CİN VE ŞEYTAN

CİN VE ŞEYTAN

Cinler;Kur’an-da varlıkları kesin olarak bildirilmiş,[1]Bir surede Cin suresi olarak isimlendirilmiştir.Allah cinleri dumansız,kor ateşten yarattı.[2] Nafi bin Ezrak-ın İbni Abbasa Kur’anın tefsirinden sorduğu yerler:Şuvaz;Dumansız alev. Nuhas;Alevsiz duman.[3] Hızlı hareket edip [4],iman ve ibadetle yükümlü varlıklardır.[5]Gaybı bilmez,[6]

Yeme,içme,erkeklik,dişilik,doğma,ölme gibi özelliklere sahibtirler.Kötülük yapabilip,kötülüklerinden Allah’a sığınılmalıdır.[7]

Süleyman peygamberin onları her türlü işte istihdam ettiği gibi,onlar her türlü ağır ve istihbarat gibi hususlarda kullanılabilir.[8]

Onlar en çok insanların kendilerini bilmemelerinden ve özellikle bilgisizlikten kaynaklanan Korkutma yönüyle insanları etkileri altına almaktadırlar.Korku durumunda;Âyet-el Kürsi,Felak-Nas,korkuda özellikle Kureyş suresi okunmalıdır.[9]

Yahudi ve hristiyanlarca da cinlerin varlığı kabul edilmektedir.

İslamdan önce cinlere tapılmakta idi.[10]

Gözler cinleri görebilecek yetenekte yaratılmamış olup,tıpkı kulağın düşük ve yüksek sesleri duymayıp,aynı frekansta olanları duyması gibi,âdeta frekans farkından dolayı görülmemektedirler.İrade sahibidirler.[11].İnanan ve inanmayanları bulunmaktadır.[12]Kendilerine has yapıları ve bünyeleri vardır.

İnsandan önce yaratılmıştır.İnsanın halife olarak zikredilmesi;sonra gelen anlamınadır.Böylece insandan önce yaratılan cinlerden bir kabilenin isyanı sonucu Cenâb-ı Hak onları helak etmiş ve insanı yaratmayı murad etmiştir.Bakara suresinin başında genişçe izah edilmektedir.Hadiste:”Allah’u Teala cinleri,Âdem’den iki bin sene evvel yaratmıştır.”[13]

Evlenip onlarda çocuk sahibi olurlar.Onlarında isimleri vardır.Onlarla evlenildiği ve de örnekleri de gösterilmiştir.Belkıs’ın anne-babasından birsinin cin olduğu ifade edilmiştir.Ancak evlenmede bazı manilerin olduğu da ifade edilmiştir.Bunlar;ya aynı cinsden olmayışları,ya maksadın gerektiği gibi hasıl olmaması,veya şeriatın bu konuda izin vermeyişindendir.

Mekruh kabul edilip,âyette de Kendi nefislerinizden sizler için eşler yaratmıştır.”buyurulmuştur.[14]

Bizler gibi maddi olmadıklarından dolayı,her şekle rahatlıkla girebilirler.

En çok bulundukları yerler;virane yerler,harabeler,hamamlar,mezbelelikler,boş araziler,kabirlerdir.

Peygamberimiz –Rasulüs-Sakaleyn-dir.Yani yer yüzünün iki ağırlığı olan insan ve cinlerinde peygamberidir.Onlara da peygamber gönderilmiştir.

İbni Abbastan:”Cinler,Yusuf adındaki bir peygamberini öldürdüler;Allah’u Taala onlara da peygamber gönderdi ve ona itaat etmelerini emretti.”

Bunu teyiden,İbni Abbas’dan;-Yedi kat göğü ve onun gibi yedi kat yeri yaratan Allah’tır.”[15] Âyetinden,yedi kat yerin bulunduğu ve her katta,sizin peygamberiniz gibi bir peygamber,Âdeminiz gibi bir Âdem,Nuh gibi bir Nuh,İbrahim gibi bir İbrahim,İsa gibi bir İsa bulunduğu- anlamı çıkarılmıştır.[16]

Süleyman peygamber’e teshir edildiği gibi,onlara maskara durumuna düşülmedikçe,onların oyuncağı olunmadıkça,onlar her işte istihdam edilebilir.40 kere Duhan suresini okumanın bu konuda etkili olduğu ifade ile beraber,Gizli ilimler ve esrar kitaplarında detaylı malumatlar verilmiştir.

Bugün cinnin yerini ruh çağırma almıştır.

İlmin gelişmesinde onlarında ortaklığı vardır.[17]

Hz.Ademe secde ve saygıda bulunmadığından dolayı cezalandırılmıştır.Çünki burada Hz.Ademe saygı göstermemeden ziyade,emre itaatsizlik söz konusudur.

Hadisde:“Cinden herkesin bir kârini [yakını, arkadaşı] vardır. “

“Cinnîler gazaplıdırlar,kibirlidirler.Çocuk gibi haylazdırlar.Eğlenmekten hoşlanırlar.Ne dedikleri pek anlaşılmaz.”

“İmama iktida eden yalnız insanlar değildir.Sulehay-ı cin gelir,imama iktida ederler.”

“Kâinatta hiçbir yer boş değildir.Kimi ruhani,kimi melaike,kimi cin ile doludur.”[18]

-Yaşça insanlardan en az on katı bir ömre sahiptirler.Hatta Peygamberimiz zamanında,Hz.Âdemi görmüş olan beş bin yaşındaki bir cin,peygamberimizle görüşüp,Hz.Âdem’i gördüğünü de ifade etmiştir.

İbni Abbas’a soruldu:”Cinler ölür mü?”Cevab verdi:İblisten başka hepsi ölürler.

“Peki –Cânn-denilen şey nedir?

-O cinlerin küçükleridir.

Bir rivayette de,İbni Abbas:”Günler İblisi kocaltır,sonra yine otuz yaşına avdet eder.”

İbn-i Ebid-Dünyadan,Abdullah bin haris’den nakledilir:”Cinler ölürler.Lakin şeytana bir şey olmaz.Daima taze kalır o.”

Katade dedi ki:”Annesi Bikr’dir,babası da İkr’dir.O,iki Bikr’in bikridir.”[19]

Bunlarında Mü’min ve kâfirleri olduğundan,cennet ve cehennem onlar içinde söz konusudur.

Bazı alimler sevab almaları konusunda farklı görüşte bulunsalar da,onlar içinde sevab ve günah durumu söz konusudur.[20]

Onlar da insanlar gibi haşredilip mahşer yerine sürülecek ve sorguya çekileceklerdir.Göğe nüfuz edip kaçmalarına müsaade edilmeyecektir.[21]

Önemli konulardan birisi de,Cinlerin insanları çarpmasıdır.Evet,cinler insanlara zarar verebilirler.Ancak bu zarar verme mutlak anlamda olmayıp,bazı kayıdlarla kayıdlanmıştır.Herşeyde olduğu gibi bunda da Allah’ın izni olmadıkça hiçbir zarar veremezler.

Bunlarda şu şekilde sıralanmıştır;Bazen şehvet ve aşktan,insanın bilmeden ona zarar vermesinden dolayı,korkutmak,eziyet ve işkence vermek amaçlı olarak,

İbni Abbastan rivayette.”Bir kadın oğlunu Allah rasulünün yanına getirdi ve:Ey Allah’ın rasulü!Bunda delilik vardır.Öğlen ve akşam tutar onu bu hastalık,diye yakındı.

Bunun üzerine peygamber(SAM) onun göğsünü meshetti ve ona dua etti (Bir rivayette,-Uhruc ya aduvvallah!Fe inni Resulullah.(SAM)-,Çık ey Allah’ın düşmanı;ben Allah’ın resulüyüm.) Ona istifra ettirince,karnından sşyah köpek yavrusuna benzer bir şey çıktı.Ve yürüdü.”

Tıpkı bugün röntgen ışınlarıyla veya ışınla tedavide insanın içerisine nüfuz edilip,her türlü faaliyette bulunulduğu gibi,cinlerde bu neviden zararlı ışınlar olarak insanı rahatsız ederler.

Manevi hastalığa yapılacak en müessir tedavi yöntemi,kendi cinsinden olan manevi tedavi olmalıdır.Tıbbın yöntemlerinden istifade edilmelidir.

“Özellikle.”Eğer cin,ifritlerden olup da okuyan kimse zayıf olursa,o zaman o cin,ona zarar verebilir.Bu sebebledir ki,bu gibi büyük cinlere karşı Muavvizeteyn (Felak-Nas),Salavat-ı Şerife okuması ve fazlaca dua etmesi lazımdır.olanca gücü ile günahlardan uzaklaşması,imanını takviye etmesi gerekirÇünki,ister cinler olsun,ister şeytanlar olsun,insanlara günahların açtığı pencerelerden nüfuz ederler.”[22]

KUR’AN-DA CİNLER

-” Ve böyle her Peygamber için insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Onların bâzısı bazısını aldatmak için sözün yaldızlısını fısıldarlar. Ve eğer Rab’bin dilemiş olsaydı ona yapmazlardı, artık onları ve iftira eder oldukları şeyleri bırak.

Ve -o yaldızlı sözleri- âhirete inanmayanların kalpleri ona meyletsin ve ondan hoşlansınlar ve onlar işledikleri şeyleri işlesinler diye telkin eyler.”[23]

“Ve o gün ki, -Allah Teâlâ- onların hepsini bir araya toplayacaktır. Ey cin taifesi!. İnsanlardan birçok kimseler edindiniz -diye buyuracak-. Onların insanlardan dostları olanlar da: Ey Rab’bîmiz!. Bizim bâzımız bâzımızdan faydalandık ve bizim için tâyin ettiğin süreye ulaştık, diyecekler. Cenâb-ı Hak da buyuracak ki: Ateş sizin karargâhmızdır, on’da ebediyen kalacaksınız, ancak Allah Teâlâ’nın dilediği müstesnâ. Şüphe yok ki, senin Rab’bin hikmet sahibidir, bilendir.”[24]

“Andolsun ki, cinler ve insanlardan çoklarını cehennem için yarattık. Onların kalbleri vardır ki, onlar ile anlayamazlar ve onların gözleri vardır ki, onlar ile göremezler ve onların kulakları vardır ki, onlar ile işitemezler. Onlar hayvanlar gibidirler, belki onlar daha sapıktırlar. İşte gâfil olanlar onlardır.”[25]

“Cin taifesini de evvelce bir dumansız ateşten yaratmıştık.”[26]

“Şüphe yok ki, onlar işitmekten elbette uzak tutulmuşlardır.”[27]

“Cin tâifesinden bir ifrit dedi ki: Ben onu daha sen makamından kalkmadan sana getiririm ve şüphe yok ki, ben ona elbette güç yetiririm ve bana güvenebilirsiniz.”[28]

“Süleyman’a da rüzgârları -Musahhar kıldık- sabahtan öğleye kadar -gidişi- bir aylık ve öğleden akşama kadar -gidişi de- bir aylık yol kadar idi. Ve onun için bakır madenini sel gibi akıttık. Ve onun önünde Rabbinin izniyle çalışan bazı cinler de var idi ve onlardan her kim bizim emrimizden sapmış olursa ona da âteş azabından tattırmış olduk.

Sonra vaktaki, onun üzerine ölüm ile hükmettik, onun vefat etmiş olduğuna asâsından yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası onlara delâlet etmiş olmadı. Ol vakit ki, yere düşüverdi, cin taifesi anlamış oldu ki, eğer gaybı bilmiş olsalar idi o ihânetli azap içinde kalmış olmazlardı.”[29]

“Dedi ki: Bana vahyolundu: Şüphe yok ki, cinlerden bir gurup dinlemiş te demişler ki; Muhakkak biz, bir acîb -eşsiz- bir Kur’an işittik.

Doğru yola rehberlik ediyor, artık biz ona îman ettik ve Rab’bimize hiç bir kimseyi ortak tutmayacağız.

Ve şüphe yok ki, Rab’bimizin büyüklüğü pek yücedir. Ne bir eş ve ne de bir çocuk edinmemiştir.”[30]

Ve muhakkak ki: Biz göğe dokundukta hemen onu şiddetli bekçiler ile ve alev hüzmeleriyle doldurmuş bulduk.

Ve hakikaten biz dinlemek için ondan oturulacak yerlerde oturuyorduk. Fakat şimdi kim dinleyecek olursa onun için bir alev hüzmesi buluyor.

Ve doğrusu biz bilmiyoruz ki, yerde bulunanlar için bir şer mi istenmiştir, yoksa onlar için Rab’leri bir doğruluk mu irade bu-yurmuştur.”[31]

“Ve muhakkak ki, Allah’ın kulu ne zaman ki, kalktı, ona dua eder oldu, az kaldı ki, onun üzerine toplanmış cemaatler oluversinler.

De ki: Ben bilmem ki: Tehdîd edilip durduğunuz şey, yakın mıdır. Yoksa Rab’bim onun için uzun bir müddet mi koyar.”[32]

“De ki: İnsanların Rab’bine sığınırım.

insanların Melik’ine..

İnsanların İlâh’ına.. -sığınırım-.

O gizlice vesvese verenin şerrinden.

Ki: O, nâs’in göğüslerinde vesvesede bulunur.

O vesvese veren- gerek cinden ve gerek insandan -olsun, hepsinden de Allah’a sığınmalıdır.”[33]

-Cinlerin yaratılışı:”Ve Allah Teâlâ için cinleri ortak kıldılar. Halbuki, onları da o yaratmıştır. Ve Cenab’ı Hak’ka bilgisizce oğullar ve kızlar uydurdular, onun ilâhî varlığı ise vasf ettiklerinden uzaktır, yücedir.”[34]

“Cini de dumanı almayan hâlis bir âteş alevinden yarattı.”[35]

-Cinler ibadet için yaratılmışlardır:”Ve cinleri ve insanları yaratmadım, ancak bana ibadet etsinler diye -yarattım.

Ve ben onlardan bir rızk istemiyorum ve bana yemek yedirmelerini de istemiyorum.”[36]

“Ve eğer onlar, o yol üzerinde dosdoğru gitse idiler, elbette kendilerine bol bol su içirirdik.

Onları bu hususta imtihana çekelim diye, ve her kim Rab’binin zikrinden yüz çevirirse onu da pek meşakkatli bir azaba sevk eder.”[37]

-İman eden ve etmeyen cinler:”Ve şüphe yok ki: Bizden sâlih kimseler vardır ve bizden onun altında olanlar da vardır. Biz türlü türlü yollar tutmuştuk.

Ve muhakkak anladık ki: Allah’ı yerde acze düşüremeyiz ve kaçamakla da onu âciz bırakamayız.

Doğrusu biz vakta ki: O hidâyet rehberini dinledik, ona îman ettik, imdi kimde Rab’bine îman ederse artık ne noksanlıktan ve ne de bir hakarete uğramadan korkmaz.

Ve muhakkak ki, bizden müslümanlar da vardır ve bizden saldırganlar da vardır, artık kimler İslâmiyet’e nâil olmuşlar ise, işte onlar, doğru yolu araştırmışlardır.”[38]

-Mü’min ve Kur’an-ı dinleyen cinler:”Ve o zamanı da hatırla ki, cinlerden bir zümreyi Kur’an-ı dinlemeleri için sana göndermiştik ki, Vaktaki: Ona hazır oldular, dediler ki: Susun -dinleyin- Vaktaki, okunması son buldu, kendi kavimlerine korkutucular olarak dönüp gittiler.

Dediler ki: Ey kavmimiz!. Muhakkak ki, kendisinden önce olanları tasdik edici olarak Mûsa’dan sonra nâzîl olmuş hakka ve dosdoğru bir yola rehberlik ediyor.

Ey bizim kavmimiz!. Allah’ın davetçisine icabet edin ve O’na inanın, sizin için günâhlarınızdan mağfirette bulunsun ve sizi elîm bir azaptan kurtarsın.”[39]

-Kâfir cinler:”Ve muhakkak ki, bizim beyinsiz olanımız, Allah’a karşı pek çok yanlış şeyler söyler olmuştur.

Ve doğrusu biz sanmış idik ki, insanlar ve cinler, Allah’a karşı bir yalan söylemezler.

Ve hakikaten insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınır olmuştur. Artık onlar için bir azgınlık arttırmışlardır.

Ve şüphesiz onlar da sizin zannettiğiniz gibi zannetmişlerdir ki: Allah hiç bir kimseyi Peygamber göndermeyecektir.”[40]

“Amma, hakkı aşanlar ise işte onlar da cehennem için bir odun olmuşlardır.”[41]

KUR’AN-DA ŞEYTANLAR

Kur’an-da; -Şeytan.88,Melek.88.defa geçmektedir.

-Şeytan-da cinlerdendir.[42]Ona tapınılmaması , [43]peşine düşülmemesi zira o kötülüğü ve hayasızlığı emreder,dost edinilmemesi ,[44]bildirilmiştir.Bu durumda Allah’a sığınılması bildirilmektedir.[45]Kibir sahibidir.[46] İlahi rahmetten kovulmuş [47] ve kıyamete kadar imtihan gereği olarak kendisine müsaade edilmiştir.[48]

-Şeytanın yaratılışı:”Buyurdu ki: Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten ne men etti. Dedi ki: Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”[49]

“Cin taifesini de evvelce bir dumansız ateşten yaratmıştık.”[50]

“İblis- dedi ki: Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, O’nu ise çamurdan yarattın.”[51]

Şeytan,insan ve cinden yani insi ve cinni olabilir.[52]

-Şeytanlar gaybdan haber almak için kulak hırsızlığı yapmaktadırlar.[53]

-Şeytan insanlara apaçık bir düşmandır.[54]

-Şeytan sürekli kötülüğü,hayasızlığı ve Allah’a karşı gelmeyi emreder.[55]

-Şeytan insanların kalblerine vesvese verir.[56]

-Takva sahibleri ise,şeytanın aldatmasını idrak ederler.[57]

-Şeytan insanları kuruntulara düşürür.[58]

-İnsan ve cin düşmanları,düşmandır.[59]

-Aldatmak için yaldızlı laflar söylerler.[60]

-Kur’an şeytana tabi olunmamasını ısrarla tavsiye eder.[61]

-Şeytanın,mü’minler üzerinde hiçbir hakimiyeti yoktur.[62]

-Şeytanın arkadaşlığı kötü bir arkadaşlıktır.[63]

-Şeytan ancak kalbinde hastalık ve katılık bulunan kimselere etkili olurlar.[64]

-Şeytan,kâfirlerin dostudur.[65]

-Şeytan,münafıkların dostudur.[66]

-Şeytandan Allah’a sığınılmalı.[67]

-Şeytan,Tağut olarak zikredilmiştir.[68]

-İblisin en belirgin özelliği kibridir.[69]

-İblis cennetten kovulmuştur.[70]

-İblis lanetlenmiştir.[71]

-İblise kıyamete kadar süre verilmiştir.[72]

-İblis ilahlığını ilan etmiştir.[73]

-Şeytanın İmtihan ve zıtların birbirinden ayrıştırılması için yaratılışı.[74]

-İblis Allah’ın rahmetinden kovulmuştur.[75]

-İfrit ise,cinlerden bir taifedir.[76]

-Şeytanlar cinlerden olmalarına rağmen,mü’min olma durumları olmayıp,tamamen şer ve kötülük üzerinedirler.Mü’min ve Kâfir diye ayrılmazlar.

İblis kesinlikle melek değildir.Öyle bir şey olmuş olsaydı,isyan etmez,evlenip zürriyet sahibi olmazdı.O,cinlerin de babasıdır.Âyette:”Hani biz meleklere,”Âdeme secde edin”demiştik de iblisten başkası hemen secde etmişlerdi.O ise cinden idi,Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı.Şimdi ise beni bırakıp da onu ve onun neslini,hepsi sizin düşmanınız olduğu halde dostlar edinirmisiniz?Zalimler için ne kötü bir değişme!”[77]

Rivayet edildiği üzere,cinlerin yeryüzünde fesad çıkarmaları üzerine;Allah onlara İblis ve arkadaşlarını göndererek,deniz adalarına ve dağların eteklerine sürdürdü.Bu işi başaran iblis,”Kimsenin yapamadığı işi ben yaptım”diyerek kibre kapıldı.[78]Ve böylece Âdeme secde etmemesindeki kibir de kendini farklı görmesinden kaynaklandı.

-Hadiste:”Şeytan,insanoğlunun (bedeninde) kanın dolaştığı yerde dolaşıp durur.”buyurur.

Hadiste:”Ramazan gelince cennet kapıları açılır,cehennem kapıları kapanır,şeytanlar da zincire vurulur.”

Herkesin bir şeytanının olduğunu söyleyen peygamberimiz,kendisinin şeytanının etkisiz kılınıp,Allah tarafından korunduğu,iyiyi söylediği,bir rivayette de Müslüman olduğu ifade edilmiştir.[79]

Cinlere de vesvese veren şeytanın bu vesvesesi konusunda İbni Abbas’dan nakledilir.”Şeytan İbn-i Aras’a benzer.Ağzını kalbin ağzına kor,durmadan vesvese verir,ona.Allah zikredildiği zaman susar,Allah’ın zikri terk edildiğinde yine avdet eder.İşte vesvas-ı Hannas budur.”[80]

Fıtrata aykırı olan her şey,şeytana ait sıfatlardandır.Sol elle yemek yemek ve esnemek gibi.Hadiste.”Sol elle yemeyiniz çünki şeytan sol elle yer.”

-Cin suresinin inişi:

-(Abdullâh) b. Abbâs radiya’llâhu anhümâ’dan:

Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Ashâb (-ı Kirâm’ın) dan bir kaç zât ile birlikte Sûk-ı Ukâz’a doğru yürüyorlardı ki, o târihde şeyâtin, semâdan haber almaktan men’ edilmiş, (haber almağa çıktıkca) üzerlerine şühub (-i sâkıbe) atılmağa başlamış bulunuyordu. (Semâya doğru çıkıp koğulan) şeyâtîn, kavimleri nezdine döndüklerinde kendilerine: “Ne oluyorsunuz? (Neden hiçbir haber getiremiyorsunuz?)” dediler. Onlar da: “Ne yapalım? Semâdan haber almaktan men’ edildik. Üzerimize şühub (-i sâkıbe) havâle edildi” dediler. (Bunun üzerine) onlara: “Sizin haber almanıza hâil olan her halde yeni hâdis olmuş bir şeydir. Arzın şarklarını, garblarını dolaşın (da) semâdan haber almanıza hâil olan (bu yeni şey) ne imiş (öğreniniz)” denildi. (İşte) bunların içinden Tihâme cihetine yönelmiş olan takım da Sûk-ı Ükâz’a gitmek üzere Nahle’de bulunan Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem’in bulunduğu yere varmış oldular ki, o sırada (Resûl-i Hüdâ aleyhi efdalü’t-tehâyâ Efendimiz) orada Ashâb-ı Kirâmına salât-ı fecri kıldırıyordu. (Namazda okuduğu) Kur’ân’ı işidince bunlar kulak verdiler ve (biribirine): “Semâdan haber almaktan sizi men’ eden vallâhi işte budur” dediler. İşte o zaman bu haberciler kendi kavimleri nezdine döndüklerinde:”(Ey kavmimiz) Gerçekten biz,hayranlık uyandıran,doğru yolu gösteren bir Kur’an dinledik ve ona iman ettik;artık Rabbimize kimseyi ortak koşmayacağız.”[81] dediler. Allâhu Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri de Peygamberi salla’llâhu aleyhi ve sellem’e ;”De ki:Bana cinlerden bir zümrenin Kur’an-ı dinleyip şöyle dedikleri vahyolundu…”[82] sûresini inzâl buyurdu. Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e vahyolunan işte cinnin bu sözleridir.”

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den:

Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem (bir gün) buyurdu ki: Cin (tâifesin)den bir ifrit dün gece namazımı bozdurmak için bana ansızın hücûm etti. (Lâkin) Allâhu Teâlâ (beni gâlip getirip) ona istediğimi yapmaya fırsat verdi. Sabah olunca hepiniz onu gör (üp seyred) esiniz diye Mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. (Fakat) kardeşim Süleyman (b. Dâvûd aleyhime’s-salâtü ve’s-selâm)’ın:” yâni: “Yâ Rab, bana mağfiret et ve benden sonra kimseye olmıyacak bir mülkü, bana bağışla.”[83] demiş olduğu hatırıma geldi (de ifriti köpek gibi koğdum).

-Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivâyete göre müşârün-ileyh, Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’in maiyyetinde abdest ve istincâ suyu için küçük bir kırba taşırdı. -Ebû Hüreyre hadîsinin bu kısmı yukarıda geçti- Buradaki rivâyetinde de salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu ziyâde etmiştir:

– Bana Nasîbîn (Nusaybin) cinlerinin bir hey’eti geldi. Amma (bunlar) ne hoş cin! Benden azık istediler. Ben de onların istifâdeleri için Allâhu Teâlâ’ya:

– Cinler, uğradıkları her kemik ve tezek makûlesi üzerinde her halde (kendileri için) bir taam (hayvanları için de yem) bulalar! diye duâ ettim.

Cinler hakkında Bediüzzaman hazretleri eserlerinin muhtelif yerlerinde bize bir çok noktada ışık tutmaktadır.Bunlar:

Sürekli mücahede içerisinde bulunmaktayız.“Nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır.”[84]

Aynı zamanda onlardan Allah’ın askerleri olarak bahseder.“Cünudullah olan cin taifesi…”[85]

Cinlerde tefekküre sevkedilmektedir.“Herşey, Sâni’-i Zülcelal’in birer mektub-u hakaik-nüma, birer kaside-i letafetnüma, birer kelime-i hikmet-eda hükmündedir ki; melaike ve cin ve hayvanın ve insanın enzarına arzeder, mütalaaya davet eder. Demek ona bakan her zîşuura, ibret-nüma bir mütalaagâhtır.”[86]

Kâinatta olan her bir şey insan ve cin gibi bütün varlıkların nazarına sunulup istihsanlarını celbetmektedir.[87]

Cennet onlar içinde vardır.“Dâr-ı saadet olan cennet cin ve insanlarla şenlendirilecektir.”[88]

Onlarda bu dünyada bizler gibi,“Şu dünya misafirhanesinde cin ve ins”birer misafirdirler. “[89]

Kur’an-ın esasatı hem cinlere hem de insanlara tebliği edilmektedir.”[90]

“Eğer bütün cin ve insanın Kur’andan tereşşuh etmeyen bütün güzel sözleri toplansa; yine Kur’anın mertebe-i kudsiyesine yetişip tanzir edemez.”[91]

Rasulullah onlara da gönderilmiştir.“Evet şakk-ı kamer, nasılki bir mu’cize-i risaletidir; nübüvvetini cin ve inse gösterdi. Öyle de: Mi’rac dahi, bir mu’cize-i ubudiyetidir; habibiyetini, ervah ve melaikeye gösterdi…”[92]

“Şu muhteşem burçlar sahibi, müzeyyen kasırlar hükmünde olan semavat dahi, zîşuur ve zevil-idrak mahluklarla doludur. Onlar dahi ins ve cin gibi, şu âlem sarayının seyircileri ve şu kâinat kitabının mütalaacıları ve şu saltanat-ı rububiyetin dellâllarıdırlar.”[93]

Yeryüzünün iki sorumlu varlığından biridir.“Hem şu mahdud arz, hadsiz mu’cizat-ı kudrete mazhar olduğundandır ki, en mühim sekeneleri olan ins ve cinnin kuvalarına, sair zîhayatlar gibi fıtrî bir had ve hulkî bir kayıt konulmadığı için nihayetsiz terakki ve nihayetsiz tedenniye mazhar olmuştur.”[94]

“Beşer ve cin, nihayetsiz şerre ve cühuda müstaid olduklarından, nihayetsiz bir temerrüd ve bir tuğyan yaparlar. İşte bunun için Kur’an-ı Kerim, öyle i’cazkâr bir belâgatla ve öyle âlî ve bahir üslûblarla ve öyle gâlî ve zahir temsiller ve mesellerle ins ve cinni isyandan ve tuğyandan zecreder ki; kâinatı titretir.”[95]

Kur’an onlara da hitab etmektedir.“Ey ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi hudud-u mülkümden elinizden gelirse çıkınız…”[96] âyetindeki azametli inzara ve dehşetli tehdide ve şiddetli zecre dikkat et. Nasıl, ins ve cinnin gayet mağrurane temerrüdlerini, gayet mu’cizane bir belâgatla kırar. Aczlerini ilân eder. Saltanat-ı rububiyetin genişliği ve azameti nisbetinde ne kadar âciz ve bîçare olduklarını gösterir. Güya şu âyetle, hem:”O yıldızları şeytanlara atılacak taşlar yaptık.”[97] âyetiyle böyle diyor ki:

“Ey hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve ey za’f ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan cin ve ins! Nasıl cesaret edersiniz ki isyanınızla öyle bir Sultan-ı Zîşan’ın evamirine karşı geliyorsunuz ki; yıldızlar, aylar, güneşler emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler. ”

Yani: “Ey ins ve cin cemaati! Mülkümden hariç bir memlekete çıkıp kurtulmak için semavat ve arzın aktarından çıkmaya kuvvetiniz varsa çıkınız. Amma ancak bir sultanla çıkarsınız.””[98]

“Kur’an-ı Kerim bu âyet ile pek geniş saltanat-ı rububiyete karşı ins ve cinnin aczlerini ilân zımnında nida ediyor: “Ey insan-ı hakir, sagir, âciz! Ne suretle, şeytanları recmeden melaike ile necimlerin, şemslerin, kamerlerin itaat ettikleri Sultan-ı Ezel’e isyan ediyorsun! Nasıl kocaman yıldızları mermi, kurşun yerinde kullanabilen bir askere sahib olan bir sultana karşı isyan etmeye cesaret ediyorsun!”[99]

“Kur’an-ı Hakîm ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir…cin ve ins münacatını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, mesailini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşeretini ondan taallüm ediyor ve hâkeza… “[100]

“Cenaâb-ı Hak her şeyiyle ins ve cinin nazarlarını müsebbib-ül esbab olan kendi zatına çeviriyor. “[101]

Rasulullah ezeli hutbesi olan Kur’an-ı ;”Bütün benî-Âdeme, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor.”[102]

Kudretini cinlere de gösteriyor. [103]

Cenâb-ı Hak,eğer insan isterse cinleri ve şeytanları da onun emrine verir,her işte istihdam edilebilir.Bunlar ağır her türlü kaba işler olduğu gibi,teknolojik,istihbarat, askeri her türlü işte çalıştırmak mümkündür.“Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, cin ve şeytanları ve ervah-ı habiseyi teshir edip, şerlerini men ve umûr-u nâfiada istihdam etmeyi ifade eden şu âyetler: “O gün suçluları bukağılara vurulmuş (zincirlenmiş, kelepçelenmiş,birbirine bağlı) göreceksin” [104]ilâ âhir… “Şeytanlardan da onun için dalgıçlık yapan ve daha başka işler gören kimseleri emrine verdik;ve bunları gözetimimiz altında bulunduruyorduk.”[105]ilâ âhir… âyetiyle diyor ki: Yerin, insandan sonra, zîşuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenab-ı Hakk’ın evamirine müsahhar olan bir abdine, onları müsahhar etmiştir. Cenab-ı Hak manen şu âyetin lisan-ı remziyle der ki: Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime müsahhar olsan, çok mevcudat, hattâ cin ve şeytan dahi sana müsahhar olabilirler.”[106]

“Adli ve tarihi konularla faydalı olarak cinler çalıştırılabilir.”İşte beşerin, san’at ve fennin imtizacından süzülen, maddî ve manevî fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispirtizma gibi celb-i ervah ve cinlerle muhabereyi şu âyet, en nihayet hududunu çiziyor ve en faideli suretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi; bazan kendine emvat namını veren cinlere ve şeytanlara ve ervah-ı habiseye müsahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımat-ı Kur’aniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır.”[107]

İnsanın helaketi için cinlerde faaliyet göstermektedirler.İnsandan geri değillerdir.“Dine karşı yapılan şüphe ve taarruzlar aynı zamanda;”cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şübheleri..”dir.[108]

Kur’an ins ve cinin şüphelerini reddediyor. [109]

Cinler gaybı bilmezler. [110]

Kur’an, bütün ins ü cinnin bütün tabakalarını imana davet eder.[111]

Şimdiki medeniyetin gelişmesinde hem cin hem de şeytanların da katkıları vardır.“Bütün nev’-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra”[112]

“Hattâ şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaîleri olan medeniyet..”[113]

“Çok emarelerin ve vakıaların ve keşfiyatın şehadetiyle, cin ve melek ve ruhanîler dahi, tilaveti vaktinde pervane gibi etrafında hakperestane toplanmaları, Kur’anın kâinatça makbuliyetine ve en yüksek bir makamda bulunduğuna bir imzadır.”[114]

Benzeri getirilemiyen Kur’an;”Cin ve meleğe hakikî ve nurlu ve zevkli hikmet dersleri veren”bir mucizedir.[115]

Sadece insanlar değil,küfranı nimet içinde bulunup,dini yalanlayan cinlerede yazık olacaktır. [116]

Rasulullah nübüvvetiyle cinleride minnettar ve mesrur etmiştir.[117]

Şu koca alem elbette cinler tarafından da doldurulmaktadır.[118]

Onlarda alemi ibadetleriyle şenlendirmektedirler.[119]

“Üstad cinlere ders veriyordu”

“Zübeyir Ağabey anlatıyor: ‘Üstad Hazretleri yatsıdan sonra bizi yanına almazdı. Bir gün içeride ne yapıyor diye merak ettim, kapıdan baktım. Baktım ki Üstad sedire oturmuş, karşısında ise bir takım sivri külahlı kimseler dizilmişler, onlara ders veriyor. Sonradan anladım ki Üstad Hazretleri cinlere ders veriyormuş. Neyse ben görünmeden oradan gittim. Üstad beni daha sonra yanına çağırdı. ‘Keçeli bir daha seni orada görmiyeyim’ dedi.”[120]

“Belki madde-i nurdan, hattâ zulmetten, hattâ esîr maddesinden, hattâ manalardan, hattâ havadan, hattâ kelimelerden zîhayat, zîşuuru kesretle halkeder ki; hayvanatın pekçok muhtelif ecnasları gibi pekçok muhtelif ruhanî mahlukları, o seyyalat-ı latife maddelerinden halkeder. Onların bir kısmı melaike, bir kısmı da ruhanî ve cin ecnaslarıdır.”[121]

Cin ve ruhaniyat dahi, onların da pekçok ecnas-ı muhtelifeleri vardır.[122]

“Eğer cinnîlerle görüşmek istersen:”De ki:Bana cinlerden bir zümrenin Kur’an-ı dinleyip şöyle dedikleri vahyolundu…”[123] surlu sureye gir, onları gör, dinle ne diyorlar? Onlardan ibret al. Bak, diyorlar ki:”Gerçekten biz hayranlık uyandıran,doğru yolu gösteren bir Kur’an dinledik ve ona iman ettik;artık Rabbimize kimseyi ortak koşmayacağız.”[124]

Dünya cinler içinde bir tarla mesabesindedir.[125]

Rasulullah cinlerede rehberlik etmektedir.[126]

Cinlerde amellerinden sorumludurlar.Bazı mezheb ehlinin dedikleri gibi olmayıp,onlarda amellerinin karşılığını alacaklardır.“Evet âlem-i süflînin manevî tezgâhları ve küllî kanunları, avalim-i ulviyededir. Ve mahşer-i masnuat olan küre-i arzın hadsiz mahlukatının netaic-i a’malleri ve cin ve insin semerat-ı ef’alleri, yine avalim-i ulviyede temessül eder.”[127]

Rasulullah;” İslâmiyet’in -başta namaz olarak- esasatını, cin ve inse hediye getirmiştir.”[128]

Ve Mi’raçta;”Saadet-i ebediyenin definesini görüp, anahtarını alıp getirmiş; cin ve inse hediye etmiştir.”[129]

“Rü’yet-i cemalullah meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mü’mine dahi mümkün olduğunu, cin ve inse hediye getirmiştir.”[130]

“İnsan kâinatın kıymetdar bir meyvesi ve Sâni’-i Kâinat’ın nazdar sevgilisi olduğu, Mi’rac ile anlaşılmış ve o meyveyi cin ve inse getirmiştir.”[131]

Allah öyle büyüktür ki;“Bütün kâinatta cin ve ins ve melekte olan kemalât, onun kemaline nisbeten zaîf bir gölgedir..”[132]

Dünyadaki kahvaltı sofrasına cinlerde davet edilmişlerdir. [133]

Dünyada olduğu gibi,”Mahşerde ve dâr-ı âhirette cin “lerede hakları tam olarak verilecektir.[134]

Allah tüm varlıklar gibi,cinleride,cilve-i esmasıyla eşkalini tahdid ediyor, tanzim ediyor, birer miktar-ı muayyene veriyor.[135]

“Cin taifesi ve insan nev’i, birer güzel şahıs hükmünde tasvir ve tanzim ve icad edilmiştir. “[136]

“İnsî ve cinnî şeytanların şerlerinden”Allah’a sığınmalı.[137]

Cinlere ait mekanla ilgili bazı hususlarda yapılan keşifler ihatasız olduğundan bazı hata yorumlar olmuştur. [138]

“Muhaddisler nakl-i sahih ile İbn-i Mes’ud’dan beyan ediyorlar ki: İbn-i Mes’ud dedi: Batn-ı Nahl denilen nam mevkide, Nusaybin ecinnileri ihtida için Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a geldikleri vakit, bir ağaç o ecinnilerin geldiklerini haber verdi. Hem İmam-ı Mücahid, o hadîste İbn-i Mes’ud’dan nakleder ki: O cinniler bir delil istediler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir ağaca emretti; yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti. İşte cinn taifesine bir tek mu’cize kâfi geldi. Acaba bu mu’cize gibi bin mu’cizat işiten bir insan imana gelmezse, cinnilerin “Bizim sefihimiz (beyinsizimiz) Allah hakkında yalan söylüyordu.”[139]tabir ettikleri şeytanlardan daha şeytan olmaz mı?”[140]

“Cinler taifesi, melaikeler taifesi o Zât-ı Mübarek’i tanıyorlar ve nübüvvetini tasdik ediyorlar ki; onlar, onu tanıdıklarını, herbir taifesi, bazı mu’cizatını göstermekle gösteriyorlar ve nübüvvetinin tasdikini ilân ediyorlar.”[141]

Ve delilleri binlerdir.[142]

“Cinnîlerin ona iman ve itaati, mütevatirdir. Nass-ı Kur’an ve çok âyâtla musarrahtır.”[143]

“Cinnîler ise; onlar ile görüşmek ve görmek, değil sahabeler, belki avam-ı ümmet dahi çokları ile görüşmeleri çok vuku buluyor. Fakat en kat’î, en sahih haber ile eimme-i hadîs bize diyorlar ki: İbn-i Mes’ud “Batn-ı Nahl’de ecinnilerin ihtidası gecesinde, ecinnileri gördüm ve Sudan kabilesinden Zutt denilen uzun boylu taifeye benzettim, onlara benziyordular.”[144]

“Hem meşhurdur ve hadîs imamları tahric ve kabul ettikleri Hazret-i Hâlid İbn-i Velid vak’asıdır ki: Uzza denilen sanemi tahrib ettikleri vakit, siyah bir kadın şeklinde, o sanem içinden bir cinniye çıktı. Hazret-i Hâlid, bir kılınç ile o cinniyeyi iki parça etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o hâdise için ferman etmiş ki: “Uzza sanemi içinde ona ibadet ediliyordu, daha ona ibadet edilmez.”[145]

“Hem Hazret-i Ömer’den meşhur bir haberdir ki, demiş: “Biz Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında iken, ihtiyar şeklinde, elinde bir asâ, “Hâme” isminde bir cinnî geldi, iman etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona kısa surelerden birkaç sureyi ders verdi. Dersini aldı, gitti. Şu âhirki hâdiseye, çendan bazı hadîs imamları ilişmişler; fakat mühim imamlar, sıhhatine hükmetmişler. Her ne ise, bu nevide uzun söylemeye lüzum yok; misalleri çoktur.”[146]

“Hâtif” denilen, şahsı görünmeyen ve sesi işitilen cinnîler, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın geleceğini mükerreren haber vermişler. “[147]

“Zeyyab İbn-ül Haris’e hâtif-i cinnî böyle bağırmış, onun ve başkasının sebeb-i İslâmı olmuş:”Ey Zeyab,ey Zeyab!En hayret verici bir haberi dinle;Muhammed,kitab ile gönderildi.Mekke’de insanları hakka davet ediyor.Fakat davetine uyulmuyor.

Yine bir hâtif-i cinnî, Sâmia İbn-i Karret-il Gatafanî’ye böyle bağırmış, bazılarını imana getirmiştir: “Hak gelip parladı;bâtıl ise yıkıldı ve sökülüp atıldı.”Bu hâtiflerin beşaretleri ve haber vermeleri pek meşhurdur ve çoktur.”[148]

Rasulullahın doğumuyla cin taifesinin gaybi haberleri kesintiye uğradı. [149]

Rasulullah gelmesiyle, “cinn ü inse saadet-i ebediyeye yol göster”miştir. [150]

Kur’an ins gibi,cinlerinde makbulü ve merğubudur.[151]

Kur’anın hükümleri insanlar gibi,tüm cinlere de şamildir.[152]

O zat cininde seyididir.[153]

Davasını cinlere de işittiriyor.[154]

Kur’an onlara da rehberlik ediyor.[155]

Cinler içinde hakiki saadet; iman-ı billah, marifetullahtır. muhabbetullahtır.[156]

Ölüm onlar içinde bir ikazcıdır. [157]

Her yaptıklarının boşa gitmeyip,kaydedildiğinin müjdesini veriyor. [158]

Ve cinn ü insin bir kısmı saadet-i ebediyeye ve bir kısmı da şekavet-i ebediyeye mazhar olacaktır.[159]

“Cinn ve insin amelleri âhiret pazarına gönderiliyor.[160]

Onlardaki mübarek zatlar dahi;rasulullah için,âhiretin husulü için dua etmektedirler.[161]

Rasulullahın gelmesiyle,müstaid olan cinn ve ins;Cennet ve dâr-ı âhiret, cinn ve ins ile şenlenecek.[162]

İnsi ve cini şeytanlar şirketleşe çalışmaktadırlar.“Şeytan-ı ins, şeytan-ı cinnîden aldığı derse binaen; hizb-ül Kur’anın fedakâr hâdimlerini hubb-u câh vasıtasıyla aldatmak ve o kudsî hizmetten ve o manevî ulvî cihaddan vazgeçirmek istiyorlar.”[163]

“Evet şeytan-ı ins ve cinnî her cihette hücum ederler. “[164]

Kur’an-ın bu asra bakan bir tefsiri olan Risale-i Nur,insanlar gibi cinler tarafından da okunmaktadır.Böyle bir hakikata elbette onlar bîgane kalamazlar.

Lisanından saçılır nur

“Cinnî okur, insan okur

Hûr-u Cennet işte bu “Nur”

Gönüllerde cânân gibi”[165]

“Kur’an-ı Hakîm’in ruh-u hizmetine zıd olan”vaziyetlerden ,”şeytan-ı cinnî ve insî istifade etmek..”tedirler.[166]

“Cinn ve ifrit ve sair muhtelif zîşuur ve zîhayat mahlukların âlemleri ve meskenleri olduğu, çok kesretli ehl-i keşf ve ashab-ı şuhudun şehadetiyle sabit yedi kat arzın âlemleri…”[167]

Kötü fikirli insanlar,cin fikirli insanlar olarak nitelendirilmiştir.Bu da onlarda akış duygusunun farklı olarak gelişmiş olduğundan ileri gelir. [168]

“Şeytan-ı ins ü cinnin kâinattaki müdhiş âsâr-ı tahribkâraneleri ve enva’-ı küfür ve dalalet ve şerr ve mehaliki yaptıkları halde, zerre mikdar icada ve hilkate müdahaleleri olmadığı gibi, mülk-ü İlahîde bir hisse-i iştirakleri olamıyor. Ve bir iktidar ve bir kudretle o işleri yapmıyorlar, belki çok işlerinde iktidar ve fiil değil, belki terk ve atalettir. Hayrı yaptırmamakla, şerleri yapıyorlar.”[169]

“Fenalık ve hevesat yolu, tahribat olduğu için gayet kolaydır. Şeytan-ı ins ü cinnî çabuk insanları o yola sevkediyor.”[170]

“İşte ey ehl-i hak ve ehl-i hidayet! Şeytan-ı ins ü cinnînin mezkûr desiselerinden kurtulmak çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın muhkemat kal’asına gir ve Sünnet-i Seniyeyi rehber yap, selâmeti bul!..”[171]

“İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesedli ervah-ı habise bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesedsiz ervah-ı habise dahi bulunduğu, o kat’iyyettedir. Eğer onlar maddî cesed giyseydiler, bu şerir insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesedlerini çıkarabilse idiler, o cinnî iblisler olacaktılar. Hattâ bu şiddetli münasebete binaendir ki, bir mezheb-i bâtıl hükmetmiş ki: “İnsan suretindeki gayet şerir ervah-ı habise, öldükten sonra şeytan olur.” [172]

“Haşrin mahkeme-i kübrasında mizan-ı azîm-i adaletinde cinn ve insin müvazene-i a’mallerini istib’ad edip inanmayan, bu dünyada gözüyle gördüğü bu müvazene-i ekbere dikkat etse, elbette istib’adı kalmaz.”[173]

“Cennet’i ve saadet-i ebediyeyi cinn ve inse ihzar “etmiştir.[174]

“Şeytanın en büyük bir desisesi, hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde, dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatmasına mukabil, tamamıyla şeytan-ı cinî ve insîyi de susturacak…”hakikatlar Risale-i Nur’da vardır.[175]

İns gibi cinnilerde kendi güzelliklerini Allah’ın nazarına arzetmektedirler.[176]

“Sadece bir haykırış olacak;ve hemen hepsi huzurumuza çıkarılmış bulunacaktır.”[177]fermanıyla yani: “Bütün ins ve cinn, birtek sayha ve emr ile yanımızda meydan-ı haşre hazır olurlar.”[178]

Hem “Sizin bütününüzün yaratılması,tekrar diriltilmesi,bir tek kişinin yaratılması,diriltilmesi gibidir;muhakkak ki Allah işitendir,görendir.”[179]”âyetiyle, yani: “Ey insanlar!. Sizin icad ve ihyanız ve haşr ü neşriniz, birtek nefsin ihyası gibi kolaydır. Kudretime ağır gelmez” mealinde bulunan şu üç âyetin sırrıyla, aynı emir ile, aynı kolaylıkla bütün ins ve cinleri ve hayvanı ve ruhanî ve melekleri haşr-i ekberin meydanına ve mizan-ı a’zamın önüne getirir. “[180]

“Ya Rabbi! Cebrail, Mikâil, İsrafil, Azrail hürmetlerine ve şefaatlerine, beni cinn ve insin şerlerinden muhafaza eyle” vesile yapmalı..[181]

“Cinnî ve insî şeytanlar ve muzır maddelerin umûr-u şerriyede ve ademiyede istimalleri dahi, yine kudret-i Sübhaniyeyi gadirden ve haksız itirazlardan ve şekvalara hedef olmaktan kurtarmak ile takdis ve tesbihat-ı Rabbaniyeye ve kâinattaki bütün kusurattan müberra ve münezzehiyetine hizmet ediyorlar. “[182]

“Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz.” Peygamberimize ve ümmetine emrederek, her asra baktığı gibi mana-yı işarîsiyle bu acib asrımıza daha ziyade, belki zahir bir tarzda bakar; Kur’an’ın hizmetkârlarını istiazeye davet eder. “[183]

“Ey cin ve insan topluluğu!İçinizden size âyetlerimizi anlatan ve bugüne ulaşacağınızı size haber verip uyaran peygamberler gelmedi mi?”[184]

âyet-i celileleri mucibince cinlerden de peygamber geldiği bildiriliyorsa da, bu husustaki müşkilin halli için vaki’ suale, üstadımızın verdiği cevabdır:

Aziz kardeşim!Hakikaten senin bu sualinin çok ehemmiyeti var. Fakat Risale-i Nur’un en ehemmiyetli vazifesi, beşeri dalaletten ve küfr-ü mutlaktan kurtarmak olmasından, bu çeşit mes’elelere sıra gelmiyor, onlardan bahis açmıyor. Selef-i Sâlihîn dahi çok bahsetmemişler. Çünki öyle gaybî ve görünmeyen işlerde sû’-i istimal düşer. Hem şarlatanlar, hodfüruşluklarına bir vesile yapabilirler. Nasılki şimdi ispirtizmacılar “cinler ile muhabere” namıyla şarlatanlık yapıyorlar; dinin zararına âlet ederler diye çokça medar-ı bahs edilmez. Hem Hâtem-ül Enbiya’dan sonra, cinlerde peygamber gelmemiş. Hem Risale-i Nur bu zamanda bir taun-u beşerî olan maddiyyunluk fikrini ibtal etmek için cinnî ve ruhanîlerin vücudlarını kat’î hüccetler ile isbat etmeye çalışmış, bu mes’eleye üçüncü derecede bakmış, tafsilini başkalara bırakmış. Belki inşâallah Risale-i Nur’un bir şakirdi, Sure-i Rahman’ı tefsir edip bu mes’eleyi de halleder.”[185]

“Cinn ve insin Şeyhülislâmı Zenbilli Ali Efendi.”[186]

Cinler tüm haseneleri ve kelime-i tayyibeleriyle kâinatı güzelleştirmektedirler.[187] Kur’an“Bütün cinn ve insin binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukûl ve kulûb ve ervahının herbirisine lâyık gıdaları veriyor, dağıtıyor.”[188]

“O vakti hatırla ki,Rabbin meleklere:”Yer yüzünde bir halife yaratacağım.”demişti ”[189] Cenab-ı Hak müşavere yolunu öğretmek ile beşerin hilafetindeki hikmetin sırrını melaikeye istifsar ettirmek üzere bu cümleyi söyledi. Sâmiin zihni, üç noktayı nazara alarak harekete geçti: 1- Melaike ne dediler? 2- Taaccüble hikmeti sordular. 3- Cinlere halife olmakla beraber, beşerde de kuvve-i gazabiye ve şeheviye halkedilmiştir. Bunlar, cinlerden daha ziyade fesad yapacaklardır.”[190]

“Amma meşhur olan manaya nazaran, o idrakli mahluk, cinlerden bir nev’ imiş; yaptıkları fesaddan dolayı insanlar ile mübadele edilmişlerdir.”[191]

İslamdan önce cinlerede ibadet ediliyordu.[192]

“Kezalik bu kesif âlemde ruhanîleri deverandan, cinnîleri cevelandan, şeytanları cereyandan, melekleri seyerandan men’edecek bir mani yoktur.”[193]

“Cinnî şeytanlara üstad olan ey şeytan-ı insî!”bazende insan cine üstadlık yapmaktadır. [194]

Cinin mekrinden emin olmak,ondan kaçmakla olmaz.[195]

Onların hedefi olmaktan bizi kurtarmaz. [196]

Rasulullah;”bilhassa cinn ü inse en âlî bir hediye, en mükemmel bir rehber, en mukaddes bir mürşid olarak, Kur’an-ı Hakîm’i bırakmışlardır.”[197]

“İblis’in en mühim bir desisesi olarak kendine tabi olanlara kendini inkâr ettir..”mektedir.[198]

Risale-i Nur; vahdaniyet hakikatlarını ins ü cinnin enzarına arzedip isbat etmektedir.[199]

“Bazı has kardeşlerim şahsıma hizmette dikkatsizlik ettiklerinden, onların bana karşı acımasını noksan gördüğümden bazan hiddet ve tekdir ettiğim vakit kalbime geldi ki: O bîçareler ziyade hüsn-ü zanla tahmin ediyorlar ki, “Üstadımız istese belki bazı ruhanîler, cinnîler de hizmet edecekler, belki ediyorlar. Hizmet-i Nuriyede inayetin aşikâre cilvesi gösteriyor ki, onun şahsının perişaniyetine meydan verilmiyor ve şefkatimize muhtaç değil.” diye hizmette bazı kusurları oluyor.” ([200])

“Târik-üd dünya ehl-i riyazetin arzu ve kabul ettikleri ruhanî, cinnî hüddamlar bana her gün hem aç olduğum zamanda ve yaralı olduğum vakitte en güzel ilâç getirseler, hakikî ihlas için kabul etmemeğe kendimi mecbur biliyorum. Hattâ berzahtaki evliyadan bir kısmı temessül edip bana helva baklavaları hizmet-i imaniyeye hürmeten verseler, yine onların elini öpüp kabul etmemek ve uhrevî, bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yememek için nefsim de kalbim gibi kabul etmemeğe rıza gösteriyor.”[201]

“Dünyada insî ve cinnî şeytanlar hiç boş dururlar mı? Onların daima fenalıkları yapmak ve yaptırmakla meşgul oldukları”bir vakıadır.[202]

“Nurlarla şiddetli alâkası bulunan birkaç has kardeşimizin nazarını, fikrini başka tarafa çevirmek veya zevkli ve ruhanî bir meşreb ile meşgul edip, hizmet-i imaniyeye karşı zaîfleştirmek için bazı şahıslar ispirtizma denilen ölülerle muhabere namı altında cinnîlerle muhabere etmek gibi hattâ bazı büyük evliyalarla, hattâ peygamberlerle güya bir nevi konuşmak gibi eski zamanda kâhinlik denilen, şimdi de medyumluk namı verilen bu mes’ele ile bazı kardeşlerimizi meşgul ediyorlar. Halbuki:

Bu mes’ele, felsefeden ve ecnebiden geldiği için ehl-i imana çok zararları olabilir ve çok sû’-i istimalata menşe’ olmakla beraber içinde bir doğru olsa, on yalan karışıyor. Çünki doğruyu ve yalanı tefrik edecek bir mihenk, bir mikyas olmadığından ervah-ı habise ve şeytana yardım eden cinnîlerin bu vesile ile hem onun ile meşgul olanın kalbine ve hem de İslâmiyet’e zarar vermek ihtimali var. Çünki maneviyat namına hakaik-i İslâmiyeye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor. Ervah-ı habise iken kendilerini, ervah-ı tayyibe zannettirip belki kendilerine bazı büyük veliler namını verip, İslâmiyet’in esasatına muhalif sözlerle zarar vermeye çalışabilirler. Hakikatı tağyir edip, safdilleri tam aldatabilirler.”[203]

“Rü’ya-yı sadıkada ervah-ı habise ve şeytan, peygamber suretinde temessül edemez. Fakat celb-i ervahta; ervah-ı habise, belki peygamberin lisanen ismini kendine takıp, sünnet-i seniyeye ve ahkâm-ı şer’iyeye muhalif olarak konuşabilir. Eğer bu konuşması şeriatın ahkâmına ve sünnet-i seniyeye muhalif ise tam delildir ki, o konuşan ervah-ı tayyibe değildir, mü’min ve müslüman cinnî de değildir, ervah-ı habisedir. Bu şekilde taklid ediyor.”[204]

“Bu gayet şiddetli hastalığıma karşı sabır ve tahammül niyaz ettim. Rahmet-i İlahiyeden rica ettim, birden kalbime geldi ki: Ekser hayatımdaki zahmetlerde bir inayet ve rahmet cilvesi bulunduğu gibi, inşâallah bunda da o cilve-i rahmet var ki, cinnî ve insî şeytanların ve dinsizlerin seni zehirlendirmek ve susturmaya çalışmaları, vazifenin tamam olmasına ve istirahatine rahmet-i İlahiye bir vesile oldu ki, geçen sene İşarat-ül İ’caz Tefsiri ve Mesnevî-i Arabî’yi bir sene müddetle ders vermeye başlamıştım. Gizli düşmanlarım cinnî ve insî şeytanlar, beni susturmaya desaisleri ile çalıştıkları halde, rahmet-i İlahiye hem İşarat-ül İ’caz’ın, hem Mesnevî-i Arabî’nin Türkçesini ihsan etti…”[205]

Şeytan ise;

“Hem şu mahdud arz, hadsiz mu’cizat-ı kudrete mazhar olduğundandır ki, en mühim sekeneleri olan ins ve cinnin kuvalarına, sair zîhayatlar gibi fıtrî bir had ve hulkî bir kayıt konulmadığı için nihayetsiz terakki ve nihayetsiz tedenniye mazhar olmuştur. Enbiyadan, evliyadan tut, tâ nemrudlara, tâ şeytanlara kadar uzun bir meydan-ı imtihanları peyda olmuştur. Madem öyledir, elbette firavunlaşmış şeytanlar, hadsiz şeraretiyle semaya ve ehline taş atacaklar.”[206]

“Kalb etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfâkında melaike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.”[207]

“Yüksek kalelerin muhkem burçlarından atılan mancınıklar ve işaret fişeklerine benzeyen şu hâdisat-ı necmiye, bu recm-i şeytana ne kadar enseb düştüğü bedaheten anlaşılır.”[208]

“Müzahrefat-ı arziyenin mümessilât-ı habiseleri olan casus şeytanları, temiz ve temizlerin meskeni olan semayı telvis etmemek ve nüfus-u habise hesabına tecessüs ettirmemek için, edebsiz casusları korkutmak için atılan mancınıklar ve işaret fişekleri misillü, o şeytanları ebvab-ı semadan o şahablarla red ve tarddır.”[209]

“Senin gibi bir şeytan onun aklını elinden alır, sonra inkârı ona yutturur. Hem ey şeytan! Bâtılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalalet ve safsata ve inad ve mugalata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle çok muhalatı intaç eden inkâr ve küfrü, o bedbaht insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun!”[210]

“Şeytan der: Bunlara karşı gelemem. Müdafaa edemem. Fakat çok ahmaklar var, beni dinliyorlar ve insan suretinde çok şeytanlar var, bana yardım ediyorlar ve feylesoflardan çok firavunlar var, enaniyetlerini okşayan mes’eleleri benden ders alıyorlar. Senin bu gibi sözlerin neşrine sed çekerler. Bunun için sana teslim-i silâh etmem!”[211]

“Kur’an ifham ettiği misillü; melaikelerin Âdem’e secdesiyle beraber, Şeytan’ın secde etmemesi olan hâdise-i cüz’iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikatı ihsas ediyor. Şöyle ki: Kur’an, şahs-ı Âdem’e melaikelerin itaat ve inkıyadını ve Şeytan’ın tekebbür ve imtinaını zikretmesiyle; nev’-i beşere kâinatın ekser maddî enva’ları ve enva’ın manevî mümessilleri ve müekkelleri müsahhar olduklarını ve nev’-i beşerin hassalarının bütün istifadelerine müheyya ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber, o nev’in istidadatını bozan ve yanlış yollara sevkeden mevadd-ı şerire ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri, o nev’-i beşerin tarîk-i kemalâtında ne büyük bir engel, ne müdhiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, bir tek Âdem’le (A.S.) cüz’î hâdiseyi konuşurken bütün kâinatla ve bütün nev’-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor.”[212]

“Sizin pederiniz bir defa şeytana aldandı, cennet gibi bir makamdan rûy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup hikmet-i İlahiyenin semavatından, tabiat dalaletine sukuta vasıta yapmayınız.”[213]

“Şeytan evvelâ şübheyi kalbe atar. Eğer kalb kabul etmezse, şübheden şetme döner. Hayale karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve münafî-i edeb çirkin halleri tasvir eder. Kalbe “Eyvah” dedirtir. Ye’se düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabbine karşı sû’-i edebde bulunuyor. Müdhiş bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister.”[214]

“O çirkin sözler, senin kalbinin sözleri değil. Çünki senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır. Yani onu zararlı tevehhüm etmekle, kalben mutazarrır olmaktır. Çünki hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder. Onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zâten şeytanın da istediği odur.”[215]

“Şeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarında mücaveretleri var ve füccar ve ebrarın karabetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez.”[216]

“Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir halet, zihninde takarrür eder.”[217]

“Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîm’e şekva etmeli, “Eûzü billahi mineşşeytanirracim” demeli.”[218]

“Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i safilîne düşersin. Eğer Hak ve Kur’an’ı dinlersen, a’lâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun.”[219]

“Âdem’e, melaikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudat müsahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlukatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.”[220]

“Yapılan tüm menfilikler şeytan hesabına geçer.”o zındıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesabına Kur’an güneşini üflemekle söndürmeğe ahmak çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine çalışmaları…”[221]

“Siyaset-i hazıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanet içine girmiş ki, vesvese-i şeyatîn hükmüne geçmiştir.”[222]

“Evet şeytanlar, güya ene’nin gaga ve pençesiyle dinsiz feylesoflarının akıllarını havaya kaldırıp dalalet derelerine atıp dağıtmıştır. Küçük âlemde ene, büyük âlemde tabiat gibi tagutlardandır.””Kim tağut’u (Sapkın güç ve azgınlığa sevkeden,şeytan) tanımayıp Allah’a iman ederse,kopması imkansız olan sağlam kulpa yapışmıştır.Allah her şeyi işiten,her şeyi bilendir.”[223]

Menhus şahıs tüm işlerini şeytanın himmeti ve yardımıyla yapmaktadır.

“Ben, saadet-i dünyayı ve lezzet-i hayatı ve terakkiyat-ı medeniyeti ve kemal-i san’atı; kendimce, âhireti düşünmemekte ve Allah’ı tanımamakta ve hubb-u dünyada ve hürriyette ve kendine güvenmekte gördüğüm için, insanın ekserisini bu yola şeytanın himmetiyle sevkettim ve ediyorum.”[224]

“İstibdad-ı şeytanî; hürriyet nam verilmiş. “[225]

“Siyaset, Efkârın Âleminde Bir Şeytandır; İstiaze Edilmeli!”[226]

“İnadın Gözü, Meleği Şeytan Görür. İnadın işi budur: Şeytan yardım ederse birisine “melek” der, rahmeti de okutur. Muhalif tarafında eğer meleği görse; libasını değişmiş, onu şeytan zanneder, adavet lanet eder.”[227]

“İKİNCİ SUALİNİZ: Şeytanların halkı ve icadı ne içindir? Cenab-ı Hak, şeytanı ve şerleri halketmiş, hikmeti nedir? Şerrin halkı şerdir, kabihin halkı kabihtir?

İşte kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları, şer ve çirkin değildir; çünki çok netaic-i mühimme için halkolunmuşlardır. Meselâ: Melaikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül etmez. Keza hayvanatın dahi, şeytanlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sabittir, nâkıstır. Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat nihayetsizdir. Nemrudlardan, firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.

İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatıyla ve sırr-ı teklif ve ba’s-i enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidadlar, beraber kalacaktı. A’lâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebu Cehl’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı. Demek şeyatîn ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için icadları şer değil, çirkin değil; belki sû’-i istimalattan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler, kesb-i insana aittir; icad-ı İlahîye ait değildir.””[228]

“Eğer sual etseniz ki: Bi’set-i enbiya ile beraber şeytanların vücudundan ekser insanlar kâfir oluyor, küfre gidiyor, zarar görüyor. “El-hükmü lil-ekser” kaidesince, ekser ondan şer görse, o vakit halk-ı şer şerdir, hattâ bi’set-i enbiya dahi rahmet değil denilebilir?

İşte nev’-i beşer bi’set-i enbiya ile, sırr-ı teklif ile, mücahede ile, şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüzbinlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde; kemmiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz hayvanat-ı muzırra nev’inden olan küffarı ve münafıkları kaybetti.”[229]

“Meğer dinsizliği ve zındıkayı siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola…”[230]

“Hazret-i İmam-ı Ahmed İbn-i Hanbel, Ebî Said-il Hudrî’den tahric ve tashih eder ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Katade İbn-i Nu’man’a karanlıklı, yağmurlu bir gecede bir değnek verir ve ferman eder ki: “Sana lâmba gibi, onar arşın her tarafta ışık verecek. Evine gittiğin zaman, bir siyah şahıs gölge göreceksin. O, şeytandır. Onu hanenden çıkar, tardet.” Katade değneği alır, gider. Yed-i beyza gibi ışık verir. Evine gider; o siyah şahsı görür, tardeder.”[231]

“Ehl-i siyer ve hadîs, müttefikan haber veriyorlar ki: Kureyş kabilesi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı öldürtmek için, kat’î ittifak ettiler. Hattâ insan suretine girmiş bir şeytanın tedbiriyle, Kureyş içine fitne düşmemek için, her kabileden lâakal bir adam içinde bulunup, ikiyüze yakın, Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in taht-ı hükmünde olarak, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hane-i saadetini bastılar. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanında Hazret-i Ali vardı. Ona dedi: “Sen bu gece benim yatağımda yat.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm beklemiş, tâ Kureyş gelmiş, bütün hanenin etrafını tutmuşlar. O vakit çıktı, bir parça toprak başlarına attı. Hiç birisi onu görmedi, içlerinden çıktı gitti. Gâr-ı Hira’da iki güvercin ve bir örümcek, bütün Kureyş’e karşı ona nöbetdar olup, muhafaza ettiler.”[232]

“Ehl-i zındıkanın üstadı, şeytandır. Şeytan ilzam edilmezse, onun mukallidleri kanmazlar. Kur’an-ı Hakîm, kâfirlerin galiz tabirlerini reddetmek için zikrettiğinden bana bir cesaret verildi ki; bu şeytanî olan mesleğin bütün bütün çürüklüğünü göstermek için, -farz-ı muhal suretinde- hizb-üş şeytanın efradı, mesleklerinin iktizasıyla kabul etmeye mecbur oldukları ve ister istemez manen meslek diliyle diyecekleri ahmakane tabiratlarını titreyerek istimal ettim. Fakat o istimal ile onları kuyu dibine sıkıştırıp, meydanı baştan başa Kur’an hesabına zabtettik, onların foyalarını meydana çıkardık.”[233]

“Desise-i Şeytaniye: Tama’ yüzünden çoklarını avlıyorlar.”[234]

“Desise-i Şeytaniye: Ehl-i dalaletin tarafgirleri, enaniyetten istifade edip, kardeşlerimi benden çekmek istiyorlar. Hakikaten insanda en tehlikeli damar, enaniyettir ve en zaîf damarı da odur. Onu okşamakla, çok fena şeyleri yaptırabilirler.”“[235]

“Desise-i Şeytaniye şudur ki: İnsandaki tenbellik ve tenperverlik ve vazifedarlık damarından istifade eder. Evet şeytan-ı ins ve cinnî her cihette hücum ederler.”[236]

“Sual: Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiçbir medhalleri olmadığı, hem Cenab-ı Hak rahmet ve inayetiyle ehl-i hakka tarafdar olduğu, hem hak ve hakikatın cazibedar güzellikleri ve mehasinleri ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu, hem dalaletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalaleti tenfir ettikleri halde, hizb-üş şeytanın çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanın şerrinden Cenab-ı Hakk’a sığınmasının sırrı nedir?

Elcevab: Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalalet ve şerr, menfîdir ve tahribdir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki: Yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam, bir günde tahrib eder. Evet bütün âzâ-yı esasiyenin ve şerait-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan, Hâlık-ı Zülcelal’in kudretine mahsus olduğu halde; bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için “Et-tahribü eshel” durub-u emsal hükmüne geçmiş.”[237]

“İşte bu sır, Mecusilerde inkişaf etmediği içindir ki; kâinatta “Yezdan” namıyla bir hâlık-ı hayır, diğeri “Ehriman” namıyla bir hâlık-ı şerr itikad etmişlerdir. Halbuki onların Ehriman dedikleri mevhum ilah-ı şerr, bir cüz’-i ihtiyarıyla ve icadsız bir kesble şerlere sebebiyet veren malûm şeytandır.”[238]

“İşte ey ehl-i iman! Şeytanların bu müdhiş tahribatına karşı en mühim silâhınız ve cihazat-ı tamiriyeniz istiğfardır ve “Eûzü billah” demekle Cenab-ı Hakk’a ilticadır. Ve kal’anız Sünnet-i Seniyedir.”[239]

“Hem ehl-i imanın desais-i şeytaniyeye kapılmaları, imansızlıktan ve imanın zaîfliğinden olmadığı…Çünki, şeytan cüz’î bir emr-i ademî ile insanı mühim tehlikelere atar. Hem insandaki nefis ise, şeytanı her vakit dinler. Kuvve-i şeheviye ve gazabiye ise, şeytan desiselerine hem kâbile, hem nâkile iki cihaz hükmündedirler.”[240]

“İblis’in en mühim bir desisesi: Kendini, kendine tabi olanlara inkâr ettirmektir.”[241]

“Şeytanın en büyük bir desisesi: Hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde dar kalbli ve kısa akıllı ve kasır fikirli insanları aldatır, der ki: “Bir tek zât, umum zerrat ve seyyarat ve nücumu ve sair mevcudatı bütün ahvaliyle tedbir-i rububiyetinde çeviriyor, idare ediyor deniliyor. Böyle hadsiz acib büyük mes’eleye nasıl inanılabilir? Nasıl kalbe yerleşir? Nasıl fikir kabul edebilir?” der. Acz-i insanî noktasında bir hiss-i inkârî uyandırıyor.

Elcevab: Şeytanın bu desisesini susturan sır: “Allahü Ekber”dir. Ve cevab-ı hakikîsi de “Allahü Ekber”dir. Evet “Allahü Ekber”in ziyade kesretle şeair-i İslâmiyede tekrarı, bu desiseyi mahvetmek içindir. Çünki insanın âciz kuvveti ve zaîf kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakikatları “Allahü Ekber” nuruyla görüp tasdik ediyor ve “Allahü Ekber” kuvvetiyle o hakikatları taşıyor ve “Allahü Ekber” dairesinde yerleştiriyor ve vesveseye düşen kalbine diyor ki: Bu kâinatın gayet muntazamca tedbir ve tedviri bilmüşahede görünüyor. ”[242]

“Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksirattan takdis etsin. Evet şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir.”[243]

“İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin bir tek seyyiesiyle, bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, mü’mine adavet ederler. Halbuki Cenab-ı Hak haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mal-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlubiyeti noktasında hükmeyler. “[244]

“İşte ey şeytanın desiselerine mübtela olan bîçare insan! Hayat-ı diniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-ı fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; muhkemat-ı Kur’aniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyenin terazileriyle a’mal ve hatıratını tart ve Kur’anı ve Sünnet-i Seniyeyi daima rehber yap ve “Euzü billahimineş-şeytanir-racim” de, Cenab-ı Hakk’a ilticada bulun.”[245]

“Şeytanın dahi, manevî terakkiyat-ı beşeriyenin zenbereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebeb olduğundan, o nev’in icadı dahi hayırdır, o cihette güzeldir.”[246]

“Vücud kâinatları ve hadsiz adem âlemleri birbirleriyle çarpışırken ve Cennet ve Cehennem gibi meyveler verirken ve bütün vücud âlemleri “Elhamdülillah Elhamdülillah” ve bütün adem âlemleri “Sübhanallah Sübhanallah” derken ve ihatalı bir kanun-u mübareze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbin etrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederken; birden meleklere imanın bu meyvesi tecelli eder, mes’eleyi halledip karanlık kâinatı ışıklandırır. “Allah göklerin ve yerin nurudur.”[247] âyetinin envârından bir nurunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır.”[248]

“Bu sure-i azîme-i hârika:[249] “Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz.” Peygamberimize ve ümmetine emrederek, her asra baktığı gibi mana-yı işarîsiyle bu acib asrımıza daha ziyade, belki zahir bir tarzda bakar; Kur’an’ın hizmetkârlarını istiazeye davet eder.”[250]

“Sonra birisi sordu ki: “O öldüğü zaman İstanbul’da Dikili Taş’ta şeytan dünyaya bağıracak ki; filan öldü.” O vakit ben dedim: “Telgrafla haber verilecek.” Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Sekiz sene sonra Dâr-ül Hikmet’te iken dedim: “Şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek.”[251]

“Hem meselâ, meşhur olmuş ki; İslâm Deccalı öldüğü vakit ona hizmet eden şeytan, İstanbul’da Dikili Taş’ta bütün dünyaya bağıracak ve herkes o sesi işitecek ki: “O öldü.” Yani pek acib ve şeytanları dahi hayrette bırakan radyo ile bağırılacak, haber verilecek.”[252]

“Nasılki emr-i İlahî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarab gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş. Aynen öyle de; Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.”[253]

“Sual: Şeytanın kalbinde marifet var mıdır?

Cevab: Yoktur. Çünki san’at-ı fıtriyesi iktizasınca, kalbi daima idlâl ile telkin için, fikri daima küfrü tasavvur etmekle meşgul olduğundan, kalbinde veya fikrinde boş bir yer marifet için kalmıyor.”[254]

“Evet melaike ulüvv-ü şanlarından, şeytanları reddeder, kabul etmezler.”[255]

“Ve keza Cenab-ı Hak hayr-ı mahz olarak melaikeyi yaratmıştır, şerr-i mahz olarak da şeytanı yaratmıştır, hayır ve şerden mahrum olarak behaim ve hayvanatı halketmiştir. “[256]

“Sizin nefis ve şeytanlarınız benim nefis ve şeytanımdan daha âsi, daha tâgi, daha şakî değiller.”[257]

“Hattâ eski Yunanîlerin ve Vesenîlerin ilaheleri, böyle zalimane tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsulüdür.”[258]

“Kâfirlerin medeniyeti ile mü’minlerin medeniyeti arasındaki fark:

“Birincisi, medeniyet libasını giymiş korkunç bir vahşettir. Zahiri parlıyor, bâtını da yakıyor. Dışı süs içi pis, sureti me’nus sîreti makûs bir şeytandır…”[259]

“Nakşibendîler, zikir hususunda ittihaz ettikleri zikr-i hafî sayesinde kalbin fethiyle, ene ve enaniyet mikrobunu öldürmeğe ve şeytanın emirberi olan nefs-i emmarenin başını kırmağa muvaffak olmuşlardır. Kezalik Kadirîler de zikr-i cehrî sayesinde tabiat tagutlarını tar ü mar etmişlerdir.”[260]

“İnsan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılab eder.”[261]

“Bir zaman şeytan, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a itiraz edip demiş ki: “Madem ecel ve herşey kader-i İlahî iledir; sen kendini bu yüksek yerden at, bak nasıl öleceksin.” Hazret-i İsa Aleyhisselâm demiş ki:Yani: “Cenab-ı Hak abdini tecrübe eder ve der ki: Sen böyle yapsan sana böyle yaparım, göreyim seni yapabilir misin? diye tecrübe eder. Fakat abdin hakkı yok ve haddi değil ki, Cenab-ı Hakk’ı tecrübe etsin ve desin: Ben böyle işlesem, sen böyle işler misin? diye tecrübevari bir surette Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine karşı imtihan tarzı sû’-i edebdir, ubudiyete münafîdir.”[262]

“Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir.”[263]

“Amma şeytanın talebesi olan nefs-i emare…”[264]

“İnsanın Allah’a karşı ubudiyet, vazifesidir. Terk-i kebair takvasıdır. Nefis ve şeytanla uğraşması, cihadıdır.”[265]

“İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor. Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir.”[266]

“Hadisce sabittir ki, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm görülen rü’yada şeytan o rü’yaya karışamıyor. “[267]

“… Bu zamanda, zındıka dalâleti İslâmiyete karşı muharebesinde nefs-i emmarenin plâniyle şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağiyle, dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamağa, fuhuş yolunu genişlettirmeye çalışarak çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebair ile yaralıyorlar; belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar.”

Peki yalan mı bunlar? Fuhşu teşvik ve nikâhı imha eden fâhişeler gürûhu inkâr mı ediliyor? Gizli ve âşikâr fuhuşla ve devlet eliyle mücadele yok mu? Ceza Kanunu, Fuhuşla Mücadele Nizamnamesi ve ahlâk zabıtası bunlarla geceli gündüzlü mücadele etmiyor mu?”[268]

Mehmet ÖZÇELİK

19-05-2003

[1] Ahkaf.29-31.

[2] Rahman.14-15.

[3] Rahman.35.

[4] Neml.39.

[5] Zariyat.56.

[6] Neml.65.

[7] Nas.1-6.

[8] Cinlerin Esrarı.227-229,Enbiya.82,Neml.17,39,Sebe’.12-13.Sad.37-39.

[9] Age.239-244.

[10] Bak.İsra.57.

[11] Kehf. 50,Rahman.39,Cin,2,10-11.

[12] En’am.130,Cin.2,4,11,13.

[13] Cinlerin Esrarı.İmam-ı Şibli.Tercüme.M.ferşad.sh.65,67.

[14] Age.112-124,Nahl.72,Rum.21,Nisa.3,Cin.6.

[15] Talak.12.

[16] Bak.Cinlerin Esrarı.age.174-175,Bak.Zümer.71.

[17] Age.214-220,225-227.

[18] Feyizlerden Damlalar.M.Özdağ.sh.25,96.

[19] Cinlerin esrarı.age.106-107.

[20] Age.134-145.

[21] Age.153-154,158,Cin.8.

[22] Age.266-267,256-274.

[23] En’am.112-113.

[24] En’am.128.

[25] A’raf.179.

[26] Hicr.27.

[27] Şuara.212.

[28] Neml.39.

[29] Sebe’.12,14.

[30] Cin.1-3.

[31] Cin.8-10.

[32] Cin.19,25.

[33] Nâs.1-6.

[34] En’am.100.

[35] Rahman.15.

[36] Zâriyat:” 56-57.

[37] Cin.16-17.

[38] Cin.11-14.

[39] Ahkaf.29-31,Cin.1-15.

[40] Cin.4-7.

[41] Cin.15.

[42] Kehf.50.

[43] Yasin.60.

[44] Nisa.119,Nur.21, Bakara.168-169.

[45] A’raf.200,Mü’minun.97-98.

[46] Sad.74.

[47] Sad.77-78.

[48] Sad.79.

[49] A’raf.12.

[50] Hicr.27.

[51] Hicr.76.

[52] En’am.112-113,Nas.6.

[53] Hıcr.17-18,Şuara.212,Saffat.7-10,Mülk.5,cin.8-9.

[54] Bakara.166,208-209,En’am.142,A’raf.16-17,27,Yusuf.5,Hıcr.39-40,Ta-ha.116-117,Hac.52,Fatır.6,Yasin.60-61,Zuhruf.62.

[55] Bakara.169,Nisa.14,118-119,En’am.128,A’raf.200,Nur.21,Sad.82-83.

[56] Nas.5.

[57] A’raf.201,Hıcr.39-40,İsra.65.

[58] Nisa.119-120,A’raf.20-21,İsra.63-64.

[59] En’am.112.

[60] En’am.112-113.

[61] Bakara.208-209,Nisa.38,119-120,En’am.128,142,A’raf.18,Hicr.41-44,İsra.63-64,Kehf.50-51,Nur.21,Şuara.221-223,Lokman.33,Fatır.5,Sad.84-85,Fussilet.36,Zuhruf.36-39.

[62] Hicr.42,Nahl.99-100,İsra.65,Sad.82-83.

[63] Nisa.38,Fussilet.25,Zuhruf.36-38,Kaf.27.

[64] Hac.52-55.

[65] Bakara.257,Nisa.38,76,En’am.71,A’raf.27,201-202,Enfal.48,Meryem.83,Furkan.55,Şuara.221-223,Fussilet.25.

[66] Mücadele.19-20,Haşr.16-17.

[67] A’raf.200,Nahl.98,Mü’minun.97-98,Fussilet.36,Nas.1-6.

[68] Bakara.256-257,Nisa.51,60,76,Maide.60,Nahl.36,Zümer.17.

[69] Bakara.34,A’raf.11-13,Hicr.28-33,İsra.61-62,Kehf.50,Taha.116,Sad.71-76.

[70] A’raf.11-18,Hicr.34-35,İsra.62-63.

[71] Hıcr.35,Sad.78.

[72] A’raf.14-15,Hicr.36-38,İsra.62,Sad.79-81.

[73] Enbiya.29.

[74] Sebe.21.

[75] Nisa.118-119,A’raf.18,İsra.62-63,Sad.77.

[76] Neml.39.

[77] Kehf.50.

[78] Bak.Cinlerin esrarı.315.

[79] Cinlerin esrarı.age.90-94.

[80] Age.329.

[81] Cin.1-2.

[82] Cin.1.

[83] Sad.35,Bak.Cinlerin esrarı.age.sh.74.

[84] Sözler.23.

[85] Sözler.52.Haşiye.1.

[86] Sözler 75 *Haşiye 1,Lemalar. 55.

[87] Sözler 102.

[88] Sözler 104.

[89] Sözler 123.

[90] Sözler 123,131.

[91] Sözler.135.

[92] Sözler.136.

[93] Sözler.176.

[94] Sözler.178.

[95] Sözler.180.

[96] Rahman.33.

[97] Mülk.5.

[98] Sözler 180-181, 264, 373, 412Mektubat.186,İşarat-ül İ’caz 132.

[99] Mesnevi-i Nuriye.205.

[100] Sözler 185,Mektubat 311.

[101] Sözler 201.

[102] Sözler 236.

[103] Sözler 251.

[104] İbrahim .49.

[105] Enbiya.82.

[106] Sözler 258,Şualar 58.

[107] Sözler 258.

[108] Sözler 365.

[109] Sözler 384.

[110] Sözler 387.

[111] Sözler 390.

[112] Sözler 407.

[113] Sözler 412.

[114] Sözler 448,Şualar 137.

[115] Sözler 452,Lemalar 68,Şualar 244.

[116] Sözler 454, Şualar 246,Mesnevî-i Nuriye 95.

[117] Sözler. 459,Şualar 252.

[118] Sözler 504.

[119] Sözler 505.

[120] Son Şahitler.Necmettin Şahiner.4/105.

[121] Sözler 507.

[122] Sözler 509.

[123] Cin.1.

[124] Cin.1-2.Sözler.514.

[125] Sözler 556.

[126] Sözler 577.

[127] Sözler 580.

[128] Sözler 581.

[129] Sözler 582.

[130] Sözler 583.

[131] Sözler 583.

[132] Sözler 617.

[133] Sözler 623,Lemalar.349.

[134] Sözler.624.

[135] Sözler 628.

[136] Sözler 631.

[137] Sözler .774.

[138] Mektubat. 82.

[139] Cin. 4.

[140] Mektubat .128.

[141] Mektubat .152.

[142] Mektubat .154,158.

[143] Mektubat .156.

[144] Mektubat 157.

[145] Mektubat .157.

[146] Mektubat .157.

[147] Mektubat .175.

[148] Mektubat .175,Şualar.629.

[149] Mektubat 178,185,187, 389), Lemalar 280,282,Barla Lâhikası 287,244.

[150] Mektubat 179.

[151] Mektubat .190.

[152] Mektubat 192,193.

[153] Mektubat 193.

[154] Mektubat 194, 198,Mesnevî-i Nuriye 24,53.

[155] Mektubat.212.

[156] Mektubat.222.

[157] Mektubat.226.

[158] Mektubat 226,Mesnevî-i Nuriye 204.

[159] Mektubat.252.

[160] Mektubat.293.

[161] Mektubat.300.

[162] Mektubat.303.

[163] Mektubat 412,Barla Lâhikası 316.

[164] Mektubat.426.

[165] Mektubat.521.

[166] Lemalar 44.

[167] Lemalar 65.

[168] Lemalar 69.

[169] Lemalar 73,Şualar 258.

[170] Lemalar.77.

[171] Lemalar 78,Mesnevî-i Nuriye 8.

[172] Lemalar 82.

[173] Lemalar .309.

[174] Lemalar 371,372,Şualar 56,57,191.

[175] Lemalar.386.

[176] Lemalar 430,Şualar 188.

[177] Yasin.53.

[178] Şualar 161.

[179] Lokman28.

[180] Şualar 161,656.

[181] Şualar .257.

[182] Şualar 262.

[183] (Şualar .266.

[184] En’am.130.

[185] Şualar.337-338.

[186] Şualar.385.

[187] Şualar 645,642.

[188] İşarat-ül İ’caz 7, 226.

[189] Bakara.30.

[190] İşarat-ül İ’caz.199.

[191] İşarat-ül İ’caz 201.

[192] İşarat-ül İ’caz 220.

[193] Mesnevî-i Nuriye 138.

[194] Mesnevî-i Nuriye 181,265.

[195] Barla Lâhikası 27,59,134.

[196] Barla Lâhikası .53,63.

[197] Barla Lâhikası 89,93,119.

[198] Barla Lâhikası 152.

[199] Kastamonu Lâhikası 70.

[200] Emirdağ Lâhikası-2 /12.

[201] Emirdağ Lahikası.2/12-13.

[202] Emirdağ Lahikası.2/133.

[203] Emirdağ Lahikası.2/155.

[204] Emirdağ Lahikası.2/156.

[205] Emirdağ Lahikası.2/226.

[206] Sözler.178.

[207] Sözler.179.

[208] Sözler.180.

[209] Sözler.182.

[210] Sözler.188.

[211] Sözler.192.

[212] Sözler.246.

[213] Sözler.262.

[214] Sözler 274,lem’alar.74.-89.

[215] Sözler.275.

[216] Sözler.276.

[217] Sözler.278.

[218] Sözler.278.

[219] Sözler.328.

[220] Sözler.401.

[221] Sözler.461.

[222] Sözler.483.

[223] Sözler.544,Bakara.256,257,Nisa.51,60,76,Nahl.36,Zümer.17.

[224] Sözler.632.

[225] Sözler.707.

[226] Sözler.717.

[227] Sözler.718.

[228] Mektubat.43-44,Lemalar.70-71.

[229] Mektubat.44.

[230] Mektubat.49.

[231] Mektubat.137.

[232] Mektubat.158.

[233] Mektubat.336.

[234] Mektubat.417.

[235] Mektubat.424.

[236] Mektubat.426.

[237] Lemalar.70.

[238] Lemalar.73.

[239] Lemalar.73.

[240] Lemalar.74.

[241] Lemalar.82.

[242] Lemalar.87,Mesnevi-i Nuriye.181.

[243] Lemalar.87-88.

[244] Lemalar.88.

[245] Lemalar.89.

[246] Şualar.31.

[247] Nur.35.

[248] Şualar.262.

[249] Felak suresi.

[250] Şualar.266.

[251] Şualar.359.

[252] Şualar.581.

[253] Şualar.593.

[254] İşarat-ül İcaz.67.

[255] İşarat-ül İcaz.107.

[256] İşarat-ül İcaz.205.

[257] Mesnevi-i Nuriye.75.

[258] Mesnevi-i Nuriye.87.

[259] Mesnevi-i Nuriye.89.

[260] Mesnevi-i Nuriye.103.

[261] Mesnevi-i Nuriye.158.

[262] Mesnevi-i Nuriye.170,Lemalar.130,Bak.Cinlerin esrarı.İmam-ı Şibli.Mütr.M.Ferşad.Sh.416-417.

[263] Mesnevi-i Nuriye.183.

[264] Mesnevi-i Nuriye.217.

[265] Mesnevi-i Nuriye.224.

[266] Kastamonu Lâhikası 18,Sikke-i Tasdik-i Gaybî 29.

[267] Sikke-i Tasdik-i Gaybî.21.

[268] Tarihçe-i Hayat.657-658.




ŞEKİLLENEN DÜNYADA ŞEKİLLENDİRENLER VE PLANLAR

ŞEKİLLENEN DÜNYADA ŞEKİLLENDİRENLER VE PLANLAR

Bize bir çok kayıblar verdiren 1.Dünya savaşından sonraki II.Dünya savaşı da dünya ya bir çok kayıblar verdirdi.Kayıblarla beraber bir çok menfiliklere de gebe oldu.Yeni dünya düzeni içerisinde İsrail,İMF,Amerika,Birleşmiş Milletler yerlerini aldılar.Maddi ve güç alanında hakimiyet kurmaya çalıştılar.Haklı hakimiyetler için,haksız ve suçlu unsurlar icad ve inşa edildi.Rusya iyi bir bahane oldu yani Kominizm…

Çünki Şah olmanın yolu,başrollerde başarılı oyun oynamanın yolu;piyonlar veya paralı dayak yiyicilerle sağlanır.Bir asır önce ele geçirilen piyonlar,bu yüzyılın başında da atlama taşı olarak kullanılmaktadır.

En büyük tehdit olarak Kominizm ve Rusya,Çin merkezli senaryolar üretildi,türetildi.

Ancak 1989’da Rusya ve Kominizm’de tarihe karıştı.Bu durumda yeni bahanelerin üretilmesi gerekti.Bunlardan biri de İslâmî terör ve müslüman terörist. Başta bunun temsilcisi İran,Afganistan,Filistin,Cezayir, Türkiye,Libya, Çeçenistan gibi İslam devletleri gösterildi.

1990’lı yılların başında zamanın İngiltere Başbakanı Margaret Theatcher’ın bir NATO toplantısında yaptığı; “Düşmanı olmayan ideoloji yaşayamaz. Sovyetler Birliği dağıldı ve düşman olmaktan çıktı. Onun yerine yeni bir düşman konulması gerekir. Bu yeni düşman İslam olacaktır” mealindeki sözleridir.[1]

”1997 yılında Almanya Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel’in “Türkiye’nin önünde Atatürkçülük’ten başka bir seçenek bırakmamalıyız” dediğini anımsatırım. Yakın zamanlarda da Almanya Şansölyesi Schröder’in oldukça diplomatik bir dil kullanarak “Türkiye’deki laik elitleri desteklemeli ve radikal İslâm’ın güçlenmesini önlemeliyiz”[2]

Buna istinadendir ki; Rahip Jerry Falwell Peygamber Efendimize “terörist” suçlamasında bulunmuştur.Bunu da Peygamberimizin savaş yapması ile irtibatlandırmaya çalışmıştır.Oysa tüm savaşlarda müslümanlar savaşan taraf değil,müdafaa eden taraf olmuştur.Zulme dur deyip,geçit vermemiştir.

Selman Rüştü’nün aşırı derecedeki saldırgan –Şeytan ayetleri-ne ses çıkarılmazken,müslümanlar fundemantalist veya Radikal ve ılımlı diye tefrik edilmektedir.

Bunun en büyük ayağını Ekonomik hakimiyetin ele alınması ve kontrolü oldu.Bir dönem tüm islâm ülkeleri,fakirliğin islamın bir ürünü ve gereği olarak gösterildi.

Bu çerçevede bir düzenlemeye gidilmeye başlandı.Dünyanın uyuşturucudan her türlü paraya kadar kontrol altına alındı.

İMF dünyadaki tüm paraları kontrol ve dilediğini istediği yönde yönlendirip kanunlar çıkarttırmaya kadar Dünya Bankalığı görevini üstlendi.

Zenginler kulübü olarak isimlendirilen 200 kişilik İMF,dünyanın yarısını hakimiyeti altına almıştır.Yahudi merkezli,devletleri krize sokma merkezidir.Öne sürdüğü proğramlar ile bir çok devleti iflas ettirmiş,iş yerlerinin kapanmasına sebeb olmuştur.Kapitalizmin diğer adı.

”Dünya bankası,IMF,”Yeni Dünya Düzeni”adında bir toplantıyı Amerika-Seattle’de yapmak istiyor.Bir çok insan sokaklara dökülerek engellemeye çalışıyor,protesto ediyor ve polislerle çatışıyor.

-Prag’da da aynı şey…”[3]

Bulaştığı her ülkeyi de batırmıştır.bizdeki 18.si.Yaptığının karşılığında ülkeyi ipotek etmektedir.[4]

Bu yeni dünya düzeni de şimdiki bir şey değil.Sürekli kullandıkları 1 dolarlarının altında şu yazılıdır:”Novo ordro sectorum”(Yeni dünya düzeni)Böylece 1776-dan beri bu söz konusudur.[5]

Nitekim Bush’da Ladine karşı açtığı savaşta ağzından bunun bir haçlı seferi olduğunu bilerek söylemiş,sonra da siyaseten çark etmişti.

Hatta 11-Eylül 2001 ikiz kulelerininde bununla ilgili olduğunu söyleyen Sinanoğlu; İkiz kulelerin yıkılmasında,özellikle 80. kata vurması tesadüfi değil.Orada bulunan 20 kat “O 20 kat,J.P.Morgan Bankasına ait olan 20 kat.”[6]

Dünyanın önde gelen bankalarından.havada uçan kuşu tesbit eden,otomatikman roketler devreye girerken,nedense birden devreler kapanıyor.Demek ki içten planlı en az ihtimalle destekli.

İsrail gizli servisi MOSSAD’ın ve Amerika’nın elinde olduğu söylenen İMF;[7] “Bir ulusun parasının denetimi elimde olsun, onun kanunlarını kimin yazdığını umursamam artık!..”sözünü hedef edinmiştir.

Bu bazen siyasi çalkantılar yoluyla yapılırken,bazen de ekonomik yöntemlerle yapılmıştır.Nitekim; Nitekim İngiltere dış işleri bakanı 30 yıl önce Hindistanı kendilerinin karıştırdıklarını itiraf ederek,ancak pek bir fayda göremediklerini üzüntüyle dile getirmiştir.Ancak üzüntüsü Hindistanı karıştırması değil,bir menfaat elde edememenin ezikliği idi.

Buda en çok faiz vermek suretiyle çökertilme yoluna gidilmektedir.Masumane verilen borçlar!İşte bilanço;

“Cumhuriyet dönemi boyunca ulaşılan servet, 4 yılda tüketildi

79 yıl boşa gitti

İŞTE FAİZCİ ZİHNİYETİN ACI FATURASI

Türkiye’nin Millî Geliri 148 milyar dolar

4 yıllık borç faizi 134 milyar dolar

m1.gif (14422 bytes) Türkiye sadece son 3 yılda borç faizine tam 100 milyar dolar ödedi. Bu yıl da 34 milyar dolar ödeyecek. Bin kamyon altına bedel bu para, ülkemizin kalkınması için harcansaydı Türkiye şaha kalkardı.

 Faiz batırdı

Ankara Ticaret Odası’nın hazırladığı rapor, Türkiye’nin borç ve faiz ile nasıl batağa sürüklendiğini çarpıcı rakamlarla gözler önüne serdi. Rapora göre Türkiye 2000-2002 yılları arasında faize 100 milyar dolar ödedi. Türkiye 2003 yılında da 34 milyar dolar borç faizi ödeyecek.

 Emekler boşa gitti

Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca ulaştığı 148 milyar dolarlık milli gelire yakın bir parayı sadece 4 yılda faize harcıyor. Raporu hazırlayan ATO’nun Başkanı Sinan Aygün de şu değerlendirmeyi yaptı: “79 yıl boşa çalışmış olduk. Faizle yattık, faizle kalktık. Türkiye’yi rant merkezi yaptık! Faize ödediğimiz paralarla, yeni ülkeler kurardık!..”

Faize giden paralarla neler yapılırdı?

• 10 tonluk bin kamyona sığacak 10 milyon kilo altın alınabilirdi.

• 111 tane baraj yapılabilirdi.

• Türkiye’nin 18 yıllık petrol ihtiyacı karşılanabilirdi.

• 7 tane GAP yapılabilirdi.

• 3 milyon 300 bin tane ev yapılabilirdi.

• 4 bin 545 tane F-16 savaş uçağı alınabilirdi.

• 11 bin 166 kilometre demiryolu yapılabilirdi.

Bin kamyon altın karşılığı parayı borç faizine ödeyen Türkiye, neredeyse her gün faiz için 1 kamyon altın verdi

4 yılda faize 100 milyar dolar

– Türkiye bu parayla 111 baraj, 4 bin 545 savaş uçağı, 7 adet GAP yapabilir, 18 yıllık petrol ihtiyacını karşılayabilirdi.

– Bu yıl ki yapılacak faiz ödemeleri de dikkate alındığında, milenyumun ilk 4 yılında 134 milyar dolar borç faizi ödeyecek olan Türkiye, 79 yıllık Cumhuriyet tarihi sonucunda ulaştığı 148 milyar dolarlık milli gelire yakın bir parayı sadece 4 yılda harcamış olacak

Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından hazırlanan “Milenyum’un 4 yılı” raporu, Türkiye’nin son 3 yılda 100 milyar doları borç faizine harcayarak milenyuma kötü bir başlangıç yaptığını ortaya koydu.

Rapora göre, bu 100 milyar dolarla 1000 kamyon altın alabilme şahsına sahip Türkiye, neredeyse her gün bir kamyon altını borç faizine vermek zorunda kaldı.

ATO’nun raporunda, 2000-2002 yılları arasındaki son üç yılda faize100 milyar dolar ödenmeseydi neler yapılabilineceğine ilişkin alternatiflere yer verilirken, söz konusu para ile 10 tonluk 1000 kamyona sığacak 10 milyon kilo altın alınabilineceğine dikkat çekildi.

Yine bu para ile 900 milyon dolardan 111 paraj yapılabilir, yıllık27 milyon tondan 18 yıllık ham petrol tüketimi karşılanabilir, 14 milyar dolardan 7 adet GAP yapılabilirdi. Aynı para ile 20 bin dolardan 5 milyon adet otomobil alınabilir, 30 bin dolardan 3 milyon 300 bin ev inşa edilebilir, 22 milyon dolardan 4 bin 545 adet F-16 savaş uçağı yapılabilir, 3 milyar dolardan 33 adet Telekom kurulabilir, kilometresi 3 milyon dolardan 11 bin 166 kilometre demiryolu yapılabilinirdi.

2003 YILINDA 34 MİLYAR DOLAR

Rapora ilişkin ATO tarafından yapılan yazılı açıklamada, 2003 yılında ödenecek borç faizine de yer verildi. 2003 yılında 34 milyar dolar borç faizi ödeyecek olan Türkiye’nin milenyumun ilk dört yılında toplam 134 milyar dolar faiz ödemesinde bulunacağı belirtildi. Raporda, Türkiye’nin, 79 yıllık Cumhuriyet tarihi sonucunda ulaştığı 148 milyar dolarlık milli gelire yakın bir parayı sadece 4 yılda faize harcadığına dikkat çekildi.

ATO’nun raporunda 2003 yılında ödenecek 34 milyar dolarlık faizin fiziki büyüklüğü de hesaplandı. Buna göre, 34 milyar dolar, 1 dolarlık banknotlar halinde uç uca eklendiğinde dünyanın etrafını 13 kez dolaşabiliyor. Söz konusu para 1 dolarlık banknotlar halinde 34 kamyona ancak yüklenebiliyor ve bu para ile satın alınabilecek 3 milyon 400 bin kilo altın ancak 340 kamyon ile taşınabiliyor. 34 milyar dolar, 1 dolarlık banknotlar halinde üst üste konulduğunda 34 kilometre uzunluğunda para kulesi oluşturuyor.

ATO BAŞKANI SİNAN AYGÜN

79 yıl boşa çalışmış olduk

Rapora ilişkin değerlendirmede bulunan ATO Başkanı Sinan Aygün, son yılların kötü idare edilen Türkiyesi’nin büyük fırsatlar kaçırdığına dikkat çekerek, “79 yıl boşa çalışmış olduk” dedi.

Aygün, şunları kaydetti:

“Büyük umutlar bağladığımız milenyumun ilk yıllarında hüsrana uğradık. Türk gencinin yarınlarını ipotek ettik. Son 4 yılda 134 milyar dolarlık faiz ödemesiyle ülkeler kurardık. Maalesef bir ülke batırdık. IMF politikaları ile üretilen Türkiye’yi unuttuk, ülkeyi rant cennetine çevirdik. Hazine’nin kasasına uzanan elleri görmezlikten geldik. Rüşvet-yolsuzluk ekonomisine geçit verdik. Faizle yattık, faizle kalktık. Dünyada 1 milyon dolarla yılda 864 bin dolar kazanan bir başka ülke yokken, bu kadar yüksek faizleri spekülatörlere verdik.”

Dış borç sitoğu 127.5 milyar dolara çıktı

Türkiye’nin dış borç stoku 2002’nin Eylül ayı sonunda, 2002 yılı ikinci çeyreğine göre yaklaşık 2 milyar ABD doları artarak, 127.5 milyar dolara yükseldi.

Hazine Müsteşarlığı, 1996-2002 üçüncü üç aylık dönemine ait resmi dış borç istatistikleri (geçici) verilerini açıkladı.

Buna göre üçüncü çeyrekte, kısa vadeli dış borçlar 1.2 milyar dolar azalırken, orta-uzun vadeli dış borçlar ise 3 milyar dolar tutarında arttı.

Açıklamaya göre, 2002 yılı üçüncü çeyreği itibariyle toplam dış borç stokunun içerisinde kısa vadeli dış borçların payı yüzde 11, orta-uzun vadeli dış borçların payı ise yüzde 89 oldu.

2002 yılı üçüncü çeyreğine ait dış borç stoku, 2002 yılı ikinci üç aylık döneme göre, döviz kuru değişikliklerinden dolayı 1 milyar dolar tutarında artış gösterdi. Bu gelişmede en büyük etken, söz konusu dönem içinde euronun dolar karşısında değer kazanması oldu.

Orta ve uzun vadeli dış borç olarak değerlendirilen ve büyük ölçüde eurodan oluşan kredi mektuplu döviz tevdiat hesapları 2002 yılı üçüncü çeyreğinde, 2002 yılı ikinci çeyreğine göre, 651 milyon ABD Doları tutarında bir artış göstererek, 12.5 milyar ABD Dolarını buldu.

Bu artışın yüzde 50’si stok artışından, yüzde 50’si ise euronun dolar karşısında değer kazanmasından dolayı oluşan kur etkisinden kaynaklandı.”[8]

“Faiz çetesi doymuyor

10 yılda 572 katrilyon liralık kaynağı tüketen iç borç faizi, Türkiye ekonomisinde savaş kadar büyük yıkıma yol açıyor.

3 AYDA 16,7 KATRİLYON
Türkiye, ekonomisinin imkanlarını spekülatif oyunlarla faizi yükselterek rant sağlayan kesimi finanse etmek için harcıyor. Son 10 yılda 572 katrilyon liralık kaynağı tüketen iç borç faizi, sadece 2003 yılının ilk üç ayında milletin 16,7 katrilyon lirasını yutacak. 6 milyon emekliye verilen zammın 5 katı, faize gidecek.”[9]

Ve öyle de oldu.” Türkiye son 10 yılda toplam 211.4 milyar dolar iç ve dış borç faizi ödedi. Türkiye’nin bu yıl ödemesi gereken borç faizleri de gözönünde bulundurulduğunda bu rakam 245.4 milyar dolara yükseliyor. Ankara Ticaret Odası, Türkiye’nin iç ve dış borç faizini hesaplayarak ‘’Saniye Saniye Borç Faizi’’ raporu hazırladı.”[10]

Bugün Amerika dünyaya yerleştirdiği dinleme cihazlarıyla her devleti kendi evinin içinde gibi dinlemektedir.

Amerikanın süper gizli servis eski ajanı Wayne Madsen şu itiraflarda bulunur:Dudayev’in yerini biz ifşa ettik.Carlos’un yerini Fransızlara biz bildirdik.Diana kara mayınlarına,Rahibe Teresa Kürtaja karşı olduğundan dinleniyordu.

Türkiye’de dinlenme istasyonlarının bulunduğu ve özellikle bugün boğazda,İstinyede 93 bin 200 metre karelik yere taşınıldı.Buralardan da İran,Irak,Kafkas ve Rusyanın izlendiğini ifade etmiştir.

NSA tarafından (National Security Agency),Aponun cep telefonuyla konuşması sonucu,gevezeliğinden dolayı Suriye’den çıkışından Korfu adasına kadar dinlendiğini söylemiştir.

66 ayrı dilde dinleme faaliyeti gösterdiklerini itiraf etmiştir.

Bugün Irak’a karşı takınılan sert tavır;bir yandan ortadoğuda yeni bir harita çizerek petrolü kontrol etmek,İsraile gelebilecek tehdidi ortadan kaldırıp önünü açmak,İsrail gibi yeni bir üssün oluşumuna zemin hazırlamak,bu vesile ile de İsrailin üç bin yıllık hayalini gerçekleştirmek,Kürtler,Şiiler,Türkmenler içerisinde yeni devletçikler oluşturarak sürekli kavgayı körükleyip,müdahaleyi meşru kılmak hep bu istihbarat faaliyetlerinin bir sonucudur.İngiliz ajan Hempher’in itiraflarında dile getirildiği gibi ki;Biz 300 sene sonrayı düşünerek plan yaparız.Bugün bizim elde ettiklerimiz 300 sene öncekilerdir.

Irak’ın 1980 yılında sekiz yıl süren savaşı esnasında en büyük desteği Başta ABD,Kuveyt,İngiltere,Fransa,SSCB ve Almanya’dan alırken,bu gün onların besle-diği şey yani desteklediği Saddam yine onlar tarafından yok edilmeye çalışılmaktadır.Bugün bahane ettiği kimyasal silahları Halepçe’de kullanan Saddam’a ses çıkarmayan ABD,bugün tek sebeb olarak bu kimyasal silahları bahane etmektedir.Beslediği zalimin zulmünü kaldırmak için zulüm uygulama yoluna gitmek katmerli bir zulümdür.

Tüm batı devletleri gibi Amerika menfaatını esas almaktadır.1992 yılında Genel Kurmay başkanı olan Doğan Güreş’inde ifade ettiği üzere;Ne PKK ile ilgili olarak Amerikalılardan PKK’nın istihbarat raporları istenmesine rağmen verilmemesinden,birde 1992 yılında Şırnak’ta,Amerikanın uçakla PKK’ya malzeme attığını ifade etmiştir.[11]

Ancak yine menfaatları icabı destek oldukları Abdullah Öcalan’ı verdikleri destekle yakalatmışlardır.

Tarih boyunca senaryolar hep aynı,piyonlar değişik.

“Yeniden tarihî boyuta dönecek olursak: Hulagu’nun Bağdat kuşatması tam 40-50 gün sürmüş. Şehrin hile ile ele geçirilmesinden sonra ise yağmalama aylarca devam etmiş. Buna mukabil, İkinci Körfez Savaşı sırasında baba Bush’un hava bombardımanı tam 38 gün sürmüştü. Bu zaman zarfında 100 bin sorti yapılmış ve 18 bin ton bomba kullanılmıştı. Hiroşima’ya atılan bombanın tam dört katı. Irak’ın 46 tümeni yok edilmiş. Savaşta doğrudan 150 bin kişinin öldüğü sanılıyor. Daha sonra hastalıklardan ölenler bu sayıya dahil değil. Hulagu’nun işgali sırasında ise 400 bin ehl-i İslam şehit düşmüştü. Alkami istidraçla sultanı iğfal etmiş, kandırmıştır. Bunun için de Moğolları Selçuklulara; Hulagu’yu da Tuğrul Bey’e benzetmiştir. Eman verileceğine kanan halife Bağdat’ın kapılarını kendi rızasıyla açtırmıştır.

İslâm tarihinde buna benzer bir felâket daha yaşanmamıştı. Dillere destan şirin Bağdat harap ile türap oldu. Tefeül nedeni olarak halifenin yanına aldığı Bürde-i Şerif ve Kadib-i Şerif de Hulagu tarafından ele geçirilmiş ve yakıldıktan sonra külleri Dicle nehrine savrulmuştu. Bağdat’ın dramatik ve hazin sonunu tarihçi Cevdet Paşa şöyle hulasa eder: “Millet-i İslamiye hangi mezhepte olursa olsun müşriklere karşı yek-dil ve yek-cihet olup pay-ı taht-ı İslam olan Darus-selamı muhafaza edeceklerine mezhep kavgalarıyla uğraştılar, birbirlerine düştüler. Sonunda şehr-i Bağdat hak ile yeksan olunca meydanda ne Şii kaldı, ne de sünni..” [12]

Hasta ve hastalık biterse doktorlar ne yapacak?Kimi ve neyi tedavi edecek?Nasıl geçinecek ve nasıl geçindirecek?

Tarih her zamanki gibi tekerrür etmektedir,sadece aktörler değişmiştir. Cengizler, Yavuzlar,Kanuniler,Hasan Sabbahlar gitmiş,yerine farklı senaristler,oyun ve oyuncular,aradaki piyonlarla farklı görünüm vermeye çalışılan aynı senaryolar oynanmaktadır.

Her zaman olduğu gibi bugün de batı İranı,Saddamı,Bin Ladini vs. ne kadar sevmese de onlara muhtaçtır.

Gerek mevcut çıbanlarla gerekse de kendisinin oluşturmuş olduğu çıban başlarıyla şamar oğlanları türetmiş,o vesileyle de vurmak istediği kimse ve yöne rahatlıkla ve haklı görünen bahanelerle vurmaya çalışmıştır.Suriyeyi yüzde sekizlik halkın temsilcisi olan Hafız Esad tarafından yani azınlıklar olan Süryanilerce idaresini arzulamış,sürekli kavgalı halde kalmasını arzulamıştır ta ki kavgalı halde her an müdahale etme meşruiyeti kendisine doğmuş olsun.Irak,Afganistan,Cezayir ve Türkiyede de azınlıkların idaresini sağlamak uğruna her senaryoyu uygulamıştır.

Bugün Amerika’nın kendi halkı gibi tüm dünya savaşa hayır demektedir.Nitekim;

”1991’deki Körfez savaşına katıldıktan on iki yıl sonra Irak halkına “canlı kalkan” olarak destek vermek için Bağdat’a gitmeye hazırlanan Amerikalı O’Keefe: “Savaş suçu işleyenlere katıldığım için pişmanım. Savaşta deney faresi gibi kullanıldık. 1989’da 19 yaşındaydım ve hayatımın en cahilce eylemini gerçekleştirdim; ABD donanmasına katıldım. 1991de cahillikten daha da ileriye giderek suç işleyenlere, yani Iraklı insanlara karşı savaş açanlara katıldım. Bu savaşta seyreltilmiş uranyum sivil halka karşı kullanıldı. Benim ödülüm, ‘Amerikalı kahraman’ olarak diğer yüz binlerce ‘kahramanla’ beraber, baba Bush tarafından deney faresi gibi kullanılmak oldu.”[13]

Kuzey ırakta 36.paralel için;” Körfez Savaşı sırasında önemli gazetecilik başarılarına imza atmıştı Güneri Civaoğlu. O sırada Sabah’ta yazıyordu ve bölgeye giderek ittifak cephesinde yer alan sivil ve askerlerle görüşmekteydi. Oradan yazdığı bir izlenimi hatırlamakta yarar var:

“Körfez Savaşı sırasında Dahran’daydım. Orada beni Amerikan kuvvetlerinin bulunduğu binanın üst katlarından birinde çok iyi Türkçe bilen bir albay ve yarbayın odasına aldılar. Daha evvel Sabah’ta bu köşemde yazmıştım… O albay ve yarbay haritanın Kuzey Irak yörelerinde avuçlarını gezdirmişler ve ‘Burada savaş bitecek, geri çekileceğiz. Saddam’a o yöreleri yasaklayacağız… Saddam’ın bıraktığı silâhlara, havaalanlarına, cephaneliklere yöredeki Kürtler el koyacaklar. Orada bir Kürt devleti kurulacak. Sizden toprak isteyecekler… Ya vereceksiniz barış olacak… Ya da vermeyeceksiniz savaşacaksınız’ demişlerdi.” [14]

Körfez savaşının arkasındaki sırrı bir Amerikalı mühendis şöyle açıklıyor:”Biz bir sürü üs yaptık,Arapların haberi yok.”[15] yani petrollerine ipotek koyduk,tavşana kaç,tazıya tut,dedik.Saddamı hayali tehlike olarak oraya koydu ki,saddamın bile Amerika ajanı olduğu çok söylendi.Yoksa uzaydan iğnenin deliğini gören Amerika,onu nasıl öldürememekte belki düşündürmektedir.

“1988 yılının 16-17 Mart tarihlerinde, Irak uçakları, zehir yüklü bombaları Halepçe’ye yağdırdı. Baas Rejimi’ne karşı savaşan Kürt peşmergeler; Halepçe, Duceyde ve İnap kasabalarında İran’ın desteğiyle denetimi ele geçirince, Saddam da korkunç planını yürürlüğe koydu ve 6 bin masum insan Saddam’ın zehirli gazlarıyla can verdi.”[16]

Ve Türkmenistanda ve kendi yakınları da dahil binlerce insana her türlü işkenceler yapıldı.Saddam her yönüyle diktatörlüğünü gösterdi.

Bugün ise ABD,daha doğrusu Bush zulme zulümle karşılık vermektedir.Tüm ABD,BM ve Dünya savaşa hayır demek üzere ayağa kalkmışken Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair Savaşa Evet demektedir.Bahane ise,Kimyasal Silahlardır.

-Amerikan bilmecesi

Birleşmiş Milletler Bush’a sorar:

– Irak’ın kitle imha silahları olduğuna dair deliliniz nedir?

Bush cevaplar:

– Sattığımız silahların faturalarını sakladık……”

!991-deki tecrübesiz duruma düşmemek için bugün Türkiyeyi de sıkıştırıp Kuzey bölgesinin açılmasını istemektedir.

Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal, ANAP lideri Özdemir’e verdiği brifingde, müzakerelerin çetin geçmesinin sırrını açıkladı “Kuzeyde cepheye izin vermezsek ABD’nin savaş planı altüst olur.”

ABD askerleri, 1991’deki Körfez Savaşı’nda Irak’ta hakim rüzgarların ters yönden esmesi nedeniyle hastalandı, tanklar bataklığa saplandı. Uzmanlara göre ABD sırf bu nedenle dahi kuzey cephesine mecbur.”[17]
Asker yönüyle dört katı bir zarar olurken,mali yönden on katı bir zarar söz konusudur.Ölecek 11 bin askere karşı 38 bin asker,99 milyar dolara karşı bir trilyondan fazla kayıb olacaktır.

Böylece ABD Türkiye’ye mahkumdur.

ABD’nin 3 bin akıllı bombayı ve ağırlıkla havadan hücumunda Türkiye’ye mahkum olurken,Kuzey bölgesinde bir Kürt devleti korkutmacası ve gerçeğiyle Türkiye’yi de kendine mahkum etmeye çalışmaktadır.

İşte bu tedirginliğin haklılığının belgesi:

“Türkiye, Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletine karşı. ABD ile yaptığı görüşmelerde de bu konudaki rahatsızlığını açık açık dile getiriyor. Kuzey Irak’ta mevcut Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin (KRG) resmi sitesindeki haritalar ise Türkiye’nin duyduğu endişelerin açık kanıtı. Daha birkaç gün önce iki İngiliz parlamenterin de konuk olduğu hükümetin resmi sitesinde Türkiye’nin bir bölümünü de içine alan bağımsız Kürdistan haritaları yer alıyor. Hatta sitenin ABD’deki temsilciliğindeki haritada Türkiye’nin sınırı değiştirilerek, doğu ve güneydoğu bölgeleri Kürdistan’a dahil ediliyor.

DEVLETSİZ HÜKÜMET
Türkiye’nin dikkatle izlediği Kuzey Irak’taki Kürdistan Bölgesel Hükümeti (Kurdistan Regional Government), Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri Celal Talabani ile KDP lideri Mesud Barzani tarafından 1992’de ortaklaşa kuruldu. Sonra iki lider arasında anlaşmazlık çıktı ve 1996’da bağlarını kopardılar. Geçtiğimiz aylarda 6 yıl aradan sonra ilk kez toplanan devletsiz hükümetin parlamentosu, anayasasını ilan etti. Parlamentoda 105 sandalye var. Bunun 51’i Barzani’ye, 49’u Talabani’ye ve 5’i Asurilere ait.
İngiltere’de iktidardaki İşçi Partisi’nin milletvekili Michael Conaughyt ile muhalefetteki Muhafazakâr Parti milletvekili Bob Spink, birkaç gün önce Kuzey Irak’ın Erbil kentindeki ‘Kürdistan Parlamentosu’nun toplantısına katılmış, Türk askerlerinin bölgeye girmesine karşı olduklarını söylemişlerdi.
Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin resmi internet sitesi www.krg.org. adresinde öncelikle üyelerin temasları anlatılıyor. Haritalar bölümünde ise Kürdistan hevesi açık açık ortaya konuluyor.

16 haritanın yer aldığı bölümün en üst köşesinde “1992 yılında hazırlanan haritaya göre Kürt halkı ve ülkesinin yeri” başlığı altında Türkiye’nin bir bölümünü de içine alan Kürdistan haritası yer alıyor.
14 numaralı kutuyu tıkladığınızda da açık açık Kürdistan adı altında Türkiye’nin bazı illerini de kapsayan harita karşınıza çıkıyor. Malatya, Elazığ, Van, Hakkâri, Kahramanmaraş, Siirt, Batman, Şanlıurfa, Diyarbakır, Kars, Hatay, Gaziantep illerini (Kürtçe isimlerle) de içine alan haritada Kürdistan sınırı Ankara’ya kadar dayanıyor.

ABD’DEKİ HARİTA
Sitenin yurtdışı temsilcilikler bölümüne girip ABD tıklandığında karşınıza www.kurdistan.org adlı site çıkıyor. Haritalar bölümünde Türk topraklarını da içine alan yeşil renkli Kürdistan haritasıyla karşılaşıyorsunuz. Burada da sınır Ankara’ya kadar dayanıyor. Bir kez daha tıkladığınızda Kürdistan tarihi ve coğrafyası başlığı altında şöyle deniliyor:
“Kürtler bölgede yüzyıllardır baskı altında yaşamaktadır. Türkiye’de de milyonlarca ana dili kürtçe olan kişi vardır. Ancak Kürdistan hükümeti son yıllarda önemli demokratik girişimlerde bulunmaktadır. Özgürlük mücadelesini bütün Amerikalılar da görmeli ve yardım etmelidir.”[18]

Ehli kitap hakkında Kur’an-da:

“Kitap ehlinden öylesi var ki, yanına yüklü bir emanet bıraksan onu sana geri verir, buna karşılık öylesi var ki, eğer ona bir dinarcık emanet versen, sürekli tepesinde dikilmedikçe onu sana geri vermez. `Ümmilere (kendi dinimizden olmayanlara) karşı hiçbir sorumluluğumuz yoktur’ dedikleri için böyle davrananlar, böyle bile bile Allah adına yalan söylerler.”[19]

“Ey müminler, kendilerine kitap verilenlerin bir grubuna uyarsanız bunlar sizi iman ettikten sonra döndürüp kafir yaparlar.”[20]

“…Hıristiyanlar da, Mesih (İsa) Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. Sözlerini daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da haktan batıla döndürülüyorlar!”[21]

“Ama onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinin içinde geceleri ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyan ve secdeye kapanan bir kesim vardır.”[22]

“Bunlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar, hayırlı işlere koşarlar. Onlar iyi kullardandırlar.

Onların yaptıkları hiçbir iyilik karşılıksız kalmayacaktır. Hiç kuşkusuz Allah takvalıların kimler olduğunu bilir.

Kafirlere gelince, ne malları ve ne de evlatları kendilerine Allah’a karşı hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlar Cehennemliktirler, orada sürekli olarak kalacaklardır.”[23]

“Eğer ehl-i kitap ta iman etseydi kendileri için daha hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler vardır ama çoğunluğu fasıktır.”[24]

“Eğer size bir iyilik dokunacak olursa bu onları üzer. Eğer başınıza bir kötülük gelse bu yüzden sevinirler.”[25]

Kur’an-ı Kerim, Ehli Kitap’tan bir grup hakkında da: “Hahamlarını ve Rahiplerini Allah’tan ayrı rehber edindiler”[26] şeklinde bahsetmektedir.

“Ey müminler yahudileri ve hristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse o onlardan olur. Hiç kuşkusuz Allah, zalimleri doğru yola iletmez.”[27]

Bu ayetin Medine de inmesinden sonra Müslümanlar bütün bütün gayrı müslümler ile olan ilişkilerini kesmediler.Ancak onların her hangi bir hususta kendi dindaşlarını Müslümanlara tercih edecekleri,haksızda olsa birbirlerinden desteklerini çekmeyeceklerini ifade etmektedir.

“Kendi dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hristiyanlar senden asla hoşlanmayacaklardır.” [28]

Düşmanlıklarının sebebini ise Kur’an şöyle açıklar:”De ki; “Ey Kitap Ehli, bizden hoşlanmamanızın sebebi Allah’a, bize indirilen kitaba ve daha önce indirilmiş olan kitaplara inanmamız ve de çoğunuzun fasık, yoldan çıkmış kimseler olmanız değil midir?”[29]

“Biz İsrailoğullarından kesin söz aldık ve onlara çok sayıda peygamber gönderdik. Fakat peygamberler kendilerine nefislerinin hoşuna gitmeyen bir mesaj getirdikçe kimisini yalanlıyor, kimisini de öldürüyorlardı.”[30]

“Bu cinayetleri hiçbir fitneye, hiçbir kargaşaya yol açmayacak sandılar. Gözleri kör ve kulakları sağır oldu. Sonra Allah tevbelerini kabul etti, fakat arkasından çoğu yine kör ve sağır oldu. Hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görüyor.”[31]

“İnsanlar arasında müminlere en amansız düşman olanların yahudiler ve Allah’a ortak koşanlar olduğunu göreceksin. Buna karşılık müminlere en çok sempati duyanların “Biz hırıstiyanız” diyenler olduğunu göreceksin. Çünkü hristiyanlar arasında Allah’a bağlı bilginler ve din adamları varılır ve onlar büyüklük taslamazlar.”[32]

“Yahudilere bütün tek tırnaklı hayvanları yasakladı. Onlara sığırların ve koyunların sırt, bağırsak ve kemik yağları dışında kalan içyağlarını da haram kıldık. Allah’ın ölçülerini çiğnedikleri için onları bu şekilde cezalandırdık. Söylediklerimiz kesinlikle doğrudur.”[33]

“Ehli Kitap’tan ve müşriklerden kâfir olanlar kendilerine beyyine gelinceye kadar birbirinden ayrılmış değillerdi.” [34]

“Ehli Kitap’tan ve müşriklerden kâfir olanlar cehennem ateşindedirler. Orada ebedi kalacaklar. Onlar yaratıkların en kötüleridir.” [35]

“Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kâfir olmuşlardır.” [36]

“Allah Meryem oğlu İsa’dır, diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır.” [37]

“İsrailoğullarının kâfirleri Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın dilinden lanetlenmiştir.”[38]

“Allah Meryemoğlu Mesih’dir diyen/er kesinlikle kafir olmuş/ardır. Onlara de ki; Eğer Meryemoğlu İsa’yı annesini ve yeryüzünde bulunan varlıkların tümünü yok etmek istese O’na kim engel olabilir? Göklerde, yeryüzünde ve ikisi arasında bulunan tüm varlıklar Allah’ın egemenlik tekelindedir. O di/ediğini yaratır. Allah’ın gücü her şeye yeter.

Yahudiler ve hristiyanlar “Biz Allah’ın evladları ve sevdikleriyiz” dediler. Onlara de ki; o halde O, niçin günahlarınızın yüzünden azaba çarptırıyor. Aslında O’nun yarattığı birer insansınız. O dilediğini affeder, dilediğini azaba çarptırır. Gökler, yeryüzünün ve ikisi arasında bulunan tüm varlıkların Allah’ın egemenlik tekelindedir. Dönüş O’nadır.”[39]

”O dönem yazılmış bir çok İncil arasında, öldürme ve çarmıha germe olayında itibar edilen dört İncille çelişen bir İncil daha yer almaktadır; Barnabas İncili. Barnabas bu konuda şöyle der:

“Yahuda ile birlikte askerler İsa’nın bulunduğu yere yaklaşınca, İsa büyük bir kalabalığın yaklaştığını duydu. Bu yüzden korkarak eve çekildi. o arada onbir havarisi de evde uyuyordu. Allah kulunun başındaki tehlikeyi görünce, Cibril, Mihail, Refail ve Evril adlı elçilerine İsa’yı dünyadan almalarını emretti. Bu temiz Melekler gelerek, İsa’yı güney tarafta açık pencereden çıkarıp üçüncü göğe taşıdılar. Sürekli Allah’ı tesbih eden Meleklerin arasına bıraktılar. Yahuda öfkeyle İsa’nın göğe çıkarıldığı odaya girdi. Talebelerinin tümü uyuyordu. O esnada yüce Allah, harikulâde bir olay meydana getirdi. Yahuda’nın, konuşmasını ve yüzünü değiştirerek tamamen İsa’ya benzetti. Öyle ki bizler bile O’nun İsa olduğuna inanmaya başladık. Ancak O bizi uyandırdıktan sonra, Hocanın (İsa) nerede olduğunu araştırmaya başladı. Bunun üzerine şaşırdık ve `Hocamız sensin ey efendimiz, şimdi bizi unuttun mu?’ diye cevap verdik.”[40]

Tefhim.saf.6-da Barnabas incili hakkında geniş tafsilat var.

” Barnabas Incili’nin italyanca asil kopyasi Viyana’da Hofbibliotek’tedir.”

Yine de ilk olarak Hz.İsanın Allah olduğu iddiasında bulunan Barnabas la beraber çağdaş olan Pavlos dur.Ancak Barnabas-ı kandıramayınca ona muhalefet etmiştir.Barnabas da yahudi iken hristiyan olmuştur.

“Barnabas’ın yazdığı İncil, miladın 325. senesine kadar İskenderiye kiliselerinde okunuyordu. 383 senesinde Papa Damasus, bu İncil’den bir nüsha elde ederek hususi kütüphanesine koydu. 1585 senesine kadar burada kalan Barnabas İncilini Papa Beşinci Sextus (1595-1590), arkadaşı F. O. Marino’ya İbraniceden İtalyancaya tercüme ettirdi. Prusya kralının müşaviri J. F. Cramer, bunu bulup 1713’te Osmanlılarla yaptığı muharebeleri ile meşhur olan kitap meraklısı Prens Eugén’e hediye etti. Prens 1736’da öldükten sonra, kütüphanesi, Viyana (Hofbibliyothek) Kütüphanesine katıldı. Bu el yazma İncil hala, Viyana İmparatorluk Kütüphanesindedir. Aynı senelerde, Madrid’de, İtalyanca bir nüsha daha bulundu ise de, kilisenin baskısı ile yok edildi. Viyana’daki İncil, 1907’de Oxford’da, Ragg ve hanımı tarafından İngilizceye tercüme edildi. Bu tercümenin birçok nüshaları da, İngilizler tarafından yok edildi. Bu nüsha foto-ofset yolu ile 1973’te Pakistan’da basılmıştır. Barnabas İncili ile ilgili olrak Mısır’da da birkaç kitap neşredilmiştir.”

” Barnabas’ın bu İncil’i, târih boyunca çeşitli defâlar ortadan kaldırılmak ve bütün nüshaları kaybedilmek istenmiş olmasına rağmen, Papa Damasus, tesâdüfen eline geçen bir nüshasını Papalık Kütüphânesinde saklamıştır. Kitap 1590’da el yazısı ile İbrâniceden İtalyancaya çevrilmiştir. Bu nüsha elden ele dolaşarak 1713 yılında Prens Eugén’e ve ölümünden sonra Viyana Kraliyet kütüphânesine nakledilmiştir. 1907’de Bay ve Bayan Ragg tarafından İngilizceye tercüme edilerek Oxford’da basılmış, fakat esrârengiz bir tarzda ortadan kaybolmuştur. Ancak bir nüsha British Museum, bir nüsha da Amerikan Kongresi Kütüphânesinde bulunmaktadır. Bu Barnabas İncili, Pakistan Kur’ân Konseyi eliyle 1973’te tekrar basılmıştır. Viyana Kütüphanesindeki nüshayı, 70’li yıllarda, bir kaymakamla bir mülkiye müfettişi Türkçeye tercüme ettirerek basılmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığına takdim etmişlerdi. O zaman ben, Din İşleri Yüksek Kurulunda raportör idim ve rahmetli Prof.Dr.Orhan Karmış’la beraber inceleyip hakkında rapor yazmıştık. İnşaallah başka bir makalemizde de onu ele alırız.“[41]

Şu andaki temel kabul edilen inciller ise asliyetini yitirmiş durumdadır.

“Aslından uzak bulunan bu dört İncil şunlardır:

1. Matta İncili: Filistinli olan Mattâ, Îsâ aleyhisselâm göğe çıktıktan sekiz sene sonra, birinci İncil’i yazmıştır. Burada, Îsâ aleyhisselâmın, Filistin’de doğumunda görülen şaşılacak şeyleri ve Yahûdî kralı Herod’un, onu çocukken öldürmek isteyince, annesi Hazret-i Meryem’in oğlunu alıp, Mısır’a götürdüğünü anlatmaktadır. Hazret-i Meryem, oğlu göğe çıktıktan altı sene sonra vefât etti. Kabri Kudüs’tedir. Bugün mevcûd olan Mattâ İncili, İbrânice nüshanın tercümesidir. Bu tercümeyi yapanın kim olduğu da belli değildir.

2. Luka İncili: Antakyalı olan Luka, Îsâ aleyhisselâmı görmemiş, Îsâ aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra, münâfık olan Pavlos tarafından güyâ Hıristiyanlık dînine alınmış ve onun (bozuk) fikirleriyle aşılanarak, Allahü teâlânın kitâbını büsbütün değiştiren bir İncil yazmıştır. Luka, havârî değildi.

3. Markos İncili: Îsâ aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra Îsevî (Hıristiyan) olmuş, tercümanı olduğu Petros adındaki havâriden işittiklerini İncil adı altında yazmıştır. Markos’un havârîlerden olmadığında bütün târihçiler ittifak hâlindedir. Sâdece havârîlerden Petros’un tercümanıdır.

4. Yuhanna İncili: Îsâ aleyhisselâmın teyzesinin oğlu olup, Hazret-i Îsâ’yı birkaç kere görmüştür. Yuhanna’ya nisbet edilen dördüncü İncil’in ortaya çıkmasına kadar Îsâ aleyhisselâmın dîni, esâsen Mûsâ aleyhisselâmın dîninden ayrılmayıp, tevhid esâsına dayanıyordu. Bu kitap, Yuhanna’ya âit değildir, zaten ona ait olduğunu isbat edebilecek sağlam bir delil de yoktur. İkinci asırdan sonra aslı meçhul bir şahıs tarafından kaleme alınmıştır.

Bu dört İncil, aynı hususları başka başka anlatan ve insan eliyle yazılmış hikâyelerden ibâret olup, Allah kelâmı değildir ve devamlı olarak değiştirilmektedirler.”[42]

Hristiyanların inançlarının temeli ise;” Dördüncü asırda konsillerde şekillenmiş olan Katolik kilisesinin amentüsü şudur:

“1. Ben Tanrı’ya kudretli Baba’ya;

2. Ve O’nun biricik oğlu Rab İsa’ya;

3. Ve O’nun bâkire Meryem ve Kutsal Ruh’tan doğmuş olduğuna;

4. Pontus Pilatus zamanında çarmıha gerildiğine, öldüğüne, gömüldüğüne;

5. Üçüncü gün ölüler arasından dirildiğine;

6. Göklere yükseltildiğinde;

7. Baba Tanrı’nın sağına oturduğuna;

8. Oradan gelip ölüleri dirileri hesaba çekeceğine;

9. Ve Kutsal Ruh’a;

10. Mukaddes Kiliseye;

11. Günahların affedileceğine;

12. Ölülerin canlanacağına, sonsuz hayata… inanırım.”[43]

Kitabların özelliğini yitirmesi,yaşayışlarına da aksetmektedir.Mesela;

Yılbaşı,Hz.İsanın doğum günü değildir.Hatta kesin olmamasındandır ki;hristiyanlar dahi bu günü farklı farklı kutlamaktadırlar.Bu da 25 Aralık’tan 5 ve 6 Ocak tarihleri arasında cereyan edip,farklı kutlanmaktadır.Zaten 31 Aralık yılın genel değerlendirmesi olduğundan müslim gayrı müslüm farketmeksizin herkesin kendisine farklı maletmesidir.Özellikle bazı sektörlerin önemli gelir kaynağını oluşturmaktadır.Çerez sektörüve tüm eğlence satışlarındaki önemli artışlar bazılarının önemli gelir kaynağını oluşturmaktadır.Kimilerinin önemli rant kaynağını oluşturmaktadır.Büyük çaptaki bir fabrikadan daha fazla gelir getiren bir fabrika oluşturmaktadır.Hristiyanlık dünyası dahi çılgınca bu kutlamaları tasvib etmemektedirler.2002 yılının bitiminde hristiyanlık dünyasının papası II.Jaun Paul dahi bu çılgınlıklardan kaçınılmasını,fakirlere yardım edilmesini tavsiye etmiştir.Her dinde olduğu gibi hristiyanlıkta da zaman içerisinde adetler birer ibadet ve inanç halini almıştır.Yılbaşı eğlenceleri,çam süslemeleri,Noel baba aldatmacaları,milli piyango,hindi kesme,çerez yeme adeta birbirinden ayrılmaz faktörler haline gelmiştir.

“Ey İsa ben senin canını alacak ve katıma yükselteceğim.”[44]

“Ve `Biz Allah’ın resulü Meryemoğlu İsa-Mesihi öldürdük’ demelerinden ötürü. Oysa O’nu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler. Fakat kendilerine öyle göründü. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler bu konuda tam bir kuşku içindedirler, bu konudaki bilgileri sadece sanıya uymaktan ibarettir. Yoksa onu kesinlikle öldürmediler.

Tersine Allah, O’nu kendi katına çıkardı. Hiç şüphesiz Allah üstün iradeli ve hikmet sahibidir.

Kitap Ehli’nden hiç kimse yoktur ki, ölümünün eşiğinde İsa’ya iman etmemiş olsun. Fakat kıyamet günü İsa, onların aleyhinde şahitlik edecektir.”[45]

”Ne Mesih Allah’a kul olmaktan kaçınır ve nede Allah’a yakın melekler. Kim ona kul olmaktan kaçınır, büyüklük taslarsa, bilsîn ki, Allah hepsini huzurunda bir araya getirecektir.”[46]

”Tevhid inancı, Mesih İsa’dan sonra da öğrencileri ve tabileri arasında bir müddet yaşadı. Yazılan pek çok İncil’den biri olan Barnaba İncili, Hz. İsa’dan Allah’ın gönderdiği bir peygamber olarak söz ediyor. Sonra Hz. İsa’nın izleyicileri arasında fikir ayrılıkları meydana geldi. Kimi; “Mesih, diğer peygamberler gibi Allah’ın gönderdiği bir peygamberdir” dedi. Kimi “O evet peygamberdir. Fakat Allah ile özel bir bağı vardır” dedi. Kimi “O, Allah’ın oğludur. Çünkü babasız yaratılmıştır. Fakat buna rağmen Allah’ın yaratığıdır.” dedi. Kimi de: “O, Allah’ın oğludur. Yaratılmış değildir. Aksine babası gibi “kadim” sıfatını taşır.” dedi.

Bu ayrılıkları ortadan kaldırmak için M.S. 325 yılında İznik’de 48.000 patrik ve piskoposun katılımıyla “İznik Konsülü” toplandı. içlerinden hristiyan tarihçi İbn-i Patrik şöyle demiştir:

“Katılanların görüşleri ve mezhepleri farklı idi. Kimi, “İsa ve annesi Allah’ın dışında iki ilahtır.” diyordu. Bunlar “Raymatiler” diye isimlendirilen berberiler idi.

Kimi: “İsa, babasından ateşten ayrılan alev gibi ayrılmıştır, ikinci parçanın ayrılması ile birinci bölümde bir azalma olmaz” diyordu. Bunlar “Sabliyus” ve taraftarları idi. Kimi: “Hz. Meryem, Hz. İsa’yı dokuz ay taşımadı. O, karnından suyun borudan geçtiği gibi geçti. Çünkü o söz (kelime) kulağından girdi. Aynı anda çocuğun çıktığı yerden de çıktı” diyordu. Bu da, “İlyan” ve taraftarlarının görüşüdür. Kimi: “Hz. İsa özde bizden biri olmasına rağmen, ilahî bir özellikle yaratılmış bir insandır. Öncelikle Meryem’in oğludur. O’nu insanı özünün katıksız olması sebebiyle göndermiş, ilahî nimeti beraberinde kılmış ve O’nda sevgi ve iradeyi birleştirmiştir.

Bu yüzden “Allah’ın oğlu” denilmiştir. Kimi de: “Allah kadîm biricik cevher ve biricik unsurdur. Üç isimle isimlendirilir” derler ve ne “kelime”ye ne de “Ruhu’l Kudüs”e inanırlar. Bu, Antakya patriği “Paulus” ve taraftarlarının görüşüdür.

Kimi de: “Onlar üç ilahtır. Birisi iyilik, diğeri kötülük tanrısıdır. üçüncüsü ise, aralarında adaleti sağlar” demiştir. Bu, lânetli “markyun”un havarilerinin başı olduğunu öne sürdüler ve “Petrus”u inkar ettiler.

Kimi ise, Hz. İsa’nın ilah olduğunu söyledi. Bu da “Aziz Paulus” ve 318 delegenin görüşü idi.

Putperestlikten hristiyanlığa geçmiş ve hristiyanlık hakkında birşey bilmeyen Roma İmparatoru “Kostantin” bu son görüşü tercih etti ve bu görüş taraftarlarını muhaliflerine musallat etti.

Diğer mezheplerin taraftarlarını -özellikle de sadece Baba’nın ilah ve Mesih’in insan olduğu görüşünde olanları- ise kovdu.”[47]

“Müminler, müminleri bırakarak kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa artık Allah ile arasında hiçbir ilişki kalmaz. Yalnız kâfirlerin size yönelik tehlikelerinden korunabilirsiniz.”[48]

İşte böyle… Ne ilişkilerde ne de bağlılıkta, ne dinde ne de inançta, ne görevde ne de dostlukta onun Allah ile hiçbir ilgisi kalmamıştır. O, Allah’tan uzaktır artık. Her alanda Allah ile ilişkisini tamamen kesmiş olur.

Kişinin korku içinde bulunduğu yer ve zamanlarda Takiyye ile buna izin verilmiştir. Yalnız bu, dil ile gerçekleşen bir takiyyedir. Kalp ile beslenen bir dostluk, ya da fiilî olarak gerçekleşen bir dostluk değildir. İbn-i Abbas (Allah ondan razı olsun) diyor ki: “Takiyye, eylem ile olmaz. Takiyye, ancak dil ile olur.” Mümin ile kâfir arasında bir sevginin meydana gelmesi izin verilen takiyye kapsamına girmediği gibi, mü’minin takiyye adı altında pratik olarak herhangi bir şekilde kafire yardım etmesi de izin verilen takiyye kapsamına girmez. Allah’a karşı bu tür düzenbazlıklara başvurmak doğru değildir! Sözü edilen kâfir, Kur’an ifadesinin burada kapalı olarak geçtiği fakat başka bir surede açık olarak gösterdiği gibi, hayatın her alanında Allah’ın kitabının egemen olmasına taraftar olmayan kişidir.”

”Miladi 451 yılında Halkadonya’da (İznik) toplanan Konsül’de şu karar alınmıştı: “Mesih’in, birbirine karışmayan, değişmeyen, bölünmeyen ve ayrılmayan iki tabiata sahip olduğu kabul edilmelidir. Bu iki tabiatın birleşmesi nedeniyle onların ayrı ayrı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. İşin doğrusu, her iki tabiat kendi özelliklerini muhafaza ederek bir tek bedende birleşmiştir. İki parçanın tek bir cesette birleşmesi sonucunda Oğul Allah ve Ruh’ul Kuds meydana gelir.” Yakubiler (Bunlar, Yakub el-Baraziiye tabi olanlardır ki hıristiyanlıkta tek Allah nazariyesini savunurlar. (el-Raid S. 1634)) bu toplantıda alınan kararları reddettiler. Onlar Mesih’te yalnız bir tabiatın varlığını kabul ediyorlar ve: “Mesih, tüm unsurları kendisinde toplamıştır; hem İlahî hem de beşerî tüm niteliklere sahiptir. Fakat bu nitelikleri taşıyan madde ikilik kabul etmez, aksine unsurların toplandığı bir bütünlük arz eder” diyorlardı. Herakliyüs’ün Mesih’i “Üçten biri” olarak kabul ettiği mezhebi halka benimsetmeye çalıştığı bu dönemde, Ortodokslarla, özellikle Mısır, Şam ve Bizans İmparatorluğu sınırları dışında yaşayan Yakubiler arasında yaklaşık iki asır sürecek bir mücadele başladı. Jüstinyen’in benimsediği mezheb ise, bir yandan iki tabiatın varlığını kabul ederken diğer yandan da bu iki tabiatın Mesih’in bedeninde, tek bir varlığa dönüştüğünü ileri sürüyordu. Onlara göre Allah’ın oğlu olan Mesih ilahî ve beşerî kuvvetleri kendinde toplamış bulunan tek bir varlıktı. Bu ise, beden halinde somutlaşan bu şahsın içinde tek bir irade olduğu anlamına geliyordu. Fakat Herakliyüs de, barışın temellerini atmaya çalışan pek çok ıslahatçının akıbetine uğramaktan kurtulamadı. Çünkü iki mezhep arasındaki mücadeleyi bir an olsun durduramadığı gibi, bu savaşı daha da şiddetlendirmiş ve bizzat kendisi de üçüncü bir taraf olup diğer iki grubun öfkesini üzerine çekmiş ve Allahsız olarak damgalanmıştı.”[49]

Ehli kitab her türlü ayeti de görse,Muhammedi evladları gibi bildikleri halde yine kabul etmez,senin kıblene yönelmezler.[50]

Ve ‘Allah elçisi Meryem oğlu İsa’yı öldür dük’ demeleri yüzünden (onları lânetledik). Halbuki onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.

Bilâkis Allah onu (İsa’yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.

Ehl-i kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir. Kıyamet günün de de O, onlara şahit olacaktır. “[51]

“Muhakkak O,(İsa) kıyamet için bir bilgidir, asla ondan şüphe etmeyin ve bana tabi olunuz. Bu dosdoğru yoldur..”[52]

”Hafız İbn-i Asakir sahabilerden birinin rivayetinden (Allah onlardan razı olsun) Abdullah İbn-i Huzeyfe es Sehmi’nin biyografisinde diyor ki: Bizanslılar Abdullah’ı esir almışlardı, onu krallarına getirdiler. Kral ona dedi ki: “Hristiyan ol, seni mülküme ortak eder ve kızımla evlendiririm” Abdullah şu karşılığı verdi: “Eğer sen kendinin sahip olduğun her şeyi versen buna bir de tüm Araplar’ın sahip olduklarını ilave etsen ve Hz. Muhammed’in -salât ve selâm üzerine olsun- dininden bir saniyeliğine ayrılmamı istesen ben yine ayrılmam.” Kral: “O zaman seni öldüreceğim” deyince Abdullah: “Ne yaparsan yap, dedi.” Kral emretti. Abdullah’ı ellerinden ve kollarından bağladılar, okçularını çağırdı, yakından ellerine ve ayaklarına oklar sapladılar. O bu arada hala hristiyanlık dinini Abdullah’a aşılıyor, O’da hep reddediyordu. Sonra emretti O’nu indirdiler. Bir kazan getirilmesini istedi. Bir rivayete göre ise, bakırdan bir saç getirip kızdırdılar. Müslümanlardan bir esiri getirip içine attılar. Abdullah bu müslümana bakıyordu. Kısa bir süre sonra bu müslüman orada, kızgın kapta parlayan kemiklere dönüştü. Yine Abdullah’a hristiyan olması teklif edildi. O yine reddetti. Kral onun da kazana atılmasını emretti. Kaldırılıp atılacağı zaman, ağladı. Kral biraz umutlandı ve kendisini çağırdı, Abdullah niçin ağladığını şu şekilde izah etti:

“Ben Allah yolunda verecek tek bir canım olduğu için ve bu canım da Allah yolunda kısa zamanda bu kazana atılmakla elimden alınacağı için ağladım. İsterdim ki, vücudumdaki kılların sayısınca canım olsaydı ve her biri Allah yolunda işkence çekerek verilse idi.”

Bir rivayete göre ise, Kral Abdullah’ı hapse atmış, günlerce ona yiyecek ve içecek vermemiş, daha sonra da ona içki ve domuz eti göndermiş, fakat o bunlara yine de yaklaşmamıştı. Kral kendisini çağırtmış ve “Bunları yiyip içmene ne engel olmuştur” diye sormuştu. Abdullah: “Aslında şu anda bunları yemem bana helal kılınmıştır. Fakat ben seni kendime güldürmem” dedi. Bunun üzerine kral kalktı. Alnından öptü ve onu serbest bıraktı. Abdullah bu serbest bırakmayı “Eğer tüm müslümanları benimle birlikte serbest bırakırsan kabul ederim” dedi. Kral bu teklifini de alnından öperek kabul etti ve onunla beraber olan tüm müslümanları serbest bıraktı. Geri döndüğünde Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) “Her müslümanın Abdullah İbn-i Huzeyfe’nin alnından öpmesi gerekir” dedi ve kalktı Abdullah’ı alnından öptü.”[53]

Tevrat’ta yahudiler hakkında “Yeryüzünde iki kez kargaşa çıkaracaksınız ve bu arada parlak bir yükseliş dönemi yaşayacaksınız” diye hüküm verdik.

Birinci kargaşaya ilişkin ilahi cezanın vadesi gelince üzerinize son derece atılgan ve acımasız kullarımızı saldık. Bunlar evlerinizin köşe bucaklarını arayarak sizi yakalamaya giriştiler. Bu, Allah’ın yerine gelmesi kaçınılmaz bir sözü idi.

Sonra eski iktidarınızı size geri vererek bu düşmanlarınıza karşı üstün konuma gelmenizi sağladık. Sizi mal ve evlâd artışı ile destekledik ve sizi güçlü orduya sahip kıldık.

Eğer, iyilik ederseniz, kendiniz için iyilik edersiniz, eğer kötülük ederseniz, o da kendiniz içindir. Çıkaracağınız ikinci kargaşaya ilişkin cezanın vadesi gelince üzerinize salacağımız başka saldırganlar acınızın yüzlerinize yansımasına yol açarlar. İlk seferinde gelenlerin yaptıkları gibi Mescid-ı Aksa’ya girerler ve yükselttiğiniz her şeyi yerle bir ederler.

Bundan sonra rabbiniz size merhametli davranır. Fakat eğer kargaşaya dönerseniz, biz de sizi tekrar cezalandırırız. Biz cehennemi kâfirler için içinden çıkılmaz bir kale yaptık.”[54] Birincisi Hitler,ikincisini de beklesinler.

Yahudiler –Beyinsizler-diye isimlendirilirler.[55]

“Yahudilerin ve Hıristiyanların zalim olanları dışında kalanları ile tartışırken olabildiğince gönül alıcı ve etkili bir dil kullanınız. Onlara deyiniz ki, “Bizler hem bize ve hem de size indirilen kitaplara inanıyoruz. Bizim de sizin de ilahınız birdir, biz O tek ilaha teslim olmuşuz. “[56]

”Moffat, Kitab-ı Mukaddes tercümesine yazdığı önsözde şöyle diyor: “İsa (a.s.) hiçbir şey yazmadı ve bir müddet için havarileri de O’nunla ilgili hiçbir kayıt tutma ihtiyacı duymadılar. O halde tarihte İsa ile ilgili bize ulaşan bilgiler Filistinli ilk havarilerin sözlerine ve derlemelerine dayanıyor. Bunların ne zaman yazıya geçirildiğini söyleyemeyiz. Fakat en azından onlardan bir tanesi her halde yaklaşık M.S. 50 yıllarında yazılı halde mevcut idi.”[57]

”Başka bir yerde de tefecilikle (faiz) ilgili kanun şu şekilde ifade edilmiştir: “Bir yabancıya faizle borç verebilirsiniz, fakat kardeşinize faizle borç vermemelisiniz.” [58]”

Eğer bir adam İsrailoğulları’ndan birinin bir şeyini çalsa, onunla ticaret yapsa veya onu satsa, bu kişi öldürülür.”[59]

Talmud’da denilmektedir ki: “Şayet bir İsrailli’nin boğasını İsrailli olmayan bir kimsenin boğası yaralarsa, İsrailli’ye tazminat vermek zorundadır. Eğer İsrailli’nin boğası İsrailli olmayanın boğasını yaralarsa, İsrailli tazminat vermek zorunda değildir. Bir kimse kaybolmuş bir şey bulursa ve bulduğu şey İsraillilerin yerleşim bölgesindeyse, bulduğu şeyi sahibine vermek için ilân etsin. Şayet, İsrailli olmayanların bölgesinde bulunmuşsa, ilân etmeye gerek yoktur. İsmail’in Rabbi diyor ki: Eğer bir ümmi ile bir İsrailli arasında anlaşmazlık çıkmışsa, mahkemedeki hâkim, kardeşinin lehine bitmesi için uğraşsın. Mümkün değilse ümmilerin kanunlarına göre, kardeşinin lehine bir sonuç almaya çalışsın. Ve “Bu sizin kanununuza göredir” desin. Her iki kanundan da yararlanamıyorsa, hangi yolla olursa olsun, İsrailli kardeşini kazandırsın. İsmail’in Rabbi, “İsrailli olmayanların zaaflarından yararlanın” diyor.” [60]

” İşte Kitab-ı Mukaddes’te faizi yasaklayan apaçık bir madde; “Kullarımdan fakir olanlardan birine borç para verdiğinizde ona tefeci gibi davranmayın ve onun üstüne faiz yüklemeyin.”

“Eğer komşunuzun elbisesini ödünç almışsanız, onu güneş battığında geri teslim etmelisiniz;Çünkü o onun tek elbisedir, onun derisini kapatan giysidir. Vermezseniz ne ile uyuyacak? O bana dua edip ağladığında Ben onu duyarım, çünkü Ben affediciyim”[61]

Bunun yanısıra faiz, Tevrat’ın birçok yerinde de yasaklanmıştır. Fakat bu yasaklamalara rağmen, Tevrat’a inandıklarını söyleyen Yahudiler, dünyanın en büyük faizcileridir, cimrilikleri ve vicdansızlıkları ile ün salmışlardır.”[62]

“Dinle, ey İsrail! Tanrımız olan Rab, bir olan Rabdir. Tanrın olan Rabbi bütün yüreğinle ve bütün canınla ve bütün kuvvetinle seveceksin.” [63]

“Dinle, ey İsrail, Allah’ımız Rab, bir olan Rab’dır ve Allah’ın olan Rabbi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün kuvvetinle seveceksin. Ve bugün sana emretmekte olduğum bu sözler senin yüreğinde olacaklar. Ve onları oğullarının zihnine iyice koyacaksın ve evinde oturduğun ve yolda yürüdüğün ve yerde yattığın ve kalktığın zaman bunlar hakkında konuşacaksın.”[64]

“Ve şimdi, ey İsrail, Allah’ın olan Rabden korkmaktan, onun bütün yollarında yürümekten ve onu sevmekten ve bütün yüreğinle ve bütün canınla Allah’ın Rabbe hizmet etmekten, bugün iyiliğin için sana emretmekte olduğum Rabbin emirlerini ve kanunlarını tutmaktan başka Allah’ın Rab senden ne istiyor? İşte, gökler, göklerin gökleri, yer ve onda olan her şey Allah’ın olan Rabbındır”. [65]

“Cumartesi, ancak onda ihtilafa düşenlere (farz) kılındı. Şüphesiz senin Rabbin,onların ihtilaf ettikleri şeyler hakkında kıyamet günü aralarında hükmedecektir.”[66]

“Sebt (cumartesi günü) ile ilgili kısıtlamaların sadece Yahudilerle ilgili olduğu Hz. İbrahim’in (a.s) dini ile hiç bir ilgisi olmadığını söylemeye gerek yoktu, çünkü onlar da bunu biliyorlardı. Bu kısıtlamalar, Yahudiler sürekli kanunlara ve emirlere karşı geldiği için konmuştur. Bunun tam anlamıyla kavranabilmesi için Kitab-ı Mukaddes’teki Sebt günü ile ilgili emirlere bakılmasında fayda vardır.[67]

Tevratta suret yasağı:” “Kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın” [68]

“Kendinize putlar yapmayacaksınız ve kendiniz için oyma put ve dikili taş dikmeyeceksiniz ve önünde secde etmek için memleketinizde resimli taş kurmayacaksınız.”[69]

“Fesada sapmayasınız, kendiniz için erkek yahut kadın suretinde, yerde olan bir hayvan suretinde, göklerde uçan kanatlı bir kuş suretinde, toprakta sürünen bir şey suretinde, yer altındaki suda olan bir balık suretinde, herhangi bir şeklin suretinde oyma put yapmayacaksınız.”[70]

“Bir sanatkarın el işi, Rabbe mekruh oyma yahut dökme put yapan ve onu gizlice diken adam lanetli olsun.” [71]

”Kur’an-ı Kerim’de Ehl-i Kitab’ın şirki pek çok yerde zikredilmiştir. Mesela hristiyanlar hakkında şöyle buyurulmuştur: “Allah üçün üçüncüsüdür diyenler elbette kafir olmuşlardır.”[72]

“Allah Meryem oğlu Mesih”tir diyenler küfre gitmişlerdir.” ([73]

“Hristiyanlar da Mesih Allah’ın oğlu dediler.”[74]

Yahudiler hakkında da şöyle buyurulmuştur: “Yahudiler, Uzeyr Allah’ın oğlu dediler.”[75]

Ancak buna rağmen bunlar hakkında Kur’an’ın hiçbir yerinde “Müşrik” kelimesi kullanılmamıştır. Onlar “Ehl-i Kitap” olarak zikredilmiş ya da “Kitap verilenler” denmiştir. Bazen de “Yahudi” ve “Nasara” şeklinde ifade edilmişlerdir. Çünkü onların asıl dini Tevhid diniydi. Ama aynı zamanda şirke düşmüşlerdir.”[76]

Hadisde ise;

İbn-i Mes’ud, Resulullah’ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: “İsrailoğulları günaha dalınca alimleri onları nehyettiler; fakat, onlar dinlemediler. Alimler de onlarla düşüp kalktılar ve yiyip içtiler. Allah da bazısının kalbini bazısına çarptı. Davut’un, Süleyman’ın ve Meryem oğlu İsa’nın dilinden onlara lanet etti. -Sonra Resulullah oturup şöyle dedi-: `Hayır. Nefsim elinde olana yemin ederim ki; siz onları hakka döndürünceye kadar uğraşırsınız’ Yani şefkat gösteri çevirirsiniz.” (Ebu Davud ve Tirmizi)

Dünyanın tüm bu değişimi içerisinde bizim kendimizle ve değerlerimizle uğraşmamız ise tam çıkmaz ve kör döğüşüdür.

Müslümanların inançlarının bir gereği olan örtüleriyle uğraşmak ise tam bir orta çağ zihniyeti,kanunsuz devletlerin vahşetidir.

Mahkemelerin,devletlerin kadınlara başını öreteceksin,demeleri ne kadar suçsa,açacaksın-demeleri de o kadar suçtur.Kapattırma veya o yönde yorum ve uygulamada bulunma demokrasi ve hukuka ne kadar aykırı ise,açtırması da en az o kadar demokrasi ve hukuka aykırıdır.Devlet taraf olmamalıdır.Laiklik ve uygulamalarını her iki taraf için sürdürmelidir.Örtünmeye taraf değilse, en az o kadar da açılmaya taraf olmamalıdır.Bilmelidirki;açılan ne kadar hakka sahibse,kapanan da en az o kadar hakka sahibtir.Devlet vatandaşını suçlu,potansiyel suçlu,suç işleyebilir,gözüyle görmemelidir.Suç fiili olarak gerçekleşmedikçe,her insan masumdur,suçsuzdur. Devlet kimden yanadır.Bunu bilmeli,pozisyonunu belirlemelidir.Rusya kendi halkını suçlu görüp,her bir vatandaşın arkasına bir KGB ajanını gözcü bırakmakla despot bir uygulamaya girmiş ve yıkılmaya mahkum olmuşdu.Zira fıtrat fıtri olmayan şeyi reddeder,atar.Mide kendisine uygun olmayan bir şeyi kusarak,dışarı fırlatır.Devletler vatandaşlarının rahat yaşamaları için vardır.Onların hak ve hürriyetlerini kısıtlamak,ancak devlet olmayan ilkel toplumlar için söz konusudur.Devletler ve kanunlar başkalarına zarar vermedikçe talebleri yerine getirmekle yükümlüdür.Eğer demokrasi halkın idaresi ise,halka göre hakka göre yönetim esastır.Herkes tornadan çıkmış gibi bir düşünce ile,kendisine benzemesini istemek kısırlıktır,genişlik ve zenginlik değildir.Devlet herkesin kendisi gibi düşünmesini isteyemez.Öyle olmasına çalışamaz.

Şüphelenmek,suçlu olmayı gerektirmez.Şüphe hakikatları eşelemek için insana verilmiştir,altına işemek için değildir.Kanunları deşmek,yanlışların peşine düşmek,doğruları söküp,yanlışları dikmek için değildir.

Eğer ben bir hristiyan olsaydım,iki yüz yıllık HAÇLI ayıbını örtmenin yollarını arar,bu büyük ayıbı kapatmayı düşünürdüm.Ancak Türkiyedeki baş örtüsü ayıbı Haçlı zihniyetini şimdilerde olduğu gibi,gelecektede örtecek bir ayıb ve lekedir. Her şeyden önce acziyetin ve basiret ve başarıdan uzaklığın bir ifadesidir. İnsanları bununla meşgul edip,başarısızlığın üzerini örtmekten ibarettir.

Tarih bu ayıbı alkışlamıyacak,lanetliyecek,utanacaktır.

Herkes giderken aya,bizimkiler sanki taş ve kaya.

İşte bu kara lekenin örneği;

“TBMM`DE TÜRBAN KRİZİ…
MECLİS TUTANAKLARINDAN OLAYLI OTURUM…

2 Mayıs 1999

FP İstanbul Milletvekili Merve Kavakçı, türbanlı olarak, DYP Hakkari Milletvekili Hakkı Töre`nin andiçtiği sırada, (saat 15.20) TBMM Genel Kurulu`na geldi.
Kavakçı`nın Genel Kurul`a gelişi ve protestolar, Meclis tutanaklarına şöyle yansıdı:
…….
(FP İstanbul Milletvekili Merve Safa Kavakçı`nın türbanlı olarak Genel Kurul Salonu`na girmesi üzerine DSP ve Bakanlar Kurulu sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, DSP sıralarından gürültüler, FP sıralarından alkışlar)

Milli Savunma Bakanı Hikmet Sami Türk: Sayın Başkan, bu üyenin bu kıyafetle Meclis`te bulunması içtüzüğe aykırıdır. Derhal Meclis`ten çıkartılması gerekir, aksi takdirde tutumunuz hakkında söz istiyorum. (DSP sıralarından `çık dışarı` sesleri, gürültüler)

Başkan: Efendim, şimdi burada içtüzük var, İçtüzüğe bakalım. İçtüzüğün gereği ne ise onu yapalım. (DSP ve FP sıralarından karşılıklı laf atmalar ve gürültüler)
Halil Çalık (Kocaeli): Çık dışarı…
Başbakan Bülent Ecevit (istanbul): Sayın Başkan söz istiyorum
Milli Savunma Bakanı Hikmet Sami Türk (Trabzon): Söz istiyorum
Sayın Başkan..
Başkan: Ne hakkında söz istiyorsunuz?
Milli Savunma Bakanı Hikmet Sami Türk (Trabzon): Tutumunuz hakkında söz istiyorum. Böyle, bu Meclis`te bulunması içtüzüğe ve Meclis teamüllerine aykırıdır, kendisini salondan çıkarmanız gerekir, aksi takdirde sizin uygulamanız hakkında söz istiyorum.
Başkan: Benim burada görevim, içtüzüğün esasıdır. İçtüzüğün 56. maddesi, bunun ancak… (DSP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)
Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu (Sinop): Birisi sarıkla gelirse , bırakacak mısınız? İçtüzükte yazılıdır…
Milli Savunma Bakanı Hikmet Sami Türk: İçtüzük neyin giyileceğini
gösteriyor, neyin giyilmeyeceğini göstermiyor.
Başkan: İçtüzük… İçtüzük… (DSP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)
Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu (Sinop): Mayoyla gelebilir mi mayoyla?
Başkan: Bana bağırma. Bak ben bağırtıya gelemem, anladın mı?

Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu (Sinop): Sayın Başkanım…
Başkan: Müsaade ederseniz… Hukuku neyse onu teklif ederim. (DSP
sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)
Milli Savunma Sakanı Hikmet Sami Türk: Ya bu üyeyi dışarı çıkarınız ya da sizin tutumunuz hakkında söz istiyorum. Usul hakkında…
Başkan: Elbette ki, usul hakkında olacak. Yani usulsüz mü oluyor… (DSP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)
Başbakan Bülent Ecevit: Bir dakika müsaade edin… Burada bir hükümet başkanı olarak önemli bir konuda söz istiyorum. Lütfen bunu dikkate alınız.
Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu: Söz istiyor, söz… Hükümet başkanı olarak söz istiyor…
Başkan: Peki, hükümet başkanına söz vereyim.
Başbakan Bülent Ecevit: Sayın Başkan, değerli milletvekilleri. Türkiye`de hanımların giyim kuşamına… (FP sıralarından gürültüler) Türkiye`de hanımların giyim kuşamına, başörtüsüne özel yaşamlarında hiç kimse karışmıyor. Ancak, burası hiç kimsenin özel yaşam mekanı değildir. Burası, devletin en yüce kurumudur. (DSP sıralarından `Bravo` sesleri, alkışlar, FP sıralarından gürültüler) Burada görev yapanlar, devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar.
Burası, devlete meydan okunacak yer değildir. (DSP sıralarından `Bravo` sesleri, alkışlar, FP sıralarından gürültüler) Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz. (DSP sıralarından alkışlar, FP sıralarından gürültüler)

Kamer Genç (Tunceli): Sayın Başkan şu kadını çıkarın buradan. Lütfen başörtüsünü çıkarsın. Bu, laik cumhuriyete başkaldırmadır. (DSP sıralarından alkışlar) Lütfen başının örtüsünü çıkarsın. (DSP sıralarından `Teamülü var bu Meclis`in` sesleri) Bu, cumhuriyete başkaldırmadır. Bu laik cumhuriyete başkaldırmadır.
Başkan: Laik cumhuriyet ile ne alakası var birader yani şunun…
Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu: Teamüle aykırı… Teamüle aykırı…
Başkan: Neyi teamüle aykırı?
Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu: Sayın Başkan, teamüllere aykırı bu durum. Bugüne kadar bu kıyafetle hiçkimse girebildi mi? Derhal dışarı çıkarın.
Milli Savunma Bakanı Hikmet Sami Türk: Kaç yıldır parlamentersiniz, böyle birşey gördünüz mü?
Başkan: Ee, bugüne kadar gelmedi, bugünden sonra da… (DSP sıralarından ayakta alkışlar)
Kamer Genç (Tunceli): Sayın Başkan, lütfen ara ver ve bu kadını dışarıya at. Böyle olmaz efendim. (DSP sıralarından ayakta tempo halinde alkışlar ve (Dışarı, Dışarı sesleri)
Başkan: 15 dakika ara veriyorum. (kapanma saati 18.40) “[77]

“İsrail’de Musevi Şeriatı işliyor!

Türkiye’de başörtülü milletvekilleri Meclis’ten dışarı çıkarılırken, İsrail Meclisi’nin açılışına hamambaşılar katılarak dua ediyor. İsrail’in 16. Meclisi’nin resmi açılış törenine katılan milletvekilleri, kippa giyen hahambaşıların gözetiminde Tevrat üzerine yemin ederek görevlerine başladı.
İsrail’de; öğrenciler derslere kippa ile giriyor ve kutsal sayıldığı gerekçesiyle cumartesi günü resmi tatil sayılıyor. İsrail Başbakanı Ariel Şaron ve bakanlar kurulu üyeleri ile milletvekilleri de kippa ile Meclis’te dolaşıyor ve açıklamada bulunuyor. Muhafazakâr Museviler ise, eşlerinin fotoğraflarının çekilmesine dahi izin vermiyor. Halkın büyük çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’de ise halkın oyları ile seçilen milletvekillerinin Meclis’e girişi yasak… TBMM’nin 21. döneminde Başbakan Bülent Ecevit, FP İstanbul eski Milletvekili Merve Kavakçı’nın Meclis açılışına başörtüsü ile katılmasını; “Burası devlete meydan okunacak yer değildir” sözleri ile eleştirmiş, DSP’liler de kürsü etrafında toplanarak alkışla “dışarı” diye tempo tutmuştu. “ [78]

“Sistemler de yoruluyor. Sistem içi kusurlar yoğunlaşınca, sistemin çarkları birbirini besleyemez hale geliyor ve yorgunluk başlıyor, sistem yorulunca da, toplumu taşıyamaz hale geliyor. Çarklar dönmüyor, hayatın her alanında problemler ortaya çıkıyor.

Böyle bir olayı Rusya yakın zamanda yaşadı. Bir devlet adamı, Gorbaçov, sistem yorgunluğunun farkına vardı, çıktı, “Kral çıplak, dedi. Sosyalizm tıkandı. Sovyetler’de çarklar dönmüyor. Yeniden yapılanma (Rusça perestroyka) lâzım.” [79]

Kişilerin kendi hizmetleri çerçevesinde yaptıkları müsbet hareket genel çarkı otomatikman çevirmektedir.Menfilikler o çarkın dönmesinde ortaya çıkan maniler ve bozukluklardır.Menfilikler müsbet manada hiçbir şey yapılmasa dahi,belli bir zaman diliminde miadını doldurup otomatikman vücut onu dışarı atacaktır.Menfilikler zulüm nevinden olduğu için devam etmezler.Nefesi ve kendisi yaptıklarıyla beraber tükenirler.

Bu dünya yüzünde nice menfilikler kendi aleyhlerinde,müsbet insanların lehine olarak defterlerini dürerek,müsbet bir çok defterleri açarak cehennem olup gittiler.

Otomatik çark kötü niyetli,hain insanların içerisinde bir çok dahileri çıkardı tıpkı düşman tarafın kahramanların çıkmasına sebeb oluşu gibi,istidat ve kabiliyetler neşvü nema buldular.Gerek Türkiye de gerekse de dünyadaki menfilikler kendi tükenen sermayeleriyle birlikte,yeni bir çok sermayelerin doğmasına adım olacaktır.Daha samimi bağlılıkların doğmasına sebeb olacaktır.

“ADNAN Menderes’in eşi Berrin hanımın, meşhur Dr. Nazım beyin yeğeni olduğunu biliyoruz. Dr.Nazım, ünlü ve ileri gelen Sabataycılardandır, İttihadçıdır ve İzmir suikasti hadisesinde idam edilmiştir.

… Adnan Menderes aile içi bir izdivaç yapmıştır; Evliyazadeler ailesindendir; hanımı da aynı aileye mensuptur.

…. Son yıllarda Kemal Derviş, İsmail Cem, Rahşan Ecevit,Mehmet Ali Bayar arasındaki çekişmeleri, zıtlaşmaları, entrikaları anlamak için çok şey bilmek gerekiyor.

Mason locaları içinde bütün üyeleri Sabataycı olan localar vardır.

… …. Son on yıldan beri ülkemizde çok vahim, çok garip hadiseler oluyor. GAP bölgesinde seksen küsur yabancı büyük şirket faaliyette bulunuyormuş.Bunların yetmiş küsuru Yahudi-İsrail kuruluşlarıymış ve hassaten Kürt Yahudilerini çalıştırıyorlarmış.”[80]

5-3-2003

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Milli Gazete.24-3-2002.

[2] Yeni Şafak. 24-2-2003.Yusuf Kaplan.

[3] Hedef Türkiye.O.Sinanoğlu.169.

[4] Age.198.

[5] Bak.age.253-254.

[6] Age.Hedef Türkiye.o.s.249-253.261-262.

[7] Borç Kapanı İMF.Ufuk Şanlı,Milli Gazete.2-9-2002.

[8] Milli gazete.2-1-2003,Yeni Asya.2-1-2003.

[9] Yeni Şafak.9-1-2003.

[10] Yeni Asya.14-2-2003.

[11] Bak.Zaman gazt.8-1-2003.

[12] Yeni Asya.2-1-2003.Mustafa Özcan.

[13] Yeni Asya.3-1-2003-01-03.

[14] Sabah, 27 Mayıs 1994,Yeni Şafak.F.Koru.16-10-2002.

[15] Hedef Türkiye.O.Sinanoğlu.

[16] Sabah.21-2-2003.

[17] zaman.21-2-2003, sabah.21-2-2003.

[18] Milliyet.23-2-2003.

[19] Âl-i İmran.75.

[20] Âl-i İmran.100.

[21] Tevbe.30.

[22] Al-i İmran.103,Bak.199.

[23] Âl-i İmran,114-116,bak.119.

[24] Âl-i İmran.110.

[25] Âl-i İmran.120.

[26] Tevbe Suresi, 31.

[27] Maide.51.

[28] Bakara Suresi, 120.

[29] Maide.59.

[30] Maide.70.

[31] Maide.71.

[32] Maide.82,Kasas.52-54.,Bakara.121.

[33] En’am.146.

[34] Beyyine Suresi, 1.

[35] Beyyine Suresi, 6.

[36] Maide Suresi, 73.

[37] Maide Suresi, 17.

[38] Maide suresi, 78.

[39] Maide.17-18,ve.72-77.

[40] Fizilal-il Kur’an.Seyyid Kutub.Nisa.153-161.ayet.

[41] Yakup Yılmaz.

[42] Prof.Ramazan Ayvallı.

[43] Bak.Milli Gazete.M.Şevket Eygi.20-01-2003.

[44] Al-i İmran Suresi, 55.

[45] Nisa.157-159.

[46] Nisa.172.

[47] Fizilal.age,Maide.15.ayet.

[48] Âl-i İmran.28.Fizilal.age.

[49] Fizilal.age,Âl-i mran.2-6.ayetler.

[50] Bakara.145-146.

[51] Nisa 157-159.

[52] Zuhruf 61.

[53] Fizilal.age,Nahl.106.

[54] İsra.4-8.

[55] Bakara.142.

[56] Ankebut.46.

[57] Âl-i imran.2,Tefhim-ul Kur’an.Mevdudi.

[58] Tesniye, 23;20.

[59] Tesniye, 24:7.

[60] Talmudic Mıscelleny. Paul İsaac Hershum. 1880, London. Sh. 37, 210-221,.Âl-i İmran.75,Tefhim.age.Nisa.161.

[61] Çıkış, 11, 15-27.

[62] Tefhim.agâ.

[63] Tesniye, 6: 4-5.

[64] Tesniye, 6:4-7.

[65] Tesniye 10:12-14.28:1-13,15-65.

[66] Nahl.124.

[67] Örneğin Çıkış 20:8-11, 23:12-13, 31: 1-17, 35: 23 ve Sayılar 15: 32-36. Bunun yanı sıra Sebt gününü tecavüz ile ilgili bölümlere bakmakta da yarar vardır. Bkz. Yeremya: 17: 21-27 ve Hezkiel 20: 12-24.”tefhim.age

[68] Çıkış, 20:4.

[69] Levililer. 26:1.

[70] Tesniye, 4:16-18.

[71] Tesniye, 27:15.

[72] Maide 73.

[73] Maide 17.

[74] Tevbe 30.

[75] Tevbe 30.

[76] Beyine.1.tefhim.age

[77] Bu metin Anadolu Ajansı tarafından 2 Mayıs 1999 tarihinde yayınlanmıştır.
TBMM Tutanakları için TBMM İnternet sitesinin adresi:
www.tbmm.gov.tr”(Belgenet.com.25-8-2002)

[78] Akit Gazt..25-2-2003.

[79] Yeni şafak.a.taşgetiren.25-10-2002.

[80] Milli Gaz.M.Ş. Eygi.25-2-2003.




EĞİTİMDE ÖĞRENCİLERİN BEKLENTİLERİ

EĞİTİMDE ÖĞRENCİLERİN BEKLENTİLERİ

Öğretmenler haklı olarak öğrencilerden bir çok şey istemektedirler ve beklemektedirler.Genel olarak öğretmenlerin istedikleri bilinmektedir. Bunlar; Çalışmak,Ciddiyet ve Terbiyedir.

Öğrenciler ise ne olmak istemektedirler ve kendilerine ne gibi bir muamele yapılmasını istemektedirler.Bunlar ise;

-Meslek sahibi olmak.

-Huzurlu ve mutlu bir hayat elde etmek.

-Ahlaklı olmak.

-Avukat olmak.

-Hayatın zorluklarını öğrenmek.

-İyi ile kötüyü birbirinden ayırmayı bilmek.

-İnsanlara bir şeyler verebilmek.

-Problemler karşısında direnebilmek.

-Hareket tarzını düzeltmek.

-Kaybetmeyi değil,kazanmayı öğrenmek.

-İyi niyetli olmak.

-Edebi ve edebiyatı öğrenmek.

-Bir gaye sahibi olmak.

-Belli bir tempoyu yakalayabilmek.

-Sorumluluk kazanmak.

-Hastahane yapıp,hastalara yardımcı olabilmek.

-Geleceğe hazırlamak ve hazırlanmak.

-Verilen dersler anlamlı olmalı,anlamlar çıkaracak seviyede olmalı.

-Her insanın ilk problemi ailede başlayıp,o problemleri çözebilmeli.

-Daha iyi bir yaşam için kaliteli ve çok eğitim verilmeli.

-Düşüncesiz ve hava-i yetişmemek.

-Problemleri çözebilecek yöntemler kazandırılmalı.

-Hayata bağlılık kazanılmalı,hayattan kopmamalı.

-İlim ve bilgi sahibi olmalı.

-Öğrenciye ilgi göstermeli.

-Problemlerin çözümünü okumada aramalı.

-Problemleri çözebilecek mevkiye yükselmeli.

-Okullar insanları tanıma yerleri olup,onları daha iyi tanımaya çalışmalı.

-Genişlik kazandırılmalı.

-İsyandan uzak,inançlı nesiller yetiştirilmeli.

-İnsanları kaybetmeye değil,kazanmaya çalışmalı.

-İnsanlar kendilerini tanımalı,hatalarını bilmeli.

-Öğrenciye verilecek ve yönlendirilecekler,orta okul döneminde yapılmalı.

-İnsanlar hayat okulunda sürekli yenilenmelidirler.

-Öğretmenler sürekli okuyup,yeni bilgilerle yenilenmeliler.

-Başkalarına bırakmadan kendimiz kendimizi ve problemlerimizi çözmeliyiz.

-Doğu eğitimine,batı eğitiminin kalite ve tekniği getirilmeli.

-Önemli bir boşluğu dolduran İmam-Hatipler orta kısmıyla beraber devam ettirilmeli.

-Siyasetçi olmayı,problemleri çözmek amaçlı olmalı.

-Teknik alanda incelemeler yapılmalı.

-Mafya babaları durdurulmalı.

-Terör yerine,sulh ortamı oluşturulmalı.

-En çok etkilenen yerler olan liseler boşluktan kurtarılmalı.

-Yeterli eğitim verilmemektedir.

-Hava-i ve boş insanlar yetiştirilmektedir.

-Öğretmenler sevgili,öğrenciler saygılı olmalı.

-Öğretmenden uzaklaştıracak aradaki mesafe kaldırılmalı.

-Notlar tehdit aleti olmamalı.

-Aspirin gibi her derde deva öğrenci değilde,bir derde deva olacak öğrenci yetiştirilmeli.

-İlgi-Bilgi-Sevgi temel olmalı.

-En büyük yatırımın insana yapılan yatırım olduğu bilinmeli ve uygulanmalı.

06-05-2003 / Mehmet ÖZÇELİK




ZULÜM VE ADALET

ZULÜM VE ADALET

İlk insanın yaratılmasının söz konusu olmasından itibaren,insanın yaratılmasına melekler şüpheyle bakmış ve bir derece taraftar olmamıştır.Ve:”O vakti hatırla ki,Rabbin meleklere:”Yeryüzünde bir halife yaratacağım.”demişti de,melekler:”Biz seni hamd ile tesbih ve takdis ederken,orada fesad çıkaracak,kanlar dökecek kimseler mi yaratacaksın?”demişlerdi.Allah:”Ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim.”buyurdu.”[1]

Melekler bütün bütün hakszı değillerdi,her ne kadar Cenâb-ı Hakkın bildiklerini,o esrarı bilmeseler de!

Allah’ın bildiği ve de bildirdiği hakikat,hakikattır.Başta hakikat-ı Muhammediyedir.Marife-i ilâhiyedir.Hikmet-i Rabbaniyedir.

Gerek önceki yaratılan cinlerin bir kısmının anarşi çıkarmalarına istinaden olsun ki,onlarda akıl duygusu gelişmiş,âdeta tek motorlu varlıklar idi.Tek motorlu varlıklar böyle fesad çıkarırlarsa,ya üç motorlu varlık olan insan kimbilir nasıl kan döker?

Cinlerde akıl duygusu gelişmiş iken,insanlarda buna ek olarak, gadab ve istek duygusu da sınırsız olarak gelişmiş,âdeta üç motorlu varlık durumunda idi…

Dünyaya gelişle beraber ilk kanda dökülmüş,şehvet ve istek duygusunun neticesi olarak Kabil kardeşi Habil’i öldürmüştü.Toprak ilk kan dökümüyle kirlenmeye başlamıştı.

Hâşa,Allah zulmedici değildir.Allah adalet sahibidir.Dünyada adaletle muamele ettiği gibi,daha geniş tarzda ahirette bu ilahi adalet tecelli ve tahakkuk edecektir.

Kur’an bu adaleti emrettiği gibi,[2]peygamberimizde:”Eğer suç işleyen kızım Fatıma da olsa,onu cezalandırırım.”buyurmaktadır.

Hz.Ömer,islamın adaletinin kendisinde tecelli ettiği kimse olarak nam salmıştır.

Fitnenin kapısı Hz.ömerin öldürülmesiyle kırılmış ve açılmıştır.

Hz.Ali bir yahudiyle İslam mahkemesinde sorgulanmıştır.

Fatih Sultan Mehmet,aleyhine tecelli edeceğini bildiği halde,kolunu kestirdiği rum mimarıyla muhakeme olmuş,aynı el kesme cezasına çarptırılmıştır.Yine o mimarın davasından vaz geçmek istemesine rağmen mahkeme vaz geçmemiş,para cezasına çevrilerek,her gün 10 altın daha sonra Fatih’in kendi isteğiyle yirmi altın cebinden ödemesi suretiyle sulh olunmuştur.

Allah’ın bir ismi de hak’tır.Yani her hak sahibine hakkını bi hakkın eksiksiz olarak vermesi demektir.

Bir kişinin hakkı kendi rızası olmadıkça,umuma bile feda edilememektedir.Allah’ın yanında hak haktır.Küçüğüne büyüğüne bakılmaz.

Allah’ın yanında kuvvetli olan haklı değil,haklı olan kuvvetlidir.

Dünyanın genel durumu içerisinde görülen haksızlıklar birkaç sebebe dayanmaktadır.Bunlar;

Ya kendi hatamızın bir neticesi olarak başımıza gelmektedir veya geçmiş günahları temizlemek için olmakta veya sevab kazandırmak içindir veyahutta geniş bir mahkeme olan ahiret mahkemesine tecil edilmektedir.Zira köyde işlenilen bir cinayet orada muhakeme edilmeyip,mahkemelere sevkedilmektedir.İlçe ve bazı illerde işlenen siyasi suçlar,Devlet güvenlik mahkemelerinin olduğu yerlere sevkedilmektedir.Suç büyüdükçe mahkeme de büyümektedir.

Âhiret mehkemesi tüm varlıkların muhakeme edilip,Allah’ında adaletinin tamamıyla tecelli edeceği bir yerdir.Boynuzsuz koyunun hakkının boynuzlu koyunda alınacağı,kimseye haksızlığın edilmeyeceği,Allah’ın hakimliğinde,yine O’nun mahkemesinde sorgunun olacağı yerdir.Allah’tan daha adaletli kim vardır?

Dünya son raundunu gerçekleştirmektedir.Adaletle zulmün tüm maharetliklerini göstermekte olduğu bir zaman ve zemindeyiz.

Zulmün topu var güllesi varsa,

Hakkında bükülmez kolu,dönmez yüzü vardır.

Zulm ile âbad olanın,âkibeti berbad olur.

Hiçbir zamanda denilmemiştir ki,helal olsun,falan adam zulüm yaptı,sağolsun,iyi yaptı,kârlı oldu gibi ifadeler kullanılmamış belki lanetle anılmıştır.Tarihe kara bir leke olarak geçmiştir.

Adaleti zulümden ayıran en önemli fark;Adalet aydınlığı oluştururken,zulüm karanlığı getirip,nuru götürür.Zulüm cehaletten beslenir.

İnsan mübalağalı olarak çok zalim ve cahildir.[3]

Zulüm bir cihetle nurun nurunu arttırmaktadır.Tıpkı gecenin karanlığıyla beraber,ışığın parlaklığı daha fazla belirgiz ve açık olur.

Fıtrata uygun olmayan her iş zulümdür.Zulüm insan fıtratına aykırı ve insan yapısını bozmaktadır.

Zulüm hayatın virüsüdür.

Zulüm bizatihi zulüm olduğu gibi,zulme rıza da zulümdür.

İslam tarihinde yüzlercesi görüldüğü üzere,büyük zatlara yapılan zulümler,hiçbir zaman için onlara açısından bir kayıb değil,bir kazanç olmuştur.Onları düşürmemiş belki yüceltmiştir.Çünki zulüm ve zalimler onlar için birer gübre olmuşlardır.Her ne kadar biraz yakıcı olsalarda…

Zulüm küçük insanların işidir.Büyükler böyle aşağı işlere tenezzül edip zulmetmezler.Boyu kısa olan parmaklarının ucuna basar veya başkalarının sırtına çıkıp görmeye veya görünmeye çalışırlar.Büyük olanların böyle bir dertleri yoktur.

Bu zamanda zulüm başına adalet külahını geçirmiş,adalet adına ve onun adını kullanarak iş başı yapmaktadır.

Zulüm cehennemle eş değerdedir.

Zulüm bir katılık,bir kabalık,belaların habercisi ve ışığa mani olmaktadır.

Bazen zulüm içinde adalet tecelli eder.İnsan yapmadığı bir hatadan dolayı zulme mahkum olur.Kimse bilmezki onun gizli bir hatası vardır.Kader onun o gizli hatasına binaen onun başına zahiren musibet ve zulüm görülen böyle hali musallat etmiştir.

Bundan dolayıdır ki;Beşer zulmeder,kader adalet eder.

Kur’an-da anlatılan Hz.Musa ile Hz.Hızırın maceralarında görülen adalet kaderin gerçek adaletini göstermektedir.[4]

Mazlumların adaletten büyük hisseleri vardır.Eğer onlar adaleti ilahiyyenin kendilerine vereceği müjdeyi görmüş olsalardı,binler defa şükrederlerdi.

Hakiki adalet ancak ahirette vaki olur.Dünyada dahi en büyük adalet,insanın ne kendisine ne de başkalarına hiçbir haksızlıkta bulunmamasıdır.

Müsavatsız adalet adalet değildir.Adaletin önünde herkes eşittir.

Saadetimiz ancak adalette ve adalet iledir.

29-05-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Bakara.30.

[2] Nahl.90.

[3] Ahzab.72,İbrahim.34.

[4] Kehf.60-82.




ELLİYEDİLERİN CELBİ

ELLİYEDİLERİN CELBİ

Kendisi gerçekçi ve inançlı bir insandır.Ramazanlarda orucunu tutar,diğer zamanlarda olmasa da ramazanda beş vakit namazı ve Cuma namazlarını kaçırmaz.Vatanına milletine sadık bir insandır.Millete yararlı olmaya çalışır.Ahiretine o kadar olmasa da dünya ve çocuklarına yatırımda gayretli bir insandır.

Bir gün öğretmen odasındayız.Kendisi de muavin olup arada bir boş olduğunda gelir.Bu seferde gelmişti.Masanın üzerindeki bir sendikanın göndermiş olduğu dergi dikkatini çekti.Ve sayfalarını teker teker çevirip okumaktan ziyade bakmaya başladı.

Derginin sonuna gelmişti.Son sayfadaki insanlar dikkatini çekmişti.Bunlar ise o sendikaya mensub olan öğretmenlerin ölüm haberleri idi.Ölümleri normaldi.Zaten o durumda onu pek etkilememişti.Veya öyle görünüyordu.

Ancak birden bire elindeki dergiyi kapatmasıyla ileriye fırlatarak;Bu dergileri bir daha buraya koymayın yav,diyerek heyecanlı ifadesi dikkatimi çekmişti.

Ne demek istediğini anlamak üzere tebessümle karışık bir şekilde yüzüne baktım.Yüzü belirtmemeye çalışmakla karışık bir kızarıklık belirtisi içerisinde idi.

-Yahu bunlar hep 1957 doğumlularmış,yenilermiş…

Dergiye daha önce bende göz atmış,ondan fazla öğretmenlerin resimlerinden anlaşıldığı üzere pek yaşlı kimseler değillerdi.

Müdür muavini arkadaşın bu telaşı,kendisinin de 1957 doğumlu olmasındandı.

Ben ise sevinmiştim.Arkadaşa dönerek;Hocam desene bizim celbimize daha var.Hem ben 1960 Temmuz doğumluyum.En azından beş altı celbden sonra beni çağırırlar.Daha 60’ların celbine bir zaman daha olduğu için rahat edebilirdim.

Ancak firara düşmemek için o zamana kadar acemiliklerimi gidermeli,orada gösterecekleri eğitime yabancı ve yabani olmamalıydım.

Kendisine hazırlıklı olmasını söyleyim,her an celb tezkeresinin gelebileceğini hatırlattım.Ancak gerek kendisinin daha iyi hazırlanmamış,çocukları ve dünya için hazırlıklar içerisinde bulunup,o işlerinin bitmesini beklediğinden zamanın nede çabuk geçtiğinden habersizdi.Artık kendi akranları teket teker celbe çağırılıyordu.

Gösterdiği tepkisi hem gerçek hem de bir feryattı.

Aynı doğumlular celbe çağrılırken elbette biz atlanamaz veya unutulamazdık.

Öğretmenler odasında olan bu olaydan birkaç sonra bir öğretmen arkadaşın daha taziyesine gittik.Oda 57 celblerindendi.

Muavin arkadaşın bir ay kadar önce amcası vefat etmiş,taziyesine gitmiştik.Amcasından pek de hayırla bahsedilmiyordu.Şeytan ve şeytan gibi bir insan olarak bahsediliyordu.

Kendisi öyle değildi ama acaba kaçak muamelesi görürmüydü?

Bu genel kural olmasa bile bazen seferberliklerde çok öncekiler bir daha celbe tabi tutuldukları gibi,daha askerliği gelmemiş olanlarda askere alınabiliyordu.Ancak pek seferberlik aklımıza gelmediği için kendi yaşımızı beklemekteyiz.

Bu devre 57 ve öncekiler celb kapsamı içerisindeler.

Oh be, daha bizim celbe varmış! Zamanda ne kadar da çabuk geçiyor!

Unuttum yahu,siz hangi celbe tabisiniz?Celbinize daha varmı?Kaç doğumlularla beraber gideceksiniz?Hiç arkadaşlarınızdan giden var mı?

Televizyon ve Radyolardan gidenlşeri çok duyuyoruz da,henüz bizim mahalle ve akrabalardan bizim devre gidenler pek olmuyor?Olsa da pek ilgilenmiyoruz veya duymuyoruz.Bazen de bize duyurmuyorlar mı?diyorsunuz…

Bizden önceki bir asırda altı milyara yakın insan celbedildi,bu asırda da yıllık bütçede yedi milyar insan düşünülüyormuş…

Bu durumda mutlaka bizde varızdır..tıpkı bizden öncekiler gibi…

58’ler sizde hazırlanın,şube işlemlerini yaptırın,tecil işlemlerin varsa yaptırınız.Bazen paralı askerlik de çıkıyor tıpkı sadakanın belaları defetmesi,ömrü uzaltması gibi…

Siz hangi katagoridesiniz?

Mehmet ÖZÇELİK




SİGARANIN FAYDALARI

SİGARANIN FAYDALARI

Sigaranın faydaları başlığını görür görmez içinizden biraz hayret ve telaş,biraz da yüzlerinizde tebessüm görür gibiyim.

Hiç zararı bu kadar kesin olan,çocuklar tarafından bile zararı anlaşılan,sigaranın üstünde bile-Sağlığa zararlıdır.-yazan bir meretin hiç de faydası mı olurmuş?

Neden olmasın?İşte size faydaları:

-İçenler erken ölürler.Her yıl yüz bin kişi ve 15 yılda 3 milyon insan sigaradan ölmektedir.Ya şimdi soframıza 3 milyon insan daha otursaydı?Halimiz nice olurdu?Şu anda,her yıl iki yüz milyon insan açlıktan ölmektedir.Varsın sigara içenler de tokluktan ölmüş olsun…

-Ekonomiye katkı sağlar.

-Sigara fabrikaları çalışır,orada çalışan işçiler için bir gelir kaynağı olur.

-Sağlığa zararlı olduğundan,bir çok ilaç kullanılır.Bu amaçla ilaç fabrikaları harıl harıl çalışır.

İşte bir haber:” Dünyada yılda 12 milyon kişi, Türkiye’de ise 190 bin kişi kalp hastalıklarından dolayı ölüyor. Sigara içmemek, tuzu azaltmak ve egzersiz yapmak ömrü uzatıyor. “
-Sigaranın doğurduğu yeni hastalıkların tedavisi amacıyla yeni buluşlara,farklı hastalıkların farklı tedavi yöntemlerinde buluşlar gerçekleşir.

-Gelişen dünya nüfusunun artışında bir fazlalık görüldüğünde,ekmeğimizde bölünmeler olduğundan dolayı nüfus azalmasına sebeb olur.İşte size Nüfus Planlaması…

-Kanser çeşitlerine gırtlak kanseri,ciğer kanseri,kan kanseri gibi yeni kanser çeşitlerinin gelişimini arttırmaya katkı sağlar.

-Çevre ve hava kirliliğine sebeb olduğundan,siprey ve temizlik maddelerinin artışına katkıda bulunmuş olur.

-Dinen,mantıken,tıbben zararlı olsa da,bunlara karşı dayanma gücü oluşturur.

– Sinir sistemlerini uyuşturduğundan dolayı,hastalığımızı bilmemiş,uyutmuş ve uyuşturmuş oluruz.

-Devletin ve hükümetlerin ekonomik açıklarını kapatmak için ilk zam rekoru kırmasını sağlayan önemli bir sektör ve gelir kaynağıdır.

-Hava parası,hava gazı,havadan cıvadan şeylere para öderken,neden bir de hava dumanı parası ödenmesin?Buna ancak buluşlara karşı çıkanlar,karşı çıkar!!!

-Yukardakileri savunanlardan bazıları,İçkinin de faydalarının olduğunu söylemektedirler.Şöyle ki:

-Sirozdan öldürür.

-Her türlü kötülüğe kapanan kapıları açar.

-Aklı uyuşturup,düşündürmez.

-Tetiği çekmek gibi,bir kere kullanmakla işi geciktirmeden bitirir.

-Gülmeyen insanları kendine güldürmeye sebeptir.

-Önümüze geleni döver,önümüze gelenden dayak yeriz.

-Geçim derdini,Âile ve çocukları,görevimizi düşünmediğimizden rahatlamış gibi oluruz.

26-02-2003

MEHMET ÖZÇELİK




VECİZ İKTİBASLAR

VECİZ İKTİBASLAR

-Hadiste:”Essahiyyu habibullah velevkâne fâsikan. Elbahilu aduvvullah velev kâne sâlihan.”

”Cömert Allah’ın dostudur velev fâsıkta olsa,Cimri Allah’ın düşmanıdır velev sâlihte olsa…”

-Din bir imtihandır.Dinin mahiyeti,imtihanın neticesinde altın ve kömür ruhlu insanları Temyiz ve Tefrik etmektedir.

-İnsan yeryüzünün halifesi olma liyakatını Talim-i Esma ile elde etmiştir.

-Meleklerin Allaha karşı;Yeryüzünde fesad çıkaracak,kan dökecek varlıkları mı yaratacaksın?”sözünden murad,itiraz olmayıp belki İstifsar yani açıklanmasını istemek için olduğu belirtilir.

-Hadisteki;dünya öküz ve balığın sırtı üzerindedir.-sözünden maksad mecaz olup,karada yaşayanların geçimi bugün dahi öküzün sırtından kazanılması,diğer sahillerde yaşayanlarında balık ve balıkçılıkla maişetlerini temin etmelerinden kinayedir.

-Dünya ve içindekiler bir resmi geçit tarzındadırlar.

-Rabbimizi bize tarih eden üç külli muarrif vardır:Kur’an,Kâinat,Rasulullah.

-Kader ilimdir,ilim maluma tabidir.

-Müçtehid,şâri’ ve müşerri’ olamaz.

– En sağlam hallerimde ve en genç zamanlarımda, en zevkli ve lezzetli evradımda bulmadığım bir manevî sürur hissettim. Ve hadsiz şükür edip, o dehşetli hastalığıma razı oldum.

– İnsanlar kaderin verdiği cezayı kabullenmemektedirler,red ve inkâra gitmektedirler.Ancak ödüllendirildiklerinde kabullenip,inkâr etmemektedirler.

– Hz.Alinin;Kimse yok mu şu sadrımdakini boşaltsam,demesi ve bunu da bir kuyuya boşaltması,konuşması.hakikatların doğrudan onlardan alındığının bir ifadesidir.

-Bu hizmet akıl,fikir,bilgi,zenginlikle değil,doğrudan doğruya ihsanı ilahi tarafından omuzumuza konulmuştur.Risale-i Nur şimdiye kadar gelen hizmetlerin zincirinden âzadedir.

-Mesele dava adamı olmaktır.Dava adamı olanda tüm esma,tam manasıyla tecelli etmektedir.Mazhariyeti tâmdır.

-Miskin bir kimseye yapılan bir sadaka yerine geçerken,akrabaya yapılan sılayla beraber iki sadaka yerine geçmektedir.

-Peygamberimiz;İsteyenin bir hakkı var,der,velev at üzerinde de gelse…

-Eğer ruh geçiş yapıyorsa ilk devirde Hz.Adem ve Havva arasında değişmesi gerekirdi.Fakat havuz dolmada ve sürekli boşalmada.

-Gadab,kalbi tutuşturup yakan bir ateştir.

-İbni Abbas der:”Allahın en büyük cünudu rüzgardır.

-İbni Abbas dedi;O nebi (SAM) ümmi idi.Yazmaz ve okumaz ve hesab etmez (zanda bulunmaz) idi.(Mecmuat-ün minet-Tefasir.Arapça.2/647)

-“Lâ tezalu min ümmeti ümmeten gaimeten min emrillah.”,”Ümmetimden bir ümmet ve taife kıyamet kopuncaya kadar Allah’ın emrini ikame eder,yerine getirirler.”(Mecmuat-ün minet-Tefasir.Arapça.2/676)

-“Hani bir zaman da onlar:”Ya Rabbi,eğer bu Kur’an senin tarafından gelmiş hak bir kitap ise hemen üzerimize gökten taş yağdır,yahut bize acı bir azap ver!”demişlerdi.

“Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz;eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azab etmez.”(Enfal.32-33.Bak. Mecmuat-ün minet-Tefasir.Arapça.3/36-37)

-“Ey Peygamber!Müminleri savaşa teşvik et.Eğer sizden tam sabırlı yirmi kişi olursa,ikiyüz kişiye galib gelir ve eğer siz müminlerden yüz kişi olursa,kâfirlerden bin kişiyi mağlub eder;çünki o kâfirler gerçeği ve akibeti anlamayan bir güruhtur.

Ama şimdi Allah yükünüzü hafifletti,çünki sizde savaşma konusunda bir zayıflık olduğunu müşahede etti.O halde sizden sabırlı yüz kişi,Allah’ın izniyle onlardan ikiyüz kâfire üstün gelir ve eğer sizden bin kişi olursa,onlardan ikibin kişiye galib gelir.Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”(Enfal.65-66, Mecmuat-ün minet-Tefasir.Arapça.3/66-67)

– Hz.Enesden,Rasulullah dedi:”Namazımızı kılan ve kıblemize yönelen ve kestiğimizi yiyen bu kimse Allahın ve rasulullahın zimmetinde bir müslümandır.”(Mecmuat-ün minet-Tefasir.3/89)

– Cilbab celbedici değil,nazarları defedici olmalıdır…

– Halkı şer şer değil belki çok hayırlara vesile olmasıyla bilvesile hayırdır,hayırlara sebebdir…

-İçtihad kapısı açık olup oraya girmeye bazı maniler vardır,aşılırsa girilebilir….

-Cihat,musibet,cehennem gibi şeyler azab olmayıp rahmete münafi değildir.Oysa şehid on kere ölümü istemektedir,öldürüldüğünden dolayı,cehennemlik cehenneme girmese yok olacak ki buda cehennemin ta kendisi,ondanda beterdir.Bütün bunlar rütbenin yükselmesine sebebtir…

-Yaratılışın amacı marifetullah,muhabbetullahtır…

-Yer ve göğün 6 günde yaratılışı,ömrününde 6 gün olacağına işaret etmektedir.(Bak.Sözler.B.S.Nursi.14.söz)

– Allahın danışmayı ve meşvereti öğretmek üzere insanın yaratılışını meleklere sormuştur…melekler itiraz etmeyib isticvab yani cevabı öğrenmeyi taleb etmişlerdir…

-Din bir imtihan olup,âla ile esfeli tefrik etmek içindir.Vemtâzu-daki ayrıştırma….”Fakat bugün sizler,şöyle bir tarafa çekilin ey mücrimler.”Yasin.59.

-Allah kadın erkeği yaratıp,çocuklarını dünyaya gönderdikten sonra onları öldürüyor.Hikmeti nedir?Tıpkı insan gibi ki;oda buğdayı ekip,daha sonra onu kesip,toprağından ve yuvasından alıp koparıyor.Tâ ki,sapla saman birbirinden ayrılsın diye.Biri anbara,diğeri ahır ve samanlığa…Sapla samanın karıştığı dünyadan sonra,-Vemtâzul yevme eyyühel mücrimûn- emriyle tefrik edilecek…
-Cenab-ı Hak kendi dininin ve şeriatının hak olduğunu göstermek ve zihinlerde tesbit etmek üzere yanlışlara tahakküm etmiyor,hikmeti müsaade ediyor,itiraz kapısını kapatıyor,bizzat tattırıp,müşahede ettiriyor.Geriye dönüş,heves ve temennisini ortadan kaldırıyor.

-“İsterseniz dünyayı gezip dolaşın da dini yalan sayanların akibetlerini görün.”Âl-i İmran.137.

-Her şey tek bir su damlasından yaratılmaktadır.”Hayatı olan her şeyi sudan yaptık.”(Enbiya.30)Suyun maddesi bir olduğu halde,yaptığı iş binlerce…

-Gonca-güller gibi gülesin güzel gözlü gülüm,güllerle geceleyesin,güller göresin,günün gününden güzel geçsin gülüm,güller gibi gülesin.

-“Zilletle içilen âb-ı hayat, tıpkı Cehennem gibidir; İzzetle Cehennem ise, benim için iftihar ettiğim bir menzildir”.

– Dilimizi sal-a bindirdiler,sel-e götürdüler.Milletimizin kamus-u namusudur.Ödün verme,odun ver.Yanıta kanıtın var mı?Olasılık mı,güldürme kısık kısık,ağrıyor bendeki kasık.

– Haşir ve Nisa surelerindeki bazı ayetler yahudi şair olan Ka’b b. Eşref-in şenaatinden dolayı inmiştir.(İslam Ansiklopedisi.İsam.24/4)

-Tevbe suresinini 117-119.ayetleri Rasulullahın,savaştan geri kalan şairi Ka’b b. Malik-in aklanması üzere inmiştir. Ve Ka’b-ın bu anlatımı Buhari-de geçmektedir (İslam Ansiklopedisi.İsam-24/5)

-Rasulullahın meşhur 3 şairi;1)Ka’b b. Malik.2)Hassan b. Sabit.3)Abdullah b. Revaha.Bunlar Medinenin 5 büyük şairlerinden üçüdür.(İsl.ans.24/4-5)

-Rasulullah şiire müsaade etmiş,savaştaki kılıçla eş tutmuştur.

-Kader konusunda alimlerin genelde yaptıkları usul ve tarz;kadere yaratma açısından bakıp değerlendirirler.Bediüzzaman ise,asli yönü olan ilim ve takdir açısından değerlendirerek baştan sona doğru bir gidiş yolu takib eder.Diğerleri ise,sondan başa doğru gelmeye çalışarak zorlanmışlardır.

– Tevfik Fikret’in “Beşerin böyle delâletleri var/Putunu kendi yapar, kendi tapar”

– Hz.Süleyman:”O da demişti ki:”Gerçekten ben,mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim.”(Sad.32.)

-Ka’b b. Ucre hakkında fidye ayeti nazil olmuştur.(Bakara.196,İsl.Ans.age.24/6-7)

-Dil,farsça gönül demektir.Buna binaen,dil,gönüldekileri aktarıp dışa aksettiren bir alettir.

-Bütün emir ve yasaklar vahiy yoluyla gelmiştir.Namaz ise miraçta farz kılındığından dolayı hadiste;”Namaz mü’minin miracıdır.”denilmiştir.

– Ciddi cemiyetler kadınlardan ulvi, bozuk cemaatler de kadınlardan süfli şeyler ister. Sosyal ve siyasi meseleler karıştırıldığı için Avrupa’daki feministlerin siyasi hak talepleri bizdekilere sosyal hak ve hürriyet talebi olarak aksetmiştir.” (Said Halim Paşa.Buhranlarımız)

– Kadir gecesinin hangi gece olduğu konusunda;Muhammed bin Hanbele göre 21. gece,Ahmed bin Hanbele göre 23. gece,İmamı Şafiiye göre 25. gece,İmamı Azam Ebu hanifeye göre 27. gecedir.Bediüzzaman hazretleri ise ramazanın 25. gecesi vefat etmiştir.Hafız Hacı Ali abi o gecede bazı harikalıklara şahid olduğunu ve kendisine o gecenin kadirgecesi olduğunu manevi canibden haber verdiklerini ifade eder.Sabahının ise,başka vakitlerde güneş kırmızı ve sarı olarak doğarken,kadir gecesi sabahının beyaz renkte doğub,herkesin çıplak gözle görebileceği ve kendisinin de buna şahit olup,bakarak gördüğünü anlatmıştır.Hadisde ise 21-den sonraki tek gecelerde aranması tavsiye edilmiş,böylece tüm geceler ibadetle geçirilmiş olmaktadır.

-“Ey mü’minler! (Müşriklerle harb ettiğiniz gibi) ehl-i kitab ile de harb edin. Zira onlar, Allah’a ve Ahiret’e hakkıyla iman etmezler ve Allah ve Resulü’nün haram ettiğini haram etmezler ve hak din olan islamiyeti din olarak kabul etmezler (Yani İslamiyeti terk edip Yahudilik veya Hıristiyanlık diye tabir edilen uydurma bir dine inanırlar). İşte bu ehl-i kitap ile, onlar kendi elleriyle ve zillet içinde cizyelerini verinceye kadar harb edin.”

(Beyzavi-İbni Abbas-Tevbe-29)

-Her insanda bir potansiyel enerji ve güç vardır.Önemli olanın;bunun ortaya çıkarılması ve iyiye kanalize edilmesidir.

-İkbal diyor ki;İnsanlar geçmişteki peygambere dönüyor ancak o peygamber geçmişte olupta,geleceğe gitmektedir.

-Dinin ihtiyarlara hitab ettiği kadar,gençlere de hitab ettirildiğini bilmek ve bildirmek gerekir.

-Dinin ruhuna da inilip aktarılması gerekir.

-Neden eskiden yazılanlar bir ağırlık kazanırken,yeni yazılanlar o ağırlığı gösterememektedir?Acaba beslenme farklılığından mıdır?

-Hadisde;Kıyametin bir belirtisi de,İstanbulun ikinci defa fethedileceği,bunun alameti ise,Ayasofyanın tekrar aslına yani camiye çevrilişidir.

-İnsanların hüviyeti,akibet penceresinden bakmakla anlaşılır.

-”Yabancı kadınlara bakmak,zehir ile su verilmiş,şeytanın oklarından bir oktur.Allah korkusundan gözünü koruyana öyle iman verilir ki,tatlılığını kalbinde duyar.”Hadisi Şerif.

”Ey Davud, gözünü haramdan sakın ki,dünyayı senin itaatine vereyim.”Zebur-dan.

-Kutlu doğum,mutlu doğumdur.

– Peygamber Efendimiz bir ara sahabelerle beraber giderlerken,ölmüş ve çöplüğe atılmış bir koyun gördüler.Yanındakilere;”Bu koyunun sahibinin yanında bir değeri var mı?”buyurdular.Onlar da cevaben;”Değeri olmadığı için atılmış!”dediler.Bunun üzerine buyurdular ki;”Varlığım kudret elinde bulunan Allah’a yeminle söylerim ki;İlâhi ahlak esaslarına uymadan geçirilen bir dünya hayatının Allah yanında,bu koyunun sahibi yanındaki kıymeti kadar da değeri yoktur.Eğer Kur’an esaslarına uymadan geçirilen bir dünya hayatının Allah yanında bir değeri olmuş olsa idi,kâfirler bir yudum su içemezlerdi.”

– Damladaki Deryalar-dan:

*Gününü gün eden,yarınını tüketir,dün eder.

*O’n-dan gelen,O’n-a gider.From God,To God.Min-el ezel,ile-l ebed.

*İdrâk anlayandır,ihata eden değil!Göz görür,idrak edemez.Allah bilinen meçhuldür.

*Hasret vuslattandan mukaddemdir.Hasret olmadan vuslat olmaz.Vuslat hasretle güzeldir.Hasret vuslatı sağlar,vuslat hasreti bağlar.

*Var olduğun için yoksun,yokluğun varlığından.Yok ol ki,var olasın.Yâr,var da değil,yoktadır.

*Ümmi,hakikat ilmine enesini karıştırmayandır.İçini dışa yansıtan,içindekine başkasını karıştırmayan…

*Allah’ın eserini tanıyıp bilmeyen,O’nu nasıl anlayabilsin?

*”İnsanlar uykudadırlar,ölünce uyanırlar.”hakikatınca,uyanmamak için bunca sıkıntı ve feryat niye?

*İntihar,bedenin değil,ruhun ölümüdür.

*İmtihan,verilenlerin denenmesidir.Verilmeyenler imtihana tabi değillerdir.İmtihanın dehşeti,verilenin haşmeti nisbetindedir.

*Kendisini bilen şirketmez,kâinatı bilen küfretmez.

– Kalb;tecelli karşısında sürekli değişmelere maruz kalıp,bukelemun gibi olmak değildir.Kalb,ân be ân değişendir,tecelli karşısında ayrı ayrı mazhariyetlere sahib olmaktır.Değişmeyen,değişiminde farklılık olmayan kalbsizdir.Rasulullah (ASM):Ben her gün yetmiş kere tevbe ediyorum,derken,buradaki tevbe günahtan kaynaklanan bir tevbe olmayıp,hergünki mazhariyet,değişim ve tecelli neticesinde yükseliş bir önceki güne nisbetle yetmiş katıdır.

-*Kıymetsiz Yazılar-(”Kıymetsiz Yazılar.İ.Rabbani.Terc.S.Sadeddin Efendi) kitabından seçmeler:

*Âdem aleyhisselâmın hilkatinden [yaratılmasından] beri yedi bin yıl tamam olmadı.

*Âdem aleyhisselâmdan evvel geçen Âdemlerin vücûdları âlem-i misâlde idi. Âlem-i şehâdette [madde âleminde] ilk mevcut olan Âdem aleyhisselâmdır ki, sıfatı Cemiyet üzere mahlûktur. Çok vasflar sahibidir.

*“Âhır zamanda bir kavm zuhûr eder ki, râfizî diye adlandırılır. İslâmı terk ederler. Onları öldürün ki, onlar müşriktirler.” Hadis-i şerif.

*Ebû Bekr hakkında, Resûlullah : (Allahü teâlânın benim kalbime akıttığını, Ebû Bekrin kalbine akıttım) buyurmuşlardır.

*Ebû Bekr hakkında, Resûlullah buyurdular ki: “Hak teâlânın bana ihsân eylediği, esrârın tamamını, Sıddîkın kalbine döktüm.”

*Ebû Hüreyre buyurmuştur ki, “Resûlullahdan iki ilim edindim ki, birini beyan eyledim [açıkladım]. Diğerini âşikâre eylesem [açığa çıkarsam] öldürülürüm. O ilim, ilm-i esrârdır ki, herkesin idrâki ona yetişemez.”

*Eşref saat, cevf-i şebdir [gece yarısıdır.]

*“Eshâbın bir müd arpa sadakasına verilen sevaba, sâirleri Uhud dağı kadar mal verseler vâsıl olamazlar.” Hadis-i şerif.

*Eshâb-ı kirâmın üsûl-i dinde ihtilâfı yoktur. [Îmanda ihtilâfları yoktur.] Var ise fürû’dadır.

*İmâm-ı Gazâlî buyurdular ki, Sıffîn vak’ası, halîfe olmak için değil, şeriatin kısas emrini yapmak içindi.

*Timûr hânın Buhârada, Şâh-ı Nakşîbende olan tevâzu ve tezellülü sebebi ile, hüsn-i hâteme ile müşerref olması [son nefeste îman ile gittiği] umulur. Zîrâ Hâce Nakşîbend, Emîrin vefâtından sonra buyurdular ki, (Timûr mürd ve îman bürd). [Tîmûr öldü, îmanı da götürdü.]

*“Hamele-i Kur’anın diğer insanlar üzerine fazîleti, Halıkın mahlûk üzerine olan fazîleti gibidir.” Hadis-i şerif.

*Delîl, medlûlden ezhârdır. [Delîl, delîl getirilmiş şeyden açıktır]. Hak sübhânehudan daha açık birşey yoktur.

*Resûlullahın sâyesi [gölgesi] yok idi. Âlemde Ondan eltaf [daha latîf] olmayınca, sâyesi [gölgesi] nasıl olur.

*Resûlullahın uykusu abdestini bozmazdı. Çünki, Nebî çoban gibidir. Kendi ümmetini muhâfazada gaflet, Onun, Peygamberlik makamına uygun değildir.

*Resûlullahın uykusu itidal üzere idi. Mubârek kalbleri uyumaz; belki, çeşm-i saadetleri [mubârek gözleri] uyur idi. Ve ayın onyedinci veya ondokuzuncu veya yirmi birinci günü fast ettirirlerdi [hacamat olurlardı].

*Resûlullah Eshâb-ı kirâma buyurdular ki, “sizler bir zamanda vücûda geldiniz ki, emirlerin ve yasakların onda birini terk eyleseniz helâk olursunuz. Sizlerden sonra dahî bir gürûh [zümre] gelse gerektir ki, emirlerin ve yasakların onda birini yapınca, felaketten kurtulurlar.” İşte şimdi, o vakittir.

*Zeytine, yetmiş Peygamber, bereket ile duâ etmiştir.

*Zeytinin en çok faydalısı [faydası çok olanı], Şâmda yetişir. Mübârek bir ağaçtır.

*Şü’ûnât-ı ilâhî [ilâhî şü’ûnât] sıfatların aslı olup, zat-i ilâhîde kâinlerdir. [Vardırlar]. O yüce mertebede ayrılık görülmediğinden, bu şü’ûnât, zat-i akdesten ayrı değildir. Ve zatın gayrı değildirler. Ve birbirlerinden ayrılmaları da yoktur. Ve birbirlerinin aynı da değildirler. Zat-i teâlâ, tamamiyle bu şü’ûndan herbirinin renginde zuhûr eder.

*Şü’ûnâtın îtibarât üzerine üstünlüğü vardır.

*Şü’ûnât-i ilâhî, hakîkî sıfatların asllarıdır.

*Şü’ûnât-i ilâhî, kemâlât-ı zâtiyyeyi mündemiçtir [içine alır].

*Şü’ûnât-i ilâhî, zat üzere zâid değildir. [Zat ile berâberdir.]

*Şü’ûnât-i zâtiyyeden terakkî [yükselme] câiz ve vâkı’dır [olur, vukû’ bulur].

*Şü’ûnât-i ilâhî azze şânühüde mücerret îtibarâttır.

*Şü’ûnât ile sıfat arasında kâbiliyyetler vardır ki, bunlar hem şü’ûnlara, hem sıfatlara benzerler.

*Şü’ûnât-i ilâhî zat-i ilâhîye bağlıdır. [Onunla alâkalıdır.] Mâsivâ ile alâkalı olmaktan uzaktır. Sıfât-i ilâhînin te’alluku mâsivâya maksûrdur. [İlâhî sıfatlar mâsivâya tealluk eder.]

*Şü’ûnlar ile sıfatlar arasında fark çok incedir. Bu farkı kimse bildirmemiştir. (Bu farktan bir kulun konuşması mâlûm değildir.).

*Subbet aleyye, mesâibü lev ennehâ.

Subbet alel eyyâmi sırna leyâlehâ.

(Üzerime yağan musîbetler bellidir herkesce,

Eğer gündüzlere yağsalardı, hepsi olurdu gece.)

Âişe-i Sıddîka, Resûlullahın vefâtlarında buyurmuşlardır.

*Tarîkat-i Nakşibendiyyeye silsile-i zeheb derler.

Tarîkat-i Nakşibendiyye, Eshâb-ı kirâmın yoludur.

*Tavr-ı aklın verâsı [aklın ötesi, akıl sâhasının ötesi] öyle bir sâhadır ki, orada kalb yolu ile keşf ve müşâhede olunan bazı şeyler anlaşılır ki, akıl onun idrâkinden âcizdir. Hislerin, aklın idrâk ettiği şeylerden âciz olması gibidir. “Mevlânâ Câmî”.

*Tûfândan sonra gelen ulül’azm Peygamberlerin evveli İbrâhîm aleyhisselâmdır.

*Tûfândan sonra, ilk biten ağaç zeytindir.

*Zâlim zulmünü mazlumdan kaldırmadıkça, özrü kabûl olmaz. “Hadis-i şerif”

*Zâlimin zulmünü kaldırmaya gücü yetmiyen, oradan hicret etmelidir. “Hadis-i şerif.”

*Zâlim sultan yanında adaleti söylemek, cihâdların en eftalidir.

*Osman, vilâyet ve nübüvvet yüklerini taşıdığı için (zinnûreyn) denir. Çünki, Ebû Bekr ve Ömer nübüvvet, Ali vilâyet yükünü taşımaktadır.

*Akıl, hissin ötesi olup, his ile idrâk edilmiyeni, idrâk ettiği gibi, nübüvvet gücü de, akıl gücünün ötesi ve üstüdür. Akıl ile anlaşılamıyan, nübüvvet gücü ile idrâk edilir.

Akıl, ancak his edilenleri [beş duyu ile] idrâk edebilir. Görülenlerde misâli olmıyan işleri, akıl idrâk edemez.

*İlm-i ezelî, eşyaya varlıklarından önce te’alluk eden ilimdir.

*Îsâ aleyhisselâm vilâyette, Mûsâ aleyhisselâm nübüvvette çok yüksek mertebededirler.

*Fıkhın kurucusu Ebû Hanîfedir. Ve fıkhın dörtte üçünü o ictihâd etmiştir.

*”Kerâmet, yakîni kuvvetlendirmek içindir. Yakîn verilmiş [ihsân edilmiş] olan için kerâmete hâcet yoktur.”

*”Âlem-i emr latîfelerinin başlangıcı kalbdendir. Ve kalbin üstü ruh, ruhun üstü sır, sırrın üstü hafî, hafînin üstü ahfâdır. Kalb, âlem-i halk ile âlem-i emr arasında geçiddir.

*”Kalb latîfesinin aslı, fiiller makamıdır. Ruh latîfesinin aslı, sıfâtın zılleridir.

Kalb latîfesinin izâfî sıfatlara, ruh latîfesinin hakîkî sıfatlara bağlantısı vardır.

Kalb latîfesinin nasibi, fiiller mertebesidir. Ruh latîfesinin nasibi, sıfatlar mertebesidir. Sır latîfesinin nasibi, şü’ûnât mertebesi, hafî latîfesinin nasibi, tenzîh ve taktîs mertebesidir. Cehl ve hayret mertebesi, ahfânın nasibidir.

*”Allahü teâlâ ile öyle vakitlerim olur ki, o anda hiçbir melek ve hiçbir Peygamber bana yaklaşamaz [aramıza giremez]” hadis-i şerifindeki nâdir vakit namazdır.

*”Meleklerin hakîkatleri, İsrâfil aleyhisselâmın hakîkatından meydana gelmiştir.

*”Mehdînin “aleyhirrahme” hakîkati, sıfat-ül-ilimdir [ilim sıfatıdır].

*”Mehdînin gelişi, yüzyıl başında olacaktır. Daha evvel doğuda, kuyruklu yıldız görülecektir.

*”Nefsin makamı dimâgdadır.

*”Nefs, bir merkez, santraldır. Duygular, organlar onun tafsîlatıdır [âletleridir].

Nefsin kalb ile bağlılığı vardır. Gönül vâsıtası ile ruha bağlanır. Ruhdan gelen feyzler, tafsîlatlı olarak kalbe ve nefse ve nefsten his organlarına yayılır.

*“Nûr-ı kalb, asfer [sarı], nûr-ı ruh, ahmer [kırmızı], nûr-ı sır, beyaz, nûr-ı hafî, esved [gizli siyah], nûr-ı ahfâ, ahdar [yemyeşil]dir.

*“(Vebtegû ileyhil-vesîlete…) [Mâide sûresinde, Ona kavuşmak için vesîle arayınız!] buyurulmuştur. Bu râh-i gaybül-gaybda, mürşid-i kâmilin yardımı olmadıkça, yol almak ve sülûk eylemek çok zordur. Mecâzî sultânın [dünya sultânlarının] huzuruna vesîlesiz kavuşmak mümkin değil iken, hakîkî sultânın dergâhına [kavuşmak için], vesîle zarûrî lâzımdır.

*”Lâ yese’unî erdî ve lâ semaî ve lâkin yese’unî kalbü abdil mümini [Yere ve göke sığmam. Fakat, mümin kulumun kalbine sığarım] hadis-i şerifinde, yer ve gök, imkân dâiresine dahildir. Lâ mekânî [mekânsız] olan, mekâna sığmaz. Bi-çûn olan, çünde ârâm eylemez. [Allahü teâlâ, yaratılanda yerleşmez]. Müminin kalbi mekânsızdır. Niçin ve nasıldan berîdir. Onda sığışma mütehakkıktır [tahakkuk edendir].

*-Lâ yese’unî erdî ve lâ semaî ve lâkin yese’unî kalbü abdil mümini [Yere ve göğe sığmam. Fakat, mümin kulumun kalbine sığarım]. Bu sığmadan murâd, vücûd mertebesinin kendisi değil, sûreti, örneği sığmaktadır. Kendisinin sığması düşünülemez.”

-Kur’an-da Maldan;hayr,fazl,zinet diye bahsedilmektedir.Bakara.198,Cuma.10,nisa.32,Araf.32,Kehf.7.

-Kur’an-da Nimetlerden faydalanma konusunda ise;A’raf.32,Maide.87.

-“Kötü tuzak,sadece hazırlayanın ayağına dolanır,sadece onu perişan eder.”Fâtır.43.

-” Alim bir şair olan Fuzuli şiir hakkındaki görüşlerini Türkçe divanının önsözünde şu şekilde açıklamıştır: “İlimsiz şiir esası yok dîvar olur ve esassız dîvar gayette bî i’tibâr olur.”

-“Kargalar her yerde serbest de bülbül kafeste tutsak.”

-Feyizlerden Damlalar.M.Feyzi Efendi-den-Musa Özdağ.

“Âdemin sulbünden ihrac edilen cüz-ü lâ yetecezza hâlindeki zerreler bütün küre-i arzı istila etmişti.Herbir ruh,kendi zerresiyle birleşti.Rabbimiz bu halde onlara “Elestü bi Rabbiküm” diye hitapta bulundu.Bütün ruhlar,-Kâlû belâ:Evet,Rabbimiz sensin- cevabını verdiler.-Münâfık ve kâfirler dahi-Belâ-demekten başka kendilerinde mecal bulamadılar.

-Elest-bezmindeki o zerrecikler,sonradan vakti gelince dünyaya gelenher çocuğun kalbine tevdi ediliyor.”sh.25.

-“Kâbenin hakikatı bütün hakaikin fevkindedir.Hakikati kâbe dünyadan değildir.”29.

-“Medine Harem-i Rasul,Kâbe-de haremullahtır.”29.

-“Güneş Nur isiminin,ay Mübin isminin,hayvanat Müzill isminin,su Muhyi ismininhava Hayy isminin,madenler Aziz isminin,toprak Mümit isminin,ateş Kâbız isminin,Enbiya ve bütün müminler Hâdi isminin,şeyâtin Mudil isminin mahzarıdırlar.”36.

-“Âlem-i misal bütün avâmilden geniştir.Çünki onda hepsinden temessülât vardır.”36.

-“Sekeratta Rasulullah Efendimiz ümmetine temessül ediyor.Kabrinde temessül ediyor,lehinde şahitlik ediyor.”42.

-“Efendimiz (SAM),Vahyi tevakkuf anında ve bir de mu’cize izharı zamanında nerede ise beşer denmeyecek kadar kuvve-i kudsiyye kesbederlerdi.Bunun dışında kendisinde beşeri vasıflar bulunurdu.Cihadda mübarek yüzlerine yetmiş kılıç darbesi isabet ettiği halde,hiçbir yara almamamıştı.Yalnız bir defa lihikmetin tesir etti.O da mücahidin-i islamı teskin için idi.”43.

-“Erkek küldür.Kadın ise erkekten bir cüzdür.Kadının erkeğe meyli,cüz’ün külle olan meyli gibidir.Bunun için kadının erkeğe meyli,erkeğin kadına meylinden daha fazladır.Fakat kadında haya olduğu için bu meyli perdeler.Kadının meylinin çok olmasının bir hikmeti de,âile saadeti ve neslin devamıdır.“45.

-“Bütün yer altı madenleri Mehdi Rasul (ASM) zamanında çıkacak.Mehdi rasul zamanında altın o kadar çok olacakki,kendine istemeye gelenlerin eteğini altınla dolduruverecek.Kıyamet yakın olduğu için,altın artık kıymetsiz olacak.”46.

-“İnsan,dünyada iken kendisinde hangi hayvanın sıfatı galibse,o hayvanın suretinde haşrolacak.Bu durum hesab kitab görülünceye kadar devam edecek.”48

-“İnsanın bütün mafsallarında,bütün organlarında ve duyularında vazifeli melekler bulunur.Tayin edilen zaman gelince melekler çekiliverir.O zaman organ hastalanır veya ölüm vaki’ olur.Doktorlar da ilaçlar da tesir edemez.O vakit doktorlar:Bizim yapacağımız bu kadar,tıbbi imkânlar bitti deyiverirler!”

-“Ulemamız ahkâma dair olan meselelerde aslâ zayıf hadisle amel etmediler.Fazâile ait zayıf hadisler varsa,ona da ilişmediler.”51

-“Her ruhun ahsen-i takvim üzere sureti de vardır.Ervah fevk’al arş halkolundu.Alem-i ervahta seciyeleri birbirine uygun olan ruhlar birbirleriyle tanıştılar.Âlem-i ervahta birbirleriyle tanışan,bir araya gelen ruhlar,bu dünyada da çeşitli vesilelerle bir araya gelirler,buluşurlar,tanışırlar,kaynaşırlar.”52.

-“Mü’minlerin kabirde çürümesi hatta cehenneme girmesi tathir içindir;azab için değildir.”62.

-“İbrahim (AS) Mekke-i Mükerreme için dua ettiler.Rasulullah Efendimiz de Medine-i Münevvere için dua ettiler.Medine-i Münevvere Harem-i rasuldür.Mekke-i Mükerreme ehli,İbrahim (AS) duası berekâtıyla,Medine-i Münevvere ehli de Rasul-ü Ekrem Efendimizin duası berekâtıyla rızıklanırlar.”61

-“Hz.Hasan’ın altı aylık hilafetiyle otuz senelik hilafet-i kâmile tamam olup,kutbiyet bâtına intikal etti.Âhirde;Mehd-i Âl-i Rasul-de,hem hilafet hem kutbiyet cem’ olacak(Birleşecek)”66.

-“Kur’an-da bin emir,bin nehiy,beş yüz helal ve beş yüz haram beyan edilmiştir.“-66

-“Zikrullahtan cünudullah halkolunuyor.”69

-“Ta’lim-i esmâ,Âdem(AS)’a icmâlen oldu.Rasulullah Efendimize ise tafsilen oldu.”70

-“Şuûnat-ı ilâhiye nâmütenahidir.”87

-“Cevher-i ferd olan atom,inkisam edip parçalanmıyor,enerji neşrediyor.Eğer cüz parçalansaydı,Arşın sahibine yol bulurlardı.”93 –Belki “Tekessür ve Tevessü” yani çoğalıp,genişliyor.(Bak.sh.147)

-Ezan huzura davettir,Kamet huzura girmeye izindir.”97

-“Geceleri tecelli Cemallidir.Gündüzleri ise Celallidir.”100

-“Farz,Vacib,Sünnet,haram,mekruh gibi,şer’i istilahlar Cibril’in(AS) vahyi aldığı makamlardan dolayı değişiyor.”114

-“Üç yüz altmış bin alem,iki aleme inkilab edecek.”117

-“İbrahim Hakkı Hazretleri,İmam-ı Şa’rani sıddıkindendir.Sıddık her mertebeyi gözetir ve hakkını verir.”120

-“Bir veli sıddıkiyyet mertebesinden sonra irşadla vazifelendirilir.Meczûbîn irşada kâdir değildir.”120

-“Her asırda sıdıkta vardır,zındık da.Ama her asrın sıddıkı da zındıkı da o asra göredir.”121

-“Sıddıklar da,sıdklarını yerinde kullanıp kullanmadıklarından sual olunacaklar.”121

-“Tevhid-i mezhebi ancak,İsa(AS) gerçekleştirebilecektir.Zira O’na,hangi mezheb isabet etmiş,hangisi hata etmiş,vahiyle bildirilecek.”123,51

-“Tasdik nuruna mahzar her mü’min,veliyyullahtır.”124,149

-“Aldatmayan,hileden,yalandan,dolandan,sakınan sadık tacir habibullahtır.Sadık tacirin,ahirette yüzü ayın on dördü gibi parlayacak.”126

-“Muamelatında doğru sözlü olana sadık denir.Sıddık ise,her işinde sıdkı benimseyendir.Şu halde her sıdık aynı zamanda sadık,ama her sadık,sıdık değildir.Aralarında umum husus farkı vardır.”127

-“Mekke-i Mükerremenin havası latif ve çok güzeldir;bir seviye gidiyor.”129

-“Mekke-i Mükerreme küre-i arzın kalbidir.Medine-i Münevvere de,Mekke-i Mükerremenin kalbidir.”129

-“Kâbe,Mekke-i Mükerremenin kalbi hükmündedir.Ayların kalbi ramazan-ı şeriftir.Gecelerin kalbi,Kadir gecesidir.Kur’an-ın kalbi de,Yasin-i şeriftir.”129

-“Harem-i şerif Kâbenin,Mekke,harem-i şerifin,mîkat mahalleri Mekkenin;yeryüzü de mîkat mahallerinin haremidir.”130

-“Kâbeye her an yüz yirmi rahmet nazil olur.Rahmetin altmışı tavaf edenlere,kırkı etrafında namaz kılanlara,yirmisi O’na nazar edenleredir.”131

-“Üstad,”Fıkıhda Şafii fıkhı,usulde ise Hanefi usulü mazbuttur (sağlamdır) derdi.”143.

-“Tecelli olmasaydı,marifetullah mümkün olmazdı.”147

-“Sıddıkiyyet mertebesi,merâtib-i nübüvvetin ibtidası,derecât-ı velayetin müntehası olan bir mertebe-i berzahiyyettir.Nübüvvetle ittisali yoktur.”151

-“Aşkta insan her şeyini kaybeder (Hallac-ı Mansur gibi).En iyisi şevktir.”153

-“Her makamın,her zamanın sözü başkadır.Her makamın hakkını vermek,her şeyin zamanını gözetmek,ancak sıdıklara mahsustur.”155

-“Allah’ı bilmeyen ise,ondan ne korkacak.”155

-“Nüzul-ü İsa(AS),daire-i nübüvveti,Mehdi Âl-i Rasulün (AS) zuhuru da daire-i velayeti temhir içindir.”160

**Feyizli Sözler.(M.Feyzi Efendi’den-R.Küllüoğlu)

*”Kıyamete yakın sırlar meydana çıkacak ve kıyamet kopunca zahir-batın;iç-dış;alt-üst;kalb-galb olacak.”31.

*”Arş cennetin tavanıdır.Arşın fevki ise âlem-i emirdir.”32.

*”İmam-ı Azam ticaret için mal göndermiş.Malın içinde bir tane defolu top kumaş varmış.Satıcıya,”Bu topu satarken defolu yeri göster”diye tenbih etmiş.Satıcı geri dönünce;”O top kumaşı satarken kusurlu yerini gösterdin mi?”diye sormuş.Satıcı da unuttuğunu,malın arasında diğerlerinin fiatına satıldığını söyleyince,İmam-ı Azam,o seneki bütün kazancını tasadduk etmiş.”36.

*”Peygamberimizin Ümmi olması ise,bazı muhakkikine göre şöyledir:Ümm kelimesi Arapça,”ana,asıl” mânasınadır.Peygamberimiz,yaratılanların evveli olması hasebiyle onların aslı,ümmüdür.O,aslî vaziyetini değiştirmediği için,ümmi denmektedir.”53.

*”Sıddıkiyet mertebesi,meratibi nübüvvetin ibtidası,derecât-ı velayetin müntehâsı olan bir mertebe-i berzahiyettir.Nübüvvetle ittisali yoktur.”56.

*”Sizden biriniz,bir münker görürse onu eliyle;gücü yetmezse,diliyle önlesin.Eğer ona da gücü yetmez ise,kalbiyle buğz etsin.Bu ise,imanın en zayıf mertebesidir.”

İmam-ı Âzam efendimiz,”El ile mani olmak ümerânın;dil ile mani olmak ülemânın;kalben buğz etmek de avâmın vazifesidir.”şeklinde tevil etmişlerdir.Eğer ümerâdan olan kişi eli ile mani olmayıp,kalben buğz ile yetinse,işte bu,en zayıf imanın tezahürüdür.”58.

*”Üstad hazretleri,kesbî ilimlerden başka;ilmi,Üveysî olarak İmam-ı Gazali’den;o da,Üveysî olarak Hz.Ali (RA) hazretlerinden aldılar.”87.

Veysel Karanî(RA) ümmi idi.Dersini,batında A.S.M Efendimizden aldı.Ümmi olup da dersini mânen A.S.M. Efendimizden alan evliyalara Üveysî denir.

Rasulullah Efendimiz Veysel Karani’den haber verdi ve hırkasını Veysel karani’ye bıraktı.Bu hırkayı Hz.Ömer ve Hz.Ali Veysel Karani’ye getirip verdiler.Ondan dua istediler.”143.

*”Şeytan,bir sabah Abdulkadir Geylani hazretlerini sabah namazı için uyandırmış.Abdulkadir-i geylani hazretleri bunun sebebini sorunca şeytan:”Bir sabah namaza kalkamayınca,Allah’a nice yalvarıp af dilediydin de,o gün sabah namazına kalkamayanların hepsinin affedilmesine vesile olmuştun.Yine uyandırmazsam tekrar af dilersin,öteki kılmayanlar da affedilir ve benim de bütün emeklerim boşuna gider”demiş.”108.

*”Enbiya masumdur,evliya mahfuzdur.”131.

*”Ahz-ı Misak ânında,Âdem(AS) zahrından çıkan zerreler,küre-i arzı tamamen doldurdular.En ön safta Enbiya(AS),ikinci safta evliya-i kiram(RA),onun arkasında müminler,onun arkasında münafıklar ve kâfirlerin safı vardı.

Birinci saftaki enbiya(AS) Cenâb-ı Hakkı perdesiz,müşahede ettiler.Hitabı bizzat işittiler.Saçılan nur,onlara bizzat isabet etti.İkinci saftaki evliya ya Peygamberler perde oldular.Hitabı işittiler,saçılan nur isabet etti.Üçüncü safta müminler vardı.Müminlere evliya-ı izam ve peygamberân-ı kiram hazeratı perde oldular.Müminler de hitabı işittiler.Saçılan nur isabet etti.

Müminlerin arkasında münafıklar ve kâfirler vardı.Münafıklar saçılan nuru hayal meyal parıltı şeklinde gördüler.Kâfirler ise,karanlıkta kaldılar.Hitabı işitemediler.Nuru da göremediler.

Cenâb-ı Hak enbiyaya,evliya ya,müminlere cemal tecellisi ile tecellide bulundu.”Elestü birabbiküm”hitabına karşı,”-Kalu- belâ Şehidna” dediler.

Cenâb-ı Hak münafıklara ve kâfirlere Celâl ile tecelli buyurduğundan,münafık ve kâfirler “Elestü bi rabbiküm”hitabına,”Belâ”ile cevab verdiler.”

Hz.Ali (KV):”Elestü bi rabbiküm hitabında verilen Belâ cevabını,dünkü gibi,bugünkü gibi hatırlıyorum”diyor.

Sehl b.Abdullah(KS):”Belâ ‘yı çok iyi hatırlıyorum;önümdekini,arkamdakini,sağımdakini ve solumdakini ismen sayarım”diyor.141.

*”Âhirzamanda en son inkiraza maruz kalacak olan;Mezheb-i Hanefiyyedir.”142.

*”Namazda Rasulullah Efendimiz,bütün külliyeti ile teveccüh ederdi.Namaza başlanacağı zaman,Cenâb-ı Hak kul ile arasında olan 70.000 hicabı kaldırır.İnsan,Cenâb-ı Hakkın vechi şerifiyle karşı karşıya gelir.Namazın kıyamında,rükusunda, secdesinde, tahiyyatında Cenâb-ı Hakkın vechi şerifiyle karşı karşıyadır.

Namazda Cenâb-ı Hakla insan arasında perde kalmaz.Fakat insanın nefsi,enaniyeti,masiyetleri kendisine perde olur.”144.

*”İmam Buhari Hazretleri,sahihine dercetmek istediği her bir hadis için,güzelce gusleder,iki rekat namaz kılıp istihare yapardı.Bilahare sıhhati tahakkuk ettiğinde dercederdi.İmam Buhari hadis mevzuunda çok titizdi.Çok ince eleyip sık dokurdu;senedine ve ravilerine çok dikkat ederdi,çok tahkik ederdi.

İmam-ı Buhari Hazretlerinin hıfzında senedi ve ravileriyle beraber 600 bin hadis vardı.Ravileri ile,senedleriyle,metinleriyle altı tane hadis-i şerifi bilemeyen adamlar,İmam-ı Buhari aleyhinde konuşamazlar.(Hoca efendi bu sözü birkaç defa tekrarladı)

İmam-ı Buhari Hazretleri vefat edip kabre konulunca,topraktan güzel bir koku neşrolmaya başladı.Herkes kabrin toprağından avuç avuç aldı.İmamın cesedi meydana çıktı.Ne kadar toprak örttülerse de toprağı yağma ettiler.En sonunda İmam-ı Buhari’nin kabrinin üstünü tahta ile örttüler.

Ehadis-i sahihanın asılları da vahiydir.Lafzı,peygamber aleyhisselamdandır.”153-154.

*”Alışverişin 28 kadar mesâili vardır.Hz.Ömer,halifeliğinde esnaflık,ticaret yapacak kimseden bunları sual ederdi.Esnaflık,ticaret yapabilmek için,sıhhatını,fesadını bilecekti.Yoksa o kişiyi ticaretten men ederdi.”165.

*”Türbe-i saadette yeşil atlasta Efendimizin ikiyüzbir ismi de yazılıdır.Delâil-i hayratta da Efendimizin ikiyüzbir ismi yazılıdır.

Tecelli-i icadiyede ilk halkolunan Efendimizin ruh-u hakikatı,nur-u Muhammedidir.”176.

*”Kişi mertebe-i daire-i nefiste olduğu halde,nefs-i nâtıkayı künhüyle keşf edemez.Kalb mertebesibe terakkiden sonra,nefsin künhüne kalbin nuruyla nazar eder ve kendine nefsin hakikatı münkeşif olur.

Mertebe-i kalbde olduğunda,kalbin hakikatı künhüyle bilinemez,tâ ki mertebe-i daire-i ruha terakkisinde ruhun nuruyla kalbin hakikatı inkişaf eder.Diğer meratib de bu minval üzeredir,fakat ifşaya mezun olunamaz.”177.

*”İmam-ı Rabbani hazretleri”Kâbenin hakikatı her hakikatın fevkindedir”diyor.Kâbe’nin hakikatı,bu dünyadan değildir.”180.

-Hadiste:”Benden sonra hilafet 30 senedir.Sonra ısırıcı (işini adaletle değil,kuvvetle halden) melikler gelir.”

Bu 30 yıl ise;

Hz.Ebubekir:2 yıl,3 ay,10 gün.

Hz.Ömer:10 yıl,6 ay,8 gün.

Hz.Osman:11 yıl,11 ay,9 gün.

Hz.Ali:4 yıl,9 ay,7 gün

Yekun=29 yıl,6 ay, 4 gün halifelik yapmıştır.

Hz.Hasan-ın;6 aylık süresi ile 30 yıla tamamlanmaktadır.(Bak.age.200-1.

-Köle azad etmede;“Resul-i Ekrem-in 63,Hz.Âişe-nin 67,Hz.Abbas-ın 70,Hz.Hakim b.Hüzam-ın 100,Hz.Abdullah b. Ömer-in 1000,Hz.Nedel-Kelâh el-Humeyri-nin 8000,Hz.Abdullah b.Avf’ın 30 bin köleyi azad ettiği bilinmektedir.age.250,bak.İslam kültürünün garbı medenileştirmesi.A.Gürkan.215.

-Kunut duaları birer Hadistir..age.26. Bak Edebi ve ilmi açıdan Hadis.Yr.Doç.İ.Bayraktar.200.

-Teşehhüd hadisi de böyledir.27.

-Hadis:“Kıyametin nefesi zamanında peygamber olarak gönderildim.”39.

-Ehli sünnetin Prensipleri için el-İsferâyinî,et-Tabsir adlı eserinde 47 madde de özetlemiştir..155-7.

-“Düşüncenin Gökkuşağı.Cemil Meriç.Hazırlayan.Mustafa Armağan.Cemil Meriç’in sözleri:”Her asırda birkaç kişi düşünür.Gerisi,düşünülenleri düşünür sadece.”319.

-“Bütün İzm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri”dir.14,138.

-C.Meriç,Ahmet Hamdi Tanpınar hakkında;”Tanpınar’da samimi,dürüst,mütecessis bir müsteşriktir.Maddi sıkıntı çekmedi.Babası kadıydı.Halk partisine yalvardı,mebus seçilmek için.Ahmed Kudsiye çok yalvardı,ihsan için.Zaafları olan bir insandır Tanpınar.Batı’yı bilir.Doğu bilgisi ise dekoratiftir,plastiktir.Tanpınar arayan adamdır.Ve küçük tatminlerin adamıdır.Hamdi bey küçük hesaplar için avuç açan ve ayak öpen bir şahsiyettir..”26.

-C.Meriç bununla beraber Tanpınar için:”Bu (Tanpınar) istisna-i olarak kayayı çatlatan incir çekirdeği..”28.

Böylece hem –çatlatan-ifadesiyle büyütür,hem de –İncir çekirdeği-ifadesiyle küçültmüş olur.

-Cemil Meriç,Said Nursi’yi”Kabuğuna çekilmiş yüz binlerce insanı uyandırdı.Bu hayalî insanlar o kunuştukça gerçekleşti.Yani Nurculardan önce kelâm var.

O konuştukça Laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer.

Tanzimattan beri her hisarı deviren teceddüd dalgası ilk defa olarak Nur kalesi önünde geriler.”121.

-Cemil Meriç,”Nâzım’ı,Kemal Sülker’in ısrarı ile okudum,anlamadım ve sevmedim.Ondokuzunda putperestir insan.Kozasını yırtmak ister.Kanatlarını tutuşturacak bir alev arar pervane.

…Nâzım’ı Avrupa çapında meşhur eden ne?Şairliği mi?Hayır,kavgası.”126-7.

-“Haçlılardan bu yana Avrupalının amacı,İslâmiyeti tanımak değil,İslâmiyeti yıkmaktır.”216.

-“Anarşitti (Fikret);toplumdan kopmuştu.Ferdiyetçi anarşitti.(Ama)Ahlak,hamiyet sahibidir.İslâmiyetin emrettiği her şeye karşı çıkmıştır.”317.

NOT:Cemil Meriç;okuyan ve dokuyan bir kişi ancak sık dokuyan değil,sık okuyan ve yazan,konuşan…

Her telden çalan bir tellal,bazen de çalınan.Kulağa hoş gelen cinsde,herkesi kucaklamasa da…

Düşünceler anaforunda bocalayan,bocaladıkça yazan,yazdıkça bulunduğu alanı deşeleyen bir kişi.

O bir şey olamayan her şey..istediği de bu idi.

O bazen Marksist,bazen sosyalist oldu.Kendi ifadesiyle;hem tanrıya inanıyor,hem inanmıyordu!Her iki taraftan sermayesi ve delilleri vardı…

Ancak yine de bir şey olmak ve öyle görünmek istiyordu;Namuslu Bir Çığlık…

O;başına düşenleri deşeleyerek döşeyen bir yazar.Geniş bir perspektifle eşseydi,belli bir noktaya düşseydi,eşsiz olurdu.

O bir fikir avcısıdır.Fikir dokuyucusu ancak avları ve dokudukları farklı farklı olmasını isteyen adam ve tasarlayıcı.A’raf,Arasat ve berzahtaki kişi.

Manevi istikametteki bir hat ve minval üzere gitseydi,asrın Veysel Karanisi olurdu.

O dinlerin olmasa da,düşüncelerin üstüne çıkmaya çalışan bir düşünce ve fikir adamı.

O bertaraf olma düşüncesiyle,bîtaraf olmaya çalıştı.O yine de bir tarafı ağır basan, tarafsız bir yazardı.

O doğulu değildi,batılı da kalmadı.

O,o idi.

-Zübdet-ül Hakaik-İmam Nesefi.Terc.M.T.Yüksel-kitabından:

“İnsanın hicabı kendi cism,unsurudur.Ruh cisimden dışarı geldiğinde hiçbir nesne ona hicab olamaz.”25.

-“Hak değirmeni,hakkın kaderiyle devreder.”35.

-“el abdu yüdebbiru,vallahu yukaddiru.”,(Kul tedbir eder,Allah Takdir eder.)

-“Vahdet ehli derler ki;insanın ruhu kendi cismine aşıktır.Zira görünen cisim ruhun sıfatıdır.Ruh sıfat ve isimlerini onda müşahede etmek için kendi cismini görmek ister.”50.

-“Sahih olan kavillere göre;Mehdi Taklid edici olmayıp Tahkik edici olduğu için İslâm arasında mehdice malum olacağından öylece amel ve hüküm olunacaktır.Mehdinin keramet ve harikulade halleri sınırlı ve sayılı değildir.”66.

-“Seyr-i ilallah için son vardır.Seyr-i fillah için son yoktur.”104.

“Allahümme erini hakaikel eşya-i kem âhiye.”,(Allahım!Eşyanın hakikatını olduğu gibi göster.)

“Şeriat hakikatın esasıdır.”108.

-“Tabiat süfli alemin padişahıdır.”100.

-“İnsanın bedeninde akıl Hudanın halifesidir.Yıldızı aklı evveldir.Zira aklı evvel alem-i kebirde Hudanın halifesidir.”104.

-“Hadisi kudside Hz.Musa’ya;Tecevvâ terâni,tecerred tâsıl.”Aç kalki beni göresin,dünya ve ahiret fikrinden sıyrıl ki bana eresin.”

-“Ferîkun fil cenneti ve ferîkun fissaîr.”,”O ne müdhiş manzara!Bir kısım cennette,bir kısım cehennemde!(Şûra.7)

-“Hadis:”es-Saidu saidun fi batni ümmihi,veşşakiyyu şakiyyun fi batni ümmihi.”

“Said ve mes’ud kişi annesinin karnında da mes’ud olan kişidir.Şaki ve eşkıya olan da annesinin karnında iken şaki ve eşkiyadır.”

-Kaçıyorum,sigara içilen ortamdan

Kaçırıyorum aklımı ve sigara içenleri kendimden…

-Bir kimsenin ruhu dünyada hangi makamda ise,öldükten sonra da o makama rücu eder.Böylece mukadder olan makamına ulaşır.Herkes tayin edilen makamına doğru seyretmektedir.Günahlar bunu yavaşlatırken,küfür geriye döndürmektedir.”Tûba lehüm ve hüsne meâb”,”Eninde sonunda dönüp gidilecek güzel yurt onların olacak.”(Ra’d.29)olur.

-“Küllü hizbin bima ledeyhim ferihun.”,”Her grup,kendilerine ait görüşten ötürü memnun ve mutludur.”(Mü’minun.53,Rum.32)

-Hz.Hızır kendisinden istekte bulunan ;üç kişiden birine ilim,diğerine mal,üçüncüsüne de helal süt emmiş saliha zevce isteklerini verir,ancak üçüncüsü kazanır,diğerleri kaybedip,ellerinden alınır.

-Ruh bu aleme organlar penceresiyle ve sınırlı olarak bakar,lezzet alır.Lezzeti organların sınırı nisbetindedir.Ağzı,ferci,gözünün inkişafı nisbetinde lezzet alır.

-Ali Ulvi Beyin bir gencin yıllar önce İslâm’ın sanata bakışıyla ilgili soruya verdiği ayaküstü irticâli cevap da ilginç: “İslâm çirkini güzelleştirir, güzeli daha da güzel eyler!” Yine hâtıralar âlemine dalıyoruz; “Mısır’da Hattat Şevki Bey’in bir levhasını gördüm, bir hadis—i şerifi yazmış: ‘Rave’l Hasen, ani’l Hasen, an ebi’l Hasen, an cedd’i—l—Hasen: Ahsenü’m hasen, el—hulk’ul— hasen.’ Yani, ‘Güzel olan Hasan—ı Basrî, güzel olan Hasan’dan, güzel olan Hasan’ın babası Aliyyel Murteza’dan

-” Resûlullahı medh eden şu iki beyt, Hz. Âişenindir:

Ve lev semi’û ehl-ü Mısre evsâfe haddihî,

Lemâ bezelû fî sevm-i Yûsüfe min naktin.

Levîmâ Zelîhâ lev reeyne cebînehû

Le âserne bil-kat’il kulûbi alel eydi.

Mısrdakiler, Onun yanaklarının güzelliğini işitmiş olsalardı, Yûsüf aleyhisselâmın pazarlığında hiç para vermezlerdi. Yâni, bütün mallarını, Onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Zelihâyı kötüliyen kadınlar, Onun parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalblerini keserlerdi (de acısını duymazlardı). “

-“Ya men bi dünyahuş teğal

Gad ğarrehu tulül emel.

Evelem yezel fi ğafletin

Hatta dena minhul ecel

El-mevtu ye’ti bağteten

Vel kabru sandukül amel

İsbir alâ ehvaiha

Lâ mevte illa bil ecel.”

-Anlamı:”Ey dünya ile meşğul olan kişi!Muhakkak ki uzun emel seni aldatmıştır.Gaflet içinde devam ederken,ölüm ona yaklaştı.(Ölüm yaklaşıncaya kadar gaflette devam etti.)

Ölüm ansızın gelir.Kabir amellerin sandukası,amellerin kasasıdır.Dünya ve hayatın zorluklarına karşı sabret.Ölüm ancak ecel iledir.”

-“Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse

Yalnızca birkaç günlüğüne

Aniden çalsa kapınızı

Merak ediyorum neler yapacağınızı

Biliyorum ama

Böylesine şerefli bir konuğa

Açacağınızı en güzel odanızı

Ona sunacağınız tüm yemeklerin

En iyisi olacağını

Ve inandırmaya çalışacağınızı

Onu evinizde görüyor olmaktan

Mutluluk duyacağınızı

Gerçekten de evinizde

Ona hizmet etmekten alacağınız hazzı

Fakat söyleyin bana

Efendimizi,evinize doğru gelirken gördüğünüzde

Onu kapıda mı karşılayacaksınız?

Yoksa Onu içeriye almadan önce

Aceleyle bazı dergileri,gazeteleri çarçabuk saklayıp

Yerine Kur’an’ı mı koyacaksınız?

Peki hala Amerikan filmlerini seyredecek misiniz, televizyonda?

Yada kapatmaya mı koşacaksınız aceleyle. O size kızmadan önce?

Kim bilir belki de

Ağzınızdan hiç çıkmamış olmasını dilerdiniz

Hatırlayabildiğiniz en son çirkin kelimenin

Peki ya

Dünyalık müziğinizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız?

Ve bunun yerine ortalığa

Kitaplığınızın raflarında tozlanmış hadis kitapları mı çıkaracaksınız?

Hemen içeriye girmesine müsaade edecek misiniz?

Yoksa telaşla “ne yapayım” diyerek,

Sağa sola mı koşturacaksınız?

Merak ediyorum

Eğer peygamber efendimiz

Birkaç günlüğüne sizinle birlikte yaşasa

Yapmaya devam edecek misiniz,

Her zaman yaptığınız şeyleri?

Ailenizdeki sohbetler eski halini koruyacak mı?

Her yemekten sonra sofra duası etmeyi yine zor mu bulacaksınız?

Hiç yüzünüzü asmadan

Oflayıp puflamadan her vakit namazınızı kılacak mısınız?

Ya sabah namazı için

Sıcacık yataktan erkenden fırlayacak mısınız?

Peki ya yine mırıldanacak mısınız

Her zaman söylediğiniz şarkıları

Ve okuyacak mısınız her zaman okuduğunuz kitapları?

Peki izin verecek misiniz

Aklınızın ve ruhunuzun beslendiği şeyleri?

Yoksa hiç bilmemesini mi isterdiniz?

Şöyle diyelim ya da,

Gideceğiniz her yere

Götürebilecek misiniz Peygamberi de?

Yoksa birkaç günlüğüne değişecek mi planlarınız?

Tanıştırmaktan onur duyar mısınız

En yakın arkadaşınızı O’nunla

Yoksa hiç karşılaşmamasını mı umardınız

Peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle?

Şimdi söyleyin açık yüreklilikle

Onun kalmasını ister misiniz sizinle

Sonsuza dek, hep birlikte?

Yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız,

Ziyareti bitip gittiğinde?

Gerçekten bilmek ilgi çekici olabilir değil mi?

Bilmek ve düşünmek

Eğer bir gün

Peygamber Efendimiz

Ziyaretimize gelse,

Yapacağımız şeyleri? “

– Lokman Hakîm, oğluna şöyle nasihat ederdi: Oğlum, horoz senden daha akıllı olmasın! Hâlbuki o, her sabah zikir ve tesbîh ediyor, sen ise uyuyorsun. Şu iki beyti burada söylemek çok güzel olur:

Gece karanlığında güvercin, dallar üzerinde,

Feryâd ile zikrediyor, ben ise uykudayım.

Bu hâl, beni utandırsın! Eğer âşık olsaydım.

Güvercinden evvel, gece ben ağlardım. “eyyühel veled.tercümesinden.

– Gayrı müslimlerin en önemli bir özellikleri de,Mantıklarına uygun gelen bir şeyi hemen kabul etmeleridir,isterse bu dinlerini değiştirmeye sebeb olan bir şey bile olsa…

” Meşhûr edebiyatçı Bernhard Shaw, daha ileri giderek, (Dünyada en tehlikeli kitap Tevrât ve İncîldir. Onu sağlam bir kilit altına koymalı ve bir daha meydana çıkmamasını temîn etmelidir) demektedir. “herkese lazım olan iman.kitabı

-“ Kitap-ı mukaddes bugüne kadar pek çok defalar dînî hey’etler tarafından tedkîk ve tebdîl edilmiştir. Bu tedkîkler hâlâ devam etmektedir. Bir rivayete göre, bugün elde birbirinden farklı tamam 4000 Kitap-ı mukaddes vardır. Her tedkîk hey’eti, bir evvelki Kitap-ı mukaddesin içinde çok ağır hatâlar bulunduğunu iddiâ etmektedir.

-İmparatorler, krallar Kitap-ı mukaddeste tâdîlât yapılması için emirler vermişler ve bu emirleri yerine getirilmiştir. “herkese lazım olan iman.kitabı

-Aynalar yalan söylemez.Ameller aynalarımızdır.Nasılsak,öyle görünürüz.Göründüğümüz gibi olmazsak,olduğumuz gibi görünürüz.Aynaları şekillendiren bizleriz.Aynaya tükürmiyelim!Yoksa aynada bize tükürür.Lekelediğimiz aynalar,bizde kalıcı leke bırakırlar.

-Hz.Hasan-ı karısı zehirledi.

-Ebu Hanife’nin babası ölünce,dul kalan annesiyle Cafer-i Sadık evlenmiştir.

-”Hz. Süleyman bir gün büyük çadırını kurunca kuşlar gelip hünerlerini birer birer sayıp dökmeye başladılar. Her biri hünerini anlatıyor, sonra diğeri geliyordu. Nihayet sıra Hüthüt kuşana geldi. Hüthüt:

“Ey ulu padişah, dedi, ben size küçük bir hünerimden bahsedeceğim.”

Hz.Süleyman:

“Buyur söyle, seni dinliyorum.” deyince, Hüthüt:

“Yükseklerde uçarken baktığımda yerin derinliklerindeki suyu görürüm, o suyun ne kadar derinlikte olduğunu, renginin nasıl olduğunu, topraktan mı, yoksa taştan mı kaynadığını görür, bilirim. Ey ulu padişah sefere gidersen beni yanına al. Sana konaklayacağın yer konusunda faydalı olurum.” dedi.

Hz. Süleyman da:

“Ey güzel arkadaş, susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde bize arkadaş ol, böylece bize faydalı olursun.” dedi.

Bunu duyan karga araya girdi:

“Bu zavallı yalan söyleyip yüzünü kara etmektedir, dedi, çünkü eğer böyle bir hüneri olmuş olsa önce yerdeki tuzağı görüp ona yakalanmaz ve kafeslerde mahkûm olmazdı.”

Bunun üzerine Hz. Süleyman:

“Ey Hüthüt yaptığını beğendin mi, bizim huzurumuzda yalan söylemek olur mu?” diye Hüthütü azarladı.

Hüthüt:

“Ey yüce padişah, benim hakkımda karganın söylediklerine inanma. Ben huzurunuzda yalan söylemedim. Dediklerim doğrudur. Benim tuzağı görmeyişimin sebebi kaza ve kaderin gözümü kapatması, aklımı bağlamasıdır. Yoksa elbette ki yerin üstündeki tuzağı görürüm. Fakat ne yazık ki, kaza gelince bilgi uykuya dalar, ay tutulur, gün kararır.” dedi. (Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler, Hazen Y.)

-İmam-ı Azam Ebu Hanife vasiyetinde: “Beni gasbedilmemiş bir toprağa gömün”.

-“Muhiddin-i Arabi (k.s.) hazretleri vefat ederken:

“- Benim kıymetimi bu havali ahalisi bilemediler, mezarımı bile tarumar

edecekler…Fakat gelecek nesiller beni anlayacaklardır. Ve “Sin” “Şin’e”

girdiği zaman benim kabrim bulunacaktır.

Yavuz Sultan Selim Han, Doğu’ya çıktığı seferinde Şam şehrini aldığı

zaman, yanında bulunan ulemadan Muhiddin-i Arabi’nin kabrini bulmasını

istedi. Buldurdu ve türbesini yaptırdı. Muhiddin’i Arabi hazretlerinin

kerameti, “Selim” “Şam’a” girince gerçekleşmiş oldu.”

-”‘…Küçük insan, Büyük Alemin (makro-kozmos) bir minyatürüdür… İnsan varlığı, alemden daha da küçük olsa da, o Büyük Alemin bütün hakikatlerini kendisinde toplamaktadır. Bu sebepledir ki, bilge insanlar, bu aleme Büyük İnsan (İnsan-ı kebir) adını veriyorlar…’’İbn’ül Arabi, Fusüs Ül-Hikem(2) “

-Sevginin mahalli kalptir.Kalb kasasında gizli olarak bulunan bu sevgi,söz ve fiille ortaya çıkar.Çiçekler bile sevgiyle açar ve büyürler.Sevgi bir ihtiyaçtır.

-Sevgiyle yapılan bir işin neticesi kötüde olsa,güzeldir.Sevginin neticesi kolay kolay kötü olmaz ve çıkmaz.Çünki insan sevdiği şeyin yok olmasını değil,yaşamasını ister.

-Kur’an-da dünya hayatı,hayatın bir süsü olarak belirtilmiştir.(Kehf.46)

-İnsanlar bir çok yeteneklerle donatılmış olarak dünyaya gönderilmişlerdir.

-Hadiste:”Büyük kardeşin küçük kardeş üzerindeki hakkı,babanın çocuğu üzerindeki hakkı gibidir.”İhya.2/195.

-Kardeşler arasında en kötü davranış kıskançlıktır.Yusuf Peygamberin kerdeşleri arasındaki durum gibi.

-Ailedeki en önemli sıkıntı kaynağı;Fertlerin birbirlerini Anlamama,Anlıyamama,Anlamak istememeden kaynaklanmaktadır.Birbirlerini sonuna kadar dinlememekden kaynaklanır.Tesbite göre;Erkek günde 13 bin hece sarfetmesi gerekirken,kadın 25 bin hece sarfetmek durumundadır.Ondan kadın hissiyle hareket eder,konuşmaya ve dinlenilmeye yönelirken,erkek bunu çözme,dinlememe ve konuşmamayla halletmeye çalışır.

-Kötü alışkanlıklar özellikle uyuşturucu kullanmanın % 83-ü arkadaş grubuyla,% 28-i merakla,% 25-i arkadaş etkisiyle ,% 5-i de bilmeden kullanma sonucu başlamaktadır.

-Bir millet kendisini değiştirmedikçe,Allah’da onların durumunu değiştirmez.(Ra’d.11)

-Almanya Münih üniversitesinde kurulan “Kur’an araştırmaları enstitüsü” dünyadaki toplamış olduğu 42 bin Kur’an nüshasını bir araya getirip incelediğinde bunlar arasında hiçbir farkın olmadığını tesbit etmiştir.

-Muhammed İkbal:”Allah özgür iradeye sahib insanı yaratmakla,bazı konularda kendi iradesine sınır koymuştur.”

-”Ünlü bir fıkra vardır: Bir Yeniçeri, kılık-kıyafetinden Yahudi olduğunu anladığı birini yolda yakalamış, kılıcıyla dürtüyormuş; “Sen neden bizim İsa Aleyhisselâm Efendimizi öldürdün” diye… Yahudi, şaşkın, “Ama, bu söylediğin 1700 yıl önce oldu” deyince, Yeniçeri, “Olsun, ben yeni duydum” cevabını vermiş…”

-*”Ebu Hanife Camii ile ilgili basında yazılar peşpeşe gelmeye devam ediyor. Bunlardan birisini de Rey gazetesinden Celil Marka’ya ait yazı idi. ‘Ebu Hanife’nin ayaklarını uzatması vakti geldi’ başlıklı yazıda ilginç bir kıssa aktarılıyor :” Simasına celal ve vakarın aktığı bir zat birgün Ebu Hanife’nin meclisine gelir. Meclisindekiler ayağındaki bir ağrıdan dolayı Ebu Hanife’nin huzurlarında ayaklarına uzatmasını mazur görürlermiş. Ancak İmam, vakar sahibi adamı karşısında görünce hürmetinden dolayı ayaklarını geri çekmiş. Meclistekilere sabah namazının vaktini anlatmaktadır ve vaktin güneşin doğumu öncesine kadar devam ettiğini belirtir. Adam bütün vakarını ortadan kaldıran bir soru sorar: Fecirden önce güneş doğarsa, bu namazın hükmü nedir? Ebu Hanife taaccüp eder ve şöyle düşünür: Bu vakar ve celal bu cehaletle nasıl bir araya gelmiş! Bunun üzerine meşhur sözünü söyler: Ebu Hanife’nin ayaklarını uzatması vakti gelmiştir…” Adam vakarını kaybederek karşı tarafın kendisine yönelik hürmetini ıskat etmiştir. Bu kıssa, bu gibi durumlar için anlatılagelir. Bağdat’taki işgalcilerin durumu da bu vakarsız adamın durumu gibidir.”Mustafa Özcan.Yeni Asya.29-4-2003.

İmam-ı Azam 30 yıl ders halkasını sürdürmüş bir kişidir.İmam-ı Ebu Yusuf,fakir olduğundan babasının tavsiyesi üzerine ders halkasını bırakır,geçimini sağlamak peşinde koşar.Durumu araştıran imam-ı Azam Ebu Yusuf-u çağırtarak ders halkasına devam etmesini sağlar ve kendisine bir kese akçe vererek her bittiğinde bildirmesini söyler.Ve her ihtiyacı anında 20 yıl süren keseyi vermeyi devam ettirir.Ebu Yusuf imamın büyük çömertliğini ikrar ve tasdik eder.

”Kur’ân’ın yanısıra Sünnete de gereken değeri veren, Peygamberi yaşamı gıpta ile ölçü edinmenin yanısıra hadisleri de eserlerine delil olarak yansıtan bu velinin “Makâlât”ı, büyük ve eşi bulunmaz bir hazinedir. Nitekim şu ifadeler bunun bariz bir ifadesidir:

“Dünyada her şeyi içine çeken, boğan yedi de deniz var. Tende de her şeyi içine çeken ve boğan yedi deniz var:

Birincisi gözdür, görerek içine alır.

İkincisi dildir, söyleyerek içine alır.

Üçüncüsü kulaktır, işiterek içine alır.

Dördüncüsü boğazdır, ezilerek içine alır.

Beşincisi karındır, acıkarak içine alır.

Altıncısı ağrı, sızıdır, ölümle neticelenerek içine alır.

Yedincisi sevdadır, delirterek içine alır.

Dünyada ırmaklar da var, gözyaşları ırmaklara benzer…”Milli gazete.A.F.Gün.2-3-2003

-İbni Abbasdan;”Allah ruhları cesedlerden 4 bin sene önce yarattı ve rızıkları ruhlardan 4 bin sene önce yarattı.Daha mahlukat olmamış ve yer ve gök ve kara ve deniz yok iken öncesinde o şehid ve hazır idi.(Mec.tefs.1/471,Al-i İmran.18)

-Ebu Hureyreden rivayet edilen hadisde:”Nefsim yedi kudretinde olan Allaha kasem ederimki;Eğer siz günah işlemeseniz,Allah sizi götürür,günah işleyen bir kavmi getirir.Onlar istiğfar eder,Allahda onları affeder.”(Mec.tefs.1/591)

-Peygamberimiz;Sılayı rahimin rızkın genişliğine ve ömrün uzamasına neden olduğunu söylemektedir.(Mecm.tefs.2/70)

-“Hz. Ömer (r.a), Fil Olayından on üç sene sonra Mekke’de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir (İbnül-Esîr, Üsdül-Ğâbe, Kahire 1970, IV,146).

-Hz.Osman:”Fil olayından altı sene sonra Mekke’de doğmuştur.

-“Hz. Osman on iki sene hilâfet makamında kalmıştır.

-“Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer’in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.

Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman’a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman’ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti.

-Arabi aylar;Zilkade,Zilhicce,Muharrem ve Receb;bu dört aya Eşhur-u Hurum denip,onlarda işlenen günahlar diğer aylarda işlenen günahlardan,o aylarda işlenen sevablar da diğer aylarda işlenen sevablardan daha fazladır.(Bak.tevbe.36)

-Şimdiye kadar hep Arapçadan Türkçeye ve diğer dillere tercümeler yapılırken,Risale-i Nur bunu değiştirerek önemli bir inkilab yapmış,artık Türkçeden Arapça ve diğer dillere tercümeler yapılır olmuştur.

-Hindistanlı Vahididdin adındaki bir alim.2002 yılında –Küreselleşme ve Bediüzzaman-sempozyumunda yaptığı konuşmada,Hadislere dayabdırarak,ahirzamanda gelen şahsın tecdid hareketinin iki asır devam edeceğini ifade etmiştir.Bu da bediüzzamanın;-Eğer farzı muhal olarak o beklenilen zat da gelse risale-i nurları kendisine ölçü ve düstur alacağını-ifade ederken bu hakikatı ifade eder.Nitekim hadisde;-her yüz senede bir müceddidin geleceği umumi olarak ifade edilirken,ahirzamanın dehşetinin külli olması,yapılan tahriblerin ancak iki asırda tamir edilebileceğininden dolayı ahirzamanda gelecek olan şahıs hem kendi asrına hem de kendisinden sonraki asra hitab edecektir.

-” Kadın hürriyeti medeniyet başlatmaz, batırır. Hak eden hürriyeti kendisi alır. Bizde kadınlardan gaspedilmiş bir hürriyet değil, içtimai yapımız böyledir.”

-Ebu Hureyre’den (R.A.) Peygamber (A.S.M.) şöyle buyurdu:

“Benimle İsa (A.S.) arasında bir peygamber yoktur. O inecektir*. İsa (A.S.) yeryüzünde 40 yıl yaşayacak, sonra vefat edecek, cenaze namazını da Müslümanlar kılacaktır”.

Abdullah ibn Selam’dan (R.A.):

“Tevrat’ta Muhammed (A.S.M.)’ın sıfatı yazılıdır. İsa (A.S.)’da yazılıdır ve İsa (A.S.) Muhammed (A.S.M.)’ın yanına defnedilecektir”.(Tirmizi

-«İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki: Onların endişeleri mideleri olacak, şerefleri de meta-ı dünya olacak ve kıbleleri de ka­dınları olacak ve dinleri de dirhem ve dinar­ları (paraları) olacak. Bunlar mahlu­katın en şerlileridir ve Allah ka­tında onların hiç na­sibleri yoktur.» (Keşf-ül Hafa hadîs: 3270) (Ramuz-ul Ehadîs sh: 504)

-Rasulullahın Hz.Hasan ve Hüseyini sığındırdığı dua.Hz.İbrahim oğulları ismail ve İshakı da öyle sığındırırdı:”Eîzüküma bi kelimatillahit-tâmmeti an külli şeytanin ve hâmmetin ve min külli aynin lâmmetin.”Sahihayn.İbni Abbas.

-Hadisi şerifte “Eshabı Kehf Mehdinin yardımcılarıdır” şeklinde buyuruldu.

-Ebu Hureyre (Radıyellahu anhu) şöyle dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Davaları bir olan iki gurup savaşmadıkça kıyamet kopmaz.”(Buhari)

-Ebu Hureyre (Radıyellahu anhu) şöyle dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “İki gurup savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Aralarında büyük ölümler olur. Davaları birdir. Otuz taneye yakın yalancı Deccallar gönderilmedikçe kıyamet kopmaz. Bunlardan herbiri, kendini Allah’ın Resulu zanneder.”(Buhari)

-Sizden herkim Deccala kavuşursa, Kehf suresinin başını (on ayeti) ona karşı okusun. Onlar sizi Deccalın fitnesinden korur.”

-Ebu Hureyre’den rivayet edildiki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Rum (hıristiyan ordusu) A’mak veya Dâbık’a inmedikçe kıyamet kopmaz. Onlara karşı, Medine’den o vakitte yeryüzü müslümanlarının en hayırlılarından olan bir ordu çıkar. Karşılıklı saf olunca, Rumlar derki ‘Bizim ile bizden esir alanların arasını serbest bırakın ki onlarla savaşalım’

Müslümanlar ‘Hayır! Vallahi sizin ile kardeş lerimizin arasını asla serbest bırakmayız.’ Onlarla (Rumlarla) savaşırlar. Ordunun üçte biri hezimete uğrar. (kaçar) Allah, onların ebediyyen tevbesini kabul etmez. Ordunun üçte biri şehid olur. Allah katında en faziletli şehidler bunlardır. Üçte biri savaşı kazanır. Bunlar ebediyyen fitnelenmezler (asi olmazlar) Kostantiniyye’yi (İstanbul’u) feth ederler.

Onlar, kılıçlarını zeytin ağaçlarına astıkları halde ganimetleri taksim ederlerken, içlerinde şeytan nida ederek ‘Mesih Deccal arkanızdan ehlinize musallat oldu’ der. Yola çıkarlar, halbuki bu söz batıldır.

Şam’a vardıklarında Deccal çıkmış olur. Bir de onlar savaşa hazırlanıp saf olduklarında namaz için kamet edilir. Meryemoğlu İsa (Sallallahu aleyhi ve sellem) gökten iner. Onlara namaz kıldırır.

Allahın düşmanı (Deccal) onu görünce tuzun suda eridiği gibi erir. Şayet onu kendi haline bıraksaydı elbette eriyip helak olurdu, fakat Allahu Teala O’nun elinde Deccal öldürür. Onlara kanını, süngüsünde gösterir.”

-Feminizm;kendisine bir kocanın az geldiği,yedi kocalı Hürmüz gibi,çok kocalılık sanatıdır.

-”Mezhebi farklılıklar,ilmin tabii neticesi olmanın yanında –ümmet için bir genişlik olması sebebiyle-Allah’ın bir lütfu ve nimetidir.”Soruşturma.-3-Fıkıh – İçtihad.H.A.Kansızoğlu.sh.80)

-Allah Yahya (AS) daha çocukken nebi nebi yapmıştır.”Ey Yahya!Kitaba kuvvetle sarıl,deyip daha çocukken ona hüküm verdik.”Meryem.12.

-Barnabas-ın ilkesi-nin 17.bölümünde;Allah’ın eşi olmayıp,tek olan olduğu ki ihlas suresini hatırlatır.

” Barnabas İncîlinin 70. bâbından; (Îsâ, kendisine, ‘Sen Allahın Oğlusun’ diyen Petrusa çok kızdı. Onu azarladı. Ona, “Def ol” benden uzaklaş! Sen şeytansın ve bana fenalık yapmak istiyorsun, dedi. Ondan sonra havârîlerine dönerek,bana böyle söyliyenlere yazıklar olsun! Çünkü, Allah bana bunlara lânet etmek emrini verdi, dedi. )

-Devletlerin hukuken yasakladıkları şeyleri bilmek için,hukuk fakültesini bitirmek gerekmediği gibi;Allah-ın yasaklarını bilmek için de özel bir tedris gerekmemektedir.Zira fıtrat fıtri olmayan şeyleri reddedip atar.Mide kendisine uygun olmayan bir şeyi istifrağ ile dışarıya attığı gibi,günahlara karşı da fıtrat soğuktur,reddeder,kabul etmez,yasak olduğunu bilmiyordum-mazereti mazeret ve bahane olmaz,kabul edilmez.

-” Rus ihtilâli elliiki milyon insan boğazlamıştır ki, bunun kırk milyonu tarım ve fabrika emekçileridir. (Toprak dağıtacağım, işletmelere ortak edeceğim) diye gelmiş, fakir köylünün birkaç dönüm tarlasını, yoksul işçinin kulübesini de ellerinden almış, dîni, îmanı olanları, Allah diyenleri öldürmüştür. “Koministlik ve Koministlerde din düşmanlığı…kitabından.

-“Bediüzzaman, yanında bulunan talebesi Ziya Arun ile Fener’deki Patrik Athenagoras’a gider ve onunla mülâki olur. Bu görüşme sırasında, Bediüzzaman ona:

-Hıristiyanlığın din-i hakikisini kabul etmek, Hazret-i Muhammed’i (ASM) peygamber ve Kur’ân-ı Kerim’i de kitabullah kabul etmek şartıyla, ehl-i necât olacaksınız’ der. Athenagoras ise cevaben: ‘Ben kabul ediyorum’ deyince,

Bediüzzaman: ‘Pekalâ, siz bunu dünyanın diğer manevî reislerine de söylüyor musunuz?’ diye sorar. Aldığı cevap şöyledir: “Söylüyorum, fakat onlar kabul etmiyorlar… “Bu mülâkat veya görüşme II. Vatikan Konsili kararlarından önceye rastlamıştır. II. Vatikan Konsilinden ise Athenagoras’ın söylediklerine benzer sonuçlar çıkmıştır. Ve Vatikan’da bu tutum, Patriğin şahsî kabulünün ötesinde kilise kararı haline gelmiştir. Bununla birlikte kilise içinde bu kararlara bazı muhalefet şerhleri düşenler vardır. Nedeni de, necât ve kurtuluş ihtimalinin İslâmiyet gibi diğer dinlere de şamil olmasının kilisenin manevî erkanını zayıflatacağını ve misyonerliğin anlamını buharlaştıracağını öngörmeleridir.”[1]

-”Peygamberimiz bir Sahâbîye buyuruyor ki: (Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış! Âhıret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!).”

-“Sadrazam Talât Paşa birgün aylak aylak dolaşan ve parası-pulu olmayan Neyzen’e güya iyilik yapmak niyetiyle “Gel seni devlete memur olarak alalım” der. Neyzen de “Niçin?” diye sorar. Talât Paşa “Niçin’i var mı, iş güç sahibi olursun, para kazanırsın” diye cevap verir. Konuşma şöyle devam eder:

— Peki sonra?
— Sonrasını ne bileyim, belki âmir olursun.

— Sonra?
— Belki müdür, hatta genel müdür olursun.

— Sonra?
— Eğer azmedersen siyasete girer, mebus (milletvekili) bile olabilirsin.

— Sonra?
— Çabalayıp nâzır (bakan), hatta sadrıâzam (başbakan) olman dahi mümkün!

— Peki daha sonra?

O devirde sadrıâzamın üstünde sadece padişah vardır ve padişahlık da verasetle olup çalışıp çabalamakla kazanılamadığından Talât Paşa çaresiz der ki:

— Hiiiiiç!

Neyzen’in cevabı enfestir:

— Ben zaten şimdiden hiçim paşam! O halde niçin bu kadar yorulayım ki!?! (Neyzen Tevfik gerçekten de göğsüne ‘Hiç’ yazılı bir kağıt asar, öyle dolaşırdı.)”[2]

-” 3 Mart 1931 tarihli Son Posta gazetesi, İstiklâl Mahkemesi cellatlarından biri olan Cellat Kara Ali’yle bir röportaj yapar. Orada Kara Ali, “İstiklâl Mahkemesi’nin kararına istinaden astığı insanların toplam sayısının 5216 olduğunu, bunlardan 3.000 küsurunu yalnızca Konya ve civarında astığını” dile getirir.” Vakit gaz.16-3-2003.Arif Çevikel.

-Hz.Hüseyinin şehid edilerek göğüslediği zulüm ve sel,milyonları kurtarmıştır.Her şey bir bedel istemektedir.Tıpkı Yunus peygamberin denize atılarak gemi ve içindekilerin kurtulmasında bir bedel teşkil etmesi gibi,büyük zatlar gelecek olan büyük selleri göğüsleyerek,selin önüne baraj olarak kurtarır ve başarıların üretimini sağlayıp canlı tutarlar.İşte o zatlatr bu sebeble büyüktürler ve büyüklüklerini ilel ebed muhafaza ederler.Gökten inen dlu,kar,fırtına önce dağlara iner,tüm haşmet ve dehşetiyle…

Küçük çakıl taşlarının milyonlarcası bir araya gelmeliki bir dağı oluştursun,yüz binlercesi bir araya gelmeliki bir tepeyi oluştursun.Onlar dağ ve tepe,bizler birer çakıl taşıyız.Zorlukları kim göğüsleyebilir?

O zatlar bedenen kendilerini feda ettiler,o ruhu koruyup devam ettirdiler.

Bugün onlar kabirlerinde başarılarımızı manen alkışlamakta, başarısızlık larımızdan da en az bizim kadar ızdırap duymaktadırlar.

-H.5.asırda yaşayan Serahsi ile ilgili olarak Muhammed hamidullah şu sitayişde bulunur.Ki tüm İslam alimleri din ile siyasetin,din alimleri ile devlet yöneticilerinin zaman zaman karşı karşıya geldiklerini,barışamadıklarını da göstermektedir.

“… Hicretin beşinci asrında yaşayan ünlü Hanefi fakihi Serahsi bir diğer şarihti. Onun eserini yazdığı şartlar gerçek anlamda korkunçtu.

“Son derece zeki, âlim, dürüst ve korkusuz bir fakih olan İmam Serahsi, o zamanki idarecilerin koydukları adaletsiz vergiler aleyhinde verdiği fetvadan olsa gerek hapsedilmişti. Büyük bir fakih olarak sahip olduğu şöhreti nedeniyle yönetim onu ortadan kaldıramamış, kurumuş bir kuyuya atmıştı. Kuyuda tutulduğu ondört yıl boyunca, talebelerinin kuyunun duvarında oturmalarına ve onun derslerini kağıda dökmelerine her nasılsa izin verilmişti.

“Ondört yıllık hapis hayatı müddetince verdiği abidevî eserlerin uzun listesini görünce insan gerçekten hayrete düşmektedir. Kitâbu’l-Mebsut otuz cilt halinde yayınlanmıştır. Bu eser kuyunun içinde yazdırılmıştır. Şeybânî’nin es-siyeru’l-Kebir’inin dört ciltlik şerhi de kuyudan yazdırılmıştır. Bir düzineden fazla eser meşhur fakihin hapis hayatı sırasında bu şekilde yazdırılmıştır. Hürriyeti tepe tepe kullanan bizler, yanında tek kitap dahi bulundurmasına izin verilmeyen, buna rağmen çalışmalarına kurumuş kuyuda dahi devam eden ve bu şartlarda dahi ilmî derinliğinden taviz vermeyen bu büyük alimden ders almalıyız…”[3]

-“Endülüs Emevilerinin genç halifesi Hişam bekâr idi.Evlenmek istediğinde gelin adayında aradığı tek şart hafız olmakdı.Araştırmalar neticesinde tam720 kişi çıktı.Halife bunun üzerine ikinci bir şart eklemeyi düşündü.İmam-ı Malik-in hadis kitabı,El-Muvatta-yı ezbere bileceklerdi.

İkinci şarta rağmen yine yüksek bir rakamla karşılaştılar.Tek Kurtuba şehrinin gelinlik kızları içinde 500 kişi hem Kur’an-ı Kerim-i,hem de El-Muvatta ki hem hadis,hem fıkıh ve hem de bir kanun kitabı sayılır,ezbere biliyorlardı.

Müslümanlar Endülüs’e (Bugünkü İspanya) ya iman ve insanlık,sanat ve medeniyet,zarafet ve ilim götürdüler.Sadece Kurtuba’da 800 medrese,1700 cami vardı.O zamanın Avrupa okullarında Arabça dersi mecburen okutuluyordu.Hatta krallar,Endülüs’e iyi yetişmeleri için yüzlerce kız ve erkek talebe gönderip,onların iyi eğitimlerini Müslümanlardan rica ediyorlardı.”[4]

-Garip isim ve soyadlar

Geçenlerde gazetelerde de yayınlanan bir istatistik dikkatimi çekti. Bu bir rekordu bana göre; şöyleki: Türkiye’de kadınların 4 milyon 199 bin 600’ü Fatma, 3 milyon 184 bini Ayşe, 2,5 milyonu Emine, 2 milyonu Hatice isimlerini taşıyorlar…

Erkeklerde ise 3 milyon Mehmet, 2 milyon Mustafa, 1 milyon 700 Ahmet, 1,5 milyon Ali, 1 milyon da Hüseyin (bendenizin mübarek ismi yani)…

-”İnsan vücudunun değeri 45 milyon dolar

Kullanılabilir parçalarının ayrı ayrı satılması halinde insan vücudunun toplam değerinin yaklaşık 45 milyon doları bulacağı hesaplandı.

İnsan vücudunun kullanılabilir parçalarının ayrı ayrı satılması halinde toplam değerinin 45 milyon doları bulacağı hesaplandı. “Wired Magazine” adlı dergi tarafından yapılan araştırmaya göre insan vücudundaki sıvılar, dokular ve mikrop öldürmeye yarayan antikorlar büyük para ediyor. Ancak bunları satmak mümkün değil, vücut parçaları olmadan insanlar yaşayamıyor. Parasal açıdan yapılan değerlendirme, insan vücudundaki her bir parçanın satılabilecek durumda çıkarılması esasına dayanıyor.

En pahalısı kemik iliği

Araştırma, hayati organların pahalı organlar olmadığı gerçeğini de ortaya koydu. Örneğin insan vücudunun en pahalı unsuru kemik iliği. Kemik iliğinin gramı 23 bin, kilosu ise 23 milyon dolar. Her hücrede bulunan DNA’lar ise gramı 1.3 milyon dolardan işlem görüyor. Vücuttan alınabildiği takdirde antikorlar da 7.3 milyon dolar ediyor. Buna karşılık bir akciğer 116 bin 400, böbrek 91 bin 400, kalp ise 57 bin dolara alınabiliyor. Araştırmaya göre üretken kadınlar, 8 yılda toplam 32 yumurtalık hücresi satarak 224 bin dolar kazanabiliyor. Bir erkeğin bu kadar para kazanabilmesi için 20 yıl boyunca her ay 12 sperm bağışı yapması gerekiyor. “[5]

“Üstad ezanı Türkçe okutmadı”

“Yanına kötü niyetle geleni bilirdi. Yani sıdkı bütün olanla, sıdkı bütün olmayanı bilirdi. Bizim hapishanede ezanı Kandil’cinin oğlu Ahmed okurdu. O zamanlar ezanlar “Tanrı uludur? Tanrı uludur?’ diye okunurdu. Üstad bir gün pencereden Kandilci’nin oğlu Ahmet’e:

“Hükümet ne derse desin, bana ne ceza verecekse versin “Tanrı uludur” diye uluyup durma, bana ‘Allahüekber! Allahüekber! diye ezan oku’ dedi. Ondan sonra Kandilci’nin oğlu Ahmet ezanı ‘Allahüekber! Allahüekber’ diye okumaya başladı. Kimse de ‘Niye böyle’ diye karışamadı.”[6]

“Duada elleri ters çevirmenin izahı”

“Bediüzzaman’ın sakalı yoktu. Saçları uzundu. keskin bakışlıydı. Şafii mezhebine bağlıydı.

“Bir gün namazdan sonra dua ediyordu. Elleri havaya doğru açıktı. Birden ellerini yere doğru eğdi, aşağıya çevirdi. Ona: ‘Hocam’ dedim. ‘Avuçları yukarıya çevirmek hadi Allah’tan istemek. Peki ellerini yüzgeri edip, yere dikmek ne oluyor? Bilmiyorum.

“Bu, kazasız ver, ya Rabbi demektir’ dedi.”[7]

”Bir defasında, ‘Üstadım, ben müezzin olmak istiyorum’ demiştim. Üstad da, ‘Şimdi ezan-ı Muhammedi (a.s.m.) hoparlör vasıtasıyla Arş-ı Âzama işittirilecek derecede gidiyor’ dedi. Bundan anlamıştım ki, Üstad hoparlör gibi bir icada taraftardı.”[8]

Bediüzzaman:” “İmam Hatip Okullarını eski zamanın medreseleri olarak görüyorum”[9]

“Namaz kortizonu düşürüyor…

Case Western Reserve Üniversitesi Weatherhead School of Management Örgütsel Davranış Bölüm Başkanı, duygusal zeka uzmanı Prof. Richard Boyatzis, meditasyon ve benzeri uygulamalar sayesinde vücudun rahatladığını ve daha iyi verim alındığını ifade ederek, ”Bu Müslümanlar için çok daha kolay. Namaz kılarak vücutlarını rahatlatıyorlar. Namaz, vücudun kortizon seviyesini düşürdüğü için rahatlatıyor” dedi.

”STRES BEYNİN BİR KISMINI DÜŞÜNMEYE KAPATIYOR”

– Boyatzis, ”Stres olduğunda hormonlar harekete geçiyor ve 48 saat boyunca bağışıklık sistemimiz kapanıyor ve vücudumuz kendi kendini yiyor” dedi.

Özellikle negatif iş ortamında strese giren insanların meditasyon ve benzeri uygulamalarla vücutlarını rahatlattıklarını anlatan Boyatzis, ”Bu Müslümanlar için çok daha kolay, çünkü 5 defa namaz kılıyorsunuz. Müslümanlar namaz kılarak vücutlarını rahatlatıyorlar. Namaz, vücudun kortizon seviyesini düşürdüğü için rahatlatıyor” diye konuştu.”[10]

“DİE verilerine göre boşananların sayısında ürkütücü bir artış yaşanıyor. Uzmanlar değer erozyonunun evlilik kurumunu da tehdit ettiği görüşünde.

1990 ile 2000 yılları arasında yaşanan boşanma vakalarında yüzde 36’lık artış oldu. Boşanma nedenleri arasında “geçimsizlik” başı çekiyor. Uzmanlar ise ayrılığın en son verilecek karar olduğunu söylüyor”

“Ülkemizdeki boşanmalarda büyük artış yaşanırken uzmanlar “Ayrılık çözüm değil, daha büyük sorunların kaynağıdır” diyerek çiftleri uyarıyor.”[11]

Rasulullah ne okur,ne de yazardı.O Ümmi idi.

“Sen daha önce bir kitabtan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin.Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi.”[12]

İntihar;Askerlik süresi bitmeyen bir askerin önceden firarı ve izinsiz kaçışıdır.Bir erken doğumdur.Sezeryanla doğumu yaklaşmamış olan yavrunun zorla doğumudur.Koşuş değil,kaçıştır.

-12 ayda 22 bayramla dünyada görülmemiş bir rekora imza atıyor.

”11 Eylül’den sonra Amerikalılar’da vatandaşlık ruhu canlanmış, pekçok kapıda ve bahçede bayrak asılı, Müslümanlar’a karşı da bir soğukluk oluşmuş.”[13]

İçki içene veya kumar oynayan kimseye,şeytanın bol olsun derler.Çünki bu işler şeytan işidir.

-İç dünyamızda Tesettürle,

Dış dünyamızda Filistinle,

Tüm dünyada İsraille,

Musibetlerden zelzele,sel,sars,ekonomi ve sefahetle..

İmtihan olunmaktayız.

-Büyük işler çıkaran küçük işler.Bazen küçük işler büyük iş çıkarır veya başa büyük işler açabilir.Küçük işler küçük görülmemeli

-Çocuk ailesine,Bağlı olmalı,bağımlı olmamalı.Bağlılık ilgi ve sevgiyi gösterirken,bağımlılık onlardan kopmamayı,kopamamayı,onlarsız hiçbir iş yapamamayı gerektirir.Bağımlı olan bağlanır.

-“Duaya icabet,nefsin için seçtiğin vakitte değil,Allah’ın senin için tercih ettiği zamanda tecelli ve tahakkuk edecektir.”H.Ataiyye.

-Hiçbir şey yokluğa gitmiyor.Hayvanlar bile yok olmuyor.Bu konuda Bediüzzaman:

“Eğer zîruh ise, zevil-ukûlden değilse, onların zeval ve firakı, bir adem ve fena değil; belki vücud-u cismanîden ve vazife-i hayatın dağdağasından kurtulup, kazandıkları vazifenin semerelerini bâki olan ervahlarına devrederek; onların o ervah-ı bâkiyeleri dahi birer esma-i İlahiyeye istinad ederek devam eder, belki kendine lâyık bir saadete gider.”[14]

Akıl sahibi olmayan hayvanlar,ahirette cesed itibariyle yok olsalar bile,ruhen baki kalıp,dünyada gördükleri hizmetlerinin mükafatlarını kendilerince bir saadet olarak elde ederler.

Hesaptan sonra ahirette hayvanların cesedlerinin toprak olmasını gören âsi insan şöyle der:” Sizi, yakın gelecekteki bir azabla uyardık; o gün kişi elleriyle sunduğuna bakar ve inkarcı da: “Keşke toprak olaydım” der.”[15]

“Hayvanların ruhları bâki kalacağını.. ve Hüdhüd-ü Süleymanî (A.S.) ve Neml’i, ve Naka-i Sâlih (A.S.) ve Kelb-i Ashab-ı Kehf gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceği ve herbir nev’in arasıra istimal için birtek cesedi bulunacağı rivayet-i sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rububiyet öyle iktiza ederler.”[16]

-İttifak olmadan ittihad olmaz.İttifak-ı İslam değil,ittihad-ı İslam.Önce ittifak-ı mü’min olmalı,daha sonra ittihad-ı İslam olmalıdır.İttihadın yolu ittifaktan geçer.Gönüllerin birleşmesiyle,vücutlar birleşebilir.

-Acaba bizler ve tüm varlıklar bir holigramda mı yaşıyoruz?Yani hakikatı doğuran hayali proğramlarla mı uğraşıyoruz?Tıpkı hadisde belirtildiği gibi ki:”İnsanlar uykudadırlar,ölünce uyanırlar.”

Yoksa uyur gezer,uykuda,belli bir kabuk,yumurta ve zarın içindemiyiz?Ölüm o tohumun,zarın ve yumurtanın yırtılıp parçalanması ve dağılmasıyla vücut bulması gibi,vücut mu bulacağız?

Maddeyi aşmak gerek.

İmtihanımız;Madde de boğulmadan,mâna da yükselmektir.

-Nâci’nin mısralarından birinde şöyle bir duada bulunur:

* “Bir hakikat kalmasın âlemde Allah’ım nihân”…

*”Mal ve mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi.

Bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi!

*“Hâşâ, zulmetmez kuluna Hudâsı,

Herkesin çektiği, kendi cezâsı!

*”Geçti gençlik tatlı bir rüyâ gibi ey çeşmim zâr! [ağla!]

Beni mecnûn etti girye, meskenim olsun mezar!”

*“Âyinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz.

Şahsın görünür rütbe-i aklı, eserinde!”

*”Güzel yanağını bilen, güle hiç bakmaz.

Senin sevginde eriyen, derman aramaz!”(Faideli bilgiler.A.C.Paşa)

*“Edib olur kişi sermaye-i hayası kadar.”

*“Yâr için ağyara minnet ettiğim ayb eyleme,

Bağban bir gül için bin hâre hizmetkâr olur.”

*-Dil bedest âver ki hacc-ı ekberest

Sad hazâran Ka’be yekdil bi-derest

Ka’be bünyad Halil-i âzerest

Dil nazargâh Celil-i ekberest.

(En büyük hac olan gönül yapmak,yüz bin hac yapmaya mukabildir.Zira Ka’be Âzer’in oğlu İbrahim Peygamberin yaptığı bir bina olup,Ka’be ise Allah’ın nazar ettiği ve yaptığı bir binadır.)

*İdrak-i maâli bu küçük akla gerekmez.

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

*“Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizamat,

Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde.”

*Mâl-ü mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi?

Bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi!”

*Hak tecellî eyleyince, her işi âsân eder.

Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsân eder

*Herkesin var bir kesi,

Ben bî-kesin yok kimsesi.

Ben bî-kesin, sen ol kesi,

Ey kimsesizler kimsesi!

*Yüzbin ok ve kılınc yapamaz aslâ,

Göz yaşının seher vakti yaptığını.

Düşmanı kaçıran, süngüleri, çok defa,

Toz hâline getirir, bir müminin duâsı.

*Kamış boşum dedi, şekerlendi,

Ağaç yükseldi, baltayı yedi.

*Geçti gençlik, tatlı bir rü’yâ gibi, ey çeşmim zâr!

Beni mecnûn etti girye, meskenim olsun mezar!

*“Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizamat,

Bin türlü teseyyüp bulunur hanelerinde.”

*Soysuz olana, kıymet mi verir hiç diploma?

Altın palan vursan, eşek yine eşektir!

*Allaha tevekkül edenin yâveri Haktır.

Na-şâd olan bu kalbim, birgün şâd olacaktır.

* Hudâ Rabbim, Nebim hakkâ Muhammeddir Resûlullah.

Hem islâm dînidir, dînim; kitabımdır kelâmullah.

Akâidde, Ehl-i sünnet oldu mezhebim hamdolsun.

Amelde, Ebû Hanîfe mezhebi, mezhebim vallah.

* Hak teâlâ, intikâmını yine kul ile alır.

Bilmiyen (ilm-i ledünnî) anı kul yaptı sanır.

Cümle eşya Hâlıkındır, kul elîle işlenir.

Emr-i Bârî olmayınca, sanma bir çöp deprenir!

*İnsana sadâkat yaraşır, görsede ikrâh,

Yardımcısıdır doğruların hazreti Allah.

*“ Köpek, aya bakınca havlar,

Ayın bunda ne kusuru var,

Köpekler, her zaman havlar.

Beyt:

Ağız tadının kaçması, hastalığı bildirir.

En lezzetli şerbetler hastaya acı gelir.

* Kimseye bâkî değildir, mülk-i dünya, sîm-ü zer,

Bir harap olmuş gönül, tâmîr etmektir hüner.

Buna fânî dünya derler, durmayıp dâim döner,

Âdem oğlu, bir fenerdir, âkıbet bir gün söner.

*”Yunus Emre: “Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere

Yalan değil gerçektir, ben de gördüm tozunu…”

*”Muin-i zalimin, dünyada, erbab-ı denaettir.
Köpektir zevk alan, seyyad-ı bî-insafa, hizmetten!.”

N.FAZIL-DAN :

“Üstün çile dev gibi, gelip çattı birden: Tos!

Sen cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos…

İşte bütün meselem, her meselenin başı.

Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı…”

***

“Kaçır beni ahenk, al beni birlik,

Artık barınamam gölge varlıkta.

Ver cüceye onun olsun şairlik,

Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta.”

***

“Her fikir, her düşünce bir mevsimlik vesselâm

Zaman ve mekân üstü biricik nizam: İslâm!..”

***

“Mezarda kan terliyor babamın iskeleti

Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti…”

***

“Ölüm güzel şey, odur perde arkasından haber,

Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?..”

****

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader

Aldırma bu dünya böyle gelmiş,böyle gider.

ÖZLÜ SÖZLER

-Hiçbir zaman gökten gül yağmaz;daha çok gül istersek,daha çok fidan dikmemiz gerekir.

-Âilemiz,bize tutulan boy aynalarıdır;kim olduğumuzu ve kim olabileceğimizi onlara bakıp anlarız.

-Dört şey geri gelmez;Söylenen söz,atılan ok,geçen zaman,kaçırılan fırsat.

– Acı çekmeyenler,başkalarının acı çekebileceğini akıllarına getirmezler.

Eğer bir yerde,küçük insanların gölgeleri,büyük görünüyorsa,orada güneş batıyor demektir.

-Kötülüğün hakim olmaması için tek şart,iyilerin gayret göstermesidir.

-Milyonların girip çıktığı tuvaletleri kimse kutsal saymaz.

-Gençliğinde bilgi ağacı dikmeyen,yaşlılığında rahatlayacağı bir gölge bulamaz.

-Bize değer kazandıran şey,yaptığımız işlerdir.

-Aslan mağarada can verse dahi,köpeğin artığını yemez.

-İnsan hayatının dörtte üçü yapamayacağı şeyleri istemekle geçer.

-Cahiller içinde bir alim,ölüler içinde diri gibidir.

-Hane tamiriyle kendimi viran ettim.

-Kadın bir hanenin kanı gibidir.

-Milletler parasızlıktan değil,ahlaksızlıktan çekerler.

-İki şeyi asla unutma;Allah’ı ve ölümü.İki şeyi de asla hatırlama;yaptığın iyiliği ve gördüğün kötülüğü.-L.Hekim.

-Ölüm,ajandanızda kayıtlı olmayan tek randevu.

-Fikir ve idealler,yaş keçe gibidir.Dövüldükçe kuvvetlenirler.

-Kadın evlenmeden önce,erkek evlendikten sonra ağlar.

-Büyük kafalar fikirleri,orta kafalar olayları,küçük kafalar ise kişileri konuşur.

-Doğruyu söyleyip zincire vurulmak,yalan söyleyerek zincirden kurtulmaktan iyidir.

-Hiçbir kalbe kapısı kırılarak girilmez.Sevgi bütün gönül gümrüklerinde geçerli tek pasaporttur.

-Fil olduğundan küçük,bit ise olduğundan büyük çizilir hep.

-Hayata yeniden başlasaydım,saniyelerin nabzını tutardım.

-Ne kadar yaşadığınız değil,nasıl yaşadığınız önemlidir.

(Bunlar-Tebessüm Saati- (Mahir Duman) kitabından alınmıştır.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Yeni Asya.6-7-2003.Mustafa Özcan

[2] Yeni Şafak.6-7-2003.Dücane Cündioğlu.

[3] Milli gaz.A.F.Gün-ün köşesinde.5-7-2003.

[4] Hizmet takvimi.16-12-2002.,”Rönesansı Bizans değil,Endülüs tetikledi.”bak.Aksiyon.M.Öztürk.1-6-2003.

[5] Yeni Şafak.5-7-2003.ve Yeni Asya,Milli gaz.5-7-2003.

[6] Son.Şahidler.Necmettin Şahiner.2/288.

[7] Son.Şahidler..age.2/288.

[8] Son Şahitler.Age.Receb Onaz.4/136.

[9] Son Şahitler.Age.4/150.

[10] Sonsaniye.30-6-2003.

[11] Milli Gaz.29-6-2003,Tercüman.29-6-2003.

[12] Ankebut.48.

[13] H.Karaman.Yeni Şafak.15-6-2003.

[14] Mektubat.287.

[15] Nebe’.40.

[16] Lemalar.370.




TÜRKLER VE OSMANLILAR

TÜRKLER VE OSMANLILAR

Aynı anne ve babanın evladı olarak,Hz.Âdemle başlayan insanlık,ikinci Âdem olan Hz.Nuh peygamberle devam etmiş,çoğalarak çeşitli bölgelere ayrılmıştır.Nitekim Nuh peygamberin oğlu olan Ham-Sam-Yafes’den,Afrika,Arap ve Türk ırklarının oluşmuş olduğu ifade edilir.

Kendilerinin Yafes’den olduğunu ifade eden Türkler tarih boyu içerisinde göçebe olarak yaşamış,sonuçta tek inançta olsa Şamanizm inancına sahib olmuşlardır.Savaşçı bir millettir.

Tarihin tüm bu seyri içerisinde en önemli dönüm noktası Hz.Ömer döneminde başlamış,751 Yılında Talas savaşıyla Ebu Müslim komutasındaki ordunun Arapların yanında Çinlilere karşı beraber mücadelesiyle gerçekleşmiştir.Türkler toplu olarak Müslüman olmuşlardır.Bu gelişim ikinci Ömer olan Hz.Ömer’in torunu Ömer bin Abdulaziz döneminde daha da bir gelişim içerisine girmiştir.

Selçuklu dönemi Türk milletinin kendini isbat ettiği dönemdir.Sanat yönüyle kültürün mezci,Nizamiye medreseleriyle ilk eğitim sisteminin temelinin atılarak Fatih Döneminde Sahn-ı saman medreseleriyle geliştirmesi,köklü yerleşiminde etkili olmuştur.Bir Konya,Kayseri,Kırşehir,Edirne,İstanbul,Bursa gibi yerler bunun canlı şahitleridir.Bir yandan taşa kazınan değerler,bir yandan zihne kazılmış,diğer yandan da bayraklaştırılarak tüm âfakta dalgalandırılmıştır.

Selçuklu sultanı Alparslanın Malazgirtte Romen Diyojene karşı giriştiği savaştaki başarısı Türklere anadolunun kapılarını açmış oldu.

Osman beyin Kur’an-a göstermiş olduğu saygı,küçük bir Söğüt kasabasından çıkan Osmanlıyı şahlandırmış,madde ile manayı,ruh ile cesedi,din ilimleriyle fen ilimlerini beraber götürmeleri muvaffakiyete sebeb olmuştur.

Siyasi alanda ise tüm ırk,din ve kültürde olan insanları tak bir çatı altında toplaması kücüne daha da bir güç katmış oldu.

Osmanlı padişahları genellikle veli kimselerdir.Maddi ve mânevi yönden pişmiş kimselerdir.Yunus’un dediği gibi:

Taptuğun tapusunda,

Kul olduk kapusunda,

Miskin Yunus hiç idik

Piştik Elhamdülillah…

-”Eyyüb Sabri pâşa, (Mir’ât-ül Haremeyn) kitabında diyor ki, sultan Abdülmecîd hân, Mustafâ Reşîd Pâşanın mason olduğunu, islâmiyete uymıyan bir yol tuttuğunu anlayınca, kahrından, üzüntüsünden hastalandı. Yatakta oturamıyor, hep yatıyordu. Yalnız, mühim şeyler okunuyor, (irâde-i şâhâne) alınıyordu. Sırada bulunan bir kâğıd için (Medîne ehâlîsinin bir dilekçesi okunacak) bilgisi verildi. (Durun, okumayın! Beni oturtun!) buyurdu. Arkasına yastık koyup, oturtuldu. (Onlar, Resûlullah efendimizin komşularıdır. O mübârek insanların dilekçesini yatarak dinlemekten hayâ ederim. Ne istiyorlarsa, hemen yapınız! Fakat, okuyunuz da, kulaklarım bereketlensin!) buyurdu. Bir gün sonra vefât eyledi.”

Kur’an tarafından Türk milleti övünmüştür.Âyette:”Ey iman edenler!Sizden kim dininden dönerse (Bilsin ki):Allah,sevdiği ve kendisini seven,mü’minlere karşı alçak gönüllü,kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir.(Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar.Bu,Allah’ın,dilediğine verdiği lütfudur.Allah’ın lutfu ve ilmi geniştir.”(Mâide.54)

Peygamberin övügüsüne mahzar olan Fatih’de:”Kostantiniyye elbette fethedilecektir.Onu fetheden asker ne güzel askerdir ve onu fetheden komutan ne güzel komutandır.”buna liyakatını göstermiştir.Maddi ve manevi eğitimi beraber götürmüşür.

İttihad-ı İslâmın tesisine vesile olan Yavuz Sultan Selim’de;Geçilmesi imkansız sina çölünü geçerken atından inmiş,sebebi sorulduğunda da,Hz.Peygamber önde yaya yürürken,ben nasıl olurda ata binerim,demiştir.

Şeyhul İslâm İbni kemâl-in atının ayağından sıçrayan çamuru,herkes ters bir tepki göstermesini beklerken,öldüğünde bu elbisesinin tabutunun üzerine konulmasını emretmeiş ve-Alimlerin atının ayağından sıçrayan çamurun,kendileri için bir şeref olacağını ifade etmiştir.

Ölümü anında baş ucunda bulunan Hasan Can-ın,-Padişahım Allah’la olma zamanı yakındır,sözüne karşı,Hasan Can,Hasan Can!şimdiye kadar bizi kiminle sanırsın,diyerek manevi dünyasını dışa yansıtmıştır.

Kanuni dönemi hem zirveyi hem de inişi birleştiren dönemdir.Şu olay bunu net olarak yansıtmaktadır;

Osmanlı sürekli olarak kendisini kontrol edip yön verecek olan Halifelik müessesesini tesis ederek,mânevi canibini sürekli canlı ve ayakta tutmuştur.Maddi ve mânevi sorumluluğunu ve yüklerini tüm milletle paylaşmıştır.

” Sa’d-ı Teftezani şöyle demiştir:

“Hilafet (İmamet-i Uzma), Peygamber (A.S.M.)’a niyabeten din ve dünya işlerinin tanzim ve ikamesi için umumi riyasettir”.

Batıdan 40 çeşmeleri getirten Kanuni,iltifat ve takdir görmek amacıyla ins ve cinin müftüsü olan Şeyhulislâm Zenbilli Ali Efendiye,-Ne dersiniz?dediğinde bu zat veciz olarak geleceğe ışık tutan şu sözü söylemiştir;

Kanuni!Kanuni!Öyle bir bok sıçtın ki,bu 40 çeşmeler üzerinden 40 sene aksalar yine de onu temizleyemezler.

Körü körüne batıya açılış dönemi başlamış ve bu durum inişi hızlandırmıştır.

Nitekim bunu takib eden dönemlerde Osmanlının hatlarının kırılma noktaları;1839’da 1.Tanzimatla başlamış,1856’da gayr-ı Müslimlerden alınan ve önemli bir gelir kaynağı olan cizyeyi kaldırmış,1908’de de 2.Meşrutiyet uygulanmıştır.

Elbette her yıkılışın altında bazı olumsuzluklar vardır.Mesela: ”Üçüncü Murad’ın cenaze namazının kılındığı 27 Ocak’ın hemen ertesi günü, “Kanunnâme-i Âl-i Osman”ın “Nizâm-ı Âlem” maddesine uyularak Üçüncü Murad’ın on dokuz şehzâdesi idâm edilmiş ve bu haber İstanbulluyu yasa boğmuştur!.. Üç-beşi hariç hemen hepsi ana kucağında olan bu yavruların en büyükleri Mustafa’nın babasının ölümünü duyduğunda söylediği: “Nâsiyemde Kâtib-i Kudret ne yazdı bilmedim/Ah kim bu gülşen-i âlemde hergiz gülmedim” mısraları meşhurdur.”(Mustafa Müftüoğlu.milli gazete.17-1-2003.)

Koca Veli Sultan II.Abdulhamid Han o zor şartlar altında devleti 33 sene ayakta tutmuş,iç ve dış entrikalara karşı sürekli uyanık davranmıştır.Ustalığı ve siyaseti ile saldırıları boşa çıkarmıştır.

Sürekli savaş hali içerisinde olmasına karşı,Medine demiryolu projesini hayata geçirmiş,asırlardır Yahudilerin hayalleri olan Filistin korunmuştur.

1.Dünya savaşına girmemize sebeb olan Mithat paşanın bu uygulamasına karşı,tüm dünya devletlerine karşı politika geliştirmiş olmasına rağmen,kendisinin bulunmaması ve basiretsizliklerden dolayı kayıplar başlamıştır.

1908’de hal’ini sunanlar içinde Müslüman bir kimse bulunmamış,Yahudi,Ermeni ve Rum temsilciler bulunmuştur.

Bu çöküş dünyadaki bir çok değişimi de beraberinde getirmiştir.

Ortadoğu ve Balkanlarda kaynayan ve kaynatılan kazanlar dinmek bilmemiş,Filistin elimizden çıkmış,Musul-Kerkük el değiştirmiş,tek tek sahib olduğumuz yerler kaybedilmiştir.Bugün bile oradan arta kalan mirasla geçinmekteyiz.

Lozan’da Lord Gürzon ve Haim Naum’un aldığı kararlar Osmanlının yıkılmakla kalmayıp,benliğini yitirmesinde önemli rol oynamıştır.

Bu değişim değil bizlere dünyaya dahi bir fayda sağlamamış,sürekli huzursuzluklar devam edegelmiştir.

Osmanlı aranmaktadır.Nitekim Osmanlının çöküşünden sonra orta doğu ve balkanlarda pek çok sorunun cevaplanamadığını belirten Guardian yazarı Ash,”Osmanlı imparatorluğunu yeniden canlandırmak gerekir.”(Yeni Şafak.28-3-2003) itirafında bulunmuştur.

Osmanlının boş bıraktığı yeri Amerika 1945’de süper devlet olarak almış ancak yerini dolduramamıştır.Çünki hareket tarzı menfaat ve keyfi hareket üzerine oturmaktadır.

80 senelik kendi idaremizde bile,59 tane hükumet gelmekle,her bir hükumete 1,5 yıl bile düşmemektedir.Dünya sürekli ihtilallerle,karışıklıklarda,el değiştirmelerle çalkalanmaktadır.

Nerede bir Türk varsa müslümandır.Müslüman olmayan Türkler dahi Türklükten çıkmışlardır.Moğollar ve Macarlar gibi.Türklerde din,etle cilt gibi birbiriyle kaynaşmıştır.

Ancak şu anda biz gerçek dinimizi yaşamamakla beraber yansıtamamız,tarihimizi bile bir asır ötesine gidemeyerek bilemeyişimiz,içte birlik ve beraberlikteki kopukluklar bizleri yıkan en önemli faktörler arasındadır.

624 yıl gerek bizlere gerekse de dünyaya sahiblik eden Osmanlıya bizler ise sahib çıkamadığımız gibi,sürgüne göndermişiz.

Amerikalı John Dawson ile evli olan II.Abdulhaim’in torunu Nadine Sultana Amerika’da yaşamaktadır.Ve “Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı’nda Batı’ya yardım ettiği için yıkıldı”itirafında bulunmaktadır.

Kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapta:”Osmanlı’nın politikaları ile ABD ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerin bugünkü politikaları arasında ne tür farklar var?

Bildiğiniz gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda halkların kendi kültürlerini yaşama ve koruma hakkı vardı. Çok farklı sosyal, etnik ve dini gruplar mevcuttu imparatorluk içinde. Ama öyle bir sistem vardı ki neredeyse her grubun kendine ait bir idaresi bulunuyordu. Tarih ne söylerse söylesin ben inanıyorum ki bu çok büyük bir toleranstı. Tabii bunda İslam’ın, Osmanlı İmparatorluğu’nun politikaları üzerindeki etkisinin rolü büyük. Farklı dinlere mensup kişiler de bu yüzden tolore edildi. Tabii ki bütünüyle eşit olamazsanız. Ama Osmanlı İmparatorluğu’nun yaptığı şey farklılıklara saygı göstermekti. İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu zayıflarken koloniler edindi farklı yöntemlerle. Sömürü amaçlıydı bu.

Amerika’nın durumu ise farklı. Amerika’nın kültürü yok açıkçası, tarihi yok.” Yeni Şafak.5-5-2003.

1300-1600 yılları arasındaki Osmanlı padişahları şunlardır:

I.Osman Gazi.1281-1324.

Orhan Gazi.1324-1360.

I.Murad Hüdavendigâr.1360-1389.

I.Yıldırım Beyazıd.1389-1402.

Fetret Devri.1402-1413.

I.Mehmet Çelebi.1413-1421.

II.Murat.1421-1444.

II.Mehmet.(Fatih)1444-1446.

II.Murat.1446-1451.

II.Mehmet.(Fatih)1451-1481.

II.Beyazıd.1481-1512.

I.Selim.(Yavuz)1512-1520.

I.Süleyman.(Kanuni)1520-1566.

II.Selim.(Sarı)1566-1574.

III.Murad.1574-1595.

III.Mehmet.1959-1603.

1600-1908 Yıllarında Osmanlı Sultanları:

III.Mehmet.1595-1603.

I.Ahmet.1603-1617.

I.Mustafa.1617-1618..

II.Osman.(Genç)1618-1622.

I.Mustafa.1622-1623.

IV.Murat.1623-1640.

İbrahim.1640-1648.

IV.Mehmet(Avcı)1648-1687.

II.Süleyman.1689-1691.

II.Ahmet.1691-1695.

II.Mustafa.1695-1703.

III.Ahmet.1703-1730.

I.Mahmut.1730-1754.

III.Osman.1754-1757.

III.Mustafa.1757-1774.

I.Abdulhamit.1774-1789.

III.Selim.1789-1807.

IV.Mustafa.1807-1808.

II.Mahmut.1808-1839.

Abdulmecid.1839-1861.

Abdulaziz.1861-1876.

V.Murat.1876.

II.Abdulhamid.1876-1909.(Bak.Osmanlı Devleti-Heyet-3/447)

Bugün ise kendimizi,batıyı ve İslâm dünyasını özetleyecek olursak;

”- Demokrasi ; aristokrasi ayrımı olan batının eşitlik anlayışıdır. Bizde aristokrasi yok ki böyle bir hürriyet arayışı olsun.

Anayasa ; Osmanlı ırk, lisan, millet olarak o kadar farklıdır ki böyle bir yapıya Avrupalının aklı ermez. Bu birlik İslam birliğidir.

– Avrupa’da ise mütecanis unsurlar asırlar sonra birlik sağlamışlardır. Onların yapısına uygun bir meşrutiyet bizim yapımızı dağıtmak demektir.

– Taklitçilik milli ve batılı diye ayrım getirdi. Özellikle adliye ve maarifte bütün problem meşrutiyet dahil ne istersek hep aşırıya kaçmamızdır.”Said Halim Paşa.Buhranlarımız.)

”- Partiler ve kavgalar bize siyasi hürriyet getirecek zannedip kurduk. Husumet ve rekabeti körükledik. Mebuslar birbirlerine şiddetle düşmanlık yapınca meşrutiyet (demokrasi) yükseliyor sanıp safdilane memnun olduk. Oysa hakikat tam aksidir. İnsanlar siyasi çekişme yerine sevgi ve dostlukla daha verimli olurlar.

– Fenciler rekabet olmadığı için müthiş bir hızla ilerliyorlar. Bizdeki çekişmeler, partiler ve millet vekilleri suni oluşturulmuştur. Milli ve ırki yönler körükleniyor.

– Kötü niyetli azınlıklar ve partiler meclise meşrutiyet (demokrasi) diye girdiler.

– Osmanlı düşmanı olup her değişikliği iyi zannedip, örf ve adetleri bir anda değiştirmeye kalkıştık. Taklitçiliğin sonu bugünkü gibi anarşidir.

– Batılı demokrasiye, adaletsizliğe, baskıya karşı savaşarak eğitim ve vatanseverlikle ulaşmıştır. Bizde baskı yoktur ki demokrasi arayışı olsun. Komşudan ısmarlama olmaz. “S.H.Paşa.Buhranlarımız)

”- Kadın hürriyeti medeniyet başlatmaz, batırır. Hak eden hürriyeti kendisi alır. Bizde kadınlardan gaspedilmiş bir hürriyet değil, içtimai yapımız böyledir.

– Ciddi cemiyetler kadınlardan ulvi, bozuk cemaatler de kadınlardan süfli şeyler ister. Sosyal ve siyasi meseleler karıştırıldığı için Avrupa’daki feministlerin siyasi hak talepleri bizdekilere sosyal hak ve hürriyet talebi olarak aksetmiştir.” S.H.Paşa.Buhranlarımız)

– İslam dünyasının gerileme sebeplerini ilk batılılar ele aldılar ve bunun İslam şeriatından kaynaklandığını yaydılar.

– Müslümanlar bu iddiayı batılıların İslam’a olan kinine bağlayarak şiddetle tepki gösterdiler, batı ve batıcılar da bu tepkiye bağnazlık -taassup-yobazlık dediler.

– Düşüncemizdeki karışıklık gerçek sebebi yani neden tembel ve cahil kaldığımızı tesbiti geciktirdi.

– Milletlerin inandıkları dine kendi özelliklerinden verdikleri bir vakıadır. Eğer din mani olsaydı Japonlar ilerleyemezdi.

– Yeni Müslüman olan toplumlar eski cahiliyet dönemi adetlerinin tesirinden tam kurtulamadılar, neleri terkedeceklerinin bilemediler, din yeni ihtiyaçlara uygun tefsir edilemedi, çare İslam’ın bunlara tesirini arttırmakken tersi oldu.

– Türkler ise İslam’dan önceki medeniyetleri İslam’dan sonraki ilerlemesine mani olacak kadar köklü olmadığından yeni şeriatı tam temsil edip (Malik Bin Nebinin) ifadesi ile 6 asır tehlikelere set çektiler. Fakat onlardan Arap ve Acemlerden menfi etkilendiler.

– Batıya olan nefret onların medeniyetteki ilerlemelerini takibe engel oldu. İslam alemi felsefi ve metafizik kısır çekişmelerle uğraşırken batı yeni icatları ile istila etti.

– Müslüman liderler saadetimizin yolunun batıya benzemek olduğunu zannettiler. Oysa batı kendi anlayış ve ananelerine göre bir sistem kurmuştur. Bu bize uymaz.( Bilginin İslamileştirilmesi .Bak.12. söz, 3. esas, Hikmet-i felsefe ve Hikmet-i Kur’aniye)”(S.H.Paşa.Buhranlarımız)

”- İslam toplumlarında asırlardan beri tarafsızlık, insaf ve adalet hisleri yaygın oldukça ihtilaller olmamıştır. İhtilaller batıcılığın meyvesidir. Sağ-sol vb.” S.H.Paşa.Buhranlarımız)

– Hakimiyet milletindir ilkesi eskiden Kilise ve Krallığın yaptığını taklit eden hayali bir haktır. Temelinde kuvvet vardır.

– İnsanda doğuştan hak yoktur. Zamanla ‘söz geçirme hakkı, saygı hakkı, hürriyet hakkı, mutluluk hakkı’nı elde eder.

-Milli irade denen şey milletin çoğunu temsil etmeyen çoğu zaman suni milletvekilleriyle göstermelik bir hakimiyettir. Eskiden azınlık baskısı vardı şimdi çoğunluk.” (S.H.Paşa.Buhranlarımız)

Çörçil İnönüye yaptığı teklifle bizi de II.Dünya savaşına sokmaya çalışmıştır.

”2.Dünya Savaşı’ndan müttefiklerin galibiyeti, demokrasinin totaliter rejimlere galibiyeti olarak algılandı. İnönü’nün Demokrat Partiye müsaade etmesi, totaliter bir sistemi devam ettirmesinin mümkün olamayacağına inanması ve Rusya’nın karşısında Avrupa’nın Türkiye’yi yalnız bırakma endişesi idi.”(A.F.Başgil.27 Mayıs)

06-05-2003 / Mehmet ÖZÇELİK




TEFEKKÜR DÜNYAMIZ

TEFEKKÜR DÜNYAMIZ

-Arz 6 günde yaratılmıştır.[1]

-Her şey sudan yaratılmıştır.[2]

-Bir tek sudan çok değişik şeyler var edilmiştir..[3]

-Kuru ve yaş her şey Kur’andadır.[4]

-New Scientist 27-nisa-2002 tarihindeki kapak konusunda:”neden hepimiz bir hologramın içinde yaşıyoruz?”başlığını kullandı.”[5] yani rüyadaki bisiklet sürenin uyanıkken sürenle aynı heyecanı paylaşması,hipnotize edilenin uyanık gibi yapması,üstadın ey uykudayken kendisini uyanık zannedenler.”sözü,uyur gezerlerin durumu,insana dünyanın hakikatının bir gölge gibi olduğunu gösteriyor.Tıpkı anne karnındaki çocuğun bir zarın içerisinde oluşu gibi varlıklarda adeta bir fanusun içindemi yaşıyorlar.Yani görüntü algılanana göremi şekilleniyor,yoksa öyle olduğu şekilde mi görünüyor?

-İbni Abbasdan;”Allah ruhları cesedlerden 4 bin sene önce yarattı ve rızıkları ruhlardan 4 bin sene önce yarattı.Daha mahlukat olmamış ve yer ve gök ve kara ve deniz yok iken öncesinde o şehid ve hazır idi.[6]

-Ben kimim?Kâinatta bir nokta,Kur’an-da bir hareke,bir harf,bir kelime ve bir cümleyim.

-Cuma suresinde;Keşke toprak olsaydık,derler,elbette böyle dediler diye olurlar mı?”İnsanları kendilerine azabın geleceği (kıyamet) gününden korkut ki,sonra zalimler;”Ey Rabbimiz,yakın bir müddete kadar bize süre verde senin davetine uyalım ve peygambere tabi olalım,derler.(Onlara)-Daha önce,sizin için bir zeval olmadığına,yemin etmemiş miydiniz?(denilir)”[7],”Ahirette uzuvlar şahitlik eder.”[8],”O gün zalimlere özür dilemeleri hiç bir fayda sağlamaz.Artık lanette,kötü yurtta onlarındır.”[9]

-Eğer ruh geçiş yapıyorsa ilk devirde Hz.Adem ve Havva arasında değişmesi gerekirdi.Fakat havuz dolmada ve sürekli boşalmada.

-İlla ki sadık olmak için köpek,azimli olmak için eşek ve karınca,iyi konuşmak için papağan,çalışmak için arı,güçlü olmak için öküz,sıcağa dayanıklı olmak için deve,soğuğa dayanıklı olmak için kutub ayısı,zeki olmak için tilki,hakkını koparıp almak için kurt,iletişim kurmak için yunus,karanlıkta yönünü görmek için yarasa,gidilecek yere ulaşmak için leylek,koşmak için tavşan,temiz olmak ve temizlemek için sinek ve kedi,yüzmek için balık,uçmak için kuş yani illa bunlar olmak için böyle mi olmak gerek?

-Semanın cemi’ ve arzın tek zikredilmesindeki sebeb;semanın farklı cinslerden olup,arzın tek bir cins olan topraktan olduğunu ifade içindir.[10]

-Sakat olan bir fil yavrusunu annesi ve kız kardeşi terketmeyip,sabırla,sakat olup yürüyemeyen,ayağının düzelmesi için sabırla yanında kalıp,sonuçda yürüyebilmesinin gerçekleşmesine sebeb olurlar.Ve Penguenin yumurtayı ayağının ucuna alışı,buzullarda bütün penguenlerin birbirine sarılarak tam bir askeri düzen içerisinde dört ay bekledikten sonra yumurtadan çıkan yavrunun sağlıklı oluşu ki,eğer yere bırakmış olsa idi yavru donacaktı,belki tüylerinin altına alarak onu hayata kavuşturmuş oldu.Kaplumbağaların yumurtadan çıkıp,doğruca suya dalışı ve yolunu bulamayan bir yavruya timsahın ağzına alarak yol göstermesi.toprağın altındaki yumurtadan çıkan bu yüzlerce yavrunun özellikle suyu aramaları tam bir mucize eseridir.Timsahın ayrıca yavrularını ağzına alışı,yumurtadan çıkmayanların yumurtasını ağzında incitmeden kırıp hepsini suya götürerek suyun içine bırakışı,birden suyu kaplayan yavruların karayı bularak çıkışları tesadüfi olamaz.Varlıklardaki harikalardan biriside Kamuflaj sistemidir.Her canlı küçük olsun büyük olsun bulunduğu ortama mükemmel bir şekilde uymaktadır.Bitkilere,yaprağa,ağaca,kumlara,renginin birden bire girdiği yerde değişerek uyum sağlaması üstün bir tasarım sistemidir.

-Çapı bir mm. olan ipek ipliği,aynı kalınlıktaki bir çelik telden beş kat daha sağlamdır.Ve kendi uzunluğunun dört katı kadar esneyebilmektedir.İpek hafif olup,dünyanın çevresi boyunca uzatılacak bir ipek ipliğinin ağırlığı sadece 320 gram gelmektedir.

-Termodinamiğin veya Entropinin kanununa göre;evrende kendi haline terkedilen herşey,eskir,dağılır,çürür ve bozulur.Evrim geçirip başka bir varlığa dönüşmez.Yani düzensizlik düzensizliği doğurur.Einstain ise entropiyi,bütün bilimlerin,birinci kanunu olarak niteler.Evrim teorisi,materyalizm,kominizm gibi izm-ler,insanı bir materyal yani madde olarak görürler.Evrim daha ziyade gelişmemişi gelişme sürecine giren toplumlarda kendisine müşteri bulabilir,o boşluktan yararlanarak.Gelişen toplumlar bunu aşarlar.Çünki ilimler ilerledikçe,varlıklardaki harikalıklarda daha net görülmektedir.Varlıklardaki kompleks yapı ve tasarım tam bir harika eseridir.Embriyolar farklı farklıdırlar.Maddeyi algıladığımız, kavradığımız kadar bilmekteyiz.Ya bilmediğimiz vede bilemediğimiz noktalar?Darwinin oğlu Francis Darwin şöyle der:”Babamın kafası kesinlikle bilimsel değildi ve bilgisini genel kanunlar altında genelleştirmeyi denemedi.Ancak onun yaptığı karşısına çıkan hemen hemen herşey için bir teori üretmekti.Onun bilgisinin bana bir şey kazandırdığını düşünmüyorum.”[11] Yakın zamanlarda insanın insandan olduğunun milyarlarca delili mevcutken,olmayan bir şeye saplanıp kalmak,körü körüne bir saplantıdan başka bir şey değildir.İşte ibret;Her doğan 40 insana karşılık,700 milyon karınca dünyaya gelmektedir.

Yalçın Doğan-ın darwinizmi benimseyen yanılgıları.[12]

-9-Şubat.2001-de cumhuriyet gazetesinde ki yazısında İlhan selçuk -insan ve hayvan-başlıklı yazısıyla insanın maymundan geldiğini,9-ocak 2000’de Yalçın Doğan milliyet gazetesinde yöneticisi de olduğu gazetedeki yazı başlığında-Milyon yıl sonra,insan bize benziyor-yazısıyla emrimi savundu,daha önceki yanlışına ne kadar da benziyor,zira önceki bir yazısında -Kur’an-da faiz yiyenlerin kurtuluşa erdiklerini yine kur’andan delil getirmeye çalışması gibi,oysa Kur’an-da faiz faiz olarak değil,riba olarak geçmektedir.Ancak kendisi araştırma zahmetinden ziyade sözlük bilgisinden öteye gidememiş,faizin sözlük anlamını vermişti.

Tevfik Fikret’in.”Beşerin böyle dalaletleri var.

Putunu kendi yapar,kendi tapar.

-Marksist sol’un duayeni Mihri Belli:Din kurtuluş ilacıdır.”Sol’un duayeni ve ‘eski tüfek’ Mihri Belli’den ilginç açıklama;”Marks,din afyondur”derken,bu insanlık o kadar acı çekiyor ki,bu acıyı tedavi etmek ve dindirmek için kullanılan afyondur” manasında kullanmıştır. Bence bir kötüleme kastı yoktur. Dini insanlığın acısını dindirmek için bir tedavi unsuru olarak görür.”[13]

-Kur’andaki mucizeler;Kur’an-da,7 (seb-a semavat-gök)7 kere geçmektedir.

yevm-30,eyyam-365,yevmeyn-12 kere geçer.

-hıyanet-16,habis.16 kere

-Bitki.26,ağaç.26.

-ceza-117,afv.(iki katı) 234.

-Dünya.115,Ahiret.115.

-Şeytan.88,Melek.88.

-İman.25,Küfür.25.

-Zekat.32,Bereket.32.

-Rahmet.79,Hidayet.79.

-Ebrar.6,Füccar.3.

-Yaz-sıcak.5,Kış-soğuk.5.

-Sizi yarattı.16,Kulluk.16.

-Hamr.6,Sekr.6.

-Zenginlik.26,Fakirlik.13.

-İnsan.65,Yaratılış safhaları;toprak.17,nutfe.12,alak.6,Mudğa.3,İzam.15,Lahm.12.Toplam.65.”[14]

-Yeryüzünde gezinde ibret alın,nice kavimler geçti.[15]

-Elif-lam.ra-dada her şeyin tek bir su damlasında yaratılışı anlatılıyor.suyun maddesi bir,yaptığı iş binlerce…

-Allah Fettah ismiyle tüm kapalı olan çekirdek,tohum ve yumurtaları açmaktadır. Tüm kapalı olan kapılar,kalb ve kalıblar bu ismin tecellisiyle açılmaktadırlar.

Musavvir ismiyle de yaratılıp açılan tüm varlıklara,kendilerine münasib bir şekil ve suret verilmektedir.Fil kendi şeklinden ve açılışından memnun,fare hâkeza…

-Yunuslarin beyni insanlarinkinden daha büyüktür.
-Arılar, sivrisinekler ve diğer ses çıkaran böcekler kanatlarıyla bu sesi çıkarırlar.
-İnsan vücudunda 600 ‘ü aşkın adele vardır.Beynin %85 ‘i sudur.
-İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.
-Gözleri açık tutarak hapşırmak imkansızdır.

-Döllenmeden doğuma kadar bir bebeğin ağırlığı beş milyon kat artıyor.
-İnsan vücudu bir saniyede iki milyon kırmızı kan hücresi üretir.
-Aynı parmak izi gibi, her insanın dil izide farklıdır.

-Güneşin merkezindeki sıcaklık 13 milyon derece,yüzündeki ise 6 bin derecedir.İnsanda ve hayvanda 104 element vardır.

-Gen ve hücre;Bunlarda insanların kaderi yazılıdır.

-Bir gecede 14 bin kaplumbağa doğuyor.Bir kaplumbağa 175 kg geliyor.Kaplumbağa senede 6-7 kere yumurtluyor.Her seferinde 110 tane yumurta bırakıp,bir çok seferde yokluyor.Rayn adası kaplumbağa yeri.Kaplumbağanın ölümü;sıcaklık,ters çevrilme,susuzluk ve açlıkladır.Sıcaklık 60 derecedir.

-Peygamberimizin sır katibi;Huzeyfetül Yemanidir.

-Vehhabilik bir iç mesele olmakla beraber,İngiliz oyunudur.[16]

-Habeşistanda hüküm süren hükümdarlara Necaşi,Türk melikine Hakan,Rum melikine Kayser,İran melikine Kisra,Hint milikine Betlamyus,Yemen hükümdarlarına da Tuba denilirdi.[17]

“İsviçreli matematikçi Charles Ugyn Joey, bütün bu işlemleri hesaplama-ya kalkışmış ve bir protein parçasının tesadüf yoluyla oluşması imkânının ancak 10 x 160/1 oranında olduğunu görmüştür. Yani, on sayısının yüzaltmış sayısına çarpımının bire bölünmesi gibi bir oran ortaya çıkmaktadır. Bu rakamı telaffuz etmek ya da kelimelerle ifade etmek de mümkün değildir. Bu durumda bir tek protein parçasını tesadüf yoluyla meydana getirmek için gerekli olan maddelerin sayısı, şu evrenin milyonlarca büyüklüğünde yer işgal edecektir. Böyle bir parçanın sadece yeryüzünden tesadüf yoluyla meydana gelmesi, milyarlarca senenin geçmesini gerektirmektedir. İsviçreli bilgin bunu da hesaplamış ve on sayısının ikiyüz kırküç kere kendisiyle çarpılmasında ortaya çıkan sonuç oranında sene olduğunu ortaya çıkarmıştır (10 x 243 sene)

-“Proteinler, amino asitlerin uzun bir dizilişinden meydana gelirler. O hal-de bu parçaları atomlar nasıl oluştururlar. Çünkü bilindiği şekliyle birleşmiş olmasalardı, hayat için elverişli olamazlardı. Hatta kimi zamanlarda zehirli de olabilirlerdi. İngiliz bilgin J.B. Seather, basit bir protein parçasında atomların birleşebilecekleri yolları hesaplamış ve rakamın milyonlara vardığını görmüştür. (1048) … Bu nedenle bir tek protein parçasını meydana getirmek için, bütün bu tesadüflerin biraraya gelmesi akla göre imkânsız görünmektedir.”fizilal.en’am.95.

-Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzu dolduracak kadar tükürük salgılar.
Yetişkin bir insan günde ortalama 23.000 kez nefes alır.
İnsanlar yaşamları boyunca altı filin ağırlığına eşit miktarda yiyecek
tüketiyorlar.
-Ortalama bir insan yılda 1.460 ‘in üzerinde rüya görür.

Vücudumuzdaki kemiklerimizin dörtte biri ayaklarımızda bulunur.
İnsanlar vücutlarinda 300 adet kemikle doğuyorlar ama yetişkin olduklarında
bu sayı 206 ‘ya düşüyor.

-İnsan terinin bir santimetrekaresi 625 tane ter bezi içerir.
-“ Size gökten su indiren O’dur ve hayvan otlattığınız çayırlar O’nun sayesinde gelişir.

Allah su aracılığı ile sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve çeşit çeşit meyvalar bitirmektedir. Bunda düşünen kimseler için ibret dersi vardır.”[18]

-“Kâfirler, Allah’ın yarattığı her şeyin gölgesinin uzayıp kısalarak sağdan sola döndüğünü ve böylece O’na boyun eğerek secde ettiğini görmüyorlar mı?”[19]

-“Allah, yarattıklarından size gölgeler sağladı;”[20]

-“Allah gökten su indirerek, onunla yeri, ölümünden sonra diriltti. Gerçekleri işitebilecek kulakları olanlar için bunda ibret dersi vardır.”[21]

-“Sizin için süt hayvanlarında da ibret dersi vardır. Onların karınlarındaki (bağırsaklarındaki) posa ile kan arasından size halis ve tatlı içimli bir besin kaynağı olan sütü içiririz.”[22]

-“Onlar gök boşluğunda, süzülen kuşları görmüyorlar mı? Onları dengede tutan Allah’dan başkası değildir. Bu olayda mü’minler için birçok ibret dersleri vardır.”[23]

-”Böceklerin, insanlar gibi akciğerleri yoktur. Solunumlarını borucuklar aracılığı ile gerçekleştirirler. Fakat böcekler gelişip vucudları irileşince söz konusu borucuklar irileşen vucudları oranındaki oksijen akışını sağlayamazlar. Bu yüzden tabiatta bir kaç santimden uzun böcek türüne rastlanmaz. Böceklerin kanatları da fazla uzamaz. İşte böceklerin organik yapılarının bu özellikleri ve solunum yollarının sınırlı fonksiyonu yüzünden iri gövdeli bir böcek türünün varlığı mümkün değildir. Bu sınırlı gelişmişlik düzeyi tüm böcek türlerini frenlemiş; onlara dünyaya egemen olma imkanı vermemiştir. Eğer bu doğal engel olmasaydı, yeryüzünde insan soyu varolamazdı. Arslan kadar iri bir eşek arısı ile ya da o kadar kocaman bir örümcek ile normal bir insanın karşılaştığını düşününüz. Acaba o insanın hali nice olur?”[24]

-“İnsan yalnız değildir” (İlim iman etmeye çağırıyor) kitabının yazarı şöyle der: “Ay bize 240.000 mil uzaklıktadır. Günde iki kere gerçekleşen med olayı bize ayın varlığını gayet latif bir şekilde hatırlatır. Ayın çekim gücü sonucu okyanuslarda meydana gelen kabarma bazı yerlerde yaklaşık olarak 18 m’ye kadar çıkar. Hatta ay çekimi sonucu .yer kabuğu bile günde iki kere dışa doğru birkaç santim kayar. Bütün bunlar bir dereceye kadar bize düzenli görülür. Ve biz, bütün okyanusun düzeyini birkaç metre kabartan ve son derece sert görünen yer kabuğunu birkaç santim dışa doğru kaydıran korkunç gücü kavrayamayız.

-“Merih gezegeninin de bir ayı vardır. Küçük bir ay. Bu ay sadece gezegene 6000 mil uzaklıktadır. Bunun gibi dünyamızın uydusu olan ay da şu andaki uzaklığı yerine söz gelimi 50.000 mil uzaklıkta olsaydı, ay çekimi sonucu sularda meydana gelen kabarma o kadar güçlü olurdu ki, deniz yüzeyinin altında bulunan bölgeler günde iki defa, dağları aşındıracak güçte tazyikli bir suyun altında kalacaktı. Bu durumda belki de gerekli çabuklukta derinliklerden yükselen dağlar olmayacaktı. Bu basınç sonucu yer kabuğu çatlayacak, havadaki kabarma hergün kasırgaların kopmasına neden olacaktı.”[25]

”Küçük hücrelerde gizli bulunan kalıtımsal özelliklere ilişkin olarak “İnsan Yalnız Değildir” kitabında yer alan bazı açıklamalar:

“Erkek ya da dişi bütün hücreler kromozomlar ve genler. (kalıtım taşıyıcıları) içerir. Koromozom geni içeren küçük ve sönük bir çekirdektir. Genler kesin olarak herhangi bir canlının ya da insanın temel özelliklerini belirleyen başlıca etkenlerdir. Stoplazma ise, kromozom ve genleri kapsayan hayret verici kimyasal birleşimlerdir. Kahtım taşıyıcıları olan genler, yeryüzünde yaşayan bütün insànların kişisel özelliklerinden, ruhsal durumlarından, renklerinden ve cinslerinden sorumlu olmalarına rağmen son derece ufaktırlar. Şayet hepsi bir araya getirilirse, bir yere konulsa hacmi bir yüzük taşının hacminden daha az olur.

“Bu son derece küçük ve ancak mikroskopla görülebilen genler, bütün insanların, hayvanların ve bitkilerin karakterlerinin, özelliklerinin mutlak anahtarlarıdır. İki milyar insanın kişisel özelliklerini kapsayan bir yüzük kaşı hiç kuşkusuz küçük hacimli bir yerdir. Bununla beraber bu saydıklarımız tartışma götürmez gerçeklerdir.

“Cenin nütfeden (protoplazmadan) cinsiyetinin ortaya çıkmasına doğru bir düzen içinde aşamalı olarak gelişimini tamamlarken tescil edilmiş bir tarihi anlatır. Bu tarih genlerdeki ve stoplazmadaki atomların diziliş şekli ile korunur ve dile getirilir.

“Genlerin bütün canlıların yapısında yeralan soya çekim hücrelerindeki atomların en küçük mikroskobik dizilişinden ibaret olduklarını görmüştük. Bu şekliyle genler, yaratılış projesinin, geride kalanların ve bütün canlı varlıkların özelliklerinin korunduğu bir arşiv niteliğindedir. Genler en ince ayrıntısına kadar bütün bitkilerin köklerine, gövdelerine, yapraklarına, çiçeklerine ve meyvelerine egemendir. Başta insan olmak üzere bütün hayvanların şeklini, kabuklarını kıllarını ve kanatlarını belirler.”

Yaratıcı ve planlayıcı ilahi gücün hayata bahşettiği akıl almaz olağanüstülüklerden bu kadarını sunmakla yetiniyoruz. “Rabb’inin gücü herşeye yeter.”[26]

-“İnsan yalnız değildir” (İlim iman etmeye çağırıyor) kitabında şu açıklamalar yer alıyor:

-“Dünya, kendi ekseni etrafında yirmidört saatte bir kere döner. Bu yaklaşık olarak saatte bin mil hıza eşittir. Şimdi dünyanın saatte sadece yüz mil yaptığını varsayalım. Neden olmasın? Bu taktirde gecemiz ve gündüzümüz ,şimdikinden on kat daha uzun sürecektir. Bu durumda kızgın yaz güneşi hergün bitkilerimizi yakacaktır. Geceleri de yeryüzündeki tüm bitkiler donacaktı.”[27]

-“Yüzyıllardır yerden fışkıran gazlar havaya yükselir. Bunların çoğu zehirlidir. Buna rağmen hava (atmosfer) yine de kirlenmemiş kalır. İnsanın yaşaması için elverişli olan gaz oranlarının dengesi değişmez. Bu büyük dengeyi sağlayan mekanizma denizleri ve okyanusları kaplayan engin sulardır. Hayat, besin maddeleri, yağmurlar, ılımlı iklim ve son olarak insan, varlıklarını bu uçsuz bucak-sız su kütlesine borçludurlar.”[28]

-“Eğer yeryüzünün kabuğu şimdikinden birkaç karış daha kalın olsaydı karbonun ikinci oksidi oksijeni emer ve bitkilerin hayatının varlığı imkansızlaşırdı. “Eğer hava tabakası bugün olduğundan daha yüksekte bulunsaydı hava dışında yanmakta olan ve saniyede altı mil ile kırk mil arasında değişen bir hızla seyretmekte olan milyonlarca alevlerin bazıları yerkürenin bütün parçalarına çarpar ve yanabilecek olan her şeyi yakabilirdi. Eğer bu meteorlar tabancanın kurşunu hızıyla seyretmiş olsalardı hepsi yere çakılırdı. O zamanda sonuç korkunç olurdu. İnsana gelince, onun kurşun hızının doksan katı hızla gelmekte olan küçük bir göktaşı ile çarpışması, doğal olarak onu sırf hızının sıcaklığıyla paranı parça ederdi.”

“Eğer havadaki oksijenin oranı yüzde 21 yerine yüzde 50 olsaydı dünyadaki yanabilecek her şey hemen alevlenebilirdi. Yıldırımdan saçan bir kıvılcımın bir ağaca isabet etmesiyle bütün bir orman adeta patlayarak alevlenecekti. Havadaki oksijenin oranı yüzde 10’a ve daha da aşağıya düşseydi belki hayat asırlar boyunca kendisini ona ayarlayabilirdi ama o zaman da insanın alışageldiği ateş gibi medeniyet kaynaklarından (etkenlerinden) çok azını elde edebilirdi.”[29]

”Gökler, yeryüzünde yaşayan bizler için yukarıda gibi görünen şu uçsuz bucaksız varlıklar kümesidir. Ve biz onun büyüklüğü karşısında çok az sayılacak bir şey biliyoruz. Bu güne kadar göklerde yüz milyarlarca güneş sisteminin bulunduğunu, her birinde bizim güneşimiz gibi yüz milyarlarca güneşin yeraldığını ve bunların herbirinin hacminin bizim dünyamızdan milyon kere daha büyük olduğunu öğrendik. Bu güneş sistemlerini artık biz insanlar küçük teleskoplarımızla gözetleyebiliyoruz. Bunlar gök boşluğuna dağılmış durumdadırlar. Aralarındaki mesafeler ise yüz milyarlarca ışık yılı olarak ifade edilecek kadar korkunçtur. Işık yılı hızına göre hesaplanır ki, bu, saniyede 168.000 mile ulaşır.”[30]

-Kara sinek milyonlarca yumurta yapar. Fakat bu yumurtalardan çıkan sinek yavruları iki haftadan fazla yaşamazlar. Eğer bu yüksek yumurtlama oranı yanında birkaç yıl yaşasalardı yeryüzünün her yanını kara sinekler kaplar ve başta insan olmak üzere birçok canlının dünyada yaşaması imkansız olurdu.

Sayıca en kalabalık, en hızlı biçimde çoğalan ve en saldırgan varlıklar olan mikroplar, aynı zamanda en dayanıksız ve en kısa ömürlü canlılardır. Soğuğun, sıcaklığın, ışığın, asitlerin, kan salgılarının ve başka birçok faktörün etkisi ile milyarlarcası ölür. Sadece çok az sayıdaki hayvana ve insana karşı üstünlük sağlayabilirler. Eğer çok dayanıklı ve uzun ömürlü olsalardı hayatı ve tüm canlıları yok ederlerdi.

Bütün canlı türleri kendilerini düşmanlarına karşı koruyan ve yok olmalarını önleyen silahlarla donatılmışlardır. Bu silahlar çeşitli türde ve birbirinden farklıdır. Sözgelimi sayı çokluğu bir silah olduğu gibi, güçlü vücud yapısı bir başka silahtır. Bu ikisi arasında türlü türlü, çeşit çeşit silahlar vardır.

Korunma bakımından pek beceriksiz bir canlı türü olan domuz böceği kötü koku yayan, yakıcı bir madde ile donatılmıştır. Kendisine dokunan her canlıya bu maddeyi salgılayarak düşmanlarından korunur.

Dişi yumurtacık erkek sperması tarafından döllendikten sonra rahmin çeperine yapışır. Bu döllenmiş yumurtacık son derece oburdur. Çevresindeki çeperi aşındırarak orada emmesine ve gelişmesine elverişli bir kan gölü oluşturur. Cenini annesine bağlayan ve doğuma kadar beslenme kanalı görevi yapan göbek bağının boyu gerçekleştirdiği amacın gereklerine uygun miktarda yaratılmıştır. Yani bu bağ taşıdığı besinin ne yolda ekşimesine yol açacak kadar uzundur ve ne de bu besinin hızla akarak cenini rahatsız etmesine sebep olabilecek kadar kısadır.

“Gebeliğin sonunda ve doğumun başlangıç aşamasında ana memesi sarıya çalan beyazlıkta bir sıvı salgılar. Yüce Allah’ın şaşırtıcı sanatının bir eseri olarak bu sıvı yeni doğan yavruyu hastalıklara karşı koruyan erimiş kimyasal maddelerden oluşmuştur. Doğumun ikinci gününde memede süt oluşmaya başlar. Yine yüce Allah’ın eşsiz plânı uyarınca ana memesinden akan sütün miktarı günden güne çoğalarak bir yılın sonunda iki buçuk litreye ulaşır. Oysa doğumun ilk günlerinde bu sütün miktarı birkaç yüz gramı geçmez. Ana sütündeki mucize sadece süt miktarının çocuğun büyümesine paralel biçimde artması ile sınırlı kalmaz. Ayrıca sütün bileşimine giren maddelerin cinsi ve oranı da zamanla değişir. Ana sütü doğumu izleyen ilk günlerde çok az oranda nişasta ve şeker içeren su ağırlıklı bir sıvı iken zamanla koyulaşır; içindeki nişasta, şeker ve yağ oranı artar. Bu gelişme çocuğun dokularının ve sistemlerinin sürekli gelişimine ayak uyduracak tempoda günden güne gerçekleşir:

Öte yandan hayvan organizmasının sistemleri, bu hayvanın türüne, yaşadığı çevreye ve yaşama şartlarına bağlı olarak değişmekte, farklılık göstermektedir. “Aslanların, kaplanların, kurtların, sırtlanların ve çölde yaşadıkları için ancak avladıkları öbür hayvanların etleri ile beslenebilen bütün yırtıcı hayvanların ağızları kesici dişlerle ve sert azı dişleri ile donatılmıştır. Bunlar avlarına saldırdıklarında kas gücünden yararlanacakları için bacak kasları güçlüdür. Ayrıca bu bacakların uçlarında keskin tırnaklar ve pençeler vardır. Bu hayvanların mideleri de etleri ve kemikleri sindirebilen asitler ve enzimler salgılar.”

Buna karşılık geviş getiren, çayırlarda otlayarak beslenen evcil hayvanların organik sistemleri farklı donanımdadır:

“Bu hayvanların sindirim sistemleri yaşadıkları çevrenin şartlarına uyacak biçimde tasarlanmıştır. Bu hayvanların ağızları oldukça geniştir. Azı ve köpek dişleri sert yapılı ve güçlü değildir. Buna karşılık ağızları parçalayıcı, keskin dişlerle donatılmıştır. Bu sayede otları ve bitkileri çabuk yerler ve bir kerede yutarlar. Böylece yaratılış amaçları olan hisleri insana sunma imkanına kavuşurlar. Yüce Allah bu sınıfa giren hayvanların sistemlerini son derece şaşırtıcı nitelikte yaratmıştır: Bu hayvanların acele ile yuttukları otlar ve bitkiler önce “işkembe”ye iner. Burası besin deposu görevini görür. Gündelik çalışma bitip de hayvan istirahate geçince işkembede depolanan besinler midenin “börkenek” adlı gözüne iner, sonra da tekrar ağzına çıkar. Hayvan bu yutulmuş besinleri ikinci kez iyice çiğnedikten sonra midesinin üçüncü gözü olan “kırkbayır”a gönderir, besinler oradan da midenin dördüncü gözü olan “şirden”e iner.

Bu uzun sindirim işleminin amacı bu tür hayvanları korumaktır. Çünkü bunlar çayırda otladıkları sırada çoğu kere yırtıcı hayvanların saldırısına uğrama tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Bu yüzden bir an önce besinlerini elde edip hızla güvenli istirahat yerlerine çekilmek zorundadırlar.

Bilim diyor ki; geviş getirme işlemi bu tür hayvanlar için zaruri, hatta hayatidir. Çünkü otlar, selüloz zarı ile kaplı hücrelerden oluştuklarından dolayı sindirilmeleri zor bitkilerdir. Hayvan bu bitkileri sindirebilmek için oldukça uzun bir zamana muhtaçtır. Eğer geviş getirmese ve midesinde acele ile yuttuğu besinleri depo etmeye yarayacak “işkembe” denen göz olmasaydı, hayvan otlarken uzun zaman harcamak zorunda kalacaktı, bu zaman bir tam güne yakın olacak, fakat buna rağmen yeteri besini sağlayamayacaktı, üstelik çiğneyip yutma işlemleri sırasında kasları çok yorulacaktı. Oysa geviş getirme işlemi sayesinde acele ile ağzına aldığı besinleri “işkembe”sinde depoluyor, bu besinler orada biraz mayalanıp yumuşadıktan sonra hayvan tarafından tekrar ağza çıkarılarak çiğneniyor, öğütülüyor ve arkasından yutuluyor. Böylece hayvan kolayca otlamış, besinini almış ve aldığı besini sindirmiş oluyor. Bütün bu kolaylıkları tasarlayan Allah ne kadar yücedir.”

Kuşların sindirim sisteminin geriye kalan bölümü de son derece hayret verici bir yapıdadır. Dişleri olmadığı için besinlerini sindirsinler diye “kursak”la ve “taşlık”la donatılmışlardır. Kuşlar, “taşlık”larındaki besinleri sindirmelerine yardımcı öğeler olsunlar diye çakıl taşları ve sert maddeler yutarlar.”

“Amip, minik gövdeli bir canlıdır. Göl kenarlarında ve bataklıklarda ya da akar suların taşıdığı taşlar üzerinde yaşar. Gözleri yoktur, “göz lekeleri” aracılığı ile görür. Kütlesi amarftur, yani ortamın şartlarına ve ihtiyaca göre biçim değiştirir. Hareket edince vücudundan bazı çıkıntılar uzar. Bu çıkıntıları ayak gibi kullanarak istediği yere doğru gider. Bu yüzden bu çıkıntılara “yalancı ayaklar” adı verilir. Besinini bulduğu zaman onu bu çıkıntıların biri ya da ikisi ile yakalar, üzerine sindirimi sağlayıcı bir salgı akıttıktan sonra besinin yararlı öğelerini emer, yararsız artıklarını vücudunun dışına atar. Bu minik canlı sudan aldığı oksijeni kullanır ve bütün vücudu ile solunumunu yapar.”[31]

”Konuşan bir insan herhangi bir sözcüğü nasıl seslendirir?

Bu olay, çok aşamalardan geçen, çok adımları olan, çok sayıda organik sistemin işbirliğini gerektiren, bazı aşamaları halâ bilinmeyen, şu ana kadar aydınlığa kavuşturulamamış olan, son derece karmaşık bir işlemdir.

Bu işlem, bilinçte o sözcüğü söyleyerek belirli bir meramı gerçekleştirmeye yönelik bir ihtiyacın belirmesi ile başlar. Bu ihtiyaç duygusu sonra idrak alanından, ya da akıldan veya ruhtan somut bir işlem aracı olan beyne gider. Ama bu geçişin nasıl olduğunu bilmiyoruz. Sonra da bilim adamlarının söylediklerine göre beyin, sinirler aracılığı ile bu belirli sözcüğü seslendirmeye ilişkin emir verir. Sözcüğün kendisini ise insana yüce Allah öğretiyor, anlamını o belletiyor. Bu sırada akciğerler depoladıkları havanın bir bölümünü dışarıya basarlar. Bu hava bronşlardan soluk borusuna, oradan gırtlağa geçerek ses tellerini titreştirir. Bu ses telleri insan yapısı hiçbir ses aygıtının, hiçbir müzik enstrümanının tellerine benzetilemeyecek oranda şaşırtıcı bir yapıya sahiptirler. Gırtlağa gelince sese dönüşen bu hava aklın isteğine göre biçim alır. Yani yüksek olur, alçak olur; hızlı olur, yavaş olur; sert olur, yumuşak olur, bas olur, tiz olur, ya da başka bir biçime ve niteliğe bürünür. Gırtlağın yanısıra dil, dudaklar, gırtlak ve dişler de devreye girer. Ses bu organlardan geçerken çeşitli harflerin çıkış yerlerindeki özel vurguların etkisi ile biçimlenir. Özellikle dil üzerinde her harfe özgü ses tonunu sağlayan çeşitli bölgeler vardır. Buralarda belirli vurgu gerçekleşerek belirli titreşimi gerektiren harf seslendirilir.

Bütün bu aşamaların sonunda bir tek sözcük seslendirilmiş olur. Bunun arkasından cümleler, konular, düşünceler, geçmişe, şimdiki zamana ve geleceğe ilişkin duygular gelir. Bütün bunlar şaşırtıcı, tuhaf ve ayrı birer alemdirler.` İnsanın şu tuhaf ve şaşırtıcı organizmasında oluşurlar. Onları meydana getiren, Rahman olan Allah’ın sanatı ve lütfudur.”[32]

“Her iki denizden de inci ve mercan çıkar.”

İnci aslında bir hayvan türüdür. “İnci belki de denizlerin en enteresan yaratığıdır. Bu canlı denizlerin derin yerlerinde yaşar. Üzerinde, kendisini tehlikelerden koruyan kireçli bir kabuk vardır. Bu hayvanın öbür canlı varlıklardan farklı bir yapısı ve yaşama tarzı vardır. Balıkçı ağına benzer ince örgülü acayip bir ağı vardır. Bu ağ süzgeç görevi görür. Suyun, havanın ve besin maddelerinin hayvanın vücuduna girmesini sağlarken kum ve çakıl taşı gibi zararlı maddelerin girişine engel olur. Bu ağın altında hayvan ağızları bulunur. Her ağızda dört dudak vardır. Eğer bir kum tanesi, bir çakıl ya da zararlı bir canlı şu ya da bu biçimde söz konusu kabuktan içeri gererse hayvan hemen kaygan bir sıvı salgılayarak o yabancı maddeyi kuşatır, sonra bu sıvı içindeki yabancı madde ile birlikte donarak inciye dönüşür. Oluşan incinin iriliği, söz konusu yabancı maddenin hacmine göre değişir.”

“Mercan da yüce Allah’ın enteresan yaratıklarından biridir. Denizlerin beş metre ile üçyüz metre arasında değişen derinliklerinde yaşar. Vücudunun alt kısmı ile bir taşa ya da bir deniz gibi bitkisine tutunur. Vücudunun üst kısmında bulunan ağız boşluğu bazı çıkıntılarla kaplıdır. Hayvan bu çıkıntıları besinini sağlamak için kullanır. Çoğunlukla deniz böceği gibi küçük canlılardan oluşan avlar bu çıkıntılara dokunur-dokunmaz hareketsiz hale gelerek bu çıkıntılara yapışıp kalır: Sonra bu çıkıntılar kasılarak ağza doğru eğilirler. Böylece insanların yemek borusunu andıran dar bir kanaldan geçerek hayvanın vücuduna girer.

Bu hayvan üreyici hücreler salgılayarak çoğalır. Bu hücreler yumurtacıkları döller. Böylece oluşan embriyo, bir taşa konar ya da bir deniz-altı bitkisine tutunur ve bir süre sonra tıpkı diğer hayvan türlerinde görüldüğü gibi, ayrı bir canlı olur.

Yaratanın gücünün bir kanıtı olarak bu hayvanın bir başka üreme biçimi vardır. Bu üreme biçimi tomurcuklanmadır. Bu yolla meydana gelen yavru tomurcuklar anaç tomurcuklarla birlikte bulunur. Böylece mercan ağacı oluşur. Bu ağacın kalın olan gövdesi dallanma noktalarına yaklaştıkça incelir ve tepe noktasında son derece ince olur. Mercan ağacının boyu otuz santim kadar olur. Canlı mercan adaları portakal sarısı, karanfil kırmızısı, zümrüt mavisi ve koyu siyah gibi çeşitli renklerde olurlar.

Kırmızı mercan, hayvanın canlı kısımlarının yok oluşundan sonra geride kalan katı omurgadır. Bu ölü hayvanların kalkerli iskeletleri büyük koloniler meydana getirir.

Kuzey-doğu Avustralya’daki “Büyük Mercan Seddi” zincirleme kayalar oluşturan bu mercan kolonilerinin en tanınmışıdır. Bu kaya zincirinin uzunluğu bin üçyüz elli mil, genişliği ise elli mil kadardır. Bu kaya zinciri sözünü ettiğimiz küçük canlılardan oluşmuştur.”[33]

“Azot olmadan, besin kaynağı bitkilerin hiçbiri gelişemez. Azotun ekime elverişli toprağa karışmasının iki yolu vardır. Bunlardan biri; belirli bakterilerin üremesidir. Bunlar, yonca, nohut, bezelye ve bakla gibi bitkilerin köklerinin yanına yerleşirler. Bu bakteriler havadan aldıkları azotu, bitkinin emmesine elverişli olacak şekilde ayrıştırırlar. Bitkiler kuruyunca bu birleşik azotun bir kısmı toprakta kalır.

“Azotun toprağa karışmasını sağlayan bir diğer yol da gök gürlemesidir. Havada şimşek çaktığı sırada az miktarda oksijen ve azot birleşir. İşte bu birleşik azot yağmur tarafından toprağa karıştırılır. (Yani bu azot bitkilerin emebileceği şekilde toprağa iner. Yoksa bitkiler -daha önce değindiğimiz gibi- havada % 78 oranında bulunan saf azotu emecek güçte değildirler.)”[34]

“İşitme duyusu dış kulak ile başlar, nerede bittiğini ise ancak Allah bilir. Bilim diyor ki. Sesin havada meydana getirdiği titreşim kulağa aktarılır. Bu titreşimler kulak içinde belli bir düzene girerek kulak zarına çarpar. Oradan kulak içindeki bir boşluğa geçer.

“Bu boşluk burgu ve yarım daire arasında bir tür kanalı kapsamaktadır. Kanalın sadece burgu şeklindeki kısmında “Baş”ta ki işitme sinirine bağlı dört bin küçük yay vardır.

“Bu yaylardan birinin hacmi ve uzunluğu ne kadardır? Sayıları binleri bulan ve her biri özel bir yapıya sahip bulunan bu yaylar nasıl oluşmuşlar? içine yerleştirildikleri alan neresidir? Ve son derece duyarlı ve dalgalı yapıları ile o bölgede yer alan öteki kemikler. işte bütün bunlar neredeyse gözle görülmeyecek kadar küçük olan bu boşlukta yer alıyorlar. Bir kulakta yüz bin işitme hücresi bulunur. Sinirler son derece duyarlı püsküllerle sona ererler. Hiç kuşkusuz bu akıllara durgunluk veren bir incelik, insanı dehşete düşüren bir yüceliktir.”

“Görme duyusunun merkezi gözdür. Göz yüz otuz milyon ışık alıcısını içerir. Bunlar görme sinirlerinin çevresinde yer alırlar. Göz, sklera denilen dış yüzeyi sert bir tabakadan iris tabakasından, Kornca tabakasından, Retinadan ve koroid örtüsünden oluşur. Bunların yanı sıra insanı dehşete düşüren sayıda sinirler ve alıcılar mevcuttur.”

“Retina birbirinden ayrı dokuz tabakadan oluşur. Bunlardan en derinde olan çubuklardan ve konilerden oluşur. Çubukların sayısının otuz milyon, konilerin sayısının ise üç milyon olduğu söyleniyor. Bunlar gerek kendi aralarında gerekse merceklerle aralarında çok sağlam bir oranlama ile düzenlemişlerdir. Göz merceği değişik yoğunlukta bir yapıya sahiptir. Bu yüzden bütün ışınlar merceğin odağında toplanır. insanoğlu böyle bir şeyi tek türden bir maddede örneğin camda gerçekleştiremez.”[35]

”Newyork bilimler akademisi rektörü ve Amerika Birleşik Devletleri bilimsel araştırmalar kurulu eski üyelerinden A.Cressy Morrissonn “insan Yalnız Değildir:’ adlı eserinde şunları söylüyor:

“Biz bilinmeyen engin aleme yavaş yavaş yaklaşıyoruz. Çünkü anlıyoruz ki bilimsel açıdan madde, tümüyle özü elektrik olan evrensel bir sistemin görünümlerinden başka bir şey değildir. Evrenin oluşumunda rastlantının hiçbir rolü olmadığı konusunda kuşku kalmamıştır. Çünkü bu engin evren yasaların egemenliğindedir:’”[36]

“Uykunuzu dinlenme vakti yaptık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü geçiminiz için çalışıp kazanma zamanı yaptık.”

Uykunun insanoğlunun başına gelen bir alıkoyucu olması, insanı belirli bir süre zihinsel ve bedensel etkinliklerden alıkor. İnsanların vücutlarını ve sinirlerini dinlendirir. Uyanıkken çalışıp didinirken ve hayatın problemleri ile uğraşırken vücutlarının ve sinirlerinin harcadığı gücü onlara yeniden kazandırır. Ölüme ve hayata benzemeyen bir konuma yani uyku durumuna sokulmaları yüce Allah’ın planlamasının ürünüdür. Ve bütün bunlar insanın gerçek yüzünü kavrayamadığı, kendisinin iradesinin zerre kadar rol oynamadığı ve kendi benliğinde nasıl olup da meydana geldiğini gözlemlemesinin imkansız olduğu Hayret verici bir olgudur. insan uyanıkken uyku halinde nasıl olduğunu bilmez. Uykuda iken de, uykuda olduğunu kavrayamaz ve uyku durumunu gözlemleyemez. Bu durum, canlının oluşum sırlarından birisidir ve bu sırrı ancak bu canlıyı yoktan var eden, kendisine bu sırrı veren ve hayatın ı bu sırra dayalı kılan yaratıcı bilebilir. Belirli bir süre hariç hiçbir canlı uykusuz kalmaya dayanamaz. uyanık kalsın diye dıştan gelen baskıları bunalan canlı uykusuz kalmaya dayanamaz ve kesinlikle ölür.

Uykuda vücudun ve sinirlerin ihtiyaçlarım karşılamaktan başka sırlar da vardır. Uyku ruhun girmiş olduğu şiddetli hayat mücadelesinde, yapmış olduğu ateş-kestir. Öyle bir ateşkes ki, insanın başına gelir gelmez ruh, ister-istemez silahını ve kalkanını bir yana bırakır, kendini güvenli bir esenliğin, su ve ekmek gibi muhtaç olduğu esenliğin kucağına bir süre atar. Bazı durumlarda bu olay mucizeye benzer şekilde gerçekleşir. Şöyle ki, ruh yorgundur, sinirler yıpranmıştır, ruh huzursuzdur, gönül korku içindedir. İşte tam bu esnada gözlere uyku çöker. Bazen birkaç dakikayı aşmayan bu uyku, bu kişinin benliğinde tam bir değişim meydana getirir ve sadece gücünü değil, hatta tüm benliğini yeniler. Öyle bir yenilenme ki insan uykudan uyandığında adeta yeni bir canlıdır. Bu mucize açık olarak Bedir ve Uhut savaşlarında yorgun düşen Müslümanların başına gelmiştir. Yüce Allah, onlara bu mucizeyi anlatarak kendilerine verdiği nimeti hatırlatmaktadır:

“Hani Allah korkunuzu gidermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı.” “Sonra o kederin ardından Allah, üzerinize içinizden bir grubu saran bir güven duygusu bir uyuklama indirdi.”[37] Birçok kimse buna benzer olaylarda bu durumu yaşamıştır.

Ayetin deyimi ile bu “sübat” yani uyku ile zihinsel ve bedensel etkinliklere ara verme, canlı varlıkların oluşumları için gerekli elemanlardan birisi, yaratıcı kudretin sırlarından bir sır ve ancak Allah’ın verebileceği nimetlerden bir nimettir. Kur’an’ın uyguladığı bu metod ile bakışların bu nimete çevrilmesi, insanın dikkatini kendi varlığının özelliklerine, bu özellikleri kendi benliğine yerleştiren kudret eline çekmekte ve insanda düşünce, tefekkür ve etkilenme uyandıracak bir dokunuşla ona dokunmakta ve etkilemektedir.”[38]

“Biz suyu döktükçe döktük.”

Suyun yağmur şeklinde dökülmesi hangi çevrede yaşarsa yaşasın, hangi derecede bilgi deneyimi olursa olsun her insanın bilip tanıdığı bir hakikattır. Bu bir gerçektir. Her insan onunla muhataptır, onunla yüz yüzedir. insanlık bilimde ilerledikçe bu ayetin anlamını daha geniş boyutlarda kavramakta ve eski dönemlerde bilinenin ötesinde bilgiler elde etmektedir. Böylece her insanın gördüğü ve hergün tekrarlanan bu yağmur hakkında insanın bilgisi derinleşmektedir.

Büyük okyanusların meydana gelişine ilişkin şu anki teorilerin doğruya en yakını, bu okyanusların önce gökte üstümüzde oluştukları, sonra yeryüzüne boşandıklarını söyleyen teoridir. Bugün ise okyanuslardan buharlaşan su, yağmur şeklinde yere inmektédir.

Çağdaş bilginlerden biri bu konuda diyor ki; “Eğer yer küresinin güneşten ayrıldığı sıradaki sıcaklığı on iki bin derece civarında idi. Veya yeryüzünün sıcaklık derecesi bu kadardı şeklindeki görüş doğru ise bu demektir ki orada tüm elementler özgür ve bağımsızdır. Bu nedenle önemli kimyasal herhangi bir oluşumun meydana gelmesi mümkün değildi. Yerküresi ya da onu oluşturan parçalar yavaş yavaş soğumaya başlayınca oluşumlar meydana geldi ve tanıdığımız gibi dünyanın hücresi oluştu, darlık oksijen ve hidrojenin birleşebilmesi için sıcaklık derecesinin dört bin dereceye düşmesi gerekiyordu. Bu noktaya gelindiğinde elementler birleştiler. Şimdi bildiğimiz su meydana geldi. Ve yerkürenin semasını kuşattı. Bu sıradan olay gerçekten korkunç büyüklükte meydana gelmiş olmalıdır. Bütün okyanuslar gökte bulunuyordu. Birbiriyle birleşmeyen elementlerin tamamı havada gaz halinde bulunuyorlardı. Atmosferin dış yüzeyinde oluştuktan sonra yere doğru inmeye başladı. Fakat ona ulaşması henüz mümkün değildi. Zira sıcaklık derecesi binlerce mil uzaklıktaki mesafeye oranla yere yaklaştıkça artıyordu. Doğal olarak suyun yeryüzüne ulaştığı tufan zamanı geldi. Ulaşıp buhar şeklinde tekrar yükseliyordu. Okyanusların havada olduğu sıralarda soğumanın ilerlemesi ile meydana gelen taşmalar gerçekten her türlü tahminin üstünde beklenenin çok ilerisinde meydana gelmiştir. Ve bu coşku patlamalarla birlikte devam edip gitmiştir:

Biz Kur’an ayetlerini bu teoriye bağlamasak ta bu teori bizim bu ayetlere ve işaret edilen tarihe ilişkin düşüncelerimizin sınırlarını genişletmektedir. Suyun bardaktan boşanırcasına dökülmesi tarihine bir boyut kazandırmaktadır. Bu teori doğru da olabilir. Yeryüzündeki suyun aslına ilişkin başka teoriler de söz konusu olabilir. Fakat Kur’an’ın hükmü her çevrede ve her nesilde yetişen tüm insanlara hükmedecek niteliğini her zaman korur.”[39]

“Soluk almaya başlayan sabaha.” ifadesi de bunun gibidir. Hatta ondan daha canlı ve daha yüklü mesaj taşımaktadır. Sanki sabah nefes Alıp veren bir canlıdır. Nefesleri aydınlık, hayat ve canlı olan herşeye sızan harekettir. Aşağı yukarı kesin söyleyebilirim ki, Arap dili ve edebiyatı bütün ifade ve anlatım gücüne rağmen sabahın bu türden bir ifadesini içermemektedir. Şafağın görünmesi, açık olan kalplere onun bilfiil nefes aldığı duygusunu vermektedir. Sonra bu ifade geliyor, açık olan kalbin hissettiği bu gerçeği tasvir ediyor.”[40]

”İnsanın bedensel yapısını meydana getiren en genel sistemlerin her biri Hayret verici güzelliktedir. İnsanların karşılarında durup dehşete kapıldığı insan yapısı ile sanat ve sanayi güzelliklerinin bütün Hayret verici ürünleri asla karşılaştırılamaz. Bunlar: İskelet sistemi, kas sistemi, cild sistemi, sindirim sistemi, kan dolaşımı sistemi, solunum sistemi, üreme sistemi, bezler sistemi, sinir sistemi, boşaltım sistemi, tad alma sistemi, koklama, işitme ve görme sistemleridir. İnsanlar insan yapısı sanatlara yönelmekte fakat incelikleri, derinlikleri ve büyüklükleri her türlü takdirin üstünde olan bu sistemleri unutmaktadırlar! “İngilizce yayınlanan Bilimler Dergisinde deniyor ki: İnsan eli eşsiz, Hayret verici doğal güzelliklerin başında yer almaktadır. Sadeliği, gücü ve hızlı uyum sağlaması yönünden insan elinin işlevini görecek bir makinayı yapmak gerçekten çok zordur, hatta imkansızdır. Mesela bir kitap okumak istediğinde onu elinle rahatlıkla alıyorsun. Sonra onu okumaya en uygun biçimde indiriyorsun. İşte onu doğru biçimde ve otomatikmen yerleştiren bu eldir. Kitabın bir sayfasını çevirmek istediğinde parmaklarını yaprağın altına koyuyor ve üzerine basıyor. Hem de kağıdı çevirerek derecenin ne altında ne de üstünde bir biçimde. Sonra yaprağın çevrilmesiyle baskıya son veriyor. Kalemi tutan ve onunla yazı yazanda eldir. İnsanın günlük hayatında kaşıktan bıçağa ve daktiloya varıncaya kadar tüm adet ve edevatı kullanan. Pencereleri açıp kapatan ve insanın her istediğini kaldırıp taşıyan da eldir. her iki el yirmiyedi kemikten ve onyedi kas sisteminden oluşmaktadır.”

“İnsan kulağının (orta kulak) küçük bir kesimi yaklaşık dört bin kadar ince ve karmaşık kıvrımdan meydana gelen, şekil ve hacim bakımından Hayret verici bir düzene sahip bir kompleksten oluşmaktadır. Bu kıvrımların bir musiki aletini andırdığını söylemek mümkündür. Öyle anlaşılıyor ki bunlar gök gürültüsünden, ağaç hışırtısına kadar meydana gelen her sesi ve gürültüyü herhangi bir şekilde Alıp beyine aktaracak biçimde hazırlanmıştır. Ayrıca orkestradan veya kendi düzenli bütünlüğü içinde her müzik aletinin çıkardığı tüm sesleri birbirinden şahane biçimde ayarlayacak yapıdadır.”

“Gözdeki görme duyusunun merkezi, ışığı karşılayan yüz otuz milyon sinir uçlarından meydana gelmiştir. Kirpiklerle beraber göz kapakları onu, gece gündüz korumaktadır. Göz kapağının hareketi refleks halindedir ve gözü topraktan,mikroplardan ve yabancı maddelerden korumaktadır. Kirpikler meydana getirdikleri gölge ile güneş ışınlarının keskinliğini kırmaktadırlar. Göz kapaklarının hareketi, bu korumanın yanında gözün kurumasını da engellemektedir. Gözü kuşatan ve gözyaşı adı verilen salgıya gelince bu göz için en güçlü en etkili temizleyicidir.”

“İnsandaki tat alma cihazı dildir. Dilin bu eylemi içinde epitelyum hücreleri bulunan tat alma, hücrelerinin dilin üzerinde oluşturduğu kaygan dokularla gerçekleşir. Bu dokuların değişik şekilleri vardır. Bunların bir kısmı ipliksi, bir kısmı mantarsı, bir kısmı ise mercimeksidir. Bu dokular, tad alma sinirlerini ve dilin damarlarını beslemektedir. Yeme esnasında tat alma sinirleri etkilenmektedir ve bu etkiyi beyne iletmektedir. Bu cihaz ağzın girişindedir. Böylece insanın zararlı olduğunu hissettiği bir şeyi hemen dışarı atması mümkün olmaktadır. İnsan bu cihazla acı ve tatlıyı, soğuk ve sıcağı, tuzlu ve tuzsuzu, zehirli ve benzeri şeyleri hissetmektedir. Dil, küçük, ince tad alma hücrelerinden dokuz binini ihtiva etmektedir ve bu hücrelerin herbiri birkaç sinirle beyine bağlıdır. Buna göre sinirlerin sayısı kaçtır, hacimleri nedir, tek olarak nasıl çalışırlar, beyinde duyuyu nasıl toplayıp oluştururlar, bilmiyoruz.”

Vücudun her tarafını bütünüyle kuşatan sinir sistemi, vücudun her tarafından geçen ince ve kendisinden daha çok başkalarına bağlı olan ince, küçük duyarlılık hücrelerinden oluşmaktadır. Bunlarda, merkezi sinir sistemine bağlıdırlar. Vücudun herhangi bir tarafı etkilendiğinde isterse bu etkilenme insanı kuşatan havanın sıcaklığında ufak bir değişme olsun bu durumda sinir hücreleri bu duyguyu vücuda yayılmış olan merkezlere iletirler. Bunlar da duyuyu beyne iletirler. Böylece beynin gerekli tepkiyi göstermesi sağlanır. Sinirlerdeki işaretlerin ve uyarıların hızı saniyede yüz metreye ulaşır.”

“Sinir sistemine baktığımızda onun bir kimya labaratuarındaki bir işlemi andırdığını görürüz. Yediğimiz yemeklere baktığımızda onların Hayret verici maddelere dönüştüğünü farkeder ve orada meydana gelen işlemin gerçekten Hayret verici olduğunu kesin anlarız. Çünkü burada midenin kendisi dışında hemen hemen herşey yenir.

Önce bu kimya lâboratuarına bir kaç çeşit basit yiyecek maddelerini koyalım ve bu konuda lâboratuarın kendisine ait düzenini hiç göz önünde bulundurmayalım. Sindirme kimyasının onları nasıl ayrıştırdığını düşünmeyelim. Biz birkaç et parçası, fasulye buğday ve kızartılmış balık yiyoruz. Sonra da bir miktar su içiyoruz.

Mide bu karışımın arasındaki yararlı maddeleri seçip almaktadır. Yemeğin her çeşidini ezmekte ve onları kimyasal bölümlerine ayırmaktadır. Geri kalanını yeni proteinlere dönüştürmektedir. Bunlar değişik hücrelerde gıdalar haline gelmektedir. Sindirim sistemi bu sırada kalsiyum, kükürt, iyot, demir ve diğer bütün zaruri maddeleri seçmektedir. Ve bu sırada öz maddelerin zayi olmamasına özen göstermekte, hormonların üretilmesine imkan sağlamakta ve hayat için gerekli olan tüm ihtiyaçların düzenli ölçüler içinde ve her zaruri ihtiyacın hazır hale gelmesine dikkat etmektedir. Açlık gibi herhangi bir geçici durumu karşılamak amacı ile yağ ve diğer ihtiyati maddeleri depo etmektedir. Bütün bunları insan düşüncesinden ve onun yorumundan habersiz yapar. Biz sayılamayacak derecede çok olan bu maddeleri bu kimyasal lâboratuara döküyoruz ve yaklaşıl; olarak bütünü ile yaptığımız işlerden sarfınazar ediyor gerisine karışmıyoruz. Böylece hayatımızın devamı için gereken otomatik bir işlem saydığımız bu faaliyete sırtımızı dayamış oluyoruz. Bu yiyecekler sindirilip ve yeniden hazırlanıp sürekli olarak milyonlarca hücreye dağıtılır. Bu hücrelerin sayısı yeryüzündeki bütün insanların sayısından fazladır. Her hücreye ulaştırılması gereken bu kesin maddelerin sürekli ve tek tek her hücreye ulaştırılması gerekmektedir. Ve bu belli düzenin ihtiyaç duyduğu maddelerin dışında başka şeylerin ona götürülmemesi gerekir. Bu kesin maddelerinde kemik, tırnak, et, saç, göz ve diş yapacak olan her hücreye kendisine has besinlerin ulaştırılması gerekir.

Demek ki burada insan zekasının icat ettiği en mükemmel labaratuvarda daha çok maddelerin elde edildiği bir kimya lâboratuarı bulunmaktadır. Yine burada şu ana kadar dünyanın tanıdığı nakil ve dağıtım düzenlerinin çok ilerisinde bir dağıtım düzeni vardır. Burada herşey son derece düzenli bir şekilde gerçekleşmektedir.”[41]

”Su örümceklerinden biri, kendisi için, örümcek ağı ipliğinden balon şeklinde yuva yapar ve onu suyun altında bir yere bağlar. Sonra su yüzüne çıkar ve gayet ince bir ustalıkla vücudunun altındaki kıllar arasında bir hava kabarcığı saklayarak suyun içine dalar. Hava kabarcığını yuvasının altına bırakır. Bu işi defalarca tekrar eder, nihayet balon biçimindeki yuva şişince içine girip yavrular. Şu örümceği, bu balon içinde hava cereyanlarından emin olarak yavrularını büyütür. Burada dokuma, mühendislik, inşa ve havacılık ilimlerinin bir sentezi ile karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz.

Yavru halindeki “som” balığı yıllarca denizde yaşar. Fakat birgün gelir doğduğu nehre döner. İşin enteresan tarafı “som” balığının, içinde doğduğu nehir kolunun büyük nehirle birleştiği yerden içe doğru girmesidir. Belki bu nehrin iki tarafında bulunan iki Amerikan eyaletinden birinde kanunlar kesin, diğerinde gevşektir, fakat kanunlar, nehrin sadece bir kıyısını tercih ettiğini söyleyebileceğimiz som balığına göre mutlak manada kesindir. Peki, bu balığı o kadar ince ve titiz hesaplarla doğum yerine döndüren şey nedir? Doğduğu yer istikametinde yüzmekte olan som balığı nehrin başka bir koluna nakledilse yanlış yolda olduğunu fark eder ve ana nehre ulaştıktan sonra yolunu değiştirerek asıl gideceği yere yönelir.

Bu konuda çözüm bekleyen daha güç bir bilmece vardır; yukarıda anlattığımız hareketin tanı aksini yapan yılan balıklarının macerası. Bu Hayret verici yaratıklar, olgunluk çağına erişince, bulundukları çeşitli göl ve nehirlerden göç etmeye başlar. Söz gelimi Avrupa’da bulunan yılan balıkları denizde binlerce kilometre seyrettikten sonra, hepsi de Bermudanın güney açıklarındaki dipsiz derinliklere gider. Burada yavruladıktan sonra ölür. Yavru balıklar, engin denizin ortasında hiçbir şeyden haberi olmayan o hayvanlar da yolculuğa çıkar. Ölmüş annelerinin geliş yolunu bularak onların geldikleri sahile varırlar. Orada da kalmayarak eskiden annelerinin yaşadığı nehri, gölü veya su birikintisini bulurlar. Böylece suyun her bir zerresi yılan balığıyla tanışmış olur. Düşünelim ki, bu hayvan buraya gelebilmek için en kuvvet!i akıntılara göğüs germiş, bütün deniz kabarmaları ve kasırgalarına mukavemet göstermiş ve birçok azgın dalgalarla boğuşarak onları yenmiştir. Şimdi artık gelişebilir. Nihayet birgün olgunluk çağına gelince gizli bir kuvvet onu dönmeye, geldiği yere doğru tekrar yola çıkmaya sevk eder.

O halde yılan balığına böyle yön veren kuvvet nereden doğmaktadır? Şimdiye kadar hiçbir Amerikan yılan balığı Avrupa sularında yakalanmadığı gibi hiçbir Avrupa yılan balağına da Amerika sularında rastlanamamıştır. Tabiat Avrupa yılan balağının gelişmesini diğerlerine nispetle bir veya birkaç yıl daha geciktirmiştir ki yürüyeceği uzun mesafe için gerekli kuvveti kazanmış olsun.

Ne dersiniz, maddenin en küçük parçaları, atomlar ve moleküller, yılan balığını teşkil etmek için bir araya geldiklerinde, bunlarda bir yön verme şuuru ve icra için gerekli bir irade gücü mü doğmaktadır, acaba?

Rüzgarın dişi bir kelebeği üst kattaki odanızın penceresinden içeriye attığını düşünelim. Dişi kelebek hemen gizli bir işaretle erkeğine haber verir. Erkek kelebek ne kadar uzakta bulunursa bulunsun bu işareti Alır ve karşılığını verir. Siz bu iki kelebeği şaşırtmak için ne yapsanız faydasızdır.

Acaba bu çelimsiz ve cılız yaratığın verici ve radyo istasyonu ve erkeğinin de antenli bir alıcı radyosu mu vardır, yoksa dişisi, havayı titreştiriyor da öteki bu titreşimleri mi alıyor?

Istakoz gibi birçok hayvan vardır ki, sözgelimi, pençelerinden birini kaybedecek olsa vücudundan parça koptuğunu farkeder, hücrelerini çalıştırmak ve bakiye unsurlarından faydalanmak suretiyle hemen kaybolan organı yerine getirmeye koyulur. Organ tam olarak yerine gelince hücrelerin çalışması durur, çünkü hücreler, bilinmeyen bir yolla işi bırakma zamanının geldiğini anlar.

Tatlı su polipi ikiye ayrıldığı zaman, bu parçalardan biri yoluyla yeniden teşekkül etme imkanını bulur. Solucanın başını kesecek olursanız hemen yeni bir baş imal ettiğini görürsünüz. Biz insanlar da yaralarımızı iyileştirme imkanına sahibiz. Fakat operatör -gerçekten olabilecekse- hücreleri harekete geçirip de yeni yeni kollar, tırnaklar… Ve sinirler elde etme imkanına ne zaman kavuşacaklardır?

Burada “yeniden yaratma” bilmecesine bir parça ışık tutan müthiş bir gerçek vardır: Hücreler ilk gelişimi sırasında bölünecek olursa, bölünen her parça tam bir canlı meydana getirme kudretine sahip olmaktadır. O halde ilk hücre iki ayrı parçaya ayrılırsa her bir parçadan ayrı ayrı fertler oluşur. İkizlerin birbirine benzemesi bu olayla izah edilebilir. Fakat hadiseden daha önemli bir netice çıkarmalıyız: Demek ki başlangıçta mevcut olan her hücre bütün ayrıntılarıyla türünün tam bir ferdi olabilmektedir. O halde hiç şüphe yok ki sen her hücre ve dokuda aynen sensin.”[42]

“Bu insanlar bakmıyorlar mı develerin nasıl yaratıldığına?” Deve arap insanının ilk başta gelen hayvanı idi. Onun üzerinde yolculuğa çıkar, onun üzerinde yüklerini taşırlardı. Sütünü içerler, etini yerlerdi. Yününü örüp, derisini yaygı olarak kullanırlardı. Yani deve onların ilk hayat kaynağı idi. Sonra devenin öteki hayvanlardan ayrı özellikleri de vardı. Bunca kuvvetine, cüssesine ve güçlü yapısına rağmen deve boyun eğen bir hayvandır, bir küçücük çocuk çeker götürür onu, o da boyun eğer. Çok büyük yarar sağlaması ve iş görmesine rağmen az masraflı bir hayvandır. Beslenmesi kolaydır, yetiştirilmesi için harcanan emek yok denecek kadar azdır. Evcil hayvanlar içerisinde açlığa, susuzluğa, yorgunluğa ve kötü hayat şartlarına en çok dayanabilen hayvandır. Bir de az ilerde belirtileceği gibi, devenin şeklinin gözler önündeki doğal tablo ile uyum sağlaması bakımından da bir farklılığı vardır.

Bunun için Kur’an-ı Kerim, dinleyenlerin dikkatini, önlerinde bulunan ve yeni bir bilgiyi ve haberi gerektirmeyen devenin yaratılıyı düşünmeye çekiyor. “Bu insanlar bakmıyorlar mı develerin nasıl yaratıldığına?” Devenin yaratılışına ve vücut yapısına bakmazlar mı onlar? Sonra da üşenmezler mi? Deve görevini yerine getirmeye uygun olan şu biçimi ile nasıl yaratılmıştır? Yaratılış gayesini yerine getiren, yaşadığı çevre ile ve görevi ile uyumlu olarak bu biçimi ile nasıl biçimlendirilmiştir. Onu yaratan kendileri değildir. Kendi kendini de yaratmış olmayacağına göre, geriye kala kala eşsiz sanatı olan bir yoktan var edicinin yaratması sonucu var olmaları kalıyor. Ki o yaratıcının sanatı kendi varlığına delil olup varlığını kesin olarak göstermektedir ve O’nun herşeyi yönettiğini ve planladığını göstermektedir.”[43]

Ana rahmine düşen ilk hücre, orada bomboş, hareketsiz olarak durmaz. Aksine hemen -Rabbinin izni ile orada yaşayıp beslenmek için kendine uygun ortamı hazırlamak uğruna çalışıp çabalamaya, uğraş vermeye başlar. O karanlık dünyadan çıkış kapısına ulaşıncaya kadar bitip tükenmeyen bir uğraştır bu. Ardından annenin çektiği doğum sancısının yanında, yavrunun bizzat kendisinin de aynı sancıdan neler çektiğini Allah bilir. Ana rahmindeki bu çocuk dünya ışığını görür görmez öyle bir basınç ve itilme ile karşılaşır ki Rahim denilen o küçücük alemin kapısından çıkarken neredeyse boğulacak gibi olur.

İşte bu andan itibaren en yorucu çaba ve en acı çile başlar. Çünkü ana rahmindeki bu çocuk şimdi hiç alışık olmadığı havayı teneffüs etmeye başlar. ilk kez ağzını ve ciğerlerini açar. Çığlıklar içinde nefes Alıp vermeye başlar. Bu çığlıklar sanki dünya hayatının başlangıcının çilelerinin işaretlerini verir gibidir! Sindirim sistemi ve kan dolaşımı daha önce alışılmayan bir biçimde çalışmaya başlar. Barsakları bu yeni reaksiyona alışıncaya dek gıda artıklarını dışarı çıkarmak için neler çeker! Bundan sonra attığı her adım çile, yaptığı her hareket yorgunluk üstüne yorgunluk, bitkinlik üstüne bitkinliktir. Emeklemek isteyen, yürümeye çalışan bir çocuğu izleyen onun bu basit hareketleri yapmak için ne çileler çektiğini kendi gözleri ile görür.

Dişleri çıkarken çile, ayakta dengede durmak ayrı bir zahmettir. Düşmeden adım atması meşakkat, öğrenmesi yorgunluk, düşünmeyi öğrenmesi ayrı bir çiledir. Yani her yeni tecrübesi emeklemek ve yürümek gibi ayrı bir çiledir.

Daha sonra yollar ayrılır, zahmetler çeşitlenir. Kimi kas gücü ile yorulur. Kimi zihin gücü ile didinir durur. Kimi ruhu ile çaba harcar, kimi bir lokma ekmek ve bir hırka giymek için ter döker. Kimi binini ikibin, yapmak onbin’ini yüzbine çıkarmak için didinir durur. Kimi makam ve mertebe için kendisini parçalar. Kimi de Allah yolunda yorulur. Kimi de şehvet ve arzu peşinde koşar. Kimi inanç sistemi ve islam davası için ter döker. Kimilerin yorgunluğunun sonu cehennemdir. Kimilerinin ki ise cennettir. Kısacası herkes yükünü omuzuna almış taşımaktadır. Herkes Rabbine giden yolda basamak basamak çilelere göğüs gererek yükselmektedir ve en sonunda da Rabbine kavuşacaktır herkes. Orada en büyük acı günahkârların, en muazzam rahatlık da mü’minlerin olacaktır.

Doğrusunu söylemek gerekirse, dünya hayatının yapısı yorgunluktur. Şekli ve nedenleri değişebilir ama son tahlilde hepsi de yorgunluktur. Zararlıların en zararlısı dünyanın yığın yığın çilelerine katlanan, sonunda ise çektiği çilelere karşılık öbür dünyada en yorucu ve en acı felaketlerle karşılaşan kimsedir. Bahtlıların en bahtlısı ise Rabbine giden yolda zâhmetlere ve çilelere göğüs gerip yorulan, sonunda ise, kendisinden öbür dünyanın meşakkatlerini Alıp götürecek iyi amellerle Rabbine kavuşan ve yüce Allah’ın gölgesi altında kendisine en büyük rahatı sağlayacak, salih amellerle O’na ulaşan mü’mindir.”[44]

-“Sizi tek bir nefisten yarattı, sonra da ondan kendi eşini var etti ve sizin için..

davarlardan sekiz çift indirdi.Sizi annelerinizin karınlarından, üç karanlık içinde,bir yaratılıştan sonra (bir başka) yaratılışa (dönüştürüp) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz olan Allah budur;mülk de O’nundur.O’ndan başka ilah yoktur.Buna rağmen nasıl çevriliyorsunuz?”[45]

“Üç perde; ana karnı, ana rahmi ve zardır.”

“Doğurana ve doğurduğuna andolsun ki,”[46]

“Bir bitkiyi düşünelim. Gelişme aşamalarında bir tohum, nelerle boğuşur. Atmosferin etkilerine göğüs gerer. Çevresinde bulunan elementlerden gıdaları emmeye çalışır. Sonunda dallı-budaklı bir ağaç olur. Kendisi gibi tohum ya da tohumlar vererek kıvama gelir. Ve hoş manzarası ile kainatı süsler. İşte bir tohum bu aşamaya gelmek için ne çilelere göğüs gerer! Şimdi, bu söylenenleri aklımızın bir köşesine koyup, bitkiler dünyasından, hayvanlar ve insanlar alemine eğilirsek, doğuran ile doğan canlının daha büyük çilelere katlandıklarını görürüz. Ve her iki canlı dünyasının kendi türünü koruma uğruna ve şekilleri ile kainatın güzelliğini saklamak için çok daha fazla çilelere ve meşakkatlere katlandıklarını görürüz: ‘

Yüce Allah insan denen yaratığın hayatında değişmez bir gerçeği pekiştirmek, üzerine dikkat çekmek için “doğuran ve doğan” üstüne yemin ediyor.

Yüce Allah insan denen yaratığın hayatında değişmez bir gerçeği pekiştirmek, üzerine dikkat çekmek için “doğuran ve doğan” üstüne yemin ediyor.

“Biz insanı birtakım zorluklar, zahmetler ve sıkıntılar içinde yarattık.” Biz insanoğlunu, bitip tükenmez, meşakkat, sıkıntı, çaba, çile, mücadele ve uğraşı ile meşgul olmak üzere yarattık. Nitekim yüce Allah başka bir surede buyurur: “Ey insan! Sen Rabbin için çalışıp çabaladın, artık O’na-kavuşmaktasın.” [47]

Çapı bir mm. olan ipek ipliği,aynı kalınlıktaki bir çelik telden beş kat daha sağlamdır.Ve kendi uzunluğunun dört katı kadar esneyebilmektedir.İpek hafif olup,dünyanın çevresi boyunca uzatılacak bir ipek ipliğinin ağırlığı sadece 320 gram gelmektedir.

-” Anne Sütünün Oluşumu: Doğumdan sonra anne beyninde bulunan Hipofiz adlı salgı bezinden salgılanan prolakdin adlı maddenin uyarısıyla annenin memelerinde süt yapımı başlar. Bebeğin memeyi emmesi sırasında beyindeki merkezden oksitosin denilen hormonun salgılanmasıyla süt kanalları kasların kasılmasıyla kasılmasını sağlayarak sütün dışarı akmasını sağlar. Memeden geçen her 300 mililitre kandan 1 mililitre süt oluştuğu hesaplanmıştır. “[48]

-“İnsan vücudunun nehirleri olan damarlarında dolaşıp akan kana bakalım. Kanımızda vazifeleri farklı olan üç çeşit kan hücresi vardır.

-İlki alyuvarlar: Kanımıza kırmızı rengi verir. Bir metreküp kanda 4-5 milyon kadar alyuvar vardır. Alyuvarlar, vücudumuzun ihtiyacı olan oksijeni hücrelere ulaştırır. Alyuvarlar, genel olarak 100-120 gün kadar vazife gördükten sonra ölürler. Kandaki alyuvar sayısını korumak için, vücut her saniyede 10 bin alyuvar üretmek zorundadır.

İkincisi akyuvarlar: Bir milimetreküp kandaki akyuvar sayısı 4-10 bin civarındandır. Akyuvarlar vücudumuzu mikroplara karşı korurlar. Hastalık şiddetlendiği zaman sayıları artar ve bir milimetreküp kandaki sayısı 10 bin den 30 bine kadar yükselir.

Üçüncü olarak ta trombositler vardır. Bunlardan bir milimetreküp kanda 300 bin tane bulunur. Trombositler kanın pıhtılaşmasını sağlayarak kanamayı durdururlar. Eğer trombositler olmasaydı, vücudumuzun her hangi bir yeri kanadığında kan durmayacaktı. “

“Dünyamızdan saniyede 16 milyon ton su buharlaşır. Ve dünyanın dört bir yanına dağılır. Böyle bir sıcaklığı kömür yakarak sağlamaya çalışsa idik 410 000 000 000 000 000 bu kadar ton kömürü her saniye yakmamız gerekecekti. Allah’a hamd olsun güneşin yüzeyindeki 6000 derecelik sıcaklık bizleri böyle üstesinden gelemeyeceğimiz bir zahmetten kurtarıyor.”yeni Ufuk.

-”Güneşin yüzey ısısı 6000 kelvin derecedir. Bu sıcaklıktaki bir toplu iğne başı, insanı 150 kilometreden öldürebilir. “

-İpek böceği dünyanın etrafını üç kere dolanacak şekilde ördüğü ipin toplamı bir kilo tutar.İnce ve çelikten beş kat fazla sağlam ve de esnektir.

-”Kara deliğin sırrı!

Astronomlar evrenin oluştuğu zamanlara ait olduğu düşünülen dev bir kara deliğin kütlesini ölçmeyi başardı. Kara delik dünyadan bir trilyon büyük”[49]

” NASA: Göktaşı Dünya’ya çarpmayacak

Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi, 2002 NT7 adlı göktaşının 1 Şubat 2019’da Dünya’ya çarpma ihtimalinin çok düşük olduğunu açıkladı.
Liverpool’daki John Moores Üniversitesi’nden Dr. Benny Peiser, ilk olarak 5 Temmuz gecesi New Mexico’daki gözlemevince saptanan 2002 NT7 katalog numaralı gökcisminin, Dünya ile çarpışma ihtimali içeren rotada bulunduğunu ve 1 Şubat 2019’da Dünya’ya çarpabileceğini söylemişti.
Peiser, parlaklığı gözönüne alındığında 2 kilometre genişliğinde olduğu tahmin edilen NT7’inin Dünya’ya çarpma olasılığının 60 binde bir olduğunu belirtmişti. İngiliz bilim adamları, NT7’yi bugüne kadar tespit edilen en tehlikeli göktaşı olarak nitelendirmişti.
Araştırmacılar, Güneş’in çevresindeki dönüşünü 837 günde tamamlayan NT7’nin, 1 Şubat 2019’da Dünya’ya çarpma hızının saniyede 28 kilometreye ulaşabileceğini, bu hızın bir kıtayı yok edecek seviyede olduğunu ve küresel iklim değişikliklerine yol açabileceğini tahmin ediyor.

” Gökbilimciler, Samanyolu galaksisi içinde, Güneş’ten farklı bir yıldızın etrafında dönen 100. gezegenin keşfi üzerine, galaksimizde milyarlarca dünya olabileceğini söylüyorlar.Carnegie Enstitüsü Gezegen Araştırma Programı’nda çalışan gökbilimcilerin dev teleskopla keşfettikleri yeni gezegenin, 293 ışık yılı uzaklıktaki HD 2039 yıldızı etrafında döndüğü belirtildi.100. gezegenin keşfinden sonra bilim adamları, Samanyolu galaksisinde kaç gezegen olduğu ve bunların kaçının Dünya gibi olduğu konusunu tartışmaya başladılar. Bilim adamları, her iki soruya da milyarlarca yanıtını veriyorlar.
Araştırmacılara göre, galaksimizde 300 milyar civarında yıldız varsa 30 milyar kadar da gezegen sistemi olabilir ve bu sistemlerin büyük çoğunluğu, Dünya gezegeni gibi dünyaları kapsayabilir. Samanyolu’nun ortalama çapı 100 bin ışık yılı, bir ışık yılı ise 9.5 trilyon kilometre.”

”Güneş Sistemi’nin de içinde bulunduğu Samanyolu üzerinde dört yıldır yapılan incelemeler sonuç verdi. 500 milyon yıldızın araştırılması sonucu galaksimizin haritası çıkarıldı. Böylece Samanyolu’nun bütünlük içinde portresi ilk kez resmedilmiş oldu 2MASS adlı araştırma sonucunda ortaya çıkarılan bu perspektif sayesinde galaksimizin merkezindeki yeni keşfedilen yıldızlar da haritanın içinde gösterilebiliyor. Böylece bugüne kadar ancak teorik olarak ifade edilebilen yıldızların varlığı da kanıtlanmış oldu.[50]

-“Yeni bir insanın yaratılmasının sebebi olacak spermler erkek vücudunun ‘dışında’ üretilir. Bunun sebebi üretimin ancak vücut ısısının yaklaşık 2 derece altında gerçekleşebilmesidir. Bu ısının sabitlenmesi için bir de testis üstüne yerleştirilmiş özel deri çalışır. Bunun fonksiyonu soğukta büzüşerek, sıcakta ise terleyerek gerekli olan ısıyı sabit tutmaktır. Testislerde dakikada ortalama 1000 adet üretilen spermler erkeğin testislerinden kadının yumurtalarına doğru yapacağı yolculuk için özel bir dizayna sahiptir; baş, boyun ve kuyruktan oluşur. Kuyruğu bir balık gibi ana rahminde ilerler.

Bebeğin genetik şifresinin bir bölümünü barındıran baş kısmı özel bir koruyucu zırhla kaplanmıştır. Bu zırhın faydası anne rahminin girişinde farkediliyor: Buradaki ortam -annenin mikroplardan korunması amacıyla- son derece asitlidir.

Erkekten rahme atılan sadece milyonlarca sperm değildir. Meni birbirinden farklı sıvıların karışımından oluşur. Bu sıvılar spermlerin gerek duyduğu enerjiyi karşılayacak olan şekeri içerir. Ayrıca baz özelliğiyle ana rahminin girişindeki asitleri nötralize etmek, spermin hareket edeceği kaygan ortamı sağlamak gibi görevleri vardır. Spermler yumurtaya varana kadar annenin vücudunda zorlu bir yolculuk geçirirler. Kendilerini ne kadar savunurlarsa savunsunlar, 200-300 milyon spermden yumurtaya ulaşanların sayısı bini pek aşamaz.”

-“Son araştırmalar bir RNA molekülünün 20 milyon bilgi taşıdığını söylüyor. Bu durumda belki de milyonlarca yıllık bir bilgi birikimine sahip alt beyin sistemi, tabiidir ki pek çok öğretide bir mikrokozmos olarak tanımlanacak.”[51]

-“İnsan beynini meydana getiren ve nöron diye isimlendirilen 120 milyar hücre her beyinde farklı bir dizilim oluşturur. Her beyinde farklı olan bu dizilim modeli, yani beyindeki biyoelektrik kanallarının dizilimi, beyin ağları, bireyin kişiliğini çizer. İşte bu dizilim ve bağlantı modeli, “beynin programı” diye ifade edilir.

Beyin ilk temel programlamaya ana rahminde iken maruz kalır ve anatomik gelişmesini doğumdan hemen sonra tamamlar. Nöronlar ile onların kol ve uzantıları olan aksonların birbirleriyle bağlantıları, doğumdan önce her beyinde farklı bir biçim alır. Bu model, doğumla birlikte kesinleşir ve bireyin ömrü boyunca hiçbir değişikliğe uğramaz. Ayrıca, hiçbir beyin hücresi de yenilenmez.”[52]

-“Mevlana’nın Mesnevide “Aklı Küll” dediği şey’in “Kollektif Bilinçaltı” olduğu düşüncesindeyim.(Sory Jung) Bu bakımdan bilinçaltı insanın bildiği aklı dışındaki aklıdır. Hipnoz da normalde farkına varamadığımız bu aklı kullanmaktır.”

-“Yani aslında içimizdeki ben dışımızdaki benden gerçekte çok daha aktif ve çoğu zaman ipler içimizdeki benin elindedir. Sayın Doç. Dr. Nusret Kaya ” % 28’lik üst beyin hücreleri hiçbir zaman % 72’lik alt beyin hücreleriyle başa çıkamaz.” diyor. Bunun için biz aslında alt beynimizin hakimiyeti altındayız. Bazıları ise tamamen bilinçaltının kontrolü altına girebiliyor. Bu durumlara da psikotik durumlar deniliyor. Her şey tamamen bilinçaltının kontrolü altında olduğundan psikotik hastaların tedavi başarı yüzdesi de bu nedenle çok düşük olmaktadır.”

Eğer bilinçaltına girilebilirse tüm bilgi ve hatıralara da ulaşılmış ve bir çok problemler kökünden çözülme yoluna gidilmiş olur.Özellikle psikolojik hastalıklara tedavi getirilebilir.

-İnsanların hayatlarındaki değişim ve dönüşümler,ölüm ve doğum gibi oluşumlar bir boyut değiştirmek midir?

-“1920’lerde Edwin Hubble,Evrende bizden çok büyük hızlarla uzaklaşan milyonlarca galaksi bulunduğunu keşfetti.Daha sonraki gözlemler,bizden en uzak galaksilerin bizden en yüksek hızlarla,daha yakındakilerin ise daha küçük hızlarla uzaklaştığını gösterdi.Bu,eğer evren devasa bir patlama,bir “Big Bang” ile oluştuysa beklediğimiz tablonun aynısıdır.Patlamanın en hızlı fırlattığı parçalar daha yavaş fırlatılan parçalara göre uzayda daha uzağa giderler.Hubble,ayrıca bir galaksinin uzaklığı ile hızının arasındaki oranın sabit olduğunu buldu.”[53]

-“Bir kara delik o kadar çok sıkıştırılmış maddedir ki yakınlarına gelen her şeyi içine çekip hapseden inanılmaz güçteki çekim kuvvetinden başka kendisinden hiçbir şey kalmamıştır.”[54]

-“Hiç düşündünüz mü,üzerinde oturduğunuz sandalye,yediğiniz elma neden dağılıp gitmez?Onları neyin bir arada tuttuğu aynı zamanda bir çok arkadaşlığı ve evliliği de açıktır:Zıt kuvvetlerin birbirini çekmesi olgusu.Elbette burada bahsettiğimiz,uzun ve kısa,ya da içine dönük ve dışına dönük gibi kavramlar değil,pozitif ve negatif elektrik yükler.”[55]

-“Elmas ve grafitin ise daha çok ortak özelliği vardır.Her ikisi de karbon elementinin saf formlarıdır.Fakat karbon atomları kendilerini her ikisinde çok değişik organize ettiği için birbirlerinden bu kadar farklı görünürler.Bildiğimiz kadarıyla elmas,karbon atomlarının en kararlı dizilişidir.”[56]

Hayatında kararlı olan insanda,elmas değerinde bir insandır.

-“Göllerdeki ve okyanuslardaki su donduğu zaman buz yüzeyde toplanır.Bu ise balıkların ve diğer canlıların buzun altında hayatta kalmasını sağlar.Eğer buz batsaydı,okyanuslar katı olarak donacaktı ve dünyada hayat hiçbir zaman gelişemeyecekti.Bu ise”Su her yerde su,ama içmeye tek damla yok.”sözünü anlamlandıracaktı.”[57]

-Hayvanlar hayat şartlarına uymak üzere,bulunduğu yere ve eşyaya göre şekil alma olan Kamuflaj sistemi içerisinde yaratılmışlardır.Herşeye uyum sağlamaktadırlar.

-Kâinatta otomatiğe bağlanmış gibi,tam bir Ekolojik denge mevcuttur.Özellikle dünya sürekli olarak kendisini yenilemektedir.Tıpkı yeni açılan bir bilgisayarın önce tüm proğramları tekrar gözden geçirip kontrol etmesi,silinen dosya veya proğramlar varsa bunu bildirmesi kabilinden,dünyamızda da bir yandan kendisini dengeleyen bir denge,düzen,yenileme sistemiyle bareber,meydana gelen olumsuzlukları da çeşitli vesilelerle duyurmaktadır.

Tüm varlıklar bu ekolojik dengenin birer tamamlayıcı faktörüdürler.Tıpkı çiçeklere zehir olan oksijen bizler için gıda,bizler için zehir olan karbondioksit bitkiler için gıda olmaktadır.

Sistem sürekli kendini sistematize etmektedir.

Dengenin bozulmasında en önemli faktör insana aittir.Bilerek veya bilmeyerek,maddi veya manevi olarak insan bu dengeyi bozmaktadır.Şuurlu olan insan,şuursuzca hareketiyle dengeyi sarsmaktadır.Şuursuz olan varlıklarda ise,şuurluca hareket gözlenmektedir.

” Fizikte Nobel ödülü alan ve Trieste Enstitüsü’nü yönetmekte olan dostum Abdusselam bir gün bana, Qur’an’da 835 defa kişisel düşünme çağrısı yapıldığını ya da düşünenler vs. dendiğini söyledi. Eleştiri düşüncesinin ölmesiyle İslam dininin yayılışında gerileme başladı; yayılma bir yy sürdü, sonra durdu.”

-“Eckarth Tolle: Sizin sırf bir çapraz bilmeceyi çözebilmeniz ya da bir atom bombası yapabilmeniz, zihninizi kullandığınız anlamına gelmez. Köpeklerin kemik çiğnemeyi sevmeleri gibi, zihin de sorunları çiğnemekten hoşlanır. İşte bu yüzden o çapraz bilmeceler yapar ve atom bombaları yaratır. Her ikisinde de sizin bir çıkarınız yoktur. Size şunu sorayım: siz her istediğinizde zihninizden, düşüncelerden kurtulabilir misiniz? “Kapatma” düğmesini buldunuz mu?”

Kâinatta tam bir Hassas Ayar vardır.

Anahtar kadar bir eşyadaki atomları görmek için,onu kainat kadar büyültüp,ancak o şekilde görmekle mümkün olabilir.O halde her bir şey bir kâinat kadar özellik arzetmekte,kâinat kadar büyültülmekle onun içerisindeki harikalar ve sistemler ortaya çıkmaktadır.

Âyette:“Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanları yemeyin;bu gerçekten Allah’ın emri dışına çıkmaktır.”[58] İşte hikmet ciheti:

Besmele mucizesi

Moheet.com sitesinde yer alan habere göre, Suriye’nin muhtelif üniversitelerinde tıbbın farklı alanlarında uzman 30 profesörden oluşan bir araştırma grubu, Şam’da üç sene süreyle Besmeleyle kesilen, hayvan etleriyle Besmelesiz kesilen hayvan etleri arasındaki farkı ortaya koymak üzere laboratuvar ortamında deneysel incelemeler de bulundular.

Bilim adamları, hayvan ve kuş kesimi esnasında dinen yerine getirilmesi zaruri olan ‘Bismillahi Allahü Ekber’ sözünün kesilen etler üzerindeki etkisi, tam mânâsıyla mucize denilebilecek sonuçlarla karşılaştılar.

Grup adına bir açıklama yapan Prof. Dr. Halid Halave, incelemeler esnasında laboratuvar ortamında yapılan deneylerde, besmelesiz kesilen sığır, küçük baş ve kuşların et dokularında pıhtılaşmış kan, çoğalmaya müsait bakteri ve mikroplar tesbit edilirken, Besmele ile kesilen hayvan et dokularında ise kan, mikrop ve bakterilere rastlanmadığını ifade ederek, araştırmanın bu sürpriz sonucu insan sağlığı açısında tıpta bilimsel bir devrim olduğunu belirtti.

Besmeleyle kesilenlerin farkı

Gruptan sözkonusu araştırmaya öncülük eden başka bir araştırmacı olan Dr. Abdulkadir Dirani, araştırma ve sonuçları konusunda şunları söyledi; “Kur’ân’da Allah adı zikir edilmeden kesilen hayvan etini yemeyin’ şeklindeki İlâhî emre rağmen ve hayvan kesiminde çekilen Besmelenin ardındaki hikmeti bilmeyen insanların, hayvan kesiminde besmeleyi ihmal etmeleri, beni bu konuyu bilimsel olarak araştırmaya sevk etti. Besmele ve tekbir ile hayvan kesimi konusunu araştırmaya başlarken ekipteki bir kısım arkadaşlar konuya ilk önceleri soğuk baktılar ancak araştırmalar esnasında her safhada çarpıcı sonuçlar ortaya çıkınca ekibin konuya olan merak ve ilgisi artmaya başladı. Besmele ve tekbirle kesilen hayvan etlerinde, Besmelesiz kesilen hayvan etlerinin aksine, et dokularında kan ve mikropların bulunmaması Besmelenin bir büyük mucizesi olarak karşımıza çıktı.”

Besmeleli etlerde mikrop yok

Araştırma metot ve tekniği konusunda da grubun başka bir üyesi, Şam Üniversitesi Eczacılık eski dekanı Prof Dr. Nebil Şerif de şu açıklamada bulundu; “Besmele ile kesilen kuş, sığır ve küçük baş hayvanların etlerinden ve besmelesiz kesilen aynı hayvanların etlerinden numuneler alarak özel laburatuvarlarda mikroskopik incelemelerini yapmaya koyulduk. Bazı icraatlarla her iki numune etleri kuru bir ortamda 48 saat beklettik, 48 saatlık zamanın sonunda Besmele ile kesilen hayvan etleri numuneleri açık kırmızı gül rengi alırken, besmelesiz kesilen et numuneleri ise, siyaha yakın koyu kırmızı bir renk aldı. Buna ilaveten Besmeleli etlerde her hangi bir mikroba da rastlanmadı. Besmelesiz etlerin teşhisinde ise, sürekli çoğalan büyük ölçüde zararlı mikrop ve bakteriler tesbit edildi.

Ayrıca ikincisinin dokularındaki kanlarda iltihaplı akyuvarlar ve alyuvarlar tesbit edilirken birinci grup et dokularında ise, buna benzer herhangi bir tesbit yapılmadı.”

Uyuşturulan hayvanların eti

Araştırmada İslâmî usule göre kesilen hayvanların daha az eziyet çektiği ve etlerinin de daha sağlıklı olduğu belirtilirken, Batıda uyuşturularak öldürülen hayvanların kanı vücutta kaldığı için, bu tür etlerin daha çabuk bozulduğu, bu nedenle etler hemen donduruculara konularak muhafaza edildiği, İslâmî usûle göre kesilen hayvan etlerinin ise hemen kasaba gönderilip akşama kadar bozulmadan durabildiği ifade edildi.”

[59]

– Gülmek, tip 2 şeker hastalarında kan şekerini düşürüyor. Japonya Tsukuba Üniversitesi’nin araştırmasına göre, yemek sırasında gülen insanlarda kan şekeri gülmeyenlere göre daha az yükseliyor.”[60]

-“Küresel ısınma dünyamızı ciddi biçimde tehdit ediyor. Önlem alınmazsa sadece 50 yıl sonra bütün buzullar eriyecek ve denizler yükselecek.

Küresel ısınmanın temel nedeni, sera gazlarının artışı.

Küresel ısınma bundan 150 yıl önce başladı ve bugün itibarıyla hızla artıyor. Küresel ısınma, dünya yüzeyinde her bölgede aynı ölçüde değil. Sıcaklık artışı kutup bölgelerinde daha fazla. Küresel ısınma ile dağınık alanlardaki ve kutup bölgelerindeki buzullar eriyecek, deniz seviyelerinde yükselmeler olacak. Deniz düzeyinin yükselmesi, kıyılarda toprak kaybına sebep olup, aynı zamanda kıyılara yakın temiz su kaynakları denizle bütünleşecek. Yazla kış, geceyle gündüz arasındaki sıcaklık farkının azalması gündeme gelecek, ve bütün dünyadaki rüzgar desenleri etkilenip, fırtınaların sıklığı, şiddeti ve yönleri değişecek.

Küresel ısınma neticesinde sıcaklıkların artmasıyla, aşırı sıcaktan insan ölüm oranlarında artışlar meydana gelecek. Küresel ısınmayla böceklerin yaşam süreleri uzayabilecek bu da insanlar için büyük bir tehlike oluşturacak. Örneğin sivrisineğin yaşam süresinin uzaması halinde sıtma hastalığından insan ölümlerinde artışlar görülecek.

Küresel ısınma yalnızca sıcaklık artışına yol açmayacak yağış düzenleri de değişecek. Kimi bölgeler aşırı miktarda yağış alırken, kimi bölgelerde aşırı kuraklık meydana gelecek.

Hava sıcaklığı her 10 yılda 3 derece yükseliyor

Hindistan bir yaprak gibi kuruyor

Ülkede 3 haftadır etkili olan aşırı sıcaklar nedeniyle 1165 kişi hayatanı kaybetti. Ölüm nedenleri susuzluk ve güneş çarpmaları.”[61]

“Atmosferdeki su, karbondioksit, oksijen ve azotun devredilmesindeki ahengi, nizam ve intizami bildigimiz için, yagmur yerine “kezzap” adını verdigimiz nitrik asitin yağabileceği aklımıza dahi gelmez, degil mi?Oysa ki, atmosferin % 80’ini teşkil eden azot gazı, yıldırım ve şimşeklerin tesiri altında oksijenle birleşir. Bu oksitlenme sonucunda, nitratların meydana gelmesine yarayan azot oksitleri teşekkül eder. Yani ilmen, havadaki her elektriklenmede, nitrik asit yağmurunun meydana gelmesi için bütün şartlar hazırdır…. Ancak şimşek çaktığında , damla damla merhamet ve rahmet yağar. Ve bize haddimizden fazla değer veren yüce kudrete bütün mahlûkat sükreder.

Üzerimize her an kezzap yagabilmesinin mümkün oldugunu bilen kimya âlimi Prof. Dr. Arthur Macomb bu konuda sunlari söyler: “Ne zaman şimşek çakıp gök gürlese, semâdan yağmur yerine nitrik asit yağacak diye soluğum kesilir, rengim kaçar, sığınacak bir yer ararım. Çünkü havada nitrik asit teşekkülü için bütün şartlar hazırdır.”

H2 + O = su ( söndürücü )

H (Hidrojen) yanıcı O (Oksijen) yakıcı

Yanıcı ve yakıcı iki madde bir araya gelince yangın olacağına tam tersine , söndürücü olmaktadır. Bunu ayarlayan kimdir?

-Çevremizde var olan 1000.000 varlığın sadece 3,5 unu görebiliyoruz…O halde bizler daha Allah’in yarattıklarını göremiyoruz. Görülmeyen seyleri yaratan Allah’i hiç göremeyiz.

-4’ün var olması için 3’e ihtiyaç vardır.3 olmadan 4 olmaz.3’ün var olması için 2’ye , 2’nin var olması için (iki adet) 1’e ihtiyaç vardır.1 olmadan 2, 2 olmadan 3 olmaz. Fakat;1’in var olması için sıfır’a ihtiyaç yoktur. Çünkü sıfır hiç ,yok, boşluktur. Boıtan,hiçten bir olmaz. O halde ,her şeyin başi 1’dir. Bir’den 2 ,ondan 3 çıkmıştır. O Bir’de Vahidu’l-ehad olan Allah’tır.

Bir tren ve vagonlarını düşünelim:

V3 – V2 – V1 – LOKOMATIF

V3’ü çeken V2’dir.V2’yi çeken V1’dir.V1’i çeken ise lokomotiftir. Lokomotifi çeken nedir ,diyemeyiz. Çünkü lokomotif çeker ama çekilmez. Onun hareketi kendindedir.

-Peygamber Efendimiz: “Sizin sesleriniz kaybolmaz, evrende boşlukta

dolaşır” buyurmuştur. İlim bunu yeni keşfetmiştir.

-Not: Peygamber Efendimizin deve sidiği ile tedavi etmesini diline dolayan T. Dursun, yıllar sonra “çişteki mucize” isminde bir kitabın piyasaya çıkacağını tahmin edemezdi.”[62]

”Havada asılı kalan soru: Karanlık..!

Tarihin en büyük fizik alimlerinden Albert Einstein’ın (1879-1955) öğretim üyeliği yaptığı ABD-Princeton Üniversitesi astrofizikçileri dahil bilim adamları, varlığın veya evrenin en gizemli yanının uzayın ”karanlık maddesi” ve ”karanlık enerjisi” olduğunu hatırlatıyor. Güneş, Dünya, Ay ve gökadalardaki tüm yıldızlar, tüm evren maddesinin ancak yüzde 1’den çok azını oluşturuyor. “[63]

Şimdiye kadar hiçbir bilim adamı, uzayın “karanlık enerjisi”ni çözemedi. İşte havada asılı kalan soru…

10-5-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Hud.7,Hadid.4,A’raf.54,Furkan.59.

[2] Enbiya.30.

[3] Ra’d.4.

[4] En’am .59.

[5] Araştırma derg.temmuz.2002.

[6] Mecmuatün minet-Tefasir.Arapça.1/471,Al-i İmran.18.

[7] İbrahim.44.

[8] Fussilet.20-22.

[9] Mü’min.52.

[10] M.Tefasir.1/234.age.

[11] Evrimcilerin itirafları.H.Yahya.17.

[12] Bak.evrimcilere net cevab.1-h.yahya.220.Yıllar öncede yine böyle bir yanlış yapmış,Haşir suresinin son âyetinde geçen;-Ve ulaikehümül fâizun-(onlar kurtuluşa ermişlerdir)âyetini –faiz verenler kurtulmuştur-lafzen ve mânen uymayan bir yorumda bulunmuştu.Demek ölçüdeki yanlışlık,o ölçüye uydurulan her şeyi de yanlış olarak ortaya koyuyor.

[13] Milli gazete.14-9-2002.

[14] Kur’an Mu’cizeleri.h.yahya.sh.71.

[15] Ali İmran.137.

[16] Bak.İslam ülkelerinde anayasa hareketleri.Doç.S.Tuğ.256-309.

[17] İslamda .Sosyal Adalet.Seyyid Kutub.199.

[18] Nahl.10-11.

[19] Nahl.48.

[20] Nahl.81.

[21] Nahl.65.

[22] Nahl.66.

[23] Nahl.79.

[24] Fizilal.Furkan.1-3

[25] Fizilal.Furkan.53.

[26] Fizilal.Furkan.54.

[27] Fizilal.Furkan.61.

[28] Fizilal.Fatır.12.

[29] Fizilal.Mümin.61.

[30] Fizilal.Şura.1.

[31] Fizilal.Kamer.43.

[32] Fizilal.Rahman.1.

[33] Fizilal.Rahman.22.

[34] Fizilal.Mülk.15.

[35] Fizilal.Mülk.23.

[36] Fizilal.Hakka.38.

[37] Ali İmran 154.

[38] Fizilal.Nebe.9.

[39] Fizilal.Abese.25.

[40] Fizilal.Tekvir.18.

[41] Fizilal.İnfitar.6.

[42] Fizilal.A’la.1.

[43] Fizilal.Ğaşiye.17.

[44] Fizilal.Beled.3-20.

[45] Zümer,6,12-18.

[46] Tefim-ul Kur’an.Zümer.14,3.

[47] İnşikak Suresi, 6.

[48] Said Gezer.Çocuğu anlamak.

[49] Milliyet.27-3-2003.

[50] . 01.02.2002 . 30.07.2002”gökbilimci.com.

[51] N.Kaya.

[52] Astroloji.A.Hulusi.

[53] Sıfırdan Sonsuza.A.R.Jonas.Terc.Ö.Çelik.sh.7.

[54] Age.12.

[55] Age.52.

[56] Age.54.

[57] Age.57-58.

[58] En’am.121.

[59] 02.06.2003.Yeni Asya.

[60] Tercüman.1-6-2003.

[61] Bak.www.gezegenimiz.com.

[62] Bak.İslam.www.ahmetberk.com.

[63] Sonsaniye.21-6-2003.




ÖLÜM SANCISI DOĞUM SANCISIDIR

ÖLÜM SANCISI DOĞUM SANCISIDIR

Dünyaya gelen çocuk ve onu dünyaya getiren anne bir müjde ile haberdar edilmektedir.Doğum müjdesi…

Büyük haberlerin ve değerli,kıymetli şeylerin haberi de büyük olur.

Dünyaya kâinatın fevkinde olan bir varlık teşrif etmektedir.Bu küçük bir hadise değildir.İnsan ve insanlık başlı başına bir hadisedir.Allah’ın tüm varlıklar namına alakadar olduğu tek ve mümtaz bir varlık olan insanın haberi;bir deprem,savaş,güneş tutulması,meteor taşlarının düşmesi,bir yıldızın dünyamıza çarpması olayı,en büyük bir buluştan daha büyük bir olay ve hadisedir.

Her ölüm de bir doğumdur.

Her ölümde meydana gelen sancı,bir doğum sancısıdır.

Ölüm ile yeni bir hayatta doğan bir insanın hadisesi de küçük bir hadise,önemsiz bir olay değildir.

Zira ölüm ile girilen kabir,âhiret menzil,durak ve istasyonlarının ilkidir.

Doğum ile tanımadığı bir dünyaya gelen insan ağlar.Ölüm ile yeni doğduğu,durumuna göre haberdar olduğu nisbette bir aleme geçen insanın hırıltısı da,çocuğun ağlamaları misalidir.Bu aynı zamanda bir temizlenme ve gusüldür.

Berzahlar hep hırıltılıdır.

Dünyada aynı âkibete düçâr olacaktır.Onu hırıltısı ise daha dehşetle vuku bulacaktır.

“o dünya olan büyük insan sekerata başlayıp acib bir hırıltı ile ve müdhiş bir savt ile fezayı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek; sonra emr-i İlahî ile dirilecektir.”[1]

Bu hırıltı ölüm ânında meydana geldiği gibi kabirde de devam edecektir.Öyleki duruma göre bu hırıltı daha dehşetli olarak devam edecektir.

Kırşehir’in velilerinden olan Mahzenli Ali efendi-ye,babasını öldükten sonra kabrinde kötü bir durumda birkaç kere gören birisi,bu zatın yanına gelerek,babasının bu durumdan kurtulması için tavsiye istemesi üzerine şöyle der;

Babanın kabrine git,ayak ucundan başlamak üzere yedi kere Âyet-el Kürsi-yi oku der.O kişi de bunu yapar ve babasını kabirde o azab ve sıkıntıdan kurtulmuş olarak görür.

Bunu anlatan kişi bir hocaya vasiyet ederek kendisine de yapılmasını ister.Aynı durum onda da görülür.

Doğum gibi ölümün de sancısı,sancılı ve acıdır.

Kişinin ölüm ânındaki istekleri,doğum ânındaki istekleriyle benzerlik arz etmektedir.Zamanı olmamasına rağmen ölüm ânındaki yaşlı bir akrabamızın gönlü nar istemişti.Kurutmak için kışlık saklamış olan bir öğrencimizden bulmuş ve yetiştirmiştik.Kısa bir süre sonra da vefat etti.

Dünyaya gelen çocuk da annesinin memesini aramaya başlar.Bir şeyler yemek arzu eder.

Ölüm ile yeni bir hayata geçiş ânındaki istekler,doğum ile yeni bir dünyaya gelen insanın istekleri,doğuşun,farklı bir hayata geçişin istekleridir.

Anne karnındaki bir çocuğun dünyaya gelişindeki isteklerinin farklılığı gibi,anne karnı misali olan dünyadan daha geniş bir aleme geçen insanın istekleri de o nisbette arzu edilir.

Toprak altında çürüyen bir tohum,çürüp ölmekle yeni bir hayata gözünü açar,hem de daha verimli ve gür olarak…

Ölmeden doğulmaz.Doğmak için ölmek gerek.Nitekim tohumun daha verimli doğmasını sağlamak amacıyla toprağın altına gömer,kışın yağmur,dolu ve karı altında çürütür,yakıcı olan gübre ile yakar,parçalarız.Bütün bu ameliyeler daha bereketli doğmasını sağlamak içindir.

İnsan da tıpkı tohum misali.Vücutta ölen hücreler,sperm olarak bir yarışa tabi tutulup milyarlarca sperm içinden başarısı neticesinde seçilir ve anne karnında defnedilir.Defin süresinde üç karanlık devre geçirir.Bunlar;ilk kırk günde sulu bir ortam ve aşama,ikinci kırkta sık ağaçlarla çevrili bir ormanlık arazi,üçüncü kırkta da zifiri karanlık bir tünelden geçirilerek hayata kavuşturulur.Yüz yirmi günden sonra ruh üflenerek ayrı bir doğuşa tabi tutulur.

“Meryem ona (İsa’ya) hamile kaldı.Bunun üzerine onunla uzak bir yere çekildi.

Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti.-Keşke,dedi,bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!-

Altından (İsa yahut Melek) ona şöyle seslendi:-Tasalanma!Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir.-

-Hurma ağacını kendine doğru sikele di,üzerine olgun taze hurma dökülsün.

Ye,iç.Gözün aydın olsun!Eğer insanlardan birini görürsen de ki:Ben,çok merhametli olan Allah’a oruç adadım;artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.”[2]

Hz.Meryem gibi,Kur’an,iman ve amel bu sancıyı azaltmaktadır.Az sancılı bir doğum ile geçiş sağlanmaktadır.

Doğum sancısız olmaz…

“Dünyaya geldiğin zaman, sen ağlarken çevrendekiler gülüyorlardı.

Öyle bir hayat sür ki, öldüğünde çevrendekiler ağlarken, sen

gülümseyerek ahirete gidesin”.N. Kubra (Rahmetullahi Aleyh)

21-04-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Sözler.Bediüzzaman Said Nursi.530.

[2] Meryem.22-26.




MÜSBET HAREKET

MÜSBET HAREKET

Teknolojik asrındayız.Herşey elektroniğe ve otomotiğe bağlı.Yönetimlerde ve menfiliklerin tasfiyesini de otomotiğe bağlamak gerektir.Nitekim 1946’daki hile ve dalavereden sonra millet otomatik olarak bunu yapanları sadece 1950’de sandığa gömmedi,bunları takib eden 1965,1983 yıllarında da sandığa ve tarihe gömdü.Yapılacak diskalifiye milletin anlayış,hassasiyet,ilgi,tavrını açıkça ortaya koyması,birlik ve beraberliği içerisinde olursa daha köklü olur.Yapışmış gibi gitmeyenleri öyle bir gömüş gömer ki,varsa dürüstlükleri onlar bile gider.Kötü bir akibetle sonuçlanırlar.Gelin işi otomotiğe bağlayalım.

Uzun boylu düşünüp konuşmak gerek.YSK Tayyib Erdoğan-a siyasi yasak koymakla ve 3-3 olurken başkanın yani Tufan Algan’ın yasak yönünde oy kullanması,70 milyonun yerine geçip ambargo koymasıyla eş durumdadır.Adeta 70 milyonun,ekserin oyu hiçe sayılmıştır.

Bütün bu ve buna benzer olumsuzluklardan;asmalar,ihtilaller,hapse atmalar,takibler,yıldırmalar,maddi sıkıntılar,imkansızlıklar,eğitim,sağlık gibi bir çok alandaki eksiklikler,konuşma ve düşünceye vurulan onca prangalar,bütün bunlar,bunun gibiler,bilinen ve bilinmeyenler kesinlikle bizi kahretmemekte,asıl bizi kahreden çaresizlikler içerisinde kime baş vuracağımızı bilmemek,en önemlisi de böyle bir mercinin olmayışıdır.Millet olarak bunun on katını da –elbette tasvib etmeksizin çekeriz- yeterki; çözücü,baş vurulacak bir merci bulunsun.Bulunan en yetkili yer bile etkisiz ve yetkisiz kalmakta,böylece kimin etkili ve yetkili olduğu bilinmemektedir.Çünki herkes şikayetçi durumunda kalıp,şikayetleri çözecek kaynaktan mahrum bulunmaktadır.

Ne gariptirki;Devleti yönetenin varlığı bir çocuğun kanına bağlı,baba rızasıyla çocuğunun kanını bağışlayıp,hakimde o yönde karar verince çocuk gibi bizlere de gülmek kalmaktadır.Çünki bizleri idare eden idareciler kanımıza talib,bizlerin sahibi olan babalarımız ve büyüklerimiz bizlerin kanını sıkıp onlara vermekte,karar mercileri olan hakimde o yönde hükmedince elbette ağlanmaz ancak gülünür.Ancak biz onu da unuttuk,gülemiyoruz da…Acaba yılın bir gününü gülme günü olarak ilan etsek de hiç olmazsa o gün geldiğinde millet olarak içimizi boşaltsak?Bu ise şimdilik beş yılda bir verilmekte oda ağlata ağlata,dağlata dağlata izinle sınırlandırılmaktadır.

Ve nihayet 2002 yılında milleti illet edip,ezen,büzenler bugün köşelerine itildiler,her biri bir yere savrulmuş durumdalar.

Millete vuran vurulur.Milleti kıran kırılır.Millete sırt çevrilene sırt çevrilir.

Takdir-i huda kuvve-i bâzu ile dönmez

Bir şem’a ki Mevla yaka üflemekle sönmez…

Mehmet ÖZÇELİK




NECİB FAZIL KISAKÜREK

NECİB FAZIL KISAKÜREK

Asıl adıyla Ahmet Necib olan Necib Fazıl Kısakürek;25-Mayıs-1905 yılında İstanbul’da büyükbabası Mehmet Hilmi Efendi’nin köşkünde doğar.Bu zat aynı zamanda 2.Abdulhamid’in zamanında İstanbul Cinayet mahkemesi ve İstinaf reisliğinden emekli,Mecelleyi yazan heyetin içerisinde bulunmaktadır. Mehmet Hilmi Efendi’nin tek oğlu olan Abdulbaki Fazıl Bey’in tek oğluda Necib Fazıl’dır.

Küçük yaştan itibaren hayatı hep fırtınalı geçer.Âdeta fırtınalı denizlerde,dalgalı sularda,durulmayan bir çerçevede hayatı geçer.

Bir çok okulda okuduğu halde,hepsinde de tamamlamadan,kesintiye uğrayarak geçen bir tahsil hayatı vardır.Fransız, ve Amerikan kolejleriyle beraber,bir çok okulu bitiremeden Bahriyeli olur.Burayı da tamamlayamadan İstanbul Felsefe bölümüne kaydolup,burayı da bitiremeden Devlet bursu ile 1924 yılında Paris’e Sorbon üniversitesine Felsefe bölümünü okumaya gider.

Ancak burada kendisini bohem bir hayatın içerisinde bulur.Eğlenceye dalmıştır.Bu da kendisini tatmin etmez.Fırtınalar dinmez.Bir ömür içerisindeki fırtınalaran da etkisiyle aradığı hakikatı bulamaz.Zira hakikatları yanlış yerlerde aramaktadır.

Burayı da bitiremeden İstanbula döner.Devlet konservatuarında,Güzel sanatlarda,Robert kolejinde değişik dersler verir.Bankacı olur.Hep savrulur,durulmaz.

Şiire ise daha 12 yaşındayken başlar.Buna da sebeb olan durumun,annesi Mediha hanımın hastahanede yattığı bir sırada,orada bulunmakta olan veremli bir kızın yazmış olduğu şiir defteri bulunmaktadır.Bu hevesle anne oğluna;”Senin de şair olmanı ne kadar isterdim,der.

Bu da kendisinin şiir dünyasına girmesinde önemli bir faktör oluşturur.

Onun hayatını üç bölümde ele almak gerekir.Birincisi;Ferdiyetçilik dönemi olan,kişisel şiirlerini yazdığı dönem.Kaldırımlar şiiri gibi.İkincisi;Maneviyatın içinde kıpırdanmaya başladığı ve kendisinin de aradığını bulmayı düşündüğü metafizik dönemi.Üçüncüsü ki;asıl hayatının başlangıcını oluşturan dönemdir.Bu dönemde sanatla imanı,madde ile manayı,birleştirdiği dönem.Nitekim şiirinde:

Anladım sanat,Allah’ı aramakmış.

Marifet bu,gerisi yalnız çelik çomakmış…

Bunun ise temelinin başladığı dönem olan Maneviyat büyüğü Abdulhakim Arvasi ile tanıştığı dönemdir.Gerek bir arkadaşının tanıştırması gerekse de Beyoğlu’nda Ağa camiinde vermiş olduğu vaazlarından dinlediği bu zatın cezbesine kapılır.Artık onun manyetik alanına girmiştir.

Allah dostunu gördüm,bundan altı yıl evvel

Bir akşamdı ki zaman,donacak kadar güzel.

Buna istinadendir ki,Sanat ve edebiyat dünyasını şöyle tanımlar:O’ndan önce,O’nunla beraber,O’ndan sonra…

Artık Mevlana’nın dediği gibi:Hamdım-yandım-Piştim..devresi tamamlanmıştır.

1934 yılı onun için yeni bir dönemin başlangıcı olur.Şiddetle esip,dalgalanan bir hayat,yavaş yavaş durulmaya,kendi mecrasında durmadan durularak akmaya,taşmaya başlar.

Artık kabına sığmaz bir şahsiyettir.Kabuğunu kıran civciv gibi,sürekli kabında kaynayan bir hakikat aşığı olma yolunda ilerler.

Çileli bir yola girmiştir.Çile’yle beraber çile de başlamıştır.Çileleri göğüslemek üzere.Ferdiyetçili döneminde Kaldırımlar şairi bilinirken artık çile şairi olma yolunda ilerler.

1949 yılı kendisinin yazmış olduğu Sakarya Türküsüyle de şahlanış dönemidir.

1941 yılında evlenir,1941’de 9 defa gerçekleşecek olan bir hapis hayatı da başlamış olur.

Bir çok eserini de orada yazar.

O dalgalı dönemin maneviyat büyüklerinden ve iman cephesinin kahramanı olan Bediüzzaman Said Nursi’de haykırmakta,sürgün ve hapislerle süren bir hayatı sürmektedir.Oda eserlerini hapishanelerde yazar.

Kendisini bulunduğu dönem itibariyle değerlendirmek gerekir.Bir gençlik oluşturmaya çalışır.Bu amaçla bir çok dergi çıkarır,bir çok gazetelerde yazılar yazar,Şiir,Tiyatro,hikaye,roman,fikir yazıları ve günlük yazılar yazar.Velud bir insandır.

En verimli olduğu dönem,1950 sonrası dönemdir.

Batı eğitim ve kültürünü aldığı halde,doğunun dili,sözü ve kültür adamı olur.

Bizdeki bir boşluğu doldurur.İngilizler için Şekspir,Fransızlar için Viktor Hugo,Almanlar için Hothe ne ise,bizim içinde Necip fazıl o olur.

O kendisinde Fuzuli’yi,Şeyh Galib’i,Mehmet Akif’i,Yunus’u temsil etmeye çalışır.

Şiir,şuur, ve imanını birleştirir.

Aksiyon adamı olup,sembol bir şahsiyet olur.Âsım’ın nesli gibi bir nesil oluşturmaya çalışır.

27-12-1967’de Büyük Doğu mecmuasında ilk olarak Süleyman Demirel’in kayıtlı Mason kütüğünün fotokopisini yayınlar.

Hep yokuşlarda yürür.Ama yine de ümitsiz değildir.

“Mehmed’im sevinin başlar yüksekte
Ölsek de sevinin eve dönsek de…
Sanma ki kalır bu tekerlek tümsekte
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir;
Gün doğmuş; gün batmış, elbet bizimdir.”

”1980’de Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’nü, ‘İman ve İslam Atlası’ adlı eseriyle fikir dalında Milli Kültür Vakfı Armağanı’nı (1981), Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü’nü (1982) alır.Fikir ve sanat adamı olarak seçilir.Ayrıca Türk Edebiyatı Vakfı’nca 1980’de verilen beratla ‘Sultan-üş Şuara’ (Şairlerin Sultanı) ünvanını kazanmıştır.

Dönemindeki şair ve edebiyatçılar içerisinde mümtaz bir yere sahiptir.Edebiyatımıza katkıları büyük olur,etkileri ve yetiştirdikleriyle eserini devam ettirmektedir.

Siyasi,içtima-i ve edebi bir kişiliğe sahiptir.Umuma malolmuş bir özelliği vardır.

Son sözü;Demek böyle ölünürmüş,olur.

20.vefat yıl dönümünde kendisini rahmetle anıyoruz…

Sakarya Türküsü

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük küçük kainat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş; suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!..
Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hala çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgar o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümlü gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu masum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..

Necip Fazıl KISAKÜREK

KALDIRIMLAR

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir kuyuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..

ÇİLE

Gaiblerde bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde…

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tulbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı

Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna (yok)un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al san rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye

Bu nasıl bir dünya, hikayesi zor;
Makânı bir satih, zamanı vehim.
Bütün bir kahinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

Bir fikir ki sıcak yarad kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selam sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci gök, esrarını aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle…

Akrep nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun ve dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehir kıymak gibi, beynimde.

Lugat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan mühacir; eşyadan öksüz?

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Ars’a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam, açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Binbir avizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İçiçe mimari, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırılıtılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.

Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak…

ALLAH DERİM

Sırtımda, taşınmaz yükü göklerin;
Herkes koşar, zıplar, ben yürüyemem!
İsterseniz hayat aşını verin;
Sayılı nimetler bal olsa yemem!

Ey akıl, nasıl delinmez küfen?
Ebedi oluşun urbası kefen!
Kursa da boşluğa asma köprü, fen,
Allah derim, başka hiçbir şey demem!

25-05-2003

Mehmet ÖZÇELİK




YERİNDE KULLANILMAYAN MÜFETTİŞLİK

YERİNDE KULLANILMAYAN MÜFETTİŞLİK

Müfettişlik;teftiş edip,araştırma,inceleme,bilgilenip,bilgilendirme,tecrübe ve bilgi birikiminin olduğu makamdır.

Bugün milli eğitim camiasında müfettişlik,bir sorgulama,öğretmenin kursunu bulmaya çalışma makamı olarak işlemektedir.Normal çalışan bir öğretmenin sitresini arttırma,yapmacık hareketlere girmesine sebeb olma,ciddiyetin ötesinde resmiyetin devreye girmesidir.

Bugün bir anket yapılacak olsa,öğretmenlerin % 95’inin müfettişlerden şikayetçi olacağı,müfettişlik makamının yerinde kullanılmayacağını söyleyeceği kesindir.

Öğretmenin talebeye vermiş olduğu birikimin,müfettiş tarafından öğretmene verilmesi gerektir.Teftişte bulunan müfettişin veya bulunduğu makamda tecrübeli olması gereken bu şahsın,kendi birikimlerini öğretmene taşıyarak,daha verimli olmasını sağlaması gerekir.

Müfettişlere her türlü maddi imkan,profluğa kadar çıkacak olan unvan verilerek onların araştırmalarının sağlanarak,elde ettikleri bilgilerini öğretmenlere taşımaları gerekmektedir.Bu araştırmalarını ay be ay broşürler halinde bu bilgi birikimleriyle öğretmene karşı sorumlu olmalıdırlar.Yoksa öğretmenle kavgalı,göstermelik bir yakınlık,çabuk teftişini yapsa da gitse düşüncesinin ötesinde,devamlı beklenmeli,gözlenmeli,acaba şimdi neler getirecek,denilmelidir.

Eğer bugün öğrencilerde bir yetersizlik varsa,bunun temelinde müfettişlik makamının yerinde kullanılmamasında yatmaktadır.Teknik bilgilerle donatılmayan öğretmenin ferdi çabalarıyla oluşacak bir eğitim de ancak bu kadar olur.Oysa eğitimin bir kadro işi olması gerekir.Tıpkı şimdilerde –Kalite yöntemi- sisteminin uygulanmaya çalışılması gibi.Tıpkı bir fabrikadan çıkacak olan bir ürünün çıkmasında 100 kişinin o hedefe yönelerek,o eşyanın alıcıya sağlıklı bir şekilde ulaştırılmasına kadar gösterilen hassasiyet gibi.

İnsan ise bir mamulden geri olmadığına göre,onun yetiştirilmesinde de aynı hassasiyet bir ekip halinde ve bilinçli olarak sürdürülmesi gerekmektedir. Burada müfettişin sorumluluğu,tıpkı fabrikadaki denetleyicinin ötesinde,projeyi üreten,standartlarını belirleyen mühendisin pozisyonunda bulunması gerekir.

Mesela;sınıf öğretmenlerinin birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar sürdürdükleri eğitimde her bir müfettiş bir birden beşe kadarki bir sınıf üzerinde her yönüyle araştırma yaparak öğretmenleri takviye etmelidir.O dönemdeki bir insanın ruh haletinden maddi gelişimine kadar geçirdiği devrelerdeki pozisyonunu bir ihtisas alanı seçmelidir.

Bu arada her öğretmeninde her bir yıl bir üst sınıfı okutmasının şu aksaklıkları ortaya çıkmaktadır;Birinci sınıftan alıp beşe kadar götürmesi güzel olmakla beraber,tekrar bire dönen bu öğretmen yirmi beş yıllık öğretmenliğinde her bir sınıfı beşer kere okutmuş olmaktadır.Beş yıl okutan bir öğretmen o alanda,o sınıf konusunda ne derece etkili ve yetkili olabilir?

Oysa her bir öğretmen bir sınıf üzerine eğilecek olsa yirmi beş yılda tek bir sınıfı okutan bir öğretmen o konuda daha mütehassıs ve yetkili bir kişi olacaktır.Ve bu imkanda ona sağlanmalıdır.Oysa zaten birleri bu sene okutacağım,beş seneye kadar da unutacağım diyen bir öğretmen;ilk okul birinci sınıftaki incelikleri,yapılması gerekenleri yeteri kadar elde etmeyecektir.Her bir sınıf içinde durum aynı olacaktır.

Müfettiş bunları göz önünde bulundurarak;öğretmene şunları getir,neden bunlar yok,demektense,lazım olan bu evrakları araştıran,resmiyeti bilen veya bilmesi gereken bir kimse olarak kendisinin temin etmesi gerekir.

Müfettiş öğretmenle kavgalı olmamalı,öğretmen böyle bir kaygıya girmemelidir.

Bakanlık müfettişlerinin dört yılda bir yaptıkları teftişte pek o kadar problem ve sıkıntı olmamakta hatta kendilerini dinlediğim bir çok arkadaş ve kendiminde gözlemlediğim şudur ki;onların bir cümlede olsa söyledikleri ömür boyu unutulmamakta,o tecrübelerden ve gösterdikleri rehberlikten istifade edilmektedir.

Nitekim ilk göreve başladığım yıl okulda teftiş vardı.Dersime giren müfettişin ilk söylediği söz aradan geçen 16 yıl içerisinde hala tazeliğini korumaktadır;Hocam,sen kendini çok yoruyorsun,daha önünde yıllar var,bu kadar yorulma,demişti.

Neden bu hal il müfettişlerinde yok,diye arkadaşlarla konuşurken,bir aşağılık kompleksinin olduğunu sezdiğimi söylediğimde,bir çok kimse bunu tasdik etti.Elbette bu tesbit umum olmamakla beraber,hüküm çoğunluğa göre verilir.

O kişide şunu söylemişti;Çünki buradakiler genelde siyasi kanalla gelmiş kimselerdir.Burada aranması gereken,tecrübe,bilgi,imtihanda başarı,yeteneklerin ön plana çıkması gerekirken,bunun olmamasının neden olduğunu söylemişti.

Öğretmenin beş yıl boyunca okuttuğu halde kesin karar ve kanaatını verememesine rağmen – ve de her gün o öğrenciyle beraber olduğu halde,bir müfettiş yılda bir veya iki defa 15 dakika kaldığı bir sınıfta hem öğretmenin gururuyla oynayabilmekte hem de bir talebe havası içerisinde ona not verebilmektedir.Ne derece sağlıklı bir davranış olacağını her akıl sahibi anlayacaktır.

Bugün milli eğitimde müfettişliğin sağlıklı olarak yerine oturtulmaması,eğitimi baltalamaktadır.Adeta yolluk ve harcırah alma yeri haline gelmektedir.

Dediğim gibi gerekirse her türlü imkan sağlanmalı,yurt dışına gönderilmeli,akademik kariyer verilmeli ve onun birikimleri öğretmene yansıtılmalıdır.

Müfettişlik makamı morel vermeli,moral yıkmamalıdır.Her yönüyle rehberlik yapmalıdır.

Müfettişlik tekrar gözden geçirilmeli,gerçek yerine oturtulmalıdır.

Milli eğitimde işlerin karar ve icrasında,kendisine pek danışılmayan öğretmenlerdir.Karar onun hakkında alınır,ona uygulatılır,ancak kararda ve danışmada o yoktur.Tıpkı bir Milli eğitim bakanının;Şu öğretmenler,öğrenciler olmasa bu bakanlık ne kadar güzel idare edilir,deyişine benziyor.

Oysa birikimi ve tecrübesi olan öğretmendir.En sağlıklı görüş onlardan alınacak görüştür.Öğretmenin yanlış olan görüş ve kararı başkalarının doğru olan görüşlerinden daha doğru bir görüştür.

Milli eğitimin her meselesinde gerekirse tüm öğretmenlerin görüşü alınmalı,milli eğitim sağlıklı bir zemine oturtulmalıdır.

Resmiyetten ziyade ciddiyete bina edilmeli,o yönde yönlendirmede bulunulmalıdır.Aksi takdirde bir şeyi meşru zemine otutturmak için,her türlü gayrı meşru yol denenecektir.

Öğrencinin öğrenmesi,geçer not alması ile orantılı olarak yürümekte veya yürütülmektedir.Talebe açısından durum böyle olduğu gibi,öğretmen ve idare açısından da bu hedeflenmektedir.Seviye tesbit imtihanlarında da bundan öteye gidilmeyip,önemli olanın seviyeyi tutturmak olduğu görülmektedir.

06-10-2002

Mehmet ÖZÇELİK




O K U M A K

O K U M A K

İnsanı üstün kılan okumasıdır.

Meleklerden farklı kılan eşyanın isimlerinin insana öğretilmesi ve onları okuyabilmesidir.

İlk inen âyet oku ile başlar.[1]

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[2]Elbette olmaz.En basit ifadeyle birisi bilmekte,diğeri bilmemektedir.

Okumak teşvik edilmeli,cazib hale getirilmelidir.

Okumak sevdirilmeli,kişi severek okumalıdır.

Okumaktan amaç,birinci derecede bilgiyi değil,düşünceyi arttırmaktır.

Eğitimimiz bu konuda yeterli değildir.

Mesela,hazine dolu bir şeyin üzerinde –Bunun içerisinde hazine var,anahtarı da falan yerde –denilse,milyonlarca sene de geçse bilinemiyecek ve bulunulamıyacaktır.

Bilgisizlik insana bir şey kazandırmamakla beraber,çok şey kaybettirmektedir.Nice hazineler yitirilmektedir.

Aynen bunun gibi,bir su veya ilacın üzerinde –zehirdir,kullanmayın- yazılsa,bilmeyen insan hayatı bahasına,ölümü seçecektir.

Bir kapıda açık veya kapalı işaret ve levhasını okuyamıyan bir insan farkına varmaktan aciz kalacaktır.Açık ile kapalılığı bir birbirinden ayıramıyacaktır.

Ruh okumakla doyum sağlar.Okumak ruhun gıdasıdır.

Özellikle yaz zamanı gaflet zamanı olduğundan,yazın özellikle öğretmen ve öğrencilerin daha ziyade okumaya eğilmeleri,bilgiyle şarz olmaları gerektir.

Kesinlikle okuyupta ne olacağım?dememeli,denilmemeli ve o hale getirilmemelidir.

Kitap okumayı banyo yapmak gibi kendimize adet eilmeli,en kötü ihtimalle ayda bir kitap bitirmeye kendimize söz vermeliyiz.

En önemli bir noktada;neyi,neleri ve nasıl okuyacağımızı bilmeliyiz…

Çocuklara,kadınlara,eğitimcilere yönelik kütüphaneler kurmalıyız.

Okumamaya sebeb olan en önemli faktör ise,televizyonlardır.Daha doğrusu düzensiz televizyon seyredilmesidir.Bunu düzenlemeli,zamanlarımızı bir plan dahilinde ayırmalıyız.

Bir raporda;” Aileler dikkat! TV’de sürekli klip seyreden 0-2 yaş çocukları otistik oluyor. 4 yaşını geçtikten sonra bunun tedavisi de yok. Aile ya da bakıcıları tarafından, “Oyalansın” diye televizyon karşısına oturtulan bebekleri sinsi bir tehlike bekliyor. Sürekli klip seyrettirilen çocuklarda “klip sendromu” denen bir tür otizm oluşuyor. Marmara Üniversitesi Odyoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ferda Aktaş, RTÜK’e başvurarak klip yayını yapan TV kanallarında “0-2 yaş arası çocukların izlemesi sakıncalı” uyarısının yer almasını istedi.”[3]

Okumamaya sebeb olan bir durumda;yanlış bir zihniyet,materyalist bir düşünce olan –okumayla karın doymuyor.- denilmesidir.Oysa okumak ilk planda karın değil,akıl,ruh,vicdan gibi duyguları doyurmaktadır.

Veya başkaları okuyor,onlardan istifade ederiz,yanlış düşüncesidir.Nitekim başkası karnını doyururken,nasıl olsa o yiyiyor,benim yememe ne gerek var,demiyor,kendimizde haklı olarak yiyiyoruz.Okumakta bunun gibi,kendi manevi açlığımızı gidermektedir.

Okumamak maddi manevi erozyona sebeb olmakta,kültür kaybını doğurmaktadır.

İstatistiklere göre,en fazla okuması gereken eğitim camiasının çok az bir kısmı okumakta,mevcut bilgi ile yetinilmektedir.

Otuz yıl önce beş bin basılan kitaplar,bugün bin adet olarak basılmaktadır.

Otuz yıl önce üç milyon gazete basılırken,otuz yıl sonra bugün yine üç milyon basılmaktadır.

Okumak sözdeki kalite ve etkiyi arttırır.

Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire başı.

Söz özden olmalıdır.

İki şey geri gelmez:Biri oktan çıkan yay,diğeri ağızdan çıkan sözdür.

Sözdeki tepki,okumadaki tepki ile orantılıdır.

Mehmet ÖZÇELİK

21-07-2003

[1] Alak.1,Bak. İLİM: [002.120] [K], [002.145] [K], [003.007] [K], [003.018] [K], [003.019] [K], [003.061] [K], [004.162] [K], [006.080] [K], [006.119] [K], [006.143] [K], [006.148] [K], [007.007] [K], [007.089] [K], [010.093] [K], [012.022] [K], [012.068] [K], [013.037] [K], [016.027] [K], [017.085] [K], [017.107] [K], [018.065] [K], [019.043] [K], [020.098] [K], [021.074] [K], [021.079] [K], [022.054] [K], [027.015] [K], [027.042] [K], [028.014] [K], [028.080] [K], [029.049] [K], [030.056] [K], [034.006] [K], [040.007] [K], [040.083] [K], [042.014] [K], [043.061] [K], [044.032] [K], [045.017] [K], [045.023] [K], [046.004] [K], [046.023] [K], [047.016] [K], [053.030] [K], [058.011] [K]

İLİMDE DERİNLEŞENLER: [003.007] [K], [004.162] [K]

BİLGİ: [002.004] [K], [002.032] [K], [002.118] [K], [002.247] [K], [003.066] [K], [003.075] [K], [004.157] [K], [005.050] [K], [005.107] [K], [005.109] [K], [006.075] [K], [006.100] [K], [006.140] [K], [006.144] [K], [007.052] [K], [009.078] [K], [010.089] [K], [011.046] [K], [011.047] [K], [012.076] [K], [013.002] [K], [016.025] [K], [017.036] [K], [018.005] [K], [018.091] [K], [020.052] [K], [020.110] [K], [022.003] [K], [022.008] [K], [022.071] [K], [024.015] [K], [026.024] [K], [026.112] [K], [027.003] [K], [027.066] [K], [027.082] [K], [027.084] [K], [028.078] [K], [029.008] [K], [030.029] [K], [030.060] [K], [031.004] [K], [031.006] [K], [031.015] [K], [031.034] [K], [032.012] [K], [032.024] [K], [033.063] [K], [035.011] [K], [038.069] [K], [039.049] [K], [040.042] [K], [043.020] [K], [044.007] [K], [045.004] [K], [045.020] [K], [045.024] [K], [045.032] [K], [048.025] [K], [051.011] [K], [051.020] [K], [052.036] [K], [053.028] [K], [056.095] [K], [067.026] [K], [074.031] [K], [079.043] [K], [102.005] [K]

BİLGİN: [005.044] [K], [005.063] [K], [007.109] [K], [007.112] [K], [009.031] [K], [009.034] [K], [010.079] [K], [015.053] [K], [026.034] [K], [026.197] [K], [051.028] [K]

[2] Zümer.9.

[3] Sabah.9-3-2003




KUR’AN-I KERİM’DE NASIL –KEYFE-

KUR’AN-I KERİM’DE NASIL –KEYFE-

Keyfe,hayret ifade eden ve Nasıl anlamına gelen bir kelime olup,Kur’an-da 62

yerde geçmektedir.

Bir yandan soru olarak kullanılırken,bir yandan da bakıp görmeyi,görüp ibret almayı teşvik eder.Sorduğu soru ile karşıdakinin tasdikini alır.

Elmalı mealinden alınmıştır.

1-[002.028] [E0] Allaha nasıl küfr ediyorsunuz ki ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek sonra sizleri yine diriltecek. Sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz.

2-[002.259] [E0] Yahud o kimse gibi ki bir şehre uğramıştı, altı üstüne gelmiş ıpıssız yatıyor, “Bunu bu ölümünden sonra Allah nerden diriltecek?” dedi, bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü sonra diriltti, ne kadar kaldın? diye sordu “bir gün yahud bir günden eksik kaldım” dedi, Allah buyurdu ki: Hayır, yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele merkebine bak, hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimizin canlı bir âyeti kılayım diyedir, hele o kemiklere bak onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et geydiriyoruz? Bu suretle vaktaki ona hak tebeyyün etti, şimdi biliyorum, dedi: Hakikaten Allah her şey’e kadir.

3-[002.260] [E0] Bir vakıt da İbrahim: “yarabbi göster bana ölüleri nasıl diriltirsin?” demişti, “inanmadın mı ki? buyurdu, “inandım velâkin kalbim iyice yatışmak için” dedi, öyle ise, buyurdu: Kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, iyice tanıdıktan sonra her dağ başına onlardan birer parça dağıt sonra da çağır onları sana koşa koşa gelsinler; ve bil ki Allah hakikaten azîzdir, hakîmdir.

4-[003.006] [E0] rahimlerde sizi dilediği keyfiyette tasvir eden o, başka Tanrı yok ancak o, azîz o, hakîm o.

5-[003.086] [E0] nasıl muvaffak eder Allah? bir kavmi ki kendilerine beyyineler gelmiş ve Peygamberin hakk olduğuna şehadet getirmişler iken imanlarının arkasından nankörlük edib küfre sapmışlardır, halbuki Allah zalimler güruhunu muvaffak etmez.

6-[003.137] [E0] Sizden evvel kanun olmuş bir takım vak’alar geçti, onun için Arzda dolaşın da bir bakın: Peygamberleri tekzib edenlerin akıbetleri nasıl olmuş?

7-[004.050] [E0] Bak Allaha karşı nasıl yalan uyduruyorlar, açık günah da bu yeter.

8-[005.031] [E0] Derken Allah bir karga gönderdi, yeri deşiyordu ki ona kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin, eyvah, dedi: şu karga kadar olub da kardeşimin cesedini örtemedim ha! Artık peşimanlığa düşenlerden olmuştu.

9-[005.064] [E0] Bir de Yehudîler “Allahın eli bağlı” dediler, ve dedikleriyle dilediği gibi bahşediyor, celâlim hakkı için sana rabbından indirilen onlardan bir çoğunun tuğyanını ve küfrünü arttıracaktır, maamafih biz onların arasına kıyamete kadar sürecek buğz ve adavet bıraktık, her ne zaman harb için bir yangın tutuşturdularsa Allah onu söndürdü, hep yer yüzünde fesad için koşarlar, Allah ise müfsidleri sevmez.

10-[005.075] [E0] De ki; ya daha siz Allahı bırakıyorsunuz da siz kendiliklerinden ne bir zarara.

11-[006.011] [E0] De ki: yer yüzünde dolaşın da bakın o Peygâmberlere yalancı diyenlerin akıbeti nasıl olmuş?”

12-[006.024] [E0] Bak vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler, gâib oluverdi de kendilerinden o uydurdukları ma’budlar.

13-[006.046] [E0] De ki söyleyin bakayım: Eğer Allah sizin kulaklarınızı ve gözlerinizi alıverir ve kalblerinizi mühürleyiverirse kimdir Allahdan başka bir ilâh ki onu size getirib verecek? Bak biz âyetlerimizi nasıl evirib çevirib türlü suretlere sokuyoruz? Sonra da onlar nasıl geçiveriyorlar?

14-[006.065] [E0] De ki o size üstünüzden veya altınızdan bir azâb salıvermeğe, yahud birbirinize katıb ba’zınızın ba’zınızdan hıncını tattırmaya da kadirdir, bak âyetleri nasıl tasrîf ediyoruz, gerek ki fıkhiyle anlasınlar.

15-[007.084] [E0] Ve üzerlerine bir azab yağmuru yağdırdık, işte bak mücrimlerin akıbeti nasıl oldu?

16-[007.086] [E0] Hem öyle tehdid ederek her caddenin başına oturub da Allahın yolundan ona iyman edenleri çevirmeyin ve yolun çarpıklığını arzu etmeyin, düşünün ki vaktiyle siz pek az idiniz, öyle iken o sizi çoğalttı ve bakın o müfsidlerin akıbeti nasıl oldu?

17-[007.103] [E0] Sonra onların arkasından âyetlerimizle Musâyı Fir’avne ve cem’iyyetine gönderdik, tuttular, o âyetlere zulm ettiler, ettiler de bak o müfsidlerin akıbeti nasıl oldu?

18-[007.129] [E0] Biz, dediler: sen bize gelmezden evvel de eza edildik sen bize geldikten sonra da, umulur ki, dedi: Rabbınız hasmınızı helâk edib de sizi yer yüzünde halife kılacak, sizin de nasıl işler yapacağınıza bakacaktır.

19-[009.007] [E0] O müşriklerin Allah yanında, Resulü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak mescidi haram yanında muahede yaptıklarınız var ki bunlar size doğru durdukça siz de onlara doğru bulunun, Allah, hıyanetten sakınanları elbette sever.

20-[009.008] [E0] Evet, nasıl olabilir ki: size bir zafer bulsalar hakkınızda ne bir zimmet gözetirler ne de bir yemin, ağızlariyle sizi hoşnud etmeğe çalışırlar, kalbleri ise iba eder durur, zaten ekserisi insanlıktan çıkmış fasıklar.

21-[010.014] [E0] Sonra onların arkasından sizi Arzda halifeler yaptık ki bakalım: nasıl ameller işliyeceksiniz?

22-[010.035] [E0] De ki sizin şeriklerinizden hakka hidayet eden var mı? Allah de ki: hakka hidayet eder, o halde hakka hidayet eden mi ittibaa ehaktır, yoksa hidayet olunmadıkça kendi kendine iremiyen mi? O halde ne oluyorsunuz? Nasıl hukmediyor sunuz?

23-[010.039] [E0] Hayır onlar, ılmini ihata etmedikleri ve te’vili kendilerine hiç gelmemiş olan bir şey’i tekzib ettiler, bunlardan evvel geçenler de böyle tekzib etmişlerdi amma bak zâlimlerin akıbeti nasıl oldu?

24-[010.073] [E0] Bunun üzerine yine onu tekzib ettiler. Biz de onu ve beraberindekileri gemide necâte çıkarıb bunları Yer yüzünün halifeleri kıldık, âyetlerimizi tekzib edenleri ise gark ettik, bak işte inzâr olunanların âkibeti nasıl oldu?

25-[012.109] [E0] Senden evvel gönderdiğimiz Peygamberler de başka değil ancak şehirler ahalisinden kendilerine vahyeylediğimiz bir takım erler idi; Ya şimdi o yerde bir gezmediler mi? Baksalar â kendilerinden evvel geçenlerin akıbetleri nasıl olmuş? Ve elbette Âhiret evi korunanlar için daha hayırlıdır ya, hâlâ akletmiyecekmisiniz?

26-[014.024] [E0] Gördün’a Allah nasıl bir temsil yaptı; hoş bir kelimeyi, hoş bir ağaç gibi ki kökü sâbit dalı Semada.

27-[014.045] [E0] Siz de o kendilerine zulm etmiş olanların meskenlerine sakin oldunuz, onlara nasıl yaptığımız ise sizce tebeyyün etti ve size emsal gösterdik.

28-[016.036] [E0] Celâlim hakkı için biz, her ümmette “Allaha ibadet edin ve Tâguttan ictinab eyleyin” diye bir Resul ba’settik, sonra içlerinden kimine Allah hidayet nasîb etti, kiminin de üzerine dalâlet hakkoldu, şimdi Yer yüzünde bir gezin de bakın peygamberleri tekzib edenlerin akibeti nasıl oldu?

29-[017.021] [E0] Bak bir kısmını diğerine nasıl tafdıl etmişiz ve elbette Âhıret derecatca da daha büyük, tafdılce de daha büyüktür?

30-[017.048] [E0] Biz pek âlâ biliyoruz seni dinlerken ne suretle dinliyorlar? Birbirleriyle fısıldaşırlarken de ve o zalimler derlerken de: başka değil, sırf bir sihirli adama tâbi’ oluyorsunuz.

31-[019.029] [E0] Bunun üzerine ona işaret etti, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz dediler.

32-[025.009] [E0] Bak senin hakkında ne kıyaslar, ne temsiller – yaptılar da çıkmaza saptılar, artık hiç bir yol bulamazlar.

33-[025.045] [E0] Bakmaz mısın rabbına? Gölgeyi nasıl uzatmakta? Dilese idi elbet onu sâkin de kılardı, sonra nasıl Güneşi, ona delil kılmışız?

34-[027.014] [E0] Ve nefisleri yakîn hasıl ettiği halde mücerred zulm-ü kibirden onlara cehudluk ettiler, fakat bak o müfsidlerin akıbeti nasıl oldu?

35-[027.051] [E0] Şimdi bak! mekirlerinin akıbeti nasıl oldu? Kendileri ve kavimlerini toptan tedmir ediverdik.

36-[027.069] [E0] De ki; hele, Arzda bir gezinin de bakın mücrimlerin akıbeti nasıl olmuş?

37-[028.040] [E0] Biz de kendisini ve ordularını tuttuk da deryaya fırlatıverdik, şimdi bak o zâlimlerin akıbeti nasıl oldu?

38-[029.019] [E0] Ya görmediler mi de: Allah halkı ibtida nasıl yapıyor? Sonra onu iade de eder, şübhesiz bu Allaha göre kolaydır.

39-[029.020] [E0] De ki: Arzda bir gezinin de bakın, halkı iptida nasıl yapmış, sonra da Allah “neş’eti uhra” inşa edecek şübhesiz Allah her şey’e kadir.

40-[030.009] [E0] Ya Yer yüzünde gezib bir bakmadılar da mı? Nasıl olmuş akıbeti kendilerinden evvelkilerin? Kuvvetçe kendilerinden daha şiddetli idiler, Arzı aktarmışlar ve onu kendilerinin ı’marından ziyade ı’mar etmişlerdi, Peygamberleri de onlara beyyinat ile gelmişlerdi, demek Allah onlara zulmetmiyordu velâkin kendileri nefislerine zulmediyorlardı.

41-030.042] [E0] De ki Arzda bir gezin de bakın: bundan evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş? Onların ekserisi müşrik idiler.

42-[030.048] [E0] Allah odur ki rüzgârları gönderir de bir bulut savururlar, derken onu Semâda nasıl dilerse öyle serer, parça parça da eder, derken yağmuru görürsün aralarından çıkar, derken onu kullarından kimlere dileyorsa döküverdimi derhal yüzleri gülüverir.

43-[030.050] [E0] Şimdi bak Allahın rahmeti asârına, Arzı ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şübhe yok ki o her halde ölülerin diriltir, daha da her şey’e kadirdir o.

44-[035.044] [E0] Ya Yer yüzünde gezip bir bakmadılarda mı? Kendilerinden evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş? Halbuki onlar onlardan daha kuvvetli idiler, Allah, ne Göklerde ne Yerde hiç bir şeyin onu âciz bırakmasına imkân-ü ihtimal yoktur. O hiç şübhesiz alîm bir kadîr bulunuyor.

45-[037.073] [E0] Sonra da bak o inzar edilenlerin akıbeti nasıl oldu?

46-[037.154] [E0] Nah sizlere! nasıl hukmediyorsunuz?

47-[040.021] [E0] Yer yüzünde bir gezmediler de mi? Baksalar a kendilerinden evvelkilerin akıbeti nasıl olmuş? Onlar, gerek kuvvetçe ve gerek Arzda asarca kendilerinden daha çetin idiler, öyle iken Allah onları günahlariyle tuttu alıverdi ve kendilerine Allahdan bir koruyucu bulunmadı.

48-[040.082] [E0] Daha Yer yüzünde gezip de bir bakmazlar mı? Kendilerinden evvelkilerin âkıbeti nasıl olmuş? Onlar kendilerinden hem daha çok hem kuvvetçe ve Arzda âsarca daha çetin idiler, öyle iken o kesbettikleri şeyler kendilerini kurtarmadı.

49-[043.025] [E0] Onun üzerine biz de onlardan intikamını aldık da bak o tekzib edenlerin akıbeti nasıl oldu?

50-[047.010] [E0] Ya Yer yüzünde bir gezmediler mi? Baksalar a kendilerinden evvelkilerin akıbetleri ne olmuş? Allah üzerlerinden tedmir eylemiş, o kâfirlere de öylesi yaraşır.

51-[050.006] [E0] Artık üstlerindeki Semâya bir baksalar a, biz onu nasıl bina etmişiz ve ziynetlemişiz hiç bir gediği yok.

52-[067.017] [E0] Yoksa emînmisiniz o Semâdekinden: üzerinize bir mermîler yağdırıcı gönderivermesinden? O vakıt bilirsiniz ki nasılmış inzarım?

53-[068.036] [E0] Neniz var? Nasıl hukm ediyorsunuz?

54-[071.015] [E0] Görmediniz mi nasıl yaratmış Allah yedi Semayı uygun tabaka tabaka?

55-[074.019] [E0] Kahrolası nasıl biçti.

56-[074.020] [E0] Sonra kahr olası nasıl biçti.

57-[088.017] [E0] Ya hâlâ bakmazlar mı o deveye: nasıl yaratılmış?

58-[088.018] [E0] Ve o göğe: nasıl kaldırılmış?

59-[088.019] [E0] Ve o dağlara: nasıl dikilmiş?

60-[088.020] [E0] Ve o Arza nasıl satıhlanmış?

61-[089.006] [E0] Görmedinmi rabbın nasıl yaptı Ad kavmine?

62-[105.001] [E0] Görmedin mi? Nasıl etti Rabbın ashabi fîle?

Mehmet ÖZÇELİK

04-07-2003