir. Ancak o yüzde beşin hakimiyet ve sözü yüzde doksan beşe geçmekte,o yönde yönlendirmektedir.

Her zamanda geçerli olan odur ki;hakkın hatırı alidir,hiçbir hatıra feda edilmez,onun yerine geçmez.

31-08-1998

MEHMET ÖZÇELİK




RAHMET KAYNAĞI YAĞMUR

RAHMET KAYNAĞI YAĞMUR

Muğayyebât-ı Hamse yani beş bilinmeyenden birisi de yağmurun ne zaman yağacağı[1] ve doğrudan doğruya Allah tarafından yağdırılmaktadır.[2]

Meteoroloji tarafından bildirilen hem “Hava tahmin raporu” hem de ğayıbtan çıkmış olan yağmurun görünen şu şehadet alemine gelerek,belirtilerinin ortaya çıkmasının bir neticesidir.

Tıpkı bir hayvanın zelzeleyi,havanın rutubet ve nemliğinden,buluttan,yağmurun önceden hissedilmesinden ve aynı zamanda,özellikle ihtiyarlar ve hassas kişilerce önceden hissedilmiş olması gibi ki,bu gaybın bilinmesi demek değildir.

Ve Allah yağmurun inişini kendisine mağfiret dilemeye bağlamıştır.[3]

İnsanlar ümitsiz kalınca[4],ölmüş toprağı canlandırmak üzere[5] insanlara rızık olarak[6],ırmaklar,nehir ve çaylar,ekinlerin yeşermesi,hayvanlara yiyecek olması,sebze ve meyveler yeşerip,her ölünün de yeşerip hayat bulması için[7];Allah tarafından buluttan[8] ve gökten iner ve indirilir.[9]

Bütün bunlar birer öğüt ve ders içindir. İnsanlar nankörlük değil,ibret alsınlar diyedir.[10]

Yağmurun külli ehemmiyetini anlamak için,bir anlık yokluğunu düşündüğümüzde;hayatın ve onun devamının da yokluğunu rahatlıkla anlarız. Ondandır ki yağmura rahmet adı verilmiştir.

Yağmurun şefkat kucağı,hayat sahibi olan her varlığı kuşatmaktadır.

Elbette böyle umumi bir menfaat,tesadüfe havale edilemez.

Evet,yağmur sebebiyledir ki;yeryüzünde nehirler,ırmaklar,çaylar,pınarlar,taa okyanuslara kadar… Yeşillikler,sebze ve meyveler…kısaca hayatı netice veren her şey…

Evet. her şey o hayat kaynağından çıkar,onunla bereketlenir,varlıklara rahmet olur…

1-9-1995

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Lokman.34.

[2] En’am.69,Ra’d.17,Mü’minun.18,Furkan.48-49,Vakıa.68-70.

[3] Nuh.10-12.

[4] Şura.28.

[5] Nahl.65,Rum.50,Fatır.9,Fussilet.39,Zuhruf.11,Casiye.5,Kaf.11,Abese.25-32.

[6] Zariyat.22.

[7] Bakara.22,164,A’raf.57,İbrahim.32,Nahl.10-11,Hacc.63,Mü’minun.18-19,Lokman.10,Fatır.27,Kaf.9-10,Nebe’.15-16.

[8] Ra’d.12,Zariyat.2,Nebe’.14.

[9] Hicr.22,Nahl.65,Nur.43,Rum.58.

[10] Furkan.50,Rum.24.




T A R A F T A R

T A R A F T A R

İnsanlar yaratılıştan taraf ve taraftar olarak yaratılmışlardır. İnsanlar dünyaya gelirken Allahtan taraf ve onun emir ve yasaklarının tarafında bulunarak ve söz vererek bir sözleşme ile gelmişlerdir.

Ancak dünyadaki tarafların çoğalması,farklı taraftarlarıda arttırmıştır.

Kimse tarafsız değildir. Ne peygamber,ne filozof…Çünki her şey zıddıyla beraber yaratılmıştır. Buda tarafları ve taraftarları ortaya çıkarmıştır.

Allahda tarafsız değildir. Kendisine taraf olan imanlı ve inançlı insanların tarafındadır. İmandan taraf,cennetten taraf,kendisinden taraf,gönderdiği din ve peygamberlerinden taraf,iyiden,güzelden,hayırdan haktan taraftır,tarafadır.

Şeytandan,nefisden,şerden,cehennemden,tüm çirkinlik ve kötülüklerden ve haksızdan ve haksızlıktan taraf ve tarafa değildir.

Hiçbir insan yüzde elli üzeri elli oranında taraf değildir. En iyimser ifadeyle bir taraf yüzde elli bir-dir.

İnsan ya iyi ve iyiden yanadır yada kötülük ve kötüden… Hem ondan hemde ondan yana olmayıp,bir tarafı ağır basacaktır.

İnsandaki bu taraf duygusu;hem müsbete hemde menfiye kanalize edilebilme özelliğine sahibtir.

Menfi insanlar bu duyguyu işleterek kendilerine taraftar toplamaktadırlar.

Bu durum ideolojilerde,partilerde,sosyal eğilimlerde olduğu gibi,sanat ve spor alanlarında da büyük çapta oluşmaktadır. Âdeta insanlar gizli birer iple yönlendirilmektedirler. Tahriklere çabuk kapılma eyilimi göstermektedirler.

Dünyada olduğu gibi Türkiyede de bu yıllarca uygulanmış,insanlar alevi-sünni,laik-anti-laik,sağcı-solcu,faşist-kominist,falan parti-filan parti diye çeşitli grup ve kamplara ayrıştırılmıştır.

Bu ise en büyük yıkma politikasıdır. Böl-parçala-yut…

Tümüyle yutulamıyan ekmek önce dilimlere,daha sonrada lokmalara ayrılarak yutulması kolaylaştırılır.

Bediüzzaman:”Bîtarafane hareket tarafı muhalifi iltizamdır.”

Tarafsızım diyen kişi muhalif tarafa taraftır.

Her insan yaratılışta taraf olarak yaratılmıştır. Ya şeytandan ya melek,ya cennetten ya cehennem,ya hayır ya şer…

MEHMET ÖZÇELİK




– TARAFSIZ DEĞİLİM –

– TARAFSIZ DEĞİLİM –

B.Said Nursi-nin ifadesiyle;” Bî-tarafâne hareket tarafı muhalifi iltizamdır.” Diğer tarafı kabuldür. Yani tarafsız olmak zıt tarafı,kendisinin taraf olmadığı tarafa taraf olmaktır. Ben ancak taraf olmadığım tarafın karşı tarafında tarafım. Yani inanmadığım,sevmediğim,düşünmediğim,yaşamadığım,uygun olmayan menfiliklere taraf değilim. Onların zıddının tarafıyım. Onun menfilik hürriyetine karşı buda benim müsbet hürriyet düşüncemdir. Günah işleyenin günah işleme hürriyeti ne kadarsa,benimde sevap işleme hürriyetim ondan geri değildir.

Ancak bir olay ve meselede evvela akıl süzgecinden geçirir,kalbin potasında eritir,sentez ve analizini yaptıktan sonra vicdan terazisinde ölçerim. Hangi ve nasıl bir tarafta olduğumu bildirir ve gösteririm.

İnsan tarafsız değildir. Çünki en azından her şeyi kabul etmemekle tarafsızlığımızı gösteririz. Tarafsızlık bir eksiklikten değil,bir seviyeden kaynaklanmaktadır. Taraf olmak zıtlaşmak değil,zıtlıkları ayrıştırmaktır. Taraf olmak,düşman olup cephelere bölünmek değil,taraflılıkla cepheleşmeye sebep olan amilleri ortadan kaldırarak tek cephede birleştirmektir.

Tarafsızım demek,ben senin görüşünde değilim demek olduğundan,bir şey ya vardır,yada yoktur misali,ya uygundur,yada değildir. O halde bir taraf söz konusudur. En azından o insanın bir tarafı ağır basacaktır. Taraf olmak insanı körü körüne bağlanmaktan kurtararak tahlile,düşünceye,isbata,çıkışa yükseltmektedir. Bir seviye kazandırmaktadır.

Taraf isbat ister. Tarafsızlık bir isbat,düşünce ve tahlile gerek duymaz. İnsanlıktan taraf ve yanayım. Sevgi,düşünce,ciddiyet ve ahlaktan yanayım. Yani tarafım. Bütün meslekler güzel olabilir,güzeldir. Ancak ben öğretmenlik mesleğinden yanayım. O taraftayım. Mesleksizliği, kötülüğü meslek edinenden yana değilim. Tarafsız da olamam. Çünki o taraf kendi tarafında açıkça görülürken ve o insanda onu savunur,beni de ona davet ederken,ben tarafsız olamam. Onun tarafında değil,kendi tarafımdayım.

Tarafsızlık birde su-i istimal edilen şefkatin yanlış mecraya akıtılmasından kaynaklanmaktadır. Hakime olan bir anne karşısında,suçlu olan oğlunun tarafında olamayacağı gibi, tarafsızım da diyemez. Çünki o adalet tarafında bulunmaktadır. Oğlunu değil,adaleti savunmaktadır. Böylece o hukuktan ,insanlıktan ve toplumdan yanadır. O bir taraftır,tarafsız değildir. Her tarafta bu taraf taraftarlarıyla görülebilir.

Bulunduğumuz yer başkasına göre tıpa tıp aynı olmayıp ayrı tarafta olduğumuz gibi,bakışlar da,fikirler de farklılık arz eder. Önemli olan insanlık çerçevesi içerisinde kalarak,hazımlı olup,başkalarının tarafını da göz önünde bulundurarak ,ortak noktaları ortaya koyup en kötü ihtimallerde bile asğari müşterekler birleştirici olmalıdır. Çünki ben ben olup,sen olmadığım gibi; sende sensin,ben değilsin. Ben ben olmalı,sende sen kalmalısın. Ta ki bir bütünlük oluşsun.

Sen ben değilsin ki beni sen kendi yorumunla değerlendiriyor,beni yorumların terine koyuyorsun. Yorumların ben değilim. Sen ben olamazsın. Eğer sen ben olursan, ya ben kim olurum? Sen mi? Ama ben sen değil,ben benim. Ben olarak kalmak,ben olarakta devam etmek istiyorum. Sen sen ol,sen kal. Ben de ben olayım,ben kalayım. Ne kendi kimliğini değiştir,nede benimkini. Kavga,kimliksiz yapma kavgasından kaynaklanmaktadır.

En büyük sıkıntı,hazımsızlıktandır.

Bir çok kavgaların temelinde,başkalarının da benim gibi olmasını istememizden kaynaklandığını görmekteyiz. Din ve inancın önemi burada devreye girerek,insanlara tek ve geniş bir potada eriterek olgunlaştırmaktadır. Mevlânanın ifadesiyle;” Hamdım..Piştim..Yandım..” Ben yanmaktan yanayım.Tarafsız değilim. Çünki hamdan yana değilim…

MEHMET ÖZÇELİK




S İ G A R A

S İ G A R A

Şimdiki durumu ile tütün:”İlk olarak Amerika da üretilip oradan 1560 yıllarında Jean Nicot tarafından Avrupaya getirildi”ği ifade edilir.[1]

Başta kanser olmak üzere sigaranın açtığı bir çok zararlar içerisinde:”1958’de British perinatol Mortality Study’de incelenen 17 bin doğum vak’asında sigara içen annelerin bebeklerinin ölüm oranı,içmeyenlere göre gözle görülür şekilde yüksek bulunmuştur.”[2]

Bunun gibi daha bir çok zararlarının kesinliğiyle beraber;annenin ciğerlerine çektiği sigara dumanı cenin halindeki bebeğin kan dolaşımına katılarak onun hayati ihtiyaç duyduğu,hayati oksijeni çalmıştır. Bu da oksijen oranının % 41 oranında azalmasına sebeb olmuştur.[3]

Günde 21 dal sigara içen 50 yaşındaki bir kimsenin önündeki 10 yıl içinde ölme imkanı,sigara içmeyenlere göre iki-üç kat daha fazladır.

“Sigara içen kimsenin her yıl hastalık yüzünden çalışmadığı günlerin toplamı sigara içmeyen kimseyle oranı % 20 fazladır.(Yaklaşık yılda 75 gün)

“Yine İngiltere de öğrenciler arasında yapılan bir araştırmada sigara içenlerin içmeyenlere oranla solunum,idrar,iç hastalıklarına daha fazla yakalandıklarını göstermiştir.[4]

Bütün sigaralarda:”Sigara sağlığa zararlıdır.”yazmasına rağmen hala çoklukla kullanılıyorsa,burada hem kullananın sorumluluktaki eksikliği ve kullandıranın menfaatına düşkünlüğü,toplumun maddi-manevi kaybına ilgisizliği,devletin ise sahipsizliği,aldırmaz tavrı gayet dikkat çekici,ibret-amiz bir haldir.

Sigaranın bir çok kötülüklere kapı açtığı bir gerçektir. Büyük tehlikelere giden yollar sigaradan geçmektedir.

Sigara ile hem hayat,hem zaman,hem nesil,hem ekonomi,hem sağlık gibi bir çok israf kaybı söz konusudur.

“Bir soy kırım”yaşatan sigaranın neden olduğu rahatsızlıkların,akciğer kanserlerinin %90’ı,gırtlak kanserlerinin % 99’u,bacak damar tıkanıklıklarının %99’u sigara kaynaklıdır.

Ortaokul çağındaki çocukları tehdit eden sigara en büyük rolünü,gençleri tehdit eden faktörün başını arkadaş etki ve tesiriyle kendisini göstermektedir. Sigaraya başlamaya sebeb arkadaş olduğu gibi,sigarayı bırakmanın yolu da arkadaştan geçmektedir.

Sigaranın temelinde aile ve okul olmakla beraber,devamında da arkadaş vardır.

Türkiye’de”20 milyon sigara tiryakisinin”olması,geleceğe dönük büyük bir tehlike sinyalidir.

Evet,büyük tahribleri olan sigara[5],1994 hesaplarına göre:”Her yıl dünya çocuklarının giderleri için 34 milyar dolara ihtiyaç duyulurken,içki ve reklam için 183 milyar dolar harcanıyor.”[6]

İstatistiklere göre:”Sigara ve içki harcamaları,aile bütçesinin % 15-20-sini götürüyor. Yeşilay’ın 1996’da,1995’in raporunda:”Türkiyenin israfta birinci,kumarda ikinci,alkol ve içkide üçüncü,tütün ve mamullerinin tüketiminde dördüncü olduğu belirtilir.”[7]

Ve yine:”Çağın vebası olarak ifade edilen sigaradan;”Dünyada her gün 5 bin çocuk sigaraya başlıyor. Her 13 saniyede bir kişi sigara nedeniyle ölüyor. Günde iki paketten fazla sigara içen her 7 kişiden biri mutlaka akciğer kanserine yakalanıyor.[8]

Ve sigaradan her gün 164 kişinin öldüğü ifade edilir.

-1994’de Türkiye de 90 bin ton sigara içilip,61 trilyon ödenmiştir.[9]

Peki ya verilecek ve ölecekler? Efendim onlar hesab dışı…

Sigara içenlerin vücuduna % 15-33 daha az oksijen giriyor.

-Tek bir sigara insan vücudunda 2.5 md C vitaminini yok ediyor. Neticede bir yandan vücudun direnci azalırken,diğer yandan hastalıklara yakalanma durumu daha da artıyor.

Günde bir paket sigara içenlerin vücudunda 20 yılda 7 kg. katran birikiyor.

-1994 yılı tekelin vergi borcu 20 trilyon lira. Türkiyenin umum vergi borçları 88 trilyon. Böylece Tekel;hem kendisine bağlı ve bağımlı olanları yeyip bitirmekte,hem de devleti bitirmektedir.

Ağızlarıyla ölümü üfüren ve ölüme doğru üfüren insanlar,üfürdüklerinin içersinde neler olduğunu bilmekte midirler acaba? İşte:

“Fare zehiri arsenik,Boya sökücü aseton,Böcek öldürücü nikotin,Eksoz gazından çıkan karbonmonoksit,kanser yapıcılardan piren,polonyom,Fenol ve üreten maddeleri,haşeratta kullanılan DDT,zararlı böcekleri temizlemekte elbiselerde kullanılan naftalin,akü yapımında kullanılan metal kadmiyum,gaz odalarında insanları öldürmek için kullanılan gaz hidrojen siyanür,temizlik maddesi amonyak,çakmak gazı olarak kullanılan buton ve endüstride çözücü olarak kullanılan toluen maddeleri . Tam bir “Zehir Kolleksiyonu” Ve 4 bin çeşit zararlı maddeyi ihtiva ettiği de belirtilmektedir.[10]

Özetle:Şu anda bir çok hastalığın ve sağlığı tehdit eden unsurların başında gelen sigara ve alkol gibi maddelerin geldiği gerek resmi,gerekse de gayrı resmi olarak bilinmektedir. Bilinmese bile,sormak gerekmez mi? O halde,hala neden?

Eğer bugün özellikle orta öğretimdeki gençlerimiz bundan alı konmazsa,bu tehlike ilk öğretime kayıp,bu bela onları da sararak sarmalar. Orta üç ve lise seviyesindeki öğrencilere bu konuda bilgiler verip,sakıncaları anlatılmalıdır. Gerek ders olarak zararlılarla ilgili bir saatlik ders konulmalıdır.

Bu gençler gençlik dönemlerinden itibaren diskolarla,uyuşturucu ve arkadaş kurbanlıkları ile alıştırılmaktadır. Parası olanlar satın alarak,olmayanlar da kendilerini satarak bunun içine düşmektedirler. Satanistler bu işlerin patlayan bir yönü. Patlamayan kısımlar ise her gün şişirilmekte,patlamaya hazır hale getirilmektedir.

Burada arkadaş etkisi kesin olmakla beraber,aile problemleri de oraya itici bir fonksiyonu yapmaktadır. Terör örgütlerinin önemli köprüleridir. Hem içerde kemirmiş,hem de dışardan maddi imkanlar elde ederek semizlenmeyi sağlamış olmaktadırlar.

Esrar ile birkaç saatlik (3 saat) pembe hayaller ve rüyalar yerini kabuslara döndürmektedir. Kokain ile;Gözler kapanmak üzere açılır ve büyür. Eroin ile başlayan 7-8 saatlik gevşeme ve küçülme yerini dökülmeye terk eder.

Ve başlangıçlarda az iç bir şey olmaz denilen başlama,çoğu beraberinde getirmektedir. Nitekim İngiltere’de British Medical Journal adlı tıb araştırması dergisindeki raporda belirtildiği üzere,21 yıllık araştırmada varılan sonuçta:”Alkolün azı da çoğu da zarar.”denilmiştir.[11]

“Batıl şeyleri iyice tasvir,safi zihinleri idlaldir.”gerçeğinden dolayı,kullanımı olan yerlerde (olmayan yerlerde gündeme getirmeden) lise seviyesindekileri sakındırmak amacıyla bilgilendirmeli,zararları sürekli nazara verilmelidir.

Zararlı alışkanlıkların ortadan kalkması her aklı selimi sevindirir. Aksini üzer. Evet,gerçi bu zararlı maddeler kullanılmayınca,hastalıklar olmayacak,içki ve sigara satanların satışları düşecek! İlaçların satımı azalacak! Kibrit ve çakmaklar,çakmak doldurucuları iş yapamayacak! Kül tablaları görevini yapmayacak! Etraf pek kirlenmeyeceğinden temizlik maddelerinin satımı azalacak! Ve bunları daha da arttırabilirsiniz…

İşte sigara içmemenin bu gibi zararları olacak,para harcamaları da böylece düşüp,enflasyonda azalmış olacak!

Ama,peki ya ben ne olacağım? İçmediğim için zararlarını çekmeye devam mı edeyim? Gelin hiç birimiz çekmeyelim,hep beraber gelin “SİGARAYA PAYDOS”diyelim.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Alkol ve Sigara.sh.151.

[2] Age.157.

[3] Age.158.

[4] Age.161,zaman gaz.15-4-1995.

[5] Zaman Gaz. 21-1-1994,1-3-1996.

[6] Agg.30-12-1994.

[7] Agg.5-3-1996.

[8] Türkiye gaz.21-2-1996.

[9] Zaman gaz.12-10-1993.

[10] Türkiye gaz.9-2-1996.

[11] Zaman gaz.24-6-1999.




KENDİNİ YOK EDEN ROBOT

KENDİNİ YOK
Robotun yapımı için gerekli tüm malzemelerin hazırlığına başlanıldı.Uzaktan kumanda ile yönlendirilen bir toplum robotu olacaktı bu robot.Kollar sıvandı,bunun için toplumda grublar oluşturuldu ve onlar beslendi.Gruplara ayrıştırılarak her grup semizlendirildi.Dövüşmeleri için hipodrumlar hazırlandı.

Adına sağcı-solcu,milliyetçi-anti milliyetçi,Ruscu-Amerikancı dendi.Özel getirildi,özel yerlere götürüldü.

Ve uzun yıllar toplum bunlarla meşgul edildi.Uyanınca işin vehameti ve geçen zamanlara esefler edildi.

Sonunda mi?Maşalar imha edildi,maşayı tutanlarca.Hatta maşayı verenlerde imha edildi,planı yapanlarca.

Geriye feryadlar,binlerce ölü ve pişmanlıklar kaldı.Ortada ise suçlu kalmamıştı.Herkes suçluydu veya birileri bu işi çok iyi tezgahlamışlar,herkes işin bir yanından tutarak nefsi müdafaaya geçmişlerdi.Bir cihette haklıydı,geridekiler haksızdı,bu işin oluşmasına sebeb olanlar,devlet,anneler-babalar,onlara hakikatları ve doğruları ulaştırmayan insanlar,birazda kendisinde de vardı var olmasına…

Şu anda hep geridekiler feryat etmedeler;bizler bir ömür boyu,üç nesil bunun için,bunlar için mi çalışmışız,herşeyimizi feda ettiğimiz değerlerimiz bugün çok basite ve ucuza harcanmakta,kapanmakta,kapatılmakta ve gerisin geriye atılmaktadır?

Tekrar çizginin başına geldik,üç nesil kaybettikten sonra…Hedefe bir türlü varılamadı,varmak isteyenlerde yok edildi.Bu yapılırken;bazen önce alkışlandı sonra vuruldu,bazende önce vuruldu,sonra alkışlandılar.Hem hain,hem kahraman,hem kurtarıcı,hemde düşman ilan edildi
Tıpkı üç mazlumlar gibi.1960 ihtilali onlar için yapıldı.1980’den sonraki anıtta onlar için yapıldı.Tezatlar ülkesi…Oysa onlar bir ideal ve hizmet uğruna devlet yükünü yüklenmiş,milletin selametini zayıf omuzlarına alarak tekeffül eden üç mazlum idi.Kara sayfanın üç ak şahsiyeti idi onlar.Akbabalara kurban edilen ak alınlı,mazlum ve mağdur gönül erleri idiler.11 yıldır kırdıkları esaret zincirini milletin boynundan çıkarmış,milleti idamdan kurtarmış,ancak kendilerini idamdan kurtaramayan milletin bu üç şeref madalyası millet tarafından da kurtarılamamıştı.
Milletin yüzüne kapanan kapıyı aralayan bu üç öncü kuvvete,memleket kapıları kapanmış,İmralı sürgün yeri reva görülmüştü.Sizi taltif etmeye gücümüz ve zamanımız yetmez,buyurun Allah’ın sofrasına,şuurunda olunmadan onlara ebedler kapısı aralanmış oluyordu.
Kazan dibin kara,seninki benimkinden de kara.Bir çok örnekleri yaşandı.

Gizli el çok gizli olarak gizliliğini gizledi.Meçhullerdeki bu malum esrar;bazen şahıs,bazen ideoloji,bazen ordu,devlet,laiklik,Atatürkçülük,aşırı dincilik,Hizbullah formalarını giyerek milletin önüne çıkıp müşteri aradı.Bir yandanda eskiyen formaları attı,yanında ürettiği yeni formaları yeni yerlerde kullanmak için üretti…

MİT Müslim Gündüzü kullandı? Çatlıyı kullanan emniyet Müslümü deşifre edince,Müslimi kullanan Mit-de Çatlıyı deşifre ederek misillemede bulundu![1]

Ağacı yine kendisinden olan balta imha eder yada içine girme istidadı gösteren kendi kurdu..kemirerek..emrederek..bilerek..bildirerek..ifşa ile..inşa ile…

Dış ve iç kavgalarla ve münakaşalarla suçluluk psikolojisi içinde olup savunmaktan kurtulmaktan;meselelerimizi konuşup çözmeye vakit bulamamışız.İç muhasebe ve düşünme kapsamı alanı dışında bulunmaktayız.Kapsam alanına girmeye maniler bulunmakta,bir asır ve üç asır boyunca bu bağlantı kurulamamaktadır.Bir dönem kominist ve sosyalist kapsamı içine alınmaya çalışılırken,şimdilerdede marksist bir yapının yapılanmasına acımasızca çekilmekteyiz.Önceden cehennem sunulmaya çalışılırken,şimdi yalancı cennet sunulmaktadır.

Kimse kıblesini koruyamıyor.Değişen kıblemi yoksa kıbleye dönenlermi dönek veya kalb olmuş para gibi sürekli değişmekte mi?Yıllardır savunanlar savunmasız kalıyor,savunulmak veya avunulmak istiyor.

Kaynağından çıkan su tekrar kaynağına dönermiş.Güzel fazilet ancak bir çok rezalet,aldanma ve aldatmadan sonra;özür dilerim,bende aldanmışım,yok yok benden değil,aldatılmışım..suçlu o..maçhuldeki adam..buyur madam..

Çok yanlışlıklar ve keyfilikler yapıldı.”Tabutluk yıllarının canlı şahidi Reha oğuz Türkken:”İniönünün kendilerini cezalandırmak için 1 nolu sıkıyönetim mahkemesinden alınıp 2 nolu sıkıyönetim mahkemesine verilen davalarına karşı yargıtay üyelerini tehdit ederek takdiri karar almalarını istemesine rağmen reddedilmesinden dolayı -keyfi olarak-onların hepsini emekli ettiğini anlatır.[2]

Ancak yapılan tahribler hızla telafi edilmelidir.Nitekim Menfilikte kalan insanlar müsbete geçince hızlı ve aksiyon insanlar oluyorlar. Adeta geçmişi telafi için. Mukayesesi çok.Menfiliğin acısını tatmış,başkasınında tatmasını istemiyor. İstidatlı olduğundan,orada nemalanamayıp,burada neşvü nema buluyor. Pişmiş bir insan oluyor. Tecrübeli ve görmüş bir insan. İşte Hz. ömer,Halid bin Velid.İmamı Gazali felsefeden hikmete ve Bediüzzamanda Hikmetten hakikata ulaşanlardan…Çünki Bediüzzamanın hedefi;Rasulullahın telkini ile iman gözü bir araya gelirse hakikat tezahür eder,[3]diyordu.

Birinci derecede önemli olan İstikamet,istikrar ve sebat etmek olup,ikinci derecede ise;hiçbir şey yapılmayacaksa bile,yanlışlıklar yapmamaktır.Yani sevab işlemek kadar önemli olan,günah işlememektir.

Yeni başrol oyuncumuz madam…Çünki kafalarla çok oynandı,yoruldu,yorgun düştü.Sıra kafa altına,göbek altına geldi,göbeğinden bağlı olanlarca…

Vitrinde kadın,sahnede madam,bu sefer harcanan özel seçilmiş kadın..harcamak için lazımdı şimdilik adı,daha sonra o maşada kırılacaktı.

Fikirler bitirildi,kadın gibi.Fikirlere pranga vuruldu.Düşünen kafa istenmiyordu,kusurları görür diye.Bediüzzamanında dediği gibi;Eğer baştaki başlar akıllarını başlarına alsaydı,mesele kendiliğinden halledilirdi.

Bıçak değse gölgeme

Sımsıcak kanım damlar:

Gel de bir bak ülkeme:

Başsız başsız adamlar…N.F. KISAKÜREK

9 Kasım 1989.. Yani, Berlin Duvarı’nın yıkıldığı tarih..Bu duvar yıkıldı.Yıkılmaz denen Rusya 1989’da bir asırlık kalıntılarını attı,bizdeki fikre vurulan prangalar hala devam etmektedir.

Varsa yoksa makam,alkış,şan,şöhret ve hepsinin ürünü olan para..Kıble değişmişti,değiştiren ve değişenler gibi…Dış görünüşte harcanmak istenen para idi ancak oda bir maşa idi.

Hz. İbn-i Mes’ud’dan rivayette:”İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, o zamanda adam acz ve fücur arasında muhayyer kalacak. Kim bu zamana yetişirse, fücura aczi tercih etsin.”Böyle bir duruma insanlar terkedildi.

Şeytan vadetmiş ve ahdetmişti;kıyamete kadar tüm kulları saptıracağım diye…Avanelerine bu iş asırlardır yaptırıldı.Gizlenen,gizli olarak bu işi yapan şeytan artık resmiyete bürünmüş ve kendi partisinide kurmuştu;Satanizm…Şimdiye kadar yapılan gayrı resmi üyelikler resmileştirilmeye başlanmıştı.Tüm yolları kendi yoluna bağlamıştı.Her yol ona çıkmakta ve çıkarılmakta idi.

Bu yolları nasıl mı bağladı;Müslümanlar asırlardır manevi boşluk içerisine yitildi.Bir asırdır bizler bunun bocalamasını şiddetle yaşadık.Sonunda az gelmiş olsa gerekki,Mart ve Mayıs ve Eylüllere Şubatlarda eklendi.Bu 28 Şubat bahanesiyle maneviyata darbe vuranlar,onunla bağlı olan maddiyatıda çökerttiler.Ne dünyayı kazandılar nede ahireti.İrtifa kaydeden bu millet,irtica bahanesiyle düşüş ve bitiş içerisine girdi.Çünki maneviyat kaybettirilmeye çalışıldı.Kalb noktasından darbe alan milletin bütün vücudu zelzeleye tutuldu.Tedaviside aynı noktadan mümkün iken,ihmal edildi,göz ardı edildi.

1879 yılı bütçesinde gelirler 14 ve giderler 13 milyon altın görünüyordu. Ancak şişkin görünen rakamlar gerçekte kâğıt paranın düşüklüğü dolayısıyla kof gelirlerdi.

Ve Osmanlıyı yıkan duyunu umumiye gelirlerin % 40-ını ödüyordu,bugün biz % 110-unu ödemekteyiz. üç misli bir duyunu umumiye.

Dünya maneviyata yönelmekte,yöneldikçede maddi zenginliği elde etmektedir.Amerikan psikoloji dergisinde yayınlanan bilimsel bir araştırmaya göre;”Genetik açıdan ve anotomileri incelendiğinde insandaki beyin sinirleri arasındaki bağlantıların dinsel inançlara elverişli olduğunu belirtiyorlar.İlahi ve ayinlerin beyin ritmini rahatlattığını ve huzur verdiğini ve mutluluk duygusunun uyanmasına neden olduğu kaydedildi.dindar olmayan insanların ise bu boşluğunu meditasyon ile gidermeye çalıştıkları belirtildi.[4]

İngilterenin Glasgow şehrinin büyük durağında şu yazılıdır:Everyone of use shall give accont of himself to Gog=Hepimiz Allaha hesab vereceğiz”[5]

Biz ise hesabımızı unuttuk.Cumhuriyet nesli olarak en iyi yaptığımız iş;Geçmişi kötülemek ve yıkmak olmuştur.

Bilimde inanç olmaz,denilerek dünyanın tersine tersine kürek çektik.Ancak inançda bilimin olması onu ikmal ederken,tecrid edilmesi onu tenkis etmektedir.

ABD’nin Kaliforniya üniversitesinde yapılan araştırmada:Suç işleyen insanların işleme sebebinin;”Sosyal kişilikleri bozuk bir grup suçlu üzerinde yapılan araştırmada,suçluların beyninin ön kısmında bulunan ve suç esnasında insana pişmanlık verme,sosyal davranışlar kazandırma,hür irade ve vicdanla kazanılan davranışlardan sorumlu sinir hücresi merkezinin,diğer normal insanlara nisbeten,iki çay kaşığı hacminde,daha eksik olduğu ortaya çıktı.”Bununda ancak erken çocuk çağlarında yoğunlaştırma faaliyetleriyle fayda vereceğini belirtmişlerdir.

Bizler ise önleme değil,artırma yoluna gittik. Ne İsaya yarandık,nede Musaya.Çünki ne olduğumuz ve nereli olduğumuz bir türlü belirlenmedi.Uğur Mumcunun deyimiyle:”Biz Türkler,İsviçre Medeni kanununa göre evlenen,İtalya Ceza kanununa göre hüküm giyen,Fransa İdare hukukuna göre yönetilen,İslâm kurallarına göre Mezara konan bir milletiz.”veya doğum ve ölümümüz islâmi,yaşayışımız ğayrı islâmi!

Bu uğurda hizmet edenler hep suçlu görüldü ve suçlu sayıldı.Oysa”Avrupada 1992 yılında 55 bin denek üzerinde yapılan bir ankete göre İslâmiyeti tercih edenlerin %38-i Mevlana,%32-si Risale-i Nurdan etkilenerek müslüman olmuştur. Avrupada Şazeliyenin bir kolu olan Aleviyye:Amerikada Halvetiyyenin Cerrahiye kolu:ispanyada Endülüste tekrar İslâma dönüş adındaki dernek en yaygın tarikatlar olarak bilinir.”[6]

Biz kendimizi nasıl gösterdik,oysa nasıl göründük ve görünmek istendik?İşte bakın nasıl görünüyoruz;Cidde-deki günlük bir gazetenin muhabiri der:”Siz İslâm dünyasına dirsek çevirdiğiniz müddetçe İslâm dünyası kalkınmaz,ama sizde kalkınamazsınız.Şayet siz el uzatırsanız,İslâm dünyasında yerinizi bulursunuz,bizde kalkınırız.Çünki bu dünyanın size ihtiyacı var.”[7]

İslâm dünyası sürekli suçlandı ve suçladık.Müslümanları ve islâm alemini suçlamak için içi kof olan bahane ve suçlular hazırlandı.Peki ya şimdikilerin suçu ne idi,neden onların suçu ile suçlandılar?Neden eski defterler sürekli borç olarak sunulup borçlandırılmaya,ağır bedeller ödetilmeye çalışıldı ve halada çalışılmaktadır?

İşte karnemiz;Temel dursuna bir zayıfı için,Ahmedin selamı var,de.İki zayıfı için Mehmedin selamı var,de.üç tane için hem Ahmed ve Mehmedin selamı var dersin der.Ancak zayıf çok olunca dursun;tüm ümmeti Muhammedin selamı var,der.

Bizede tüm Ümmeti Muhammed selamını esirgememekte,sağolsunlar.

Ne mi diyelim?Onun gibi diyelim;

Biz kısık sesleriz…minareleri

Sen ezansız bırakma Allahım.

Ya çağır şurda bal yapanlarını

Ya kovansız bırakma Allahım.

Bize güç ver…cihad meydanını

Pehlivansız bırakma Allahım.

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu

Müslümansız bırakma Allahım.

Bizi sen sevgisiz,susuz,havasız

Ve vatansız bırakma Allahım.

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu

Müslümansız bırakma Allahım. A.N.Asya.

Ne mi yapalım?

Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes.

Ey kahpe rüzgar her nereden esersen es..N.F.Kısakürek.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] (Bak aksiyon der.17-24-1997-sh.7.sayı.151.

[2] Bak.zaman.2-5-1998.

[3] Mesnevi-i Nuriye.22.

[4] Bak.Zaman gazt.21-5-2001.

[5] Bak Zafer dergisi.sayı.74,sh.18.

[6] Doç.A.Yüce.zaman gaz.19-3-2001.

[7] Türk ve İslâm Dünyasının Yeniden Yapılanması.Prof.S.Zaim.sh.146.




SANAT VE ESTETİK

SANAT VE ESTETİK

Sanat bir inceliktir. İnce insanların işidir. Kabalık ve kabaların işi değildir. Fikir,hayat,ruh ve şuur gibi duygularda inceleşmek ve derinleşmektir.

Hafifçilik sanatla bağdaşmaz. Nitekim adamın biri günlük çıkıyor,gündemi işgal ediyor. Kendine sanatçı diyor,sanatçı dedirtiyor. Belki de sanatçılık oynuyor. Bu insan sanatını bir yıl yapmıyordu,yaptığı müstehcenlikti. Sanatını değil,kendini teşhir ediyor. Zaten sanatı yok ki teşhir etsin!

Ramazanları sanatçılıktan istifa ediyordu. “ Ramazan münasebetiyle kapalıyız.” diyordu. Yani Ramazanın kabul edemeyeceği,ondan sonra açılarak devam ettirilecek bir sanat.? Bu nasıl bir sanat?

Sanat dediğin her zaman sanattır. Dört ayaklıdan sanatçı olur mu? Her ne kadar müstehcen olsa da?

Hadiste :” Ramazan gelince cennet kapıları açılır,cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar zincire vurulur.”

Acaba olmaya ki;bu sanatçı da o zincire vurulanlardan ola? Ancak bu işin cılkı çıkmıştı. Cıvık yumurta gibi. Çünki cılktı. Üç günde sanatçı oluyor,gündemi meşgul ediyor ve bir düşüş düşüyor ki; bir daha da gıkı çıkmıyor. Sesi bazen uzaklardan;esrar ve eroin alemlerinden veya mafya entrikalarından gelmeye başlıyor.

Sanat odur ki;ömürlük,asırlık ola. asırlık çınar gibi. Mimar Sinan bir gelmiş,pir gelmiş. Şimdi ise binlerden bir çıkmıyor.

Sinan akıl tezgahında ruh mayasıyla,kalb süzgecinden geçirerek,hayal sür’atinde hareket ile madde ile manayı aynı teknede yoğuruyordu. O engin ve zengin boyutu yakalıyordu.

Onun içindir ki; Bir sanatkâr istiyorum,estetik ve inceliği versin.

Bir sanatkâr istiyorum; Ahlakı,güzeli ve hayrı versin.

Bir sanatkâr istiyorum; Milleti yansıtsın. Ben olsun..biz olsun..varsa sanatı sanatını yansıtsın. Yoksa bilmem neresini değil!

İnancını yansıtsın..inanç yansısın..

Geçmişini,değerlerini yansıtan bir sanatçı istiyorum. Böyle bir sanatçıyı bekliyorum. Özlüyorum. Gözlüyorum. Görüyorum…

14-3-99

MEHMET ÖZÇELİK




PÂRE PÂRE PARALANASICA PARA

PÂRE PÂRE PARALANASICA PARA

“Para iyi bir hizmetçidir,kötü bir öğretmendir.”(Dumas)

“Para,iyi bir uşak,kötü bir efendidir.”(Bacon)

Para maddenin bir simgesidir. O maddeyi temsil eder. Menfaatın müşevvikidir.Menfaat ancak onunla ayakta durur. Çoklarının kanını heder,hayatını ber-hava eder.

Araç ve vesilelikten çıkıp amaç ve gaye edinilen para,kişi için bir ma’bud,mabed ve puttur. Para bir araçtır ve öyle de olmalıdır. Kişi için bir binektir,öyle de kalmalıdır.

Bediüzzamanın ifadesiyle:”Bu zamanda İslâmın terakkisi maddeten terakkiye mütevakkıftır.(Bağlıdır)”

Ayak altında olan para insanı yükseltirken,baş üstüne konulan para insanı alçaltır. Para kalbde değil,kalıbda bulunmalıdır. paranın en fazla yara açtığı yer kalbdir.

Peygamberimizin ifadesiyle:”Şeref ve mal (para vs.) sevgisinin bir müslümanın dininde yaptığı zararı,iki yırtıcı kurt bir koyun sürüsüne yapamaz.”buyurmaktadır.

Kalb ilâhi sevginin kaynağı ve makamıdır. Yerini para sevgisine terk ettiğinde kalbi paralar. Hayatı parçalar.

Para hakiki dost değildir. Bizimle kabir kapısına kadar gelebilir. orada ve ondan sonraki yolculuğumuzda bize fayda verecek,paranın kendisi değil,onun sarf edildiği faydalı yerlerin sevabı ve mükâfâtıdır.

Buranın parası ahirette geçmez. Orada ancak paralarla yapılan ameller geçerlidir.

Dünyayı dolduran kum ve çakıl taşlarının yerini ve onlar kadar paraların aldığını düşünecek olsak,paraya vereceğimiz kıymet nasıl olurdu? Şimdi verilen itibar ve değerin aynısı verilir miydi? Ne derece yüzüne bakılırdı?

Para her kapıyı açmaz. Ancak kendi ayarına denk olan kapıları açar. İnsanın manevi duygularını açmaz ve açamaz. Hele hele imanın mahalli ve yeri olan kalbi hiç açamaz. Paranın açtığı zannedilen kalbler zaten kilidi kırık açık kalblerdir. Her basit şey için açılan kiralık ve satılık kalblerdir.

Paranın kapattığı kapılar açtığı kapılardan,yıktığı evler yaptığı evlerden daha çoktur. Onun uğruna nice canlar yandı. Nicelerinin hem dünyaları gitti,hem de ahiretleri…

Para kazanmakla kazandıklarını,kazançlı olduklarını düşünenler,kaybettiklerinin farkında değildirler. Hırs gösterib,helal-haram demeyip rast geleni ellerine geçirmeye çalışanlar haram bataklığına battılar. İnancı,helal ve ibadeti bir yana attılar.

Helal dairesi geniştir. Keyfe kafidir. Harama girmeye lüzum olmadığını bilmediler. Bir dirhem helalin batmanlarca harama bedel olduğunu anlayamadılar. Paranın zahiri sıcaklığı aldattı. Her şeye feda edilmesi gereken paraya,her şey feda edildi.

“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür,göremez.” Paraya dalanlar madde de boğuldular. Her şeyi unutan bu insanlar neticede unutuldular.

Para babaları paralandılar. Gönül dostları gönüllerde taht kurdular.

Allah yolunda kullanılan para kazandırır. Nefis yolunda kullanılan para kaybettirir…

MEHMET ÖZÇELİK