LAWRENS

LAWRENS

-Lawrens,bir çok İngiliz ajanı içerisinde imtiyaz edilip,başrolde oynanan oyuncu olarak takdim edilen kişi.

-Lawrens-in tüm hedefi,Osmanlıyı Arabistan yöresinden kovmak idi.

-Bir asırdır sürdürülen,son günlerde devreye konulan Kürt kartı,Lawrensin başlattığı proğramın devamı niteliğindedir.

-“ Arap Birliği, Arapların, Osmanlı Devleti’ne karşı koyma denemesi için I. Dünya Savaşı sırasında Almanlar’ın daha sonra İngilizler’in gerçekleştirmek istedikleri eski bir rüyaydı. Lawrens’in Arap lejyonunun anlamı da buydu. Büyük İngiliz rüyasıyla büyük Müslüman dünyası içinde Osmanlı Devleti’ni Arap halklarıyla çatıştırmaktı.”

-Dün Lawrensin uygulamaları ve bugün devam ettirilen politikalar;islâmın dışa açılmasını engellemek,içine kapanmasını sağlamaktır.

-“ Bu arada İngilizlerin Arabistan’da Cemaleddin Efgäni ve meşhur casus Lawrens yolu ile hilafet meselesini kurcalamaya başlamaları üzerine, Sultan Abdülhamid de bölgeye büyük bir derviş kafilesi gönderdi. Aynı şekilde bir kafileyi de Hindistan’a gönderen Padişah, böylece İngilizlerin propagandalarını etkisiz kılmaya çalıştı. Padişah’ın bu faaliyetleri üzerine İngilizler onu saltanattan uzaklaştırmadıkça emellerine kavuşamıyacaklarını anladılar. Bunun için İttihad ve Terakki Cemiyetinin faaliyetlerine hız verdirdiler. Başta Adana olmak üzere memleketin çeşitli yerlerinde isyanlar çıkardılar. Neticede İttihad ve Terakki Partisine mensup bazı Türk subayları, Padişah’ı, Kanun-i Esasi’yi ilan etmeye zorladılar.”

-Hedefinin başında,İslâm dünyasının mayası olup,birliği tesis eden Hilafeti yıkmak idi.Ve uğurda gayret gösterip,başarıya ulaştı.Ancak bu konuda yalnız değildi.İç ve dış destekle bu işi yürütüyordu.

-Lawrens bir sembol oldu.Bir devletin yani İngilterenin kin ve hıncını boşaltan bir kişi olarak şekillendi.

-Bildiği iyi Arapça sayesinde halk içerisinde onlardan biri gibi görülüyor,faaliyetlerini rahatça yürütüyordu.

-“ Lawrens, İngiltere’de yazdığı çeşitli mektuplarda: “Osmanlıların kökünü Suriye’den kazımak için çok uğraştım” diye bir ifade kullanmaktadır.”

-“ Lawrens, Osmanlı vatandaşı olan Boutagy’e para karşılığında kendisiyle çalışmasını teklif eder. Boutagy Osmanlılar’a ait her bilgiyi tesbit edilen günde Lawrens’e aktaracaktır. Kurulan teşkilat sayesinde çok kıymetli siyasi ve stratejik vesikalar elde ediliyor, anında Lawrens’e aktarılıyordu. Osmanlı Devleti’nin Süveyş bölgesi’ne asker çıkarmak isterken, bundan vaz geçip Çanakkale’yi daha kuvvetli bir şekilde müdafaa edeceği öğrenilmişti. Bu haberleri getirenlere Lawrense fazlasıyla cömert davranıyordu. Ve bilinmeyen Lawrens’in sonradan Gizli Teşkilat’da haritalama işinde vazifeli olduğu söylendi.”

-“ Lawrens, yeni bir fikirle tekrar sahnededir. Kahire bürosuna çektiği telekste bu fikrini belirtir: “Şayet Osmanlı İmparatorluğu (!) yıkılır Sultanda ortadan kaldırılırsa, ki Halifelik Yavuz Sultan Selim’den beri Osmanlı hanedanının tekelindedir, böylece Halifelik tekrar Hz. Muhammed’in ailesine geçebilecektir. Halen Mekke Şerifi Hüseyin, eğer yukarıda izah ettiğimiz hadiseler vukuu bulursa, Halife olacak ilk namzettir.”

-“ En çok işe yarayacak adam Hüseyin’dir. Mekke Şerifi Hüseyin, yaşlı bir din adamıdır. Hüseyin, Mekke Şerifi olmadan önce Osmanlı İmparatorluğundaki (!) vazife yeri İstanbul’du. Ancak bütün dini liderler arasından kendisi seçilerek Mekke Şerifliğine getirilmişti. Arabistan’daki liderler içinde Arap asıllı tek şahsiyet olmasıdır. Bu yüzden Mekke Şerifi Hüseyin, Arap Milliyetçileri arasında en az muhalifi bulunan lider olarak kabul ediliyordu. Zaten bütün bu hususiyetlerinden dolayı da Arap isyanının lideri olarak sahnede Hüseyin’i görüyoruz.

Tamamen Lavrens’in şahsi kabiliyetinin bir eseri olarak, daha açıkçası buna dayanan bir hareketle “isyan” Mekke’yi almış, Hicaz’ın büyük bir kısmını ele geçirmiş ve böylece “Büyük isyan” haline gelerek Medine’nin önüne gelip dayanmıştır. Şimdi asıl mesele Hacca giden tren yolunu kesmekti. Bunu yapmakla da “Haremeyn”i de kaybeden Türklerin (!) bölgedeki varlığına son vermek demekti. Buda Deraa’yı işgal etmekle mümkün olabilirdi. Hemen İngilizlere başvuran Hüseyin, Hicaz tren hattını bombalamak için “Hofitzer” ve dağ topları almasına rağmen, yinede hattı yarma imkanı bulamamıştı.”

-Lawrens aynı zamanda bir homoseksüeldir.

-Asırlardır Osmanlılar tarafından Necib kavim olarak değerlendirilen Araplara bu noktadan yaklaşan Lawrens,onlara başlı başına bir pâye vererek Osmanlıyı reddetmelerini,onların boyunduruluğundan kurtularak müstakil ve tek bir millet olma avutmacalarıyla onları bizden,bizleri de onlardan koparmıştır.1.Dünya savaşı ile bu kopmalar baş göstermiştir.O kutsal topraklar elimizden çıkmıştır.

– Orta Doğu bölgesinde Arap milliyetçiliği ve ırkçılığını yürüten Getrude BELL, Captain Shakespeare ve Thomas Edward LAWRENS birinci sırada gelir.

– LAWRENS, 1888’de doğmuş ve Zengin bir aileye mensuptur. Oxford Üniversitesi’nde arkeoloji tahsil görmüştür.. Arabistan, Suriye, Mısır ve Filistin’ de çeşitli araştırmalar yapmış;Ortadoğu üzerine o insanlardan yaşayış yönüyle farklılık arzetmemektedir.Ve bir motorsiklet kazasından sonra 19 Mayıs 1935’te Londra’da ölmüştür.

-Lawrens bir şeyh kıyafetiyle bol paralar sarfederek emellerini gerçekleştirmiştir.

-Lawrens şöyle diyor:”Araplar hiçbir zaman bir bayrak altında toplanamayacaklar ve tek bir devlet olamıyacaklardır.Onlar için en mükemmel bir idare,Türk idaresidir.Biz kendi menfaatlarımızın icabı olarak ihtiyarlamış ve değişen şartlara göre yaşama gücünü tazelememiş bu idareyi yıkacağız ve istediklerimizi elde edeceğiz,fakat hiçbir zaman Türk’lerin yerini alamayacağız.Bu yer,ebediyen boş kalacaktır.”[1] -“İngilizler İslâm devletleriyle aramızı açtılar.Osmanlılara çok çektirdiler.İngilizler ve Fransızlar da çok çekecekler.”[2]

10-5-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Geçmişi Bilmek-1-M.Kafkas.sh.74.

[2] Feyizlerden Damlalar.M.Feyzi Efendi.M.Özdağ.




KUR’AN-I KERİM’DE SABAH-SEHER VE ŞAFAK

KUR’AN-I KERİM’DE SABAH-SEHER VE ŞAFAK

-SABAH:

1-[003.041] [E1] Zekeriyya: “Rabbim bana bir alamet ver!” dedi. Allah: “Alametin insanlarla üç gün yalnızca işaretten başka türlü konuşamamandır. Bununla birlikte Rabbini çok an ve akşam-sabah tesbih et!” buyurdu.

2-[003.103] [E1] Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Sizler birbirinizin düşmanları iken O, sizin kalplerinizde bir uzlaştırma meydana getirdi ve O’nun nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz. Bir de siz, bir ateş çukurunun tam kenarında bulunuyordunuz ve O, sizi tutup ondan kurtardı. Şimdi Allah’a doğru gidebilmeniz için size ayetlerini böyle açıklıyor.

3-[006.052] [E1] Rablerinin rızasını isteyerek, sabah-akşam O’na dua edenleri yanından kovayım deme! Sen onların hesabından sorumlu değilsin, onlar da senin hesabından sorumlu değildirler ki, biçareleri kovup da zalimlerden olasın.

4-[006.096] [E1] Tan attırıp sabahı çıkaran O’dur. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ile ayı da vakit ölçüsü yapmıştır. İşte bu, o güçlü ve herşeyi bilenin takdiridir.

5-[007.091] [E1] Derken onları o dehşetli sarsıntı yakalayıverdi ve hemen yurtlarında çökekaldılar.

6-[007.205] [E1] Sabah ve akşamları içinden yalvararak, gizlice ve kendin işitecek kadar bir sesle Rabbini zikret de gafillerden olma!

7-[011.067] [E1] O zulmedenleri ise bir müthiş ses yakaladı da yurtlarında çöke kaldılar.

8-[011.081] [E1] Elçiler: ” Ey Lut, emin ol, biz Rabbinin elçileriyiz; onlar sana ihtimali yok el uzatamazlar, sen hemen silenle gecenin bir bölümünde yola çık. İçinizden hiçbir kimse geri kalmasın, ancak karın hariç; çünkü onlara gelen felaket ona da gelecektir. Haberin olsun, onlara va’dedilen zaman sabahtır, sabah yakın değil mi?” dediler.

9-[011.094] [E1] Emrimiz geldjğinde Şu’ayb’ı ve beraberinde iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O zulmedenleri ise dehşet verici bir ses yakaladı ve yurtlarında çöküp kaldılar.

10-[013.015] [E1] Oysa göklerde ve yerde ne varsa, ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah’a secde eder.

11-[015.066] [E1] Ona kesin olarak şu emri vahyettik: “Sabaha çıkarken şunların arkaları katiyyen kesilecek.”

12-[015.083] [E1] Bunları da sabahleyin korkunç ses tutuverdi.

13-[016.006] [E1] Akşam getirip sabah salarken onlarda sizin için bir güzellik vardır.

14-[018.028] [E1] Sabah akşam Rablerine rızasını dileyerek dua eden kimselerle beraber nefsince sabret! Sen dünya hayatinin süsünü arzu ederek onlardan gözlerini ayırma. Kalbini, Bizi anmaktan gafil kıldığımız, keyfinin ardına düşmüş ve işi aşırılık olmuş kimseye uyma!

15-[019.011] [E1] Derken, mihrabdan kavminin karşısına çıkıp onlara: “Sabah ve akşam tesbih edin!” diye işaret verdi.

16-[019.062] [E1] Orada hiç boş söz işitmezler; ancak bir “Selam” işitirler. Orada sabah akşam rızıkları da vardır.

17-[024.036] [E1] O evlerdeki, Allah onların yüceltilmesine ve kendi adının içlerinde anılmasına izin vermiştir. Onlarda sabah ve akşam üstleri O’nu tesbih ederler.

18-[024.058] [E1] Ey iman edenler, sahibi olduğunuz köleleriniz ve henüz erginlik çağına girmemiş olan çocuklarınız,(odanıza girmek için) sizden üç vakitte izin istesinler; sabah namazından önce, öğle sıcağında elbisenizi çıkardığınız sırada ve yatsı namazından sonra. Bunlar, sizin için üç eksikli (açık bulunabileceğiniz) vakittir. Bunların dışında ne size, ne de onlara bir günah yoktur; çevrenizde dolaşırlar, birbirinizle iç içesinizdir. İşte böyle, Allah size ayetlerini açıklıyor. Allah , herşeyi bilendir, hikmet sahibidir.

19-[025.005] [E1] Yine dediler ki: “Bu eskilerin masallarıdır, onları yazdırtmış da akşam sabah onlar kendisine okunuyor.”

20-[028.010] [E1] Musa’nın annesinin yüreği ise bomboş sabah etti. Şayet inananlardan olması için kalbine kuvvet vermeseydik, az daha onu açığa vuracaktı.

21-[028.018] [E1] Derken şehirde korku içinde çevreyi gözetleyerek sabahladı ve birden dön kendisinden yardım isleyenin yine feryad ettiğini gördü ve Musa ona: “Besbelli sen bir yaramazsın!” dedi.

22-[028.082] [E1] Dün onun yerinde olmayı temenni edenler de bu sabah şöyle diyorlardı: “Vay be, demek ki, Allah, nimetini kullarından dilediğine seriyor ve kısıyor. Eğer Allah bize lutufta bulunmasaydı, bizi de batırmıştı. Ay, demek ki, gerçekten kafirler felah bulmayacaklar!”

23-[029.037] [E1] Buna karşı onu yalanladılar. Derken, onları o sarsıntı tutuverdi de yurtlarında dizleri üstü çöke kaldılar.

24-[030.017] [E1] O halde akşama girdiğiniz zaman da sabaha girdiğiniz zaman da Allah’ı tesbih edin.

25-[033.042] [E1] O’nu sabah akşam tesbih edin!

26-[034.012] [E1] Süleyman’ın emrine de rüzgarı verdik. Sabah gidişi bir aylık akşam dönüşü bir aylık yol idi. Erimiş bakır kaynağım da ona sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle elinin altında cinlerden de çalışan vardı. Onlardan da her kim emrimizden saparsa, ona ateş azabım tattırırız.

27-[037.137] [E1] Ve siz sabahları onlara uğrar ve üzerlerinden geçersiniz,

28-[037.177] [E1] Fakat (azap) onların sahasına indiği zaman o acı haber verilenlerin sabahı ne fenadır!

29-[038.018] [E1] Biz dağları onun emrine vermiştik, akşam ve işrak vakti onunlar birlikte tesbih ederlerdi.

30-[040.046] [E1] Ateş; onlar, sabah akşam ona karşı sunulur dururlar. Kıyamet kopacağı gün de: “Tıkın Firavun ailesini en şiddetli azaba!” (denilir).

31-[040.055] [E1] O halde sabret, çünkü Allah’ın va’di haktır; günahının bağışlanmasını dile ve akşam-sabah Rabbini hamd ile teşbih et!

32-[041.023] [E1] İşte Rabbinize beslediğiniz o zannınız, sizi helaka sürükledi de hüsrana düşenlerden oldunuz.

33-[048.009] [E1] Allah’a ve peygamberine inanasınız da bunu takviye edip onurlandırarak O’na sabah akşam tesbih edesiniz diye.

34-[054.038] [E1] Andolsun ki, kendilerini kararlı bir azap bir sabah bastırıverdi.

35-[068.017] [E1] Haberiniz olsun ki, Biz onlara bela vermişizdir, (tıpkı) o bağ sahiplerine bela verdiğimiz gibi. O sırada ki, sabah olunca mutlaka onu devşireceklerine yemin etmişlerdi.

36-[068.021] [E1] Derken sabaha yakın birbirlerine seslendiler.

37-[074.034] [E1] açtığı sıra o sabaha andolsun ki,

38-[076.025] [E1] Rabbinin ismini hem (sabah) erken, hem de ikindi üstü an!

39-[081.018] [E1] nefeslendiği zaman o sabaha ki,

40-[100.003] [E1] sabahleyin baskın basanlara,

41-[113.001] [E1] De ki: “Sığınırım o sabahın Rabbine,

SEHER :

1-[003.017] [E1] O sabredenleri, doğruluktan ayrılmayanları, divan duranları, nafaka verenleri ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenleri koru! derler.

2-[051.018] [E1] Seher vakitlerinde hep bağışlanma dilerierdi.

3-[054.034] [E1] Biz de üzerlerine taşlar yağdıran (kasırga) gönderdik. Yalnız Lut ailesini bir seher vakti kurtardık,

ŞAFAK :

1-[084.016] [E1] Şimdi yemin ederim ,o şafağa,

Not:Elmalı mealinden yararlanılmıştır.

Mehmet ÖZÇELİK

04-07-2003




KADİR GECESİ

KADİR GECESİ

Kadir ve kıymeti değerli olan bir gecedir.

Âyetlerde:”Biz onu (Kur’an-ı) Kadir gecesinde indirdik.Kadir gecesinin ne olduğunu sana haber veren oldu mu?Kadir gecesi,bin aydan daha hayırlıdır.Zira o gecede,her iş hakkında bir takım emirler alarak Rablerinin izniyle melekler ve ruh (Cebrail) yere iner.O gece, selâmettir, esenliktir. Fecrin doğuşuna kadar devam eder.”(Kadr.1-5)

“Fecr,on geceye…yemin olsun ki…”(Fecr.1-2)

Burada yapılan yeminin,Ramazanın son on günü olduğu söylenmiştir.

Andolsun o Kitab-ı Mübine ki,biz onu mübarek bir gecede (Kadir gecesinde) indirdik.Çünkü biz uyarıcıyızdır.”(Duhan.2-3)

Geçmiş ümmetlerin ömrünün uzun ve ibadetli olmasına karşı,bize ihsan edilen bu mübarek geceler de uzun ömrü kazandıran gecelerdir.

Bu gecede melekler tüm dünyayı ve alemi gezerek istiğfar ve duada bulunanları tesbit ederler.

Bu gece,tüm alemin aydınlandığı bir gece,tüm cehaletlerin kalktığı bir gecedir.

Kur’an-ın ve tüm hükümlerinin devreye girdiği bir gecedir.

Kâinatın aklı mesabesinde olan Kur’an ile insanlığın aklına kavuştuğu bir gecedir.

Allah’ın varlığının en büyük alametleri olan Rasulullahın ve Kur’an-ın buluştuğu bir gecedir.

Kur’an ile şekillenen maddi alemimizin değişmesiyle beraber,mânevi alemimizin de şekillendiği bir gecedir.

Âşıkların maşukuna kavuştuğu bir gecedir.

Şeytanların zincire bağlanıp,nefsin teslim ve terbiye olduğu bir gecedir.

Maddi ve mânevi alemimizin istihaleden geçtiği bir gecedir.

Ramazanın son on gününde yapılan itikafla da,âdeta âhiret adamı olma gecesidir,bu gece.

Tüm ibadetleri cemeden bir gecedir,bu gece.

10-5-2003

Mehmet ÖZÇELİK




İYİLİK ELBİSEYİ GETİRİR

İYİLİK ELBİSEYİ GETİRİR

İyiliğin sonuçta iyilik getireceğine inanan bir insandı.Kötülüğe karşı yapılan bir iyilik bile,elbette neticesiz kalmaz,er geç iyiliğe vesile olurdu.

Atasözünde de ifade edildiği gibi,”İyilik yap denize at,balık bilmezse,Hâlık bilir.”

Her gözetenin üzerinde,elbette bir gözeten vardır.İşte bu düşünceyi teyid eden bir olay:

-Şantiyenin bir odasında kalıyordu.Durumuda iyi olan bir kimse değildi.Zor kanaat geçinmekte idi.Ancak genede bir takım elbisesi almış,birde yeni bir ayakkabıya sahipti.

Şantiyede elbiseyle,ayakkabıyı dolabına koymuş,gerektiğinde giyiyor,onun dışında terlik ve iş elbisesiyle dolaşıyordu.

Bir gün odasına girdiğinde pencerenin açık olduğunu,dolapta da elbise ve ayakkabısının olmadığını gördü.

İhtiyacı da vardı.Zaten ihtiyacı olmasa almazdı.Bu da birkaç yılda bir oluyordu.Fakat yinede iyi niyetinden vaz geçmedi ve dedi;Demekki bu eşyalarımı alan adamın benden daha fazla ihtiyacı varmış.İhtiyacı olmasaydı,almazdı.Eğer alan çocuk olsaydı;başka bir şey götürürdü,onuda satardı.Fakat büyük adam elbisesi ve ayakkabısı götürüldüğüne göre,o halde bunu alan da büyük bir kimse idi ve ihtiyaç sahibi idi.

Bir gün eşyalarının çalındığını sohbet esnasında arkadaşına söyledi.Oda hemen jandarmaya,polise haber vermesini söyledi.Bu ise böyle bir teklife sıcak bakmadı ve şikayette bulunmadı.İyi niyetini sürdürmeye devam etti.

Bir gece vakti,geç vakitte kapı çalındı.Açtığında birden karşısında jandarmayı ve muhtarı gördü.Bir şey anlıyamadığından şaşırdı.Ve sebebini sorduğunda;bir hırsızlık ihbarı olduğunu,davacı olunduğunu söylediler.

Kendisi ise böyle bir şikayette bulunmamıştı,demekki arkadaşı gidip onun adına şikayette bulunmuştu.

Gelenlere ihbarda bulunmadığını,davacı da olmadığını,öncede ifade ettiği üzere,ihityacı olduğundan almış olacağını söyleyerek kapatmaya çalıştı.Onlar ise bu ifadeye karşı imzada bulunmalarını söyledilerse de onu da imzalamayıp,onları gönderdi.

Aradan birkaç gün geçmişti.Bir gün yine şantiyeye geldiğinde elbise ve ayakkabılarının pencereden içeriye atılmış olduğunu gördü.

Arası birkaç gün daha geçmişti ki,çalan kişi bir mahcubiyet içerisinde şöyle bir ikrarda bulunarak,özür diledi:

-Benim bir akrabamın düğünü vardı.Giyecek hiçbir şeyimde yoktu.Bu düşünceyle senin elbise ve ayakkabılarını aldım.

Ancak daha sonra senin davacı olmadığını ve gelen jandarma ve muhtarı göndererek;elbette bu adamın ihtiyacı varmış ki,götürmüş,sözünden dolayı,geri utancımdan size vermeyip,pencereden içeriye attım.

Özür dilerim.

Doğruluk doğruluk getirir.Yanlıştan dönmek güzellik getirir.

26-05-2003

Mehmet ÖZÇELİK




KUR’AN-I KERİM’DE KEŞKE –LEV-LEV LA….-

KUR’AN-I KERİM’DE KEŞKE –LEV-LEV LA….-

Keşke- Lev- ifadesi Kur’an-da 85 yerde,-Ve Lev- şekliyle 109 yerde geçer.Gerek dünyada gerekse de âhirette kaçmış ve ele geçmeyen bir şeyi elde etmek için temenni etmeyi ifade eder.

Levlâ ifadesi 35 yerde geçmektedir.Bu da –şöyle veya böyle olsaydı ya!-anlamlarına gelmektedir.

Keşke ve temenni eden kelimelerden –Leytenâ- 2 yerde,-Leytenî- 8 yerde,Leytehâ- 1 yerde,-Leyte- 3 yerde geçmektedir.

Elmalı mealinden faydalanılmıştır.

-LEV-

1-[002.096] [E1] Onları, insanların hayata en düşkünü hatta müşriklerden bile daha düşkünü bulacaksınız. Onlardan her biri, bin sene yaşamayı arzu eder. Halbuki, ömürlü olmak kendisini azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah, onların neler yaptıklarını görüyor.

2-[002.102] [E1] Tuttular Süleyman’ın mülküne dair şeytanlarınuydurup izledikleri şeylerin ardına düştüler. Oysa, Süleyman kafir olmadı, ama o şeytanlar kafir oldular; İnsanlara büyücülük ve Babil’de Harut, Marut adında iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi: “Biz ancak bir imtihan için gönderildik, sakın sihir yapıp kafir olma!” demedikçe bir kimseye büyü öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı-koca arasını ayıran şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar veremezlerdi. Kendilerine zarar verecek ve faydası olmayacak bir şey öğreniyorlardı. Andolsun ki, onu her kim satın alırsa, onun ahirette bir nasibi olmadığını da çok iyi biliyorlardı. Keşke kendilerini ne kötü şey karşılığında sattıklarını bilselerdi!
3-[002.103] [E1] Evet! İman edip de (büyü gibi günahlardan) sakınmış olsalardı, elbette Allah tarafından verilecek bir mükafat çok hayırlı olacaktı; bunu bir bilselerdi!

4-[002.109] [E1] Kitap ehlinden bir çoğu arzu etmektedir ki, hak kendilerine gün gibi aşikar olduktan sonra sırf nefsaniyetlerinden ve kıskançlıktan ötürü, sizi iman ettikten sonra çevirip kafir etsinler. Şimdilik siz, Allah emrini verinceye kadar af ve hoşgörüyle davranın. Şüphesiz ki, Allah her şeye gücü yetendir.

5-[002.167] [E1] Uyanlar da şöyle demektedir: “Ah bizim için dünyaya bir dönüş olsaydı da onlar bizden kaçtıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! İşte böyle Allah, onlara bütün yaptıklarını üzerlerine çökmüş, pişmanlıklar halinde gösterecektir. Onlar, ateşten çıkacak değillerdir.

6-[002.170] [E1] Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” denildiğinde, “Hayır, atalarımızı neyin üzerinde bulduksa ona uyarız.” dediler. Ya ataları birşeye akıl erdirememiş ve doğruyu seçememiş idiyseler?

7-[003.030] [E1] Herkes ne hayır işlemişse ve ne kötülük yapmış ise önüne konmuş bulacağı gün, onlarla arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Yine Allah, sizi kendisinden korkmanız için uyarıyor ve Allah, kullarını çok esirgiyor.

8-[003.069] [E1] Kitap verilenlerden bir topluluk, sizleri şaşırtmayı arzu etti. Oysa kendilerini şaşırtıyorlar da farkına varamıyorlar.

9-10-[003.154] [E1] Sonra o kederin arkasından size içinizden bir zümreyi saran bir güven, bir uyku indirdi; diğer bir zümre ise kendi dertlerine düşmüş, Allah’a karşı cahiliyye kanaatine benzeyen gerçek dışı bir kanaat besliyorlar: “Bizim yapacağımız bir şey var mı?” diyorlardı. De ki: “Şüphesiz, bütün iş Allah’ındır.” Onlar, içlerinde sana açıklamadıkları bir şey gizliyorlar, “Bizim bu işte görüşümüz alınsaydı burada öldürülüp gitmezdik” diyorlar. De ki: “Evinizde bile olsaydınız öldürülmesi takdir edilmiş bulunanlar çaresiz yine çıkıp ölecekleri yerleri boylayacaklardı. Allah içinizdekileri yoklamak ve yüreklerinizdekini meydana çıkarmak için bunu başınıza getirdi. Allah sinlerin özünü bilir.

11-[003.156] [E1] Ey iman edenler, sakın inkar edip yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: “Yanımızda kalsaydılar ne ölür, ne de öldürülürlerdi.” diyenler gibi olmayın! Allah bunu onların yüreklerini dağlayan bir acı olarak bıraksın diye böyle söylerler. Oysa yaşatan da öldüren de Allah’tır ve Allah bütün yaptıklarınızı görür.

12-[003.167] [E1] hem de münafıkları belli edeceği için ki, bunlara “Gelin, Allah yolunda savaşın veya savunma yapın!” denilmişti. Onlar: “Savaşmayı bilsek arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar, ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı, Allah onların kalplerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir.

13-[003.168] [E1] Kendileri oturarak savaşa giden kardeşleri için: “Bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi.” diyenlere de ki: “Haydi, o halde kendinizden ölümü geri çevirin, eğer gerçeği söylüyorsanız!

14-[004.009] [E1] Titresin o kimseler ki, arkalarında elleri ermez, güçleri yetmez çocuklar bırakacak olsalardı onlar için endişe duyacaklardı. O halde Allah’tan korksunlar ve sağlam söz söylesinler.

15-[004.039] [E1] Ne vardı bunlar Allah’a iman etseler, ahiret gününe inansalar ve Allah’ın kendilerine vermiş olduğu şeylerden infak etselerdi zarar mı ederlerdi? Allah, kendilerini bilirdi.

16-[004.042] [E1] İşte o gün inkar edip peygambere asi olanlar şöyle arzu edecekler: Keşke yerle bir edilselerdi de Allah’tan bir tek söz gizlemeselerdi.

17-[004.089] [E1] Kendileri küfre saptıkları gibi, sizin de sapmanızı isterler ki eşit olasınız. O yüzden onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin; aldırmazlarsa bulunduğunuz yerde kendilerini yakalayıp öldürün ve onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinin!

18-[004.102] [E1] Sen içlerinde olup da onlara namaz kıldırdığında içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun, silahlarını da yanlarına alsınlar, bunlar secdeye vardıklarında diğer kısım arkanızda beklesinler, sonra henüz namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunup silahlarını da yanlarına alsınlar. Kafirler silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil bulunsanız da size ani bir baskında bulunsunlar diye arzu ederler. Eğer yağan yağmurdan bir güçlüğe uğrarsanız veya hasta olursanız, silahları bırakmanızda bir mahzur yoktur. Bununla beraber ihtiyatı elden bırakmayın. Çünkü Allah kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.

19-[005.036] [E1] Şüphesiz, o küfredenler, yeryüzündekilerin hepsi ve bir o kadarı kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için tümünü fidye verecek olsalar, yine kendilerinden kabul edilmez. Onlara elem veren bir azap vardır.

20-[005.104] [E1] Bunlara: “Gelin Allah’ın indirdiği hükümlere ve peygambere.” denildiği zaman: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!” derler. Ya ataları birşey bilmeyen ve doğru yolda bulunmayan kimseler idiyseler de mi?

21-[006.058] [E1] De ki: “O çabuk gelmesini istediğiniz azap benim elimde olsaydı, aramızdaki iş çoktan sonuçlanmış olurdu. Bununla beraber Allah haksızları daha iyi bilir.

22-[006.148] [E1] Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de babalarımız O’na ortak koşardık; hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Bunlardan öncekiler de Bizim azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanlamışlardı. Onlara de ki: “İlim denilecek birşeyiniz var mı ki, bize çıkara-sınız? Siz sadece bir zannın ardından gidiyorsunuz ve siz yalnızca atıp tutuyorsunuz.”

23-[006.157] [E1] Yahut: “Eğer bize kitap indirilmiş olsaydı, herhalde onlardan daha çok muvaffak olurduk.” demeyesiniz diye. İşte size Rabbinizden apaçık bir delil, bir hidayet ve rahmet geldi. Artık Allah’ın ayetlerini inkar edenden ve onlardan alıkoymaya kalkışandan daha zalim kim olabilir? Elbette Biz, o ayetlerimizi engellemeye yeltenenleri, bu suçları sebebiyle, en müthiş bir azapla cezalandıracağız.

24-[007.043] [E1] Onların içlerinde kin namına ne varsa hepsini söküp atmışızdır, altlarından ırmaklar akar. Onlar: “Hamdolsun bizi buna eriştiren Allah’a. O, bize doğru yolu göstermeseydi, bizim kendiliğimizden bunun yolunu bulmamız mümkün değildi. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirdiler!” demektedirler. Onlara: “İşte bu gördüğünüz, yaptığınız iyi işler karşılığında mirasçısı olduğunuz cennettir.” diye seslenilmektedir.

25-[007.088] [E1] Kavminden büyüklenmek isteyen cumhur cemaat dediler ki: “Ey Şuayb, mutlaka seni ve seninle birlikte iman edenleri memleketimizden çıkaracağız, ya da muhakkak dinimize döneceksiniz.” Dedi ki: “İstemesek de mi?”

26-[007.100] [E1] Eski sahiplerinden sonra bu toprağa varis olanlara hala şu gerçek belli olmadı mı ki: Eğer dilemiş olsaydık onların da günahlarını başlarına çarpardık! Kalplerinin üzerini mühürleriz de onlar gerçeği işitmezler.

27-[007.155] [E1] Bir de Musa tayin ettiğimiz vakitte huzurumuzda bulunmak üzere kavminden yetmiş er seçmişti. Ne zaman ki bunları o sarsıntı yakaladı. Musa dedi ki: “Rabbim, dileseydin bunları ve beni daha önce helak ederdin. Şimdi bizi ,içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helak mı edeceksin? O da sırf Senin imtihanın; Sen bununla dilediğini sapıklığa bırakır, dilediğine hidayet kılarsın! Bizim velimiz Sensin; artık bizi bağışla, bize merhamet eyle; bağışlayanların en hayırlısı Sensin!

28-[008.031] [E1] Ve onlara ayetlerimiz okunacağı zaman: “Artık işittik, dilesek bunun gibisini biz de söyleriz; bu eskilerin masallarından başka birşey değil!” diyorlardı.

29-[008.063] [E1] Ve onların gönüllerini uzlaştıran da. Yoksa yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın yine de onların kalplerini birleştiremezdin. Ancak Allah, onların arasında birleşmeyi sağladı; çünkü O, güçlüdür, hikmet sahibidir.

30-[009.042] [E1] O, yakın bir ganimet ve orta bir yolculuk olsaydı, kesinlikle arkana düşerlerdi; ne varki, o meşakkatli mesafe kendilerine uzak geldi. Yakında: “Eğer gücümüz olsaydı, sizinle birlikte savaşa çıkardık.” diye yemin edecekler. Kendilerini helake sürükleyecekler. Allah, kesinlikle onların yalancı olduklarını biliyor.

31-[009.047] [E1] Eğer içinizde çıkmış olsalardı, bozgunculuk çıkarmaktan başka bir faydaları olmayacak ve sizi fitneye düşürmek maksadıyla aralarınıza saldıracaklardı. İçinizde onları dinleyecekler de vardı. Allah o zalimleri bilir.

32-[009.057] [E1] Eğer sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar ya da sokulacak bir delik bulsalardı, başlarını dikip ona doğru koşarlardı.

33-[009.081] [E1] Arkada kalıp savaşa gitmeyenler, Allah’ın Resulüne karşı koymak üzere, yerlerinde oturup kalmalarına sevindiler, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar ve: “Bu sıcakta sefere çıkmayın!” dediler. De ki: “Cehennem ateşi daha sıcak!” Keşke duysalardı!

34-[010.016] [E1] De ki: “Eğer Allah dileseydi ben onu size okumazdım, hiçbir şekilde de size onu bildirmezdi. Bilirsiniz ki, ben sizin içinizde bundan önce bir ömür boyu durdum. Artık bir kere olsun aklınıza baş vurmaz mısınız?”

35-[010.020] [E1] Bir de: “Ona Rabbinden bambaşka bir mucize indirilse ya!” diyorlar. Sen de de ki: “Gayb ancak Allah’a aittir! Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!”

36-[011.080] [E1] Lut: “Keşke benim size karşı bir kuvvetim olsaydı veya çok sarp bir kaleye sığınabilseydim!” dedi.

37-[013.018] [E1] Rablerinin emrine uyanlara daha güzeli vardır. O’na uymayanlar ise, yeryüzünde olanların tamamı ve bunların bir katı da kendilerinin olsa, hepsini kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. işte onlar! Hesabın kötüsü onlar içindir; varacakları yer de cehennemdir; o ne kötü yataktır!

38-[013.031] [E1] Kendisiyle dağların yürütüldüğü veya yerin parçalandığı yahut kendisiyle ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı… Fakat bütün emir Allah’ındır! İman edenler, kafirlerden ümidi kesip daha anlamadılar mı ki, Allah dileseydi elbette insanlara hep birden hidayet buyururdu; o küfredenler, onların kendi sanatları yüzünden başlarına musibet inip duracak ya da yurtlarının yakınma konacak. Nihayet Allah’ın va’di gelecek! Şüphesiz ki Allah va’dinden şaşırmaz!

39-[014.021] [E1] Bir de hepsi toplanarak Allah’ın huzuruna çıkarılacaktır; zayıflar büyüklük taslayanlara şöyle diyecekler: “Bizler sizlere uymuştuk; şimdi siz, Allah’ın azabından zerrece bir şeyi bizden savabilir misiniz?” ” Allah bize hidayet etseydi, ebette sizi hidayete erdirirdik. şimdi bizler sızlansak da sabretsek de farketmez; bizim için kurtuluş yoktur!” diyeceklerdir.

40-[015.002] [E1] Bir zaman gelecek, küfredenler, müslüman olsaydılar diye arzu çekecekler.

41-[015.007] [E1] Eğer doğru söyleyenlerden isen, getirsene o melekleri bize!” dediler.

42-[016.041] [E1] Zulme uğradıktan sonra Allah uğrunda hicret edenlere gelince, kesinlikle onları dünyada güzelce yerleştireceğiz; ahiret mükafatı ise daha büyüktür, eğer bilseler.

43-[017.042] [E1] De ki: “Allah ile birlikte dedikleri gibi ilahlar olsaydı, o takdirde onlar Arş’ın sahibine bir yol ararlardı.

44-[017.095] [E1] Söyle onlara: “Eğer yeryüzünde uslu uslu yürüyen melekler olsaydı, elbette onlara gökten melek olan bir peygamber gönderirdik!”

45-[017.100] [E1] De ki: ” Rabbimin rahmet hazinelerine siz malik olsaydınız, o zaman da elden çıkar korkusuyla kimseye birşey vermezdiniz. İnsan zaten çok cimridir!”

46-[018.058] [E1] Hem o bağışlaması çok, merhamet sahibi Rabbin onları kazandıkları günahlar yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, elbette hemen azap ederdi. Fakat onlar için va’dolunmuş bir zaman vardır ki, o gelince hiçbir kurtuluş çaresi bulamazlar.

47-[018.077] [E1] Bunun üzerine yine gittiler. Nihayet bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Ancak onlar, kendilerini mİsafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular, tutup onu doğrulttu. Musa: “İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” dedi.

48-[018.109] [E1] De ki: “Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsaydı, kesinlikle Rabbimin sözleri tükenmeden deniz tükenirdi, bir misli de yardımcı getirsek bile.

49-[021.017] [E1] Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi tarafımızdan yapardık. Yapacak olsaydık öyle yapardık.

50-[021.022] [E1] Yerde. Gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı bunların ikisi de mahvolup gitmişti. O Arş’ın Rabbi olan Allah onların yakıştırdıkları vasıflardan münezzehtir, beridir.

51-[021.039] [E1] Bir bilseler o küfredenler, ateşi yüzlerinden ve sırtlarından savamayacakları ve hiçbir taraftan yardım görmeyecekleri zamanı?

52-[021.099] [E1] Onlar ilah olsalardı, oraya girmezlerdi, oysa hepsi orada ebedi kalacaktır.

53-[023.114] [E1] Allah buyuruyor ki: “Bilmiş olsanız, gerçekten pek az kaldınız.”

54-[026.030] [E1] (Musa Firavun’a): “Sana apaçık bir şey (delil) getirdimse de mi?” dedi.

55-[026.113] [E1] Sizin şuurunuz olsa onların hesabının ancak Rabbime ait olduğunu bilirdiniz.

56-[028.064] [E1] Bir de onlara: “Haydi, yalvarın o ortak koştuklarınıza!” denir. Yalvaracaklar, fakat onlar, kendilerine cevap vermeyecekler ve azabı göreceklerdir. vaktiyle doğru yolu görselerdi ya!

57-[029.041] [E1] Allah’tan başka dostlara tutunanların durumu, kendisine bir yuva yapan örümcek örneği gibidir. Halbuki, evlerin en çürüğü de örümcek evidir, eğer bilselerdi.

58-[029.064] [E1] Bu dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan ibarettir. Gerçekten son yurt, işte öz hayat odur. Keşke bilselerdi.

59-[031.021] [E1] Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiği zaman: “Hayır biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa onun ardınca gideriz.” diyorlar. Ya şeytan onları kızgın alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse de mi?

60-[033.020] [E1] Müttefik düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Eğer o birlikler bir daha gelecek olsa, çölde bedevi Araplar içinde yer atıp, sizin haberlerinizden sormayı arzu ederler, içinizde kalacak olsalar da sadece pek az harp ederler.

61-[034.014] [E1] Sonra onun ölümüne hükmettiğimizde onlara onun ölümünü sezdiren olmadı, yalnız bir güve (böceği) dayandığı asasını yiyordu. Bu sebeple yere yıkıldığında besbelli oldu ki, eğer cinler gaybı bilselerdi, o horlayıcı azap içinde bekleyip durmazlardı.

62-[036.047] [E1] Onlara: “Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın” denildiği zaman, o kafirler, iman edenler için şöyle dediler: “Allah’ın, dileseydi yiyecek verebileceği kimseyi biz hiç yedirir miyiz, siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?”

63-[037.168] [E1] Eğer yanımızda önceki (ümmet)lerden bir kitap olsaydı,

64-[039.004] [E1] Allah, bir çocuk edinmek isteseydi elbette yaratacağından, dileyeceğini seçecekti. O bundan münezzehtir. O tek ve kahredici olan Allah’tır.

65-[039.026] [E1] Geliverdi de Allah onlara dünya hayatında zilleti tattırdı. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.

66-[039.043] [E1] Yoksa Allah’tan başka şefaatçılar mı edindiler?! De ki: “Hiçbir şeye güç yetiremeseler ve akıl erdiremeselerde mi?”

67-[039.057] [E1] yahut: “Allah, bana yolunu gösterseydi, kesinlikle ben takva sahiplerinden olurdum.”

68-[039.058] [E1] ya da azabı gördüğü zaman: “Bana bir daha geri dönüş (imkanı) olsaydı da güzel davrananlardan olsaydım!” diyeceği gün (gelmeden uyun!)

69-[041.014] [E1] Onlara: ” Allah’tan başkasına tapmayın!” diye önlerinden ve arkalarından peygamberler geldiği zaman “Rabbimiz dileseydi. melekler gönderildi. Onun için biz sizin gönderildiğiniz şeylere inanmayız!” dediler.

70-[043.020] [E1] Bir de dediler ki: “Rahman dileseydi biz onlara tapmazdık.” Bu hususta onların bir bilgileri yoktur, sadece atıyorlar.

71-[043.024] [E1] (Uyarıcı): “Size atalarınızı üzerinde bulduğunuzdan daha doğrusunu getirdimse de mi?” deyince, onlar: “Biz sizin gönderildiğiniz şeylere inanmıyoruz” dediler.

72-[046.011] [E1] Bir de küfredenler, iman edenler hakkında dediler ki: “Eğer O bir hayır olsaydı, bizden önce ona koşmazlardı.” Bununla başarılı olmamayınca da: ” Bu, eski bir yalan.” diyecekler.

73-[048.025] [E1] Onlar, o küfredip de sizi Mescidi Haram’dan alıkoyanlar ve durdurulmakta olan kurbanlık hediyeleri yerine varmaktan men’eden kimselerdir. Eğer kendilerini tanımadığınız bir takım inanan erkeklerle inanan kadınları bilmeyerek çiğneyip de o yüzden şanınıza bir leke dokunması ihtimali olmasaydı (Allah size fetih için izin verirdi). Allah dilediğini rahmetine koyacağı için, eğer çekilebilselerdi elbette içlerinden o küfredenleri acı bir azaba uğratırdık.

74-[049.007] [E2] Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize zinet yapmıştır. Küfrü, fasıklığı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.

75-[056.065] [E1] Dilesek onları elbette bir çöpe çevirirdik de ağzınızda şöyle geveler dururdunuz:

76-[056.070] [E1] Dileseydik onu acı bir çorak yapardık. O halde şükretseniz ya!

77-[056.076] [E1] bilseniz o, gerçekten çok büyük bir yemindir.

78-[059.021] [E1] Biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirseydik kesinlikle, sen onu, Allah korkusundan başını eğmiş, çatlamış görürdün. İşte Biz o misalleri, düşünsünler diye insanlara veriyoruz.

79-[060.002] [E1] Eğer onlar sizi yenip de ele geçirirseler, hepinize düşman kesilirler, sizlere ellerini ve dillerini kötülükle uzatır, hepinizin kafir olmasını isterler.

80-[067.010] [E1] Ve derler ki: “Biz dinleseydik veya aklımızı kullansaydık, bu çılgın ateşin içinde bulunmazdık!”

81-[068.009] [E1] Arzu ettiler ki, sen (onları) yağlasan onlar da sana yağ yapacaklardı.

82-[068.033] [E1] İşte böyledir azap. Elbette ahiret azabı daha büyüktür, fakat bilselerdi!

83-[068.049] [E1] Ona Rabbinden bir nimet yetişmiş olmasaydı, o fezaya, alana elbette yerilmiş olarak atılacaktı.

84-[070.011] [E1] Birbirlerine gösterilirlerken, suçlu o günün azabından kurtulmak için fidye vermek ister; oğullarını.

85-[102.005] [E1] Öyle değil, kesin olarak bilseniz,

-Üç şekilde de –Lev-i şekliyle geçmektedir.

1-[009.042] [E1] O, yakın bir ganimet ve orta bir yolculuk olsaydı, kesinlikle arkana düşerlerdi; ne varki, o meşakkatli mesafe kendilerine uzak geldi. Yakında: “Eğer gücümüz olsaydı, sizinle birlikte savaşa çıkardık.” diye yemin edecekler. Kendilerini helake sürükleyecekler. Allah, kesinlikle onların yalancı olduklarını biliyor.

2-[018.018] [E1] Bir de onları uyanık sanırdın, halbu ki, uykudadırlar ve Biz onları sağa sola çevirirdik; köpekleri de giriş kısmında iki kolunu uzatmıştı. Onları görseydin mutlaka onlardan kaçar ve elbette için dehşet ile dolardı.

3-[072.016] [E1] Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerini bol bir su ile suvarırdık.

V E L E V

Ve Lev geçen yerlerin sure ve âyet numaraları ise:

-2/20,103,165,220,221,221,253,253,

-3/110,159.

-4/46,64,66,66,78,82-83,90,129,135.

-5/48,65-66,81,100,106.

-6/7-8-9,27-28,30,35,88,93,107,111,112,137,152.

-7/96,176,188.

-8/8,19,23,42-43,50.

-9/32-33,46,59,113.

-10/11,42-43,54,82,97,99.

-11/118.

-12/17,103.

13/31.

-15/14.

-16/9,61,93.

-17/88.

-18/39,109.

-20/134.

-23/24,75.

-24/35.

-25/45,51.

-26/198.

-31/27.

-32/12-13.

-33/14,20,52.

-34/31,51.

-35/14,18,45.

-36/66-67.

39/47.

-40/14.

-41/44.

-42/8,27.

-43/60.

-47/4,30.

-48/22.

-49/5.

-58/22.

-59/9.

-61/8-9.

-69/44.

-75/15.

L E V L Â

1-[002.118] [E1] İlmi olmayanlar da: “Ne olur Allah bizimle konuşsa, yahut bize bir mucize gelse!” dediler. Bunlardan öncekiler de tıpkı bunların dedikleri gibi demişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Cidden gerçekleri bilmek isteyen bir ümmet için Biz mucizeleri açık bir şekilde gösterdik.

2-[004.077] [E1] Bakmaz mısın, o kendilerine: “Ellerinizi savaştan çekin, namaz kılın ve zekat verin!” denilen kimselere? Şimdi üzerlerine savaş farz kılınınca bazıları insanlardan Allah’tan korkar gibi veya daha fazla korkmaya başladılar ve: “Ey bizim Rabbimiz, niçin bize bu savaşı farz kıldın? Ne olurdu kısa bir süre daha bize mühlet verseydin!” dediler. De ki: “Dünya zevki ne de olsa azdır; ahiret ise Allah’tan korkanlar için sırf hayırdır. Hem kıl kadar hakkınız da yenmez.”

3-[005.063] [E1] Bari Allah dostları ve bilginleri, onları yalan söylemekten ve haram yemekten alıkoysaydılar. Ne kötü bir sanata alışmışlar!

4-[006.008] [E1] Bir de “Şuna bir melek indirilse de görsek?” diyorlar. Eğer öyle bir melek indirseydik muhakkak iş bitirilmiş olur, kendilerine bir an bile göz açtırılmazdı!

5-[006.037] [E1] Durmuşlar: “Ona bambaşka bir mucize indirilse ya!” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah’ın öyle bir mucize indirmeye gücü yeter, fakat çokları bilmezler!”

6-[007.203] [E1] Sen onlara bir ayet getirmediğin zaman “Derleyip toplasaydın ya!” derler. De ki: “Ben ancak Rabbimden bana ne vahyolunuyorsa ona uyarım! Bütünüyle bu Kur’an Rabbinizden gelen kalp gözlerinizi açacak delillerdir. İman edecek bir kavim için hidayet ve rahmettir.

7-[008.068] [E1] Eğer Allah tarafından bir yazı gelmiş olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı kesinlikle size büyük bir azap dokunurdu.

8-[011.012] [E1] Şimdi belki de sen, onların: “Ona bir hazine indirilse veya beraberinde bir melek gelse ya!” demeleri yüzünden için sıkılarak, sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise herşeye vekildir.

9-[012.024] [E1] Hanım gerçekten ona niyetini kurmuştu, eğer Rabbinin açık delilini görmeseydi o da ona kurmuş gitmişti. Biz ondan kötülüğü ve fuhuşu uzaklaştıralım diye, böyle oldu. Gerçekten o, Bizim ihlasa mazhar edilmiş has kullarımızdandır.

10-[012.094] [E1] Ne zaman ki, bu taraftan kervan ayrıldı, öteden babaları dedi ki: “Doğrusu ben bana bunaklık yakıştırmasına kalkamazsanız gerçekten Yusuf’un kokusunu duyuyorum, eğer bunak demezseniz!”

11-[013.007] [E1] O küfredenler diyorlar ki: “Ona Rabbinden bambaşka bir mucize indirilse ya!” Sen ancak bir uyarıcısın;her kavmin bir yol göstericisi vardır.

12-[013.027] [E1] Yine o küfredenler diyorlar ki: “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya! De ki: “Gerçekten Allah dilediği kimseyi şaşırtıyor, kendisine gönül vereni de hidayete eriştiriyor.

13-[018.015] [E1] Şunlar, bizim kavmimiz, tuttular O’ndan başka tanrılar edindiler; onların tanrı olduğuna açık bir delil getirselerdi ya! Allah’a bir yalanı uydurandan daha zalim kim olabilir?”

14-[020.133] [E1] Bir de onlar: “Rabbinden bir mucize getirse ya !” dediler. Onlara, daha önceki kitaplardakinin apaçık delili gelmedi mi ki?

15-[020.134] [E1] Eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile helak etmiş olsaydık: “Ey Rabbimiz, ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de biz alçak ve rezil olmadan önce ayetlerine uysaydık.” diyeceklerdi.

16-[024.012] [E1] Ne vardı, onu işittiğiniz zaman mümin erkeklerle mümin kadınlar kendi kendilerine hüsnü zanda bulunup: “Bu açık bir iftiradır!” deselerdi?

17-[024.013] [E1] Ona dört şahit getirselerdi ya, madem ki şahit getiremediler, o halde onlar Allah katında yalancılardan ibarettirler.

18-[025.007] [E1] Bir de: “Bu nasıl peygamberdir ki, yemek yiyor ve çarşılarda dolaşıyor? Ona bir melek indirilip de beraberinde bir yaver, bir savulcu olsa ya?

19-[025.021] [E1] Bununla beraber karşımıza çıkacaklarını ümit etmeyenter: “O melekler üzerimize indirilse yahut Rabbimizi görsek ya.” dediler. Andolsun ki, onlar kendilerini büyük gördüler, büyük azgınlık ettiler.

20-[025.032] [E1] Yine o inkar edenler dediler ki: “O Kur’an ona hep birden indirilseydi yal” Biz onu kalbine iyi yerleştirmek için böyle indirdik ve onu mükemmel bir okuyuşla ağır ağır okuduk.

21-[025.042] [E1] Sahi be! Az kalsın bizi tanrılarımızdan saptıracaktı, onlara tapmakta direnmemiş olsaydık! diyorlar. Fakat ileride azabı görecekleri gün kimin yolunun daha sapık olduğunu bilecekler.

22-[025.077] [E1] De ki: “Duanız olmasa Rabbim size ne kıymet verir?” Demek ki, yalanladılar! O halde yarın ceza (yakalarına) yapışacak!

23-[027.046] [E1] Salih dedi ki: “Ey benim kavmim, iyilikten önce niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Ne olur Allah’a istiğfar etseniz, belki rahmetine ulaşırsınız.”

24-[028.010] [E1] Musa’nın annesinin yüreği ise bomboş sabah etti. Şayet inananlardan olması için kalbine kuvvet vermeseydik, az daha onu açığa vuracaktı.

25-[028.047] [E2] Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve müminlerden olsaydık” diyecek olmasalardı (seni göndermezdik).

26-028.048] [E2] Fakat onlara tarafımızdan o hak (peygamber) gelince, “Musa’ya verilen (mucizeler) gibi ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Peki daha önce Musa’ya verileni de inkâr etmemişler miydi? “Birbirini destekleyen iki sihir” demişler ve şunu söylemişlerdi: “Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz.”

27-[028.082] [E1] Dün onun yerinde olmayı temenni edenler de bu sabah şöyle diyorlardı: “Vay be, demek ki, Allah, nimetini kullarından dilediğine seriyor ve kısıyor. Eğer Allah bize lutufta bulunmasaydı, bizi de batırmıştı. Ay, demek ki, gerçekten kafirler felah bulmayacaklar!”

28-[029.050] [E1] Nitekim “Ona Rabbinden mucizeler indirilse ya!” dediler. De ki: “O mucizeler hep Allah’ın katındadır.Ben ise sadece açık bir uyancıyım.”

29-[034.031] [E1] Bununla beraber, o küfredenler: “Biz ne bu Kur’an’a inanırız, ne de önündekine! dediler. Fakat o zalimler yakalanıp Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman birbirlerine laf atarken bir görsen! Bir taraftan zebun edilenler (zayıf düşürülenler), o büyüklük taslayanlara: “Siz olmasaydınız kesinlikle biz mü’min olurduk!” diyeceklerdir.

30-[041.044] [E1] Ve eğer Biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık diyeceklerdi ki: “Ayetleri genişçe açıklansaydı ya! Arab’a yabancı dil (öyle) mi?” De ki: “O iman edenler için bir rehber ve şifadır, iman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlak vardır ve o, onlara karşı körlüktür. Onlara uzak bir yerden haykırılır.

31-[043.031] [E1] Ve: “Ne olurdu şu Kur’an iki şehirden (Mekke, Taif) bir büyük adama indirilseydi?” dediler.

32-[047.020] [E1] İman edenler: “Bir sure indirilseydi?” diyorlar. Ancak kesin hükümlü bir sure indirilip onda savaş anılınca kalplerinde bir hastalık bulunanların tıpkı ölüm baygınlığında olan kimsenin bakışı misali sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.

33-[058.008] [E1] Bakmaz mısın şunlara ki, gizli konuşmaktan yasaklandılar da sonra dönüp yasaklandıkları şeyi yapıyorlar; günah, düşmanlık ve peygambere karşı gelme hususunda fısıldaşıyorlar. Yanına geldikleri zaman da seni Allah’ın sağlıklamadığı (selamlamadığı) bir tarzda sağlıklıyorlar ve kendi içlerinden de: “Allah, bize söylediklerimiz yüzünden azap etse ya!” diyorlar. Cehennem onlara yeter, ona yaslanacaklardır. Artık o ne kötü akibettir!

34-[063.010] [E1] Her birinize ölüm gelip de: “Rabbim beni kısa bir süre için tehir etsen de sadaka versem ve iyilerden olsam!” demesinden önce size verdiğimiz rızıklardan (Allah için) harcayın!

35-[068.028] [E1] En mutedil olanları: “Ben size Rabbinizi tesbih etsenize, demedim mi?” dedi.

-LEYTENÂ-

1-[006.027] [E1] Ateşin başında durdurulduklarında: “Ah! Ne olurdu geri döndürülsek de Rabbimizin ayetlerini inkar etmeyip, mü’minlerden olsaydık!” dediklerini bir görsen!

2-[033.066] [E1] O gün yüzleri ateşte çevrilirken: “Ah ne olurdu bizler Allah’a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik!” derler.

-LEYTENİ-

1-[004.073] [E1] Ve eğer size Allah’tan bir lütuf erişirse -sanki kendisiyle aranızda hiç bir dostluk yokmuş gibi- mutlaka: “Ah! Keşke onlarla beraber olsaydım da büyük bir murada ereydim!” diyecekti.

2-[018.042] [E1] Derken bütün serveti istilaya uğradı. Bunun üzerine bağına yaptığı masraflara karşı ellerini oğuşturmaya başladı. Bağ, çardakları üzerine çökmüş kalmıştı; “Ah! Keşke Rabbime hiçbir ortak koşmamış olsaydım!” diyordu.

3-[019.023] [E1] Derken sancı onu bir hurma dalına götürdü ve: “Keşke bundan önce ölmüş olsaydım da unutulmuş gitmiş olsaydım.” dedi.

4-[025.027] [E1] O gün zalim kimse ellerini ısıracak ve şöyle diyecek: “Eyvah! Keşke peygamberin maiyyetinde bir yol tutsaydım!

5-[025.028] [E1] Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin!

6-[069.025] [E1] Ancak kitabı sol tarafından verilen der ki: “Eyvah! Keşke kitabım verilmeseydi bana!

7-[078.040] [E1] Çünkü Biz size yakın bir azabı ihtar ettik. O gün kişi ellerinin önceden gönderdiğine bakacak ve kafir ise: “Ah ne olurdu ben bir toprak olsaydım!” diyecektir.

8-[089.024] [E1] Der ki: “Keşke ben bu hayatım için (sağlığımda hayırlar) göndermiş olsaydım.”

-LEYTEHÂ-

1-[069.027] [E1] Ne olurdu o ölüm iş bitiren olsaydı!

-LEYTE-

1-[028.079] [E1] Derken, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler: “Ah ne olurdu, şu Karun’a verilen gibisi bizim de olsa; o gerçekten büyük bir bahtiyar (varlık sahibi)!” dediler.

2-[036.026] [E1] Denildi ki: “Haydi. gir cennete!” O: “Ah ne olurdu, kavmim bilseydi.

3-[043.038] [E1] Sonunda Bize geldiği zaman: “Ah! Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı; sen ne kötü arkadaşmışsın!” der.

Mehmet ÖZÇELİK

04-07-2003




KUR’AN-I KERİM-DE EĞER – LEİN –

KUR’AN-I KERİM’DE EĞER –LEİN-

Kur’an-ı Kerim’de 25 yerde –Lein- ve 3 yerde de –Leini- şeklinde geçmektedir.

Şart cümlesi olarak zikredilip,cevabı verilmekte ve aranmaktadır.Bazen akla havale edilerek kişi tarafından onaylatılmaktadır.

Elmalı mealinden yararlanılmıştır.

1) [005.012] [E0] Celâli hakkı için ki Allah Beni İsrailden misak almıştı ve içlerinden on iki nakıb göndermiştik ve Allah buyurmuştu: haberiniz olsun ben sizinle beraberim, celâlim hakkı için eğer siz namazı kılar, zekâtı verir ve Rasullerime inanır, kendilerine kuvvetle yardım eder ve Allaha karzı hasenle ıkraz muamelesi yaparsanız elbette tarafınızdan kabahatlarınızı keffaretlerim ve mutlak sizi altından nehirler akar Cennetlere korum, bundan sonra da içinizden her kim nankörlük eder küfre saparsa artık düz yolun ortasında sapmış, kendini zayi’ etmiş olur.”

2) [005.028] [E0] Kasem ederim ki sen beni öldürmek için bana el uzatsan da ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben rabbülâlemîn olan Allahdan korkarım.

3) [006.063] [E0] De ki kim kurtarır sizi o karanın, denizin zulmetlerinden, gizliden gizliye yalvara yalvara dualar ederek dediğiniz demler: Ahdimiz olsun eğer bizi bundan kurtarırsan şeksiz şüphesiz şakirînden oluruz.

4) [006.077] [E0] vaktâki ay doğmak üzere iken gördü “bu imiş rabbım” dedi, derken batınca “kasem ederim ki, dedi, rabbım beni hidayetine mazhar etmese idi muhakkak şu şaşkın kavmden olacakmışım”

5) [006.109] [E0] Bir de olanca yeminleriyle Allah kasem ettiler ki: eğer kendilerine bam başka bir âyet gelirse imiş her halde ona iymân edeceklermiş, de ki “Âyetler ancak Allahın nezdinde” siz ne bileceksiniz ki doğrusu: onlar o âyet geldiği vakit de iymân etmiyecekler.

6) [007.134] [E0] Vaktaki azab üzerlerine çöktü, ya Musâ! dediler: Bizim için rabbına dua et, sana olan ahdi hurmetine, eğer bizden bu azâbı sıyırırsan kasem olsun ki sana kat’iyyen iyman ederiz ve Beni İsraîli seninle beraber mutlak göndeririz.

7) 007.149] [E0] Vaktâki ellerine kırağı düşürüldü ve cidden sapmış olduklarını gördüler, kasem olsun ki, dediler: eğer bize merhamet etmez de rabbımız, mağfiret buyurmazsa her halde husranda kalanlardan olacağız.

8) [007.189] [E0] O odur ki sizi bir tek nefisten yarattı, eşini de ondan yaptı ki gönlü buna ısınsın, onun için vaktaki bunu derâğûş eyledi, bu hafifçe bir hamlin hâmili oldu, bir müddet bununla geçti, derken ağırlaştı, o vakıt ikisi bir kendilerini yetiştiren Allaha şöyle dua ettiler: bize yaraşıklı bir çocuk ihsan edersen yemin ederiz ki elbet şükreden kullarından oluruz.

9) 009.075] [E0] Yine onlardan kimi de Allaha şöyle ahdetmişlerdi: “eğer bize fadlından ihsan ederse her halde zekâtını veririz ve her halde salihînden oluruz”

10) [010.022] [E0] O, odur ki sizleri karada ve denizde gezdirtir, hattâ gemilerde bulunduğunuz ve içindekileri alıb hoş bir heva ile aktıkları ve tam onunla ferahlandıkları sırada ona şiddetli bir fırtına gelir çatar ve her yerden onlara dalga gelmeğe başlar ve zannederler ki tamamen ihata olunub bittiler, o vakıt Allaha dini halis kılarak dua ederler: “ahdımız olsun ki, derler, eğer bizi bundan halâs edersen, şeksiz şüphesiz şükreden kullarından oluruz”

11) [012.014] [E0] Vallahi, dediler, biz müteassıb bir kuvvet iken onu kurt yerse biz o halde çok husrân çekeriz.

12) [014.007] [E0] Ve düşünün ki rabbınız şöyle i’lân buyurdu: Celâlim hakkı için şükrederseniz elbette size artırırım, ve eğer nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki azâbım çok şiddetlidir.

13) [017.062] [E0] Baksan a dedi: şu benim üzerime tekrim ettiğine, kasem ederim ki eğer beni Kıyamet gününe kadar te’hır edersen ben onun zürriyyetini pek azı müstesna olmak üzere mutlak kumandan altına alırım.

14) [019.046] [E0] Sen dedi: benim mabudlarımdan geçmekmi istiyorsun ya İbrahim? yemin ederim ki eğer vazgeçmezsen seni muhakkak recm ederim, hem beni uzun müddet bırak git.

15) [024.053] [E0] Ötekiler Allaha en kuvvetli yemînleriyle kasem ettiler vallahi kendilerine emredensen behemehal bilâtereddüd çıkar giderlermiş, de ki: Yemîn etmeyin, ancak bir taati ma’rufe, her halde Allah bütün yaptıklarınıza ve yapacaklarınıza habîrdir.

16) 026.116] [E0] And ederiz ki dediler; eğer vazgeçmezsen yâ Nuh! Mutlak ve muhakkak recm edilenlerden olacaksın.

17) [026.167] [E0] And ederiz ki dediler vazgeçmezsen ya Lût, mutlak ve muhakkak çıkarılanlardan olacaksın.

18) [033.060] [E0] Celâlim hakkı için eğer vazgeçmezlerse o Münafıklar, kalblerinde maraz bulunanlar ve şehirde erâcif neşr eden, tahrikât yapanlar, mutlak ve muhakkak seni kendilerine musallat kılarız, sonra orada cıvarına pek az yanaşabilirler.

19) [035.042] [E0] Yeminlerinin en kuvvetlisiyle Allaha kasem de etmişlerdi ki: billâhi kendilerine inzar edici bir Peygamber gelse her halde ilerideki ümmetlerin en birincisinden daha kabiliyyetli olacaklar, daha iyi yola geleceklerdi, fakat kendilerine inzar edici bir Peygamber geldiği vakıt onlara sırf bir ürküntü artırdı.

20) [036.018] [E0] Doğrusu dediler: biz sizinle teşe’üm ettik, yemin ederiz ki vaz geçmezseniz sizi hiç tınmadan recmederiz ve her halde size bizden pek acıklı bir azâb dokunur.

21) [039.065] [E0] Celâlim hakkı için sana da vahyolundu şu, senden evvelkilere de: “yemin ederim ki eğer şirk koşarsan çalışman bütün boşuna gider ve mutlak kendine yazık eden hasirlerden olursun.

22) [059.011] [E0] Bakmaz mısın şu münafıklık yapanlara? Ehli kitabdan o küfreden ihvanlarına şöyle diyorlar: Yemin ederiz ki eğer siz çıkarılırsanız her halde biz de sizinle beraber çıkarız, ve sizin hakkınızda ebedâ kimseye itaat etmeyiz ve şayed size kıtal yapılırsa muhakkak size yardım ederiz, hal bu ise Allah şehadet ediyor ki onlar kat’iyyen yalancıdırlar.

23) [059.012] [E0] Celâlim hakkıçin eğer çıkarılırlarsa onlarla beraber çıkmazlar ve eğer kıtal yapılırsa onlara yardım etmezler ve şayed yardım edecek olsalar mutlak arkalarına dönerler, sonra da kurtarılmazlar.

24) (063.008] [E0] Diyorlarki: eğer Medîneye dönersek herhalde eazz olan oradan ezell olanı çıkaracaktır, halbuki izzet, Allahın ve Resulünün ve mü’minlerindir ve lâkin Münafıklar bilmezler.

25) [096.015] [E0] Sakın, Celâlim hakkı için eğer (akıllanıp) vaz geçmezse muhakkak sürükleyeceğiz elbet biz o alnı.

26) [007.090] [E0] Kavminden küfreden cumhur cemaat da yemin ederiz, dediler: eğer Şuaybe uyarsanız hiç şüphe yok o takdirde siz kat’î husrâne düşeceksiniz.

27) [017.088] [E0] De ki: yemin ederim eğer İns-ü Cinn bu Kur’anın mislini getirmek üzere toplansalar bir mislini getiremezler, birbirlerine zahîr de olsalar.

28) [026.029] [E0] Yemin ederim ki dedi: eğer benden başka bir ilâh tutarsan seni mutlak ve muhakkak zindandakilerden ederim.

Mehmet ÖZÇELİK

04-07-2003




KADININ FERYADI

KADININ FERYADI

Vatanın sadık evlatlarından,yine vatanın muhafazakâr ve düşünen ve sorumluluk taşıyan,yada bu hisse sahib vatan muhafızları ve bekçileri olan idarecilerine…

İslâmın emniyet,sadakat,dürüstlük,fazilet gibi dünyevi ve uhrevi açıdan koymuş olduğu TESETTÜR gibi ilahi bir emri,kokmuş ve kokuşmuş heveslerine sığdıramayıp FUHŞİYATI teşvik ve neşreden sefih tabiatlı birkaç müstehcen-perest insanın zevkinin ve hayvani duygularının tatmini için,koca bir müslüman-Türk milletinin ruhlarına nüfuz eden ahlakını pest-payeleyip çiğneyen,bir avuç nefis-perest ve sorumsuz insanları nazarı itibara alıp da;%-99-u müslüman olan bir milletin Din-Ahlak-Namus ve Haysiyet gibi yüce duygularını nazarı itibara almamak,acaba ne ile tevil edilebilir?

Milletin ahlakını bozmak için değil fertler,cemiyetler çalışmaktadır.

Tamiri için ise;değil devlet ve cemiyetler,ancak cüz-i olarak fertler çalışmaktadır.

Televizyon kanalları evlere,kanalizasyon gibi akmakta,diğer neşriyatlar da bunu sorumsuzca bunu takviye etmektedir.

Bizi tehdit eden bu durum,batıyı yıkmıştır. Aynı akibete düşmeyelim. Gençliğimize,kadınımıza,geleceğimize ve değerlerimize sahib olalım.

Tarihi açıdan aleme baktığımız da;bir çok devlet ve milletler kadını ticaret malı,kendi nefislerini tatmin edici bir eşya ve kıymetsiz ve değersiz olduklarını ifade edip,onların ruhlarının hayvan ruhu olduğunu söylemekte tereddüt göstermemişlerdir.

Halbuki İslâmiyet geldikten sonra kadının en yüksek makama,ulvi bir ruh ve şefkate sahib olup,-şefkat Kahramanı- olarak ihraz ettiğini görmekteyiz.

Kadının örtüsünü kadına bir mahfaza yani çeşitli çirkeflere düşmek ve alet olmaktan koruyan bir sed yapmıştır. Böyle bir seti kırmak ve yıkmak,kadını ve kadının öz benliğini yıkmak demektir.

Şu durumda kadın bir bozuk para gibi harcanmak istenmekte ve her geçen günde bu çirkef girdabına sevk edilmektedir.

KADININ BU FERYADINA KULAK VERİLMELİDİR….

Aman Allahım!…Bu ne haldir ki;körpe dimağlar törpülenmekte,cehennem istekle parsellenmekte…Yeni yetişen nesil buna sevk edilmekte…madde manaya galebe ettirilmekte…

Edebin timsali kadın

Manan gitti kaldı adın

Yapılırken senin yadın

Şimdiyse kaldı FERYADIN…

İSLÂMDA KADIN

Âyette:”Kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yarattık.”[1]

Cenâb-ı Hak tabiatta bulunan her şeyi çift olarak yarattığı gibi,(yer-gök,iyi-kötü gibi) insanları da kadın ve erkek olarak çift yaratmıştır.-Kalbe mukabil bir kalb olan bu çift- çiftlerin en azizidir.

Kadın psikolog Cecile Sauvage şöyle der:”Bir kadın,bir erkeğe bağlanmadıktan sonra,kişiliğini kazanamaz.. erkeksiz kadın,oraya buraya saçılmış bir çiçek demetine benzer.”[2]

G.Gardony:”Çiçek koku vermek,ateş ısıtmak,kadın da mesut etmek için yaratılmıştır.”der.

Kadına ilk nazarların çevrilişi Hz. Âdem’in cennetten çıkarılması ve Kâbil’in Hâbil’i öldürmesiyle başlar. İlk imtihanın gelişmesi şu şekilde olur:

“Kâbil (Kayn) ve kız kardeşinin (Klima) cennette, Hâbil ve kız kardeşinin dünyada doğub,evlenmede bir öncekiyle bir sonrası olması gerekirken (Âdem’in şeriatına göre caizdir.) Kâbil kendi kardeşinin çok güzel olmasından istememesi üzerine Hz. Âdem ona:”Ey oğlum,kurban takdim et,kardeşinde kurban takdim etsin. Allah hanginizin kurbanını kabul ederse kız onunla evlenir,dedi. Kayn (Kâbil) ekin biçmekle,Hâbil’de hayvan beslemekle geçiniyordu. Kâbil buğdayı,Hâbil’de koyunlarının en iyisinden birini kurban etti. Allah beyaz bir ateş gönderdi. Bu ateş Hâbil’in kurbanını yaktı. Kayn’ınkini olduğu gibi bıraktı. Böylece Kâbil’in kız kardeşiyle Hâbil’in evlenmesine hükmedilmiş oldu.

Neticede bunu çekemeyip şeytana aldanan Kâbil,kardeşi Hâbil’i hayvanlarını otlatmakta iken öldürdü.”[3]

Hz. Havva cennetteki doğumunda doğum sancısı çekmemiş,dünyadakinde çekmiştir.

Allah bir şeye emrederse o şey hasen ve güzel olur. nehyeder ve yasaklarsa o şey kabih ve çirkin olur. İnsanlığın ilk dönemindeki Hz. Âdem’in çocuklarının evliliği de bu kabildendir.

Neslin çoğalması için bu bir zaruret olduğundan Allah buna müsaade etmiştir. Fıkhen de:”Zaruretler haramı helal ederler.”

Kadın ve erkek fıtratları icabı farklı olarak yaratılmışlardır. Bu durum küçük yaşta seçtikleri oyuncaklarda da görülür. Biri bebek seçerken,diğeri silah ve benzeri şeyleri seçer. Birinin binası evlat ve sevgi ve şefkati üzerine kurulurken,diğerinin kaba ve kabaca şeyler üzerine…

Konuşma konuları da farklılık arz eder.

Biri bir şeyler icad etmeye çalışırken,öbürü taklide çalışır. mesela mimar Sinan şaheser bir bina yaparken,kadın bunu beze nakşeder.

Erkek zorbalıklarla elde edilirken,kadın bir iki şatafatlı söze bakar. Kadın şefkatinden ne küçük şeye karşı müteessir olurken,erkek tınmaz bile…

Volter diyor:”Bizim papazlarımız İstanbulun fethini bir türlü hazmedemedikleri için İstanbulun fethine karşı çıkamamışlardır. Fakat bu münasebetle İslam’da kadın konusunu istismar etmek suretiyle müslümanlığı ve Müslüman-Türkleri çirkin göstermişlerdir.”

Acaba bizdekiler kimden yanadırlar?

Medeniyet kadınları yuvalarından çıkarmış ve uçurmuştur. Oysa kadının yeri onun yuvası ve evidir.

Çünkü insanın ilk muallimi,terbiye edip yetiştiricisi onun annesidir. Buda yuvada mümkündür.

Evden kopuk,iç hizmetin yapılmadığı bir ailede evlat terbiye ve eğitimden ve anne şefkatinden mahrum olarak yetişecektir.

Her şey anaya gebe… iyi-kötü,Hz. İbrahim’de,Nemrut’da…

Her şey ondan doğar;cennet de,cehennem de…İkisini de o doldurur.

“Toprak,tohuma ana;kaynak çağlayana;Havva insanoğluna;Meryem bir ruha;Amine bütün bir hakikata,varlığın sırrına,sırların özüne…”[4]

Öz’de onda,kışır da…

Kadın her yönüyle annelik üzerine yaratılmıştır. Peyami Safa’nın deyimiyle:”Kadının ebediyeti,zekâsında değil,rahmindedir.”[5]

Analığı tatmayan,ana olmayan kadın dengeli ve normal değildir.

Kadını bir zevk aleti olarak gören şimdiki medeniyet,onu yuvasından uçurmak ve elinden en bariz vasfı olan anneliğini almakla zulmün katmerlisini ona reva görmüştür.

O şefkat kahramanı kadın;bu zulme layık mıdır? Rızasıyla girmişse,belki evet. Ancak yine de insanlık hesabıyla acır,kurtulması için fiili ve kavli duamızı yaparız.

Sattığı kasedleri milyonları bulan,sevdiklerinin sahte tebessüm ve alkışlarıyla bir çoklarını hayran bırakan batılı müzik sanatçısı bir kadın,sahib olduğu bu kadar şeylere rağmen,sahi olmadığı annelikten dolayı intihar etmeden önce yazdığı mektubta şöyle diyordu:”Anne olup çocuğum olsaydı,intiharı düşünmezdim.”

Fakru zaruret içerisinde olan bir çok anneler bu sanatçının sahib olduğuna sahib değiller. ancak ondan daha önemlisi anneliğe sahibtirler.

M.C.Beyhen şöyle der:”Kadınları rızık peşinde evlerinden çıkarmak suretiyle zaman onların başına bela olmuştur. Bundan sonra kadınları hüzün ve nedamet kapladı. Buna en büyük delil yakın zamanda Amerika’daki gallob enstitüsünün yaptığı ankettir. enstitü,A.B.D.’de her ortamda çalışan kadınların çalışmaktan gayelerinin ne olduğuna dair de genel bir anket yapmıştır:”Şu zamanda kadınlar mutlak surette yorulmuşlardır. Amerika kadınlarının %-65’i evlerine dönmeyi tercih etmektedirler.Önceden kadın,evinden çıkmak gayesini elde ettiğini sanıyordu.Bu gün ise yoldaki sürçmeler,ayağının derisini yüzdü. çalışma gücünü bitirdi. Kadın yuvasına çocuklarını bağrına basmak için tekrar dönmek istiyor.”[6]

Şu medeniyet o aziz varlığı pespaye gayelerine bir köprü yapmış,bir-iki kişinin köleliğinden kurtarmış,binlerce kişinin kölesi haline getirmiş. onu –medeni köle- yapmıştır. Veyl olsun…

“Yeni maddi felsefede kadının iffeti,büyük bir köleliğe maruz kalmıştır. Güzelliği ve namusu servet ve kazanca hizmet için kullanılmıştır.

Binlerce randevu evleri,dans salonları,çıplaklık kampları,müstehcen dergiler,seviyesiz filimler,kadının şeref ve ırzıyla yapılan ucuz ticarete apaçık bir delildir.

Garplı erkek,kadını,hissetmediği yönden köle haline getirdi. Çünkü kadını,arzularını tatmin edecek,meyillerine ve iştiyaklarına cevab verecek her yerde kullandı.”[7]

Öyle bir vahşet ki,dehşetlere denk…Cehalet asrına Rahmet! okutturacak derecede…

CEHALET ASRINDA KADIN :

-Kocası ölen kadının üzerine kim cübbesini,giysisini atarsa kadın onun olurdu. İtiraza da hakkı olmazdı.

-Asil çocuğa sahib olmak için başkasıyla yatmasına müsaade edilirdi.

-Kadın çocuk doğurunca aileye girmiş sayılıp,doğum yapmadan da ölürse kocasına baş sağlığı dilenilmezdi.

-Kadın on kadar erkekle yatar,doğan çocuğu onlardan istediği birine verir,oda reddedemezdi.

-Fahişelik yapan kadının kapısına bayrak asılır,doğurduğu çocuk hangisine benzerse –reddetmeksizin- ona verilirdi.[8]

ROMA HUKUKUNA GÖRE KADIN :

Avrupa da iki türlü evlilik vardır:1)Koca dilediği takdirde kadını satabilir,istediği cezayı verir,hatta ölüm cezasıyla cezalandırabilirdi. Kadının bütün kazandıkları kocasının olurdu.

2)Karı babasının hakimiyeti altında idi. Bu defa baba onu kocasından alabilirdi ve mutlak bir hakkaniyete sahibti.”[9]

Kadın istediği kadar koca değiştirebilirdi.

Bu hususta Romalı filozof Seneka (M.S.Ö.73):”Zamanımız Roma’sında boşanma hadisesi artık ayıp sayılmamaktadır. Kadınlar bir ömür boyu,yaşlarının sayısından daha fazla erkekle evlenebiliyorlar.”

Batının her şeyi gibi,aile müessesesi de bozuktu.

İslâmdan önceki babayı:”Kızının namusunu yabancılara çiğnetme,kızını öldürmezsen namusu çiğnenecek.”diye aldatan şeytan;şimdi de namusunu satmaya,ekonomik,fakirlik,geçim zorluğu altında söylediği yaftalar ve safsatalarla yoldan çıkarmaktadır.

Ancak ikisi arasında şu fark var ki;Birincisinde kadın dünyasını kaybederken,diğerinde de ebedi ahiret hayatını kaybettiği gibi,gençliğinde gördüğü iltifatları ihtiyarlığında görmemekle dünyada da sille-i tedibi yemektedir. Çift taraflı zillet…

İSLAMDA KADIN :

Getirdiği saadetle buna saykal vuran İslam;kızların diri diri gömülmelerini ortadan kaldırmış,[10] ve hadiste:”Kimin bir kız çocuğu olursa,onu diri diri gömmezse,onu hakir görmezse ve erkek çocuğunu ondan daha fazla kayırmazsa,Allah o kişiyi cennetine koyar.”[11]

“Kim iki kız evladına,büyüyüp yetişinceye kadar,bakar beslerse,o ve ben hesap gününde (iki parmağını işaret ederek) böyle beraber geliriz.”[12]

“İlim öğrenmek her kadın ve erkeğe farzdır.”(Beyhaki)

Kadınlara adetli günlerinde ve doğumdan sonra kırk gün namaz ve oruçtan muaf tutulmuş,namazı kaza etmezken,farz olan orucu istedikleri günde kaza edebilmeleri,Cuma namazının farz olmayışı onların gözetilmiş olduklarını göstermektedir.

Kur’an-da erkek adıyla anılan bir sure bulunmazken,kadın demek olan büyük bir sure olan –Nisa- suresi –kadın-anlamına olup,anların adıyla anılmaktadır.

İslâmiyet:”Kadının insan olduğunu kabul etmiştir. Ona istiklal ve şahsiyet vermiştir. Onu dine,ibadete ve cennete girmeğe ehil saymıştır. Alış verişlerde ona erkek gibi söz hakkı vermiş,iyiliği emir ve kötülüğü yasak etme gibi toplumun ortaklaşa yapacağı işlerde davette bulunma vazifesi yüklemiştir. Yine öğretmekle vazifeli saymıştır. Kadınlığına uygun gelen işlerde çalışmasına müsaade etmiştir,mirasta hak tanımış,evlenmede fikrinin alınmasını şart koşmuştur. mal ve akitlerdeki velayette de kadının erkeğe denkliğini beyan etmiştir.”[13]

Evlenecek kişiler başlı başına ehil olup,kişilikte eşittirler. Akitte kadınında sözü alınır,istemediğinde zorlanamaz.[14]

Ancak velisi bu mesele de araştırma ve soruşturma hususunda daha fazla bilgiye sahib olabileceğinden onun görüşü ağırlık kazanabilir,sıhhatli olmak şartıyla…

-Miras hususunda da kadına bir erkeğe iki vermekle;kardeşlerinin,babamızın malını niye yabancılara verdin-diyerek sahib çıkmama durumlarını da ortadan kaldırmış,kız kocasının aldığı iki hisseyle de yine eşit olarak üçe tamamlamış olmaktadır.

“İslâmiyet bir kadın hakkına hükmetmiştir ki ondan,kadın İslamiyetten evvel ve sonra (hatta bu asra kadar) mahrum bırakılmıştır. Bu hak müstakil mülkiyet hakkıdır. İslam şeriatına göre kadının parası,ğayrı menkulü veya diğer eşyası üzerindeki hakkın,tam olduğu kabul edilir. Bu hak evliliğiyle,dul ve bekarlığıyla değişmez.

Kadının malını satması,satın alması,bütün mülkünü veya bir kısmını kiraya vermesi veya ipotek gibi hususlarda tam hak sahibidir. Kadının dişiliğinden dolayı küçük ve ikinci sınıf görüldüğüne dair şeriatın hiçbir yerinde bir işaret yoktur. Şurası keza mühimdir ki,kadın bu haklara evlilik öncesi sahib olduğu gibi,bu haklar evlendikten sonra kazandıkları için de geçerlidir.

Mesela zannedildiği gibi 1938’de Fransız kanunları,kadınların kontrat yapabileceklerine müsait oluşlarını tanımak için tam islah edilmedi. Hala bir evli kadının,kendi özel mal varlığından,bir yere vermeden veya dağıtmadan önce,kocasının müsaadesini temin edip etmediği sorulur.”[15]

Kadın mürüvvetini korumalı,fesadı uyandırmamalıdır. Hadiste:”Kadın namahremdir.(Dışarı)çıktığı zaman,şeytan onu takib eder.”(Tirmizi)

Bu durum çerçevesinde kadınında yapması gereken işler vardır. Ebe ve hemşirelik gibi. İslâmda ilk hemşire Rüfeyda olup,Medine’lidir. Harbte yaralananları karşılıksız tedavi ederdi.

İslâmiyet;din sadece erkeklere değil, kadınlara da şamildir. Aynı sorumluluk altına onlarda girmektedir.

Mesela,Efendimizin de buyurduğu,en değerli üç kadın olan Fir’av-nın karısı Hz. Âsiye,Hz.İsa’nın annesi Hz. Meryem ve kendi hanımı olan Hz. Hatice’ye,değil başı boş milyonlarca serseri,acaba binlerce salih insan dahi onlara yetişebilirler mi?

Veli olan Rabiat-ül Adeviyye’ye şu zamanın binlerce insanı ona ulaşabilir mi? İşte kimmiş üstün? Neredeymiş üstünlük? Görülsün ve bilinsin…

Kadın ve kadın ile alakalı olan ayet ve hükümler,erkekler ile ilgili olan,doğrudan erkekleri ilgilendiren ayetlerden daha fazlacadır.[16]

Kur’an-daki hitab[17] hem erkeğe,hem de kadınadır. Zaten;”Ya eyyühellezine amenu”-“Ey iman edenler”derken,mana ve gramer yönünden her ikisi de dahildir. Bu ifade tarzı İslâmiyetten önce ve şimdi de Araplar arasında aynı şekilde kullanılmaktadır.[18]

-Eşitliği iddia edenler şunu da bilmelidirler ki;kendi kulakları merkeblerinkinden kısadır. Buda bir eşitsizliktir. Kendileri merkeblerine değil,merkebleri ve bir çok varlıklar kendilerine hizmet etmektedirler. Oysa buda eşitsizliğe aykırıdır. Acaba ne buyururlar?

Efendimizin:”Cennet annelerin ayakları altındadır.”ifadesiyle,cennet babaların değil,annelerin rızasına ve ayakları altına serilmiştir.

Ve Efendimiz:”iyilik yapmayı,ancak kime yapması gerektiğini söyleyen bir sahabiye,üç kere tekrar ile –annene- derken,dördüncüsün de,-babana-demiştir. Bununla da anne denilen,aziz varlık olan kadının layık olduğu ve olacağı mevkiyi a’layı da belirtmiş olmaktadır. Beşeriyet şimdiye kadar bu makamı vermemiş ve veremeyecektir de. Düşüncesi ve uygulamasıyla…

“Kur’an-ın muhtelif bir çok surelerinde erkek ve kadın zikredilmekle beraber,şu surelerde kadınları ilgilendiren hususlara ağırlık verilmektedir.Bunlar:Nisa,Yusuf,Nur,Ahzab,Mümtahine,Talak,Tahrim sureleri.”[19]

AİLE HAYATI

Dünya hayatı başlangıç da aile hayatı ile başlarken,netice ve son olan cennet hayatı da aile üzerine kurulur.

Aile kutsal bir yuvadır. İnsanlığın,toplumun bir çekirdeğini oluşturur. Öyle bir çekirdek ki,hem cennete,hem de cehenneme hamiledir.

Dinin perspektifiyle,peygamberlerin tarif ettiği nurla –her şeye olduğu gibi- aileye de o şekilde bakmayanlar ya ifrat yada tefrit etmişlerdir. yani bir yandan kadına layık olduğu yeri vermezken,diğer yandan da aşırı hareketiyle o nazik ve zarif vücuda taşıyamayacağı yükü yüklemekle zulmetmiştir.

Didin gösterdiği kıstas ve mihenk ise;Vasattır. Onu layık olduğu mevkiye oturtturup,gerçek kıymet ve değerine sarmıştır.

-Aile hukukunun önemi hususunda:”Kur’an-ı Kerim-in tam 23 yerinde,nikahtan,aile hukukundan söz edilir. 80’e yakın yerinde,zevc ezvac gibi tabirler,evlenme ile ilgili hükümler anılır. 10 yerinde boşanma hükümleri anlatılır.”[20]

-Ailelerin kurulmasındaki amaç;ailede bulunan bütün fertlerin ve temel olarak karı ile kocanın birbirlerinde SÜKÛN [21] bulmaları için vardır.

Dalgalarıyla yorucu bir hayattan sükun,rahat ve huzura erdirici bir hayata geçmeyi sağlar.

Ailede fertler birbirleriyle yardımlaşırlar.

Kişinin imanlı,hürmet ve merhametle techiz olmuş aile hayatı,cennet hayatıdır. Aksi takdirde;cehennemi andıracak bir hayata dönecektir.

Kadın yaratılışı icabı zarif ve naziktir. Erkek ise Müfessir Razi’nin dediği gibi:”Yaratılışı icabı,ailenin diğer bireylerine göre güç,kuvvet,azim,dayanıklılık,riyaset ve geçimin temini gibi konularda daha ehildir. Bu ehliyet,biyolojik yönden erkeğe,vehbi olarak verilmiş bir özelliktir.”[22]

Buradaki farklılık vazifenin farklılığından olup,bu da taksimi gerektirmektedir.

Hakiki üstünlük de erkeklik ile değildir. Çünkü erkeğe yüklenilen bu yük üstünlüğün değil,yükümlülüğün ve sorumluluğun ifadesidir. Fazilet değil,yüktür.

Babanın aile reisi oluşu”Fransa kanununda da,743 sayılı Türk medeni kanununun 152. maddesinde de aynıdır.”[23]

AİLEYİ YIKANLAR

Aile küçük bir devlet,devlet de büyük bir aile olduğundan,küçük ailede meydana gelecek bir çatlaklık,büyük aile olan devleti de menfi yönden etkileyecektir.

Mesela tanımadığımız bir memlekete veya devlete gittiğimizde şahit olduğumuz bir-iki aile,o millet hakkında hüküm vermemizde en adil şahit ve delil olacaktır.

Ailede çatlak var,yoksa çatlaklar mı var?

Evvela çatlaklıklar meydana getirip,şimdi de o mukaddes yuvayı yıkanlar ve yıkmaya çalışanlar maneviyattan yoksun ve körü körüne hempaları olan batıyı takib edenlerdir.

Aslında bu insanlar kadını tanımamaktadırlar. Veya bazı inkilab sevdalılarıdırlar ki,kadın ve aileyi inkilabları uğruna feda etmektedirler.

Yani inkilab ve onu düzenlemeyi kadına göre değil de,kadını o inkilaba göre düzenlemekte ve feda etmektedir. Artık bundan sonra onu yont yont,düzelt. Belki Nasreddin Hocanın,tüyleri yolunmuş kuşuna benzer…

Kanunlar insanlar içindir,insanlar kanunlar için değildir.

1943 yılında yapılan maarif şurasında okumuş!büyük ilim adamı! sıfatıyla konuşmacı prof. Sadrettin Celal Antel ailenin inkilablar önünde ne gibi engel olduğunu şöyle keşfeder:”Aile bir zehirdir. İnkilaba muhalefet ruhu aileden geliyor.”Bu prof. kendince haklıdır. Çünkü;maneviyatın önünde –kale gibi- ilk ve son engeli aile teşkil etmektedir. Tabiri caizse; milletlerin ve fertlerin –müsbet veya menfi yönde- değişmelerinde ailelerin onayı gerekmektedir. Bu onay alınamıyorsa,çeşitli vesilelerle yıpratılma yoluna gidilmekte,evlatlarla aileler karşı karşıya getirilmekte,bunu da inkilablara aykırılıkla desteklemek suretiyle dejenere edilmeye ve yıkılmaya gidilmektedir. Sayın prof-umuzun da yaptığı budur.

1710’da İngilizlerce görevlendirilen casus Hempher’in aileyle ilgili planından biri olarak:”İslâmi nikah,aile yapılarını güçlü tutmakta ve müslümanların hızla çoğalmalarını sağlamaktadır.

Çok önemlidir;buna mutlaka mani olmalıyız. Kanuni yasaklarla birden fazla evliliğe müsaade olunmamalı ve doğum kontrolü uygulanmalıdır.

Evlenmeleri her vesile ile zorlaştırınız ve geciktiriniz.

Nikâhsız beraberlikleri teşvik ediniz.

Müslüman kadınların örtüleri açılmadıkça onlara fesadın bulaşması mümkün değildir.

Kadınların güzelliklerini göstermeye meylini tahrik ederek örtülerini kaldırmalısınız. Müslümanlığı yok etmek için bu yol çok tesirlidir.

Bu iş için gayri müslim kadınları alet etmelisiniz.

Ayrıca”İslâmın kadına değer vermediğini”telkin ederek onları ailelerinden ve yuvalarından soğutmalısınız.

Huzursuzluk çıkararak boşanmaları arttırmalısınız.

Aile çatısını çökertmeden İslâmı mağlub etmemiz çok zordur.”[24]

Aşırı harcama ve israf da aileyi sarsar,neticede yıkar. Gayrı meşru yola ve rüşvete sevk eder.

İsraf sefahete,sefahet sefalete götürür.

Nitekim Yavuz Sultan Selim debdebeli giyinen oğlu Şehzade Süleymana şöyle der:”Sen böyle giyinirsen,anan ne giyinsin Süleyman? Anana takacak zinet bırakmamışsın…”

TESETTÜR

Kur’an-ı Kerim-in kesin emirlerinden olan Tesettür[25];Din ve fıkıh yönünden;”Kadınların ve erkeklerin başkasına,namahremlere vücutlarının haram kısmını göstermemeleri…[26]

Kadın avrettir. Böylece de;hem kendini örter,hem de başkalarının kendilerine bakmamaları için onların da gözlerini örter. Harama,günaha ve fitneye düşmelerine o avretlik ve tesettür bir set teşkil etmiş olur.

Kur’an-ı Kerim tesettür emriyle;şefkat kahramanı ve değerli bir hayat arkadaşı olan kadınları aşağılıktan ve aşağılanmaktan,zilletten,yabani ve yabancıların göz hapsine almakla manevi esirlikten ve sefalete düşmekten kurtarıyor.

Tesettür;aile fertleri arasındaki karşılıklı emniyeti,samimi hürmeti ve muhabbeti de tesis etmektedir. Tesettürsüzlük ise bunları ortadan kaldırmaktadır.

Tesettürsüzlük;kadının en güzel vasfı olan SADAKAT’ı da ortadan kaldırıyor.

Tesettürsüzlük;Neslin çoğalmasına değil,azalmasına sebebtir. Çünkü kişi ailesinin açık-saçık olmasını istemediğinden bekar kalacak,geç evlenecek veya ğayrı meşru yola gidecek…

Muhitin de insan ahlakı üzerinde tesiri vardır. Avrupanın insanı da,memleketi gibi soğuk olduğundan Tesettürsüzlüğün bizdeki kadar fazla kötülükleri tahrike sebeb olmaz. Bu yönüyle de memleketimiz Avrupaya kıyas edilemez.

“Kadınların ahiret saadeti gibi,dünya saadetleri de ve fıtratlarındaki ulvi seciyeleri de…bozulmaktan kurtulmanın yegane çaresi,İslam dairesindeki dini terbiyeden başka yoktur.”[27]

Duygular bakımından tamamen sönmemiş ve bozulmamış her kadın başkaların pis bakışlarından elbette sıkılır ve rahatsız olur. Tesettür ise;kötü bakışların yaralayıcı oklarından kalkan gibi her iki tarafı da korur.

Diğer bir açıdan,Bediüzzaman hazretlerine göre tesettürün bir hikmeti ise:”Cenâb-ı Hak sanatını güzel göstermek istiyor ve çirkin şeyleri perdeliyor,diğer varlıklara karşı güzel göstermek ve insanın diğer nevilerdeki tasarruf ve münasebet ve kumandanlığına da işaret etmektedir.”

Gerçek hürriyet ve şahsiyet;tesettür de ve tesettür iledir.

“Tesettür etmeyip de bütün güzellik ve süs püsleriyle kendini yabancı gözlere vaz’ ve teşhir eden bir kadın tabiidir ki;istiklal ve hürriyetini ve vakar ve izzetini muhafaza edemez.”[28]

-Yürüyüşleri hususunda ise;”Yani baştan ayağa örtündükten başka yürürken de edeb-ü vakar ile yürüsünler,örtüp gizledikleri sun’i veya hılki ziynetler bilinsin diye bacak oynatıp ayak çalmasınlar,çapkın yürüyüşle nazarı dikkati celb etmesinler,çünkü erkekleri tahrik eder,şüphe uyandırır.”[29]

Âyette:”Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar.”[30]

-Kendilerini başkalarına teşhir edip gösterenler,cahiliye adetinden olan Halhal ve de ökçelerini yere vurmak suretiyle yapılan çalımlı yürüme Kur’an-ca yasaklanmıştır.

Çünkü bu bir fitneye vesiledir. Peygamber diliyle de:”Fitne uyumaktadır,uyandırana Allah lanet etsin.”tehdidine mâsadak olur.

Şairin ifadesiyle:”Yapraklar arasından rüzgar geçince,işrik ağacının hışırtısı gibi,o (sevgili) yürüyüp geçtiği zaman,ziynetinin baştan çıkartan sesini işitirsin.”[31]

-Cahiliye dönemindeki örtünme şekli;”Müfessirlerin nakline göre cahiliye kadınları da hiç baş örtüsü kullanmaz değillerdi. Fakat yalnız enselerine bağlar veya arkalarına bırakırlar,yakaları önlerinden açılır,gerdanları ve gerdanlıkları münkeşif olurdu(açılırdı),ziynetleri görünürdü.”[32]

Şu anda bizlerdekinin yani örtmek ile örtmemek arasında bocalayanların durumu da,bundan farklı değildir.

Medeniyet,çağdaşlık,moda yutturmacalarıyla açılmaya yapılan teşvik,tıpkı sanat adına ilk çağ Yunan resim ve heykellerindeki çıplak resimlerle,fuhşa yapılan davetiye gibidir.

Daha önce Bizansı yıkan fuhuş,bu günde batıyı sarsarken,bizi de kıskaca almaya çalışmaktadır.

Nitekim:”1710’da bir İngiliz ajanı İslâmı yok etmek için Tesettürün mutlaka kaldırılmasını istiyordu.”[33]

Lozan’ın gizli maddelerinden:1)İslâmiyet,şeriat,dini esaslara sırt çevirerek kaldırılması.

2)Hilafetin kaldırılarak,halifenin sürülmesi.

3)Medrese,zaviye,dini takviye edici bütün müesseselerin kaldırılması ve şer’i mahkemelerin kapatılması.

4)TESETTÜRÜN kaldırılarak yasaklanması.

5)İslâm alemiyle ve Türklerle irtibatın ve bağların koparılması.

Evet. Bütün bunlar yapıldı ve yapılmaya da devam edilmektedir.

Bütün bunca açıklık ve tesettür düşmanlığı neden ileri gelmektedir? Nedir bunun bunca sebebi?

Mesele bunun temelinde ve kök yapısındadır.

Bunda emre itaatsizlik,emir dinlememezlik,bütün bütün,mutlak olarak hür olma düşüncesi vardır. Belki bunun altında;nefsin zebunu ve kölesi olmak yatar.

Zahiri zevk ve serbestlikle beraber,ebedi bir elem ve hapis söz konusudur.

Açıklık-saçıklık,olmaya ki bir hastalığın neticesi ola? Ruh hastalığı mı? Kalb,akıl hastalığı mı? İnanç ve iman hastalığı mı?Öldürmeyip çektiren müzmin,sahibine kabre kadar çektiren illet…

-Kadın niçin tezyin ediliyor? Teşhir için mi? Niçin teşhir? Kocası için mi,başkası için mi???

Ahmed Yesevi hazretlerinin dediği gibi:”Kitabına eğilmiş çocuk,aşını pişiren kadın,tarlasını süren çiftçi,tezgahtaki sanatkar,fenalık düşünmeye vakit bulamaz.”

“18. asrın sonları ile 20. asrın başlarında fahişe sınıfını ticari bir işletme olarak düşünme eğiliminde olan Fransa,İngiltere,İtalya gibi sömürgeci güçler 20. asrın başlarında bu sınıfı tam müesseseleşmiş ekonomik bir altyapı haline getirmeyi başardılar.”[34]

Bu fuhuşların altında fakirlik ilk temel sebeb değildir. Belki israf;lüks ve sefahet ve fuhşu,sefahet de sefalet ve rezilliği netice vermektedir.

Bunca menfiliklere rağmen İslam alimlerinin müjdeli haberleri ve bunu hisseden batılıların itirafı ki,onlardan biri olan Fransa kültür bakanlığı yapan-Andre Malraux’un dediği gibi:”21. asır ya Spritüalist (maneviyatçı) bir asır olacak veya hiç var olmayacaktır.”

KADIN HÜRRİYETİ VE TESETTÜR

Amerikalı kadın yazar Elisyan Stanböri’nin,Mısır’da bir ay kaldıktan sonra Kahire’de yayınlanan El-Cumhuriye gazetesindeki yazısında:”Arap toplumu kamil ve salim bir toplumdur. Bu toplumun gençlerini makul ölçüler içerisinde geleneklerine bağlı tutması lazımdır. Çünkü bu toplum Avrupa ve Amerika toplumuna benzememektedir. Zira müslümanlar da atalardan devralınan bir takım gelenekler kadının hayatını sınırlamakta,anne babaya karşı saygı icab ettirmektedir. Bundan daha önemlisi de Avrupa ve Amerika’da aile ve toplum hayatını tehdit eden kadın erkek ilişkilerini yasaklamaktadır.

Arap toplumunun bilhassa genç kızlar için vazettiği kayıd ve nizamlar son derece faydalıdır. Bunun için ben size ahlak ve geleneklerinize sımsıkı sarılmanızı öğütlerim. Kadınlarla erkeklerin karışmasına mani olun. Bilhassa genç kızlarınızı tarihten devraldığınız terbiye kuralları ile yetiştirin. Bu,Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi kadınların her yere serbestçe girip çıkmasından daha hayırlıdır. Hem sizin için,hem insanlık için daha hayırlıdır.

Amerikanın son derece büyük bir toplum olması,birbirine yabancı kadın ve erkeklerin hiçbir evlilik bağı olmadan münasebet kurmalarına sebeb olmuştur. Bu başıboşluk,bir yandan hapishanelerin ve akıl hastanelerinin dolmasına,bir yandan da yirmi yaşın altındaki kızların barlarda,pavyonlarda,randevu evlerinde erkeklere satılmalarına yol açmıştır. İşte bu bizim gençlere verdiğimiz hürriyetten doğmaktadır. Avrupa ve Amerika toplumlarında kadınlarla erkeklerin iç içe yaşaması,kadınlara verilen aşırı hürriyet aile düzeninin tehdit ettiği gibi ahlak ve fazileti de sarsmaktadır. Çünkü daha yirmisine basmamış bir genç kız hürriyet,medeniyet ve her şeyin serbestliği adına içki içiyor;uyuşturucu maddeler kullanıyor,hatta annesinin bilgisi altında istediği erkekle flört ediyor. Öyle ki birkaç dakika evleniyor,birkaç sat sonra da ayrılıyor.”[35]

Dün müşrik Peygamber Efendimize:”Emin” derken,bu günde batılı O’nun getirmiş olduğu hükümlere;”Emin” ve “Amin” demekte ve isabetliliğinde boyun bükmektedir

Cumhuriyet dönemi tezadlar dönemidir. Bir nümune olarak bunu yazar Yakub Kadri’de görebiliriz. Hayatının ilk zikzaksız dönemlerinde Tesettür hakkında yazmış olduğu ilginç ve nefis yazısında şöyle der:”Bu çirkin asrın ve bu çirkin muhitin yegane süsü,yegane güzelliği sizin çarşafınız,sizin peçenizdir. Yalnız bunlardır ki,gözlere hala bakmak tahammülünü,bakmak arzusunu veriyor. Niçin ondan müşteki gibisiniz? O mazrufa bu zarftan daha muvafık ne olabilir? Sizi böyle gördükçe,bir kadının başka türlü nasıl giyinebileceğini düşünüyorum ve çarşafsız,peçesiz bir kadın tahayyül edemiyorum.

Siz,bizim aşkımızın,hürmetimizin,siz bizim kıskançlığımızın muti mahbubeleri değil misiniz? Vücudunuzun şeklini alan bu dilfirid mahbesi sizin etrafınıza,sizin yüzünüz üstüne biz ördük;bizim ihtimamımız,bizim muhabbetimiz ördü. Sizi güneşten,havadan,sizi kem nazardan sakındık da böyle yaptık. Yazık değil mi ki o saçlara güneş vursun,o yüzü havalar,tozlar hırpalasın? Yazık değil mi ki,-maazallah- o gözlerin harimine kolayca,laubali bir yabancı gözün kıvılcımı sıçrasın? Düşündük ki,belki bilmeyerek,belki farkına varmayarak birine gülüverirsiniz. Nazarlarınız belki,bilâ-ihtiyar,birinin üstünde fazlaca tevakkuf ediverir. Onun için yüzünüzü örttük. Zira,tebessümlerinizin,bakışlarınızın kıymetini biz anlıyor,biz biliyorduk. Gönlümüz onların,öyle lüzumsuz yere heder olmasına acıdı da bir ipek mahfaza içinde muhafazalarına lüzum gördük. Çünkü siz,hılkaten müsrifsiniz,hazinelerinizin pahasını bilmezsiniz;her şeyde dahil olan hilkat,bütün cömertlik kabiliyetini size verdi,sizin kalbinize döktü,fakat öyle bir ifrat ile ki,nihayet böyle bir tedbire ihtiyaç hissetti.

…Sizin açıldığınız ve sizin kıskançlık mahbesini yıktığınız yerlerde derhal evler yıkıldı,mabetler harab oldu,şehirler çöktü. Çünkü sizin mahbesleriniz o yerlerin surları idi,kaleleri idi.

……………

Söze başlarken size demiştim ki,bu çirkin asrın,bu çirkin muhitin yegane süsü,yegane güzelliği sizin çarşafınız,sizin peçenizdir. Memnun ve müsterih yaşamak için bu kanaat size yetmez mi? Halbuki benim ruhumu sadece bu kanaat dolduruyor:Peçeniz ve çarşafınız… Bunlardır ki,bana muhabbeti öğretiyor,hayata muhabbeti,aşka muhabbeti, memlekete muhabbeti…Zira sizin bu örtüleriniz,bu süsleriniz değil midir ki,minarelerin ve o âl râyetten sonra bu serseri ruha bir râz-âşina melce ve bir emin mersa saaadeti veriyor.

Peçenizin kudsiyetini şuradan anlayınız ki,bir yabancı elin ona uzanması ihtimali bile,gayz nedir,kin nedir hiç bilmeyen bu tembel ve yorgun ruhta beldeler yıkacak,burç ve barutlar devirtecek bir ateş alevliyor.

Gördünüz mü? Peçenizden bahsederken haşin adımlarla yüksek surlar etrafında dolaşan bir eski kahraman gibi söz söylemeye başladım. Belki bunların hiç birini yapmayacağım,fakat emin olunuz ki,şu dakikada çok samimiyim. Size,sizin örtülerinize ve süslerinize doğru teveccüh edince,kendimi her şeye kadir farz ediyorum. Tarih,menakıbı beşeriyeyi dolduran en büyük kahramanlılar bana bir çocuk oyuncağı gibi geliyor.

Sakın onları çıkarmayınız,sakın onları atmayınız. Bu çirkin asrın,bu çirkin muhitin ortasında asalet ve zerafete yegane dal olarak bunlar,sade bunlar kaldı. İnsanlar senelerden beri,insanlığı terzil için ve cemiyetlere manzaraların en fenasını vermek için sevimsiz bir cinnetle her şeyi devirdiler. Bu güruha peyrev (yem) olmak size yakışır mı? Ben sizi zamanların ve insanların fevkinde,onların haricinde biliyorum. Siz mestur ruhlardan değil misiniz? Dünya yüzünde tek başına kalan ulvi bir dinin ilahı sizi bu sıfatla sair mahlukat arasında mümtaz kılmamış mıydı? Siz onun halk ettiği cennet-asa alemin meleklerisiniz. O “Kitabında” sizin isminizi zikretti. O vakitten beri siz mukaddesat meyanına girdiniz;artık ne hale,ne maziye,ne de atiye mensubsunuz. Yalnız unutmayınız ki,sizi bu mevkiye bizim aşkımız,bizim hürmetimiz,bizim kıskancımız is’ad etti(yükseltti).”[36]

Tesettüre yapılan bu hücumda;Avrupa medeniyeti ve felsefesiyle,İngiliz ifsadatı yatmaktadır.[37]

KADINLA ERKEĞİN BAŞBAŞA KALMALARI :

Efendimiz:Kadınla erkeğin baş başa kalması halinde üçüncüsünün şeytan olacağını belirtirken;[38] Rabbimiz de;Kendisinin de ismet,masumluk ve günahsızlık sıfatı olan Yusuf Peygamberin köle olarak satılmış iken,Züleyha’nın odasında bulunduğunda:”Gerçekten kadın ona meyletmiş,oda kadına meyletmişti. eğer Yusuf (AS) Rabb’ının (ilâhi bürhanını) görmeseydi olacak olan olurdu.”[39] buyurmaktadır.

Hadiste:”Kadın olmasaydı erkek kesinlikle cennete girerdi.”ve bir diğerinde:”Kadınlar olmasaydı Allah taâlaya gerçek manada ibadet olunurdu.”[40]

Buda kadınların günaha daha fazla meyyal oluşlarından kaynaklanmaktadır.

Bir rivayette babasını görüp,onun sakındırmış olduğu da nakledilir.

Yine Peygamberimiz A’ma olan Ümmü Mektum geldiğinde,Ümmü Seleme’nin perde arkasına geçmesini söyler,o da:”onun a’ma olup,kendilerini görmediğini söylediğinde; Efendimiz:”O sizi görmüyorsa,sizde mi onu görmüyorsunuz?”[41] diyerek; ”İnsanları kötülüğe sevk eden nefsin”[42],kadın-erkek her ikisinde de olduğunu belirtmiştir.

Hadiste:”Sakın bir erkek,yanında mahremi olmadıkça yabancı bir kadınla yalnız kalmasın.”[43]buyurulmaktadır.

KADINLARIN GÖRÜNMELERİNDE MÜSAADE EDİLENLER (MAHREMLER ):

Kur’an-ı Kerim-de,kadınların görünmelerinde müsaade edilenler şöyle sıralanmaktadır:[44] 1)Kocaları. 2) Babaları. 3)Kayınbabalar. 4) Oğulları. 5)Üveyoğulları. 6)Kardeşleri. 7 Biraderlerinin oğulları. 8)Kız kardeşlerinin oğulları. 9)Müslüman kadınlar. 10) Cariyeler. 11)Erkekliği olmayanlar. 12)Küçük çocuklar.[45]

Ancak bunlar,işin ruhsat ve cevaz yönü olup,takva yönü değildir. Yani,işin en uygun ve güzel olan yönü,tesettüre devamlı riayet edilmiş olmasıdır. Buradaki müsaade,zorluklar durumunda meydana gelebilecek ruhsatlardır.

NİKÂHA TEŞVİK

Gerek nefsin korunması,gerek dinin tamamlanması,gerek neslin çoğalması gibi açılardan,Kur’an ve hadiste nikaha çokça teşvik yapılmıştır.[46]

Adaletiyle meşhur,Hz. Ömer’in torunlarından Emevi hükümdarı Ömer bin Abdulaziz’in şöyle örnek bir uygulamasına şahit oluruz:

Her gün halkın arasına gönderdiği adamı,halka şöyle nida da bulunur: “Miskin var mı? Borçlu var mı? Evlenmek isteyen var mı? Yetim var mı? Varsa gelsinler de ihtiyaçlarını karşılayayım.”[47]

Evlilikte;erkek için isabetli seçim esas olduğu gibi,kız içinde geçerlidir. Çünki,aile sadece erkeğin değil,kadınındır da…

Dikkat! Yıldırım nikahı yıldırabilir!

Evlilikte,evlenecek eşlerin birbirlerine denk (Kefâet) olması gerekir. Ancak bu denkliğin en önemlisi:Din’de,Ahlak’da ve Terbiyede olan denkliktir.[48]

Evlenmede esas,neslin çoğalması ve devamıdır. Bu mukaddes müessesenin de,sağlam temeller üzere kurulması esastır. Aksi takdir de:”Hayvan,her şeyde ancak sevki fıtrisine uyar. Halbuki insan,bilhassa cinsiyet konusunda düşüncesiyle sevki fıtrisini idare eder,ona hakim olur. Ve ancak böyle hareket etmekle insan sıfatına,o büyük ideale varabilir.

Hayvanlar çiftleşir,yalnız insan evlenir.

Hayvan dünyası için evlenmek diye bir şey yoktur. Hayvanlar,sırf sevki fıtrilerinin zoruyla fizyolojik ihtiyacı rast gele sokağın veya ormanın her hangi bir köşesinde, tanışmadan,anlaşmadan giderirler.

Fizyolojik tatmin,aşkın zevk tarafı,ancak bir vasıtadır. Ve eğer bu olmazsa,mesela geçici bir şekilde birleşmek imkansızlığı varsa,ihtiyarlık gelmişse,başka bir çok unsurlar kalblerin birleşerek kalmasını ve böylece yuvanın muvazenesini kuvvetle sağlar. çünkü bu muvazene,çocukların gelişmesi ve yetişmesi için elzemdir.

Söylediğimiz gibi,cinsi uzuvların hedefi mukaddestir. Birleşme fiili de yüzlerce seneden eri insan nevinin devamını temin eden son derece faydalı bir fiildir.”[49]

-Evliliğin bir çok hikmet yönlerinden biri de;malın ve zenginliğin belli ellerde birikimini ve sürekliliğini engellemesidir. Bununla nesiller korunur. Aileler teessüs eder. Soylu milletler ve kişiler oluşur. Aynı zamanda bütün dinlerin de üzerinde durup,teşvik ettiği bir meseledir.

“Beşeriyet aleminin bir ahenk ve intizam dairesinde devamı nikaha bağlıdır.

Neslin artması,kadınların nafaka ve barınma,nefislerini helak olmaktan koruma,aileler arasında yakınlık,yardımlaşma,umumi ahlakı temin,evladı terbiye,insanlara faydalı olma,insanlarla iyi geçinme,vatana bağlılık gibi hususlar hep nikahın devamıyla mümkündür.”[50]

Böyle bir aile binası kurulurken de,onun harcı durumunda olan düğünlerin,İslâmi adet ve usullerle yapılması sıhhatli ve sürekli bir ailenin şartıdır.

Kadın,kendisinin zineti olan edeb ve hayayı korumalıdır. Bunu kaybeden kadın,her şeyini kaybetmiş demektir. “Edebden mahrum olan Allah’ın lutfundan da mahrum olur.” Haya damarı çatlayanın,hayatı da yıkılır.

Araplar şunlarla evlenmeyi tavsiye etmez:

“1)Ennane : İnleyen kadın.

2) Mennane : Yaptığını kocasının başına kakan.

3) Hennane : Eski kocasında ve onun çocuklarında gözü olan.

4 Hadaka : her gördüğünü canı çeken.

5) Bereka : Devamlı süslenen ve sofrada dövüşüp,tek başına yemek yiye.

6) Şeddaka : geveze kadın.[51]

Hadiste:”Çocuk olur korkusuyla evlenmeyi terk eden bizden değildir.”(İbni Mace)

“Nikah benim sünnetimdir,kim sünnetimden yüz çevirirse,benden değildir.”buyurulmaktadır.

TEADDÜD-Ü ZEVCAT

İslâmiyette birden fazla kadınla evlilik,esas değildir. Yani islâmiyet bir evliliği birden dörde çıkarmış değildir,belki yaygın olan çok evliliği (8,10 gibi) dörde indirmiştir. Bunu da gayet ağır şartlarla kayıdlamıştır. Her konuda;yedirmek,giydirmek,memnun etmek konularında –Adaletle muamelede bulunmak,hepsine aynı ölçü içerisinde davranmak şartıyla dörde kadar müsaade etmiştir. Buda bir müsaadeden ibaret olup,emir değildir.

Âyette:” Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helal olan) kadınlardan ikişer,üçer,dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın;yahut da sahib olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.”[52]

İslâmiyet vermiş olduğu bu müsaadesiyle de,zinanın yollarını kapamış olmaktadır.

“Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında –Adil- davranmaya güç yetiremezsiniz;bari birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir,günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”[53]

Şimdiki dört evliliğe karşı çıkan medeniyet ise,bir çok fahişehanelerin açılmasına göz yumarken,erkeğinde dörde bedel kırk kadınla gayrı meşru hayat geçirmelerine yol açmış olmaktadır.

Oysa İslâmiyet hakiki hükmüyle zinayı engelleyip,sefahete giden kapıları da kapamış olmaktadır.

Çok evlilik hristiyanlık ve yahudilikte de vardır. İslamiyet ise denge olan orta yolu tutmuştur.

Bunu görülen uygulamalarından biri de Almanya’da şöyle olmuştur:

“2. Dünya savaşından sonra batı Almanya,kendi dinleri tarafından yasaklandığı halde,İslamın mübah kıldığı çok evliliği toplumun selameti bakımından benimseyerek teşvik etmiştir. Alman kadınını sokak fuhşundan ve bunun sonucu olarak ortaya çıkacak ğayrı meşru çocuklar ve diğer fenalıklardan kurtarmanın yolunu çok evlilikte görmüşlerdir. Alman üniversitelerinin çoğu hocaları Almanya da kadın mesellerinin halledilmesi için çok evlilikten başka çare olmadığını ifade etmişlerdir. Hatta bir kadın prof:”Benim on kadınla birlikte bir iffetli erkeğin himayesinde yaşamam,haysiyetsiz bir erkeğin tek karısı olmamdan veya hiç evlenmeden tek başıma yaşamamdan daha iyidir. Bu yalnız benim değil,bütün Alman kadınların görüşüdür.”demiştir.

Alman gençleri,1948 yılında,memleket meselelerinin halli için Münih’de düzenledikleri bir kongrede 2. Dünya savaşından sonra azalan erkek sayısı nedeniyle ortaya çıkan dengesizliğin doğurduğu kötülüklerin önlenmesi içi çok evliliğin uygulanması yolunda bir karar alarak bunu hükümetlerine tavsiye etmişlerdir.”[54]

“Bir tek kadınla evlilik batıda sözde kalmıştır. Gerçekte ise sorumsuz bir şekilde çok kadınla evlenme usulü alıp yürümüştür. Erkek,metresinden bıkınca ne yapıyor? Onu başından savıyor. O da yavaş yavaş kaldırım yosması,sokak kadını haline geliyor.”(Dr.A.Besant)

“…Bir tek kadınla evlenmenin Hz. İsa tarafından savunulduğu hususu doğru değildir. mesele içtima-i,ahlaki ve dini bakımdan ele alındığı takdirde,birden fazla kadınla evlenmenin,medeniyetin en yüksek değer ölçülerine aykırı olmadığı isbat edilebilir. Bu dava,batıda kimsesiz ve bahtsız kadınların meselesinin halli için bir devadır,bir ilaçtır. Tersini iddia etmek fuhşun,metres hayatının ve evde kalmış kızların davalarının devam etmesi ve çoğalması demektir.”[55]

Hadiste:”Bir kimsenin iki karısı olursa ikisi arasında –adalet –yapmazsa,kıyamet gününde vücudunun bir tarafı çarpık olarak haşrolur.”[56]

Her şeyi madde ile ve hayvani duygularının tatmini açısından değerlendiren bazı insanlar,erkek dörde kadar evlenirken,kadın niye birkaç erkekle evlenmesin? Veya erkeğe cennette bir çok huri ve zevce verilirken,kadına neden verilmesin? demekte ve kadınları savunduklarını iddia etmektedirler.

Evvela o insanlar bununla o zarif yapılı kadınlara taşıyamayacakları hem annelik,hem de babalık yükünü yüklemektedirler.

Bizde;bunu iddia eden erkeklerin de,kadınlar gibi hamile kalıp,çocuk doğurmalarını istememiz elbette yersiz olmayacaktır.

-Eğer kadın bir çok erkekle evlenirse,çocuk kime ait olacaktır? Hangisi şefkat edecek,barındıracak,koruyacak,yardım elini uzatıp,evladım diyecektir?

Erkek bir çok kadını idare ve yönlendirme gücüne sahib olup,kadın bu güce sahib değildir.

Kadın fıtratı gereği zarif,nazik ve incedir. Erkek gibi kaba değildir. Onun zorlanması, kırılması demektir.

Bir yönüyle de kadın alıcı olup,verici değildir.

Ayette:”Onlar için cennette tertemiz eşler vardır.”[57] Bu ifade sadece erkek için değil,kadın için de geçerlidir. Yani:”Onlar için o cennetler de tertemiz,pampak çiftler,eşler yani erkek için zevceler,kadınlar için zevcler vardır.”[58]

Yani bu iddia da bulunan kişi,eğer az bir namus sahibi ise;babasının meşru olarak annesinden başka bir kadınla evlenmiş olmasına normal bakarken,annesinin başka erkeklerle de düşüp-kalkmasına normal bakmayacaktır. Hatta bazılarının bunu namus meselesi yapıp,öldürmeye kadar gitmeleri de durumun çirkinliğini gösterir.

Domuz tabiatlı kıskanma duygusunu yitiren insanlar bahsimizden hariçtir.

Kadına özgürlük! Eşitlik,diyenlerin kadını ne hale getirdiklerinin işte örnekleri:

“1988 istatistiklerine göre (Emniyet raporu) Türkiye’de 500 bin kadın kendini satarak geçindiriyor.”[59]

Her halde medeniler? Bunu öz gördüklerinden olsa gerek ki,tesettürlüleri ve evdekileri de yoldan çıkarmak için her türlü kanuni ve manevi baskı,çeşitli yayınlarıyla ifsad çabasındadırlar.

Birden fazla evliliğe karşı çıkan bu gayrı medeniler,binlerce evliliğe acaba neden göz yummaktadırlar?

“Teaddüd-ü zevcata (çok evliliğe) mani olunabilir ama taaddüd-ü firaşa (çok kadınla yatmaya) mani olunamaz.”

Gayrı meşru çok kadınla yatan nadanlar,-varsa utanma-utansın.

Meşru olarak ailedeki nefsani,hayvani istek;gayrı meşru aile dışında hayvanca istektir.

Kadın fıtratı gereği,hissidir. Şefkati gereği zaiftir. Bu zaafından dolayı bazı su-i istimaller yağılmaktadır.

Bunlardan dolayı bazı devlet görevlerinin yükümlülüğü erkekler için bir vazife ve görevdir.

Mesela boşanma hakkı erkeğe ait olmakla beraber kadında mahkemeye baş vurup,hakimin velayetinde boşanabilir.

İslâmiyet her konuda kadını korumakla kalmamış,onun önündeki tuzakları da kaldırmıştır.

Ne mutlu kadın erkek eşitliği isteyenlere! Kadına tango erkek elbisesi,erkeğe fistan.. Bundan böyle bizde artık,hep beraber cicili-bicili fistan ve etek giyeceğiz! Nasıl?

PEYGAMBERİMİZİN İFFETİ

O zat (ASM) bir iffet abidesidir. Yaşar ve emreder. Bütün güzel ahlak onda cem olmuştur.

Peygamberimizin çok evliliği olan husus:”İlgili âyetin gelmesinden önce olup ve bu hüküm hayatının son senelerine rastlar.”[60]

Bununla beraber o:”Rasulullah bizzat,mü’minler üzerinde bir rüçhaniyete sahibtir;ve bunun bir neticesi olarak onun zevceleri,(Mü’minlerin) analarıdır. Rasulullah’a ne bir eza ve sıkıntı vermeniz size (yakışır) ve ne de ondan sonra onun zevceleriyle evlenmeniz.”[61]

Peygamber Efendimiz 25 yaşında iken 40 yaşında dul olan Hz. Haticeyle 23 sene beraber yaşamış,onunla peygamberliğin 8 yılına kadar beraber kalmıştır.

Ve 50 yaşından sonra evlenip,Hz.Âişe’nin dışındaki hanımları da dul ve yaşlıdırlar.Çok evlenmesinin hikmetleri de şöyle özetlenir:

“1)Talimi 2)Teşrii Hikmet 3)İçtima-i Hikmet 4)Siyasi Hikmet.”[62]

Sıcak bölge olan bir yerde 25 yaşında ve dul bir kadınla 40 yaşında olduğu halde onunla evlenmesi ve bunu 23 sene devam ettirmesi elbette iffetin ve nefsi için olmadığının en açık delilidir.

Hz. Hatice’nin vefatından 4,5 sene sonra bir çok kadınla evlenmesinin ise hikmetlerinden;Dinin aile içi hüküm ve örneklerinin aileleri vasıtasıyla ümmete bildirilmesi ve nümune-i imtisal olması,aile mahremiyetine vakıf olan hanımları vasıtasıyla olmuştur.

Ve zevcelerinin mensub olduğu kabilelerle akrabalık bağlarının kurulmasıyla onların fıtri olarak dine taraftarlıkları da sağlanmış oluyor. “Mesela;Mahzum oğulları;Ümmü Seleme vasıtasıyla;Emeviler,Ümmü Habibe vasıtasıyla;Haşimiler,Zeyneb binti Cahş vasıtasıyla;kendilerini ona yakın kabul edip,bahtiyar sayıyorlardı.”[63]

Hz. Aişe ile evlenmesiyle Hz. Ebubekir arasındaki bağ daha da kuvvetlenmiş,zeki olan Hz. Âişeyle de dinin aile meseleleri korunmuş ve ümmete nakledilmiş oluyordu.

Kocası Ebu Selemeyi kaybeden Ümmü Seleme evlatlarıyla mağdur bir durumda ortada kalmışken,Rasulullahın onlara kucak açarak maddi-manevi destek oluyordu.

Hz. Zeyneb ile olan evliliği ise,İlâhi akid [64] neticesinde gerçekleşiyordu.

Gayrı müslim olan Cüveyriye binti Haris’le kabilesi ve Hz. Ali’nin Hayberi fethetmesiyle Emir’in kızı Safiyye binti Huyey ile de kabilesinin gönülleri fethedilerek İslâmiyete ısınmaları sağlanmış oluyordu.

Cüveyriye’den olan İbrahim’in dışındaki bütün çocukları da Hz. Hatice’den olmuştur.

Bu evliliklerde bilemediğimiz daha nice hikmetler mevcuttur.

Bir batılı Efendimizi:”En büyük problemleri kahve içme kolaylığı içinde halleden bir şahsiyet.”olarak görmekte iken,bizimkiler suyu yokuşa sürme çaba ve inadı içerisinde çırpınmaktadırlar.

KADIN HAKKINDA NE DEDİLER ?

-“Erkekler kusurlarını akıllarıyla,kadınlarda kalpleriyle düzeltirler.”(Bauchene)

-“Erkekte,hareket halinde enerji vardır. Kadında üstü örtülü,içi kaynayan bir enerji..”(V. de Velde)

-“Bir çok erkekler yalnız kadınlara karşı duydukları zaaftan ötürü mücrimdirler.”(Napoleon)

-“Aili bir inkilab olsun diyen me’yus olur.

Başka bir şey kazanamaz,sade bir deyyus olur.”

-“Beşer hayvani münasebetlerini,insani zevklerle süsler.”

-“Güneş çiçekler için ne ise,rahat ve neş’e de kadınlar için odur. Her ikisi de işlediklerine renk ve güzellik verir;fazlası da kurutur.”

-“Kadınlarda itidali gözetenler azdır;bunun içindir ki,büyük eğlenceye kapılanlardan onurlarını koruyanlar azdır.”

-“Evet,büyük zevkler dalga gibidir. Bunlara kapılan bir kadın fırtınalı bir denizde sandalla dolaşan bir adam gibi,bir müddet batar çıkar;nihayet kendini kurtaramayıp boğulur gider.”

-“Lokantadaki piliç kızartmasına niçin ipekli don giydirmiyorlar? İştah niçin alenidir de,şehvet gizli?”(P.Safa)

-“Avradı er zapt edemez,ar zapt eder.”(Türk Atasözü)

-“Erkek,kadının giyinişine önem verir,zira kadının görünüşü vitrindir. Lakin vitrinin arkasında,ruh ve akılda da bazı şeyler arar.”

-“Moda kadınların erkeklere kendilerini beğendirmeleri içindir. Kadınlara beğendirecek değiliz kendimizi! Ama kadın hakları yanlıları kızacakmış bu sözlerime. Umurumda değil.”(Fransız artist B. Bardot)

-“Kim diyor ki,kadın,şimdi eskisi gibi yüzünü sıkı örtüler altında saklamıyor? Ya boya örtüleri? Bunların altında hakiki çehreyi görmek hiç kabil mi? Boyalar olmasa bilmem kadın ne yapardı? Kadın ne yapardı bilmem…Fakat boyalar olmasa bilmem ki göz nasıl boyanırdı?

….Fakat,ipekler ve boyalar ruhun eksikliklerini bilmem ki,nasıl telafi edebilir.”(A.Haşim)

-“Yanmak bir çeşit örtünme,gizlenmedir. İnsanoğlunun hayvanlar gibi postu yoktur,dolayısıyla giyinir. Halbuki şimdi çok az giyiniyoruz,kendimizi çıplak hissediyoruz. Bu bizi üzüyor,gizlenmek,rengimizi değiştirip,adeta üzerimize kabuk bağlamak istiyoruz. Koyu renk camlı gözlük takmanın da esas gayesi kamuflajdır. Aslında çıplaklıktan hoşlanmıyor,bronz tenle,gözlükle kendimizi gizliyoruz.”(M.Davis)

-“Evet,açın kafesleri,açın haremleri…Ama,pek de çabuk açmayın,yoksa mahpus yavru kuşlar,tecrübesiz kanatlarının onları nereye götüreceğini öğrenmeden önce çılgınca bir uçuşa kalkışırlar.(P.Loti)

-“Mini etek,,kadınlarımızı fahişelere çevirdi…Mini etek çıktı çıkalı,evli barklı mazbut hanımları fahişelerden ayırmak imkanı kalmadı. Batı kadınının giydiği elbiseler yukarıdan aşağıya şehvet ifadesi. Satılacak malı olan kimse onu teşhir eder. Mini etek giyen batılı kadınlar da kendilerini birer fahişe gibi teşhir ediyor,elaleme gösteriyor ve çirkin hadiselere sebeb oluyor..”Muhammed Ali Clay)

-“Çarşaf dâfi’ (engelleyici,defedici) olacak,câlib (çekici) olmayacak ki çarşaftan maksad hasıl olsun.”(M.Vehbi Efendi)

-“Açılmak ilahi bir cezadır.[65]

-“Ezeli ilahımız,kainatın kralı,beni kadın yaratmadığın için sana hamdolsun.”(Yahudilerin sabah duası)[66]

-“Kadını tahrik edip,örtüsünü açmasına sebeb olacaksınız. Sebeb olarak da,örtü gerçek İslâmi bir emir değildir. Abbasiler zamanında ihdas edilmiş bir adettir. Bunun için,insanlar peygamberin zevcelerini görüyorlardı ve kadın bütün işlere katılıyordu diyeceksiniz. Kadını açtıktan sonra,gençleri ona karşı tahrik edip,her ikisinin arasında fesadın hasıl olmasını gerçekleştireceksiniz. Müslümanlığı yok etmek için,bu iş,çok tesirlidir. evvela,bu işi gayrı müslim kadınlara yaptıracaksınız. Sonra,müslüman kadın kendiliğinden bozulup,bunların yaptığını yapacaktır.

…Doğum sınırlandırılacak ve adamın birden fazla evliliğine mani olunacak. Evlenmeğe bazı şartlar konulacak. Mesela,denilecek ki;Arap iranlıyla,İranlı arabla,Türk arabla evlenemez.

…Müslüman kadınlar,o kadar güzel örtünüyorlar ki,onlara fesadın bulaşması kabil değildir.”[67]

-“Şeriata uyan kadın,cennetin nimetlerindendir. Hislerine uyan,şeriata uymayan kadın şerdir.”(Hadis)

-“Ensar hanımları ne iyi hanımlar. Utanma duyguları,dinlerini öğrenmelerine mani olmadı.”(Hz. Âişe)

-“Erkeklerden kadınlara,kadınlardan da erkeklere benzeyenlere Allah lanet etsin.”(Hadis)

-“Namahremden kaçan iffetli bir hanım,huzur ve saadet menbaıdır. kendini herkese teşhir etmekten zevk duyan açık saçık bir kadın ise,huzursuzluk ve şüphe kaynağıdır. Allahım sen bizi öyle kadınlardan koru.”(Sadi Şirazi)

-“Fezari hanımına:”Sana olan muhabbetimin azalmamasını,sevgimin zedelenmemesini istersen,öfkeli bulunduğum zaman bana karşılık verme. Kendi halinden iki de bir şikayette bulunarak,bana takat getiremeyeceğim yükler yükleme. Bilirsin ki,bir kalpte eziyet ile sevgi bir arada durmaz. Kırgınlık girince memnuniyet gider.”[68]

-“İnsan eski eşya almaz iken,nasıl kullanılmış kadın alır,hayret!”(Fani)

-“Sırat kıldan ince ise,ailenin kuruluşu da ondan incedir.”(Fani)

-“Kadın,bir kaburga gibidir. Kadın bir eğri kaburgadan yaratıldı.Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın.Kırılması da talaktır.”[69]

-“Çocuklarınızı yedi yaşına geldiklerinde onlara namazı emrediniz. On yaşlarına gelip şayet namaz kılmazlarsa onları dövünüz.”(Ebu Davud-Salat)

-“Küçük yaşta kendisine İslâmi terbiye verilmeyen bir çocuğun İslâmiyete yatkınlığı ve yaşaması,bir gayrı müslimin İslâmiyete girmesi gibi zordur.”

-“Sen o kadına baktın mı? (git) bir bak! Zira onu görmen aranızda sevginin devamına sebeb olur.”8Müslim-Nikah)

-“Bir kadın;beş vaktini kılar,orucunu tutar,namusunu korur,kocasına itaat ederse,Rabbisinin cennetine gider.”(İbni Hayyan)

-“Kişinin elde ettiği hazinenin en güzelini size haber vereyim mi? O,baktığın zaman seni mesrur eden,emredince itaat eden,sen olmadığın zaman malını ve namusunu koruyan saliha bir kadındır.”(Ebu Davud)

-“Benim kadınlara ihtiyacım yok.”(Darimi-Buhari)

-“Peygamberimiz Hz. Ebubekirin kızı Esma’ya:”Ya Esma! Bir kız erginlik çağına geldiğinde,yüzü ve iki eli müstesna,artık bir tarafının görünmesine imkan bırakmaması gerekir.”(Ebu Davud)

-“Rasulullah zevcesi Sevde’ye:”Allahın ihtiyaçlarınızı gidermek üzere dışarı çıkmanıza müsaade etmiştir.”

-“Kadınlara camileri yasak etmeyiniz.”[70]

-“Aile mimari bir eserdir;düşünülerek ve planlı kurulmalıdır.”

-“Aile kralların bile giremediği bir kaledir.”

-“Zayıf bir dalda kurulan bir yuva güvenlikte olamaz.”

-Hadislerde:”Kadınlar zayıf ve avret yaratılmıştır. Zayıflıklarına çare,susmaktır. Avretliklerine çare,onları evde bulundurmaktır.”

“Hanımının fena huylarına sabredene,Eyyub(AS)’Un belalara sabretmesinin sevabı verilir. Kocasının fena huylarına sabreden kadına,fir’avunun karısı Asiye’nin sevabı verilir.”

-“Namaz kılınız,kölelere iyi muamele ediniz. Elinizde esir gibi bulunan kadınlarınızın sözlerine sabrediniz,onlarla iyi geçininiz.”[71]

“Allah öpücüğe varıncaya kadar her hususta çocuklar arasında adaletli davranmanızı sever.”[72]

-“Kadınlara Cuma,cenaze,birde cihad hariç,erkeklere farz olanların hepsi farz kılınmıştır.”[73]

-“Kızlara karşı nefret duymayın,zira onlar kıymetli can yoldaşlarıdır.”

-“Zira bende kızların babasıyım ve anneleri de kıymetli can yoldaşlarıdır.”[74]

-“Ey Ali,bakışına bakış ekleme. Zira ilk bakış sanadır,ama ikinci bakış aleyhinedir.”[75]

Ve devamında:”Beni Ademe zina mutlaka yazılmıştır. Bakmak gözün zinası,konuşmak dilin zinası,dinlemek kulağın zinası,tokalaşmak elin zinası,yürümek ayağın zinasıdır. İnsan nefsi bunları arzu eder. Namusu da ya bunu tekzib eder veya tasdik eder.”(Buhari-Müslim)

-Haramdan sakınarak gözünü yuman mü’min sevab kazanır. Peygamberimiz:”Bir müslüman,bir kadının güzelliğini gördükten sonra gözünü sakınırsa,Allah-u taala ona zevk alacağı bir ibadet nasib eder.”(Ahmed bin Hanbel)

-Bediüzzamanın ifadesiyle aile:”İnsanın,hususen müslümanın tahassüngâhı (sığınma yeri) ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır.”[76]

“…Kadınların açılmasından medeni beşerde kötü ahlak inkişaf eder.”

“…İnsanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi,onun validesidir.”

-Erginlik çağına ermeden ölen çocuklar,ayetin hükmüyle cennet de;ebedi kalacaklardır.[77] Ancak ibadetini yapıp,çocukluğunu,ibadetlerini,mükellefiyetini yaparak geçiren bir çocuk ise cennette diğerleri gibi –sevab cihetiyle olup günah cihetiyle olmaksızın- 33 yaşında olarak kalacaktır.

-“Her iyi kadın,erkek için mukaddes bir kalkandır.”(H.E.Adıvar)

-Şeytanın alet ve vasıtası olan kötü kadınlar;erkekleri bir yönüyle mesud ederse,binler yönüyle de bedbaht ve talihsiz eder.

-“Kadını örtüsü korur.”Kadınlar güller gibidir,bir defa açıldılar mı,yaprakları hemen dökülmeye başlar.”(Shakespeare)

-Kadın-erkek eşitliği,kadının erkeğe üstünlük sağlaması içindir.Dizginleri ellerine verip,hissi hareket etmelerine sebeb olurlar.[78]

5-11-1991

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Rum.21.

[2] Bilinmeyen Kadın.Vehbi Vakkasoğlu.Sh.37.

[3] Tarihül Ümemi vel Müluk.(Milletler ve Hükümdarlar Tarihi.Taberi. Çevr.Z.K.Ugan,A.Temir. 1 / 138.

[4] Çağ ve nesil. M. A. Şahin.Sh.134.

[5] Bilinmeyen Kadın.age.sh.51.

[6] İslama yönelen yıkıcı hareketler.M.Abdulhamid.Çevr.M.S.Yeprem,H.Güleç.Sh.214.

[7] Age.sh.214-215.

[8] Bak. İslam Ahlakı.M.Y.Kandemir.sh.78.

[9] Age.sh.82,İslam Hukuku.Doç.H.Karaman.sh.109,Bak.Hz. Peygamberin Sünnetinde terbiye. Doç.İ.Canan.sh.333.

[10] Tekvir.8-9,Nahl.58-59.

[11] İbni hanbel.N.1957.

[12] Age.2104.

[13] İslama yönelen yıkıcı hareketler.age.sh.217.

[14] İbni Hanbel.2469,İbni Mace.1873.

[15] Zaman Gazetesi.13-6-1991.Prof.C.A.Bedevi(Kanada)Terc.H.H.Korkmaz.

[16] Kur’an-ı Kerim ve açıklamalı meali.(Heyet)Aile düzeni.sh.15.Cidde.

[17] Tevbe.71-72,Ahzab.35.

[18] Hak Dini Kur’an dili.E.H.Yazır. 7 / 5035.

[19] Sohbetler-Hatıralar. Ahmet Coşkun.sh.459.

[20] Büyük Sevablar.C.Yıldırm.sh.487.

[21] Rum.21.

[22] Nisa.34,Kur’an-ı Kerim-de sosyal münasebetler.Adab-ı muaşeret.Z.Duman.sh.84.

[23] Age.sh.85,88.

[24] Zafer Dergisi.İ.E.Şumnu.1991.Mart.sh.28.

[25] Ahzab.33,53,59,Nur.31.

[26] Yeni Lugat. Abdullah Yeğin.sh.721.

[27] Lem’alar.B.Said Nursi.sh190.

[28] Yeni Lugat.age.sh722.

[29] Hak Dini Kur’an Dili.age. 5 / 3508.

[30] Nur.31

[31] Adab-ı Muaşeret.Z.Duman.age.sh.163.

[32] Hak Dini Kur’an Dili.age. 5 / 3506.

[33] Zaman gazt.M.Kaflas.7-12-1990.

[34] Kadının değeri-ölçüsü-örtüsü.N.Kutsal.sh.58.

[35] Ahkam Tefsiri.M.Ali Sabuni(Arapçası) 2 / 389,Tercemesi.M.Taşkesenlioğlu. 2 / 334,(El-Cumhuriye.9-1-1962)

[36] Bilinmeyen kadın.age.sh.174-176.

[37] Tarihçe-i Hayat.B.Said Nursi.sh.221.

[38] Kütüb-ü Sitte Muhyasarı.Terc.Prof.İ.Canan. 10 / 225.

[39] Yusuf.24.

[40] Feyizler. (III) M.Özdağ.65.

[41] Kütüb-ü Sitte Muhtasarı.age. 10 / 229.

[42] Yusuf.53.

[43] K.S.Muhtasarı.age. 10 / 225.

[44] Nur.31.

[45] Bak.Adab-ı Muaşeret.age. sh. 167.

[46] Tac (Hadis kitabı,Arapçası) M.Ali Nasif. 2 / 277.

[47] İslam (3) Said Havva.sh.160.

[48] Tac. age. 2 / 285.

[49] Dr.J.Cornot.Bilinmeyen kadın.age.sh.149.

[50] Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu. Ömer Nasuhi Bilmen. 2 / 44,397.

[51] İhya-i Ulumuddin. İmam-ı Gazali. 2 / 101.

[52] Nisa.3.

[53] Nisa.129,Bak.Ahzab.50,İslam Ansiklopedisi. TDV. 2 / 200.

[54] Ahkam tefsiri terc.age. 1 / 360.

[55] J.E.C.M.Farlane.İslamda kadın ve özel halleri. C.Kaplan.sh.114,İslam Peygamberi. Prof.M.Hamidullah.Terc.Prof.S.Tuğ. 2 / 666.

[56] Ed-Daremi.Nikah.

[57] Bakara.25.

[58] Hak dini Kur’an dili.age. 1 / 276.

[59] Cumhuriyet gaz.7-1-1988.

[60] İslam Peygamberi.age. 2 / 669.

[61] Ahzab.6,50,52-53.

[62] Ahkam tefsiri terc.age. 2 / 282.

[63] Asrı getirdiği tereddütler.( I) M.A.Şahin.sh.81 ve zaman gazt.12-6-1991,bak.Ahkam tefsiri terc.age. 2 / 290.

[64] Ahzab.37.

[65] A’raf.20-22,26.

[66] İslamiyette kadın öğretimi.Prof.M.T.Okiç.sh.7.

[67] (İngiliz Casusu) Hempher’in itirafları.M.Sıddık Gümüş.sh.49,51,41,

[68] aile Hayatımız. Ahmet Şahin.sh.270.

[69] Müslim-Rida.Tecrid-i Sarih (Arapça) Ahmed bin Abdullah. 2 / 121, K.S.Muhtasarı.age. 10 / 76.

[70] Buhari-Müslim.İslam Peygamberi.age. 2 / 1070.

[71] Kimyayı Saadet.(İslam terbiyesi)İmam Gazali.sh.195.

[72] K.S.Muhtasarı.age. 2 / 498.

[73] Age. 10 / 101.

[74] Age. 10 / 102.

[75] Tirmizi-Ebu Davud.Age. 10 / 230,Ahkam tefsiri (Arapça) age. 2 / 151,Tercümesi.age. 2 / 166.

[76] Lem’alar.age.sh.190.

[77] Vakıa.17.

[78] Erkeğin kadından üstünlükleri için bak.Tefsir-i Kebir Terc.-Heyet_ 5 / 202,Şeytanın insanı avladığı üç yol:Şehvet,Gazab,Heva.bak.age. 1 / 372, Aile ve Kadın gibi konular için bak.Güzel Sözler Antolojisi. Bilal Eren. 1 / 47,55,87,94,113,157,245,267,323, 2 / 9,42,54,102,124,189,216,222,246,275.




YAPRAĞINI DÖKEN ADAM, YAŞLI ADAM

YAPRAĞINI DÖKEN ADAM, YAŞLI ADAM

Çocuk;her şeyi idrakten aciz ve saf olarak gelişir. Günahtan uzaktır. Aldatmaktan beridir. Doğumundaki berraklığı bulanıksız ve durudur. Duruşu gibi…

Hayatın kirleri onu kirletmemiş,hayatın isleriyle pislenmemiştir. O pis değil,iç ve dış duygularıyla temizdir.

Akıldan ziyade his duygusu hakim olan genç,kanı deli gibi akmakta,hayatını küllendirerek heveslerine yenik düşmektedir. Hayatının enerjik kor-unu,geçici istekleriyle örtmektedir.

Aklı örtülü,yarı mecnun..hayat sisli..gerçekler örtülü..tek gözlü bir kahraman..dünyayı tek eliyle tutmaya çalışan,tek yönlü,tek kollu bir kahraman adayı…

Genç geç fark eden,geç fark edilen bir zeminde yüzmektedir. Kaygan bir zeminde kaymakta,ayağı kaydırılmaktadır.

Tehlikeleri çok bir dönemin insanıdır o..

İhtiyar ise,hayatının yapraklarını dökmekte,tüketme döneminde bulunmaktadır. Biten ve bitirilen bir dönem.

Artık sisler gitmiş,yerini gerçekler almıştır. Her şey aynel yakin,hakkel yakin derecesinde görülmekte ve bilinmektedir. İstemese de…

Ağlanacak bir dönem,günahlarla gelinmiş ise…

Sevinilecek bir dönem,günahsız gelinmiş,imtihan başarıyla başarılmış ise…

Başlangıca geçiş sağlayacak,son dönem…

Her şeyin değil,imtihanın sonudur. O bir sonuçtur. İleriyi belirleyecek bir sonuç..

Hayatının son baharında yaprağını döken yaşlı adam,hayat ile olan tüm bağlarını koparmış,bir bağ ile bağlı kalmış..

Geriye;ya,yeyip tükettiği bir hayat..müflis insan..

Veya;dünyada ekip,ahirette biçeceği bir hayat;Karlı hayat..karlı insan…

MEHMET ÖZÇELİK




KAYBEDEN KİM ?

KAYBEDEN KİM ?

Evet. Kimdir kaybeden? Kim kaybetti? Fert mi,toplum mu?

Gerçekten farkında mıyız kaybettiğimizin ve de kaybetmekte olduğumuzun?

Her şeyden önce bu da,neyin kayıp,neyin kazanç olduğunu bilmekle olur.

Bir esnaf malını kaybeder. Bir öğrenci imtihanı kaybeder. Bir baba evladını kaybeder. Bir insan parasını,her hangi bir eşyasını kaybeder. Netice bir kayıptır.

Genç gençliğini kaybeder. İnsan aklını ve sağlığını kaybeder. İnsanlar ahiretini ve inancını kaybeder. Değerini şerefini kaybeder.

Kimisi Mevlası olan Leylasını,kimisi de Leylası olan Mevlasını kaybeder.

Sonuç;dünyasını ve ahiretini kaybeder. Büyük kayıp…

Kayıp aranıyor! Aranmayan kayıplar! Kayıplar aranmıyor! Çünki bulunmuyor! Sebeb ise,yanlış yerlerde arama yapılıyor.

Kayıplarımızı,kaybedip düşürdüğümüz yerde aramalıyız. Kayıplarda ve karanlıklarda aranmakla bulunmaz. Hem de göz kapayarak. Körü körüne,körce…

Tükenen ve tüketilen bir gençlik.

Bitirilen ve tüketilmeye çalışılan bir gençlik.

Taze hayatları,taze zihinleri bozuk para gibi harcanmakta..

Evet.Oysa onlar işlenmemiş bir maden ,sürülmemiş bir tarla gibi verimlidirler.

İlk eken kazanır.

Diğerleri ise;işlene işlene dumura uğradığı gibi,yorgun düşmüş ve de düşürülmüştür.

Taze değil yorgun,solgun,bazen de dolgun ve olgun oluyor.

Bir kısmı işlenirken,bir çokları da eşelenmeye maruz bırakılıyor.

Kolay kaybettiklerimizi,zor kazanmaktayız.

Bu bir kayıp mı? Ayıp mı?

MEHMET ÖZÇELİK




TİNERCİ ÇOCUKLAR

TİNERCİ ÇOCUKLAR

Onlara sorulamayan sorular. Bu duruma nasıl geldiler? Nasıl buldular? Neler gördüler? Hayatı nasıl buldular? Tanıdılar? Toplumdan bekledikleri nelerdir? Toplumun onlardan bekledikleri nelerdir? Tavsiye ve teklifleri nedir? Bu durumda ne kadar insan var? Bunların kaç da kaçı kazanılmakta veya kaybedilmektedir?Neler yapılmalı,neler yapılmamalı ve neler yapılmaktadır? Yapılanlar yeterlimidir? Tinerci çocuklar bu hale doğuş-dan gelmediler. Evlerinden kaçmaları ve kaçırılmalarının nedenleri nelerdir? Ve sonuçta kötü yollara düşmeleri ve düşürülmeleri???

Hep cevap arayan sorular.

Tinerci çocuk; Toprağa bir tohum gibi düşmüştü. Düşmüştü toprağa habersiz ve de sessiz. O gül olacaktı. Öyle de kalacaktı. Güllerle dolacak,gül bahçesini güllendirecek,güldürecekti.

Her şeyden habersizdi. Nitekim her şeyde ondan habersizdi,habersiz kalacaktı. Nereden ve nasıl haberi olacaktı. İşte nihayet o yavrucakta ana rahmine çiçek olacak bir tohum gibi düştü.

Hayatın esen soğukluğunun esintisinden biraz üşüdü veya öyle hissetti ki,irkildi. Ancak hala habersizdi…Nihayet dünyaya gelmişti gelmesine..gelmişti de;her kes ayrı bir rengi sevdiğinden veya renk körü olduklarından daha şimdiden soğuk sözleriyle çocuğu üşütüyorlardı. Biraz esmerce,biraz çirkin, ayy niye bu çocuk böyle,böyle?? Düzelir canım,daha kaç günlük ki! Daha neler ve neler.. Şimdiden soğutmuşlardı yavrucağı. Gerimi dönseydi ne? Düşünmedi değil. Ancak seçimi kendi yapmamış, bu şekli kendi seçmemişti.

Sıcaklıklar ise pek olmadığı gibi,pek de sürmedi. Adeta bir yük oluyordu. Mecburen kendide yüklendi bunu. Zamanla küçük omuzları çekemez oldu bunu. Biriken ihmal ve olumsuzluklar kendisini kötü arkadaşların içinde buldurmuştu. Yüksüz bir dünya,sıcak bir yuva arıyordu. Kurdun,tilkinin kucağında arıyordu sıcaklığı..çünki onları tanımıyordu.

Sonuçta onlar gibi olmuş,onlar gibi dolmuş ve solmuştu yavrucak. Güllerini soldurmuş,yerine dikenleri doldurmuştu.

Kimse ona gül demiyor,yüzüne gülmüyor,onu güldürmüyordu. Artık koklanan bir gül değil,atılan ve kırılan bir çöp idi. Kendiside çöplük de kalıyordu. Evi-yurdu her şeyi çöplükte ve çöplükten idi.

Her gelen ona vuruyordu. Onu hergele biliyordu. Oda bilmiyordu,ne demek olduğunu. Öyle diyorlardı işte. Oda kendini öyle bilmeye başladı. Öylelerin içinde bulmaya başladı. kendisi içine sindirmese de,alnına yemişti bu damgayı.. ne yapalım..öyleymişim.. Öyle olmam lazımmış.. öyle diyorlar ya…

Bilgisizce,bilinçsizce bu halde yuvarlanıyor,yuvarlandırılıyordu. Güzelim gül bahçesinin gülü solmaya terk ediliyordu. Etrafı açık idi. Çitlerle etrafını korumaya almayanlar,taliblerini arttırıyor,iştahlarını da kabartıyordu. Dün yüzlerine bakılmayanların,bu gün müşterileri artıyordu. Çakalların yemi haline gelmişlerdi. Onlara yem veriliyor,semizlendiriliyor,sonunda sömürülüyordu. Bunlar onlar için sömürmelik ve semirmelikti.

O ise kendisini başkasından sandı,onlar gibi andı,anıldı. Onlar gibi yandı, yandırıldı. İnsanlara kırgındılar. Onları kırıyorlar ve onlar tarafından da kırılıyorlardı.

Bunlar sokak çocukları idi… Sokak çocukları… Bunlara tinerci çocuklar da diyorlardı. Onlar sahibsiz çocuklardı.

Ailenin eksikliğinin,devletin sahibsizliğinin,sosyal hayatın caydırıcısızlığı ve eğitimin eksikliğinin faturasını,ağır yükünü onlar ödüyor,hayatları bahasına onlar taşıyorlardı.

Onlar yanlışları bi-zatihi yaşıyorlardı..boylarını aşarcasına… Çözüm üretilmiyor..problemler artıyor,çözümler tek tek çözülüb,tüketiliyordu..tüketilen çocuklarla beraber…

Çözüm ise;onları bulundukları yerden almaktı. Aileye bağlamak,okuma ve okumaya alıştırmak,onlara bir şahsiyet kazandırmaktı. Bataklıklar kurutulmalı,yolları kapatılmalıydı.

Onlara üç şey verilmeliydi: İlgi.. Bilgi.. Sevgi…

Güller solmamalı…

Güller soldurulmamalı…

Güller öldürülmemeliydi…

31-10-98

MEHMET ÖZÇELİK




K A D I N

K A D I N

Yaratılışı itibarıyla üstün vasfa sahip olup, insan olarak yaratılan;“Vasıfları”[1] itibariyle temiz bir vasfa sahip olan kadınlar, erkekler gibi,hakkı gözetilmesi[2] gerekenlerdendir.
Onlara adaletle muamele etmeyi emreden Allah;[3]Onlar sizin elbiseleriniz,[4] ve tarlalarınız,[5] diyerek birbirlerinin tamamlayıcısı olduklarını belirtmektedir.

İslâmiyet gelerek onların var olan bir haklarını almamış,bilakis onlara bir çok haklar vermiştir.İnsan sayılma haklarından,hukuka kadar bir silsile hakkını hakkıyla vermiştir.Çünki haksızlık mevcud olan ir hakkın alınmasıyla ancak olur.Oysa İslâmdan önce kadının hiçbir hakkı yoktu ki,hakkı alınmış olsun.

Sözlük anlamı olarak Zevc;çift sayı ve ayakkabı çifti anlamınadır. Burada hem sayılar hem de ayakkabıların her bir teki bir diğerini tamamlamaktadırlar. Sağ ayağı sağ ayakkabı,sol ayağı sol ayakkabı tamamlamaktadır. Bir eksikliği değil,tamamlayıcı özelliğiyle bir üstünlüğü ifade etmektedir. Bunlar birbirinin aynı olmamakla beraber birbirinin tamamlayıcısıdırlar. Birini diğerinin yerine ikame etmek olmayacağı gibi,birine iki görevi birden yüklemek de olamaz.

Ayakkabının her bir parçası kendisini harcadığı,başlı başına hareket edip kendisini parçaladığı nisbette kıymetsizleşir ve diğer tekinide kıymetsizliğe sevk etmiş olur.

Ve yine cennetten çıkmada Hz. Âdem-de suçlu olmakla beraber[6],her ikisinin beraber işledikleri de belirtilir.[7]

Hemde bu bir ceza olarak nitelendirilmemelidir.Hz.Ademin cennetten ihracı;Tavzif olarak nitelendirilmelidir.Ulvi bir vazife ile tavzif edilmiştir.

Hz. Âdem ve Hz. Havva kıssası Kur’an-da 6 yerde geçer.[8]

İmana ve Kur’an-a hizmette kadınlar da sorumlu ve yükümlüdürler. Erkeklerden geri kalmamalıdırlar.[9]

Kadın da erkek gibi bir kul-dur.

İbadet,emir ve nehiylere muhatab da müsavidirler.

Kadının erkeğe,erkeğin kadına karşı hukuki bazı görevleri olup;iyiliği emretmek,kötülükten sakındırmak gibi mükellefiyetleri belirtilmiştir.[10]

“Allahın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve erkekler mallarından harcama yaptıkları için erkeklerin kadınların yöneticisi ve koruyucusudur.”[11]Erkeğin kadından bu üstünlükleri şu şekilde sıralanmıştır;Aklın ve dinin ziyadeliği,velayet,şahidlik,cihad,cuma,cemaat, imamet,peygamberlik,hilafetlik,erkek 4 kadınla evlenirken kadın bir erkekle evlenmekte,mirasdan 2 pay alması,mirasda ta’sib,talak,nikah ve ric’atın erkeğin elinde olması,idarecilik,güçlülük,dinin şeairinin ikamesi,oruç ve namazı tam tutması,azimlilik,ezan okuma,hutbe,teşrik tekbirleri,sakal,sarık,ganimet….[12]

Ancak burada mirastaki kadın erkek farkı;cinsiyet farkı olmayıp,mükellefiyetten kaynaklanır.

Prof Gaston Jezz:”Ben,garplı bir aile hukuku profesörü olarak diyeceğim ki,Türk milletinin aile nizamını elinden alınız,geride çok bir şeyler kalmaz.”der.[13]

Şu bir gerçek ve tarihen sabittir ki;Batıda değil kadının varlığı,adının varlığı bile söz konusu olmayıp,milyonlarcası rahatlıkla öldürülmüş,bir meta olarak kullanılmıştır.

Rusyada da durum bundan geri değildir. Bu konuda İbni Fazlan-ın seyahatnamesinde:”Zengin bir adam ölünce cariyelerden ya da kızlardan birisi ona kurban ediliyor. Cariye ölünün yakıldığı gün yakılıyor. Kurban edilecek kız şu şekilde belirleniyor;

Ölünün yakınları cariyelere sorarlar:”onunla hanginiz ölmek ister”diye. Kızlardan biri;”Ben”der. Bunu söyleyince artık bir daha vaz geçemez. Vaz geçmek istese de artık onu bırakmazlar.”[14]

İngiliz papazlarından Dor 1888’deki bir sözünde:”Bundan yüz sene evveline gelinceye kadar kadın;erkeğin sofrasına oturmak hakkını haiz olmadığı gibi,sual sorulmadan söze başlaması da caiz değildi…

Ve Time gazetesinin 1932 yılındaki bir yazı serisinde:”1840 tarihine kadar bir erkek karısını,boynuna bir tasma takarak pazara götürüp satmak hakkını haizdi.”denilir.[15]

Ve hristiyanlık kadını,günahın anası,fitnenin de kaynağı olarak görmektedir.[16]

Evlenmek[17] kadının fıtratının,kadınlık vasfının bir gereğidir.

Haya,kadının süsü ve zinetidir.

Allah’a karşı gösterilecek haya,onun emredip,müsaade ettiklerini anlamak,edeb ve hayayı takınmaktır.[18]

Cemiyete karışmakla kendini eriten kadın,korunmak için zırhı olan tesettürünü takınması gerekir.[19]

Medeniyet adıyla,medeniyetin giyinişini taklid eden kadınlar,ancak gülünç duruma düşmüş olurlar.[20] Zira insan sadece kalıbtan değil,aynı zaman da kalbten de ibarettir. O da unutulmamalıdır.

Kur’an-ın”Teaddüd-ü Zevcat”[21]emrine ve tavsiye ve müsaadesine karşı çıkan şimdiki medeniyet;kadını çok şeylerden mahrum ettiği gibi,ona gösterilecek ve muhtaç olduğu merhametten de mahrum bırakmıştır.

Bir yandan kadını koruduğunu iddia ederken,diğer yandan onları sefil ve sefalete terk etmekle kalmamış, ona doğru yitip atmıştır.

Onunla da yetinmeyip,boşanma yolunu açarak,mahkemeleri onunla meşgul etmiş. Fahişehaneleri açmakla kadını sıfırlamıştır.

Kadın kadınlığını,namusunu,şerefini,kendisini ve gerçek kimliğini İslâmiyet de bulmuş,İslâmiyet ile elde etmiştir.

Teaddüd-ü zevcat da bir çok şartlar getirilmiş,hepsine sevgide ve maddi imkanlarda eşitliği şart koşmuş,aralarındaki çekememezliğe sebeb olacak durumların yolunu tıkamıştır.

Peygamberimiz, Arabdan bir kadınla evlenmiş ve (bu kadını,Hz. Âişenin çekememezlikten dolayı tenbihlediği rivayet edilmektedir.) bu kadın peygamberimiz yanına vardığında kadın dedi:”Senden Allah’a sığınırım.” Peygamberimiz ona dedi:”Öyle sığınacak bir şeyle sığındın ki,ailene git.”diyerek onu boşadı.[22]

Peygamber Efendimizin risaletinin ibtidasından beri en büyük destekçisi olan Hz. Hatice;kadınlığın ve kadınların zirvesinde idi. Mü’minlerin annesi idi aynı zamanda o…

İnsanlık tarihinden bu yana,Fir’avunun iman eden hanımı Hz. Asiye,Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem ve Hz. Hatice bizzat peygamberimiz tarafından övülmüş ve kadınların zirvesinde bulunmuşlar.

Evet,bunlar sadece kadınların ve kadınlığın zirvesinde değil,insanlığın zirvesinde olan pakize ve tahire şahsiyetler idiler…

Hz. Âişe,Peygamberimizin aile hayatını ümmete en güzel yansıtan fakihelerdendir. 2210 Hadis rivayet etmekle hadis alanında Muhaddislere ve ümmete öncü ve problemlerinin çözücüsü olmuştur.

Hâkeza;her alanda zirvede idi o…

Hz. Zeyneb ise onlardan geri değildi. Zira nikahı,ilâhi akde mazhar olmuştu.[23]

İslâmın hedefi de kadınları bu gibi sahabiyelerin seviyesine,kadınlığın asliyet ve zirvesine çıkarmayı hedeflemektedir.

Kadın sahabilerin mescidi haramda toplandıkları bir bayram günü bir yahudi gelerek:”Ey kadınlar,aranızdan bir peygamber çıkması çok uzun sürmez. Sizden hanginizin gücü yeterse onunla evlensin.” Bu söz içlerinde bulunan Hz. Haticenin de nazarı dikkatini çekmiş,oda bekliyordu.[24]

Kur’an-ı Kerim-de onlar ile ilgili bir çok hukuki konu zikredilmektedir. Kadından düşen kısmete rıza gösterme[25],saliha ve itaatkar kadın,[26]Kimlerle evlenilmeyeceği,[27]Fuhuş ve zina,[28]Geçimsizlik[29] ve iki tarafın barıştırılması[30],temizleninceye kadar adetli olana yaklaşılmaması[31] ki,Kitab-ı Mukaddeste de[32] zikredilmektedir

Büyük bir sure olan Nisa suresi onun adıyla yani –Kadın-diye adlandırılmıştır.

Fıtratları gereği zayıf ve şefkatlidirler. Bundan dolayı bazı harici işlerin onlara tevdii,idarecilik gibi görevler onlar için iltifat değil,yıpratmadır. Peygamberimiz:”İşini bir kadına veren bir kavim felah bulmaz.” Hatta bundan dolayıdır ki,İslâm alimleri hilafetin bir şartının da erkek olması gerektiğini belirtmişlerdir.

MEHMET ÖZÇELİK / 4-6-1996

[1] İşarat-ül İ’caz. B. Said Nursi. sh. 145.

[2] Nahl.90.

[3] Nisa.3,129.

[4] Bakara.187.

[5] Bakara.223.

[6] Ta-Ha.121.

[7] Bakara.36-37,A’raf.20-24.

[8] Bakara.A’raf.Hicr.İsra.Kehf. Ta-Ha.

[9] Bak. Tarihçe-i Hayat. B. Said Nursi. sh.164.

[10] Bak. Ma’ruf ve Münker. S. C. el-Amra. Terc. M. İslamoğlu. sh.282-287.

[11] Nisa.34.

[12] (Mecmuatün minet-Tefasir.(Arapça) 2/64-65)

[13] Yeni Asya gazt. 5- 1 1995.

[14] Zaman Gazt.10-3-1995.

[15] Agg.6-12-1990.

[16] Kitab-ı Mukaddes. Tekvin. Bab2-sh.2,sayı.21-22,bak.zaman gaz.15-3-1995.

[17] Bak. Emirdağ Lahikası. B. Said Nursi. II / 48,80, Kastamonu Lahikası. B. Said Nursi.sh.252,231,265, Hanımlar Rehberi. B. Said Nursi. sh. 25.

[18] Bak. Sözler. B. Said Nursi.18.söz.2.nokta.sh.210, Lem’alar. B. Said Nursi.11. Lem’a.7.nükte.sh.48.

[19] Bak. Sözler. age.727,27.söz.482.(üçüncüsü),Emirdağ Lahikası.age. II / 132.

[20] Bak Mektubat. B. Said Nursi.16. Mektub.5.nokta.(Birincisi)sh.69, Tarihçe-i Hayat.age.sh.235.

[21] Nisa.3,129,Bak. Sözler.age.25.söz.3.şua.2.cilve.2.esas.sh.409,Münazarat. B. Said Nursi.sual-cevap,sh.74.

[22] Revabit-ul Beyan tefsir-u ayatil ahkam minel Kur’an. M. Ali Sabuni. (Arapça)sh.17,Kaynaklar. Buhari. 6 / 3 (163),İbni Mace. 1 / II (657), Ahmed Bin Hanbel. 3 / 498.

[23] Ahzab.36-37.

[24] Büyük İslam Kdınları. M. Emre.sh.30.

[25] Nisa.19.

[26] Nisa.34.

[27] Nisa.22-24.

[28] Nisa.2-3,15-16,27,31.

[29] Nisa.128-129.

[30] Nisa.35.

[31] Bakara.222.

[32] Age.sh.118.




İHTİYARLAR BÜYÜK ÇOCUKLAR

İHTİYARLAR BÜYÜK ÇOCUKLAR

İradesi elinden gitmiş,fiziki bakımdan yaşlı,irade bakımından çocuk ve çocuklaşmış olan;ihtiyar büyük çocuklar ve ihtiyare hanımlar,çocuklar gibi şefkate muhtaçtırlar.

Sürekli kendilerini tutacak,kendilerine uzatılacak bir ele ihtiyaçları vardır. Çocuğun annesini beklemesi gibi beklemektedirler.

Rahmetin celbine vesile,ihtiyarların varlığıdır.

Hadis-i Kudsi-de:”Eğer beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi,belalar üzerinize sel gibi dökülürdü.”

“İhtiyarım olsaydı,ihtiyar olmazdım.”

Hiç kimse kendi irade ve isteğiyle ihtiyar olmamaktadır. Kimse tarafından arzu edilmeyen bu dönem,meşakkatın en çok ve ağır olduğu dönemdir.

Hadis-de;kendisine çare bulunamayan iki şeyden biri ölüm,diğeri de ihtiyarlık olduğu belirtilmiştir.

Düne kadar hayatının en verimli olduğu gençlik dönemini,kendilerinin yetişmesi için harcadığı evlatlarından bugün yakınlık,sevgi,saygı,hürmet ve yardım beklemektedirler. Elbetteki buda onların hakkıdır.

Hayatını senin hayatın için veren anne ve babaya hürmet esastır ve de elzemdir.

İhtiyarlar;bir evin,bir toplumun maddi-manevi sigortasıdır.

Ailelerin ve toplumların sıkıntısı,bu sigortayı yaptırmamalarındandır.

Toplum olarak bu manevi sigortanın yaptırılması gerekmektedir. Tâki gelecek her nevi belayı defetsin ve ref’etsin.

Toplumu ve aileyi ayakta tutan ihtiyarlar,ihtiyarları ayakta tutan ise ahiret inancıdır.

İman ve ibadetle geçen bir hayatın sonunda,kendisini bekleyen ebedi bir gençliğin olduğuna inanan bir ihtiyar;bütün sıkıntılara göğsünü gerecek,sabırla yaradanına şükredecektir.

Hayatın neticesi olan gerçek şükrü elde ederek,hayatını da şükürle kapatacaktır. Hayatını zehir olmaktan kurtarıp,şeker gibi yapacaktır.

Şükürle geçen bir hayata,binler şükürler olsun….

5 – 6 –1996

MEHMET ÖZÇELİK




BİR BABANIN FERYADI VE GÖZ YAŞLARI

BİR BABANIN FERYADI VE GÖZ YAŞLARI

“Bir baba yüz öğretmene bedeldir.”

Aslında bu anlatılacak olan,bir babayla beraber yüz binlerce babanın toplu feryadı ve yekun göz yaşlarıdır. Bu feryadlar bir çoklarını savuracak güçte ve kuvvette,bir çoklarını da göz yaşlarıyla boğacak büyüklüktedir.

Baba yılların hazinli ızdırabını şöyle anlatmaktadır:

“Her ne kadar üzerimdeki sorumlulukları başkalarının üzerine atıysam,yine de olmadı. Vicdanım beni devamlı tırpanladı ve de hırpaladı. Bu hal hala devam etmektedir. Suçu bizi idare edenlerde gördüm. Bizden öncekilerde buldum. Ama yinede düşüncemi susturamadım. O ise diyordu:Herkes suçlu,sen suçsuz musun? Evet,ben suçsuz değilim,değildim de. Çünkü başımdaki suçluları ben seçmiştim. Hırsızları oraya ben göndermiştim. Devleti kemirenlere ben oy vermiş,başkalarının da vermesi için malımla,canımla,ailemle gayret göstermiştim.

Evet,ben suçlu idim. Yarım asırdan fazla geçen süre içinde hep aynı hatayı işledim. Her seferinde onları seçtim.Onları düşmekten ben engelledim. Onlarda her seferinde yapmadıklarını bırakmadılar. Yemedikleri kalmadı. Buda yetmiyormuş gibi,dine hücum ve hakaretlerini politikalarının birinci maddelerine koymalarına göz yumdum. Duymamazlıktan geldim,tevil yollarına gittim. Hücumu savunma diye yuttum,yutturuldum ve de yutuldum.

Bir asırdık savunduk. Savunduk ancak savunduğumuz şeyleri bir karış aşamadık. Bir asırdık hep başladığımız noktada dönüyorduk.

Bizim oğlan gazel okur,döner döner yine okur. misali hep aynı gazeli okuduk. Bu düşüncemize bazı şeyleri alet etmiş,fakat alet edildiğimizin farkına varmamış ve de vardırılmamıştık. Çünkü farklı bir çevrenin içerisinde idik. Atmosferimiz farklı idi. Bizde ayrı atmosferin insanlarıydık. Dünyamız ayrı,ayrı dünyaların insanları idik.

Geçmişimizden kopuk yaşıyorduk. Dinimizi ise bilmiyorduk. Şimdi ise en azından bilmediğimizi biliyoruz.

Benim gibi olmayanlara kendimi ve benim gibileri anlatıyorum. Belki bir yararı olur diye… Yalnız kalınca için için feryad ediyorum. Bazı kulaklar duysun diye… Ancak bunlar işlediğim günahlarıma ne derece keffâret-üz zünûb olup,günah ve hatalarımı siler? Silmeyeceğini biliyor ve de inanıyorum. Çünkü cürmüm büyüktür. Buna rağmen yine de ümidimi kesmiyorum. Çünkü onun rahmeti daha büyüktür.

Onun için ağlıyorum. Devamlı ağlıyorum. Hem de durmaksızın ağlıyorum. Günahlarımı silmese de belki biraz hafifletir diye ağlıyorum. Çünkü açtığım yara derin. İşlenilen menfiliklere,bozukluklara ve tahribatlara ortak olmuştum. Ortaktım. Evet ortak. Ne gariblik değil mi? Günahı onlar işlesin,aynen bize de yazılsın? Sevaba değil,günaha ortaklık,kara değil,zarara ortaklık. Ne kötü ortaklık! Sevabı hiç denilecek kadar az,günahı ise gayet çok olan bir ortaklık. Sermayeden yemişiz.. Bir ömrü iflas ettirmişiz,haberimiz yok. Ne dünyayı kazandık,nede ahireti. O halde biz ne yapmışız? Sadece yaptığımız bazılarının dünyalık ekmeklerine yağ sürmekten ibaretmiş…

Bizde müslümanız,diyorduk. Ancak imanın şartları konusunda ne ben ne de tanıdığım bazı arkadaşlarım şüphelerden kurtulmuş değildik. İbadet konusunda namaza pek yaklaşmadığımızdan ne kılınış şeklini,ne de dua ve sureleri bilmemekteyiz. Utanç bahanesiyle bayram namazlarına giderdik. Cenaze namazlarına katıldığımız olurdu. Fakat bir türlü kendimizin de öleceğini düşünmezdik. Düşünsek,başkasına verirdik.

Her şeyimizi harcamış,harcanmıştık. Elde bir şey kalmamıştı. Çaresizlikten olsa gerek,yeni yeni düşünebilir olduk. Çünkü gerçekleri şimdi daha net olarak görmekteyim. Gerçekler daha net görünmekte. Acaba üzerimize çöken bulutlar mı dağılmıştı,yoksa kafamızdaki sisler mi dağılmıştı?

Kurt ve tilki sisli ortamı sevdikleri gibi,tilki gibi kurnaz,kurt gibi yırtıcı olanlar da isli,sisli ve de pisli ortamdan yararlanarak bizim ileriyi görmememiz sebebiyle varlıklarını devam ettiriyorlardı. Devamlı bizi o ortama çekiyorlardı. Demek öyle bir ortamın oluşmasını kendileri istiyor ve kendileri yapıyordu. İrtica,163. madde ve laiklik meseleleri gibi…

Hep karanlık ve sisli ortamlar,birinci ve ikinci dünya savaşları,inkilablar,ihtilal üzerine ihtilaller,devamlı süregelen seçim ve geçim havaları. Bizler böyle uğraşırken,atı alan çoktan Üsküdarı geçmişti.

Kimliksizliğimiz,devlet kurumlarındaki belirsizlikler,atmalar,atamalar,atanmalar ve atayamamalar… Yaz-boz tahtası gibi.. Değişmeler,değiştirmeler, değiştirememeler, değiştirilemeyenler…

Bir ömür bir sayfaya sığmaz. Bunlar anlatabildiklerim. Herkese tavsiyem şudur: İleride utanmıyacağınız,hesabını kolay verebileceğiniz,sorgulamadan temiz çıkacağınızı bildiğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Ancak benim bu durumuma düşeceğiniz hiçbir şeyi yapmayınız. Yoksa hem dünyanız ağlar,hem de ahiretiniz. Çünkü her şey ya lehinize veya aleyhinizedir. Ne kadar lehimize olmaktadır,düşünmemiz gerekmez mi?

Allah için ne yaptık?

Düşünmeden on şey yapacağınıza,on düşünün,bir yapın. Önemli olan yapmak değil,netice ve sondur. Sonucu belirleyecek olan ilklerdir. İlkler sonun sonucunu belirler.

Yaptığınız hareketleriniz Allah için olmaz,çalışmalarınızda o düşünce bulunmazsa,benim gibi çok ağlarsınız. Her şey halk için değil,Halık olan Hak için olmalıdır. Bir yazarın dediği gibi:

Ey alemi İslâm! Gelin ağlaşalım..Hayır,hayır. Ağlamakla devası mümkün değil bu derdin. Allah için uğraşalım…”

20-2-1994

MEHMET ÖZÇELİK




ÇOCUK TERBİYESİ

ÇOCUK TERBİYESİ

Hadis-de ‘İslam fıtratı üzere yaratıldığı’ ifade edilen insanın şekillenmesinde,yoğrulup biçimlendirilmesinde en büyük amil başta annesi,sonra babasıdır.

Bediüzzaman Hazretleri kırk bin zatlardan aldığı terbiyeden ziyade annesinin üzerindeki köklü terbiyesinin daha müessir olduğunu ifade ederken;

Çocuk doğmadan önce anne ve babanın yedikleri helal ve haram yiyeceklerin tesirinden,doğmakla birlikte yıkanması,isimlendirilmesi,hal ve kal dili ile yapılan telkinler çocuğun ruhunda önemli rol oynamaktadır.

Hadis-de;” Çocuğun babası üzerindeki haklarından biri de (Ona güzel bir isim vermesi) terbiyesini güzel yapmaktır.”

Çocuğun terbiyesinde iki husus göz önünde bulundurulmalıdır; 1) Hayırlı evlatlara sahip olmak ve iyi nesiller yetişmesi için Allah-a dua edip yalvarmak.

Nitekim İbrahim Peygamber duasında:” Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl,neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar,bize ibadet usullerimizi göster,tevbemizi kabul et;zira,tevbeleri çokça kabul eden,çok merhametli olan ancak sensin.

Ey Rabbimiz! Onlara içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak,onlara kitap ve hikmeti öğretecek,onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünki,üstün gelen,her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.”[1]

Diğer bir duasında da ;” Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle;ey Rabbimiz! Duamı kabul et!”[2]

Zekeriya peygamber duasında:” Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin,dedi.”[3] Hz. Havva annemi de hamileliği ağırlaştığında yapmış olduğu duada :” Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden olacağız,diye dua ettiler.”[4]

Kur’an-ı Kerim-de Salih insanlar tavsif edilirken:” (ve o kullar);Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl!derler.”[5]

“Biz insana, ana babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ile sütten kesilmesi,otuz ay sürer. Nihayet insan,güçlü çağına erip kırk yaşına varınca der ki= Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükretmemi ve razı olacağın yararlı iş yapmamı temin et. Benim içinde,zürriyetim içinde iyiliği devam ettir. Ben sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.”[6]

Ve peygamberimiz nur torunları Hz. Hasan ve Hüseyin-e devamlı şöyle dua ederdi:” Eûzü küma bi kelimâtil-lahit-Tâmmeti min külli şeytanin ve hâmmetin ve min külli aynin lâmmetin.”

Her türlü şeytani vesvese ve tehlikeyle beraber,her türlü kötü nazardan Cenâb-ı Hak-kın bütün kelamını vesile yaparak kavli dua ile sığındırarak,fiili dua olan onların yetiştirilmesinde sorumluluğun da idrak edilmesidir.

İhmalden yani – Saldım çayıra,Mevlam kayıra- böyle bir tavırdan kaçınılmasıdır.

Çocuğa dininin ve inancının öğretilmesi Farz-ı ayn olan bir ibadettir. Bunun başında da Namaz gelir. Hadisde de belirtildiği gibi;’Çocuklarınız 7 yaşına geldiklerinde namaza alıştırın. 10 yaşında –yumuşak sert bir tarzla,tatlı sert- namaz kılmaları sağlanmalıdır.

Ata sözünde de belirtildiği gibi;” Ağaç yaş iken eğilir.”,” Bakarsan bağ olur,bakmazsan dağ olur.”,” Ne ekersen onu biçersin.” gibi ifadeler;iyi bir çocuk elde etmenin yolu,iyi bir yetiştirmeden ve terbiyeden geçtiğini de belirtmektedir.

Dünya hayatının bir süsü olup,[7] sevgisi insan içerisine bırakılan bu evlatlar,[8]aynı zamanda birer imtihan sebebidirler.[9]

Böylece çocuklar;anne ve babaları için,ya lehlerinde veya aleyhlerinde ahirette davacı olacaklardır. Bana neden dinimi öğretmedin? Ahiretimi neden kurtarmadınız?diye…

Eken biçer.

Ayet ve Hadisler de özellikle Namaz üzerinde durulmaktadır. “ Ehline namazı emret. Kendinde ona sebat ile devam eyle. Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırırız.”[10]

Namaz farkını Bediüzzaman özetle şöyle müjdeler: Ayet ve Hadislerde de belirtildiği üzere;erginlik çağına ermeden ölen çocuklar,cennet de ebedi çocuk olarak kalacaklardır. Ancak mükellef olmadığı halde büyükler gibi namazı kılan bir çocuk,çocuk olarak ölse,Allah fazl ve ihsanından o çocuğu da diğer büyükler gibi cennette 33 yaşında olarak,tam- günahsız -bir lezzet ile hayatını devam ettirmeyi ikram edecektir.[11]

Terbiye edilmiş bir çocuk,aynı zamanda anne ve baba için bir zad-ı ahirettir. Hadisin işaretiyle;o çocuk ve onun yaptığı iyilikler işlenip devam ettikçe onun bir mislide babanın amel defterine yazılacaktır ki;buna Sadaka-i Cariye denilmektedir.

Çocuklar,ahirette sahipleri için şefaatçıdırlar.

Aynı zamanda çocuklar fakirlik korkusuyla öldürülemiyecekleri gibi,[12] Mekke müşriklerinin yaptığı gibi,oğlan çocuklarını bırakıp,kız çocuklarını öldürmenin vehâmetiyle beraber,ağır mes’uliyetini de ayet ifade eder.[13]

Özetle;” Bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir dersi imani almazsa,sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslamiyet ve imanın erkanlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor. Yabani düşer. Bilhassa peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevi fenlerle zihni terbiye olsa,daha ziyade yabanilik verir. O halde çocuk,dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur. Ahirette de onlara şefaatçı değil,belki davacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?”[14]

“Hey miras-yedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz misiniz? Heyhat! Bizi akim bir kıyas ettiniz,bizi kısır bıraktınız!”[15]

21- 5- 1998
MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakara.128-129.

[2] İbrahim.40.

[3] Al-i İmran.38-41.

[4] A’raf.189.

[5] Furkan.74.

[6] Lokman.14.

[7] Kehf.45.

[8] Al-i İmran.14.

[9] Enfal.28,Teğabün.14-15.

[10] Ta-Ha.132.

[11] Emirdağ Lahikası. II / 139.

12-En’am.151,İsra.31.

13-En’am.137,140,Nahl.57-59,Şura.17,Tekvir.8-

[14]Emirdağ Lah. age. I / 34.

[15] Tarihçe-i Hayat.B. S. Nursi. Sh. 78.




GENÇLİK VE TESETTÜR

GENÇLİK VE TESETTÜR

Genç akıldan ziyade hisse mağlubdur,hissinin mahkumudur.

Dinamik olan genç,deli-kanlıdır.

Kendisine maddi- manevi refah kazandırılmayan gençliğin,manevi boşluğunun arttırılması,manevi teneffüs borularının azaltılmaya çalışılması,yara üzerine ekilen tuz-biber olmaktadır.

Gençliğe imkanlar sağlanmalı,onun önünü açacak projeler üretilmelidir. Yüzlerce GAP yüklü gençliğin enerjisi bâd-ı hevâ boşa harcanmakta,boşta ve boşlukta geçirilmektedir. Her bir genç bir GAP olabilir.Her bir genç bir mekik,bir füze olabilir.

Gençliğe aklı ilimlerle,kalbi maneviyatla dolduracak gerçekler verilmelidir. Onlar isli,sisli,pisli havaya çekilmemelidir. Ona çocukluktan itibaren verilecek meşale,gençliğinde de devamı sağlanmalıdır.

Gence uygulanacak olan – Saldım çayıra,Mevlâm kayıra-uygulamasından farklı olarak iradesi,dirayeti,düşüncesi,tedbiri ile baş başa bırakılmalıdır. Ancak burada da etrafını saran,kendisini sürenlerin çoklukla açılan girdaplara düşmesi gencin önündeki birer tehlike sinyalleridir.

Batıdaki tükenen gençliğe karşı,bizde de bir sahiblenmeme söz konusudur.

Toplumdaki genel stresle beraber,üniversitelerdeki gençliğin ilmi çalışmadan ziyade keyfi harekete yönelmesi,istikrarlı bir gelecek hazırlanmayıb,mevcut havaya göre hareket edilmesinden kaynaklanmaktadır.

Kontrol altına alınmayan her şey canavarlaşır,kainattaki enerjiden insan,özellikle gencinkine kadar…

El terbiye edilirse insan sanatkar,dil terbiye edilirse edebiyatçı,hatib,şarkıcı ve şair,ayağı olursa sporcu oluyor.

Terbiye edilmeyen gençlikten ancak menfilik zuhur eder.

Şeytanın ifadesiyle insanların menfi menfi tavrının üç yönü vardır:” Çok ahmaklar var,beni dinliyorlar; ve insan suretinde çok şeytanlar var,bana yardım ediyorlar;ve feylesoflardan çok firavunlar var,enaniyetlerini okşayan meseleleri benden ders alıyorlar.”[1] demektedir.

İstikamet olan;akıl,şeheviyye ve gadabiyye duygularında orta yolun bulunup,eğri-büğrülükten kaçmakla olur. Bu konuda peygamberler istikametin öncüsüdürler.

Büluğdan itibaren başlayan gençlik dönemi yukarısına doğru gider ki,bunun vasatı 30-dur. Cennetteki insanların yaşının 33 olması da en kemal ve dinamik yaşın bu olduğunu gösterir. Bunun sonu da 40 yaş olup,ondan sonra iniş başlar.

Ayette:” Sonra o,yiğitlik çağına erdiği (hele)kırkıncı yılına ulaşıp (da tam kemaline) vardığı zaman”[2]

“Sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz için,sonra da ihtiyarlar olmanız için…”[3]

Hadis-de”Gençlerinizin en hayırlısı (akıl ve inançta) ihtiyarlara benzeyeninizdir. İhtiyarlarınızın da en şerlisi (sefâhet ve dalalette) gençlere benzeyenlerinizdir.”buyurulmuş.

Bu konuda Bediüzzaman;”Gençlerinizin en iyisi,temkinde ve sefâhetlerden çekilmekte ihtiyarlara benzeyenlerdir. ve ihtiyarlarınızın en fenası,sefahette ve başını gaflete sokmakta gençlere benzeyenlerdir.”[4]

“ Zehirli bir bal hükmünde olan gayrı meşru dairedeki gençliğin sefâhetkarane zevkleri hazine-i ebediyenin ve saadeti sermediyenin bileti ve vesikası olan imanı kaybetti(rir)”[5]

Gençliğin önündeki en büyük engel,sefâhettir.

Sefâhetten kurtarmanın yolu ise:” Aynı lezzetinde elemini gösterip hissini mağlub etmektir.”

Dalaletten kurtarmanın çaresi ise:” Dünyada dahi cehennem azabını ve elemlerini göstermekle olur.”[6]

Peygamberimiz daha temyiz yaşında olan torunları için:” Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin gençlerinin efendileridir. Babaları onlardan daha hayırlıdır.”

Gençliğin kurtarılmasında,sefâhetin engellenmesinde en büyük amil-ister erkek,ister kadın için,ister doğrudan –ister dolaylı olsun; Tesettürün toplumda yerleşmesi ile “1mümkündür.

Şair şiirinde;

Genç adam!Düşün bir yığın dertdi ki asırlık.

Sarmış cemiyeti onulmaz pek çok hastalık

Milletin her yanı ayrı bir illetle ma’lul

Beyinler sarsık,kalbler baygın,devası meçhul

Meydanlar inliyor,gayesiz kalabalıklar

Ve insanlar tıpkı akvaryumdaki balıklar

Şaşkınlıkla gidip kah sağa tos,kah sola tos

Böyle bir topluluk içinde idrâka paydos

Bunca fezayile cemiyet yaşar mı?heyhat.

Göz görmez,kulak sağır,kapkaranlık hissiyat

Şehirler çirkef oldu,sokaklar zift kanalı

Gençler serazat,her şey hürriyet payandalı

Haya yırtılıp gitmiş,iffet ayak altında

Yalan som altın,aldatma sultanlık tahtında

Kurt gövdenin içinde yapraklar bir bir solmuş

Milli ruh derbeder ve millet dağidar olmuş

Genç adam bu badirenin bahadırı sensin

Yıllardır,hayallerde,düşlerde beklenensin.

Doğrul!kendine gel!bak tan yeri ağarıyor.

Ve ışıklar karanlık ordusunu boğuyor.

Hiç durma koş,tulumban elinde dört bir yana

Göğüsle alevleri bu bir vazife sana.

Yırtılsın bütün zulmetler,belli olsun akyol

Gel,İslam emanetin dönmez davacısı ol.

Sensin asırlardan beri beklenen kahraman

Gelki artık dizlerimizde kalmadı derman…

Evvela kadın;Allah tarafından kendisine emredildiği için örtünmekte ve örtünmek mecburiyetindedir. Bu bir farz olup,İslâmi ifadeyle taabbudi yani Allah emrettiği için yapılır.

Tesettürle ilgili ayetlerden mesela[7]:” Mü’min kadınlara da söyle;gözlerini (harama bakmaktan)korusunlar;namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere,zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini,yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları,babaları,kocalarının babaları,kendi oğulları,kocalarının oğulları,erkek kardeşleri,erkek kardeşlerinin oğulları,kız kardeşlerinin oğulları,kendi kadınları (Mü’min kadınlar),ellerinin altında bulunanlar (köleleri),erkeklerden,ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tabi kimseler,yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkalarına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını (topuklu ayakkabı gibi) yere vurmasınlar. (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler.) Ey mü’minler! Hep birden Allah-a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.”[8]

Ve iffetli davranılması gerektiği belirtilmektedir.[9]

“ Ey Peygamber! Hanımlarına,kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır,esirgeyendir.”[10]

“ Ey Âdem oğulları,size ayıb yerlerinizi örtecek giysi,süslenecek elbise yarattık. Takva elbisesi.İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allahın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi.”[11]

Ve ırzlarını bu şekilde Takva ile koruyanlara mağfiret ve büyük mükafatın hazırlanmış olduğunu Rabbimiz bildirir.[12]

Tesettürün takva ile teyid edilmesine rağmen “Mühim olan Libas-ı takvadır.”sözünü tesettür yerine ikame edenler=Samiha Ayverdi,Safiye Erol,Nezihe Araz,Agah Oktay Güner”aynı ekolün mensubları…[13]

Tesettürün sebeb ve hikmeti ise;Kadının korunmaya değer,değerli bir varlık olmasındandır. Yani kadının yüz kimliği ve şahsı belirlerken yapısı itibariyle çekici olmasından ve kendisine yapılacak her türlü menfi durumdan engellenmesi için örtüsü ona bir siper,bir kalkan ve bir zırh olmaktadır.

Mücerret yani soyut olarak kadını ele alıb,örtünmesinin önemi muhterem,hürmete ve korunmaya değer bir varlık olmasındandır. Mesela;değerli mücevherlerin bir çok sargıya sarılması hatta çelik kasalar içerisinde gizli kasalara konulub korunması veya saklanması onun kıymetini düşürmez. Belki yükseltir.

Orduda her kes insan ve asker olduğu halde rütbeleri farklı bir giyim içinde olması eşitsizlikten değil,belki adalet ve ölçünün bir gereğidir.

Eğer örtünmek o kadar önemli bir şey olmamış olsaydı,Cenâb-ı Hak insanlara da diğer canlılar gibi doğuştan gelen bir giysi,kıllı bir elbise giydirebilirdi

Kötülük ve yanlışlığın kendisi kötü olduğu gibi,ona götüren ve sebeb olan yollarda onun gibidir. Ve bakınız çevreye.. Bütün kötülük,fuhuş gibi kişiyi,aileyi,toplumu ve batıda olduğu gibi devletleri sarsıp yıkan bu tesettürsüzlük neticesinde kapanmanın değil,açılmanın rolüdür.

O. Yüksel Serdengeçti-nin dediği gibi;kadına hürriyet dediler,ev esaretinden kurtardık deyip,bir kocaya bağlanmaktan kurtaranlar,kendilerinin,binlerce insanın göz hapsine,kendi heveslerinin tatminine mahkum ettiler.

Bir bağdan kurtardılar ki-oda ne derece bir bağdır-konuşulub,düşünülebilir. Binlerce bağ ile bağladılar kadını.

Böylece kadının örtünmesi onun ruhunun ve kişiliğinin bir hürriyeti olup,ruhun bedene üstünlüğüdür.[14]

M. Vehbi Efendi:” Çarşaf dâfi’ olacak,câlib olmayacak ki,çarşaftan maksad hasıl olsun.”der.[15]

Kadının inancıyla beraber,namusuna denk tutulan bu tesettür emri,fransızın K.Maraş-da bir kadının örtülmesine saldırması karşısında def’ine kadar varmıştır.

Tesettür moskof zulmüne haçlı seferlerinin işkence silsilelerine denk getirilmeye çalışılan baş örtüsü yasağı,60 milyon Türkiye ye,iki milyar İslam alemine,6 milyarlık lnsan haklarına bir taarruz ve tecavüzdür. Toplumu karşı karşıya getirmektir.

Baş örtüsü kısıtlanması ABD dışişleri bakanlığından bir üst düzey yetkilinin ifade ettiği raporda;” İnsanların dini inançlarını yaşama kabiliyetinin kısıtlanması”olarak belgelenmiştir.

O insanların baş örtülerinin arkasında başka –Hin-ler aramak,basiretsiz bir ithamdır. Bu insanların takiyye yaptıklarını düşünmek ,70 milyon unda farklı düşüncelere sahib olmalarından,böyle ithamda bulunmak demektir.

Eğer bu örtünen insanlar samimi olmasalardı,hayati böyle zorluklara girmez,Edirne imam-hatib öğrencisi Neslihan Yılmaz –ın kendisini okulun ikinci katından atarak intihar etmek istemezdi. Ve yine Bursa İmam-Hatib öğrencisinin başörtüsünden dolayı sınıfa alınmamakla dışarıda beklerken kaza neticesinde ayağından sakat kalmazdı.

Kimin samimi olup olmadığı gayet açıkça belli olmaktadır!

İffeti az,kadınlara karşı zaafı olan Cüleybib-e Allah rasulü sordu:

“ Cüleybib! Duydum ki kadınlara sarkıntılık yapıyormuşsun. Şimdi bana söyle,aynı şeyin senin annene yapılmasını ister misin?

Hayır,ya rasulallah,istemem.

Unutma,senin sarkıntılık yaptığında birisinin annesidir. Aynı şeyin senin kız kardeşine yapılmasını ister misin?

Hayır,ey Allahın rasulü!

Unutma,senin sarkıntılık yaptığında birisinin kız kardeşidir!

Ve Allah rasulü,Cüleybib-e daha bir çok yakınını sayar. Halana,teyzene böyle şeyler yapılmasını ister misin der,o da hepsine:” Hayır”cevabını verir.

Allah rasulü (SAM) de yine sözünü tekrar eder:

Senin sarkıntılık yaptığın da birinin halasıdır,teyzesidir.

Cüleybib,ikna olmuş ve rasulullahın duasına da mazhar olmuştu.

Sahabi yeminle;”Cüleybib o andan itibaren Medine-nin en iffetli gençlerinden biri olmuştu.”

Bir müddet sonra iştirak ettiği savaşta şehit olmuş. Herkes yakınını ararken,rasulullah da Cüleybib-i aramış ve bulamamış.

Sahabiye hitaben;” Hiç kaybınız var mı?” Onlar cevaben:”Hayır,ya rasulallah” cevabını alınca da,göz yaşlarını tutamadı ve ağlayarak,” Ama benim kaybım var!”deyip,eliyle yedi kişi arasındaki Cüleybib-i göstererek:” Evvela o yedi kişiyi öldürdü,sonra da onu öldürdüler.” ve devamla:

“Cüleybib bendendir. Ben de Cüleybib-denim.”

Laikliğe dayandırılarak karşı çıkılan tesettür,laikliğin evvela;tanımındaki şekliyle uygulanmayıp kendisi dine karışmakta,onu kayıt altına almaya çalışmaktadır.

Diğeri ise;Muğlak ve mutlak ifadelerle tüm insanlar zan ve töhmet altında bırakılarak,suçluluk kompleksine itilmektedir.

Oysa toplumun bu durumdan kurtarılarak,suç işleyip fiiliyata geçilmedikçe masumiyeti kabul edilmelidir.

Ben yıllar boyu zulümle süregelen haçlı seferlerini düzenleyen bir komutan olsaydım;bu ayıbımı örtmek için ne yapabilirdim?diye düşündüm.

Düşündüm de;başı örtülü insanları işinden ve talebeleri okullarından uzaklaştırmaktan daha iyisini yapamazdım!

Bir asırdır süren hukuksuzluk ve eksiklikler;birinin şiirini okumaktan,fikirden dolayı hapsetmek,bir çok sabıkası olanın iftirası ile dürüst bir gazetecinin göz altına alınması,büyük ve yüksek bir savcının despot bir idareyi arzulaması ve davetiyede bulunması,mafya,ekonomik dengesizlik ve yolsuzluklar,eğitimdeki eksiklikler bir ar olarak yetip,köyleri yakarak,insanları hunharca öldüren haçlı belasını gölgeleyip,denk hale getirebilecek 20. asrın bir ayıbı ve kaybıdır.

İslamiyet kadınla erkeğin arasını ayırmamakta belki şefkatle kadını korumaktadır.

Erkekle kadın arasındaki fark;kalite farkı olmayıp,alan farkından kaynaklanmaktadır.

“Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi.”deyib bunun birisinin de kadın olduğunu söyliyen Peygamberimiz.Çünki kadın annedir,buyurmakta. Ne güzel bir kadındır anne. Anne güzel bir kadındır.

Milyonlarca alkışlayana ve o kadar da satılan kasetleri olup,maddi her türlü imkana sahib batılı bir sanatçı,intihar etmeden önce yazmış olduğu yazısında;”Eğer anne olsaydım intihar etmeyi düşünmezdim.”diyor.

Hadis-de:”Cennet annelerin ayakları altındadır.”buyurulmakta.

Bir Latife: Ben maliye bakanı olsaydım,değil baş örtüsünü serbest bırakmak,-zorbalık yakışmaz ama-serbest bırakmanın ötesinde teşvik eder,herkesin,5-7- yaşındaki çocuklarında takmalarını tavsiye ederdim!

Neden mi?

Şu anda en önemli mesele ekonomik çöküntü olduğundan,baş örtüsü takanlardan vergi alırdım. Öyle ki,baş örtüsü takmayanlardan iki katı alır,bir yılda enflasyonu düşürürdüm.

Tıpkı Deli Dumrul gibi. Köprüden geçenden bir akçe,geçmeyenden iki akçe…

Enflasyon yüzde yüz küsurlardan on-a düşmekle kalmaz,zenginlikte enflasyon başlardı.

Enflasyon iki şekilde düşürülür: Doğrudan ve de dolaylı. Şimdilik süremiz kısa olduğundan,doğrudan tedbirler uzun süreceğinden dolayı,doğrudan kısa tedbirler daha kestirme olup,bu kararı alırdım.

Bilmem!siz nasıl düşünmektesiniz?

Peygamberimizin hizmetçisi Zeyd-in boşadığı hanımı Zeyneb-le evlenmesinin hikmeti ise;

“(Rasulüm) Hani Allah-ın nimet verdiği,seninde kendisine iyilik ettiğin kimseye (Zeyd-e):Eşini yanında tut,Allah-dan kork!diyordun. Allah-ın açığa vuracağı şeyi,insanlardan çekinerek içinde gizliyordun.Oysa asıl korkmana layık olan Allah-tır. Zeyd,o kadından ilişiğini kesince biz onu ana nikahladık ki evlatlıkları,karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde ( o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın. Allah-ın emri yerine getirilmiştir.”[16]

Olayın gelişme ve hikmet cihetlerine baktığımızda;

a)Hz. Zeyd kendi isteğiyle boşamıştır.

b)Hz. Zeyneb asil bir ailenin çocuğu olup,Hz. Zeyd bir köledir. Bu ise bir kıymet ölçüsü olmayıp,denkliğe aykırı bir durumdur.

c)Böylece ailede esas olan tarafların birbirlerine denkliğidir.

d)Peygamberimiz Hz. Zeyd-e boşamamasına söylemesine rağmen o boşamış,daha sonra peygamberimiz onunla evlenmiştir.

e)Bu doğrudan doğruya Allah tarafından kıyılan ilahi bir akid ve nikahdır.

f)Burada hukuki bir hükmün gerçekleşmesine de kaynaklık etmiş oldu. Bu hukuk kuralı başka bir insana kıyasla da izah edilebilir. Bu hüküm kıyamete kadar devam edecek bir problem olan,-evlatlıklarının boşadıklarıyla evlenebileceği-hükmünü getirmiş oldu.

g)Peygamberimiz 25 yaşında iken 40 yaşındaki Hz. Haticeyle evlenmiş olup,50 yaşına kadar tek evliliği gerçekleştirmiştir. Ve Mısır-lı Mâriye adlı cariyeden -daha sonra küçük yaşta ölen- İbrahim adlı çocuğu hariç,tüm çocukları Hz. Hatice-den olmuştur.

h)Olayın birde psikolojik ve sosyolojik yönleri olup;gerek o insanda psikolojikmen meydana gelen gelişme,gerekse de akrabalıktan dolayı sosyolojik bir çok faydaları vardır.

k)Şu da bilinmelidir ki,İslâmiyette çok evlilik esas değildir. asıl olan tek evliliktir. ancak insanların fuhuşa,kötü yollara düşmelerini engellemek için dört evliliğe kadar müsaade etmiş,ruhsat vermiştir. Yani emretmemiş,yapılabilir demiştir. Ve bunu ağır şartlara bağlamıştır ki,en önemlisi,adalet şartıdır. Yani eşler arasında tam eşit bir muamelede bulunması gerekir ki,giyimde,yiyimde,sevgide farklılık olmamak kaydını getirmiştir.

Her şeyden önce İslamiyet birden dörde çıkarmamış,cehalet döneminde yaşanılıp,kadının bir meta gibi değerlendirildiği ve uygulandığı 20-30 evlilikten,dörde indirmiştir.[17]

30-08-1999

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Sözler. B. S. Nursi. 176.

[2] Ahkaf.15.

[3] Gafir.67.

[4] Lem’alar.239,Şualar.154,189,172.

[5] Kastamonu Lahikası.145.

[6] Hutbe-i Şamiye. B. S. Nursi. 9,17.

[7] A’raf.26,31-32, Nahl.5,81, Nur.31,60, Ahzab.35,59.

[8] Nur.31.

[9] Nur.60.

[10] Ahzab.59.

[11] A’raf.26.

[12] Ahzab.35,bkn.Kütüb-ü Sitte. Prof. İ. Canan. 4 / 134-135,141,33, 15 / 54-56, 16/ 451.

[13] Bkn.Zaman gaz.08-10-1998-A. Selim.

[14] Geniş bilgi için bakn.B. S. Nursi. Lem’alar. 24. Lem’a.

[15] Bkn. Kadının değeri ölçüsü örtüsü. N. Kutsal.154.

[16] Ahzab.37. bkn.Kur’an-ı Kerim ve Meali. Prof. S. Yıldırım. 422.

[17] Daha geniş bilgi için bakn.Mektubat B. S. Nursi. 7. Mektup,24.sahife,sözler. agy. 25.söz. 1. şule,3.şua.