İTTİHAT VE TERAKKİ MAHSULÜ

İTTİHAT VE TERAKKİ MAHSULÜ
“İttihatçıların o kadar azm ü sebat ve fedakârlıklariyle; hattâ, İslâmın şu intibahına da sebeb oldukları halde, bir kısmı dinde lâubalilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler.”
Cumhuriyetin çocukları ittihatçıların dinde zayıf olanların mahsulatı olup, şimdikilerde cumhuriyetteki dine cephe alanların ürünüdürler.
Her anne kendi yavrusunu doğurur ve doğurduğuyla övünür.
Şimdiki Chp ittihatçıların dindeki zayıf kısmının kuvvetli,kemikleşmiş,inatlaşmış ve bir türlü değişmez kısmıdır.
*Chp izm-ler partisidir,ana parti değil.Ne olduğu belli olmayan azınlıkları temsil eden bir partidir.Komin-izm,sosyal-izm,marks-izm,darwin-izm,Yahudi-izm,hristiyan-izm,mason-izm.
Çoğunluğa karşı azınlığı temsil eden bir parti.
*Atatürk mü daha demokrat yoksa Menderes mi?
İnönü mü daha özgürlükçü yoksa Menderes mi?
Tek partili sistemi kim kurmuştur?
Tek parti ve tek şef dönemini kim sürdürmüştür?
Atatürk ittihatçıların içerisindeki dini zayıf bu muhalifleri de yanına çekerek yıkımı kolaylaştırmıştır.
Cumhuriyet yapım ve proje üzerine kurulmuş bir devlet olmaktan ziyade,yıkım üzerine kurulmuş bir devlet olmuştur.
Geçmişe aid olan ne varsa hepsinin yıkımından yeni bir şeylerin yapımına pek vakit bulunamamıştır!
1950-ye kadar bu durum böyle devam etmiş.
1960-dan sonra yine eski despot ve kısır bir hale dönüştürülmüş ve ancak 2002-den sonra bir çok badireler atlatılarak normal seyrine girmiştir.
300 senede yapılamayacak tahripler yapılmıştır.
*Türkiye Sav ve Baykal-ın kurbanı oldu..Chp bunlara kurban edildiği gibi.Zira sürekli toplumu gerdi.İrtica,şeriat,Alevilik,rejim tehditleriyle darbelere zemin hazırlayacak kadar gerildi ha gerildi.
Ordunun,Hsyk,Yargıtay,Danıştay,Anayasa mahkemesi toplumu gerecek kararlar aldı.Oralarda düzelmeler olur,normal seyrine girmeye çalışırken adeta bayrağı Ysk aldı.Bilinçsizce ve hesap edilmeden değişik kararlar alarak toplumu tahrik etti.
Türkiye yerli yerine otururken bu sefer Ysk adeta meclisin görevini üstlenmiş gibi,kanuni bir karar da alsa,bunu kanunsuz yapıp,önceden alması gereken tedbiri almamış oldu.
*Ordudaki cunta ekibinin kullandığı psikolojik harekat,toplumun psikolojisini bozdu.İrtica yaygaralarıyla doldurdu.Kaos oluşturdu.
*1982 anayasası kaosa,zorluk ve zorbalıklara,arbelere zemin hazırlayan bir anayasadır.
Tay-larla bu durum teminat altına alınmış,cumhurbaşkanlığı destekli,üniversite köstekli,cübbeli şakşakçılar davetlisi olarak tam bir şebeke oluşturulmuştur.
1960 anayasasından beride böyle devam ettirilmektedir.
*Ortaya bu menfiliklerin neticesi olarak;Eline sahip olmayan Bdp,Diline sahip olmayan Chp,Beline sahip olmayan Mhp çıkmıştır.
*Pkk-nın silahlı saldırısını meşru bir müdafaa veya kürt halkının hakkını koruma olarak gören bir insan,bir parti bu toplumun değerlerinden uzak,bu milletin değerlerini taşımayan,tefessüh etmiş bir kişi olabilir ancak.
*Şu tezata bakar mısınız!
Adıyaman-ın eşrafından merhum Abdulkadir Kayır abi müftülük elemanı olarak devamlı hapishaneye ders vermeye gider.
Bir seferinde de Ulu camide Risale-i Nurları okumaktan dolayı,ayakkabılarıyla camiye giren jandarmaların tutuklamasıyla her zamanki ders vermeye gittiği zamandan erkenden gidince mahpuslar şaşkınlıkla sorarlar;
-Hayrola abi,bugün neden erken geldin?
Cumhuriyet hep bu kötü hatıralarla anılacak,tıpkı haçlıların anıları gibi…
* Osmanlı ordusunun silahlarının elinden alındığı , düşman filolarının Çanakkale Boğazı’ nı aşıp İstanbul’a dayandığı felaketli bir dönemde halife sıfatıyla Osmanlı tahtına oturan Sultan Vahdeddin’in, Osmanlı askeri olarak, şahsını korumak için bırakılmış olan biricik taburu Ayasofya Camii’ ne göndererek:
“Aziz İstanbul’un fethinin sembolü olan Ayasofya’ya çan takmak isteyenlere ateş ediniz!… ” emrini verdiği halde,bu gün çok rahat kapısına zincir vurulmuştur.
Çan takanlarla bunu yapanlar arasındaki fark nedir?
* Yazmış olduğu”Ayasofya”. isimli şiiri yüzünden tutuklanarak Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Osman Yüksel Serdengeçti’ nin kendini müdafaa ederken:
“Müddei umumi(savcı) tepeden verilen emirlere göre hareket ediyor. Ayasofya`nın tekrar cami haline getirilmesinde benim ne gibi hususi maksadım ve menfaatim olabilir? Ayasofya’yı kiraya mı vereceğim, yoksa imamı mı olacağım? Beni bu yazıdan dolayı Türk savcıları değil, Yunan savcıları itham etsin. Böyle bir yazıyı yazdığımdan dolayı kendimi müdafaa etmekten utanıyorum .” diye hayıflanarak verdiği cevabı,sorumuza cevaptır.
*Çevik Bir ve aynı düşüncedeki silah arkadaşları,cunta ekibi şu anki Suriye-nin durumunu düşünsünler ve Türkiye-yi nereye götürdüklerini anlasınlar.
Eğer ordudaki cunta ekibinin hedefi tutsaydı bugün Türkiye Suriye-den daha vahim bir duruma giderdi.
*Resmi tarih,resmi din samimi olan tarih ve dinden uzak bulunmaktadır.
Her rejim kendini kabul ettirip devam ettirmek için,öncekini bitirmek ve örtmek ister.Bu ise imparatorluk gibi büyüme özelliği olmayan kabile devletlerinin yapısıdır.
Türkiye cumhuriyeti de kurulurken kabile devlet olarak temeli atıldı,Geçmişe ait sahiplenmesi gereken ne varsa hepsini yaktı,hafızalardan sildi,yeni hafızalı nesiller yetiştirdi.Tarihçilerde bu amaçla ve hedefle yetiştirildi.
Her resmi kutlamalarda geçmiş kötülendi,başarı yapılanlarla değil,geçmişin kötülenmesiyle başarı olarak gösterilmeye çalışıldı.
Alternatif tarih okuyan,rejimin öğütemediği tarihçiler ise,ne suya ne de sabuna dokunmadı.Tarih kirli kaldı.Tarih ve tarihçi gerçekleri ortaya koymadı.Sızıntılar ve fısıltılarla idare edildi.
Resmi tarih gerçek tarih değildir.Resmi tarihçi de gerçek tarihçi değildir. Müsaade edildiği oranda tarihçidir.
Tarihimizle ve bir kısım tarihçimizle hala kavgalıyız ve kavgadayız.
Az bir geçmişe heves,yönelme ve sahiplenmede içten ve dıştan ve özellikle daha hevesli olan iç zurnacılar hemen devreye girerek,yeni Osmanlı hortladı,yeni Osmanlılar geliyor,gibi öcü olarak gösterilmeye çalışılıyor.
Oysa eski hal muhal,ya yeni hal veya izmihlal.
Geçmişin güzelliklerini alarak geleceğe o birikim ve tecrübe ile yürümek gerektir.
*Bize ne oldu?
Bitkilerle bile anlaşırken,hayvanlarla bile anlaşamamaktayız.
Hayvanlarla bile anlaşırken,insanlarla anlaşamaz olduk.
İnsanlarla bile iyi anlaşırken,Müslümanlarla anlaşamaz olduk.
Müslümanlarla gayet iyi anlaşırken,akrabalarla,komşularla anlaşamaz olduk.
Onlarla bile iyi anlaşırken,ailelerimizle,çocuklarımızla anlaşamaz olduk.
Onlarla bile gayet iyi anlaşırken,kendimizle anlaşamaz hale geldik.
Hayvanlara,bitkilere,canlılara yardım ederken,kendimize bile gayretmez,hayretmez olduk.
MEHMET ÖZÇELİK
26-06-2011




KİTAP-SÖVER-LERDEN KİTAP-SEVERLERE

KİTAP-SÖVER-LERDEN KİTAP-SEVERLERE
Düne kadar kitaba sövenler,bugün kitapsever oldular.Daha hemen girişte terör,kaos ve saldırı kokan ve tamamen Ergenekon ve terör ısmarlaması olan Ahmet Şık’ın –İmamın Orduları-kitap taslağı,ergenekonun üzerine giden emniyeti ve Fethullah Gülen Hocayı hedef almaktadır.
Tıpkı öncekileri gibi Aydın-da hayvancılık yapan kişiye cumhurbaşkanını, başbakanı karalamak amacıyla kitap yazdırılması gibi.
*Ergenekonu savunan eserlere,ulusalcı ve derin devletin korunmasına yönelik kitapların basımına yönelik bu çalışmalar tamamen psikolojik bir savaştır.
Ordunun içerisinde bulunan bir cuntanın oluşturup piyasayı şekillendirmek amacıyla uygulamaya koyduğu;pkk-ya yardımdan,kaos oluşturmaya,cemaatları zan altında bulunduracak faaliyetlerden dini şahsiyetleri ve dini kisve giydirilen kimseleri ısmarlama piyasaya sürerek zihinleri ve piyasaları bulandırmaya yönelik faaliyetlerdir..
Bu kitapta da tamamen Emniyeti töhmet altında bulundurma,Ergenekonu sulandırma,Ordunun içinde bulunan cunta ekibinin,hukuka çöreklenmiş kişilerden medet umduğu,ergenekonun uygulamaya koyduğu kaos oluşumunun bir parçasıdır.
Kitap-savarlar birden kitap sever oldu.
Malum kitap seviyesi olmayan kitap taslağının birdenbire birileri tarafından kitaplara sahip çıkmaları,kitaplara özgürlük cik-cikleri samimi ve dürüst olmadıklarını bir daha teyid etmiş oldu.
Neden mi?
Dünyada Kur’an-ı Kerim-den sonra en çok basılıp okunan eser,Bediüzzaman Said Nursi-nin yazdığı Risale-i Nurlardır.
Bu eserler yıllardır takip altına alındı,okuyanlar ve bastıranlar hapishanelere atıldı,her türlü eziyet ve işkenceye tabi tutuldular.
Jandarma tarafından evler arandığında bunlar birer suç unsuru kabul edildi ve hatta okumasını bilemediklerini söyleyerek Kur’an-ı Kerim- i bile suç aleti olarak topladılar.
12 Eylül ihtilalinde evimiz arandığında,sandığın üzerindeki kitapları gösteren subay babama;
Bu kitaplar kimin,Kim okuyor,dediğinde rahmetlik babam;
Onlar benim,ben okuyorum,deyince, bir babama,birde kitaplara bakan subay,kafayı sallayarak çıkıp gidiyor.Aradığı suçlunun o olmadığını ve söylemediğini bilerek gümleyerek gidiyor.Demek ki tamamen duyguları sönmemiş.
Bu kir ve lekeyi dünyanın bütün suları toplansa temizleyemezler.
Peki bugünkü kitapseverler o zaman nerede idiler.Belki yasaklamaya karışanlar ve tasvib edenler kendileri idi.Kaos değil toplumun,gençliğin,insanlığın dünya ve ebedi hayatını kurtarmaya yönelik çalışmalar ve okumalar idi.
*1980-lerde kütüphanenin önünden geçerken,kütüphane müdürü Abdullah bey beni çağırarak kütüphanenin ikinci katına çıkardı ve bir odayı açarak içeride torbalarda bulunan kitapları göstererek ne olduklarını sordu.
Kütüphanedeki torbalarda bulunan eserler Osmanlıca ve Arapça yazılan tamamen dini eserler ve Arapça gramerlerden ibaret idi.
Adıyaman-ın en eski okulu olan Cumhuriyet ilkokulunun çatısında bulunduğunu ve önemli bir kısmını kendisinden önce müdürün İstanbula tayininin çıkmasıyla kendisiyle beraber götürdüğünü ve hatta halkın bunu duymasıyla terminale akın ederek,bu kitaplar dedemden kaldı demesine rağmen bir kısmının alınabildiğini söylemişti.
Bu ise milyonlarcasından birisidir.
Odasının dört tarafı kitaplarla dolu olan Uzunçarşılı-ya,bunları nereden temin ettiği sorulduğunda ağlayarak verdiği cevapta;
-Meydana yakılmak için konulan kitaplar arasında yanmayıp da kurtarabildiklerim,demiştir.
Bir inşaat ustası bana;yıllar öncesinde İstanbul-da deniz kenarında bulunan bir Paşaya aid olan kütüphaneyi yıkıp,kitapları da denize boşaltmasını söyleyen müteahhidin bu sözüne rağmen,hemen birkaç camiye koşarak imamlara yarın sabah gelmelerini,arkadaşlarına duyurmalarını ve kitapları vereceğini söylemiş,ertesi günü geldiğinde büyük bir kalabalığı olduğunu söyleyerek kitapları onlara verdiğini ifade etmiştir.Kendiside hatıra olarak büyükçe bir kitap aldığını söylemiştir.
Bulgaristana kağıt fiyatına vagonlarla satılıp gönderenler başlı başına bir vahşet.Cengiz ve Hülagunun zulmünü aşan bir dehşet.Zira hem kitaplar imha edilmiş ve hem de o kitapları yazanlar ortadan kaldırılmıştır.
Bugün ise onların torunları babalarının uygulamalarını devam ettirirken kitapsever oldular.
Dünyada kitap okuyanların evlerinin basılması,kitaplarına el konulması, cezalandırılması görülmemiş bir zulümdür.
Bugün yürüyüş yapıp protesto eden insanlar, neden şimdiye kadar kitap mağdurlarını hiç savunmadılar.Savunma bir yana içeriye atmada ortak oldular. Alkışlayıp desteklediler.
Oysa şimdikiyle kıyaslanmayacak kadar arasında fark varken.
Hiç yılanın kusmuğuyla,arının akıttığı bir olur mu?
Bugün herkes testten geçmektedir.Yılanlıkla arı farkını ortaya koymaktadır.
MEHMET ÖZÇELİK
02-04-2011




KIRK YILLIK KÂNİ

KIRK YILLIK KÂNİ
Allah Allah,kaderin şu tecellisine bakın ki;chp bir asra yakındır bu memleketteki inançlı insanları hep irana gidin dedi,irana benzemekle kınadı.
Oysa bu kınama,saldırı ve iddia çok az ve mevzii,bir tutarlılığı olmayıp,geçersiz bir dava idi.
Şimdi ise ana muhalefet partisinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tesettürlü kızlarımızın iran usulü giymelerini tavsiye ederek adeta iranı buraya getirmeye çalışıyor ve onu emsal gösteriyor.
Nasıl giyineceği konusunda onlara saygı göstermiyor.
Tesettürlü kızlara iran modeli tarzı örtünmeleri halinde müsaade ederek,kabul edip onay vereceklerini söylemektedir.
Tamamen samimiyet ve dürüstlükten uzak bir tavır.
Canım,hiç kırk yıllık Kâni,olur mu Yani!
Zihniyet değişmedikçe geçici vitrinin değişmesi hiçbir şeyi değiştirmez.
Zira mal aynı mal!Vitrindeki içerdekinin aynısıdır.
Onun gibi de,zihniyet aynı zihniyet.Bu da göstermektedir ki,ılımlılık ve uyumluluk namına her kim gelirse gelsin,temelde ve düşüncede milletin değerleri esas alınıp hakaret edilmedikçe problem olma ve problem yapmaya devam edecektir.
Harç öyle atılmış!
Hiç unutmam,yirmi yıl kadar önce gözden muayene olmak için hastanede sıra bekliyorum.Benden önce altmış yaşları civarında bir köylü içeri girdi.Kapı açık, içerideki konuşma ve bağırtı net duyuluyordu.
Doktor vatandaşa şapkasını çıkarmasını söylüyor,o kişi ise çıkarmayacağını ısrarla belirtiyordu.
Tam yarım saate yakın bu münakaşa sürdü.Doktor şapkayı çıkarmadan muayene edemeyeceğini söyleyip istemeyerek de olsa çıkarmaya ikna edip muayene etti.
Ben içeri girdiğimde ise doktor bitmişti.Morali sıfıra inmişti.Bu halde beni sağlıklı muayene etmesi güçtü.
Havayı yumuşatmak için şöyle bir latife yaptım;
-Doktor bey,bu şapka bu başa geçene kadar nice kelleler gitti,biliyor musunuz?
Elbette onun oradan çıkması da öyle kolay olmayacaktır.
Doktor tebessüm edip,rahatlamıştı.
-‘Men Dakka dukka’’Kim kimin kapısını çalarsa,onun kapısı da çalınır’
-Bir kimseyi kınayan aynısıyla kendiside kınanmadıkça ölmezmiş.
Hiç belli olmaz.Bakarsın bu insanlar iranı bile buraya getirmekle kalmaz,hilafeti bile götürdüğü gibi getirebilir…
Ayasofyayı kapattığı gibi açabilir.
Rusya gibi,ateizmi pazarlarken şimdilerde İslam dünyasına girme çabası göstermektedir.
Bakarsın İslam birliği kurulmasını bile ana muhalefet tavsiye edebilir!
Kapattığı medrese,tekke ve zaviyeleri tekrar açabilir!
Bakarsın dünyaya islamı pazarlayıp,bizleri bile bu konuda pasif görebilir!
İki sebepten;Biri daha ileri gitmeyip hiç olmazsa eskisiyle kanaat etmek,ikincisi ise;Hadis-i Kudside buyurulur:”Allah dilerse bu dini bir facir eliyle de güçlendirir.”
Mevla görelim ne eyler,ne eylerse güzel eyler.
Kaderin cilvesi.
Şu anda İstanbul Üniversitesinde şapkayla derse giren bir çocuğu dışarı atan öğretim görevlisinin bu tavrına karşı yök başkanı tavrını koyarak kimsenin örtüsünden dolayı da atılamayacağını kesin olarak ortaya koydu.
Bunu takib eden durumda Adıyaman üniversitesi gibi zaten yasak olmayan tesettür konusunda insani,hukuki,dini,seviyeli bir adım atılmış oldu.Şimdilik bu mesele kalkmış görünüyor.
Kaosu oluşturanların manevi baskısının fos çıkması,toplumun asliyetine dönmesine sebep olmuştur.
Asalet asil insanlarla ve asil davranışlarla olur.
Göründü ve bilindi,kimmiş asil…
MEHMET ÖZÇELİK
07-10-2010




KIRK YAMALI BOHÇA LAİKLİK

KIRK YAMALI BOHÇA LAİKLİK
Sayın Başbakan Tayyib Erdoğan!
Biz bir asırdır laiklikten çok çektik.Ne doğru dürüst anladık ve nede anlattık,anlatabildik!
Bir asırda bizim çektiğimizi Ortadoğu ve islâm ülkeleri de çekmesin.
Niyetiniz gayet iyi,samimiyet ve güveniniz yerindedir.Ancak ifadeniz gayet riskli ve tehlikelidir.Maliyeti gayet ağırdır.
Kişinin laik olmayacağı,devletin laik olacağı izahınız doğru ve yerindedir.Ancak vakıa hiç de öyle değil ve de olmamıştır.Hala da o hazımsızlıklar devam etmektedir.
Biz bir asırdır dediğiniz gibi uyguladık mı ki onlara da tavsiyede bulunuyoruz?
Biz yapmadığımızı neden başkalarına tavsiye ediyor,onlarında böyle yapmasını tavsiye ediyoruz.
Geleceğin de ne olduğunu ve ne olup neler getireceğini bilmiyoruz!
Eğer siz orta doğuya başbakan olacaksanız,laiklik lastiğini ! doğru yöne çekebilir,size güvenebiliriz!!!
Bunu garanti edebilir misiniz?
Bir menfi veya bizdeki gibi beceriksiz,maneviyatsız kişilerin eline geçerse,o zaman seyreyle gümbürtüyü seyreyle!!
Hem şu anda bile bizdeki laiklik tehlikesinin geçtiğini söylemek ve de düşünmek hem erkendir ve hem de bir kuruntudan ibarettir.
Laiklik maddesinin konulmasına gerek kalmadan,herkese özgürlükler içerisinde bir hayat tarzı ortaya konulabilir.
Dünyada laikliğin çıkış yeri olan Fransa ile bizim dışımızda anayasasında laiklik olan devlet yok..Onlar bizden daha kötü değiller.
Tozlanmakta veya uyumaya yüz tutan laikliğin tozunu neden sirkeliyor, uyandırıyorsunuz?
Halkın içinde kulağınıza başta Abd-nin bunu fısıldadığı söyleniyor…
Şimdiye kadar hep din toplumdan ve her kesimden ihraç edilmeye hatta evin içine de müdahalede bulunularak,niyet okuyucu bir tavırla,yapabilirsinizlerle yani imkânatı vukuatla karıştırarak hapse atılmış,eziyet edilmiştir.
Ne çabuk unuttunuz?
Yoksa tekrar başa mı dönüyoruz?
Ders almadan,ders mi veriyoruz?
Yüzlerce yamalı bohçadan bir bozuk paraları koyacak cüzdan bile çıkmaz!
Milletin canını yakan laikliği hatırlatmanızla yaralarımızı tazelediniz.
Bilmeyen,yeni yetişen nesillere,bizi hep lâ-dini bilen orta doğu ülkelerine karşı suçlunun üzerini örttünüz.
Bayram değil,seyran değil,pat diye yeni savaştan çıkmış bu insanlara yaralı laikliği sunmak,tedavi değil,yara açmaktır.
Ben sizi şimdiye kadar ki hiçbir lidere değişmem,ancak hakikatı da size feda etmem!Hak ve hakikat âlidir.Hiç bir şeye kimseye feda edilmez.
Yaramı kanattınız!!!
Oysa siz benden de daha yaralı iken!!!
*Bir diğer nokta ise;Avrupanın Türkiyenin nabzını yoklayarak,yeni Osmanlının canlanması sözünü ortaya atarak tavrımızı yoklamaya,test etmeye çalışmaktadır.
Türkiyeyi bağlayan en büyük bağları,dış bağlardan ziyade içteki laiklik gibi bağlardır.
Bir yandan zaman aşımından aşınmaya,bir yandan da ancak yalamalarla aşınmalar sağlanmış oldu.
Bizler Osmanlıya değil,dünyaya talibiz.
Zincirlerimiz çözülmüş değil,sadece esnemiş ve gevşemiştir.
Laiklik bu manada bir rüşvetmidir batıya?
Ne kötü bir rüşvet!
22-09-2011
MEHMET ÖZÇELİK




KUR’AN-I KERİM-DE KÂFİR VE MÜ’MİNLERİN SÖZLERİ

KUR’AN-I KERİM-DE KÂFİR VE MÜ’MİNLERİN SÖZLERİ
Kur’an-ı Kerim-de muhtelif sözler bulunmaktadır.Karıncaların sözünden ,Hüdhüd kuşunun sözüne ,Peygamberlerin,zalimlerin,münafıkların,ilim sahibi olmayanların,kibirlilerin,vs. konuşmaları dile getirilir.
Bu tarihi vaka dün onlar tarafından denildiği gibi,her zamanda söylenen,söylenilecek sözlerdir.
Kafir olanlar hep olmayacak şeyleri istemişler,hep azabın kendilerine gelmesine sebeb olacak söz ve davranışlarda bulunmuşlardır.
“Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.”
İnsanlara hidayet (Kur’an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, “Allah, bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi?” demeleri engel olmuştur.
De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”
De ki: “Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarından hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.”
Kâfir olanlar dediler:
“O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun. Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman, ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür” demişlerdi.”
“Kavminin ileri gelenlerinden inkâr edenler dediler ki: “Şüphesiz, biz seni akıl kıtlığı içinde görüyoruz. Biz senin mutlaka yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz.”
“Şu’ayb’ın kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki eğer Şu’ayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.”
“İçlerinden bir adama insanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında kendileri için bir doğruluk makamı bulunduğunu müjdele diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki o kâfirler, “Bu elbette apaçık bir sihirbazdır” dediler?”
“Kavminin inkâr eden ileri gelenleri, “Biz, senin ancak bizim gibi bir insan olduğunu görüyoruz. İlk bakışta sana uyanların da ancak en aşağılıklarımızdan ibaret olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı herhangi bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine sizin yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz” dediler.”
“İnkâr edenler, peygamberlerine; “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize dönersiniz” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz.”
“Allah’a ortak koşanlar, dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Kendilerinden öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen sadece apaçık bir tebliğdir.”
“Âyetlerimiz kendilerine apaçık bir şekilde okunduğu zaman, inkâr edenler, inananlara, “İki topluluktan hangisinin bulunduğu yer daha hayırlı meclis ve mahfili daha güzeldir?” dediler.”
“Âyetlerimizi inkâr edip “Bana elbette mal ve evlat verilecek!” diyen kimseyi gördün mü?”
“Bunun üzerine kendi kavminden inkâr eden ileri gelenler şöyle dediler: “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bir melek gönderirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”
“O peygamberin kavminden, Allah’ı inkâr eden, ahireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: “O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor.”
“İnkâr edenler, “Bu Kur’an, Muhammed’in uydurduğu bir yalandan başka bir şey değildir. Başka bir topluluk da bu konuda ona yardım etmiştir” dediler. Böylece onlar haksız ve asılsız bir söz uydurdular.”
“İnkâr edenler, “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz, Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.”
“İnkâr edenler dediler ki: “Biz ve babalarımız toprak olmuş iken mi, gerçekten bizler mi (diriltilip) çıkarılacağız?”
“Onlar, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.”
“İnkâr edenler iman edenlere, “Yolumuza uyun da sizin günahlarınızı yüklenelim” derler. Hâlbuki onların günahlarından hiçbir şey yüklenecek değillerdir. Şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır.”
“İnkâr edenler, “Kıyamet bize gelmeyecektir” dediler. De ki: “Hayır, öyle değil, gaybı bilen Rabbime andolsun ki, Kıyamet size mutlaka gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır.”
“Yine inkâr edenler şöyle dediler: “Çürüyüp ufalandıktan sonra sizin yeniden diriltileceğinizi söyleyen bir adamı size gösterelim mi?”
“İnkâr edenler, “Biz bu Kur’an’a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız” dediler. Zalimler, Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Siz olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk” derler.”
“Âyetlerimiz apaçık bir şekilde onlara okunduğunda, “Bu sadece, atalarınızın tapmakta olduğu şeylerden sizi alıkoymak isteyen bir adamdır” dediler. Bir de, “Bu (Kur’an), uydurulmuş bir yalandır” dediler. Yine hak kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler, “Bu, ancak apaçık bir büyüdür” dediler.”
“Onlara, “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın” denildiği zaman, inkâr edenler iman edenlere, “Allah’ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” derler.”
“Kâfirler, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: “Bu, yalancı bir sihirbazdır.”
“İnkâr edenler dediler ki: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın.”
“(Ateşe giren) inkârcılar şöyle derler: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar.”
“Âyetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman, o küfredenler kendilerine geldiğinde Hak (kitap Kur’an) için, düşünmeden “Bu, apaçık bir büyüdür” dediler.”
“İnkâr edenler, inananlar için, “Eğer o Kur’an iyi bir şey olsaydı, onlar onu kabulde, bizi geçemezlerdi” dediler. Onunla doğru yolu bulamadıkları için; “Bu eski bir uydurmadır” diyecekler.”
“Kâf. Şerefli Kur’ân’a andolsun ki kâfirler, aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar ve şöyle dediler: “Bu tuhaf bir şeydir!”
“Münafıkların durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der; insan inkâr edince de, “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” der.”
“Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir”, diyenler kesinlikle kâfir oldular. De ki: “Şâyet Allah, Meryem oğlu Mesih’i, onun anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese, Allah’a karşı kim ne yapabilir? Göklerin, yerin ve bunların arasında bulunan her şeyin hükümranlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”
“Andolsun, “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyenler kâfir oldu. Hâlbuki bir tek ilâhtan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer dediklerinden vazgeçmezlerse, andolsun onlardan inkâr edenlere elbette, elem dolu bir azap dokunacaktır.”
“Onlara katımızdan gerçek gelince, “Mûsâ’ya verilen (mucize)lerin benzeri niçin buna da verilmedi” dediler. Onlar daha önce Mûsâ’ya verilen (mucize)leri inkâr etmemişler miydi? Onlar, “İki sihirbaz birbirlerine destek oluyor” dediler. “Biz hepsini inkâr ediyoruz” dediler.”
“İçlerinden, (Kur’an okurken) seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (gereriz), kulaklarına ağırlık koyarız. Her türlü mucizeyi görseler de onlara inanmazlar. Hatta tartışmak üzere sana geldiklerinde inkâr edenler, “Bu (Kur’an) evvelkilerin masallarından başka bir şey değil” derler.”
“Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı da sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: “Sizin (iddialarınızı ispat edecek) bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz? Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.””
“İnkâr edenler, “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır.”
“İnkâr edenler diyorlar ki: “Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” De ki: “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.”
“İnkâr edenler, “Sen peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında kitap (Kur’an) bilgisi bulunanlar yeter.”
“Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi.””
“Şüphesiz biz sizi, kişinin önceden elleriyle yaptıklarına bakacağı ve inkârcının, “Keşke toprak olaydım!” diyeceği günde gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı uyardık.”
“O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz Arş’ı su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratandır. Böyle iken “Ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkârcılar “Mutlaka bu, apaçık bir büyüdür” derler.”
“Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, “Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler. (Allah) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır.”
“Bir de (Mekke Kâfirleri): “- Doğru söyleyenler iseniz, bu va’d ne zaman?” diyorlar.”
“Şüphesiz inkâr edenler Zikr’i (Kur’an’ı) duydukları zaman neredeyse seni gözleriyle devirecekler. (Senin için,) “Hiç şüphe yok o bir delidir” diyorlar.”
Kibirlilerden ise şöyle bahsedilir:
“Kavminin büyüklük taslayan ileri gelenleri, küçük görülüp ezilen inanmışlara, “Siz, Salih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu (sahiden) biliyor musunuz?” dediler. Onlar da, “Biz şüphesiz onunla gönderilene inananlarız” dediler.
Büyüklük taslayanlar, “Şüphesiz biz sizin inandığınız şeyi inkâr edenleriz” dediler.”
“Şu’ayb’ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu’ayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim dinimize dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız.” Şu’ayb, “İstemesek de mi?” dedi.”
“Büyüklük taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, “Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz” derler.”
“Büyüklük taslayanlar ise şöyle derler: “Biz hepimiz ateşin içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında (böyle) hüküm vermiştir.”

*İman edenler ise:
“O inanan kimse dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi doğru yola ileteyim.”
“Ateşe sunulurken onların zilletten başlarını öne eğmiş, göz ucuyla gizli gizli baktıklarını görürsün. İnananlar da, “İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır” diyecekler. İyi bilin ki zâlimler, sürekli bir azap içindedirler.”
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.”
“(O zaman) iman edenler derler ki: “Sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle Allah’a yemin edenler şunlar mı?” Bunların çabaları boşa çıkmıştır. Böylece ziyan edenler olmuşlardır.”
“İnananlar, “Keşke bir sûre indirilse!” derler. Fakat hükmü apaçık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince; kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığına girmiş kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.”
“İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun!”

*ONLARA DENİLDİĞİNDE (Gıle):
SH.576.YAZ KİLE
“Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler.”
“Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler.”
“Derken, onların içindeki zalimler, sözü kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir azap indirdik.”
“Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) iman edin” denilince, “Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız” deyip, ondan sonra geleni (Kur’an’ı) inkâr ederler. Hâlbuki o, ellerinde bulunanı (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır. De ki: “Eğer inanan kimseler idiyseniz, daha önce niçin Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”
“Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?”
“Ona “Allah’tan kork” denildiği zaman, gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır!”
“İki topluluğun (ordunun) karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah’ın izniyledir. Bu da mü’minleri ortaya çıkarması ve münafıklık yapanları belli etmesi içindi. Onlara (münafıklara), “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunmaya geçin” denildi de onlar, “Eğer savaşmayı bilseydik, arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar o gün, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.”
“Münafıklara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygambere gelin” dendiği zaman, onların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.”
“Daha önce kendilerine, “(savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca, hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve “Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.”
“Onlara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygamber’e gelin” denildiğinde onlar, “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter” derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?”
“O zaman onlara denilmişti ki: “Şu memlekete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi yiyin ve ‘Hıtta (Ya Rabbi, bizi affet)’ deyin. Kentin kapısından eğilerek tevazu ile girin ki biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere daha da fazlasını vereceğiz.
Onlardan zulmedenler hemen sözü, kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de zulmetmelerine karşılık üzerlerine gökten bir azab gönderdik.”
“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.”
“Onlar eğer savaşa çıkmak isteselerdi, elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların harekete geçmelerini istemedi de onları geri bıraktı ve onlara, “Oturun, oturan âcizlerle beraber” denildi.”
“Sonra da zulmedenlere, “Ebedî azabı tadın! Siz ancak vaktiyle kazanmakta olduğunuzun cezasına çarptırılıyorsunuz” denilecektir.”
“Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun!” denildi.”
“Ona denildi ki: “Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte bulunanlardan birçok ümmete bizden esenlik ve bereketlerle (gemiden) in. Daha birtakım ümmetler de olacak ki, biz onları (dünyada) yararlandıracağız. Sonra da bizden kendilerine elem dolu bir azap dokunacak.”
“Onlara “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, “Öncekilerin masalları” dediler.”
“Allah’a karşı gelmekten sakınan kimselere, “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Hayr indirdi” derler. Bu dünyada iyilik yapanlara bir iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Allah’a karşı gelmekten sakınanların yurdu ne güzeldir.”
“Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, “Geri dönün” denirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.”
“Onlara, “Rahmân’a secdeye kapanın denildiğinde “Rahmân da nedir? Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz?” derler ve bu onların nefretini artırır.”
“İnsanlara da “Siz de toplanır mısınız?” denildi. “Umarız, üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız” (dediler.)”
“Ve onlara: Allah’dan başka taptıklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı, veya kendilerini kurtarıyorlar mı? denilmekte…”
“Vaktâ ki (o hükümdar kadın) geldi, denildi ki, «Senin tahtın böyle midir?» Dedi ki: «Bu, sanki o. Maamafih bize ondan evvel bilgi verilmiş idi ve bizler müslümânlar olduk.» Onu Allah’ın gayrı tapar olduğu şey (İslâmiyet’ten) men etmiş idi. Şüphe yok ki o, kâfirler olan bir kavimden idi.
Ona “köşke gir” denildi. Köşkü görünce onu (zeminini) derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman, ona “Bu, (zemini) billurdan döşenmiş bir köşktür” dedi. Belkıs, “Ey Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmetmiştim. Şimdi ise Süleyman ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum” dedi.”
“Onlara, “Haydi ortaklarınızı çağırın!” denir. Onlar da çağırırlar fakat ortakları onlara cevap veremez. Azabı görürler. Keşke onlar (dünyada iken) doğru yola gelselerdi.”
“Kendilerine, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı?”
“Fasıklık edenlere gelince, onların barınağı ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, oraya döndürülürler ve onlara, “Yalanlamakta olduğunuz ateş azabını tadın” denir.”
“(Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.”
“Onlara, “Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve ahirette göreceğiniz azaplardan) sakının ki size merhamet edilsin” denildiğinde yüz çevirirler.
Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmez ki ondan yüz çeviriyor olmasınlar.
Onlara, “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın” denildiği zaman, inkâr edenler iman edenlere, “Allah’ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” derler.”
“Çünkü onlar, kendilerine, “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” denildiği zaman, inanmayıp büyüklük taslıyorlardı.”
“Kıyamet günü kötü azaba karşı yüzüyle korunan kimse, (o gün) azaptan emin olan kimse gibi midir? Zalimlere, “Kazandıklarınızı tadın” denir.”
“Onlara şöyle denir: “İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların kalacağı yer ne kötüdür!”
“Melekleri de, Rablerini hamd ile tesbih edip yücelterek Arş’ın etrafını kuşatmış hâlde görürsün. Artık kulların arasında adaletle hüküm verilmiş ve “Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” denilmiştir.”
“Sonra onlara, “Allah’ı bırakıp da ortak koştuklarınız nerede?” denilir. Onlar da, “(Yüzüstü bırakıp) bizden uzaklaştılar. Hayır, demek ki, biz önceleri hiçbir şeye tapmıyormuşuz, (taptıklarımız bir hiçmiş)” derler. İşte Allah, inkârcıları böyle saptırır.”
“Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.”
““Şüphesiz, Allah’ın va’di gerçektir, kıyamet hakkında hiçbir şüphe yoktur” dendiği zaman ise; “Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, sadece zannediyoruz. Biz bu konuda kesin kanaat sahibi değiliz” demiştiniz.”
“Onlara şöyle denir: “Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi unutuyoruz. Barınağınız ateştir. Yardımcılarınız da yoktur.”
“Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, “Bir süreye kadar faydalanın bakalım” denmişti.”
“Münafık erkeklerle münafık kadınların, iman edenlere, “Bize bakın ki sizin ışığınızdan biz de aydınlanalım” diyecekleri gün kendilerine, “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir ışık arayın” denilecektir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Bunun iç tarafında rahmet, onlar (münafıklar) tarafındaki dış cihetinde ise azap vardır.”
“Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
“O münafıklara, “Gelin, Allah’ın Resûlü sizin için bağışlama dilesin” denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.”
“Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.”
“(Gerçeği anlayınca da), “Hayır, meğer biz mahrum bırakılmışız!” dediler.”
“(Yanında bulunanlar tarafından) denilir ki: “- (Bunu) tedavi edecek bir doktor kim var?”
“Onlara, “Rükû edin (namaz kılın)” dendiği zaman rükû etmezler.”
Mehmet ÖZÇELİK
03-04-2011




KESRETTEN VAHDETE

KESRETTEN VAHDETE
İslâmiyet vahdet dinidir.Her şeyde vahdeti esas alır.İmanda olduğu gibi,amel ve yaşantıda da vahdeti arar.
Vahdetten gelen insan da yine vahdete rücu etmektedir.
*Mevlana-ya sorulan;,nereden geldik sorusuna;Minallah,ilallah,der.
Allah’dan yani Bir’den geldik ve yine Bir’e gitmekteyiz.
Birliği olanda dirlik olur.Dirliği kaybeden Birliğin kaybıdır.
İnsanın ölümü vahdetini kaybetmesi iledir.
Kâinatın vahdeti Allah iledir.Bedenin vahdeti ruh iledir.Ruhda bozulma ve dağılma olursa beden de bozulur ve dağılır.
“Nefsini bilen Rabbisini bilir.”hakikatı,insanı iç dünyasına,kesretten yüzünü çevirip vahdete yönelmeyi teşvik etmektedir.
Vahdetini kaybeden kendisini başkasında arar.Her insanın kendisi yine kendisindedir.Kendimizi kaybedip aramamız vahdetimizi kaybetmiş olmamızdandır.
Dağılan insan dağlanır.Vahdet ise onu toplar ve toparlar.
“1. Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki,
2. Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz.
3. Hayır! Yakında bileceksiniz!
4. Elbette yakında bileceksiniz!
5. Gerçek öyle değil! Kesin bilgi ile bilmiş olsaydınız,
6. Mutlaka cehennem ateşini görürdünüz.
7. Sonra ahirette onu çıplak gözle göreceksiniz.
8. Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.”
*“Hem, hiç mümkün olur mu ki, nev-i insanı şuurca kesrete mübtelâ, istidadca ubûdiyet-i külliyeye müheyyâ sûretinde yaratıp, muallim bir rehber vâsıtasıyla onları kesretten vahdete yüzlerini çevirmek istemesin?”
Peygamberler insanların vahdetini korumak için gönderilmiş ve insanları ilk önce vahdete çağırmışlardır.
*“Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlâna Câmi, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak ne güzel söylemiş:
demiştir. (Haşiye.Yalnız bu satır Mevlâna Câmi’nin kelâmıdır.) Yani, yalnız biri iste; başkaları istenmeye değmiyor. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor. Biri talep et; başkaları lâyık değiller. Biri gör; başkalar her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar. Biri bil; mârifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır. Biri söyle; Ona âit olmayan sözler, mâlâyânî sayılabilir.”
İnsanlar vahdeti kesrette aramaktadırlar.Tüm yorulmalar,mahcubiyetler, sıkıntılar Bir’e müracaat etmemek ve O Bir’in kapısını çalmamaktadır.
Bir’in kapısını çalmayan bütün kapıları çalma mecburiyetinde kalır.
*”Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekâya, halktan Hakka, kesretten vahdete, müntehâdan mebde’ye çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde’ ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisâldir.”
İbadet Bir ile yapılan sözleşmenin günde beş defa yenilenmesidir.Kesrete dalarak dağılan duyguların toplanmasıdır.
*”Hem Rabbü’l-âlemîn, meyve-i âlem olan insana âlemi içine alacak bir vüs’at-i istidad verdiğinden ve bir ubûdiyet-i külliyeye müheyyâ ettiğinden; ve hissiyâtça kesrete ve dünyaya mübtelâ olduğundan, bir rehber vâsıtasıyla yüzlerini kesretten Vahdete, fânîden bâkîye çevirmek istemesine mukabil, en âzamî bir derecede, en eblâğ bir sûrette, Kur’ân vâsıtasıyla en ahsen bir tarzda rehberlik eden ve risâletin vazifesini en ekmel bir tarzda ifâ eden, yine bilbedâhe o zâttır.”
Kur’an-ı Kerim vahdetin sözlü belgesidir.Vahdetin şahididir.Tüm insanları bir çatı atında toplamaktadır.Gönülleri,dilleri,bedenleri bir kılmaktadır.
*”Bütün meyveler ve içindeki tohumcuklar, hikmet-i Rabbâniyenin birer mu’cizesi, san’at-ı İlâhiyenin birer hârikası, rahmet-i İlâhiyenin birer hediyesi, vahdet-i İlâhiyenin birer bürhan-ı maddîsi, âhirette eltâf-ı İlâhiyenin birer müjdecisi, kudretinin ihâtasına ve ilminin şümûlüne birer şâhid-i sâdık oldukları gibi; şunlar, âlem-i kesretin aktârında ve şu ağaç gibi tekessür etmiş bir nevi, âlemin etrafında, Vahdet aynalarıdırlar; enzârı kesretten Vahdete çeviriyorlar. Lisân-ı hal ile herbirisi der: “Dal budak salmış şu koca ağacın içinde dağılma, boğulma; bütün o ağaç bizdedir. Onun kesreti, vahdetimizde dahildir.” Hattâ her meyvenin kalbi hükmünde olan herbir çekirdek dahi, Vahdetin birer maddî aynası oldukları gibi, zikr-i kalbî-i hafî ile, koca ağacın zikr-i cehrî sûretiyle çektiği ve okuduğu bütün esmâyı zikreder, okur.”
Ağaçlar arasında bile bu vahdeti kaldırırsanız,değil tüm dünyadaki elmalar arasında birliği tesis etmek,bir ağaçtaki elmalar arasında dahi bir birlik sağlayamazsınız.
Kâinatın ve dünyadaki her şeyin arasına nüfuz eden bir vahdet vardır.
*”Nasıl imkândan vücûb görünüyor; infiâlden fiil ve kesretten vahdet-bunların vücudu, onların vücuduna katiyen delâlet eder. Öyle de, mevcudât üstünde görünen mahlûkıyet ve merzûkıyet gibi sıfatlar dahi sâniiyet, rezzâkıyet gibi şe’nlerin vücudlarına katî delâlet ediyor. Şu sıfâtın vücudu dahi, bizzarure ve bilbedâhe, bir Hallâk ve bir Rezzâk Sâni-i Rahîmin vücuduna delâlet eder.”
Her şey başlangıçta bir babadan sudur ettiği gibi,nihayetinde de bir avlata son bulmaktadır.
Bir şeyden her şey ve her şeyden de bir şey yaratılmaktadır.
*”Maahaza, kesretin vahidden suduru, vâhidin kesretten sudûru kadar zahmet değildir, daha kolaydır. Meselâ, bir kumandanın efrad-ı kesireye verdiği intizam ve yaptırdığı işleri, o efrad-ı kesire, kendi başlarına büyük bir müşkilâttan sonra yapabilirler.”
*”Mesela, kamerin ahvaline veya istikbalin hakikatine dair ita-i malümat eden adama, bütün mamelekini ona feda etmeye hazırsın. Amma daire-i mülkünde bir arı hükmünde bulunan kamerin Halıkından haber getiren ve ezel, ebede, hayat-ı ebediyeye, hakaik-i esasiyeye, azim meselelere dair malümat ita eden ve seni manevi perişaniyetlerden, dalaletlerden kurtarıp kesretten vahdete doğru yol gösteren ve hayat-ı ebediyeye imanla mâ-ül-hayatı sana içirtmekle firak ve ayrılmak ateşlerinden kurtaran ve Halıkın marziyatını, metalibini tarif eden ve Sultan-ı Ezel, Ebedin muhaberesine tercümanlık yapan Resul-i Rahman’ı dinlemeye ve o Muhbir-i Sadıka imanla teslim olmaya mani olan nefsin heva ve hevesini terk etmiyorsun.”
Dalalette vahdetin kaybı vardır.Vahdetini kaybeden dalalete düşer.
*”Evet, fikr-i san’at, meyl-i mârifet, kesretten çıkar. Avrupa’nın darlığı ve deniz ve enharı olan vesait-i tabiiye-i münakale içinde dolaşması sebebiyle, tearüf ticareti, teavün iştirak-i mesaiyi intaç ettikleri gibi, temas dahi telâhuk-u efkârı, rekabet de müsâbakatı tevlit ederler. Ve bütün sanayiinin mâderi olan demir madeni, kesretle içinde bulunduğundan, o demir, medeniyetlerine öyle bir silâh-ı kuvvet vermiştir ki, dünyanın bütün enkaz-ı medeniyetlerini gasp ve garat edip gayet ağır bastı, mizan-ı zeminin muvazenetini bozdu.”
Tüm icadlar,bilimler,fikirler,sanatlar kesret içinde vahdetin bulunması iledir.
12-06-2011
MEHMET ÖZÇELİK




KARDEŞLİK

KARDEŞLİK

Kâinatın mayasını oluşturan maya muhabbettir.Muhabbetin neticesi ise uhuvvettir.
Kur’an-ı Kerim-de:
”Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.
Ey inananlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın; inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Tevbe etmeyenler, işte onlar zalimlerdir.
Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin suçunu araştırmayın; kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah’tan sakının, şüphesiz Allah tevbeleri daima kabul edendir, acıyandır.”

“Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.”

Allah Kur’an-da sürekli uhuvvete teşvik ederken,bir yanda kardeşliği engelleyecek manileri ortadan kaldırmak için bazı esaslar ortaya koymaktadır.
Mesela cemaatla kılınan namazın yirmi yedi derece sevabının olduğunu söyler, bununla teşvik ederken,diğer yandan da mü’minin mü’mine ancak üç gün küs olup,ondan sonrasının da düşmanlığa,kin ve nefrete sebeb olacağından dolayı yasaklamıştır.

Efendimiz;Mü’minlerin bir binanın taşları gibi olduğunu,bir bütünlük içerisinde ve birbirinden ayrılmaz parçalar olduğunu söylerken,her bir parçasını da bir bütün olarak değerlendirmektedir.

Bir vücudun âzaları gibi olduklarını ifade ederken;aynı şeyi düşünen,aynı şey için kalbi çarpan,aynı kıbleye yönelib aynı kitabı okuyan,aynı peygambere inanıp aynı dünyanın atmosferi altında yaşayarak,farklı farklı da olsa,hepsinin aynı hedefe yönelik olduğunu ifade eder.

Hazırlanan bir yemeğe göz,kulak,ağız,dil,burun,mide farklı farklı kendi açısından o yemeğe baksalar da, birbirlerini tamamlayıp,birinin eksikliği o nimetten alınacak zevki de eksik bırakır.
Bütün organlar hep birden o yemek üzerinde bir birlik içerisinde düşünür,eğilir ve hareket ederler.

Mü’minler başkalarının günahıyla sorumlu tutulamazlar.

Mü’minleri birbirine bağlayan ortak noktalar gayet çokluktadır.Bütün bunlar birlik ve beraberliği gerektirirken,geriye kalan farklılıklar da af ve musafaha ile değerlendirilmelidir.

Kardeşliğin en güzel örneği asrı saadettir.Bu konuda Efendimiz bizler için nümune-i imtisaldir.

İsar hasleti olan;kardeşinin nefsini kendi nefsine tercih etmede en önde onlardır.Nitekim âyette:”Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile onları kendilerine tercih ederler.”

Bu âyetin nüzulüne sebeb olan olay ise şöyle gelişir:
Peygamber Efendimize bir ihtiyaç sahibi gelerek,aç olduğunu,ihtiyaç durumunda olduğunu söyleyince Efendimiz evine haber salarak bir şeyler,yiyecekler vermelerini söyler.
Evden gelen haberde “Yiyecek hiçbir şeyimiz yok.”cevabı olur.Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav), “Bu arkadaşımızı bu gece misafir edecek kimse yok mu? Ki Allah ona rahmet buyursun” der. Derhal Ensar’dan Ebu Talha bir ok gibi yerinden fırlayarak, “Ben ya Resulallah, ben misafir edebilirim!” der. Ve misafiri alıp evine götürür.
Ebu Talha (ra) hanımına, “Rasulullah’ın misafiridir, açtır, bir şeyler ikram edelim” der. Hanımı ise, “Rasulullah’ın misafiri başım üstüne bey, ama vallahi şu anda benim yanımda bir kız çocuğumuzun yiyeceğinden başka bir şey yoktur!” diyerek ızdırabını dile getirir. Bunun üzerine Ebu Talha, “O halde kızımız akşam yemeği istediği vakit onu uyutuver ve kandili de söndürüver ki, misafirimiz, benim kaşığı boş götürüp boş getirdiğimi fark etmesin ve Rasulullah’ın misafiri için biz bu geceyi aç geçiriverelim” der. Ve gerçekten de öyle yaparlar.
Ertesi gün misafir Rasulullah’a hoşnutluğunu bildirir ve Rasulullah (sav) da Ebu Talha (ra)’yı çağırarak o gece onun hakkında inen âyeti okuyarak, Allah ve Rasûlü’nün hoşnutluğunu müjdeler.
Bunun üzerine bu âyet nüzul eder.
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.”

*Yermük savaşında da bunun benzeri görülür.
Yermük savaşında yaralılar arasında dolaşan ve amcasının oğlu Haris’i arayıp bulan Hazreti Huzeyfe,ona su isteyip istemediğini sorar. Tam su vereceği sırada İkrime’nin (ra) su isteyen sesi duyulur. Bu ses üzerine suyu içmeyen Haris (ra), suyu İkrime’ye götürmesini işaret eder. Hz. Huzeyfe İkrime’ye su içireceği sırada da, Hazreti İlyas’ın (ra) su isteyen sesi duyulur. Sesi duyan İkrime (ra) de suyu içmeden İlyas’a götürmesini işaret eder. Hazreti Huzeyfe, Hazreti İlyas’a suyu götürünce vefat ettiğini görür ve suyu içiremez. Bunun üzerine hemen geri dönüp önce Hz. İkrime’ye ve akabinde amcası oğlu Haris’e ulaştırmak istediyse de bu ikisine de yetiştiremeden vefat ettiklerini görür. Son nefeslerinde bile diğerlerinin nefislerini kendi nefislerine tercih eden bu mübarek sahabeler Hakk’ın rahmetine kavuşurlar.

*”Len tenâlul birre hatta tünfiku mimma tuhibbun.Vemâ tünfiku min şey’in feinnallâhe bihi alim.”
“Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederken malınızın kötüsünü değil de iyisini vermedikçe, olgun bir imana kavuşamazsınız. İmanda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşuna gidenini bağışlayınız.”

Birinci Ebu Talha örneğinde görülen o ki;yanlarında hiçbir şey yok iken veren bu insanlar,vereceğimiz ikinci örnekte de var olan her şeylerini yine vermektedirler.
Bu âyet-i kerimeyi büyük bir dikkat ve hassasiyetle dinleyen Ebû Tâlhâ, Medine’de Peygamberimizin mescidine yakın bir yerde, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan pek kıymetli bir bahçesi vardır. Sık sık dâvet ettiği Rasûlûllah’a burada ikramda bulunurdu.
Bu zât derin bir çoşku içinde âyet-i kerimeyi dinledikten sonra ayağa kalkarak şöyle dedi:
“Yâ Rasûlûllah benim servetim içinde en kıymetli ve bana en sevgili olan, şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan itibaren Allah rızası için onu, Allah’ın Rasûlüne bırakıyorum. İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakire verebilirsiniz.”
Bu sözleri söyledikten sonra Ebû Tâlhâ, sevinçli ve neşeli bir hâlle kararını uygulamak için Mescid’den çıkarak bahçeye doğru gider.
Ebû Tâlhâ’nın hanımı Rumeysâ, bahçedeki bir hurma ağacının gölgeliğinde oturmuştu. Tâlhâ, bahçe duvarına kadar geldi ama içeriye girmedi.
Onun geldiğini gören hanımı Rumeysâ:
“Ebû Tâlhâ, duvarın dışında ne bekliyorsun? İçeri gelsene” dedi.
Ebû Tâlhâ: “Ben içeri giremem, Rumeysâ, sen de eşyânı toplayıp dışarı çıkar mısın?”
Rumeysâ biraz şaşırdı:
“Neden, bu bahçe bizim değil mi?”
Ebû Tâlhâ:
“Hayır, artık bu bahçe bizim değil, şu andan itibaren Medine fukârasınındır” dedi. Sonra da, Hz. Peygamber’den dinlediği âyet-i kerimeyi ve verdiği kararını hanımına anlattı.
Rumeysâ hanım bu sözler karşısında, hiç tereddüt etmeden şunu sordu:
“İkimiz nâmına mı, yoksa sadece kendi şahsın için mi bağışladın?”
“İkimiz namına bağışladım” cevabını alınca da:
“Allah senden razı olsun Ebû Tâlhâ. Etrafımızdaki fakirleri gördükçe, ben de aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim; Allah bu hayrımızı kabûl buyursun, bekle öyleyse bahçeden çıkıp ben de yanına geliyorum!”

*Nefsin menfaat düşüncesi kardeşliğin önündeki en büyük engeldir.Nitekim:
”O zaman Davud’un yanına giriverdiler de onlardan telaşa düştü. Ona « Korkma!» dediler, biz iki davacıyız , birimiz diğerinin hakkına tecavüz etti. Şimdi sen aramıza doğrulukla hükmet ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar.
(Onlardan biri şöyle dedi:) Bu, kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Böyle iken «Onu da bana ver» dedi ve tartışmada beni yendi.
Davud: Andolsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarına tecâvüz ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da ne kadar az! dedi. Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.

*Bizler Hz.Ademden beri kardeşiz.
Peygamberimizin Veda hutbesinde belirttiği gibi:’Hepiniz Âdemdensiniz,Âdem ise topraktandır.”
Hayır,benim toprağım daha kalitelidir,birinci kalite değerindedir,senin toprağın kıymetsizdir,demekle,neden yaratıldığının farkında olmamak demektir.
Sonuçta hepimiz bir toprak,çamur ve balçık ve de bir damla sperm ve meniden yaratıldık.
O halde üstünlük nerededir?
Kur’an-ın ifadesiyle takva ve Allah-dan korkmanın dışında,O’na yakın olmanın haricinde bir üstünlük yoktur.

*Hem neyi beğenmiyoruz?
Hacda iken bir beyaz zenciye bakar ve taaccüble güler.
Durumu anlayan zenci sorar:
-Beyefendi,acaba boyayı mı beğenmiyorsunuz yoksa Boyacıyı mı?
Her iki durumda da beğenmemek,ona o özelliği vereni beğenmemektir.

*Fatih-e yaklaşan bir dilenci para ister.Fatih tutar bir altın verir.
Dilenci biz kardeş değil miyiz?Hiç kardeş kardeşe bu kadar mı verir?deyince, Fatih kulağına eğilerek şunu söyler:-Aman ha,diğer kardeşlerinde duymasın, yoksa sana bu kadar da düşmez,der.

*Hepimizin sayısız ortak noktaları bulunmaktadır.Rabbimiz bir,peygamberimiz bir,kitabımız ve dinimiz bir,dünyamız ve güneşimiz bir,tarihimiz ve vatanımız bir,bütün bu ve bunun gibi birlikler kardeşliği iktiza etmektedir.

*İşte dostluğun ve kardeşliğin güzel bir örneği:
Cephede kıyasıya çarpışıyordu.Arkadaşı gözünün önünde vurulmuştu.Daha ölmemişti,o dostunu kurtarması gerekti.Komutanından izin isteyip kurtarmayı istedi.Komutanı kendisinin de vurulacağını düşünerek razı olmadı.Israrını sürdürdü,komutanından izin aldı.Sürüne sürüne arkadaşının yanına vardığında her tarafı kanlar içindeydi.Sırtlayıp sipere getirdi.
Komutan baktığında ölmüştü.Değdi mi,deyince evet komutanım deydi.Çünkü gittiğimde daha hayattaydı,son sözünü söyleyip öyle gözlerini kapadı.
Son sözü ise;Mutlaka geleceğini biliyordum,sözü oldu.
İşte sadakat..beklenen ve bekleyen sadakat…

*Bu gün doğu ve güneydoğunun en büyük hastalığı ihtilaf ve adavetin içlerinde yayılmasıdır.Pkk-dan daha büyük tehlike ve de pkk-nın gündemde sürekli tuttuğu konu düşmanlıklardır.
Kardeşlik ise bunun ilacıdır.

MEHMET ÖZÇELİK
25-04-2010




KÂİNAT NAMAZDA

KÂİNAT NAMAZDA
“Kâinat bir cami-i ekber ve bütün mahlukat taifeleri bir salat-ı kübrada cemaat ile herbiri kendine mahsus bir ibadetle ve hal dili ile bir nevi namaz kılıyorlar gibi Mabud-u Zülcelalin muhit rububiyetine karşı çok geniş bir ubudiyetle mukabele için tedbiri umumun şehadetlerini ve tevhidlerini tasdik eder ki, aynı neticeyi ispat tarzında vaziyet alıyorlar.
….mecmu-u kâinattan ta bir ceseddeki zerrelerin cemaatinden her bir taifenin, her bir ferdin fiili ve hali istianeleri ve duaları var.
…..uhuvvet-i imaniye ve vahdet-i İslamiye sırrıyla, hem namaz vaktinde alem-i İslam mescidinde milyonlarla efradı bulunan bir cemaatin rabıta-i vahdet itibarıyla ve manevi radyolar vasıtasıyla Fatihadaki –Âmin-külliyet kesb eder, milyonlar –Âmin-hükmüne geçebilir.”
*Bütün alem namaz vakitlerinde huzura yapılan davette hazır bulunmaktadırlar. İnsan bundan bigane kalamaz,geri durup gecikemez,uzatılan sürede de olsa gidememezlik edemez.
*Bediüzzaman İsparta-dan Barla-ya giderken yolda ezan okunup okunmadığını sorar.Yeni okunduğunu ve Barla-ya yirmi dakikalık bir zaman kaldığını,orada daha rahat bir ortamda kılacaklarını söyleyen talebelerine;
-Kar üstünde de olsa hemen kılacağız,der ve arabayı durdurarak namaza durulur.
* Peygamber Efendimiz (asm)-e en faziletli amel sorulduğunda, ‘Vaktinde kılınan namazdır.’ buyurmuştur.
* Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e âmâ bir adam gelip:
– Yâ Resûlallah! Beni mescide götürecek bir kimsem yok, diyerek namazı evinde kılabilmek için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den kendisine müsaade etmesini istedi. Peygamber Efendimiz de müsaade etti. Âmâ dönüp giderken Resûl-i Ekrem onu çağırarak:
– “Sen namaz için ezan okunduğunu işitiyor musun?” diye sordu. Âmâ:
-Evet, cevabını verdi. Peygamber aleyhisselâm:
– “O halde davete icâbet et, cemaate gel” buyurdular.
*Namaz vakitlerinde tüm kâinat;cansızlardan bitkilere,hayvanlardan meleklere, cinlerden insanlara kadar her şey kendi lisanında tesbihatta ve ibadettedir.
Efendimizin mi’raçta Allah huzurunda söylemiş olduğu –Tahiyyat-bütün kâinatta bulunan varlıkların Allah’a sundukları hediye ve ibadetlerinin ve hayatlarının neticelerinin sunulmasından ibarettir.
Her bir insan ibadetinde tüm varlıkları temsilen mücmel olarak,zorlama yoluyla olmaksızın bu külli manaları düşünerek kılmalıdır çünkü hakikatta da böyledir.
Ağız dolusu söylemeli,varlıklar sayısınca düşünmeli,esma-i ilahi ve tecellisi boyutunca tasavvurda bulunmalıdır.
*Namaz vakti,huzura kabul vaktidir.Görüşme saati,buluşma anı,toplantı vakti, tüm kâinatın saf saf olduğu zamandır.Safın dışında kalmamalı,dahil olmalı,haylaz çocuk durumuna düşmemeli.
Kişi bulunduğu yeri bir saf,geriye doğru dalga dalga bütün alemleri arkalarda dizilmiş birer saf olarak göz önünde bulundurmalıdır.
*Namazda gizli okumak;biri müşriklerin duymaması ile birlikte,diğeri,gündüzün meşguliyetinden iç dünyasına yönelerek kendisini toparlaması,açık okuma anında da gündüzün meşguliyetinden kendi iç dünyasına dönme zamanını hatırlatmaktadır.
Namaz işlerin meşguliyetinden kendisini kaybeden insanın kendi iç dünyasındaki bir gezintisi,kendisini keşfetmesi ve namaz anahtarıyla alem hazinelerini açarak gün yüzüne çıkarmasıdır.
*Rabbim!Huzurunda sorgudayım.Bütün bunlar bildiğin şeyler ve sana itirafımdır.
Kendimde değildim..kendime gelemedim..hep başkalarıyladım, başkalarındaydım. Kendime gelmek için huzuruna geldim.Beni kendine getir,kendime getir.
Beni huzurunda mahcup etmektense,cehennemin daha ehvendir.Cehennemi sana senin huzurundaki mahcubiyete tercih ederim.
Yıllardır senden kaçtım..seninle hakkıyla olamadım..sende hakkı ve kendimi bulamadım.Ancak kaçtığım ve aradığım yollar yine sana çıktı.Senin dışındaki yollar çıkmazmış,çıkılmazmış!
Yeteri kadar sana inanmadım,ibadette bulunmadım.
Azı çoğa ve çoğu aza harcarken bile,ondada cimrilik yaptım, kıstım, kestim, dünyaya yamadım.
İbadet ettimse de suhre gibi,baştan savma yaptım.İşlerimi ibadete tercih ettim.
Bir ömür kaçış nereye?
Senden yine Sana…
MEHMET ÖZÇELİK
10-04-2011




KAPANAN FİRAVUNLAR DEVRİ

KAPANAN FİRAVUNLAR DEVRİ
Önce nesillerin değişimi ve daha sonra zihinlerdeki değişim küçük büyük firavunların tahtını sallamaya başladı.
Önce Saddam-ı besleyenler sonra onu devirdi.Arkasından Tunus,Mısır, Libya, Yemen,Suriye domino taşları gibi devrilmeye başladı.
48 yıldır olağan üstü hali uygulayan Suriye-deki Beşar Esad,belli ki babası Hafız Esad-dan ve diğerlerinden ders almamış.Türkiye’nin kaç yıldır kendisine olan yaklaşımını kendi şahsı için değerlendirip,kendi halkı ve değişimi için uygulamaya koymadı.
Beşar Esad basiretli değilmiş.Reform yapıp bu karışıklıklara mani olabilirdi. Ancak yarım asırlık zulüm zulümlere de kapı açmış oldu.
Yüzde sekiz olan Baas rejimi yüzde doksan iki üzerinde hakimiyet kurarak,baskı ile halkı yönetti.
Yıllar önce Genelkurmay Başkanı olan Doğan Güreş Paşa bir tv-de yaptığı konuşmada;Nato-da bulunduğunda masa üzerinde bulunan haritada dünyanın altı bölgeye bölünüp,bunlar içerisinde Abd-ye Irak,Suriye ve İran-ın düştüğünü söylemişti.Onlarla Abd ilgilenecekti.
Plan aynen işlemektedir.İran-ın çevresi boşaltılmak üzere etrafındakiler devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır.Ortadoğu birer birer karıştırılmaktadır.
Ancak kendi getirdikleri her ne şekilde giderse gitsin,yeni gelenler ve yeni değişim hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır.
Tarih tekerrür ediyor.Geçmiş ümmetlerde de aynı durum yaşanmıştı.
“İşte Âd kavmi! Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler. O’nun peygamberlerine karşı geldiler ve inatçı her zorbanın emrine uydular!”
“(Azap) emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik. Üzerine de Rabbinin katında işaretlenmiş pişirilmiş balçıktan taşlar yağdırdık. Bunlar zalimlerden uzak değildir.”
Her insan gibi devletlerin de bir tabii ömrü vardır.Miadı dolan gitmektedir.
“Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz.”
Buna sebep akılsız,aklını kullanmayan insanların varlığıdır.
“Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağırlar, dilsizlerdir.”
“Allah, pis olanı temizden ayırmak, pis olanların hepsini birbiri üstüne koyup yığarak cehenneme koymak için böyle yapar. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.”
*************************
“Libya lideri Muammer Kaddafi ve Rusya Başbakanı Vladimir Putin’den sonra Fransız İçişleri Bakanı da koalisyon güçlerinin Libya operasyonunu “Haçlı seferi” olarak adlandırdı. Bakan Claude Gueant, Sarkozy’nin doğru bir politika izlediğini savunanarak “Tanrıya şükür ki Cumhurbaşkanımız, Haçlı Seferi’nin önderliğini yapıp önce BM’yi, ardından da Arap Birliği ve Afrika Birliği’ni harekete geçirdi” dedi.”
96 yıl önce Çanakkale-de ikili çete olan İngiltere ve Fransa-nın başlattığı saldırıda iki yüz elli binden fazla leşkerlerini bırakmış,onca maddi gücüne rağmen,iman gücünün karşısında mağlup olmuştur.
İki yüz bin şehidi kıtlık,soğuk ve imkânsızlıklar içerisinde vermiştik.
Bugün üçlü çete;Fransa,İngiltere ve Abd;Libyaya saldırmak için bahanesini buldu;Despot ,halkını öldüren Kaddafi.
Teşbihte hata olmaz; üç domuz bir ayıya karşı.Altta hırpalanan masum,mazlum,Müslüman halk.
Kendilerinin vurdukları çocuk ve sivil halk,Kaddafi-ninkini geçti.Irak-ta olduğu gibi.
Ortadoğu yüz sene önceki gibi şekillendirilmeye çalışılıyor.Libya’da petrol var.Avrupa-nın dördüncü büyük petrolüne sahip bir ülke.
Irak’ta kimyasal silah yalanı ile girildi.Libya-da şimdilik yok denilirken,daha sonra oldurulabilinir.
Yüz yıldır kafalarına göre yerleştirdikleri liderlerin miadının dolması üzerine, yeni yüz yılda kafalarını rahat ettirecek liderler bulma ve yerleştirme peşindeler.
Saddam,Mübarek,Bin Ali ve Kaddafi’lerin yerine,adları değişecek yeni kuklalar aranmaktadır.
Başta Türkiye olmak üzere,İslâm dünyasının bu rollerin taksiminde yer alması,söz sahibi olması gerekmektedir.
Bunun ise en müessir ve köklü çözümü;ittihad-ı İslâmdan geçmektedir.
Belki domino etkisi yapan sarsıntı ve lider memnuniyetsizliği ittihad-ı islâmı mecburi hale getirmektedir.
Bu islâm dünyası için,bir namus ve şahsiyet meselesidir.Bekası buna bağlıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
26-03-2011




KALEM VE KELÂM

KALEM VE KELÂM

Hiçbir şey yoktu,O vardı. O mâsivadan önce de vardı.
Kelâm O’nunla beraber var idi.
Varlık kelâmla,kelâmıyla var oldu.
O’nun yarattığı ilk şey kalem oldu.
Kelâmın gücü kılıcın gücünden daha güçlüdür.
Kalemin gücü kelâmın gücünden ileri gelir.
Tevhid kelimesini yani içinde Allah kelimesi olan Kelime-i Tevhidi faziletçe hiçbir amel geçemez.Feyiz ve kudsiyeti yücedir.Can ve mal güvenliği sağlar.Cennete girmeye sebeptir.
İnsandaki ruhun gücü ve de ebediyeti kelâmın gücünden güç ve kuvvetini almaktadır.
O kelâm kelimesini ve ruhunu insana ve İsa’ya üfledi.
Hz.İsa 30 yaşında peygamber oldu,üç yıllık bir peygamberlik dönemi vardır. Onun bugüne kadar ki gücü,ondaki kelâm ismine mazhariyetin,’Allah’ın Kelimesi’ sıfatına sahip olmasındandır.O mütekellim sıfatına mazhar bir peygamberdir.Ölüleri diriltmektedir.O gücü kelime ve kelâmdan almaktadır.
O güçle daha beşikte iken konuşmuştur.Annesinin iffetli olduğunu söylemiş,ona atılan iftiralardan uzak olduğunu beyan etmiştir.
‘Ve tekelleme fil mehdi sabiyya’
İnsanın hilafetinde kelam ve kalem vardır.Diğer varlıklara karşı kelamıyla ve kalemiyle ön plana çıkmıştır.
İnsan Allah’a kelâmıyla ve kalemiyle muhatap olmuştur.
Bir anlık alemden kelâm ile kalemi çıkardığınız zaman her şey çökecektir.
Devletler kalem üzerine ayakta durmaktadır.
Eğitim kelâm ile sürdürülmektedir.
Kelâm ve kalem aynı duygunun kolları ve ürünüdürler.
İnsanın iç dünyasının dışa açılan kapısı ve penceresidir.
İnsanın kendisini ifade etme aracıdırlar.

[ “ (Resûlüm!) Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem’i himayesine alacak diye kur’a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin.”
“ Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir.”
Allahın ezeli ve ebedi kelâmını sonradan yaratılan kalem bitirememektedir. O’nun kelâmını kalemi bizlere aktarmakta ve bildirmektedir.
“ Nun. Kaleme ve onunla yazılanlara andolsun ki;”
Hukukta ve içtimaiyatta kutsal ve değerli şeyler üzerine yemin edilir.İşte kalem hatta onun yazdıklarını yemin edilmektedir.
“O, insana kalemle yazmayı öğretti.”
Büyük bir hedef ve görev olarak addedilmektedir.

“Bu ara Adem Rabbinden bir takım kelimeler belleyip O’na yalvardı. O da tevbesini kabul buyurup ona yine baktı. Gerçekten tevbeyi çok kabul eden ve çok merhamet eden ancak O’dur!”
Tevbenin tahakkuku kelime ile tahakkuk etti.
“Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki, onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.”
Allah kendisini anlatamamaktan münezzehtir.
“Şunu da hatırlayın ki, bir vakit Rabbi, İbrahim’i bir takım kelimelerle imtihan etti. O, onları tamamlayınca Rabbi: «Ben seni bütün insanlara önder yapacağım.» buyurdu. İbrahim: «Rabbim zürriyetimden de yap» dedi. Rabbi ise: «Zalimler Benim ahdime nail olamaz.» buyurdu.”
Önderliğin yolu kelimelere sahip olmakla mümkün kılınmış ve o şarta bağlanmıştır.
“Mabette namaz kılarken melekler ona seslendiler: «Allah sana Allah’ın emriyle (vücut bulan İsa’yı) tasdik eden, efendi, iffetli, iyilerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler»
İnsanı sevindirip mutlu eden en büyük şeyler kelimelerle elde edilmektedir.
“Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa’dır. Mesîh’tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’ın kendisine yakın kıldıklarındandır.”
“Daha önce sana anlattığımız peygamberlerle, anlatmadığımız başka peygamberlere de (vahyettik). Ve Allah Musa ile de konuştu.”
Hz.Musa’nın imtiyaz noktası Tur-i Sina’da Allah ile konuşmasıdır.
“Ey kitab ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında ancak doğru olanı söyleyin! Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah’ın elçisi, Meryem’e atmış olduğu kelimesi ve O’ndan bir ruhtur. Allah’a ve peygamberlerine inanın (Allah) üçtür demeyin. Kendi yararınız için buna son verin. Muhakkak ki Allah tek bir ilâhtır. O, çocuk sahibi olmaktan yüce (münezzeh)dir. Göklerdeki ve yerdekilerin hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.”
O kelime ebediyen yaşatan ve insanlara rehber kılan bir ruh olmuştur.
“Andolsun ki, senden önce gönderilen peygamberler de yalanlandılar. Kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet edilmeye karşı sabrettiler. Allah’ın sözlerini değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur! Allah biliyor ya, sana peygamberlerin kıssalarından haber de geldi.”
“Rabbinin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, işitendir, bilendir.”
Allahın kelimesi bir hükümdür,değişmez.
“Ve zayıf, hakîr görülen o kavmini, kendisinde feyz ve bereket vücuda getirmiş olduğumuz yerin şark cihetlerine ve garp taraflarına varis kıldık. Ve Rabbinin güzel kelimesi İsrailoğulları üzerine sabreder oldukları sebebiyle tamam oldu. Ve Fir’avun ve kavminin yapmakta oldukları şeyleri ve yükseltmekte oldukları binaları tamamen helâk ettik.”
Dinlenilmeyen kelime firavunun kavmi için azap oldu,azabı getirdi.
“ De ki: «Ey insanlar, biliniz ki, ben sizin hepinize Allah’ın gönderdiği peygamberiyim. O Allah ki bütün göklerin ve yerin mülkü O’nundur. O’ndan başka ilah yoktur. Hem diriltir, hem de öldürür. Onun için gelin Allah’a ve peygamberine iman edin. Allah’a ve Allah’ın bütün kelamlarına inanan o okuyup yazması olmayan peygambere de. Uyun ona ki, kurtuluşa erebilesiniz.”
Allah’ın sözleri birbirinden tefrik edilemez,bir bütünlük sağlar.
“Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.”
Allahın sözleri hakkı gerçekleştirmek ve yerleştirmek içindir.
“Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah’ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra (müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır. İşte bu (müsamaha), onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.”
Sorumluluk ve dindeki yükümlülük işitmekle başlar.Bu ehemmiyetindendir ki kur’anda kulak görmeden önce zikredilmiştir.
“Eğer siz ona yardım etmezseniz, biliyorsunuz ya, o küfredenler onu çıkardıkları sırada mağarada bulunan ikinin bir iken Allah ona yardım etmişti ki, o, arkadaşına: «Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir!» diyordu. Bunun üzerine Allah ona manevi güç ve huzur verdi, onu görmediğiniz ordularla destekledi ve küfredenlerin kelimesini en alçak etti. Allah’ın kelimesi ise en üstün olandır. Allah, güçlüdür, hikmet sahibidir.”
Allah’a aid olan kelimeler ezelden gelmiş ebede gitmektedir.O’na aid olmayan,küfrü ifade eden kelimeler ise bir değer ifade etmezler.
“İnsanlar sadece bir tek ümmetti, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili) Rabbinden bir söz (ezelî bir takdir) geçmemiş olsaydı, ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi (Derhal azap iner ve işleri bitirilirdi).”
Bütün eserler bir elden çıkıp ustasının yapanının birliğini ve bütünlüğünü gösterdiği gibi,Allah’ın sözü de tüm gönüllerdeki ve hayattaki birliğinde esasıdır.
“Öyle büsbütün yoldan çıkmış fasıklara Rabbinin sözü şöyle gerçekleşti: «Onlar artık imana gelmezler!»”
Allah haktır,sözü hakikattır.
“Onlara dünya hayatında da, ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah’ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu en büyük kurtuluştur.”
Allahın vadi haktır,elbette vadini yapacaktır.
«Ve Allah Teâlâ, hakkı kelimeleriyle izhar eder, velev ki günahkârlar hoşlanmasınlar.»
Hakkın ifade ve zuhuru kelimeler iledir.
“Muhakkak o kimseler ki, aleyhlerinde Rabbin kelimesi tahakkuk etmiştir, onlar imân etmezler.”
Allah’ın kelimesi karar ve hüküm ifade eder.
“Ve yemin olsun ki, Mûsa’ya kitabı verdik. Derken onda ihtilâf olundu. Eğer Rabbin tarafından bir kelime geçmiş olmasa idi elbette aralarında hükmolunurdu. Ve muhakkak ki, onlar ondan ızdıraba düşüren şiddetli bir şüphe içindedirler.”
İnsan kelimelerinin bir mana ve bütünlük ifade etmesi,varlığını sürdürmesi onların mayası ve tutkalı olan Allah kelime ve kelâmıyla mümkün olmaktadır.
“Ancak Rabbinin rahmetle yarlığadığı kimseler başka. Onun içindir ki, onları yarattı. Ve Rabbinin «Andolsun ki cehennemi cinlerden ve insanlardan tamamen dolduracağım» sözü böylece tamam oldu.”
Allah sözünden dönmez.Söz bütün sıfatların muhassalası ve neticesidir.
“Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku! Onun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve O’ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın.”
Kelimeler okunmak içindir.Ondandır ki ilk emim oku’dur.Kelime okumayı istilzam eder.
“Deki: «Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile.»”
Cennet ebedi kelâma müşerrefiyet yeridir.
“Eğer Rabbinin verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı.”
Allah şeytana kıyamete kadar mühlet verdiği gibi,imtihanı da son kelimenin son mürekkebine ve noktasına varıncaya kadar sürdürecektir.
“Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de mürekkep, arkasından da yedi deniz (mürekkep olup kendisine katılsa) Allah’ın sözleri tükenmez. Gerçekten Allah, çok güçlüdür, hikmet sahibidir.”
Hiç sonsuz okyanus bir bardağa sığar mı?
“Andolsun ki peygamberlikle gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmiştir: «Onlar var ya, elbette onlar muzaffer olacaklardır ve elbette bizim ordularımız mutlaka galip geleceklerdir.»”
Allahın sözünün yer yüzündeki mukaddes hamalları peygamberlerdir.
“İşte o nankörlük eden kâfirlere Rabbinin (azab) sözü öyle hak oldu. Onlar, mutlaka cehennemliktirler.”
Bazen söz azab olarak tecelli eder.Söz kızgınlığın ve gadabın habercisidir.
“And olsun ki Musa’ya Kitap vermiştik de onda ayrılığa düşmüşlerdi. Rabbinin verilmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hükmedilmiş olurdu. Doğrusu onlar, onun hakkında şüphe ve endişe içindedirler.”
Allahın sözü zatının habercisidir.
“Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir (erteleme) sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra kitaba vâris kılınanlar da onun hakkında derin bir şüphe içindedirler.”
Hakim tarafların sözünü dinler,kalemini kırar,hükmünü verir.
“Yoksa onlar, senin hakkında: «Allah’a karşı yalan uydurdu.» mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler; batılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O kalplerde bulunan şeyleri hakkıyla bilir.”
İyilikler kötülükleri götürdüğü gibi,doğru ve hak söz,batıl ve yalan sözü siler,atar.
“Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: Bırakın, biz de arkanıza düşelim, diyeceklerdir. Onlar, Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: «Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.» Onlar size: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz, diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir.”
Kulak verilecek söz,Allahın sözüdür.
“Bir de iffetini pek sağlam korumuş olan İmran kızı Meryem’i (misal verdi). Biz ona ruhumuzdan üfledik; o, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etmişti ve içtenlikle itaat edenlerdendi.”
O’nun sözü tüm sebeblerin üzerinde,her şeye nüfuz eder,hayata hayat olur.
Hayatın kaynağı kelâm,hidayetin yolu yine kelâmdan geçer.

MEHMET ÖZÇELİK
28-10-2010




KOR VE KÖR EDEN SİYASET

KOR VE KÖR EDEN SİYASET
CHP’deki Komplocu Zihniyetin Resmi
CHP’de ŞANTAJ pazarlığı!
Taciz iddiaları CHP’yi karıştırdı
Ve Baykal “VARAN 2” Hakkında Konuştu
2. Kaset Skandalında Kılıçdaroğlu’nun Rolü
Kürt yurttaşlar CHP’den rahatsız mı? – Video
CHP tecavüzcüye ‘hadım’a da karşı!
İşte Süheyl Batum’un gizli planı
İşte ‘milliyetçiliğin manifestosu’
CHP’deki salgın hastalıklar.
CHP’nin Sahte Başörtülü Açılımı
CHP’de Ergenekon çatlağı
MHP’de Engin Alan bilmecesi!
MHP Alan’ı Nereden Aday Gösterecek?
Bahçeli: Şuurunu kaybetmiş!
Yalçın Küçük MHP Büyük !
CHP ve MHP Bu Sözleri Duymasın
MHP’yi Küme Düşürecek HATA?
MHP’de istifa depremi
Önce MHP-CHP İttifakı, Sonra CHP İstifası
MHP Haberal’ı Aday mı Gösterecek?
İçişleri Bakanı Atalay, MHP’nin terör sorunlarından büyük ölçüde beslendiğini ve sürekli suçlayıcı bir tutumda olduğunu söyledi.
Bunlar bir çok haberlerden çok az bir kesitidir. (http://www.adimder.com/haberler/haberler1.htm )
Bdp-yi ise hiç söylemeye gerek yok.Dağdan beslenen,dağlıların desteklediği bir parti.
Chp pot üzerine pot kırmakta,üzerindeki şaibeleri gün be gün açığa çıkan plânlarla artmaktadır.
Ergenekonun avukatlığı yetmediği gibi,şimdi de onları kurtarma çabası içerisine girip,seçimlerde aday göstermeyi düşünmektedir.
Darbe yapan paşalara sahip çıkmakla kalmamış,onu desteklemeyen ordu kartondan bir orduya benzetilmiştir.
Ergenekonla beraber poz verenler,ergenekonun akibetine uğramaya mahkumdurlar.
Bunlar bu milleti kör,kendi partizanlarını da özürlü kabul etmektedirler ki, baltayı kendi ayaklarına ve bu milletin başına vurmaktadırlar.
Saflar hiç bu zamandaki kadar belirgin olmamıştı.Bunu hala göremeyenler ise,siyasetin kör ettikleridir.Tedavisi mümkün olmayan bir körlük.Sonu kor olan bir körlük.Körler topluluğu.
“Onlar kör,dilsiz ve sağırdırlar.Hakka dönmezler.”
Buna mantıki bir çözüm bulmak güçtür.Olsa olsa siyasetin kör etmesidir.Devlet batıran,bulunduğu kurumu iflas ettiren tutarsız insanları bu milletin başına geçirmek, tam bir tutarsızlıktır.
Zaten kandan beslendiği,1970 öncesi gençleri sokağa dökerek kaos ortamına ortak olduğu,chp-ye destekte bulunmakla koltuk değnekliğinde bulunduğu,eski ülkücüleri atarak despot bir yönetim sergilediği yönünde bir çok tenkidlere maruz kalmış olan mhp,şimdi de hepsinin üzerinde darbe ortaklığına imza atmış oldu.
Balyoz darbe teşebbüsünden sorgulanan Engin Alan-ı,yine Yalçın Küçük-ün teklifiyle aday göstererek üzerindeki şaibeliği arttırmış,mensuplarının güvenini kaybederek,az bir yakınlığı olanı dahi hayal kırıklığına uğratmıştır.
Oysa dava hala sürmekte,belgeler açıkça ortadadır.Beraat etmiş değildir.
Pkk-yı alkışlayıp ona övgüler düzen Yalçın Küçük-ün Mhp-ye yaptığı teklif anında yerine getirilmiştir.
Mhp nerede ve kimin yanındadır?Kimi temsil etmektedir?
Yalçın Küçük-ü mü?Engin Alan-ı mı?
Ergenekona destek olan veya sulandıranlar da işin cabası!
Bî-taraf olan ber-taraf olur…
Kim olduğun değil,kiminle olduğun önemlidir.
Olabilir mi?Denesem mi? gibi bir çok düşünce ve verilen fırsatlara rağmen Chp ve Mhp bu milleti idare etmekten çok uzak iki partidir.Onlara iktidar değil,muhalefet bile yakışmıyor çünkü onu bile yapamamaktalar.Mızıkçı,hırçın çocuklar gibi sürekli kavgadan beslenen,oyun bozan,kendi aralarında oyunlar! kuran oyunbazlıklar sergilemektedirler.
Birbirleriyle topu paslaşarak oynamaya çalışan iki takım!Çok bakım gerek çok bakım.
Ayakta durmaları ise,içlerinde bulunan iyi niyetli ve samimi insanların varlığı iledir.
Ancak o samimi insanların suskunluğu,üretkensizliği,değişmezliği onları da suça ortak etmektedir.
Akıllı insan basiretli,ileriyi gören,olanları mukayese yeteneğine sahip kimsedir.
Yoruma pek gerek yok değil mi?Çünkü artık her şey gittikçe netleşmektedir…
08-03-2011
MEHMET ÖZÇELİK




KUDDÜS

KUDDÜS

Kelime anlamı itibarıyla kudsi,mukaddes,bütün kusur ve noksanlıklardan uzak,pâk ve temiz olan anlamınadır.
Hz.Ali-nin kullandığı altı isimden biridir.
Sabah ve akşam namazından sonra 33 defa okunmasının bir çok fazileti bulunmaktadır.
Allah-ın zatı bi-zatihi nasıl mükemmelse,sıfatları dahi öyle mükemmeldir.
İşte Kuddüs ismi tüm kâinatı ve her şeyi kuşattığı,her şeyle ilgili ve münasebattar olduğu içindir ki,ismi azamdan sayılmıştır.
Âyette:” Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz!”
Yer yüzünün mükemmel olarak yaratılışı Kuddüs isminin bir tecellisidir.

Nasıl ki bir ev sahibi evini tefriş edip döşerken şu sıralamayı yapar;
Tanzim;Evi çirkinlikten ve görünüm bozukluğundan uzak bir düzenleme.
Tevzin;Ölçüyü kaçırmama,dekorasyonunu,halıların koltuklarla,duvarların perdelerle olan ince ayarını göz önünde bulundurmak,ince bir ayarlama yapmak.
Tezyin;Duvardaki tabelaların asımından,halıların desenine,saksı ve çiçeklerle süslendirmesine kadar dikkat etmek.
Tanzif;Evde her şeyin yerli yerince yapımından sonra temizliğin hiçbir yere toz kondurmayacak şekilde yapılması.Nitekim her şey olsa da temizlik olmasa,o kadar tefriş ve serginin bir manası kalmayacaktır.

-Kâinat ve özellikle dünyamız sürekli dolar boşalır bir han,bir fabrikadır.Eğer Kuddüs ismi tecelli etmese,insanlar ve varlıklar pisliklerden boğulurlardı.
Kâinatta tam bir denge ve yardımlaşma vardır.
Nitekim bize zehir olan karbondioksit bitkilere gıda olurken,bitkilere zehir olan oksijen bizlere gıda olmaktadır.

-Birde hiçbir şey israf edilmeden yapılmaktadır.Şöyle ki;ağzımızdan giren oksijen ile,içimizden çıkan karbondioksit boğazımızda Re denilen noktadaki kesişme sonucu bir yanma oluşur..yanmadan hararet oluşur ve o hararetten hem kelimeler yaratılır,kelime oluşur,hem de vücut ısısı sağlanmış olur.
Bu Kuddüs isminin bir tecellisidir.

Normalde en pis ve kirli yerlerin denizler,ormanlar ve havanın olması gerekirken, Kuddüs isminin gereği olarak sürekli temizlendiğinden bu kirliliğe rastlanmamaktadır.
Balıklardan bir balık bir milyon yumurta yaptığı halde,bunların ölmesi neticesinde denizin yüzünü balık ölümlerinin kaplaması gerekirdi.Oysa et yiyen hayvanlar tarafından temizlenerek bir kirliliğe rastlanmamaktadır.

Ormanlarda ölen bir hayvanın kilometrelerce mesafeden kokusunu alan kartallar, çakallar,arkasından karınca ve sinekler yoluyla bir anda temizlenir.Hatta temizleyecek bu varlıklar olmasa bile içerisinden yaratılan kurtçuklar tarafından bir anda yenilerek temizlenmiş olur.
Hayvan gübreleriyle kirletilen o yerler,ağaç ve çiçeklerin yetişmesine zemin oluşturmuş olur.
Havada rüzgarın esmesiyle bir anda havayı temizler.
Kirpikler gözü temizlemekle Kuddüs isminin gereğini yapmaktadır.

-Kurnaz olarak bilinen tilki temizlikte de gerçekten o kurnazlığını göstermektedir.Şöyle ki;Vücudunu temizlemek,kılları arasındaki kurtçuklardan kurtulmak için ağzına aldığı bir dal parçasını arkasına doğru uzatır ve yavaş yavaş suya dalar,birden dalmaz.Bu arada vücudundaki kurtçuklar boğulmamak için o dalın üzerine atlarlar,böylece vücudunda ölüp de kokuşmaları önlenmiş olur.
Ağzına kadar tamamen suya daldıktan sonra dalı bırakır,onlardan da kurtulmuş ve temizlenmiş olur.
Allah bu temizlik gereği olarak her gün bir dünya götürür,yeni ve temiz bir başka dünya getirir.
Tıpkı kâtibin kitabının ve defterinin sayfalarını değiştirmesi gibi…
Allah Kuddüs isminin gereği olarak bir yılda yarattığı sineklerin sayısı,Hz.Âdem-den kıyamete kadar yaratılan insanların sayısından çoktur.Onlar yer yüzünün bir sıhhiye memurlarıdırlar.Sürekli temizlik işlemini yapmaktadırlar.

“O ki, birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahmân olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?
Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.”
Kâinat ve dünyamız tam bir denge ve düzen içerisinde yaratılmaktadır.Kuddüs ismi hiçbir eksikliği ve düzensizliği kabul etmez.

Temizliğin artması nisbetinde Kuddüs isminin o şeyde veya insandaki tecellisi ve tezahürü de o nisbette artmaktadır.
Alınan abdest ve gusül Kuddüs isminin ondaki tecellisine sebebtir.
Hadisde:”El vuduu alel vudu’,nurun alâ nur.”,-Abdest üzerine abdest,nur üzerine nurdur.-
Yani alınan her bir abdest Kuddüs isminin tecellisinin ve nurunun artması demektir.
-En- nezafetü minel iman-veya –en nezafeti şatrul iman-
Yani –Temizlik imandandır-veya-temizlik imanın yarısıdır-ifadeleri Kuddüs ismini lüzumlu kılar.

Âyette: “Ve elbiseni artık temizle”
İkinci inen bu âyette maddi temizlik emredilmektedir.

”Allah, çok tevbe edenleri de sever çok temizlenenleri de sever.”
Burada iki önemli noktaya işaret edilmektedir:
Birisi;Manevi temizlik olan çokça tevbe etmek Kuddüs isminin manevi dünyamızdaki tezahürüdür.
Diğeri ise maddi temizliğin Allahın çokça sevme sebebi olarak bildirilmektedir.

Böylece Kuddüs ismi sadece maddi temizliği değil aynı zamanda manevi temizliği de iktiza etmektedir.
Her bir günah birer kirdir..manevi kiri ve kirlenmeyi oluşturur.
Âyette:” O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır.”
Okunan her âyet,dua,iyi söz ve hatta sürülen kokular göğe doğru yükselir.
Küfür,kötü söz ve hatta kötü kokular da ağırlıklarıyla beraber göğe yükselirler.
Bunlar yukarıda bir mücadele içerisine girerler.Hangisi hangisine üstün gelirse o durum yer yüzüne akseder.Şöyle ki;
Eğer güzel şeyler üstün olup kötü şeylere galip gelirse,yer yüzünde de iyiler kötülere üstün gelirler.
Eğer kötü şeyler iyi şeylere üstün gelirlerse yer yüzünde kötüler iyilere hakim ve üstün gelirler.

Böylece Kuddüs ismi maddi ve manevi alemimizden bir anlık bağlantısını kesmiş olsa,hayat olmayacak,olsa da devam etmeyecektir.
MEHMET ÖZÇELİK
24-05-2010




KUR’AN-DA KÜTİBE SÖZCÜĞÜ

KUR’AN-DA KÜTİBE SÖZCÜĞÜ
Kur’an-ı Kerim-de Kütibe sözcüğü 13 defa geçmektedir.7 defa ile en çok Bakara suresinde zikredilmektedir.
Bakara 183 ve 246.âyetlerde 2 kere geçmektedir.
Kütibe;meçhul fiil olup; yazılmış,emredilmiş,hükmedilmiş,borçlandırılmış, yüklenmiş, farz kılınmış gibi sorumluluk ifade eden anlamlara gelmektedir.
Hükme ve karara bağlanmış meseleler için ifade edilir.Karar defterine yazılarak tescillenmeyi ifade eder.İnsanın sicil defteri,karar defteri.
Gerek insanların kendi yaptıklarının,taleblerinin veya direkmen Allah’ın o insanlara yüklemiş olduğu bir yükümlülük ve mükellefiyettir.
Peygamberimiz hayatında bu duruma karşı gayet hassas ve dikkatli davranarak; gerek çok soru sorulmasını ve gerekse de teravih namazı gibi müdavemeti ve sık sık yapmayı terk etmiştir.Ümmetinin zorluğa düşmemesi için bazı durumlarda terketmiş ve uygulamadan kaçınmıştır.
“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.”
“Birinize ölüm geldiği vakit bir hayır -bir mal- bırakacaksa, babası ve anası ve en yakın akrıbası için meşrubir surette vasıyyet etmek müttekiler üzerine icrası vacib bir hak olarak üzerinize yazıldı.”
“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”
“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”
“Musa’dan sonra, Benî İsrail’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: «Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım» demişlerdi. «Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?» dedi. «Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?» dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.”
“Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi ki, (bu güvenin yol açtığı) uyuklama hali bir kısmınızı kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir gurup da, Allah’a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar, «Bu işten bize ne!» diyorlardı. De ki: İş (zafer, yardım, herşeyin karar ve buyruğu) tamamen Allah’a aittir. Onlar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. «Bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik» diyorlar. Şöyle de: Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekileri temizlemek için (böyle yaptı). Allah içinizde ne varsa hepsini bilir.”
“Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da «Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?» dediler. Onlara de ki: «Dünya menfaati önemsizdir, Allah’tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.»
“Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap’ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah’ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.”
“Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevî Araplara Allah’ın Resûlünden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa dûçar olmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.”
“Onlar, -küçük olsun, büyük olsun- bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi aşmazlar ki, Allah kendilerini işlediklerinden daha güzeliyle mükafatlandırmak için onların hesaplarına yazmış olmasın!”
“ (O şeytanki) hakkında şöyle hüküm verilmiştir: Şüphesiz kim onu dost edinirse, o muhakkak onu saptırır ve doğruca cehennem azabına götürür.”
MEHMET ÖZÇELİK
19-11-2010




KUR’AN-I KERİM-DE –VEZKUR- ZİKRET-HATIRLA-AN

KUR’AN-I KERİM-DE –VEZKUR- ZİKRET-HATIRLA-AN

Kur’an-da ‘Vezkur’ yani hatırla,an,düşün,zikret gibi ifadeler 13 yerde geçmektedir.
Bununla özellikle Peygamberler ve onların öne çıkan özellikleri nazara verilerek,onların hayatı düşünülerek ibret ve dersler alınması istenmektedir.

“Zekeriyya: Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir alâmet göster, dedi. Allah buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.”
“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma.”
“Ancak Allah dilerse (yapacağım de). Ve unuttuğun vakit Allah’ı an ve «Umarım Rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir.» de.”
“(Resûlüm!) Kitap’ta Meryem’i de an. Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.”
“Kitap’ta İbrahim’i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi.”
“(Resûlüm!) Kitap’ta Musa’yı da an. Gerçekten o ihlâs sahibi idi ve hem resûl, hem de nebî idi.”
“(Resûlüm!) Kitap’ta İsmail’i de an. Gerçekten o, sözüne sâdıktı, resûl ve nebî idi.”
“Kitapta İdris’i de an. Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi.”
“(Resûlüm!) Onların söylediklerine sabret, kulumuz Davud’u, o kuvvet sahibi zatı hatırla. O, hep Allah’a yönelirdi.”
“(Resûlüm!) Kulumuz Eyyub’u da an. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti.”
“(Ey Muhammed!), Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya’kub’u da an.”
“İsmail’i, Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de iyilerdendir.”
“Âd kavminin kardeşini (Hûd’u) an. Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkaf bölgesindeki kavmine: Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum, demişti.”

Zaten Peygamber Efendimizin örevi de;hatırlamak ve hatırlatmaktır.
“Haydi ıhtar et; sen şimdi sırf bir ögütçüsün.”
Kur’an-da öyledir.
“Asla olmaz böyle şey! Kur’an ayetleri birer hatırlatmadır öğüttür.”

**********
Kur’an-ı Kerim-de ‘Küntüm’ifadesi ise 187 defa geçmektedir.Olmak,idiniz gibi –Kâne-kökünden nakıs fiil olarak geçmektedir.
Bazen şart kelimesi olan çoğunlukla -İn- ile, -En-Mâ-Em-Enneküm-İnneküm-Ve lâ kinneküm-Fîmâ-Fîme-Bimâ-Ve bimâ-Ammâ-Le gad-Vele gad-Ve gad-Lev-Ve lev-Kezalike-Ev-Mimmâ-Ellezi-Ellezîne-İzâ-Zâ-Bel-Elletî-gibi edatlarla beraber zikredilmektedir.

Mehmet ÖZÇELİK
28-04-2010




İSRAİLİN KUYRUĞU ERGENEKON

İSRAİLİN KUYRUĞU ERGENEKON
İsrailin kuyruğu sıkıştı,Ergenekon.Bütün sancıları sıkışan kuyruğundan..kuyruk acısı..diz üstü çökerten ana sebeb…
İsraillle beraber kurulan gazetede de sarsıntılar başladı.Bu bir tesadüf değildir.
Üçlü saç ayağının en önemli ayağı olan ergenekon bu milleti bir asırdır çepe çevre sarmalayarak bağlamış,hareketsiz bırakmıştır.
Hukuktaki uzantıları bunu kurtarabilmek için,her türlü hukuk ayak oyunlarına tevessül etmektedir.
Bir asırdır kısır döngü içerisinde döndürülüyoruz.Dönüyor tekrar aynı noktaya geliyoruz. Kısa adımlarla,asker darbesinin neticesi olan bir uygulamayla bir ileri iki geri,bazen de iki ileri bir geri gidiyoruz.Geldiğimiz durum ortada.
Toplumun değişimi kafaların değişimiyle mümkündür.21.asır değil,yüzmirmi birinci asırda olsa değiŞen bir şey olmayacaktır.
29 general ve 133 subayın bir araya gelerek oluşturduğu darbe planı tam bir vahşet.
Böyle bir plan ancak pörsümüş bir vicdan,çökmüş bir ruh haleti,dengesini kaybetmiş bir akıl,medeniyetten uzak bir yapıdaki insanlar tarafından yazılabilir ve yapılabilir.
Plan gereği;Fatih camiinin detaylı bir şekilde plan çerçevesinde bombalanması,yaralı sayısının artması,inançlı halkı galeyana getirmesi,Pkk ve el-Kaideyle işbirliği yapılması,tam bir kaos ortamı oluşturması,yunanistanla it dalaşı sonucu kendi uçağımızı düşürerek hükümeti sorumlu tutup devirme planı,şehit sayılarının artması,hava müzesine saldırı,dış düşmanın değil,iç düşmanın belirlenerek saldırının yapılması,iki yüz bin insanın tutuklanarak spor sahalarında toplatılması, yandaş destek alınacak medya ve yazarlar,tutuklanacak yazarlar….
Uzunca beş bin sayfayı bulan plan nedense hep iç saldırıya yönelik yani genel kurmayın kendisini savunma amaçlı olarak yaptığı beyanat havada kalmış oluyor.Çünkü planda hiç dış tehdit ve ona karşı gösterilecek savunma söz konusu olmaksızın,tam bir iç saldırı,kıyım ve yıkım.
Yapılmazsa?
Yapmazlar mı?
Bunu diyecek insanın ya hafıza probleminin olması veya bugünden geriye doğru yani en azından 1960 yılına kadar yapılanları ve de ergenekon terör örgütü çerçevesinde ele geçirilenleri görmeyecek kadar kör,sağır ve dilsiz ve de basiretsiz olması gerektir.
Zaten emekli ve hazırlayan 1.Ordu komutanı Çetin Doğan bu planı doğruladı.
*Darbe olur (mu?)
Olmaz mı?
Daha düne kadar 1997-28-şubat,1980-70-60 ve de sarıkız-ay ışığı-eldiven-yakamoz darbe planları,kafes darbe planı,belki daha balyoz gibi,jitemin kirli işleri,faili meçhuller,öldürülen yazarlar ve eğitimciler,gayrı müslimlere saldırı,33 erin şehid edilmesi,tokattaki 7 şehit,hep darbe planının birer uzantıları değil midir?
*Hükümeti devirme ve kafes planı tutmayınca,bu sefer teker teker imha etme yolunu tercih ettiler.Başbakana 15 kere yapılan su-i kastlar bunu göstermektedir.
*Peygamber ocağında,ergenekon sancağı.
Ocak Peygamber ocağı,ergenekon ve cunta taraftarı sacın bir ayağı.. ikincisi; sessiz-suskun-kolu kırık yen sahibleri,üçüncüsü ise,gariban, askerde çektiklerini bir ömür boyu unutmayan,psikolojisi bozulmuş geçici askerler…
*Kozmik oda veya Seferberlik tetkik kurulu kominizm tehlikesine karşı hazır eleman olarak kurulmuş iken,şimdi kominizmden daha tehlikeli görülen irtica ve dindar kesimin imhasına yönelik faaliyetler içerisine girilmiştir.Yıllardır laiklik karşıtı görülen kesim bu psikolojik savaş içerisine çekilerek madur edilmiştir.Düşman istilasında bile düşmanın yapmayacağını bunlar yapmıştır.
*Pandora’nın kutusu açılmıştır.Önceden dışarı sızan kokular kutunun açılmasıyla kokular fena ve şaşırtıcı bir şekilde etrafa yayılmaktadır.
*Harcanan nesil..kaybedilen nesil,bizim nesil.1960-dan beri darbe-kaos,irtica-sağ-sol-alevi-sünni kısır döngüsünde döndürülmekteyiz..başımız döndü..bir elli yıl sakin geçse bile başımızın durulmasını bekleyeceğiz.
Kısır ve kısırlaştırılmış bir dönemde dünyaya gözlerimizi açtık.
Milletin yıllarını bitirenlerin Allah-da soyunu kurutsun.
*Göz bebeğim sancılı,çapaklı..bağırsakları dolmuş,yalan torbaya sığmıyor.
2009-un en çok kaybedeni Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ ve Tsk olmuştur.
İkinci vak’ayı hayriye..ancak 2.Mahmudun eksikliği söz konusu…
*2009 dönüm noktası oldu..hesapların ortaya döküldüğü,kirli çamaşırların sergilendiği dönem oldu.
Muhalefetin seviyeli ve katkılı olmadığı bir dönem oldu.Hem kaybettiler ve hem de kaybettirdiler.
*Kirli insanların kirlettikleri kurumlar..hainane,sinsice,münafıkane oyunlar oynanmaktadır.1970-lerdeki sol zihniyet ve masonluk gibi perdelerin altına gizlendi,kurumlara sızdı,Tsk-da önemli yerlere geldi..Ergenekon çatısı altında bütün gayrı meşru yolları kendine bağladı ancak mide bunu hazmedemediğinden istifrağ edip,içindekileri boşalttı ve de boşaltmaya devam edecektir.

Daha önceleri de belirttiğim gibi,sadece üç yıl kadar bir sürede tuttuğum ‘Haber Arşivi’ bunun en açık delilidir.
MEHMET ÖZÇELİK
22-01-2010