RUH

RUH

*Ruhun varlığı öncedir.
*Ruh bir cevherdir,hayvani ruhun da bir cevherlik yönü olduğundandır ki Allah, onların ruhlarını dahi cesedleri gibi yok etmemektedir.
*Her beden senede bir defa değişime mahal olurken,ruhtaki değişim onun kemâlidir yani teâlide eder,tefessüh de eder.
*Ruh bedenin aleminden çok geniştir.O dar sahanın dar kalıplarına mahkum değildir. İnsan ruh cihetiyle ebede uzanmaktadır.Bedenin azaları ruhun mütemmimidirler.
*Beden ruhun eğitim alanı,kontrol ve denge mekanizmasıdır.
*Ruh harici bir vücud giymiş bir kanun olup,organlar onun icra mekanizmasıdır.
Mesela cesedi bir gemiye benzetecek olursak;Beden gemi,nefis buhar kazanı, motor kalb,dümen akıl,din ve kitab pusula,kaptan ise ruhtur.Deniz ise şu uçsuz bucaksız kâinattır..alemlerdir.
*Ruh sebeb ve maddesiz olarak yaratılmıştır.Maddi manevi her türlü gelişim, ruhun bir inkişafıdır.Direkmen birinci elden kudreti ilâhiye ile katışıksız olarak bütünlük içerisinde bölünme özelliği olmadan var olmuştur.
*Ruhta tecezzi olmayıp,ölüme ve dağılmaya mahkum değildir.
*Ruhun seyir alanı geniştir..on sekiz bin alem ve ebedi Cemali ilahi onun seyir alanlarıdır.
*İnsan ruhuyla bütün alemleri gezdiği gibi,bütün alemlerde onun ruhunda seyahat edebilir.Özellikle ruh-u Muhammedi bütün alemlerin enmuzecidir.. fihristesidir.
*Ruhun en büyük gıdası iman-ibadet-ma’rifetullah ve muhabbetullahtır.Ebedi olandan başkası ruhu tatmin etmez.
*En yüce ve yüksek hayat derecesi ruhun hayat derecesidir.Ruhun derecesi en üst derecedir.
*Allahın teveccühü ruhadır..muhatabı ruhtur..yatırımı ruhadır..kâinat bir yana.. ruh o da her bir ruh bir yana..kârlı bir yatırım..riskli bir yatırım..ilâhi bir yatırım.
*İnsan ruhu külliyet kesb etmeye istidatlı olarak yaratılmıştır.
Ruhu mücerred kendisi çerçevesinde değil,tarafı ilâhi yönünden bakıp değerlendirmek gerekir..zira O ezeli ve ebedi zata muhatab olacak,tecellisine ma’kes ve ayna olup,bunu yansıtacak bir kapasitededir.Bu da her yönüyle Allahın kemale doğru çıkan ebedi sıfatlarına eksi yani acz,zaaf,fakr gibi sonsuz noksanlıkları ve ihtiyaçlarıyla gösterme istidadı kesb etmesidir.
Tabiri caizse,Allah artı kutup olarak ebediyete giderken,insan eksi kutbuyla ebediyete kanat açmakta ve çırpmaktadır.
*İnsan noktada olsa..insan bir damlada olsa;kitapları yutmakta,okyanuslar onun topuğuna bile ulaşmamaktadır..noktada kâinat..noktada ebediyet..noktada sonsuzu tanıma,anlama,sevme saklı…
*Göz penceresiyle Basar ismine mazhariyetle sonsuzu görmekte,kulak penceresiyle Semi’ ismine mazhariyetle sonsuzu işitmekte,yere göğe sığmayan Rab,o insanın kalbine sığmakta,aklıyla O’nu düşünmekte,büyük bir cesaret.. lisanıyla Kelâm ismine mazhar olup O’nunla konuşmakta,O’nu anlayıp kendini O’na anlatmakta..konuşması hiç bitmemektedir.
*Ruh karar verme ve irade sıfatının hakim olduğu makamın mahsulüdür.
Meclisten çıkan bir kanun bir güçle,bir yaptırım,bir devlet gücüyle çıkar ve onu uygulayacak bir çok mercilerle varlığını sürdürür.
Ruh da ilâhi hüküm meclisinde aldığı kararla,onu uygulayacak ve hakim kılacak diğer unsurlarıyla bir bütünlük kazanır ve varlığını sürdürür.
Ruh bir kanundur..bir güçtür..sayısız eşyaya hakimdir..hükmünü nüfuz ettirir.
*Tüm sistemlerle donatılmış olan bilgisayar enerjinin gitmesiyle proğramlar kaybolmaktadırlar.Ruh hem enerjiyi hem tüm proğramları içerisinde barındıran ilâhi bir proğramlama sistemidir.
*Bedenin kemali gelişip büyümeyle olduğu gibi,ruhun kemali de incelip latifleşmeyledir.
*Ruhun en önemli özelliği vahdet ve birliğidir.Bir çok cüzlerden oluşmuş değildir. Ruhun birliği ve müstakil oluşudur ki,diğer özelliklerini de kendisi gibi tek bir yere müteveccih olarak birliği sağlamakta,dağılmasını ve ihtilafını engellemektedir.
*Ölmüş olanların görüşmesi ve ölmüş olanlarla görüşmek ruhun ölümsüzlüğünü göstermektedir.Şehidlerin ölmemesi ruha olan ikramı gösterir.
*Ruh ezeli değil,Allahın ebedi kılmasıyla ebede namzettir.

*“Risale-i Nur’dan Konularına Göre Veciz Sözler”adlı eserimizde Ruh hakkında Risale-i Nurdan süzdüğüm vecizelerde şöyle tanımlanmaktadır ruh:
-RUH:” Hilkat-ı semavat ve arzdan bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve sîmasındaki dekaik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; tâ ki, fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh mabudunu doğrudan doğruya bulsun.”(S.12)
Ruhun Rabbiyle irtibatı direkttir.
“Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır.”(S.21)
Namaz ruhun gıdası ve onunla beslenir.
“Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder.”(S.27,76)
Soyut olan ruh,göz ile somutlaşır..maddeyi soyutlar..her şeyi içinde eritir ve süzer.
“Evet en büyük bir ağacın ruh proğramını bir nokta gibi en küçük bir çekirdekte dercedip, muhafaza eden Zât-ı Hakîm-i Hafîz; vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza eder denilir mi?”(S.81)
Ruh Allahın koruması altındadır..bizzat Allahın denetimindedir.
“Hayatın zâtı ve cevheri olan ruh…”(S.107)
Ruhsuz hayat,hayatsız beden gibidir.
“Latif ve sabit cevheri olan ruh; Küre-i Arzda gayet kesretli bir surette halkolunuyorlar.”(S.109)
Maddenin aşağıdan yukarıya doğru nasıl ki incelik kalınlık farkı varsa, mananında kendi içerisinde öylece farkları vardır.Tıpkı ışığın inceliği,sesin inceliği, kokunun inceliği,görmenin inceliği,düşüncenin inceliği,hayalin inceliği gibi ki ruh bunlar içerisinde en latif ve ince olanı ve de değişken olmayıp tekamül eden,diğer bir ifadeyle doğuştan getirdiği sermaye,birikimleri neşv-u nemalandırıp islâmiyet suyu ile sulayarak gelişme özelliğine sahiptir.
Nuru Muhammedi ve Ruhu Muhammedi bunların en latifi ve en kemalde olanıdır.
“Ruhların cesedlerine gelmesine misal ise: Gayet muntazam bir ordunun efradı istirahat için her tarafa dağılmış iken, yüksek sadâlı bir boru sesiyle toplanmalarıdır.” (S.112)
İnsanın ölümü,bedenin ölümü olup,ruhun beden kafesinden çıkarak kendi geniş alemine geçişidir.Tekrar gelişi ise daha mükemmel ve müstekar bir surette,kendisine ve cennete layık bir suret alarak vücut elbisesini giymesidir.Giden ruh değil,ceseddir.
“Nurani ruhların aksidir. Şu akis, hem hayydır hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefs-ül emriyesini tamamen tutmuyor.”(S.194)
Hayat ruhtan bir şubedir.Ruhun bir şubesi olan hayat böyle olursa,kim bilir ruh nasıl olur?
Elbette Rabbisine ma’kes ve şayeste.
“Kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.”(S.210)
Beden bir çok kayıtlarla kayıtlıdır.Ruh ise bütün kayıt ve bağlardan azadedir.. seyir ve seyahat alemi geniştir.Öyle ki hayal nereye giderse,akıl nereye varırsa,kalb neyi kavrarsa o kadardır.
“Evet hakikî terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır.”(S.322)
“Kalbler ancak Allahın zikriyle tatmin olurlar.”âyetinin sırrınca,ruh ve sahib olduğu duygular bu alemin malı olmayıp,buradakilerle de tatmin olmaz,terakki etmez ancak burada da yönlerini ebede döndürmekle gerçek terakkiye ulaşır,aksi takdirde söner gider.Ebu Cehilin pörsümüş ve sönmüş ruhu gibi.
“Ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.” (S.408)
Ruh ebeddden ve ebedi zattan başkasına razı olmaz.Ruhun yarış ve cirit alanı mükemmelliğe yönünü çevirmekle olur.
“Hayat, ruhun ziyasıdır.”(S.507,508)
Onunla bağlantısı kesilse o da söner.
Risalelerde ruh hayatla beraber zikredilmektedir.
Ruh vücudun efendisidir.
“Bittecrübe, madde asıl değil ki, vücud ona müsahhar kalsın ve tabi olsun. Belki madde, bir mana ile kaimdir. İşte o mana, hayattır, ruhtur.”(S.509)
Madde ruhun hizmetçisidir..onun eli ve ayağıdır..asıl olan ruhtur.Bina içindekiler olmazsa hiçtir.Asıl olan binanın içerisinde yaşayanlardır.
“Maddenin küçülüp inceleşmesi nisbetinde âsâr-ı hayat tezayüd ediyor, nur-u ruh teşeddüd ediyor. Güya madde inceleştikçe, bizim maddiyatımızdan uzaklaştıkça ruh âlemine, hayat âlemine, şuur âlemine yaklaşıyor gibi hararet-i ruh, nur-u hayat daha şiddetli tecelli ediyor.”(S.509)
Mevlana deveyi bedene,ruhu da deveciye benzetir.Eğer ruh devecisi beden devesine binip ona hakim olursa,onu kendi dünyasına götürür ve gezdirir.Ancak beden devesi ruh devecisine biner ve hakim olursa onu götüreceği yerlerde otlaklıklardır.
Beden ruh hesabına inceleşir,ruh ona hakim olursa,bedende adeta ruhlaşır.O insan tam bir ruh olur.
Efendimizin gölgesi olmazmış..Efendimiz önünü gördüğü gibi arkasını da görürmüş.Bu bedenin ruh derecesine çıkmasından kaynaklanmaktadır.
“Ruh, kat’iyyen bâkidir.”(S.515,516)
Yunusun dediği gibi;ölen hayvan imiş.
Ruh ölümsüzdür..Allahın ebedi kılmasıyla ebede namzettir.
Bir kelimesini bile havada bırakmayıp onu koruyan insan,o kelimesine nasıl sahib çıkarsa aynen öylede;Allah da kendi kelimesi olan ruha sahib çıkar.
Ruh ve riyah aynı köktendir.Riyah rüzgar demektir.
Cebraile de ruh denilmektedir.
“Tenezzelül melâiketü ver ruh…”Ruh yani Cebrail ve melekler o mübarek kadir gecesinde Rablerinin izniyle inerler…
Bu iniş Cebraille ölmüş kalblere ruh ve hayat vermek için,diğer meleklerle rahmet indirmek için..inerde iner..hayat,ruh ve rahmet yüklü olarak…
Ruh gücü,hızı,ilâhi kelimeyi,Allah ile olan manayı ifade eder.
Bin dört yüz sene önce gelen Kur’an âyetleri veya o zamanlarda söylenen Efendimizin sözleri ölmüş kalbleri hayatlandırıyor,gözlere fer ve yaş oluyor,insanları hislendirip kendi etki alanına alıyor.
Çünkü o söz ruhu taşıyor..o söz ruh olmuş..sahibinin gücünü temsil ediyor.Ruh da ilâhi sözün gücünü ifade etmekte ve taşımaktadır.
Kur’an Hz.İsa-ya Kelimetullah yani Allahın kelimesi ve sözü der.
Hz.İsa kelimesiyle ölüleri diriltir.Ölüler onun sözüyle gözlerini açar,hayata kavuşur.
Öyle ki;acaba o kişi Hz.İsa-nın sözünün gücüyle mi hayatını devam ettirdi..ruhu onun sözüyle şarz mı oldu..ruhuna ruh mu kattı?
O insanı ayağa kaldıran onun ruhu değil,Hz.İsa-nın ruh gibi olan sözüdür.
Cehalet asrı bunun örnekleriyle doludur..kıyamete kadarki insanlar bunun etkisiyle varlıklarını sürdürürler.
“Herkes hayatına ve nefsine dikkat etse, bir ruh-u bâkiyi anlar. Evet herbir ruh, kaç sene yaşamış ise o kadar beden değiştirdiği halde, bilbedahe aynen bâki kalmıştır. Öyle ise; madem cesed gelip geçicidir. Mevt ile bütün bütün çıplak olmak dahi ruhun bekasına tesir etmez ve mahiyetini de bozmaz.”(S.516-517)
Her sene bir kere vücudunu değiştiren insan,yetmiş yılda yetmiş kere bedenini değiştirdiği halde,ruh da değişme değil,kemal ve terakki yaşanır.
Çocukken inbisat etmemiş olan ruh,büyüdükçe kemale ve kimliğine kavuşur.
“Ruh, binefsihi kaim ve hâkim olduğundan; cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklaliyetine halel vermez. Belki cesed, ruhun hanesi ve yuvasıdır, libası değil. Belki ruhun libası bir derece sabit ve letafetçe ruha münasib bir gılaf-ı latifi ve bir beden-i misalîsi vardır. Öyle ise, mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından çıkar, beden-i misalîsini giyer.”(S.517)
Ruh lokomotif,beden ise vagon mesabesindedir.Vagon lokomotif olmadan yürüyemez iken,lokomotif olan ruh bizatihi çekici bir güce sahiptir.
Eşyanın varlığı ve kıyamı birbirine bağlı iken,ruhun ayakta durması Allah-ın Kayyum ismine istinad etmektedir.
“Ruh ise, tahrib ve inhilale maruz değil. Çünki basittir, vahdeti var. Tahrib ve inhilal ve bozulmak ise; kesret ve terkib edilmiş şeylerin şe’nidir.”(S.517)
Ruhun varlığı içerisinde en büyük öne çıkan özelliği,onun vahdeti,çeşitli unsurlardan bir araya gelmiş ve terkib edilmiş bir varlık olmamasıdır.
Yaygın özelliğe sahib olup,girdiği yere göre de şekil almaktadır.Yaygın ve yaygan bir özelliği vardır.
“Ruh zîhayat, zîşuur, nuranî, vücud-u haricî giydirilmiş, câmi’, hakikatdar, külliyet kesbetmeğe müstaid bir kanun-u emrîdir. Halbuki en zaîf olan kavanin-i emriye, sebat ve bekaya mazhardırlar.”(S.517-518,K.K.101,İsra.85)
Ruhda diğer kanunlar gibi bir kanun olup ancak kapsamlı ve külliyet kesbetmeye müsaid ve tüm nurani özellikleri içerisinde barındırmaktadır.Hayali değil hakikatı olan bir kanundur.
“Evet şu dâr-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidadların sünbüllenmesine müsaid değildir. Demek başka âleme gönderilecektir. Evet insanın cevheri büyüktür. Öyle ise, ebede namzeddir.”(S.525)
Kâinat ruhun topuklarını bile ıslatmamaktadır.Midesinin bir küçük bölümünü bile doldurmamaktadır.
“Ruh, cesed hesabına zaîfleşir. Cesed, ruh hesabına inceleşir.”(S.530,551)
Ruh zayıfladıkça beden ve bedenin arzuları kuvvetleşir,beden zayıfladıkça da ruh ve ruhun şubeleri kuvvetleşir.
“İnsanlar öldükten sonra, ruhları başka makamlara gider. Cesedleri çürüyor.”(S.614)
Cesed ruhun okuludur..kışlasıdır..toprağıdır..emzikçisidir..
“Ruhun manevî güzelliğidir ki; ilim vasıtasıyla san’atında tezahür ediyor.”(S.621,688)
Ruhu doyuran üç şeydir;Marifetullah-Muhabbetullah-Rü’yetullahtır.
Ruhu geliştiren ise ilimdir.Cennetin dördüncü en büyük zevki ilimdir.
Ruhun terakki basamağı ilim ile elde edilir.
“Sabit ve hem daim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi hem âlem-i emir, hem irade vasfından gelir.”(S.702)
Allah varlıkları yaratmayı irade eder ve kudret sıfatıyla vücuda çıkartır.Ruh ise özel kanun,irade ve kudretle tek ve son model olarak var olmuştur.
“Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir.”(M.7)
Ruh ölümle hürriyetine kavuşur.Ölüm ruhun hürriyetidir.
“Ruh zamanla mukayyed değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir. Başkalarına nisbeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nisbeten hazır hükmündedir.”(M.51)
Her yeniyi eskiten zaman,zaman üstü olan ruhu eskitememektedir.
“Bütün ruhları haşr-i a’zamda ihya edip muhakeme etmek; bir baharda, belki bir bahçede, belki bir ağaçta haşr ü neşrettiği yaprak ve çiçek ve meyveler kadar kolaydır.”(M.249)
Mahşerde ruhlar hesaba çekilir..o da bir anda…Bahardaki haşir gibi.
“Azrail Aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mani olmaz, çünki nuranîdir.”(M.351)
Azrail ruh işleriyle görevli bakan,her bir ruhla ayrı ayrı ilgilenmektedir.
“Cenab-ı Hak, insandan başka zîruh mahlukatına fıtrî birer libas giydirdiği gibi; meydan-ı haşirde sun’î libaslardan üryan olarak, fakat fıtrî bir libas giydirmesi, ism-i Hakîm muktezasıdır.”(M.384)
Diğer varlıkları dünyaya gönderirken onlara münasib giysilerle de donatan Allah,mahşerde de ruhlara fıtri elbise giydirmesi zor değildir.
“Ruh, bir kanun-u zîvücud-u haricîdir, bir namus-u zîşuurdur. Sabit ve daim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı iradeden gelmiş, kudret ona vücud-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i latifeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcud ruh, makul kanunun kardeşidir. İkisi hem daimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şayet nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücud-u haricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh, vücudu çıkarsa, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu.”(M.470)
Sözün kuvveti kanundan gelir.Bir orduya komutanda arş der,yabancı da arş der ancak bir kişiyi bile yerinden oynatamaz.
“Bir ruh-u nuranînin kendi âyinelerinde olan timsalleri, birer hayy-ı murtabıttır; aynı olmasa da, gayrı da değildir.”(M.471)
Ruhun timsali de ruhun özelliğini taşır.
“Nasılki saatin saniyelerini sayan dairesi, dakikayı ve saati ve günleri sayan daireleri zahiren birbirine benzer, fakat sür’atte birbirine muhaliftir. Öyle de: İnsandaki cisim, nefis, kalb, ruh daireleri öyle mütefavittir.”(L.16,230,335)
İnsandaki bütün daireler ruh hesabına çalışır..ruh saatini çeviren dakika ve saniye mesabesindedirler.
“Hayatın en müntehab hülâsası ruhtur..”(L.369)
Ruh hayatın özünün özü..damıtılmış halidir.
“Hayvanların ruhları bâki kalacağını.. ve Hüdhüd-ü Süleymanî (A.S.) ve Neml’i, ve Naka-i Sâlih (A.S.) ve Kelb-i Ashab-ı Kehf gibi bazı efrad-ı mahsusa hem ruhu, hem cesediyle bâki âleme gideceği ve herbir nev’in arasıra istimal için birtek cesedi bulunacağı rivayet-i sahihadan anlaşılmakla beraber; hikmet ve hakikat, hem rahmet ve rububiyet öyle iktiza ederler.”(L.370)
Allah sözünü zayi etmemekte,hayvanların ruhunu dahi muhafaza etmektedir. Farklı olan hayvanların ruhuna hürmeten cesedini de muhafaza ile ödüllendirmektedir.
“Eğer teklif olmasaydı, ruhlardaki o tohumlar neşv ü nema bulamazdı.”(İ.İ.164)
Eğitimsiz ve talimsiz kalırdı..tıpkı toprak altına atılmayan tohum gibi.
Ruhlar,ruhlar aleminde büyük riski yüklendiler..kazanç da kıyaslanmayacak, hayal bile edilmeyecek büyüklükte,kayıp da…
“Ruhun bekası, hâsse-i zâtiyedir.”(İ.İ.179)
Ruhun ebediliği ruhun mayasında ve yapısında dercedilmiştir.
“Binaenaleyh ruh, cesed kafesinden çıkarsa necat bulur.”(İ.İ.180)
Dünya mü’minin zindanıdır,beden de ruhun…
“Ruh-u insanî gayr-ı mütenahî ihtiyaçlara giriftar, gayr-ı mütenahî elemlere mahaldir.”(Ms.147)
Ruh Allahın ismi âzamı olan Samed ismine mazhardır.
İhlas suresini Kur’an-ın üçte biri kılan olay birisi Tevhid diğeri ise Samed isminin tecellisidir.
Samed ise;Allah ne kadar muhtaç değilse,insan yanı ruhu insani o derece muhtaçtır.
Karanlığın artışı ışığın parıltısını daha da arttırdığı gibi,insanın Hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah karşısında,her şeye olan ihtiyacı onu bu isme ayna kılmıştır. Diğer varlıklar sınırlı şeylere muhtaç iken,insan sonsuz şeylere ihtiyaç duymaktadır.
“Sual: Sa’d-ı Taftazanî, biri hayvanî diğeri insanî olmak üzere ruhu ikiye taksim ettikten sonra, “Mevte maruz kalan yalnız ruh-u hayvanîdir, ruh-u insanî ise mahluk değildir ve onun ile Allah beyninde nisbet ve sebeb yoktur, cesed ile kaim olmayıp müstakill-i bizzâttır” demesinin sebebi ve izahı?
Elcevab: Sa’d-ı Taftazanî’nin (İnsan ruhu,mahluk,yaratılmış değildir.) demesi; sırrıyla, -beka-yı ruh bahsinde beyan edildiği gibi- ruhun mahiyeti; zîhayat bir kanun-u emr, zîşuur bir âyine-i İsm-i Hayy, zîcevher bir cilve-i Hayat-ı Sermedî olduğundan mec’uldür. Bu cihetle mahluktur denilemez. Fakat Sa’d, Makasıd ve Şerh-ül Makasıd’da, bütün muhakkikîn-i İslâmın icmaına ve âyât ve ehadîsin nususuna muvafık olarak, “O kanun-u emr, vücud-u haricî giydirilmiş sair mahlukat gibi mahluk ve hâdistir” demiştir. Sa’d’ın ezeliyet-i ruha kail olmadığına bütün âsârı şahiddir.” (B.258,St.250,İSRA.85, Meâli:”Sana ruh hakkında soru sorarlar.De ki;Ruh,Rabbimin emir ve işlerindendir. Size,ancak az bir bilgi verilmiştir.”)
Ezeli olan ebedi,ebedi olan ancak ezeli olandır.Ancak insan ezeli olmadığından ebedi olmamakla beraber,ebede namzet bir varlık olup,Allah-ın ebedi kılmasıyla ebediyeti kesbetmektedir.
“İlim ve tefekkür ile kazanılan marifet-i İlâhiyyenin, ruh için kâinat vüs’atinde bir genişlik temin ettiği…”(T.460)
Ruha incelik ve zerafet katan ilim ve tefekkürdür.
“Ruh ise, iman nuru ile harekete gelir.”(Hş.76)
Ruhun ruhu iman ve marifetullahtır.Ruhların ana server-ları imandır..ana şartel..beslendikleri ana baraj.
“Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin marifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Latifenin müşahedetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder.”(Hş.135)
Bir savaştaki başarı her ne kadar komutana verilirse de,başarı tüm ordunundur. İnsanın başarısı da sadece ruha mahsus olmayıp,tüm duyguların ortak başarısıdır.
Başarı ve neticeleri başbakan açıklar.Ancak ortak başarı tüm hükümet üyelerinin başarısıdır.
“Evet nihayetsiz semerat-ı rahmete aç olan ruh ve letaif-i beşer, o nihayetsiz semerat-ı rahmete fakr ve ihtiyacını hissettikçe, lezzet-i saadeti tezayüd eder.”(Nik.145)
İnsan ruhu dipsiz bir kuyudur.Çocuğun annesine olan ihtiyacı nisbetinde lezzeti arttığı gibi,ruhun da Rabbisine olan ihtiyacı nisbetinde lezzeti artmaktadır.
“Münteha-i ruh, bir mebde-i ruhun cilve-i feyzidir. O mebde-i ruh dahi hayat-ı ezeliyenin tecellisidir ki, lisan-ı tasavvufta hayat-ı sâriye tesmiye ederler.”(Sti.9)
“Ruh, en münevver bir nurdur. Tahdidi kabul etmeyen âlem-i misalin pencerelerinde temaşager bir ruhun gayr-ı mahsur timsalleri de, birer ruh-u mütecessiddir. Havassına mâliktir, onun gayrı değillerdir.”(Sti.93)

*Ruh kendisine üfleyen Rabbisini arıyor..geldiği yeri,hayat bulduğu yeri,nefes aldığı gerçek sahibini arıyor.
“”İşte Kur’ân-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i âzamında, meselâ semâvât ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit, birden, en küçük bir daireden ve en dakîk bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zâhir bir sûrette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ, hilkat-i semâvât ve arzdan bahsi içinde, hilkat-ı insandan ve insanın sesinden ve sîmâsındaki dekâik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; tâ ki fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Ma’budunu doğrudan doğruya bulsun.”

*”Hem hayat, “melâikeye imân” rüknüne dahi bakar, remzen ispat eder. Çünkü, mâdem kâinatta en mühim netice hayattır ve en ziyâde intişâr eden ve kıymettarlığı için nüshaları teksir edilen ve zemin misafirhânesini gelip geçen kafilelerle şenlendiren zîhayatlardır; ve mâdem küre-i arz bu kadar zîhayatın envâıyla dolmuş ve mütemâdiyen zîhayat envâlarını tecdid ve teksir etmek hikmetiyle, her vakit dolar boşanır ve en hasis ve çürümüş maddelerinde dahi kesretle zîhayatlar halk edilerek bir mahşer-i huveynât oluyor; ve mâdem hayatın süzülmüş en sâfî hulâsası olan şuur ve akıl ve latîf ve sabit cevheri olan ruh, küre-i arzda gayet kesretli bir sûrette halk olunuyorlar, âdetâ küre-i arz, hayat ve akıl ve şuur ve ervâh ile ihyâ olup öyle şenlendirilmiş. Elbette küre-i arzdan daha latîf, daha nurânî, daha büyük, daha ehemmiyetli olan ecrâm-ı semâviye, ölü, câmid, hayatsız, şuursuz kalması imkân haricindedir.”
Varlıklar;cansızlar,bitkiler,hayvanlar ve insanlar diye ayrılırken,insan diğer üç varlığın bir hülasasını oluşturur.Ruh ise bunların en ulvisidir.

*”Ve bilhassa risalet-i muhammediye (a.s.m.) ve vahy-i kur’ani hayatın ruhu ve aklı hükmünde olduğundan, bu hayatın vücudu gibi … şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hulasasıdır ve ruh dahi, hayatın halis ve safi bir cevheri ve … ve manevi hayat-ı muhammediye (a.s.m.) dahi, hayattan ve ruh-u kainattan süzülmüş hulasatü’l-hulasadır ve risalet-i muhammediye (a.s.m.) dahi; … vahy-i kur’an dahi, hayattar hakaikının şehadetiyle, hayat-ı kainatın ruhudur ve şuur-u kainatın aklıdır.”
Hadis-i Kudsi-de;”Sen olmasaydın sen olmasaydın ben mahlukatı yaratmazdım.” sırrı,kâinatın özü ve ruhu olan Efendimizde odaklanmaktadır.

*”Hâlık-ı Rahîm ve Rezzâk-ı Kerîm ve Sâni-i Hakîm şu dünyayı âlem-i ervâh ve ruhâniyât için bir bayram, bir şehrâyin sûretinde yapıp, bütün esmâsının garâib-i nukuşuyla süslendirip, küçük büyük, ulvî süflî herbir ruha ona münâsip ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehâsin ve in’âmâttan istifade etmeye muvâfık ve havâs ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismânî verir, bir defa o temâşâgâha gönderir.”
Bayramlarda her bir insan ve aile farklı renklerdeki giysileriyle arz-ı endam ettikleri,resmi bayramlardaki her kurum kendi formasıyla resmi geçit yaptığı gibi,Bu dünyada bütün ruhların birer resmi geçidi,farklı renk ve güzelliklerini sergiledikleri bir alemdir.

*”Eğer, insan yalnız bir kalbden ibâret olsaydı, bütün mâsivâyı terk, hattâ Esmâ ve Sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenâb-ı Hakkın zâtına rabt-ı kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat, insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letâifi ve hasseleri vardır. İnsan-ı kâmil odur ki, bütün o letâifi, kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubûdiyette, hakikat cânibine sevk etmek ile, Sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir sûrette; kalp, bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramanâne maksada yürüsün. Yoksa kalp, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medâr-ı iftihar değil, belki netice-i ıztırârdır.”
Bir şeker fabrikasının her şeyiyle bütün hedefi şeker olduğu gibi,ruhun öncülüğü ve takdiminde de tüm insanın özellikleriyle birlikte hedefi şükür fabrikası olmaktır.
*de ki: ruh, rabbimin emrindendir. (isra suresi: 85.)

*”Cesed ruh ile kaimdir. öyle ise, ruh onun ile kaim değildir; belki, ruh binefsihi kaim ve hakim olduğundan, cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklaliyetine halel vermez. belki, cesed ruhun hanesi ve yuvasıdır, libası değil. belki ruhun libası, bir derece sabit ve letafetçe ruha münasip bir gılaf-ı latifi ve bir beden-i misalisi … eden bir nevi hükm-ü tecrübidir. evet, tek bir ruhun ba’de’l-memat bekası anlaşılsa, şu ruh nevinin külliyetle bekasını istilzam eder. zira fenn-i mantıkça … sonra esaslı bir ciheti bakidir. o esas ise ruhtur. ruh ise, tahrip ve inhilale maruz değil. çünkü, basittir, … nevi bekaya sebebiyet verir. demek, vahdet ve beka, ruhta esastır ki, ondan kesrete sirayet eder. ruhun fenası, ya tahrip ve inhilal iledir. o tahrip … o nimet-i vücuda pek müştak ve layık olan ruh-u insaniden geri alsın. üçüncü menba: ruh; zihayat, zişuur, nurani vücud-u harici giydirilmiş, cami’, hakikattar, … ve ulvi bir mahiyetle yaratmıştır; her ferddeki hakikat-i ruhiye, yüz binler suret değiştirse, izn-i rabbani ile ölmeyecek, … şahs-ı insaninin hakikat-i zişuuru ve unsur-u zihayatı olan ruhu dahi, Allah’ın emriyle, izniyle ve ibkasıyla, daima bakidir.”
Her şey ruhu netice vermek ve onun bekasını sağlamak amacıyla ona müteveccih olmakta ve oda Rabbisine muhatab olmaktadır.

*”Ruha bir derece müşâbih ve ikisi de âlem-i emrden ve irâdeden geldiklerinden, masdar itibâriyle ruha bir derece muvâfık, fakat yalnız vücud-u hissî olmayan nevilerde hükümran olan kavânîne dikkat edilse ve o nâmuslara bakılsa görünür ki, eğer o kanun-u emrî, vücud-u haricî giyse idi, o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki, o kanun dâimâ bâkîdir, dâimâ müstemir, sabittir; hiçbir tegayyürât ve inkılâbât, o kanunların vahdetine tesir etmez, bozmaz. Meselâ, bir incir ağacı ölse, dağılsa, onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı, zerre gibi bir çekirdeğinde ölmeyerek bâkî kalır.”
Ruh alemdeki yer çekimi kanunu gibi kanunları bir nevi ve en küllisidir.
Yaratıldığı zamandan beri bitki ve canlıları kaybolmadan devam ettiren,-Nuh tufanı da olsa yansa da- onun ruhudur.

*”Cenâb-ı Vâcib-ül Vücûd’un tecelliyat-ı îcâdiyyesini tecdid ve tazelendirmek için her birtek ruhu model gibi ederek, her sene mu’cizât-ı kudretinden taze birer cesed giydirmek ve her birtek kitabdan ayrı ayrı bin muhtelif kitabı, hikmetiyle istinsah etmek ve birtek hakikatı başka başka sûrette göstermek ve kâinatların ve âlemlerin ve mevcûdâtların, tâife tâife arkasından gelmelerine yer vermek ve zemin hâzırlamak için Fâtır-ı Zülcelâl kudretiyle zerratı tahrik ve tavzif etmiştir.”
Allah yaratma tecellisini ruh modeli üzerinden sürdürmektedir.

*”Şu ağacın geçen bahardaki yaprak ve çiçek ve meyvelerinin ruhları olmadığından, şu bahardaki emsalinin hakikatçe aynılarıdır; yalnız teşahhusat-ı itibariyede fark var.”
Bitkiler ruhları olmadığından,her sene ağaçlardaki meyvelerin değişmeden aynı gibi varlığını devam ettirmektedir,sadece fark görünen noktadaki hamlık ve dolgunluktadır.

“Fânî, âciz bir hayvan-ı nâtık, zevâl ve firâk sillesini dâimâ yiyen bîçare insana, birden “Ebedî, bâkî bir Cennette, Rahîm ve Kerîm bir Rahmân’ın rahmetinde ve hayal süratinde, ruhun vüs’atinde, aklın cevelânında, kalbin bütün arzularında, mülk ve melekûtunda tenezzühe, seyerâna ve cevelâna muvaffak olduğun gibi, saadet-i ebediyede rü’yet-i Cemâline de muvaffak olursun” denildiği vakit, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, ne kadar derin ve ciddî bir sevinç ve sürûru kalbinde hissedeceğini tahayyül edebilirsin.”
Ruhta vüs’at vardır.Ruh genişleyebilir genişleyebildiği kadar.

*”Mütefavit derecede, kuvvet-i İmân nisbetinde ruha bir halet verir. Cesed ruhla mütelezzizdir; ruh vicdanla mütelezziz.
Bir saadet-i acile vicdanda mündericdir, bir firdevs-i manevi kalbinde mündemiçtir; düşünmekse deşmektir, şuur ise şiar-ı raz.
Şimdi ne kadar kalb ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse, lezzet ziyade olur, hem de döner ateşi nur, şitası yaz.
Vicdanda firdevslerin kapıları açılır, dünya olur bir cennet. İçinde ruhlarımız, eder pervaz ü perdaz, olur Şehbaz ü Şehnaz, yelpez namaz ü niyaz.”
Ruhun bu vüs’ati ise,iman nisbetindedir.Zira âhirette hiçbir şey sıfırdan başlamayacaktır.Buradaki gelişim ve açılım nisbetinde,orada ruhun inbisatı gerçekleşecektir.

“Küremiz hayvana benziyor, âsâr-ı hayat gösteriyor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan olmayacak mıdır? Veya bir mikrop küremiz kadar büyüse, ona benzemeyecek midir? Hayatı varsa, ruhu da vardır.”
*Hayat olan her şeyde kendisine münasib ruh da vardır.

*Hazret Ali’nin rivayetine göre,Hazreti Ömer kendisine şöyle demiştir; “Sana sorarım bir kimse düşün ki kendisinden hiç hayır görmediği halde bu kişiyi sevmektedir. Yine bir kimse düşün ki; kendisinden hiçbir kötülük görmediği halde bu kişiye buğz etmektedir. Senin bununla ilgili bir ilmin var mı?
Cevaben Hazreti Ali; Evet, Rasulullah şöyle buyurmuştu: “Ruhlar ruhlar aleminde bir araya gelirler. Görüşürler ve birbirlerini iyice tetkik ederler. Orada hemhal olanlar bu dünyada da ülfet ederler. Orada birbirini beğenmeyenler bu dünyada da anlaşamazlar.”
Hz.Ali,kendisi ruhlar alemindeki sahneyi hatırladığını ifade ederken,diğer bir mutasavvıf,sağında solunda,önünde arkasında kimlerin bulunduğunu hatırladığını söyler.

Taberânî’in Kebîr’inde İbni Mesud’dan rivayet ettiği bir hadiste de; Rasulullah (s.a.v) şöyle demiştir;
“Ruhlar ruhlar aleminde bir araya gelirler. Birbirleriyle görüşürler ve atların koklaşmaları gibi birbirlerini incelerler. Orada tanışanlar bu dünyada da anlaşırlar. Orada birbirlerini beğenmeyenler burada da anlaşamazlar…”

Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ruhlar toplanmış cemaatler (gibidir). Onlardan birbiriyle (önceden) tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılırlar.”

*Ruh kendisine aid olmayan ariyeten giymiş olduğu beden elbisesini kullanıp eskittikten veya kullanma süresi olan kiralanma sözleşmesi bitmesi üzerine topraktan yapılmış buranın elbisesini burada bırakır,kendi elbisesi olan,kendisi gibi latif elbisesini giyer,geldiği yere,alemine,ebediyete yükselir.Çünkü beden buranın malı iken,ruh buranın malı değildir..buralı değildir..buraya aid değildir..aid olduğu yere yükselir. Beden aşağılığı ve aşağıyı ifade ederken,ruh da yukarıyı,yüce ve yüceliği ifade eder. Bedenini ruh derecesine yükseltenlerin bedenleri de ruh gibi olurken,ruhlarını beden derecesine indirenlerin ruhları da beden derecesinde kalır.İşte cennet ve cehennem..işte insanlık ve hayvanlık farkları..işte esfel-i safilin ve a’la-yı illiyyin sırrı…

*Ruhlar aleminde başlayan ayrışma ve ayrıştırma,ana rahminde de devam ediyor ve akabinde gayrı müslimlerin de içerisinde cevher olan varsa,oradan da hiç hesapta olmayan,olağan üstü bir bahane ile ayrışma ve ayrıştırma devam ediyor.
*Ruh beden olmadan da iş görür,hükmü devam eder.Her şekle girer.Tıpkı Ruh olan Cebrail-in bazen güzel suretli sahabe olan Dıhye suretinde gelmesi gibi.Mesela:
Akşemseddin-in babası Şeyh Hamza aynı zamanda –Kurt Boğan-diye namlanmıştır.Amasyanın Kavak nahiyesinde,ölüp kabre konulduktan sonra bir gün bir kurt gelir,mezarı açıp cesedi yemeğe çalışırken,kabirden bir el çıkıp kurdu boğar.Ertesi sabah halk geldiğinde görür ki,Şeyh Hamza-nın eli dışarıdadır.Kalbi açık bir zat,kurdu öldürdüğünden dolayı elinin yıkanması gerektiğini söyler ve yıkarlar.Yıkadıktan sonra el içeri çekilir.

MEHMET ÖZÇELİK/14-06-2010




SIRA İRAN’DA

SIRA İRAN’DA
Yüzde sekizlik bir azınlığa sahip olan Hafız Esad-ın despot idaresinden sonra yerine geçen oğlu Beşşar Esad ilk etapta Türkiye-ye yaklaşmış veya Türkiye-nin ona yaklaşmasıyla akıllıca bir karar vermiş oldu.
Orta doğudaki kargaşada emin bir yerde duruyor gibiydi.Ancak babasından kalan yönetimi gevşetmede ve özellikle kırk sekiz yıldır süren olağan üstü uygulamayı bile kaldırmada basiretli bir davranış sergilemedi ve sergileyemedi.Çoğunluğun özgürlük gibi ihtiyaçlarına cevap vermedi.Gizliden gizliye zorbalığını toplumun başında Demoklesin kılıcı gibi sallandırdı.
Orta doğudaki bir asra yakın idare yöntemi-tıpkı bizde de uygulamaya çalışıldığı gibi-azınlıkların çoğunluklara hakimiyeti idi.Ancak böyle kendine düşen ve kavgalı bir toplumdan Avrupa,Amerika ve İsrail rahatta kalabilirdi.
Aslında hedef orta doğudaki bu küçük ülkeler değildir.Bunlar İran-ın etrafını boşaltma çabalarıdır.
Halkların zincirlerini kırma çabalarıyla,Avrupa ve Amerika-nın –Orta doğu büyük projesi- çerçevesinde İran-ı devre dışı bırakmaktır.
Birkaç kere Suriye-nin başına gelecek bu olayları yazmıştım.Çünkü Amerika-nın kendisi için dünya pastasından ayrılan üç payından biri Irak,ikincisi Suriye ve üçüncüsü de İran idi.
Suriye-de görüldüğü üzere Mısır,Yemen,Libya ve Tunusun akibetine uğramaktan kaçınamayacaktır.
Kardeşi Mahir-e bile hakim olamayan Beşşar Esad,kardeşinin havadan savaş uçaklarıyla ve karadan tanklarla halkın üzerine ateş açmasına dünya sessiz kalmayacak,basiretsiz ve geç kalmış yanlış yönetimi kendisini de tarihe gömecektir.
*İran elbette diğer orta doğu ülkeleri gibi olmayacak.Kolay yutulur cinsten bir lokma olmayacaktır.
İçerisinde birkaç kere oluşturulan ayaklanmalar onu pek sarsmadı.Belki de bunlar bir güç yoklaması idi.
Bir yandan İran-ı ortada yalnız bırakmak,diğer yandan içeride ayaklanmalar oluşturmak ve üçüncü olarak da dışarıdan bir saldırı ile yıkmaya çalışmak.
İran-a yapılacak bir saldırı bizi ve bir çok devleti de sarsacaktır.Hatta bu durum dünyayı etkilerken dünyadaki dengeleri de bozup değiştirecektir.
Amerika ve İsrail-in kaderini belirleyen bir sınav olacaktır.
Hadiste:“En son olarak da ateş Yemen tarafından çıkacaktır.”
Kıyamet kopmadan evvel,Yemen tarafından bir ateş zuhur edecek,bütün insanları mahşer yerine toplarcasına toplayacaktır.
Orta doğuda çıkacak olan bir ateşin insanları önüne katarak götürmesi ki bu da savaş neticesinde insanların kaçışmalarına işaret etmektedir.
İşte orta doğu da bir yandan değişim adı altında,bir yandan da şekillendirmede bu ateş alevlendirilmeye çalışılmaktadır.
11-06-2011
MEHMET ÖZÇELİK




ŞİFA

ŞİFA

Allahın bir ismi de Şâfi yani şifa veren anlamına gelen ismidir.
Nasıl ki Rahman ismi rızık vermeyi gerektiriyorsa,hakeza Şâfi ismi de hastalıkların varlığını iktiza etmektedir.Tâ ki hasta o isme yapışarak hem Allah-dan şifasını taleb etsin ve hem de o ismin hürmetine o hastalık kendisine Allah-a yaklaştırsın.

Eyyüb peygamberimi imtiyazlı kılan ve O’nun –Sabır kahramanı-olarak tavsif edilmesine sebeb olan olay hastalıklardır.
Hastalıklarla imtihanı kazanmış,Kur’an-ı kerim-de önemli bir makam almış,asırlardır bir yandan insanlar tarafından hayırla yadedilirken,diğer yandan da insanlara sabır konusunda nümune-i imtisal olmaktadır.
O böylece insanlık için farklı bir çığır açmıştır.

En büyük şifa kaynağı Kur’anı Kerim-dir.
‘Ya eyyuhen nasu kad caetkum mev’izatum mir rabbikum ve şifaul lima fis suduri ve hudev ve rahmetul lil mu’minîn.’
“Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.”
“Biz bu Kuran’ı yabancı bir dil ile ortaya koysaydık: «Ayetleri uzun açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı bir dille söylenir mi?» derlerdi. De ki: «Bu, inananlara doğruluk rehberi ve gönüllerine şifadır.» İnanmayanların kulaklarında ağırlık vardır ve onlara kapalıdır; sanki bunlara uzak bir mesafeden sesleniliyor da anlamıyorlar.”
“Biz, Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, müminler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.”

*İnsanın kıymeti Allah-ın isimlerine mazhariyet cihetiyledir.Hatta cennetten ihracı tavzif olan insanın,Allah-ın Şafi ismi gibi tecellisine makes ve mazhar olacağı bir yer olarak dünyanın seçilmiş olmasındandır.
Nitekim cennette açlık olmadığından Rahman ismi,zulüm olmadığından Âdil ismi,hastalık olmadığından Şâfi ismi ve hakeza,bu isimler orada pişme ve olgunlaşma manasında tecelliyi celb etmediğinden,dünyaya gönderildi.

Allah insanı bu dünyada isimlerine ve sanatına bir model olarak yaratmıştır.
Hastalık bir model olup,Şâfi ismi de ona biçilmiş bir kaftandır.

Hastalıklar maddi ve manevi olarak vücudun yenilenmesidir.Tıbben vücudun yenilenmesi,hastalığın varlığıyla gelişmektedir.Vücut kendini revize etmekte,vücuda maddi-manevi format çekmedir.

Hastalıklar insana ya sermaye olan sevab kazandırmak için veya saykal vurup günahlardan arınması veyahut da intibaha sebeb olarak günahlara mani olması için gelir.

Zira en büyük musibet dine gelen musibettir.Yani insanın manen, kalben, vicdanen ve ruhen hasta olmasıdır.

Çünkü mü’min olan bir kimsenin başına her ne vakit bir musibet gelse,musibeti verene yönelir.
“O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler.”
Yakub Peygamber gibi,Allah-ı insanlara değil,musibeti Allah-a şikayet eder.
“(Ya’kub:) Ben gam ve kederimi sadece Allah’a arzediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.”

Musibetlerde evvela kişi bunu kendisinden bilmelidir.Ayağına değecek bir taş da bile,kendi kusurunu gözden geçirmelidir.İlk kusur aranacak kişi kendisi olmalıdır.
“Eyyub’u da (an). Hani Rabbine: «Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin» diye niyaz etmişti.
Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik.”
“(Resûlüm!) Kulumuz Eyyub’u da an. O, Rabbine: Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti.”
Bundan dolayı Hz.Eyyuba da Allah-ın ihsanı büyük oldu.
*Resulullah (sav) buyurdular ki:
“Eyyub aleyhisselam üryan (çıplak) vaziyette yıkanırken üzerine altından bir yığın çekirge düştü. Eyyub aleyhisselam hemen onu elbisesine avuç avuç koymaya başladı. Bunun üzerine Rabbi ona nida etti: “Ey Eyyub, ben seni bu gördüğün (dünyalıktan) müstağni kılmadım mı?” Eyyub aleyhisselam: “Evet! Ey Rabbim! Velakin senin bereketine karşı istiğna yok!” diye mukabele etti.

Şifa sadeve ve sadece Allah-ın elindedir.Hastalığı veren O olduğu gibi,veren de O’dur.Nitekim İbrahim Peygamber bu manaya vakıftı.
“Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.”

Bu gün Avrupa tıp fakültelerinde –El-kanun fit-Tıb-adlı eseri okutulan İbni Sina,koca tıp ilmini iki cümlede topladığını ifade etmiştir:
“Bütün ilm-i tıbbı iki beyitte topladım:“Yediğin zaman az ye, Bir defa yedikten sonra üzerine yemekten sakın. Şifa yediğini hazmedebilmektedir. Bir mide için yemek üzerine yemek sokmaktan daha zor gelen bir şey yoktur.”

Mü’min her şey gibi hastalığında geçici olduğunu bilir,yerine sevabını bırakıp gideceğine inanır.
*”Izdırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer
Ömr-ü fâni gibidir, gün de geçer dem de geçer”N.Tevfik.
Yâdında mı doğduğun zamanlar?
Sen ağlar idin gülerdi âlem.
Bir öyle ömür geçir ki olsun
Mevtin sana hande, halka mâtem…”Kelam-ı Kibar .

MEHMET ÖZÇELİK
28-04-2010




SAVAŞTAN KAÇAN KOMUTANLAR

SAVAŞTAN KAÇAN KOMUTANLAR

Savaştan en son kaçması gereken,daha doğrusu hayatı pahasına izzeti gereği kalacak kişi komutan olan şahıstır.
102 emekli ve muvazzaf asker darbeye teşebbüs suçlamasıyla yakalanmalarına karar verilmiş iken,bunlar bir bahane ile,hasta rolüyle adalete ve hukuka teslim olmaktan kaçmaktadırlar.
Madem darbeye teşebbüs belgeleriyle tescil edilip başarısızlığa uğranıldı,o halde zilletle kaçmaktansa,izzetle gidip teslim olmak daha evladır.
Gerçi her ne kadar darbe yapmanın kendisi zillet,aşağı,seviyesiz ve kişiliksiz bir hareket de olsa,bu zillet içinde bir izzet gösterilip hukukun sonucunun beklenmesi daha uygun,seviyeli ve mantıklı olurdu.
Normal bir vatandaş bile böyle bir celb halinde erkekçe gider sonucu bekler, hiçbir iltimasa sahib olmadığını bildiği halde kaçmazdı.
Üst seviyede bir komutan suçlu iken suçu gizlemek için her yola baş vuruyorsa, bu insanla hangi savaşa gidilir?

*Nereden nereye?
Dört kıtada ila-yı kelimetullah için at koşturan bir Osmanlının yerinde,bu gün kendi halkını potansiyel suçlu gören,onları fişleyen,İstanbulun üstüne çökmekten söz eden,kaos ortamını hazırlamak amacıyla,yunanistanla savaş ortamını oluşturmak için kendi uçağımızı dahi düşürmekten söz eden,Fatih camiine bir Cuma günü bomba koyan,üç yüz kişilik bir öğrenci grubunun oluşturulduğu deniz müzesini havaya uçurmaktan söz eden,üst düzey amiral ve subay seviyesindeki kişilerin konuşmalarında pkk-lardan bizim adamlar diye bahsederek,heronların çokça adamlarımızı vurmasından söz edip düşürmeli veya koordinatlarını değiştirmeden bahseden bir asker grubunu içinde barındırıp ciddi olarak üzerine gitmeyen,askerin en üst seviyesinde yani genel kurmay başkanı olan kişinin Mekkeyi değil de Yahudilerin Kâbesi mesabesinde olan ağlama duvarında el açıp dua etmesi,oğlunun pkk-lı birisiyle beraber olup poz vermesi,demokratik olarak seçilen hükumetleri hazmetmeyip alet olup veya ortamını hazırlayark onu yıkma ve başarısız kılma yoluna giden,faili meçhul olayların yine bu askerler tarafından yapılması şüphe götürmemektedir ki,ordunun 1960-dan beri sicili pek temiz görünmemekte, güvenini sürekli kaybetmektedir.
İçerisinde ergenekondan soruşturulan bir çok insanların bir türlü üzerine gitmeyip,ses kayıtlarıyla yapılan tesbitde de görüldüğü gibi,karartmaya gidilmekte, sümen altı etmeye teşebbüs edilmekte,hukuka müdahale edilmektedir.
Bu öyle hazin bir durumdur ki;Afrikanın en ücra küçük bir devletiyle savaşa girip de bir çok şehid vermekle kalmayıp,yenik olarak dönmekten daha kötü bir haldir.
Yenik düşmek; ergenekonun savunuculuğunu yapmak,cunta oluşturup sahib olmak,darbeye teşebbüs etmekten milyonlarca defa daha izzetli ve seviyeli bir durumdur.
Ordu bir an evvel bağırsaklarını temizlemeli,vücuduna dağılan ve yayılan bu pislik ve virüslerden arınmalıdır.Bu bedenden kurtulup ruhunu kurtarmalıdır.
Sinek küçük ama mide bulandırmakta,virüs bir iken yüzlerce proğramı devre dışı bırakmakta olduğundan,bu olumsuzluklar azınlık bile olsa bünyeyi sarsmakta ve sarmaktadır.Antivürüs oluşturulmakta,antivürüsleri devre dışı bırakanlara müsaade edilmemelidir.
Halk her şeyin farkındadır.Kendileriyle konuştuğumuz yaşlı kimseler bile dönen dolaplardan haberdardırlar ve basiretli bir şekilde sabırla beklemeyi yeğlemektedirler.. hukuka saygılıdırlar,yeter ki hukuk ve hukuka müdahale edenler onlara o saygı ve anlayışı göstersinler…

*Türkiye-nin kuruluşundan bu yana toplumun dna-sı ve dokusu değişmiş, hafızası silinmiştir.Bunun sürmesi için de sürekli kendisine gelmesi engellenmektedir.
Hafıza-i beşer nisyanla maluldur,gerçeği sürdürülmeye çalışılmaktadır. Hatırladığında da üstü çeşitli provakatif olaylarla örtülmeye çalışılmaktadır.
Sadece Türkiye değil,dünya uyanıyor,gerçeği anlıyor ve hatırlıyor.Hantal ve kayıplı bir nesil gidiyor,cevval ve kazanmayı düşünen bir nesil geliyor.
Ey ayak bağları olanlar,gelen neslin kapısında durmayınız,kabir sizi bekliyor…

MEHMET ÖZÇELİK
28-07-2010




SAHABE’NİN FAZİLETİ

SAHABE’NİN FAZİLETİ
Sahabe;arkadaş,dost,sahip anlamlarına gelmektedir.
Istılah olarak;Peygamber Efebdimiz zamanında yaşamış ve de Peygamber Efendimizi görerek ona inanmış olan kişilere denir.
Veysel Karani aynı dönemde yaşadığı halde görmediğinden,Celaledin-i Suyuti yakaza aleminde bir çok defa gördüğü halde aynı dönemde yaşamamış olmasından dolayı sahbe olamamaktadırlar.
Sahabeyi farklı kılan olay,Peygamber Efendimizin farklılığından ve farkındandır.
Nasılki Allah rasulünün hocası Allah ise,Sahabeninde hocası Allah resulüdür.
Sahabe her yönüyle Peygamber Efendimize sahiblik yapmışlardır.Hemen hemen her sözlerinde;-Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah-diyerek,O’na olan muhabbetini anne-baba ve herşeyinden daha üstün tutmuştur.
Mesela Uhud savaşında babası,kocası,kardeşi olan bir kadın olaydan haberi olduğu halde Peygamberimizi sorar.O’nun hayatta olduğunu öğrenince;Bunun kendisi için bir sevinç olduğunu,büyük bir musibet olmadığını ifade eder.
Yine Uhud-da bir anda Peygamberimizin öldürüldüğü duyulunca sahabeler;O öldüyse,o halde biz niye yaşıyoruz,diyerek O’na olan bağlılıklarının hayatlarının fevkinde olduğunu bildirirler.
Tebükte güçlük zamanında münafıkların geri dönmek için Romalıları büyük gösterip fitne sokmalarına karşı sahbeler O’nu yalnız bırakmamış ve;
“İsrâiloğulları şöyle dediler: “- Ey Mûsa, o zâlimler orada iken biz hiç bir zaman oraya giremeyiz. Artık sen ve Rabb’in beraber gidin de ikiniz harp edin; biz mutlaka burada oturucularız.” Yahudiler gibi demeyip,
“Ya Rasulallah! Allah sana ne emir buyurduysa, onu yap. Ne tarafa gidersen git, biz kesinlikle seninle beraberiz. Biz, İsrailoğulları’nın Hz. Musa’ya dedikleri gibi, ‘Ey Musa! Sen ve Rabbin gidip savaşın. Biz burada oturacağız’ demeyiz. (…) Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik ve bize getirdiğinin hak olduğuna şehadet ettik. Bu konuda sana uymak ve itaat etmek üzere söz verdik. Bu durumda sen ne dilersen onu yap. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin olsun ki, sen bize denizi gösterip dalsan, biz de seninle birlikte dalarız, içimizden bir tek kişi bile geri kalmaz. (…) Yoluna devam et. İstediğin kimseyle bağ kur, istediğin ile de alakayı kes. İstediğinle düşmanlık et, istediğinle barış yap. İstediğin kadar mallarımızdan al ve dilediğini de bize ver. Mallarımızdan aldığını, bize bıraktıklarından daha çok severiz. Bize ne emredersen ona tabi oluruz.” demişlerdir.
Hadisde:”Ashabım gökteki yıldızlar gibidirler.Onların hangisine uyarsanız,hidayeti yani doğru yolu bulursunuz.”buyurmuştur.
Ümmü Habibe daha müslüman olmayan babası Ebu Süfyan evine gelipde Rasulullahın oturduğu mindere oturunca,onu oradan kaldırmış,kendisinin inanmayan bir kimse olduğunu söyleyerek,onda Rasulullahın oturduğunu beyan ederek babasının altından çekip almıştır.
İnancı uğruna savaşta babasının karşısında bulunmuş,annesinin dininden dönmemesi halinde aç kalıp kendisini helak edeceği tehdidine aldırış etmemiştir.
Uhud savaşında Rasulullaha karşı yapılan saldırılara hiç tereddüd etmeden göğsünü siper etmiştir.
Bu gün Peygamberimizin gösterdiği binlerce mucizelerden haberdar olmaktayız.Sahabeler bir mucize karşısında hemen teslim olmuş,müsaade et,sana secde edeyim,deyib, bir ömür O zata teslim olmuştur.
Onlarda bir mucizenin yaptığı etki ile,bizlerde binlerce mucizenin bıraktığı etki arasında büyük mesafeler vardır.
Kur’an-ı Kerim-de Onların faziletinden bahsedilmektedir.
Kur’an-ı Kerim-de ismen bahsedilen sahabe Zeyd bin harise-dir.
Ve ismen yerilen ise Ebu leheb-dir.
“Tevrat’ta faran dağlarından zuhur eden peygamberin sahabeleri hakkında şu ayet var: “kudsilerin bayrakları beraberindedir. ve onun sağındadır.” “kudsiler” namıyla tavsif eder. yani, “onun sahabeleri kudsi, salih evliyalardır.”
Mevlana Cami Sahabeler hakkında şu sitayiş-kârane ifadede bulunur:

“Ya Rasulallah çi bâşed çün seki Ashab-ı Kehf
Dahili cennet şevem der zümre-i Eshâb-ı Tú
O reved der cennet men der-cehennem key-ravest
O seki Eshab-ı Kehf men seki Eshab-ı Tú”
“Yâ Resûlallah! Ne olaydı, Ashâb-ı Kehf’in köpeği gibi, senin Ashâbının arasında Cennete girseydim. Onun Cennete, benim Cehenneme gitmem nasıl revâ olur? O, Ashâb-ı Kehf’in köpeği; ben ise senin Ashâbının köpeği.”
MEHMET ÖZÇELİK




TÜRKİYE KABUĞUNU KIRIYOR

TÜRKİYE KABUĞUNU KIRIYOR
Türkiye bir asırdır hapsolduğu kabuğunu içten kırmaya çalışıyor.Darbelerin kapattığı kapılar,korkuların uzaklaştırdığı insanlar,içi doldurulmayan ucube rejim senaryoları,ne idüğü belirsiz lastik gibi her tarafa çekilse de özellikle din dışı alana çekilen laiklik tartışmaları,uygun ortamda düşünmeyi engelleyen kaoslar,dar kalıplar ve kısır zihniyet düşünceleri yerini;konuşmaya,anlaşmaya,dinlemeye,proje üretmeye,fikir egzersizine,müsamahaya,diyaloğa,başkasını tanımaya,hakkını gözetmeye bırakmaktadır.
Hazımsız,kısır,seviyeden uzak kimseler istemese de…
Türkiye’de ortamın sükuneti istenilmemekte,sürekli karıştırılmaya çalışılmaktadır.
Adeta nasıl kaos oluşturulur,düşüncesi canlı tutulmaya çalışılmaktadır.
Suyun akışını tersine çevirerek,çelme takarak,takos koyarak ,korkutarak, suçlayarak,bağırarak,seviyesizleştirerek,üst perdeden emrederek,bilinir görünerek bu kaos devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Dillerin kırıcı olmadan,haksızlık etmeden konuşulmadığı yerde,kaba kuvvet ve şiddet konuşacaktır.
Bugünlerde konuşulan Türkiye’nin özerkliği konusu;fiili durumun sözlü halidir.
Bundan kasıt yerinde yönetim ise tercih edilen bir durumdur.
Aslında sağlıklı zeminde ve sağlıklı olmayan kimseler tarafından yapılmayan konuşmalar sağlıklı sonuçları da aldırmamaktadır.
Doğru hedefe yanlış araçla gitmeye çalışma amacını göstermektedir.
Zira ortada sıkan bir kalıp var.Bundan kurtulma çabaları yanlış araçların devreye konulmasıyla gidişi engelleyen tercihler bulunmaktadır.
Atatürk rejiminden Marksist bir rejime,Türk milliyetçilik ve ırkçılığından kürt milliyet ve ırkçılığına,manevi baskılı bir idareden maneviyatsız bir yönetime,tek şef yönetiminden,tek apo ahtapotuna geçme çabaları görülmektedir.
Değişimin oluşumu,kirli ve kirlenmiş insanlarla doğru neticeler elde edilemez.
Doğunun probleminin çözümü,doğunun insanıyla olur.Yoksa pkk terörizmine dayalı kimselerle olamaz ve sağlıklı bir sonuç alınamaz.
Şimdiye kadarki problem konuşmamaktan ve konuşamamaktan kaynaklanmıştı, şimdi ise kasıtlı olarak çözümsüzlüğü netice veren konuşmalar problem yapılmaktadır.
İnsanlar kendilerini ifade etmelidirler.İfade edecek ortam sağlanmalıdır.
Yüz yıllık yanlışları düzeltelim derken,yeni bir yüz yıllık yanlışların temeli pkk ve onun uzantıları tarafından atılması ile olmamalıdır.
*Büyük düşünmeli büyük hedefler kurularak konulmalıdır.Şöyle ki;
Osmanlı 624 senelik idaresinde gayrı müslim her milletin içerisinde memnuniyetle yaşayacağı ortamı hazırlamış,hatta gayr-ı Müslimlerin mahkemelerini kurmasına bile müsaade etmiştir. Mesela;
Farzı muhal olarak,İngiltere sular altında kalma durumu içerisinde olacağından yüz binlerce kişi bize katılmayı istese,arap ülkelerinden yüz binlerce insan burada yaşamayı hatta Suriye Türkiye’ye katılmayı düşünse,Türk cumhuriyetleri Türkiye’nin çatısı altında yaşamaya karar verse,kısaca bir çok devlet ve millet bizim büyük gelişmemizden dolayı bize bağlanma teklifinde bulunsa,nasıl bir idare yöntemi uygulanacaktır?
Bir asırdır kısır döngü ve kavganın sebebi olacak olan ilk tepkileri duyar gibiyim;aman,batıdan gelsin ama arap ülkelerinden gelmesin!
İşte Türkiye’nin kısır,seviyeden uzak,çağın gerisinde olup kaosu oluşturan insanlar! bunlardır.
Aynı zamanda buradaki kısır ve bir asırdır tartışılan kısır bir rejimi aynen oralara da uygulamaya çalıştığımızda,bu kavgaları onlara da taşımış oluruz.
Az olsun benim olsun,kısır düşüncesi,kendisini bile aşamamış insanların işidir.
Gerçek yönetim bütün insanları kendi yaşayışları ve inanışları içerisinde, başkalarına zarar vermeden haklarının gözetilerek yönetildiği bir idaredir.
*Türkiye’nin kozmik odası aralandı,kara kutusunun yeri bilindi,açma teşebbüsünde bulunulmaktadır.Ancak açılan kapıdan küflü,sert ve yakıcı kokular gelmektedir.
Görülmektedir ki,uzun bir sürede bu kokuşmuşluklar konuşulacaktır.
MEHMET ÖZÇELİK
21-12-2010




UMRE HATIRALARI

UMRE HATIRALARI
29 Temmuz 2011 tarihinden 2-Eylül tarihine kadar Ramazan Umresini yapmak üzere geçte olsak Mukaddes topraklara doğru yola çıkmak nasip oldu.
Veysel Karani Karan köyünden kalkarak Medine’ye geldi,Efendimizin evine uğradı ancak mescitte olmasına rağmen O’nu görmedi.Annesine verdiği hemen gelme sözü bir bahane oldu.
İçindeki O’na olan ateşi söndürmek istemedi.Yanmayı,O’na olan hasreti sonuna kadar sürdürmeyi tercih etti.O’na olan susuzluğunu gidermek istemedi.Hayatının sonuna kadar hep susuz kaldı.
Hep yandı..hep yandı.Yanmakla kalmadı kıyamete kadar nicelerini de kendisiyle beraber yaktı.Sadece yanan değil,yakan da oldu.
Bizde belki O’na olan 50 yıllık hasreti gidermek için yola çıkmıştık ancak bir yandan da 50 yıldır biriken kafamızdaki,kalbimizdeki ve duygularımızdaki nice odun ve kömürleri O’nun nuruyla yakmak ve nura dönüştürmek istiyorduk.
O alemlere nur olduğu gibi,nice gönülleri nurlandırmış,kararmış kalpleri aydınlatmıştı.
-Ana rahminden bu dünyaya,bu dünyadan âhirete bir gidiş gibi,umre de farklı bir formata geçiş,bir dönüm noktasıdır.
Hayata güzel bir başlangıç olduğu gibi,-Hitamuhu misk- ile hüsnü hatimeye güzel bir vesile oluyordu.
-Umre hayali de olsa,hakikatların cereyan edip geçtiği yerlerde yapılan bir seyahattir.
Kâinatın merkezine yolculuğumuz başlamıştı.
İHRAM
İhram,kişinin bir şeyi kendisine haram kılması demektir.Haram olanlar zaten yasak olduğu gibi,ihramla helal olanlar da haram kılınıyor,bir sorumluluk ve ağır bir yük altına giriliyordu.
İhram giyildiği andan çıkarıncaya kadar hep ağırlığını ve sorumluluğunu hissettirdi.
Ka’be ve Mekke başlı başına kişi üzerinde bir ağırlığını,mükellefiyetlerini hissettirdiği gibi,ihramda dış alemle olan bağlantısını kesiyordu.Rabbe karşı geride bir şey bırakmadan tam bir yönelişe hazırlıyordu.
Koku sürünülemeyecek,bir ot bile koparılamayacak,hoşa giden gitmeyen, dünyaya aid her şeyden ilişkisini kesecekti.İhlasla Allah’a yönelişe bir hazırlık yapılmaktaydı.
İhramlı için bir sit alanı oluşuyordu.
UMRE
Umrede aslolan birdir.Nafile nevinden fazla yapılabilir.
İhramda nefsin gemlenmesi ve susturulması vardır.Sabra mazhariyet dileyenler bu umre manasını görmek için gerçekleştirebilirler.
Ancak ihramsız ibadet mesela sık sık tavaf etmek,ka’beyi seyretmek,ziyaretlerde bulunmak,şükre vesile olması ve şükre mazhariyeti tahakkuk ettirdiğinden tercih edilir.
İhramdaki fark ise;Hz.Hacer’in sabrı olan Sa’y vardır.
Tavafta ise,Hz.İbrahim’in sevinci vardır.Kâinatla beraber bu sevinci paylaşmak vardır.
Hareket var,bereket var.Mahşer var,korku ve ümit beraber var.
Kişinin Rabbiyle birebir oluş anı,kavuşma zamanıdır.
MEKKE
Allah Mekke’yi övmüş ve oraya tecelli etmiştir.
Mekke’de İbrahim peygamberin duası vardır.
Kur’an-ı Kerim-de:” İşte bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilahi kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır.Ahirete iman edenler, ona da inanırlar.Onlar namazlarını vaktinde kılarlar.”
Bu belde emin belde kılınmıştır.Tıpkı peygamberinin Emin olarak namlanması gibi.
“De ki: “Bana ancak, bu beldenin (Mekke’nin); onu mukaddes kılan ve her şey kendisine ait olan Rabbine kulluk yapmam emredildi. Yine bana, müslümanlardan olmam ve Kur’an’ı okumam emredildi.” Artık kim doğru yola girerse yalnız kendisi için girer. Kim de doğru yoldan saparsa de ki: “Ben ancak uyarıcılardanım.”
“Bu güvenli şehre (Mekke’ye) andolsun ki,”
Mekke’de Allahın Celâl ismi tecelli etmektedir.
Orada büyüklük var,disiplin var,yükümlülük ve yorgunluk var,ciddiyet var,Allah ve kulunun dışında hiçbir şey yok.
Oradaki ibadet ferdi,bire bir,şerikleri reddeden bir ortam.
KA’BE
Ka’be ibadet yeri kılınmış,İbrahim peygamberin bereketle duasına mazhar kılınmış,oğlu İsmaille inşa etmiştir,kıble olmuştur.
Gitmeden önce şu tesbitte bulunmuştum;Memleketine kişi dünya işlerinden vakit bulursa ahret işlerine yönelirken,o beldelerde ahret işlerinden vakit bulursa dünya işlerine yönelinmektedir.
Kişi Mekke ve Medine’de adeta akıl ve kalbinden zincirle Ka’be’ye ve Mescid-i Nebeviye bağlanmış,sürekli çekilmektedir.
Yukarıdan beyti mamura, arşa,aşağıdan ferşe kadar bir uzantısı vardır.
Ka’be’yi görürken,seyrederken,tavaf esnasında ve düşünürken,hep şu hadisi kudsi hatırladım;
“El-azametü izari vel-kibriya-u rida-i”-Azamet benim izarım,Kibriya benim ridamdır.-
Azamet ve kibriyası her şeyi kuşatmıştır.Ka’be bu manayı göstermektedir. Azamet ve kibriyanın bir simgesidir.İzzet ve azameti cemeden makam.Allahın izzet ve azametini görmek isteyen ka’be-ye bakmalıdır.
Şiddeti zuhurundan gizlenmiş,azameti kibriyasından ihtifa etmiş.
Mekke’de her şey Ka’be odaklı,ka’be hakim,saatler ka’beye göre ayarlı,Ka’be saati orada çalışmaktadır.Uyuma,yeme,kalkma,çalışma hepsi ka’be üzerine bina edilmiş.
Ka’be dört duvardan oluşmuş nasıl bir hakikata sahip ki,kendisine nasıl bir hakikat yüklenmiş ki;insanların gönüllerini,bedenlerini,mallarını,ailelerini dünyanın her tarafından getirip etrafında toplamakta ve döndürmektedir.
Hz.Hacer nasıl bir samimiyet ve teslimiyet göstermiş ki,Allah O’nun koşmasını insanlara ibadet olarak emretmiş,her bir işleri dinin temel taşlarını oluşturmuştur!
-Ka’be her insana bir haşyet veriyor.
Bir yandan paratoner,bir yandan rahmet kapısı,diğer yandan dünyanın bir denge unsuru.Köprülerdeki güç dengesini,güçlendirici özelliğini oluşturmaktadır. Alemleri ve dünyayı sarsılmaktan vikaye etmektedir.
Beytullah yani simgeselde olsa Allah’a ev oluyor.İsmiyle ve zatıyla oraya ve oradan tecelli ediyor.
Hacer-i Esvedle,Makamı İbrahimle,Safa ve Merve ile onu takviye ediyor.
Simge ve simgesel bir hakikat.Hakikatların hakikatı.
Harem dairesi O’nunla başlıyor.Mahrem olan O’na has olan.Dokunulmazlığı var.Herkesin giremediği,her şeyi rahat yapamadığı mahrem daire.
Mescid-i Haram ibadetle taçlanmış ulvi mekan.
Allah’a ibadet ve duaların yükseldiği metafor,miraç ve asansör.
Dünyada O’na giden en kapsamlı ve özel yol buradan geçmektedir.
Efendimizde miraca buradan yükselmişti.
Ka’be kâinat atomunun çekirdeği,ka’be çekirdeğinin çıkarılıp alınmasıyla kâinat bomba olup patlayacaktır.
Ka’be-de dolayısıyla Mekke-de her şey hareket halinde,hayatın bir faaliyet ve hareket olduğu her yönüyle görülüyor.
Burada hareketin ve hareketliliğin olmaması demek,hayatın durması ve olmaması demektir.
Hayatın devamı hareket ile sürdürülmekte ve sağlanmaktadır.
Cİ’RÂNE OLAYI
Ci’rane olayı Müslümanların mal ile imtihan edilmeleri sonucu ortaya çıkan ibretlik olayları bizlere anlatmaktadır.
İhrama girme yerlerinden biri olan Cirane Mekke-ye 29 km mesafede olup, Rasulullahı dinlemeyen sahabenin düşmüş olduğu mahcup durumu göstermektedir.
Kur’an-da Talutla Calut arasında geçen savaşta,Müslüman taraf olan ve Davut peygamberinde içinde bulunduğu Talut kavminin suyla imtihanı gibi,Ciraneliler de Huneyn gazvesi sonrası beklemeyip hemen kendi aralarında ganimeti taksim etmiş,daha sonra Müslüman olan altı bin müşrikin ganimetten pay alma durumlarını düşünememişlerdi.
“Tâlût, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah, sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçince, (geride kalanlar) “Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” dediler. Allah’a kavuşacaklarını kesin olarak bilenler (ırmağı geçenler) ise şu cevabı verdiler: “Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.
(Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.
Derken, Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud, Câlût’u öldürdü. Allah, ona (Davud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona dilediğini öğretti. Eğer Allah’ın; insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu. Ancak Allah, bütün âlemlere karşı lütuf sahibidir.”
Peygamber Efendimiz burada on gün kadar, sayısı büyük bir miktar tutan esirleri ve bol miktardaki ganimeti askerleri arasında taksim etmeksizin bekledi. Maksadı, müslüman olarak gelip kendisine müracaat edeceklerini ümit ettiği Hevâzin heyetine esirleri ve ganimet mallarını iade etmekti. Fakat Hevâzinliler gecikti. Bu arada henüz yeni müslüman oldukları için Islâmî bir suura iyice erememis ve mal hırslısı olan bazı bedevîler ile bir takım münâfıklar, ganimetleri kendilerine dağıtması konusunda Hz. Peygamber’i zorladılar; hatta kaba tavırlarla O’nu rencide ettiler.”
MEDİNE
Medine-de Mekke-nin aksine;Cemal ismi tecelli etmekte, muhabbet, yakınlık, dinlenme ön plana çıkmaktadır.
Medine Efendimize kucak açtığı gibi,bu günde Efendimiz adeta gelenlere kucak açmaktadır.
“Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”
Medine iman ve hicrete hazır hale gelirken,onun dışındaki yerler kılınçla fethedilmiştir.
Allah Medineyi Dâr ve İman olarak isimlendirmiştir.Buda O’nun fazilet ve senasına işarettir.
Mekke-ye ev sahipliğini Allah yapar,kalpleri ka’beye bağlar ve İbrahim Peygamberin bereket duasına mazhar olurken,Medine-ye ev sahipliğini Efendimiz yapmakta ve Mescid-i Nebevi ile kalpler oraya bağlanmaktadır.
Mescid-i Nebevi takva üzerine tesis edilmiştir.
“Onun için kesinlikle orada namaza durma! Ta ilk gününde temeli takva üzerine kurulan mescit, içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Onun içerisinde tertemiz olmayı seven kimseler vardır. Allah da çokça temizlenenleri sever.”
Mescid-i Haramdan sonra en faziletli bir mesciddir.Efendimizde bunu hadisleriyle teyid etmiştir.
Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz. diğerlerinde kılınan yüz bin namazdan daha faziletlidir”
“Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz. Mescid-i Aksâ’da kılınan bin namazdan daha hayırlıdır”
“Benim mescidimde kılınan bir namaz -Mescid-i Haram hariç- diğerlerinde kılınan yüz namazdan daha faziletlidir”
“Benim mescidimde kılınan bir namaz -Mescid-i Haram hariç- diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. Mescidi Haram’da kılınan bir namaz da benim mescidimde kılınan yüz namazdan daha faziletlidir”
Benim mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Aksa’da kılınan dört (yüz) namazdan daha faziletlidir”
Mescid-i Aksâ’da kılınan bir namaz -Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebi hariç- diğer mescidlerde kılınan bin namaz kadar sevaptır”
-Ve peygamberler mescidinin sonuncusudur.
-Esenlik yurdudur.
“Seni o yerden (Mekke’den) sürüp çıkarmak için neredeyse seni sıkıştıracaklardı. Bunu yapabilselerdi, senin ardından orada pek az kalırlardı.”
“De ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.”
Medine-de Mekke gibi harem bölgesidir.
Hadiste;“Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim kevser üzerindedir”buyurulur.
Allah rasulüne hicret için burayı tercih etti.
Efendmize rüyasında hicret edeceği yerin hurmalıklı bir yer yani Medine olduğu önceden gösterilmişti.
Efendimizin bereket duasına mazhar olmuş bir yerdir,Mekkeden bile…
Bu gün bu bereket manası görülmektedir.
-Efendimiz Medine-deki zorluğa sabredene şefaatı ve Müslüman olduğuna dair şahitliği müjdelemiştir.
-7 hurma yemekle zehir ve sihirden korunulacağını bildirmektedir.
Hurması bile şifadır.
-İki melek tarafından korunmaktadır.
-Böylece şeytan bu beldede putlara ibadet edilmekten ümidini kesmiştir.
Çünkü hep Efendimizin duasına mazhardır.
“Allah’ım! Bize Mekke’yi sevdirdiğin gibi daha fazlasıyla Medine’yi sevdir.”
“Allah’ım! Medine’yi Mekke’nin iki katı bereketli kıl.”
-Taun ve Deccaldan korunmuştur.
-Şehitler ölmezse,onlardan kat kat üstün seviyede olan Peygamber Efendimiz hiç ölür mü?
O diridir.Hadiste:”Allahın gezici melekleri vardır.Ümmetimden selamları bana ulaştırır.”
“Peygamberler kabirlerinde (mükellef olmaksızın)namaz kılarlar.”buyrulur.
“Bana salat getiriniz.Muhakkak ki salatınız bana olduğu gibi ulaştırılır.”
UMRE SONRASI HAYAT
Umreden sonra artık hayat iki kısımda ele alınabilir.Umre sonrası hayat farklılığını fark ettirmelidir.
Elbette Mekke-Medine,Umre ibadetleri birer boyacı küpü değildir ki insanları batırıp çıkararak değişime tabi tutmuş olalım.Birden bu durum görülmese de göz önünde bulundurularak yılların biriktirdiği yanlışlıklar yerini doğrulara bırakmalıdır.
Hayatı isyanla ve boş geçmiş bir insanın bir anda değişmesi elbette mümkün değildir.
Ömrü saniyi ahiret yolunda harcamalı,bir ahiret adamı olmalıdır.
Efendimizin nurundan daha çok istifade edilmelidir.
O’nun nurundan uzak olanlar ve kalanlar,madden ve manen zulümat içerisindedirler.
Efendimiz trafodan evlere veya barajdan şehirlere giden enerji haltlarının ve elektriklerin ara sigortası,ana dağıtım merkezini oluşturmaktadır.
Enerji O’na yükleniyor ve O’da yüklüyor.Oradan asırlara dağılıyor ve dağıtılıyor.Bir emniyet sigortası oluşturuyor.Aksi takdirde fazla gelen voltajı insanlar yüklenemeyecek,sigorta atıp yanma olacaktır.
Ağır riskiyle beraber Efendimiz bunu yüklenmiştir.
O’ndan gelmeyen ve alınmayan enerji kaçak enerjidir ve tehlikelerle doludur.
Diğer peygamberler İlahi Enerji Dağıtım Şirketleri (iedş) sözleşmeleri bittiğinden dolayı kapanmış,elektrik ve enerji vermemektedirler.Kaçağa girmektedir.Cezayı gerektirmektedir.
Efendimiz kıyamete kadar gönüllere ve gözlere nur olacak olan bu dağıtımını hala sürdürmektedir.
Yapılacak iş sadece hayat fişini O’nun pirizine takmaktır.
O’nun dışındaki bütün pirizler devre dışıdır.
Güneş bile nurunu O’ndan almaktadır.
MEHMET ÖZÇELİK
09-09-2011




VARLIKLARIN GÖZDESİ İNSAN

VARLIKLARIN GÖZDESİ İNSAN
İnsan gelmeden önce de gündemdeydi,geldikten sonra da her an gündemdedir. Gündelik veya hayat içerisinde en çok zamanı ramazan oluşturur.O da en fazla iki aydır.İnsan yılın her saniyesinde gündemdedir.
İnsanı gündemden çıkarttığınız zaman her şey anlamsızlaşır ve de gündemden kalkarlar.Dört büyük meleğin birinci gündem maddeleri ve hatta olmamasında olmayacakları madde insandır.
İnsan olmazsa Azrail,insan olmazsa Cebrail,Mikail ve İsrafil anlamsızlaşacak, gündemleri ve görevleri olmayacaktır.
İnsan gelmeden önce:”Düşün ki, Rabbin meleklere: «Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife tayin edeceğim.» dediği vakit, «Biz seni tesbih ve takdis edip dururken orada fesat çıkaracak ve kanlar akıtacak bir yaratık mı yaratacaksın?» dediler. «Her halde Ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim!» buyurdu.”
Tanınmadığından yaratılmasına talib olunmadı.O zaman konuşulurken hala insan gündemin birinci ve en büyük maddesi olaraktan konuşulmaya devam edilmektedir.
Her şey doğrudan veya dolaylı olarak insanla alakadardır.
*İnsandaki zahiren tehlikeli görülen duygular aslında insanı tahrik edip yücelten,önünü açarak terakkisine sebeb olmaktadırlar.
Meleklerde olmayan,sürekli aşağılanan nefis,insanın ruhunu taşımakta,şu dünya çölünde yani kâinat yolculuğunda yayan gitmeyip bineklik etmektedir.
Özellikle hiçbir varlıkta olmayan şu üç duygu ve özelliklerine gelince;
1-Şeheviyye duygusu:İstek duygusu olup,bunun sınırı yoktur.
Bir temsil ile anlatacak olursak;her şeyi hazır olan bir füzenin ateşleyicisi mesabesindedir.O ateşleyici olmadığı takdirde ne kadar mükemmelde olsa,yerinde sayacaktır.
2-Gadabiyye duygusu:Kızma,hiddet,şiddet duygusu.
Buda füzenin enerjisi,aküsü,onu taşıyan yakıtıdır.
3-Akliyye duygusu:Düşünme,planlama,temyiz etme,yönlendirme duygusu.
Buda füzenin proğramı mesabesindedir.O proğrama göre çalışır.Veya gemilerdeki pusula mesabesindedir.
Allah nefis,hırs,korku gibi duyguları hayatı monotomluktan kurtararak, dengelemek amacıyla göndermiştir. *
Tüm mesele onların kullanımıyla farklılık arzetmektedir.
İnsanın cinlerden farkı,onlarda sadece ağırlıkla akıl duygusu ön planda iken, insan adeta üç motorlu bir araç gibi onların önüne geçmektedir.
Melekler ise böyle motordan mahrum olduklarından makamları sabittir.
*İnsanın ezeli ve ebedi olan Allah’la irtibatı kalble oluşturulmuştur.O’nu anlaması akılla,tanıması diğer duygularla oluşturulmuştur.
Kalb uydu gibi sürekli dönerek bütün alemlerle bir iletişim içerisine girmektedir. Bütün alemlerden de sinyaller almaktadır.Gücü ve kapsam alanı nisbetinde oraya sinyaller göndermektedir.Oraya giden hatlar açık olup,gitme imkânına da sahiptir.
Böyle bir numara kullanılmıyor veya kullanılmamaktadır ve de ulaşılamamaktadır,denilmesin…
*Âdeme âdem gerektir âdem etsin âdemi
Âdem âdem olmayınca netsin âdem âdemi. (Ziya Paşa)
*Hepimiz kardeşiz..biriz..birdeyiz.
Her şeyin aslına bakılırsa bir olduğu ve birden çıktığı görülecektir.
Mesele Hz Âdem cennette yalnız idi.Birden eşi yanında hazır oldu ve sonunda insanlık çoğaldı.Hepsi -bir-den oldu.Filmi geriye doğru sarar gibi sardığımızda yine hepsi -bir-e gidecektir.Çünkü -bir-den gelen -bir-e gider.
Diğer hayvanlar ve bitkilerle ağaçlar da öyledirler.
“Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah’tır. O, eşini kucaklayıp sarılınca (ona yaklaşınca), eşi hafif bir yük yüklendi (hâmile kaldı). Bir müddet böyle geçti, derken yükü ağırlaştı. O vakit ikisi birden Rableri olan Allah’a şöyle dua ettiler: “Eğer bize salih bir evlat verirsen, biz muhakkak şükredenlerden olacağız.”
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”
Hadiste, “Kadın bir kaburga kemiği gibidir. Kadın bir kaburga kemiğinden, bir eğri kaburga kemiğinden yaratıldı, onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kırılması da boşanmasıdır.” buyurulmuştur.
İblis (malum suçundan dolayı) Cennet’ ten çıkarıldıktan sonra, Âdem (a.s) Cennete yerleştirilir. Kendisiyle teselli olacağı bir eşi olmaksızın, yalnız başına bir müddet orada dolaşır. Bir ara uykuya dalıp uyanınca başucunda, Allah’ın, kaburga kemiğinden yarattığı bir kadın görür. “Sen nesin?” diye sorar. Kadın: “bir kadın” diye cevap verir. Daha sonra kadına niçin yaratıldığını sorar. Kadın, “benimle teselli olman için” diye cevap verir. Bu arada melekler onları görür ve Âdem’in bilgisini ölçmek için kadının kim olduğunu sorarlar. Âdem (a.s), onun Havva olduğunu söyler. Neden O’na bu ismi verdiğini sorduklarında; “çünkü o, canlı bir şeyden yaratıldı” diye cevap verir.
“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peydâ etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.”
İnsan en son model ve en mükemmel bir varlıktır.
MEHMET ÖZÇELİK
04-10-2010




VESVESE

VESVESE
Vesvese,fısıltı demektir.
Kur’an-ı Kerim’de farklı şekilde zikredilir.Mesela Şeytan aynı zamanda kuruntu verir:
Keşşâf’ın ve Ragıb’ın da söyledikleri vechile vesvese esasen fis, hiş demek, yavaş fısıltı yapmak, fiskos etmek gibi gizli sese, gizli fısıltıya denilir. Zinet eşyası hışıltısına “vesvâsü’l-huliy” denilmesi bundandır. Kamus’un kaydettiği vechile avcının ve köpeklerin yavaşça seslerine vesvese ve vesvâs denilmesi de bundandır. Bundan hâtırâ-i redîeye, yani nefsin veya şeytanın kalbe koyduğu hayırsız, faydasız, alçak hatıra ve dağdağaya vesvese denilmek meşhur olmuştur, dilimizde bilinen de budur. “Nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz.” âyeti nefsin vesvesesi hakkında, “Şeytan ona (Âdem’e) fısıldadı.” âyeti de şeytanın vesvesesi hakkındadır.
İlk insan olan Hz.Âdem ve Havvanın ayaklarının kayması vesvese ile olmuştur.
“Lâm” ile “el-vesvâs”, şeytanın bir ismi olmuştur. Çünkü Keşşâf’ın dediği gibi bütün meşgûliyeti, sanatı ve daima üzerine düştüğü hep vesvese ve azdırmadır. Öyle vesvese vermekle bilinen odur. Bahru’l- Muhit’de Ebu Hayyan der ki: “el-Vesvâs, şeytanın ismi demişlerdir, bununla beraber vesvas şehvetlerin fısıldadığı vesveseye de denilir ki yasaklanmış olan nefsin arzularıdır.”
Yaldızlı laflar söyler.
Mü’minler üzerinde hiçbir hakimiyeti olmamasına rağmen, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara’ aldatması etkilidir.
Âyette:”Andolsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini biliyoruz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” ayeti, nefsin vesvesesine işaret ederken; “Şeytan Adem’e vesvese verdi” manasına gelen bir çok ayet de şeytanın vesvesesine delalet etmektedir.
Adına Muavvizeteyn yani kendisiyle Allaha sığınılan iki sure olan Felak ve Nas suresinin nüzul sebebinde;
“l. De ki: “İnsanların Rabbına sığınırım.
2. O insanların Meliki ‘ne
3. İnsanların ilâhına.
4. O çok vesvese veren sinsi şeytanın şerrinden.
5. Ki o, insanların kalblerine hep vesvese verir.
6. (O şeytan) gerek cinlerden, gerek insanlardan.
Sa’lebî’nin tefsirinde İbn Abbâs ve Hz. Aişe’den rivayetle zikrettiği bir ha¬diste onlar şöyle anlatıyor: Yahudilerden bir çocuk Hz. Peygamber (sa)’e hiz¬met ederdi. Yahudiler onun aklını çelip Rasûlullah (sa)’ın taradığı saçlarından ve tarağından bir kaç diş almasını istediler. O da bunları alıp yahudilere verdi. Yahudiler de bunlarla Rasûlullah (sa)’a büyü yaptılar. Bunu yapan kişi içlerin¬den İbn A’sam adında birisiydi. Yaptıktan sonra o büyüyü Züreyk oğullarının kuyusuna attılar ki o kuyuya Zervan denilirdi.
Bu büyü ile Rasûlullah (sa) rahatsızlandı. Başında saçları dağıldı. Altı ay süreyle kadınlara gittiğini görüyor (ona öyle geliyor) ve fakat onlara (aslında) yaklaşmamış oluyordu. Bir iş yaptığını sanıyor ve fakat yapmamış oluyordu. Erimeye başlamıştı fakat başına ne geldiğini bilmiyordu.
Bir gün uyuduğu bir sırada kendisine (rüyasında) iki melek geldi. Birisi baş tarafına, diğeri ayak ucuna oturdu. Ayak tarafına oturan baş tarafına oturana: “Adamın nesi var?” diye sordu. Başucundaki: “Hasta olmuş.” dedi. Ayakucun¬daki: “Neden hastalanmış?” diye sordu. Başucundaki: “Kendisine büyü yapıl¬mış.” dedi. “Ona kim büyü yapmış?” sorusuna da: “Yahudi Lebîd ibn A’sam.” demiş. “Ona ne ile büyğ yapmış?” sorusuna da: “Tarağı ve taraktan düşen saçıy¬la.” cevabını vermiş. “Peki o büyü nerede?” deyince de “Bir hurma çiçeğinin kabuğunda, Zervan kuyusunun dip taşının altında.” diye cevap vermiş ve o sıra¬da Hz. Peygamber (sa) uykusundan uyanmış ve: “Ey Aişe, farkında mısın Allah Tealâ bana ilâcımı bildirdi.” buyurmuş, sonra da Ali, Zübeyr ve Ammâr ibn Yâsir’i o büyüyü alıp getirmeye göndermiş. Kuyunun başına gelmişler, kuyu¬nun ipini çekmişler, kuyudaki su sanki kına suyu gibiymiş. Kayayı kaldırmışlar, altındaki hurma çiçeği kabuğunu çıkarmışlar. İçinde Hz. Peygamber (sa)’in sa¬çından düşen kıllarla tarağından kırılmış iki diş ve yanında bağlanmış bir ip varmış. İpin üzerinde iğne ile dikilmiş on iki düğüm varmış.
İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu iki Sûreyi indirmiş de her âyet okunduk¬ça bir düğüm çözülmüş ve Rasûlullah (sa), ondan her bir düğüm çözüldükçe bir hafiflik hissediyormuş. Nihayet son düğüm de çözülünce rahatlayıp sanki ipten kurtulmuş gibi kalkmışlar. Cibrîl: “Ey Allah’ın Rasûlü, Allah’ın adıyla sana rukye (muska) yaparım; seni rahatsız eden her kötülükten, hasedçiden ve göz¬den. Böylece Allah sana şifa verir.” demiş.
“Ey Allah’ın elçisi, o pis herifi tutup öldürelim mi?” dediklerinde Rasûlullah (sa): “Bana Allah şifa verdi. İnsanlara kötülük etmekten nefret ede¬rim.” buyurmuş.

*Şeytan aklı bulandırıp,sinyal kesici jammerler gibi manevi canibten gelen ilham ve sinyalleri bozarak aklı karıştırır.
Bu karışıklık ve bulanıklıktan istifade ederek kalbe girmeye bir yol bulur.
Vesvesecinin taktiği akıl ve kalbdir.O bir kalb avcısıdır.
Zira radar gibi sürekli dönüp,alemlerden sinyaller alan kalbin dış desteğini keserek, yalnız bıraktırarak avlamasını kolaylaştırır.
Vesvese psikolojik bir durumdur.Tıpkı kişinin maillerine gelenlerden bazı engelleyici proğramlarla azaltılsa bile,engellenmesi kaçınılmazdır.Vesvese bunlarla gereksiz yere ilgilenmeyi sağlar.Mesele bunların gelmesi değil,nasıl karşılanacağı ve onlarla ilgilenileceği önemlidir.
Ehemmiyet verip üzerine düşüldükçe zararı artar.

*İslâmdan önce kâhinler,cinlerin gökteki fısıltıları,yarım yamalak bilgileri alıp kendilerine getirmeleriyle,onlarda bunu halka bildirirlerdi.
Bazen fısıltı gazetesinin bir haberi,büyük hasarlara sebep olmaktadır.
Bundan dolayı vesvesenin mahiyeti bilinirse ondan korunulurken,cehalet vesveseyi davet eden en büyük âmildir.
*Vesvese irside olabilir.Ancak şart değildir.
Vesvese ilaçlar yoluyla,aklın dengelenmesini sağlayacak tedavi yöntemleriyle de çözülebilir.
*Vesvese bu asrın büyük bir hastalığıdır.Herkes az-çok buna mübteladır.
Kalbin etrafında bulunan melek ilhamı ve şeytan vesvesesini birbirinden ayırıcı bir inanca ve ameli takviyeye ihtiyaç vardır.
Vesvese hayalin bir ürünüdür.Bunun bir hakikatı yoktur.Tıpkı karındaki pislik namaza,aynada görünen yılan sokmadığı ve ateş gerçek olarak yakmadığı gibi.
Gecelerdeki karanlığa dikkat edile edile büyür ancak ehemmiyet verilmezse küçülür.
*Açtığı zararlar içerisinde;abdest alanın bunu sürekli tekrarlaması ve bu yüzden bazen özellikle sabah namazını kaçırmaya veya namazdan kaçmaya sebep olmaktadır.
Ne yaptığını bilmeme ve sürekli durgunluğa sebep olmaktadır.
Yapmamışken yapmış zannetme ve hallisinasyonlar görmeye sebep olur.
Amelin daha iyisini yapayım derken,terk etmesine neden olur.

*Vesvese bu kadar zararlı iken,verilmesindeki sebep;teyakkuza,kendine gelmeye ve tedbire sebebtir.Tıpkı uyuyan insanın yüzüne konan sinek nasıl ki uyanmasına sebep ise,vesvesede kişinin uyanmasına,araştırmasına ve tedbir almasına sebeb olmaktadır.
Ondan korunmak için euzü-besmele çekmeli,felak ve nas surelerini okumalıdır.
Fazla rahatsız ettiği zaman Allah’a sığınmalı,dua ve niyazda bulunmalıdır. Şöyle ki;
Kişi üzerine saldıran bir itten korunmak için,önce o itin sahibini arar.Sahibinin onu bağlamasını,zincirlemesini ondan ister.
Vesvese de saldırgan bir it mesabesindedir.Korunmak için Allah’a sığınarak;
Ya Rabbi!Şu şeytan itine ve onun saldırmalarına karşı beni koru,onu bağla, zararını benden defet,demeli,O’na yalvarmalıdır.
Aslında vesvesenin bir hikmet ciheti de;dolaylı olarak Allah’a sığınmayı sağlamak, ister istemez Allah dedirtmektedir.
Bu durum ümitsizliğe düşmeyi de engellemiş olur.
05-03-2011
MEHMET ÖZÇELİK




YA OLMASAYDI?

YA OLMASAYDI?

*YA OLMASAYDI?
Peygamber Efendimiz zamanında ve sonrasında savaşı uygun görmeyenler düşünmeliler;
-Ya o savaşlar olmasaydı?
Cehalet asrı asırlar boyu devam edecekti.Kızlarını diri diri gömme bir normal adet ve gelenek olarak süregelecekti.
Ya önceki peygamberler olmasaydı?
Asırlar boyu bir tekamül ve gelişme olmayacak,insanlık başı boş,rehbersiz ve hedefsiz olarak bir hayat süreceklerdi.
İnsanlar sahip oldukları saltanatı sürdürmek için,bunların ellerinden alınmasını istemedikleri için her türlü zulme göz yumuyor,zulmediyor,toplumun kanını emerek,haksız olarak hak edinmeye çalışıyorlar.
Dün bedevi müşriklerde durum böyleydi,şimdiki medeni geçinen dünyada da durum pek farklı değil…
Put yapıp satmak,oradan bir gelir elde etmek,bunun içinde putperestliği sürdürmek…
Ya bir meslekten,ya körü körüne bir taklitten,cehaletten dolayı asırlar boyu yanlış sürdürülmektedir.
Putlar alış-veriş sebebi..para kazandırma yöntemi…
Ya O olmasaydı?
‘Levlâke levlâke lemâ halaktül eflâk’
‘Sen olmasaydın sen olmasaydın ben bu kâinatı yaratmazdım…
Sen olmasaydın sen olmasaydın
Alemi..cansızları..bitkileri..hayvanları ve de insanları..hiç bir şeyi yaratmazdım.Yani;
Sen olmasaydın,
Biz olmazdık…
Ben olmazdım…
Sen olmazdın…

*Ya Osmanlı olmasaydı?
Bizans yıkılmasaydı?
Ortaçağdaki karanlıklar ve zulümler hala devam edecekti.
Milyonlarca mazlumun zulmüne göz yummuş olmayacak mıydık?
Kimden yana olunduğu işte burada belli olunmuyor mu?

Ya olmasaydı?
“Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden (Mekke’den) siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız, Mescid-i Haram yanında, onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa (siz de onlarla savaşın) onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.” “Onlar, haksız yere, sırf, “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.“
*Ya ölüm olmasaydı?
Nasıl bir yaşantı olurdu?
Ya zalim hep zulmüne devam etmiş olsaydı?
Zalim uzun ömürlü ve ölümsüz olsaydı?
Mazlumun hali nice olurdu?
Melekler,peygamberler ve hayırlı insanlar tarafından onlar engellenmeseydi ve onlara bir şey anlatılamasaydı?
Cahiller alimlerle defedilmeseydi?
O gelmeseydi mi?
O geldi,pisliklerin pislikleri ortaya çıktı!
Ne güzel pisliklerini devam mı ettirmiş olsalardı?
Ya o olmasaydı?
Bizi şimdiye kadar atalarımızın tapa geldiği şeyden mi alıkoyuyorsun?
Ya onlar yanlış yolda idilerse,devam mı ettireceksiniz?
Kusur pislikte mi yoksa pisliğin görünmesine sebeb olan ve onun kokuşmasına sebep olan güneş de mi?
Güneş doğmasaydı,kokuşmalarda olmayacaktı?
Sürekli gece mi sürseydi?
Kokuşmuşluk,kokmuş maddenin karakterinde mevcuttur.
Güneş güzellikleri göstermek ve görmek için doğar,bu arada çirkinlerde açığa çıkar.
Güneş doğmasa mıydı?
O zat olmasa mıydı?

Ya İslâm dini olmasaydı?
Peki İslam bana ne kazandırır,ne kazandırdı?
Ne kazandırmadı?
İnsanlığımı,varlığımı,kendimi…
Ben İslâma ne kazandırdım?

Hz. Ali (R.A)’nin «Alimler niçin öğretmediniz diye sorguya çekilmedikçe, ca¬hiller niye öğrenmediniz diye sorgulanmazlar.»
“Bin bahar görse de taş, yeşermez!”Mevlânâ Celâleddîn Rûmî

Madem O var her şey vardır.
O var olduktan sonra ne gam.
Şerde olsa var-da,hayır olur orda…
O’nun varlığı şerre bile varlık verdi.
Şer olsaydı O olmasaydı,var-da varlıkta olmazdı.
Rasulünün varlığı bile şerre imkân ve fırsat tanıdı.
Ya O olmasaydı,şer bile,şerrin başı şeytan ve avaneleri bile bu fırsatı bulamazdı.

Lâ illâ ile var oldu.
İllâ ki O olmasaydı,her şey Lâ olurdu.

Yok yok olmazsa O olmaz,varlığa çıkmaz.
Yok yok ise O vardır.
İki yok olan Nâ ve bî olursa,Nâbî olur.
Nâbi-yi Nâbi eden Hüsn-ü nazar.
Urfa köylüsünde nezaket ne gezer!

Ya âhiret olmasaydı?
Ya cennet bulunmasaydı?
Varlıklar avâre dolaşır..hedefsiz kalırdı.
Cehennem yokluğunda kalırdı.
Tüm güzellikler,hayırlar,cenneti netice veren sıfatlar,vasıfsızlaşırdı.

Varlığa,varlıktan gelenlere,var olmaya elest bezminde belâ dedik.
Belâ-ya evet dedik.
O’na ve O’ndan gelene ve O’na dönene evet dedik.
Fuzuli fuzulice değil fazılca olanı söylemiş:
“Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni
Bir dem bela-yı aşktan kılma cüdâ beni”

Şeyh Galib-de varlık kandilini elest bezminde yakanlardan…
“Ateşi aşkınla yandır
Kalbimi subh u mesâ
Çünkü hayran olmuşum ben
Bezm-i Elest’te sana .”

*Gökten nazire indi sihamı kazasına
Nef’î diliyle uğradı Hakkın belasına.

Hangi kapıyı çalmışsa orada varlık bulamayan Abdulkadir Geylani,sonunda yoklukta varlığını bulduğunu söylüyor.
“Başka hiçbir yere bakmadan doğru fakirlik kapısına ilerledim.Birde nne görsem? O kapı benim için taa ardına kadar açık değil mi? Hemen içine girdim.Girdim ama bütün terk ettiklerim orada tam tekmil beni bekliyorlardı.
Orada enn büyük hazine kapısı açıldı. En büyük şerefe nail oldum,ebedi zenginlikleri elde ettim.Sonsuz bir hürriyete kavuştum.Bütün boş hayal ve temayüller buz gibi eridi.Bütün sıfatlar toz gibi uçup gitti.Hem de bir daha geri dönmemecesine.”

Allaha karşı fakirlikte büyük zenginlik.
Efendimizin dediği gibi:’El Fakru fahr.’-O’na karşı fakirlik,benim iftiharımdır.-
Varlık yoklukta var oldu.

*Masivadan el yuyup mahluktan midi kes
Virdin olsun her nefes Allah bes,bâki heves…

MEHMET ÖZÇELİK
19-06-2010




YA RAB!

YA RAB!
*Yâ Rab!
*Bunların ders ve tâlimlerinin hakkı ve hürmeti için, bize ve Risâle-i Nur talebelerine imân-ı ekmel ve hüsn-ü hâtime ver. Ve bizleri onların şefaatlerine mazhar eyle. Âmin.
*Yâ Rab!
Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için cihât-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim. Maatteessüf derdime derman bulamadım. Mânen bana denildi ki, “Yetmez mi dert, derman sana?”
*”Yâ Rab!
Mâdem çare-i necât budur. Senin yolunda o cüz-i ihtiyârîden vazgeçiyorum, ve enâniyetimden teberrî ediyorum.
*Yâ Rab!
Pişmânım, utanıyorum, sayısız günahımdan ar ediyorum, zelîlim. İstikrarsız yaşamaktan göz yaşı döküyorum. Garibim, kimsesizim, yalnızım, zayıfım, güçsüzüm, hastayım, âcizim yaşlıyım, ihtiyârsızım. “El-amân!” diyorum, af diliyorum, dergâhından yardım istiyorum, ey Allah’ım!.
*Yâ Rab!
Nasıl büyük bir sarayın kapısını çalan bir adam, açılmadığı vakit, o sarayın kapısını, diğer makbul bir zâtın sarayca me’nûs sadâsıyla çalar- tâ ona açılsın; öyle de, bîçare ben dahi Senin dergâh-ı rahmetini, mahbub abdin olan Üveysü’l-Karânî’nin nidâsıyla ve münâcâtıyla şöyle çalıyorum. O dergâhını ona açtığın gibi, rahmetinle bana da aç. Ekûlü kemâ kâle:
1- Allah’ım! Sen benim Rabbimsin, ben ise Senin bir kulunum. � Sen herşeyi yaratan Hâlık’sın, ben ise Senin bir mahlûkunum.
Sen rızık veren Rezzâk’sın, ben ise Senin rızkınla beslenen bir merzûkunum. � Sen mülk sahibi Mâlik’sin, ben ise Senin kölen olan memlüküm.
Sen gerçek izzet sahibi olan Azîz’sin, ben ise âciz ve zelilim. � Sen hazîneleri bitmeyen zenginlik sahibi Ganî’sin, ben ise Senin ihsanına muhtaç fakr-ı mutlak içinde bir fakirim.
Sen gerçek hayat sahibi Hayy’sın; ben ise, Senin hayat verişin olmasa, bir ölüyüm. � Sen varlığı ebedî olan Bâkî’sin, ben ise gelip geçici bir fânîyim.
Sen sonsuz izzet ve şeref sahibi Kerîm’sin, ben ise zillet ve kötülükler içinde bocalayan bir leîmim. � Sen sonsuz ihsan sahibi Muhsin’sin, ben ise günah ve kötülük işleyen bir âsiyim.
Sen günahları bol bol bağışlayan Gafûr’sun, ben ise bir günahkârım. � Sen sonsuz azamet ve büyüklük sahibi Azîm’sin, ben ise küçük ve değersiz bir hakîrim.
Sen gerçek kudret ve kuvvet sahibi Kavî’sin, ben ise sınırsız acz içinde bir zaifim. � Sen bağış ve ihsanı veren Mu’tîsin, ben ise lûtuf ve ikramına muhtaç bir dilenciyim.
Sen her türlü zarar ve korkudan uzak Emîn’sin, ben ise maddî ve mânevî korkular içinde biriyim. � Sen cömertlik sahibi Cevâd’sın, ben ise Senin cömertliğine muhtaç bir miskinim.
Sen kullarının duâlarına cevap veren Mucîb’sin, ben ise ise Sana yalvaran duâcıyım. � Sen şifâ veren Şâfî’sin, ben ise türlü türlü dertlere mübtelâ bir hastayım.
Öyleyse ise Sen benim günahlarımı affet, hatâlarımı bağışla, hastalıklarıma şifâ ver, ey bütün kemâl sıfatlarla muttasıf olan Allah, ey her şeye bedel, her şeye yeten Kâfi, ey mahlûkatını besleyip büyüten ve mânilerini def’ eden Rab, ey va’dini mutlaka yerine getiren Vâfi, ey kullarına pek şefkatli olan Rahîm, ey maddî ve mânevî hastalıklara şifa veren Şâfî, ey ikram ve ihsânı bol olan Kerîm, ey belâ ve musîbetleri def’ edip âfiyet veren Muâfi! Benim bütün günahlarımı bağışla, her türlü hastalığa karşı bana âfiyet ver, beni ebediyen rızâna mazhar eyle. Bunu rahmetinle ihsân eyle ey Erhame’r-Râhimîn.
2- Onların duâları, “âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun” sözleriyle sona erer.
*Yâ Rab!
Şu Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bereketi hürmetine, bize ihsan ettiğin maddî ve mânevî rızkımıza bereket ihsan et!
*”Yâ Rab!
Nasıl mektubumu paraladı; Sen de onu ve onun mülkünü parça parça et.”
*”Yâ Rab!
Ona bir itini musallat et.”
*”Yâ Rab!
Senin rızan için, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın biatı ve hizmeti için hicret edip buraya geldim. Benim hayatımda istirahatimi temin edecek tek evlâtçığımı, o Resulün hürmetine bağışla.”
*Yâ Rab!
Habib-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hürmetine ve İsm-i Âzam hakkına, şu risaleyi neşredenlerin ve rüfekasının kalblerini envâr-ı imaniyeye mazhar ve kalemlerini esrar-ı Kur’âniyeye naşir eyle ve onlara sırat-ı müstakimde istikamet ver. Âmin.
*”Yâ Rab!
Beni kurtar, emân ve emniyet ver”
*Yâ Rab!
Bunların ders ve talimlerinin hakkı ve hürmeti için bize ve Risale-i Nur talebelerine iman-ı ekmel ve hüsn-ü hâtime ver. Ve bizleri onların şefaatlerine mazhar eyle. âmin.
*Ya Rab!
Âyetü’l-Kübra hürmetine beni kurtar, eman ve emniyet ver. (Celcelütiye)
*”Yâ Rab!
Bizi ebedî haps-i münferidden kurtarıp, bâkî ve sermedî bir âlemin saadetine nâil edecek bir hakaık hazînesinin anahtarını Risâle-i Nur gibi nazîrsiz bir eseriyle bahşeden sevgili ve müşfik Üstâdımızı zâlimlerin ve düşmanların sû-i kasıtlarından muhafaza eyle; Kur’ân ve îman hizmetinde dâimâ muvaffak eyle. Ona sıhhat ve âfiyetler, uzun ömürler ihsan eyle”
*”Ya Rab!
Bihakkı ismike’l azim ve bihakkı Kur’ani’l-Hakim ve bihakkı Habibike’l Ekrem, deryâ-yı nurun başkumandanı olan Üstadımı razı olduğun amel üzerine sâbit ve razı olacağı amelini teshil ve müyesser kıl. Âmin, bi hürmeti seyyidi’l-mürselîn.”
*”Ya Rab!
Sen Üstadımızdan hoşnud olacağı tarzda razı ol!”
*Ya Rab!
Yanımızda elçiniz ve dergâhınızda elçimiz olan reisimize merhamet et ki, bize sirayet etsin.
*Binlerce yetimin yıkılan kalbini sen yap,
Affet yeter artık, o Habib aşkına, ya Rab!
*”Ya Rab!
Erzurum dan imdadıma yetişen bu iki zatın münakaşasını musalahaya tebdil et”
*Ya Rab!
Ne saadetli bir kıyamet ve ne güzel bir haşir ki,-Vel Ba’su ba’del mevt-Ölümden sonra dirîliş haktır.- hakîkatinin küçük bir misalini bu zaman bize tasvir ediyor.
*Ya Rab!
Garîbem, bîkesem, zaîfem, natüvanem, alîlem, acizem, ihtiyarem.
Bîihtiyarem, el-aman gûyem, afv cûyem, mededhahem; zidergah et İlahî!
*Eğer benden sonra dünyada kalan kardeşlerimin teellümlerini düşünmeseydim, ben de, alicenap kardeşim Asım Bey gibi “Ya Rab! Canımı da al” diyecektim. Her ne ise…
*”Ya Rab!
Isparta, Risale-i Nur’un bir Medresetü’z-Zehrasıdır. Oradaki fena memurları dahi ıslah eyle, hüsn-ü akıbet ver”
*”Ya Rab!
Eman ver”
MEHMET ÖZÇELİK
26-02-2011




YA VARSA?

YA VARSA?
Bir ateistin Günlüğünden…
Yıllarca bir tanrıya inanmadan yaşadım!Tabi ya ona yaşamak denirse..aslında epey yaşlandım.
*Öldükten sonra dirilmeye inanmadım.Ancak hep ‘Ya Varsa’ larla yaşadım.Ya varsa hafakanları içerisinde her gün âhireti yaşadım.Öldüm dirildim.
Uyuyamadım,hep uyku hapları kullandım.
Ölen çocuğumu,anne-babamı hep düşündüm.Onlar nereye gitmişlerdi?Çukura mı?Gübremi olmuşlardı?Tarla farelerine yem mi olmuşlardı?
Yoksa bütün bunlar için mi yaratılmışlardı?
Ama olamazdı!Bunca olanların üstü bir çırpıda örtülemezdi.Örtemedim.Çok zorladım ve çok zorlandım.Dünyanın bütün kumaşlarını üzerine ve üzerime çeksem de yine bir değil bir çok tarafları hala açık kalıyordu.Aklımı örtemedim.Kalbimi susturamadım.Kâinat adeta hiç susmadı.Yalnızlık aradım..yalnız kaldım..o yalnızlıkta dahi yalnız olmadığımı düşünmeye zorlandım.
Eğer varsa inanmadığım şey bana nasıl ve neden verilsin ki.Çünkü inanmıyordum.
*Ne için çalıştığımı bilemedim.Kendimle götüremediğim ve bir daha da benim olmayacak olan çalışmaların ve kazançların ne değeri vardı ki?
Ben mutfak-tuvalet-yatak odası üçgeninde mekik dokumak için mi var olmuştum?
Benim basitçe dışarıya çıkmam,her hangi bir işi yapmam dahi tesadüfen olmazken,bunca işler nasıl tesadüfen olabilir,bir araya gelebilir ve bu uyumluluğu sağlayabilirler?
İnanmadığım için bir şey kazanmadığım gibi,inanmış olsam ne kaybederim ki?
Ya varsa?Evet ya varsa?
İnanmadığımdan dolayı ne kazanabilirim?Kazancım ne olur?
Ama ya varsa? İşte o zaman kaybım büyük olur?
Olmasını gerektiren sebebleri sıralayanlar milyonlarca.Oysa olmamasını gösteren hiçbir değil olmamakla beraber sadece indi,bana göre,ben görmüyorum bahaneleri?
Ya göremiyorsam?Görme kusuru olan ben isem?Bunca görenler kör de sadece ben ve benim gibi birkaç kişi mi kör değil?
Bütün duygularım inanmadığım tanrıyla barışmamı haykırıyor.Yoksa tanrı bildiğimde mi hata ediyorum.
Bir de onu bir ilâh ve bir Allah olarak düşünsem bulabilir miyim acaba?
O’nu yanlış yerlerde mi aryorum?Bulmama düşüncesiyle mi arıyorum.Ya bulursam üzerime yüklenecek yüklerin ağırlığından kaçmak için mi bulmaya çalışmıyorum?
Bir yerlerde mutlaka hata yapıyorum!
Sonsuzu sonlandırmaya,kendi dar boyutlarımın arasına almaya,maddeye büründürmeye çalışıyorum.
Acaba gördüklerim görmediklerimin,bildiklerim bilmediklerimin,duyduklarım duymadıklarımın,hissettiklerim ve anladıklarım hissedip de anlamadıklarımın kaç ta kaçıdır?
Neden milyarda bir bile olmayanlara sarılıp bağlanıyorum?
*Acaba şu koca alemde bize kim daha yakın?
Varlıklar mı?Peki neden hiç durmayıp gidiyorlar,değişip kayboluyor ve ölüyorlar.Onlar benim dostlarım ise,neden bu dostlar bana bir selam bile vermeden benden ayrılıp gidiyorlar?
Ama O’nu düşününce,bir anlık bile var olduğu aklıma geldikçe içim ısınıyor,içim umutla ve ümitle doluyor.
Yoksa o boşluk beni boğuyor.
Yoksa içimin sahibi O’mudur? İçimin boşluğunu dolduracak O’mudur?
Sahip olduğum paralarım,eğlencelerim,tatillerim,çevrem beni anlık rahatlatsa da sürekli mutlu etmiyor!Zaten bide bütün bunları bırakacağım düşüncesi beni daha da beter kahrediyor!
Yıllarca çalış,yığ,biriktir,ondan sonra da bir an da hepsini burada bırak git! Değer mi?
Kendimize kimi daha yakın hissediyoruz;Allah-a mı,O’nun Rasulüne mi,her ikisini mi?
Yoksa bunların dışındakilere mi?
Ya birileri bana sahip olmalı ya da ben birilerine sahip çıkmalıyım.
Allah-a ve O’nun rasulünün bizden taraf olması,yakın olması ona karşı ayrı bir yakınlık hissetmekteyiz ki,buda onun Allah yanındaki yerinin önemine işaret etmektedir.Ve onlar birbirlerinden de ayrılmazlar.
Ben O’nları kendimden ayırdıkça,O’nlar benden bir türlü ayrılmıyorlar. Rüyalarıma bile giriyorlar.Yoksa rüyalarım gerçek mi olacak?
*Çok-lar içerisinde çok-ça boğuldum.Çokluktan kurtulamıyorum.Bir bir-i arıyorum.
Gelin bir-e gidelim..bir olalım..birlik olalım..birde kalalım..birlikte kalalım..ilk babamızı ve ilk anamızı bulalım..birliğin kaynağına varalım…
Adeta ruhum bunları haykırıyor.Susturamıyorum.
*Ene nahnu-da eriyip Hüve-de yok olmadıkça,yokluğa, ve yok olmaya ve de silinmeye mahkum demektir.
Sözünde ifade edilen Bir- e mi gidiyoruz?O halde neden ben o Bir-den kaçıyorum.
Hiçbir şey bile değilken var oldumsa yine yok olacağım.O’ndan gelip yine O’na mı gideceğiz?
Gerçekten ben kimim?Beni gönderen kimdir?Benden ne istemektedir?Bunca gelenler neden kısa bir süre kalıp gidiyorlar?Bütün bunlar durmadan nereye gidiyorlar?
Ben niye geri kalmaya çalışıyorum?Geri kalmak hata değil midir?
Her gece sessizce kendi kendime şöyle dua ediyor ve yalvarıyorum;
-Ey bu alemleri yaratan yaratıcı!Kendini bana bildir,kendini bana tanıttır ve göster!
Yalnızlıktan bunaldım.Yalnızlığın verdiği vahşet bana dehşet veriyor.Senden kopamıyorum.Beni Kendinden koparma.Beni Sana bağla.
Ya varsa,sözleri bana nefes oluyor.
Ya yoksa sözleri nefesimi kesiyor.Öyle ki olsun da isterse cehennem olsun,ona da razıyım,diyorum.
Ama ya varsa?Niye cehennem olsun!Niye cehennemde kalınsın ki!Bunda hem cennetin kaybı,hem Seni görmekten mahrumiyet ve bir de üstüne üstlük cehennem gibi sonsuz bir hapis hayatı…
Bu kayıpları taşıyacak kadar güçlü müyüm ki?
Üzerime yüklenen yükümlülükleri yüklenmekten kaçarken ya bunca kayıpları nasıl yükleneceğim?
Tanrı dediğim o bilinen meçhulle barışmak istiyorum.O’nunla tanışmak istiyorum.
İçime sızan O’nun sızıntısına kadar duygu perdelerimi açmak istiyorum.Şimdiye kadar hep perdeli yaşamışım.Pencerenin önündeki,perdenin arkasındaki o nurdan habersiz yaşamışım.
Gözüme perdeyi çekerek O’nu bulmaya ve anlamaya çalışmışım.
Meğer alemde her şey O’na bir perde imiş.Öyle ki ben bile bana perde olmuşum.O’nu göstermemişiz.
Olmak için meğer ölmek gerekmiş!Tohum gibi çürüyüp sünbül vermek,yumurta gibi istihale geçirip göklerde uçmak,çekirdek olup çürüyerek ağaç olmakmış bütün mesele…
Meğer bunca yıl ölmeyi tercih etmişim olmaya karşı.
O yola girmek,O’nun yoluna gitmekle oluyormuş bu işler.Bir girdin mi,tren gibi gidiyormuş rayında.
Önceleri hiçbir yerde göremediğimi O’nu,şimdi her yerde görmeye çalışıyor,benimle beraber olduğunu hissetmenin ötesinde inanıyorum.
Oooh bee.Meğer dünya varmış..ben varmışım..her şey varmış..en önemlisi de O varmış…
Önceleri O’nunla beraber olmak beni korkuturken,şimdi O’nsuz olmak beni öldürüyor.
Bir seyyah gibi kâinattan O’nu soruyorum.O’nu her şeyde ve her yerde müşahede etmeye çalışıyorum.
Meğer tüm kâinat O’nun huzurunda saf tutmuşken,ben yıllarca safın dışında kalmışım.
İhata edemediğim,ifadeden aciz kaldığım bir saf içerisinde kendimi buldum.
Bunca kalabalık içerisinde hiç korku olur mu?Yokluk bulunur mu?
Pirenin midesinin seslerini işiten,hiç bu kadar insanların isteklerini duymamazlıktan gelir mi?Onlara ve onların isteklerine karşı sessiz ve ilgisiz kalır mı?
Madem O var,her şey var.Madem O yok o zaman hiçbir şeyde yoktur.
O’nu bulan neyi kaybeder ve O’nu kaybeden neyi bulur.
O’nu bulan her şeyi bulur.O’nu bulmayan hiçbir şeyi bulmaz.Bulsa da başına bela bulur.
O’nu bulan zindanda da olsa mutludur,talihlidir.O’nu bulmayan saraylarda da olsa mutsuzdur ve zindandadır.
Ey Nefsim…”Yalnız biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor. Biri talep et; başkaları lâyık değiller. Biri gör; başkalar her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar…”
25-05-2011
MEHMET ÖZÇELİK




YAKINDA OLAN ÖLÜM

YAKINDA OLAN ÖLÜM
Ben Allah ile bir sözleşme yaptım.85 yaşına kadar yaşayacağım,demişti.
Bunu söylediğinde daha 30 yaşlarında idi.
Bu sözü dediğinin ertesi günü bıçaklanmış,ölümden dönmüştü.Bir gün önce yapılan sözleşme feshedilmişti.
Bu herkes için geçerli olmaktadır.Kimsenin bir garantisi yoktur.
*10 yaşındaki çocuğu kendisine;baba yaşlanacaksın ve sonra da öleceksin değil mi?diye soruyordu.
Şimdiden gözü mirasta herhalde?
*Her insan her zaman ve her yerde ölüme çok yakındır.
Bu hayatı veren O olduğu gibi,alacak olan da elbette yinede O olacaktır.
Bu hayatı verene neden bu hayat feda olmasın?
*Genç ölümü düşünmeli..ölenleri düşünmeli..tsunamiyi düşünmeli..her gün ölen milyonlarca insanı düşünmeli..her gün kazalardan giden binlerce insanı düşünmeli.. gençliğin hiç şüphe yok ki gideceğini düşünmeli..50 sene önce kemal-i neş-e ile gülenlerin bu gün ya toprak olduğunu veya sevmek beklediği nazarlardan nefret gördüğünü düşünmeli.. helal dairesinin geniş olup,harama girmeye hiç lüzum olmadığını düşünmeli.. hayatını sefahetlerle sefalet içerisinde sürdürmemesi gerektiğini düşünmeli.. geçici lezzetlerle ebedi elemleri almamalı,ebedi lezzetleri kaybetmemeli.. gençlik üzerinde oynanan oyunun farkına varmalı..imanını kuvvetlendirmeli..hastahaneleri, hapishaneleri,mezaristanı düşünüp,ziyaret edip ibret almalı,ders çıkarmalı.
Yâdında mı doğduğun günler
Sen ağlar iken gülerdi âlem
Bir ömür sür ki, mevtin olsun
Sana hande, âleme mâtem
MEHMET ÖZÇELİK
28-03-2011




YARGI İNTİHAR ETTİ

YARGI İNTİHAR ETTİ

*Sevr-le sınırları tesbit edilen Türkiye,Lozanla geleceği şekilleniyor,elleri kolları bağlanıyordu.Şimdiki hukuk ise bunun kollarından biri..ahtapot gibi.
*Mailime gelen bir notta;’Yargı intihar etti.‏
“Bu karardan sonra her Türk vatandaşı reddi mahkeme hakkına sahiptir.Bu Yargıç, hakim,savcı,avukat ve hukukçular hukuku temsil haklarını kaybetmişlerdir.Her hangi bir Türk vatandaşı Türk Mahkemelerinde yargılanmayı red etme hakkına sahiptir.”
Yargı siyasallaşmıştır.
Yargıdaki skandallar Kollama-filmindeki Yiğit-in durumunu cazib hale getirmekte, Kurtlar Vadisi Pusu-daki Polat-ın durumuna özendirmektedir.
Cumhurbaşkanı 104.maddeyi devreye koymalı,alması gerekiyorsa yargıyı ve hukuku kurtarma adına bunu yapmalıdır.
‘Anayasa’nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.’
Meclis devreye girerek 107.maddeyi uygulamalıdır. ‘Yasama yetkisi Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Bu yetki devredilemez’
Ergenekonun yeni bir versiyonu olduğu da düşünülebilir;Yargıyı tuz gibi kokutup bozarak,milleti tahrik etmek,kendince yeni bir kaos ortamı oluşturmak.Bu da dikkat edilirse aleviler üzerinden sürdürülmektedir.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan meseleyi iyi niyetle ve hukuki olarak çözme taraftarıdırlar ancak unutulmamalıdır ki;”Aç olan canavara karşı sevgi gösterisinde bulunmak onun iştahını açar ve döner dişinin kirasını ister.
Şu an da hukukta bir kısım ve kesim dişinin kirasını istemektedir.
Anayasa mahkemesi,Yargıtay ve Hsyk bir kere yapmış olduğu yanlışını sonlandırmayacak,devamını da getirecektir.
Devletin ve milletin iyi niyeti su-i istimal edilmektedir.
Adalet başına zulmün külahını geçirmektedir.
Hakim kendisi müddei olsa kimden kime şikayet edelim.
Adalet bizden davacı olursa,asi dışarıda masum içerde,katil salınmış maktul alınmış ise biz kimi kime şikayet edeceğiz.
Baronlar hukuk çiğnenerek serbest bırakılıyor..darbe yapmaya teşebbüs edenler darbelerin önünü açıyor..devrimciler hukuk devrimi yapmaya çalışıyor..askeri darbe yoksa hukuk darbesi var,hangisinden alırdınız?
Çuvaldız çuvala sığmıyor,tuzun kokusu Türkiye sınırlarını aşıp dünyayı sarıyor.
Adaletin üzerindeki bu şaibe ve zulüm,keyfilik bir an evvel kaldırılmalıdır.

*Başbakan bile yani devletin en üstünde bulunan kişi bile hukukun geldiği noktayı şöyle özetliyor;’Artık hukuka inanç bitmiştir’
Türkiye-de hukuk son hakkını da aleyhinde kullanmıştır.

*Mahkemeden adi hüküm!!!
Parola: Adi Başbakan, adi vaka!
Deniz Astsubay Üstçavuş Çağrı Güler tarafından, 22 Şubat günü nöbet tutacak erler için parola “ADİ” işareti ise “BAŞBAKAN” olarak belirlenmişti.
ve Erdek Deniz Üs Komutanı Deniz Kurmay Kıdemli Albay Bülent Keçeci’nin imzasına sunulmuştu. Keçeci’nin imzaladığı liste tüm birliklere gönderilmişti. Skandal liste “Bilgi” amaçlı Erdek Mayın Filo Komutanı Tümamiral Atilla Kezek’in bilgisine de sunulmuştu. Kezek, Başbakan’a ağır hakaretin yer aldığı bu parolayı iptal edip, sorumlular hakkında işlem yapmak yerine uygulamaya koydu.
Askerî savcılıkça serbest bırakıldı.
İşte uygulamadaki hukuk ve laftaki hukuk.
Ve bu olay vatanı ve milleti korumakla görevli ordunun içerisinde cereyan etmektedir.
Yanlış anlaşılmasın Yunan ordusunun,İsrail askerlerinin içerisinde değil,Türk ordusunun içerisinde olmaktadır.

Hukuk adaletli kişinin elinde olursa,parmakta kesse acıtmaz.Ancak hakdan anlamayan,hak ve halk ile beraber olmayan bir kişinin elinde olursa o fiskede vursa acıtır.
Eskiden şeriatın kestiği parmak acımıyordu,şimdi ise hukukun yaptıkları çok acıtıyor.

*Bu gün Necdet Sezer milletin hapishanesinde,kendi hapishanesinde,yalnızlık hapishanesinde mahpus hayatı yaşamaktadır.
Zira atamış olduğu kimseler hukuk dağıtmıyor,hukukun önünü tıkıyor,hangi hakla milletin içerisine çıkacak ki?
Dışarıya çıkmıyor,dışarıda görülmüyor..gören yok..hapishane hayatı yaşamakta,aslında yaptıklarının hapsini çekmektedir.
Dünyanın sultanı da olsa böyle hapis hayatı yaşamaktansa hiç yaşamamak daha iyidir.
*Ordunun içerisinde cuntaya karışanlar emekli olduktan sonra milletin içerisine çıkamıyor.Nasıl çıksın ki,kaosla,balyozla,darbeyle uğraşmış,vurduğu milletten bir de saygı mı görsün?

Şu anda Türkiye-de sürmekte olan hukuk;Hukukun üstünlüğü değil,üstünlerin hukukudur.Tıpkı Bizans dönemindeki üstünlerin hukuku kendilerine göre kullanmaları gibi.
Hukuk başımızın üzerinde Demokles-in kılıcı gibi durmaktadır.
Hukukun iki tarafı değil,her tarafı kesmektedir.
Yapılan anketler milletin hukuka olan güvenini yitirdiğini göstermektedir.

-Ağaç baltanın kendisini kesmekte olmasından dolayı ağlıyormuş.
Baltanın acıtmasından dolayı mı ağlıyorsun,dediklerinde;
-Hayır demiş,benden olan baltanın sapı beni acıtıyor,onun üzüntüsünden ağlıyorum,demiş.
Hukuk içten çürümeye,yine kendisi tarafından bitirilmeye çalışılmaktadır.
Hukuk güvenini yitirmiştir…
MEHMET ÖZÇELİK
19-06-2010




ORDUNUN ÜSTÜNE ÇÖKERİZ

ORDUNUN ÜSTÜNE ÇÖKERİZ
Bir gündüz vakti önceden haber vererek ordunun üzerine çökeriz.
Bornoz paralarımızı devlete ödettikleri bütçeden geri alırız.
Bir baskınla herkes görev başındayken gizlenilen heron görüntülerini ortaya çıkarırız.
Gölcükte darbe yapar,darbe evraklarını darbemize kaynak oluştururuz.
Ecdada ait ne kadar ses getirecek cami varsa hepsine içinde kimseler yokken,bir Pazar günü birkaç el bomba atar,daha güzel ve onlara layık bir şekilde yeniden yapar ve yaptırırız.
Bir gün facebook-ta arkadaşlarla haberleşir,twitter-deki arkadaşlardan da yardım alarak ordunun içinde bulunan cunta ekibine baskınla çöker ve çökertiriz.Arkasından önceden yıllarca mesaimizi,varsa kafamızı ve vatan evlatlarına fişlettiklerimizi önce şişler,iyi bir işleriz.
Tatil harçlıklarını çıkarmak için önceden belirlediğimiz İstanbulun Fatih gibi semtlerindeki belediyelere baskın yapar,harçlıklarımızı isteriz.Boşalan kilerlerimizi fırınlardan,pastacılardan,baklavacılardan,peynirli helvacılardan,püskevitçilerden haraçlarımızı alırız.
On yılda bir adet edindiğimiz ve adet olduğumuz adet paralarını adalet çevresinde ve çerçevesinde akan kan bedeli olarak söke söke alırız.
SSK-yı bitirenler gibi aynı familyadan olan TSK-yı da biz bitiririz.Ecdadın altı asırda aldığını biz altı senede yitiririz.Bize kalan yeter,öbürü beter.
Alıştığımız kavgaya katılmayan komşularımızı kışkırtmak için yem olarak oltaya taktığımız uçaklarımızı hedef tahtası yapar,arkadaşlarımızın gelişmemiş duygularını geliştirmiş oluruz.
Gty-ı fuhuş merkezi yapar,kadınlara olan hassasiyetimizi kadın hakları çerçevesinde sürdürmüş oluruz.
Ücretlerimizi arttırmak ve olağan üstü ek tazminatımızı her zamanki gibi kesintiye uğratmama ve fazla uğraşmamak için Hizbullah ve pkk-dan da istifade eder,bilinse bile istifa etmeyiz.
Kapalı ödenekleri açık hale getirip,açıktan açığa ve de göstere göstere bizden sonrakilerin iştahını açık tutmuş oluruz.Daha sonra da açık tutma eğitim ücretlerini onlardan alır,sırtlarından sırtlanlar gibi geçiniriz.
Ya başaramazsak mı?
Şakası bile soğuk.Biz onu yıllarca başarmadık mı?Abilerimiz şey yani emir-komuta dingili yani cinciri bize her şeyi öğretmedi mi?
Zaten bizi çağıranlar var.Bak bugünlerde Hasan Cemal gibi’Kimse kızmasın kendimi yazdım’kitabında önce yedirdiği ve sonra yediği naneleri anlatan M.A.Birand gibilerini bulmadık mı?Üniversitelerden davetiyeler almıyor muyuz?.
Bizim için zırh mı yok?Bir zırha bürünürüz.Zaten bizde harpte kullanmak üzere önceden almış olduğumuz zırhlar depoda neredeyse çürüyor.Yenilerini üretmek,eskileri bir an evvel yürütmek lazım.
Bak Eşref abi işimize karışıyordu,işimizi yaptık,kafaları karıştırdık.
Milletvekili oluruz.Bir şirkete bildiğimiz açıkları kapatmak için danışman oluruz. Dokunuruz,dokundurmayız.
Büyük abimizden öğrendiğimiz Ladin senaryolarını uygularız.Onunda büyük abisinden ders aldığı kaos planlarını devreye koyarız.Olmadı mı;
Hemen yeni Ladinler üretir,kaoslar türetiriz.
Biz başbakanın önünden kalkmamış adam!ız.Bizim engin bir alanımız var.Vallaha kafamızı kızdırmasınlar, Menderesi astığımız gibi onları da asarız.Zaten İp-imiz de var,ip-sizimiz de,ip verenimiz de.
Artık Atatürkçülük mayası tutmuyor,yeni mayalar bulalım,mayalıları bulamazsak mayasızları mayalar,anasını babasına satarız.
Arkadaş,elde ne kadar kaset var?
Sürülerin mi?Şey yani sürülerle!.Sürülerle beraber çekilmiş,daha taze ve sıcak,yataktan yeni çıkmış.
-Abi bu derinlerde kala kala artık bende korkuyorum.
Tamam..Deniz altıları yukarıya çıkarırız.Hava-mızı alırız.Denizin altında yediğimiz balıkları,yukarıdaki alıklara yediririz.Örnek oluruz,örnek veririz.Bizde örnek çok,yok diye bir şey yok.Denizde bulamazsak karaya çıkar,jan komşudan alırız.
Bir türlü şu cemaatları bitiremedik.Evelden statükonun allahı bizdik,suç uyduruyor,suç mutlaka buluyorduk,şimdi ise statükonun allahı Ankara’da.Biz bitirdikçe,onlar bitiyor, her yerde.
Bize demir el lazım.Balyoz gibi,kodumu devireyim.Elime birde eldiven geçiririm, parmak izi de kalmaz.Birde bunu ay ışığı-nda yaptım mı kimse farkına varmaz.Nasılsa seminer yapıyoruz,değil mi?Bu durum Senin sülaleni,besler.
Bizim yaptığımız her şey kanuna uygun.Kayıp trilyonlar bulunuyor mu?Çünkü kanunu biz uydurduk.Emasya öyle diyor.İnanmazsan Kozmik odaya bak.Başkası değil ha!Bu kıyağımı da unutma.Herkese öyle göstermem.Feriştahın değil,cumhurbaşkanın bile gelse,yok öyle.Orası bizim çiftlik,içinde var tiftik.Analar çorap örecek de.Danışmend-lerimiz sipariş vermişler.Hukukçularımızın gözetiminde.
*Abi gene de korkuyorum yav.Ya boyamız meydana çıkarsa?
-Önemli değil oğlum.Onlara bir Çiçek veririz,dikenlerden arındırılmış.Olur biter.
-Ya dikenler bize batarsa?
-Bizde herkese batırır,başkalarına çuvaldız göndeririz.Yardım Sandığı kurar,birazda oradan nemalanırız.
Hem biz Apo-yu niçin besliyoruz!.Sağmak için.
-Abi yav.Onunda südünün kokusu çıkmaya başlıyor.
-Oğlum bir tatlandırıcı attık mı,tamamdır icabında.
Bizde adam! mı yok.Sağdan mı istersin soldan mı?Türkücü mü istersin,mütahit mi istersin?Evrimci mi istersin devrimci mi?
Bir psikolojik harekatla tüm psikolojileri evel Allah şey yani evel zerdüş bozarız. Bozmaya üzerimize yoktur.
Bak Rusya bitti,bizde maşallah ot gibi bitiyor.İçimde tütüyor.
Ahmet-e şık bir iş yaptırdık.Öbür çiftçiye senaryo kurdurduk.Biz adam!ı çıkarttığımız gibi indiririz de.At da bizde kırat da.Adam!a şapkasını bile istesek vermeyiz.
-Abi bu kadar topladığınız eşarpları ne yapacaksınız?Sosyete pazarında mı satacak sınız?
-Ulan oğlum,hala kafan çalışmıyor.Senden adam olmaz.Bu kadar yaptıklarımızın üzerini ne ile örteceğiz?Elbette renkli renkli eşarplarla…Fark edilmesin diye.
-Abi dışarıdan ihaleler ile en ucuza verene verip,onlardan alsak yani onlara bu işleri yaptırsak daha iyi olmaz mı?
-Kafan biraz çalışmaya başladı.Zaten dışarıya ihalelerimiz her zaman açık!!!
-Abi bu yaptıklarımız dine uygun mu?Küçük-ken nenem hep söylerdi de?
-O konuda bizim özel hocalarımız var.Bem beyaz,hiç kiri göstermiyor.Fetvayı da onlardan alıyoruz.Yani senin anlayacağın,tabi ya anlarsan,Minareyi çalmadan önce kılıfını uyduruyoruz.Gerçi gittikçe zorlaşmıyor da değil yani.Mızrak kabına sığmıyor, biz sığdırıyoruz.Ne yapalım alışmış yani alıştırılmışız bir kere,yapıyoruz her kere.
-Şimdi beni meşgul etme.Hayat-Memati meseleleriyle uğraşmaktayız.
12 Haziran için tüm Hızır servisleri devreye koyduk.Bir kaybedersek pir kaybederiz.Bir kazanırsak da tüm kaybettiklerimiz silivrideki sivrilerimizi kurtarmış oluruz.Yoksa bir asırdır zulaladıklarımız başımıza dolanır.
Doğan abimizin yetiştirdiği on binleri çağırdık,devreye koyduk.Yeşil abimiz önümüzü ve yolumuzu açıyor,kırmızıya yakalanmıyoruz.Dağdaki yedekleri şehirlere postaladık, dış ihaleleri yaptık.Yağlı oldu.
Durumumu görüyorsun değil mi?Zayıflamışım.Çünkü çok yağ kaybettim.Onca yediğim yüz senelik yağlar erimeye başladı.Artık eskisi kadar yağlıda yiyemiyoruz.Orduyu boykota çağırdık.
-Yağ isteriz..yağımız bitti..yağlanamıyoruz..yağcılarımız azaldı..yağdanlıklar kaldırılıyor..evvelden yağlar gökten yağar gibi yağar,şimdi ise azar azar..bundan dolayı kimse durur mu elbet azar..yazarlarımız bunu yazar..azar azar zihinlere kazar.
İsterüüük..bizde isterük..kazanlarımızı isterük..karavanalarımızı dolu isterük..biz eski çeriler gibi değiliz..sizde eski Mahmutlar…
Eski çamaşırlarımız kirlendi,yeni çamaşırlar isterizzz.
Hey gidi günler hey.Nerelerden nerelere düşüyoruz.Biz öyle düşecek adammıydık.Bir adamımızın Ümraniye-de yaptığı hata Silivri-de devam etti.Kim bilir nerede sonlanacak!
Şimdiye kadar çok iplik durumları çözdük artık ipte kalmadı.
Yaa işte evlat böyle…Bu daha ayının kuyruğu..gövde ve kafası ortaya çıkmadı.
Buz dağının görünen kısmı.
Bu şanlı orduyu tarih yazdı bitiremedi,içindeki cuntacılar bitirdi.Şimdi de cuntacıları yazmakla bitiremeyecek.
Ordu gusül abdesti almalı,herkese aldırmalı.
20-05-2011
MEHMET ÖZÇELİK