ALİ DEDE VE EŞKİYALAR

ALİ DEDE VE EŞKİYALAR

İyilik her zaman iyilik,kötülük de devamlı kötülük getirir çocuklar. Hani atalarımız der ya!”İyilik yap denize at,balık bilmezse Hâlık bilir.” Yani Allah o iyiliği bilir ve boşa çıkarmaz.

İyilik yapmalı,iyilik bulmalı,kim kazanmış kötülükten… Bakın size başımdan geçen ibretli bir olayı anlatayım:

Bu olayın olduğu devir,araba gibi vasıtaların olmadığı altmış-yetmiş sene önceki dönem. Atlarla,katırlarla gidilip gelindiği zamanlar…

Bakkaliye işleriyle uğraşırdım O zamanlar şimdiki gibi elektrik olmadığından gaz lambalarıyla aydınlatılırdı. Bundan dolayı gaz çok kıymetli,ekmek kadar önemliydi.

Ben de Gazi Anteb’e gidip gaz almak için Adıyaman’dan yola çıktım. Nihayet uzun yolculuktan ve yorgunluktan sonra vardım. Her zamanki uğradığım hana geldim. Yanımda da epeyce yüklü bir para vardı. Ertesi günü onlarla gaz alıp,hayvanlara yükleyerek gidecektim.

Yaz mevsimi olup,havalar sıcak olduğundan otelin terasında,serin ve açık havada yatmaya koyuldum. Zaten hanların bir tarafı hayvanlar için,bir tarafı da insanların kalması için ayrılmıştı. Şimdiki gibi elbet değildi.

Paralarımı da emniyetli olsun diye başımın altına koydum. Bir iki saat kadar sonra yatağımda,yastığımın altlarına doğru bir şeylerin kıpırdanıp arandığını elin gezinmekte olduğunu hissettim. Hafifçe gözümü açtığımda bir elin yavaşça üzerimi aradığını gördüm. Ani bir hareketle adamın elini kıskıvrak yakaladım. Adam kaçamamıştı. Genç,babayiğit ve delikanlı birisi idi.

Kendisine niçin bu işi yaptığını,oysa vücudu yerinde olup,bileğinin emeğiyle kazanabileceğini kendisine anlattım.

Ancak kendisinin işsiz güçsüz biri olduğunu,ciddi ve acil ihtiyacının olduğundan böyle çirkin bir iş yaptığını ve yanlışlığını söyleyip,samimiyetlik gösterince;kendisini karakola götürmeyeceğimi,ancak bir daha da böyle bir şeye kalkışmayacağına dair söz aldım. Bir miktarda para vererek gönderdim. o gece böyle geçmişti.

Ertesi günü gazları alıp,memlekete götürmüş,satarak çok da kâr etmiştim. O halde işi büyültmeliydim.

Kısa bir zaman içerisinde bir tüccar dükkânı açmış,iyi de kazanıyordum. Tüccar bir arkadaşın vasıtasıyla malları Haleb’den getirttiriyorduk. Paralarını zamanında göndermiş olmam,Haleb’deki tüccarın itimadını kazandırmıştı bana…

Bir sene dükkanda pek de mal kalmamıştı. O tüccar arkadaşla beraber Halebe gitmeye karar verdik. Ne kadar paramız varsa yanımıza almış olup onu verecek,bir kısmının parasını da daha sonraki zamanlarda ödeyecektik.

Arkadaşla beraber Haleb yolundayız. Konuşa konuşa,konaklaya konaklaya gidiyoruz. Halebe iki-üç saat kala bir mesafede birden etrafımızı atlılar çevirdi. Hallerinden anladığımıza göre bunlar eşkıya idiler. Neyimiz varsa alacaklardı. Bunu biliyorduk. Bari bize dokunmasalardı?

Eşkiyalar üzerimizi arayıp,neyimiz varsa hepsini almaya başladılar. Ancak ileride eşkıya başı olduğunu tahmin ettiğimiz kişi bir yandan adamlarına emirler verirken,diğer yandan da yüzüme garib garib bakıyordu.

İşte ne olduysa o andan itibaren oldu. Henüz üzerimizde kilerini almaları bitmiş idi ki;-Çekilin bakalım!-diyerek yanıma doğru gelmeye başladı. Yüzüme bakıp gülerek;-Sen beni tanıdın mı?-dedi.

Ben ise;Tanıyamadığımı-söyledim. O bir eşkıya,ben ise bir tüccar idim. Nereden tanıyacaktım? Bir eşkıya ile ne ilişkim olabilir di? Ben Adıyaman’dan geliyor,o ise Haleb’de! Haleb nere,Adıyaman nere?

-Düşün bakalım,dedi. Gazi Anteb’de başından bir olay geçmedi mi? Hatırlamıyor musun?

Bir münasebet kuramadığımdan,yine de hatırlı-yamamıştım.

-Hani,dedi,otel de senden para çalıp ta ,senin yakalayarak affedip,bir de üste para verdiğin kimse var ya,işte ben oyum,dedi.

-Şaşırmıştım. Fakat bir yandan da kurtulacağımız için sevinmiştim. Evet,hatırlamıştım. Dikkatlice baktığımda gördüm ki;bu o idi. Bana sarıldı. Yaptığım iyiliği tekrar be tekrar dile getirmeye başladı. Hayatında unutamayacağı bir iyilik olduğunu söylemişti. Bizden aldıklarını iade ettikleri gibi,bizlere ikramda bulundular. Hatta bana para vermeyi bile teklif etti. Ancak ben kabul etmemiştim ve de edemezdim. Nereye,ne için gittiğimizi sorduğunda;

Halebe ticarete gittiğimizi söylediğimizde;

-Sizi oraya kadar biz götüreceğiz. Çünkü ilerde de diğer yol kesicilerle karşılaşabilirsiniz. Döneceğiniz zamanı da söyleyin,sizi almaya geleceğiz.

-Biz Halebdeki işimizi bitirmiş,döneceğimizi belirttiğimiz günde sınıra vardığımızda,gerçekten de bizleri beklemekte idiler. Tekrar hududa kadar onların koruması altında gelmiştik.

Yapmış olduğumuz iyiliğin daha dünyada iken karşılığını görmüş,belki de o iyiliğimiz öldürülmemize bile karşı bir siper olmuştu.

Bir de dünya da yapıp ta ahirette beklediğimiz ve karşılığını göreceğimiz iyilikler,kim bilir ne kadar bizleri ferahlatır ve bizlere yardımcı olur?

Biz iyilik yapmış ve iyilik de görmüştük. O halde iyilik yapmalı,iyilik görmeli. En azından iyilik beklemeye hakkımız olmalı.

Değil mi ?

6-12-1992

MEHMET ÖZÇELİK




HERŞEYİN FAŞ OLDUĞU ZAMAN ÂHİRZAMAN

HERŞEYİN FAŞ OLDUĞU ZAMAN ÂHİRZAMAN

Asrımızdaki çıkışlar 3. asra benzemektedir.Gayrı müslimlerin islamiyete girişleri,eski tüm bilgi ve birikimleriyle beraber olmaktadır.Zamanımızda da hakeza.Tüm eski ve zayıf görüşlerle beraber,doğru ve yanlışların tüm birikimleri ortaya dökülmektedir.

İslamiyet en karışık dönem olan işte bu 3. asırda parlamış ve patlak vermiştir.Kimi hadislerin,kimi fıkıh,tefsir,kelam ,kimi de dinin tasavvuf gibi yaşayış,itikad,ibadetlerin muhafaza ve müesseseleşmesine gidilmiştir.Zamanımızda da herşey ve herkes artık netleşecek,birbirinden ayrılıp hükme bağlanacaktır.

Ahirzaman midesindeki bulunanları tamamen kusma ve boşaltma yoluna gitmekte,insanlarda kurtlarını ortaya dökmektedir.Menfilikler çoklukla zuhur ederken,müsbet tarzlarda en mükemmel şekliyle tezahür etmektedir.

Dini,ilmihali,kelamı değiştirip,zamanımıza uyduralım derken,batıdan dilimize giren kelimelerle izah ederek kısır bırakmaktayız.Referans,Format vs.

Cumhuriyet döneminde din;geçmişten gelen dinin dağıtılması sonucunda farklılıklar,tarikatlar çıkmış,menfiliklere yol açmıştır.Din çeşmesi kapatılınca herkesin kendi vüs’ati ve imkanınca açılan kuyulara etraftan sızmalar neticesinde farklı tatlarda sular ortaya çıkmıştır.Tatların farklılığı kaynağın değil,sızma ve kanalların farklılığından kaynaklanmaktadır.Devlet bir yandan dini başı boş bırakırken,bir yandan da kontrol altına almaya çalışmaktadır.

Bu konuda Bediüzzaman hazretleri şöyle özetler:

“Zaman-ı Sahabede Benî İsrail ve Nasara ülemalarından çoğu İslâmiyete girdiler. Eski malûmatları dahi onlarla beraber müslüman oldu. Bazı hilaf-ı vaki’ malûmat-ı sâbıkaları, İslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.”[1]

Nitekim;” İbn-i Abbas gençliğinde İsrailiyata, bazı hakaikin tezahürü için hikâyet tarîkiyle bir derece atf-ı nazar eylemiştir.”[2]

“Belki hikâyatın bakırları ve İsrailiyatın müzahrefatı ve teşbihatın mümevvehatı elmas-ı akidede, cevher-i şeriatta, dürer-i ahkâmda idhal etmek; kıymetini daha ziyade tenzil ve müteharri-i hakikat olan müşterisini daha ziyade tenfir ve pişman eder.”[3]

“İsrailiyatın bir taifesi ve hikmet-i Yunaniyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyet’e duhûl etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki:

“O necib kavm-i Arab, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiye idi. Vaktaki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin marifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız istidlal için idi. Onların o hassas zevk-i tabiîlerine ilham eden, yalnız onların fıtratlarına münasib olan geniş ve ulvî muhitleri; ve safi ve müstaid olan

fıtrat-ı asliyeleri talim ve terbiye eden yalnız Kur’an idi. Bundan sonra kavm-i Arab sair akvamı bel’ettiği gibi, milel-i sairenin malûmatları dahi müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat ise Vehb, Kâ’b gibi ülema-i ehl-i kitabın İslâmiyetlerinin cihetiyle Arabların hazain-i hayalâtına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı safiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ülema-i ehl-i kitabdan İslâmiyet’e gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celalet ve tekemmül ettiklerinden, malûmat-ı müzahrefe-i sâbıkaları makbule ve müselleme gibi oldular, reddedilmedi. Çünki İslâmiyet’in usûlüne müsadim olmadığından, hikâyat gibi rivayet olunur iken, ehemmiyetsizliği için tenkidsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ! Sonra hak olarak kabul edildiler, çok şübeh ve şükûkata sebebiyet verdiler.

Hem de vaktaki şu İsrailiyat, Kitab ve Sünnet’in bazı îmaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me’haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadîsin manaları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; sû’-i ihtiyarlarıyla başka bir me’hazı bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zahirperestler, bazı âyât ve ehadîsi o hikâyat-ı İsrailiyeye tatbik ederek tefsir eylediler. Halbuki Kur’anı tefsir edecek, yine Kur’an ve hadîs-i sahihtir. Yoksa ahkâmı mensuh olduğu gibi, kısası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. Evet mâsadak ile mana ayrıdırlar. Halbuki mâsadak olmaya mümkün olan şey, mana yerine ikame olundu. Çok da imkânat vukuata karıştırıldı.

Hem de vakta hikmet-i Yunaniyeyi müslüman etmek için Me’mun’un asrında tercüme olundu. Fakat pek çok esatîr ve hurafatın menbaından çıkan o hikmet, bir derece müteaffine olduğundan safiye olan efkâr-ı Arabın içlerine tedahül ettiğinden, bir derece efkârları karıştırdığı gibi tahkikten taklide bir yol açtı.

Hem de âb-ı hayat olan İslâmiyetten kariha-i fıtriyeleriyle istinbat etmeye kabil iken, o hikmetin telemmüzüne tenezzül ettiler. Evet nasılki ihtilat-ı a’cam ile kelâm-ı Mudarî’nin melekesi fesada yüz tutmakla, muhakkikîn-i ülema o melekeyi muhafaza etmek için, ulûm-u Arabiyenin kavaidini tedvin ettiler. Öyle de şu hikmet ve İsrailiyat dahi daire-i İslâmiyete duhûlleriyle beraber, bazı nekkad-ı muhakkikîn-i İslâm temyiz ve tasfiyelerine teşebbüs ettiler. Fakat hayfa!. tamamıyla muvaffak olamadılar. İş bu kadar da kalmadı. Çünki tefsir-i Kur’an’a sarf-ı himmet edildiği vakit, bazı ehl-i zahir Kur’anın nakliyatını bazı İsrailiyata tatbik ve bir kısım akliyatını dahi hikmet-i mezbureye tevfik ettiler. Çünki gördüler ki, Kur’an makul ve menkule müştemildir. Hadîs de öyle… Sonra kitab ve sünnetin bazı nakliyat-ı sadıkalarıyla ve bazı muharref İsrailiyatın ortasında bir mutabakat ve münasebet istinbat ettiler.

Hem de hakikî olan akliyatlarıyla mevhum ve mümevveh olan şu hikmet arasında bir müşabehet ve muvafakat tevehhüm eylediklerinden, şu mutabakat ve müşabeheti kitab ve sünnetin manalarına tefsir ve maksadlarına beyan zannedip hükmeylediler.

……

Elhasıl: İfrat gibi tefrit de muzırdır, belki daha ziyade. Fakat ifrat, tefrite sebeb olduğundan daha kabahatlidir. Evet ifrat ile müsamahanın kapısı açıldı. Çürük şeyler o hakaik-i âliyeye karıştığından; ehl-i tefrit ile insafsız olan ehl-i tenkid, gayet haksızlık olarak şu çürük şeylerin yüzer misline olan hakaik-i âliye içinde gördüklerinden ürktüler, nefret ettiler. Hâşâ.. lekedar ve kıymetsiz zannettiler. Acaba defineye hariçten girmiş bir silik para bulunsa veyahut bir bostanda başka yerden düşmüş olan çürük ve acı bir elma görünse, hak ve insaf mıdır ki; umum defineyi kalp ve umum elmaları acı zannedip vazgeçmekle lekedar edilsin…”[4]

“Biz İsrailiyatı usûlüne ve hikâyatı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak yine onun merhametidir.”[5]

Nitekim Sevr ve Hut ile ilgili hadisde bunu görmekteyiz.” Muhaddislerin bir kısmı, İsrailiyattan alınma ve eskiden beri nakledilen hurafevari hikâyelere bu hadîsi tatbik etmişler.”[6]

Bunun içinde yapılması gereken;” İslâmiyeti, onu paslandıran hikâyat ve İsrailiyat ve taassubat-ı bârideden kurtarmak.”tır.[7]

Bununla beraber eğer hangi asırda gelmem gerektiği ile karşı karşıya kalsaydım;asrı saadet hariç,ya üçüncü yada son asır olan bu asırda gelmeyi arzu ederdim.Zira her iki asırda islâmın şekillenmesi veya netleşmesini temin edip,zenginleşmesine sebeb olan asırdır.

Bu konularla ilgili olarak Allah rasulü şöyle buyururlar:

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Dikkat edin! Bana “Kitâb” verildi. Onunla beraber, “bir o kadar daha” verildi.

Dikkat edin! Karnı tok bir adamın, sedirinin üstüne oturup, şöyle demesi yakındır:”Aramızda Allahın kitabı vardır. Onun içinde helâl olarak bulduğumuzu helâl sayar, haram olarak gördüğümüzü de haram sayarız.”

Oysa, Allah Resûlünün haram kıldığı şey de, Allahın haram kıldığı şey gibidir.”[8]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Siz, sizden önceki insanların yollarına mutlaka karış karış, adım adım uyacaksınız, hatta onlar kertenkele deliğine girseler bile, siz de onlara uyup, o deliğe gireceksiniz.”[9]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Ahirzamanda, din yoluyla dünyalık elde etmek isteyen bir takım adamlar ortaya çıkacak. insanlara şirin görünmek için koyun postuna bürünecekler. Dilleri baldan tatlı, fakat kalbleri kurt kalbi olacaktır.”[10]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Nefsim kudret elinde olan Allaha yemin ederim ki, Meryemoğlu isanın adalet sahibi olarak inmesi yakındır. O inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, mal da o kadar çoğalacak ki, kendisine verilmek istenen kimse onu kabul etmeyecek.”[11]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Ömrüm uzarsa isa ile buluşmak isterim. Şâyet ömrüm yetmezse, içinizden kim onunla buluşursa, benden selâm söylesin.”[12]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Batılılar, kıyamet kopuncaya kadar hak üzere galip olmayacaktır.”[13]

-Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:”Ümmetim yağmur gibidir, sonu mu, yoksa başlangıcı mı hayırlıdır, bilinmez. Evveli ben, ortası Mehdi ve sonu Mesih olan bir ümmet, asla helâk olmaz.”[14]

Risale-i Nur’da Bediüzzaman İsa ve İsevilik konusunda özetle şöyle der:

Hz.İsa babasız olarak doğmuş,[15]Allah’ın peygamberi ve kelimesi,[16]bir Ruh ve kul olarak ,[17]İmran ailesinden [18],Meryem’in oğlu olarak İsrailoğullarına gönderilmiş,[19]bir peygamberdir.

Kendisine İncil verilmiş,[20]samimi olan havarileri ile dinini yaymıştır.[21]Bunlarında 12 kişi olduğu ifade edilir.

Her ne kadar Yahudiler tarafından öldürmeye teşebbüs edildiği,öldürüldüğü veya çarmıha gerildiği ifade edilse de,[22]Hz.isa kesinlikle öldürülmemiş,göğe yükseltilmiş olup,[23] ahirzamanda tekrar yer yüzüne inecektir.[24]

Hz.isa maddi vücuduyla yer yüzüne ineceğini hatta en uzak yerde de olsa Cenâb-ı hakka onu getirmenin kolay olacağını Bediüzzaman ifade eder.Öyle ki İslam alimleri Hz.İsa’nın Hanefi mezhebine göre,İslam hukukuna göre amel edeceğini bildirmişlerdir.

Ümmetini Allah’ın birliğine çağıran Hz.İsa’nın vefatından sonra,bugünkü hristiyanlıkta ise üç ilah inancı vardır.[25]

Hz.İsa 30 yaşında peygamber olmuş,33 yaşında göğe çekilmiştir.Ümmetinin içerisinde peygamber olarak kaldığı süre üç yıldır.Ulül azim peygamberlerdendir.

Ebu Hureyre’den (R.A.) Peygamber (A.S.M.) şöyle buyurdu:

والذىنفسى بيده ليوشكن ان ينزل فيكم ابن مريم حكما عدلا، فيكسر الصليب و يقتل الخنزير و يضع الجزية و يفيض المال حتى لا يقبله احد حتى تكون السجدة خيرا من الدنيا و ما فيها ثم يقول ابو هريرة واقرؤوا ان شئتم: وَإِن مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلاَّ لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا

“Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a yemin ederim ki; Meryem’in oğlu İsa (A.S.)’ın adil bir hakim olarak aranıza inmesi yaklaşmıştır. İnecek ve haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldırıp İslam’dan başka bir şeyi kabul etmeyecektir. Mal kimsenin kabul etmeyeceği kadar bollaşacak, bir tek secde dünya ve dünyadaki bütün şeylerden daha hayırlı olacaktır. Bunu rivayet ettikten sonra Ebu Hureyre (R.A.) isterseniz; وَإِنْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلاَّ لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا

ayetini okuyun dedi”.”Kendilerine kitap verilenlerden,ölümünden önce O’na iman etmeyecek tek bir kimse yoktur.Kıyamet gününde de o,onların aleyhine şahid olacaktır.”[26]

Âyet-i Kerîmesi, bütün fitne ve fesadın menbaının haham ve papalar olduğuna işaret etmektedir. Hem, bu haham ve papalar zahiren siyasetsiz göründükleri halde dünyanın bütün siyasetlerini karıştıran yine onlardır. Çünkü Yahudilerin “Protokolat” adlı siyasi kitaplarında belirtildiği gibi, bütün dünyayı idare eden 300 kişiden mürekkep gizli bir Yahudi hükûmeti vardır. Onların başında da devamlı bir haham vardır ki o ölünce yerine diğer bir haham seçilir. Bütün dünyadaki ifsadatın menbaı bu gizli hükûmet ve bunun başındaki hahamdır. Hem Fransız ihtilal-i kebiri, hem Rusya’daki koministlik inkılabı, hem de 1. ve 2. cihan harbleri bütün dünyayı idare eden o gizli hükümet ve başındaki hahamdan kaynaklandığı gibi, zamanımızda vuku bulan bütün harbler de yine onlardan kaynaklanmaktadır. Şu andaki bütün hristiyan papaları da gizlice o hahama bağlıdır ve onun tasarrufu altındadırlar. O haham ise bütün bu hristiyan papalarının dizginini elinde tutmakla, onları yoldan çıkararak her türlü ifsadatında kullanmaktadır.”[27]

“Denildi ki: Hz. İsa’nın göğe çekilmesinden seksen sene sonraya kadar hristiyanlar İslam dini üzerine idiler. Kıbleye (Kudüs) doğru namaz kılıyorlar, Ramazan orucunu tutuyarlardı. Bu, onlarla yahudiler arasındaki harbe kadar devam etti. Yahudilerin bir kumandanı vardı, çok cesur idi. Ona “BOLİS (Pavlos)” deniliyordu. İsa’nın ashabından çok kişi öldürdü. Bolis yahudilere dedi ki:

“Eğer İsa hak ise, peygamber ise onunla beraber olanlar da haktır. Biz ise onları vurduk, öldürdük. Bizim yerimiz Cehennem’dir. Biz zarar ederiz. Onlar Cennet’e, biz ise Cehennem’e gireceğiz. Onlara (İsevilere) hile yapıp saptıracağım ve onları da Cehennem’e sokacağım.”

Bolis’in “İkab” adında bir atı vardı. Bolis hristiyanların yanına gitti, pişmanlığını dile getirdi, başına toprak saçtı, hristiyanlara dedi ki:

“Ben Bolis’im (Pavlos). Sizin düşmanınızım. Gökten bana bir ses geldi. Bana, -Senin tevben kabul olunmaz. Ancak hristiyan olursan kabul olunur- dedi.”

Bunun üzerine hristiyanlar onu (Bolis’i) kilisenin bir odasına koydular. Bir sene gece-gündüz orada kaldı ve hiç dışarı çıkmadı. İncil’i iyice öğrendi. Bir sene sonra kiliseden çıktı. Hristiyanlara dedi ki:“Bana gökten ses geldi, Allah bana tevben kabul oldu dedi.” Hristiyanlar onu tasdik etti ve onu sevdiler. (Bolis onların reisi oldu) Sonra Beyt-ul Makdis’e geçti. “NASTURA” denilen birini onlara halife yaptı. Nastura’ya sır verdi (bir şey öğretti), dedi ki “İsa ilahdır (Meryem oğlu İsa ilahdır).” Sonra Rumlara döndü, onlara “İsa’nın bir ilahlık, bir de insaniyet yönü vardır” diye bildirdi. Sonra “YAKUB” denilen bir adama sır verdi (öğretti) ki “İsa insan değildir ki insan olsun, cisim değildir ki cisim olsun. O Allah’ın oğludur.” dedi. Başka bir adam çağırdı, onun ismi de “MELİK” idi. Ona da “Allah ölmez ki İsa da ölsün” dedi. Bu üç adamı ayrı ayrı çağırıp görüştü ve bu sırları verdi. Onlara ayrı ayrı, “Siz benim sırdaşımsınız. Ben İsa ile görüştüm. Benden razı oldu” dedi. Sonra yine onlara ayrı ayrı “kendimi yarın keseceğim, kurban edeceğim” dedi. Sonra mezbeheye (kurban kesimi yapılan yer) girdi ve kendini kesti. Bolis’in kendini kesmesinin üçüncü gününde bu üç kişi halkı kendi fikirlerine çağırdı. Onlara (bu üç kişiye) ayrı ayrı taifeler tabi oldu. Bu taifeler bu güne kadar birbirlerini öldürdüler, ihtilaf ettiler. Bu şekilde hristiyanlar üç fırkaya ayrıldılar. Onların şirke girmesine bu BOLİS denen adam sebeb oldu. –Allahu A’lem-”[28]

“Mısır Meliki Mukavkis dedi ki: Ey Nasara dininin salikleri! Müslümanların kitabı olan Kur’an’da ne varsa kitabınız olan İncil’de de aynısı vardır. “Bolis” adındaki kişi sizi dalalete götürdü, sizi İsa’nın dininden uzaklaştırdı ve şeriatınızı değiştirdi. Ve sizi, size layık olmayan isimle isimlendirdi (Yani İncil’de isminiz İslam iken, onu değiştirdi Nasara yaptı). Ve sizi hak yoldan saptırdı. Ve daha önce size haram olan herşeyi helal kıldı. Peygamberiniz İsa’nın size dediğini bırakıp Bolis’i (Pavlos’u) dinlemeniz safsatanın ta kendisi ve körlüğünüzün de delildir. Allah’ın Meryem oğlu İsa’ya vahyetmediği şeyleri, Meryem oğlu İsa, Allah’a iftira edip nasıl aksini söyler? Bolis (Pavlos), Hz. İsa’ya iftira ederek; “Allah, domuz eti yemeği ve her türlü günahları işlemeyi helal kılmıştır” diye Allah’a iftira ederek size söylemiştir. Siz de Bolis’in emrini dinlediniz ama İncil ile İsa’yı dinlemediniz. Haşa İsa, domuz eti yemeyi ve günahları işlemeyi helal kılmaz, kendi dininin adını İslam’dan başka bir adla adlandırmaz. Melik Mukavkis devamen dedi ki: Bütün peygamberler Hz. Muhammed’in (S.A.V.) getirdiği şeriat üzere gelmişlerdir. Yani ma’rufu emir ve münkeri nehyetmişlerdir.”[29]

Kur’an-da ehli kitabla ilgili olarak umumi hükümde bulunulmamaktadır.Hep hususi olarak içlerinde beyinsiz,alaya alan ve inkar edenler diye tahsis edilmiş,bazılar diye zikredilmiştir.Hükümler mutlak değil mukayyed,umumi değil hususidir.

Bu konuda Bediüzzaman eserlerinde özetle şöyle bahsetmektedir:

“Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasılki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal’ı öldürür.. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek.”[30]

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılab edecektir. Ve Kur’ana iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı manevîsi tâbi’ ve İslâmiyet metbu’ makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey’ va’detmiş, elbette yapacaktır. Evet her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’eden (Hazret-i Cibril’in “Dıhye” suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm’in hikmetinden uzak değil.. belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için va’detmiş ve va’dettiği için elbette gönderecek.”[31]

“Hem Firengistan diyarı, Hristiyan şevketi dairesidir.”[32]

“Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın bir mu’cizesine dair: “Allah’ın izni ile anadan doğma körü ve abrası iyileştireceğim,ölüleri dirilteceğim.”[33]

Kur’an, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibaa beşeri sarihan teşvik eder.”

“İsa Aleyhisselâm, sair esma ile beraber Kadîr ismi onda daha galibdir.”[34]

“Ehl-i Teslis’in İsa Aleyhisselâm’a muhabbetleri faidesizdir.[35]

“Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâm’ın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbeder. Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar.”[36]

“Hazret-i İsa Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.”[37]

“Hem pek çok Yahudi üleması ve Nasara üleması, ikrar ve itiraf etmişler ki: “Kitablarımızda Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ın evsafı yazılıdır.” Evet gayr-ı müslim olarak başta meşhur Rum Meliklerinden Hirakl itiraf etmiş, demiş ki: “Evet İsa Aleyhisselâm, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan haber veriyor.”[38]

“İncil’in bir yerinde, İsa Aleyhisselâm demiş: “Ben gideceğim; tâ dünyanın reisi gelsin.”

…Demek İsa Aleyhisselâm, çok defa Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm’dan beşaret veriyor.”[39]

“Din-i İsevî’de yalnız esasat-ı diniye Hazret-i İsa Aleyhisselâm’dan alındı. Hayat-ı içtimaiyeye ve füruat-ı şer’iyeye dair ekser ahkâmlar, Havariyyun ve sair rüesa-yı ruhaniye tarafından teşkil edildi. Kısm-ı a’zamı, kütüb-ü sâbıka-i mukaddeseden alındı. Hazret-i İsa Aleyhisselâm, dünyaca hâkim ve sultan olmadığından ve kavanin-i umumiye-i içtimaiyeye merci’ olmadığından; esasat-ı diniyesi, hariçten bir libas giydirilmiş gibi, şeriat-ı Hristiyaniye namına örfî kanunlar, medenî düsturlar alınmış, başka bir suret verilmiş. Bu suret tebdil edilse, o libas değiştirilse, yine Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın esas dini bâki kalabilir. Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı inkâr ve tekzib çıkmaz. “[40]

“Şimdiki Hristiyanlık dini ise; “Velediyet Akidesi”ni kabul ettiği için vesait ve esbaba tesir-i hakikî verir. Din namına enaniyeti kırmaz, belki Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın bir mukaddes vekili diye o enaniyete bir kudsiyet verir. Onun için, dünyaca en büyük makam işgal eden Hristiyan havasları, tam dindar olabilirler. Hattâ Amerika’nın esbak Reis-i Cumhuru Wilson ve İngiliz’in esbak Reis-i Vükelası Loid George gibi çoklar var ki, mutaassıb birer papaz hükmünde dindar oldular. Müslümanlarda ise öyle makamlara girenler, nâdiren tam dindar ve salabetli kalırlar. Çünki gururu ve enaniyeti bırakamıyorlar. Takva-yı hakikî ise, gurur ve enaniyetle içtima edemiyor.”[41]

“Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cem’iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak.”[42]

“Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselâm’a “Mesih” namı verildiği gibi her iki Deccal’a dahi “Mesih” namı verilmiş ve bütün rivayetlerde denilmiş. Bunun hikmeti ve tevili nedir?

Elcevab: Allahu a’lem bunun hikmeti şudur ki: Nasılki emr-i İlahî ile İsa Aleyhisselâm, şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarab gibi bazı müştehiyatı helâl etmiş. Aynen öyle de; Büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmü ile şeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve İslâm Deccalı olan Süfyan dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) ebedî bir kısım ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleri ile kaldırmağa çalışarak hayat-ı beşeriyenin maddî ve manevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak, hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer; hevesat-ı müteaffine bataklığında, birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdad bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdaddan başka zabt altına alınamaz.”[43]

İsa aleyhisselam 33 yaşında iken göğe çekildi.[44]

“Hadîs-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’an ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslekdaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hristiyanların hakikî dindar ruhanîleri ile dahi, medar-ı ihtilaf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza’ etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar. “[45]

“Misyonerler ve Hristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünki her halde şimal cereyanı; İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.”[46]

“Bir İsevî müslüman olsa, İsa Aleyhisselâm’ı daha ziyade sever.”[47]

“O zâtın (Mehdinin)üçüncü vazifesi, Hilâfet-i İslâmiyeyi İttihad-ı İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir.”[48]

İsa (AS) ve İncil ile ilgili olarak:” Yetmişbirinci bâbında, (Ben kimsenin günahını affedemem. Ancak Allah günahları affeder. )

Yetmişikinci bâbında ise, (Ben bu dünyaya, cenâb-ı Hakkın dünyaya selâmet getirecek olanResûlünün yolunu hazırlamak için geldim. Fakat sizler dikkat ediniz! O gelinciye kadar sakın aldatılmayasınız. Çünkü benim sözlerimi alıp benim İncîlimi bozacak birçok yalancı peygamberler zuhûr edecektir), dedi. O zaman Andreasın, geleceğini söylediğin bu Resûl hakkında bize bazı işaretler söyle ki Onu bilelim suâline karşı, (Bu Resûl sizin zamanınızda gelmeyecektir. Sizden birkaç yıl sonra, benim İncîlim tahrîf edilmiş olacağı ve hakîkî inananların 30 kişi kadar kalacağı bir zamanda gelecektir. İşte o zaman, cenâb-ı Hak insanlara acıyarak, elçisini gönderecektir. Onun başının üzerinde dâimâ beyaz bir bulut bulunacaktır. O çok kudretli olacak, putları kıracak, puta tapanları cezâlandıracaktır. Onun sâyesinde, insanlar Allahı tanıyacak ve Onu tâzîz edecek ve ben de hakîkî olarak tanınacağım. Benim insandan başka bir şey olduğumu söyliyenlerden intikam alacaktır) demektedir.

Doksanaltıncı bâbında ise, (Ruhumun huzurunda bulunduğu Allah hayydir, diridir. Allahü teâlâ babamız İbrâhîme, senin neslinden bütün insanları nîmetlendireceğim diye vaat etmiş ise de, O Mesîh [Resûl] ben değilim. Allahü teâlâ beni dünyadan çekip aldığı zaman, şeytan herkesi benim Allah veya Allahın oğlu olduğuma inandıracak. Bu lânetli fitneyi yeniden diriltecek. Sözlerim ve akîdem öylesine tahrîf edilecek ki, otuz kadar mümin ya kalacak, ya kalmıyacak. Bunun üzerine Allahü teâlâ insanlara merhamet ederek, her şeyi kendisi için yaratmış olduğu Resûlünü gönderecektir. Bu resûl güneyden gelecektir. Büyük kudret sahibi olacaktır. Putları kıracak, puta tapanları ortadan kaldıracak, şeytanın insanlar üzerindeki hâkimiyyetine son verecektir. Kendisi ile birlikte, Allahü teâlânın selâmeti de inanan insanlara ulaşacak ve kendisinin sözlerine inananlar, Allahü teâlânın türlü türlü nîmetlerine nâil olacaklardır) demektedir.

Doksanyedinci bâbında ise, (Söylediğin Mesîhin ismi nedir ve Onun gelişinin alâmetleri nelerdir?diye soran kâhine Îsâ şöyle dedi:Mesîhin (Resûlün) adı hayran olmaya değer güzelliktedir. Allahü teâlâ Onun ruhunu yarattığı zaman, Ona bu ismi verdi ve Onu semavî ihtişâmı içine koydu ve bekle ey Ahmed! Senin hâtırın için ben Cenneti, dünyayı ve birçok mahlûku yaratacağım. Bunları sana hediye ediyorum. Sana kıymet veren benden kıymet bulacak. Sana lânet eden [küfreden], tarafımdan lânet olunacaktır. Ben seni dünyaya, benim kurtarıcı Resûlüm olarak göndereceğim. Senin sözün sırf hakîkat olacaktır. Yer ve gök ortadan kalkabilir. Fakat, senin îmanın dâimâ sonsuz olacaktır, dedi. Onun mukaddes ismi Ahmeddir. Bunun üzerine Îsânın etrafında toplanmış olan halk, seslerini yükselterek, Ey Ahmed! Dünyayı kurtarmak için çabuk gel! diye bağırdılar) demektedir.

Yüzyirmisekizinci bâbında ise, (Kardeşlerim! Ben topraktan yaratılmış bir insanım. Sizin gibi toprak üzerinde yürüyorum. Günahlarınızı bilin ve tevbe edin! Kardeşlerim! Şeytan, Romalı askerlerin yardımı ile, size benim Allah olduğumu söyliyerek sizi aldatacak. Onların, sahte ve yalancı ilahlara kulluk ederek Allahın lânetine uğrayacaklarını görerek, onlara inanmayınız) demektedir.

Yüzotuzaltıncı bâbında, Cehennem hakkında izâhat verildikten sonra,Muhammed aleyhisselâmın kendi ümmetini Cehennemden nasıl kurtaracağı anlatılmaktadır.

Yüzaltmışüçüncü bâbında ise, (Havârîlerin, geleceğini söylediğin zat, kim olacak?suâline karşı, Îsâ aleyhisselâm, kalbinin bütün sevinci ile, Onun ismi Ahmeddir. O geldiği zaman, uzun müddet yağmur yağmasa bile, toprakta meyve ağaçları yetişecektir. Onun getirdiği Allahın rahmeti sâyesinde, insanlar Onun zamanında iyi şeyler yapmak fırsatını bulacaklar. Allahın rahmeti insanlar üzerine yağmur gibi yağacaktır, dedi) demektedir.

Îsâ aleyhisselâmın son günleri hakkında Barnabas İncîli şu mâlûmatı vermektedir: [Bâb 215-222] (Roma askerleri, Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için evden içeri girdikleri zaman dört büyük melek Cebrâîl, İsrâfîl, Mikâîl ve Azrâîl, Allahü teâlânın emri ile Onu kucaklayıp pencereden çıkararak göğe kaldırdılar. Romalı askerler kendilerine kılavuzluk eden Yehûdâyı (Judas), sen Îsâsın! diye yakaladılar. Bütün inkârına, bağırıp çağırmasına, yalvarmasına rağmen sürükleye sürükleye hazırlanmış olan çarmığa götürüp astılar. Sonra Îsâ aleyhisselâm, annesi Meryem ve Havârilerine göründü. Meryeme, anne, görüyorsun ki, ben asılmadım. Benim yerime hâin Yehûdâ haça gerildi ve öldü. Şeytandan sakının! Çünkü o, dünyayı yanlış bilgi ile aldatmak için her şeyi yapacaktır. Gördüğünüz ve duyduğunuz şeyler için sizi şâhit yapıyorum dedi. Ondan sonra inananları koruması ve günahkârların nedâmet getirmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Şâkirdlerine dönerek, Allahü teâlânın nîmeti ve rahmeti sizinle olsun dedi. Bundan sonra dört büyük melek onu şâkirdlerinin ve anasının gözü önünde tekrar semaya kaldırdılar. )”[49]

” (Amerikada neşrolunan AWAKE (Uyan!) mecmû’asının 8 Eylül 1957 tarihli nüshasında şöyle bir makâle çıktı:(Meğese Kitap-ı mukaddeste tamam 50. 000 hatâ varmış! Geçenlerde bir genç hıristiyan, KJV (Kral James Beyanı) olan Kitap-ı mukaddesten bir dâne satın almıştı. Tabî’î İncîli (Kitap-ı mukaddesi) Allah kelâmı olarak kabûl ettiğinden, içinde hiçbir hatâ bulunmadığını zannediyordu. Fakat eline geçen bir Look mecmû’asında (İncîl Hakkında Hakîkatler) ismindeki bir makâlede, 1133 [m. 1720] tarihinde kurulan bir dînî meclîsin Kral James tarafından hazırlatılan Kitap-ı mukaddeste 20. 000 hatâ bulunduğunu meydana çıkardığını okuyunca şaşırıp kaldı. Çok üzüldü. Bu mes’eleyi ruhanî arkadaşlarıyla görüştüğü zaman, onlar kendisine, (Bugünkü Kitap-ı mukaddeste, 20. 000 değil, 50. 000 hatâ vardır) demezler mi?Genç adam kendinden geçti. Şimdi bize soruyor: Allah aşkına söyleyin bana, bizim Allah kelâmı zannettiğimiz Tevrât ve İncîl, böyle hatâlarla dolu bir eser midir?”[50]

Asrımızdaki mantığı daha açık ifadeyle kendi düşünce ve mantığını esas alıp hüküm vermeye çalışan zevatlar;Hüseyin Atay,Süleyman Ateş,Yaşar Nuri öztürk,Ahmet Hulusi,Zekeriya Beyaz,Bayraktar Bayraklı..Selefi yolu takib etmeye çalışan Abdulaziz Bayındır,Muhammed Esed..

Bunlar ile ilgili olarak;

AHMET HULUSİ yazmış olduğu bir çok eserle,sadece muamelatın çerçevesinde değil,itikat sahasını da zorlamakta,yorumlarıyla güya mantığı esas almaya çalışırken dinin hüküm ve esaslarını inkar etmektedir.Yaptığı felsefeyle de islam felsefesinin dışında kalmaktadır.

M.Avni Özmansur 247 sayfalık”Kur’an-daki asıl islam bu”(Ahmet Hulusiye cevap.4) adlı kitabında bu sapık düşünceleri tahlil ve delil getirerek sıralamaktadır. Bunlar;İman, ibadet,ruh,cin,şeytan gibi konulardır.

Her yanlış düşüncenin her şeyi İle yanlış olması elbette düşünülemez.Yazdıklarından büyük tepki aldığına inanan A.Hulusi,bundan sonra köyüne geçip ve de göçüp orada hayatını sade olarak geçireceğini ifade eder.

Kuyuya attığı taş ve bulandırdığı sudan sonra…

”İslâm Dini’ni gerçekten samimiyetle benimsiyorsanız, geçmişin şartları içinde oluşmuş yorumları bir yana koyarak, Hz. Muhammed aleyhisselâmdan bize intikâl eden verileri günümüz şartları ve bilgileri ışığında yeniden değerlendirmeye alınız.

DİNDE REFORM OLMAZ!… Çünkü Din, “ebeden değişmez sünnetullah” üzerine bina olmuştur.

DİNİ ANLAMADA REFORM ise çağımızda zaten başlamıştır…

Ancak bu reform, çeşitli çevrelerde söylendiği şekliyle yani dine lokalize yaklaşımlarla asla gerçekleşmez!.”(Ahmet Hulusi)

Acaba A.Hulusi yaptıklarıyla hangi guruba girmiş oluyor?Yoksa kuruntulu bir tevile mi giriyor?Zira kendisinin ki anlama da reform değil,anlamamada deform’dur.

Ahmet Hulusi,meselelere mantıklı oluştan ziyade akılcı yanaşmakta,aklının aldığını kabul etmektedir.Dinin şekilci yanını tüm hadislerde gördükten sonra bu konulara eğildiğini söyler.Bundan hareketle,rasulullah gibi giyinmek değil,örfe göre giyinmek sünnettir,der.

-Riyazet yaptığını ifade eder.Muğlak bir ifadesinde;Nebi gelmez,resul gelmez,diye bir şey Kur’an-da yoktur,ifadesinde bulunmuştur.

MUHAMMED ESED:Avusturyalı,Yahudi asıllı olup,dindar bir aileden gelme bir mühtedidir.1900’de doğmuş,1926’da müslüman olmuş,1992’de ölmüştür.İslâmî alanda bir çok eserler vermiştir.Araştırmacı,çoğunlukla ortadoğuda bulunmuş,hakkında bir çok makale yazılan bir yazar ve araştırmacıdır.

Belliki İbni Teymiyeden de etkilenmiş,tıpkı bir cihette,hocasını takib edip savunan İbni Kayyım Cevzi gibi,akılla çözmeye kalkışmıştır.Mesela;cennetin nimetlerinin sonsuzluğunu söylerken,cehennemin azabının sonsuz olmadığını,onlar gibi iddia etmektedir.

Tefsir tarz ve yöntemi olarak uygun görülen bu eser yani Meali hakkında” Gerçekten, tefsiri okuyan herkes, müfessirimizin; İbn Hazm, İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Şevkâni, M. Abduh, M. Reşid Rıza gibi zahiri ön plâna alan ve bir mezhep sistemi içine girmeyen bir çizgi izlediğini gözlemler.” [51]

S.Yıldırım tenkidini derinleştirerek,hadisler konusunda takib ettiği yöntemi şöyle açıklar:” Müfessirimiz, hadislerin İslâm dinindeki yerini ve dinin ikinci ana kaynağı olduğunu kabul etmekle beraber, bazan şahsî tercihlerine dayanarak ilgili hadîslere yer vermez. Meselâ Felak ve Nas sûrelerinin tefsirinde müfessirlerce yer verilen sihir rivâyetine, yani Hz. Peygamber’in (a.s.m.) sihre maruz kalıp bu sûreleri okumakla onun tesirinden kurtulduğuna dair hadîse, keza Fatiha sûresindeki hakkındaki “Onlar Yahudiler’dir” ve dâllin hakkındaki “Hıristiyanlar’dır” hadîsine hiç temas etmez.
Kur’ân Mesajı yazarının bir özelliği de, terim değeri olan alışılmış kelimeleri kullanma yerine, onları yeniden tanımlamayı tercih etmesidir. Meselâ, kâfirler: “hakikati inkâr eden herkes” , zâlimler: “zulüm yapmaya şartlanmış olanlar” , fasıklar: “yoldan çıkmış olanlar” , müttakiler: “Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar” , zekât: “arındırıcı malî yükümlülük” şeklinde çevrilir. Bu usûlü bilerek ve bir yenilik olması gayesiyle uyguladığı aşikârdır.”

Yahudilerin Cumartesi gününü ihlalden dolayı;-Maymun olun- [52]âyetini mecazi olarak ele almıştır.

Cinler konusunda varlıklarını kabul etmez.

Aklı ön plana çıkarıp,anlaşılmayan veya anlayamadığı noktaları tevil eder.

Ayın ikiye yarılışını,[53] bir kıyamet hadisesi olarak,ileride vuku bulacağını söyler.

Cehenneminde ebedi olmadığı yorumunu yapar.

Tesettür,Zina haddi,hırsızlıkla ilgili konularda aynı hataya düşüp,âyetleri kopuk değerlendirip,eksiz gözlemde bulunur.

Esed mealinde zikredilen olumsuzluklar sadece bunlarla kalmaz,ayrıca;

-Hz.İsa’nın göğe kaldırılmasını şaşkınlık olarak niteler. [54]

-Neshi reddeder. [55]

-Âyetleri Kitab-ı Mukaddese dayandırarak tefsir eder.[56]

-Kurtuluşun kaynağını islâma göre değil,farklı dinlerede dayandırarak zikreder.Peygambere inanma şartını kaldırır. [57]

Güzel olan müteşabihatlarda hataya düşmeyişi hususunda ise,kanaatı olarak ifade edilir. [58]

Mekke’de bulunan Rabıtat-ül Alemil İslâmî’nin sipariş etmiş olduğu bu meal,görülen yanlışlıklar üzerine,uygun olmadığı yönünde bir rapor verilmiştir.Ve yüz bin adet basılmışken,tekrar hamur haline getirilmiştir.

Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından da tenkidi yapılmıştır. [59]

Anlaşılan o ki;geçmişi göz önünde bulundurup yeni izahlar getirmekten öte,kendisiyle başlanacak,kendisine aid bir anlayış tarzı ortaya koymaktadır.

Anlaşılıyor ki Esed;Tefsirini doğulu müslümanlara göre değil,batılı eski dindaşlarına göre,onları memnun edecek ve onların kabul edecekleri yöntemleri takib ederek yazılmış bir eserdir.

Birazda İbrahim peygamberin putperestlere karşı secdeye kapanmalarını teklif ettiğinde onlarında,bir kere secdeye kapanmakla ne olacak deyip eğilmeleri ve İbrahim peygamberinde;-Ya Rabbi,yatırması benden,hidayet senden-demesi sonucunda,başlarını kaldırırken hidayet üzerine kalkmalarını hatırlatmaktadır.Ancak o İbrahim peygamber olup,bu Esed’dir..gerek soyca,gerek makamca…

Kendisi:” Kendim de Yahudi kökenli olmama rağmen, Siyonizme karşı başından beri güçlü bir muhalefet beslemişimdir içimde.”[60]

Tefsirini şöyle tanımlar:” “İslam’ın ana kaynağı olan kitabı doğru, sade, anlaşılır ve günün insanına, daha doğrusu Batı’lı insana, hitap eden bir uslupda yazmak, böylece onlara ön yargılarını terkettirecek doğru İslam’ı tanıtmaktır”.

Esed meali konusunda;“Özetle o, Kur’an’a “akılcı” yaklaşmamıştır, “akıllı” yaklaşmıştır. Akli yorumlarının bazısında isabet edememiştir.”[61]

Akıl bağlı olduğundan her zaman ölçü değildir.Eğer öyle olmuş olsaydı şunun da geçerli kabul edilmesi gerekirdi:

Mantıkla hareket etmeye çalışan Garody;inkâr etmese de,namazı 5 vakit değil de,ihtiyaç içerisinde 20 kere kılınması,orucu belli bir zamana hasretmemeye,el kesmeyi artık elektronik cihazlarla hırsızlık yapıldığından dolayı uygulamamak,Mirasta erkeğe değil,kadına iki pay vermeyi önerir.Helal ve haramların nisbi olup,bölgelere göre değişebileceğini savunur.Nitekim içkinin israf halinde haram olduğunu ifade eder.Ve kendisininde hanif olduğunu böylece ne hristiyan,ne yahud,ne de müslüman…

Esed mealinde terim ve kavramlara farklı anlamlar takmaktadır.İslama teslim olan gibi.

Esed meali ilk olarak 1996’da Türkçeye tercüme edilmiştir.Bir çok kimse tam tasvib etmediği halde,tam tenkide de cesaret bulamamış,ilk tenkid edenin kendisi olmasını istememiştir.Yapılan iyi bir çalışmayı tenkidde bir hassasiyet gösterilmiş,engellenmemiştir. Ancak tenkidden sonra tenkidler birbirini takib etmiştir.”[62]

Esedin meal tefsirinde şüphe uyandıran bir nokta da;onun yahudi asıllı ve o dinin eğitimi üzerine yetişmiş olmasıdır.

S.Hocaoğlu yazdığı 7 makale ile genişçe tahlil etmiş,sonuç olarak eksikleri olsa da olumlu bulmuştur.Zira bu çevirinin çevirisidir,durumunu da göz önünde bulundurmuştur.[63]

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK : Onun hakkında çok şey söylenmiştir.İşte onlardan bir kaçı:

M.Şevket Eygi,gerek Y.N.Öztürk gerekse Zekeriya Beyaz hakkında şunları söyler:

“Dr.Moon,Öztürk,Baykal

YENİ bir din mi dersiniz,tarikat mı dersiniz,işte bunun kurucusu Dr.Moon’un geçen yaz belli başlı Amerikan gazetelerine büyük ilanlar verdiğini daha önce yazmıştım.Önemine binaen konuyla ilgili olduğu için bu ilanların içeriğini kısaca özetliyorum.Dr.Moon şöyle diyordu:

Büyük bir toplantı yapıldı.Hz.İsa,Hz.Muhammed,Buda,Konfiçyüs,Martin Lüther geldiler.Hz.İsa beni ahirzaman mehdisi olarak ilan etti.Toplantıya Allah katılmadı,mektup gönderdi…”İki gazete ilanı basmadı,ötekiler yayınladı…

Dr. Moon Karun kadar zengin bir adam,doların mülti-milyarları ile oynuyor. Üniversiteleri var,gazeteleri var,televizyon istasyonları var,dünya çapında teşkilatı var.İşte bu zat Türkiye’ye de kanca atmış bulunuyor.Meşhur,mâruf,mâlum,mâhut Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk New York’ta Dr.Moon üniversitesinde iki yıl hocalık yapmış,ders okutmuş.Kendisi aynı zamanda bu yeni dinin kutsal metinler “Editorialboard”üyesi.Sık sık toplantılarına katılmış,Moon’cularla sıkı fıkı,içli dışlı olmuş.Bir İslâm ilâhiyatı profesörünün böyle nev-zuhur bir dinle ne alâkası olabilir.Oluyor işte.Yaşar Nuri Öztürk enteresan,cür’etkâr iddialara sahiptir.Bir ara kendisini”Çıplak uyarıcı”ilan etmişti.Çıplak uyarıcı Kur’an-ı Kerim-de geçen Arapça “Nezirun mubîn”in Türkçe karşılığıdır.Kur’an bu sıfatı sadece Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem için kullanıyor,başka bir insan için kullanmıyor.Peki Peygambere ait böyle bir sıfatı Öztürk kendisi için nasıl kullanıyor?Kullanır…O bir ilâhiyat profesörüdür,hem bu memlekette bu gibi işler için geniş bir inanç ve fikir hürriyeti vardır.

06-04-2002 tarihli Milliyet gazetesinde”İlâhiyatçılara Moon Çengeli”başlığı ile bir haber çıkmıştı.(Ömer Erbil imzasıyla)Bu haberden şu satırları naklediyorum:

“Ankara Sheraton Hotel’de bilimsel toplantı bahanesiyle Marmara Üniversitesi Dekanı Prof.Dr.Zekeriya Beyaz’ı tuzağa düşüren Moon tarikatı,ilâhiyatçılara çok daha önceden çengel atmış.Sakarya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dekanı Prof Mehmet Erkal,İ.Ü.İlâhiyat Fakültesi Dekanı Prof.Yaşar Öztürk’ün….tarikatın yurtdışındaki toplantılarına katıldığı belirlendi.”

Haberin alt kısmında katılan profesörlere sormuşlar.Prof.Dr.Mehmet Erkal”Roma’da bir toplantıya katıldım,kandırıldım”diyerek hatasını itiraf etmiş,tebrik ediyoruz.

Haftalık Aydınlık gazetesinde (26-11-2002) bu konu ile ilgili şu bilgiler var:

“Öztürk ANKA Ajansı’na Moon tarikatıyla ilişkisinin 1987’de Amerika’dan döndükten sonra bittiğini söylüyor ama 1988’de Bursa’da Sidre Yayınları’ndan çıkan “Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar” adlı kitabında,Uluslararası Ortadoğu Birliği’nin danışman kurulu üyesi olduğunu yazıyor!

ANKA Ajansı’nın Öztürk’e sorusu şöyle:”Halen tarikatın ayın organı Dünya Kutsal Metinleri’ndeki isminizden editör olarak söz ediliyor,bunu açıklar mısınız?

Öztürk,bu soruya şu yanıtı veriyor:”Editör deyimi yanlış.Danışman veya hazırlayıcılardan biri olduğumuzun söylenmesi gerekirdi.”

Türkiye ne garip bir ülke…Ehl-i sünnet mensubu bir ilâhiyatçı Nakşilik tarikatına veya Risale-i Nur cemaatına girerse suç oluyorda,Dr.Moon tarikatına veya dinine girerse suç olmuyor!

Yaşar Nuri Öztürk İslâm hükümlerinin ana kaynaklarından olan Sünnet’i ve icmâ-i ümmeti devre dışı bırakarak kendi kafasına göre,Kur’an müslümanlığı diye yeni bir sistem geliştirmek istiyor.Peki,onun tek kaynak olarak kabul ettiği Kur’an Dr.Moon dini için,Dr.Moon’unAmerikan gazetelerine verdiği ilandaki iddialar için ne diyor?..”

Bununla beraber,Türkiye’de Dr.Moon dini ile ilişki kuranlar sadece bazı ilahiyatçılar değil,aynı zamanda CHP genel Başkanı Deniz Baykal,Dinler arası diyalog perdesi altında çeşitli din ve cemaat üyelerinin de ilişkide olduğunu genişçe anlatır.

Moon:CIA tarafından desteklenmektedir. [64]

Dönme olan Muhammed Yahya ABD-li olup,Y.N.Öztürk-ün yüksek lisans öğrencisi oluşu,bu öğrencininde -moon olup-,özellikle Öztürkle ilgilenmesi ibretâmizdir.[65]

Y.N.Öztürk’ün hocası olan Karadeniz bölge vaizi Mustafa Cansız,ezan okunurken,kahvede tavla oynamasından dolayı tenkid edilmiştir.

Bir asrın sonu..aydınların son sözü;Yanıldık,Yandık,Aldandık,Aldatıldık, Sahiblenmedik,Kavgalı olduk,İtibarlılara itibar etmedik,Ubur ettik…

Tesettürü inkâr eden İslam Gerçeği isimli kitabın yazarlarından birisidir. Sol bir partiye üye olup, siyasete atılan Yaşar Nuri Öztürk, “Kur’anda İslam” kitabında diyor ki:

1- Ebrehe’nin ordusunu helak eden siccin taşları, veba mikroplarıdır, (s. 45)

2- Mi’raç ruhani bir olaydır, (s. 58)

3- Ayın ikiye ayrılma mucizesi, fiili değildir. Resulullah, böyle görüntü meydana getirdi, (s. 90)

4- Kur’anda kadere iman diye bir şey yoktur, (s. 93,95)

5- Davud Peygamber günah işlemiştir. Peygamberler günahtan beri değildir, (s. 101)

6- Kur’anı anlamadan okumak hatim sayılmaz, (s. 102)

7- Yolculukta bakımsız mescitlerde namaz kılmamalı, namazları cem etmelidir, (s. 104)

8- Cennette Allah görülmeyecektir. (s. 108)

9- Hazret-i Peygamber, ümmî değildi. (s. 110,334)

10- Cihazdan dinlemekle hatim olur. (s. 117)

11- Ölüler için Kur’an okunmaz, (s. 118-317)

12- Camilerdeki Muhammed v.s.nin ismi yazılı tablolar tevhid inancına ters düşer, (s. 120)

13- Resulullah, tek bir hadisin bile yazılmasına izin vermemiştir, (s. 127)

14- Hazret-i İbrahimin babası putperest idi. (s. 55)

15- Kur’anın hiçbir âyeti nesh edilmemiştir, (s. 157)

16- İslamiyette tenasüh (reenkarnasyon) vardır, (s. 161,249,257,283,312,320)

17- Kur’ana abdestsiz, gusülsüz el sürülür ve okunur, (s. 162,163,288)

18- Hazret-i Musa, günah işlemiştir. Bir kıbtiyi öldürmüştür, (s. 165)

19- Namazda her millet kendi lisanı ile okuyabilir (s. 295)

20- Allaha ve ahirete inanan ve barışa yönelik hizmetler sergileyen herkes, ister yahudi, ister hıristiyan olsun cennete girecektir, (s. 367,493,511)

21- Namaz kılarken kıbleye yönelme şartı yoktur. (s. 580)

22- Mezhebi dörtte sınırlamak, İslama yapılabilecek en büyük kötülüktür, (s. 399)

23- Oruç kefareti diye bir şey yoktur, (s. 415)

24- Dinden dönen, mürted olan öldürülmez. (s. 424)

25- Müslüman kadın, kitap ehli kâfirlerle evlenebilir, (s. 425)

26- Kadın hayz halinde, namaz kılar, oruç tutar, Kur’an okur, tavaf eder. (s. 429)

27- Şahitlikte iki kadının bir erkeğe eşitliği yanlıştır, (s. 453,452)

28- Kadınlara da cuma namazı farzdır. Cuma namazı iki rekattır, diğerleri bidattır. (s. 515)

29- Eskiden, köle kadınlardan ayırt edilmesi için, hür kadınlar örtünürdü.

Bugün için böyle bir şeye ihtiyaç olmadığı için, kadınların örtünmesi farz değildir. (s. 529 , 615)”(Mezhebsizlik hakkında bilgi.2)[66] [67]

Yazar her şeyi bilen ansiklöpedist bir edayla konulara yaklaşıyor. Bir çok temel ve geniş kapsamlı konularda onlara vakıfmış edasıyla sorgular ve kritik yapar tarzda

konuşuyor.Her konuya vakıf olamadığı için çelişkiler yakasını bırakmıyor.”

Yaşar Nuri,Kur’an-ı yüceltmek adına,Hz.Muhammede yetki vermeyip verilen yetkiyi elinden alınca,rahatlıkla yorumda bulunmakta,genel inanış ve uygulamalara aykırı düşmektedir.Şöyle ki:” “Hadislerin Peygambere ait olması bir ihtimaldir. Ama sadece bir ihtimaldir. Hadislerin hiç birine Kuran’da olmayan bir hükmü koydurtamayız. Ancak onları dinde hüküm olmayacak alanlarda kullanabiliriz. Dinde hükme gelince o yalnız Allah’ındır. Peygambere bile dinde hüküm koyma yetkisi verilmemiştir. “ve bunu da şirk saymıştır.Acaba kendisi hiç kaynak ve delil olarak kullanmıyor mu yoksa?Tıpkı Cuma namazının emri ile uygulamadaki farklılığı dolayısıyla reddetmesi ,sünnet namazı önemsememesi gibi.Bu durumda islamın bir çok mufassal hükmünün ve uygulamasının rahatlıkla yanlışlılığına gidilecektir.İbadet konularında ve genel muamelatta eğer kuran tafsilatıyla açıklamış olsaydı bir kitap değil en az yirmi kitab olması gerekecekti.Sünnet ve hadisler Kur’anın hem tefsiri,hem uygulamalarıdır.

HADİS konusunda Bediüzzaman Hazretleri özetle şöyle der:

“Kur’an-ı Hakîm’in ve Kur’anın müfessir-i hakikîsi olan hadîsin bir kısım yüksek ve ulvî hakaikına çıkmak için teslim ve inkıyadı noksan olan kalblere yardım edecek basamaklar…”[68]

Evvela hadise Teslim ve İnkiyad gerekmektedir.

“Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından ve bazı a’malin fazilet ve sevablarından bahseden ehadîs-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim onların bir kısmına zaîf veya mevzu demişler. İmanı zaîf ve enaniyeti kavî bir kısım da, inkâra kadar gitmişler.”[69]

İyi anlaşılmalı ve hemen inkârına gidilmemelidir.

“Ehadîs-i Şerife râvilerinin bazı kavilleri veyahut istinbat ettikleri manaları, metn-i hadîsten telakki ediliyordu. Halbuki insan hatadan hâlî olmadığı için, hilaf-ı vaki’ bazı istinbatları veya kavilleri hadîs zannedilerek za’fına hükmedilmiş.”[70]

Râvinin sözüyle karıştırılmamalıdır.

“Bazı ehl-i keşif ve ehl-i velayet olan muhaddisîn-i muhaddesûn ilhamlarıyla gelen bazı maânî, hadîs telakki edilmiş. Halbuki ilham-ı evliya -bazı arızalarla- hata olabilir. İşte bu neviden bir kısım hilaf-ı hakikat çıkabilir.”[71]

Ehli keşfin ilhamıyla iltibas edilmemelidir.

Sevr ve Hut gibi teşbihler Hakikat telakki edilmemelidir.[72]

Zira tüm itirazlar;İnsafsızlık,Dikkatsizlik,İmanın zaafiyeti,felsefenin kavi,bencil,münekkidlikden kaynaklanmakla beraber,bir kusur varsa bizlere aittir.[73]

“Hadîs, maden-i hayat ve mülhim-i hakikattır.”[74]

“Hadîs Der Âyete: Sana Yetişmek Muhal!

Hadîs ile âyeti müvazene edersen, bilbedahe görürsün beşerin en beligi, vahyin de mübelliği, o dahi baliğ olmaz.”[75]

En muteber hadis kitabları ve alimlerince musaddak olan 19.Mektub hakkında da :” Şu risalede çok ehadîs-i şerife nakletmişim. Yanımda kütüb-ü hadîsiye bulunmuyor. Yazdığım hadîslerin lafzında yanlışım varsa; ya tashih edilsin veyahud “hadîs-i bilmana”dır denilsin. Çünki kavl-i racih odur ki: “Nakl-i hadîs-i bilmana caizdir.” Yani: Hadîsin yalnız manasını alıp, lafzını kendi zikreder. Madem öyledir; lafzında yanlışım varsa, hadîs-i bilmana nazarıyla bakılsın.”[76]

Bir kısım hadisler:” “Vahy-i sarihî”dir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur’an ve bazı ehadîs-i kudsiye gibi…”[77]

Bir kısım hadiste:” bütün tafsilâtına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risaletin ulvî âsârı aranılmaz. Madem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumî cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor.”[78]

“Evet muhaddisînin muhakkikîninden “El-Hâfız” tabir ettikleri zâtlar, lâakal yüzbin hadîsi hıfzına almış binler muhakkik muhaddisler, hem elli sene sabah namazını işa abdestiyle kılan müttaki muhaddisler ve başta Buharî ve Müslim olarak Kütüb-ü Sitte-i Hadîsiye sahibleri olan ilm-i hadîs dâhîleri, allâmeleri tashih ve kabul ettikleri haber-i vâhid, tevatür kat’iyyetinden geri kalmaz. Evet fenn-i hadîsin muhakkikleri, nekkadları o derece hadîs ile hususiyet peyda etmişler ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tarz-ı ifadesine ve üslûb-u âlîsine ve suret-i ifadesine ünsiyet edip meleke kesbetmişler ki; yüz hadîs içinde bir mevzu’u görse, “Mevzu’dur” der. “Bu, hadîs olmaz ve Peygamber’in sözü değildir” der, reddeder. Sarraf gibi hadîsin cevherini tanır, başka sözü ona iltibas edemez. Yalnız İbn-i Cevzî gibi bazı muhakkikler tenkidde ifrat edip, bazı ehadîs-i sahihaya da mevzu’ demişler. Fakat her mevzu’ şey’in manası yanlıştır demek değildir; belki “Bu söz hadîs değildir” demektir.”[79]

Hadislerin An’aneli olarak gelmesi,hadisleri kuvvetlendirmektedir.

“Sual. An’aneli senedin fâidesi nedir ki;lüzumsuz yerdemâlum bir vâkıada:”an filân,an filân”derler?

Elcevab: Faideleri çoktur. Ezcümle, bir faidesi şudur: An’ane ile gösteriliyor ki, an’anede dâhil olan mevsuk ve hüccetli ve sadık ehl-i hadîsin bir nevi icmaını irae eder ve o senedde dâhil olan ehl-i tahkikin bir nevi ittifakını gösterir. Güya o senedde, o an’anede dâhil olan herbir imam, herbir allâme; hadîsin hükmünü imza ediyor, sıhhatine dair mührünü basıyor.”[80]

Kur’an-dan sonra gayet dikkatle hadislerin muhafazasına çalışılmıştır.

“Sahâbeler,Kur’anın ve âyetlerin hıfzından sonra en ziyade,Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ef’al ve akvâlinin muhafazasına,bâhusus ahkâma ve mu’cizata dâir ahvaline bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını ve sıhhatlerine pek çok dikkat ettiklerini, Tarih ve Siyer şehadet ediyor. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a ait en küçük bir hareketi, bir sîreti, bir hali ihmal etmemişler. Ve etmediklerini ve kaydettiklerini, kütüb-ü ehadîsiye şehadet ediyor. Hem Asr-ı Saadette, mu’cizatı ve medar-ı ahkâm ehadîsi, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abadile-i Seb’a, kitabetle kaydettiler. Hususan Tercüman-ül Kur’an olan Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah İbn-i Amr İbn-il Âs, bahusus otuz-kırk sene sonra, Tâbiînin binler muhakkikleri, ehadîsi ve mu’cizatı yazı ile kaydettiler. Daha ondan sonra, başta dört imam-ı müçtehid ve binler muhakkik muhaddisler naklettiler; yazı ile muhafaza ettiler. Daha Hicretten ikiyüz sene sonra başta Buharî, Müslim, Kütüb-ü Sitte-i Makbule vazife-i hıfzı omuzlarına aldılar. İbn-i Cevzî gibi şiddetli binler münekkidler çıkıp; bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfızsız veya nâdânların karıştırdıkları mevzu ehadîsi tefrik ettiler, gösterdiler. Sonra ehl-i keşfin tasdikiyle; yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip, yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan Celaleddin-i Süyutî gibi allâmeler ve muhakkikler, ehadîs-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler. İşte bahsedeceğimiz hâdiseler, mu’cizeler böyle elden ele -kuvvetli, emin, müteaddid ve çok, belki hadsiz ellerden- sağlam olarak bize gelmiş.”[81]

Hadisler,Cevâmi’ul Kelim-dir.[82] Külli irşad vazifesinde bulunmaktadır.

Hem herşey malumatımıza dahil değildir.[83]

-Ehli Kitabla ilgili olan hususlarda;

“Şüphesiz iman edenler; yani yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah’a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.”[84]

“İman edenler ile yahudiler, sâbiîler ve hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir.”[85]

“Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah’a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah’a boyun eğerek iman ederler. Allah’ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.”[86]

“(Resulüm!) İşte sana (önceki kitapları tasdik eden) bu kitabı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Şunlardan da ona iman eden nice kimseler vardır. Ayetlerimizi ancak kâfirler bile bile inkâr eder.”[87]

Kur’an-da ehli kitabla ilgili olarak umumi hükümde bulunulmamaktadır.Hep hususi olarak içlerinde beyinsiz,alaya alan ve inkar edenler diye tahsis edilmez,bazılar diye zikredilmiştir.Hükümler mutlak değil mukayyed,umumi değil hususidir.

“Kuran’ın Çağdaş Tefsiri” isimli tefsir kitabının müellifi Sayın Süleyman Ateş ve “Kuran’daki İslam” kitabı ve diğer eserleri ile Sayın Yaşar Nuri Öztürk, Kitap ehlinden Allah’a, ahirete inanan ve salih amel yapan kimseler cennetliktir diyorlar.

Bu arada şunu belirtmekte fayda görüyorum. Sayın Y. N. Öztürk’ün bu konuda bir yaklaşımı yok, iki yaklaşımı var. Biz kendi kitapları üzerinde yaptığımız bir çalışmada daha önce gördük ki, sayın Öztürk bu konuda çelişki içinde;Bu konudaki detaylı bilgi için o çalışmaya bakmanızı rica ederken, burada kısaca bilgi vermek istiyorum.

Yazar yukarıdaki ayetler mefhumundan yola çıkarak önce şöyle diyor.

“Kuran bu beyanıyla bir genelleme yaparak hristiyan patentli herkesi cennetlik ilan etmiyor. Söylenen şudur: Hristiyanlar içinde vicdan ve imanı yüksek gerçeğe saygılı ve sonuç olarak da Son Resul’ün tebligatını Allah’tan bir vahiy olarak benimseyecek kişiler olacaktır. Bu kişiler isim olarak dinlerini değiştirmeseler de Allah’ın sevgili kulları, tevhit ehlidirler. Ama Hiristiyanların büyük çoğunluğu sapmıştır.”[88]

-Prof.Süleyman Ateş Turan Dursun’un ehliyetsizce ve bilgisizce sadece kuru kuruya tenkidden öteye gitmeyen “Din Bu” adlı eserine deliller getirerek “Gerçek Din Bu” adlı iki ciltlik bir eser vermiştir.Bu bir reddiyedir.Ancak Kendisinin bu eserinin ikinci cildini incelediğimizde gördük ki;buna da bir reddiye yazmak gerekmektedir.

Mesela. Kamer 2. âyetindeki Ayın ikiye yarılması olayının olmadığını iddia edip,bunun mazi kipiyle değil,ileride kıyamet kopunca olacağını,kendisince yorumlayıp delillendirir.

Ancak birkaç sayfa önceki uzunca yazısında da mucizenin gerçekliğini anlatırken,buna o nazarla bakıp değerlendirmemektedir.Bir tezad görülmektedir.[89] Hakikatı olan mucizenin,ayın yarılmasında da neden bir haikatı olmasın.Miraç ondan geri mi?Parmaklarından suyun akması,az bir yemekle ve su ile koca bir ordunun ihtiyacının giderilmesi ne kadar geridir?

Ayrıca Bakara.65-66.âyette geçen;”Aşağılık maymun olun,dedik.”ifadesini,bundan kasdedilenin,Yahudilerin kendi vatanlarını terk ederken,geriye dönerek hüzün ve perişanlıklarından kinaye olarak söylenmiş olduğu yorumunu tekellüflü bir tevil olarak yorumlamaktadır.[90]

S.Ateş,her şeyi ölçü olarak kendi mantığına atutturmaya çalışır.Mantığına uymayanı ise ya tevil ya da reddeder.Bununla da dini korumayı amaçladığını ifade eder.

Oysa kendisi de şu şiiri almıştır;

İdrak-i maâli bu küçük akla gerekmez.

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

Akıl nakilde ve cumhurda bir makes bulursa ehemmiyet kesbeder.Ferdi,şahsi ,hissi yorumlar bir delil kabul edilmezler.

-Dann-Avcının birinin hiç avcılıkla konuşulmayan bir mecliste artık dayanamayarak sessizlik ânında bunu ganimet bilerek,-Dann- diye bağırarak dikkatleri üzerine çeker ve başlar anlatmaya;Ben,bir zamanlar avda iken…

Bediüzzaman hazretleri Münazarat isimli eserinin 33. sayfasında kendine sorulan bir soruya şöyle cevap veriyor:

S- Bir kısım Jön Türk der: “Demeyiniz Hristiyanlara hey kâfir. Zira ehl-i kitabdırlar.” Neden kâfir olana kâfir demiyeceğiz?

Kör adama, hey kör demediğiniz gibi… Çünki eziyettir. Eziyetten nehiy var:

Saniyen: Kâfirin iki manası vardır: Birisi ve en mütebadiri, dinsiz ve münkir-i Sani’ demektir. Şu mana ile, ehl-i kitaba ıtlak etmeğe hakkımız yoktur. İkincisi: Peygamberimizi ve İslâmiyeti münkir demektir. Şu mana ile onlara ıtlak etmek hakkımızdır. Onlar dahi razıdırlar. Lâkin örfen evvelki mananın tebadüründen, bir kelime-i tahkir ve eziyet olmuştur. Hem de daire-i itikadı, daire-i muamelata karıştırmağa mecburiyet yoktur. Kabildir, o kısım Jön Türklerin muradı bu olsun.”

Çünki;” Ehl-i kitabdan bir haremin olsa elbette seveceksin.

Bu asırda kendine güvenen Ehli kitabın en fazla Kur’an-a karşı bîgane kaldığı ve muhtaç olduğu halde kulağını kapadığı görülmektedir.[91]

Mekke’de birinci safta müşrikler olduğundan daha ziyade imana dair âyetler işlenirken;” Amma Medine sure ve âyetlerde, birinci safta muhatab ve muarızları ise, Allah’ı tasdik eden Yahudi ve Nasara gibi ehl-i kitab olduğundan mukteza-yı belâgat ve irşad ve mutabık-ı makam ve halin lüzumundan sade ve vazıh ve tafsilli bir üslûb ile ehl-i kitaba karşı dinin yüksek usûlünü ve imanın rükünlerini değil, belki medar-ı ihtilaf olan şeriatta ve ahkâmda ve teferruatın ve küllî kanunların menşe’leri ve sebebleri olan cüz’iyatın beyanı lâzım geldiğinden o Medine sure ve âyetlerde ekseriyetçe tafsil ve izah ve sade üslûbla beyanat içinde Kur’ana mahsus emsalsiz bir tarz-ı beyanla birden o cüz’î teferruat hâdisesi içinde yüksek kuvvetli bir fezleke, bir hâtime, bir hüccet ve o cüz’î hâdise-i şer’iyeyi küllîleştiren ve imtisalini iman-ı Billah ile temin eden bir cümle-i tevhidiyeyi ve imaniyeyi ve uhreviyeyi zikreder.”[92]

Kur’an ehli kitabı imana davet etmekle geçerli olan gerekçesini de takdim eder:

“Ey ehl-i kitab! İslâmiyeti kabul etmekte size bir meşakkat yoktur. Size ağır gelmesin! Zira size bütün bütün dininizi terketmenizi emretmiyor. Ancak itikadatınızı ikmal ve yanınızda bulunan esasat-ı diniye üzerine bina ediniz; diye teklifte bulunuyor. Zira Kur’an, bütün kütüb-ü sâlifenin güzelliklerini ve eski şeriatlarının kavaid-i esasiyelerini cem’ etmiş olduğundan, usûlde muaddil ve mükemmildir. Yani ta’dil ve tekmil edicidir. Yalnız, zaman ve mekânın tegayyür etmesi tesiriyle tahavvül ve tebeddüle maruz olan füruat kısmında müessistir. Bunda aklî ve mantıkî olmayan bir cihet yoktur. Evet mevasim-i erbaada giyecek, yiyecek ve sair ilâçların tebeddülüne lüzum ve ihtiyaç hasıl olduğu gibi, bir şahsın yaşayış devrelerinde, talim ve terbiye keyfiyeti tebeddül eder. Kezalik hikmet ve maslahatın iktizası üzerine, ömr-ü beşerin mertebelerine göre ahkâm-ı fer’iyede tebeddül vardır. Çünki fer’î hükümlerden biri, bir zamanda maslahat iken, diğer bir zamana göre mazarrat olur. Veya bir ilâç, bir şahsa deva iken, şahs-ı âhere dâ’ olur. Bu sırdandır ki, Kur’an fer’î hükümlerden bir kısmını nesh etmiştir. Yani vakitleri bitti, nöbet başka hükümlere geldi, diye hükmetmiştir.”[93]

İman etmemeleri veya kulak vermemeleri halinde;” bazı ehl-i kitab’ın iman ettikleri âhiret hakikî bir âhiret olmadığına…. ehl-i kitabın iddia ettikleri iman, yakînden hâlî olduğundan, onların imanı, iman olmadığına işaret… ehl-i kitabdan olup Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’a iman etmeyenlere bir ta’riz olmak”tadır[94].

İslâmın dışındakiler ise ‘Muzahrefat’ [95] olarak değerlendirilmektedir.

Bugün kendileri dahi ikrar etmektedirler ki;” bütün bu nakîsalar, Hristiyanların ellerindeki muharref kitab-ı mukaddeste mebzuliyetle vardır..” [96]

Kur’an her ne kadar ehli kitabı müşriklerle eş değerde tutmamış,kesdiklerinin yenilebileceğini,onların kızlarıyla evlenebilineceğini ancak kız verilemiyeceğini ifade etmişse de,bu onların iman etme,dine yakınlılıkta inkarcı müşriklerden bir adım önde olduklarını,diğer hususlarda da bir ruhsat,müsaade ve cevazla beraber efdal ve takvaya daha yakın olmadığını da belirtmiştir.

Bu hakikatlarla beraber,bu zamanın dehşeti konusunda Bediüzzaman;

“Ehl-i fetretin putperestliğinin daha feci’ bir surete giren suretperestliğinin…”[97] ” Âdeta fetret devri denmeğe seza olan bu zamanda…”[98]

“Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye, masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

Üç-dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç bir haberim yokken Avrupa’da Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O manevî ihtarın beyan ettiği taksimat, bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

Onbeşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem’den kurtarır. Çünki âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî’ye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaîfler, müstebid büyük zalimlerin cebr ü şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet, onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalaletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikattan haber aldım. Cenab-ı Erhamürrâhimîn’e hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem-i şefkatten teselli buldum.

Eğer o felâketi gören zalimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.

Eğer o felâketi çekenler, mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın manevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki; o musibeti onlar hakkında medar-ı şeref yapar, sevdirir.”[99] sırrınca fetret asrını hatırlattığını,Nitekim Filistinde mazlum ehli imanı kurtarmak için bir hristiyanın kendini feda edip buldozerin altında ezilmesi düşünmeye değer,ibretli bir haldir.

“Ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil’ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş’arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla’ ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz.”[100]

Ehli kitabı tamamen dışlayıp dışta bırakarak geçmişteki düşmanlıkları sürdürmek iman ve islamiyet ve islami ve kurani siyaset cihetinde hiçbir şey kazandırmaz.Onları itmek değil,çekmek daha müsbet harekettir.Bu onlar hakkında verilen hükümden sapmak ve vaz geçmek anlamına değildir.Müsbet zeminde,müsbet davayı anlatmayı sağlamak içindir.Sağlam ve kıymetli değerlere sarılan değil,çürük değersizliklere sarılanlar korksun.Peygamberimiz müşriklerle yapılan Hudeybiye anlaşmasında,onların itirazı üzerine Süheyl-e yazdırdığı besmeleyi,Rahman-ı, Bismikallahümmeyi kaldırtmış,yerine Muhammed bin Abdillah yazdırtmıştır.Şu sözü de söylemekten vaz geçmemiştir. “Vallahi siz beni tekzib etseniz de ben kesinlikle Allah’ın Resûlüyüm. Bununla beraber, Muhammed İbnu Abdillah yaz!” O sene ziyarete izin verilmemesi kabul edilmekle kalınmamış,yapılan teklifte: “Senin dinine de girse, bizden hiç bir erkeğin sana gelmemesi, gelirse iâde etmen şartıyla.” Şartı kabul edilmiştir.Öyle ki;” Müşriklerin elinde esir bulunan Ebu Cendel İbnu Süheyl İbni Amr zincirleri arasında “gelmekte olduğu halde…Mekkeden kaçan mümin kadınlar için ise; “Ey İman edenler, (kendi ifadelerince) mü’mine kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını iyi bilendir ya, fakat siz de mü’mine kadınlar olduklarına kail olursanız onları kafirlere geri vermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. (Kafir zevcelerinin bu kadınlara) sarfettikleri (mehri) onlara (kafirlere) verin. sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur…”[101].

Zahiren kılınçlar kınına girmiş,Kur’anın ise beliğ kılıncı kınından çıkmış,bir çok insanın islamiyete girişine ilk adımlar atılmış oluyordu.Bu bir taviz değil,kazanılacak galibiyetin teminatıdır.Mesele tebliğ ise,o ortamın tesisi de önemlidir. Efendimizin ifadesiyle,sulh,hayırdır.Yani hayır sulhdadır.Sulh ile hayır elde edilir,hayra ulaşılır.

Düstur;destur demektir.Herşeyde destur,düsturdur.Destur ile izin almak,bir işe başlamak güzel bir düsturdur.

Başlı başına aklın ortaya koyacağı düsturlar dar ve küçük olup,aciz kalır.[102]

Müsbet hareket ve Düsturları esas almak konusunda Bediüzzaman şöyle izahda bulunur:“ Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimaiyede nokta-i istinadı, “kuvvet” kabul eder. Hedefi, “menfaat” bilir. Düstur-u hayatı, “cidal” tanır.”[103]

“Düstur-u cidalin şe’ni, çarpışmaktır.”[104]

“hikmet-i Kur’aniye ise,… Hayatta düstur-u cidal yerine, “düstur-u teavün”ü esas tutar…. Düstur-u teavünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir.”[105]

“Kur’an-ı Hakîm’de çok hâdisat-ı cüz’iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış…”[106]

“Evet Kur’anın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir.”[107]

Kur’an ve İslamiyet umuma ve külli düsturları cemeden bir düsturlar mecmuasıdır.Bu konuda:” Din ülemasının düsturlarını kendine ölçü ittihaz etmek…”[108] gerektir.Dinini ve sünnetin düsturlarını beğenmemek ise,bid’attır.[109]

Ve bu konuda;” mü’minin tahassüngâhı: Muhakkikîn-i asfiyanın düsturlarıyla hududları taayyün eden hakaik-i imaniye ve muhkemat-ı Kur’aniyedir.”[110]

Bütün sapık ideolojilerde kendi düsturlarıyla,kendi mensublarını tutmaktadırlar.[111] Tıpkı Rahmanın Düsturları ile,Şeytanın düsturları gibi.[112]

Bazı düsturlarda vardır ki;Umumi olup erkesi bağlarken,bazısı da Hususi olup kişiyi bağlar.

Alem bu düstur üzerine hareket etmektedir.” Herbir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve müvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle, o Alîm-i Kadîr’e şehadet eder.”[113]

Bu hakikatı ikrar ve ifade eden,eskinin aşırı koministlerinden olup islamı seçmekle çağı seçtiğini ifade eden R.Garoudy şöyle diyor:” İslâm, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yâni, İslâm dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur’an-ı kerim ise, indirildiği günden beri hep zamana hükm etti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkca o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır.”[114]

-” Şimdi Haremeyn-i Şerifeyn’e hükmeden Vehhabîler ve meşhur, dehşetli dâhîlerden İbn-üt Teymiye ve İbn-ül Kayyim-i Cevzî’nin pek acib ve cazibedar eserleri İstanbul’da çoktan beri hocaların eline geçmesiyle, hususan evliyalar aleyhinde ve bir derece bid’alara müsaadekâr meşreblerini kendilerine perde yapmak isteyen, bid’alara bulaşmış bir kısım hocalar, sizin muhabbet-i Âl-i Beyt’ten gelen ve şimdi izharı lâzım olmayan içtihadınızı vesile ederek hem sana, hem Nur şakirdlerine darbe vurabilirler. Madem zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer’î yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer’î var. Zemm ve tekfir, eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç hayır ve sevab yok. Çünki tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer’î yok, hiç zararı da yok. İşte bu hakikat içindir ki; ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beyt’in Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkûr hakikata müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslâmlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ı bahs ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler; menfaatsiz, zararı var demişler.”[115]

Mehmet ÖZÇELİK

28-06-2003

[1] Sözler.341.

[2] Muhakemat.64.

[3] Muhakemat.53.

[4] Muhakemat.18-22.

[5] Muhakemat.9.

[6] Lem’alar.90-91,94,Şualar.263,712,Muhakemat.59,S.T.Gaybi.95.

[7] Münazarat.89.

[8] Mikdam radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

[9] Ebû Saîd radıyallahu anh. Buhârî.

[10] Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî.

[11] Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buhârî.

[12] Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ahmed.

[13] Saad radıyallahu anh. Müslim.

[14] Enes radıyallahu anh. Tirmizî.

[15] Âl- İmran.45,47,59,Meryem.17-23,Enbiya.91,Mü’minun.50.

[16] Nisa.163,171,Maide.75,En’am.85,Hadid.27.

[17] Nisa.171-172.

[18] Âl-i İmran33-35.

[19] Âl-i İmran.48-49.

[20] Âl-i İmran.48,Maide.46,Hadid.27.

[21] Âl-i İmran.52-53,Maide.111-112,Saf.14.

[22] Âl-i İmran.54-55,Nisa.156-159,Maide.110,

[23] Âl-i İmran.54-55,Nisa.157-158.

[24] Zuhruf.61.Nisa.159.

[25] Nisa.171.

[26] Nisa.159, Buhari-Müslim-Tirmizi.

[27] 26.Mektub.4.Mebhas.cihadname.hamimsayfasi.

[28] Tefsir-i Kurtubi- Nisa suresi- ayet 171,bak.Fütuh-uş Şam, Cild-2, Sahife-25.

[29] Fütuh-uş Şam, Cild-2, Sahife-25.

[30] Mektubat.6.

[31] Mektubat.57,Şualar.587.

[32] Mektubat.433.

[33] Âl-i İmran.49,Sözler.255,368.

[34] Sözler.334,564.

[35] Sözler.643,Lemalar.24.

[36] Mektubat.6.

[37] Mektubat.57,Şualar.579.

[38] Mektubat.163.

[39] Mektubat.171.

[40] Mektubat.435.

[41] Mektubat.437.

[42] Mektubat.441.

[43] Şualar.593.

[44] Barla lahikası.155.

[45] Lemalar.151.Haşiye.1.

[46] Emirdağ Lahikası.1/159-160.

[47] Emirdağ Lahikası.2/244.

[48] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.9.

[49] Herkese lazım olan iman,kitabından-Hristiyanlık dini.

[50] Herkese lazım olan iman.kitabı.

[51] (Prof.S.Yıldırım. Muhammed Esed’in Kur’an Mesajı adlı Tefsiri hakkında.)

[52] (Bakara.65 ve A’raf.166,Mâide.60)

[53] (Kamer.1)

[54] (Nisa.157)

[55] (Bakara.106)

[56] (Bakara.67,73,Tevrat.Tesniye.XX1,1-9)

[57] (Âl-i İmran.184,Bakara.62,112-113)

[58] (Bak.Milli Gazete.E.Sifil.16,18.Ocak.2003)

[59] (Bak.Milli Gazete.M.Şevket Eygi.29-1-2003)

[60] Muhammed ESED’in Siyonist Lider Weizmann ile Diyoloğu.

[61] S.Hocaoğlu.Yeni Şafak. 7-3-2003.

[62] Bak.S.Hocaoğlu.Yeni şafak.24,28-Şubat,4,7,10-Mart-2003.

[63] Agg.14.3.2003.

[64]Bak.Memleket benim değil.Necmi Naz..sh.123-150.

[65] Age.137-138.

[66] “Modern İslam Düşüncesi Üzerine Bir Yazarın (Yaşar Nuri Öztürk) “Kritiği(adlı kitapta)“Bir Yazarın değerlendirmesi.

[67] Milli gazete.1-2-2003.

[68] Sözler.163.

[69] Sözler.341,345,347,494.

[70] Sözler.342,344.

[71] Sözler.342.

[72] Sözler.342,350,Mektubat.351,Lem’alar.90-91,94,Şualar.354,358,400-401,416,419-421.

[73] Sözler.349,754.

[74] Mektubat.473.

[75] Sözler.732,Mektubat.479,İ.İ’caz.66.

[76] Mektubat.88,279.

[77] Mektubat.93.

[78] Mektubat.93.

[79] Mektubat.94-95,101.

[80] Mektubat.95.

[81] Mektubat.113,110,118-120,132.

[82] S.T.Gaybi.137,Muhakemat.19-22,64,H.Şamiye.48,Münazarat.21,S.T.İşarat,13,90.

[83] Mektubat.141.

[84] Bakara.62.

[85] Mâide.69.

[86] Âl-i İmran.199.

[87] Ankebut.47.

[88] Kuran’ın Temel Kavramları 396.

[89] Bak.age.sh.32-38.

[90] Bak.age.42-46.

[91] Bak.Sözler.407.

[92] Sözler.455,Şualar.247.

[93] İ.İ’caz.50,47,49.

[94] İ.İ’caz.58-59,62.

[95] Muhakemat.19.

[96] İ.İ’caz.216. John Davenport.

[97] Barla.291.

[98] Barla.375.

[99] Kastamonu Lahikası.111-2.Tarihçe-i Hayat.297,738.

[100] Mektubat.385.

[101] Mümtehine 10.

[102] Sözler.95.

[103] Sözler.132.

[104] Sözler.133.

[105] Sözler.133.

[106] Sözler.246,247,401,187.

[107] Sözler.408.

[108] Mektubat.448.

[109] Lem’alar.53.

[110] Lem’alar.75.

[111] Lem’alar.170.

[112] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.193.

[113] Mesnevi-i Nuriye.164.

[114] Koministlik ve Koministlerde din düşmanlığı…kitabından..

[115] Emirdağ Lahikası.1/205.




İLAHİLER

İLAHİLER

NOLDU BU GÖNLÜM

Noldu bu gönlüm Noldu bu gönlüm

Derdü gamınla doldu bu gönlüm

Yandı bu gönlüm Yandı bu gönlüm

Yanmada derman buldu bu gönlüm

Gerçiki yandı gerçeğe yandı

Rengine aşkın cümle boyandı

Kendinde buldu Kendinde buldu

Matlabını hoş buldu bu gönlüm

Bayramım imdi Bayramım imdi

Bayram ederler yar ile şimdi

Hamdu senalar Hamdu senalar

Yar ile bayram kıldı bu gönlüm

EY ALLAHIM

Ey Allahım beni senden ayırma

Beni senin cemalinden ayırma

Seni sevmek benim dinim imanım

İlahi din-ü imandan ayırma

Balığın canı sularda dirilir

İlahi balığı sudan ayırma

Eşrefoğlu senin kemter kulundur

İlahi kulunu senden ayırma.

NURS KARYESİ

Üstadımın ilk hanesi

Nurs karyesi beldesi

Seydamın geliyor sedi

Nur karyesi nur bedesi

* * * * * * * * * * *

Seni ziyarete geldik

Ne dağ ne tepe dinledik

Seni nura hadim bildik

Nurs karyesi nur beldesi.

* * * * * * * * * * *

Dağlar taşlar seni söyler.

Tağiden ders aldık derler

Akan sular ve dereler

Seyda burdan geçti derler.

* * * * * * * **

Yemyeşil nursa biz vardık

Selam verdik selam Aldık

Nurslularla nura daldık

Nur karyesi nur beldesi.

* * * * * * * * * * *

Geçtiğin yollardan geçtik

İçtiğin sulardan içtik

Mirzayı ziyaret ettik

Nurs karyesi nur beldesi.

* * * * * * * * * * *

Üzgün ayrıldık karyeden

Seydamızı göremeden

Bulduk onu tarihçeden

Nurs karyesi nur beldesi.(Mustafa Cantekin/Develi

BİZ BU GÜLİSTANIN BÜLBÜLLERİYİZ

Biz bu gülistanın bülbülleriyiz (Tekrar)

Bahçeyi rindanın sümbülleriyiz. (Tekrar)

Biz secde ederiz Cemali yâre

Vuslata olamaz başka bir çare

Biz mü’mini münkirlerden seçeriz

Biz elele verip hakka gideriz…

ÇAREN Mİ VAR?

Daim yürü hak izinde

Hakkı söyle her sözünde

Dört kişinin omzunda

Gitmemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Gururlanma insan oğlu

Ölmemeye çaren mi var

Ecel gelmiş bir gül gibi

Solmamaya çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Hiç güvenme mala mülke

Gitmez isen doğru yola

Tatlı canın Azraile

Vermemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Hiç güvenme can dostuna

Üfürürler can kastine

Çıkıp teneşir üstüne

Yatmamaya çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Nerde ecdad nerde atan

Hakka karşı yapma hata

Tabut denen cansız ata

Binmemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Düşünmezsin hiç ölmeyi

terk etmezsin bu dünyayı

Yakası yok ak gömleği

Giymemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Kalkacaktır gözden perde

Göreceksin yerin nerde

Ev kazılır kara yerde

Girmemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

Münker Nekir gelecektir

Rabbin kimdir soracaktır

Mü’min cevab verecektir

Vermemeye çaren mi var?

* * * * * * * * * * *

ÖMÜR BAHÇESİNİN (Hüzzam)

Ömür bahçesinin gülü solmadan

Uyan gel gözlerim gafletten uyan(3 ve 4-ler 2 kere)

Ecel bize bir gün devran dönmeden

Uyan gel gözlerim gafletten uyan.(2 kere)

* * * * * * * * * * *

Niçin gaflet ile mağrur olursun

BU AKLU FİKRİLE

Bu aklu fikrile Mevla bulunmaz

Bu en yaredir ki zahmı bulunmaz

Kamunun derdine derman bulundu

Şu benim derdime derman bulunmaz

Aşkın pazarında canlar satarlar

Satarım canımı alan bulunmaz

Yunus öldü deyu sala verirler

Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez.

AFFET İSYANIM

Affet isyanım benim

Halim yaman Allahım

Ref’et nisyanım benim

Meded aman Allahım

Halim yaman sultanım

******

Defterim dolu siyah

Amelim tekmil günah

Sensin kuluna penah

Meded aman Allahım

Halim yaman sultanım

*********

Ümmet et habibine

Gönüler tabibine

Rahmeyle garibine

Meded aman Allahım

Halim yaman sultanım

********

Aşkiyi azad eyle

Cemalinle şad eyle

Kulum diye yad eyle

Meded aman Allahım

Halim yaman sultanım

CANI DİLDEN AŞIK OLDUM

Canı dilden aşık oldum

Muhammede Muhammede

Mevlam layık eyle bizi

Muhammede Muhammede

Sallallahu ala Muhammed

Sallallahu aleyke Ahmed

Aşık olan arif olsun

Ciğer yansın püryan olsun

Bir canım var kurban olsun

Muhammede Muhammede

Rüyada görüştür bizi

Murada eriştir bizi

Mevlam sen kavuştur bizi

Muhammede Muhammede

HALİMİZ NOLA MAHŞERDE

Halimiz nola mahşerde

Cümle alem düşer derde

O dar günde seni nerde

Bulayım ya rasulallah

Selatullah selamullah

Aleyke ya rasulallah

Sana geldim ey ya sultan

Lutfeyle derdime derman

Uğruna canımı kurban

Vereyim ya rasulallah

Sana geldim yas içinde

Bu gönlüm kir pas içinde

Hep ömrüm iflas içinde

Nolayım ya rasulallah

Rahmeyle gel şefaat kıl

Ümmet diye eyle kabul

Efendimden uzak nasıl

Kalayım ya rasulallah

Miskin Ahmet boynun eğer

Seni görmek ister meğer

Uğruna ölmeğe değer

Öleyim ya rasulallah

ARAYI ARAYI BULSAM İZİNİ

Araya araya bulsam izini

İzinin tozuna sürsem yüzümü

Hak nasib eylese görsem yüzünü

Ya Muhammed canım arzular seni

Bir mübarek sefer olsa da gitsem

Kabe yollarında kumlara batsam

Mah cemalin bir kez düşte seyretsem

Ya Muhammed canım arzular seni

Ali ile Hasan Hüseyin anda

Sevgisi gönülde muhabbet canda

Yarın mahşer günü hak divanında

Ya Muhammed canım arzular seni

Yunus medheyler seni dillerde

Dillerde dillerde hem gönüllerde

Arayı arayı gurbet ellerde

Ya Muhammed canım arzular seni

GÜL YÜZÜNÜ

Gül yüzünü rüyamızda görelim ya rasulallah

Gül bahçene dünyamızda girelim ya rasulallah

Aşkınla yaşarır gözler

Firakınla yanar özler

Mübarek ravzana yüzler sürelim ya rasulallah

Veda edip masivaya yalvarıp yüce mevlaya

Şefaatı Mustafaya erelim ya rasulallah.

BİLMEM NİDEYİM ALLAH ALLAH

Bilmem nideyim Allah Allah

Aşkın elinden hay hay

Kande gideyim Aşkın elinden

Sallallahu aleyhi ve sellem,

Sallallahu aleyke Ahmed

Meskenim dağlar Allah Allah

Göz yaşım çağlar Hay hay

Durmaz kan ağlar Aşkın elinden

Sallallahu aleyhi ve sellem,

Sallallahu aleyke Ahmed

Yunusun sözü Allah Allah

Köz olmuş özü Hay hay

Kan ağlar gözü Aşkın elinden

Sallallahu aleyhi ve sellem,

Sallallahu aleyke Ahmed

S U

Akarsın dinmeyen göz yaşım gibi

Sende bencileyin akarmısın su

Gurbette ağlayan kardeşim gibi

Geceler boyunca giryanmısın su

* * * * * * * * * * *

Çağlarsın yıllarca aslından cüda

Eylersin yadelden yadele veda

Kendini canlara kılarsın feda

Ezelden bende-i canan mısın su

* * * * * * * * * * *

Gülenle gülersin dertliyle mahzun

Yaylada sermestsin dağlarda mecnun

Ne için olmuşsun sen böyle meftun

Aşk ile esiri hicranmısın su.

* * * * * * * * * * *

Süzülür durursun gelirsin vecde

Bağrı yanıklara olursun müjde

Her halin yalvarış her halin secde

Ezelden bende-i canan mısın su.

* * * * * * * * * * *

Sendedir ezeli hüsnün hayali

Akarsın durmadan herdem visali

Cezbeye tutulmuş derviş misali

Arife afeti devranmısın su.

* * * * * * * * * * *

Su ile alemi seyrana girdim

Ağlayıb bir derdi nihana girdim

Kendimi mahvedip ummana girdim

Arife afeti devran mısın su.

* * * * * * * * * * *

SEHER VAKTİ

Seher vakti esen yeller

Baharda açılan güller

Feryad eden o bülbüller

Hep diyorlar Allah Allah.(Tekrar)

* * * * * * * * * * *

Sorarım ben dağa taşa

Havadaki uçan kuşa

Neler gelse garib başa

Hep diyorlar Allah Allah.

* * * * * * * * * * *

Yeter aşık bitir sözü

Yüreğimden gitmez sızı

Tükenmiştir ömür yazı

Sende söyle Allah Allah.

* * * * * * * * * * *

DÜNYA KİMSEYE KALMAZ

Dünya kimseye kalmaz

Bir misafir hanedir

Arifler âne dalmaz

Bilir ki efsanedir.

* * * * * * * * * * *

Eylik yapmaktır kârın

Kalır ancak o varın

Öleceksin sen yarın

Anla bak dünya nedir.

* * * * * * * * * * *

İnsanlıktan sen çıkma

Dost bağından sen bıkma

Gönül yap amma yıkma

Çoğu bir kâşanedir.

* * * * * * * * * * *

Ne ekersen biçersin

Döktüğünü içersin

Bir gelirsin geçersin

Gerisi bahanedir.

* * * * * * * * * * *

AÇILIR ELLERİM ULU DERGAHA

Açılır ellerim ulu dergaha

İçerimden bir ah beyaz dökülür.(2 kere)

Yanağımdan Yunus Yunus göz yaşım

Dudağımdan Allah Allah dökülür.

* * * * * * * * * * *

Yıldızlar görürüm dua dilidir

Ağaçlar görürüm dua elidir

Altlarında nehir cennet ilidir

Sübhanallah Sübhanallah dökülür.

* * * * * * * * * * *

Kalbini yüceltib arşa bağlarken

Bir öte dünyaya geçiş sağlarken

Gurur korkusuyla yanar ağlarken

Her yanımdan günah günah dökülür.

* * * * * * * * * * *

Hayalen ölmüşem devrilmiş başım

Çürümüş toz olmuş kirpiğim kaşım

Mezarımdan Yunuz Yunus göz yaşım

Toprağımdan Allah Allah dökülür.

* * * * * * * * * * *

GECE GÜNDÜZ DÖNE DÖNE

Gece gündüz döne döne

İstediğim haktır benim

Allah deyu yana yana

İstediğim haktır benim.(2 kere)

* * * * * * * * * * *

Yoluna terkedip canım

Akıdıp gözümden kanı

Ah eyleyüb dünü günü

İstediğim haktır benim.

* * * * * * * * * * *

Koy yanayım kül olayım

Taşkın akan sel olayım

Çiğnet beni yol olayım

İstediğim haktır benim.

* * * * * * * * * * *

Münkirler aşk halin bilmez

Münafıklar yola gelmez

Ağlar bu gözlerim gülmez

İstediğim haktır benim.

* * * * * * * * * * *

GÜL YÜZÜNÜ

Gül yüzünü rüyamızda görelim ya rasulallah

Gül bahçene dünyamızda girelim ya rasulallah

Aşkınla yaşarır gözler

Firakınla yanar özler

Mübarek ravzana yüzler sürelim ya rasulallah

Veda edip masivaya yalvarıp yüce mevlaya

Şefaatı Mustafaya erelim ya rasulallah.

* * * * * * * * * * *

GÖNÜLLER SULTANI

Gönüller sultanımazlumlar piri (Tekrar)

Mevlanın dostudur habibin yari

Alemi bekada cennettir yeri

Gurbet ellerinde Bediüzzaman.

* * * * * * * * * * *

Barla bağlarında bülbüller öter

Hastadır üstadım muzdarip yatar

Hz.Eyyübden derdi bin beter

Gurbet ellerinde Bediüzzaman

* * * * * * * * * * *

Vefasız dünyada düşmanı çoktur

Makamda mevkide hiç gözü yoktur

Sözleri hakikat,davası haktır

Gurbet ellerinde Bediüzzaman.

* * * * * * * * * * *

Derviş Şahiniyem asrına yettim

Medet et üstadım cübbeni tuttum

Ben senin yoluna can feda ettim

Gurbet (Barla) ellerinde Bediüzzaman.

* * * * * * * * * * *

HADDEN AŞTI (Hicaz)

Hadden aştı iştiyakın

Ya rasul göster cemalin

Yaktı beni iftirakın

Ya rasul göster cemalin

* * * * * * * * * * *

Sen saldın beni bu derde

Nazar kıl,kalbim özürde

Nice yüz bin hicab perde

Ya rasul göster cemalin

* * * * * * * * * * * *

Çün hayalin erdi câna

Nice bakayım cihana

Yalvarırım yaradana

Ya rasul göster cemalin

* * * * * * * * * * *

Vechi dervişin sözünden

Kanlı yaş akar gözümden

Kaldır nikaabı yüzünden

Ya rasul göster cemalin

* * * * * * * * * * * * * * * * *

CANI DİLDEN AŞIK OLDUM

Canı dilden aşık oldum

Muhammede Muhammede

Mevlam layık eyle bizi

Muhammede Muhammede

Sallallahu ala Muhammed

Sallallahu aleyke Ahmed

Aşık olan arif olsun

Ciğer yansın püryan olsun

Bir canım var kurban olsun

Muhammede Muhammede

Rüyada görüştür bizi

Murada eriştir bizi

Mevlam sen kavuştur bizi

Muhammede Muhammede

MEDİNEYE VARAMADIM

-Medineye varamadım gül kokusu alamadım

-Ben rasule doyamadım yaralıyam yaralıyam yaralıyam

-Kabenin örtüsü kare açtın yüreğimde yare

-Bulunmaz derdime çare yaralıyam yaralıyam yaralıyam

-Elimden tut kaldır beni ya vuslata erdir beni

-Çok ağlattın güldür beni yaralıyam yaralıyam yaralıyam

-Seviyorum rabbim seni beytullaha çağır beni

-Zemzemine daldır beni yaralıyam yaralıyam yaralıyam

-Nurdandır şeyhimin dili sevdim seni oldum deli

-Kabe diye deli gibi yanıyorum yanıyorum yanıyorum

LA İLAHE İLLALLAH

Tevhid iman başıdır

Zikir mü’min işidir

İman temel taşıdır

La ilahe illallah

Kul olanlar diyesi

Hak cemalin göresi

Mü’minlerin kalesi

La ilahe illallah

Dertlilerin devası

İsm-i Âzam duası

Dört kitabın manası

La ilahe illallah

Dünyadır bu fanidir

İslam tevhid dinidir

Kurtuluşa erdirir

La ilahe illallah

Dört kitabın özü bu

Kürsüdeki yazı bu

Kurtaracak bizi bu

La ilahe illallah

SEVDİM SENİ

-Sevdim seni mabuduma canan diye sevdim

-Bir ben değil alem sana kurban diye sevdim

-Ecramı felek levhi kalem mesti nigâhın

-Didarına aşık ulu Yezdan diye sevdim

-Mahşerde nebiler bile senden meded ister

-Gül yüzlü melekler sana hayran diye sevdim

-Bülbülde senin bağrı yanık âşıkı zârın

Feryadı bütün âteşi Suzan diye sevdim

-Huriler ezelden beri şeydayı cemalin

-Yanmıştı sana Yusufu Kenan diye sevdim

-Ta arşa çıkar her gece aşıkların ahı

-Asilere lutfun yüce ferman diye sevdim

-Evladı ıyalden geçerek,ravzana geldim

Ahlakını medhetmede Kur’an diye sevdim

-Kurbanın olam şahı resul,kovma kapından

Didarına müştak olacak,Yezdan diye sevdim

B A R L A

Tepelice çama çıktım

Gelincik dağına baktım

Mümkün olsa kalacaktım

Bir ömür boyu barlada

* * * * * * * * * *

Seherde açan güllerin

Çeşmindeki bülbüllerin

Cennet yurdumda göllerin

En güzel suyu barlada

* * * * * * * * * * *

Karadut cennet bahçesi

Kara kavağın meşesi

Ulu çınarın gölgesi

Gölgeler koyu barlada

* * * * * * * * * *

Çam dağından esen yeler

Zikir arkadaşı dallar

Üstada müntazır yollar

Gelecek deyu barlada

** * * * * * * * **

ANNEM BENİ YETİŞTİRDİ

Annem beni yetiştirdi bu hizmete yolladı

Teslim etti risaleyi Allaha ısmarladı.

Boş oturma çalış dedi hizmet eyle imana

Südüm sana helal etmem çalışmazsan Kur’an-a

** * * * * * * * **

Yazdığımız risaledir okuyoruz Kur’an-ı

Biz nurların yardımıyla hıfzederiz imanı

Medrese-i nuriyedir Sav ve Barla Eflani

Şakirdlere müzahirdir Abdulkadir Geylani

** * * * * * * * **

SENSİN BİZE

Sensin bize bizden yakın

Görünmezsin hicap nedir

Çün aydın bu gerçek yüzü

Yüzündeki nikab nedir

** * * * * * * * **

Sen buyurdun ey padişah

Yehdillahu limen yeşâ

Şerikin yok senin haşa

Suçlu kimdir azap nedir

** * * * * * * * **

Kânı bu mülkün sultanı

Teni sensin canı teni

Bu göz görmek diler anı

Bu melce-i mezb nedir

** * * * * * * * **

Rahimdir senin adın

Rahmanlığın bize dedi

Asileri müjdeleyen

La taknatu hitap nedir

** * * * * * * * **

Yunus bu göz görmez ânı

Görenler hoş haber vermez

Bu menzile akıl ermez

Bu kurduğun serap nedir

** * * * * * * * **

EY AŞIKI DİLDÂDE (Hüzzam)

Ey aşıkı dildâde

Gel nûşedelim bâde

Bir bâde gerek amma

Kim içile me’vade

** * * * * * * * **

Cân Allah cânan Allah(Terennüm.tekrar)

Can sana kurban Allah

Yuhyi kalbi zikrullah

Lâ ilâhe illallah

** * * * * * * * **

Sâkisi ola Mevlâ

Ekdahı ola esmâ

Bir kez nûşeden kat’a

Gam görmeye dünyada

** * * * * * * * **

Cân Allah cânan Allah(Terennüm.tekrar)

Can sana kurban Allah

Yuhyi kalbi zikrullah

Lâ ilâhe illallah

** * * * * * * * **

Bir kez içen aşıktır

Aşkında ol sadıktır

Aşk ona hem layıktır

Mecnun ile Ferhate

** * * * * * * * **

Cân Allah cânan Allah(Terennüm.tekrar)

Can sana kurban Allah

Yuhyi kalbi zikrullah

Lâ ilâhe illallah

** * * * * * * * **

İşit bu Seza-iden

Ne gördü fenâ-iden

Dost yüzünü gösterdi

Mir’atı mücellâdan.

** * * * * * * * **

Cân Allah cânan Allah(Terennüm.tekrar)

Can sana kurban Allah

Yuhyi kalbi zikrullah

Lâ ilâhe illallah

** * * * * * * * **

GANİ MEVLAM

Gani Mevlam nasib etse

Görsem ağlayu ağlayu,İllallah hû cânım.(Tekrar)

** * * * * * * * **

Medinede Muhammedi cânım

Varsam ağlayu ağlayu,İllallah hû cânım

** * * * * * * * **

Mekkede de Beytullahı cânım

Dönsem ağlayu ağlayu,İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Sana altın oluk sana

Varan canlar kalır tâna

Kara donlu Kâbe sana

Varsam ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Delil yapışa elime

Lebbeyk öğretse dilime

İhram bezini belime

Sarsam ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Çevre yanı kesme kaya

El kaldırıp âmin diye

Arafattaki vakfeye

Dursam ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Akıtırlar hayvan kanı

Esirgemez kimse canı

Şol meydanda kaç kurbanı

Kessem ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Hüccac döner yâne yâne

Ciğerim döndü biryâne

Şol zemzemden kane kane

İçsem ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

Derviş Yunus der cân ile

Kul olmuşam iman ile

Dilim zikri Kur’an ile

Varsam ağlayu ağlayu, İllallah hû cânım.

** * * * * * * * **

SÖYLE SELAMIM

Söyle selamım ey sabâ

Oldukça ruhsarın harem.(Tekrar)

Ol ravza-i pâke ola

Anda nebiyyil muhterem

(Salli alâ nuril hüda,mahbûbi rabbi zül kerem

Salli alâ nuril hüda,Ahmed Muhammed Mustafa)

** * * * * * * * **

İnnilte ya rîhes sabâ

Yevmen ila arzil harem

Beliğ selâmi ravzaten

Fihennebiyyil muhterem.

(Salli alâ nuril hüda,mahbûbi rabbi zül kerem

Salli alâ nuril hüda,Ahmed Muhammed Mustafa)

** * * * * * * * **

Min vechihi şemsud duha

Min haddihi bedrud duca

Min şahsihi leysed de’a

Min keffihi lahdil hazem

(Salli alâ nuril hüda,mahbûbi rabbi zül kerem

Salli alâ nuril hüda,Ahmed Muhammed Mustafa)

** * * * * * * * **

Merfuatün âyatühü

Mekşufetün ğâyatühü

Berduş şuma bizatihi

Bel zatühü mahzul kerem.

(Salli alâ nuril hüda,mahbûbi rabbi zül kerem

Salli alâ nuril hüda,Ahmed Muhammed Mustafa)

** * * * * * * * **

Yâ kudreten lil murselin

Yâ şâfien lil müznibin

Yâ rahmeten lil alemin

Unzur ilâ Halil ümem.

(Salli alâ nuril hüda,mahbûbi rabbi zül kerem

Salli alâ nuril hüda,Ahmed Muhammed Mustafa)

** * * * * * * * **

GÖNÜL SEN ÖLMEZMİSİN

Gönül sen ölmezmisin,ölmeye gelmezmisin.(Tekrar)

Saçın sakalın ağarmış imana gelmezmisin.

(Allah Allah ya rabbi lutfeyle hidayeti

Hidayetin olmazsa ben neyleyim bu hali)

** * * * * * * * **

Gönül sen ölmezmisin,ölmeye gelmezmisin.(Tekrar)

Yakasız gömlek biçilmiş,giymeye gelmezmisin

(Allah Allah ya rabbi lutfeyle hidayeti

Hidayetin olmazsa ben neyleyim bu hali)

** * * * * * * * **

Gönül sen ölmezmisin,ölmeye gelmezmisin.(Tekrar)

Tahtadan evin yapılmış,girmeye gelmezmisin.

(Allah Allah ya rabbi lutfeyle hidayeti

Hidayetin olmazsa ben neyleyim bu hali)

** * * * * * * * **

Gönül sen ölmezmisin,ölmeye gelmezmisin.(Tekrar)

Terazi ve mizan kurulmuş,tartmaya gelmezmisin

(Allah Allah ya rabbi lutfeyle hidayeti

Hidayetin olmazsa ben neyleyim bu hali)

** * * * * * * * **

Gönül sen ölmezmisin,ölmeye gelmezmisin.(Tekrar)

Sırat köprüsü kurulmuş,geçmeye gelmezmisin.

(Allah Allah ya rabbi lutfeyle hidayeti

Hidayetin olmazsa ben neyleyim bu hali)

** * * * * * * * **

MAKAMIMIZ KUŞ MİSALİ

Makamımız kuş misali

Daldan dala konabilir

İnsanoğlu hiç misali

Bir gün olur ölebilir.

** * * * * * * * **

Dağlar taşlar kül misali

Bir gün olur tozabilir

İnsanoğlu gül misali

Bir gün olur solabilir.

** * * * * * * * **

Hani ecdad hani ata

Hakka karşı etme hata

Tabut denen Vansız ata

Binmemeye çaren mi var.

** * * * * * * * **

Kibirlenme insanoğlu

Ölmemeye çaren mi var

Soğuk vurmuş gül misali

Solmamaya çaren mi var.

** * * * * * * * **

MAKSADI AŞIKLARIN

Maksadı aşıkların,ya hay.(2 kere)

Menzili canan olur,olur.

İsmini yâd eylese,ya hay

Valihu hayran olur.

** * * * * * * * **

Hak vere cmbüşlerin,ya hay

Afvede kem işlerin

Menzili dervişlerin,ya hay.

Kûşe-i viran olur,olur.

** * * * * * * * **

Fani cihandan kesil,ya hay.

Ayine-i kalbi sil

Arsa-i mahşerde bil,ya hay.

Bir ulu divan olur,olur.

** * * * * * * * **

Etse tecelli eğer,ya hay.

Vuslata erişse er

Kâfire kılsa nazar,ya hay.

Mahzarı iman olur,olur.

** * * * * * * * **

Aşk ile kim ah ede,ya hay

Kalbini âgah ede

Azmini dergâh ede,ya hay

Ol ulu sultan olur,olur.

** * * * * * * * **

Nakşi-i aşkı sana,ya hay

Aşk haberin ver bana

Menkıbe-i evliya,ya hay

Reşki gülistan olur,olur…

** * * * * * * * **

KÜTÜR KÜTÜR (Makamımız kuş misali gibi)

Kütür kütür beller kıran

Ah bu ölüm,ah bu ölüm

Beyaz kefenlere saran

Ah bu ölüm ah bu ölüm

** * * * * * * * **

Nice ibret aldırıcı

haddimizi bildirici

Gülbenizler soldurucu

ah bu ölüm ah bu ölüm

** * * * * * * * **

Falan gibi,filan gibi

Hep oluruz yalan gibi

Yüzü soğuk yılan gibi

Ah bu ölüm ah bu ölüm

** * * * * * * * **

Ne kadar yalvarsam bilmez

Hiç düşünmez hatır sormaz

Tatlı canı tende koymaz

Ah bu ölüm ah bu ölüm

** * * * * * * * **

Mahmut derki dil döktürür

Gözlerin göğe diktirir

Bu dünyadan el çektirir

Ah bu ölüm ah bu ölüm.

** * * * * * * * **

AŞKIN İLE AŞIKLAR

Aşkın ile aşıklar

Yansın ya rasulallah.(Tekrar)

İçib aşkın şarabın

Kansın ya rasulallah.

** * * * * * * * **

Aşık oldum dildâre

Bülbülüm şol dildâre

Seni sevmeyen nâre

Girsin (Yansın) ya rasulallah.

** * * * * * * * **

Şol seni seven kişi

Verir yoluna başı

İki cihan güneşi

Sensin ya rasulallah.

** * * * * * * * **

Şol seni sevenlere

Kıl şefaat onlara

Mü’min olan tenlere

Cansın ya rasulallah

** * * * * * * * **

Aşık Yunusun cânı

İlmi şefaat kâ

Alemlerin sultanı

Sensin ya rasulallah.

** * * * * * * * **

HAK YOL İSLAM YAZACAĞIZ

Kör dünyanın göbeğine

Hak yol İslam yazacağız

Kuşların göz bebeğine

Hak yol İslam yazacağız

Yola ağaca pınara

Esen yele yağan kara

Yağmur yüklü bulutlara

Hak yol İslam yazacağız

Koç burcuna yay burcuna

Bebeklerin avucuna

Minarelerin ucuna

Hak yol İslam yazacağız

Bucak bucak köşe köşe

Yıldıza aya güneşe

Kara taşa kor ateşe

Hak yol İslam yazacağız

Askerlerin miğferine

Kağnıların tekerine

Tağutların heykeline

Hak yol İslam yazacağız

Herkes duyacak bilecek

Saklanmaz gayrı bu gercek

Yaprak yaprak çiçek çiçek

Hak yol İslam yazacağız

** * * * * * * * **

İZİNDEYİZ

Biz Kur’anın hadimleri

Pür imanlı ve zindeyiz

Bu yoldan dönmeyiz asla

Peygamberin izindeyiz.

Hak habibim dedi ona

Bizden feda can uğruna

Alem şahid olsun buna

Peygamberin izindeyiz.

İslamın nuru gür sesi

Kaldırdı zulmeti ye’si

Alemlerin efendisi

Peygamberin izindeyiz.

Odur ahir hak peygamber

Ona selam salat gönder

Cihanda en büyük önder

Peygamberin izindeyiz.

Onu sev sen onu tanı

Odur tende canlar canı

Gönüllerin tek sultanı

Peygamberin izindeyiz.

Hayra koşan şerden kaçan

Bize nurlu ufku açan

Alemlere rahmet saçan

Peygamberin izindeyiz.

Tende kalan bir can ile

Aşk ile pür iman ile

Biz Hazreti Kur’an ile

Peygamberin izindeyiz.

** * * * * * * * **

CÜRMÜM İLE GELDİM SANA

Ey rahmeti bol padişah

Cürmüm ile geldim sana

Ben eyledim hadsiz günah

Cürmüm ile geldim sana

Sübhanallah Rahman Allah

Tüm dertlere derman Allah

Ben eyledim hadsiz günah

Cürmüm ile geldim sana

Senden utanmadım hemen

Ettin bana gizli ayan

Vurma gözüme el aman

Cürmüm ile geldim sana

Sübhanallah Rahman Allah

Tüm dertlere derman Allah

Ben eyledim hadisz günah

Cürmüm ile geldim sana

Senin adın Gaffar iken

Ayıp öfkesi Settar iken

Kime gidem sen var iken

Cürmüm ile geldim sana

** * * * * * * * **

TALAAL BEDRU ALEYNA

Talaal bedru aleyna

Min seniyyatil veda-î

Vecebeş şükrü aleyna

Ma deâ lillahi da’

Eyyühel meb’usü fîna

Ci’te bil emril muta’

Ci’te şerreftel Medine

Merhaben ya hayra da’

Kad lebisna sevbe izin

Ba’de esvabir rika

Verefa’na sedye mecdin

Ba’de eyyamiddiya

Ente şemsun ente bedrun

Ente nurun ala nur

Ente misbahussüreyya

Ya habibi ya rasul…

** * * * * * * * **

AY DOĞDU ÜZERİMİZE

Ay doğdu üzerimize

Veda tepelerinden

Şükür gerekti bizlere

Allaha davetinden

Nakarat

(Sen güneşsin sen bir aysın

Sen nur üstünde nursun

Sen Süreyya ışığısın

Ey sevgili ey rasul)

Ey rasul sana söz verdik

Doğruluktan ayrılmayız

Sen ey esenlik yıldızı

Senin sevginle doluyuz.

Nakarat.

Ey bizden seçilen elçi

Yüce bir davetle geldin

Sen bu şehre şeref verdin

Ey sevgili hoş geldin.

Nakarat

MEDİNEYE VARAMADIM

Medineye varamadım gül kokusu alamadım

Ben resule doyamadım yaralıyam yaralıyam

Kâbenin örtüsü kare açtın yüreğimde yare

Bulunmaz derdime çare yaralıyam yaralıyam

Elimden tut kaldır beni ya vuslata erdir beni

Çok ağlattın güldür beni yaralıyam yaralıyam

Seviyorum rabbim seni beytullaha çağır beni

Zemzemine daldır beni yaralıyam yaralıyam

Nurdandır şeyhimin dili sevdim seni oldum deli

Kâbe diye deli gibi yanıyorum yanıyorum…

** * * * * * * * **

GEL GÖR BENİ

Ben yürürüm yâne yâne

Aşk boyadı beni kane

Ne akilem ne divane

Gel gör beni aşk neyledi.

Aşkın beni mest eyledi

Aldı gönlüm hasteyledi

Öldürmeye kasteyledi

Gel gör beni aşk neyledi.

Gâh eserim yeller gibi

Gâh tozarım yollar gibi

Gâh akarım seller gibi

Gel gör beni aşk neyledi.

Gel gör beni aşk neyledi

Derde giriftar eyledi.

** * * * * * * * **

ŞEHİD TAHTINDA

Şehid tahtında rabbe gülümser

Ah binlerce canım olsaydı der

Şehid tahtında rabbe gülümser

Canım bedenim bir sofradan yer

Ümidsiz olmaz,ümidsiz olmaz

Sevdasız olmaz,sevdasız olmaz.

Dağları oyup zindan etseler

Allah nurunu söndüremezler

Dağları oyup zindan etseler

Davanın önüne geçemezler.

Yarasız olmaz,çilesiz olmaz

Şehidsiz olmaz,kurbansız olmaz.

Şehid tahtında rabbe gülümser

Ah binlerce canım olsaydı der

Şehid tahtında rabbe gülümser

Canım bedenim bir sofradan yer

Karanlık ölür,zulümat ölür

Gözler önünde ve ölüm ölür.

Anladım artık Uhud ve Bedir

Ve ümid sevda,şehadet nedir?

Soludum kabri,mahşer anını

Ümidi ve şehidi ve sevdayı.

Yarasız olmaz,çilesiz olmaz

Şehidsiz olmaz,kurbansız olmaz.

** * * * * * * * **

ALLAHU ALLAH

Aklın yitirmiş divanemiyem

Ömrüm bitirmiş viranemiyem

Allahu Allah Allahu Allah

Allahu Allah Allahu Allah

Kanat vururum döner dururum

Yanar dururum merdanemiyen

Allahu Allah Allahu Allah

Allahu Allah Allahu Allah

Yaşlı gözlerim tutmaz dizlerim

Yolun gözlerim pervanemiyem

Allahu Allah Allahu Allah

Allahu Allah Allahu Allah

Aşka can feda olsa ne fayda

Aşk odu yanda bestanemiyem

Allahu Allah Allahu Allah

Allahu Allah Allahu Allah

** * * * * * * * **

EŞREFOĞLU (Saba ilahi)

Eşrefoğlu al haberi

Bahçe bizim gül bizimdir

Bizde mevlanın kuluyuz

Yetmiş iki dil bizdedir.

Erlik midir eri yormak

Irak yoldan haber sormak

Cennetteki ol dört ırmak

Coşkun akan sel bizdedir.

Arı vardır uçup gezer

Teni tenden saçup gezer

Canın bizden kaçup gezer

Arı biziz bal bizdedir.

Kimi sofi kimi hacı

Cümlemiz hakka duacı

Resulü Erkemin tacı

Aba hırka şal bizdedir.

** * * * * * * * **

YÜZ BİN CEFA (Çarga ilahi)

Yüzbin cefa kılsan bana

Allah Allah Allah Allah

Senden yüzüm döndürmezem

Allah Allah Allah Allah

Canım dahi alır isen

Allah Allah Allah Allah

Severim seni can ile

Kul olmuşam ferman ile

And içerim Kur’an ile

Senden yüzüm döndürmezem.

Kiliseye dersen girem

Nakus dahi dersen çalam

Aşıklara yoktur kalem

Senden yüzüm döndürmezem.

** * * * * * * * **

CAN AHMEDİM HOŞ GELDİN

Can Ahmedim hoş geldin

Muhammedim hoş geldin

Aşık idim yüzüne

Muhammedim hoş geldin

Yükseldikçe yükseldin

Kâb-ı kavseyne kadar

Bu yüceye ermemiş

Senden evvel gelenler

Can Ahmedim hoş geldin

Muhammedim hoş geldin

Aşık idim yüzüne

Muhammedim hoş geldin

** * * * * * * * **

SEYREYLEYİP YANDIM

Seyreyleyim yandım

Mah cemalini Allah Allah

Nur kundak içinde yatar Muhammed

Canımın cananısın ya Muhammed

Odur yerin göğün

Şemsi kameri Allah Allah

Nur kundak içinde yatar Muhammed

Canımın cananısın ya Muhammed

Kevser dudakları

Bimem ne söyler Allah Allah

Nur kundak içinde yatar Muhammed

Canımın cananısın ya Muhammed

Kokuları benzer

Cennet gülüne Allah Allah

Nur kundak içinde yatar Muhammed

Canımın cananısın ya Muhammed

** * * * * * * * **

OSMANLI BAYRAĞI

Ertuğrulun ocağından uyandım

Şehidlerin kanlarıyla boyandım

Nice düşman kal’asına uzandım

Sana selam ey Osmanlı Bayrağı

Çırpınarak dalgalanır kanadım

Gök yüzüne çıkmak mıdır muradın?

Gölgende can vermek ister evladın

Sana selam ey Osmanlı Bayrağı

** * * * * * * * **

ALEMİN AZAMET PADİŞAHI

Hak taala azamet aleminin padişahı

Lâ mekandır olamaz devletinin tahtıgâhı

Hastır zatı ilahiyyesine mülkü ezeli bîhudut

Onda olan kevkebe-i lemyezeli

Eseri hikmetidir yerle göğün bünyadı

Dolu boş cümle yedi kudretinin icadı

İzzet ve şanını takdis eder cümle melek

Eğilir secde eder peşi celalından felek.

Pertevi lem’asınındır ayla güneş

Alır alsa cehennem ondan ateş

Dpstlar için yarattı cenneti

Düşmanlar içindir cehennem şiddeti

Muhammeddir ümmete hakkın rahmeti…

** * * * * * * * **

AHMEDİ MÜKERREMSİN

Eya şâhı şehi peygamberâni Ahmed-i mükerremsin

Eya sen vâkıfı esrar-ı Kur’anı muazzamsın

Kulubu âşıkanı eyle neziri ya rasulallah

Ki mahlukat içinde bedri Enver nuru alemsin

Değil mümkün hatasız kulluk ya rasulallah

Ki isyan bağrına dalmışları sen şâh-ı Ekremsin

Yine muhtacı şefkatte bediî kârı zarındır

Dûr-u maksudumu lutfunla keşfet ki mahremsin…

** * * * * * * * **

YA BEN KİME YALVARAYIM

Bunca isyan ile ben sübhane mi yalvarayım

Mücrimem,âsi kulam,sultana mı yalvarayım

Hazni cenneti emin,vahyi rabbül alemin

Ol Cebrail-i rıdvanullaha mı yalvarayım.

Yeryüzünde cümleden eşref,makamı mu’teber

Kıble-i beytil harem,eyvane mi yalvarayım

Ol ezvacı mutahhar,Hz,Aişeye mi

Hatice-i seyidin nisaya mı yalvarayım

Ol evladı Muhammed,cümle ashabı Güzin

Hz.Ebubekir,Ömer,Osmana mı yalvarayım

Hem Aliyyel mürteza,ibni emmi Mustafa

Haydarı kerrar,hak aslana mı yalvarayım

Bu saçın Leyla gibi,haddadi mecnun eyledi

Aklımı yağmalayıp,divanullaha mı yalvarayım…

** * * * * * * * **

GEÇTİ İSYAN İLE ÖMRÜM

Geçti isyan ile ömrüm neye halim varacak

Sızlıyor yaralı kalbim anı yoktur saracak

Rûz-i mahşerde zebaniler elinden halim nolacak

Ya Muhammed bize imdad eyle Allah aşkına

Eğer etmez isen inayet bizi kim kurtaracak

Keremi lutfuna mahzar olmazsam şayet

Onlar elbette bu günahkârı nâre atacak

Ya Muhammed bize imdad eyle Allah aşkına

İznin olmazsa habibin de şefaat etmiyecek

Ya rabbi o günde kim kime merhamet edecek

Yevmi mizanda her mücrimi,münkire ayrılın denecek

Ya Muhammed bize imdad eyle Allah aşkına

Aman Allah deyip aşkı nedamet saçacak

Mağfiret eyle şimdi perişanım denecek

Ol zamanda ağlamak fayda vermiyecek

Ya Muhammed bize imdad eyle Allah aşkına

Rûz-i mahşerde mahrum etme bizi ya rabbi

Cümle isyanımızı affeyle,dilşad eyle ya rabbi

Ateşi dûzahtan bizi âzadeyle ya rabbi

Ya Muhammed bize imdad eyle Allah aşkına

** * * * * * * * **

BEN NE CEVAB VEREYİM

Bu dünyaya geldin ne amel kıldın

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Şimdi huzuruma sen neçe geldin

Derse Allah ben ne cevab vereyim

İki yol gösterdim hem akıl verdim

İradende dahi hep serbest kıldım

Rahmetimi bıraktın,zulmete daldın

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Ramazan verdim oruç tutmadın

Akşam tatlı tatlı iftar etmedin

Niçin doğru yollarıma gitmedin

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Günahtan kaçmadın,tutmadın emrim

Beyhude yerlerde geçirdin ömrün

Şimdi huzuruma sen nasıl geldin

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Soğuk sıcak dedin abdest almadın

Kibir,cub geldi namaz kılmadın

Günah yığınına çare bulmadın

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Beraet,Kadir verdim niçin bilmedin

İki rek’at olsun namaz kılmadın

Hava-i i,şlerden sen osanmadın

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Ne için abdest alıp kılmadın namaz

Yalvarıp hakka etmedin niyaz

Halk içinde senin adın beynamaz

Derse Allah ben ne cevab vereyim

Ezanlar okundu niçin duymadın

Sen niçin Rahmana secde kılmadın

Ben de sana cennetimi vermedim

Derse Allah ben ne cevab vereyim

** * * * * * * * **

SÖYLER TABİBLER

Aklım var diye söyler tabibler

Lokman Hekim gibi bilgin olsa ne fayda

Son nefeste söylemezse bu diller

Bülbül gibi dilin olsa ne fayda

Malım var diye benlik edersin

Ecel şerbetini bir gün içersin

Yalın ayak,başı açık sen de gidersin

Dünya dolu malın olsa ne fayda

Ne kadar alim olsan kardeşim

Eğer imanın olmaz ise yoldaşın

Eğer hakka koymaz isen bu başın

Dört kitabı yutmuş olsan ne fayda

Sur çalınıp gökler dökülünce

Denizler kuruyup,sular çekilince

Dağlar kopup,yerler sökülünce

Bağ-ı İrem gibi mülkün olsa ne fayda

Zebaniler cehenneme sürülünce

Tütününden halkı duman bürüyünce

Dehşet ile halk üzerine yürüyünce

Rüstem gibi gücün olsa ne fayda

Dünyayı alırsın boynuna

Altınları sokarsın koynuna

Azrail geldiğinde yanına

Hazine dolu malın olsa ne fayda

Bir gün lur götürürler evinden

Allahın isimini bırakma dilinden

Kurtuluş yoktur Azrailin elinden

Bin yıl kadar ömrün olsa ne fayda

** * * * * * * * **

RECABÂBIN KAPATMAZ YA !

Açılır bahtımız bir gün,hemen battıkça batmaz ya

Sebebler halkeden hallak,recabâbın kapatmaz ya!

Sana şhım münacatım,değil bir rızık için haşa

Hüda rezzakı alemdir,rızıksız kul yaratmaz ya!

** * * * * * * * **

EY PADİŞAHI LEM YEZEL

Ey padişahı lem yezel

Ey kadirü hayyu tezel

Ey lutfu çok kahrı güzel

Lutfunda hoş,kahrında hoş

Ağlatırsın zâri zâri

Göstermezsin hiç didârı

Layık görür isen narı

Narında hoş nurunda hoş

Hoştur bana senden gelen

Ya gonca gül yahut diken

Ya hıl’atü yahut kefen

Lutfunda hoş kahrında hoş

Aşık Yunus sana kuldur

Gerek ağlat gerek güldür

Gerek yaşat gerek öldür

Narında hoş nurunda hoş.

** * * * * * * * **

ÖLÜM SANA NİÇİN ÇARE BULUNMAZ

Bak şu dünyanın türlü haline

Kimse çare bulmadı ölüm ahvaline

Nerde o güvenenler servetine malına

Ölüm sana niçin çare bulunmaz

Her nere varsam anda bulunur

Ölümü andıkça bağrım delinir

Her dertlere derman bulunur

Ölüm sana niçin çare bulunmaz

Dünyaya gelen asla gülmedi

Kimse ölüme çare bulmadı

Dünya Sultan Süleymana kalmadı

Ölüm sana niçin çare bulunmaz

Beklersin her gencin yollarını

Soldurursun taze açmış güllerini

Tutarsın bülbül gibi dillerini

Ölüm sana niçin çare bulunmaz

Dökersin inci gibi dişlerini

Çürütürsün sümbül gibi saçlarını

Giderirsin bütün teşvişlerini

Ölüm sana niçin çare bulunmaz

Evlad dedikleri çiğer pâresi

Kardeş dedikleri yürek yâresi

Sabretmektir bu ölümün çaresi

Ölüm sana niçin çare bulunmaz…

** * * * * * * * **

NE MÜŞKÜLDÜR

Vücudum hoş imarettir

Harab olmak ne müşküldür

Çürüyüp toprak altında

Turab olmak ne müşküldür

Tutmaz olur tutan eller

Çürür nazlı dudu diller

Şol köşkler saraylar

Viran olmak ne müşküldür

Kurulur mizan terazi

Huda olur kendi gazi

Mahşere sürerler bizi

Rüsvay olmak ne müşküldür

Hasta olup yıkılınca

Gözün göğe dikilince

Ecel şerbeti içilince

Canın vermek ne müşküldür

Teneşire korlar seni

İncitmeden yurlar seni

Kabre indirince seni

Cevab vermek ne müşküldür

Kapısı yok açam bakam

Bacası yok ateş yakam

Nice bin yıl azab çekem

Narda yanmak ne müşküldür…

** * * * * * * * **

ASIRDA ACAİB İŞLER

Asırda acaib işler çoğaldı

Bilmem bu işleri kimler ediyor

Dünyayı hep rezil köpekler aldı

Gelen ümereya karşı gidiyor.

Biraz bahsedeyim ehli zamandan

Yahşiler aşağı düştü yamandan

Aralık itleri olmuş kumandan

Uyuz it kurtlara kumanda ediyor.

Buğday unu beğenmiyor köpekler

İblikten aşağı düştü ipekler

Hep sedire geçti itler köpekler

Hanedan ayakta hizmet ediyor

Koltuk kılı farkolmuyor sakaldan

Tüccarlar aşağı indi bakkaldan

Arslanlara çoban düşmüş çakaldan

Şimdi arslanlar çakal güdüyor.

Mekteble medrese ortadan kalktı

Meyhane kerhane ortaya çıktı

Ar namus denen şey ortadan kalktı

Şimdi kişi bildiğine gidiyor.

Sarhoşlar çoğaldı kalmadı ayık

Bu asra böylece haller de layık

Müzevirin adı muhbiri sadık

Şimdi kişi bildiğine gidiyor.

İsimlerin tebdil etsem satılmaz

Cisimlerin tahvil etsem zat olmaz

Altın eğer vursam eşek at olmaz

Şimdi kişi bildiğine gidiyor

Şahinler yurdunu tuttu yarasa

Baklava yerine geçti pırasa

Şimdi deyyus ile terese

Zamane bunlara rağbet ediyor.

Boy kürkünü beğenmiyor köçekler

Babasına akıl öğretir çocuklar

Yumurtadan burnu çıkan cücükler

Horoz oldum diye cik cik ediyor.

Küçükler büyüğe çorap giydirir

Tatlıyı insana acı yedirir

Seyrani zamane böyle dedirir

Şimdi kişi bildiğine gidiyor.

Kayseri/DEVELİLİ-SEYRANİ

ZAMANE

Eyvah fukaranın beli büküldü

Meded ticaretin gücüne kaldık

Eyiler alemden göçtü çekildi

Bizler zamanenin picine kaldık

Sene bin üçyüz altmış beş tamam

Okunur ezanlar boş bekler imam

Seyrani bu nutkun sonu vesselam

İnanın dünyanın ucuna geldik..

Yedi yıldız doğdu üçü terazi

Kavuştu ülkere gitti birazı

Yarın mahşer günü sorarlar bizi

Hak mizan terazi kurulur bir gün

Evlat alim olmaz okutmayınca

İblik gömlek olmaz dokutmayınca

Ayılar et yemez kokutmayınca

Yallar ölüyü sinden çıkarır

Evlerinin önü karlı dağ olsa

Etrafı hep lale sümbül bağ olsa

Her ne kadar paşa olsa bey olsa

Yakasız gömleğe sarılır bir gün….

Seyrani.

H O C A M

Sizlere emanet şu körpe yavrum,

Ortalıkta sürtüp gezmesin hocam.

Gözümün çırası,tek tasam kaygım,

Aç,sefil,perişan kalmasın hocam.

Fidanıma hoş bak aman solmasın,

Kahraman yetişsin,korkak olmasın.

Rabbini tanısın,dinsiz kalmasın,

Ahrette yakamı tutmasın hocam.

Milletin şerefini şerefi bilsin,

Tarih okusun ki ne imiş görsün.

Her bir kötülüğü kalbinden bilsin.

Kendi milletine çatmasın hocam.

Gaflet uykusunda sakın yatmasın,

Milletini sevsin,hain olmasın,

Rus’a,Çin’e kanıp hemen azmasın,

Vatanı düşmana satmasın hocam.

Asıl muallimi peygamber olsun,

Kur’an-ı dinlesin yolunu bulsun,

İslâmın nuruyla yolunu bulsun,

Küfran çamuruna batmasın hocam…

Ey benim kardeşim!Kıymetli hocam.

Hepimiz insanız,kardeşiz tamam,

Ata yüreği bu darılma aman,

Bilal’im rayından çıkmasın hocam…

Bilal Işıklı

İSYANLI SÜKUT

Gitmişti makama arz-ı hal için

‘Bey’ dedi,yutkundu eğdi başını.

Bir azar yedi ki oldu o biçim..

‘Şey’dedi yutkundu,eğdi başını.

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı,

Gözler çakmak çakmak,benzi sapsarı.

Bir baktı konağa alttan yukarı,

‘Vay’ dedi,yutkundu eğdi başını.

Çekti ayakları kahveye vardı,

Açtı tabakasını sigara sardı.

Daldı..neden sonra garsonu gördü,

‘Çay’dedi,yutkundu,eğdi başını.

İçmedi,masada unuttu çayı;

Kalktı garsona vere parayı,

Uzattı çakmağı ve sigarayı,

‘Say’ dedi,yutkundu,eğdi başını.

Döndü gözlerinde bulgur bulgur yaş,

Sandım can evine döktüler ateş.

Sordum:’Memleket neresi gardaş?’

‘Köy’ dedi,yutkundu,eğdi başını.

Yurudu,kör-topal çıktı şehirden,

Ağzına küfürler doldu zehirden,

Salladı dilini..vazgeçti birden.

‘Oy’ dedi,yutkundu,eğdi başını…

NEFES

Hak yarattı seni bedene koydu

Her kanda gezersin bilirim nefes

Bu alıp vermeden hani kim doydu

Cana cansın diye muhtacım nefes….

…….

Geldin otağıma ağıtla girdin

Çektim de nefesi hayata erdim

Seninle Allah..hu seninle derim

Gidene dek benden razı ol nefes…

………

Gülenle gülerken bitmez dirisin

Seferde olana inler gibisin.

Ayrılık denince dönmez birisin

Rabbime kul için muhtacım nefes…

………

Sultan sarayında farkına ermez

Fakir sultan olsa bir kere vermez

Secdeye varırım yeter mi yetmez

Hakka doğrulmaya fırsat ver nefes…

……….

Bilemem ömürde ne sayıdasın

Rabbin ilminde can pazarındasın

Mevlanın emrinde hak yolundasın

Bizide yolundan ayırma nefes…

…………

Ah-vah edip yanmak neye yarar ki

Şu dünya nefese taç olamaz ki

Âsa Süleymana dayanamaz ki

Bedeni terk edip çıkmışsa nefes…

…………..

Alır Allah,derim hu kana kana

Son sözüm bu olsun sakın unutma

Yolculuk başlarken cennet vatana

NEVFEL’le birlikte gidesin NEFES…

AHMET NEVFEL ÖZÇELİK / 03-06-2005

Hazırlayan

MEHMET ÖZÇELİK




İLETİŞİM-SEVGİ

İLETİŞİM-SEVGİ

Hayattaki tüm problem ve sıkıntıların ana kaynağı dikenlerin çok oluşundan değil,güllerin azlığındandır.Güller gibi olan sevginin yerini alan,dikenler gibi olan nefretlerdir.

Problemlerin çokluğundan sıkıntı çekilmeyip,çözüm yollarının yokluğundan veya eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Hastalıklar,mikropların güçlülüğünden değil,bünyenin zafiyetinden ileri gelmektedir.

Salgın hastalıklar,böceklerin istilasından değil,bataklığın kurutulmamasından ileri gelmektedir.

İki türlü tedavi yöntemi vardır:1)Menfilikleri yok edip,dikenlere ve kötülüklere savaş açarak.

2)Güller dikip,gülleri arttırma yoluna giderek.

Âileden başlayıp tüm topluma doğru sâri bir hastalık gibi gelişen uyumsuzluk ve uygunsuzluklar da sevgi ve iletişimin eksikliğinden ileri gelmektedir.

Âiledeki boşanmalar tarafların birbirlerini anlamamaları,gerekli sevgi ve iletişimi kuramamalarından kaynaklanmaktadır.Zira daha sonraları bir aracı vasıtasıyla tarafların dinlenmesi sonucu ortaya çıkmaktadır ki;her iki tarafta,ben böyle bilmiyordum,böyle anlamıştım,hata etmişim,gibi mazeretleri dile getirecektir.

Her şey Sevgi,İlgi,Bilgi istemektedir.

Kâinat sevgi üzerine yaratılmıştır.

Sevginin yoğunlaşmış halis olan şefkat özellikle anne şefkati her şeye bedel,hiçbir şey istememektedir.Şefkatini ücretsiz ve karşılıksız verir.

Aşk ise bir bedel ister.Karşılık bekler.

Leyla’da Mevlâ’sını gören Mecnun,Aslı’da aslını gören Kerem,Şirin’de ballar balını bulan Ferhat hep bu aşk uğruna her türlü çekilmez,yakıcı çileye katlanmışlardır.

Maşuklarının aşkıyla deli divane olup çöllere düşmeyi,onları bulmaya yeğlemişlerdir.Onları bulup ateşlerinin sönmesine,arzularının bitmesine razı olmamışlar.Veysel karani gibi,hemen rasulullahın evinin yakınında olan mescide gidip görmemiş,o aşk mumunu söndürmeden sürekli yakmışlar,geçmişle gelecek arasında bir köprü oluşturmuşlardır.

Dostun evi gönüllerdir./Gönüller yapmaya geldim,diyen Yunus,Eline-Beline-Diline sahib ol,diyen Hacı Bektaş-ı Veli,Gel gel,her ne olursan ol,yine gel,diyen Mevlâna.Bir kişinin imanını selamette görürsem,cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım,zira vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur,diyen Bediüzzaman,Ya rab!Vücudumu cehennemde öyle büyült ki,ehli imana yer kalmasın,diyen Hz.Ebubekir;hep bu sevginin zirvedeki tezahürleridirler.

Gönül yapmak kâbe’yi yapmaktan üstün tutulmuş,gönül yıkmak kâbe’yi yıkmaktan daha büyük cürüm kabul edilmiş.Çünki gerçek nazargâh-ı ilâhi,mü’minin kalbidir.

Çocuklar saflıklarından,birbirleriyle kavga eder,biraz sonra barışırlar.

Özellikle bir asırdır memleketimizde ve dünyadaki kavgalar,bu saflığın kaybedilmesinden ve iletişimsizliktendir.

Osmanlı niye büyüktü? Harmanladığından değil mi?

Güzelliklerimizi harmanlayalım..harmanlar kuralım.

İletişim kavgaları kaldırır.

İlâhiyatın dışında İletişim fakültesini ve Pazarlamacık bölümlerini okumayı arzu etmişimdir.Tâ ki insanlarla daha iyi iletişim kurmayı bileyim,kopuklukları bağlayıp,ulaşımı tesis edeyim.Hatlarda meydana gelecek bir kopukluk tüm bağlantıları sekteye uğratır.Bağlantı yoluyla dünyanın her tarafıyla konuşup görüşen bir insan,o bağlantının kopması veya cızırtı çıkarması ile iletişimde kesikliğe uğrar.

İletişim ulaşımı,ulaşım tanımayı,tanıma da sevgiyi sağlar.

Pazarlamacılık ise;malını pazarlamak için gelen pazarlamacılar kimse ilgi duymasa bile beklerler,ilgi çekerler,çok iyi tanıtım yaparlar ve sonunda mutlaka satarlar.

Kendim de maddi değerlerle kıyaslanamayacak değerlerimizi satamamaktan şikayet etmekteyim.Demek ki pazarlama da meydana gelen bir eksiklik,ona olan ilgiyi de azaltmaktadır.

Bediüzzamanın da dediği gibi;Eğer biz doğru islâmiyeti ve islâmiyete layık doğruluğu ef’alimizle göstermiş olsak,sair dinlerin mensubları fevc fevc islâmiyete dehalet edeceklerdir.

Çorak,bir şeye yaramaz denilen bir tarladan bile bir netice alınırken,insandan neden alınmasın?Eksiklik çorak tarla kadar,ona suyu götürmeyen,gerekli işlemleri yapmayan da bulunmaktadır.

Maddi kalkınmada asır,iletişim asrıdır.Manevi kalkınmanın da yolu iletişimden geçer.

08-05-2003

Mehmet ÖZÇELİK




HANİFEN MÜSLİMEN

HANİFEN MÜSLİMEN

-BAKARA:”135. Ve dediler ki: Yahudi veya Hırıstiyan olunuz ki hidayete ermiş olasınız. De ki: Biz hânif olarak İbrahim’in milletine tâbi bulunmaktayız. O müşriklerden değildir.

-ÂL-İ İMRAN:”67. Şüphe yok ki İbrahim, ne yahudî idi, ne de hıristiyan idi. Fakat o Hânif idi, müslüman idi; müşriklerden de olmamıştı.

95. De ki: Allah Teâlâ doğru söylemiştir. Artık hanîf olan İbrahim milletine tabi olunuz. Ve o asla müşriklerden olmamıştır

-NİSA:” 135. Ey imân edenler!. Adaletle hakkiyle kaim. Allah için şahit kimseler olunuz. İsterse kendi şahıslarınızın veya ana-babanızın veya en yakınlarınızın aleyhine olsun, ister zengin veya fakir bulunsun. Çünki Allah Teâlâ onlara daha yakındır. Artık haktan dönerek nefse tâbi olmayınız. Ve eğer dilinizi eğer bükerseniz veya yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah Teâlâ işlediğiniz şeyden hakkıyle haberdardır.

-EN’AM:” 79. Ben muhakkak bir hânif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaradana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.

161. De ki, şüphe yok ki Rab’bim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine. İbrahim’in hânif olan dinine hidâyet buyurdu. Ve o ortak koşanlardan olmuş değildi.

-YUNUS.” 105. Ve yüzünü İslâmiyet’te sâbit (Hanif) olarak dine doğrult ve müşriklerden olma.

-NAHL:”120. Muhakkak ki İbrahim, -başlıca- bir ümmet idi. Allah’a itaat ediyordu, batıldan uzak idi ve müşriklerden olmuş değildi.

123. Sonra sana vahyettik ki, İbrahim’in dinine doğru yola yönelerek tâbi ol. Ve -O- asla müşriklerden olmadı.

RUM:”30. Artık yüzünü çevirerek -nezih bir müvehhit olarak- dine” Allah’ın yaradışına tut ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaradışı için değişiklik yoktur. İşte müstakîm olan din o’dur. Velâkin insanların çokları bilmezler.

-HAC:” 31. Adil kimseler olduğunuz. Allah için ortak koşmamış bulunduğunuz halde -o fenalıklardan kaçınınız- ve her kim Allah’a ortak koşarsa artık o sanki gökten düşmüşte kendisini kuşlar kapışmıştır veya onu rüzgâr uzak bir yere atıvermiştir, gibi bulunur.

-BEYYİNE:”5. Halbuki, onlar emr olunmadılar, ancak dini O’na has kılarak, hanifler olarak ibadet etsinler ve namazı dosdoğru kılsınlar ve zekâtı versinler -diye emrolunmuşlardır.- Ve işte en doğru din de budur.

21-05-2003

Mehmet ÖZÇELİK




EY RABBİM-EY RABBİMİZ

EY RABBİM-EY RABBİMİZ

Kur’an-ı Kerim-de Rabbi ifadesi 67 kere geçmektedir.Bi harfi cerriyle de 2 kere geçmektedir.

-FELAK:”1-De ki: Felakın -yaratılıp meydana getirilmiş olan şeylerin-Rab’bine sığınırım.”

-NAS:”1-De ki: İnsanların Rab’bine sığınırım.”

-BAKARA:”126. Şunu da zikret ki: İbrahim, Rabbim! Burasını bir emin belde kıl, ahalisini Allah’a ve âhiret gününe îman etmiş olanları da meyvelerden rızıklandır, demiştir.”

-260. Ve o vakti de yâdet ki. İbrahim, Yarabbi!. Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster demiş, -Cenâb-ı Hak da- inanmadın mı?, diye buyurmuştu. O da evet… İnandım, fakat kalbim mutmain olsun için demiş. Allah Teâlâ: Kuşlardan dört tanesini tut da onları kendine çevir sonra her dağ üzerine onlardan birer parça at, sonra da onları çağır, sana koşarak gelirler ve bil ki Allah Teâlâ şüphe yok azizdir, hakimdir diye buyurmuştur.”

-ÂL-İ İMRAN:”35. Hatırla ki, İmranın eşi: Ey Rabbim! Ben karnımda olanı azadlı bir köle olarak sana adadım. İmdi bunu benden kabul buyur. Şüphe yok ki hakkiyle işidici sensin, kemâliyle bilici sensin, demişti.

-36. Vaktaki çocuğunu dünyaya getirdi, dedi ki: Ey Rabbim! Ben onu kız olarak doğurdum Allah Teâlâ ise onun ne doğurduğunu daha ziyade bilir. Halbuki erkek, dişi gibi değildir. Ve ona Meryem adını verdim. Ve ben onu ve onun zürriyetini koğulmuş olan şeytandan senin himayene ısmarladım.

-38. O vakit Zekeriya’ Rabbine dua ederek dedi ki: Ey Rabbim! Bana kendi tarafından pek temiz bir zürriyet bağışla. Şüphe yok ki, sen duayı hakkiyle işitîcisin.

-40. Dedi ki: Ey Rabbim! Bana bir oğul nasıl olabilir ki, bana hakikaten ihtiyarlık yetişti. Eşim ise kısırdır. Buyurdu ki, öyledir. – Fakat- Allah Teâlâ dilediğini yapar.

-41. Dedi ki: Ey Rabbim! Benim için bir alâmet kıl. Buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlar ile bir işaretten başka üç gün konuşamamandır. Maamafih rabbini çokça zikret ve akşam, sabah namaz kıl.

-47. Dedi ki. Ey Rabbîm! Bana çocuk nereden olabilir! Halbuki bana bir insan dokunmamıştır. Buyurdu ki, öyledir. Allah Teâlâ neyi dilerse yaratır. Bir şeyi murat edince ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.”

-MAİDE:”25. Dedi ki: Yarabbi!. Şüphe yok ki, ben kendi nefsini ile kardeşimden başkasına sâhip olamam, artık bizim aramızla o fasıklar olan kavmin arasını ayır.”

-A’RAF:”143. Ne zaman ki, Musa bizim tayin ettiğimiz vakte geldi ve Rabbi onunla konuştu, dedi ki: Ey Rabbim!. Bana varlığını göster sana bakayım. -Cenab’ı Hak da- buyurdu ki: Sen beni katiyyen göremezsin. Fakat dağa bir bak, eğer yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin. Hemen Rab’bi dağa tecelli edince onu parça parça etti. Musa da baygın bir halde düşüp kaldı. Vaktaki, ayıldı, dedi ki: Seni tenzih ederim, sana tövbe ettim ve ben imân edenlerin ilkiyim.

-151. Dedi ki: Ey Rabbim!. Beni de kardeşimi de bağışla ve bizi rahmetine kabul et. Ve sen merhamet edenlerin en merhametlisisin.

-155. Ve Musa kavminden yetmiş erkeği tayin ettiğimiz vakit için seçmişti. Ne zaman ki, onları yıldırım yakaladı, dedi ki: Ey Rabbim!. Eğer dilese idin onları ve beni daha evvel helâk ederdin. Bizden bir takım beyinsizlerin yaptıkları şey sebebiyle bizi helâk eder misin?. Bu ancak senin bir imtihanındır, bununla dilediğini saptırırsın ve sen dilediğini hidâyete kavuşturursun. Sen bizim dostumuzsun, artık bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en hayırlısısın.”

-HUD:”45. Ve Nuh Rab’bine seslendi de dedi ki: Ey Rabbim!. Şüphe yok, oğlum benim ailemdendir ve muhakkak ki, senin vâdin haktır ve hakimlerin hâkimi sensin.

47. Dedi ki: Ey Rab’bim!. Ben senden hakkında bilgim olmayan bir şeyi sormaktan şüphe yok ki, ben sana sığınırım ve eğer benim için mağfiret etmez ve beni esirgemezsen ben ziyana uğrayanlardan olurum.”

-YUSUF:”33. -Yûsuf- dedi ki: Rab’bîm!. Benim için zindan, beni kendsine dâvet ettikleri şeyden daha sevgilidir. Ve eğer beden onların hilelerini bertaraf etmez isen onlara meyleder ve câhillerden olmuş olurum.

-101. Ya Rabbi!. Muhakkak ki, sen bana mülkten verdin ve hâdiselerin bir kısım yorumunu bana öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı!. Benim dünyada da âhiretde de veliyyi nîmetim sensin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat.”

-İBRAHİM:”35. Ve hatırla o zamanı ki, İbrahim demişti: Ey Rabbim!. Bu şehri emniyetli kıl, ve benî ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak bulundur.

36. Ey Rabbim!. Muhakkak ki onlar insanlardan bir çoklarını saptırdılar. İmdi her kim bana tâbi olursa şüphe yokki, o bendendir ve kim bana isyan ederse artık muhakkak ki, sen çok yarlığayıcısın, çok esirgeyicisin.

40. Ey Rabbim!. Beni ve neslimden olanı da namazı devamlı kılanlardan eyle. Ey Rab’bimiz!. Ve duamı kabul buyur..”

-HİCR:”36. -Şeytan da- dediler ki: Ey Rabbim!. Öyle ise kabirlerinden kaldırılacakları güne kadar bana mühlet ver.

39. -Şeytan- dedi ki: Yarabbi!. Beni azdırdığından dolayı ben de her halde onlar için yeryüzünde süsleyeceğim ve onların hepsini azdıracağım.”

-İSRA:”24. Ve ikisi için merhametten tevazu kanadını indir ve de ki:Yarabbi!. İkisine de merhamet buyur. Nasıl ki, onlar beni çocuk iken besleyiverdiler.

80. Ve de ki, Yarabbi!. Beni gireceğim yere dürüstlükle girdir ve beni çıkacağım yerden dürüstlükle çıkar ve benim için kendi tarafından bir yardımcı kuvvet -nasip- kıl.”

-MERYEM:”4. Demişti ki: Yarabbi!. Muhakkak benim kemiklerim zayıflattı, başımın tüyü de tutuştu, ve Rabbim!. Sana ne dua ettim ise mahrum kalmadım.

6. Hem bana vâris olsun hem de Yakub hanedanına vâris olsun ve Rabbim!. Onu katında rızaya mazhar buyur.

8. Dedi ki: Yarabbi!. Bana nereden bir oğul olabilir?. Eşim ise kısır olmuştur. Ben de ihtiyarlıktan son yaşa yetişmiş oldum.

10. Dedi ki: Yarabbi!. Benim için bir alâmet kıl. Buyurdu ki: Senin alâmetin, sen sapsağlam olduğun halde insanlar ile üç gece konuşmaya muktedir olamamandır.”

-TAHA:”25. Musa dedi ki: Yarabbi!. Benim göğsüme genişlik ver.

84. Dedi ki: Onlar da beni takibetmektedirler. Ve Rabbim ben senin için acele ettim ki, -benden- razı olasın.

114. Artık şüyhe yok ki, gerçek hükümdar olan Allah Teâlâ pek yücedir. Ve sana vahyedilmesi tamam olmadan evvel Kur’an’ı okumakta acele etme ve de ki: Yarabbi!. Benim için ilmi artır.

125. Der ki: Yarabbi!.Ne için beni kör olarak haşrettin ve halbuki, ben görücü idim.”

-ENBİYA:”89. Ve Zekeriya’yı da -an- o vakit ki, Rabbine nidâ etti. Yarabbi!. Beni yalnız bırakma, sen vârislerin hayırlısısın -dedi-.

112. Dedi ki: Yarabbi!. Hak ile hükmet. ve bizim çok esirgeyici olan Rabbimizdir. Ancak sizin vasf edegeldiklerinize karşı kendisinden yardım istenilecek olan -zat-“Enbiya.

-MÜ’MİNUN:”26. -Hazreti Nuh da- dedi ki: Yarabbi!. Bana yardım et, onların beni tekzib etmelerine karşı.

29. Ve de ki: Yarabbi!, beni bir mübarek yere indir ve sen indirenlerin en hayırlısısın.

39. – O Peygamber de- dedi ki: Yarabbi!, beni tekzib ettikleri için bana yardım et.

93. De ki: Yarabbi!. Eğer onlara yapılan tehdidi bana herhalde gösterecek isen..

94. Yarabbi!, beni o zalimler olan kavmin içinde bulundurma.

97. Ve de ki: Yarabbi!. Ben sana şeytanların vesveselerinden sığınırım!.

98. Ve yarabbi!, sana sığınırım, onların huzuruma gelmelerinden.

99. Nihayet onlardan birine ölüm gelince derki: Yarabbi!. Beni geri gönderin.

118. Ve de ki: Yarabbi!. Mağfiret ve rahmet buyur ve sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”

-FURKAN:”30. Ve Peygamber dedi ki: Yarabbi!. Şüphe yok benim kavmim bu Kur’an’ı büsbütün terkettiler.”

-ŞUARA:”12. Dediki: Yarabbi!. Şüphe yok ki, beni yalanlayacaklarından korkarım.

83. Yarabbi!. Bana bir hikmet bahşet ve beni iyilerin arasına kat.

117. -Nuh Aleyhisselâm- dedi ki: Yarabbi!. Şüphe yok ki, kavmim beni yalanladılar.

169. Yarabbi!. beni ve ehlimi onların yapa geldikleri şeyden kurtar.

– NEML:”19. -Hz. Süleyman- Artık onun sözünden gülercesine tebessüm etti ve dediki: Yarabbi!. Bana ilham buyur, bana ve anama babama vermiş olduğun nimetine şükredeyim ve senin razı olacağın iyi amelde bulunayım ve beni rahmetinle iyi olan kullarının arasına kat.

44. Ona denildi ki saraya gir. Ne zamanki onu gördü, onu derin bir su sandı, iki baldırını açıverdi. -Hz. Süleyman- dedi ki: O hakikaten billûrdan döşenmiş, düz, açık bir yerdir. -Kadın da- dedi ki: Yarabbi! ben nefsime zulmettim ve Süleyman ile beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.

-KASAS:”16. Dedi ki: Yarabbi! Ben şüphe yok ki, nefsime zulmettim, artık beni bağışla. Bunun üzerine onu bağışladı. Muhakkak ki, çok bağışlayan, çok merhamet buyuran O’dur, O.

17 Dedi ki: Ey Rabbim!.. Bana verdiğin nimetler hakkı için artık ben suçlular için asla arka çıkmam.

21. Bunun üzerine -Hz. Musa’da- oradan korkarak ve gözetleyerek çıktı. “Ey Rabbim! Beni o zalim olan kavimden kurtar” dedi.

24. Bunun üzerine Musa ikisi için suvarıverdi, sonra gölgeye çekildi de dedi ki: Yarabbi! Şüphe yok ki, bana indireceğin bir hayra muhtacım.

33. Dedi ki: Ey Rabbim!. Muhakkak ben, onlardan bir şahsı öldürdüm, artık korkarım ki, beni öldürürler.”

-ANKEBUT:”30. Dedi ki: Ey Rabbim!. O fesatçılar topluluğuna karşı bana yardım eyle.”

-SAFFAT:”-100. Yarabbi!. Bana sâlihlerden -bir çocuk- ihsan buyur.

SAD:”35. Dedi ki: Yarabbi!. Beni bağışla ve bana bir mülk ver ki, benden sonra hiçbir kimseye lâyık olmasın. Şüphe yok ki, sensin çok bağışlayan sensin.

79. -İblis de- dedi ki: Yarabbi!. Öyle ise bana tekrar diriltilecekleri güne kadar mühlet ver.”

-ZUHRUF:”88. Ve O’nun yarabbi!. Muhakkak ki, onlar îman etmez bir kavimdir, demesi de Allah katında bilinmektedir.”

-AHKAF:”15. Ve biz insana anasına ve babasına iyilik etmeyi tavsiye ettik. Onu anası zahmetle yüklendi ve onu zahmetle doğurdu, onu bu yüklenilmesi ve sütten kesilmesi -müddeti- ise otuz aydır. Nihâyet reşit olacağı zamana erip kırk seneye bâliğ olunca dedi ki: Yarabbî!. Beni muvaffak kıl, bana ve anam ile babama lütuf etmiş olduğun nîmetine şükredeyim ve razı olacağın bir güzel amelde bulunayım ve zürriyyetim hakkında da benim için iyilik nasîp buyur. Şüphe yok ki, ben sana -günahlarımdan- tevbe ettim ve muhakkak ki, ben müslümanlardanım.”

-MÜNAFİKUN:”10. Ve size rızk olarak verdiğimiz şeylerden harcamada bulunun, birinize ölüm gelmesinden, artık Yârabbi!. Beni bir yakın müddete kadar tehir etse idi de sadaka verse idim ve sâlihlerden olsa idim demesinden evvel.”

-TAHRİM:”11. Ve Allah, îman etmiş olanlara, Fir’avun’un eşini bir misâl olarak getirmiştir. O vakit ki, -o kadın şöyle- demişti: Yârabbi!. Benim için ilâhî katında, cennette bir ev yap ve beni Fir’avun’dan ve onun amelinden kurtar ve beni zâlimler olan kavimden kurtar.”

-NUH:”5. Dedi ki: Yârabbi!. Ben kavmimi hakikaten gece ve gündüz dâvet ettim.

21. Nûh dedi ki: Yârabbi.. Şüphe yok ki: Onlar bana isyan ettiler ve malı ve evlâdı kendisine hüsrândan başka bir şey arttırmayan kimseye tâbi oldular.

26. Ve Nûh dedi ki: Yârabbi!. Yeryüzünde kâfirlerden bir şahıs bırakma.

28. Yârabbi!. Bana ve babama, anama ve hâneme mü’mîn olarak giren kimseye ve mü’min erkekler ve mü’mîn kadınlara mağfiret buyur ve zâlim için helâkten başkasını arttırma.”

-Rabbena (üstün-esre-üstün haliyle) Ey Rabbimiz- ifadesi 111 defa geçmektedir.

-BAKARA:”127. Hatırla ki. İbrahim Beytullah’ın temellerini İsmail ile beraber yükseltiyor, ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur, şüphe yok ki sen işitensin ve bilensin, diyordu.

128. Ey Rabbimiz! Bir de bizleri sana iki ihlaslı müslüman kıl. Ve zürriyetimizden de senin için bir müslüman ümmet -vücude getir- Ve bizlere haccın usulünü göster, tövbelerimizi de kabul buyur. Şüphe yok ki sen tevbeleri kabul edensin, merhametlisin diye de duada bulunuyordu.

129. Ey Rabbimiz! Onların arasında onlardan bir Peygamber gönder ki, onlara âyetlerini okusun. Onlara kitap ve hikmet öğretsin. Ve onları temiz bir hale getirsin. Şüphe yok ki sen evet sen azizsin, hikmet sahibisin.

139. -Rasûlüm!- de ki: Allah hakkında bizimle mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki o bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve bizim amellerimiz bize aittir, sizin amelleriniz de size aittir. Ve bizler ancak onun ihlaslı kullarıyız.

200. Sonra hacca ait ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman babalarınızı zikrettiğiniz gibi veya daha ziyade olarak Allah Teâlâ’yı zikrediniz. İmdi insanlardan öylesi vardır ki: Ey Rabbimiz bize -nasibimizi- dünyada ver der. Bunun için âhirette bir nasip yoktur.

201. Ve insanlardan öylesi vardır ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir iyilik ve âhirette de bir iyilik ver ve bizi ateş azabından koru der.

250. Vaktaki Câlut ile askerlerine karşı meydana çıktılar, dediler ki: Ey Rabbimiz!. Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl ve bizlere o kâfirler güruhu üzerine yardım ver.

285. Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene imân etti, mü’minler de hepsi de Allah Teâlâ’ya ve onun meleklerine, kitablarına ve peygamberlerine imân etti. Biz Allah Teâlâ’nın peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırmayız – dediler. Ve biz dinledik, İtaat da ettik, mağfiretini dileriz. Ey Rabbimiz -diye niyâz ettiler-.

286. Allah Teâlâ bir kimseye gücünden başkasını teklif buyurmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehinedîr. Ve kazandığı kötülük de kendi aleyhinedir. Ey Rabbimiz!.. Eğer unuttuk ise veya hatâ ettik ise bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz!. Ve bize bizden evvelkilere yüklemiş olduğun gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz!. Bizim için kendisine takat bulunmayan bir şey de yükleme. Ve bizden af buyur ve bizim için mağfiret buyur ve bizlere merhamet kıl, sen bizim mevlâmızsın. Artık kâfirler olan kavim üzerine bizlere yardım et.

-ÂL-İ İMRAN:”7. O Yüce Mabud ki, senin üzerine Kur’ânı indirdi. Ondan bir kısmı muhkem âyetlerdir ki, onlar o kitabın aslıdır. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Artık kalblerinde eğrilik bulunan kimseler fitne aramak ve onu tevil arzusunda bulunmak için o kitaptan müteşabih olanına tâbi olurlar. Halbuki, onun tevilini Allah Teâlâ’dan başkası bilemez. İlimde rüsuh sâhibi olanlar ise “Biz ona îman ettik, hepsi de Rabbimizin katındandır derler. -Bunları- tam akıllı zatlardan başkası düşünemez…

8. Ey Rabbimiz!. Bizlere hidâyet buyurduktan sonra kalplerimizi -haktan- saptırma ve kendi Yüce katından bizlere bir rahmet bağışla. Şüphe yok ki çok bağış yapan ancak sensin.

9. Ey Rabbimiz!. Şüphe yok ki insanları kendisinde şüphe olmayan bir gün için toplayan ancak sensin, şüphe yok ki. Allah Teâlâ sözünden dönmez.

16. Onlar ki. Ey Rabbimiz! Biz muhakkak îman ettik, artık bizim için günahlarımızı bağışla ve bizleri o ateş azâbından koru, derler.

53. Rabbimiz! İndirdiğine inandık, ve peygambere tâbi olduk, artık bizleri şahitler ile beraber yaz.

147. Ve onların sözleri başka değil, şöyle demekten ibaretti. Ey Rabbimiz!. Bizim için günahlarımızı ve işlerimizdeki israflarımızı mağfiret buyur ve ayaklarımızı sabit kıl ve bizlere kâfirler gürûhu üzerine zafer ver.

191. Onlar ki, ayakta iken de, otururken de ve yanları üzerine yatarlarken de Allah Teâlâ’yı zikrederler ve göklerin ve yerin yaradılışı hakkında tefekkürde bulunurlar. İşte onlar şöylece tesbih ve duada bulunur dururlar. Ey Rabbimiz!. Sen bunları boşuna yaratmadın, Sen yücesin, artık bizleri ateş azabından koru…

192. Ey Rabbimiz!. Sen kimi o ateşe sokarsan şüphesiz onu hakir ve zelil edersin. Ve zalimler için yardımcılar da yoktur.

193. Ey Rabbimiz!. Biz, Rabbinize imân ediniz diye imâna çağıran bir davetçi işittik, hemen imân ettik. Ey Rabbimiz!. Artık günahlarımızı bize bağışla ve bizim kusurlarımızı bizden ört ve bizleri iyi kullar ile beraber öldür.

194. Ey Rabbimiz!. Peygamberlerine karşı bizlere va’d ettiklerini bizlere ihsan buyur. Ve bizleri kıyamet gününde rezil etme. Şüphe yok ki, sen verdiğin sözden dönmezsin.

-NİSA:”75. Ve sizin için ne var ki, Allah Teâlâ’nın yolunda ve erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan zaafa düşürülmüş olan bir takım bi-çareler uğrunda savaşta bulunmayasınız?. Onlar ki: Ey Rabbimiz! Bizi şu ahalisi zâlim olan şehirden çıkar ve bizim için kendi ta-rafından bir koruyucu gönder ve bizim için kendi katından bir yardımcı tâyin buyur diye niyâz etmektedirler.

77. O kimseleri görmez misin ki, onlara: Ellerinizi çekiniz ve na-maz kılınız, zekât veriniz denilmişti. Vaktaki üzerlerine cihat yazıldı, o zaman içlerinden bir takımı. Allah Teâlâ’dan korkarcasına veya daha fazla insanlardan korkar oldular. Ve onlara: Ey Rabbimiz!. “Ne için üzerimize cihadı yazdın? Ne olurdu bizi yakın bir müddete kadar tehir etseydin” dediler. De ki: Dünyanın faidesi pek azdır, âhiret ise takva sahibi olanlar için elbette hayırlıdır. Ve siz kıl kadar zulme uğramayacaksınızdır.

-MAİDE:”83. Ve Peygambere indirilmiş olanı dinledikleri zaman hakkı bildiklerinden dolayı onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Derler ki: Ey Rabbimiz!. İmân ettik, artık bizi -hakka- şâhit olanlar ile beraber yaz.

84. Ve biz ne için Allah Teâlâ’ya ve bize hak’tan gelene imân etmeyelim? Halbuki biz ümit ederiz ki, Rabbimiz bizi sâlihler olan kavim ile beraber -cennete- soksun.

114. Meryem’in oğlu İsa dedi ki: Ey Allah!. Ey bizim Rabbimiz!. Bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki, bizim geçmişimiz ve geleceklerimiz için bir bayram ve senden bir âyet olsun ve bizi rızıklandır ve sen rızık verenlerin en hayırlısısın.

-EN’AM:”23. Sonra onların çâresi, Vallahi ey Rab’bimiz!. Bizler müşriklerden olmadık, demekten başka olmayacak.

27. Ve -onları- ateşin üzerine durdurulup da: “Eyvah bize ne olurdu bir geriye çevrilseydik ki, Rab’bimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık” dedikleri zaman bir görecek olsan.

30. Ve -onları- görecek olsan Rablerinin huzuruna durduruldukları zaman!. Buyuracak ki: “Şu hak değil miymiş?..” onlar da: “evet. Rab’bimize andolsun ki,” diyecekler. -Cenâb-ı Hak’ta- “o halde azâbı tadınız, küfreder olduğunuz şeyler sebebiyle” diye buyurmuş olacaktır.

128. Ve o gün ki, -Allah Teâlâ- onların hepsini bir araya toplayacaktır. Ey cin taifesi!. İnsanlardan birçok kimseler edindiniz -diye buyuracak-. Onların insanlardan dostları olanlar da: Ey Rab’bîmiz!. Bizim bâzımız bâzımızdan faydalandık ve bizim için tâyin ettiğin süreye ulaştık, diyecekler. Cenâb-ı Hak da buyuracak ki: Ateş sizin karargâhmızdır, on’da ebediyen kalacaksınız, ancak Allah Teâlâ’nın dilediği müstesnâ. Şüphe yok ki, senin Rab’bin hikmet sahibidir, bilendir.

-A’RAF:”23. Dediler ki: Ey Rabbimiz!. Biz kendi nefislerimize zulm ettik, ve eğer bizi bağışlamaz ve merhamet buyurmaz isen elbette biz zarara uğramışlardan oluruz.

38. Buyurur ki: Siz de sizden evvel insan ve cinden gelip geçmiş olan ümmetlerin arasında cehenneme giriniz. Her ne zaman bir ümmet girdikçe yoldaşına -kendi dindaşına- lânet eder. Nihâyet hepsi oraya girip birbirine katılınca sonrakiler öncekiler için diyecekdir ki: Ey Rabbimiz!. Onlar bizi sapıttılar, artık onlara ateşten iki kat azap ver. -Cenâb-ı Hak da- buyuracak ki: Hepinize kat kat azap vardır. Lâkin siz bilmezsiniz.

43. Ve biz onların göğüslerinde kinden her ne var ise hepsini söküp atmışızdır. Onların altlarından ırmaklar akar ve derler ki: O Allah Teâlâ’ya hamdolsun ki, bizi hidayetle buna kavuşturdu. Eğer Allah Teâlâ bize hidâyet etmeseydi biz kendi kendimize hidâyete eremezdik. Muhakkak ki, Rabbimizin peygamberleri hak ile geldiler. Ve onlara işte bu cennettir ki, siz buna -salih- amelleriniz sebebiyle vâris oldunuz, diye nidâ olunacaktır.

44. Ve cennet ashabı, cehennem ehline nidâ edip: Rabbimizin bize vâd ettiğini biz şüphe yok ki hak bulduk, siz de Rabbinizin vâd ettiğini hak buldunuz mu?. Diye soracaklar. Onlar da: Evet… Diyecekler. Derken aralarında bir çağırıcı: Allah Teâlâ’nın lâneti zâlimlerin üzerinedir, diye nidâ etmiş olacaktır.

47. Ve onların gözleri ateş ehli tarafına çevrildiği zaman da: Rabbimiz!. Bizi zâlimler topluluğu ile beraber kılma derler..

53. Onlar onun te’vilinden başkasını beklerler mi?. Onun te’vîli geldiği gün ise onu evvelce unutmuş olanlar diyecektir ki: Muhakkak Rabbimizin Peygamberleri hakkı getirmişlerdir. İmdi bizim için şefaatçilerden kimse var mıdır ki, bize şefaat ediversinler veyahut geri döndürülür müyüz ki, yaptığımız şeylerin başkasını yapıverelim. Şüphe yok ki, onlar nefislerini ziyâna uğratmışlardır. Ve o iftira ettikleri şey de onlardan çıkıp gitmiştir.

89. Eğer Allah Teâlâ bizi ondan kurtardıktan sonra sizin dininize dönersek muhakkak Allah’a karşı yalan yere iftira etmiş oluruz. Bizim için ondan dönmek olamaz. Ancak Rabbim olan Allah Teâlâ dilemiş o başka. Rabbimiz herşeyi ilmiyle kuşatmıştır. Allah Teâlâ’ya tevekkül etmişizdir. Ey Rabbimiz!. Bizim aramızla kavmimizin arasında hak ile hikmet, ve sen hükmedenlerin en hayırlısısın.

125. Dediler ki: Biz şüphe yok Rab’bimize dönüvericileriz.

126. Ve bizden intikam alman da başka değil, ancak biz Rabbimizin âyetleri geldiği zaman onlara imân ettiğimizden dolayı. Ey Rabbimiz!. Üzerimize sabır yağdır ve bizleri müslümanla olarak öldür.

149. Ne zaman ki pişmanlığa düştüler ve kendilerinin hakikaten doğru yoldan çıkmış olduklarını gördüler, dediler ki: Eğer bize Rab’bimiz merhamet etmezse ve bizi bağışlamazsa elbette büyük bir ziyâna uğramışlardan olacağız.

-YUNUS:” 85. Onlar da dediler ki: Allah Teâlâ’ya itimat ettik. Ey Rabbimiz!. Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma.

88. Musa da dedi ki: Ey Rab’bimiz!. Şüphe yok ki, sen Firavun’a ve onun cemaatine dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. Ey Rab’bimiz!. Senin yolundan saptırsınlar diye. Ey Rabbimiz!. Onların mallarını mahvet ve kalplerinin üzerini şiddetle mühürle. Tâki: Onlar acıklı azâbı görünceye kadar imân etmesinler.

-İBRAHİM:”37. Ey Rabbimiz!. Ben neslimden bazısını senin Beyti Haremin yanındaki ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz!. Namazı dosdoğru kılsınlar diye. Artık insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyleder kıl ve onlara meyvelerden rızık ver. Umulur ki, onlar şükr ederler.

38. Ey Rab’bimiz!. Şüphe yok ki, sen bizim gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Ve Allah Teâlâ’ya ne yerde ve ne de gökte hiçbir şey gizli kalamaz.

40. Ey Rabbim!. Beni ve neslimden olanı da namazı devamlı kılanlardan eyle. Ey Rab’bimiz!. Ve duamı kabul buyur..

41. Ey Rab’bimiz!. Hesap olunacağı gün beni, anamı, babamı ve müminleri bağışla.

44. Ve insanları korkut, o azabın kendilerine geleceği bir gün ile ki, o zalim olanlar diyeceklerdir ki; Ey Rab’bimiz!. Bizi bir yakın vakite kadar tehir et, senin davetine uyalım, ve Peygamberlere tâbî olalım. -Onlara denilecektir ki- “sizin için bir zevâl yoktur” diye siz evvelce yemin etmiş değil mi idiniz?

-NAHL:”86. Ve müşrikler ortak koşmuş oldukları şeyleri görünce diyeceklerdir ki: Ey Rab’bimiz!. Bunlar seni bırakıp da bizim kendilerine tapmış olduğumuz ortaklarımızdır. Bunlar da onlara söz atarlar ki: Muhakkak siz yalancılarsınızdır.

-İSRA:” 108. Ve derler ki: Rabbimizi takdis ve tenzih ederiz. Rabbimizin vadi hakikaten yerine getirilir.

-KEHF:”10. O vakit ki, o gençler mağaraya sığındılar da dediler ki: Ey Rabbimiz!. Bize kendi katından bir rahmet ver ve bizim için işimizden dolayı bir muvaffakiyet hazırla.

14. Ve onların kalplerini kuvvetlendirdik, o vakit ki: Kıyam ettiler de dediler ki: Bizim Rab’bimiz, göklerin ve yerin Rab’bidir, ondan başkasına bir ilâh diye tapamayız. Diyecek olsak elbette ki, haktan pek uzak bir söz söylemiş oluruz.

-TAHA:”45. Dediler ki: Ey Rabbimiz!. Muhakkak biz korkarız ki, ya üzerimize şiddetle saldırır veya haddi tecavüz eder.

50. – Hz. Musa- dedi ki: Rabbimiz o zattır ki, her şeye hilkatini vermiş, sonra da doğru yolu göstermiştir.

73. Muhakkak biz Rabbimize imân ettik ki, bizim için hatalarımızı ve bizi üzerine zorladığın sihirden dolayı yarlığasın. Ve Allah hayırlıdır ve ebedîdir.

134. Ve eğer biz onları ondan evvel bir azab ile helâk etmiş olsa idik, elbette diyeceklerdi ki: Ey Rabbimiz!. Bize bir Peygamber göndermeli değil mi idin ki, bir zillete ve rüsvaylığa düşmeden evvel senin âyetlerine tâbi olsa idik?

-ENBİYA:”112. Dedi ki: Yarabbi!. Hak ile hükmet. ve bizim çok esirgeyici olan Rabbimizdir. Ancak sizin vasf edegeldiklerinize karşı kendisinden yardım istenilecek olan -zat-

-HAC:”40. Onlar ki, haksız yere, ancak Rabbimiz Allah’tır, demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar. Eğer insanların bazılarını bazıları ile Allah’ın defetmesi olmasa idi manastırlar, kilisler, havralar, ve içlerinde Allah’ın adı çok zikredilen mescitler elbette ki, yıkılırdı, ve elbette ki Allah kendi dinine yardım edenlere yardım eder. Şüphe yok ki, Allah elbette pek kuvvetlidir, pek izzetlidir.

-MÜ’MİNUN:”106. Diyeceklerdir ki: Ey Rabbimiz!, bizim üzerimize azgınlığımız galip geldi ve biz sapıtmışlar olan bir kavim olduk.

107. Ey Rabbimiz!, bundan bizleri çıkar, İmdi bir daha dönersek artık şüphe yok ki, biz zalim kimseleriz.

109. Çünkü kullarımdan bir zümre var idi ki, “Ey Rabbimiz!. Sana îmân ettik, artık bizi yarlığa ve bize merhamet buyur ve sen rahmet edenlerin elbette hayırlısısın” derlerdi

-FURKAN:”21. Ve bize kavuşmayı ümit etmeyenler dedi ki: Bizim üzerimize melekler indirilmeli değil mi idi?. Veya Rabbimizi görmeli idik. Andolsun ki, -onlar- nefislerinde bir büyüklük görmüşlerdir ve büyük bir azgınlık ile azgınlıkla bulunmuşlardır.

65. Ve onlar ki: Ya rabbena!. Bizden cehennem azabını defet derler. Şüphe yok ki, onun azabı, bertaraf olmayan bir hüsrandır.

74. Ve onlar ki: “Ey Rabbimiz”! Bize eşlerimizden ve zürriyetlerimizden gözler aydınlığı ihsan et ve bizi takva sahiplerine iman kıl derler.

-ŞUARA:”50. O iman edenler de – dediler ki: Zararı yok, şüphesiz ki, biz Rabbimize dönücüleriz.

51. Biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı bizim için hatalarımızı Rabbimizin bağışlayacağını ümid ederiz.

-KASAS:” 47. Ve eğer kendi elleriyle takdim ettikleri -günahları- sebebiyle kendilerine bir musibet isabet edip de: Ey Rabbimiz!. Bize bir Resûl göndermeli değil mi idin ki, artık âyetlerine tâbi olup da müminlerden olsa idik, diyecek olmasalardı -onlara Resûl gönderilmezdi-.

53. Ve olara karşı -Kur’anı – okuduğu zaman dediler ki: Buna biz îmân ettik. Şüphe yok ki, bu Rabbimizden -gelen- hak -bir kitaptır. Şüphe yok ki, biz bundan evvel müslüman olmuştuk.

63. Aleyhlerine söz hak olanlar diyeceklerdir: Ey Rabbimiz!. Şunlar kendilerini saptırmış olduğumuz kimselerdir. Biz onları, kendi sapıttığımız gibi saptırdık -onlardan- uzaklaştık. Sana -sığınırız- onlar bize tapar olmadılar.

-SECDE:”12. Görecek olsan o vakit ki, günahkârlar Rab’lerinin huzurunda başlarını eğmiş oldukları hâlde ey Rab’bimiz!. Gördük ve işittik, artık bizi geri çevir. Bir sâlih amel işleyelim. Şüphe yok ki, biz kat’î surette inanmışlarız. -derler-.

-AHZAB:” 67. Ve demiş -olacak- lardır ki; Yarabbi!. Muhakkak biz reîslerimize ve büyüklerimize, itaat ettik. Artık onlar da bizi doğru yoldan saptırdılar.

68. Ey Rabbimiz!. Onlara azaptan iki katını ver ve onları pek büyük bir lânet ile lânete uğrat.

-SEBE’:”19. Fakat onlar: “Ey Rab’bimiz. Bizim seferlerimizin arasını uzaklaştır” dediler ve nefslerine zulmettiler. Artık biz de onları dillere destan ettik ve onları büsbütün parçalamakla parçaladık. Şüphe yok ki, bunda her bir sabr eden, şükr eyleyen için elbette ibretler vardır.

26. Deki: Rab’bimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızı hak ile açacaktır. Ve O, öyle hakîmdir, öyle hakkıyla alîmdir.

-FATIR:”34. Ve diyeceklerdir ki, Hamd O Allah’a olsun ki, bizden üzüntüyü giderdi. Şüphe yok ki, bizim Rab’bimiz, çok yarlığayıcı ve şükrü kabul edicidir.

37. Ve onlar orada feryat ederler ki, Ey Rab’bimiz!. Bizi çıkar, yapar olduğumuzdan başka sâlih amelde bulunalım, -onlara denilir ki:- Ya sizi düşünüp anlayacak kimsenin kendisinde düşünebileceği -bir müddet- kadar yaşatmadık mı?. Ve size korkutucu geldi, şimdi -azabı- tadın, artık zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.

-YASİN:”16. -O elçiler de- dediler ki: Rabbimiz bilir ki, muhakkak bizler sizin için elbette gönderilmiş elçileriz.

-SAFFAT:”31. Artık hepimizin üzerine Rab’bimizin sözü hak oldu. Şüphe yok ki, bizler, elbette -azabı- tadıcı kimseleriz.

-SAD:”16. Ve dediler ki: Ey Rab’bimiz!. Bizim için amel defterimizi hesap gününden evvel çabukça ver.

61. Derler ki: Ey Rab’bimiz!. Bize bunu kim sundu ise imdi onun için ateşte azabı kat kat arttır.

-ĞAFİR:”7. Arşı yüklenmiş olanlar ve onun etrafında bulunanlar, Rab’lerini hamd ile tesbîhte bulunurlar ve O’na imân ederler ve imân etmiş olanlar için af dilerler. Yarabbi!. Sen herşeyi rahmet ile ilm ile kuşatmışsındır. Artık tövbe etmiş, senin yoluna tâbi olmuş olanları bağışla ve onları cehennem azabından koru diye niyâzda bulunurlar-.

8. Ey Rab’bimiz!. Ve onları, kendilerine vâ’d buyurmuş olduğun Adn Cennetlerine girdir ve onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyetlerinden iyi olanları da -o cennetlere ulaştır-. Şüphe yok ki, mutlak galip, hikmet sahibi olan sensin, sen.

11. Diyeceklerdir ki: Ey Rabbimiz!. Bizi iki defa öldürdün ve bizi iki defa dirilttin. Artık günâhlarımızı itirafta bulunduk, imdi çıkmak için bir yol var mıdıdır?

-FUSSİLET:”14. Onlara, Peygamberler, Allah’tan başkasına tapmayın diye önlerinden ve arkalarından geldiği vakit dediler ki: Eğer Rab’bimiz dilemiş olsa idi elbette melekleri indirmiş olurdu. Binaenaleyh şüphe yok ki, biz sizin kendisiyle gönderilmiş olduğunuz şeyi inkâr edicileriz.

29. Ve kâfir olanlar diyeceklerdir ki: Ey Rab’bimiz!. Cinlerden ve insanlardan bizi sapıtmış olanları bize göster, onları ayaklarımızın altına alalım. Tâki, en aşağı kalanlardan olsunlar.

30. Şüphe yok, O kimseler ki, Rab’bimiz Allah’tır dediler, sonra da dosdoğru yolda yürüdüler, onların üzerlerine melekler ineceklerdir. Korkmayın, ve mahzun olmayın ve size vâd olunmuş olan cennet ile müjdelenin -diyeceklerdir-.

-ŞURA:”15. İşte bundan dolayı sen dâvet et ve emr olunduğun gibi dosdoğru ol ve onların heveslerine tâbi olma ve de ki: Allah’ın kitaptan indirilmiş olduğuna îman ettim ve aranızda adalet yapmakla emrolundum, Allah bizim de Rab’bimizdir, sizin de Rab’binizdir. Bizim amellerimiz bizedir, sizin amelleriniz de size aittir. Bizim aramızla sizin aranızda bir düşmanlık yoktur. Allah aramızı toplayacaktır ve dönüş ancak O’nadır.

-ZUHRUF:” 14. Ve şüphe yok ki, biz Rab’bimize elbette dönüp gidicileriz.

-DUHAN:” 12. Ey Rab’bimiz!. Bizden bu azabı açıver, şüphe yok ki, biz mü’minleriz -diyeceklerdir-.

-AHKAF:”13. Şüphe yok, o kimseler ki, Rab’bimiz Allah’tır dediler, sonra istikamette bulundular, artık onların üzerine bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

34. Ve o gün ki, kâfir olanlar, âteş üzerine arz olunurlar. -Onlara denilir ki- nasıl bu hak değil mi imiş?. – onlar da – Evet.. Ve Rab’bimiz hakkı için -diyeceklerdir- Cenab-ı Hak da -artık siz inkâr eder olduğunuz şey sebebiyle azâbı tadınız diyecektir.

-KAF:”27. Arkadaşı der ki: Rab’bimiz!. Onu ben azdırmadım ve lâkin o uzak bir sapıklık içinde bulunmuş idi.

-HAŞR:” 10. Ve o kimseler ki: Bunlardan sonra gelmişlerdir, derler ki: Ey Rab’bimiz!. Bizim için ve îman ile bizi geçmiş olan kardeşlerimiz için mağfiret buyur ve bizim kalplerimizde îman etmiş olanlar için bir kin bulundurma Ey Rab’bimiz!. Şüphe yok ki, sen çok esirgeyicisin, çok rahmet sahibisin.

-MÜMTAHİNE:”4. Muhakkak ki: Sizin için İbrâhim’de ve onunla beraber olanlarda bir güzel örnek vardır. O vakit ki, kavimlerine dediler ki: Şüphe yok, biz sizden ve Allah’tan başka tapmakta olduğunuz şeylerden uzak kimseleriz. Sizi inkâr ettik ve yalnız bir Allah’a îman edeceğinize değin bizim aramızla sizin aranızda ebediyen düşmanlık ve öfke başlamıştır. Ancak İbrâhim’in babasına: Elbette senin için istiğfarda bulunacağım. Fakat senin için Allah’tan hiçbir şeye mâlik olamam” demesi müstesnâ. Ey Rab’bimiz. Ancak sana tevekkül ettik ve sana yöneldik ve son gidişte ancak sanadır.

5. Ey Rab’bimiz.. Bizi kâfir olanlar için bir fitne kılma ve bizim için mağfiret buyur. Ey Rab’bimiz!. Şüphe yok ki: Azîz, Hakîm olan, ancak sensin.

-TAHRİM:”8. Ey mü’minler!. Allah’a samimi bir tevbe ile tevbede bulunun, umulur ki: Rab’biniz sizden günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akar cennetlere girdirir. O gün ki: Allah, Peygamberi ve onunla beraber îman etmiş olanları rüsvay etmez, nûrları önleri ve sağ tarafları arasında koşar, derler ki: Ey Rab’bimiz!. Bize nûrumuzu tamamla, bizim için mağfiret buyur. Şüphe yok ki: Sen her şey üzerine hakkıyle kaadirsin.

-KALEM:” 29. Dediler ki: Ey Rab’bimiz!. Seni tesbîh -tenzih- ederiz, muhakkak ki, biz zâlim kimseler olduk.

32. Umulur ki: Rab’bimiz bize ondan daha hayırlısını bedel olarak verir, şüphe yok ki: Biz yönelip Rab’bimizin afvını arzu ediyoruz.

33. İşte azap, böylecedir ve muhakkak ki, âhiret azabı daha bü-yüktür, eğer bilecek olsalar idi.

-CİN:”2. Doğru yola rehberlik ediyor, artık biz ona îman ettik ve Rab’bimize hiç bir kimseyi ortak tutmayacağız.

3. Ve şüphe yok ki, Rab’bimizin büyüklüğü pek yücedir. Ne bir eş ve ne de bir çocuk edinmemiştir.

-İNSAN:” 10. Muhakkak ki: Biz Rab’bimizden korkarız, bir katı yüzlü, şiddetli günden.

Rabbî ifadesi –Ey Rabbim- 100 yerde geçmektedir.

-BAKARA:”258. Sen görmedin mi Allah Teâlâ kendisine mülk verdiği için İbrahim ile Rabbi hakkında mücadelede bulunanı?.. O zaman İbrahim; Rabbim o kudretli zattır ki, diriltir ve öldürür deyince “ben de diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrahim: Şüphe yok ki, Allah Teâlâ güneşi doğudan getirir imdi sen onu batı tarafından getir deyince de o kâfir şaşırıp kalmıştı. Ve Allah Teâlâ zalimler gurubuna hidayet etmez.

-ÂL-İ İMRAN:” 51. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Artık ona ibâdet ediniz. Dosdoğru yol budur.

-MAİDE:”72. Andolsun ki; “şüphesiz Allah, o Meryem’in oğlu Mesihtir” diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih demiştir ki: Ey İsrail oğulları!. Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah Teâlâ’ya ibâdet ediniz. Şüphe yok ki, her kim Allah Teâlâ’ya ortak koşarsa muhakkak Allah Teâlâ ona cenneti haram kılmış olur ve onun varacağı yer ateştir ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur.

117. Ben onlara senin bana emrettiğinden başkasını söylemedim, benim ve sizin Rabbimiz olan Allah Teâlâ’ya ibâdet ediniz, dedim. Ve ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerine şâhit olmuş idim, vaktaki beni aldın, onların üzerlerine gözetleyici ancak sen oldun ve sen herşey üzerine tamamiyle şâhitsin.

-EN’AM:”15. De ki: Eğer ben Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azâbından korkarım.

57. De ki: Ben şüphesiz Rab’bimden apaçık bir delil üzerindeyim. Siz ise onu yalanladınız. Sizin alelâcele istediğiniz şey benim yanımda değil, hüküm ise ancak Allah’ındır. Hakkı o beyan eder ve o doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

77. Ne zaman ki, ay-” doğar bir halde gördü. “Rabbim bu’dur” dedi. Sonra ay batınca da “and olsun ki, eğer bana Rab’bim hidâyet etmemiş olsaydı, elbette ben sapıklığa düşenler topluluğundan olacaktım” dedi.

78. Ne zaman ki” güneşi doğmaya başlar gördü. Dedi ki: “Bu’dur Rab’bim bu daha büyük” nihâyet o da batınca dedi ki: Ey kavmim!. Ben muhakkak sizin Allah Teâlâ’ya ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.

80. Ve ona karşı kavmi delil getirmeğe kalkıştı. Dedi ki: Siz Allah Hakkında bana karşı delil getirmeye mi kalkışıyorsunuz?. O halbuki, o bana hidâyet nasip buyurmuştur. Ve ben ona ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Meğer ki, Rab’bim birşey dilemiş olsun. Rab’bimin ilmî herşeyi kuşatmıştır. Artık siz hiç düşünmez misiniz?.

161. De ki, şüphe yok ki Rab’bim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine. İbrahim’in hânif olan dinine hidâyet buyurdu. Ve o ortak koşanlardan olmuş değildi.

A’RAF:”29. De ki: Benim, Rahim adâletle emretmiştir. Ve her secde yerinde yüzlerinizi doğru tutunuz ve dini yalnız Allah’a has kılarak ibâdette bulununuz. Sizi ilkin yarattığı gibi yine ona döneceksinizdir.

33. De ki: Rabbim ancak kötü şeyleri, onlardan açık olanı da gizlice yapılanı da ve her türlü günahı ve haksız yere tecâvüzü ve ortak koşmaya dâir hiçbir delil indirmemiş iken Allah Teâlâ’ya ortak koşmayı ve bilmediğiniz şeyleri Allah Teâlâ’ya karşı söylemenizi haram kılmıştır.

62. Size Rabbimin vahyettiklerini -dinine ait hükümleri- tebliğ ediyorum ve sizin için öğüt veriyorum ve ben Allah Teâlâ’dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.

68. Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için bir güvenilir öğüt vericiyim.

79. Artık onlardan yüz çevirdi ve dedî ki: Ey kavmim!. Ben size Rabbimin vahyini muhakkak ki tebliğ ettim ve sizin için öğüt verdim. Ve lâkin siz öğüt verenleri sevmezsiniz.

93. İmdi, onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim!. Ben Rabbimin vahiylerini muhakkak ki, size ulaştırdım ve sizin için nasihatta bulundum. Artık kâfirler olan bir kavme karşı nasıl fazlaca acırım.

187. Senden kıyâmetin ne zaman gelip çatacağını sual ederler. De ki: Ona ait bilgi ancak Rab’bimin katındadır. Onun vaktini ondan başkası açıklayamaz. -Bu- göklerde ve yerde ağır = muazzam bir durumdur. O sizlere ansızın geliverir, senden sorarlar, sanki sen ondan hakkıyla haberdar imişsin gibi. De ki: Ona ait bilgi ancak Allah Teâlâ’nın katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.

203. Ve onlara bir âyet getirmediği!! zaman “onu kendi tarafından uydurmalı değil miydin” derler. De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahy olunana tâbi olurum. Bu Rabbiniz tarafından basîretlerdir, ve inanan bir kavim için hidâyettir ve rahmettir.

-YUNUS:”15. Onlara bizim açık ayetlerimiz okunduğu zaman, bize kavuşacaklarını ummayanlar dedi ki: Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir. De ki: Onu kendi tarafımdan değiştirmek benim için doğru olamaz. Ben ancak bana vahy olunana tâbi olurum, başkasına değil. Şüphe yok ki, ben Rabbime isyan edersem büyük bir günün azâbından korkarım.

53. Ve senden haber almak istiyorlar ki, o doğru mudur?. De ki: Evet.. Ve Rab’bime and olsun ki, doğru bir hakikattir ve siz onu bertaraf edecek kimseler değilsinizdir.

-HUD:”28. Dedi ki: Ey kavmim!. Bana haber veriniz, eğer ben Rabbimden açık bir delil üzere oldum ise ve kendi katından bana bir rahmet vermiş ise, sizin üzerinize ise gizli kalmış ise artık siz onu istemediğiniz halde sizi ona zorlayacak mıyız?.

41. Ve dedi ki: Onun içine yüzüp gitmesi ve durması anında da Allah Teâlâ’nın ismini anarak binin. Şüphe yok ki, Rab’bim çok bağışlayan, pek esirgeyendir…

56. Şüphe yok ki, ben, benim Rab’bim ve sizin Rab’biniz olan Allah Teâlâ’ya tevekül ettim. Hiçbir hareket sahibi hayvan yoktur ki, illâ onun perçeminden tutan o’dur. Muhakkak ki, benim Rab’bim dosdoğru bir yol üzerinedir.

57. Artık siz yüz çevirir iseniz, ben size kendisiyle gönderilmiş olduğum şeyi muhakkak ki, tebliğ ettim. Ve Rab’bim sizden başka bir kavmi sizin yerinize getirir ve siz ona hiç bir şey ile zarar veremezsiniz. Şüphe yok ki, Rab’bim herbir şey üzerine gözeticidir.

61. Semud’a da kardeşleri olan Salih -Peygamber gönderilmiştir-. Dedi ki: Ey Kavmim!. Allah Teâlâ’ya ibâdet ediniz. Sizin için ondan başka bir ilâh yoktur. Sizi yerden o yarattı ve sizi orada o yaşattı. Artık ondan mağfiret dileyiniz, sonra ona tövbe ediniz. Şüphe yok ki, benim Rabbim yakındır, duaları kabul edendir.

63. Dedi ki: Ey kavmim!. Bana haber veriniz, eğer ben Rabbimden açık bir delil üzere isem ve o kendisinden bana bir rahmet ihsan etmiş ise o halde ona isyan eder isem artık Allah’ıma karşı bana kim yardım edebilir? Demek ki, siz bana ziyandan başka bir şey arttırmış olmayacaksınız.

88. Dedi ki: Ey kavmim!. Eğer ben Rab’bim tarafından açık bir delil üzere isem ve beni kendi tarafından güzel bir rızk ile rızıklandırmış ise buna ne dersiniz? Ben size yasak ettiğini şey hususunda size muhâlefet etmek istemem, ben ancak gücüm yettiği kadar ıslâh isterim ve benim muvaffakiyetini ancak Allah Teâlâ iledir. Yalnız ona dayandım ve ancak ona döneceğim.

90. Ve Rab’binizden bağışlanma dileyiniz. Sonra o’na tövbe ediniz. Şüphe yok ki, benim Rab’bim pek merhametlidir çok sever.

92. Dedi ki: Ey kavmim!. Benim kabilem size göre Allah’tan daha üstün müdür?. Halbuki, o’nu arkanıza atıp unuttunuz. Şüphe yok ki, benim Rab’bim, yapmakta olduğunuz şeyleri çepeçevre kuşatıcıdır.

-YUSUF:”23. Ve onu evinde bulunduğu kadın, nefsinden muradını almak için tuzağa düşürmek istedi ve kapıları kilitledi ve “haydi gelsene” dedi. -Yusuf da- dediki: Allah Teâlâ’ya sığınırım. Şüphe yok ki, o benim efendimdir. Benim ikâmetgâhımı güzelce kılmıştır. Muhakkak ki, zâlimler kurtuluşa ermezler.

37. -Hz. Yûsuf’ta dedi ki: İkinizin rızıklanacağınız bir yemek gelmez ki, ancak ben onu daha size gelmezden evvel haber veririm. Bunlar bana Rab’bimin öğretmiş olduğu şeylerdendir. Şüphe yok ki, ben Allah Teâlâ’ya iman etmeyen bir kavmin dinini terk ettim ve onlar -evet- onlar âhireti inkâr eden kimselerdir.

50. Ve hükümdar dedi ki: Onu bana getiriniz. Ne zaman ki ona elçi geliverdi, dedi ki: Efendine dön, ona sor ki, o ellerini kesen kadınların maksatları ne imiş?. Şüphe yok ki, benim Rab’bim onların hilelerini hakkıyla bilicidir.

53. Ve nefsimi temize çıkarmıyorum. Şüphe yok ki: Nefis kötülüğü pek fazla emredicidir. Rab’bimin esirgemiş olduğu müstesnâ. Muhakkak ki: Rab’bim çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir.

98. Dedi ki: Sizin için Rab’bimden yakında bağışlanma talebinde bulunacağım. Şüphe yok ki, o, bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.

100. Ve babası ile anasını yüksek bir taht üzerine kaldırdı ve onun için hepsi secdeye kapandılar ve dedi ki: Ey babacığım! İşte bu, evvelce görmüş olduğum rüyâmın yorumudur. Onu Rab’bim gerçekleştirdi ve muhakkak ki, bana ihsanda bulundu. Çünki beni zindandan çıkardı ve sizi çölden getirdi, benim ile kardeşlerimin arasını şeytan bozduktan sonra. Şüphe yok ki, Rab’bim dilediğine lûtfedicidir. Muhakkak ki, çok iyi bilen ve hikmet sâhibi olan o’dur o.

-RA’D:”30. İşte seni öylece bir ümmete gönderdik ki, onlardan evvel de nice ümmetler gelip geçmişlerdi. Sana vâhyettiğimizi onlara okuyasın. -diye- ve onlar rahmanı inkâr ederler. De ki: O benim Rab’bimdir, o’ndan başka ilâh yoktur, ancak o’na tevekkül ettim ve son dönüş de ancak o’nadır.

-İBRAHİM:”39. Hamdolsun o Allah’a ki, bana ihtiyarlık çağında İsmail’i ve İshak’ı ihsan buyurdu. Şüphe yok ki Rab’bim, elbette duayı hakkıyla işiticidir.

-İSRA:” 85. Sana ruhtan sual ederler. De ki: Ruh Rabbimin emrindendir. Size ise ilimden ancak az bir şey verilmiştir.

93. Veyahut senin için altından bir ev olmalı veya göğe derece -derece yükselesin ve senin yükselmene de asla inanmayız, ta ki, üzerimize kendisini okuyacağımız bir kitap indiresin. De ki: Rabbimi tenzih ederim ben bir beşer olan elçiden başka bir şey değilim.

100. De ki: Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olacak olsaydınız, yine harcamak korkusuyla kıstıkça kısardınız ve insan pek cimri olmuştur.

-KEHF:”22. Diyeceklerdir ki: Onlar, üçtür, dördüncüleri köpekleridir ve diyeceklerdir ki: Beştir, altıncıları köpekleridir. -Bu iki söz- gayba taş atmaktır ve diyeceklerdir ki: Yedidirler, sekizincileri de köpekleridir. De ki: Onların sayılarını en ziyade bilen. Rabbimdir. Onları ancak pek azı bilir. Artık onların hakkında zahiri bir mücadeleden başka münakaşada bulunma ve onlara dair bunlardan hiç birinden bir fetva da isteme.

24. Ancak Allah Teâlâ dileyecek olursa = yapacağım de. -Ve unuttuğun vakit Rabbini zikret ve de ki: Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir dosdoğru hayra – bir muvaffakiyete -eriştirir.

36. Ve zannetmem ki, kıyamet kopsun ve eğer Rabbime döndürülür isem elbette bundan daha hayırlı bir merci bulurum.

38. Fakat -ben inanıyorum ki- o Allah benim Rab’bimdîr ve ben Rab’bîme hiçbir ferdi ortak edinmem.

40. Umulur ki, Rab’bim bana senin bağından daha hayırlısını verir ve senin bağın üzerine de gökten bir yıldırım gönderir de orası kayacık bir toprak kesilir.

42. Ve meyvesini -servetini- helâk kapladı. Artık ona sarfettiği şeylerden dolayı iki avucunu ovuşturmaya başladı. O -bağ- ise çardakları üzerine çökmüş ve diyordu ki: Ne olurdu, ben Rabbime bir ferdi ortak koşmamış olsaydım!

95. Dedi ki: Rabbimin beni içinde bulundurduğu -nimetler sizin bana vereceğiniz ücretten- hayırlıdır. Siz bana bir kuvvet ile yardım edin, sizinle onların arasına bir kuvvetli sed = engel yapayım.

98. Dedi ki: Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vâdi geldiği vakit ise onu dümdüz etmiş olacaktır. Ve Rabbimin va’di, bir hak olmuştur.

109. De ki: Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa elbette Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir biter. İsterse denizin bir mislini de yardımcı getirecek olsak.

-MERYEM:”36. Ve şüphe yok ki, Allah benim de Rabbimdir, Sizin de Rabbinizdir. Artık yalnız ona ibadet ediniz. Bu, dosdoğru bir yoldur.

47. -Hazreti İbrahim de- dedi ki: Sana selâm olsun. Senin için Rabbime elbetteki, istiğfarda bulunacağım, şüphe yok ki, o benim için çok ikram etmektedir.

48. Ve sizi ve Allah’tan başka tapındıklarınızı bırakıp çekiliyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua ile bedbaht olmam.

-TAHA:” 52. Hz. Musa da dedi ki: Onlara ait bilgi. Rabbimin katında bir kitaptadır ki, Rabbim hata etmez ve unutmaz.

105. Ve sana dağlardan sorarlar. Binaenaleyh de ki: Onları Rabbim darmadağın edip savuracaktır.

-ENBİYA:”4. Dedi ki: Rabbim, gökteki ve yerdeki söyleneni bilir ve o, her şeyi tamamen işiticidir, bilicidir.

-FURKAN:” 77. Deki: Sizin ibadetiniz olmayınca Rabbim size ne kıymet verir. Halbuki, siz yalanladınız, artık -bu yalanlamanın cezası size- yakın bir zamanda gelecektir.

-ŞUARA.” 21. Vaktaki sizden korktum, artık sizden firar ettim, imdi Rabbim bana hikmet verdi ve beni Peygamberlerden kıldı.

62. Hz. Musa da – dedi ki: Asla. Muhakkak ki, Rabbim benim ile beraberdir, beni yakında selâmete erdirecektir.

113. Onların hesabı ancak Rabbime aittir, eğer anlayabilirseniz.

188. Dedi ki: Rabbim, yaptıklarınızı pek iyi bilendir.

-NEML:”40. Yanında kitaptan bir ilm bulunan zat da dedi ki: Ben onu daha gözünü açıp kapamadan getiririm. Ne zamanki -Hz. Süleyman-onu -tahtı- yanında yerleşmiş olarak gördü, dedi ki: Bu Rabbimin lütufundandır, tâki beni imtihan etsin ki, şükür mü ederim yoksa nimete karşı nankörlük mü ederim ve her kim şükür ederse ancak kendi nefsi lehine şükür eder. Ve kim de nimete karşı nankörlükte bulunursa, şüphe yok ki, Rabbimin hiç bir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.

-KASAS:”22. Ne zamanki, Medyen tarafına yöneldi dedi ki: Umarım Rabbim beni doğru bir yola iletir.

37. Musa da dedi ki: Rabbim, kendi katında kimin hidayet ile geldiğini ve hayırlı âkıbetin kimin için olacağını daha iyi bilendir. Şüphe yok ki, zalimler, kurtuluşa eremezler.

85. Muhakkak o zat ki, senin üzerine Kur’anı farz kıldı, elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: Rabbim, hidayetle geleni de ve apaçık bir sapıklıkta bulunanı da daha iyi bilendir.

-ANKEBUT:” 26. Bunun üzerine ona Lût, îmân etti ve dedi ki: Şüphe yok, ben Rabbime bir hicret ediciyim. Muhakkak ki, mutlak güç ve hikmet sahibi olan O’dur, O…

-SEBE’:”3. Ve kâfir olanlar dedi ki: Bize o kıyamet gelmeyecektir. Deki, hayır gaybı bilen Rab’bime andolsun ki, elbette size gelecektir. Ondan ne göklerde ve ne de yerde bir zerre miktarı ve ondan daha küçük ve daha büyük birşey uzaklaşamaz hepsi de ancak apaçık gösteren bir kitaptadır.

36. Deki: Şüphe yok Rab’bim, rızkı dilediği kimseye genişletir ve darlaştırır. Fakat insanların çoğu bilmezler.

39. Deki: Şüphe yok Rab’bim, rızkı kullarından dildiğine genişletir ve onun için darlaştırır ve birşeyden ne harcar iseniz o, onun karşılığını verir ve o, rızk verenlerin hayırlısıdır.

48. Deki: Muhakkak Rab’bim hakkı ortaya koyar, bütün gayıptan tamamiyle bilendir.

50. Deki: Eğer ben sapıtmış isem şüphe yok ki, kendi şahsını aleyhine sapıtır olurum ve eğer doğru yola ermiş isem bu da Rab’bimin bana vahy ettiği şey sebebiyledir. Muhakkak ki, O -Rab’bim- işiticidir, pek yakındır.

-YASİN:”27. Rab’bimin beni mağfirete eriştirdiğini ve beni ikram edilmişlerden kıldığını.

-SAFFAT:”57. Ve eğer Rab’bimin nimeti olmasa idi, elbetteki, ben de -bu ceheneme- getirilenlerden olacak idim.

99. Ve dedi ki: Şüphe yok ben Rab’bime gidiciyim, elbette beni doğru yola iletir.

-SAD:”32. Dedi ki: Ben Rabbim’in zikrinden dolayı hayrı severcesine -o atları- seviverdim. Nihayet -güneş veya atlar- hicap ile gizlenmiş oldu.

-ZÜMER:”13. De ki: Muhakkak ben Rab’bime isyân eder isem pek büyük bir günün azabından korkarım.

-ĞAFİR:”27. Mûsa da dedi ki: Şüphe yok hesap gününe îmân etmeyen her kibirli kimseden dolayı ben Rabbime ve Rabbinize sığınırım.

28. Ve Firavun’un âilesinden olup imânını saklayan bir mü’min kişi dedi ki: Bir erkeği “Rab’bim Allah’dır” dediğinden dolayı öldürecek misiniz?. Halbuki, size Rab’binizden apaçık mucizeler ile gelmiştir. Ve eğer yalancı ise onun yalanı, kendi aleyhinedir ve eğer doğru ise korkuttuklarının bir kısmı size İsabet edecektir. Şüphe yok ki: Allah, müsrif, yalancı olan kimseyi doğru yola iletmez.

66. De ki: Ben sizin Allah’tan başka yalvardıklarınıza ibadet etmekten men edildim, o vakit ki, bana Rab’bimden apaçık deliller geldi ve emr olundum ki, âlemlerin Rab”ine teslîm olayım.

-FUSSİLET:”50. Ve eğer ona dokunan bir sıkıntıdan sonra tarafımızdan bir rahmet tattırırsak elbette diyecektir ki: Bu, benim içindir ve zannetmem ki, kıyamet kopacak olsun. Ve eğer Rab’bime döndürülmüş olsam bile muhakkak, kendim için O’nun yanında bir iyilik vardır. Fakat O küfre düşmüş olanlara ne yapmış olduklarını elbette haber vereceğiz. Ve elbette onlara pek ağır bir azaptan tattıracağızdır.

-ŞURA:” 10. Ve herhangi bir şeyde ihtilâfa düşmüş iseniz, artık O’nun hükmü Allah’a aittir. İşte O Allah’tır benim Rab’bim, O’na tevekkül ettim ve O’na müracaat ederim.

-ZUHRUF:”64. Şüphe yok ki, Allah, o benim Rab’bimdir ve sizin Rab’binizdir. Hemen O’na ibadet ediniz. İşte bu dosdoğru yoldur.

-DUHAN:”20. Ve şüphe yok ki, ben, beni taşlamanızdan Rab’bime ve Rab’binize sığındım.

-TEĞABÜN:” 7. Kâfir olanlar, iddia ettiler ki: Öldükten sonra aslâ diriltilmeyeceklerdir. De ki: Hayır ve Rab’bime andolsun ki: Elbette diriltileceksinizdir. Sonra da yapmış olduğunuz şeyler elbette size haber verilecektir. Ve bu ise AIlah’a göre pek kolaydır.

-CİN:”20. De ki: Ben ancak Rab’bime ibadet ederim ve O’na hiç bir kimseyi ortak edinmem.

25. De ki: Ben bilmem ki: Tehdîd edilip durduğunuz şey, yakın mıdır. Yoksa Rab’bim onun için uzun bir müddet mi koyar.

-FECR:” 15. Fakat insan, ne zaman Rab’bi onu imtihan edip kendisine ikramda bulunsa o vakit der ki: Rab’bim bana ikram etti.

16. Amma onu imtihan edip de rızkını darlaştırdığı vakit de der ki: Rab’bim bana ihanet etti.

– ALLAHÜMME ifadesi Kur’an-da beş yerde geçmektedir:

-Âl-İ İMRAN-26:”De ki: “Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır Senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kâdirsin.”

MÂİDE-114-:”Meryemoğlu İsa da: “Allah’ım, Rabbımız, bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki, bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için bir bayram ve senden bir mucize olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın!” dedi.”

ENFAL-32:”Bir vakit de, “Ey Allah, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver” demişlerdi.”

YUNUS-10:” Onların oradaki duaları: “Allahım, sen yücelerden yücesin”; sağlık dilekleri “selâm”, dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.” diye şükretmek olacaktır.”

ZÜMER-46:”De ki: “Ey gökleri ve yeri yaratan, görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’ım! Kulların arasında, o ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında sen hüküm vereceksin.”

21-05-2003

Mehmet ÖZÇELİK




GAYB

GAYB

Gayb;bilinmeyen,örtülü ve perdeli olan,bizden kaybolup,bize meçhul olan,ilmimizde ve müşahedemizde bulunmayan,ihata edemediğimiz şeylerdir.

Gaybın anahtarı,bilgisi,kendisine bildirdiği kimseler hariç,Allah’ın nezdindedir.[1]

Allah bildirmedikçe gaybı peygamberler de bilmez [2],cinlerde bilmez [3],İnsan da bilmez.[4]

Gaybı yalnız Allah bilir.[5]

Kur’an-da müminler vasıflandırılırlarken,gabya iman eden kimseler olarak bildirilirler.[6]

Mugayyebat-ı Hamse yani beş gaybi,bilinmeyen şey olarak belirlenen âyette:”Kıyamet saatinin ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir.Yağmuru da O indirir,rahimler de olanı O bilir.Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez.Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez.Her şeyi mükemmel tarzda bilen ve her şeyden haberdar olan Allahdır.”[7]

Bu konularda özetle Bediüzzaman bunların gaybılığına şöyle açıklama getirmektedir:[8]

Kıyametin İlmi tamamen Allah’ın bilgisi çerçevesindedir.

Yağmurun ne zaman yağacağının meteoroloji ile bilinen kısmı,şu görünen,şehadet alemine çıkmış olan hatta romatizması olanlarca bilinen veya keçilerin kuyruklarını bir saat öncesinden bacaklarının arasına almaları birer belirti olup,gaybilikten çıkmıştır.Hem de meteorolojinin ki bir tahmin olup,hava tahmin raporu diye adlandırılır.Bazen iki yan yana olan tarladan birine yağarken,öbürüne yağmamaktadır.Rahmet olarak gerek zaman,gerekse de ineceği yerin ilmi Allah’a aittir.

Ana rahmindeki çocuğun erkeklik ve dişilik yönünü bilinmesi olmayıp,şaki mi,said mi,iyi veya kötü,cennetlik veya cehennemlik mi olacağı ilmi de Allah’a aittir.

Kişi yarın ne kazanacağını,başına nelerin geleceğini,hayatındaki süprizleri bilememektedir.Bazen kazanç olurken,bazen de kayıb olmaktadır.

Kişinin nerede öleceği ise herke tarafından bilinmektedir ki;o bir meçhuldür.Öyle ki bazen kişi öleceği yere kendi eliyle ve isteğiyle gitmektedir.

Peygamberimizin peygamberliğiyle kahinlik olan gaybdan haber vermede son bulmuştur.

Nitekim daha oniki yaşlarında iken amcasıyla beraber Şam’a giderken Buheyra-i Rahibin peygamberliğinden haber vermesi hadisesi…

-Hz.Ebubekir’in ticaret için Mekke’nin dışına çıktığında,kendisinin Mekke’den geldiğini işiten birisi Hz.Ebubekir’e;-Sizin oralarda bu günlerde bir peygamber çıkacak,ondan haber ver-diyen kişiye böyle bir şey duymadığını ve bilmediğini ancak dönüşte Peygamberimizin peygamberliğini ilan ettiğini işitmiştir.

-Vahyin ilk ânında Varaka bin Nevfel’in kendisine gelenin Cebrail olduğunu bildirmekle kalmaması,bir de;-Keşke benimde ömrüm vefa etseydi de,Muhammed mekke’den hicrete mecbur bırakıldığında ben de onun yanında bulunsaydım diye,temennide bulunmuştur.

-İstanbulun fethinin bizzat peygamber efendimiz tarafından haber verilip,müjdelenmesi olayı.

-Kur’an-da;”Ne hoş bir diyar!”[9] âyeti ebced-Cifir hesabıyla 1453’e tekabül etmektedir.

Nasr suresinin peygamberimizin vefatına işaret etmesi.Ve 63 yaşında vefat eden peygamberimizin yine vefatına işaret eden 63.sıradaki Münafikun suresinin son âyetinde:”Allah,eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez.Allah,yaptıklarınızdan haberdardır.”Ve son inen âyette:”Bugün size dininizi ikmal ettim,üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak islamı seçtim.”Bunun üzerine sahabiler,bir rivayette de Hz.Ömer sevinirken,Hz.Ebubekir ağlamış,sebebini soran Hz.Ömer’e,artık dinin ikmal edilmesiyle Muhammed’in görevi bitmiş oluyor.Bu da onun ayrılışının bir haberidir,demiştir.[10]

Rum suresinde haber verilen ehli kitab Bizanslıların putperest sasanilere galib geleceği haber verilmiştir.[11]

Daha önceki yazılarımızda da detaylı anlattığımız gibi;özetle,Peygamberimizin âhirzaman peygamberi olması,âyette:”Kıyamet yaklaştı”[12],Peygamberimizin ümmetinin istikametle gitmesi halinde binbeşyüz yıl yaşayacağı,Kur’an-ı Kerim-in âyetlerinin 6666 olması,kendisinin insanlığın beşbininci yılında gelmesi hatta beşbin yaşında olupta Hz.Âdem-i gören bir cinniyle görüşmesi,işari olarak bu mânaya ışık tutmaktadır.[13]

Bizler kâhin değiliz,gaybdan haber de vermemekteyiz.Gerek Kur’an-dan gerekse de ilmi metotlardan elde ettiğimiz bilgiler ışığında görmekteyiz ki;Dünyanın vasati olarak ikiyüz yıllık gibi bir ömrü kalmıştır.Bu da bir hava tahmin raporu veya doktorun muayene ettiği hastaya koymuş olduğu teşhis nevindendir.

Nitekim fizik alimleri güneşin yakıtı olan enerjisini bitirip,şu anda kendi kendini yemek anlamına gelen Helyum yaktığını ifade etmektedirler.

Güneşin yüzünde bulunan siyah lekenin gittikçe kendisini sarmaya kadar varacak olan büyümeside bunun işaretlerindendir.Âyette:”Güneş dürülüp ışığı söndüğü zaman.”[14]

Kıyametin gerek on büyük gerekse de yüzlerce küçük alametleri hadislerde belirtilmiştir.Zamanımızla mukayese ettiğimizde görürüz ki,önemli kısımları çıkmış ve de çıkmaktadır.

-”Kıyamet 2060’ta

Tarihin en büyük bilim adamlarından Newton’un yeni ortaya çıkarılan araştırmasına göre kıyamete 57 yıl kaldı”

-Ortaya konulan bu gibi şeyler birer tahmin ve bilgi sonucu da olabilir.Nitekim kendisi 1503 yılında yaşayan Papğaz Notradamus;14-12-1503 yılında,st.Remy-de yunan asıllı,yıldızlardan yararlanarak geleceğe dair bazı sırlardan bahsedildiğine inanılan bir hristiyan-kahin olarak tanınır.Özellikle zamanında salgın hastalıklarla mücadele etmiştir.1550-de çıkardığı eserinde geleceğe dair! Bazı açıklamalar olduğu yorumlanır.Asıl eserini ise yüzyılların kehaneti adıyla –Centuries- adlı 1555-de çıkardığı eserinde kehanetlerde bulundu.Ve bu eserini 1558-de tamamladı.Bunlar Kraliçe Katerina-nın kocası II:Henri-nin öldürüleceği ile ilgili olduğu söylenen 35.beyit,-Genç aslan üstün gelecek yaşlısına,

Kavga alanında teke tek düelloda,

Altın kafesinden gözleri delinecek

İki yaradan biri;sonra acılı bir ölüm.

Ve tarihi seyir içerisinde de öyle olduğu görülmüştür.

-141.kehanetinde kendisinin öleceğini haber verip,olması gösterilir.

-11-Eylül-2001 tarihinde New Yorkta olan ikiz kulelere işaret ettiği şu sözlerle uyarlanır:

Gökyüzü 45 derece yanacak

Ateş büyük New City’ye yaklaşıyor,

Hemen ardından dev dağınık bir alev saçıyor.(yüzyıl 6,Dörtlük 97)

-Tanrı’nın şehrinde büyük bir şimşek çakacak,

İki kardeş büyük bir kaosla birbirinden ayrılacak;

İki kale ayakta kalmak için direnirken;

Büyük lider boyun eğecek…

Üçüncü dünya savaşı koca şehir alevler altındayken başlayacak.(1554)

-500 yıl boyunca geçmeyecek sözü

Oysa süsüydü çağının

Ve sonra inme iner gibi açılacak perdeler
Bir çağ boyu ferahlık saçıp,düşmeyecek gözden…

Bununla 2050 yılını anlatmak istediği ifade edilir.”[15]

-Ebced ve Cifir ilmi islamdan öncede kullanılmış bir ilimdir.Bunu en çok Hz.Ali ve onun torunlarından olan asrımızın müceddid-i Bediüzzaman Said Nursi kullanmıştır.Sikke-i tasdik-i gaybi adlı eseri ve diğerlerinde bunun bir çok örneklerini görebiliriz.

-Ebced;Gerçekleşmiş olanın,cifir ise,gerçekleşmesi muhtemel olanın ilmidir.[16]

Bu ilim hesablanırken,şu harflerden yola çıkılır;Ebced,Hevvez,Hötti,Kelemen,Sa’fes,karaşet,dazığılen…

Bu harflerin her biri sırasıyla bir-den dokuza kadar ki sayıyı ifade eder,on-dan sonra on-ar onar,yüz-den sonra da yüzer yüzer sayılır.Mesela Ebced-de;elif bir,be iki,cim üç,dal dörttür.

Hadiste hilafetin 30 yıl süreceği ifade edilmiş ve aynen vuku bulmuştur.

Kur’an ve hadisler matematiksel olark bir çok şifreyi ihtiva etmektedirler.Nitekim bu konuda İbni Abbas ve peygamberimizin sır kâtibi Huzeyfet-ül yemani ve Hz.Ebu Hureyre’nin;-Ben rasulullahdan duyduklarımın yarısını söyledim.Eğer diğer yarısını söyleseydim,insanlar beni öldürürlerdi,buyurması…

Doğuda büyük bir ateşin zuhuru,Fıratın altında büyük bir hazinenin varlığı,Yahudilerin Müslümanlar tarafından sürülmesi,birer işarettirler.

– Said İbnu Cübeyr anlatıyor:”İbnu Abbas (radıyallahu anhüma)’a dedim ki: “Nevf el-Bekkâli, İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. Musa (aleyhisselam), Hızır’ın arkadaşı olan Musa olmadığını zannediyor.”Bana şu cevabı verdi: “Allah’ın düşmanı yalan söylüyor. Ben Übeyy İbnu Ka’b (radıyallahu anh)’ı dinledim. Demişti ki: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tan işittim, şunu anlattı:

“Musa (aleyhisselam) Beni İsrail’e hutbe irad etmek üzere ayağa kalktı. Kendisine, “İnsanların en bilgini kimdir?” diye soruldu:O: “Benim” diye cevap verdi. Cenab-ı Hak, “Allahu a’lem (yani en iyi bilen Allah’tır)” demediği için Musa’yı azarladı. Ve: “İki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum senden daha alimdir” diye ona vahyetti.

Hz. Musa (aleyhisselam):-“Ey Rabbim ben onu nasıl bulabilirim? diye sordu. Kendisine: -“Bir zenbile bir balık koy, onu sırtına al. Balığı nerede yitirirsen o zat oradadır” dendi. Dendiği gibi yaparak yola çıktı. Kendisiyle beraber, hizmetçisi olan Yuşa İbnu Nûn da yola çıktı. Beraberce yürüyerek bir kayanın yanına geldiler. Hz. Musa ve hizmetçisi dinlenmek üzere orada yattılar. Balık kımıldayarak zenbilden çıkıp denize kaydı. Allah ondan suyun akıntısını tuttu. Öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Hz. Musa (aleyhisselam) ve hizmetçisi (balık için olduğunu bilmeksizin) bu manzaraya şaşırdılar. Günlerinin geri kalan kısmı ile o gece boyu da yürüdüler. Musa’nın arkadaşı ona, balığın gitmesini haber vermeyi unutmuştu. Sabah olunca Hz. Musa (aleyhisselam) hizmetcisine: “Hele sabah kahvaltımızı getir. Biz bu yolculukta yorulduk” dedi. Ama emrolunduğu yere gelinceye kadar yorulmamıştı. Hizmetçi: -“Hani bir kayanın yanına gelmiş yatmıştık ya! Ben balığı orada unuttum. Onu hatırlatmayı, bana mutlaka şeytan unutturdu. Balık denize şaşılacak şekilde sıvışıp gitmişti” dedi.

Musa (aleyhisselam): “Bizim aradığımız orasıydı” dedi ve hemen izlerinin üzerine geri döndüler.İzlerini takiben yürüyerek kayaya kadar geldiler. Musa (aleyhisselam) orada örtüsüne bürünmüş bir adam gördü ve ona selam verdi. Hızır aleyhisselam ona:-“Senin bu yerinde selâm ne gezer!”

-“Ben Musa’yım.” -“Benû İsrail’in Musa’sı mı?”-“Evet.” -“Sen, Allah’ın sana öğrettiği bir ilmi bilmektesin ki ben onu bilmem. Ben de Allah’ın bana öğrettiği bir ilmi bilmekteyim ki, onu da sen bilemezsin.”

-“Allah’ın sana öğrettiği hakkı bana öğretmen şartıyla sana uymamı kabul eder misin?” -“Sen benimle beraber olmak sabrını gösteremezsin. Mahiyet ve hikmetini bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin ki?”-“İnşallah sen beni çok sabırlı bulacaksın. Hem ben senin hiç bir emrine karşı gelmeyeceğim.” -“Öyleyse gel. Ancak, madem bana tabi olacaksın, ben sana haber vermedikçe bana hiç bir şey sormayacaksın!” dedi. Hz. Musa (aleyhisselam): -“Tamam!” dedi.

Hz. Musa ve Hz. Hızır (aleyhisselam) beraberce gittiler. Deniz kıyısında yürüyorlardı. Bir gemiye rastladılar. Kendilerin gemiye almalarını söylediler. Gemi sahipleri Hızır (aleyhisselam)’ı tanıdılar. Ve ücret istemeksizin onları gemiye aldılar.Hızır (aleyhisselam), gidip, geminin tahtalarından birini deldi. Hz. Musa (aleyhisselam) ona: -“Bak, bunlar bizi bedava gemilerine aldılar, sen gidip gemilerini deldin, adamları boğacaksın. Hiç de yakışık almayan bir iş yaptın!” dedi.Hızır:-“Ben sana, “benimle bulunmaya sabredemezsin” demedim mi?” dedi.Hz. Musa: -“Unuttuğum şey sebebiyle beni sigaya çekme. Bu iş sebebiyle bana zorluk çıkarma!” ricasında bulundu.Sonra bunlar gemiden indiler. Sahil boyu yürürken, çocuklarla oynayan bir yavrucak gördüler. Hızır (aleyhisselam) yavrucağı yakaladığı gibi eliyle başını kopararak çocuğu öldürdü. Musa (aleyhisselam): -“Masum bir çocuğu kısas hakkın olmaksızın niye öldürdün. Bu çok yadırganacak bir iş!” dedi.-“Ben sana demedim mi, sen benim beraberliğime sabredemezsin!” diye Hızır (aleyhisselam), Musa’ya çıkıştı. Hz. Musa: -“Ama bu birinciden de şiddetli idi” dedi ve ilave etti: “Bundan sonra sana bir şey sorarsam, beni arkadaş etme, nazarımda bu hususta haklı sayılacaksın” dedi.

Yola devam ettiler. Bir köye geldiler. Halktan yiyecek birşeyler istediler. Ama kimse onları ağırlamadı. Köyde yıkılmak üzere olan bir duvara rastladılar. Hızır (aleyhisselam) eliyle şöyle göstererek: “Eğilmiş” diyordu. Onu doğrulttu. Hz. Musa (aleyhisselam) ona:-“Bir cemaat ki, kendilerine geliyoruz, bize ilgi gösterip, ağırlamıyorlar, yiyecek vermiyorlar. Sen onlara bedava iş yapıyorsun, dilesen ücret alabilirdin!” dedi.

Hızır (aleyhisselam), Hz. Musa’ya: -“Artık birbirimizden ayrılma zamanı geldi. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin te’vilini haber vereceğim” dedi.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu ara ilave etti:-“Allah Musa’ya rahmet buyursun. Keşke, Hz. Hızır’la beraberliğe sabretseydi de maceralarını bize nakletseydi, bunu ne kadar isterdim!”

Ravi devam ediyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Birinci (soru)su Musa’nın bir unutması idi. Bir serçe gelerek geminin kenarına kondu. Sonra denizden gagasıyla su aldı. Hz. Hızır bunu göstererek Hz. Musa’ya, “Bak, dedi. Benim ve senin ilmin ve diğer mahlukatın ilmi, Allah’ın ilminden, şu kuşun denizden eksilttiği kadar eksiltir.” [17]

Gayb konusunda Bediüzzamanın eserlerinde detaylı bilgileri bulmaktayız.Şöyleki:

-Bu dünyadaki iman ve ibadet gibi her şey,gayb alemine gitmektedir.[18]

Orada yani gayb aleminde manevi arşivlerde muhafaza edilmektedir.[19]

-Ve tüm “İn’amlar,İhsanlar,Lütuflar,Keremler,İnayetler,Rahmetler”gayb perdesinin arkasından gelmektedir.[20]

-Meleklerin varlığı,[21]Peygamberler ve Kitablar,[22]Kader ve Kaza,[23] gayb aleminin varlığına delil olup,işaret etmekte,ondan ve o alemin arkasında konuşan bir zattan haber vermektedir.

-Yaratılanların hayatı ve hayatlarının proğramları da gayb alemini göstermektedir.[24]

-Ruhlarla dolu olan alem-i ervah,gayb aleminin bir nev’idir.[25]

-Dünyaya gelen yavruların rızıkları da gayb aleminden gelir. [26]

-Bir ağacın tüm proğramları gaybidir.[27]

-Şu dünya küresi gayb alemine akan ve dökülen bir çeşmedir.[28]

-Dünyada gaybi bir tasarruf sürmektedir.[29]

-Tüm İltifat ve Hitabetler gayb cihetinden gelmektedir.[30]

-Kur’an-da anlatılan Hz.Âdemin melaikelere olan üstünlüğü ve onların Hz.Âdeme secdeleri gaybi olmakla beraber,külli bir düsturu ve hakikatı göstermektedir.[31]

-Nil,Dicle,Fırat gibi üç nehrin suyu da gayb hazinesinden akmaktadır.[32]

-Kur’an istikbale aid gaybi işlerden de haber verip işaret etmektedir.[33]

-Gayb alemi ancak vahye mazhar olan kimselerden başkasına açılmaz.[34]

-Her şeyin sûri vücudları bir ise;mânevî,gaybî ve ilmî vücudları bir çoktur.[35]

-İmam-ı Mübin gaybi aleme bakar.[36]

-Tüm görünen tahavvüller gaybî hakikatları netice veriyor.[37]

-Gayb perdesinin arkasında mutlak Hâkim olan Allah vardır.[38]

-Tüm hayvanî ve insanî ilhamlar da gaybîdir.[39]

-Gayb alemi bir dil ise,şehadet alemi de onun birer tesbihidir.[40]

-Şu cismanî alem,gaybî aleme tenteneli yani tül perde gibi dışarıdan içeriyi göstermezken,içerden dışarıyı gösteren bir perdedir.[41]

-Gayb alemine aid yerleri görmek için ya onları küçültmeli veya gözlerimizi yıldızlar gibi büyültmeliyiz.[42]

-Gayba olan iman,görmekten daha ileri ve üstündür.[43]

-Gayb bir sırdır.O sır kapısından Kur’an-ın,Rasulullahın,iman ve marifetin ayağıyla,gözü ve göstermesiyle girilebilir,gidilebilir.[44]

-Gayb,ancak Allahın bildirmesiyle bilinebilir.[45]

-Ölüm,Ecel,Musibetler hep gaybîdir,bildirilmezse bilinmez.[46]

-İşler gaybî bir el tarafından çevrilmektedir.[47]

-Rüyayı sadıka,gayb alemiyle bir münasebet ve oraya açılan bir penceredir.[48]

-Maddi-manevi hediyeler gaybdan gelir.[49]

-Tevafukta da gaybî bir el işlemektedir.[50]

-Temsiller,gayb perdelerinin aralanmasıdır.[51]

-İnayetler,gaybi desteklerdir.[52]

-Seyrü süluk;gaybî işlemlerden geçmek ve rafine olmaktır.[53]

-Rasulullah,gayba yabancı değil,âşinadır.[54]

-Kur’an-da gaybî haberler binlerdir.[55]

-Kur’an-da geçen yedi kat sema ifadesi,gayb alemini de içine almak şekliyle de anlaşılabilir.[56]

-Lokman suresinin son âyetindeki beş gaybî şeyin gaybiliği,mukaderat ciheti ve de bilinmesi gaybîlikten çıkmış olmasıyladır.[57]

-Buradaki farklı tesbihler,gayb aleminde ittihad etmektedir.[58]

-Kerametler,gaybî ikramlardır.[59]

-Gavs-ı Âzam gibi,gaybın anahtarlarına (Fütuh-ul Gayb) sahib olan zatlar;kalbleri,gönülleri,fikir ve gözleri açmışlardır.Zira ilim ve iman perdeyi kaldırırken,cehalet ve küfür,lafız ve mâna itibariyle örtmekte ve perdelemektedir.[60]

-Geçmiş ve gelecek de,gayb alemindendir.[61]

-Her vakitte bir alem gayba gönderilmektedir.[62]

-“Evet kalblerde, perde-i gaybda ihtar edici bir zâta bakan”bir hatırat-ı gaybiye vardır.[63]

-“Bu maddî ve cismanî olan âlem-i şehadet dahi bir ceseddir, bir lafızdır, bir surettir; âlem-i gaybın perdesi arkasındaki esma-i İlahiyeye dayanır, hayatlanır, istinad eder, can alır, ona bakar, güzelleşir.”[64]

-Her şeyin hakikatı gayb aleminin arkasındadır.[65]

-Şehadet aleminin hazinesi,gayb alemindendir. [66]

-Gerçek kıymet gayb aleminin arkasında görünür.[67]

-Ağaç ve insanın hakikatı gaybi pergerlerle takdir edilmektedir. [68]

-“Kur’an,Âlem-i gaybın tercümanıdır….”[69]

-“Cafer-i Sadık Radıyallahü Anh ve Muhyiddin-i Arabî (R.A.) gibi esrar-ı gaybiye ile uğraşan zâtlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.”[70]

-“ Yani, nifaksız ihlas-ı kalb ile iman ediyorlar. Veya iman edilen şeyler gayb olmakla beraber iman ediyorlar. Veyahut gaibe veya âlem-i gayba iman ediyorlar.”[71]

“Kezalik pek geniş gaybî âlemlerin de bu küçük arzda içtimaları, mümkündür.”[72]

-“Âlem-i gayb, dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir.”[73]

-Bu dünyadaki tüm faaliyetler gaybi dokumalar ve ebede intikal eden gaybi devirlerdir.[74]

-İstidrac’la kerametin farkı;birine inkişaf eden eşyanın gaybi hakikatları kendinden bilip,gafletle izhar eder,diğeri ise Allah’tan bilir.[75]

-“Âlem-i gayb ve şehadetin nokta-i iltisakı ve berzahı ve iki âlemden birbirine gelen seyyaratın mültekası vicdan denilen fıtrat-ı zîşuurdur. Evet fıtrat ve vicdan akla bir penceredir. Tevhidin şuaını neşrederler.”[76]

-“Avalim-i gaybiyenin enmuzeci olan latife-i Rabbaniye…”[77]

-“Beşerin havass-ül hams-ı zahire ve bâtınadan başka, âlem-i gayba karşı açılan pek çok pencereleri var. Gayr-ı meş’ur pek çok hisleri var. Hiss-i sâmia, bâsıra, zaika olduğu gibi, bir hiss-i sâdise-i sadıka olan saika vardır. Hem bir hiss-i sâbia-i bârika olan şaika var. O şevk ve sevk yalan söylemez, yanlış gidemez.”[78]

-“Mefatîh-ül Gayb” olan İmam-ı Râzî’nin geniş olan tefsirine gir ve serir-i tedriste o dâhî imamın halka-i dersinde otur, dersini dinle.”[79]Gaybi hakikatları gör.

-Dünyadaki Tanzim,[80] Hıfz,[81]İhtarlar, [82]Şahidlikler, [83]Cevablar, [84]Müjde, [85]İrade, [86]İstihraclar, [87]Terfi ve Terakki Fermanları, [88]Hakikatlar, [89]Tokatlar, [90]Hatıralar, [91]Hafî Nazarlar, [92]İmalar, [93]hep gaybî ve gaybî imzalar [94] olup, buda Ricalül gayb [95]veya gaybın anahtarına [96]sahib olanlardadır.Bunun da kaynağı Kur’an-dır.

Sikke-i Tasdik-i Gaybî adlı eser, [97]gaybı doğrulayan mühür ve imzalardır.

Bazen Gaybî İcbarlara (Mücbir-i gaybî)[98] şahid olunmaktadır.

-Gaybı bildirmemekte bir Rahmettir.[99]

-Gaibden haber veren bu âriflerden sonra; gaibden ruh ve cinn vasıtasıyla haber veren kâhinler…”[100]’de vardır.

10-5-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] En’am.59,Lokman.34,Cin.26-27.

[2] En’am.50,Cin.26-28.

[3] Sebe’.14,Cin.10.

[4] Ra’d.8,Lokman.34,İsra.36.

[5] Bakara.33,En’am.59,Hud.123,Nahl.77,Kehf.26,Furkan.6,Neml.65,Lokman.34,Sebe’.48,Fatır.38,Hucurat.18,Cin.26.

[6] Bakara.3,En’am.59,Yunus.20,Nahl.77,Fatır.18,Yasin.11,Mülk.12,bak.K.Kerim Fihristi.N.Yüksel.sh.34,228.

[7] Lokman.34.

[8] Lem’alar.111-112,Şualar.200.

[9] Sebe’.15.

[10] Kur’an ilimleri ve tefsiri açısından Bediüzzaman Said nursi’nin eserleri.Yard.Doç.Niyazi Beki.318-320,Mâide.3.

[11] Rum.1-4.

[12] Kamer.1.

[13] Bak.Barla Lahikası.B.Said Nursi.202-205.Rabbüş Şi’ra (Necm.49) âyetini açıklarken bu Şi’ra yıldızı ise;Müşriklerin taptığı Şi’ra yıldızının Rabbi de O’dur.Bu güneşten 23 kat daha parlak bir yıldız olup,dünyaya 8 yılda ulaşır.Yıldızların insan hayatında etkili olduğuna inanılarak tapılırdı.

[14] Tekvir.1.

[15] Bak .Edebiyat dergisi.Alper ilhan.Mart-2003.sayı.18.

[16] Kur’an Mucizeleri.H.Yahya.75.

[17] Buhari, Tefsir, Kehf 2, 3, 4, İlm 16, 19, 44, İcare 7, Şurût 12, Bed’u’l-Halk 11, Enbiya 27, Tevhid 31; Müslim, Fedail 170, (2380); Tirmizi, Tefsir, Kehf, (3148); Ebu Davud, Sünnet 17, (4705, 4706, 4707).

mürşid.2.0.

[18] Sözler.46,108,633.

[19] Sözler.78, Mektubat.293.

[20] Sözler.101,281,284,286,304,Mektubat.212,Lem’alar.223,Şualar.65,68,151,154,168,171-172,187.

[21] Sözler.104.

[22] Sözler.109,Lem’alar.336.

[23] Sözler.111.

[24] Sözler.110,289,309.

[25] Sözler.110,439,510,Lem’alar.337,Şualar.174,190,İ.İ.197,Mesnevi-i Nuriye.135.

[26] Sözler.137,Lem’alar.361,Şualar.211,603-604,641.

[27] Sözler.139-140,435.

[28] Sözler.178,552,Mektubat.38.

[29] Sözler.180,288,548,680,337,367.

[30] Sözler.242,366,Mektubat.204.

[31] Sözler.245-246,İ.İ.206.

[32] Sözler.250,577,Şualar.109-110,112,Barla Lahikası.226,Mesnevi-i Nuriye.111.

[33] Sözler.267,388,402-406,448,709,716,730,Mesnevi-i Nuriye.54,157,230.

[34] Sözler.389,Lem’alar.282,Şualar.421,579.

[35] Sözler.462.

[36] Sözler.548,Mektubat.36.

[37] Sözler.552,578,Mektubat.233-234,239-240,287,293,295,328,Şualar.17,29,254.

[38] Sözler.567,655,Mektubat.220.

[39] Sözler.658.

[40] Sözler.695,734.

[41] Sözler.698,734,Lem’alar.282-283,Şualar.220.

[42] Mektubat.9.

[43] Mektubat.83,213,218,220,Şualar.132,İ.İ.231.

[44] Mektubat,88,92,96.

[45] Mektubat.96,181,183,185,389,Lem’alar.28-31.

[46] Mektubat.98-112,119,131,134,178,Şualar.650.

[47] Mektubat.177,Şualar.580.

[48] Mektubat..348-349.

[49] Mektubat.357,370,462.

[50] Mektubat.372,375,381-383,442,494,509.

[51] Mektubat.377.

[52] Mektubat.378,395,Şualar.96,107,175,617.

[53] Mektubat.390.

[54] Lem’alar.20-21,94,Mesnevi-i Nuriye.53.

[55] Lem’alar.28-37,119,378,Şualar.612,617,620.

[56] Lem’alar.69.

[57] Lem’alar.111-112,Şualar.200.

[58] Lem’alar.127.

[59] Lem’alar.162,175.

[60] Lem’alar.235,238,Şualar.669.

[61] Lem’alar.337,347,445.

[62] Lem’alar.360,440,Şualar,46-47.

[63] Lem’alar.371,Şualar.56,76,79.

[64] Şualar.76.

[65] Şualar.123.

[66] Şualar.169,266.

[67] Şualar.307.

[68] Şualar.649.

[69] Şualar.686,711,İşarat-ül İ’caz.10,17,93,120.

[70] Şualar.712,713,728,741.

[71] İşarat-ül İ’caz.41.

[72] Mesnevi-i Nuriye.138.

[73] Mesnevi-i Nuriye.180.

[74] Mesnevi-i Nuriye.216.

[75] Mesnevi-i Nuriye.228.

[76] Mesnevi-i Nuriye.246.

[77] Mesnevi-i Nuriye.247,Muhakemat.118,135.

[78] Mesnevi-i Nuriye.254.

[79] Muhakemat.56.

[80] Barla.319.

[81] Barla.243,304.

[82] Kastamonu.26.

[83] Kastamonu.36.

[84] Kastamonu.34.

[85] Kastamonu.86.

[86] Kastamonu.65.

[87] Kastamonu.86.

[88] Kastamonu.113.

[89] Kastamonu.172.

[90] Kastamonu.217.

[91] Emirdağ.1/165.

[92] Emirdağ.2/110.

[93] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.164.

[94] Kastomonu.32,213.

[95] Kastamonu.224.

[96] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.96.

[97] Sikke-i Tasdik-i Gaybi Ve Barla.381,Kastamonu.222.

[98] Barla.368,Kastamonu.48.

[99] Sikke-i Tasdik-i Gaybi .200,Mektubat.99,137.

[100] Mektubat.174-175,178,185,193,Şualar.629




YANMAYAN ODUN

YANMAYAN ODUN

Haramın binası olmaz,derler.Bu söz hayattan bir yansıma ve bir gerçektir.Herkes kendi hayatında az çok bunun örneğini görebilir.Görülememesi görmek istenilmemesinden veya iğneyi kendisine değil de başkasına batırmak istenilmesinden kaynaklanır.Fark yorumdadır.

Nitekim haram yolla gerçekleşen bir iş bir nebze insanda bir rahatlama ve genişlik,bolluk oluştursa da,dolaylı yoldan gelen bir hastalık,bir kayıp neticesinde kaybedilen hesaplandığında,gecikme zammı,enflasyon farkının da alınmış olduğu görülecektir.

Öylelerden birisi olan köy korucusu şiddetli bir kış günü köyden şehre doğru merkebiyle gitmektedir.Kar neredeyse bir metreden fazladır.Bu korkunç durumda yolu yarılasa da bu şekilde şehre varamayacağını anlar.

Ancak nedense bu sene kış çok şiddetli geçmektedir. Evde de odun pek kalmadı.Bir yandan nefis,diğer yandan boş durmayan şeytan bunu dürtükler;Gelmişken bari boş gitme,bahçesinde bulunduğun kişinin kurumuş ağaç ve dallarından yükleyebildiğin kadar merkebine yükle,hiç olmazsa bir faydası olsun.Hem zaten kimsede yok ya!İhtiyacın da var!Ne olacak yani,elbette Allah’da affeder!Hem çocukların soğukta mı kalsın?

Peş peşe süregelen sorular ve avukat gibi savunmalar…

Nefsi buna fetva verir ve odunları yükleyip köye varır.

Yıllardır kullandığı soba,orada neyin nasıl yanacağını bilmektedir.Odunları sobaya girecek şekilde keser.Bir kucak alarak sobaya koyup yakmak üzere sobanın önüne indirir.

Odunları teker teker sobaya koymaya çalışır.O girmez,öbürünü koyar.Aldırmaz,öbürünü koymaya çalışır,biraz da uğraşır.Ancak getirdiklerinin hiç biri sobaya girmemektedir.Odunlar sobadan büyük değillerdir.Küçüklü büyüklü farklı farklı olmasına rağmen bir türlü odunları sobaya koyup ta yakmayı başaramaz.Bu işte bir farklılığın olduğunu sezmiştir.Bu işte bir iş var.

Evet,beceremediğinden değil,başaramadığından yakamamıştır.

Ve aldığı odunları tekrar götürüp aldığı yere koymaktan başka da çare bulamamıştır.

Aradan aylar geçer.Bir gün bahçe sahibiyle bir yerde karşılaştığında ona şu itirafta bulunur:Tevbeler olsun,bir daha sizin odunları alıp yakmayacağım.Neler çektim, diyerek samimi itirafta bulunur.

Bahçe sahibi ise,kendilerinin maddi manevi berat sahibi olduklarını,kimsenin haram malına el atmayıp yemediklerini söyleyerek,bu helal malın başkalarına da haram yoldan nasib olmayacağını ifade eder.

Hay-dan gelen ancak Hu-ya gider.O’ndan gelen O’na,helal-dan gelen helala gider.

Helal dairesi geniştir,keyfe kâfi gelip,harama girmeye lüzum yoktur.

16-06-2003

Mehmet ÖZÇELİK




SENDE Mİ FERZENDE?

SENDE Mİ FERZENDE?

Hac ibadeti zahmet,zorluk,meşakkat ve sabır isteyen bir yolculuk ve ibadettir.Dünyanın farklı yerlerinden,farklı özelliklere ve fıtratlara sahib olan farklı insanların toplandığı farklı bir mekan…

Bütün bu farklılıklar bir noktada toplansa da,hayatı boyunca herkesten farklı olarak bu farklılıkları içerisinde barındıran insanların,bir anda o farklılıkları kesip atması ve terk etmesi elbette güçtür.

Hacca sadece temiz ve arınmış,hayatı ibadetle geçmiş insanlar gelmemekte. Aynı zamanda hayatında her türlü menfiliği yapmış,ömrü günah çirkefi içerisinde geçmiş olan insanların,manevi ameliyat ortamına geldiği,manevi kirlerinin temizlenmesi için kirlerini bıraktığı bir temizlik yeri ve ameliyesidir.

Ümitlerin bittiği yerde ümidin başladı,kapıların kapandığı bir dünyada açık kalan bir kapı,başka gidilecek bir yerin olmadığı gidilen kutsal bir yerdir hac…

Aklanma ve pâklanmak amacıyla,hayatını istikametle değerlendirememiş insanların intibaha gelerek son anda da olsa bir teveccüh edip,teveccühe mazhar oldukları umumi kabul yeridir hac…

Orada red yok,kabul vardır.Ümitsizlik yok,ümit vardır.Günah ve kirlilik yok,temizlik ve arınma vardır.Samimi olarak isteyene,isteğinin verildiği bir yerdir.Makamların en ulvi olduğu bir makamdır.İlahi tecellinin ve teveccühün bütün haşmetiyle tezahür ve tecelli ettiği farklı bir yerdir.Farklılaşmak için gidenlerin,farklılıklarını ömür boyu yaşayıp,bulup gördükleri ve de gösterdikleri bir yerdir hac…Ezelden tayin ve tahsis edilmiş,İbrahim peygamber tarafından davetiyenin çıkarıldığı,alemlerin efendisine kucak açıp,O’nu barındırdığı kutsal barınaktır hac…

Allah’ın özel ve güzel misafirleridir oranın sakinleri.Beytullah yani Allah’ın evine özel kabule mazhar olunan bir girizgâh,bir nüzhetgâh,bir seyrangâh,bir temaşâgâh makamıdır.

Orada bir tarih var.Dinlerin merkezi,ibadetin mescidi,gönüllerin birliği,dünyanın kıblesi var.Kâinatın merkezi dünya,dünyanın merkezi kâbe olmuştur.

Orada sevgi var,kardeşlik var,dostluk var,iman var,âhiret ve bekâ var ve orada sonsuzluk var…Rasulullah ile insanlığı temsil etmiş,Beytullah’la Allah’ı temsil etmiş,Hacer-ül Esved’le cenneti temsil etmiş,Arafat’la yükselişi temsil etmiş,İhramla temizlik ve arınmayı temsil etmiş,Tavaf ile ibadeti temsil etmiş,Sa’y ile gayreti,azmi,cesareti,yükselişi,çıkışı,kat edilen mesafeleri temsil etmiş,Kin ve nefreti temsil eden şeytanı taşlamakla kötülükten ve kötülük duygularından uzaklaşmayı,hakka yaklaşmayı,hakikata ulaşmayı temsil etmiştir.

Kısaca hac zenginliktir.Maddi zenginliğin başlangıcı,Manevi zenginliğin kazanılarak elde edilmesidir.

Hac yanmaktır.Hamlıktan pişmeye,pişmeden yanmaya dönüşmedir.Allah için yanmak,günahları yakmaktır.Yanmayan,yakamaz.

Hac bir arzu,bir sevinç,bir coşku,bir kavuşmadır.

Hac bir berzahtır.Hac bir yolculuktur.Anne karnından bu dünyaya gelen bir insanın aştığı bir aşama gibi,hac’da bir aşama,uzun hayat yolculuğunda bir devre ve yolculuktur.

Hac başlı başına bir alemdir.Dünya alemi,misal alemi,rüya alemi,cinler ve melekler alemi gibi…

İşte böyle bir aleme seyahat edenlerden biride Ferzende diğer adıyla Ferzo…

Sende mi Bürütüs dedirecek kabilden…

Ferzo her türlü günahı işlemiş,65 yaşına gelinceye kadar günahın her çeşidinden haberdar olan bir kimse…

Tevbe kapısı kapanmadığı,sonsuz rahmet tükenmediği için rahmetten ümidini kesmeyen Ferzo hacca niyet eder.

Buna ne derseniz deyin!İster artık eski arkadaşları yaşlandığı için kabul etmiyor,hanımından yüz bulmuyor,eve gelen misafirlerden evde kalamıyor,bu yaşında kahveye gidip tıfıl çocuklarla oynamak yaşına başına yakışmıyor,geriye de camiyle hac kalıyor,diyebilirsiniz!Ancak işin iç yüzünü biz bilemediğimizden,işi ilahi iradeye bırakıyoruz.

Hac günü gelip çatmış,Ferzo otobüse binmiş,yolculuk devam ediyor.

Ancak hayret edilecek bir husus;Ferzo hüngür hüngür ağlamakta.Niye ağlıyor?Hizmette kusur mu edildi,bir yerinden mi rahatsız,bir sıkıntısı mı var?

Bu meçhulü çözmek üzere hac organizesini yapan zat yanına yaklaşıp sebebleri sıralıyor.Ancak hiç birisi de değil.

Ancak onu ağlatan sebeb nedir?

Bunun bir an evvel tesbit edilip halledilmesi gerektir.Israr neticesinde Ferzo başlar gerçeği anlatmaya;

Ben günahkâr bir insanım.Hayatım boyunca Allah’ın dediklerinin hep tersini yaptım.Günah çamuruna battım.Sürekli şeytanla arkadaşlık yaptım.Adeta ondan ayrılmadım.

Oraya varıp hac görevlerimi yaparken Şeytanı da taşlayacağım.

Peki,şeytan bana demiyecek mi;Sende mi Ferzo!Biz seninle şimdiye kadar hep beraber değil miydik?Bunca yıllık arkadaşlığımız var,şimdiye kadar hiç birbirimizi taşladık mı?Hep birbirimize iltifat yağdırdık,alkışladık..şimdi ise bu taşlaman sana yakıştı mı?

Sende mi Ferzo…

Sende mi Bürütüs..

19-01-2003

Mehmet ÖZÇELİK




SEBE’ VE ARİM HALKI

SEBE’ VE ARİM HALKI

Kur’an-ı Kerim-de sık sık geçmiş kavimlerin başlarına gelen olaylar anlatılarak,birinci derecede ibret almamız istenir.Bunları genel ve milletler açısından ele aldığımızda ibret-âmiz durumlarla karşılaşmaktayız.Bunların genel olarak başlarına gelen olaylar,ilâhi yasağı çiğnemelerinden kaynaklanmaktadır.Şöyle ki:

“Sizden önce ilahi yasaların değişmezliğini kanıtlayan birçok olaylar gelip geçti. Yeryüzünü geziniz ve Allah’ın ayetlerini yalan sayanların akıbetini görünüz.”[1]

”Biz nice kentleri yok ettik. Azabımız, onları, ya geceleyin ya da öğle uykuları sırasında yakalayıverdi.

Azabımıza uğradıkları andaki tek feryadları “Biz gerçekten zalimdik ” demekten ibaret oldu.”[2]

“Her toplumun belirlenmiş bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde onu ne bir an erteleyebilirler ve nede bir an öne alabilirler. “[3]

“Peygamber gönderdiğimiz her ülkenin halkını, ola ki, bize yalvarırlar diye, mutlaka sıkıntılara ve belalara uğrattık. ”

Sonra kötü günleri iyi günlerle değiştirdik de sayıca çoğaldılar ve: “Atalarımız da hem sıkıntılı hem de sevinçli günler geçirmişlerdi” dediler. Bunun üzerine onları hiç ummadıkları bir sırada ansızın yakalayıverdik. ”

“Eğer o ülkelerin halkları iman edip kötülüklerden sakınsalardı, göğün ve yerin bereket kapılarını yüzlerine açardık. Fakat yalanladılar, biz de onları işlediklerinin cezasına çarptırdık. ”

“Acaba o ülkelerin halkları geceleyin uyurlarken başlarına azabımızın gelmeyeceğinden emin midirler?”

“Acaba o ülkelerin halkları, kuşluk vakti eğlenirlerken, azabımızın gelmeyeceğinden emin midirler?”

“Onlar Allah’ın tuzağına yakalanmayacaklarından emin midirler? Oysa hüsrana uğrayan toplum dışında hiç kimse kendini Allah’ın tuzağından emin sayamaz. ”

“Üzerinde yaşadıkları toprakları eski yerlilerinden miras alanlar, istesek kendilerini günahları yüzünden musibetlere çarptırabileceğimizi, kalplerini mühürleyebileceğimizi ve kulaklarının işitemez olabileceğini, bu tarihi sürecin ışığında halâ kavrayamadılar mı?”[4]

Allah ihmal eder fakat ihmal etmez.Kendisine dönmeleri için süre verdiği bu insanların yanlışta diretmeleri üzerine ihmal etmemiş daha dünyada iken onları en ağır bir ceza ile cezalandırmıştır.

“Yeryüzünde bir birine bitişik, farklı yapıda toprak parçaları; üzüm bağları, ekinler ve çatallı-çatalsız hurma ağaçları vardır; hepsi aynı su ile sulanır, fakat ürünleri arasında fark gözetiriz. Hiç kuşkusuz bunlarda aklı erenler için birçok ibret dersleri vardır.”[5]

Allah’ı hatırlatması için verilen nimet ve zenginlikler,vereni unutma yolunda perde yapılmıştır.

“ İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah’ın emri ile gözetlerler. Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah’dan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur.”[6]

Değerli olan insan kontrol ve gözetim altındadır.O başıboş değildir.

“Ey Muhammed, müşrikler az kalsın seni, indirdiğimiz vahiyden ayırıp adımıza başka sözler uydurmanı sağlıyorlardı, eğer bunu başarabilselerdi, seni dost edineceklerdi.

Eğer sana direnme gücü vermeseydik, azıcık onlara yanaşmak üzereydin.

Eğer onlara yanaşsaydın sana dünya hayatının ve ölüm ötesinin azabını katlayarak tattırırdık da bize karşı kendine yardım edebilecek hiç kimse bulamazdın.

Gerçi müşrikler seni tedirgin ederek, bıktırarak Mekke’den çıkarmak amacındadırlar, ama o takdirde senden sonra orada ancak kısa bir süre kalabilirler.

Senden önce gönderdiğimiz peygamberlere ilişkin değişmez yasamız bu yolda işleye gelmiştir. Bizim yasamızın değiştiğini göremezsin.”[7]

Değişmeyen kural,en sevilen insan,kâinatın kendisi için yaratıldığı zat için de câri olmakta,geçerliliğini sürdürmektedir.Yapan,sen de olsan!

“Vaktiyle yok ettiğimiz nice eski kuşakların acı sonları onları doğru yola iletmiyor mu? Oysa onlar bu yok edilmiş kuşakların oturdukları konutları geziyorlar. Sağduyu sahiplerinin bu olaylardan çıkaracağı birçok dersler vardır.”[8]

Öncekilere verilen dersler sonrakilere pek etki etmemiş olacak ki,helak olayları süregelmiş…

“Yeryüzünde gezip, kendilerinden önceki insanların sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Onlar kendilerinden daha güçlü idiler. Yeryüzünü kazıp altüst etmişler ve onu, bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdir. Onlara da elçileri, delillerle gelmişti. Böylece Allah onlara zulmetmiyor, onlar kendilerine zulmediyorlardı.

Sonra kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu. Çünkü Allah’ın ayetlerini yalanladılar. Ve onlarla alay ediyorlardı.”[9]

“Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.”[10]

“Bugün yurtlarında dolaştıkları nice kuşakları daha önce helâk etmiş olmamız, halâ onları yola getirmedi mi? Şüphesiz bunda ibretler vardır. Halâ dinlemeyecekler mi?”[11]

“Uyarıcı gönderdiğimiz her kentin şımarık elebaşları mutlaka şöyle dediler. “Biz, sizin getirdiğiniz mesajı kesinlikle inkâr ediyoruz”

“Bizim herkesten çok servetimiz ve evlâdımız vardır, bizim azaba çarptırılmamız söz konusu değildir. “[12]

“Onlardan önceki bir çok milletler de mesajımızı yalanlamışlardı., Bu müşrikler onlara verdiğimiz dünyalıkların onda birine bile ermiş değillerdir. Buna rağmen peygamberlerimi yalanladılar, ama bu inkârcılığın karşılığı nice oldu?”[13]

“Onlar yeryüzünü gezip daha önceki yoldaşlarının karşılaştıkları acı sonu görmezler mi? Oysa onlar kendilerinden daha güçlü idiler. Göklerde ve yeryüzünde Allah ile başa çıkabilecek hiçbir güç yoktur. Hiç kuşkusuz O her şeyi bilir ve gücü her şeye yeter.”[14]

Tarih boyunca insanları yoldan çıkaran iki unsur olmuştur;Güç ve zenginlik…bunun sonucu olan sefahet ve zulüm…

“Görmediler mi kendilerinden önce nice nesilleri yok ettik. Onlar bir daha kendilerine dönüp gelmezler.”[15]

“Onlardan önce nice nesilleri helak ettik de feryad ettiler. Oysa artık kurtuluş zamanı değildi.”[16]

“Onlardan önce de Nuh kavmi, Ad kavmi ve sarsılmaz bir saltanat sahibi Firavun’da yalanlamıştı.

Semud kavmi, Gut kavmi ve Eyke halkı da yalanlamıştı. İşte bunlar da peygamberlerine karşı birleşen kabilelerdir.

Hepsi peygamberleri yalanladılar da azabımı hak ettiler.

Bunlar tarihte Kureyş’ten önce yaşayan milletlerin örnekleridir: Hz. Nuh’un toplumu, Ad toplumu, yere kazıklar gibi çakılan Ehramların sahibi Fira’avn, Semud toplumu, Lut’un toplumu, sık orman içinde yaşayan ve Eykeliler diye bilinen Hz. Şuayb’ın toplumu. “İşte bunlar da peygamberlerine karşı birleşen kabilelerdir.” Bunların hepsi peygamberlerin mesajlarını yalan saymışlardı. Azgın, taşkın ve zalim olan bu toplulukların halı nice oldu? “Yalanladılar da azabımı hak ettiler.”

Hakkettikleri cezaya çarptırıldılar. Yok olup gittiler. Geride yenilgilerini ve yıkılışlarını simgeleyen kalıntılar dışında hiçbir şey bırakmadılar!

İşte tarihte gelip geçmiş olan birleşmiş orduların sonu buydu. Şimdikilere gelince, bunlar genel olarak kıyamet gününün arifesinde yeryüzünde hayatı sona erdirecek olan “çığlığa” havale edilmiştir.

Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan tek bir çığlık beklemektedirler.

Onun geri dönmesi yok. Bu çığlık gelince ansızın gelir. Onlara sağılan devenin memesinden akan sütün iki damlası arasındaki zaman aralığı kadar bile bir süre tanımaz. Zira bu çığlık kendisi için belirlenen ve ne ileri ne geri alınamayan zamanda gelir. Nitekim yüce Allah İslam ümmeti için de bunu takdir etmiştir. Onu bekletmiş ve zaman tanımıştır. Daha önceleri, peygamberlerine karşı gelen müşrikleri cezalandırdığı gibi onları yıkıma uğratıp yok etmemiştir.”[17]

“Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonra gelen kollar da ya1anladı. Her millet, Peygamberlerini yakalamağa yeltendi; Batılı hakkın yerine koymak için mücadele etmişlerdi. Bu yüzden onları yakaladım. (Bak işte) azabım nasıl oldu?!”[18]

“Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden önce gelenlerin sonunun nasıl olduğunu görsünler. Onlar kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından kendilerinden daha üstün idiler. Fakat Allah, onları günahları yüzünden yakaladı. Onları Allah’ın azabından koruyan da olmadı.”[19]

“Biz sizin gibi sapıkları daha önce yok ettik. Öğüt alan yok mu?”[20]

“Ey insanlar ve cinler, yakında sizinle hesaplaşmak için özel vakit ayıracağız.”[21]

“Nice şehirler var ki Rabbinin ve elçilerinin emirlerine baş kaldırdı, biz de onu çetin bir hesaba çektik ve ona görülmemiş şekilde azab ettik.

Onlar yaptıklarının karşılığını tatmışlardır. işlerinin sonu tam bir hüsran olmuştur.

Allah onlara şiddetli bir azab hazırlamıştır. Ey inanan akıl sahipleri. Allah’tan korkun. Allah size gerçekten bir uyarıcı kitab indirmiştir.”[22]

“Önceki inkarcı toplumları yok etmedik mi?

Sonraki inkarcıları da katarız onlara.

İşte biz günahkârlara böyle yaparız.”[23]

“Eğer Rabb’inin daha önce verilmiş bir hükmü ve belirlenmiş bir vadesi olmasaydı yok edilmeleri kaçınılmaz olurdu.”[24]

“Halkları zalim olan nice şehri kırıp geçirdik de arkasından başka halklar ortaya çıkardık.

Bu zalimler azabımızın gelip çattığını fark ettiklerinde derhal şehirlerinden kaçmaya koyuluyorlardı.

“Kaçmayınız, sizi baştan çıkaran nimetlere ve evlerinize dönünüz ki, sorguya çekileceksiniz! ”

“Eyvahlar olsun! Biz gerçekten kendimize zulmetmişiz ” dediler.

Onlar böyle vahlanıp dururken biz kendilerini biçilmiş ekinler gibi cansız yere sériverdik.”[25]

“Yok ettiğimiz kentlerin halklarının hesap vermek üzere bize dönmemeleri imkânsızdır.”[26]

“Halkı zalim olan nice kenti yok ettik. Yapılarının duvarları, yere inen tavan yıkıntılarının üzerine çökmüştür. Nice su kuyularını kullanan kalmamış, nice korunaklı köşkleri ıssız kalmıştır.”

Müşrikler yeryüzünü gezmiyorlar mı ki, bu sayede kalpleri gördüklerinden-ibret alabilsin ve kulakları söylenenleri işitebilecek bir duyarlık kazansın. Çünkü kör olan onların gözleri değildir, fakat göğüs boşluklarındaki kalpleri kördür, duyarsızdır.”

Onlar senden azabımın bir an önce gerçekleşmesini istiyorlar. Oysa Allah sözünden caymaz ve Rabb’inin katındaki bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.

Halkı zalim olan nice kente önce mühlet tanıdım, sonra yakasına yapıştım. Sonunda bana dönülecektir.”[27]

“Hiç bir ümmet, ecelini ne öne alabilir ve ne de erteleyebilir.”[28]

“Eğer biz onlara acısak da başlarındaki sıkıntıyı gidersek yine azgınlıkları içinde debelenmeye ısrar ederler.

Biz onların yakalarına azapla yapıştık. Fakat ne Rabb’lerine boyun eğdiler ve ne de O’na yalvardılar.

Ama ağır bir azabın kapısını yüzlerine açtığımızda kurtuluş ümitlerini yitirerek ne yapacaklarını şaşırırlar.”[29]

“Biz size gerçekten ayrıntılı açıklamalar içeren ayetler, sizden önce yaşamı, milletlerin hayatlarından alınmış örnekler ve kötülükten uzak durmak isteyenler için öğütler indirdik.”[30]

“Böylece peygamberlerini yalanladılar. Biz de onları yok ettik. Kuşku yok ki, bu olaydan alınacak dersler vardır. Onların çoğu inanmamış kimselerdir.”[31]

“Onlara de ki; “Yeryüzünü geziniz de ağır suçluların sonunun nice olduğunu görünüz.”[32]

“Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler, daha sağlam olan, öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları, onlara bir fayda vermemişti.

Peygamberleri, onlara belgelerle gelince, kendilerinden olan bilgiden gururlandılar da, alaya aldıkları şey kendilerini salıverdi.

Ne zaman ki, şiddetli azabımızı gördüler: “Tek Allah’a inandık ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkar ettik “dediler.

Fakat şiddetli azabımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah’ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur. İşte o zaman kafirler ziyana uğramışlardır.”[33]

“Bizde bunlardan daha güçlü oları o kavimleri helak ettik. Öncekilere dair nice misaller geçmiştir.”[34]

“Biz de onlardan intikam aldık. Bak, yalanlayanların sonu nasıl oldu?”[35]

“Ey Muhammed! Sen mi sağırlara işittireceksin, yahut kör ve apaçık sapıklıkta olanı doğru yola ileteceksin?

Eğer biz seni alıp götürürsek (vefat ettirirsek) onlardan intikam alacağız.

Yahut onları tehdit ettiğimiz şeyi sana gösteririz. Bizim onlara gücümüz yeter.”[36]

“Bizi öfkelendirince onlardan intikam aldık, böyle hepsini suda boğduk.

Böylece onları, sonrakiler için hem bir örnek, hem de bir ibret yaptık.”[37]

“Biz sizden azabı birazcık kaldıracağız, fakat siz yine inkara döneceksiniz.

O gün büyük bir şiddetle çarparız; zira Biz öç alıcıyız!”[38]

“İşte onlar da kendilerine azab sözü gerekli olmuş kimselerdir. Kendilerinden önce geçen cin ve insan toplulukları arasında azab içinde bulunacaklardır. Gerçekten onlar ziyana uğrayanlardır.”[39]

“De ki: “Azabın ne zaman geleceğine dair bilgi, ancak Allah katındadır. Ben görevlendirildiğim şeyi size duyuruyorum; fakat sizi cahillik eden bir kavim görüyorum.”

Nihayet azabın ufukta geniş bir bulut halinde vadilerine doğru geldiğini görünce “Bu, bize yağmur yağdıracak bir buluttur”dediler. Hayır, o sizin acele gelmesini istediğiniz şey, içinde acı azab bulunan bir rüzgardır.

Rabb’inin emriyle her şeyi yıkar, mahveder. Derken onlar o hale geldiler ki evlerinden başka bir şey görünmez oldu. İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırınız.”[40]

“Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi bırakmıyor, onu çürütüp kül gibi ediyor.”[41]

“Andolsun, Biz çevrenizdeki kentleri de yok ettik ve belki küfredenlerden dönerler diye ayetleri tekrar tekrar açıkladık.

O zamanlar, Allah’ı bırakıp da O’na yakınlık sağlamak için edindikleri tanrılar kendilerine yardım etmeli değil miydi? Hayır, tanrılar onlardan uzaklaştılar. Bu, onların yalanı ve uydurdukları şeydir.”[42]

“Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmazlar mı? Allah onları yere geçirmiştir; inkarcılara da onların başına gelenin benzerleri vardır.

Biz, halkı seni yurdundan çıkaran şehirden daha kuvvetli nice şehirleri yok ettik, fakat onlara bir yardım eden çıkmadı.”[43]

El cezâ-u min cinsil amel yani ceza yapılan işe göredir.Toplumların başlarına gelen belalar,yaptıkları işlerle orantılıdır.Kibirlenenleri yerin dibine geçirmekle zelil kılarken,mallarıyla gururlananların mallarını yakıp yok ederek gururlandıkları sebebleri ortadan kaldırmaktadır.Tıpkı zamanımızdaki fuhşun,aids belasıyla cezalandırılması gibi…

“Biz bir beldeyi yok etmek istediğimizde oranın şımarık ele başlarına emrederiz de kötülüğe dalarlar. Böylece o belde hakkında hükmümüz haklılık kazanır. Bunun üzerine orayı alt-üst ederiz.”[44]

“Biz refah içinde şımarmış nice şehirleri helak ettik. İşte yerleri! Kendilerinden sonra pek az kimse oturabilmiştir. Onlara hep biz varis olmuşuzdur.

Rabb’in memleketlerin ana merkezlerinin halkına ayetlerimizi okuyacak bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk edici değildir. Zaten biz halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir.”[45]

“Rasullerin başlarından geçenlerden, sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar. Sana bu belgelerle gerçek, inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir.”[46]

“Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada size azap gelmeden önce Rabb’inizden size indirilen en güzel söze, Kur’an’a uyun. “[47]

“İstekte bulunan biri, (muhakkak) gerçekleşecek olan bir azabı istedi.

Kafirler için olan, bu (azabı) geri çevirecek kimse yoktur.

(Bu azab) Yüce makamlar sahibi olan Allah’tandır.”[48]

AÇIKLAMA:Bazı müfessirler, bundan soru sormak anlamını alarak ayetin manasını şöyle açıklamışlardır: “Sorucu, senin haber verdiğin azab ne zaman olacak diye sordu.” O zaman Allah (c.c) bu kafirlerin üzerine azabın geleceği cevabını vermiştir. Fakat müfessirlerin çoğu bunu soru değil de talep etme, isteme manasında düşünmüşlerdir. Nese-i ve diğer bazı muhaddisler, İbn Abbas’tan Hakim’in de sahih dediği şu rivayeti naklederler: “Ey Allah! Eğer bu senin tarafından tehdid edilen azab doğru ise bize gökten taş yağdır, yada bizi çetin bir azaba uğrat [49] diyen Nadr bin Haris bin Katade’dir. Bunun dışında Kur’an’ın diğer bazı yerlerinde kafirlerin “O bizi korkuttuğunuz azab hadi niye gelmiyor?” şeklinde kafa tutuşlarını aktarmaktadır.”[50]

HZ.MUSA VE FİR’AVUN-KARUN :

“Sonunda biz onu da sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Kendi kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi.”[51]

“Sizden kesin bir söz almış ve Tur dağını üstünüze yükseltmiştik (ve demiştik ki:) “Size verdiğimize sımsıkı yapışın ve onda olanı (hükümleri sürekli) hatırlayın: umulur ki sakınırsınız.”[52]

“Bu olay Kur’an’ın muhtelif yerlerinde, çeşitli şekillerde beyan edilmiştir. Bu olayın İsrailoğulları tarihinde meşhur bir vakıa olduğuna şüphe yoktur. Fakat günümüzde bu olayın ayrıntılarına vakıf olmak şansına sahip değiliz. Ancak genel anlamıyla bu olayın şu şekilde cereyan ettiği anlaşılmaktadır: Allah Tealâ ile İsrailoğulları dağın eteğinde ahid yaparlarken, korkunç bir manzara meydana gelmiş ve dağ adeta İsrailoğulları’nın tepesine çökecek gibi görünmüştür.[53] Bu olay Talmud’da şöyle anlatılır: “O Kutsal Varlık, Sina Dağı’nı büyük bir tekne gibi onların üstüne kaldırdı ve: “Tevrat’ı kabul ederseniz iyi olur, yoksa burası mezarınız olur” dedi. [54]

Aynı olay Kitab-ı Mukaddes’te daha farklı ele alınmış olmasına rağmen, yine de o manzara canlandırılmıştır: “Ve Sina Dağı bir duman haline geldi. Çünkü Rab, O’na ateş içinde indi ve oradan ocaktan çıkan duman gibi bir duman yükseldi ve bütün dağ sarsıldı”[55]

“Ve bütün kavim gök gürültüleri, şimşekleri, boru sesini ve dağdaki dumanı gördüler. İnsanlar bunu görünce geri çekilip uzaklaştılar. Ve Musa’ya dediler ki: “Bizimle konuş seni dinleriz; fakat Tanrı bizimle konuşmasın, yoksa ölürüz.” [56]

“Andolsun, sizden Cumartesi (günü) haddi aşanları elbette biliyorsunuz.82 İşte biz, onlara: “Aşağılık maymunlar olunuz” dedik.”[57]

“İsrailoğulları’ndan sürekli bir ahid ve “Benimle sizin aranızda nesiller boyu sürecek bir işaret” olmak üzere Sebt’e (Cumartesi) uymaları istenmişti. “Altı gün iş yapılabilir; fakat yedinci gün Rabb’a mahsustur ve Sebt günüdür. Kim Sebt günü iş yaparsa, mutlaka öldürülecektir.” [58] Fakat İsrailoğulları dinî ve ahlâkî yönden bozulunca bu yasağı açıkça işlemeye ve Cumartesi günü iş yapmaya başladılar.”[59]

“Andolsun, biz Musa’ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğullarına sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: “Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum” demişti.”[60]

“Burada anılan dokuz mucizeye A’raf Suresi 133. ayette de değinilmektedir. Bu mucizeler şunlardı:

(1) Büyük bir yılana dönüşen asa

(2) Musa’nın güneş gibi parlayan ve beyaz olan sağ eli

(3) Sihirbazların tümünün sihirlerinin bozulması

(4) Kıtlık

(5) Tufan

(6) Çekirge

(7) Buğday güvesi

(8) Kurbağa

(9) Kan afeti”[61]

Firavn için “Zü’l evtad” (kazıklar sahibi) denmiştir. Sâd suresi 12. ayetde de bu kelime kullanılmıştır. Bu tabirin birkaç anlamı olabilir. Fir’avn’ın askerleri kazıklara benzetilmiş ve dolayısıyla asker sahibi anlamına, kazıklar sahibi denmiş olabilir. Çünkü Fir’avn’ın saltanatı askerlerine dayanmaktaydı. Bir de, Fir’avn’ın askerleri nerede kamp kursa orada her taraf kazıklarla dolu gözükmekteydi. Çünkü kurdukları çadırlar kazıklara dayanıyordu. “Kazıklar Sahibi” tabirinden murad, Fir’avn’ın, kazıklar dikerek insanlara azab etmesi de olabilir. Ayrıca Mısır ehramlarına kazık denmiş olması da mümkündür. Çünkü ehramlar Firavunlar’ın azametinin alametiydi. Nitekim onlar asırlardır yeryüzünde kazık gibi durmaktadırlar.”[62]

SEBE :

”(Sebâ) Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm’ın mucizesi sonunda imana gelen ve onunla evlenen Belkıs’ın Yemen’de hükmü altında bulundurduğu mâmur şehrinin ismi. * Bir Arab kavminin adı. * Bir devlet ismi. * Bir şahıs adı.”[63]

Kur’an-ı Kerim’in 34. Suresinde Sebe ve Kavmi anlatılmaktadır.

“Celâlim hakkı için Sebe’ -kavmi- için ikametgâhlarında bir alâmet var idi. Sağdan ve soldan iki cennet ile çevrilmişti. -kendilerine denilmişti ki:- Rab’binizin rızkından yeyin ve ona şükredin. Tertemiz bir belde ve yarlıgayan bir Rab.”[64]

Hz.Süleyman ve Davud’un farklılıkları [65]Ve -Sebe’ kavminin helak olması anlatılır.[66]

Hz.Süleyman:”O da demişti ki:”Gerçekten ben,mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim.”[67]

Sebe’ Arabdan bir erkek olup,On evlâdı olmuştur.

Sebe Mülkü, ya’ni kurmuş olduğu Devlet, dört yüz seksen dört sene sürdü.

“Gökten ve Yerden önlerindekine ve arkalarındakine bir bakmazlar mı? Dilersek kendilerini Yere geçiriveririz, yâhud Gökten üzerlerine parçalar düşürüveririz hakıkaten onda inâbe edecek (hakka gönül verecek) bir kul için şübhesiz bir âyet vardır “[68]

“”Sebe” vaktiyle Güney Yemende yaşamış bir toplumun adıdır. Bunların yurtları son derece verimli topraklardan oluşmuştu. Bu topraklar üzerinde kurulan uygarlığın bazı izleri günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. Sebeliler uygarlıkta ileri bir düzeye ulaşmışlardı. Öyle ki, güney ve doğu taraflarını saran denizden gelen bol yağmur sularını denetim altına almayı başarmışlar, bu amaçla doğal bir baraj yapmışlardı. Bu barajın iki yanında iki dağ yükseliyordu. Barajın önüne ördükleri surlarda açılıp kapanabilen kapaklar yapmışlardı. Baraj duvarının ardında büyük miktarda su biriktirmişlerdi ve bu suyu gerektiği şekilde kullanıyorlardı. Başka bir deyimle son derece büyük bir su kaynağına sahiptiler. Bu baraj “Merib barajı” adı ile anılıyordu.

Ayette geçen “vadinin sağında ve solunda uzayan iki ova” toprak verimliliğinin, bolluğun, refahın ve göz alıcı hayat standardının simgesidir. Bu yüzden bu bol nimetleri bağışlayan yüce Allah’ı hatırlatan bir kanıt olarak algılanması istenmiştir. Nitekim Sebe’lilere yüce Allah’ın verdiği rızıklardan yararlanırken O’na şükretmeleri emredilmiştir.

“Rabb’inizin verdiği rızıkları yiyiniz ve O’na şükrediniz.”

Fakat onlar ne Allah a şükrediyorlar, ne da verdiği nimetleri hatırlıyorlar.

“Fakat onlar bu buyruğa sırt çevirdiler. Bu yüzden üzerlerine Arim selini göndererek o verimli ovalarını dikenli, kuru çalılıklı ve az sayıda sedir ağaçlı iki çorak ovaya dönüştürdük.”[69]

Kayaları önünde sürükleyen bu korkunç sel kurdukları barajı yıktı. Bunun üzerine büyük bir taşkın meydana geldi, seller her yanı silip süpürdü. Artık adamların elinde suları biriktirme imkânı kalmamıştı. Bu yüzden ortalık susuzluktan kurudu, kavruk yangın yerine benzedi. O güzelim bahçeler, üzerinde tek tük bir kaç ağaçtan, bir kaç kuru çalıdan başka bir yeşillik bulunmayan bir çöle dönüştü. Okuyalım:

“O verimli ovalarını dikenli, kuru çalılıklı ve az sayıda sedir ağaçla iki çorak ovaya dönüştürdük.”

“Yaptıkları nankörlükten ötürü onları işte böyle cezalandırdık. Biz nankörden başkasını hiç cezalandırır mıyız ki?”[70]

Ayrıca yurtlarını kuzeylerindeki kutsal kentlere, yani Arap yarımadasındaki Mekke ile Şam yöresindeki Kudüs’e bağlayan uygarlık düzeyleri halâ ayakta idi. Kuzeylerinde yer alan Yemen kenti, sözünü ettiğimiz kutsal kentlerle bağlantılı, bayındır bir kent olduğu gibi bu uygarlık merkezleri arasında gidişi-gelişi sağlayan yol bakımlı, işlek ve güvenli idi. Ayeti okuyalım:

“Onların yurtları ile kutsal kentler arasına, birinden bakınca öbürü görünebilen kısa aralıklı kentler serpiştirerek konaktan konağa mesafeleri ölçülebilir bir yolculuk yapmalarını sağladık. Onlara “Bu yol boyunca hem geceleyin hem de gündüzün güven içinde yolculuk yapın” dedik.

Fakat onlar “Ey Rabb’imiz, seferlerimizi uzun aralıklı yap” diyerek kendilerine yazık ettiler. Bunun üzerine onları dillere düşürdük, toplumlarını parçalayarak öteye-beriye dağıttık. Hiç kuşkusuz sabırlıların ve şükredenlerin bu olaylardan çıkaracakları bir çok dersler vardır.”[71]

İnsanlar kaderin verdiği cezayı kabullenmemektedirler,red ve inkâra gitmektedirler.Ancak ödüllendirildiklerinde kabullenip,inkâr etmemektedirler.

Tarihte “Sebe”, büyük kabileleri de içine alan büyük bir Güney Arabistan kavmiydi. İmam Ahmet, İbn Ebi Hatim, İbn Abd’ül-Berr ve Tirmizi, Hz. Peygamber’den (s.a) Sebe’nin soyundan aşağıdaki kabileler türeyen bir Arap olduğunu rivayet etmişlerdir: Kinde, Himyer, Ezr, Eş’ariyin, Mezhic, Enmar (iki kolu ile birlikte: Kes’am ve Becile) Amile, Cüzam, Lahm ve Gassan.

Eski çağlardan beri bu Arap kavmi bütün dünyaca bilinirdi. M.Ö. 2500 tarihli Ur kitabelerinde bu kavimden Sebum diye bahsedilmektedir. Bundan başka Babil ve Asur yazıtlarında ve Kitab-ı Mukaddes’te de Sebelilerin birçok kez adı geçmektedir.[72]Yunan ve Roma tarihçileri ve coğrafya bilgini Theo-phrastus (M.Ö. 288) de, İsa’dan öncesinden itibaren, çağlar boyunca Hıristiyan tarihinin yanısıra bu kavimden de bahsetmektedirler.

Bu kavmin yurdu bugün Yemen denilen Arabistan yarımadasının güneybatı köşesiydi. Yükselişi M.Ö. 1100 yıllarında başlamıştır. Davud ve Süleyman Peygamberler zamanında Sebeliler, zenginlikleriyle dünyaca meşhur bir kavimdi. Başlangıçta güneşe tapıyorlardı. Daha sonra, kraliçelerinin Hz. Süleyman zamanında imana gelmesinden (M.Ö. 965-926) sonra muhtemelen çoğu Müslüman oldu. Fakat zamanı tam tesbit edilemeyen daha sonraki bir dönemde tekrar Elmaka (ay tanrısı), Ester (Venüs), Zat Hamim, Zat Bed’an (güneş tanrısı) Hermeten veya Herimet gibi birçok tanrı ve tanrıçaya tapmaya başladılar. Baş tanrıları Elmeka’ydı. Krallar onun temsilcisi olarak memlekette hüküm sürüyorlardı.

Yemen’de yapılan kazılar sonucu her tarafta bu tanrılar için özellikle de Elmaka için mabedler yapıldığını ve her önemli olayda bu tanrılara kurbanlar sunulduğunu gösteren birçok yazıtlar ortaya çıkarılmıştır.

Çağımızda yapılan arkeolojik kazılar sonucunda, bu kavmin tarihine ışık tutan yaklaşık 3000 kadar kitabe bulunmuştur. Bunların yanı sıra, Arap ravilerinin, Romalı ve Yunan tarihçilerinin verdikleri bilgiler de kullanılırsa, bu kavmin ayrıntılı bir tarihi hazırlanabilir.

Sebe halkı zenginliğini iki şeye borçluydu: Tarım ve ticaret. Tarımlarını, daha önceden Babil hariç hiçbir yerde bilinmeyen bir sulama sistemi ile geliştirmişlerdi. Ülkelerinde doğal akarsular yoktu, yağmurlu mevsimlerde tepecikler arasına inşa ettikleri setler sayesinde küçük gölcüklerde su toplanır ve ülkenin her tarafında yapılan bu gölcüklerden tarlalarına su taşımak için kanallar inşa ederlerdi. Bu, Kur’an’da da değinildiği gibi bütün ülkeyi verimli bir bahçe haline getirmişti. En büyük su deposu, Me’arib yakınındaki Cebel Belek’in girişine inşa edilen baraj sayesinde biriken göldü. Fakat Allah nimetlerini onlardan geri alınca, en büyük baraj M.S. beşinci yüzyılın ortalarında yıkıldı ve meydana gelen sel birbiri arkasına ülkedeki bütün barajları yıktı. Bu da bütün sulama sisteminin bir daha tamir edilemeyecek şekilde bozulmasıyla sonuçlandı.

Allah, Sebelilere ticaretle ilgili olarak da yararlanabilecekleri çok avantajlı bir coğrafi mekan ihsan etmişti. Bin yıldan fazla Doğu ile Batı arasındaki ticaret araçlarını tekellerinde tuttular. Bir taraftan limanlarına Çin’den ipek, Endonezya ve Malabar’dan baharatlar, Hindistan’dan dokuma ve kılıçlar, Güney Afrika’dan zenci köleler, maymunlar, devekuşu tüyleri, fildişi geliyor, diğer taraftan bu malları daha sonra Roma ve Yunanistan’a nakledilmek üzere Mısırlı ve Suriyeli tacirlere satıyorlardı. Bunun yanı sıra Sebeliler, Mısır, Suriye, Roma ve Yunanistan’da büyük revaç bulan buhur, anbar, mür ve daha başka parfümler üretiyorlardı.

Bu uluslararası ticaret için iki önemli yol vardı: Kara yolu ve deniz yolu. Deniz ticareti bin yıldan fazla Sebelilerin kontrolünde kaldı, çünkü Kızıldeniz’in esrarengiz muson rüzgarlarını, dalgalarını, kayalıklarını, emin limanlarını sadece onlar biliyorlardı ve başka hiçbir kavim bu tehlikeli sularda denizcilik yapmayı göze alamıyordu. Bu deniz yolu ile Sebeliler ticaret mallarını Ürdün ve Mısır limanlarına götürüyorlardı. Aden ve Hadramevt’ten gelen kara yolları Me’arib’de birleşiyor, oradan da Mekke, Cidde, Yesrib, El’ula, Tebuk ve Eyle’den Petra’ya giden bir yola uzanıyor, bu yol kuzey ucunda Mısır ve Suriye’ye olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Bu kara yolu boyunca Kur’an’da zikredildiği gibi Yemen’den Suriye sınırlarına kadar uzanan ve ticaret kervanlarının gece gündüz uğradığı birçok Sebe kolonisi kurulmuştur. Bu kolonilerin (yerleşim bölgesi) işaretlerine bugün hâlâ Sebe ve Himyeri kitabelerinin bulunduğu bu yol üzerinde rastlanmaktadır.

Strabe şöyle diyor: “Sebeliler altın ve gümüş kaplar kullanıyorlardı, evlerinin tavanları, duvarları ve kapıları bile fildişi, altın, gümüş ve değerli taşlarla süslüydü.” Pliny şöyle der: “Roma’nın ve İran’ın bütün zenginlikleri Sebelilerin ellerine akıyor. Onlar bugün dünyanın en zengin halkı ve verimli toprakları, bahçeler, bitkiler ve hayvanlarla dolu.” Artemidorus ise şöyle der: “Bu insanlar lüks içinde yüzüyorlar. Yakacak olarak tarçın ağacı, sandal ağacı ve başka güzel kokulu ağaçlar yakıyorlar.”[73]

”Bu konuyu anlatmak için tarihten Semud kavmi bir örnek olarak verilmiştir. Çünkü önceki azaba uğrayan kavimlerden yerleşim yeri Mekkelilere en yakın olan kavim bunlardı. Hicaz’ın kuzeyinde onların tarihi kalıntıları mevcuttu. Mekkeliler ticaret için Şam’a gittiklerinde buradan geçerlerdi. Cahiliyet şiirlerinde Semud kavminden çokça bahsedilmesinden anlaşılıyor ki, Araplar bu kavim ve onun akıbeti hakkında çok bilgiye sahiptiler.”[74]

LUT KAVMİ :

“İbrahim “Ama orada Lût var” deyince, elçiler şöyle dediler: “Biz orada kimlerin olduğunu herkesten iyi biliyoruz. Lût’u ve yakınlarını kurtaracağız. Yalnız eşi orada kalarak azaba çarpılanlardan olacaktır. “[75]

“Her birini teker teker suçüstü yakaladık. Kimini önünde taşları savuran müthiş bir kasırgaya tuttuk, kimi korkunç bir gök gürültüsüne tutularak cansız yere düştü, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de denizde boğduk. Allah’ın onlara zulmetmesi söz konusu değildi, fakat onlar kendilerine zulmettiler.”[76]

İbni Abbas der:”Allahın en büyük cünudu rüzgardır.

AD KAVMİ :

Hud peygamber Âd (İrem) kavmine gönderilmiştir.Nuh kavminden sonradır.

“Âd kavminin yaşadığı bölgede rüzgârlar, “ahkaf” denen kum tepeleri meydana getiriyordu. İçinde bu kavmin yaşadığı bölge ve kum yığınlarından söz edildiğinden sûre Ahkaf adını almıştır;”[77]

“Ad kavminde de ibretler vardır. Onlara kasıp kavuran rüzgarı göndermiştik.

Üzerinden geçtiği şeyi canlı bırakmıyor, onu kül edip savuruyordu.

Semud kavminin başına gelende de ibretler vardır: Onlara, “Bir süreye kadar zevklenin” denmişti.

Rab’lerinin buyruğuna baş kaldırdılar, bu yüzden bakıp dururlarken onları yıldırım yakaladı.

Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.

Daha önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir toplum idiler.”[78]

“Eski dönemlerde yaşamış Ad oğullarını yok eden O’dur.

Semud oğullarının da. Kazıdı köklerini.

Daha önce de Nuh’un soydaşlarını yok etmişti. Çünkü onlar son derece zalim ve azgın kimselerdi.

Lût’un soydaşlarının yaşadıkları yöreleri alt-üst eden O’dur.

Buraları yerin dibine O geçirmiştir.

Ey insanoğlu, öyleyse Rabb’inin hangi nimetinden kuşku duyuyorsun?”[79]

“ Adoğulları da peygamberlerini yalanladılar. Ama benim azabım ve uyarmam nasılmış?

Baştan başa uğursuz bir günde üzerlerine sert ve dondurucu bir kasırga saldık.

Bu kasırga insanları sökülmüş hurma kütükleri gibi havaya kaldırıp savuruyordu.

Peki benim azabım ve uyarılarım nasılmış?”[80]

“Görmedin mi Rabbin ne yaptı Ad kavmine?

Yüksek sütunlu İrem’e.

Ki ülkeler arasında onun eşi yaratılmamıştı.

Vadide kayaları oyarak evler yapan Semud kavmine?

Ve kazıklar sahibi Firavun’a.

Bunlar ülkelerinde azmışlardı.

Oralarda çok kötülük etmişlerdi.

Bu yüzden Rabbin onların üzerine azab kırbacını çarptı

Çünkü Rabbin her an gözetlemektedir.”[81]

Yüce Allah bu kısacık ayetlerde eski tarihin bildiği ve tanıdığı zalim ve böbürlenenlerin en güçlülerinin akıbetlerini sergilemiş, bir araya getirmiştir. Önce, ilk Ad kavmi olan İrem diyarında yaşayan Ad kavminin akıbeti sunulmaktadır. Söylenildiğine göre, bunlar şehirde veya çölde yaşayan araplardandılar, arap yarımadasının güneyinde Yemen’le Hazramevt arasında Ahkaf’da, yani kum tepeleri bol olan bir yörede oturuyorlardı. Bedevi bir hayat sürüyorlardı. Direkler üstüne kurulmuş çadırları vardı. Kur’an-ı Kerim’de güçlü ve şiddetli olmakla nitelenirler. Çünkü Ad kabilesi kendi zamanında en güçlü ve ileri kabile idi. O zamanlar, Ad kabilesi “Ülkeler arasında eşi yaratılmamış” kabile idi.

“Vadide kayaları oyarak evler yapan Semud” kavmine gelince: Bunlar, arap yarımadasının kuzeyinde Medine ile Şam arasında bulunan Hicr diyarında yaşarlardı. Kayaları kesmişler, taşları yontmuşlar ve köşkler yapmışlardı. Ayrıca dağlarda kayaları yontarak kendilerine sığınaklar ve mağaralar yapmışlardı.

“Kazıklar sahibi Firavun’a.” gelince… Ayetteki sözü edilen “kazık” büyük bir ihtimal ile, yeryüzüne çakılmış kazıkları andıran sağlam yapılı piramitlerdir. Burada sözü edilen “Firavun” ise, Hz. Musa zamanında yaşayan azgın ve zalim Firavundur.”[82]

“İrem”den murad Ad kavmidir. Kur’ân-ı Kerîm ve Arap tarih kitaplarında “Ad-i Ulâ” şeklinde zikredilmiştir. Necm suresinde de bu şekilde geçmektedir. (Necm 50), Yani, kendilerine Hud Peygamber gönderilen Ad kavmine azab indirilmiştir. Buna karşılık Arap tarihinde bu azaptan kurtulup yaşayanlara “Ad-i Uhra” ismi verilmiştir. Kadim Ad kavmine “İrem” denmesinin nedeni, bunların Sami ırkından Hz. Nuh’un oğlu Sam ve onun da oğlu İrem’den geldiklerinden dolayıdır. Meşhur olan diğer bir kolu da Kur’ân’da Semud olarak zikredilmiştir.”[83]

HZ.SALİH VE SEMUD KAVMİ :

“Onlara suyun deve ile aralarında bölüştürüldüğünü bildir. Kimin sırası ise gelir, su içer.

Ama onlar bir arkadaşlarını çağırdılar. O da kılıcını çekerek hayvanı cansız yere serdi.

Peki benim azabım ve uyarılarım nasılmış?

Onların üzerine bir tek çığlık saldık da ağıl bekçisinin biriktirdiği kuru ot yığınlarına dönüştüler.

Lut’un soydaşları da uyarıları yalanlamışlardı.

Biz de üzerlerine taşları savuran bir kasırga gönderdik. Yalnız Lut’un taraftarları hariç. Onları sabahleyin erkenden kurtardık.”[84]

“Semûd ve Âd, mutlaka patlak verecek olan kıyameti yalan saydılar.

Böylece Semûd korkunç bir sesle yıkıma uğratıldı.

Âd’a gelince onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile yıkıma uğratıldı.

Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin onların üzerine musallat etti. Öyle ki, o kavmi, orada içi kof hurma kütükleriymiş gibi onların çarpılıp yere yıkıldığını görürsün.

Şimdi onlardan hiç arta kalan görüyor musun?

Firavun, ondan öncekiler ve yerle bir olan şehirler o hata ile geldiler.

Böylece Rablerinin elçisine isyan ettiler. Bu yüzden onları, şiddeti gittikçe artan bir yakalayışla yakaladı.”[85]

“Semud kavmi azgınlığı yüzünden Hakkı yalanladı.

İçinden azgını ileri atılınca

Allah’ın elçisi onlara: ‘ Allah’ın devesine ve onun su içme hakkına dokunmayın” dedi.

Onu yalanladılar, deveyi kestiler. Rabbleri de, günahları yüzünden azabı başlarına geçirdi, orayı dümdüz etti.

Allah bu işin sonundan korkmaz.”[86]

“Vadi-i Kura”dan maksat Semud kavminin dağları yontarak binalar yapmasıdır. Galiba tarihte dağlar içinde bina yapmaya başlayan ilk kavim Semud kavmiydi.[87]

EYKE VE TUBBA HALKI :

Şuayb peygamber de Meyden (Eyke veya Ress) kavmine gönderilmiştir.

“Eyke halkı ve Tubba’ kavmi de. Bütün bunların hepsi peygamberleri yalanladılar da üzerlerine tehdidim hak oldu.”[88]

“Biz onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Gerçekte onlar bunlardan daha güçlü idiler. Buna rağmen ölümden kurtulmak için memlekette delikler aradılar. Kurtuluş var mı?

Doğrusu bunda, kalbi olana veya şahid olarak kulak veren kimse için bir öğüt vardır.”[89]

HZ. NUH VE NUH TUFANI :

“Milletine can yakıcı bir azab gelmezden önce onları uyar diye Nuh’u milletine peygamber olarak gönderdik.

Onlar, günahları yüzünden suda boğuldular; ateşe sokuldular, kendilerine Allah’tan başka yardımcı bulamadılar.”[90]

11-12-2002

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Âl-i İmran.137.

[2] A’raf.4-5.

[3] A’raf.34.

[4] A’raf.94-100.

[5] Ra’d.4.

[6] Ra’d.11.

[7] İsra.73-77.

[8] Ta-Ha.128.

[9] Rum.9-10.

[10] Rum.47.

[11] Secde.26.

[12] Sebe.34-35.

[13] Sebe.45.

[14] Fatır.44.

[15] Yasin.31,bak.Saffat.174-179,Zümer.25-26.

[16] Sad.3.

[17] Sad.12-15,Fizilal-il Kur’an.Seyyid Kutub.

[18] Mümin.5.

[19] Mümin.21,bak.31.

[20] Kamer.51.

[21] Rahman.31.

[22] Talak.8-10.

[23] Mürselat.16-18.

[24] Ta-Ha.129.

[25] Enbiya.11-15.

[26] Enbiya.95.

[27] Hac.45-48.

[28] Mü’minun.43.

[29] Mü’minun.75-77.

[30] Nur.34,

[31] Şuara.139 ve 158,174,190,201-202,208-209.

[32] Neml.69.

[33] Mümin.82-85,Fussilet.13-18.

[34] Zuhruf.8.

[35] Zuhruf.25.

[36] Zuhruf.40-42.

[37] Zuhruf.55-56.

[38] Duhan.15-16.

[39] Ahkaf.18.

[40] Ahkaf.23-25.

[41] Zariyat.42.

[42] Ahkaf.27-28.

[43] Muhammed.10,13.

[44] İsra.16.

[45] Kasas.58-59.

[46] Hud.120.

[47] Zümer,55,bak.47-48.

[48] Maaric.1-3,Bak.Tefhim-ul Kur’an.Mevdudi.

[49] Enfal.32.

[50] Mesela Yunus: 46-48; Enbiya: 36-41; Neml: 67-72; Sebe: 26-30; Yasin: 45,52; Mülk: 24-27.Tefhim.age.

[51] Kasas.81,76-84, Sebe’ ve Arim halkı.Sebe’.15-17,Kasas.58.

[52] Bakara.63.

[53] Bak.A’raf.132,171.

[54] Shab, 88.

[55] Çıkış 19: 18.

[56] Çıkış 20: 18-19.)”tefhim.

[57] Bakara.65.

[58] Çıkış 31: 12-17.

[59] Tefhim-ül Kur’an.aga.

[60] İsra.101.

[61] Tefhim.Ag ayet ve eser. ”Hz. Musa (a.s) kıssası ile ilgili ayrıntılar için Bkz. Bakara : 64-76, Nisa : 206, Maide : 42, A’raf : 93-109, Yunus : 72, 94; Hud : 19, 104-111, Yusuf giriş bölümü, İbrahim : 8, 13; İsra : 113-117, Kehf : 57, 59, Meryem : 29-31, Taha : 5-75 ve giriş bölümü, Müminun : 39 ve 42, Şuara : 7, 49, Neml : 8-17, Kasas giriş bölümü, : 1-57, Ahzab: 69, Saffat: 114-122.mümin.23.tefhim.

[62] Fecr.7-14.tefhim,age.

[63] Nur cd.1.0.

[64] Sebe.15.

[65] Neml.15-17.

[66] Neml./15-20.

[67] Sad.32.

[68] Sebe.9.

[69] Sebe.16.

[70] Sebe.17.

[71] Sebe.18-19,Fizilal.age.

[72] bkz. Mezmurlar 72-15, Yeremya 6:20, Hezekiel 27:22, 38:13, Eyub 6;19.

[73] Sebe.15,Bak.Tefhim.age.

[74] şems.11,tefhim,age.

[75] Ankebut.32.

[76] Ankebut.40, Lut kavminin helak edildiği yer için bak.tefhim.zariyat.37.

[77] Ahkaf.tefhim.age

[78] Zariyat.41-46.

[79] Necm.50-55.

[80] Kamer.18-21,16.

[81] Fecr.6-14.

[82] Fecr.Fizilal.age, ”Ad kavmi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. A’raf : 51-53, Hud : 54-66, Müminun: 34-37, Şuara : 88-94, Ankebut : 65.

”Ad kavminin hikayesinin detayı için bkz. El-Araf : 56, Hud : 54-65, El-Müminun an: 34-37, Eş-Şuara : 88-94, El-Ankebut : 65, Fussilet : 20-21.Tefhim.Ahkaf.25.

[83] Fecr.7,Tefhim.age.

[84] Kamer,28-34,36-39,41-42.

[85] Hakka,4-10,Buruc.20

[86] Şems.11-15, Semud kavmi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. A’raf : 57-59, Hud : 69-74, Hicr : 42-46, İsra : 68, Şuara : 95-106, Neml : 58-66.tefhim.fussilet.16.

[87] Fecr.7,Tefhim.age. Bkz. A’raf : 37-59, Hicr : 45, Şuara : 95-99.

[88] Kaf.14,Duhan.37.

[89] kaf,36-37,Zariyat.24-37,bak.hicr.78-78,Sad.13.Hicr ise;Salih peygamberin yaşadığı yerin adı olup,burada yaşayan halka semud kavmi denilmektedir.

[90] Nuh.1,25,Kamer.9-14




VEYL-YAZIKLAR OLSUN!KİME?

VEYL-YAZIKLAR OLSUN!KİME?

Kur’an-ı Kerim-de Veyl yani Yazıklar olsun,kendilerine yazıklar olacak,sonucundan üzüntü duyacak kimseler ve bunların neler olduğu ifade edilmektedir.

Kimlere hangi özelliklerinden dolayı yazık olmaktadır:

1)”İmdi yazıklar olsun o kimselere ki, kitabı elleriyle yazarlar da sonra bununla az bir behâ satın almak için “bu Allah tarafındandır” derler. Artık yazıklar olsun onlara o ellerinin yazmış olduğu şeylerden dolayı. Ve yazıklar olsun onlara o kazanmış oldukları şeylerden dolayı.”[1]

2) “Ve şiddetli bir azaptan dolayı vay kâfirlere!”[2]

3)”Sonra gruplar kendi aralarında ihtilâfa düştüler. Artık görülecek günün en şiddetli azabı, kâfir olan kimseler içindir.”[3]

4)”Hayır. Biz hakkı bâtılın üzerine atarız da onu parçalar da derhal yok olup gitmiş bulunur ve şiddetli azap olsun size o tavsif ettiğiniz şeylerden dolayı.”[4]

5)”Ve göğü ve yeri ve bunların arasında olanları boş yere yaratmadık. Bu, küfre düşenlerin zannıdır. Artık küfre düşmüş olanlara ateşten, büyük bir helâk vardır.”[5]

6)”O kimse ki, Allah onun göğsünü İslâmiyet için genişletmiş te o Rab’binden bir nur üzere bulunmaktadır. -O, hiç kalbleri kararmış kimseler gibi midir?.- Artık Allah’ın zikrinden kalbleri kaskatı kesilmiş olanların vay hallerine!. İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.”[6]

7)”De ki: Şüphe yok ben sizin gibi bir insanım, bana vahy olunuyor ki: Sizin ilâhınız muhakkak ki, bir tek ilâhtır. Artık O’na yönelin ve ondan mağfiret dileyin ve müşrikler için helâk -kararlaştırılmıştır.”[7]

8)”Sonra o guruplar kendi aralarında ihtilâfa düştüler. Artık vay acıklı günün azabından o zulm etmiş olanlara!.”[8]

9)”Herbir yalancının, günâha düşkünün vay hâline!.”[9]

10)”Artık başlarına gelecek günlerinden dolayı vay!. Kâfir olan kimselere.”[10]

11)”Artık o gün vay yalanlayanlar için.”[11]

12)”O ayırma gününün ne olduğunu sana ne bildirdi?. O gün vay hâline yalanlayanların.”[12]

13)”İşte günahkârlara böyle yaparız.O gün vay hâline yalanlayanların.”[13]

14)”İşte biz kaadir olduk, artık ne güzel kaadir olanlar!.O gün vay hâline yalanlayanların.”[14]

15)”Ve orada, yüksek, sâbit dağlar kıldık, ve size bir tatlı su içirdik.O gün vay hâline yalanlayanların.”[15]

16)”Sanki o birer sarı erkek develerdir.O gün vay hâline yalanlayanların.”[16]

17)”Ve onlar için izin verilmez, mazerette de bulunamazlar.O gün vay hâline yalanlayanların.”[17]

18)”Artık sizin için bir hile var ise hemen bana hilede bulunun.O gün vay hâline yalanlayanların.”[18]

19)”Şüphe yok ki: Biz, iyilik yapanları işte böyle mükâfat-landırırız.O gün vay hâline yalanlayanların.”[19]

20)”Yiyiniz ve men’faatleniniz biraz, muhakkak ki, siz günahkârlarsınız.O gün vay hâline yalanlayanların.”[20]

21)”Onlara rukû ediniz denildiği zaman rukû etmezler.O gün vây hâline yalanlayanların.”[21]

22)”Alış verişlerinde hile yapanların vay hallerine.O kimseler ki: İnsanlar aleyhine ölçtükleri zaman tam ölçer alırlar.Ve insanlar için ölçtükleri veya tarttıkları zaman ise eksiltirler.Onlar sanmıyorlar mı ki: Şüphe yok onlar diriltileceklerdir.Bir büyük gün için.Âlemlerin Rabbi için insanların divan duracağı günde.Hayır hayır.. Şüphe yok ki: Günahkârların yazısı elbetteki Siccindedir.Siccinin ne olduğunu sana ne şey bildirdi?.O- bir yazılmış kitaptır. Yalanlayanların o gün vay hallerine.”[22]

23)”Arkadan çekiştiren, gözü ile kaşı ile eğlenen her bir kimsenin vay hâline!.Öyle kimse ki: Bir malı toplamış ve onu tekrar tekrar saymakta bulunmuştur…Sanır ki, onu malı, daima yaşatacaktır.Yok yok öyle değil, elbette ki: O hutameye atılacaktır.”[23]

24)”Artık vay hâline o namaz kılanların ki:O kimseler ki: Onlar namazlarından yanılanlardır.O kimseler ki: Onlar göstericilerdir.Ve menedilmesi âdet olmayan bir şeyi bile men ediverirler.”[24]

25)”Ve dünkü gün onun yerinde olmayı temenni edenler, ertesi sabah diyorlardı ki: Vay sana!. Şüphe yok ki, Allah kullarından dilediğine rızkı bol veriyor, dilediğine de az. Eğer Allah bize lûtfetmese idi elbette bizi de yerin dibine geçirmişti. Ay!. Muhakkak ki, kâfir olanlar kurtuluşa eremezler.”[25]

26)”Sonra Allah Teâlâ ona kardeşinin cesedini nasıl defn edeceğini göstermek için bir karga gönderdi ki yeri eşiveriyordu. Yazıklar olsun bana ben şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz mi oldum, dedi. Artık pişmanlığa düşenlerden olmuştu.”[26]

27)”Dedi ki: Vay halime!. Ben çocuk doğurabilir miyim?. Ben bir koca kadınım, kocam da bir ihtiyardır. Şüphe yok ki, bu acâip bir şeydir.”[27]

28)”Eyvah bana!. Keşke falanı dost edinmese idim.”[28]

29)”Ve kitap -amel defterleri meydana- konmuştur. Artık günahkarları onda olanlardan dolayı korkar kimseler görürsün ve derler ki: Eyvah bizlere!. Bu kitaba ne oluyor ki: Küçük, büyük bir şey bırakmaksızın hepsini, saymış, tesbit etmiş!. Ve yapmış oldukları şeyleri hazır buldular ve Rabbin hiçbir kimseye zulm etmez.”[29]

30)”Ve o kimse ki, anasına, babasına: Dedi ki: Uf ikinize!. Beni korkutuyor musunuz ki, ben çıkarılacağım?. Halbuki, benden evvel nice nesiller gelip geçmiştir. Anası ile babası ise Allah’tan medet istiyor, yazık sana!. İmân et, şüphe yok ki, Allah’ın vâ’di haktır -diyorlardı- -Oğulları ise -hemen diyordu ki, bu,-dediğiniz- evvelkilerin efsanelerinden başka değildir.”[30]

31)”Musa onlara -sihirbazlara- dedi ki: Yazıklar olsun sizlere!. Allah’a karşı yalan yere

iftirada bulunmayın, sonra sizi azab ile helâk eder ve muhakkak ki, iftira eden hüsrana uğramıştır.”[31]

32)”Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise dedi ki: Yazıklar olsun size!. Allah’ın sevabı, îmân eden ve iyi amelde bulunanlar için daha hayırlıdır. Ona ise ancak sabredenler kavuşurlar.”[32]

33)”Dediler ki: Vay halimize!.. Muhakkak ki, biz zalimler olmuş idik.”[33]

34)”Andolsun ki: Rabbin azabından hafif bir şey onlara dokunacak olsa elbette diyeceklerdi ki: Eyvah bizlere! Şüphe yok ki, biz zalimler olmuştuk.”[34]

35)”Ve doğru olan va’d -kıyamet günü- yaklaştığı zaman, artık kâfirlerin gözleri muztarip bir hale gelecek -ve diyeceklerdir ki-: Eyvah bizlere!. Biz bundan gaflette bulunmuş olduk. Hayır.. Biz zalimler olduk.”[35]

36)”Demiş olurlar ki, eyvah bize!. Bizi kim uyuduğumuz yerden kaldırdı? İşte bu Rahman’ın va’d ettiğidir ve gönderilmiş olanlar, doğru söylemişler.”[36]

37)”Ve derler ki: Eyvah bizlere!. İşte bu, ceza günü.”[37]

38)”Dediler ki: Yazıklar olsun bizlere. Şüphe yok ki: biz haddi aşanlar olduk.”[38]

20-5-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Bakara.79.

[2] İbrahim.2.

[3] Meryem.37.

[4] Enbiya.18.

[5] Sad.27.

[6] Zümer.22.

[7] Fussilet.6.

[8] Zuhruf.65.

[9] Casiye.7.

[10] Zariyat.60.

[11] Tur.11.

[12] Mürselat.14-15.

[13] Mürselat.18-19.

[14] Mürselat.23-24.

[15] Mürselat.27-28.

[16] Mürselat.33-34.

[17] Mürselat.36-37.

[18] Mürselat.39-40.

[19] Mürselat.44-45.

[20] Mürselat.46-47.

[21] Mürselat.48-49.

[22] Mutaffifin.1-10.

[23] Hümeze.1-4.

[24] Maun.4-7.

[25] Kasas.82.

[26] Maide.31.

[27] Hud.72.

[28] Furkan.28.

[29] Kehf.49.

[30] Ahkaf.17.

[31] Taha.61.

[32] Kasas.80.

[33] Enbiya.14.

[34] Enbiya.46.

[35] Enbiya.97.

[36] Yasin.52.

[37] Saffat.20.

[38] Kalem.31.




RİSALE-İ NUR’DAN ESASLAR

RİSALE-İ NUR’DAN ESASLAR

İÇİNDEKİLER

-RİSALE-İ NUR DAİRESİ : ………………………………………. -2-

-BU ZAMANDA:…………………………………………………………….-2-

-MİZANLARI:………………………………………………………………..-2-

-DERSLERİ:…………………………………………………………………..-2-

-TAHŞİDATI:…………………………………………………………………-3-

-MAHİYETİ:………………………………………………………………….-3-

-MESLEĞİ:…………………………………………………………………….-3-

-MEŞREBİ:…………………………………………………………………….-4-

-MÜTALAASI:……………………………………………………………….-4-

-NEŞRİ:………………………………………………………………………….-4-

-ŞAKİRDLERİ:………………………………………………………………-4-5

-TERCÜMANI:………………………………………………………………-6-

-TELİF VE MÜELLİFİ:………………………………………………….-6-

-ÜSLUBU:………………………………………………………………………-7-

-VAZİFESİ:…………………………………………………………………….-7-

-ÜSTADI:………………………………………………………………………..-8-

-ŞAHS-I MANEVİSİ:……………………………………………………….-8-

-KIYMETİ:………………………………………………………………………-9-

-HEDEFİ:…………………………………………………………………………-9-

-HAKİKATLARI-HAKKANİYETİ:………………………………….-9-

-HAKİKİ SAHİBLERİ:……………………………………………………..-9-

-ESASATI-ESASLARI:……………………………………………………..-10-

-TESİRİ:……………………………………………………………………………-10-

-MÜVAZENELERİ:………………………………………………………….-10-

-OKUMAK:………………………………………………………………………-10-11-

-ŞEFAATÇİ:……………………………………………………………………..-12-

-MÜCEDDİD:……………………………………………………………………-12-

-DİKKAT VE TEFEKKÜR:………………………………………………-12-

-İŞTİGAL-MEŞGULİYET:………………………………………………..-12-

-NUR’DUR:………………………………………………………………………..-12-13

-MANEVİ ZEVK:……………………………………………………………….-13-

-İLİŞMEK:…………………………………………………………………………-13-14-

-ÇALIŞMAK:……………………………………………………………………..-15-

-SEFİNE-İ NUH:…………………………………………………………………-15-

-FÜTUHATI:……………………………………………………………………….-15

-TEKRAR:…………………………………………………………………………..-15-

-HİLAFET VE HALİFELİK:……………………………………………….-16-23-

-İHLAS : …………………………………………………………………………….-24-30-

-İHTİYAT: …………………………………………………………………………-31-

-DAVET: ……………………………………………………………………………-32-

-LÜTUF-İLTİFAT-TEVECCÜH: ……………………………………….-33-41-

-MEDENİYET: ………………………………………………………………….-42-49.

-NİFAK VE MÜNAFIKLIK: ………………………………………………-50-55-

-NİYET: ……………………………………………………………………………..-56-57-

-ŞAHSI MANEVİ: ……………………………………………………………..-58-59-

-ŞAN-ŞÖHRET-MAKAM: …………………………………………………-60-62-

-TAKLİD-TAHKİK: ………………………………………………………….-63-66-

-TENKİD: …………………………………………………………………………-67-69-

-İLHAM:……………………………………………………………………………-70-73-

-RİSALE-İ NUR’UN DAİRESİ:”İşaret ve beşaret-i Kur’aniyede ifade eder ki, Risale-i Nur dairesi içine girenler tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre giriyorlar ve Cennet’e gidecekler diye müjde veriyorlar. Evet bazı vakit olur ki, bir nefer gördüğü hizmet için bir müşirin fevkine çıkar, binler derece kıymet alır.”[1]

“Ezcümle ben -yani Emin- kendim itiraf ediyorum ki: Risale-i Nur dairesine girmezden evvel, bütün sene çalışırdım. Ne vakit Risale-i Nur dairesine girdim; senede üç-dört ay kadar ancak çalışabildiğim halde, evvelkinden daha müferrah ve daha mes’ud bir halde yaşamaklığım, yüzde yüz Risale-i Nur hizmetinin bereketiyle olduğuna hiç şübhe yok…”[2]

“Risale-i Nur dairesine, sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle, o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatta çalışmak gerektir.”[3]

“Madem hakikat budur. Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat ve sofi-meşreb zâtlar, onun cereyanına girmek ve ilim ve tarîkattan gelen eski sermayeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şakirdlerini teşvik etmek ve bir buz parçası olan enaniyetini, tam bir havuzu kazanmak için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir. Yoksa Risale-i Nur’a karşı rakibane başka bir çığır açmak ile hem o zarar eder, hem bu müstakim ve metin cadde-i Kur’aniyeye bilmeyerek zarar verir; zındıkaya bir nevi yardım olur.”[4]

-BU ZAMANDA:” Çünki, bu zamanda iki dehşetli hal var:

Birincisi: Akibeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye…

Bu asırda ikinci dehşetli hal: Eski zamanda küfr-ü mutlak ve fenden gelen dalaletler ve küfr-ü inadîden gelen temerrüd, bu zamana nisbeten pek az idi.”[5]

“Risale-i Nur, bu zamanda ehl-i iman ve İslâm için ön plânda ele alınması îcabeden, ehl-i iman elinde manevî elmas bir kılınçtır. Asrın idrakine, zamanın tefehhümüne, anlayışına hitab eden, ihtiyaca en muvafık tarzı gösteren, ders veren ve doğrudan doğruya feyz ve ilham tarîkıyla âyetlerin yıldızlarından gelen ders-i Kur’anîdir, küllî marifetullah bürhanlarıdır.”[6]

-MİZANLARI:” Kur’anın i’caz-ı manevîsinin feyziyle Risale-i Nur mizanları, din-i İslâmın ve hakaik-i Kur’aniyenin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermişlerdir ki; dinsiz dahi onları anlasa, taraftar olmamak kabil değil.”[7]

-DERSLERİ:”Risale-i Nur, tahkikî iman dersleri verir. Şakirdlerini her türlü fenalıktan alıkoyar. Kalblere doğruluk aşılar. Onu hakkıyla anlayan, artık fenalık yapamaz. Onun içindir ki, bugün memleketin her tarafındaki Risale-i Nur talebeleri, asayişin manevî muhafızı hükmündedirler. Şimdiye kadar hiçbir hakikî Nur talebesinde asayişe münafî bir hareket görülmemiş, âdeta Nur talebeleri zabıtanın manevî yardımcısı olmuşlardır. Risale-i Nur talebelerinin rıza-i İlahîden başka, a’mal-i uhreviyeye müteveccih olmaktan gayrı düşünceleri yoktur. Şu halde Risale-i Nur’a garazkâr tertibler hazırlayanlar, perde arkasındaki malûm din düşmanlarından başka kimse değildir.”[8]

“Hülâsa: Risale-i Nur, Kur’anın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiridir. Hakikatları semavîdir, Kur’anîdir. O halde Kur’an okundukça, o da okunacaktır. Risale-i Nur, mücevherat-ı Kur’aniye hakikatlarının sergisidir, pazarıdır. Bu ulvî pazarda herkes istediği gibi ticaret yapar. Uhrevî, manevî zenginliklere mazhariyeti temin eder.”[9]

-TAHŞİDATI:” Biri dedi: Risale-i Nur’un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?

Ona cevaben dediler: “Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bahusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılması ile bozulmağa yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’an’ın i’cazıyla ve geniş yaralarını Kur’anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb ilâçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’caz-ı manevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır.” diye uzun bir mükâleme cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum.”[10]

-MAHİYETİ:” Risale-i Nurun mahiyetini dikkat ve tefekkürle okuyarak anlayıp tahkikî bir imana sahib olan halis Nur Talebeleri; ölümden, hapisten; zindandan ve hiçbir beşerî eza ve cefadan korkmazlar.”[11]

-MESLEĞİ:” Risale-i Nur nifak ve şikakı, tefrikayı, fitne ve fesadı kaldırıp; kardeşliği, uhuvvet-i diniyeyi, tesanüd ve teavünü yerleştirir. Risale-i Nur mesleğinin bir esası da budur. Risale-i Nur gurur ve kibir ve hodfüruşluk ve zillet gibi ahlâk-ı seyyieden kurtararak, tevazu’ ve mahviyet ve izzet ve vakar gibi güzel ahlâklara sahib kılar.”[12]

“Evet yol iki görünüyor. Cadde-i Kübra-yı Kur’aniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşâallah Risale-i Nur yoluyla Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın daire-i kudsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.”[13]

“Risale-i Nur şakirdleri, hıllet ve uhuvvet ve fena fi-l ihvan mesleğinde gittiklerinden, inşâallah bu tecrübeli ve münafıkane plânı da akîm bırakacaklar.”[14]

“Risale-i Nur’un mesleği ise: Vazifesini yapar, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmaz. Vazifesi, tebliğdir. Kabul ettirmek, Cenab-ı Hakk’ın vazifesidir.”[15]

“Hem “Risale-i Nur’un mesleği tarîkat değil, hakikattır; sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.” Risale-i Nur, bu hizmeti lillahilhamd en müşkil ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor. Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyn’in (R.A.) ve Gavs-ı A’zam’ın (K.S.) -ihbarat-ı gaybiyeleriyle- şakirdlerinin bu zamanda bir dairesidir. Çünki Hazret-i Ali, üç keramet-i gaybiyesiyle Risale-i Nur’dan haber verdiği gibi; Gavs-ı A’zam (K.S.) da kuvvetli bir surette Risale-i Nur’dan haber verip tercümanını teşci’ etmiş.”[16]

“Risale-i Nur’un mesleği hıllettir. Ve Urfa ise, İbrahim Halilullah’ın bir menzilidir. İnşâallah hıllet-i İbrahimiye parlayacaktır. Hem ihtimal-i kavîdir ki, bu dehşetli semli hastalıktan kurtulsam, gelecek kışta Urfa’ya gitmeyi cidden arzu ediyorum.”[17]

“Risale-i Nurun yolu, mesleği; bu zamandaki hayat şartlarına, insanların ahval-i ruhiyelerine göre en selâmetli, en kısa ve umumî bir cadde-i Kur’andır. Serapa ilim ve tefekkür üzerine gitmektedir. İçtimaî hayatta çeşitli hizmetler gören ferdlerin istifadesi büyüktür.”[18]

Kur’an-ı Hakîm’in sırr-ı hakikatiyle ve i’câzının tılsımiyle, benim ve Risale-i Nur’un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün îdam-ı ebedîsinden îman-ı tahkikî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.”[19]

-MEŞREBİ:” Hem meşrebimde, yazdığım eserlerde, nakil suretiyle (“Kale-Kıyle” suretiyle) gitmemiştim.”[20]

“Meslek ve meşrebimin dört esasından en mühimi olan şefkat etmek ve Risale-i Nur’un da en büyük hakikatı olan acımak ve merhamet etmeyi, o vâlidemin şefkatlı fiil ve halinden ve o manevî derslerinden aldığımı yakînen görüyorum.”[21]

“Benim ile hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi Risaleyi açsa, benim ile değil, hâdim-i Kur’an olan üstadıyle görüşür ve hakaik-ı îmaniyeden zevkle bir ders alabilir.”[22]

-MÜTALAASI:” Bu dinsizleri mağlub etmek için, yeni tahsili de yapalım diyenler veya yapanlar, Nur risalelerini devam ve sebatla mütalaa ederek, bu hedeflerine vâsıl olurlar ve çare-i yegâne de budur. Hem böylelikle, mekteb malûmatları da maarif-i İlahiyeye inkılab eder.”[23]

-NEŞRİ:” Te’lif zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır.”[24]

-ŞAKİRDLERİ:” Evet, âyet-i Kur’aniye âlem kapısında durup ribaya yasaktır der. “Kavga kapısını kapamak için banka kapısını kapayınız” diyerek insanlara ferman eder. Şakirdlerine “Girmeyiniz” emreder.”[25]

“Altıncı Risale olan Altıncı Kısım-[Kur’an-ı Hakîm’in tilmizlerini ve hâdimlerini ikaz etmek ve aldanmamak için yazılmıştır.”[26]

“Ve hatt-ı Kur’anın tebdiline karşı, Kur’an şakirdlerinin bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’anîyi muhafazaya çalışması aynı senededir.”[27]

“Risale-i Nur şakirdleri dahi birer müderris, muallim ve sair hapishaneler de bu hocaların sayesinde inşâallah birer mekteb hükmüne geçeceklerdir.”[28]

“Çok defa söylediğim gibi yine tekrar ediyorum ki; tarihte Risale-i Nur şakirdleri gibi hak yolunda pek çok hizmet eden ve pek çok sevab kazanan ve pek az zahmet çeken görülmüyor. Biz ne kadar meşakkat çeksek, yine ucuzdur.”[29]

“Risale-i Nur’la mübareze edemezsiniz ve etmeyiniz. Onu mağlub edemezsiniz. Mübarezede millet ve vatana büyük zarar edersiniz. Fakat şakirdlerini dağıtamazsınız.”[30]

“İşarat-ı Kur’aniye ile Nur’un sadık şakirdleri iman ile kabre girecekler. Hem şirket-i maneviye-i Nuriyenin feyziyle herbir şakird derecesine göre umum kardeşlerinin manevî kazançlarına ve dualarına hissedar olur. Güya âdeta binler dil ile istiğfar eder, ibadet eder. Bu iki faide ve netice, bu acib zamanda bütün zahmetleri, sıkıntıları hiçe indirir; pek çok ucuz olarak o iki kıymetdar kârları sadık müşterilerine verir.”[31]

“Kırk sene evvel tekrarla dedim: Bir nur göreceğiz. Büyük müjdeler verdim. O nuru büyük daire-i vataniyede zannederdim. Halbuki o Nur, Risale-i Nur idi. Nur şakirdlerinin dairesini umum vatan ve memleket siyasî dairesi yerinde tahmin edip sehiv etmiştim.”[32]

“Risale-i Nur şakirdleri, Risale-i Nur’dan aldıkları kuvvetli iman-ı tahkikî dersiyle; esbaba ve nâsa ubudiyet noktasında bir kıymet, bir ehemmiyet vermiyor ki, ubudiyetlerinde onlara gösterişle riya etsinler.”[33]

“Risale-i Nur’un şakirdleri, iktisad ve kanaat ve tevekkül ve kısmetine rıza gibi, Risale-i Nur’un dersinden aldıkları izzet-i imaniye, inşâallah onları riyadan ve dünya menfaatleri için hodfüruşluktan men’eder.”[34]

“Risale-i Nur şakirdleri ene’yi nahnü’ye tebdil ettikleri, yani enaniyeti bırakıp, Risale-i Nur dairesinin şahs-ı manevîsinin hesabına çalışması, ben yerine biz demeleri ve ehl-i tarîkatın “fena fi-ş şeyh” ve “fena fi-r resul” ve nefs-i emmareyi öldürmek gibi riyadan kurtaran vasıtaların bu zamanda birisi de “fena fi-l ihvan” yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı manevîsi içinde eritip öyle davrandığı için, inşâallah ehl-i hakikatın riyadan kurtulmaları gibi, bu sır ile onlar da kurtulurlar.”[35]

“Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı manevîsi “Ferîd” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki -ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz’da bulunan kutb-u a’zamın tasarrufundan hariç olduğunu.. ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımağa mecbur olmuyor. Ben eskide Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum.”[36]

“Şimdi anlıyorum ki; Gavs-ı A’zam’da kutbiyet ve gavsiyetle beraber “ferdiyet” dahi bulunduğundan, âhirzamanda şakirdlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerreme’de dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur’un aleyhinde bir itiraz kutb-u a’zamdan dahi gelse; Risale-i Nur şakirdleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u a’zamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telakki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.”[37]

“Aziz kardeşlerim, siz kat’î biliniz ki: Risale-i Nur ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rûy-i zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için dünyevî merak-aver mes’elelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyve’nin Dördüncü Mes’elesini çok defa okuyunuz, kuvve-i maneviyeniz kırılmasın.”[38]

“Hem şimdi nazar-ı dikkati Risale-i Nur şakirdlerine celbetmemek münasibdir diye düşünüyorum. Fakat yedi sene harb-i umumîye bakmayan ve yirmibeş sene gazeteleri okumayan, dinlemeyen bu kardeşinizin fikri, bu mes’elede sorulmaz. Asıl fikir sahibi, sizler ve Risale-i Nur’un has şakirdleri ve müdakkik naşirleri meşveretle, hususan Ispartadakiler ile, maslahat ne ise yaparsınız.”[39]

“Biz, Risale-i Nur’un şakirdleriyiz. Said de, bizim gibi bir şakirddir. Risale-i Nur’un menbaı, madeni, esası da Kur’andır. Yirmi senedir emsalsiz tedkikat ve takibatla beraber, kıymetini ve galebesini en muannid düşmana da isbat etmiştir. Onun tercümanı ve bir hizmetkârı olan Said ne halde olursa olsun, hattâ Said de -El’iyazü billah- Risale-i Nur’un aleyhine dönse, bizim sadakatımız ve alâkamızı inşâallah sarsmayacak.” deyip, o kapıyı kaparsınız. Fakat mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’la meşgul olmak, elinden gelirse yazmak ve mübalağalı propagandalara hiç ehemmiyet vermemek ve eskisi gibi tam ihtiyat etmek gerektir.”[40]

-TERCÜMANI:” Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde bana verilen Bediüzzaman lâkabı, benim değildi; belki Risale-i Nur’un manevî bir ismi idi. Zahir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş.”[41]

“Risale-i Nur, bu mübarek vatanın manevî bir halaskârı olmak cihetiyle; şimdi iki dehşetli manevî belayı def’etmek için matbuat âlemi ile tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.”[42]

“Hem Risalet-in Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna’ eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı manevî-i dalalet karşısında tek başıyla galibane mukabele eder.”[43]

“Risale-i Nur’un tercümanı, hakikî vazifesinin haricinde dünyadaki istikbaliyata arasıra bakması, bir derece zahirî bir müşevveşiyet verir. Meselâ: Bundan otuz-kırk sene evvel diyordu: “Bir nur gelecek, bir nuranî âlemi göreceğiz” deyip; o mana, geniş bir dairede ve siyasette tasavvur edilmiş.”[44]

“Risale-i Nur’un tezahürü, yalnız tercümanının fikriyle veyahut onun ihtiyac-ı manevî lisanıyla Kur’andan gelmiş, yalnız o tercümanın istidadına bakan feyizler değil; belki o tercümanın muhatabları ve ders-i Kur’anda arkadaşları olan hâlis ve metin ve sadık zâtların o feyizleri ruhen istemeleri ve kabul ve tasdik ve tatbik etmeleri gibi çok cihetlerle o tercümanın istidadından çok ziyade o Nurların zuhuruna medar oldukları gibi, Risale-i Nur’un ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsinin hakikatını onlar teşkil ediyorlar. Tercümanının da içinde bir hissesi var. Eğer ihlassızlıkla bozmazsa, bir tekaddüm şerefi bulunabilir.”[45]

-TELİF VE MÜELLİFİ:” Nur Müellifi Aziz Üstadımız Risale-i Nur’un neşri, okunup yazılması gibi bizzât Nurlarla iştigale ehemmiyet vermekte, talebelerini daima teşvik etmektedir.”[46]

-ÜSLUBU:” Risale-i Nur’da müstesna bir edebiyat ve belâgat ve îcaz, nazirsiz, cazib ve orijinal bir üslûb vardır. Evet, Bediüzzaman zâtına mahsus bir üslûba mâliktir. Onun üslûbu, başka üslûblarla müvazene ve mukayese edilemez…. Risale-i Nur’la fazla iştigal etmemiş olanlar, birden intikal edemezler.”[47]

-VAZİFESİ:” Evet, yirminci asırda küllî ve umumî bir rehberlik vazifesini görecek Kur’anî bir eserin müellifinin, şu hususiyetleri haiz olmasını esas ittihaz ettik. Bu hâsiyetlerin de tamamıyla Risale-i Nur’da ve müellifi Bediüzzaman Said Nursî’de mevcud olduğunu gördük.”[48]

“Sözler talim-i hakaik ettikleri gibi, irşad vazifesini de görüyorlar.”[49]

“Bu dürûs-u Kur’aniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar; vazifeleri -ulûm-u imaniye cihetinde- yalnız yazılan şu Sözler’in şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünki çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enaniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve izah haricinde birşey yazsa; soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklidcilik hükmüne geçer. Çünki çok delillerle ve emarelerle tahakkuk etmiş ki: Risale-i Nur eczaları, Kur’anın tereşşuhatıdır; bizler, taksim-ül a’mal kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhde edip, o âb-ı hayat tereşşuhatını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz!..”[50]

“O dehşetli beladan birisi: Hristiyan Dinini mağlub eden ve anarşiliği yetiştiren, şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanı bu vatanı manevî istilâsına karşı Risale-i Nur bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî vazifesini görebilir.”[51]

“Evet Risale-i Nur’un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-ı dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı, imanî olan hakikatlarla gayet kat’î ve en mütemerrid zındık feylesofları dahi imana getiren kuvvetli bürhanlar ile Kur’ana hizmet etmektir. Onun için Risale-i Nur’u hiçbir şeye âlet edemeyiz.”[52]

“Risale-i Nur’un vazifesi, imanı kuvvetlendirip kurtarmaktır. Dost ve düşmanı tefrik etmeyerek, hizmet-i imaniyeyi hiçbir tarafgirlik girmeyerek yapmağa mükellefiz.”[53]

“Risale-i Nur’a intisab eden zâtın en ehemmiyetli vazifesi, onu yazmak veya yazdırmaktır ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran, Risale-i Nur talebesi ünvanını alır. Ve o ünvan altında, her yirmidört saatte benim lisanımla belki yüz defa, bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevî kazançlarımda hissedar olmakla beraber; benim gibi dua eden kıymetdar binler kardeşlerin ve Risale-i Nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.”[54]

“Şimdi hakikat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan imanı kurtarmak ve imanı tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamın da imanını tahkikî yapmak vazifesi ise, manen ve hakikaten hidayet edici, irşad edici manasının tam sarahatını ifade ettiği için, Nur şakirdleri bu vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir diye, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telakki ediyorlar. O şahs-ı manevînin de bir mümessili, Nur şakirdlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar.”[55]

-ÜSTAD :” Şu eserimde üstadım, Kur’andır.”[56]

-ŞAHS-I MANEVİ:” Evet müteaddid eşya bir cemaat şekline girse, bir şahs-ı manevîsi olacaktır. Eğer o cem’iyet, imtizaç edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı manevîsi, bir nevi ruh-u manevîsi ve vazife-i tesbihiyesini görecek bir melek-i müekkeli olacaktır.”[57]

“İşte ey Risale-i Nur şakirdleri ve Kur’anın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin âzalarıyız.. ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz.. ve sahil-i selâmet olan Dâr-üs Selâm’a ümmet-i Muhammediyeyi (A.S.M.) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz.”[58]

“Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakikatlı bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirdlerinin bir şahs-ı manevîsi var, şübhesiz o şahs-ı manevî bu zamanın bir âlimidir. Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı manevînin parmaklarıdır.”[59]

“Bundan sonra gelecek Mehdi-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi olduğu, bunların; imanı kurtarmak, hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanıyla şeair-i İslâmiyeyi ihya etmek ve inkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunlarının bir derece ta’tile uğramasıyla o zât bu vazife-i uzmayı yapmağa çalışır. Nur şakirdleri birinci vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden ikinci, üçüncü vazifeleri de buna nisbeten ikinci, üçüncü derecededir diye Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini haklı olarak bir nevi mehdi telakki ediyorlar. Bir kısmı, o şahs-ı manevînin bir mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden bazan o ismi ona da veriyorlar. Hattâ evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur’u aynı o âhirzamanın hidayet edicisi olduğu; bu tahkikatla, tevil ile anlaşılır diyorlar. İki noktada bir iltibas var, tevil lâzımdır.”[60]

“Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi, asrın içtimaî ve ruhî ve dinî hastalıklarını teşhis etmiş ve müzminleşmiş içtimaî illetleri tedavi edecek şekilde Kur’an-ı Hakîm’in hakikatlarını İlahî bir emirle, bu zamanda yaşayan bütün insanlara arz etmiştir.”[61]

“Demek Kur’an yüzünden Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve biz şakirdleri, bir terfi ve terakki fermanını âlem-i gaybdan alacağız.”[62]

“Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin gayet ehemmiyetli ve kudsî vazifesini ve hilafet-i nübüvvetin de gayet ulvî vazifelerinden bir vazifesini benim âdi şahsımda, üstadı noktasından bir cilvesini gördüğünden, bana o hilafet-i maneviyenin bir mazharı nazarıyla bakmak istiyor.”[63]

“İşte bu zamanda tahribatın manevî olduğuna ve ona karşı mukabelenin de ancak tamirci manevî atom bombasıyla mümkün olabileceğine kat’î bir delil olarak üniversitenin mebde’ ve çekirdeği olan Risale-i Nur’un bu otuz sene içerisinde Avrupa’dan gelen dehşetli dalalet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarına bir sed teşkil etmesidir. O manevî tahribata karşı Risale-i Nur tamirci ve manevî bir atom bombası olmuş.”[64]

-KIYMETİ: “Risale-i Nur’un kıymetini ve vazifesini Risale-i Nur göstermiş.”[65]

-HEDEFİ:” Evet, biz bir cemaatız. Hedefimiz ve proğramımız evvelâ kendimizi, sonra milletimizi i’dam-ı ebedîden ve daimî, berzahî haps-i münferidden kurtarmak ve vatandaşlarımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki hayatımızı imhaya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i Nur’un çelik gibi hakikatlarıyla kendimizi muhafazadır.”[66]

-HAKİKATLARI-HAKKANİYETİ:” Eğer terbiye-i Kur’aniye ve Nur’un hakikatlarıyla kendini muhafaza eylese, tam bir kahraman genç ve mükemmel bir insan ve mes’ud bir müslüman ve sair zîhayatlara, hayvanlara bir nevi sultan olur.”[67]

“Hem madem yazılan Sözler onun bir nevi tefsiridir ve o risalelerdeki hakaik, Kur’anın malıdır ve hakikatlarıdır.”[68]

“Risale-i Nur’u senadan maksadım, Kur’anın hakikatlarını ve imanın rükünlerini teyid ve isbat ve neşirdir.”[69]

“Ben dünyanın halini bilmiyorum, fakat Avrupa’da istilâkârane hükmeden ve edyan-ı semaviyeye dayanmayan dehşetli cereyanın istilâsına karşı Risale-i Nur hakikatları bir kal’a olduğu gibi, âlem-i İslâm’ın ve Asya Kıt’asının hal-i hazırdaki itiraz ve ittihamını izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iade etmeğe vesile olan bir mu’cize-i Kur’aniyedir.”[70]

“Risale-i Nur’un hakikatları inayet-i İlahiye kerametiyle, onları mağlub edip kendini onlara irşadkârane okutturmuş, o geniş daireleri bir nevi dershane yapmış, çok mütereddid ve mütehayyirlerin imanlarını kurtarmış ve bizim sıkıntılarımızdan yüz derece ziyade manevî ferah ve faide verdi.”[71]

“Hakkaniyeti, en yüksek âlimler tarafından tasdik edilen ve en yüksek bir mertebe-i imanî ve aşk-ı İslâmî kazandıran Risale-i Nur, hiç şübhe yoktur ki onun bütün Sözler’i ve Lem’a ve Şua’ları Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın birer nurani tefsiridirler. Manevî hastalıkları ve manevî karanlıkları izale eden gayet parlak birer güneştirler.”[72]

“Ben gizli bir cem’iyete dâhil değilim. Zâten Üstadım Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri de öyle bir cem’iyet kurmamıştır. Bizlere her zaman Kur’an hakikatlarından ders vermiş, siyasetle alâkadar olmamızı şiddetle men’etmiştir.”[73]

“Risale-i Nur’un çok hakikatları namaz tesbihatında ihtar edilmesi hikmetiyle; hem Fatiha’nın, hem teşehhüdün kelimelerinin hakikatlarını kısa işaretlerle beyan etmeğe âdeta ihtiyarsız sevkedildim.”[74]

“Ben kasemle temin ederim ki: Risale-i Nur’u senadan maksadım, Kur’anın hakikatlarını ve imanın rükünlerini teyid ve isbat ve neşirdir.”[75]

“Risalet-in Nur ise der: “Her kim olursan ol; bak, gör, yalnız gözünü aç, hakikatı müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar.”[76]

-HAKİKİ SAHİBLERİ:” Risale-i Nur’un hakikî sahibleri olan müftüler, vaizler, imamlar, hocalardan manevî kahramanlar meydana çıktılar. Şimdiye kadar Nur’un fedakârları; gençler, mektebliler, muallimler idi. Bin bârekâllah Edhem, İbrahimler, Ali Osmanlar ehl-i medresenin yüzlerini ak ettiler, çekingenliklerini cesarete çevirdiler.”[77]

-ESASATI-ESASLARI:” Risalet-in Nur ise, Kur’an’ın bir manevî mu’cizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcud imandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile imanın isbatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden; herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.”[78]

-TESİRİ:” İşte Nur Risaleleri’nin büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüller üzerinde husule getirdiği heyecanın, kalblerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı budur; başka bir şey değildir. Risale-i Nur’un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler, yüz binlerce kitablar daha beligane neşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur: Said yoktur, Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattır, hakikat-ı imaniyedir. Madem ki, nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said feda olsun. Yirmisekiz sene çektiğim eza ve cefalar ve maruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim.”[79]

-MÜVAZENELERİ:” İşte Fatiha-i Şerife’nin âhirinde

ö(Nimet verdiklerinin yoluna;gazaba uğramış sapıtmışlarınkine değil!)[80] âyeti, bu iki cereyan-ı azîmi ders veriyor. Ve Risale-i Nur’daki bütün müvazenelerin menbaı ve esası ve üstadı, bu âyettir.”[81]

-OKUMAK:” Risale-i Nur Külliyatını dikkat ve devamla okumak…”[82]

“Risale-i Nur Külliyatını dikkatle, sebatla okumak kâfidir.”[83]

“Said Nursî, bazan bir talebesine Risale-i Nur’dan okuyuvermek nimetini lütfettiği zaman der ki: “Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risaleyi, şimdiye kadar belki yüz defa okumuşum. Fakat, şimdi yeni görüyorum gibi tekrar okumağa ihtiyaç ve iştiyakım var.”[84]

“Risale-i Nur’u okuyacağız, neşredeceğiz.”[85]

“Okunan Türkçe veya Arabça bir risalenin izahı, başka bir risalede varsa, onu getirip okuyor. Risale-i Nur’daki gayet ince nükteleri derkeden basiretli âlimler de der ki: Bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir fakat Risale-i Nur’u cemaata okurken tafsilâta girişip eski malûmatlarıyla açıklarsa, bu izahatı, Risale-i Nur’un beyan ettiği, asrımızın fehmine uygun ve ihtiyacına tam cevab veren hakikatların anlaşılmasında ve tesiratında ve Risale-i Nur’un mahiyetinin derkine bir perde olabilir. Bunun için, bazı lügatların manalarını söyleyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir.”[86]

“Ben de sizin için yazdığım bu dersimi okuyan ve kabul eden bütün hemşirelerimi, bütün manevî kazançlarıma ve dualarıma Nur şakirdleri gibi dâhil etmeğe karar verdim. Eğer siz benim bedelime Risale-i Nur’u kısmen elde edip okusanız veya dinleseniz, o vakit kaidemiz mucibince; bütün kardeşleriniz olan Nur şakirdlerinin manevî kazançlarına ve dualarına da hissedar oluyorsunuz.”[87]

““Üç vilayetin insaflı bir kısım zabıtaları demişler: “Nur talebeleri manevî bir zabıtadır. Asayişi muhafazada bize yardım ediyorlar. İman-ı tahkikî ile; Nur’u okuyan her adamın kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar, emniyeti temine çalışıyorlar.”[88]

“Bu risaleyi okuyan eğer mütefennin değilse, Birinci Şuaı okumasın veya âhirde okusun; ikinciden başlasın.”[89]

“Bu risale benim nazarımda çok mühimdir. Çünki, içinde çok mühim ve ince olan esrar-ı imaniye inkişaf ediyor. Bu risaleyi anlayarak okuyan adam imanını kurtarır inşâallah. Maatteessüf ben burada kimse ile görüşemediğimden, kendime tebyiz edip yazdıramadım. Bu risalenin kıymetini anlamak istersen, başta bulunan İkinci ve Üçüncü Meyve’yi ve âhirdeki hâtimeyi ve hâtimeden iki sahife evvelki mes’eleyi evvelce dikkatle okuduktan sonra tamamını teenni ile mütalaa eyle!..”[90]

“İşte onu okuyunuz, tam dikkat ediniz, eğer kalbiniz (nefsinize karışmam) beni tasdik etmezse, bana şimdiki tecrid-i mutlak içinde her hakaret ve işkenceyi de yapsanız, sükût edeceğim!”[91]

“Bediüzzaman, bu risaleleri bir sene okuyan bu zamanın mühim bir âlimi olabilir demiştir. Evet, öyledir.”[92]

“Ellidördüncü sahifede: “Risale-i Nur okuyan hâkimlerin isabetsiz karar verdikleri görülmüyor.” denilmektedir.”[93]

“Risale-i Nur benim bedelime sizlerle görüşür, derse müştak yeni kardeşlerimize güzelce ders verir. Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak suretindeki meşguliyet; tecrübelerle kalbe ferah, ruha rahat, rızka bereket, vücuda sıhhat veriyor.”[94]

“Risale-i Nur’u okuyan kimseler, bilhassa idrakli gençler, kuvvetli bir imana sahib oluyorlar. Sarsılmaz ve fedakâr bir dindar, bir vatanperver oluyorlar. Yıpranmaz bir imanın bulunduğu bir yere, menfî bir ideolojinin aşıladığı ahlâksızlık ve sefahet giremez. Bu sarsılmaz imana sahib olanlar çoğaldıkça, masonluğun ve komünizmin dairesi aslâ genişleyemiyor.”[95]

“Bizi insanlık seviye ve seciyesinde en yüksek mertebelere çıkaran ve her sahadaki terakkiyatımızı sağlayan ve biz gençlere din, vatan ve millet aşkını aşılayarak uğrunda bütün mevcudiyetimizi feda ettirecek hakikî bir dinperver olarak bizleri yetiştiren Risale-i Nur eserlerini okuyoruz ve okuyacağız.”[96]

“Eğer sesim erişse idi olanca kuvvetimle bağırarak, küre-i arzdaki gençlere diyecektim: “Risaleleri ciddî okumak ve yazmak, yirmi sene medresede okumaktan faiktir ve daha menfaatlidir.” Medresede okumaktaki maksad; evvelâ kendini kurtarıp, sâniyen ümmet-i Muhammed’i (A.S.M.) kurtarmağa çalışmak değil mi? Risalet-ün Nur ve Mektubat-ün Nur, yirmi senelik medrese ilmini veriyor itikadındayım.”[97]

“Biz Risale-i Nur’ları yazmak, okumak ve dinlemek için herkesin ihtiyacı var, onun için ey müslümanlar! Manevî yaralarınıza ilâç ararsanız, Risale-i Nur’da vardır. Yazın, okuyun, imanınız o kadar teâli edecektir. Hiç şübhe etmeyiniz.”[98]

-ŞEFAATÇİ:” Bu kaht zamanında yağmursuzluk, fakir fukaraya çok ağır gelmişti. Ben üç defa namazdan sonra, masum fukaraları ve aç kalan hayvanları ve Risale-i Nur’u şefaatçi yapıp dua ettik. Birden aynı gece, me’mulümüzün fevkinde, duanın tam kabulünü gördük.”[99]

-MÜCEDDİD:” Üstadımın hutbesi olan Risale-i Nur, bu zamanın bir mehdisi ve müceddididir.”[100]

“Kanaat verir ki -nass-ı hadîs ile- Risale-i Nur tecdid-i din hususunda bir müceddid hükmündedir.”[101]

“Ve her asırda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler geldikleri gibi, bu acib ve komitecilik ve şahs-ı manevî-i dalaletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı manevî müceddid olmak lâzım gelir. Eski zamana benzemez. Şahıs ne kadar da hârika olsa, şahs-ı manevîye karşı mağlub olmak kabildir. Risale-i Nur’un o cihette bir nevi müceddid olması kaviyyen muhtemel olduğundan o sıfatlar, hâşâ benim haddim değil; belki mükerrer yazdığım gibi, benim hayatım Risale-i Nur’a bir nevi çekirdek olabilir. Kur’anın feyziyle Cenab-ı Hakk’ın ihsanıyla o çekirdekten Risale-i Nur’un meyvedar, kıymetdar bir ağaç hükmüne icad-ı İlahî ile geçmesidir. Ben bir çekirdektim, çürüdüm gittim. Bütün kıymet Kur’an-ı Hakîm’in manası ve hakikatlı tefsiri olan Risale-i Nur’a aittir.”[102]

-DİKKAT VE TEFEKKÜR:” Gerçi her bahsini her ehl-i dikkat tam anlamaz, istifade etmez. Fakat o bahçede herkesin ehemmiyetli hissesi var.”[103]

“İşte kardeşlerim! Dikkat ediniz; sizin nefs-i emmareniz, kıyas-ı binnefs cihetinde, sû’-i zan noktasında sizleri aldatmasın; Risale-i Nur terbiye etmiyor diye şübhelendirmesin.”[104]

-İŞTİGAL-MEŞGULİYET:” Çok tecrübelerle ve bilhassa bu sıkı ve sıkıntılı hapiste kat’î kanaatım gelmiş ki: Risale-i Nur ile kıraeten ve kitabeten iştigal, sıkıntıyı çok hafifleştirir, ferah verir. Meşgul olmadığım zaman o musibet tezauf edip lüzumsuz şeylerle beni müteessir eder.”[105]

“İnşâallah Kur’an’a ait mesaille iştigal, bir nevi manevî mütefekkirane Kur’an okumak hükmündedir. Hem ibadet, hem ilim, hem marifet, hem tefekkür, hem kıraat-ı Kur’an manaları risalelerin istinsah ve mütalaalarında vardır itikadındayız. Zâten bu ciheti siz takdir etmişsiniz.”[106]

-NUR’DUR:” Risale-i Nur’un hocası, Risale-i Nur’dur.”[107]

“O muhakkiklerden tek birisi Risale-i Nur’dur. Yirmi senedir en muannid feylesofları ve mütemerrid zındıkları susturan eczaları meydandadır. Herkes okuyabilir ve kimse itiraz etmez.”[108]

“Evet şimalden gelen küfr-ü mutlak cereyanını durduracak, yalnız Risale-i Nur’dur. Siyaset, diplomatlık, bu vazifeyi göremez. Onun için, vatanperver ve milliyetçi ve siyasetçiler, Nurlara sarılmağa mecburiyet var.”[109]

“Nur’un hakikî şakirdlerine Nur kâfidir. Onlar da kanaat etmeli, başka şereflere veya maddî, manevî menfaatlere gözünü dikmesin. Hem münakaşa, münazaa ve mesail-i diniyede damarlara dokunacak tarafgirane mübahase etmemek lâzımdır ki, Nur aleyhinde garazkârlar çıkmasın.”[110]

“Nur dairesine girenlerin çoğu mekteblilerdir, hocalar azdır; çoğu çekindiği halde, mektebliler, kemal-i takdirle Nurlara sahib çıktığından, kalbimden derdim: İnşâallah maarif dairesi, Nur şakirdlerini himaye edecek.”[111]

“Risale-i Nur, bu zamanda kâfidir. On sene medresede okuyanlar, Risale-i Nur’la bir senede aynı istifadeyi ettiklerine şahid, binler ehl-i ilim var.”[112]

-MANEVİ ZEVK:” Kur’an-ı Hakîm’in sırr-ı i’cazıyla hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nur; bu dünyada bir manevî cehennemi dalalette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevî bir cennet bulunduğunu isbat ediyor. Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde manevî elîm elemleri gösterip, hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-i şeriatın amelinde cennet lezaizi gibi manevî lezzetler bulunduğunu isbat ediyor. Sefahet ehlini ve dalalete düşenleri o cihetle, aklı başında olanlarını kurtarıyor.”[113]

-İLİŞMEK:” Said Nursî’ye iliştikçe Risale-i Nur parlıyor. Neşriyat dairesi genişliyor. Birer nümune olan yirmibeş sene içindeki hâdiseler meydandadır.”[114]

“Meselâ: Bu bîçare Said, Van’da ders-i hakaik-i Kur’aniye ile meşgul olduğum miktarca Şeyh Said hâdisatı zamanında vesveseli hükûmet, hiçbir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi. Vakta ki “neme lâzım” dedim, kendi nefsimi düşündüm. Âhiretimi kurtarmak için Erek Dağı’nda harabe mağara gibi bir yere çekildim. O vakit sebebsiz beni aldılar nefyettiler. Burdur’a getirildim.”[115]

“Risale-i Nur’a ve şakirdlerine ilişmeye, kanun ve hak cihetinde imkân bulamıyorlar, divaneliğe sapıyorlar.”[116]

“Risale-i Nur’a ve şakirdlerine ilişenler, maskara olurlar.”[117]

“Hizmetimize zulüm nev’inden ilişen mülhidler, bu dünyada tokadını yiyecekler ve kısmen yediklerini; ve zındıka ve dalalet hesabına ilişenler çabuk tokat yemeyip te’hir edildiğinin sebeb ve hikmetini beyan ediyor.”[118]

“Efendiler! Reis bey, dikkat ediniz! Risale-i Nur’u ve şakirdlerini mahkûm etmek, doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına, hakikat-ı Kur’aniye ve hakaik-i imaniyeyi mahkûm etmek hükmüne geçmekle binüçyüz seneden beri her senede üçyüz milyon onda yürümüş ve üçyüz milyar müslümanların hakikata ve saadet-i dâreyne giden cadde-i kübralarını kapatmaya çalışmaktır ve onların nefretlerini ve itirazlarınızı kendinize celbetmektir.”[119]

“Bana ve Risale-i Nur’a ilişmeniz, manasız bir tevehhümle çirkin bir zulümdür. Hem daha yeni dersim yok ve bir sırrım gizli kalmadı ki, nezaretle ta’diline çalışsanız.”[120]

“Münafıklar ve küfre düşenler Risale-i Nur’a ilişecekler, fakat hasarat ederler. Çünki zelzele ve harb gibi belaların ref’ine bir sebeb Risale-i Nur’dur. Onun ta’tili belaları celbeder diye bir gizli îma olabilir.”[121]

“İşte Bediüzzaman’ın uzun senelerden beri “Zındıklar Risale-i Nur’a dokunmasınlar ve şakirdlerine ilişmesinler. Eğer dokunurlarsa ve ilişirlerse yakınında bekleyen felâketler, onları yüz defa pişman edecek.” diye Risale-i Nur ile haber verdiği yüzler hâdisat içinde işte zelzele eliyle doğruluğunu imza ederek gelen dört hakikatlı felâket daha… Cenab-ı Hak bize ve Risale-i Nur’a taarruz edenlerin kalblerine iman, başlarına hakikatı görecek akıl ihsan etsin. Bizi bu zindanlardan, onları da felâketlerden kurtarsın, âmîn!Hüsrev”[122]

“Risale-i Nur’un bir kısım şakirdleri; idareye dokunmamak şartıyla rejim ve usûlünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse hattâ rejimin sahibine adavet etse, onlara kanunen ilişilmez. Risaleler ise, o gibi risalelere mahrem demişiz, neşrini men’etmişiz.”[123]

“Kardeşlerim, bu geniş hücum, Risale-i Nur’un fütuhatına karşıdır. Fakat anladılar ki; Nurlara iliştikçe daha ziyade parlar, ders dairesi genişlenip ehemmiyet kesbeder ve mağlub olmaz. Yalnız “sırran tenevverat” perdesi altına girer. Onun için plânı değiştirdiler, zahiren Nurlara ilişmiyorlar. Biz madem inayet altındayız, elbette kemal-i sabır içinde şükretmeliyiz.”[124]

-ÇALIŞMAK:” Evet hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-ı ihlaslarına ve sadıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hacat-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup, vakitlerini zayi’ etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddî menfaatlerle yardım edip, hürmet etmişler.”[125]

“Evet komünist perdesi altında anarşistliğin, emniyet-i umumiyeyi bozmağa dehşetli çalışmasına karşı, Risale-i Nur ve şakirdleri iman-ı tahkikî kuvvetiyle bu vatanın her tarafında o müdhiş ifsadı durduruyor ve kırıyor. Emniyeti ve asayişi temine çalışıyor…”[126]

“Risale-i Nur’la meşgul olarak en yüksek bir ilimde çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve tarz-ı hayatlarında biliyorum ve o kanaat ile ona ve onun gibi Mehmed Zühdü’ye ve Hâfız Mehmed’e bazı dualarımda derim: Ya Rabbi! Bunları kıyamete kadar Risale-i Nur kisvesinde hakaik-i imaniye ve esrar-ı Kur’aniye ile kemal-i ferah ve sevinçle meşgul eyle. Âmîn!”[127]

“Risale-i Nur’un bir talebesi, Risale-i Nur’a çalışamadığının bir sebebi, derd-i maişetin ziyadeleşmesi olduğunu söyledi. Biz de ona dedik: Risale-i Nur’a çalışmadığın için derd-i maişet sana şiddetlendi. Çünki bu havalide her talebe itiraf ediyor ve ben de ediyorum ki: Risale-i Nur’a çalıştıkça, yaşamakta kolaylık ve kalbde ferahlık ve maişette sühulet görüyoruz.”[128]

“Nura bu surette çalışmaları gösteriyor ki, bu zamanda Risale-i Nura ekmekten ziyade ihtiyaç var ki; harmancılar, çiftçiler, çobanlar, yörük efeleri hâcât-ı zaruriyeden ziyade Risale-i Nura çalışmaları, Risale-i Nurun hakkaniyetini gösteriyorlar.”[129]

-SEFİNE-İ NUH:” Evet Risale-i Nur, Sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu Cebel-i Cudi hükmüne getirip, küre-i arzın yangınından ve tufanından kurtulmasına bir sebebdir. Çünki za’f-ı imandan gelen tuğyan, ekser musibet-i âmmeyi celbettiği gibi; imanı fevkalâde kuvvetlendiren Risale-i Nur, o musibet-i âmmeyi dairesinin haricine bırakmağa rahmet-i İlahiye tarafından vesile oldu.”[130]

-FÜTUHATI:” Şimdi Risale-i Nur’un fevkalâde fütuhatı ve âlem-i İslâm’da dahi fevkalâde bir hüsn-ü kabule mazhar olması hengâmında, düşmanlar dahi dostlara inkılab ettiği bir zamanda Risale-i Nur’un a’zamî ihlasını (ki, rıza-yı İlahîden başka dünyevî, uhrevî hiçbir rütbeye, makama âlet etmemek) muhafaza için dehşetli bir merdümgiriz yani insanlardan tevahhuş ve sesi çıkmamak ve konuşmamak hastalığı ve elini öpmek, ona âdeta bir tokat vurmak gibi dokunmak vaziyeti, kat’iyyen bize kanaat verdi ki; bu bir istihdam-ı Rabbanîdir.”[131]

-TEKRAR:” Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrar mütalaa ile izdiyadına çalışmalıyız.”[132]

“Risale-i Nur, Kur’anın ve Kur’andan çıkan bürhanî bir tefsir olduğundan, Kur’anın nükteli, hikmetli, lüzumlu usandırmayan tekraratı gibi onun da lüzumlu, hikmetli, belki zarurî ve maslahatlı tekraratı vardır. Hem Risale-i Nur, zevk ve şevk ile dillerde usandırmayan, daima tekrar edilen kelime-i tevhidin delilleri olmasından zarurî tekraratı kusur değil; usandırmaz ve usandırmamalı.”[133]

“Kardeşlerim! Siz, küçük mektublar risalesinde medar-ı teselli ve sabır ve tahammül için yazılan parçaları dikkatle ve tekrarla okuyunuz.”[134]

“Tekrar çok tavsiye ediyorum, okuyun, okuyun. Okudukça, risaleler feyzâver nurları saçıyorlar. Okudukça iştiyak getiriyorlar, usanç vermiyorlar. Başka kitabları bir-iki defa okusan, insana usanç veriyor. Halbuki risaleler öyle değil, okudukça başka başka iman halleri telkin ediyorlar.”[135]

HİLAFET VE HALİFELİK

Rasululluh halifeyi tayin etmemiştir.Her ne kadar Fetih suresinin son ayetinde dört halifeden sırasıyla bahsedilmiş olmasına rağmen ve de rasulullahın işari manada dört halifenin kendisinden sonra geleceğini remzen ve imaen ifade etmiş olmasıyla beraber bir emir olmayıp kaderin tecellisinin bir tezahürü ve haberidir.Onlar cumhur tarafından seçilen yine cumhurun temsilcileri ve halifeleridirler.Nitekim şehid edildiğinde Hz.ömere kendisinden sonra oğlu Abdullahı nasb ve tayin etmesini istediklerinde kabul etmemiş ve bir evden bir şehit yeter demiştir.

“Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurur: “Hilâfet, ümmetim arasında otuz yıl devam edecektir. Bundan sonra melikliğe denilecektir.” Bu da şöyle yorumlanmıştır: “Ebubekir’in halifeliği iki yıl, Ömer’in on, Osman’ın on iki, Ali’nin altı yıllık halifelik sürelerinin toplamı, otuz yıl etmektedir”[136]

“Hilâfeti iki sene üç ay gibi çok kısa bir müddet sürmesine rağmen Hz. Ebû Bekir zamanında İslâm devleti büyük bir gelişme göstermiştir. Hz. Ebû Bekir Hicrî 13. yılda Cemâziyelâhir ayının başında hicretten sonra Medine’de yakalandığı hastalığının ortaya çıkması üzerine yatağa düşünce yerine Ömer’in namaz kıldırmasını istedi. Ashâbla istişâre ederek Hz. Ömer’i halifeliğe uygun gördüğünü söyledi.

Hz. Ebu Bekir Iki sene, üç ay, sekiz gün halifelik yaptı.

Sefine (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: “Hilâfet, ümmetim arasında otuz yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir.”

Hz.Ebubekir Kur’an-da Maiyyetlik ile tavsif edilmiştir.[137]

Fil vak’asından iki yıl bir kaç ay sonra dünyaya gelmiş,peygamberimizdne 2-3 yaş küçüktür.Evinde hiç put bulundurmamış,Hanif kişi idi.

“Hz.Ebubekirin peygamberimizin vefatıyla yaptığı konuşma.”Hicrî onbirinci yılda hastalanan Rasûlullah (s.a.s.) 13 Rebiyülevvel Pazartesi günü (8 Haziran 632) vefât etti. Onun vefâtını duyan müslümanlar büyük bir üzüntüye kapıldılar ve ilk anda ne yapmaları gerektiğine karar veremediler. Ama o da bir ölümlüydü. Hz. Ömer, onun Hz. Musa gibi Rabbi ile buluşmaya gittiğini, O’nun için “öldü” diyen olursa ellerini keseceğini söylüyordu. Ebû Bekir, Rasûlullah’ın iyi olduğu bir sırada ondan izin alarak kızının yanına gitmişti. Vefât haberini duyar duymaz hemen geldi, Rasûlullah’ı alnından öptü ve “Babam ve anam sana fedâ olsun ya Rasûlullah. Ölümünde de yaşamındaki kadar güzelsin. Senin ölümünle peygamberlik son bulmuştur. Şânın ve şerefin o kadar büyük ki, üzerinde ağlamaktan münezzehsin. Yâ Muhammed, Rabbinin katında bizi unutma; hatırında olalım …” dedi. Sonra dışarı çıkıp Ömer’i susturdu ve; “Ey insanlar, Allah birdir, O’ndan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Allah apaçık hakikattir. Muhammed’e kulluk eden varsa, bilsin ki o ölmüştür. Allah’a kulluk edenlere gelince, şüphesiz Allah diri, bâkî ve ebedîdir. Size Allah’ın şu buyruğunu hatırlatırım: “Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Simdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse Allah’a hiçbir ziyan veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır”[138] Allah’ın kitabı ve Rasûlullah’ın sünnetine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Şeytan, peygamberimizin ölümü ile sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanın size ulaşmasına fırsat vermeyiniz”[139]

Hilafete seçildiğinde bunu bir boşluk telakki edenler irtidat etmiş,ayaklanmışlardı.Hz.Ebubekir ilk iş olarak mürtedlerle Mücadele etmiş, Irak ve Suriye Fütühatı için sefer düzenlemişti.

“Hz. Ebû Bekir “Rasûlullah’ın Halifesi” seçildikten sonra Mescid’de yaptığı konuşmada, “Sizin en hayırlınız değilim, ama başınıza geçtim; görevimi hakkıyle yaparsam bana yardım ediniz, yanılırsam doğru yolu gösteriniz; ben Allah ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat ediniz, ben isyan edersem itaatiniz gerekmez…” demiştir.[140]

-Bu hususta halifeliği iki kısımda ele alacağız.Biri,siyasi manadaki halifelik yani hilafet,diğeri ise insanın yaratılışındaki halife olarak seçilişi hususu.Bu konularda Bediüzzaman:

“Hazret-i Davud Aleyhisselâm’a risaletiyle beraber hilafet-i rûy-i zemini müstesna bir surette ona verdiği…”[141]

“Kendini yekvücud-u vahdanî, İslâm’ın âlemine fedaya vazifedar, hilafete bayrakdar görmüş olan bu devlet,”[142]

“İmam-ı Ali Radıyallahü Anhü, adalet-i mahzayı Şeyheyn zamanındaki gibi kabil-i tatbiktir deyip, hilafet-i İslâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukabilleri ve muarızları ise, “Kabil-i tatbik değil, çok müşkilâtı var.” diye adalet-i izafiye üzerine içtihad etmişler. Tarihin gösterdiği sair esbab ise, hakikî sebeb değiller, bahanelerdir.”[143]

“Eğer desen: Hilafet-i İslâmiye noktasında İmam-ı Ali’nin fevkalâde iktidarı, hârikulâde zekâsı ve yüksek liyakatıyla beraber seleflerine nisbeten muvaffakıyetsizliği nedendir?

Elcevab: O mübarek zât, siyaset ve saltanattan ziyade, daha çok mühim başka vazifelere lâyık idi. Eğer tam muvaffakıyet-i siyasiye ve tamam saltanat olsaydı, “Şah-ı Velayet” ünvan-ı manidarını bihakkın kazanamayacaktı. Halbuki zahirî ve siyasî hilafetin pek çok fevkinde manevî bir saltanat kazandı ve Üstad-ı Küll hükmüne geçti; hattâ kıyamete kadar saltanat-ı manevîsi bâki kaldı.”[144]

“Amma Hazret-i İmam-ı Ali’nin Vak’a-i Sıffîn’de, Hazret-i Muaviye’nin taraftarlarıyla muharebesi ise, hilafet ve saltanatın muharebesidir. Yani: Hazret-i İmam-ı Ali, ahkâm-ı dini ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise; hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi, saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler.”[145]

“Denilir ki: “Hazret-i Ali, o derece hilafete liyakatı olduğu ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a karabeti ve hârikulâde cesaret ve ilmi ile beraber, neden hilafette tekaddüm ettirilmedi ve neden onun hilafeti zamanında İslâm çok keşmekeşe mazhar oldu?..”

Elcevab: Âl-i Beyt’ten bir kutb-u a’zam demiş ki: “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali’nin (R.A.) hilafetini arzu etmiş, fakat gaibden ona bildirilmiş ki: Murad-ı İlahî başkadır. O da, arzusunu bırakıp, murad-ı İlahîye tâbi’ olmuş.” Murad-ı İlahînin hikmetlerinden birisi şu olmak gerektir ki:

Vefat-ı Nebevî’den sonra, en ziyade ittifak ve ittihada gelmeye muhtaç olan Sahabeler; eğer Hazret-i Ali başa geçseydi, Hazret-i Ali’nin hilafeti zamanında zuhura gelen hâdisatın şehadetiyle ve Hazret-i Ali’nin mümaşatsız, pervasız, zâhidane, kahramanane, müstağniyane tavrı ve şöhretgir-i âlem şecaatı itibariyle, çok zâtlarda ve kabilelerde rekabet damarını harekete getirip, tefrikaya sebeb olmak kaviyyen muhtemeldi. Hem Hazret-i Ali’nin hilafetinin teehhür etmesinin bir sırrı da şudur ki: Gayet muhtelif akvamın birbirine karışmasıyla, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın haber verdiği gibi, sonra inkişaf eden yetmişüç fırka efkârının esaslarını taşıyan o akvam içinde, fitne-engiz hâdisatın zuhuru zamanında, Hazret-i Ali gibi hârikulâde bir cesaret ve feraset sahibi, Hâşimî ve Âl-i Beyt gibi kuvvetli, hürmetli bir kuvvet lâzım idi ki, dayanabilsin. Evet dayandı… Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın haber verdiği gibi: “Ben Kur’anın tenzili için harbettim, sen de tevili için harbedeceksin!” Hem eğer Hazret-i Ali olmasaydı, dünya saltanatı, mülûk-u Emeviyeyi bütün bütün yoldan çıkarmak muhtemeldi. Halbuki karşılarında Hazret-i Ali ve Âl-i Beyt’i gördükleri için, onlara karşı müvazeneye gelmek ve ehl-i İslâm nazarında mevkilerini muhafaza etmek için ister istemez Emeviye Devleti reislerinin umumu, kendileri olmasa da, herhalde teşvik ve tasvibleriyle etbaları ve taraftarları, bütün kuvvetleriyle hakaik-i İslâmiyeyi ve hakaik-i imaniyeyi ve ahkâm-ı Kur’aniyeyi muhafazaya ve neşre çalıştılar. Yüzbinlerle müçtehidîn-i muhakkikîn ve muhaddisîn-i kâmilîn ve evliyalar ve asfiyalar yetiştirdiler. Eğer karşılarında Âl-i Beyt’in gayet kuvvetli velayet ve diyanet ve kemalâtı olmasaydı, Abbasîlerin ve Emevîlerin âhirlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmak kaviyyen muhtemeldi.”[146]

Hz.Aliye,Neden Hz.Ebubekir ve Ömer dönemlerinde ftine olmadı da,senin döneminde oldu?sorusuna verdiği cevapta;Onların döneminde bizler vardık,bizlerin döneminde ise onlar yoktu,veciz ifadesiyle cevap vermiştir.

“Eğer denilse: Neden hilafet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî’de takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı?”

Elcevab: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur’aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilafet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi masum olmalı, veyahut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın. Halbuki Mısır’da Âl-i Beyt namına teşekkül eden Devlet-i Fatımiye Hilafeti ve Afrika’da Muvahhidîn Hükûmeti ve İran’da Safevîler Devleti gösteriyor ki; saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyte yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur’ana hizmet etmişler.”[147]

“Hem -nakl-i sahih-i kat’î ile- ferman etmiş:

®”

“Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır.” Müsned, 5:220, 221. “Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet meydan alacak.” Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:340; Müsned, 4:273.”deyip, Hazret-i Hasan’ın altı ay hilafetiyle; Cihar-ı Yâr-ı Güzin’in (Hulefa-yı Raşidîn’in) zaman-ı hilafetlerini ve onlardan sonra saltanat şekline girmesini, sonra o saltanattan ceberut ve fesad-ı ümmet olacağını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.”[148]

“Abdullah İbn-i Zübeyr, Emevîler zamanında hilafeti Mekke’de ilân ederek kahramanane çok müsademe etmiş; nihayet Haccac-ı Zalim büyük bir ordu ile üzerine hücum ederek, şiddetli müsademeden sonra o kahraman-ı âlişan şehid edilmiş.”[149] “Hazret-i Ömer, siyaset âlemiyle ve hilafet-i kübra ile meşgul imiş.”[150]

“Merkez-i Hilafet olan İstanbul’u beşyüz elli sene bütün âlem-i Hristiyaniyenin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul’da beşyüz yerde fışkıran envâr-ı tevhid ve o merkez-i İslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük câmilerin arkalarındaki tekyelerde “Allah Allah!” diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve marifet-i İlahiyeden gelen bir muhabbet-i ruhanî ile cûş u huruşlarıdır.”[151]

“Eskiden beri i’la-yı kelimetullah ve beka-yı istiklaliyet-i İslâm için farz-ı kifaye-i cihadı deruhde ile kendini, yek-vücud olan âlem-i İslâm’a fedaya vazifedar ve hilafete bayrakdar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi; âlem-i İslâmın saadet ve hürriyet-i müstakbelesiyle telafi edilecektir. Zira şu musibet, maye-i hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişafını hârikulâde ta’cil etti.”[152]

“Ehl-i Sünnet Ve Cemaat der ki: “Hazret-i Ali (R.A.), Hulefa-i Erbaa’nın dördüncüsüdür. Hazret-i Sıddık (R.A.) daha efdaldir ve hilafete daha müstehak idi ki, en evvel o geçti.” Şîalar derler ki: “Hak, Hazret-i Ali’nin (R.A.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan en efdal Hazret-i Ali’dir. (R.A.)” Davalarına getirdikleri delillerin hülâsası: Derler ki: Hazret-i Ali (R.A.) hakkında vârid ehadîs-i Nebeviye ve Hazret-i Ali’nin (R.A.) “Şah-ı Velayet” ünvanıyla ekseriyet-i mutlaka ile evliyanın ve tarîklerin mercii ve ilim ve şecaat ve ibadette hârikulâde sıfatları ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ona ve ondan teselsül eden Âl-i Beyte karşı şiddet-i alâkası gösteriyor ki; en efdal odur, daima hilafet onun hakkı idi, ondan gasbedildi.

“Elcevab: Hazret-i Ali (R.A.) mükerreren kendi ikrarı ve yirmi seneden ziyade o hulefa-i selâseye ittiba ederek onların şeyhülislâmlığı makamında bulunması, Şîaların bu davalarını cerhediyor. Hem hulefa-i selâsenin zaman-ı hilafetlerinde fütuhat-ı İslâmiye ve mücahede-i a’da hâdiseleri ve Hazret-i Ali’nin (R.A.) zamanındaki vakıalar, yine hilafet-i İslâmiye noktasında Şîaların davalarını cerhediyor. Demek Ehl-i Sünnet Ve Cemaatın davası, haktır.”[153]

“Hazret-i Sıddık-ı Ekber’in ve Faruk-u A’zam’ın (R.A.) şahsî kemalâtıyla ve veraset-i nübüvvet vazifesiyle zaman-ı hilafetteki kemalâtı ile beraber bir mizanın kefesine, Hazret-i Ali’nin (R.A.) şahsî kemalât-ı hârikasıyla, hilafet zamanındaki dâhilî bilmecburiye girdiği elîm vakıalardan gelen ve sû’-i zanlara maruz olan hilafet mücahedeleri beraber mizanın diğer kefesine bırakılsa, elbette Hazret-i Sıddık’ın (R.A.) veyahut Faruk’un (R.A.) veyahut Zinnureyn’in (R.A.) kefesi ağır geldiğini Ehl-i Sünnet görmüş, tercih etmiş. Hem Onikinci ve Yirmidördüncü Sözlerde isbat edildiği gibi: Nübüvvet, velayete nisbeten derecesi o kadar yüksektir ki; nübüvvetin bir dirhem kadar cilvesi, bir batman kadar velayetin cilvesine müreccahtır. Bu nokta-i nazardan Hazret-i Sıddık-ı Ekber’in (R.A.) ve Faruk-u A’zam’ın (R.A.) veraset-i nübüvvet ve tesis-i ahkâm-ı risalet noktasında hisseleri taraf-ı İlahîden ziyade verildiğine, hilafetleri zamanlarındaki muvaffakıyetleri Ehl-i Sünnet ve Cemaatçe delil olmuş. Hazret-i Ali’nin (R.A.) kemalât-ı şahsiyesi, o veraset-i nübüvvetten gelen o ziyade hisseyi hükümden iskat edemediği için, Hazret-i Ali (R.A.) Şeyheyn-i Mükerremeyn’in zaman-ı hilafetlerinde onlara şeyhülislâm olmuş ve onlara hürmet etmiş. Acaba Hazret-i Ali’yi (R.A.) seven ve hürmet eden ehl-i hak ve sünnet, Hazret-i Ali’nin (R.A.) sevdiği ve ciddî hürmet ettiği Şeyheyni nasıl sevmesin ve hürmet etmesin?”[154]

“Amma şîa-i hilafet ise, Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı mahcubiyetinden başka hiçbir hakları yoktur. Çünki bunlar Hazret-i Ali’yi (R.A.) fevkalâde sevmek davasında oldukları halde tenkis ediyorlar ve sû’-i ahlâkta bulunduğunu onların mezhebleri iktiza ediyor. Çünki diyorlar ki: “Hazret-i Sıddık ile Hazret-i Ömer (R.A.) haksız oldukları halde Hazret-i Ali (R.A.) onlara mümaşat etmiş, Şîa ıstılahınca takiyye etmiş; yani onlardan korkmuş, riyakârlık etmiş.” Acaba böyle kahraman-ı İslâm ve “Esedullah” ünvanını kazanan ve sıddıkların kumandanı ve rehberi olan bir zâtı, riyakâr ve korkaklık ile ve sevmediği zâtlara tasannu’kârane muhabbet göstermekle ve yirmi seneden ziyade havf altında mümaşat etmekle haksızlara tebaiyeti kabul etmekle muttasıf görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hazret-i Ali (R.A.) teberri eder. İşte ehl-i hakkın mezhebi hiçbir cihetle Hazret-i Ali’yi (R.A.) tenkis etmez, sû’-i ahlâk ile ittiham etmez. Öyle bir hârika-i şecaate korkaklık isnad etmez ve derler ki: “Hazret-i Ali (R.A.), Hulefa-i Raşidîn’i hak görmeseydi, bir dakika tanımaz ve itaat etmezdi. Demek ki onları haklı ve racih gördüğü için, gayret ve şecaatini hakperestlik yoluna teslim etmiş.”[155]

“Şanlı Osmanlı Devleti’nin ihtiyarlığı ve Hilafet saltanatının vefatı..”[156]

“Uzun zaman hilafet-i Abbasiye devam edecek, sonra o saltanat deccal eline geçecek” diye beşyüz seneden sonra İslâm içine bir deccal gelecek, o hilafeti bozacak gibi ki; eşhas-ı âhirzamandan çok rivayetler haber verdikleri…”[157]

“Âhirzamanda gelecek bir müceddid-i ekberi gösterdikleri ve o gelecek zâtın ve cem’iyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi imanı kurtarmak olduğu ve şeriatı ihya ve hilafeti tatbik gibi çok geniş dairede hükmeden bu iki vazifesi…”[158]

“Bundan sonra gelecek Mehdi-i Resul’ün temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi olduğu, bunların; imanı kurtarmak, hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanıyla şeair-i İslâmiyeyi ihya etmek ve inkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’aniyenin ve Şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunlarının bir derece ta’tile uğramasıyla o zât bu vazife-i uzmayı yapmağa çalışır.”[159]

“Birincisi: Âhirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller. Fakat hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ve ittihad-ı İslâm avamda ve ehl-i siyasette hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat herbiri üç vazifeden birisini bir cihette yapması itibariyle, âhirzamanın büyük mehdisi ünvanını almamışlar.”[160]

“Rivayetlerde, vukuat-ı Süfyaniye ve hâdisat-ı istikbaliye Şam’ın etrafında ve Arabistan’da tasvir edilmiş. Allahu a’lem, bunun bir tevili şudur ki: Merkez-i hilafet eski zamanda Irak’ta ve Şam’da ve Medine’de bulunduğundan, râviler kendi içtihadlarıyla -daimî öyle kalacak gibi- mana verip “merkez-i hükûmet-i İslâmiye” yakınlarında tasvir etmişler, Haleb ve Şam demişler. Hadîsin mücmel haberlerini, kendi içtihadlarıyla tafsil etmişler.”[161]

“Şu inkılab-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclis-i âlînin şahsiyet-i maneviyesi, sahib olduğu kuvvet cihetiyle mana-yı saltanatı deruhde etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzât imtisal etmek ve ettirmekle mana-yı hilafeti dahi vekaleten deruhde etmezse, hayat için dört şeye muhtaç fakat an’ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacat-ı ruhiyesini unutmayan bu milletin hacat-ı diniyesini Meclis tatmin etmezse, bilmecburiye mana-yı hilafeti, tamamen kabul ettiğiniz isme ve lafza verecek. O manayı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki meclis elinde bulunmayan ve meclis tarîkıyla olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı asâya sebebiyet verecektir.”[162]

“Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin gayet ehemmiyetli ve kudsî vazifesini ve hilafet-i nübüvvetin de gayet ulvî vazifelerinden bir vazifesini benim âdi şahsımda, üstadı noktasından bir cilvesini gördüğünden, bana o hilafet-i maneviyenin bir mazharı nazarıyla bakmak istiyor.”[163]

“Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın altı aylık hilafeti ile beraber Risale-i Nur’un Cevşen-ül Kebir’den ve Celcelutiye’den aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakaik-i imaniye noktasında Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarıyla bakabiliriz. Çünki adalet-i hakikiye ile bu asırda insanları mes’ud edebilir bir istidadda bulunan, Risale-i Nur’dur ve onun şahs-ı manevîsi, Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın bir muavini, bir mütemmimi, bir manevî veledi hükmündedir diye senin mektubunu ta’dil ettim.”[164]

“Hazret-i Mehdi’nin o vazifesini bizzât kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünki hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.”[165]

“İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.”[166]

“YARI CİNAYET: Şöyle ki: Daire-i İslâm’ın merkezi ve rabıtası olan nokta-i hilafeti elinden kaçırmamak fikriyle ve sâbık sultan merhum Abdülhamid Han Hazretleri, sâbık içtimaî kusuratını derk ile nedamet ederek kabul-ü nasihata istidad kesbetmiş zannıyla ve “Aslah tarîk, musalahadır” mülahazasıyla, şimdiki en çok ağraz ve infialâta mebde ve tohum olan bu vukua gelen şiddet suretini daha ahsen surette düşündüğümden, merhum Sultan-ı Sâbık’a, ceride lisanıyla söyledim ki: “Münhasif Yıldız’ı dâr-ül fünun et, tâ Süreyya kadar a’lâ olsun! Ve oraya seyyahlar, zebaniler yerine, ehl-i hakikat melaike-i rahmeti yerleştir; tâ cennet gibi olsun! Ve Yıldız’daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dinî darülfünunlara sarf ile millete iade et ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et. Zira senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım. Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terket! Zekat-ül ömrü, ömr-ü sâni (Ömer-i Sâni) yolunda sarfeyle.”[167]

“Bundan sonra bizzarure hilafeti temsil eden Meşihat-ı İslâmiye ve diyanet dairesi; hem âlî, hem mukaddes, hem ayrı, hem nezzare olacaktır. Şimdi hâkim şahıs değil, efkâr-ı âmme olduğu için, onun nev’inden şahs-ı manevî bir fetva emini ister….”[168]

“Saltanat ve hilafet gayr-ı münfekk, müttehid-i bizzâttır. Cihet muhteliftir. Binaenaleyh bizim padişahımız, hem sultandır, hem halifedir ve âlem-i İslâmın bayrağıdır.

Saltanat itibariyle otuz milyona nezaret ettiği gibi, hilafet itibariyle üçyüz milyonun mabeynindeki rabıta-i nuraniyenin ma’kes ve istinadgâhı ve mededkârı olmak gerektir. Saltanatı sadaret, hilafeti meşihat temsil eder.”[169]

“Zaman gösterdi ki, hilafeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şamil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yalnız İstanbul’un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyle ise, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimad edebilsin. Hem menba’, hem ma’kes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkıyla îfa edebilsin.”[170]

“Daire-i meşihat onu “Halife” ismiyle zikreder. Daire-i mülkiye onu “Sultan” namıyla tanır.”[171]

“Halifelik ve padişahlığına mühim kuvvet elde eder.”[172]

“Ve

”Bunlar ne iyi arkadaşlardır.”[173] kelimesinde beşinci halifenin ismine İlm-i Belâgat’ta “müstetbeat-üt terakib” tabir edilen bir sır ile işaret ediyor.”[174]

“İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrutiyet, adalet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa; Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar, haydutturlar.”[175]

“Müdahale tevehhümüyle, bazı dindar padişahlar -halife oldukları halde- masum evlâdlarını katletmeleri, bu “redd-i müdahale kanunu”nun hâkimiyette ne kadar esaslı hükmettiğini gösteriyor.”[176]

“İnsan gibi büyük bir fıtratta, hilafet-i kübra gibi bir rütbede, emanet-i kübra gibi büyük vazifesi olan beşer…”[177]

“İnsan, hilafet ve emanetle mükerrem olsun, rububiyetin külliyat-ı şuununa şahid olarak kesret dairelerinde, vahdaniyet-i İlahiyenin dellâllığını ilân etmekle, ekser mevcudatın tesbihat ve ibadetlerine müdahale edip zabitlik ve müşahidlik derecesine…”çıkmıştır.[178]

“Meleklerine tercih edip hilafet rütbesini verdiği…”şu insan.[179]

“Hazret-i Âdem’in melaikelere karşı kabiliyet-i hilafet için bir mu’cizesi olan talim-i esmadır ki, bir hâdise-i cüz’iyedir.”[180]

“Daire-i imkânda ve kâinatın sergüzeştine ait inkılablarda ve emanet-i kübrayı ve hilafet-i arziyeyi omuzuna alan nev’-i beşerin şekavet ve saadet-i ebediyeye medar olan vazifesi…”[181]

“Herbir insana fıtraten, zemine bir halife olmak kabiliyetini vermişim.”[182]

“İşte bu çeşit ibadat ve tefekküratla hakikî insan olur, ahsen-i takvimde olduğunu gösterir. İmanın yümnüyle emanete lâyık, emin bir halife-i arz olur.”[183]

“Evet sath-ı arzda her sene yapılan ziyafet-i âmme-i İlahiye nev’-i beşere halife olduğu münasebetiyle bir ikramdır. Yoksa hepsi onun istifadesi için değildir.”[184]

“İnsan gayr-ı mütenahî acz ve fakrıyla beraber Cenab-ı Hakk’a imanıyla, kudret ve gına ve izzetine mazhar olmuştur. İşte bu mazhariyetten dolayı insan, hayvaniyetten terakki edip halife-i zemin olmuştur.”[185]

“Tarîkattan hilafet almak…”[186]

“Ey kardeşlerim ve ey halifeler! Tarîkatın ve hakikatın müntehasını anlamak isterseniz, risaleleri ciddiyetle okuyun. Bâlâdaki zâtların arkasından gidersiniz ve yüksek imanlarına yaklaşırsınız.”[187]

“Ey hocalar ve halifeler! Bizim ilmimiz bize yeter deyip, yıldız böceği gibi şavkınıza, ilminize aldanmayın. İnsanın kendi bildiği kendine kâfi gelmez. Her insan, her mes’eleyi yalnız anlayamaz. Uyuyorsunuz! Uyuduğunuz mikdar artık yeter! Uyanmalı…”[188]

“Ey küre-i arzda bulunan gençler, hocalar ve halifeler! Bin seneden beridir insanların aradığı Mehdi Hazretlerinin pişdarı ve müjdecisi üstadımın neşrettiği Risale-i Nur’dur. Ey benim kardeşlerim! Benim gibi âciz bir talebenin okumasından, anlamasından ne çıkar? Üstadıma ne sual açabilirim? Kaç kitab okudum da sual açayım ve mes’ele halledeyim? Ne gibi sual sorayım?”[189]

İ H L A S

“Kader-i İlahî ise benim için gördü ki, hakkıyla ve ihlasla ilme ve dine hizmet edemiyorum; beni bu nefye mahkûm etti. Onların bu katmerli zulmünü muzaaf bir rahmete çevirdi.”[190]

“Eğer asılsız ve riyaya sebeb ve ihlası kıracak bir şöhret-i kâzibeyi kırmak için teveccüh-ü âmmeyi hakkımda bozmak murad ise onlara rahmet.”[191]

“Ve münafıkları ihlasa ve imana sevketmek ve küffarı imana getirmek için zahir olmuş.”[192]

“Bir vakit, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, bir Kâfiri yere atmış. Kılıncını çekip keseceği zaman, o kâfir ona tükürmüş. O kâfiri bırakmış, kesmemiş. O kâfir, ona demiş ki: “Neden beni kesmedin?” Dedi: “Seni Allah için kesecektim. Fakat bana tükürdün, hiddete geldim. Nefsimin hissesi karıştığı için ihlasım zedelendi. Onun için seni kesmedim.” O kâfir ona dedi: “Beni çabuk kesmen için seni hiddete getirmekti. Madem dininiz bu derece sâfi ve hâlistir, o din haktır.” dedi.”[193]

“Hayat-ı maneviye ve sıhhat-ı ubudiyet, adavet ve inad ile sarsılır. Çünki vasıta-i halas ve vesile-i necat olan “ihlas” zayi’ olur.

İşte ef’al ve a’mal-i hayriyenin esasları olan “ihlas” ve “adalet” husumet ve adavetle kaybolur.”[194]

“İslâmiyetin bir sırr-ı esası olan ihlas ve rıza-yı İlahî…”[195]

“Velayet yollarının ve tarîkat şubelerinin en mühim esası, ihlastır. Çünki ihlas ile hafî şirklerden halas olur. İhlası kazanmayan, o yollarda gezemez.”[196]

“Velayetin mayesi olan ihlas…”[197]

“Sülûk-u tarîkatın en mühim şartı, en ehemmiyetli neticesi olan ihlas vasıtasıyla, şirk-i hafîden ve riya ve tasannu’ gibi rezailden halâs olmak…”[198]

“Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlastır. İhlası kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlası kazandıran harekâtındaki sebebi, sırf bir emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı İlahî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı. Herşeyde bir ihlas var. Hattâ muhabbetin de ihlas ile bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccuh eder. İşte bir zât bu ihlaslı muhabbeti böyle tabir etmiş:

Yani: “Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukabele, bir mükâfat istemiyorum. Çünki mukabilinde bir mükâfat, bir sevab istenilen muhabbet zaîftir, devamsızdır.” Hattâ hâlis muhabbet, fıtrat-ı insaniyede ve umum vâlidelerde dercedilmiştir.”[199]

“Hırs ihlası kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünki bir ehl-i takvanın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister. Teveccüh-ü nâsı müraat eden, ihlas-ı tâmmı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli, çok cây-ı dikkattir.”[200]

“İsraf, Hem ihlası kırar, riya kapısını açar.”[201]

“Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlası kaybeder, riyaya girer. Şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlassızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet amel-i sâlihin hayatı olan ihlasın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz’iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azab-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.”[202]

“Samimî bir ihlas, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet ihlas ile kim ne isterse Allah verir.”[203]

“Hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki, ihlas kaçmasın.”[204]

“Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terketmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla îfa eder.”[205]

“Cenab-ı Hakk’ın rızası ihlas ile kazanılır. Kesret-i etba’ ile ve fazla muvaffakıyet ile değildir.

Hem ihlas ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevab kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir.”[206]

“Madem çok sevab istersin, ihlası esas tut ve yalnız rıza-yı İlahîyi düşün. Tâ ki senin ağzından çıkan mübarek kelimelerin havadaki efradları; ihlas ile ve niyet-i sadıka ile hayatlansın, canlansın, hadsiz zîşuurun kulaklarına gidip onları nurlandırsın, sana da sevab kazandırsın. Çünki meselâ sen “Elhamdülillah” dedin; bu kelâm, milyonlarla büyük küçük “Elhamdülillah” kelimeleri, havada izn-i İlahî ile yazılır. Nakkaş-ı Hakîm abes ve israf yapmadığı için, o kesretli mübarek kelimeleri dinleyecek kadar hadsiz kulakları halketmiş. Eğer ihlas ile, niyet-i sadıka ile o havadaki kelimeler hayatlansalar, lezzetli birer meyve gibi ruhanîlerin kulaklarına girer. Eğer rıza-yı İlahî ve ihlas o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez; sevab da yalnız ağızdaki kelimeye münhasır kalır. Seslerinin ziyade güzel olmadığından, dinleyenlerin azlığından sıkılan hâfızların kulakları çınlasın!..”[207]

“Ehl-i hidayet, âhirete ait ve ileriye müteallik semerat-ı uhreviyeye ve kemalâta, kalb ve aklın yüksek düsturlarıyla müteveccih oldukları için, esaslı bir istikamet ve tam bir ihlas ve gayet fedakârane bir ittihad ve ittifak olabilirken; enaniyetten tecerrüd edemedikleri için, ifrat ve tefrit yüzünden, ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, ihlas da kırılır ve vazife-i uhreviye de zedelenir. Kolayca rıza-yı İlahî de elde edilmez.”[208]

“Hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle enaniyetinden vazgeçip ihlası kazanmak ve ihlas ile bir dirhem amel, ihlassız batmanlar ile amellere racih olduğunu bilmekle ve tâbiiyeti dahi sebeb-i mes’uliyet ve hatarlı olan metbuiyete tercih etmekle o marazdan kurtulur ve ihlası kazanır, vazife-i uhreviyesini hakkıyla yapabilir.”[209]

“Şahsiyetini unutmakla riya ve tasannudan kurtulup, ihlası elde etmektir.”[210]

“Madem neticesi rıza-yı İlahîdir ve mayesi ihlastır; o küçük değildir, büyüktür.”[211]

“İşte ey musibetzede ve ihtilafa düşmüş ehl-i hak ve ashab-ı hakikat! Bu musibet zamanında ihlası kaçırdığınızdan ve rıza-yı İlahîyi münhasıran gaye-i maksad yapmadığınızdan, ehl-i hakkın bu zillet ve mağlubiyetine sebebiyet verdiniz.”[212]

“A’mal-i sâlihanın ruhu, esası ihlas olduğu…”[213]

“(Onyedinci Lem’anın Onyedinci Nota’sının yedi mes’elesinden Dördüncü Mes’elesi iken, ihlas münasebetiyle Yirminci Lem’anın İkinci Nokta’sı oldu. Nuraniyetine binaen Yirmibirinci Lem’a olarak Lemaat’a girdi.)Bu Lem’a lâakal her onbeş günde bir defa okunmalı.”[214]

“Ey âhiret kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarım! Bilirsiniz ve biliniz: Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçı, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir dua-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet: İhlastır.”[215]

“Bütün kuvvetimizle ihlası kazanmaya mecbur ve mükellefiz ve ihlasın sırrını kendimizde yerleştirmek için gayet derecede muhtacız. Yoksa hem şimdiye kadar kazandığımız hizmet-i kudsiye kısmen zayi’ olur, devam etmez; hem şiddetli mes’ul oluruz. ®

“Ve âyetlerimizi az bir değere satmayın.”[216]âyetindeki şiddetli tehdidkârane nehy-i İlahîye mazhar olup, saadet-i ebediye zararına manasız, lüzumsuz, zararlı kederli, hodfüruşane, sakil, riyakârane bazı hissiyat-ı süfliye ve menafi’-i cüz’iyenin hatırı için ihlası kırmakla; hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’aniyenin hizmetine taarruz, hem hakaik-i imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.”[217]

“Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umûr-u hayriyenin çok muzır manileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu manilere ve bu şeytanlara karşı, ihlas kuvvetine dayanmak gerektir. İhlası kıracak esbabdan; yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.”[218]

“Elbette dört ferdden bin yüz onbir kuvvet-i maneviyeyi temin eden sırr-ı ihlası kazanmak ile, tesanüd ve ittihad-ı hakikîye muhtacız ve mecburuz.

Hakikî sırr-ı ihlas ile, onaltı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i maneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor.”[219]

“Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz. Evet kuvvet haktadır ve ihlastadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlas ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar. Evet kuvvet hakta ve ihlasta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlas, bu davayı isbat eder ve kendi kendine delil olur.”[220]

“Evet sırr-ı ihlas ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi; korkulara hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır.”[221]

“Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (R.A.) o mu’cizevari kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı A’zam (K.S.), o hârika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlasa binaen iltifat ediyorlar ve himayetkârane teselli verip hizmetinizi manen alkışlıyorlar. Evet hiç şübhe etmeyiniz ki, bu teveccühleri, ihlasa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlası kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem’adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz. Böyle manevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz ² “Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar.”[222]sırrıyla ihlas-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-ı maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ en latif ve güzel bir hakikat-ı imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki; en masumane, zararsız bir menfaattir. Mümkün ise, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaş ile yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer “Ben sevab kazanayım, bu güzel mes’eleyi ben söyleyeyim” arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur. Fakat mabeyninizdeki sırr-ı ihlasa zarar gelebilir.”[223]

“Mesleğimiz “Haliliye” olduğu için, meşrebimiz “hıllet”tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üss-ül esası, samimî ihlastır. Samimî ihlası kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz.”[224]

“Evet yol iki görünüyor. Cadde-i Kübra-yı Kur’aniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşâallah Risale-i Nur yoluyla Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın daire-i kudsiyesine girenler; daima nura, ihlasa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.”[225]

“Ey hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarım! İhlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebi, rabıta-i mevttir. Evet ihlası zedeleyen ve riyaya ve dünyaya sevkeden, tul-i emel olduğu gibi; riyadan nefret veren ve ihlası kazandıran, rabıta-i mevttir.”[226]

“İhlası kıran ve riyaya sevkeden pek çok esbabdan iki-üçünü muhtasaran beyan edeceğiz:

Birincisi: Menfaat-ı maddiye cihetinden gelen rekabet, yavaş yavaş ihlası kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddî menfaati de kaçırır. Evet hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-ı ihlaslarına ve sadıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hacat-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup, vakitlerini zayi’ etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddî menfaatlerle yardım edip, hürmet etmişler.”[227]

“Emval-i uhreviyede sırr-ı ihlas ile iştirak ve sırr-ı uhuvvet ile tesanüd ve sırr-ı ittihad ile teşrik-ül mesaî.. o iştirak-i a’malden hasıl olan umum yekûn ve umum nur herbirinin defter-i a’maline bitamamiha gireceği ehl-i hakikat mabeyninde meşhud ve vaki’dir ve vüs’at-ı rahmet ve kerem-i İlahînin muktezasıdır.”[228]

“İşte ey kardeşlerim! Madem umûr-u dünyeviyede, kesif maddelerde böyle ittihad, ittifak ile neticeler, böyle azîm yekûn faideler verir; acaba, uhrevî ve nuranî ve tecezzi ve inkısama muhtaç olmayarak ve fazl-ı İlahî ile herbirisinin âyinesine umum nur in’ikas etmek ve herbiri umumun kazandığı misil sevaba mâlik olmak, ne kadar büyük bir kâr olduğunu kıyas edebilirsiniz! Bu azîm kâr, rekabetle ve ihlassızlık ile kaçırılmaz.”[229]

“İhlası kıran ikinci mani: Hubb-u câhtan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ü şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celbetmekle enaniyeti okşamak ve nefs-i emmareye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi “şirk-i hafî” tabir edilen riyakârlığa, hodfüruşluğa kapı açar, ihlası zedeler.”[230]

“Üçüncü Mani: Korku ve tama’dır. Bu mani diğer bir kısım manilerle beraber Hücumat-ı Sitte’de tamamıyla izah edildiğinden ona havale edip, Cenab-ı Erhamürrâhimîn’den bütün esma-i hüsnasını şefaatçı yapıp niyaz ediyoruz ki: “Bizleri ihlas-ı tâmme muvaffak eylesin… Âmîn…”[231]

“Ben Cenab-ı Hakk’a şükrediyorum ki, bunların zulmü bana bir vasıta-i ihlas oldu.”[232]

“Şimdi terbiye-i İslâmiyeden ve a’mal-i uhreviyeden en kıymetli ve en lüzumlu esas, ihlastır. Bu çeşit şefkatteki kahramanlıkta o hakikî ihlas bulunuyor.”[233]

“İstanbul’un Bayezid câmi-i mübarekine, Ramazan-ı Şerifte, ihlaslı hâfızları dinlemeye gittim.”[234]

“Kuleönlü Mustafa namında bir genç, benden ilm-i hale ait abdest ve namaza dair birkaç mes’eleyi sormak için gelmiş. O vakit misafirleri kabul etmediğim halde, onun ruhundaki ihlas ve ileride Risale-i Nur’a edeceği kıymetdar hizmeti,güya hiss-i kabl-el vuku’ ile ruhum o gencin ruhunda okudu. Onu geriye çevirmedim, kabul ettim. Sonra tebeyyün etti ki, Risale-i Nur hizmetinde ve benden sonra hayr-ül halef olarak, bir vâris-i hakikî vazifesini tam yerine getirecek olan Abdurrahman yerine, Cenab-ı Hak Mustafa’yı nümune olarak bana göndermiş ki; senden bir Abdurrahman aldım, mukabilinde bu gördüğün Mustafa gibi otuz Abdurrahman o vazife-i diniyede sana hem talebe, hem biraderzade, hem evlâd-ı manevî, hem kardeş, hem fedakâr arkadaş vereceğim. Evet lillahilhamd otuz Abdurrahman’ı verdi. O vakit dedim: Ey ağlayan kalbim! Madem bu nümuneyi gördün ve onunla o manevî yaraların en mühimini tedavi etti; sair bütün seni müteessir eden yaraları da tedavi edeceğine kanaatın gelmelidir.”[235]

“Kader-i İlahî ise, menfaatimiz için buraya sevketti ve eski zamanlarda ihtiyarî çilehanelerin sevab noktasında çok fevkinde sevabdar etmek sırrıyla, bizi ihlas dersini tam almak ve hakikaten kıymetsiz olan dünya umûruna karşı alâkalarımızı ta’dil etmek için yine Medrese-i Yusufiye’ye çağırdı.”[236]

“Risale-i Nur’un meslek-i esası; ihlas-ı tam ve terk-i enaniyet ve zahmetlerde rahmeti ve elemlerde bâki lezzetleri hissedip aramak ve fâni ayn-ı lezzet-i sefihanede elîm elemleri göstermek…”[237]

“Sizdeki ihlas ve sadakat ve metanet, şimdiki ağır sıkıntılarda birbirinizin kusuruna bakmamaya ve setretmeye kâfi bir sebebdir.”[238]

“Hem şimdi hükmeden öyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiçbir kimse, istiklaliyetini ve ihlasını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına âlet edecek. O hizmetin kudsiyetini bozacak.”[239]

“Bazan bir adamın ihlası, yirmi adam kadar faide verir.”[240]

“Nifaksız ihlas-ı kalb ile iman ediyorlar.”[241]

“İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.”[242]

“Münafıklara nazaran, ihlasa emirdir.”[243]

“Ve keza ibadetin ancak ihlas ile ibadet olduğuna ve ibadetin mahzan vesile olmayıp maksud-u bizzât olduğuna ve ibadetin sevab ve ikab için yapılmaması lüzumuna işarettir.”[244]

“Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır. Öyle ise necat, halas ancak ihlas iledir.”[245]

“İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlas altında İslâmiyet ile iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nuranî, misalî âlem-i emirden gelen emr ile öyle bir şecere-i nuranî olarak yeşillenir ki; onun cismanî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.”[246]

“Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.

Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlas ile girenlerin kazançları pek azîm ve küllîdir. Herbiri, binler hisse alır.”[247]

“Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatta çalışmak gerektir.”[248]

“Bu defa Hulusi’den uzun bir mektub, Abdülmecid vasıtasıyla aldım. Elhak o kardeşimiz sebat ve metanet ve ihlasta birinciliği muhafaza ediyor.”[249]

“Böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ihlas kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz; iştirak-i a’mal-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemler ile, herbirinin a’mal-i sâliha defterine hasenat yazdırdıkları gibi, lisanlarıyla herbirinin takva kal’asına ve siperine kuvvet ve imdad göndermektir.”[250]

“Sizin fevkalâde sebat ve ihlasınızın galebesi ve o musibeti def’inden sonra, ehl-i dünya cepheyi değiştirdi.”[251]

“Evet, kardeşlerim! Sizler, ihlas sırrını tam muhafaza ediyorsunuz. Bu kadar esbab-ı tefrika içinde vahdetinizi muhafaza, hakikaten bir hârikadır.”[252]

“Mesleğimiz, sırr-ı ihlasa dayanıp, hakaik-i imaniye olduğu için; hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevkeden hâlâttan tecerrüd etmeğe mesleğimiz itibariyle mecburuz.”[253]

“Evet mesleğimizde ihlas-ı tâmmeden sonra en büyük esas, sebat ve metanettir.”[254]

“Amel-i uhrevî ile dünyevî maksadlar, zevkler aranılmaz. Aranılsa sırr-ı ihlası bozar.”[255]

“Ölsem, vazife-i Nuriye daha ziyade ihlas ile rekabetsiz, ittihamsız inkişaf eder.”[256]

“Vazifemiz, ihlas ile ve sebat ve tesanüdle ve mümkün olduğu kadar ihtiyat ile “sırran tenevverat” irşad-ı Alevîyi fiilen tasdik etmek, ona göre hareket etmektir.”[257]

“Vazifemiz ihlas ile iman ve Kur’ana hizmet etmektir. Amma bizi muvaffak etmek ve halka kabul ettirmek ve muarızları kaçırmak ise, o vazife-i İlahiyedir. Biz buna karışmayacağız. Mağlub da olsak, kuvve-i maneviyeye ve hizmetimize noksanlık vermeyecek. O noktada kanaat etmek lâzımdır.”[258]

“Hakikî ihlası taşıyan bir adamı, yüz adama tercih ediyorlar.”[259]

“Hakikî ihlaslı Nurcular, menfaat-ı maddiyeye ehemmiyet vermedikleri gibi; bir kısmı, a’zamî iktisad ve kanaatla ve fakir-ül hal olmalarıyla beraber, sabır ve insanlardan istiğna ile ve hizmet-i Kur’aniyede hakikî bir ihlas ve fedakârlıkla ve çok kesretli ve şiddetli ehl-i dalalete karşı mağlub olmamak için ve muhtaçları hakikata ve ihlasa davet etmekte bir şübhe bırakmamak için ve rıza-yı İlahîden başka o hizmet-i kudsiyeyi hiçbir şeye âlet etmemek için, bir cihette hayat-ı içtimaiye faidelerinden çekiniyorlar.”[260]

“Madem mesleğimiz a’zamî ihlastır; değil benlik, enaniyet, dünya saltanatı da verilse, bâki bir mes’ele-i imaniyeyi o saltanata tercih etmek a’zamî ihlasın iktizasıdır. Meselâ: Harb içinde, avcı hattında, düşmanın top gülleleri arasında Kur’an-ı Hakîm’in tek bir âyetinin, tek bir harfinin, tek bir nüktesini tercih ederek, o gülleler içinde Habib kâtibine “Defteri çıkar!” diyerek at üstünde o nükteyi yazdırmış. Demek Kur’anın bir harfinin bir nüktesini, düşmanın güllelerine karşı terketmemiş; ruhunun kurtulmasına tercih etmiş.”[261]

“Evet, bu yolda yürüyecek olanların, sizdeki sarsılmak bilmeyen îmanla, yüksek ve İlâhî irfanla ve bilhassa hârikulâde ihlas ve feragatla mücehhez olmaları gerektir.”[262]

“Hem herbir şehir kendi ahalisine geniş bir hanedir. Eğer iman-ı âhiret o büyük aile efradında hükmetmezse; güzel ahlâkın esasları olan ihlas, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, rıza-yı İlahî, sevab-ı uhrevî yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riya, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır. Zahirî asayiş ve insaniyet altında, anarşistlik ve vahşet manaları hükmeder; o hayat-ı şehriye zehirlenir. Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kavîler zulme, ihtiyarlar ağlamağa başlarlar.”[263]

İ H T İ Y A T

İhtiyat,kişinin kendisine düşen her türlü ön tedbiri alması ve hazırlıklı olması demek olup,korku ile arasında büyük fark olmakla beraber,ince bir hat ile birbirlerinden ayrılırlar.

Nitekim insana verilen korku hayatı korumak için olup,hayatı zehir etmek anlamına değildir.Buda ihtimal hesaplarıyla;”Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa.. hattâ beş-altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârane bir havf meşru olabilir.”[264]

DÖRDÜNCÜ MERAKLI SUAL: Diyorlar ki: Madem sizin elinizdeki nurdur, topuz değildir; nura karşı muaraza edilmez ve nurdan kaçılmaz ve nurun izharından zarar gelmez. Neden arkadaşlarınıza ihtiyatı tavsiye ediyorsunuz? Çok nurlu risaleleri halklara gösterilmesini men’ediyorsunuz?

Bu suale karşı cevabın muhtasar meali şudur ki: Başlardaki başların çoğu sarhoş, okumaz. Okusa da anlamaz. Yanlış mana verip ilişir. İlişmemesi için, aklı başına gelinceye kadar göstermemek lâzım geliyor. Hem çok vicdansız insanlar var ki, garaz veya tama’ veyahud havf cihetiyle nuru inkâr eder veya gözünü kapar. Onun için kardeşlerime de tavsiye ediyorum ki: İhtiyat etsinler, nâ-ehillerin eline hakikatları vermesinler. Hem ehl-i dünyanın evhamını tahrik edecek işlerde bulunmasınlar.”[265]

“Aziz kardeşlerim! Evvel âhir tavsiyemiz: Tesanüdünüzü muhafaza; enaniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır.”[266]

“Biz şimdilik çok ihtiyat edip telaş etmemek ve inayet-i İlahiyenin imdadımıza gelmesini tevekkül ile beklemek lâzımdır.”[267]

İhtiyatın kapsamı geniş olup,bunlar; ölçülü hareket etmek,ehliyeti ve kalitesi olmayana teslim etmemek,şüpheleri ortadan kaldıracak davranışlarda bulunmak,başkalarının,bahane arayanların eline kozlar vermemektir.[268]Telaşa sebeb olmamak,habbeyi kubbe yapmamak,nezaketi muhafaza etmek,[269]İşi önemsemek,[270]

Düşmanı küçümsememek,[271]İntişarını sağlayıp,verilecek zararları engellemek,[272]Peygamber ve sahabe mesleği olup,dikkat ve planlı olmanın gereğidir.Vacib derecesinde gerekli olup,inayetin celbine de vesiledir.[273]

İhtiyat,hizmetin kudsiyetindendir.Vehimleri defeder.Telaşı kaldırır.[274]

Münafıkların plânını akim bıraktırır,memlekete gelecek zarar engellenir.[275]

İhtiyat bir tedbirdir.[276]

D A V E T

“Mevt,…Hem zindan-ı dünyadan bostan-ı Cinâna bir davettir. “[277]

Herşey,Allah’ı ve sanatını tefekküre bir davettir.[278]

Peygamberlerin ve peygamberimizin dine olan külli daveti…[279]

Kur’an-ın tüm insanları hakka daveti.[280]

Cehaletin yaptığı davetler.[281]

Cenâb-ı Hakkın kullarını namaza yaptığı davet.[282]

Kur’an-ın mucize ve belağatına karşı tüm insanları ve edibleri muarazaya yaptığı davet.[283]

İmana,İslâma ve hükümlerine yapılan davet..[284]

Dünya kahvaltı ve ziyafetine yapılan davet.[285]

Bir Fikre yapılan davet.[286]

Rayiha’da bir davet ve davetiyedir.[287]

Kur’an dikkate davet eder.[288]

Muhtaç ve yaralıları davet.[289]

Mu’cize eseri olarak yemeğe yapılan davet…[290]

Mu’cize eseri olarak cennete yapılan davet.Kurdun daveti.[291]

Buheyra-i Rahib-in daveti.[292]

Şükre yapılan davet.[293]

Zenginleri fukaraların muavenetine yapılan davet…[294]

Ehl-i imanı, uhuvvet ve muhabbete yapılan davet ..[295]

İhsan eseri olarak peygamberleri istiğfar etmeye davet ediyor.[296]

bâki olan âhirete ve uzun hayat-ı ebediyeye yapılan davet..[297]

İnsafa yapılan davet…[298]

İstiazeye yapılan davet…[299]

Hasılı;Davet ifadesi külli bir ifade olup,kullanıldığı yere göre mana alır,müsbet veya menfi olarak kullanılabilir.

L Ü T U F

Kâinatta tam bir lütuf hüküm sürmektedir.Her şeyde bir lütuf vardır.Varlıklar o lütuf ile ayakta durmaktadırlar.O lütuf ile terbiye olunmaktalar.[300]

Âhiret o lütuf ile verilecektir.[301]

Manevi yükselişler lutfun eseridir.[302]

Namazın o lutfun eseri olarak huzura kabul ediliştir.[303]

Varlıklara liyakatlarına göre verilenler lutfun tezahürüdür.[304]

Cennet lutfun ta kendisidir.[305]

lütuf latiften zuhur eder.[306]

Lütuf rahmetin tezahürüdür.[307]

Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var.[308]

Kur’an, beşeriyete İlahî bir lütuftur.[309]

Ve keza beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır. Bunların kapatılması ancak Allah’ın lütfuna mazhar olanlara müyesser olur.[310]

Ve her şey bir letafet ve incelik içerisinde yaratılmıştır.

Ve kavunun, meselâ, letafetine dikkat edilirse, yemek için yaratılmış olduğu hissedilir.[311]

İLTİFAT

Alemde görülen tüm lütuflar bir iltifatın eseridir.Aslında iltifat yapılan lütuftan daha önce gelir ve de daha evlâdır.Az bir iltifat,kâinat çapındaki lütuflara bedeldir.İltifat etmeyen lutfetmez.Lütuf iltifattan ileri gelir.Allah Latif’tir.[312]

Öyle ki;Başa gelen zelzele gibi her şey;”Mü’min için, gaflet uykusuna dalmamak için tatlı ikazat-ı İlahiye ve iltifatat-ı Rahmaniye hükmündedir.[313]

Kur’an, …Hem rahmet-i vasia-i muhita nokta-i nazarında bir defter-i iltifatat-ı Rahmaniyedir.[314]

Şu kâinat Hâlıkının ve Mâlik-ül Mülk Vel Melekût’un ve Hâkim-i Ezel ve Ebed’in iki tarzda mükâlemesi, sohbeti, iltifatı vardır. Birisi cüz’î ve has, diğeri küllî ve âmm…[315]

Eğer Cenab-ı Hakk’ın iltifatat-ı rahmeti ve ihsanatının meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifatatın derece-i lütuflarını takdir etmek suretinde kemal-i iştiha ile lezzet alsa; hem manevî bir şükür, hem elemsiz bir lezzettir…[316]

gaibden hitaba yapılan iltifat; ya şiddet-i hiddete veya kesret-i muhabbete işarettir..[317]

Her mevcudiyet, her vakıa, her tahavvülât, her inayet, her iltifat bir Kadîr-i Zülcelal’in yed-i zabtındadır.[318]

Bir kulun ruhunu, hangi fâni emel ve arzular, hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve hangi pespâye gaye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve teselli edebilir?[319]

Hakikatı müdrik bir insan, fânilerin sahte iltifatlarına kıymet vermez ve arkasına dönüp bakmaz.[320]

Madem Allah Alîmdir. Onun bilmesi ve iltifatı kâfidir.[321]

Allah’ın insana olan ilgi ve iltifatı kâinatın fevkinde bir ehemmiyete haizdir.Herşeye bedeldir.Zira yüksek rütbeli bir kimsenin bir anlık kendisine olan iltifatını hayatı boyunca unutmayıp her vesile ile dile getiren şu insanın,Allah’ın iltifatını düşünecek olsa hiçbir şeyle kıyasa gelmeyeceğini idrak edecektir.

TEVECCÜH

Teveccüh ayrı bir lütuftur.Manevi değere haizdir.Teveccühte tefeyyüz vardır.Takarrübe sebebtir.Teveccühte var olma ve bir tanıma söz konusudur.Adam yerine koymanın bir ifadesidir.Varlıklar karanlıktan aydınlığa bu teveccüh sırrıyla kavuşmuşlardır.Teveccüh bir hazinedir.Sürekli teveccüh süregelen bir hazinedir.

“Şüphesiz ki ben bir muvahhid (Allah’ı bir tanıyan) olarak,o gökleri ve yeri yaratana yüzümü çevirdim.”[322]

“Doğu da batı da Allah’ındır.Hangi tarafa yönelirseniz orası Allah’a ibadet yönüdür.”[323]

Teveccühte rıza ve memnuniyet vardır.[324]

“Sıfâtı muhita ve şuunatı külliye olan bir Zât-ı Akdes’in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef’ali içindeki teveccüh-ü ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi ferd uzak kalabilir, hangi şahsiyet külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir?”[325]

Onun teveccühü küllidir.

“Evet şu fâni dünyada kemal-i sür’atle vaveylâ-yı firakı koparan giden ekser mevcudatla alâkadar bir ruhun âb-ı hayatı ise; herşeye bedel bir Mabud-u Bâki’nin, bir Mahbub-u Sermedî’nin çeşme-i rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir.”[326]

İnsan O’na olan teveccüh ve O’nun teveccühüyle ancak kanabilir ve doyabilir.

“Onun öyle bir Rabbi var ki; ona, herşeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var. Bütün eşya, onun bir teveccühünün yerini tutamaz.”[327]

“Muztar kalan herbir zîruh; kat’î bir iltica ile dua eder, bir hâmi-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-ı Rahîm’ine teveccüh eder.”[328]

“Birşeyi satın aldın. Îcab ve kabul-i şer’iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alış-verişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer’î bir tasavvur-u vahy verir. O dahi, Şârii düşünmekle bir teveccüh-ü İlahî verir. O dahi, bir huzur verir. Demek Sünnet-i Seniyeye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek ve bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.”[329]

“Ahlâk-ı İlahiye ile muttasıf olup Cenab-ı Hakk’a mütezellilane teveccüh edip acz, fakr, kusurunuzu bilip dergahına abd olunuz”[330]

“Elbette o Sâni’-i Muhteşem, o küllî nazarlı ve umumî şuurlu olan insan ile ulvî, a’zamî bir münasebeti bulunacaktır ve ona kudsî bir hitabı ve âlî bir teveccühü olacaktır.”[331]

“Ehadiyet sırrıyla; perdesiz, doğrudan doğruya, hususî bir teveccüh ile tasarruftur. …Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Hâlık-ı Kâinat, çendan vesait ve esbabı icraatına perde yapmış, haşmet-i rububiyetini göstermiş. Fakat ibadının kalbinde hususî bir telefon bırakmış ki, esbabı arkada bırakıp, doğrudan doğruya ona teveccüh etmek için, ubudiyet-i hâssa ile mükellef edip ­ “Yalnız sana ibadet eder,sadece senden yardım dileriz.”[332]deyiniz diye, kâinattan yüzlerini kendine çevirir.”[333]

“Eğer asılsız ve riyaya sebeb ve ihlası kıracak bir şöhret-i kâzibeyi kırmak için teveccüh-ü âmmeyi hakkımda bozmak murad ise onlara rahmet. Çünki teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve halkların nazarında şöhret kazanmak, benim gibi adamlara zarardır zannederim.”[334]

“Hamd ve şükür ile, yani nimetten in’amı hissetmekle, yani Mün’imi tanımakla ve in’amını düşünmekle, yani onun rahmetinin iltifatını ve şefkatinin teveccühünü ve in’amının devamını düşünmekle; nimetten bin derece daha leziz, manevî bir lezzet kapısını sana açar.”[335]

“Teveccühünde tecezzi ve inkısam olmaz.”[336]

“Şu kâinat Sani’-i Zülcelalinin nur olan bütün sıfâtıyla ve nuranî olan bütün esmasıyla, teveccüh-ü ehadiyet sırrıyla öyle bir tecellisi var ki; hiçbir yerde olmadığı halde, heryerde hazır ve nâzırdır. Teveccühünde inkısam olmaz. Aynı anda, her yerde, külfetsiz, müzahamesiz her işi yapar.”[337]

“Ben görüyorum ki: Kur’an-ı Hakîm’in hakaikine ait bazı kemalât, o hakaike dellâllık eden vasıtalara veriliyor. Şu ise yanlıştır. Çünki me’hazın kudsiyeti, çok bürhanlar kuvvetinde tesirat gösteriyor; onun ile, ahkâmı umuma kabul ettiriyor. Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse, yani onlara teveccüh edilse, o me’hazdaki kudsiyetin tesiri kaybolur.”[338]

“Ezel ve Ebed Sultanı olan onsekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelal’i; o onsekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlîşanı olan Kur’an-ı Hakîm’i Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş.”[339]

“Evvelâ rıza-yı İlahî ve iltifat-ı Rahmanî ve kabul-ü Rabbanî öyle bir makamdır ki; insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü; o teveccüh-ü rahmetin in’ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür, yoksa arzu edilecek bir şey değildir.. çünki kabir kapısında söner, beş para etmez!”[340]

“Bir adam o câmi içine girip ve o cemaat içine dâhil olsa; eğer güzel bir sadâ ile şirin bir tarzda Kur’andan bir aşır okusa, o vakit binler ehl-i hakikatın nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, manevî bir dua ile, o adama bir sevab kazandırırlar.”[341]

“Kalbi işlettirmek için en büyük vasıta, velayet meratibinde zikr-i İlahî ile tarîkat yolunda hakaik-i imaniyeye teveccüh etmektir.”[342]

Hakikata yapılan her türlü teveccüh ve ona vasıta olan her vesile merdivenin basamağı gibi kıymet almaktadır.

“Muhabbet ayağıyla marifetullaha teveccüh eden zâtlar; şübehata ve itirazata kulak vermezler, ucuz kurtulurlar.”[343]

Hakikat yolunda o gibi şeyler birer çakıl taşı mesabesinde kalırlar.

“Masiva-yı İlahiyeye teveccühü hengâmında, mana-yı harfîden mana-yı ismîye geçmesiyle; tiryak iken zehir olur. “[344]

“Bir kısım ehl-i zevk ve şevk, sülûkünde fahrı, nazı, şatahatı, teveccüh-ü nâsı ve merciiyeti; şükre, niyaza, tazarruata ve nâstan istiğnaya tercih etmekle vartaya düşer.”[345]

Allah’a müteveccihen giden kimsenin O’nun ğayrına yaptığı veya arzuladığı teveccühler,hakikat yolunda birer engel ve ayak bağıdırlar.

“Evet ibadet iki kısımdır: Bir kısmı müsbet, diğeri menfî. Müsbet kısmı malûmdur. Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle musibetzede za’fını ve aczini hissedip Rabb-ı Rahîmine ilticakârane teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvarıp hâlis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riya giremez, hâlistir.”[346]

“Bütün eşya, birtek teveccühüne bedel olamaz!”[347]

“Cenab-ı Hakk’ın “Gafur”, “Rahîm” gibi iki ismi, tecelli-i a’zamla ehl-i imana teveccüh ediyor.”[348]

“Eğer bir saç hakikî olarak Lihye-i Saadet’ten olmazsa, madem zahir hale göre öyle telakki edilmiş ve o vesilelik vazifesini yapıyor ve hürmete ve teveccühe ve salavata vesile oluyor; kat’î sened ile o saçın zâtını teşhis ve tayin lâzım değildir. Yalnız, aksine kat’î delil olmasın, yeter.”[349]

“Senin latifelerin içinde öyle bir latife var ki, ebedden ve ebedî zâttan başkasına razı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor, masivasına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyacı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve latifelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm’in emrine muti’ olan o sultanına itaat et, kurtul!..”[350]

“Kabrime teveccüh edip giderken, senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lisan-ı haliyle, ruhumun lisan-ı kaliyle bağırarak derim: El-Aman el-Aman! Yâ Hannan! Yâ Mennan! Beni günahlarımın hacaletinden kurtar!”[351]

“Bir ehl-i takvanın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister. Teveccüh-ü nâsı müraat eden, ihlas-ı tâmmı bulamaz.”[352]

İhlas ve muvaffakiyet Allah’a teveccühtedir.

“Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlası kaybeder, riyaya girer. Şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlassızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet amel-i sâlihin hayatı olan ihlasın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz’iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azab-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.”[353]

Hakiki teveccüh O’nun ve O’na olan teveccühtür.

“Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize; şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-ı maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.”[354]

“İman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sânii netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemaat ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahîm’in hazır nâzır olduğunu düşünüp, ondan başkasının teveccühünü aramayarak; huzurunda başkalarına bakmak, meded aramak o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmek ile o riyadan kurtulup ihlası kazanır.”[355]

“Hubb-u câhtan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ü şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celbetmekle enaniyeti okşamak ve nefs-i emmareye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi “şirk-i hafî” tabir edilen riyakârlığa, hodfüruşluğa kapı açar, ihlası zedeler.”[356]

“Teveccüh-ü nâs ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sırra binaen benim menfurumdur; onlardan kaçıyorum.”[357]

“Eğer deseniz: Bu hürmet ve makam ve teveccüh, vazife başında olduğu vakte mahsustur ve vazifedarlara hastır. Sen vazifesiz bir adamsın; vazifedarlar gibi milletin hürmetini kabul edemezsin!

Elcevab: Eğer insan yalnız bir cesedden ibaret olsa ve insan dünyada lâyemutane daimî kalsa ve kabir kapısı kapansa ve ölüm öldürülse, o vakit vazife yalnız askerlik ve idare memurlarına mahsus kalırsa; sözünüzde dahi bir mana olurdu. Fakat madem insan yalnız cesedden ibaret değil. Cesedi beslemek için; kalb, dil, akıl, dimağ koparılıp o cesede yedirilmez, onlar imha edilmez. Onlar da idare ister.”[358]

“Evet meselâ bir arının icadına teveccüh eden bir fiil, iki cihetle Hâlık-ı Kâinat’a hususiyetini gösteriyor.”[359]

“Bu hazır arının hilkatine teveccüh eden fiilin fâili olmak için, o arının şerait-i hayatiyesini ve cihazatını ve kâinatla münasebatını temin edecek ve bilecek kadar pek büyük bir iktidar ve ihtiyar lâzım geldiğinden, o cüz’î fiili yapan zâtın, ekser kâinata hükmü geçmekle ancak o fiili öyle mükemmel yapabilir.”[360]

“Nasılki fennin tabirince ukde-i hayatiye namında bir cilve-i irade-i İlahiyenin ve emr-i tekvinînin bir kanunu ile ve o emir ve iradenin teveccühleriyle koca bir ağacın şuursuz dal ve sert budakları, meyvelerine ve yaprak ve çiçeklerine zenbereği ve midesi hükmündeki o ukde-i hayatiyeden onlara gidecek lüzumlu maddeler ve erzaklara avaik ve mevani’ ve sed olmazlar, belki teshilâta vesile oluyorlar; aynen öyle de: Kâinat ve bütün mahlukatın icadında bütün maniler bir cilve-i irade ve teveccüh-ü emr-i Rabbanîye karşı mümanaatı bırakıp kolaylığa âlet olmasından, kudret-i sermediye o tek ağacı icad kolaylığında, kâinatı ve zemindeki enva’-ı mahlukatı icad eder, hiçbirşey ona ağır gelmez.”[361]

“İnsan hangi birşeye teveccüh ederse, onun ile bağlanır ve onda fâni olur.”[362]

“İbadet, fikirleri Sâni’-i Hakîm’e çevirttirmek içindir. Abdin Sâni’-i Hakîm’e olan teveccühü, itaat ve inkıyadını intac eder.”[363]

“Hiç bir şey onun teveccühünü başkasından çevirip kendisine hasredemez.”[364]

“Âlem-i İslâmı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile olur. Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler.”[365]

“İnsanın havf ve muhabbeti halka teveccüh ettiği takdirde, havf bir bela, bir elem olur.”[366]

“Ve keza mukaddir olan Kadîr-i Hakîm’in büyüğe olan teveccühü, küçüğe olan teveccühüne mani olamaz.”[367]

“Eğer rıza-yı İlahî varsa, o rızanın cilvesi olarak insanlarda teveccüh görünse; bir derece emare-i rıza olmak noktasında makbul olabilir.”[368]

“Eğer Kur’an müstakil olarak okunursa, okuyana karşı teveccüh etmek evlâdır. Hem cihat-ı sitte ile mukayyed olmayan ruh kulağıyla dinleyen adam kıbleye karşı teveccüh etse ve cismanî kulağıyla dinleyen adam, okuyana karşı teveccüh etse evlâdır.”[369]

“Bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan âlem-i İslâm’ın teveccühünü ve hamiyetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret verdirmek için, siyaseti dinsizliğe âlet ederek, perde altında küfr-ü mutlakı yerleştirmek isteyenler, hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki defadır şaşırtıp der: “Risale-i Nur şakirdleri, dini siyasete âlet eder; emniyete zarar vermek ihtimali var.”[370]

“Bütün dostlarım biliyorlar ki; ben, şahsıma karşı hürmeti ve teveccüh-ü ammeyi istemiyorum, reddediyorum.”[371]

“İstidad-ı beşerin kameti, netaic-i efkârı teşerrübünden tekebbür ederse, o şeriat dahi tevessü’ ederek ebede teveccüh eder.”[372]

“Şimdi istediğimiz nokta, mü’minlerin teveccühleri ve teyakkuzlarıdır. Teveccüh-ü umumînin tesiri inkâr edilmez.”[373]

“Tesis-i muhabbet-i umumiyeye teveccüh.. yani ittihad-ı İslâmiyeye hizmet ve irşad..”[374]

“Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan, bilbedahe rahmettir.”[375]

“Güya serbest herbir âyetin, ekser âyetlere bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü var. …Güya herbir tek yıldız, necm-i âyet gibi umum yıldızlara bakar birer gözü, müteveccih birer yüzü vardır.”[376]

“Bir hacı, ne kadar ami de olsa, kat’-ı meratib etmiş bir veli gibi umum aktar-ı arzın Rabb-ı Azîmi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir.”[377]

“Acaba bütün efazıl-ı beni-Âdemi arkasına alıp, Arz üstünde durup, Arş-ı A’zama müteveccihen el kaldırıp dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-ı kâinat ne istiyor?”[378]

“Eğer namazı kılsan, o namazın ile o âlemin Sâni’-i Zülcelal’ine müteveccih olsan; birden, sana bakan âlemin tenevvür eder.”[379]

“Sâni’ unutulsa, Sânia müteveccih manevî cihetler de anlaşılmaz. Âdeta baş aşağı düşer.”[380]

“Eğer lisan-ı Kur’andan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubudiyetin mi’racıyla arş-ı kemalâta çıkabilir. Bâki bir insan olur.”[381]

“Elbette insana müteveccih olan nimetler hadd ü hesaba gelmez.”[382]

“İşte o zamanda zihinler, kalbler, ruhlar, bütün kuvvetleriyle, yerler ve gökler Rabbinin marziyatını anlamağa müteveccih olduğundan, içtimaiyat-ı beşeriyenin sohbetleri, muhavereleri, vukuatları, ahvalleri ona bakıyordu.”[383]

“Bütün ezhan, istinbat-ı ahkâma müteveccih idi… Şimdi saadet-i ebediyeye bedel, saadet-i dünyeviye medar-ı nazardır. Beşerin nazar-ı dikkati, başka maksadlara müteveccihtir.”[384]

Kişi neye müteveccih olursa,onunla hemhal olur,onun rengiyle renklenir ve onun özellikleriyle bezenmiş olur.

“Hem herşeyin lekesiz, perdesiz melekûtiyet ciheti, ona müteveccihtir.”[385]

“Nasıl şu ağaca müteveccih küllî nazar, küllî tedbir, külliyetiyle ve umumiyetiyle birtek meyveye bakar. …Demek ağacın tedbirini gören zât, o tedbir ile alâkadar bütün esmasıyla, ağacın vücudundan maksud ve icadının gayesi olan herbir semereye müteveccihtir.”[386]

“Hem âhirete müteveccih a’male mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.”[387]

“Aşk, şiddetli bir muhabbettir; fâni mahbublara müteveccih olduğu vakit ya o aşk kendi sahibini daimî bir azab ve elemde bırakır veyahut o mecazî mahbub, o şiddetli muhabbetin fiatına değmediği için bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılab eder.”[388]

“Firaka değil, visale müteveccihsiniz.”[389]

“Şu kâinatın Sani’i, Vâhid olduğundan; herbir şeye karşı, bütün eşyaya müteveccih olan esmayı tahşid eder.”[390]

“Ve madem tecezzi ve inkısam yoktur; elbette her şeye karşı, bütün esmasıyla müteveccih olabilir. Ve madem heryerde hazır ve herşey’e müteveccih olur..”[391]

“Ve lezzet dahi, bir kemale müteveccihtir; belki bir nevi kemaldir.”[392]

“Eşya zeval ve ademe gitmiyor, belki daire-i kudretten daire-i ilme geçiyor; âlem-i şehadetten, âlem-i gayba gidiyor; âlem-i tegayyür ve fenadan, âlem-i nura, bekaya müteveccih oluyor.”[393]

“Ubudiyet vaktinde dergâh-ı İlahiyeye müteveccih olduğum vakit, Cenab-ı Hakk’ın ihsanıyla bir şahsiyet veriliyor ki, o şahsiyet bazı âsârı gösteriyor.”[394]

“Beraber dergâh-ı İlahiyeye müteveccih olup rabt-ı kalb ederek, Kur’an-ı Hakîm’in hizmetinde el-ele verip, tevfik ve hidayet istemek.”[395]

O’ndan başkasına teveccüh edip bir şey aramak,beklemek ve bulmak abesle iştiğaldir.

“Hazret-i Azrail Aleyhisselâm’ın her ferde müteveccih bir yüzü ve bakar bir gözü vardır.”[396]

“Kâinatın teşkilâtı şükrü intac edecek bir surette herbir şey, bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor.”[397]

Her şeyin Allah’a müteveccih olması,şükrü netice vermektedir.İnsan da ancak O’na müteveccih olmakla hayatının neticesi ve anlamı olan şükrü netice verebilir.Aksi takdir de küfre teveccüh eder.

“Eğer enaniyeti perde ardında hubb-u câha müteveccih ise; o zât enaniyete mağlub olup, şükrü bırakıp fahre girse, fahrden git gide gurura sukut eder.”[398]

“Bâki’ye müteveccih olan şey, bekanın cilvesine mazhar olur.”[399]

Fâniye teveccüh eden elbette fenâya mahkum olur.En fena şey O’nun ğayrına yapılan teveccühtür.

“İnsanın hakikî vazifesi ve saadeti: Bütün cihazatı ve bütün istidadatıyla o Bâki-i Sermedî’nin daire-i marziyatında esmasına yapışıp, ebed yolunda o Bâki’ye müteveccih olup gitmektir.”[400]

En kötü ve gülünç bir şeyde,büyüklerin oyuncaklarla oynaması,avunması,eğlenip tatmin olmasıdır.

“Mevcudatın kemalleri, Sâni’a müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadet ile tezahür eder.”[401]

“Evet bizim menfî bir cebhemiz, ahlâksızlığa ve imansızlığa müteveccih bir takbih tarafımız var.”[402]

Her insanın cephesi,aldığı ve bulunduğu cebheye teveccühüne göredir.

“Biz haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz.”[403]

“Âhirete müteveccih olan bir hal ise, hiçbir gûna suç mevzuu olamaz.[404]

“Acaba o zât, o minberde arşa müteveccihen ellerini kaldırarak yaptığı dua ile ne istiyor ki bütün mahlukat “Âmîn” söylüyor?”[405]

O zatın,her şeyin ve herkesin teveccüh ettiği yöne müteveccih olmak…

“Akıl ta’til-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sânii unutamaz. Kendi nefsini inkâr etse de; onu görür, onu düşünür, ona müteveccihtir.”[406]

Her şey ve herkes yaratılışta özellikle vicdan O’na bağlı ve müteveccüh olarak yaratılmıştır ki,işte bu Fıtrattır.

“Bin bir ism-i İlâhînin kâinata müteveccih olan o esmadan herbiri bir âlemi ve o âlem içindeki âlemleri tenvir eder bir güneş hükmünde ve sırr-ı Ehadiyet cihetiyle herbir ismin cilvesi içinde sâir isimlerin cilveleri dahi bir derece görünüyordu.”[407]

Güneşin doğmadığı ve olmadığı bir kalb yoktur.Her aleme doğduğu gibi,her kalbede doğmaktadır.Yeter ki kapı,pencere ve perdeler açık olsun.

“On üç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, Din-i İslâma büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.”[408]

İllet ve zilletimiz O’na teveccüh etmeyip,kıblemizi şaşırıp,karıştırmamızdandır.

“Ey Âlem-i İslâm! Uyan, Kur’ana sarıl; İslâmiyete maddî ve manevî bütün varlığınla müteveccih ol!”[409]

O’na bir karış yaklaşıp gelene O bir kulaç,bir kulaç gelene yürüyerek,yürüyerek gelene ise koşarak gelir.Adımlarımızı sıklaştıralım.

“Efkâr ve hissiyatın mecra-yı tabiîsi nazm-ı maânîdir. Nazm-ı maânî ise mantıkla müşeyyeddir. Mantığın üslûbu ise müteselsil olan hakaika müteveccihtir.”[410]

Her şey hakka ve hakikata müteveccihtir.

“Biz maaşir-i beşer dahi, şimdi saadet-i ebediyenin esbabını tedarik etmekle meşgulüz. Sonra birden ebede müteveccihen şehristan-ı ebed-ül âbâd olan haşr-i cismanîye gideceğiz.”[411]

İnşallah,hazırmıyız?

“Melekûtiyet ciheti ise, mutlaka şeffafedir. Teşahhusat karışmaz. O cihet vasıtasız Hâlık’a müteveccihtir. Terettübü, teselsülü yoktur. İlliyet ma’luliyet giremez. İ’vicacatı yoktur. Avaik müdahale edemez. Zerre şemse kardeş olur.”[412]

Her şeyin özü O’na,kabuk ve kışırı bu aleme bakmaktadır.

MEDENİYET

Akif’in,tek dişi kalmış canavar diye ditelendirdiği medeniyeti Bediüzzaman;

-Fantaziyeler,aldatıcı ve uyutucu şeyler olarak görür.sefih.[413]

-Medeniyet harikaları Kur’an-da bahsedilmektedir.[414]

-Mim-siz yani baştaki me-si gitmiş geriye deniyet denilen alçaklığı kalmış bir elbiseye benzetir.[415]

-İnsanın zaaf ve aczinden dolayı insana verilmiştir.[416]

-Medeniyetin kanunları ebedi değildir.[417]

-Medeniyet, taaddüd-ü ezvac gibi Kur’anın hükümlerini kabul etmeyip,fahişehaneleri açmaya kendini mecburi kabul ediyor.[418]

-Muhakemesizlik ediyor,muhakeme etmiyor.[419]

Medeniyetin ruhu olan felsefe-i Avrupa ve hikmet-i beşeriyeden besleniyor.[420]

Sadece insanların değil,aynı zamanda,”Cin ve insin hattâ şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaîleri olan medeniyet ve hikmet-i felsefe ve edebiyat-ı ecnebiye”[421]

-Bütün bunlar geçici rağbetler.[422]

-Gerçek medeniyet,İslâmî medeniyet.Yani Şer’in medeniyeti..[423]

-Şimdiki medeniyet esasatı menfîdir. Menfî olan beş esas ona temel, hem kıymet.[424]

-Medeniyet-i Kur’an esasları müsbettir. Beş müsbet esas üzere döner çark-ı saadet.[425]

-Şimdiye kadar İslâmlar ihtiyarla girmemiş, şu medeniyet-i hazıra.[426]

-Şimdiki medeniyet çoğunluğa değil,azınlığa vermektedir rahat.[427]

-Bunu da inkâr etmem: Medeniyette vardır mehasin-i kesîre.. lâkin onlar değildir ne Nasraniyet malı, ne Avrupa icadı,

Ne şu asrın san’atı.. Belki umum malıdır: Telahuk-u efkârdan, semavî şerâyi’den, hem hacat-ı fıtrîden, hususan şer’-i Ahmedî,

İslâmî inkılabdan neş’et eden bir maldır. Kimse temellük etmez.[428]

“Amma Deccal’ın yalancı Cennet’i ise, medeniyetin cazibedar lehviyatı ve fantaziyeleridir.”[429]

-Ehl-i dünya bana diyorlar ki: Bizim usûl-ü medeniyetimizi, tarz-ı hayatımızı ve suret-i telebbüsümüzü ne için sen kendine tatbik etmiyorsun? Demek bize muarızsın?

Ben de derim: Hey efendiler! Ne hak ile bana usûl-ü medeniyetinizi teklif ediyorsunuz? Halbuki siz, beni hukuk-u medeniyetten iskat etmiş gibi, haksız olarak beş sene bir köyde muhabereden ve ihtilattan memnu’ bir tarzda ikamet ettirdiniz. Her menfîyi şehirlerde dost ve akrabasıyla beraber bıraktınız ve sonra vesika verdiğiniz halde, sebebsiz beni tecrid edip, bir-iki tane müstesna hiçbir hemşehri ile görüştürmediniz. Demek beni efrad-ı milletten ve raiyetten saymıyorsunuz.”[430]

-Nasıl kanun-u medeniyetinizin bana tatbikini teklif ediyorsunuz? [431]

-Havarik-ı medeniyet dedikleri şeyler ve keşfiyatlarına medar-ı iftihar zannettikleri emirler, manevî bir dua neticesidir.[432]

-Senden soruyorum: Birinci kısım olan ehl-i iman ve ehl-i takvanın en büyük menfaati, firenk-meşrebane bir medeniyette midir? Yoksa hakaik-i imaniyenin nurlarıyla saadet-i ebediyeyi düşünüp, müştak ve âşık oldukları tarîk-i hakta sülûk etmek ve hakikî teselli bulmakta mıdır?[433]

-Nev’-i beşere rahmet olan Kur’an; ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. Medeniyet-i hazıra, beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir:

1- Nokta-i istinadı, kuvvettir. O ise, şe’ni tecavüzdür.

2- Hedef-i kasdı menfaattır. O ise, şe’ni tezahümdür.

3- Hayatta düsturu, cidaldir. O ise, şe’ni, tenazu’dur.

4- Kitleler mabeynindeki rabıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise, şe’ni müdhiş tesadümdür.

5- Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci’ ve arzularını tatmindir. O heva ise, insanın mesh-i manevîsine sebebdir.

Şeriat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise: Nokta-i istinadı, kuvvete bedel haktır ki; şe’ni, adalet ve tevazündür. Hedefi de, menfaat yerine fazilettir ki; şe’ni, muhabbet ve tecazübdür. Cihet-ül vahdet de, unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî ve vatanî ve sınıfîdir ki; şe’ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı, yalnız tedafü’dür. Hayatta, düstur-u cidal yerine düstur-u teavündür ki; şe’ni, ittihad ve tesanüddür. Heva yerine hüdadır ki; şe’ni, insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür.”[434]

-Kudret-i Fâtıra ihtiyaç ile, hususan açlık ihtiyacıyla; başta insan bütün hayvanatı gemlendirip, nizama sokmuş. Hem âlemi herc ü mercden halas edip, hem ihtiyacı medeniyete üstad ederek, terakkiyatı temin etmiştir.[435]

-İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyz ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi’ san’atları ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları takib eden bu birinci Avrupa’ya hitab etmiyorum. Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahete ve dalalete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitab ediyorum.[436]

-O zaman, o seyahat-ı ruhiyede, mehasin-i medeniyet ve fünun-u nâfiadan başka olan malayani ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı manevîsine karşı demiştim:

Bil ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalaletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup dava edersin ki, beşerin saadeti bu ikisi iledir. Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yiyecek.[437]

-Gaflet, hissi ibtal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede ibtal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdüyle ve her günde otuzbin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalanıyor.”[438]

-Sizin cebren böyle ehl-i imanı mimsiz medeniyete sevketmekteki maksadınız, eğer memlekette asayiş ve emniyet ve kolayca idare etmek ise, kat’iyyen biliniz ki; hata ediyorsunuz, yanlış yola sevkediyorsunuz. Çünki itikadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fâsıkın idaresi ve onlar içinde asayiş temini, binler ehl-i salahatın idaresinden daha müşkildir.[439]

-Dinsizliğe giden medeniyet-i sakîme…[440]

-Gaddar medeniyet…[441]

-Sefahet-i mutlaka “medeniyet” ismini vermekle…[442]

-Gaddar medeniyetten neş’et eden hodgâmlık…[443]

-Medeniyetinin cazibedar sefahet ve uyutucu lezzetli zehirleriyle ifsad etmek…[444]

-Bize zulmedenler, ellerinde hayat ve medeniyeti ve lezzeti tutup, bizi o tarz-ı hayata ehemmiyet vermemekle ittiham edip, mes’ul ederler, hattâ i’dam ve ağır ceza ile hapse sokmak isterler.[445]

-Gizli düşmanlarımızın icbarıyla ve desiseleriyle fâni ve kısacık hayat-ı dünyeviyesi için, sefihane bir medeniyetin ahlâksızcasına belki bir nevi bolşevizmde olduğu gibi vahşiyane kanunlara, düsturlara tarafdar olup onları meslek kabul etmekliğimiz hiç mümkün müdür? Ve dünyada hiçbir kanun ve zerre mikdar insafı bulunan hiç bir insan bunları onlara kabul ettirmeğe cebretmez. [446]

-Sırf Avrupa dinsizliğini en büyük lâzıme-i medeniyet ve şiar-ı irfan addile dinimizi terketsek, acaba helâk-i ebedîden bizi kim kurtaracak?[447]

-Ve anarşistlik fikrinin tam yeri ise; hem mazlum kalabalıklı, hem medeniyette ve hâkimiyette geri kalan çapulcu kabileler olacak.[448]

-Binaenaleyh insan fıtrî bir medeniyete sahib olduğundan cihat-ı sittede bulunan mahlukatla alâkadar olur ve iman nimeti ile de cihat-ı sitteden istifade edebilmesi imkânı vardır.[449]

-O zât-ı nuranî kısa bir zamanda o kavimlerin ahlâk-ı seyyielerini kaldırarak ahlâk-ı hasene ile tebdil ettirdi. Hattâ o zât-ı mürşidin (A.S.M.) telkin ettiği iman nuru sayesinde, o vahşi insanlar, insan âleminde insanlara muallim oldular. Ve medeniyet dünyasında, medenîlere üstad oldular.[450]

-Küre-i Arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefihe ile gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Ta’dili, büyük bir himmete muhtaçtır. Ve keza beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır. Bunların kapatılması ancak Allah’ın lütfuna mazhar olanlara müyesser olur.[451]

-Müslümanlık, dünyanın kıvamı olan bir dindir; cihan medeniyetinin istinad ettiği temelleri muhtevidir.[452]

-Bu aklî dinin menbaı ve düsturu olan Kur’an, cihan medeniyetinin istinad ettiği temelleri muhtevidir. O kadar ki, bu medeniyetin, İslâmiyet tarafından neşrolunan esasların imtizacından vücud bulduğunu söyleyebiliriz.[453]

-Ve öyle bir Muhammed (A.S.M.)dır ki, şahsiyet-i maneviyesiyle kâinatın kemaline bir fihriste olmakla, bütün saadetlerin ve medeniyetlerin düsturlarını havi bir şeriata sahibdir.[454]

-Lâübaliyane, Avrupa medeniyet-i habise kısmından süzülen bir cereyan-ı bid’atkârane, sinesinde yer tutamaz. Demek âlem-i İslâm içinde mühim ve inkılabvari bir iş görmek, İslâmiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz. Hem olmamış, olmuş ise de çabuk ölüp, sönmüş..[455]

-Za’f-ı dine sebeb olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmağa yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’anın zuhura yakın geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez. Menfîce, tahribkârane iş ise, bu kadar rahnelere maruz kalan İslâm zâten muhtaç değildir.[456]

-Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanları da o çamur ile telvis ediyor.[457]

“Ey fâsık! Bil ki medeniyet-i sefihe öyle müdhiş bir riyayı ibraz etmiş ve meydana çıkarmış ki, ehl-i medeniyetin ondan kurtulması mümkün değildir. Çünki ehl-i medeniyet o riyaya şan ü şeref namını vermiş.[458]

-Menfî esasata bina edilen ve Karun gibi “Karun:Bu varlık bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.”[459]deyip, ihsan-ı Rabbanî olduğunu bilmeyip şükretmeyen ve maddiyyun fikriyle şirke düşen ve seyyiatı hasenatına galib gelen şu medeniyet-i Avrupaiye öyle bir semavî tokat yedi ki; yüzer senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrib edip yangına verdi.[460]

-Yirmi sene evvel tab’edilen Sünuhat Risalesi’nde, hakikatlı bir rü’yada âlem-i İslâm’ın mukadderatını meşveret eden ruhanî bir meclis tarafından, bu asrın hesabına Eski Said’den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman, o manevî meclis demiş ki: “Bu Alman mağlubiyetiyle neticelenen bu harbde, Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetinin hikmeti nedir?”

Cevaben Eski Said demiş ki: Eğer galib olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. -Nasılki yedi sene sonra edildi.- Ve medeniyet namıyla Âlem-i İslâm hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki’-i mübarekeye Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnayet-i İlahiye ile onların muhafazası için, kader mağlubiyetimize fetva verdi.[461]

– Aynen bu cevabdan yirmi sene sonra, yine gecede: “Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken; şübheli, dağdağalı, faidesiz bir düşmana (İngiliz) tarafdarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhî insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?” diye sual benden oldu.

Gelen cevab manevî canibden geldi. Bana denildi ki: “Sen, yirmi sene evvel manevî suale verdiğin cevab, senin bu sualine aynı cevabdır. Yani: Eğer galib taraf iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibane mümanaat görmeyecek bir tarzda bu rejimi Âlem-i İslâm’a, mevâki’-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üçyüzelli milyon İslâm’ın selâmeti için bu zahir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler.”[462]

-Bu geniş boğuşmaların neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da deccalane bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi teselliye medar; Âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünya’nın, Hristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve Âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ana ittihad edip tâbi’ olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.[463]

-Medeniyet hesabına mukaddesatı çiğneyen usûlleri muhafazaya çalışılmakta..[464]

-İkinci Sual: Sen eskiden şarktaki bedevi aşairde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden, kırk seneye yakındır, medeniyet-i hazıradan “mimsiz” diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?

Elcevab: Medeniyet-i hazıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hataları, zararları, faidelerine racih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-ı umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisad, kanaat yerine israf ve sefahet ve sa’y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, bîçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tenbel eyledi.[465]

-Medeniyet-i garbiye-i hazıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş.[466]

-Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikıyla tam musalaha etsin.[467]

-Avrupa’nın bazı usûllerini, medeniyetin îcablarını taklide mecburuz.” dediler. Ben de dedim: “Çok aldanmışsınız. Zaruret sû’-i ihtiyardan gelse kat’iyyen doğru değildir, haramı helâl etmez. Sû’-i ihtiyardan gelmezse, yani zaruret haram yoluyla olmamış ise, zararı yok. Meselâ: Bir adam sû’-i ihtiyarı ile haram bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinayet yapsa; hüküm aleyhine cari olur, mazur sayılmaz, ceza görür. Çünki sû’-i ihtiyarı ile bu zaruret meydana gelmiştir. Fakat bir meczub çocuk cezbe halinde birisini vursa mazurdur, ceza görmez. Çünki ihtiyarı dâhilinde değildir.”[468]

-Mimsiz medeniyetin bu istifrağ ve kusması ile dünyayı mülevves ettikleri için, aynı istihracın gösterdiği tarihte o medeniyetin başına öyle semavî tokat indi ki, en karanlık vahşetten daha aşağı indirdi.[469]

-Dünyayı dine tercih eden ve nev’-i beşeri yoldan çıkaran medeniyetçilerin başlarına semavî bombalar ve taşlar yağdırmasına tevafukla işaret ediyor.[470]

-Avrupa medeniyetcileri, medeniyetin mehâsiniyle, iyilikleriyle menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiatiyle ve sefahetiyle ve dinsizliğiyle üçyüz elli milyon müslümanların her tarafda hâkimiyetlerini imha edip istibdadına serfüru’ etmiş ve bu musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiş.[471]

-Asya’nın ve Rumeli’nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadîme hayata başlamış; menfaatini mazarrat-ı umumiyede arayan…[472]

-İslâmiyet ise, insaniyet-i kübrâ.. ve şeriat ise, medeniyet-i fuzlâ (en faziletli medeniyet) olduğundan; âlem-i İslâmiyet, medine-i fâzıla-i Eflâtûniyye olmağa sezâdır.[473]

-Eğer medeniyet, böyle haysiyet kırıcı tecavüzlere ve nifak verici iftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerine ve şeytancasına mugalâtalara ve diyanette lâubalicesine hareketlere müsaid bir zemin ise, herkes şahid olsun ki; o “Saadet-Saray-ı Medeniyet” tesmiye olunan böyle mahall-i ağrâza bedel; Vilâyât-ı Şarkiyenin, hürriyet-i mutlakanın meydanı olan yüksek dağlarındaki bedeviyet ve vahşet çadırlarını tercih ediyorum. Zira bu mimsiz medeniyette görmediğim hürriyet-i fikir ve serbesti-i kelâm ve hüsn-ü niyet ve selâmet-i kalb, Şarkî Anadolunun dağlarında tam mânasiyle hükümfermâdır.[474]

-Medeniyetten istifam, sizi düşündürecek. Evet böyle istibdat ve sefahete ve zilletle memzuç medeniyete bedeviyeti tercih ediyorum. Bu medeniyet; eşhası, fakir ve sefih ve ahlâksız eder. Fakat hakiki medeniyet; nev-i insanın terakki ve tekemmülüne,ve mahiyet-i nev’iyyesinin kuvveden fiile çıkmasına hizmet ettiğinden, bu nokta-i nazardan medeniyeti istemek, insaniyeti istemektir. Hem de mâna-yı meşrutiyete ibtilâ ve muhabbetimin sebebi şudur ki: Asyanın ve Âlem-i İslâmın istikbalde terakkisinin birinci kapısı, meşrutiyet-i meşrua ve şeriat dairesindeki hürriyettir![475]

– Korkmayınız; medeniyet, fazilet ve hürriyet, âlem-i insaniyette galebe çalmağa başladığından, bizzarure terazinin öteki yüzü şey’en feşey’en hafifleşecektir.[476]

-Biliniz ki: Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir. Yoksa medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip; taklid edip, malımızı harap ettiler. Ve dini rüşvet verip, dünyayı da kazanamadılar. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip, seyyiatı hasenatına râcih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip, o günahkâr medeniyeti zir ü zeber edip öyle bir kusdu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşâallah istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de te’min edecek.[477]

-Evet; Avrupanın medeniyeti, fazilet ve hüda üstüne te’sis edilmediğinden; belki heves ve heva, rekabet ve tahakküm üzerine bina edildiğinden; şimdiye kadar medeniyetin seyyiatı, hasenatına galebe edip, ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir ağaç hükmüne girdiği cihetle, Asya medeniyetinin galebesine kuvvetli bir medar, bir delil hükmündedir. Ve az vakitte galebe edecektir.[478]

-Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, rahmet-i İlâhiyyeden bekliyebilirsiniz…[479]

-Şu medeniyet-i habîse ki, biz ondan yalnız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud ve seyyiatı hasenatına galebe ettiğinden; maslahat-ı beşer fetvasiyle mensuh ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz, sefih, mütemerrid, gaddar, mânen vahşi bir medeniyetin himayesini Asya’da deruhte edecek idik.[480]

– Neden şeriat şu medeniyeti reddediyor?

Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaatı bulunan iyilikleridir! Yoksa, medeniyetin günahları, seyyiatları değil ki; ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip taklid edip malımızı harab ettiler. Medeniyetin günahları, iyiliklerine galebe edip seyyiatı hasenatına râcih gelmekle, beşer iki harb-i umumî ile iki dehşetli tokat yiyip o günahkâr medeniyeti zîrüzeber edip öyle bir kustu ki, yer yüzünü kanla bulaştırdı. İnşâallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek.[481]

-Bu medeniyet-i hâzıra; beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış; onunu, mümevveh (hayalî) saadete çıkarmış; diğer onu da, beyne-beyne (ikisi ortası) bırakmış. Saadet odur ki; külle ya eksere saadet ola. Bu ise ekall-i kalilindir ki, nev-i beşere rahmet olan Kur’an, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. Hem serbest hevânın tahakkümiyle, havâic-i gayr-i zaruriye, havâic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Bedeviyette bir adam dört şeye muhtaç iken; medeniyet, yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa’y, masrafa kâfî gelmediğinden; hileye, harama sevketmekle ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev’e verdiği servet, haşmete bedel; ferdi, şahsı fakir, ahlâksız etmiştir.[482]

-Kurûn-u ulânın mecmu-u vahşetini, bu medeniyet bir defada kustu![483]

-Âlem-i İslâmın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabülde ıztırabı cây-ı dikkattir. Zira istiğna ve istiklâliyet hassasiyle mümtaz olan şeriattaki İlâhî hidayet, Roma felsefesinin dehasiyle aşılanmaz, imtizac etmez, bel’ olunmaz, tâbi olmaz… Bir asıldan tev’em (ikiz) olarak neş’et eden Eski Roma ve Yunan, iki dehalariyle; su ve yağ gibi mürur-u a’sar (asırlar) medeniyet ve Hıristiyanlığın temzîcine çalıştığı halde, yine istiklâllerini muhafaza, âdeta tenasuhla o iki ruh şimdi de başka şekillerde yaşıyorlar. Onlar, tev’em ve esbab-ı temzic varken imtizac olunmazsa, şeriatın ruhu olan nur-u hidayet, o muzlim, pis medeniyetin esası olan Roma dehasiyle hiçbir vakit mezc olunmaz, bel’ olunmaz…[484]

– Şeriat-ı Garrâdaki medeniyet nasıldır?

– Şeriat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise.. ki, medeniyet-i hâzıranın inkişâından inkişaf edecektir.[485]

-İnsaniyet-i suğra denilen mehasin-i medeniyet, onun mukaddemesidir. Evet şu diyanetsizlik Avrupa medeniyetinin iç yüzünü öyle karıştırmış ki; o kadar fırak-ı fesadiyeyi ve ihtilâliyeyi tevlid etmiş. Faraza habl-ül metin-i İslâmiye ve sedd-i Zülkarneyn gibi şeriat-ı garranın hakikatına iltica ve tahassun edilmezse, bu fırak-ı fesadiye, onların âlem-i medeniyetlerini zîr ü zeber edeceklerdir. Nasılki şimdiden tehdid ediyorlar.[486]

-Mehasin-i medeniyet denilen emirler, şeriatın başka şekle çevrilmiş birer mes’elesidir…[487]

-Zünub ve mesavi-i medeniyeti, hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten seyf-i şeriatla yasak edeceğiz. Tâ ki, medeniyetimizin gençliği ve şebabeti, zülâl-i ayn-il hayat-ı şeriatla muhafaza olsun. Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki; onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin mâye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyet’te neşv ü nema bulduğu için iki cihetle sarılmak zarurîdir.[488]

-Tasallut-u medeniyetin zamanında âlemin hükümranı, ilim ve marifettir. Müvellidi medeniyet ve şanı tezayüd ve ömrü ebedî olduğundan herhangi devletin hayat ve müdebbiri olmuş ise, o hükûmeti kendi gibi kayd-ı ömr-ü tabiîden ve ecel-i inkırazdan tahlis ve küre-i arz kadar yaşamasına istidad vermiş. Kitab-ı Avrupa sahaifi bunu alenen gösteriyor.[489]

-Zaman-ı sâbıkta revabıt-ı içtima’ ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşa’ub etmediğinden, bazı kalil adamların fikri, devletin idaresine yarı kâfi gibi idi. Amma bu zamanda revabıt-ı içtima’ o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüd etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb’usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir. Ve idare ve terbiye edebilir. Bu hakikata misal; eski hükûmet-i müstebide, yeni hükûmet-i meşrutadır.[490]

-Hem de gördüm ki; medeniyet-i hakikiyeyi teşkil eyleyen İslâmiyet, maddî cihetinde medeniyet-i hazıradan geri kalmış. Güya İslâmiyet sû’-i ahlâkımızdan darılmış mazi tarafına dönüp gidiyor, zaman-ı saadete bizi şikayet edecektir.[491]

-Hem nev’-i beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazatıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyetin mahiyetini anlamış; elbette ve elbette dinsiz, başıboş yaşamazlar ve olamazlar. Ve en dinsizi de, dine iltica etmeğe mecburdur.[492]

-Hristiyanlığın malı olmayan mehasin-i medeniyeti ona mal etmek ve İslâmiyetin düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir.[493]

-Bahusus medeniyet, hubb-u insaniyeti tevlid eder.[494]

-Bütün ezhanı zabt ve bütün ukûlü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zâten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler. Binaenaleyh onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir. Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan asayişi muhafazadır. İşte şu dostluk, kat’iyyen nehy-i Kur’anîde dâhil değildir.[495]

-“İslâmiyetin intişar ettiği sahalarda milletlerin seviyesini yükseltmek hususundaki büyük himmetlerini nazar-ı dikkate almamak mümkün değildir. Bu din sayesindedir ki, Afrika zencileri medeniyet ruhunu temsil edebilmişler ve aralarında adlî ve medenî idare tesis etmişlerdir. Müslümanlık bu akvam arasında bir hars ve bir medeniyet vücuda getirmiştir. İslâmiyetin istinadgâhı Kur’andır ve bu Kur’an bir berat-ı necattır.” (Mister Y. Moreyl’in 1922 de “Şimal Nicer” hakkındaki irad ettiği nutuktan.)[496]

-“Müslümanlık, medeniyetin meş’alkeşi olan Kur’ana müsteniddir. İslâmiyetin başlıca hususiyeti, hars ve medeniyetin esası, belki de en büyük rüknü olmaktır.” (Doktor İshak Teylor’un Times gazetesinde intişar eden bir konferansından)[497]

-Şu medeniyet-i meş’ume öyle gaddar bir düstur-u zulüm beşerin eline vermiş ki, bütün mehasin-i medeniyeti sıfıra indiriyor.[498]

-Müzahref medeniyete lanet.[499]

NİFAK VE MÜNAFIKLIK

-Tevbe(Bera-e)suresi münafıklar hakkında nazil olmuş,tehdit ve ahid bozma ile ilgili olduğundan besmeleyle başlamadı.Ve son olarak kuranın sonunda nazil olmuş ve rasulullah her surenin başında besmele yazılmasını emrederken,burada emretmedi.Enfal suresine benzerliğinden dolayı ona eklendi.Übey b.Ka’bdan sorulması üzerine böyle açıkladı.Ve öncekiyle beraber kıtal ayetlerinden müteşekkildi.[500]

-Ve münafıkların insanların zararı için yaptıkları mescid-i dırar-da,Rasulullah-ın namaz kılmaması Allah tarafından emredilip,uyarılır.[501]

Âyette:“Ey Peygamber! Küffara karşı silahla ve münafıklara karşı hüccet ve zecrile cihad et ve onlara karşı söz ve fi’linde sertlik ve şiddet göster. Onların varacakları yer Cehennemdir. Ve o ne kötü mekandır.”[502]

-Bediüzzaman genel ve asrımızın münafıkları hakkında şu tesbitte bulunur:

-“Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lâkaydlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müdhiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı.”[503]

-“Risale-i Nur nifak ve şikakı, tefrikayı, fitne ve fesadı kaldırıp; kardeşliği, uhuvvet-i diniyeyi, tesanüd ve teavünü yerleştirir.”[504]

-“Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr edecek Süfyan namında müdhiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır.”[505]

“Mü’minlerde nifak ve şikak, kin ve adavete sebebiyet veren tarafgirlik ve inad ve hased; hakikatça ve hikmetçe ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı maneviyece çirkin ve merduddur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.”[506]

-“Şikak ve nifaka, kin ve adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adavet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebat-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın!”[507]

-“Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.”[508]

-“Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılab eder.”[509]

-“Mühim ve müdhiş bir sual: Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalalet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde; ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat, neden rekabetli ihtilaf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilaf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?”[510]

-“Bidayet-i zuhur-u İslâmiyette muannid ve kitabsız kâfirlerin ve nifaka giren eski dinlerin münafıkları gibi, aynen bu zaman-ı âhirde bir naziresi çıkacağını, ders-i Kur’anîden gelen bir sünuhat ile Eski Said hissetmiş.[511]

-“Hem zındıka, nifak hasiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip, sana düşman eder. Senin tarafdarlık cihetiyle kazandığın günahlar, faidesiz boynunda kalır.”[512]

-“Sakın birbirinizden gücenmeyiniz ve tenkid etmeyiniz. Yoksa az bir za’f gösterseniz, ehl-i nifak istifade edip sizlere büyük zarar verebilirler.”[513]

-“Şimdiki ehl-i nifakın mütemerridane sefahetinin cezası olarak umuma ve masumlara da gelen bu açlık ve derd-i maişet belasından ehl-i dalalet istifade edip, Risale-i Nur’un fakir şakirdlerinin aleyhine istimal etmek ihtimali var.”[514]

-“Maddî tazyikler, ehl-i meslek ve fikre galebe etmediği gibi, daha ziyade nifak ve tefrika vermez mi?”[515]

-“Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır.”[516]

-“Kızıl Rusya’dan çıkarak, kızıl ateşler ve kızıl kıvılcımlar saçan ve birer birer dünya şehrinin mahallelerini saran ve oraları yakıp kavuran; bâzı yerlerde de nifak ve şikak ateşleri saçarak, kardeşine, “Kardeşini öldür!” diye bağıran; ve en nihayette, âlem-i hıristiyaniyeti yakıp kavurup harman gibi savurduktan sonra âlem-i İslâm mahallesini saran; ve evimizin saçaklarına kıvılcımları sıçrayan; ve çok büyük ve çok dehşetli bir belâ olan komünizm gibi azîm bir yangına karşı itfaiye vazifesini üzerine alan Risale-i Nur, müslümanların ve beşerin en büyük ve yegane tahassüngahı ve en büyük melceidir.”[517]

-“Bu ittihadın meşrebi, muhabbettir. Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır.”[518]

-“Avrupa feylesofları ve Asya münafıkları…”[519]

-“Bir vakit huzur-u Nebevîde derin bir ses işitildi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: “Bu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp tâ ancak bu dakika Cehennem’in dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.” İşte bu hadîsi işiten, hakikata vâsıl olmayan inkâra sapar. Halbuki yirmi dakika o hadîsten sonra kat’iyyen sabittir ki; biri geldi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a dedi ki: “Meşhur münafık, yirmi dakika evvel öldü.” Yetmiş yaşına giren o münafık Cehennem’in bir taşı olarak bütün müddet-i ömrü tedennide, esfel-i safilîne küfre sukuttan ibaret olduğunu gayet beligane bir surette Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm beyan etmiştir. Cenab-ı Hak o vefat dakikasında o sesi işittirip, ona alâmet etmiştir.”[520]

-“Veyahut: Yalancı, vicdansız münafıklar gibi “Kur’an senin sözlerindir” diye seni ittiham mı ediyorlar!” [521]

-“Veyahut: Fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sahir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? Böyle hilebaz şarlatanları insan sayıp desiselerinden, inkârlarından müteessir olarak fütur getirme. Belki daha ziyade gayret et. Çünki onlar kendi nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler ve onların fenalıkta muvaffakıyetleri muvakkattır ve istidracdır, bir mekr-i İlahîdir.”[522]

“Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Zeyneb’i tezevvücünü; eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaleti dahi medar-ı tenkid buluyorlar, nefsanî, şehevanî telakki ediyorlar.” diyorsunuz.”[523]

-“Ben derim ki: Bu dostlarım içinde çok münafıklar var. Münafık kâfirden eşeddir. Onun için, kâfir Rus’un bana çektirmediğini çektiriyorlar.”[524]

-“ Hanin-i ciz’ şu nevidendir ki, sırf nübüvvetin tasdiki için bir hüccet olarak zuhura gelmiş ki; mü’minlerin imanını ziyadeleştirmek ve münafıkları ihlasa ve imana sevketmek ve küffarı imana getirmek için zahir olmuş.”[525]

-“Hem şu hâdise gibi, Gazve-i Bedir’de bir münafık, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı bir gaflet vaktinde kimse görmeden, tam arkasından kılınç kaldırıp vururken, birden Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bakmış. O titreyip, kılınç elinden yere düşmüş.”[526]

-“Münafıkların ittihamından, beraet-i Nebeviye hakkında gelen

“Muhammed,sizden hi bir kimsenin babası değildir;o Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur;Allah her şeyi daima bilir.”[527],

”Zeyd onunla (eşi Zeyneb-le) ilişkisini kestiğinde,Biz onu sana zevce yaptık ki,mü’minlerin,evlatlıklarının eşleriyle,onlar eşlerini boşadıktan sonra evlenmeleri kötü bir iş sayılmasın;ve bu suretle Allah’ın emri yerine getirilmiş oldu.”[528]âyetlerinin mühim bir sırrını tefsir ediyor. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın kesret-i izdivacı nefsanî olmadığını; belki akval ve ef’ali gibi, ahval ve etvarından tezahür eden ahkâm-ı şeriata vasıta olmak için hususî dairesinde ziyade şakirdleri bulunmasıdır. Ve Hazret-i Zeyneb’i tezevvücü, sırf bir emr-i İlahî ve kader-i Rabbanî ile olduğunu beyan ediyor. Eski zaman münafıkları gibi, yeni zaman zındıklarının tenkidlerini kat’î bir surette kırıyor.”[529]

-“Hem Hâtem-ül Enbiya’nın güneş gibi parlak nübüvvet ve risaleti ve iksir-i a’zam gibi tesirli i’caz-ı Kur’anî vasıtasıyla irşadı ve cazibe-i umumiye-i kâinattan daha cazibedar hakaik-i Kur’aniyenin komşuluğunda ve yakınında olan Medine münafıklarının dalalette ısrarları ve hidayete girmemeleri ne içindir ve hikmeti nedir?

Ehl-i hidayet ve başta ehl-i nübüvvet ve başta Habib-u Rabb-il Âlemîn olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın meslek-i kudsîsi, hem vücudî, hem sübutî, hem tamir, hem hareket, hem hududda istikamet, hem akibeti düşünmek, hem ubudiyet, hem nefs-i emmarenin firavuniyetini, serbestliğini kırmak gibi esasat-ı mühimme bulunduğundandır ki, Medine-i Münevvere’de bulunan o zamanın münafıkları, o parlak güneşe karşı yarasa kuşu gibi gözlerini yumup, o cazibe-i azîmeye karşı şeytanî bir kuvve-i dafiaya kapılıp, dalalette kalmışlar.”[530]

-“Maatteessüf gizli münafık düşmanlarımız, bu dindar milletin yüzer milyon veli makamında olan şehidlerinin, kahraman gazilerinin kanıyla ve kılıncıyla kazanılan ve muhafaza edilen hakikat-ı İslâmiyete bazan “tarîkat” namını takıp ve o güneşin tek bir şuaı olan tarîkat meşrebini, o güneşin aynı gösterip, hükûmetin bazı dikkatsiz memurlarını aldatıp, hakikat-ı Kur’aniyeye ve hakaik-i imaniyeye tesirli bir surette çalışan Nur talebelerine “tarîkatçı” ve “siyasî cem’iyetçi” namını vererek aleyhimize sevketmek istiyorlar.”[531]

-“Sizin sebat ve metanetiniz, masonların ve münafıkların bütün plânlarını akîm bırakıyor.”[532]

-“Evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı; böyle herbiri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir mes’elede böyle kaçınmak ve birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur. Risale-i Nur şakirdleri, hıllet ve uhuvvet ve fena fi-l ihvan mesleğinde gittiklerinden, inşâallah bu tecrübeli ve münafıkane plânı da akîm bırakacaklar.”[533]

-“Gizli münafıkların takib ettikleri iki plândan birisi: Benim haysiyetimi kırmak ile güya Nurların kıymeti düşecek.”[534]

-“Aldığım manevî bir ihtarla, gizli münafıklar, dindarlara karşı namazsız sefahetçileri ve mürted komünistleri istimal etmek istiyorlar, hattâ parmaklarını buraya da sokmuşlar.”[535]

-“Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve harb-i umumî sarsıntısı vaktinde haşri inkâr eden münafıklar, fırsat bulup çok yerlerde zehirli fikirlerini izhara başladıkları bir zamanda, Onuncu Söz çıktı ve tab’edildi. Bin nüshası etrafa yayıldı. Onu gören herkes kemal-i iştiyak ve merakla okudu. Zındıkların kâfirane fikirlerini tam kırdı ve onları susturdu. İmam-ı Ali Radıyallahü Anh’ın bu takdirine liyakatını isbat etti. Kimin şübhesi varsa gelsin onu dikkatle okusun, haşrin ne kadar kuvvetli bir bürhanı olduğunu görsün.”[536]

-“Münafıkların mezkûr cinayetleri arasında “azab” kelimesinin yalnız kizbe ta’lik edilmesi, kizbin şiddet-i kubh ve çirkinliğine işarettir.”[537]

-“Vakta ki Kur’an-ı Kerim: Birincisi, müttaki mü’minler; ikincisi, inadlı kâfirler; üçüncüsü, iki yüzlü münafıklar olmak üzere insanları üç kısma ayırdı ve aralarında taksimat ve teşkilât yaptı. Ve herbir kısmın sıfâtını ve akibetini beyan etti.”[538]

-“Mülhid münafıkların en son ve alçakça ve vicdansızca aleyhimizde istimal ettikleri bir silâhı şudur ki, diyorlar: “Said Kürddür, bir Kürdün arkasında bu kadar koşmak hamiyet-i milliyeye yakışmaz.” Ben bu münafıkların vicdansızca desiselerine karşı değil, belki safdillerin temiz kalbleri bunların sözleriyle bulanmamak için diyorum ki: Evet ben başka memlekette dünyaya gelmişim. Fakat Cenab-ı Hak beni bu memleketin evlâdına hizmetkâr etmiş ki; dokuz sene mütemadiyen bu memleketteki milletin ondan dokuz kısmının saadetine, kendi dilleriyle hizmet ettiğim bu havalideki insanlara malûmdur.”[539]

-“Kardeşlerim! Çok ihtiyat ediniz, münafıklar çoktur.” [540]

-“Kâfir ve münafıkların Cehennem’de yanmalarını ve azab ve cihad gibi hâdiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak; Kur’anın ve edyan-ı semaviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzib olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir. Çünki masum hayvanları parçalayan canavarlara himayetkârane şefkat etmek, o bîçare hayvanlara şedid bir gadir ve vahşi bir vicdansızlıktır. Ve binler müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın sû’-i akibetine ve müdhiş günahlara sevkeden adamlara şefkatkârane tarafdar olmak ve merhametkârane cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şeni’ bir gadirdir.”[541]

-“Ve Üstadımızın o zamanda endişelerinin ve heyecanının hikmetini anladık. Bir hiss-i kabl-el vuku’ ile mütemadiyen bizlere der idi: “Dikkat ediniz! Sebat ediniz! Münafıklar, taarruz plânı çeviriyorlar!” diye bizi ihtiyata sevkediyor; hem “Bir halt edemezler” diyordu.”[542]

-“Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz” mealindeki âyet, o zamandaki ihbar-ı İlahî ile bilinen kat’î münafıklar demektir. Yoksa zan ile, şübhe ile, münafık deyip namaz kılmamak olmaz. Madem “Lâ ilahe illallah” der, ehl-i kıbledir. Sarih küfür söylemese veyahut tövbe etse, namazı kılınabilir. O Aliköy’de Alevîler çok olduğunu ve bir kısmı Râfızîliğe kadar gidebilmesi nazarıyla, onların en fenası da, münafık hakikatına dâhil olmamak lâzım gelir. Çünki münafık itikadsızdır, kalbsizdir ve vicdansızdır, Peygamber (A.S.M.) aleyhindedir. (Şimdiki bazı zındıklar gibi.) Alevî ve Şiîlerin müfritleri ise; değil Peygamber (A.S.M.) aleyhinde, belki Âl-i Beyt’in muhabbetinden, ifratkârane muhabbet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil, bunlar ifrat ediyorlar. Hadd-i Şeriattan çıktıkları vakit, münafık değil ehl-i bid’a oluyorlar, fâsık oluyorlar; zındıkaya girmiyorlar. Hazret-i Ali Radıyallahü Anh yirmi sene hürmet ettiği ve onlara şeyhülislâm mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği Ebu Bekir, Ömer, Osman (Radıyallahü Anhüm)e ilişmeseler, Hazret-i Ali Radıyallahü Anh o üç halifeye hürmet ettiği gibi, onlar da hürmet etseler, farz namazını kılsalar yeter.”[543]

-“Hem gerçi Risale-i Nur, parlak ve kuvvetli hakikatlarıyla serbestiyetini kazanmış ve düşmanlarını bir cihette mağlub etmiş, fakat eskiden ziyade ihtiyata ihtiyacımız var. Çünki münafık düşmanlar durmuyorlar, bahaneler arıyorlar, hükûmeti iğfale çalışıyorlar.”[544]

-“Münafık düşmanlarımın maddî ve manevî zehirlerine karşı gerçi Cevşen ve Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibend beni ölüm tehlikesinden, belki yirmi defa kudsiyetleriyle kurtardılar; fakat maatteessüf asabımda ve sinirlerimde ve hassasiyetimde, o zulümden öyle şiddetli bir tesir, bir heyecan, bir teellüm, bir teneffür gelmiş ki; en samimî dostumu ve tam sadık bir kardeşimi bir saat yanımda tahammül edemiyorum, ruhum kaldırmıyor.”[545]

-“İşte şimdi gizli münafıklar, Vehhabîlik damarıyla en ziyade İslâmiyet’i ve hakikat-ı Kur’aniyeyi muhafazaya memur ve mükellef olan bir kısım hocaları elde edip, ehl-i hakikatı Alevîlikle ittiham etmekle birbiri aleyhinde istimal ederek dehşetli bir darbeyi, İslâmiyet’e vurmağa çalışanlar meydanda geziyorlar.”[546]

-“Fütuh-ül-Gayb” kitabında “Yâ gulâm!” tâbir ettiği bir talebesine pek müdhiş ameliyat-ı cerrahiye yapıyor. Ben kendimi o gulâm yerine vaz’ettim. Fakat pek şiddetli hitab ediyordu. “Eyyüh-el-münafık ” “ey dinini dünyaya satan riyakâr” diye diye yarısını ancak okuyabildim. Sonra o risaleyi terkettim. Bir hafta bakamadım. Fakat ameliyat-ı cerrahiyenin arkasından bir lezzet geldi; iştiyak ile o mübarek eseri acı tiryak gibi veya sulfato gibi içtim. Elhamdülillâh, kabahatlerimi anladım, yaralarımı hissettim, gurur bir derece kırıldı.”[547]

-“O gizli münafık zındıkların garblılaşmak bahanesiyle siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil; bir kısım dindar ehl-i siyaset, dini, siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeye çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi, yerdeki ışıklara âlet ve tabi olamaz; ve âlet yapmak, İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.”[548]

-“Zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka “cumhuriyet” nâmı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlak’a “medeniyet” ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükûmeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.”[549]

-“Musa Aleyhisselam, Fir’avnın zulmünden necat bulduğu gibi; Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam da, münafıkların laşelerini görüp, hususan münafıkların reisini, mübarek kendi eliyle geberterek Cehenneme gönderdi…”[550]

-Böylece görülmektedir ki;Bütün menfiliklerin altında münafıkların rolü ve hileleri mevcuttur.

N İ Y E T

-“Hem namaz kılanın diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.”[551]

“Bütün bağındaki yetiştirdiğin -çiçekli olsun, meyveli olsun- her nebatın, her ağacın tesbihatından, güzel bir niyet ile, bir hisse alıyorsun.”[552]

-“Âdeta namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi…”[553]

-“Niyet-i hâlise ile şeffafiyet peyda eden bir zikirde veya bir âyette, semavat gibi nuranî sevab ve fazilet yerleşebilir.”[554]

-“ Eğer desen: “Şu küllî hadsiz nimetlere karşı nasıl şu mahdud ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?”

Elcevab: Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikad ile…

Şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir. Nebatatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir.”[555]

-“Hem meselâ: Kavun, kalbinde nüveler suretinde bin niyet eder ki, “Ya Hâlıkım! Senin esma-i hüsnanın nakışlarını yerin bir çok yerlerinde ilân etmek isterim.” Cenab-ı Hak gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder. “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.” Şu sırra işaret eder.”[556]

-“Veyahut: Yalancı, vicdansız münafıklar gibi “Kur’an senin sözlerindir” diye seni ittiham mı ediyorlar! Halbuki, tâ şimdiye kadar sana Muhammed-ül Emin diyerek içlerinde seni en doğru sözlü biliyorlardı. Demek onların imana niyetleri yoktur.”[557]

-“Demek yakîne ve hakka niyetleri yoktur. Yoksa “Bir harf kâtibsiz olmaz” bildikleri halde, nasıl bir harfinde bir kitab yazılan şu kâinat kitabını, kâtibsiz zannediyorlar.”[558]

-“Niyet Gibi, Tarz-ı Nazar Dahi Âdeti İbadete Çevirir.

Şu noktaya dikkat et; nasıl olur niyetle mubah âdât, ibadat… Öyle tarz-ı nazarla fünun-u ekvan, olur maarif-i İlahî…”[559]

-“Niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihatı bazan damara dokundurur, aks-ül amel yapar.”[560]

-“Ve keza nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalbeder. Evet niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalbeder.”[561]

-“Arkadaş! Bu niyet mes’elesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki, âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acib bir iksir ve bir mâyedir.”[562]

-“Ve keza niyet, ölü ve meyyit olan haletleri ihya eden ve canlı, hayatlı ibadetlere çeviren bir ruhtur.”[563]

-“Ve keza niyette öyle bir hâsiyet vardır ki; seyyiatı hasenata ve hasenatı seyyiata tahvil eder. Demek niyet, bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlastır…Ve niyet ile insan, daimî bir şâkir olur, şükür sevabını kazanır.”[564]

-“Hayrat ve hasenatın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucb, riya ve gösteriş iledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuur ile bizzât hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıta’ bulur.”[565]

-“Nasılki amellerin hayatı niyet iledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür. Meselâ: Tevazua niyet onu ifsad eder, tekebbüre niyet onu izale eder, feraha niyet onu uçurur, gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hâkeza kıyas et.

Evet velayetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır.”[566]

-“Niyetime göre muamele buyurunuz.”Hulusi.[567]

-“Cemaatin iştiyakına ve okuyanın niyetine göre efdaliyet tahavvül eder.”[568]

-“Hacc ve zekat gibi, cihadda da niyetin tasarrufu azdır. Hattâ adem-i niyet dahi asıl nokta-i nazarından niyet hükmündedir. Demek zıdd-ı niyet, yakînen tebeyyün etmezse, cihad şehadet-i hakikiyeyi intac eder. Zira vücub tezauf etse, taayyün eder. İhtiyarı tazammun eden niyetin tesiri azalır. Şu günahkâr millette, birdenbire onbinler evliya inkişaf ve tezahür etse, az bir mükâfat değildir.”[569]

-Niyet ile kişi ve her varlık içindeki hakikatı fiil veya mahiyet olarak dışa aksettirmektedir.

-Gerçek hüviyet niyet iledir.Allah’ta mahkeme-i kübrada ilk olarak niyete göre muamele edecektir.

-Kavun çekirdeğindeki kavun niyeti kavunu netice verdiği gibi,iman çekirdeği cenneti,küfür çekirdeği de cehennemi netice verecektir.

ŞAHS-I MANEVİ

-Bediüzzaman fetva,hüküm ve konuşmalarında kendi şahsından ziyade manevi şahsiyet olan Şahsı manevi namına konuşmaktadır.Risale-i Nur o manevi şahsiyetin bir eseridir.Manevi şirket,cemaatı temsilen,cemaat namına hareket etmektedir.Bununla büyük bir güç ve kuvvet kazanmaktadır.[570]

-“Evet müteaddid eşya bir cemaat şekline girse, bir şahs-ı manevîsi olacaktır. Eğer o cem’iyet, imtizaç edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı manevîsi, bir nevi ruh-u manevîsi ve vazife-i tesbihiyesini görecek bir melek-i müekkeli olacaktır.”[571]

-Dağ gibi her şeyin bir manevi şahsiyeti vardır.[572]

-Ahirzamanda gelecek olan Mehdi’nin maddi şahsiyetiyle beraber,en büyük muvaffakiyeti şahs-ı manevi ile olacaktır.[573]

-Kişiye yapılan kötülükler,-gıybet gibi-onun manevi şahsiyetine bir tecavüzdür.[574]

-Rasulullahın getirdiği din ile;maddi ve manevi şahsiyeti orantılı olarak sürekli büyümektedir.Büyük bir şahs-ı manevi oluşturmaktadır.Hiçbir kuvvet daha onu yerinden oynatamaz.[575]

-Şahsa yetişmek ile,şahs-ı maneviye yetişmek ve ulaşmak farklı farklıdır.Aynı derecede değildir.[576]

-“Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasılki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal’ı öldürür.. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek.”[577]

-“Âl-i Beytten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.”[578]

-“Hazret-i Ali’ye (R.A.) iki cihetle bakılmak gerektir. Bir ciheti; şahsî kemalât ve mertebesi noktasından. İkinci cihet: Âl-i Beytin şahs-ı manevîsini temsil ettiği noktasındandır. Âl-i Beytin şahs-ı manevîsi ise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir nevi mahiyetini gösteriyor…. İkinci nokta cihetinde Hazret-i Ali (R.A.) şahs-ı manevî-i Âl-i Beytin mümessili ve şahs-ı manevî-i Âl-i Beyt, bir hakikat-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) temsil ettiği cihetle, müvazeneye gelmez.”[579]

-Deccal,Süfyan ve Avrupa maddi şahsiyetleriyle beraber,manevi şahsiyetleriyle bir fert umumu temsil etmektedir.Umum namına konuşmakta,hareket etmektedir.Taraftarlıkla günaha ortak olunmaktadır.[580]

-“Zaîflerin cem’iyeti ve şahs-ı manevîsi kavî olduğu gibi,kavîlerin cem’iyeti ve şahs-ı manevîsi ise zaîftir.”[581]

-Şahsı manevi bu zamanda gelişen bir hakikattır.Eski zamanda bu gelişmemiş,şahıslarda kalmıştır.Bu zamandaki menfiliklere karşı ancak o şahsı manevi ile karşılık konulabilirken,geçmiş zamanlarda bu durum şahıslarla mümkündü.[582]

-Kur’an-ın gerçek tefsiri de ancak şahsı manevi ile yapılabilir.[583]

-Devlet’de bir şahs-ı manevîdir.[584]

-Hristiyanlık alemi,batı alemi gibi,İslam alemide bir şahsı manevidir.[585]

-Bu zamanda maddi manevi,müsbet menfi galibiyetin sırrı şahsı manevi oluşturmak iledir.Manevi şahsiyet hakiki şahsiyettir.

ŞAN – ŞÖHRET – MAKAM

-“Riyakâr bir şöhret-i kâzibeden ibaret olan şan ü şeref-i dünyeviyenin muhafazasına değil, kırılmasına yardım edene rahmet…”[586]

-“İnsanda, ekseriyet itibariyle hubb-u câh denilen hırs-ı şöhret ve hodfüruşluk ve şan ü şeref denilen riyakârane halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki sahibi olmağa, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’î-küllî arzu vardır. Hattâ o arzu için, hayatını feda eder derecesinde şöhretperestlik hissi onu sevkeder. Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir, ehl-i dünya için de gayet dağdağalıdır; çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zaîf damarıdır.”[587]

-“Şan ü şeref namıyla riyakârane nefsin firavuniyetini okşamak…”[588]

-“Şan ü şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise; ücret ve mükâfat değil, belki ihlassızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet amel-i sâlihin hayatı olan ihlasın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ü şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz’iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azab-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından; teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ü şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın.”[589]

-“Samimî ihlasınızla, şan ü şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyadan beni bir derece kurtardınız.İnşâallah tam ihlasa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlasa sokarsınız.”[590]

-“İhlası kıran ikinci mani: Hubb-u câhtan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ü şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celbetmekle enaniyeti okşamak ve nefs-i emmareye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi “şirk-i hafî” tabir edilen riyakârlığa, hodfüruşluğa kapı açar, ihlası zedeler.”[591]

-“Erkeklerin kahramanlıkları mukabelesiz olamıyor; belki, yüz cihette mukabele istiyorlar. Hiç olmazsa şan ü şeref istiyorlar.”[592]

-“Şöhretperestlerin bir gaye-i hayali olan şan ü şerefin süslü perdesi altında sakil bir riya, soğuk bir hodfüruşluk, muvakkat bir sersemlik suretinde gördüğümden, anladım ki; beni şimdiye kadar aldatan bu işler, hiçbir teselli veremez ve onlarda hiçbir nur yok.”[593]

-“Nur’un mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsî makamları arzu etmek, şan ü şeref kazanmak olmaz.”[594]

-“Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, insanları da o çamur ile telvis ediyor. Ezcümle: Riyayı şan ü şeref ile iltibas etmiş. İnsanları da o pis ahlâka sevkediyor. Hakikaten insanlar o riyaya öyle alışmışlar ki, şahıslara yaptıkları gibi milletlere hattâ unsurlara bile yapıyorlar. Gazeteleri o riyaya dellâl, tarihleri de alkışçı yapmışlardır. Bu yüzden şahsî hayatlar “hamiyet-i cahiliye” ünvanı altında unsurî hayatlara feda edilmektedir.”[595]

-“Ey kardeşlerim! Sizler biliyorsunuz ki; bizim mesleğimizde benlik, enaniyet, şan ü şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz.”[596]

-“Hakikat-ı ihlas, benim için şan ü şerefe ve maddî ve manevî rütbelere vesile olabilen şeylerden beni men’ediyor.”[597]

-“Ey Risale-i Nur! Seni söndürmek isteyen bedbahtların necm-i istikbali sönsün. İzzet ve ikbali ve şan ü şerefi aksine dönsün. Sen sönmez ve ölmez bir nursun.”[598]

-“Kardeşlerim! Kat’iyyen biliniz: Şan ü şeref ve hodfüruşluk ve kendine güvenmek ve şahsımı beğendirmekten ürküyorum ve kaçıyorum ve şahsıma karşı medihlerden hoşlanmıyorum.”[599]

-“Hem gizli düşmanlarım da bu zaîf damarımdan istifadeye çalışmışlar ve çalışıyorlar. Nasılki korku ve tama’ ve şan ü şeref cihetinde çalışıyorlar.”[600]

-“Benliğini, şan ü şerefini en küçük bir mes’ele-i imaniyeye feda eden çoktur.”[601]

-“Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir.”[602]

-“Şöhret Zalimedir.”[603]

-“Şöhret bir müstebiddir, sahibine mal eder başkasının malını.”[604]

-“Şöhret, ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. İnsanı, insanlara abd ve köle yapar. Yani, nam ve şöhret isteyen adam; halklara kendini beğendirmek, sevdirmek için, insanlara riyakârlık, dalkavukluk yapar. Tasannu’kâr tavırlar takınır.”[605]

-“Dalalette, iktidarsızlar muktedir görünmeleri ve ehemmiyetsizler şöhret kazanmaları içindir ki, hodfüruş, şöhretperest, riyakâr insanlar ve az bir şeyle iktidarlarını göstermek ve ihafe ve ızrar cihetinden bir mevki kazanmak için ehl-i hakka muhalefet vaziyetine girerler. Tâ görünsün ve nazar-ı dikkat ona celbolunsun. Ve iktidar ve kudretle değil, belki terk ve ataletle sebebiyet verdiği tahribat ona isnad edilip, ondan bahsedilsin. Nasılki böyle şöhret divanelerinden birisi, namazgâhı telvis etmiş, tâ herkes ondan bahsetsin. Hattâ ondan lanetle de bahsedilmiş de, şöhretperestlik damarı kendisine bu lanetli şöhreti hoş göstermiş diye darb-ı mesel olmuş.”[606]

-“Şöhretin gitti, ancak bir an kaldı…”[607]

-“Bazan riyaya, hubb-u câha bir arzu bulunuyor.”[608]

-“Şeytan-ı ins, şeytan-ı cinnîden aldığı derse binaen; hizb-ül Kur’anın fedakâr hâdimlerini hubb-u câh vasıtasıyla aldatmak ve o kudsî hizmetten ve o manevî ulvî cihaddan vazgeçirmek istiyorlar.”[609]

-“Ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’anda arkadaşlarım! Bu hubb-u câh cihetinden gelen dessas ehl-i dünyanın hafiyelerine veya ehl-i dalaletin propagandacılarına veya şeytanın şakirdlerine deyiniz ki: “Evvelâ rıza-yı İlahî ve iltifat-ı Rahmanî ve kabul-ü Rabbanî öyle bir makamdır ki; insanların teveccühü ve istihsanı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü; o teveccüh-ü rahmetin in’ikası ve gölgesi olmak cihetiyle makbuldür, yoksa arzu edilecek bir şey değildir.. çünki kabir kapısında söner, beş para etmez!”[610]

-“Hubb-u câh hissi eğer susturulmazsa ve izale edilmezse, yüzünü başka cihete çevirmek lâzımdır.”[611]

verdim; başına vurdum. İyi sarstı, fakat kendimi hubb-u câhtan kurtaramadığım için, o ikazım dahi onu uyandırmadı.

-“Dostlarımı hubb-u câh, tama’ ve havf ile aldatmak ve beni bazı isnadat ile çürütmek istiyorlar.”[612]

-“Eğer hubb-u câha talib enaniyeti yoksa, o halde mahkûm olmaz. Onun haddinden fazla davaları, şatahat sayılır. Onunla belki mes’ul olmaz. Eğer enaniyeti perde ardında hubb-u câha müteveccih ise; o zât enaniyete mağlub olup, şükrü bırakıp fahre girse, fahrden git gide gurura sukut eder. Ya divanelik derecesine sukut eder veyahut tarîk-ı haktan sapar.”[613]

-“Mezmum bir haslet olan hubb-u câh…”[614]

-“Ey kardeşlerim! Kur’an-ı Hakîm’in hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvvetin sırrı; şahsiyetini kardeşler içinde fâni onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek” olduğundan, mabeynimizde bu nevi hubb-u câhtan gelen rekabet tesir etmemek gerektir.”[615]

-“Kılınç hasma göre çekilir düsturuyla, sizin telaşsız ve ârâmsız sa’yiniz göz önünde iken cephemize hile tuzağı addedilen hubb-u câh ve sermaye-i dünya gibi çok cazibedar şeylerle bizi aldattıklarını bilmeliyiz.”[616]

-“İstanbulda malûm îtiraz hâdisesi îma ediyor ki, ileride meşrebini çok beğenen bâzı zatlar ve hodgâm bâzı sofî-ıneşreb ve nefs-i emmaresini tam öldürmiyen ve hubb-u câh vartasından kurtulmayan bâzı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risalet-ün-Nur ve şâkirdlerine karşı kendi meşreblerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle îtiraz edecekler. Belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hâdiselerin vukuunda bizlere i’tidal-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerekir.”[617]

TAKLİD VE TAHKİK

-“Bir tek şeyden her şeyi yapmak” yani bir topraktan bütün nebatat ve meyveleri yapmak; hem bir sudan bütün hayvanatı halketmek; hem basit bir yemekten bütün cihazat-ı hayvaniyeyi icad etmek; bununla beraber “Her şeyi bir tek şey yapmak” yani zîhayatın yediği gayet muhtelif-ül cins taamlardan o zîhayata bir lahm-ı mahsus yapmak, bir cild-i basit dokumak gibi san’atlar; Zât-ı Ehad-i Samed olan Sultan-ı Ezel ve Ebed’in sikke-i hâssasıdır, hâtem-i mahsusudur, taklid edilmez bir turrasıdır.”[618]

İnsanlık bazı şeyleri taklid etse bile,böyle bir şeyden her şeyi her şeyden de bir şeyi taklid kabul etmez bir olaydır.Tabiatta böyle taklidi imkânsız harika sanatlar mevcuttur.

-“Bak şu kâinat bostanına, şu zeminin bağına, şu semanın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne dikkat et!. Göreceksin ki, bir Sâni’-i Zülcelal’in, bir Fâtır-ı Zülcemal’in, o serilmiş ve serpilmiş masnuattan herbir masnu üstünde Hâlık-ı Küll-i Şey’e mahsus bir sikkesi ve herbir mahluku üstünde Sâni’-i Küll-i Şey’e has bir hâtemi ve kalem-i kudretin birer menşuru olan sahaif-i leyl ü nehar, yaz ve baharda yazılan tabakat-ı mevcudat üstünde taklid kabul etmez bir turra-i garrası vardır.”[619]

-“Şems-i Ezelî’nin tecelliyat-ı nuraniyesinden “ihya” yani “hayat vermek” cihetinde, herbir zîhayat üstünde öyle bir turrası vardır ki; faraza bütün esbab toplansa ve birer fâil-i muhtar kesilseler, yine o turrayı taklid edemezler. Zira herbiri birer mu’cize-i kudret olan zîhayatlar, herbiri o Şems-i Ezelî’nin şuaları hükmünde olan esmasının nokta-i mihrakıyesi suretindedir.

Evet, Kur’anda kâinat Sânii’nin pek ciddî ve hakikî ve ulvî ve hak olarak konuşması ve konuşturması görünüyor. Taklidi îma edecek hiçbir emare bulunmuyor. O söyler ve söylettirir. Farz-ı muhal olarak Müseylime gibi hadsiz derece haddinden çıkıp taklidkârane o izzet ve ceberut sahibi olan Hâlık-ı Zülcelalini kendi fikriyle konuşturup ve kâinatı onunla konuştursa, elbette binler taklid emareleri ve binler sahtekârlık alâmetleri bulunacaktır. Çünki en pest bir halinde en yüksek tavrı takınanların her haleti taklidciliğini gösterir.”[620]

Allah’ın sanatı taklid kabul etmediği gibi,konuşmaları olan Kur’an dahi taklid kabul etmez varlığının bir mührü ve imzasıdır.

-“Sanem-perestliği şiddetle Kur’an men’ettiği gibi, sanem-perestliğin bir nevi taklidi olan suret-perestliği de men’eder.”[621]

Suretperestlik bir kopyacılık ve kolay taklidciliktir.

-“Ey münkir! Hiçbir cihetle kabil-i taklid olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i Samediyeti hangi tezgâha havale edebilirsin?…”[622]

-“İman, yalnız icmalî bir tasdikten ibaret değildir. İmanın çok mertebeleri vardır. Taklidî bir iman, hususan bu zamandaki dalalet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî iman ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir.”[623]

Gerçek imanda da esas olan taklidi değil,aslı,hakikatı ve gerçek araştırılarak elde edilenidir.Taklidde kalıp hakikata ulaşamayan gülünç duruma düşüp,kaybedebilir.

-“Körü körüne taklid dahi, çok defa maskaralık olur.”[624]

Başkalarını taklid eden onlar gibi olur,onlar gibi yaşar ve inanır.

-“Ey bu vatan gençleri! Firenkleri taklide çalışmayınız! Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz? Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi i’dam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz!.. Çünki şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!..”[625]

Onların (Jöntürklerin) bir kısmı sizin gibi tahkiksiz, taklid ile İslâmiyetin zevahirini bilirler. Taklid ise, teşkikat ile yırtılır.”[626]

-“Taklid ise, ehemmiyetsizdir.”[627]

Tahkik hakikat olup,hakikat ehlinin hükmü de hak ve gerçektir.Risale-i Nur’un muhtelif bir çok yerinde hep o ehli tahkikin ittifakı esas alınmakta,onunla hüküm verilmektedir.[628]

-“Teyid için takrir, tahkik, tekrir lâzımdır.”[629]

-“Buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesabına idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat namına ve iman hesabınadır. Evet, tahkik öyle dedi. Hakikat ise diyor ki…”[630]

-“Şu Otuzüç Pencereli olan Otuzüçüncü Mektub, imanı olmayanı inşâallah imana getirir. İmanı zaîf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir.”[631]

-“Şimdi en mühim iş, taklidî imanı tahkikî imana çevirerek imanı kuvvetlendirmektir, imanı takviye etmektir, imanı kurtarmaktır. Herşeyden ziyade imanın esasatıyla meşgul olmak kat’î bir zaruret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet haline gelmiştir. Bu, Türkiye’de böyle olduğu gibi; umum İslâm dünyasında da böyledir.”[632]

Dünyaya gönderilişinde işte tek gayesi budur.

-“Tahkikî iman ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imanı elde eden bir kimsenin, iman ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da maruz kalsa, o kasırgalar bu iman kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imanı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi, bir vesvese veya şübheye düşürtemez.”[633]

-“Biz de tahkikî imanı ders vererek, imanı kuvvetlendirip insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur’an ve iman hakikatlarını câmi’ bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı kat’iyyetle lâzım ve elzem gördük.”[634]

-“Ey, bin seneden beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapan bir milletin torunları olan cengâver ruhlu kardeşlerim! Bu zamanın ve gelecek asırların Müslümanları ve bizler, Kur’an-ı Azîmüşşan’ın tefsiri olan öyle bir rehbere muhtacız ki; tahkikî iman dersleriyle, iman mertebelerinde terakki ve teâli ettirsin.

….Hem taarruz ve işkenceler ve ölüm ihtimalleri karşısında, tahkikî iman kuvvetinden gelen bir cesaretle, Kur’an ve İslâmiyet cephesinden asla çekilmeyen, “Ölürsem şehidim, kalırsam Kur’anın hizmetkârıyım” diyen ve yılgınlık haline düşmeyen sadık ve ihlaslı, yalnız Allah rızası için hizmet eden, Nur talebeleri gibi İslâmiyet hâdimleri yetiştirsin, böyle muazzez Müslümanlar meydana getirsin.”[635]

-“Tahkikî iman dersleriyle imanımızı kurtaran cihanbaha ve cihandeğer bir kıymette olan Risale-i Nur’u bütün ruh-u canımızla, bütün mevcudiyetimizle seviyor ve terkim ediyoruz.”[636]

-“Evet kardeşim, senin ile mahz-ı hakikat dersini müzakereye alışmışız. Hayalâtlara karşı kapısı açık olan rü’yaları, tahkikî bir surette mevzubahs etmek, tahkik mesleğine tam uygun gelmediğinden; o cüz’î hâdise-i nevmiye münasebetiyle, mevtin küçük bir kardeşi olan nevme ait ilmî ve düsturî olarak altı nükte-i hakikatı, âyât-ı Kur’aniyenin işaret ettiği vecihte beyan edeceğiz.”[637]

-“Nev’-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikata nüfuz etsin ve hakikatı hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesaili takliden kabul ederler. Hattâ kuvvetli bir hakikatı, zaîf bir adamın elinde zaîf görür ve kıymetsiz bir mes’eleyi, kıymetdar bir adamın elinde görse, kıymetdar telakki eder.”[638]

-“Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil, şehadettir, şuhuddur; taklid değil tahkiktir; iltizam değil, iz’andır; tasavvuf değil hakikattır; dava değil, dava içinde bürhandır.”[639]

-“Acaba bu yirmi sene zarfında iman-ı tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olmasaydı; bu dehşetli asırda, acib inkılab ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur’anını ve imanını dehşetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi?”[640]

-“İman-ı tahkikînin kuvvetiyle ve marifet-i Sânii netice veren masnuattaki tefekkür-ü imanîden gelen lemaat ile bir nevi huzur kazanıp, Hâlık-ı Rahîm’in hazır nâzır olduğunu düşünüp, ondan başkasının teveccühünü aramayarak; huzurunda başkalarına bakmak, meded aramak o huzurun edebine muhalif olduğunu düşünmek ile o riyadan kurtulup ihlası kazanır.”[641]

-“Risale-i Nur ve şakirdleri iman-ı tahkikî kuvvetiyle bu vatanın her tarafında o müdhiş ifsadı durduruyor ve kırıyor.”[642]

-“Üç vilayetin insaflı bir kısım zabıtaları demişler: “Nur talebeleri manevî bir zabıtadır. Asayişi muhafazada bize yardım ediyorlar. İman-ı tahkikî ile; Nur’u okuyan her adamın kafasında bir yasakçıyı bırakıyorlar, emniyeti temine çalışıyorlar.”[643]

-“Eğer dalaleti ve sefaheti bırakıp iman-ı tahkikî ve istikamet dairesine girsen iman nuruyla göreceksin ki; o geçmiş zaman-ı mazi madum ve herşeyi çürüten bir mezaristan değil…”[644]

-“Bir ehl-i keşf ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi (imanını)kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler.

O büyük davayı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmi bin adama o davanın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan iman-ı tahkikîyi eline veren ve Kur’an-ı Hakîm’in mu’cize-i maneviyesinden neş’et edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dava vekili bulunan Risale-i Nur’dur.”[645]

-“Manevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkikî kılıncıyla olacak.”[646]

-“İman-ı tahkikî dünyada dahi medar-ı saadettir.”[647]

-“Hususî vazifemiz de Kur’anın imanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip onları ve kendimizi i’dam-ı ebedîden ve daimî haps-i münferidden kurtarmaktır.”[648]

-“Nurların esası ve hedefi, iman-ı tahkikî ve hakikat-ı Kur’aniyedir.[649]

-“İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor. Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir.”[650]

T E N K İ D

-“Müstemi’in tenkide hakkı yoktur; beğendiğini alır, beğenmediğine ilişmez.”[651]

-“Tenkide kabiliyet-i tevessüü nisbeten, o taun da ediyor tevessü’ ve intişar. Telkini fenden almış, medeniyetten taklid.”[652]

-“Hürriyet, tenkid vermiş, gururundan dalalet çıkmış.”[653]

-“Onlar,(şeytan ve şeytan gibi olan insanlar) tenkid ve itirazlarıyla lemaat-ı i’caziyenin kapısını açtırttılar.”[654]

“Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Zeyneb’i tezevvücünü; eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaleti dahi medar-ı tenkid buluyorlar, nefsanî, şehevanî telakki ediyorlar.”[655]

-Tenkid:” Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak.Tenkid yapıcı veya yıkıcı olabilir. Tenkitten maksat, doğrunun ve yanlışın iyi niyetle ortaya konulması, hakikate ulaştıracak yolun ve imkânların gösterilmesidir. Sadece yanlışı söylemek, doğruyu göstermemek yıkıcı bir tenkiddir. Tenkid edenin, tenkid edeceği mesele hakkında bilgili olması gerekir. Tenkide his, ihtiras, menfaat, peşin hüküm araya girmemeli, tenkid konusunda Hz. Ali’nin (R.A.) şu sözünü unutmamalıdır: “Sen hakikatı insanla bilemezsin, önce hakikatı tanı, sonra ehlini de tanırsın.”[656]

Tenkid hak namına,hakikat hesabına ve doğruyu bulmak amacıyla olmalıdır.Madem tenkid altını gümüşten,kömürü bakırdan,iyiyi kötüden ayırmak içindir.O halde samimi olarak iyiyi bulmak amacıyla eşelenmelidir.Mü’min için hakikata basamak olan tenkid,şeytan için lanete vesile olmaktadır.İnişe ve menfiliklere sebeb olmaktadır.

-“İbn-i Cevzî gibi bazı muhakkikler tenkidde ifrat edip, bazı ehadîs-i sahihaya da mevzu’ demişler.”[657]

-“Kaderi tenkid eden başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.”[658]

-“Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalalet-i azîmedir.”[659]

-“Herkes, herşeyin hüsn-ü hakikîsini göremediği için, zahirî şerriyet ve noksaniyet cihetinde Hâlık-ı Zülcelal’e karşı itiraz etmemek ve rahmetini ittiham etmemek ve hikmetini tenkid etmemek ve haksız şekva etmemek için, zahirî bir vasıtayı perde ederek, tâ itiraz ve tenkid ve şekva, o perdelere gidip, Hâlık-ı Kerim ve Hakîm-i Mutlak’a teveccüh etmesin.”[660]

-“Senin üstünden geçen, kalbine gelen ve aklına görünen herbir nuru tenkid parmaklarıyla yoklama ve tereddüd eliyle tenkid etme!”[661]

-“Nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez.. belki birbirinin noksanını ikmal eder…”[662]

-“Merak, hastalığı ziyade ettiği gibi, hikmet-i İlahiyeyi ittiham ve rahmet-i İlahiyeyi tenkid ve Hâlık-ı Rahîminden şekva hükmünde olduğu için, aks-i maksadıyla tokat yer, hastalığını ziyadeleştirir.”[663]

-“Bütün akıllar faraza ittihad edip bir tek akıl olsa, o hakîmane idarenin künhüne yetişemez ve kusur bulup tenkid edemez.”[664]

-“Teşekki kaderi tenkid ve teşekkür kadere teslimdir.”[665]

-“Enaniyetten gelen hodfüruşluk ve tenkid…”[666]

Tenkidin kaynağı ya nefistir,ya da şeytandır.

-“Küllî bir haklı tenkidi hiç bir kanun suç saymaz.”[667]

-“Ölmüş gitmiş, hükûmetten alâkası kesilmiş ve inkılabdaki bazı kusurata sebeb olmuş bir reise, sarihan tenkid ve itiraz da olsa kanunen bir suç olamaz.”[668]

-“Kelâmların hasiyetlerini, kıymetlerini, meziyetlerini bilip altunlarını bakırından tefrik eden bütün ehl-i tahkikten, tedkikten, tenkidden, dost ve düşmanlar tarafından Kur’an-ı Kerim sure sure, âyet âyet, kelime kelime mihenk taşına vurularak, altundan maada bir bakır eseri görülmemiştir.”[669]

-“Sakın birbirinize tenkid kapısını açmayınız. Tenkid edilecek şeyler, kardeşlerinizden hariç dairelerde çok var.”[670]

-“Bazı ülema-üs sû’un tenkidine uğradığına müteessir olma. Zira yemişli ağaç taşlanır…”[671]

-“Ey hariçten ve uzaktan İslâmiyeti tenkid etmeye çalışan insafsızlar! Aldanmayın.. muhakeme edin.. nazar-ı sathî ile iktifa etmeyiniz…”[672]

-“Maksud ve mesâk-ı kelâmda olan muahaze ve tenkid mütekellime aittir.”[673]

-“En müdhiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura istinad eden tenkiddir. Tenkidi eğer insaf işletirse, hakikatı rendeçler. Eğer gurur istihdam etse tahrib eder, parçalar. O müdhişin en müdhişidir ki, akaid-i imaniyeye ve mesail-i diniyeye girse. Zira iman hem tasdik, hem iz’an, hem iltizam, hem teslim, hem manevî imtisaldir. Şu tenkid; imtisali, iltizamı, iz’anı kırar. Tasdikte de bîtaraf kalır. Şu zaman-ı tereddüd ve evhamda, iz’an ve iltizamı tenmiye ve takviye eden nuranî sıcak kalblerden çıkan müsbet efkârı ve müşevvik beyanatı, hüsn-ü zan ile temaşa etmek gerektir. “Bîtarafane muhakeme” dedikleri şey, muvakkat bir dinsizliktir. Yeniden mühtedi ve müşteri olan yapar.”[674]

-“Mukteza-yı beşeriyet olan, beyn-es selef cereyan eden tenkidat-ı rakibkârane veya hakperestaneyi, sofestaîcesine bir cerbeze ile, her birinin hakkında başkaların tenkidatını irae edip, eazım-ı ümmet hakkında hürmetsizlik ve emniyetsizliği telkin ederek, o vasıta ile ezhandaki İslâmiyetin kudsiyetini sarsıyor.”[675]

-“Hem de (Dar-ul Hikmetil İslamiyenin başarısızlığının bir sebebi olarak)tenkidleri çok keskinleşmiştir, karşısına çıkan fikir parçalanır, söner.

Ehakkı aramakla bazan hakkı da kaybeder. Hakta ittifak, ehakta ihtilaf olduğundan; bence çok defa hak, ehaktan ehaktır. Ehakkın müddet-i taharrisi zamanında, bâtılın vücuduna bir nevi müsamaha var. Yani bazan hasen, ahsenden ahsendir.”[676]

-S- Tenkidi nasıl görüyorsun? Hususan umûr-u diniyede.

C- Tenkidin saiki, ya nefretin teşeffisidir veya şefkatın tatminidir. Dostun veya düşmanın ayıbını görmek gibi…

Saik-i tenkid, aşk-ı hak ve arzu-yu tenzih-i hakikat olmalı. Selef-i sâlihînin tenkidleri gibi.[677]

-“Ey insafsız ve dikkatsiz ve imanı zaîf, felsefesi kavî, hodbîn, münekkid adam!”[678]

-“İbn-i Cevzî gibi şiddetli binler münekkidler çıkıp; bazı mülhidlerin veya fikirsiz veya hıfızsız veya nâdânların karıştırdıkları mevzu ehadîsi tefrik ettiler, gösterdiler.”[679]

İ L H A M

Kâinatta her şey ilhama mahzar olarak hareket etmektedir.Bu bazen kalbe doğan bir hakikat,bazen bir fısıltı,bazen akla açılan bir kapı,bazen bir sevki ilahidir.

İnsanın beş duyusundan ayrı olarak Bediüzzaman iki duyguyu daha keşfettiğini ifade eder;Sâika ve Şâika.[680] Sevk ve şevk duygusu…

Hayvanlar tabii bir duygu ile değil,sevki ilahi dediğimiz,ilahi bir proğram ve yönlendirme ile hareket ederler.

İlham ile ilgili olarak Bediüzzaman muhtelif yerlerde değişik açılardan şöyle değerlendirmektedir:

“Ma’kes-i vahy ve mazhar-ı ilham olan kalbden uzanan bir nisbet-i Rabbaniyedir ki, kalb o telefonun başıdır ve kulağı hükmündedir.”[681]

“Sair kelimat-ı İlahiye ise: Bir kısmı, has bir itibar ile ve cüz’î bir ünvan ve hususî bir ismin cüz’î tecellisi ile ve has bir rububiyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususî bir rahmet ile zahir olan kelâmdır. Hususiyet ve külliyet cihetinde dereceleri muhteliftir. Ekser ilhamat bu kısımdandır. Fakat derecatı çok mütefavittir. Meselâ en cüz’îsi ve basiti, hayvanatın ilhamatıdır. Sonra, avam-ı nâsın ilhamatıdır. Sonra, avam-ı melaikenin ilhamatıdır. Sonra, evliya ilhamatıdır. Sonra, melaike-i izam ilhamatıdır.”[682]

“Enbiyaya gelen vahyin ekseri melek vasıtasıyla olduğunu ve ilhamın ekseri vasıtasız olduğu..”[683]

“Şu sure kat’iyyen ifade ediyor ki: Küre-i Arz, hareket ve zelzelesinde vahy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor. Bazan da titriyor.”[684]

“…kanun-u tenasül, kanun-u müsabaka, kanun-u teavün gibi pek çok umumî kanunlar misillü, kanun-u mübarezenin dahi bir derece tamimini isterler… Kalb etrafındaki ilhamat ve vesveselerin mübarezelerinden tut, tâ sema âfâkında melaike ve şeytanların mübarezesine kadar o kanunun şümulünü iktiza eder.”[685]

“Bir gün şu âyetleri okurken İblis’in ilkaatına karşı Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden üç nükte ilham edildi.Vesvesenin sureti şudur…”[686]

“Hayvanat ve tuyurun çoğu insana müsahhar ve hizmetkâr olabilir. Nasılki en küçüklerinden bal arısı ve ipek böceğini istihdam edip ilham-ı İlahî ile azîm bir istifade yolunu açarak ve güvercinleri bazı işlerde istihdam ederek ve papağan misillü kuşları konuşturarak, medeniyet-i beşeriyenin mehasinine güzel şeyleri ilâve etmiştir. Öyle de, başka kuş ve hayvanların istidad dili bilinirse, çok taifeleri var ki; karındaşları hayvanat-ı ehliye gibi, birer mühim işde istihdam edilebilirler. Meselâ: Çekirge âfetinin istilâsına karşı; çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse, ne kadar faideli bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir. İşte kuşlardan şu nevi istifade ve teshiri ve telefon ve fonoğraf gibi camidatı konuşturmak ve tuyurdan istifade etmek; en münteha hududunu şu âyet çiziyor. En uzak hedefini tayin ediyor.”[687]

“Nasılki şeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarında mücaveretleri var ve füccar ve ebrarın karabetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez.”[688]

“İnsanın yirmi senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder, yani ona ilham olunur.”[689]

-Bunca nimetler insana,”Onun fakrı için ona ihsan edilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş.”[690]

“Ehl-i keşif ve ehl-i velayet olan muhaddisîn-i muhaddesûn ilhamlarıyla gelen bazı maânî, hadîs telakki edilmiş. Halbuki ilham-ı evliya -bazı arızalarla- hata olabilir. İşte bu neviden bir kısım hilaf-ı hakikat çıkabilir.”[691]

“Onların nezaretleri sırf Cenab-ı Hakk’ın hesabıyladır ve onun namıyla ve kuvvetiyle ve emriyledir. Belki nezaretleri, yalnız rububiyetin tecelliyatını, memur olduğu nevide müşahede etmek ve kudret ve rahmetin cilvelerini o nevide mütalaa etmek ve evamir-i İlahiyeyi o nev’e bir nevi ilham etmek ve o nev’in ef’al-i ihtiyariyesini bir nevi tanzim etmekten ibarettir.”[692]

“İhtiyar sahibi olanların içinde, arı emsali gibi vahy ve ilham ile tenevvür edenlerin amelleri, cüz’-i ihtiyarîsine itimad edenlerin amellerinden daha mükemmeldir.”[693]

“Şahs-ı Âdem’e talim-i esma ünvanıyla nev-i benî-Âdeme ilham olunan bütün ulûm ve fünunun talimini ifade eder…”[694]

“Bütün ehl-i edyan “melek-ül cibal, melek-ül bihar, melek-ül emtar” gibi her nev’e göre birer melek-i müekkel, vahyin ilhamı ve irşadı ile bulunduğunu kabul ederek o namlarla tesmiye ediyorlar.”[695]

“Hem nasıl bütün kalblere, insan ise her nevi ulûm ve hakikatları bildiren, hayvan ise her nevi hacetlerinin tedarikini öğreten bütün ilhamat-ı gaybiye, bir Rabb-ı Rahîm’in vücudunu ihsas eder ve rububiyetine işaret eder.”[696]

“Kalb ile vicdan, mahall-i iman. Hads ile ilham, delil-i iman.”[697]

“Ruhanî ilhamlar..”[698]

“Vahy-i zımnî”dir. Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a aittir. O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde, Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder veyahut kendi ferasetiyle beyan eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilât ve tasviratı, ya vazife-i risalet noktasında ulvî kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder.”[699]

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın ecdadından olan Kâ’b İbn-i Lüeyy, nübüvvet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) ilham eseri olarak şöyle ilân etmiş: Yani,“Füc’eten,Muhammedü’n-Nebi gelecek,doğru haberleri verecek.”[700]

“İlham-ı Rabbanî ile gaibden haber veren bu ârifler…”[701]

“Kur’anın, müteaddid yapraklar arkasında birbirine bakar çok cümleleri var ki, manidar bir surette birbirine bakar. İşte tertib-i Kur’an irşad-ı Nebevî ile, münteşir ve matbu’ Kur’anlar da ilham-ı İlahî ile olduğu…”[702]

“Hâşâ sevk-i tabiî değil, belki bir nevi ilham-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i İlahî sevkediyor. Meselâ: Kedi gibi bazı hayvan; gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.”[703]

“Hem rûy-i zeminin sıhhiye memurları hükmünde ve bedevi hayvanatın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kartal gibi âkilüllahm kuşlara bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kabl-el vuku ilhamıyla ve o saika-i İlahî ile bildirilir ve bulurlar.”[704]

“En tehlikeli bir hata şudur ki; kalbine ilhamî bir tarzda gelen cüz’î manaları “Kelâmullah” tahayyül edip, âyet tabir etmeleridir. Ve onunla, vahyin mertebe-i ulya-yı akdesine bir hürmetsizlik gelir. Evet bal arısının ve hayvanatın ilhamatından tut, tâ avam-ı nâsın ve havass-ı beşeriyenin ilhamatına kadar ve avam-ı melaikenin ilhamatından, tâ havass-ı kerrûbiyyunun ilhamatına kadar bütün ilhamat, bir nevi kelimat-ı Rabbaniyedir. Fakat mazharların ve makamların kabiliyetine göre kelâm-ı Rabbanî; yetmiş bin perdede telemmu’ eden ayrı ayrı cilve-i hitab-ı Rabbanîdir.”[705]

“Amma vahiy ve kelâmullahın ism-i hassı ve onun en bahir misal-i müşahhası olan Kur’anın necimlerine ism-i has olan “âyet” namı öyle ilhamata verilmesi, hata-yı mahzdır. Onikinci ve Yirmibeşinci ve Otuzbirinci Sözlerde beyan ve isbat edildiği gibi, elimizdeki boyalı âyinede görünen küçük ve sönük ve perdeli Güneşin misali, semadaki Güneşe ne nisbeti varsa; öyle de o müddeilerin kalbindeki ilham dahi, doğrudan doğruya kelâm-ı İlahî olan Kur’an Güneşinin âyetlerine nisbeti, o derecededir. Evet herbir âyinede görünen güneşin misalleri, güneşindir ve onunla münasebetdardır denilse, haktır; fakat o Güneşçiklerin âyinesine Küre-i Arz takılmaz ve onun cazibesiyle bağlanmaz!”[706]

“Sadık ilhamlar, gerçi bir cihette vahye benzerler ve bir nevi mükâleme-i Rabbaniyedir, fakat iki fark vardır:

Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekseri melaike vasıtasıyla ve ilhamın ekseri vasıtasız olmasıdır.

İkinci fark: Vahiy gölgesizdir, safidir, havassa hastır. İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumîdir. Melaike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi çeşit çeşit hem pekçok enva’larıyla denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbaniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor.”[707]

“Ağır beliyyelere ve şiddetli hallere düşen mahlukatlarının istimdadlarına ve feryadlarına ve tazarruatlarına fiilen imdad ettiği gibi, bir nevi konuşması hükmünde olan ilhamî kaviller ile de imdada yetişmesi, rububiyetin lâzımıdır.”[708]

“Kelâm sıfatı, vahiyler ve ilhamlar ile Zât-ı Akdes’i tanıttırır…”[709]

“Vahy ve ilhamlar gibi bütün tereşşuhat-ı gaybiye ve tezahürat-ı maneviye..”[710]

“Evet herkes bizzât gaybı bilmez. Fakat i’lam ve ilham-ı İlahî ile bilinebilir ki, bütün mu’cizat ve keramat ona dayanır.”[711]

“Hasan Feyzi’nin bir mektubu vardır. Hülâsası: “Ey Risale-i Nur! Senin, hakkın dili ve Hakk’ın ilhamı olup onun izni ile yazıldığına şübhe yok.”[712]

“Evet camid kalbleri aşk u şevkle ihya eden, sönmüş olan ruhları şen ve şâd eden, şâirlere sermaye olarak şâirane teşbihleri, temsilleri, üslûbları ilham eden; sular ile hadravat ve nebatattır.”[713]

“Evet şu terakkiyat-ı hazıra tamamıyla dinlerden alınan işaretlerden, vecizelerden hasıl olan ilhamlar üzerine vücuda gelmişlerdir.”[714]

“Tecrübeler sayesinde ve telahuk-u efkâr ile husule gelen terakkiyat-ı tıbbiye, Hazret-i İsa’nın (A.S.) mu’cizesinin ilhamatındandır.”[715]

“Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) dini ise, akıl kaidelerinin ilhamlarına tamamıyla muvafıktır. …Müslümanların ilham kaynağı ve en kuvvetli ilticagâhı Kur’an olmuştur.”[716]

“Takdis ederiz o zâtı ki, bu sineğe nezafeti ilhamen öğretir, bana da üstad yapar. Ben de onun ile nefsimi ikna ve ilzam ederim.”[717]

“Akıl ta’til-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sânii unutamaz. Kendi nefsini inkâr etse de; onu görür, onu düşünür, ona müteveccihtir. Hads ki, şimşek gibi sür’at-i intikaldir, daima onu tahrik eder. Hadsin muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. “[718]

“Ruhum bir mürşid-i ekmel taharri ederdi. Aramak üzere iken bana ilham olundu ki; “Mürşidi sen uzakta arıyorsun, pek yakınında bulunan Bediüzzaman vardır. O zâtın Risale-i Nur’u müceddid hükmündedir. Hem aktabdır, hem Zülkarneyn’dir, hem âhirzamanda gelecek İsa Aleyhisselâm’ın vekilidir; yani müjdecisidir.” denildi.”[719]

“Büyük İkbal’in heyecanlı şiirlerinden aldığım coşkun bir ilham neş’esi ile vaktiyle yazdığım “Mücahid” ünvanını taşıyan bir manzumede, aşağıdaki mısraları okuyanlardan, belki şâirane bir mübalâğada bulunduğumu söyliyenler olmuştur.”[720]

“Rabbimden iner azmine kuvvet veren ilham…”[721]

“Doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhamı,

Asrın idrâkine söyletmeliyiz islâmı.”[722]

“Mülhem keşşaflar…”[723]

“Müslümanların Kur’ana hürmetleri daima tezayüd etmektedir. İslâm muharrirleri, Kur’an âyetlerini iktibas ile yazılarını süslerler ve o yazılar o âyetlerden mülhem olurlar.”[724]

Özetle:Asrın dahisi ve görevlisi olan Bediüzzaman Bürhanlarla,belli bir proğram çerçevesinde,kendi sorumlu olduğu asrı ve devresinde İman ve islamın mahiyetlerini ortaya koyarak,muarızlarına karşı,menba-ı Kur’an olan,mayası İslam olan,en büyük kerameti istikamet olan;ihlas,sebat,sadakat,uhuvvet,tesanüd içerisinde,gayesine doğru yürümüş ve galebe etmiştir.

İbareleri kendine has bir hususiyet taşımış,imanın erkânlarını müdafaa uğrunda,Risale-i Nurlarla imana vesile olmak üzere avukat gibi savunmada bulunmuştur.

Mehmet ÖZÇELİK

22-6-2003

[1] Şualar.698.

[2] Kastamonu Lahikası.60.

[3] Kastamonu Lahikası.97.

[4] Kastamonu Lahikası.122.

[5] Şualar.675-678.

[6] Barla Lahikası.8.

[7] Mektubat.34.

[8] İşarat-ül İcaz.227.

[9] İşarat-ül İcaz.228.

[10] Şualar.179.

[11] Tarihçe-i Hayat.542.

[12] Sözler.765.

[13] Lemalar.163.

[14] Şualar.319.

[15] Kastamonu Lahikası.259, Tarihçe-i Hayat.314.

[16] Emirdağ Lahikası.1/67.

[17] Emirdağ Lahikası.2/188.

[18] Tarihçe-i Hayat.28.

[19] Tarihçe-i Hayat.474.

[20] Mektubat.196.

[21] Lemalar.200.

[22] Tarihçe-i Hayat.285.

[23] Sözler.765.

[24] Emirdağ Lahikası.1/139.

[25] Sözler.409.

[26] Mektubat.412.

[27] Mektubat.428.

[28] Şualar.314.

[29] Şualar.322.

[30] Şualar.398.

[31] Şualar.489.

[32] Şualar.539.

[33] Kastamonu Lahikası.184.

[34] Kastamonu Lahikası.184.

[35] Kastamonu Lahikası.185.

[36] Kastamonu Lahikası.196.

[37] Kastamonu Lahikası.197.

[38] Emirdağ Lahikası.1/43.

[39] Emirdağ Lahikası.1/109.

[40] Emirdağ Lahikası.1/125.

[41] Mektubat.465.

[42] Mektubat.482.

[43] Kastamonu Lahikası.11-12.

[44] Kastamonu Lahikası.215.

[45] Emirdağ Lahikası.1/70-71.

[46] Barla Lahikası.7.

[47] Sözler.764.

[48] Sözler.750.

[49] Mektubat.356.

[50] Mektubat.426.

[51] Mektubat.482.

[52] Şualar.349.

[53] Şualar.393.

[54] Kastamonu Lahikası.24.

[55] Emirdağ Lahikası.1/266.

[56] Sözler.694.

[57] Sözler.165.

[58] Lemalar.161.

[59] Lemalar.167.

[60] Şualar.442.

[61] Şualar.444.

[62] Kastamonu Lahikası.113.

[63] Emirdağ Lahikası.1/70.

[64] Emirdağ Lahikası.2/186.

[65] Barla Lahikası.143.

[66] Şualar.365.

[67] Sözler.148.

[68] Mektubat.368.

[69] Mektubat.465.

[70] Mektubat.482.

[71] Lemalar.265.

[72] Şualar.554.

[73] Şualar.575.

[74] Şualar.645.

[75] Şualar.747.

[76] Kastamonu Lahikası.11.

[77] Şualar.482.

[78] Kastamonu Lahikası.11.

[79] Emirdağ Lahikası.2/80.

[80] Fatiha.7.

[81] Şualar.618.

[82] Sözler.755.

[83] Sözler.758.

[84] Sözler.760.

[85] Sözler.769.

[86] Sözler.772.

[87] Lemalar.204.

[88] Lemalar.262.

[89] Lemalar.340.Haşiye.1.

[90] Şualar.5.

[91] Şualar.279.

[92] Şualar.444.

[93] Şualar.444.

[94] Şualar.486.

[95] Şualar.545.

[96] Şualar.546.

[97] Barla Lahikası.142.

[98] Barla Lahikası.308.

[99] Kastamonu Lahikası.239.

[100] Barla Lahikası.146.

[101] Barla Lahikası.166.

[102] Emirdağ Lahikası.2/152.

[103] Sözler.365.

[104] Şualar.332.

[105] Şualar.318.

[106] Barla Lahikası.332.

[107] Sözler.772.

[108] Şualar.196.Haşiye.1.

[109] Emirdağ Lahikası.1/207.

[110] Emirdağ Lahikası.1/273.

[111] Emirdağ Lahikası.1/287.

[112] Emirdağ Lahikası.2/26.

[113] Şualar.675.

[114] Sözler.768.

[115] Lemalar.41.

[116] Lemalar.259.

[117] Lemalar.260.

[118] Lemalar.380.

[119] Şualar.286.

[120] Şualar.290

[121] Şualar.309.

[122] Şualar.325.

[123] Şualar.350.

[124] Şualar.485.

[125] Lemalar.164.

[126] Lemalar.261.

[127] Şualar.329.

[128] Kastamonu Lahikası.135.

[129] Tarihçe-i Hayat.319.

[130] Kastamonu Lahikası.131.

[131] Emirdağ Lahikası.2/229.

[132] Sözler.93.

[133] Şualar.81.

[134] Şualar.321.

[135] Barla Lahikası.144.

[136] Ebu Davud, Sünne, 8: Tirmizî, Fiten, 49.

[137] Tevbe.90,Fethin son ayeti.

[138] Âl-i İmrân, 3/144.

[139] İbn Hişâm, es-Sire, IV, 335; Taberî, Târih, III, 197,198.

[140] İbn Hişâm, es-Sire, IV, 340-341; Taberî, Târih, III, 203.

[141] Sözler.259.

[142] Sözler.711.

[143] Mektubat.54.

[144] Mektubat.54.

[145] Mektubat.54.

[146] Mektubat.99.

[147] Mektubat.100.

[148] Mektubat 102-3,Şualar 431, 506.

[149] Mektubat.103.

[150] Mektubat.132.

[151] Mektubat.445-446.

[152] Mektubat.473.

[153] Lemalar.22.

[154] Lemalar.24.

[155] Lemalar 25,31,34-35,37.

[156] Lemalar 228,Şualar 428,431.

[157] Şualar 401,589-590.

[158] Şualar.441.

[159] Şualar.442.

[160] Şualar 442,Emirdağ Lâhikası-1 267.

[161] Şualar.585.

[162] Mesnevî-i Nuriye 101-102.

[163] Emirdağ Lâhikası-1 70.

[164]Emirdağ Lâhikası-1 72.

[165] Emirdağ Lâhikası-1 266.

[166] Emirdağ Lâhikası-1 266.

[167] Divan-ı Harbi örfi.30-31.

[168] Münazarat.40.

[169]Sünuhat-Tuluat-İşarat 31.

[170] Sünuhat-Tuluat-İşarat 33.

[171] Sözler.179.

[172] Sözler.256.

[173] Nisa.69.

[174] Lemalar.37.

[175] Tarihçe-i Hayat.64.

[176] Nur Çeşmesi.91.

[177] Sözler 77,İşarat-ül İcaz.199-211,231.

[178] Sözler.78.

[179] Sözler.87.

[180] Sözler 246,262,320, 420.

[181] Sözler.457.

[182] Sözler.257.

[183] Sözler.330.

[184] Mesnevi-i Nuriye.114.

[185] Mesnevi-i Nuriye.114.

[186] Şualar.319.

[187] Barla Lâhikası 144.

[188]Barla Lâhikası 147.

[189] Barla Lâhikası 146.

[190] Mektubat.47,74.

[191] Mektubat.65.

[192] Mektubat.131.

[193] Mektubat.269.

[194] Mektubat.270.

[195] Mektubat.413.

[196] Mektubat.450.

[197] Mektubat.451.

[198] Mektubat.456.

[199] Lemalar.133.

[200] Lemalar.146.

[201] Lemalar.146.

[202] Lemalar 149 *Haşiye 1.

[203] Lemalar.150.

[204] Lemalar 150 *Haşiye 1.

[205] Lemalar.151.

[206] Lemalar.152.

[207] Lemalar.152.

[208] Lemalar.153.

[209] Lemalar.153.

[210] Lemalar.155.

[211] Lemalar.156.

[212] Lemalar.156.

[213] Lemalar.157.

[214] Lemalar.159.

[215] Lemalar.159.

[216] Mâide.44.

[217] Lemalar.160.

[218] Lemalar.160.

[219] Lemalar.161.

[220] Lemalar.161.

[221] Lemalar 161 *Haşiye 1.

[222] Haşr.9.

[223] Lemalar.162.

[224] Lemalar.162.

[225] Lemalar.163.

[226] Lemalar.163.

[227] Lemalar.164.

[228] Lemalar.165.

[229] Lemalar.165.

[230] Lemalar.165.

[231] Lemalar.166.

[232] Lemalar.175.

[233] Lemalar.201.

[234] Lemalar.231.

[235] Lemalar.246.

[236] Şualar.296.

[237] Şualar.302.

[238] Şualar.330.

[239] Şualar.362.

[240] Şualar.494.

[241] İşarat-ül İ’caz 41.

[242] İşarat-ül İ’caz.85.

[243] İşarat-ül İ’caz.93.

[244] İşarat-ül İ’caz.99,Mesnevi-i Nuriye.171.

[245] Mesnevî-i Nuriye 70.

[246] Mesnevî-i Nuriye.117.

[247] Kastamonu Lahikası.94.

[248] Kastamonu Lahikası.96.

[249] Kastamonu Lahikası.102-103.

[250] Kastamonu Lahikası.149.

[251] Kastamonu Lahikası.152.

[252] Kastamonu Lahikası.242.

[253] Kastamonu Lahikası.246.

[254] Kastamonu Lahikası.248.

[255] Emirdağ Lahikası.1/86.

[256] Emirdağ Lahikası.1/201.

[257] Emirdağ Lahikası.1/212.

[258] Emirdağ Lahikası.2/55-56.

[259] Emirdağ Lahikası.2/170.

[260] Emirdağ Lahikası.2/170.

[261] Emirdağ Lahikası.2/246.

[262] Tarihçe-i Hayat.728.

[263] Nur Çeşmesi.36.

[264] Mektubat.415.

[265] Lemalar.105,439.

[266] Şualar.312.

[267] Şualar.487.

[268] Şualar.491,530.

[269] Şualar.531.

[270] Mesnevi-i Nuriye.214.

[271] Kastamonu Lahikası.6.

[272] Kastamonu Lahikası.7,9.

[273] Kastamonu Lahikası.152,207,235,240,248,249.

[274] Emirdağ lahikası.1/80,83,108,109,144.

[275] Emirdağ lahikası.1/159,192.

[276] Emirdağ lahikası.1/108.

[277] Sözler.39,74,82,83,123,126,765,Mektubat.7.ölüm.

[278] Sözler.75.Haşiye.1,671,739.tef.

[279] Sözler.144,208,739,Mektubat.169,192,194,217,218,Muh.

[280] Sözler.242.

[281] Sözler.274.

[282] Sözler.317,Mektubat.512,İşarat-ül İcaz.43.

[283] Sözler.368.

[284] Sözler.390,412,603,Şualar.497,622.

[285] Sözler.623,Mektubat.399.

[286] Sözler.705.

[287] Sözler.722,Lemalar.138.

[288] Sözler.734.

[289] Mektubat.70.

[290] Mektubat.113,114,116

[291] Mektubat.152.

[292] Mektubat.164,365.

[293] Mektubat.364.

[294] Mektubat.400.

[295] Mektubat.498.

[296] Lemalar.74.

[297] Lemalar.122.

[298] Lemalar.188.

[299] Şualar.266.

[300] Sözler.9,70,Lemalar.237.

[301] Sözler.101.

[302] Sözler.198.

[303] Sözler.199.

[304] Sözler.283,303,316.

[305] Sözler 532,Mektubat.10,17,İşarat-ül İ’caz 64,141.

[306] Sözler.621,628.

[307] Sözler.629-630.

[308] Sözler.636.

[309] İşarat-ül İ’caz 220,172.

[310] Mesnevî-i Nuriye 123,215.

[311] Mesnevî-i Nuriye 186,211,Barla Lahikası.167.

[312] En’am.103,Yusuf.100,Hac.63,Lokman.16,Şura.19,Mülk.14,Ahzab.34.

[313] Sözler.38.

[314] Sözler.367.

[315] Sözler.561.

[316] Sözler.641.

[317] İşaratül icaz.182.

[318] Barla Lahikası.70.

[319] Tarihçe-i Hayat.10.

[320] Tarihçe-i Hayat.22.

[321] Tarihçe-i Hayat.25.

[322] En’am.79,Âl-i İmran.20.

[323] Bakara.115.

[324] Ra’d.22,Rum.38-39,Rahman.27,İnsan.9,Leyl.20,Bakara.144,149-150,Kasas.88,Lokman.22,

[325] Sözler.195.

[326] Sözler.270.

[327] Sözler.299.

[328] Sözler.318,339.

[329] Sözler.362.

[330] Sözler.541.

[331] Sözler.563.

[332] Fatiha.5.

[333] Sözler.618.

[334] Mektubat.65.

[335] Mektubat.225.

[336] Mektubat.247.

[337] Mektubat.248.

[338] Mektubat.319.

[339] Mektubat.402.

[340] Mektubat.413.

[341] Mektubat.413.

[342] Mektubat.444.

[343] Mektubat.450.

[344] Mektubat.450.

[345] Mektubat.455.

[346] Lemalar.10.

[347] Lemalar.52.

[348] Lemalar.74.

[349] Lemalar.106.

[350] Lemalar.114.

[351] Lemalar.129.

[352] Lemalar.146.

[353] Lemalar.149.Haşiye.1.

[354] Lemalar.162.

[355] Lemalar.163.

[356] Lemalar.165.

[357] Lemalar.172.

[358] Lemalar.173.

[359] Lemalar.343.

[360] Lemalar.343.

[361] Şualar.663.

[362] İşarat-ül İ’caz 75.

[363] İşarat-ül İ’caz 84.

[364] Mesnevî-i Nuriye 15.

[365] Mesnevî-i Nuriye.99.

[366] Mesnevî-i Nuriye.215.

[367] Mesnevî-i Nuriye.243.

[368] Barla Lâhikası 93 *Haşiye 1.

[369]Barla Lâhikası 251-252.

[370] Emirdağ Lâhikası-1 126.

[371] Emirdağ Lâhikası-1 128.

[372] Muhakemat 154.

[373] Hutbe-i Şamiye 94.

[374] Münazarat.71.

[375] Sözler.10.

[376] Sözler.138.

[377] Sözler.199.

[378] Sözler.240.

[379] Sözler.273.

[380] Sözler.312.

[381] Sözler.364.

[382] Sözler.422.

[383] Sözler.481.

[384] Sözler.491-492.

[385] Sözler.529.

[386] Sözler.614.

[387] Mektubat.14.

[388] Mektubat.33.

[389] Mektubat.228.

[390] Mektubat.246.

[391] Mektubat.250.

[392] Mektubat.286.

[393] Mektubat.287.

[394] Mektubat.320.

[395] Mektubat.344.

[396] Mektubat.353.

[397] Mektubat.364.

[398] Mektubat.447.

[399] Lemalar.17.

[400] Lemalar.18.

[401] Lemalar.190.

[402] Şualar.566.

[403] İşarat-ül İ’caz 13.

[404] İşarat-ül İ’caz 228.

[405] Mesnevî-i Nuriye 29.

[406] Mesnevî-i Nuriye 255.

[407] Sikke-i Tasdik-i Gaybî 258.

[408] Tarihçe-i Hayat.59.

[409] Tarihçe-i Hayat.157.

[410] Muhakemat.86.

[411] Muhakemat.167.

[412] Sünuhat-Tuluat-İşarat 17.

[413] Sözler 154, 437, 713.

[414] Sözler.265.

[415] Sözler.288.Haşiye.1,Kastamonu Lahikası.22.

[416] Sözler.327.

[417] Sözler.408,345,712.

[418] Sözler.409-411,727,Mektubat.40.

[419] Sözler.409.

[420] Sözler.411.

[421] Sözler.412,713.

[422] Sözler.481.

[423] Sözler.712.

[424] Sözler.712.

[425] Sözler.712.

[426] Sözler.713.

[427] Sözler.713.

[428] Sözler.714-715.

[429] Mektubat.58.

[430] Mektubat.69.

[431] Mektubat.70.

[432] Mektubat.300.

[433] Mektubat.420.

[434] Mektubat.473-474.

[435] Mektubat.477.

[436] Lemalar.115.

[437] Lemalar.115.

[438] Lemalar.120.

[439] Lemalar.122-123.

[440] Lemalar.391.

[441] Lemalar.409.

[442] Şualar.287.

[443] Şualar.292.

[444] Şualar.302.

[445] Şualar.340.

[446] Şualar.394.

[447] Şualar.564.

[448] Şualar.588.

[449] Şualar.756.

[450] Mesnevî-i Nuriye 26.

[451] Mesnevî-i Nuriye 123.

[452] İşarat-ül İ’caz 221.

[453] İşarat-ül İ’caz 221.

[454] Mesnevî-i Nuriye 53.

[455] Mesnevî-i Nuriye 100.

[456] Mesnevî-i Nuriye 100-101.

[457] Mesnevî-i Nuriye 188.

[458] Mesnevî-i Nuriye 265.

[459] Kasas.78.

[460] Kastamonu Lâhikası 16.

[461] Kastamonu Lâhikası.19.

[462] Kastamonu Lahikası.19-20.

[463] Emirdağ Lahikası.1/58,218.

[464] Emirdağ Lahikası.1/219.

[465] Emirdağ Lahikası.2/99.

[466] Emirdağ Lahikası.2/100.

[467] Emirdağ Lahikası.2/224.

[468] Emirdağ Lahikası.2/242.

[469] Sikke-i Tasdik-i Gaybî 45.

[470] Sikke-i Tasdik-i Gaybî 55.

[471] Sikke-i Tasdik-i Gaybî 56.Haşiye.1.

[472] Tarihçe-i Hayat 55.

[473] Tarihçe-i Hayat 74.

[474] Tarihçe-i Hayat 77.

[475] Tarihçe-i Hayat 78.

[476] Tarihçe-i Hayat 82.

[477] Tarihçe-i Hayat.93-94.

[478] Tarihçe-i Hayat.94.

[479] Tarihçe-i Hayat.94.

[480] Tarihçe-i Hayat.131.

[481] Tarihçe-i Hayat.131.Haşiye.1.

[482] Tarihçe-i Hayat.132.

[483] Tarihçe-i Hayat.132.

[484] Tarihçe-i Hayat.132.

[485] Tarihçe-i Hayat.132-133.

[486] Muhakemat.43.

[487] Muhakemat.44.

[488] Divan-ı Harb-i Örfî 72.

[489] Divan-ı Harb-i Örfî 74.

[490] Divan-ı Harb-i Örfî 78.

[491] Divan-ı Harb-i Örfî 80.

[492] Hutbe-i Şamiye 24.

[493] Hutbe-i Şamiye 119.

[494] Münazarat 29.

[495] Münazarat 33.

[496] Nur Çeşmesi 151.

[497] Nur Çeşmesi 153.

[498] Sünuhat-Tuluat-İşarat 24.

[499] Sünuhat-Tuluat-İşarat 36.

[500] Mecmuat-ün minet-Tefasir.Arapça.Kâdı Beyzavi.3/78.

[501] Tevbe.107-110.

[502] Beyzavi-İbni Abbas-Tahrim-9.

[503] Sözler.344.

[504] Sözler.765.

[505] Mektubat.56.

[506] Mektubat.262.

[507] Mektubat.264.

[508] Mektubat.270.

[509] Lemalar.104.

[510] Lemalar.149.

[511] İşarat-ül İ’caz 6.

[512] Kastamonu Lahikası.208.

[513] Kastamonu Lahikası.223.

[514] Kastamonu Lahikası.235.

[515] Tarihçe-i Hayat.75.

[516] Tarihçe-i Hayat.96.

[517] Tarihçe-i Hayat.497.

[518] Hutbe-i Şamiye.90.

[519] Sözler.190.

[520] Sözler.342.

[521] Sözler.386.

[522] Sözler.389.

[523] Mektubat.27.

[524] Mektubat.76.

[525] Mektubat.131.

[526] Mektubat.159.

[527] Ahzab.40.

[528] Ahzab.37.

[529] Mektubat.486.

[530] Lemalar.80-81.

[531] Lemalar.262.

[532] Şualar.302.

[533] Şualar.318-319.

[534] Şualar.436.

[535] Şualar.511.

[536] Şualar.732.

[537] İşarat-ül İ’caz 82.

[538] İşarat-ül İ’caz 92.

[539] Barla Lahikası.228-229.

[540] Kastamonu Lahikası.9.

[541] Kastamonu Lahikası.75.

[542] Kastamonu Lahikası.126.

[543] Emirdağ Lâhikası-1/78-79.

[544] Emirdağ Lâhikası-1 /80.

[545] Emirdağ Lâhikası-1 148.

[546] Emirdağ Lâhikası-1/204-205.

[547] Sikke-i Tasdik-i Gaybî 144.

[548] Tarihçe-i Hayat 96 *Haşiye 1.

[549] Tarihçe-i Hayat 416.

[550] Tarihçe-i Hayat 577. *Haşiye 1.

[551] Sözler.21.

[552] Sözler.272.

[553] Sözler.273.

[554] Sözler.349.

[555] Sözler.361.

[556] Sözler.361.

[557] Sözler.386.

[558] Sözler.387.

[559] Sözler.723.

[560] Mektubat.265.

[561] Mesnevi-i Nuriye.51.

[562] Mesnevi-i Nuriye.70,261.

[563] Mesnevi-i Nuriye.70.

[564] Mesnevi-i Nuriye.70.

[565] Mesnevi-i Nuriye.201.

[566] Barla Lahikası.14.

[567] Barla Lahikası.32.

[568] Barla Lahikası.252.

[569] Hutbe-i Şamiye 142.

[570] Sözler.142,756,758,769,Mektubat.372,426,Lemalar.161,167,Şualar.297,318,398, 434,444, 493,8,Barla Lâhikası 22,143 *Haşiye 1,372,Kastamonu Lâhikası 16,99,101,113,130,130,Emirdağ Lâhikası-1 49,73,107,208,212,Emirdağ Lâhikası-2 200,Tarihçe-i Hayat 163.

[571] Sözler.165.

[572] Sözler.235,259,512.

[573] Sözler.344,347, Şualar 442,Emirdağ Lâhikası-1 265,Emirdağ Lâhikası-2 152.

[574] Sözler.381.

[575] Sözler.494,Mektubat.96.

[576] Sözler.568,616.

[577] Mektubat.6,57-58.

[578] Mektubat.56,Şualar.303

[579] Lemalar.23,25.

[580] Lemalar.115,151,Şualar.198,586,Emirdağ Lâhikası-2 133.

[581] Lemalar.153.

[582] Şualar 582,Mesnevî-i Nuriye 102,Kastamonu Lâhikası 6,55,143,196,Münazarat 40,Sünuhat-Tuluat-İşarat 33.

[583] İşarat-ül İ’caz 8.

[584] İşarat-ül İ’caz 109,Emirdağ Lâhikası-1 277,Münazarat 56.

[585] Tarihçe-i Hayat 93,165,Hutbe-i Şamiye 33.

[586] Mektubat.48.

[587] Mektubat.412.

[588] Lemalar.86.

[589] Lemalar.149.Haşiye.1.

[590] Lemalar.162.

[591] Lemalar.165.

[592] Lemalar.201.

[593] Lemalar.232.

[594] Şualar.442.

[595] Mesnevi-i Nuriye.188,265.

[596] Kastamonu Lahikası.146.

[597] Emirdağ Lahikası.1/75,Tarihçe-i Hayat.489.

[598] Emirdağ Lahikası.1/85.

[599] Emirdağ Lahikası.1/166.

[600] Emirdağ Lahikası.1/244.

[601] Emirdağ Lahikası.2/246.

[602] Sözler.230.

[603] Sözler.716.

[604] Sözler.716,Mektubat.473.

[605] Sözler.760.

[606] Lemalar.86.

[607] Mesnevi-i Nuriye.96,Muhakemat.23.

[608] Mektubat.320.

[609] Mektubat.412.

[610] Mektubat.413.

[611] Mektubat.413,414-415.

[612] Mektubat.419.

[613] Mektubat.447.

[614] Lemalar.152.

[615] Lemalar.165-166.

[616] Barla Lahikası.110.

[617] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.196.

[618] Sözler.38.

[619] Sözler.294,296.

[620] Sözler.404.

[621] Sözler.410.

[622] Sözler.655.

[623] Sözler.749.

[624] Mektubat.324.

[625] Lemalar.120.

[626] Münazarat.42.

[627] Münazarat.45.

[628] Sözler.62,88,93,140,240,254,289,427,429,432,650,660,

[629] Sözler.243,398.

[630] Sözler.589.

[631] Sözler.690.

[632] Sözler.749.

[633] Sözler.749.

[634] Sözler.749.

[635] Sözler.766.

[636] Sözler.772-773.

[637] Mektubat.346-347.

[638] Mektubat.370-371.

[639] Mektubat.376.

[640] Mektubat.482.

[641] Lemalar.163.

[642] Lemalar.261,255,Şualar.546,552.

[643] Lemalar.262,425,Şualari.68

[644] Şualar.199.

[645] Şualar.203.

[646] Şualar.271.

[647] Şualar.295.

[648] Şualar.313.

[649] Şualar.372.Haşiye.1.

[650] Kastamonu Lahikası.18.

[651] Sözler.694.

[652] Sözler.730,Mektubat.478.

[653] Sözler.730.

[654] Sözler.783.

[655] Mektubat.27.

[656] Nur.1.cd.

[657] Mektubat.94.

[658] Mektubat.266,Lemalar.12.

[659] Lemalar.59.

[660] Lemalar.82.

[661] Lemalar.128.

[662] Lemalar.160.

[663] Lemalar.211,216.

[664] Lemalar.347.

[665] Şualar.310.

[666] Şualar.318.

[667] Şualar.384.

[668] Şualar.390.

[669] İşarat-ül İcaz.122.

[670] Barla lahikası.124-125.

[671] Kastamonu Lahikası.195.

[672] Muhakemat.34.

[673] Muhakemat.44.

[674] Hutbe-i Şamiye.139.

[675] Sünuhat-Tuluat-İşarat 79.

[676] Sünuhat-Tuluat-İşarat.89.

[677] Sünuhat-Tuluat-İşarat.90-91.

[678] Sözler.349.

[679] Mektubat.113.

[680] Sözler.506,Mektubat.348,Âsar-ı Bediiyye.23.

[681] Sözler.54.Haşiye.1.

[682] Sözler 134. 367,432,Lemalar 283.

[683] Sözler.136.

[684] Sözler.171.

[685] Sözler.179.

[686] Sözler.245,247.

[687] Sözler.260,Mektubat.348,Lemalar.126.

[688] Lemalar.276.

[689] Lemalar.316.

[690] Sözler.328.

[691] Sözler.342.

[692] Sözler.354.

[693] Sözler.356.

[694] Sözler.401.

[695] Sözler.510.

[696] Sözler.658.

[697] Sözler.732.

[698] Sözler.736.

[699] Mektubat.93.

[700] Mektubat.173.

[701] Mektubat.174.

[702] Mektubat.183.

[703] Mektubat.348.

[704] Mektubat.348.

[705] Mektubat.448.

[706] Mektubat.448,452,Lemalar.317,Şualar.56.

[707] Şualar.124-125.

[708] Şualar.125.

[709] Şualar.146.

[710] Şualar.150,262.

[711] Şualar.421.

[712] Şualar.436,496,669,699.Haşiye.1,706.Haşiye.1.

[713] İşarat-ül İ’caz 164.

[714] İşarat-ül İ’caz .207,Emirdağ Lahikası.2/126.

[715] İşarat-ül İ’caz .208,219.

[716] Edward Monte.İşarat-ül İ’caz 223.

[717] Mesnevî-i Nuriye 80.

[718] Mesnevî-i Nuriye 255.

[719] Barla Lahikası.140.

[720] Tarihçe-i Hayat 8.

[721] Tarihçe-i Hayat 8.

[722] Tarihçe-i Hayat 161.

[723] Sözler.266.

[724] İşarat-ül İ’caz .215.




SADDAM

SADDAM

Kudüs fatihi olmak isteyen ve Selahaddin-i Eyyubiye özenen Saddam,ismiyle müsemma yani çarpışıp, savaşan,çok müsademede bulunan anlamına gelmektedir.

1937 yılında Bağdatta Tikrit kasabasının el-Avca köyünde fakir ve yetim olarak dünyaya gelmiştir.Daha küçük yaşta babası onları terketmişti.Daha da ötesi,kendisine hamile olan annesi annesi onu düşürmek istemiş,yahudi komşusunun ısrarı ile bundan vaz geçmişti.

Sû-i kasdlarda bulunmuş,iki sefer hapse düşmüştü.Sonunda ölümde dahil bu tehlikelerden kurtulmuştu.

Ruhunda gelişen bir isyan içerisinde hayatı gelişmiştir.Psikolojik olarak bunun sebebinin;babasının olmayışına,küçük yaşta anne sütü almayıp şefkatten mahrum olarak büyümesine,üvey babanın baskısı altında büyümesine,Hitleri benimseyip,Baas partisinin içerisinde sürekli ihtilal ruhunun gelişmesine bağlanmaktadır.

Küçük yaşta Bağdat’ta bulunan dayısı Hayrullah Tulfah’ın evine sığınmış ve orada yetişmesi,çıkışının başlangıcı olmuştu.

Tam bir Nazi hayranı olarak yetiştirilmiştir.Hitler-in”Kavgam”kitabına nazire olarak “Kavgamız” kitabını hapiste yazmıştır.

Saddam devletin başına ihtilal yaparak geçmede,Mısır’da Seyyid Kutub’la önce ittifak edip,daha sonra da onu ve 40 bin ihvan-ı müslimini katleden Cemal Abdunnasır-ı örnek almıştır.Ancak Saddam onun gibi başarısız kalmamıştır.

Baas partisinde en son zirveye çıkmış ve oluşturulan 5 kişilik cinayet timinde de yer almıştır.

Bir ara CIA ile ilişki kurduğu da iddia edilmiştir.

Irağın Suriye ile birleşmesi anlaşmaları içerisinde Irak’ın ikinci,Hafız Esad’dan sonra ise 3. adamı durumunda idi.Ancak General Bekir’in çekilip,daha sonra da bir uçak kazası geçirerek ölmesi üzerine Saddam 1. adam durumuna yükselmişti.Suriye ile de birleşmeyi gerçekleştirmemekle Hafız Esad-ı yalnız bırakmıştı.

Artık Saddam tek adamdı.Astığı astık,kestiği kestikti.

1979-da başa geçtiğinden bu yana 20 yılı savaşla geçmiş,devleti ise % 8-ini oluşturan bir aile devleti yani Baas partisinin idaresinde yönetilmekte idi.

İranla yaptığı 8 yıllık savaşta;“Yaklaşık 120 bin Iraklı hayatını kaybetti, 300 bini de yaralandı. İran’ın kayıpları daha fazlaydı: 280 bin ölü, 450 bin yaralı. Savaş boyunca her iki ülke de birbirlerine karşı kimyasal silah kullandı. Irak, ayrıca kendi ülke vatandaşlarına karşı da bu silahları kullandı ve Halepçe’de bir katliam yaşandı. Savaşın iki ülke ekonomisine verdiği toplam zarar 400 milyar dolardan fazlaydı. Savaş sonunda Irak, yaklaşık 70 milyar dolarlık bir borç batağı ile başbaşa kaldı.

İran’daki devrimin yayılmasından endişe duyan ABD ile aralarında İngiltere ve Fransa’nın olduğu Batılı ülkeler, savaşta Irak’ın yanında yer aldı ve bu ülkeye silah ve askeri mühimmat temin ettiler. En büyük destek ise ABD’den geldi.”

Ve nihayet:” Saddam, Ağustos 1990 tarihinde Kuveyt’i işgal etti. Fakat, evdeki hesapta yanlış olan bir şey vardı. Arap Birliği’ne bağlı ülkeler, Saddam’ın yanında yer almak yerine ABD önderliğinde kurulan uluslararası koalisyona destek verdiler. Saddam tek başına kalmıştı. Körfez’deki kriz, 17 Ocak 1991’de büyük bir savaşa dönüştü. ABD öncülüğünde 33 ülkenin destek verdiği müttefik güçleri Bağdat’ı bombalamaya başladı. İkinci Dünya Savaşı sonrası, yeryüzünün gördüğü en büyük ve en ağır bombardıman tam 40 gün devam etti. Müttefik uçakları Irak üzerinde 110 bin sorti yaptı ve 85 bin patlayıcı bıraktı. Kara savaşının başladığı 24 Şubat’ın üzerinden bir hafta geçmişti ki Irak teslim bayrağını çektiğini tüm dünyaya duyurdu.”[1]

-Körfez savaşında merhum Turgut Özal,şimdiye kadar hep yanlış anlaşılıp ve yanlış uygulanan,adeta kolumuzu bağlayan;-Yurtta sulh cihanda sulh-düşüncesini farklı olarak uygulamış ve olaya cesaret ve akıllılıkla karşı koymuştur.Öyleki kendisine ayak uyduramıyan Dışişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı ve Genel kurmay başkanı istifa etmiştir.

Bu sebeble Musul-Kerkük münakaşası netleşmemiş,bölge kontrol dışı kalmış,belki de bugünkü savaşa zemin hazırlamış oldu.

Tıpkı önceden de çözülemeyip uygulamaya konulmadığı gibi.

“IRAK SINIRI : Lozan Antlaşmasında çözümlenememiştir.Türkiye ile Irak’ın mandater devleti olarak İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle çözümlenmesi,eğer bu mümkün olmazsa sorunun Milletler Cemiyeti Genel Kurulunda görüşülmesi esasa bağlanmıştır. Türkiye ile İngiltere arasında yapılan görüşmelerle çözüme kavuşturulamayınca sorun Milletler Cemiyetine intikal etmiş, Milletler Cemiyeti Daimi Adalet Divanının kararı sonucu Musul-Kerkük ve Süleymaniye Irak’a bırakılmıştır. 1926 yılında Türkiye ile İngiltere arasında yapılan Ankara Antlaşması ile Türkiye Musul-Kerkük ve Süleymaniye’deki iddiasından ,Musul Petrolleri gelirinin % 10’u her yıl Türkiye’ye verilmek şartıyla vazgeçmiştir.”

O günkü Dışişleri bakanının istifasından sonra yerine gelen A.K.Alptemoçin o zamanı şöyle anlatıyor:”Amerika isteseydi askeri harekatı sürdürüp 15 günde Saddam’ı bitirebilirdi.Ciddi bir direniş olmadı.Amerika eğer tamamen Saddam’ı bitirseydi Saddam b,ir tehdit olarak ortada olmayacaktı ve Amerika’nın 10 yıldan fazla süredir bölgede var olmasının bir izahı olmayacaktı.Yani Saddam’ı vursaydı Suudi arabistan’da kalamazdı,gemilerini alıp gitmesi gerekirdi.Kendisi çok büyük masraflar yapmıştı.Yaptığı masrafın karşılığını almak için geri döndü.Kısaca Saddam’ı bir giyotin gibi,Demokles’in kılıcı gibi kullandı.-Giderim ha,gidersem Saddam gelir-dedi.”[2]

Bu çıkışın en önemli bize olan katkısı,askeriyenin modernizasyonu olmuştur.Bu vesile ile F16 savaş uçakları projesi gerçekleşmiştir.

O gün olduğu gibi bugün de batı özellikle İngiltere kuzey cephesi üzerinde durmaktadır.İngiltere dün olduğu gibi,bu günde Musul-Kerkük petrollerini arzulamakta,haritalarını da bu sınırlar çerçevesinde yapmaktadır.

Nitekim:” Lozan görüşmeleri sırasında İngiliz Başvekili Lloyd George’nin: Türklerin, şimdi hak istedikleri Anadolu’da nesi var? Orada medeniyet vesikası olarak ne kalmışsa Yunan’ın, Roma’nın, Bizans’ındır Türklerin Anadolu ‘daki evleri sazdan ve kerpiçten harabelerden ibarettir. Şimdi böyle bir alemi veya onun güzel parçalarını Türklere nasıl bırakırsınız?” demesi üzerine henüz aklını ve vicdanını yitirmemiş bir batılı düşünür olan Eugene Pitard ın Cenevre’nin ünlü bir gazetesinde Loyd George’a cevap olarak:

Efendiler, Konya’daki İnce Minare’nin kapısı ile, İstanbul’daki muhteşem Süleymaniye’nin kubbelerini yapan millete karşı böyle söylenemez. Haddinizi biliniz…” diye harika bir cevap..”vermiştir.

Bağdad tarih boyunca bir çok güzelliklere sahne olduğu gibi,bir çok ciğer parçalayıcı tarihi hadiselere de sahne olmuştur.Nitekim:” Büyük İslam seyyahı İbn-i Batuta’nın yazdığına göre 1258’de Moğolların Bağdat’da 24.000 ilim adamını öldürdüğünü .Şehirdeki kütüphanelerdeki yüzbinlerce kitabı çıkartıp Dicle nehrine attığını ve bunların çokluğundan dolayı adeta nehrin önünde bir baraj oluştuğunu.

Bunun üzerine Moğolların, ırmağın taşmasından korkup geri kalan kitapları cayır cayır yaktıklarını…”yazmaktadır.

Halepçede de zulüm yaşandı.”CIA eski bir yetkilisi Kuzey Irak’taki Halepçe’de 1988’deki kimyasal saldırıda ölümlerin sebebini açıkladı.

Bu durum İsrail’in de Mezepotamya ya kadar uzanma iştahını kabartmakta ve hayalini kurup yaşatmaktadır.

Çünki genel olarak batı ve siyaseti menfaat üzerine dönmektedir.” Meşhur Amerikalı yazar Mark Twain’e: “İnsan hayatının gayesi nedir? . Nasıl zengin olabiliriz?” diye sormaları üzerine onun .

“Eğer becerebilirsek şerefsizce, mecbur olursak namuslu yoldan. Tek ve gerçek tanrı kimdir? Tanrı paradır. Altın, dolar ve hisse senedi, Baba, oğul ve ruhları” cevabını vererek Amerikan hayat felsefesini formüle..”etmiştir.

1991’de 43 gün süren Körfez savaşı,200 bin insanın ölümüyle son bulmuştur.

Araplara maddi maliyeti ise 700 milyar dolardır.

Savaşan taraf ise kendi kayıblarının 41,1 milyar dolar olduğunu açıklamıştır.

8 yıl süren İran-Irak savaşında ise 1 trilyon dolar ve 1 milyon insan kaybedilmiştir.

Buda yetmemiş gibi Körfez savaşından sonra Irak’ın ihraç ettiği petrolden % 25 savaş tazminatı alınmıştır.

Petrolden yıllık geliri 10 milyar dolar olan ve 214 milyar ödemeye mahkum edilen Irak’ın ödeyeceği % 25’lik tazminat büyük bir yekun tutmaktadır.

Öyle ki,bu savaş giderlerinin karşılığında yapılacak olanlar:” 1991 yılında meydana gelen Körfez Savaşı’nın bir günlük maliyeti ile 3 milyon çocuğun 2, 7 yıllık süt ihtiyacının karşılanabildiğini…

Bu savaşın otuz günlük savaş gideri ile 50 milyon insanın 4 yıllık ekmek ihtiyacının giderilebildiğini…

1 adet Stealth avcı uçağının bedeli ile 13 milyon kitap alına bildiğini . . .

Ve 1 adet Patroit füzesi ile 74 milyon adet fidan dikildiğini .. “istatistikler göstermiştir.

Bütün bunların altında iştahları kabartan Irak Petrolleri olmaktadır.Bu kavga da Petrol Kavgasıdır.

Milliyetçi bir özelliğe sahip,Sosyalist Baas Partisinin kurucusu,despot bir lider olan Saddam;köklü bir gizli servise ve güce sahip olan egoist bir insandır.

O dönemde başta Türkiye olmak üzere bir çok Arap ülkeleri onun hırsı neticesinde maddi ve manevi kriz yaşadı.

ABD yıllardır İsrail’in Filistin’de yaptığını görmemekte,Irak’ı imha silahları üretmekle ittiham edip,terörü kaldırma fedailiği yapmaktadır.

O halde kimdir terörist?

”TIME, milyonlarca satan ve dünyanın dört bir tarafında okunan bir dergi. İnternet sitesinde değişik konularda okur anketi yapan TIME, kısa süre önce, tartışmaya açtı: “Hangi ülke 2003 yılında dünya barışı için en büyük tehdidi teşkil ediyor?” Bu soruya cevap verecekler üç ülke arasında tercih kullanmak zorundalar. İlk ikisi ABD başkanı George Bush’un ‘şer ekseni’ tanımına uyan ülkeler: Irak ve Kuzey Kore… Üçüncü ülke ise, Bush’un başında bulunduğu ABD…

Bu soruyu sorarken, TIME, Irak ve K. Kore’nin neden tehdit unsuru olduğuna dair uzun izahat veriyor, ABD konusunda ise susuyor… Bu soruya şimdiye kadar cevap veren 300 bine yakın kişinin kanaati şu: En büyük tehdit ABD (yüzde 83.9); Irak (8.6) ve K. Kore (7.5) açık arayla geride… “[3]

Televizyonda İngiliz başbakanı Tony Blair-e halk sorduğu soruda:” . Bir katılımcı, “Amerika’nın o kadar uydusu, âleti-edavâtı var da, Irak’ta bulunduğu söylenen kitle imha silâhlarının yerini tespitte nasıl zorlanıyor?” diye sordu sözgelimi… Blair’in cevabı ‘kem, küm’den ibaret kaldı. Bir diğer katılımcı, Blair’in konuyu ısrarla Saddam Hüseyin’e çekme gayretlerine şu soruyla sınır getiriverdi: “Sayın başbakan. Bu savaşın, demokrasi diye bir derdi bulunmayan, istikrarı bozan, insan haklarını ihlâl eden bir diktatörden kurtulmak için yapılacağını söylüyorsunuz. Acaba, bunu, Bay Bush’a karşı açılacak bir savaş izleyebilir mi?”

İşte size bir katılımcı bayanın sorusu: “Nükleer silâhlara sahip olmaya, geliştirmeye tamamen karşıyım. Bu yüzden ABD ve İngiltere’nin nükleer silâhları da beni rahatsız ediyor. Ülkemizin sayısız nükleer silâhı var; ABD’nin de… Unutmayalım, ABD, nükleer bomba fırlatmış bir ülke. Kendimiz elimizdeki nükleer silâhlardan kurtulmak için hiçbir şey yapmazken, Irak’ı nükleer silâh geliştirdiği için nasıl eleştirebiliriz? Bunu yapmak inanılmaz biçimde ikiyüzlülük olmaz mı?”[4]

Amerikanın en büyük isteği;Türkiyenin savaşta kendisine yardım etmesinden ziyade yanında yer alma görüntüsü vermesindedir.Maddi destekten fazla,manevi destek istemektedir ki,bu da garantörlük anlamına gelmektedir.Gerek Araplara,gerek Türklere ve Türk cumhuriyetlerine,Gerek Kürtlere hatta Gerekse rusyaya ve Çin’e karşı bir sigorta ve garanti değeri taşımaktadır.

”Saddam’dan sonra hedef: ARAFAT

m4.gif (10091 bytes) İsrail’de yayınlanan Yediot Ahronot Gazetesi, Şaron ve Bush’un Saddam Hüseyin’in safdışı edilmesinden sonra, Arafat’tan “kurtulmak” konusunda anlaştığını yazdı.

 Gazetenin haberinde, geniş yetkiye sahip bir başbakan atamayı reddetmesi halinde Filistin Lideri Yaser Arafat’ın, kendi aralarında anlaşan Bush ve Şaron tarafından Filistin topraklarından çıkarılacağını belirttiler.”[5]Ve ondan sonra sıradaki Pakistan ve sıradaki!….

”İKİNCİ HEDEF SURİYE
IRAK’A askeri harekat için son hazırlıklarını yapan ABD, Irak’ın işgalinden sonraki planları hakkında ipuçları vermeye başladı. Şarkul Evsat gazetesine konuşan ABD Savunma Bakanlığı Pentagon Danışmanı Richard Perle, reformları yapmaması halinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın “Saddam’dan sonra ikinci hedef” olabileceğini söyledi. “ [6]

“MUSEVİ entellektüel İsrael Shamir, Irak’tan sonra operasyonun İran, Suudi Arabistan ve Pakistan’la devam edeceğini belirterek, ABD’yi İsrail’in yönlendirdiğini söyledi.”

“Rus asıllı anti siyonist entelektüel Yahudi İsrael Shamir uyardı:

ABD’nin vekili gibi davranmayın

m2.gif (9988 bytes)“ABD bu izlediği politikayla sadece İslamiyet’e değil Yahudilik ve Hıristiyanlık’a da zarar vermektedir. Bu gidişattan aklı selim, insaflı dindar Yahudi ve Hıristiyanlar da rahatsızdır. Osmanlı yönetimi altında yaşayan Hıristiyan ve Yahudiler, Avrupa ve ABD’de yaşayan Hıristiyan ve Yahudilerden daha fazla özgürdüler. “ [7]

Dünyayı Amerika yönlendirirken,Amerika’yı da İsrail yönlendirmektedir.Zira bu Irak savaşı ve hesabı İsrailin hesabına gelmekte ve onun tarafından düzenlenmektedir.

”11 Eylül sonrası, Afganistan seferini başlatmadan önce, saldırılara ‘Haçlı Savaşı’ adını, sonradan “Dili sürçtü” mâzereti ardına sığınılsa da, George W. Bush takmıştı… Bush, şimdilerde de, “Aydınlık” ve “Karanlık” gibi kavramlar üzerinden dilini sürçtürüyor… Dil alıştığı yerde sürçer…”[8]

T.Kıvanç köşesinde [9] tarihli belgesinde,Urfa’da kendilerini gizleyen bir çok museviden haber vermektedir.Öyleki bunların tam bir müslüman gibi göründükleri,her türlü takiyyeyi yaptıklarını nakleder.(JTA’-‘Jewish Telegraphic Agency’ -nın sitesinde,Gutman) “Tevrat’ın hakkında ‘Hz.İbrahim develerine su içirmek için konaklamıştı’ yazdığı tarihî kentin Musevileri, hayatta kalabilmek için, takkelerini ve dinlerine ait kitapları evlerinin gizli bir köşesinde saklıyorlar…”

İsrail genişlemek amacıyla,ABD menfaat icabı,İngiltere siyaseti gereği kürt devletinin kurulması hesabını yapmakta ve bu doğrultuda planlarını yürütmektedirler. Tıpkı hadisde haber verilen;”Her bir ağaç arkasına saklanan yahudiyi haber verirken, bir ağacın onu saklayacağı…”ifadesi ve koruyucusu ABD olarak görülmektedir.Çekiç güç bunu sürdürürken,şimdi daha hesaplı ve uzun vadede sürdürülmek istenmektedir.5 bin PKK’lı ile 30-dan fazla silahlı kürt grubları ancak bu destekle varlıklarını sürdürebilirler.

“İngiltere’de yayımlanan The Times gazetesi, PKK olan adını KADEK olarak değiştiren terör örgütünün Türkiye’ye karşı yeniden savaş açma tehdidinde bulunduğunu öne sürdü.
Gazete, ”Türk askerinin Kuzey Irak’a girmesi halinde Türkiye’nin her yerinde, kentlerinde, kırsal alanlarında, ekonomik, askeri, bürokratik hedeflerine karşı eylemler düzenleriz” iddiasında bulunan terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan’ı, ”KADEK’in komutanı” olarak tanıttı.
The Times yazarı Antony Loyd, Kandil dağlarındaki kampında konuştuğunu belirttiği terörist Osman Öcalan’ı ”ayı görünümlü” bir kişi olarak tarif etti.
Loyd, terörist Osman Öcalan’ın İngiltere ve ABD’yi de tehdit ettiğini ve ”Kürt meselesi halledilmedikçe, bu iki ülke Kürtlerle ilgili politikalarına açıklık getirmedikçe, onlara destek vermeyiz” dediğini bildirdi.
Times, ABD’nin istemesi durumunda da terör örgütü KADEK’in silahlarını bırakmayacağını, bu durumda ABD’ye karşı direneceklerini belirten terörist Öcalan’ın, Türkiye, Irak ve İran’da silahlı militanları bulunduğunu söylediğine dikkati çekti.”[10]

Bir asırdır kullanılan kürtler,bu seferde daha ümitlendirilerek kullanılmaya çalışıldılar,böylece Irak’dan alınacak silahlar ve Irak engelinin kaldırılması teklifleri ve Kerkük’ün ele geçme ve başkent yapılması tuzak ve avutmacalarıyla yine kırdırılmaya çalışılmaktadırlar.Herkesin ağzına bal çalınmakta.Irak saddam’dan kurtarılma ile ümitlendirilirken,Türkmenler,Şiiler,Kürtler,İran,Türkiye,İngiltere,Rusya hepside ABD avcısının avına bakmakta,pek fazla bir şey yapamamaktadır.Sadece yeni dünya düzeninde düzenlemede rol almak,az zararla kurtulmak en hesaplı olanı.

“Ulusal Hukuk ve Ekonomi Haklarını Koruma Girişimleri Sözcüsü Cahit Deniz, ABD’nin Kuzey Irak’taki Kürt gruplarla 16 Aralık 1998’de gizli bir anlaşma imzaladığını ve “onlara akseri koruma sağlayacağı” sözünü verdiğini açıkladı.”[11]

Dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi,Irak’da da problem çözülmeyecek belki problem büyütülerek bırakılacak ki,her zaman gelme ve davet edilme imkanı doğmuş olsun!

“Amerikan dış politikasını ‘İsrail güdümlü’ bir politika olarak tanımlayan Illinois Üniversitesi öğretim görevlisi Carl Estabrook, “İsrail, devlet olarak varlığını kargaşa, kaos ve savaşlara borçludur” diyor. CounterPunch gazetesindeki yazısında, “İsrail, ordusu olan bir devlet değil, devleti olan bir ordudur” önermesinden hareket eden sosyolog ve tarihçi Carl Estabrook, “küresel güvenlik” denilen ama aslında “küresel yayılma ve saldırganlık” anlamına gelen ABD”nin İsrail kaynaklı yeni uluslararası stratejilerini yorumluyor. Chomsky’nin, “İsrail devleti Amerika’nin sınır karakolu ve Pentagon’un keşif koludur” tespitini aktaran Carl Estabrook, yazısına Chomsky’den şu uzun alıntıyla devam ediyor: “Ne yazık ki İsrail, giderek ABD’nin bir benzeri olmaya başladı. Şu an endüstrileşmiş ülkeler arasında, gelir dağılımı en adaletsiz ve sosyal devlet sistemi en dengesiz olan ülke Amerika’dır.”

“ABD’nin Irak’ı ve Ortadoğu’yu işgal etme politikası, İkinci Dünya Savaşı’na zemin hazırlayan olaylar serisiyle büyük bir benzerlik gösteriyor.”[12]

”Bu savaşın ardında İsrail var

“Amerika’da bulunan Utah Üniversitesi’nde, ABD’nin önde gelen dış politika yöneticilerinin de hazır bulunduğu bir panelde konuşan İsrail Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Üyesi Sneh, Irak’ın varlığını İsrail için büyük bir tehlike olarak nitelendirdi. İsrail’de Sağlık, Ulaştırma ve Savunma Bakanlığı görevlerinde de bulunan Sneh’in Irak Savaşı ve sonrasıyla ilgili çarpıcı açıklamaları şu şekilde:
GERÇEK NİYETLERİ
1: Saddam Hüseyin yönetimindeki bir Irak, İsrail’in varlığına yönelmiş en ciddi tehditlerden biri.
2: Saddam Hüseyin, Filistin’deki ‘terör örgütleri’ni yönlendirip, finansal destek sağlıyor.
3: Saddam Hüseyin, şehadet eylemi düzenleyenlerin ailelerine 15’er bin dolarlık yardım yapıyor.
4: İsrail, savaştan sonra kurulacak Kürt Devleti’ne destek verecek. Çünkü bağımsız bir Kürt Devleti’nin kurulması İsrail’in çıkarları açısından son derece önemli.
5: ABD; Irak’tan sonra İran’ı da mutlaka hizaya getirilmeli. Savaş sonrasında İran merkezli oluşacak bir anti-Amerikancılık hem İsrail’i hem de ABD’yi zor durumda bırakacaktır. “[13]

” 26 Kasım 1947’de BM Genel Kurulu’nu toplayan Amerikalılar bir Yahudi devletinin kurulması için oylama istediler..

Yani başkalarının toprağını başkalarına vermek için başkalarının onayını istediler..

Birinci oylamada çoğunluğu sağlayamayan Amerikalılar ertesi gün için 2.oylama istediler.. Ancak her türlü rüşvet, baskı, şantaj, tehdit yöntemlerine başvuran Amerikalılar yine de gerekli desteği bulamadılar.

Bir gün ara veren Amerikalılar çoğunluğu (13 ülke) Latin Amerika ülkesi olan üye ülkelere inanılmayacak düzeyde baskı ve tehdit uygulayarak 29 Kasım’da tüzüğe aykırı olarak 3. oylama yaptırarak gerekli çoğunluğu 1 oy farkla sağladılar ve Filistin toprağı üzerinde siyonist bir İsrail devletinin kurulmasını sağladılar..

Kurulduğu günden itibaren Amerikalılar’ın her türlü destiğine sahip olan ‘meşru’ İsrail devleti kendi aleyhinde BM Genel Kurulu’nda ve BM Güvenlik Konseyi’nde kabul edilen 200’ü aşkın kararlardan hiçbirini uygulamadı. Amerikalılar da en az 60 kez veto hakkını kullanarak kendi kurdurdukları ‘meşru’ siyonist İsrail devletini korudular.

55 yıl önce kurulan böylesi ‘meşru’ İsrail devleti şimdiye kadar 5 kez Araplar’la savaşa girişti (1948-1956-1967-1974-1982 ) ve bölgede ne kadar sorun varsa müsebbibi oldu..

Tüm bu savaşlarında arkasında Amerikalılar’ı bulan ‘meşru’ İsrail devleti yüzbinlerce Müslüman ve Hıristiyan Filistinli ve Arap’ın ölümüne neden oldu..

Bölgede belki de dünyada ne kadar bela yaşandıysa arkasında Amerikalılar’ın BM’de tehdit ve şantajlarla kurduğu ‘meşru’ İsrail devletini bulabilirsiniz!! Bu tesbit Irak sorunu için de geçerlidir!! “[14]

Bununla yapılmak istenen;bir yandan dünyanın 2.büyük rezervine sahib olan Irak petrollerini kontrol altına almak,bir diğeri de İsrailin önündeki büyük engel olarak görülen Irak engelini ve tehdidini kaldırmak.

”Kimyasal silah tesisini ingilizler yapmış.”[15]

”ŞİMDİ DE KÜRT KARTI
Bush yönetimi, Türkiye’den, Kuzey Irak’a asker göndermemesini istedi ve aksi halde Türk birlikleri ile sadece Kürt gruplarının değil, ABD askerlerinin de çatışmaya girmesi tehlikesi doğacağı uyarısında bulundu. Geçen hafta, ABD Genelkurmay Başkanı General Richard Myers’ın, “TBMM, ABD askerine izin vermezken, Türk askerlerinin de Irak’a girmesini engellemiş oldu” açıklamasıyla gündeme gelen ve Başkan Bush’un Başbakan Tayyip Erdoğan’a gönderdiği tebrik mektubuna da, yansıdığı öğrenilen mesaj, son olarak ABD’nin Kuzey Irak’tan sorumlu yetkilisi Zalmay Halilzad tarafından Türk yetkililere aktarıldı.”[16]

”TÜRK BİRLİĞİ YAYILIYOR
Kuzey Irak’taki Türk birlikleri, Kürt gruplara ait silahlı peşmergelerin saldırı olasılığına karşı tanklar ve zırhlı araçlarla 30 kilometre derinliğe kadar yayıldı.”[17]

”TÜRK-KÜRT KRİZİ OLABİLİR
Operasyonda bir görevlerinin de Türk-Kürt çatışmasını önlemek olduğunu söyleyen Franks, “Ne olacağını kestiremiyorum” diye konuştu…”[18]

“Prof. Küçük: Kürt-Yahudi devleti kurulacak

SUNUŞ
Amerika terör bahanesiyle Irak’ı istila ederek Ortadoğu’ya yerleşmenin hazırlıklarını yaparken; Prof. Dr. Yalçın Küçük, Vakit’e inanılmaz açıklamalarda bulundu. Yalçın Küçük’le muhtemel savaşın nelere mal olacağını ve ilerde Türkiye için ne tür olumsuzlukların meydana geleceğini, sözkonusu saldırının İsrail’in güvenliğini sağlamaya yönelik olup-olmadığını konuştuk.
Yaptığı çalışmalarla Türkiye’deki “Gizli Yahudiler” ile Sabataistlerin maskesini düşüren Prof. Dr. Küçük, ABD’nin yüzyılın savaşını çıkarmak için düğmeye bastığını; bunda ise Kripto-Yahudilerin etkin olduğunu vurguladı. ABD ve İsrail’in Kuzey Irak’ta “Kürdo-Judaik” bir devlet peşinde olduğunu söyleyen Küçük, Türkiye’nin yıllardır dış politikasında attığı yanlış adımların nelere mal olduğunu çarpıcı örneklerle dile getirdi. Prof. Küçük’e yönelttiğimiz sorular ve cevapları şöyle:

– Amerika’nın Irak’a yönelik muhtemel istilasının, İsrail’in güvenliğini sağlama amaçlı olduğu vurgulanıyor. Bu iddia doğru mu?
– Bu operasyon sadece İsrail’in güvenliğini sağlamak için sağı solu rahatsız etmeye yönelik değildir. İsrail’in güvenliğini sağlamanın yanında, Amerika’nın dünya hakimiyeti ve bölgedeki hegemonyasını pekiştirmeye yönelik organizmalar oluşturmak içindir.
KÜRDO-JUDAİK DEVLET KURULUYOR
Tabii ki İsrail’in güvenliği ABD için çok önemlidir. Çünkü İsrail ABD’nin karakoludur. Ancak İsrail, bölgede rahat bir şekilde yaşamak için “Büyük İsrail’i” kurmak zorundadır. İsrail bölgede biraz toprak genişletmek ve daha fazla Yahudiyi kalıcı hale getirmekle kalmayacak. Büyük İsrail’in kurulması ve bölgedeki hegemonyanın sürdürülmesi için Amerika buraya gelecek. Bu savaş; Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra çizilen haritaya itirazdır. Yeni bir harita yapılması amaçlanıyor. Şöyle de ifade edilebilir: Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda yapılamayanlar, şimdi yapılmak isteniyor. Ayrıca bölgede bir “Kürdo-Judaik” devlet kurulacaktır.
– Kürdo-Judaik” devleti biraz açar mısınız?
– Kürdo-Judaik; Kürt-Yahudi devleti demek. Bu devletin kurulma hazırlıkları yapılıyor.
– Böyle bir yapılanma İsrail’e ne katacak?
– İsrail’e yeniden hayat verecek. Bölgenin ikinci sorunlu devleti Kürdo-Judaik olacağı için, dikkatler İsrail’in üzerinden buraya yoğunlaşacak. Bu iş için de Mesut Barzani ön plana çıkartılıyor. Ancak şunu hemen ifade edeyim ki: Mesut Barzani ve Celal Talabani, Türkiye’deki bir çok politikacıdan daha tecrübeli ve akıllıdırlar. Aşiretten geliyorlar. Bazı solcu yazar çizer takımı ile emekli paşalardan daha zekidirler.
Barzani ve Talabani, Amerika ve İsrail istemediği takdirde devleti resmen açıklamazlar. Ama bir devlet halinde olurlar. Kuzey Irak’ta devlet kurulmasını ise Türkiye sağlamıştır. Postanesini, televizyonunu Türk Devleti kurdu. Parayı Türkiye vermiştir. Barzani ve Talabani Ankara’ya geldikleri zaman ben karşılamadım! Barzani ve Talabani’yi karşılayıp ağırlayanlar bugün hesaplarını iyi yapsınlar.
DÜNYA, “TÜRKİYE ÜS OLDU” DİYOR
– Bu savaşın amacı nedir? Ekonomik çıkar elde etmek mi, yoksa bölgeye ideoloji yerleştirmek mi?
– Savaşın amaçlarından bir tanesi; elbetteki ekonomik çıkarlardı. Amerika’nın Irak’a saldırmasının temelinde sadece Kürdo-Judaik bir devlet kurulması da yoktur. O zaten olmuş. Ama bunu bir adım daha ileriye götürmeyi amaçlıyor. Nitekim burada çok kararlı bir şekilde Grossman ve diğerleri, “Türkiye, Kuzey Irak’a girmesin” diyorlar. Türkiye’nin istenmemesinin sebebi ise orada oluşturulan yapıyı rahatlıkla hayata geçirmektir.
Türkiye’nin Kuzey Irak’la ilgili politikasını da çok gerçekçi görmüyorum. Türkiye ne yazık ki burada silik ve kişiliksiz bir dış politika yürütüyor. Üslerini açma noktasında dünyada büyük eleştiriler aldı. Dünya, “Türkiye ABD’ye üsleri açtı” demiyor. “Türkiye üs oldu” diyorlar. Siz Türkiye’yi böyle üs yapacaksınız ve kontrol edemeyecek konuma getireceksiniz; ondan sonra da geçip “her şey kontrolümüz altında” diyeceksiniz. Buna kimse inanmaz. Amerika bölgeye 200 bin asker yerleştirecek, ardından ise Türkiye 20-30 bin askeriyle bölgeye girip bir Kürt devletinin kurulmasını engelleyecek! Olur mu öyle şey!.. Bu düşünceler fantaziden ibarettir. Bunların hiçbir gerçekçiliği yoktur. Türk Genelkurmayı eğer bu düşüncede ise çok büyük yanlış içerisindedir.
İsrail’in vahşetine, siyonizme karşı sağlam bir şekilde durmak gerekiyor. Ben anti-siyonistim, bunu her yerde de rahatlıkla ifade ediyorum. Ancak şu gerçeğin altını çizmeden geçemeyeceğim: Türk aydını, özellikle de solu; anti-semitik görünmemek için siyonizme göz kırpıyor.
– İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı’nda bölgede çizdiği haritayı, Amerika yeniden şekillendirmek mi istiyor?
– Bundan evvelki Büyük Biritanya Dışişleri Bakanı Robin Cook idi. Cook dedi ki: “Türkiye’nin güney sınırları belli değil”. Yine ABD eski Başkanı Bill Clinton aynı anlama gelecek sözler ileri sürerek “Ben harita okuyorum” dedi. Ama Türkiye’deki bazı aydınlar aşağılık kompleksine kapıldıkları için “Clinton bize çalışıyor” dediler. Ama adamlar harita üzerinden çalışıp dünyada istedikleri bölgeye diledikleri dizaynı vermek çabasındalar.
Herkesin inancına saygım var. Eğer Kuzey Irak’taki Kürt liderlerinin “Kripto-Yahudi” olduğunu çıkarttıysam; bu yalnış politikayı bozmak içindir. “Barzanilerin yahudi olmadıklarını açıkladıklarını, buna rağmen hangi delillerle onların ‘Kripto-Yahudi’ olduklarını ileri sürüyorsunuz?” diye soruyorlar. Ben onların yüzde yüz yahudi olduklarını söylemiyorum. Ben bilim adamıyım ve elimdeki bilgilere göre konuşurum.
Birileri gibi el etek öperek bu konuma gelmedim. İranoloji ve Kürdoloji okudum. Paris Üniversitesi’ndeki bölüm hocam da çok radikal bir Yahudiydi. Ondan da aldığımız derslerde, Barzani Ailesinde Mustafa Barzani’nin sıkıştığı zaman Telaviv’deki akrabaları olan Kürt Yahudilerinin yanına gittiğine dair belgeler var. Bir çok defa Nasır, Mustafa Barzani’den sembolik olarak üç Kürt askerinin İsrail’e karşı yürütülen savaşa destek olarak gönderilmesini istemiştir. Ancak Barzani, hiçbir zaman Kürt askerlerini göndermemiştir. Biz bunlara bakarız. İsrail de bunları göz önünde bulundurur. Onun için de İsrail, Öcalan’ı getirdiğine dair bütün haberleri yalanlamaya özen gösteriyor.
Prof. Küçük: Kürt-Yahudi devleti kurulacak
Çünkü kendi içindeki ve dışındaki Kürtlere ve aradaki bu duygusal yakınlığı zedelemek istemez. Kuzey’deki Kürtlerin İsrail’e yakınlığını da yadırgamam. Çünkü Araplar Kürtlere kötü davrandılar.
Bütün bunları şunun için söylüyorum: “Ey Türk yöneticileri bunları kazanın. Kürtler, bu topraklara bağlıdır. Bak görüyorsunuz yüzde 85 oy veriyor. Bunlara sahip çıkın. Türkiye’deki Kürtleri devamlı döverek, söverek bir neticeye ulaşamazsınız. Anlayın artık” gerçeğinin bilinç altına yerleşmesini istiyorum.
“KÂR-ZARAR HESABIYLA SAVAŞ OLMAZ”
– Peki Türkiye nasıl bir strateji izlemeli ki hem ABD ve İsrail’in Kürt devleti kurulması planına engel olsun hem de olup bitenleri en az zararla atlatsın?
– Kâr-zarar hesabıyla savaş olmaz. Komşunda yangın çıkarsa senin evin de mutlaka zarar görür. “Savaş çıkacak bunun engelleyemem, dolayısıyla güçlüden yana olayım ve destek vererek zararımı aza indireyim” hesabı ahlâki değildir. Hayatım, gençlik yıllarım “olur mu böyle olur mu kardeş kardeşi vurur mu?” marşlarını söylemekle geçti. Kuzey Irak’taki Kürtler ile Türkiye’deki vatandaşlarımız akrabadırlar. Ancak şu da unutulmamalıdır ki Iraklılar da kardeşlerimizdir. Kıbrıs’a sahip çıktığımızdan çok daha fazla bir şekilde bölgedeki kardeş ülkelere sahip çıkmak gerekiyor. Çünkü biz çok daha uzun bir süre o topraklarda yaşadık. Her Türk’ün şunu söylemesi gerekiyor: “Ey Amerika! Sen bu benim 500 yıl yaşadığım bu topraklarda istediğini yapamazsın. Senin bu topraklar da ne işin var?”
Onun için sağcısıyla-solcusuyla, İslâmcısıyla kemalistiyle her Türk aydının bu kirli savaşa karşı çıkması gerek. “Savaş önlenmez” bahanesinin arkasına gizlenmeye hiç lüzum yok. Türkiye “Ey Amerika bölgedeki komşularıma saldırırsan ben de Araplarla birlikte seninle savaşırım” derse “savaş” kendiliğinden önlenmiş olur.
Bu savaş yüzyıl savaşı olacak. Amerika veya başka güçlerin buradaki üç günlük üstünlüğü başarı saymaz. Bu savaş devam eder. Dolayısıyla topraklarınızı o güçlere açtığınızda yüzyıl savaşının hedefi oluyorsunuz. Savaşa duyulan öfke gayet iyi. İslâmcı kitle savaşa karşı olduğunu ortaya koyuyor. Ancak daha önce de belirttiğim gibi Sabataycılar, iktidar partilerinde kümelenmeye çalışıyorlar. Eğer Sabataycıların etkisiyle Amerika’nın yanında yer alarak Türkiye savaşa girerse, iktidardaki parti için çok büyük olumsuzluk olur. ABD, ikinci bir tezkerenin Meclis’ten geçmesi için bastırıyor. Çünkü bu yöntemle dünyaya “Türkiye’de en İslâmcı parti iktidarda olduğu sırada savaş kararına destek verildi” mesajı verilmek isteniyor. Bugün hükümetteki politikacılar, bir yandan Sabatayistlerle diğer yandan Kripto-Yahudilerle sarılmışlardır.
Türkiye’de Dışişlerine Sabatayistlerin hakim olduğuna dair görüşüm bir yasa haline geldi. Yaşar Yakış sınıf arkadaşımdır. Yaşar Yakış, Dışişlerindeki yapının kendisini kabul etmediğinden yakındı. Çok vahim bir gerçeği sizin aracılığınızla kamuoyuna açıklamak istiyorum: Amerikalı yetkililer, en kritik görüşmeleri ne Başbakan’la ne de Dışişleri Bakanı ile yapıyorlar. Tüm görüşmeleri Uğur Ziyal’le yapıyorlar. Bilindiği gibi Uğur Ziyal’i, İsmail Cem getirdi. Bundan önceki Dışişleri Bakanı da aynı inancın adamıydı. Ama Şükrü Sina Gürel’e güvenmedikleri için yine Uğur Ziyal’le görüşüyorlardı. Dick Cheney’nin, Colin Powell’ın ne dediğini Türkiye, Uğur Ziyal’den öğreniyor. O da Ziyal’ın aktardığı kadarını biliyoruz.
“AMERİKA SONUNDA PERİŞAN OLACAK”
Türkiye’deki garip ilişkiler, bağlantılar göz önünde bulundurulup bir değerlendirme yapıldığında ülkemizin ciddi bir tehlike ile karşı karşıya olduğu anlaşılır. Hiç kimse “Amerika gelecek Irak’a demokrasi yerleştirecek ve gidecek” şeklindeki hayal ürünü düşünceleri ileri sürmesin. Amerika’nın bölgeye gelmesi hem Türkiye’de hem de bütün dünyadaki dengeleri altüst edecek. Şuna inanıyorum: Bölge ve dünya dengeleri değişse de eninde sonunda Amerika buradan perişan olarak çıkacaktır.
– ABD’nin bölgeye yerleştikten sonra Suriye, Suudi Arabistan’a el atacağı ifade ediliyor. Peki İran’a yönelik her hangi bir hareketin içine de girebilir mi?
– Niye 1967’yi örnek alıyorum? İsrail’in kuruluşu niye 1948 değil de 1967? Çünkü 1967 İsrail’in burada yaşayacağını gösteren tarih. Bu tarihten sonra dünyanın her tarafından ister açık Yahudi, ister Sabatayist, isterse Kripto-Yahudi olsun tüm Museviler, nerede bulunuyorlarsa bulunsunlar İsrail’e sadakatlerini bildirdiler. 1973 de çok önemlidir. 1973 şunu gösterdi ki; Araplar, Sovyetlerin desteği de olsa İsrail’i buradan kazıyamayacaklar. Ancak son zamanlarda İsrail çok zayıfladı. İstikrarı sağlayamıyor. Enflasyonu var, halkının büyük kısmı artık savaş istemiyor. İsrail’i terk edenlerin sayısı artıyor. Olup bitenleri ise Amerika önleyemiyor.
Yaptığım analizlere göre; yukarıda izah ettiğim nedenlerden dolayı bir çıkış yolu aranıyor. Amerika’nın Ortadoğu’daki hegemonyası zamanla zayıfladığı için de, İsrail gibi ikinci bir karakol kurma çabası içine girildi. Bu karakolun resmen ilanı ise ileriki zamana bırakılacak. Bununla birlikte Amerika kendi varlıklarını uzunca bir süre hem Türkiye’den hem de bölgeden çekmeyecektir. ABD unsurları gitmedikçe de tehlike ve tehdit sürer. ABD, Irak’tan sonra savaşı Suriye ile yapacak. Suriye düşürüldükten sonra ise, İsrail’in GAP’tan tutun Ermenistan’a kadar yolu açılmış olur. İran, bölgedeki savaşa müdahale etmedikçe, ABD’nin Farisilerle savaşı göze alacağını tahmin etmiyorum.
Türkiye iki nüfuz bölgesine ayrıldı
Başka bir noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum: Birinci Dünya Savaşı’ndan önce İran iki nüfuz bölgesine ayrılmıştır. Kuzeyi Rusya nüfuz bölgesi, Güneyi ise İngiltere nüfuz bölgesiydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da aynısı oldu. Ama şimdi şunu kabul edeceğiz. Bizim için büyük utanç vesilesi olarak kabul etmemiz gereken bir gerçek var. O da şudur: Türkiye ne yazık ki artık iki nüfuz bölgesine ayrılmıştır. İskenderun ile Samsun arasındaki hattın doğusu; Amerikan nüfuz bölgesi, Batısı da Avrupa nüfuz bölgesidir. Ve görülüyor ki Meclis’in kararı olmadan Amerika, nüfuz bölgesini istediği gibi kullanıyor.
– Sayın Küçük bu çok ağır bir değerlendirme değil mi?
– Amerika, Türkiye’yi iki nüfuz bölgesine ayırdı demiyorum ki. Türkiye çok büyük zaafiyet gösterdiği için iki nüfuz bölgesine ayrıldı. Amerika’nın elinde olsa bütün Türkiye’yi tek nüfuz bölgesi yapardı. Ülkemiz ne yazık ki iki nüfuz bölgesine ayrılmış durumdadır. Amerika’nın İzmir’le, Bursa ile bir ilgisi yok. Ama Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki her ilimizle yakından ilgilidir.
– Buna kim veya kimler neden oldu, niçin engel olunamıyor?
– Ekonomik ve siyasal olarak çok zayıf durumdayız. Ayrıyeten bazı yöneticilerimizin “gaflet” ve “delalet” içinde olmaları nedeniyle engel olunamıyor. Artık gayet açık. Osmanlıların son dönemlerinden bile çok daha utanç verici bir vaziyetteyiz. Amerika yanı başımızdaki komşumuza saldırmak için hazırlık yapıyor, İstanbul Matbuatı ise sevinç ve çığlıklar eşliğinde “Kapılar açıldı” manşeti atıyorlar.
TÜSİAD gizli Yahudi hakimiyeti altında
Bugün Türkiye’de hukuku altüst ederek savaş isteyen ve Meclis’ten bir karar almaksızın Amerikan askerlerinin ülkemizin çeşitli bölgelerine yerleşmesini savunan ve bunu sevinçle yazan ve karşılayan TÜSİAD’dır. TÜSİAD savaşı ister, çünkü Kripto-Yahudilerinin egemenliği altındadır. Kripto-Yahudi kavramı, bilimseldir, Yahudiler de kabul eder.
– Türkiye’de Kripto Yahudiler için ne deniliyor?
– Kripto Yahudi; gizli Yahudiler demektir. Eskiden Osmanlı döneminde Kripto-Hıristiyan da vardı. Kripto ifadesinde bir hakaret yoktur, gizli demektir. TÜSİAD’da kimlerin Kripto-Yahudi olduğunu bilirim. Onlar da beni bilirler.
– Bir kaç isim verebilir misiniz?
– Hayır… kusura bakmayın vermeyeceğim… Zamanla bazı kişileri açıklıyorum. Amerika’nın Türkiye üzerinden Kuzey Irak’a girme düşüncesini Bush’a, Kripto Yahudiler önerdiler. AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanları arasında Kripto Yahudilerin olabileceğini söylüyorum. Kripto Yahudilerle ilgili bir tek isim verdim: Musa Anter.
Kuzey Irak’ta Yahudi Kürt Partisi bile kuruldu
– Kuzey Irak’ta olup bitenlere ne diyorsunuz?
– Kuzey Irak’ta Kasım ayı içinde Talabani’nin izniyle Süleymaniye’de bir parti kuruldu: Kürdistan Yahudileri Milli Partisi.. Bu parti açık şekilde Süleymaniye’de faaliyet gösteriyor. Vahim olan nokta ise bu tablonun ortaya çıkmasına Türkiye’nin seyirci kalmasıdır.
– ABD; Hıristiyanlığı, İsrail ise Yahudiliği temsil ediyor. Bu iki ülkenin çıkarları nasıl örtüşüyor?
– Amerikan politikalarına yön verenlerin Yahudi olduğu biliniyor. Amerika hiçbir zaman Avrupa’daki bazı ülkeler gibi “anti-semitist” olmadı. Amerika bir çok ülkeyi yanıltmıştır. Öteden beri Ortadoğu’daki karakolu İsrail olmuştur. Şimdi Ortadoğu’ya, dünyayı karşısına alarak resmen yerleşmek istiyor.”[19]

Meclisdeki oyda tezkere ile ABD askerlerinin kuzeyden girmesine müsaade edilmediği halde bu durum dinlenilmemiş,askerler sevkedilmiştir.

”TBMM’nin dünkü tarihi toplantısında yetki tezkeresi, “evet” oyları fazla çıkmasına rağmen, salt çoğunluk sağlanamadığı için kabul edilmedi. Oturuma 533 milletvekili katıldı. Tezkereye 264 kabul, 250 ret oyu çıktı. Bu sonuca rağmen oylamaya katılanların salt çoğunluğu olan 267 oy bulunmadığı için tezkere kabul edilmemiş oldu.”[20]

16 Mart 1920 Salı günü İngilizler İstanbul’u işgâl etmişlerdir.Meclisi basarak bazı milletvekillerini götürmüşlerdir.İngiliz donanması da hazırdır.

1.dünya savaşına ittihat ve terakkinin başında bulunan ve aynı zamanda harbiye nazırı olan Enver paşanın sevkiyle girilmiştir.İngilizlerden alınan Yavuz ve Midilli gemileriyle Rusya’nın Alman müttefikimiz tarafından bu gemilerle vurulması üzerine otomatikman 1. dünya savaşına girmiş olduk.Kendisinin mesleği ise telgrafçılık, postacılıktır.

“Yavuz ve Midilli olayı neydi?

1. Dünya Savaşı öncesi, Osmanlı Devleti “seferberlik ve silahlı tarafsızlık” ilan ederek savaşa girmeme kararı almıştı. Ancak Akdeniz’de İngilizlerden kaçan Gooben ve Breslav adlı iki zırhlı Alman savaş gemisi, Sultan Reşat, Bakanlar Kurulu ve Dışişleri Bakanı’nın haberi olmadan, sadece Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle 11 Ağustos 1914’de Çanakkale Boğazı’ndan içeri alındı. İngiltere, Rusya ve Fransa’nın tepkisi üzerine zor durumda kalan Osmanlı Hükümeti, “Daha önce İngilizlere iki gemi sipariş ettik ancak parasını verdiğimiz halde alamadık. Onların yerine bu iki gemiyi satın aldık” diyerek gemilere “Yavuz” ve “Midilli” adlarının verildiğini ve Osmanlı donanmasına katıldıklarını açıkladı. Yavuz’un komutanı Alman amiral Souchon da Osmanlı donanması komutanlığına atandı.

Almanlarla gizli anlaşma

Osmanlı donanması ile ortak eğitim yapan amiral Souchon, Marmara’da yeterli eğitim yapılamadığını öne sürerek donanmanın Karadeniz’e çıkması için Osmanlı Başkomutanlığı’ndan izin istedi. Ancak bu istek 20 Eylül 1914’de Bakanlar Kurulu’nda reddedildi. Almanya’nın baskısı ile Başkomutan Vekili Enver Paşa, “aynı gün Boğaz’a dönmek” şartı ile amiral Souchon’a “sözlü emir” verdi. Amiral Souchon 5 Ekim’de Karadeniz’e çıkarken, Enver Paşa da Almanlar’la 21 Ekim’de Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında savaşa katılmasına dair gizli bir protokol imzaladı. Protokola göre Rus filosu bir baskınla imha edilecek ve Karadeniz’de üstünlük ele geçirilecekti.

Sait Halim Paşa’nın çabası 29 Ekim 1914’te amiral Souchon komutasındaki Yavuz zırhlısı, savaş ilanı yapmaksızın Ruslar’a ait Sivastapol ve Novorosisk limanlarını top ateşine tuttu. Başbakan Sait Halim Paşa’nın Rusya nezdindeki tüm barış çabalarına rağmen, İngiltere, Rusya ve Fransa’yı, Osmanlı’ya savaş açmaya ikna etti. Bunun üzerine Ruslar 1 Kasım 1914’te Kafkasya’dan sınırı geçerek fiilen Osmanlı’ya savaş ilan etti. İngiliz ve Fransız savaş gemileri de 3 Kasım 1914’te Çanakkale’yi topa tutmaya başladı. Böylece, Osmanlı İmparatorluğu fiilen savaşa girdi.

Savaş sonunda Osmanlı, Türkiye toprakları hariç, tüm Ortadoğu ve Arabistan ile Avrupa ve Kuzey Afrika’daki topraklarını kaybetti. “[21]

Türkiye bu arada ortadoğu ve dünya malum olan meçhullere doğru sevkedilmektedir.

İşte bazı haberler:

“AMERİKA’NIN ASIL AMACI
” SİLAHLAR KÜRT DEVLETİ İÇİN
Türkiye ile ABD arasındaki anlaşmazlık noktalarından biri olan muhalif Kürt partilere silah sevkiyatı konusu ‘Kürt devleti’ tartışmalarını yeniden alevlendirdi. ABD’nin, Barzani, Talabani ve diğer bazı muhalif gruplara ağır silahlar dağıtarak,Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurma amacına hizmet ettiği kaydedildi. “[22]”IKDP yetkilisi Sami Abdurrahman: Türkiye Saddam Hüseyin’den daha büyük tehdit

Kürt Parlamentosu meydan okudu

m3.gif (10029 bytes) Türkiye’nin Saddam’dan daha büyük tehdit olduğunu söyleyen Irak Kürdistan Demokratik Partisi yetkilisi Sami Abdurrahman adeta meydan okudu.

 Abdurrahman şöyle konuştu: “Türkiye tehdidinden korktuğumuz kadar Saddam tehdidinden korkmuyoruz. Saddam birçok Kürt’ü öldürdü. Ama Türkiye, Kürt insanının arzu ve ümitlerini öldürür!…”

 Ayrıca KDP Milletvekili Ahmet Pile “Türkiye’nin bölgeye girmesi felaket olur. Türkiye’yi istemiyoruz” diye konuştu. Ahmet Solar ise, “Komşularımızın bizim işlerimize karışmasınıistemiyoruz. Biz zaten bir ülkeyiz” diyerek Türkiye’ye tepki gösterdi.” [23]

”ASKER RAHATSIZ
Kürt parlamentosunun dünkü toplantısının ardından Türkiye aleyhine yapılan açıklamalar, rahatsızlık yarattı. Askerler, “Bu son gelişme ‘ABD ikili mi oynuyor?’ sorusunu “gündeme getirdi. Kafamız karışıyor. Gri bölgedeyiz” diyor.

GÜVENLİĞİ BİZ SAĞLARIZ
Toplantıda, askeri müdahaleye muhalefet edeceklerini deklare eden Kürtler, ‘Irak’ın toprak bütünlüğünden Türkiye değil, Irak halkı ve Irak Kürtleri sorumludur. Biz kendi güvenliğimizi sağlayabiliriz.’ dedi. İlk sözü alan Talabani’nin Dış İlişkiler Bakanı Sadi Pire, “Hiçbir zaman Türk yetkilileriyle sorun yaşamak istemiyoruz” dedi.”[24]

” Kürd’e kaç,Türk’e tut mu deniyor?Kürtlerle Türklere ayrı vaadler mi?

“Bush yönetiminin, Kuzey Irak’taki Kürt gruplar için bölgeye sevkettiği ağır silahlar, bölgede bir Kürt devleti kurma amacına hizmet ediyor”

”BU TEZKERE TARİH YAZACAK
Kırım ve Kore savaşlarından beri en büyük dış askeri karar bugün TBMM’de oylanıyor. TBMM, ABD askerinin Türkiye’ye gelişine, Türk askerinin de yurtdışına gönderilip gönderilmemesine karar verecek. TBMM, Kırım ve Kore Savaşlarından beri en büyük dış askeri kararını bugün oyluyor. TBMM, ABD askerinin Türkiye’ye gelişine, Türk askerinin de yurtdışına gönderilip gönderilmemesine karar verecek. Tarihi tezkereyle ABD’nin 62 bin asker, 255 savaş uçağı ve 65 helikopterin Türkiye’ye gelmesine de izin verilecek.”[25]

”İSKENDERUN LİMANI’NDA GEMİ TRAFİĞİ HIZLANDI
Türkiye, Meclis’i dahil bütün kamuoyuyla tezkereyi tartışa dursun, ABD askeri yığınaklarını gemilerle limanlarımıza yığmaya devam ediyor. Geçen haftadan bu yana 2 geminin 900’e yakın askeri araç ve malzeme indirdiği İskenderun Limanı’na, dün 2 askeri kargo gemisi daha geldi. İlk gelen gemiyle 522 paletli ve tekerlekli zırhlı araç indirilmişti. 2. gemiyle ise, 310 parça teçhizat limana getirilmişti.

TÜRKLER GELMESİN
BAKANLAR Kurulu’nun asker gönderme ve bulundurma tezkeresini Meclis’e gönderme kararı üzerine, Barzani’nin önderliğinde olağanüstü toplanan Kuzey Irak’taki Kürt Parlamentosu, aralarında Türk ordusunun da bulunduğu yabancı askerleri topraklarına sokmayacaklarına dair bir karar aldı.”[26]
” Sıkıştığı zaman canını kurtarmak için Türkiye’yi Kuzey Irak’a yardıma çağırdığını unutan Barzani bugün, Iraklı muhalifler toplantısında yine konuştu! “[27]

”Mülteci sayısı 2 milyonu bulabilir

Irak savaşında mülteci sayısının 2 milyonu bulabileceği Amerikalılar tarafından itiraf edildi. ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı Müdürü Andrew Natsios “[28]

”İsrael Şamir’e son günlerin gözde tartışması Molla Mustafa Barzani’nin soyu sopu ve Yahudi asıllı olup olmadığı soruldu. Bu soruya net bir cevap veremedi. Son sıralarda Aytunç Altındal’dan Yalçın Küçük’e kadar bir çok kişi Molla Mustafa Barzani’nin Yahudi soyundan geldiğini ileri sürüyor (Bu hususta sunulan belgeler muvacehesinde, bu hususta kesin bir kanaate varabilmiş değilim. Doğrusu pek inanasım da gelmiyor). İsrael Şamir bu hususta çok güzel bir tesbitte bulundu. İsrail’e hizmet için illa da Yahudi olmak gerekmediğini söyledi ki yerden göğe kadar yerindedir.”[29]

”Coni’lerin suç dosyası kabarık

Irak savaşı için Körfez’e yığılan 200 binin üzerinde askerin yanısıra, dünyanın çeşitli bölgelerinde 300 bin Amerikan askeri var. Amerikan askerlerinin suç dosyası da kabarık. Sadece Okinava’daki 25 bin Amerikan askeri 5006 suçtan sorumlu tutuldu. Suçların başında tecavüz ve cinsel taciz bulunuyor.” milli gaz.27.2.2003.

ABD perestij kaybediyor.

”Amerika’ya kim inanır?

1991’de Irak, Kuveyt’i işgal ettiğinde, Amerika bilinen savaş kararını almıştı. Ancak gerekçesi haklı olmasına rağmen Amerikan yanlısı Arap yönetimleri; kendi halklarından korktukları için Washington’ın “birlikte savaşalım” taleplerine kolay kolay evet diyemediler.

Bunun üzerine Washigton; bazılarını (Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün…) para (ama peşin) bazılarını da tehditle yanına çekmeyi başardı.

Ama yine de tüm Arap ülkelerinin Başkan Bush’tan ortak bir talebi vardı: Ortadoğu ve Filistin sorununu çöz..

Arap liderlerine Dışişleri Bakanı Baker’ı gönderen Bush yazılı bir taahhüt vererek Ortadoğu ve Filistin sorununu çözeceğine ve Filistin devletinin kurulacağına söz verdi..

Savaşı Arap ülkelerinin parası (zoraki alınan yaklaşık olarak 600 milyar dolar) ve askeri desteği ile zaferle sonuçlandıran Bush, kısa bir süre sonra sözlü ve yazılı tüm vaadlerini unuttu.

Ondan sonra gelen yönetimler de, Amerika’nın geleneksel politikalarını sürdürdüler ve Şaron dahil Israil’in tüm terör politikalarına sahip çıktılar ve son Cenin katliamları hariç her gün 10-15 Filistinli’nin ölümüne katkıda bulundular, bulunuyorlar..

Aynı sıralarda Washigton; Türkiye’nin önemini biliyordu.

Başkan Bush, rahmetli Turgut Özal ile olan dostluğuna da güvenerek kısa bir süre içinde Türkiye’nin desteğini sağladı.

Amerikan uçakları Türkiye’den kalkıp Irak’ı bombaladı. Amerika’nın kışkırtması sonucu Türkiye sınırına yığılan yüzbinlerce Kürt göçmenini bahane eden Washington Türkiye’ye ‘Çekiç Güç’ünü (yalnız 3 aylığına!) gönderdi.

O güç; o gün bu gün Türkiye’de bulunuyor ve 36. paralelin kuzeyindeki Kürtler’i korumakla meşgul!!

Yani bügünlerde bağımsız devlet kuracaklarından endişe edilen Kürtler’i!!

Tabiî bu arada Amerikalılar’la PKK arasındaki işbirliği (Türk basınına da yansıdı) ve daha sonra bölgede yaşanan problemler herkesin bildiği konulardır.

Başkan Bush ise rahmetli Özal’a verdiği hiçbir sözünü (siyasî, askerî ve ekonomik) yerine getirmedi. Kuveyt Emiri, bir Türk firmasına havaalanı inşaatını vermek istediğinde bile Bush müdahale ederek bunu engelledi…

Şimdi de babasının intikamını Irak’tan almaya kalkışan oğul Bush babasının yolunda giderek aynı talep ve sözlerle Ankara ile pazarlık yapıyor .

Gül hükümeti ise, geçmişin hatalarına düşmemek için oğul Bush’tan yazılı taahhütlerde bulunmasını istiyor.

Oysa Ankara’ya “Irak’ta federal sistem olmayacak” taahhüdünde bulunan Amerikalılar 17 Aralık’ta Londra’da düzenledikleri Irak muhalefet toplantısında Irak’ın federal sistemle yönetileceğini ve Türkmenler’in bir azınlık olarak kabul edilmesini herkese kabul ettirdi. Başka bir deyişle Amerikalılar geleneksel politikalarını sürdürerek Ankara’ya başka, Irak’taki Kürtler’e (ve diğer Sünni ve Şii gruplara) başka şeyler söylüyor ve taahhütlerde bulunuyorlar…

Işte bu nedenle Amerikalılar Ankara’ya verdikleri hiçbir sözü yerine getirmeyeceklerdir!

Nitekim Başkan Bush Ankara’ya verecekleri taahhütlerin Kongre tarafından onaylanmasının istenmesi durumunda bunun için 6-8 haftalık bir süre gerektiğini söylüyor.

Savaşın 3 hafta süreceğini ilan eden Bush demek ki, Türkiye’den istediği her şeyi alacak ve Kongre onay vermediğinde de “ne yapabilirim” diyecek ve verdiği hiçbir taahhüdü yerine getirmeyecektir.

Kongre onaylasa da durum değişmeyecek!

Tabiî bu arada Amerikalılar Irak ve bölge ile ilgili tüm planlarını uygulamaya başlamış olacak ve Türkiye beklemediği çok karmaşık ve oldukça zor durumlarla karşı karşıya bırakılacaktır.

Oysa herkes görüyor ki Amerikalılar kendi yarattıkları kurum ve kavramlara bile (BM, NATO, globalleşme…) artık saygı göstermemektedirler.

Amerikalılar kendi çıkarları ile çelişen her türlü yazılı ve sözlü tüm uluslararası kavramları hiçe sayarak yeni türden bir anlayışı herkese kabul ettirmek peşindeler:

“Amerika’ya boyun eğen kazanır.”

Yani “Amerika’ya güven, gerisini merak etme sen…”

Bush ise; Türkler’e, Araplar’a, Kürtler’e, İranlılar’a diyor ki:

“Amerika; kanınızın son damlasına kadar savaşacaktır!” Tabiî o kan hâlâ suya dönüşmemiş ise!! “[30]

”Bush Beyaz Saray’a yerleşip hükümetini kurduğunda, ülkenin en etkili etnik grubu sayılan Musevi Cemaati’nden tek bir kişiyi bakan atamadığı için tepki görmüştü. Bill Clinton’un hükümetinde beş Musevi bakan yer alıyordu, Jimmy Carter’ınkinde dört… Ford, Nixon, Johnson ve Kennedy de azımsanmayacak sayıda Musevi’yi bakan yapmışlardı. Reagan, Baba Bush ve Oğul Bush ise kurdukları hükümetlere Musevi olduğu bilinen bakan almayan başkanlar…

Oysa, Museviler Amerikan siyasi hayatında ağırlıklı bir yere sahipler. 100 mevcutlu Senato’nun yüzde 10’u Musevi asıllı; 435 üyesi bulunan Temsilciler Meclisi’nde 27 Musevi var. Anayasa Mahkemesi’nde de iki Musevi üye bulunuyor… Şimdilerde İsrail için elinden geleni yaptığı görüldüğünden “Neden hükümetine Musevi bakan almadın?” diye soran yok, ama ilk günlerde ciddi bir sorundu bu. Bush, eleştirileri, hemen bütün bakan-altı önemli pozisyonlara Musevileri atayarak karşılamaya çalıştı. Atadıklarından biri de Ari Fleischer… Bush’un ağzı, kulağı, dışarı yansıyan imajı Fleischer… Bu sebeple, onun, “Bush’un dinî motiflere fazlaca yer veren konuşmalarına takılmak yanlış, tavrı normal” demesi benim için önemli bir tezkiye… “[31]

TEZKEREDEN PLAN ÇIKTI
Hükümette kriz yaratan ABD’ye asker konuşlandırma izni veren ikinci tezkere, dün Meclis’e gönderildi. 6 ay süreli savaş izninin satır araları, Amerika’nın savaş planını ortaya çıkardı. Buna göre, operasyonun Kuzey Irak bölümünde 62 bin asker, 255 uçak ve 65 helikopter görev alacak. Askeri kaynakların tezkereyle ilgili yorumlarına göre, ABD’nin Vietnam Savaşı’nda ‘Demir At’ adıyla ün kazanan Dördüncü Tümen’i Türkiye üzerinden Irak’a geçecek. 30 bin kişilik tümene, 5’er bin kişilik iki destek tugayı eşlik edecek.”[32]

“HEDEF GAP VE GÜNEYDOĞU
Sesar’a(Sesar Kamuoyu Araştırma Şirketi) göre; ABD’nin Kuzey cephesinde ısrar etmesinin sebebi, Türkiye’nin Güneydoğu’sunu, dolayısıyla GAP başta olmak üzere, bölgedeki suyu ele geçirmek… ABD böylece, gelecekteki “Su savaşları”na zemin hazırlarken, bir yandan da İsrail’in “Arz-ı Mev’ud” hayallerini kaşıyor.
ABD’nin Türkiye üzerindeki oyunlarına ilişkin çarpıcı ipucu niteliğindeki bir harita ortaya çıktı. Pentagon kaynaklı harita, ABD’nin, Irak operasyonunda Türkiye’ye ve dolayısıyla Kuzey cephesine aslında şişirildiği kadar ihtiyacının olmadığını ortaya koyuyor. Körfez Savaşı’nda çizilmiş olan ve Irak’ın güneyden üç ayrı cephe açılarak ele geçirilebileceğini gösteren Pentagon kaynaklı haritayı gündeme getiren Sesar Kamuoyu Araştırma Şirketi, ilginç uyarılar yaptı. Sesar’a göre; Kuzey cephesi aslında olmazsa olmaz değil… ABD, Güney’de oluşturacağı üç ayrı cepheden kolaylıkla Saddam’ı devirebilir. Asıl hedef ‘Güney Türkiye…

… “Pentagon kaynaklı” bir haritaya dikkat çeken Sesar, konuyla ilgili şu analizi yapıyor:
“ABD’nin askeri anlamda bir Kuzey cephesine ihtiyacı yoktur. Fakat ABD ve İsrail’in önümüzdeki 10-15 yıllık süreçte petrolden daha önemli hale gelecek olan suyu kontrol etmek için Türkiye’nin Güneydoğusu’na ihtiyacı vardır. Açılmak istenen cephenin Bağdat’dan çok Ankara’yı tehdit edeceğini, Türk Devleti’nden önce Türk Milleti’nin görmüş olması, maalesef bundan sonraki gelişmeler için bir garanti teşkil etmemektedir.”[33]

”IRAK PETROLÜ 4 ŞİRKETİN
40 yıl önce kapı dışarı edildikleri Irak’a savaşla dönmeye hazırlanan Amerikan ve İngiliz Petrol şirketleri, ülkenin tüm petrolünün işletimini tekelleri altına alacak…”[34]

Hem petrol hem de gerilim amaçlı bu savaş 11-Eylül’de ikiz kulelere yapılan saldırıdan önce tasarlanmıştı.[35]

“Irak’a saldırmaya hazırlanan ABD’nin Savunma Bakanı Rumsfeld’in 1983 yılında Saddam Hüseyin’e silah satıp el sıkıştığı ortaya çıktı.

5 YILLIK SİLAH ANLAŞMASI
ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in 1983 yılında Irak lideri Saddam Hüseyin’le silah alımı konusunda bir anlaşma yaptığı tespit edildi. Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan adına Saddam’ı ziyaret eden Rumsfeld’in, Amerikan şirketi Carlyle Group için 5 yıllık silah anlaşması yapıp el sıkıştığı belirlendi.”[36]

”Amerikalı barış eylemcisi Rachel Corrie, bir Filistinlinin evini yıkmasını engellemeye çalıştığı İsrail buldozerinin altında ezilerek hayatını kaybetti. Daha önce de İsrail tanklarının saldırısına uğrayan Barış eylemcisi Corrie 23 yaşındaydı.”[37]

Özetle;ABD’nin daha doğrusu İsrail’il hesabları uzun vadeli ve geniş hesablardır.Bunlar ise;-Evvela samimi değillerdir.Çünki Kimyasal Silahlar,kitle imha silahları silah denetçileri tarafından bulunmadığı gibi,olmuş olsa da verenler sizlersiniz.Aynı silah İsrail ve Kuzey Kore’de de bulunmaktadır.

-Devletleri -bir zamanki Rusya gibi- küçük parçalara bölerek kolayca kontrolünü sağlama hesapları yapmaktadır.

-1991’de babası Bush’un Körfez savaşından sonra Irak petrollerinden savaş kaybı olarak %25 aldığı gibi,buda;bir yandan elinde biriktirdiği silahları bu vesile ile kullanmış olacak ve bir de savaş tazminatı olarak yıllarca yüzdeliğini almış olacaktır.Belki normal yollardan silahını satamıyacak iken,şimdi onları kullanarak elinden pahalı olarak çıkarmış olacaktır.

-İleride Türkiye,İran,Suriye,Mısır,Suud-i Arabistan gibi ülkeler karşısında parçalayacağı Irak’ı koz olarak kullanacak,oradaki azınlıkları rahatlıkla kışkırtıp,çevre devletlere gâileler açmış olacaktır.Çekiç güçün yıllarca bizleri PKK belası ile uğraştırdığı ve onlara gıda diye silah yardımında bulunduğu gibi,şimdi de âdeta onları teçhiz edip,bizim gibi devletlere karşı kullanacaktır.Nitekim bir haberde;Irağın kuzey cephesine savaş için gelen Amerikan askerlerinin içerisinde bir kısmının birbirlerine karşı –Keyfe nahoşe-Keyfin nasıl?-diye kürtçe konuştuklarını yazmıştı.Zaten toplama olan Amerikan askerlerinin ön safında bulunacaklar ya Kürtler,Peşmergeler,başkaları bulunacak,daha sonra kendi askerlerini geriden sevkedecektir.Ucuz olmayan askerlerini,ucuza kapatmayacaktır.

-Yeni Dünya Düzeninde hristiyanlığa karşı müslümanların –İttihad-ı İslâm- düşüncesi ile birbirleriyle birleşmelerini engellemeye çalışacaktır.Bunun kokusunu almış olacak ki,bir an evvel hem göz dağı vermeye çalışmakta,hem de bölmeyi sürdürmeyi düşünmektedir.

-En önemli bir nokta da;İsrailin Tevratta belirtilen Mezopotamya düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla önünü açmaktır.Yayılmacılığını sağlamaktır.

-Gerek tüm dünyanın gerekse de kendi ABD ve İngiliz milletvekilleri ve halkının taraf olmaması ve tasvib etmemesiyle de meşru olmayan bir hareket içerisine girmiş olmaktadır.

-Rusyayı batıran ve bitiren zulüm sebebi,ABD’yi de bitirecektir.

-Bundan bir asır önce olduğu gibi bu günde İngiltere ve yarım asırlık Amerika’ya karşı kimse cephe olmak istememektedir.Herşeyi feda uğruna onlara karşı ses çıkaramayıp,keyfi hareket etmelerine dolaylı olarak ortak olmaktadırlar.Âdeta rakiblerini daha doğrusu belalarını aramaktadırlar.

-Küfür devam eder,zulüm devam etmez.İnsanlık ve İslâm alemi nurunu aramaktadır.Çok hakikatlara gebedir.

-Tekrar haçlı ruhu hortlatılmakla Selahaddin-i Eyyubiler ve Fatihler çıkarılmaya çalışılmaktadır.

Ve Şimdiki şark meselesi ile,1.dünya savaşı benzerlik konusunda birbiriyle bağlantılı.Osmanlı özellikle,-duyun-u umumiye-ile yani ekonomik olarak çökertildi.Şimdi de ekonomik olarak çökertilip,herşey kolaylıkla yaptırılmaya çalışılmaktadır.

”EBABİL MORALİ
Bağdatlılar, Kuran’ın Fil Suresi’ndeki Ebabil mucizesiyle. ABD’ye direniş arasındaki benzerliği konuşup güç buluyor. Bağdat’ta herkesin dilinde Kuran’ı Kerim’in Fil Suresi’ne konu olan mucize var Dönemin büyük gücü Ebrehe’nin ordusu fillerle Kâbe’ye saldırır. Ordu tam Kâbe’yi yıkacakken gökte beliren Ebabil kuşları gagalarındaki taşları bırakır, ordu perişan olur. Bağdatlılar, bu olayla son saldırı arasında şu benzerlikleri görüyor Ebrehe ordusunun da, Bush’un partisinin de sembolü fil. Kuran’da taş atan kuşların da, Irak füzelerinin adı da Ebabil. Ebrehe ise ABD ordusunun en etkili silahı Abrams tankını çağrıştırıyor…”[38]

FİL SURESİ:

1-Rabbin fil sahiplerine neler etti,görmedin mi?

2-Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı?

3-Onların üstüne ebâl kuşlarını gönderdi.

4-O kuşlar,onların üstüne pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu.

5-Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.”

(Bu sure,Kâbeyi yıkmak isteyen Ebrehe’nin (şimdiki Filo’lara karşı o zaman da) fillerle hücumunu konu edindiğinden bu adı almıştır.)

”Ebrehe’nin Kabe’ye üzerine yürümesi ve saldırması 17 Muharrem’e denk düşmüş. Bu seferki Anglo-Amerikan kuvvetlerinin Irak’a yaptıkları taarruz da aynı tarihe rastlıyor. Bu harpte Yahudi oyununa âlet olan Amerika ile Kabe’yi yıkmaya giden Ebrehe’nin gayeleri örtüşmektedir. Tefsirlerde yaptığımız tetebbuatta da, ikisi arasında nice benzerlikler ve gaye birliği ortaya çıkmaktadır. Fil Vakasının çıkış noktasından Ebrehe’nin gayesine kadar birçok faktör, günümüzdeki savaşa tıpa tıp intibak etmektedir.”[39]

Ebrehe ve ordusu ile ilgili olarak Bediüzzaman hazretleri şöyle der:

” Çendan veladet gecesinde değil, fakat veladete pek yakın olduğu cihetle, o hâdiseler de irhasat-ı Ahmediyedir ki (A.S.M.), Sure-i

Elem tera keyfe’ de nass-ı kat’î ile beyan edilen “Vak’a-i Fil”dir ki; Kâ’be’yi tahrib etmek için, Ebrehe namında Habeş Meliki gelip, Fil-i Mahmudî namında cesîm bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke’ye yakın olduğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebabil kuşları onları mağlub etmiş ve perişan etmiş, kaçmışlar. Bu kıssa-i acibe, tarih kitablarında tafsilen meşhurdur. İşte şu hâdise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın delail-i nübüvvetindendir. Çünki veladete pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi ve sevgili vatanı olan Kâ’be-i Mükerreme, gaybî ve hârika bir surette Ebrehe’nin tahribinden kurtulmuştur.”[40]

“Kâ’be-i Muazzama’ya hücum eden Ebrehe askerlerinin başlarına Ebabil tayyareleriyle semavî bombalar yağdırması…”[41]

A.Karakoç’da:

“Fil çoğalsın, Ebabil’den umut kesilmez,

Firavunlar azsa da Nil’den umut kesilmez,

Zâlimler ölmüyor diye ye’se kapılma,

Hele sabret…Azrail’den umut kesilmez…”

Irak’a saldırı için alınan bu karar yeri Azor olup,daha önceleri de haçlı savaşlarının kararının alındığı aynı yerdir.

Nitekim:” ABD, irili ufaklı yığınla ülkeye haber vermeden müttefik listesi hazırlayınca listede adını gören Solomon Adaları gibi ülkeler ‘‘Biz neden bu listedeyiz’’ diye itiraz ediyor. Kimisi de ‘‘Benim adımı propagandaya alet etme’’ diyor. “[42]

“Beşer zulmeder,Kader adalet eder.”

Her şeyin arkasında beşerin zulmü görünse de,kader cihetiyle adalet tecelli eder.Zira kader umumi ahvale ve tüm zamanlara nazar edip,hükmünü verir.

Bu savaşta mazlumlar zulme uğrarken,kader cihetiyle görünmez büyük ecirleri vardır.Zalimler cezasını bulur.Alemi islâmın ittihad ve ittifakına vesile olur,Alevi-sünni birliğine vesile olur.Amerikanın çatırdayıp yıkılmasına zemin hazırlar.Yeni bir güç,kuvvet,lider,devlet,Mehdi,İsa,Âhirzaman hakikatları tezahür eder.Ve ilâhi destekler nüzul eder.

“ Şurası kesindir ki Allah, insanlara zerre kadar zulmetmez. Ne var ki, insanlar kendi kendilerine zulmedip duruyorlar.”[43]

Bedir,[44] Uhud,[45] Hendek,[46] Huneyn,[47] Tebük [48] gibi [49]savaşlarda Allah’ın yardım ve desteği gürülmüş ve olmuştur.

-www.hamimsayfasi.com-adlı sitede,Irak savaşı,Saddam ve üçüncü dünya savaşının olacağı ile ilgili rivayet ve yorumlarda şöyle denilmektedir:

“İmam-ı Ali, Ebu Hureyre ve İbn-i Abbas’ın (R.A.) rivayet ettiği bir hadîste şöyle varid olmuştur:

“Ahirzaman’ın harbi cihan harbidir. Çok kimselerin öldürüldüğü iki büyük harbden sonra bir üçüncüsü daha olacak. İkinci cihan harbinin ateşini yakan (başlamasına sebeb olan) “Büyük Reis” künyesinde bir adamdır ki dünya onu “Hitler”ismiyle çağırır.”[50]

Bu hadîs-i şerif ahirzamanda üç cihan harbi olacağını ve ilk iki harbin çok büyük olup bunlarda çok kimselerin öleceğini, üçüncü harbin ise, her ne kadar o da bir cihan harbi olsa da evvelki iki harbe nisbeten onda fazla kimsenin ölmeyeceğini haber vermektedir. Çünkü hadîs, ilk iki harb için كُبريين يموت فيهما خلائق كثيرة yani, “büyük olan o iki cihan harbinde çok kimseler ölecektir” demiştir. İlk iki harbin kübrâ olduğunu ifade etmekle üçüncüsünün suğrâ olduğuna işaret edilmiştir. Allahu a’lem bir tevili şudur ki; üçüncü harb diğerlerine nisbeten daha küçük olacak ve onda nisbeten fazla kimse ölmeyecektir. Bunun sebebi şudur ki; geçtiğimiz asırda vuku bulan iki cihan harbinde dünyanın ekser devletleri birbirleriyle savaşmışlardır. Halbuki asrımızda vuku bulan harbde ise; ekser dünya devletleri birleşerek bir tek yeri vurmaktadırlar. Binaenaleyh bu üçüncü harb de bir cihan harbi olmakla beraber bütün dünya tek bir yeri vurduğu için diğer iki harbe nisbeten onda fazla kimse ölmemektedir. İşte hadîs-i şerif bu manalara gayet beliğ ve veciz bir surette ve mu’cizane işaret etmektedir. İki cihan harbi aynen haber verildiği gibi vuku bulmuş, üçüncü harbin ise mukaddematı zuhur etmiştir. Bütün dünya devletleri İngiltere ve Amerika’nın riyasetinde Alem-i İslamın aleyhinde ittifak ederek nur-u Kur’an’ı söndürmek emeliyle şarkta bir taife-yi mücahidin üzerine hücum etmişlerdir.

Hem bu hadîste ikinci cihan harbini “Hitler” isminde bir adamın başlatacağını ve ona “Büyük Reis” manasında “FÜHRER” denileceğini mu’cizane haber vermektedir.

“Bir rivayette Ebu Hureyre vefat edeceğini hissettiği vakitte ilmi ketmetmiş olmaktan korkarak etrafındakilere şöyle dedi:

Resul-i Ekrem’den (A.S.M.) öğrendiğim Ahirzamanda vukua gelecek harblerle alakalı haberleri size bildireyim mi? Onlar: ‘Evet bize haber ver. Bunda bir beis yoktur Allah seni hayırla mükafatlandırsın’ dediler. Bundan sonra Ebu Hureyre sözüne devâm ederek dedi ki:

‘Hicretten bin üç yüz (1300) sene sonraki akidlerden birkaç akid say (Haşiye-1). O vakit Rumların meliki (Haşiye-2) bütün dünya ile harb etmek ister. Allahu Teala da o adam için harbi irade eder. Bunun üzerinden fazla bir zaman geçmez, iki akid sonra (CERMEN) ismindeki bir beldeden (Haşiye-3), ismi kedi ismi olan bir adam musallat olur (Haşiye-4) ve bütün dünyaya malik olmak ister. Ve hem soğuk memleketlerde ve hem de sıcak memleketlerde (Haşiye-5) bütün dünya ile harb eder. Şiddetli harb ateşlerinin dolu olduğu senelerden sonra Allah’ın gadabına uğrar. Neticede Rûş’un veya Rus’un (ravi şübhe etmiştir) sırrı (Haşiye-6) onu öldürürler.

Hicretten bin üç yüz (1300) sene sonraki akidlerden beş veya altı veya yedi veya sekiz akid say. O vakit Mısır’a “Nasır” künyesinde bir adam hükmeder (Haşiye-7). Arablar onu “Şüccâ’-ul Arab” (Arabın cesuru) diye çağırırlar. Allah onu bir harbde ve sonra bir harbde daha, yani iki harbde zelil eder (Haşiye-8). O Nasır mansur olmaz, ona yardım edilmez. Ve Allahu Teala ayların en sevgilisinde Mısır’a hakiki nusreti irade eder ki bu nusret tahakkuk edecektir (Haşiye-9). Bunun üzerine Beyt’in Rabbi olan Allah, Mısır halkını ve Arab milletini, babası kendisinden daha Enver olan “Esmer Sâdâ” ile razı ederek onu, onlara reis eder (Haşiye10). Fakat bu adam Mescid-i Aksa’nın hırsızlarıyla (Yahudilerle) belde-i hazînde musalaha yapar (Haşiye11).

Sonra Şam bölgesinden olan Irak’da cebbar bir adam zuhur eder ki; o adam Süfyanîlerden biridir ve onun bir gözünde hafif bir aksama vardır. Onun ismi “Saddam” dır (Haşiye12). O, kendisine muarız olanlara karşı saddamdır (Haşiye13) . Bütün dünya “Küçük Kût” ta (Haşiye14), onun için toplanırlar ki Saddam da bu Kuveyt’e daha evvel aldatılarak girmiştir (Haşiye15). Bu Süfyanîde hiç bir hayır yoktur. İlla ki İslamiyet’e dönerse o zaman onda hayır olur. O hem hayır, hem de şerdir (Haşiye16). Mehdî-yi Emin’e hain olana veyl olsun (Haşiye17).

Hicretten bin dört yüz (1400) sene sonraki akidlerden iki veya üç akid say (Haşiye18). O vakit Mehdî-i Emin çıkar ve bütün dünya ile harb eder. Dalalete düşenler (Haşiye19) ve Allah’ın gadabına uğramış olanlar(Haşiye20) ve münafıklar (Haşiye21), İsra ve Mi’raç beldesi olan Kudüs’teki “Meciddun Dağları”nda onun için toplanırlar (Haşiye22). Bütün dünyanın ve bütün hilelerin melikesi de Mehdî’ye karşı çıkar ki onun ismi zaniyedir (Amerika) (Haşiye23). Bu melike o gün bütün dünyayı dalalet ve küfre sevkeder. Yahudiler de o gün dünyaca en yüksek makamdadırlar. Bütün Kudüs’e, mukaddes beldeye hakimdirler. Bütün dünya denizden ve havadan (Haşiye24) Mehdî’nin üzerine hücum eder. Ancak çok soğuk ve çok sıcak beldeler müstesna (Haşiye25). Mehdî bakar ki bütün dünya çirkin hile ve planlarla aleyhinde ittifak ettiklerini görür. Fakat bilir ki Allah daha şiddetli mekr sahibidir ki, onların bütün hilelerini akim bırakır. Ve bütün kainat onun mülküdür ve ona dönecektir ve merci yalnız odur. Ve bütün dünya aslı ve fer’iyle onun bir hilkat şeceresidir. İşte bu kudrete malik olan Cenab-ı Hak, Mehdî’ye nusret için en şiddetli bir darbe ile onları vurur ve karayı, denizi ve semayı onlar üzerine yandırır. Ve Sema da onların üstüne şiddetli yağmurunu yağdırır. O gün bütün ehl-i arz küffara lanet eder. Allah da bütün küfrün zevalini irade eder (Haşiye26) ”[51]

***Bir rivayette: “Kuyruk sokumundan daha küçük bir beldede (Kuveyt’te) bir harb olur. Bütün dünya ahalisi o beldeyi kurtarmak için toplanırlar. Gûya orası beldelerin en zenginidir. Vâlimeler (düğün yemeğine davet edilenler, yâni menfaaetperestler) o beldeye davet ederler (yani bütün dünya oranın serveti olan petrolü paylaşmaya çalışırlar). Ahirzaman hadîsatının bidayetinde, o beldenin emîri, sancağını batıdaki uzak sahillerden gelen şer ordularının komutanına (Amerika ve İngiltere’ye) teslim eder. Emîrin yardım çağrısına karşı dünyanın her tarafından yardıma gelip o komutan için toplanırlar. Emîrin tahtı yine kendisine iade edilir ve ahirzamanın bidayetindeki kanlı harblerde Irak harab edilir. Küçük kuyruk hükmündeki beldenin emîri Mehdî’nin askerleriyle muharebe eder. Ve o beldenin ikinci def’a harabiyeti yaklaşmış olur. Çünkü o emîr fesadın menbaıdır.”[52]

***“Abdullah ibn Ömer dedi ki: Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) huzurunda oturuyorduk. Bize vuku bulacak fitnelerden bahsetti ve bu husus üzerinde çok fazla durdu. Sonra dedi ki:

Fitne-i Serrâ’nın dumanı ehl-i beytimden bir adamın iki ayağı altından çıkar (yâni o sebebiyet verir). O kendini benden zanneder ama benden değildir.”[53]

*** Ehl-i Beyt 12 manaya gelir. Bir manasıda Kureyşî demektir. Burada ehl-i beytten murad Kureyşîdir. Hadîs Irak lideri Saddam Hüseyin’den bahsetmektedir.

Yine bir başka rivayette Ebu Zer (R.A.) Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) şöyle buyurduğunu söylemiştir:

سيكون من بنى امية رجل اخنس بمصر يلى سلطانا يغلب على سلطانه او ينتزع منه فيفر الى الروم فيأتى بالروم الى اهل الاسلام فذلك اول الملاحم.

“Benî Ümeyye’den dessas bir adam (Kuveyt Emîri), bir beldede (Kuveyt’te) hakim olur. Bir sultan (Saddam) gelir onun saltanatına galib olur veya saltanatı, onun elinden alır. O da Rumlara (Amerika) sığınır ve Rumları ehl-i İslam üzerine getirir. İşte bu ahirzamanın kanlı harblerinin başlangıcıdır.”[54]

Bir hadîste de Irak Harbi “Fitne-yi Duheyma (karanlık fitneler)” ünvanıyla haber verilmekte ve şöyle denmektedir:

فاذا كان ذاكم فانتظروا الدجال من يومه او من غده

“Bu (fitne-yi duheyma) vuku bulduğunda o gün veya ertesi gün Deccal’ı bekleyiniz.”[55]

Bu hadîs gösteriyor ki, Irak harbinin akabinde Deccal zuhur edecektir. Hâdisat gösterdi ki o deccaliyet Amerika, İngiltere ve Yahudilerin riyaseti altında Birleşmiş Milletler’in şahs-ı manevîsidir. Bu mes’elenin tafsilatı ileride gelecektir.

“عن ابى نضرة (ر.ع.) قال: كنا عند جابر (ر.ع.) فقال: يوشك اهل العراق لا يجبى اليهم.”قفيز و لا درهم. قلنا من اين ذاك؟ قال العجم يمنعون ذاك. ثم قال يوشك اهل اشام الا يجبى اليهم دينار و لا مدى. قلنا من اين ذاك؟ قال من قبل الروم ثم سكت هنية ثم قال: قال رسول الله (صعم) يكون فى اخر امتى خليفة يحثى المال حثيا لا يعده عدا. قلت لابى نضرة: اترى انه عمر بن عبد العزيز؟ قال: لا

Ebu Nadre (R.A.) dedi ki; Cabir (R.A.)’ın yanında idik, şöyle dedi: “Öyle bir zaman yaklaşıyor ki, Irak ahalisine bir kafiz (kile), bir dirhem sevk olunmayacak” (Yani Irak’a ambargo konulacak ve para ve ölçekle alışveriş olmayacak). Dedik ki “bu kimden dolayı olur”. Dedi ki: “Acemler (Arab’ın gayrısı) bunu men’ ederler.” Sonra dedi: “Şam ahalisine bir dinar, bir müdy (kile) sevk olunmayacak”. “Bu kimden dolayı olur” dedik. “Rumlar’dan dolayı” dedi. Sonra az bir müddet sustu.

Sonra dedi ki: Resulullah (A.S.M.) buyurdu ki: “Ümmetimin son zamanlarında bir halife (Mehdi) olur, malı saymadan verir”. Ben Ebu Nadre’ye: “O Ömer İbn-i Abdulaziz midir?” dedim. “Hayır” dedi.[56]

Hadîste geçen Şam’dan murad sadece şu anki Şam şehri değildir. Çünkü şu anki Şam şehrinin ismi o zaman Dımeşk idi. Şam’dan murad Şam-ı Kübra’dır ki, Filistin ve diğer Şam çevreleri de dahildir.

Bu hadîs gösteriyor ki; önce Irak’a ve daha sonra Şam bölgesi olan Filistin’e kafirler tarafından ambargo uygulanacak. Bunun akabinde ise Hz. Mehdî zuhur edecektir. Çünkü hadîste “هنية hüneyyeten yani az bir müddet tabiri kullanılmıştır. Demek Hz. Mehdî Irak ve Filistin ambargolarından az bir müddet sonra zuhur edecektir. Irak ve Filistin’deki ambargolar vukua gelmiştir. Öyle ise zaman, Hz. Mehdî’nin zuhur zamanıdır.

Ebu Naim El-Kûfî Kitab-ul Fiten’de İmam Ali’den (R.A.) tahriç ederek buyurdu ki: “Talikan’a (Afganistan’a) yazık olacak. Orada Allah’ın öyle hazineleri vardır ki ne altındandır ne de gümüşten. Fakat orada Allah’ı hakkıyla tanıyan erler vardır ki, onlar Âhirzaman Mehdî’sinin yardımcılarıdır.”[57]

“Doğu tarafından gelen ve deha sahibleri oldukları halde, kıyafetlerine insanların taaccüb ettikleri kimselerin** zuhur ettiğini işittiğinizde, işte o zaman muhakkak kıyametin gölgesi üzerinize düşmüştür.”[58]

“Mehdî-yi Ahirzamanın hurucunun alameti, batı tarafından gelen sancaklılardır ki, onların başında Kende’li topal bir adam vardır.”[59]

Bu da aynen vuku bulmuştur. Afganistan’a yapılan harekatı bütün dünyaya i’lan etmek için Amerikalı General Richard Mayers tekerlekli sandalye ile dünya medyasının önüne çıkmış ve bu operasyonu haber vermiştir. Bu hadîs-i nebevî, bu hâdiseyi mu’cizane haber verdiği gibi, bu harekata katılan kimselerin de sakat kalacağına işaret etmektedir.

“Müslümanlar Yahudilerle harb edip, Müslümanlar onları öldürmeden kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle öldürürler ki, hatta Yahudiler taşların ve ağaçların arkalarına saklanırlar da, taşlar ve ağaçlar müslümanlara: ‘Ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! İşte bu Yahudi arkamdadır. Gel de onu öldür’ der. Yalnızca ‘Ğarkad’ denilen ağaç müstesna. Çünkü o Yahudilerin ağacıdır.”[60]

Bu hadis’den hareketle bazı olaylar netlik kazanmaktadır.Şöyle ki;

– Irak savaşından bir amaçta;Fırat suyu ve A.Barajıdır.

-Ve yine hadisde,yahudilerin arakasına sığındıkları ağaç,bodur ağaç olup,yahudiler bulundukları bölgeye bu ağaçtan çoklukla dikmekle beraber,ABD de olabilir.Zira dünyada onu en fazla koruyan ve en fazla devlet yöneticilerinin başında yahudi olarak ABD bulunmaktadır.

-Yine 1991 körfez savaşı bahanesiyle bölgeye yerleşen Çekiç güç;bir çok gizli faaliyette bulunmuş,Genelkurmay istihbarat raporlarında Org.Eşref Bitlis’in Çekiç Güç tarafından öldürüldüğü rapor edilmiştir.Yoksa E.Bitlis bir şeyleri mi keşfetmiş,yoksa bir şeylere mi engel olmaya çalışmıştı?

Bu konuda;” “Çekiç Güç” karargâhında planlandığı, bu grup içinde albay Naab ve albay Vilson’un bulunduğu, ABD’nin Adana Konsolosu Elizabeth Shelton’un da işin içinde olduğu, cinayet emrinin dönemin ABD Savunma Bakanı Dick Cheney tarafından verildiği ve bunların da Genelkurmay raporunda kayda geçirildiği…
Eşref Paşa, Kuzey Irak ve Güneydoğu’da faaliyet gösteren yardım kuruluşlarındaki CIA’cı ve özel harpçileri engellemiş, gıda yardımı adı altında Barzani ve Talabani’ye verilen silahları yakalatmıştır. O silahlar daha sonra PKK’lıların elinde de görülmüştür!
Eşref Paşa’nın bölgede çözüm sağlamak için Irak, İran ve Suriye ile birlikte hareket etmek fikrinde olduğu biliniyor. O sıralar, Çekiç Güç’ün helikopterleri, Cudi Dağı’nda bulunan PKK militanlarına silah ve yardım malzemesi atmış ve bu malzemeler yakalanınca da yanlışlık olduğu ileri sürülmüştü. Bu konuda zamanın Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’e verilen rapor yıllar geçtikten sonra geçtiğimiz aylarda bir TV programında açıklanmıştır. “[61]
Kürtler Türkleri tehdit etmekte,sırplının kurşun sıkmasıyla başlayan 1.dünya savaşı gibi bir savaş başlayabilir.

”Bush yönetiminin, Kuzey Irak’taki Kürt gruplar için bölgeye sevkettiği ağır silahlar, bölgede bir Kürt devleti kurma amacına hizmet ediyor

AMERİKA’NIN ASIL AMACI
” SİLAHLAR KÜRT DEVLETİ İÇİN
Türkiye ile ABD arasındaki anlaşmazlık noktalarından biri olan muhalif Kürt partilere silah sevkiyatı konusu ‘Kürt devleti’ tartışmalarını yeniden alevlendirdi.

ABD’nin, Barzani, Talabani ve diğer bazı muhalif gruplara ağır silahlar dağıtarak, Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurma amacına hizmet ettiği kaydedildi. “[62]

IKDP yetkilisi Sami Abdurrahman: Türkiye Saddam Hüseyin’den daha büyük tehdit

Kürt Parlamentosu meydan okudu

m3.gif (10029 bytes) Türkiye’nin Saddam’dan daha büyük tehdit olduğunu söyleyen Irak Kürdistan Demokratik Partisi yetkilisi Sami Abdurrahman adeta meydan okudu.

 Abdurrahman şöyle konuştu: “Türkiye tehdidinden korktuğumuz kadar Saddam tehdidinden korkmuyoruz. Saddam birçok Kürt’ü öldürdü. Ama Türkiye, Kürt insanının arzu ve ümitlerini öldürür!…”

 Ayrıca KDP Milletvekili Ahmet Pile “Türkiye’nin bölgeye girmesi felaket olur. Türkiye’yi istemiyoruz” diye konuştu. Ahmet Solar ise, “Komşularımızın bizim işlerimize karışmasınıistemiyoruz. Biz zaten bir ülkeyiz” diyerek Türkiye’ye tepki gösterdi.” “[63]

”Los Angeles Times gazetesi, ABD’nin Kuzey Irak’tan cephe açma planının “Müslüman Araplarları Müslüman Kürtlere kırdırma politikası” olduğunu belirterek, bu planın tutmaması üzerine güneyden Irak’a giren ABD ve İngiliz birliklerinin şimdi yanlışlıkla birbirini kırmaya başladığını yazdı.”[64]

”HARİTAYA İNCE AYAR
ABD askeri haritalarındaki ‘Kürdistan’ kelimesi gitti, yerine ‘Kürt Kontrol Bölgesi’ geldi. Üstelik, eskiden tüm Kuzey Irak’ı kaplarken gösterilen Kürt Bölgesi, şimdi Erbil ve Süleymaniye’ye hapsedilmiş. Musul ve Kerkük boş…”[65]

ABD’nin Irak savaşının mimarı (Karanlıklar Prensi) olan ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un baş danışmanı Richard Perle, cephede işlerin umulduğu gibi gitmemesinden dolayı görevinden istifa etti.”[66]

Perle, 11 Eylül saldırılarından sonra Saddam rejiminin devrilmesi ve Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması konusunda ABD yönetimine baskıda bulunmuştu.

Yahudi asıllı Perle ve Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, ABD’nin başlattığı Irak Savaşı’nın perde arkasındaki isimler olarak biliniyor.

… Reagan iktidarında Savunma Bakan yardımcılığı görevinde bulunan Perle, o dönemde Sovyetler Birliği ile nükleer silahların kontrolü anlaşmasının yapılmasına sert bir şekilde karşı çıkmış ve gizli bağlantılarından dolayı da ‘Karanlıklar Prensi’ olarak anılmaya başlamıştı. Perle, ABD’nin geçtiğimiz yıl Rusya ile mevcut Anti–Balistik Füze Anlaşması’ndan (ABM) çekilmesinin en önde gelen destekçileri arasındaydı.

… Perle, 2001 yılında oluşturulan Savunma Politikası Kurulu’nun başkanlığını Temmuz 2001’den beri yürütüyordu. Aralarında CIA eski direktörü James Woolsey, eski dışişleri bakanlarından Henry Kissinger, eski başkan yardımcılarından Dan Quayle gibi isimlerin de bulunduğu 30 kişiden oluşan Savunma Politikası Kurulu, ABD Savunma Bakanlığı’na her konuda danışma görevi yapıyor…”[67]

Emekli Org. Doğan Güreş, Kanal-7’de Akif Beki’nin hazırladığı –Kırmızı Işık – (23-3-2003) programında,kendisininde görevli olduğu sırada toplantıya katıldığında gözüne çarpan bir evrakı görüp dikkatini çektiğinden aldığını,bunda ise Washington’un dünyayı 5 bölgeye bölerek,herbirinin başına bir general görevlendirmiş.Altıncı bölgede ise,askerlerin kontrolünü bir komutana vererek taksim belgesini gösterdi.Ortadoğu bölgesine görevlendirdiği komutan ise; ABD adına Tommy Franks görevlendirilmiş; diğer dört bölge ise başka generallere taksim edilmiş.Mesela Türkiye,Suriye ve Türk Cumhuriyetleri bir bölgede iken,Irak,İsrail ayrı bir bölgede….

Ve nihayet çok sürmeyen Irak savaşı ABD’nin galibiyetiyle son buldu.

ABD, sesten daha hızlı uçabilen B-1 ağır bombardıman uçaklarıyla Irak’ın güneyindeki uçuşa yasak bölgede bulunan iki radar sistemini vurdu. Böylece Amerika, Aralık 1998’den beri ilk defa Irak’a karşı bu uçakları kullanmış oldu.

-”Irak’ın masaya yatırıldığı Ankara’daki toplantıların brifing notlarına göre, Saddam’ın Yahudi olabileceği belirtilirken, Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani’nin ise bölgedeki en etkili ve etkin İngiliz ajanı olduğu ileri sürüldü.”[68]

Saddam’ın birinci,Irak’ın ikinci adamı Tarık Aziz ise,tek hristiyan asıllı kişi olduğu ortaya çıktı.

Taha Kıvanç.16-Nisan.2003-de;Yeni Şafak-ta ,Saddam-ın CIA ile ilişkisinin olduğunu yazmaktadır.ve 20-de de bunu tekrarlamaktadır. Ve 20.Şubat.2002-de.

–The True Story of a Ground Soldier in the CIA’s War on Terrorism
by Robert Baer-

“. 20 yıla yakın CIA’de ‘ajan’ olarak çalışmış Robert Baer de sıkıntılı bir süreç yaşamış. şu yakınlarda yayımlanan ‘See No Evil: The True Story of a Ground Soldier in the CIA’s War on Terrorism’ adlı kitabının bizimle ilgili bölümlerini okurken “Hayret” deyip durdum. CIA’nin Kuzey Irak’ı ‘yolgeçen hanı’ haline getirdiğini, tarafları yönlendirdiğini bir güzel anlatıyor Baer…”[69]

”ABD, yeni hedeflerini açıkladı: Suudi Arabistan ve İran”[70]

“Bu Irak savaşı, esas büyük meselenin küçük bir detayıdır. ABD’nin asıl hedefi, sadece Ortadoğu’ya değil, tüm dünyaya şekil vermektir”.(eski 2. Ordu Komutanı Org. Emin Başer.)

DİKKAT !

1992 ve 1993 yıllarında AB ve Amerika’nın belge-bilgi ve projelerinde Kürdistan projesi mevcuttur.Uygulamalar o yöndedir.

Amerikanın en büyük isteği;Türkiyenin savaşta kendisine yardım etmesinden ziyade yanında yer alma görüntüsü vermesindedir.Maddi destekten fazla,manevi destek istemektedir ki,bu da garantörlük anlamına gelmektedir.Gerek Araplara,gerek Türklere ve Türk cumhuriyetlerine,Gerek Kürtlere hatta Gerekse rusyaya ve Çin’e karşı bir sigorta ve garanti değeri taşımaktadır.

Oysa tarih boyunca yediğimiz darbeler,batıya olan desteğimizdendir.

” Cüneyt Arcayürek’in Çankaya günlerini anlattığı kitapları okuyanlar, Süleyman Demirel’in zihninde iki kurumun bütün düşünce sistemini kilitlediğini fark ederler: ABD ve asker… İktidarlarını hep ABD ve askeri kollamaya göre ayarlamıştır Demirel… Bu noktaya, iki kez darbeyle başını derde soktuktan ve ikisinin ardında da ABD gölgesi gördükten sonra mı gelmiştir, yoksa daha önceden de öyle düşündüğü halde tedbir alamadığından mı, bilinmez… “[71]

ABD’nin savaş sonrası planını açıklayan Büyükelçi Pearson, ‘Saddam çekilse de savaş olacak. Bölgeye demokrasi getireceğiz. Bu birkaç yılda olacak bir şey değil. En az 20-25 yıl sürer’ dedi.[72]

Hasılı:ABD’nin kuzey Irak senaryosu yani bizden izin taleb etmesi,sadece bizi de işin içine çekerek,neticede kendisi geride kalıp,günah keçisi olarak bizi öne sürmekti.En önemlisi de kısa süre kalmak üzere gelen Çekiç Güç’ün yıllarca kalarak zemini oluşturması gibi,şimdi de kuzey bölgesinde uzun müddet kalması için böyle bir bahane gerekiyordu.Ancak bizimde onu denetlemek istememiz,ordumuzun onlarla beraber olması uzun süreli denetlemesini engelliyordu.Ancak her vesile ile Kuzey Irak’ta ortadoğuyu denetlemek üzere bir üst oluşturmaya çalışacaktır.Ta ki oranın bir yandan kontrol edilmesini sağlasın diğer yandan da zenginliklerini ora yoluyla dışarıya taşıyabilsin.Atlama taşı,köprü oluşturma yolunda büyük gayret gösterecektir,sonu rüşvet ve savaşla bitse bile…

Hadislerde haber verilen dönemlerde yaşamaktayız:

Ravi (r.a.): Ebû Saîd-i Hudrî şöyle demiştir: Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Çok sürmez (öyle fenâlıklar tahaddüs edecek ki) bir Müslümanın en hayırlı malı -kendi dînini fitnelerden selâmete çıkarmak için- dağ başlarında gezdirip (birikmiş) yağmur suyu başlarında güttüğü davarlar (dan ibâret) olacaktır. ”

Bir hadîs-i şerifte de şöyle buyuru­lu­yor:«Sizleri benden sonra vuku bulacak yedi fitne­den sakınmaya davet ederim: Medine’den çıkacak bir fitne, Mekke’den çıkacak bir fitne, Yemen’den çıkacak bir fitne, Şam’dan çıkacak bir fitne, şarktan çıkacak bir fitne, garbdan çıkacak bir fitne. Bir fitne de Şam’ın merkezinden zu­hur eder ki, işte bu Süfyanî’nin fit­ne­sidir.»

”Buhariden”Peygamber (SAM)buyurdu ki:”Allahım!Şam’ımı mübarek et.Yemenimizi mübarek kıl!”dediler ki,Ya Rasulallah,Necd’imizi?-Üçüncüde zannedersem şöyle dedi-.”Zilzal orada,fitneler orada!Şeytan boynuzu oradan doğar.”[73]

06-02-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Aksiyon dergisi.22-3-2003.Bir diktatör masalı.

[2] Zaman gazt.10-1-2003

[3] Yeni Şafak.Taha Kıvanç.28-1-2003.

[4] Bak.F.Koru.Yeni Şafa.10-2-2003.

[5] Milli gaz.10-2-2003.

[6] Yeni Şafak. 24-2-2003 ve Milli Gazete,Vakit Gazt. Milli Gaz.28-2-2003.

[7] Yeni Şafak. 24-2-2003 ve Milli Gazete.

[8] F.Koru.Yeni Şafak.25-2-2003.

[9] Yeni Şafak.10-3-2003.

[10] Milliyet.10-3-2003.

[11] yeni şafak.9-3-2003

[12] Yeni Şafak.10-3-2003.

[13] Vakit gaz.16-3-2003.

[14] 16-3-2003.H.Mahalli.Yeni Şafak.

[15] Hürriyet.7-3-2003.

[16] Milliyet.16-3-2003 .

[17] Milliyet.16-3-2003.

[18] Milliyet. 7-3-2003.

[19] Vakit gaz.16-3-2003

[20] Hürriyet.2-3-2003

[21] ABDULLAH MURADOĞLU-BİLAL ÇETİN”Yeni Şafak.8-3-2003 .

[22] Yeni Şafak. 26-2-2003..

[23] Milli Gazete.26-2-2003..

[24] Milliyet.26-2-2003.

[25] Hürriyet.26-2-2003.

[26] Türkiye.26-2-2003.

[27] Milliyet.26-2-2003.

[28] Yeni Asya.26-2-2003.

[29] Mustafa Özcan.Yeni Asya.26-2-2003.

[30] Yeni Şafak. 27 Şubat 2003 .

[31] Yeni Şafak.Taha Kıvanç.27-2-2003.

[32] Akşam.26-2-2003.

[33] Akit.11-3-2003 .

[34] 18-3-2003.Milliyet.

[35] Vakit Gaz.17-3-2003.

[36] Yeni Şafak.17-3-2003.

[37] Milli gaz.18-3-2003.

[38] Sabah.28-3-2003.

[39] Mustafa Özcan.Yeni Asya.2-4-2003.

[40] Mektubat.177.

[41] Kastamonu.225,Emirdağ.1/116,Şualar.591,626,S.T.Gaybi.55.

[42] Hürriyet.30-3-2003.

[43] Yunus.44.

[44] Âl-i İmran.13,123-127,Enfal.9-13,17-18,42-44,48,50.

[45] Âl-i İmran.121-122.

[46] Ahzab.9-12,25-27.

[47] Tevbe.25-27.

[48] Tevbe.48

[49] Bak.K.Kerim Fihristi.N.Yüksel.sh.187-189.

[50] (El- Mehdiy-yul Muntazar Alel Ebvab)

(Haşiye-1) Bir akid on senedir. Hadîsde geçen ukud akd’in cem’idir Cem’in en azı üçdür. 1300 üzerine üç akid ilave edildiğinde tam 1330 eder ki hicrî 1332 ve miladî 1914 te vuku bulan 1. Cihan harbine tevafuk eder.

(Haşiye-2) İngiltere.

(Haşiye-3) Cermen (GERMANY) Almanya’dır. İki akid 20 senedir. 1. Cihan harbinin ahiri olan 1918 den 20 sene sonra vuku bulan 2. Cihan harbinin tam başlangıcını haber vermektedir.

(Haşiye-4) Adolf Hitler’den haber vermektedir.

(Haşiye-5) Yani bütün dünya ile harbeder.

(Haşiye-6) Yani Rusların gizli örgütü.

(Haşiye-7) Hicrî 1350’den 1380’e kadar olan tarihe tekabul eder ki 1952’de Mısıra hakim olan Cemal Abdunnasır’dan haber verir.

(Haşiye-8) 1956 ve 1967’deki Arab-İsrail savaşlarındaki Mısır’ın mağlubiyetini haber verir.

(Haşiye-9) Ramazan ayında Mısır’ın İsrail üzerine galebesini haber verir.

(Haşiye10) Enver Sedat İsmiyle meşhur olan Muhammed bin Enver Sedat’tan haber verir.

(Haşiye11) Aynen vuku bulmuştur. Cemal Abdunnasır’dan sonra Enver Sedat başa geçtiğinde, 1973 tarihinde İsrail üzerine hücum etti. Tâ İsrail’in içine kadar girdi. Amerika’daki Yahudiler ayaklandılar. Amerika’nın Dış İşleri Bakanı Henry Kisinger –ki kendisi Yahudidir- devreye girerek Enver Sedat’ı anlaşmaya razı etti. Enver Sedat galib durumda olduğu halde, Ekim 1978 ve Mart 1979’da Yahudilerle “Camp David” anlaşmasını yaptı.

(Haşiye12) Irak lideri Saddam Hüseyin’i hem ismi, hem ceberutu ve hem de suretiyle haber verir.

(Haşiye13) Saddam lugatta şiddetli vuran, tecavüzkar demektir. Sarihî manasıyla Saddam Hüseyin’den haber vermekle beraber işarî manasıyla, Süfyanîlerin başı ve reisi olan hakiki Süfyanda da bu iki vasfın bulunduğuna işaret etmektedir. Yani Süfyanîlerin başı olan adamın da bir gözünde aksaklık olup az gördüğüne ve onun da kendine muarız olanlara karşı tecavüzkar ve şiddetli olduğuna işaret eder.

(Haşiye14) Yani “Kuveyt” te. Çünkü Kuveyt, Kût’un ism-i tasğiri olup küçük kût manasında, Kûtcuk demektir.

(Haşiye15) 1991’deki Irak harbini haber vermektedir ki, aynen vuku bulmuştur. Saddam Hüseyin Amerika ve İngiltere tarafından aldatılarak Kuveyt’e sokulmuş, daha sonra 37 devlet Irak’ı vurmak için birleşmişlerdir.

(Haşiye16) Yani onun kanunlarında hiçbir hayır yoktur. Çünkü hak olan ahkam-ı Kur’aniyeyi icra etmeyip kendi hevasından ihdas ettiği batıl kanunları tatbik etmektedir. O hem hayırdır; çünkü kafirlere karşı çıkmaktadır. Hem şerdir; çünkü ahkam-ı şer’iyye ile amil olmayıp devletini ahkam-ı ilahiyeye dayandırmamaktadır.

(Haşiye17) Mehdî çıktığında, Saddam’da hiçbir hayır kalmayacağı ve Mehdî’ye karşı hain olacağını bildirmekle beraber, Mehdî’nin bu tarihlerde zuhur edeceğine de işaret eder. Nitekim hadîsin devamı bunu göstermektedir.

(Haşiye18) Hicrî 1420 ve 1430 tarihleri etmektedir ki, içinde bulunduğumuz zamanı haber vermektedir. Hz. Mehdî’nin bu tarihler arasında zuhur edeceğini müjdelemektedir.

(Haşiye19) Hıristiyanlar

(Haşiye20) Yahudiler

(Haşiye21) Alem-i İslam’ın başındaki Süfyanîler olan cümle idareciler ve onlara fetva veren bir kısım ulema-is sû’

(Haşiye22) Hz. Mehdî’ye karşı bütün dünyanın toplanıp vurmasından murâd, onun temsil ettiği şahs-ı manevî olan şeriat-ı garra-i Muhammediyeyi müdafaa eden hakiki mü’minlerin cemaatinin vurulmasıdır. Bu tarihlerde Hz. Mehdî’nin de bizzat bu cemaat-i nuraninin başına geçeceğini haber verir. Meciddun ise Filistin’de bir dağdır. Hadîs, Meciddun Dağlarında bütün kafirlerin Müslümanlar için toplanacağını bildirmekle işaret ediyor ki; bu harb Yahudilerin Meciddun’a hakim olabilmeleri için bizzat kendileri tarafından çıkarılan bir harbdir. Yani Yahudiler Kudüs’e hakim olmakla, oradan bütün dünyaya hakim olacaklarına inanmaktadırlar. Bu sebeble, Filistin topraklarında devletlerini kurabilmek için bütün dünyayı harbe sokmakta ve kafirleri Müslümanlar üzerine hücum ettirmektedirler. Harbin ana müsebbibleri Meciddun dağlarındaki Yahudiler olduğu için ve orada devletlerini kurup yayılmak ve dünyaya hakim olmak için bu harbleri çıkardıkları sebebiyle, bu harbe “Hermeciddun Harbi” denmektedir. Yani gerek Afganistan’da gerek Çeçenistan’da olsun Alem-i İslam’daki bütün harbler Meciddun harbidir. Yoksa yalnızca Meciddun dağlarında olacak bir harb demek değildir. Bu harb, hadîslerde olduğu gibi Tevrat ve İncil’de dahi “Hermeciddun Harbi” veya “Armagedon Harbi” olarak geçmektedir. İleride izahı ve isbatı geleceği üzere, Tevrat ve İncil’de de bu harb aynen hadîsteki gibi haber verilirken, Yahudi ve Hıristiyanlar buna ters mana vererek kendileri tarafına çekmektedirler. Bu noktaya çok dikkat lazımdır. Çünkü mühim bir sır bu noktadan inkişaf ediyor. Feteemmel! Hem bir başka cihet de şudur ki; Üstad Bediüzzaman’ın (R.A.) beyanı üzere, eskide merkez-i hilafet buralarda ve Şam, Haleb, Mekke ve Medine civarında olduğu için, bazen metn-i hadîs raviler tarafından içtihadla tatbik edilip, ekser vukuat-ı istikbaliye bu bölgelerde vuku bulacakmış gibi anlatılmış. Binaenaleyh bu ve bunun gibi hadîslerde verilen haberler, bahsi geçen bu yerlerde vuku bulabileceği gibi Alem-i İslam’ın herhangi bir yerinde dahi vuku bulabilir. O halde bütün dünyanın birleşerek, Alem-i İslam’da Şeriat-ı Garra-i Muhammediyeyi i’lan eden Müslümanları, hususen hadîste haber verilen şark tarafındaki bir taife-i mücahidini vurmaları hadîsin külliyetinde dahildir.

(Haşiye23) Hadîste Amerika’nın şahsiyet-i maneviyesi “zaniye bir melike” olarak tasvir edilmiştir. Bunun sebebi ise; Amerika kelime olarak müennes olduğu gibi zaten kendisi de Hürriyet Anıtı dedikleri heykelleriyle kendilerini kadın suretiyle temsil etmişlerdir. Hem Amerika bütün dünyada hürriyet ve adalet namı altında fuhşiyatı ve zulmü ve dalaleti terviç ederek hakimiyetini bunun ile idame etmektedir. Bu manaya işareten “ismi, zaniyedir” denilmiştir. Hem bu sebeble ileride gösterileceği gibi İncil’de dahi Amerika, bu hadîste olduğu gibi zaniye ve fahişe ünvanıyla haber verilmektedir.

(Haşiye24) O asırda uçağın icad edilip Müslümanların başına havadan bomba yağdıracağına işaret eder.

(Haşiye25) Soğuk beldelerden murad İsveç, Norveç gibi İskandinav ülkeleridir. Sıcak beldelerden murad ise Güney Afrika’dır. Haber verildiği gibi aynen vuku bulmuştur. Amerika ve İngiltere’nin riyasetinde Birleşmiş Milletler Afganistan’ı vururken, bu beldedeki devletler bu harbe iştirak etmemişlerdir.

(Haşiye26) Müslümanların zahirî kuvvet i’tibariyle kafirlere nisbeten zaif olacaklarını, fakat Kudret-i İlahiye harikulade hallerle onlara yardım edip, semavî ve arzî musibetlerle kafirleri helak edeceğini ve Müslümanları galib edip İslamiyeti hakim edeceğini haber vermektedir. İncil’de de aynen böyle haber verilmiştir. Haber verildiği gibi küffar alemine semavî ve arzî musibetlerin geldiği de aynen görülmektedir ve daha dehşetlileri de görülecektir.

Not: Haşiyeler bu Esrarname’yi hazırlayan hey’ete aittir. [51] (Esme-l Mesalik Lieyyam-il Mehdîyy-il Meliki Li Küll-id Dünya Biemrillah-il Malik, Kelde bin Zeyd-216)

[52] (Esme-l Mesalik Lieyyam-il Mehdîyy-il Meliki Li Küll-id Dünya Biemrillah-il Malik, Kelde bin Zeyd-132)

[53] (Ebu Davud-4077, Ahmed-2/133)

[54] (Naim bin Hammad Kitab-ul Fiten-291)

[55] (Kitab-ı Hermeciddun, Emîn Muhammed Cemalleddin-20)

[56] (Et-Tac, Ali Nâsıf el-Hüseyni)

[57] (El-Burhan Fî Alamat-i Mehdî-yi Ahir-iz Zaman)

[58] (Naim bin Hammad Kitab-ul Fiten-121)

[59] (Naim bin Hammad Kitab-ul Fiten-205)

[60] (Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Mace, İmam Ahmed)

[61] Vakit gaz.1-3-2003.Asım Yenihaber.

[62] Yeni Şafak. 26-2-2003.

[63] Milli Gazete.26-2-2003.

[64] Yeni Şafak. 28-3-2003.

[65] Star gaz.28-3-2003,Yeni Şafak.26-3-2003.

[66] Zaman. 28-3-2003.

[67] Zaman.29-3-2003.

[68] Yeni Şafak.28-4-2003.

[69] Yeni Şafak.20-4-2003.

[70] Milli Gaz.12-3-2003 .

[71] T.Kıvanç.16-3-2003.Yeni Şafak.

[72] Akşam.13-3-2003.

[73] Cinlerin esrarı.İmam-ı Şibli.Mütercim.M.Ferşad.368.




REĞAİB GECESİ

REĞAİB GECESİ

Rağbet ve teşvik anlamına gelen bu gece,insanların nazarlarını fâniden bâkiye,cüz’iden külliye çevirme amacıyla yapılan ve verilecek olan teşvikler dile getirilir.

Normal durumda sevab bire on verilirken (En’am.160),Bu gecede bir yüz,Şabanda üç yüz,Ramazanda bin,Cumalarda binler,Kadirde otuz bin,tıpkı bire yedi yüz veren tohumlar gibi…

Bu isim melekler tarafından verilmiştir.

Rahmet ve berekete vesile olan bir gecedir.Bu gecenin alameti,yağmurla geçmesidir.Maddi ve manevi bereketin beraber nüzulüdür.

“O’na ancak güzel sözler yükselir (Ulaşır).Onları da Allah’a amel-i Salih ulaştırır.”(Fâtır.10)

Bu gecede tüm amel-i Salihlerin Allah’a arzedilip sunulduğu,Kelime-i Tayyibenin Kelime-i Habiseye galebe ettiği bir gecedir.Bunun da yer yüzüne aksetmesiyle iyilerin ve iyiliklerin,kötülere ve kötülüklere üstün gelmesine sebeb teşkil ettiği bir gecedir.

İlâhi tecellilere mahzar olan Peygamberimizin ikişer olarak toplam on iki rekat namaz kıldığı rivayet edilir.

Geceyi Kur’an ve anlamlarıyla,dua ve ibadetlerle geçirmeli,hiç olmazsa gecenin üçte biri değerlendirilmelidir.

Rasulullah sahabilere;Müflis kimdir?diye sorduklarında sahabiler;Ya Rasulallah!Malını,mülkünü kaybetmiş ola müflistir,iflas etmiştir,buyurunca Efendimiz;-Hayır-der,müflis o kimsedir ki,ahirette Allah’ın huzuruna getirildiğinde,sevabından hiçbir şey olmayan ve bulunmayan kimsedir,buyururlar.

Ölmüş ve çatlamış olan bir toprak için su ne ise,ölmüş ve çatlak kalbler içinde bu gecenin ehemmiyeti odur.

Bu gece ve geceler,müminler için bir fuar niteliğindedir.Her türlü sevab pazarlarının sergilendiği gecelerdir.

Bu ay ve geceler yatırım ayı ve geceleridir.Bu gecelerin yılda birkaç kere geldiği unutulmamalı,bu gecelerde âhiret hayatı için her türlü yatırımın temelleri atılmalıdır.

Allah bu geceyi tüm alem-i İslâm için hayırlara ve fereclere vesile kılsın.Âmin.

10-5-2003

Mehmet ÖZÇELİK




RİSALE-İ NUR’DAN KONU VE NOTLAR

RİSALE-İ NUR’DAN KONU VE NOTLAR

Kitaplar:1-Emridağ-

2-Şualar.2

3-İşarat-ül İ’caz-4

4-Sözler-8

5-Mesnevi-14

6-Mektubat-16

7-Lem’alar-18

8-Tarihçe-19

9-Barla-19

10Kastamonu-19

Muhakemat-20

EMİRDAĞ LAHİKASI:

“« ”

“Sen olmasaydın ben âlemleri yaratmazdım.” (Ali el-Kâri, Şerhü’ş-Şifâ: 1:6; el-Aclunî, Keşfü’l-Hafâ: 2:164.)” beyanında “Bu hitab zahiren Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’a müteveccih ise de, zımnen hayata ve zevilhayata raci’dir.” fıkrası, ta’dile muhtaçtır. Çünki küllî hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem İsm-i A’zam’ın tecelli-i a’zamının mazharı ve bütün zîruhların nuru ve kâinatın çekirdek-i aslîsi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitab doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura ve ubudiyete onun hesabına nazar eder.”1/175-176.

“Ben de zahmet çektiğimden, hem eski talebelerimden olan hocalara ve kardeşime, hem şimdiki Ankara’da ve İstanbul’daki resmî hocalara bağırarak dedim: “Ey insafsızlar! Neden hem vazifeniz, hem medresenin mahsulü, hem size farz-ı ayn gibi lüzumu bulunan bu hizmet-i imaniyede bana yardım etmiyorsunuz. Belki de sizin lâkaydlığınızdan çokların çekilmesine sebebiyet veriyorsunuz. “İmam-ı Ali’nin (R.A.) âhirzamanın bir kısım hocalarına vurduğu tokattan hissedar oluyorsunuz”1/213-214

“Gizli münafıklar nasılki bir kısım hocaları bütün bütün manasız ve haksız bir tarzda, ehl-i medresenin ve hocaların hakikî malı olan Risale-i Nur aleyhinde istimal ettikleri gibi; bazı felsefecilerin enaniyet-i ilmiyelerini tahrik edip, Nurlar aleyhinde istimal etmek ihtimali…”1/182.

“Çok ehemmiyetli ve enaniyetli bir sofi-meşreb eski memurlardan bir zât ve gayet mühim malûmatlı, dünya ile çok alâkadar ve siyasî tüccar bir hoca, bana karşı ilişmedikleri için; ben de onları daire-i Nur’a celbetmeğe çalışmadım, onlara da ilişmedim.”1/225

“Bazı mutaassıb enaniyetli hocaları da şahsımın aleyhine çeviriyorlar, güya Nurları söndürmeye çalışıyorlar. Halbuki Nurları daha ziyade parlattırmaya vesile oluyorlar. Nurlar, âdi şahsımdan değil, Kur’an güneşinin menbaından nurları alıyor.”1/228.

“Halbuki ben, medreseden çıktığım için hocalardan istimdad etmek lâzımken, bütün kuvvetimle maarif dairesine ve mekteblilere itimad edip onlara dayanmak istiyordum. Çünki Nur dairesine girenlerin çoğu mekteblilerdir, hocalar azdır; çoğu çekindiği halde, mektebliler, kemal-i takdirle Nurlara sahib çıktığından, kalbimden derdim: İnşâallah maarif dairesi, Nur şakirdlerini himaye edecek.”1/287.

“Risale-i Nur’un hakikî sahibleri olan müftüler, vaizler, imamlar, hocalardan manevî kahramanlar meydana çıktılar.”Şualar.482.

“Bid’akâr bazı hocaların ….”Şualar.506.R.N.Kudsi kaynakları.A.B.183.

“Emirdağı’ndaki malûm münafıktan daha muzır ve gizli zındıkların elinde âlet bir adam ve bid’atkâr bir yarım hoca ile beraber bütün kuvvetleriyle bize vurmaya çalıştıkları darbe, yirmiden bire inmiş.”Ş.495.

“Esasen Risale-i Nur ise; ona şakird olmak şartıyla, herkesin kendi malı gibidir.”1/258.

“Gördüm ki; âlem-i misal, nihayetsiz fotoğraflar ve herbir fotoğraf, hadsiz hâdisat-ı dünyeviyeyi aynı zamanda hiç karıştırmayarak alıyor. Binler dünya kadar büyük ve geniş bir sinema-i uhreviye ve fâniyatın fâni ve zâil hallerini ve vaziyetlerini ve geçici hayatlarının meyvelerini sermedî temaşagâhlarda ve Cennet’te saadet-i ebediye ashablarına dünya maceralarını ve eski hatıralarını levhalarıyla gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinesi olarak bildim.”1/262.

“Bir hadîs-i şerifin, âhirzamanda an’anat-ı İslâmiyenin zararına çalışacak diye haber verdiği adam, bu olduğunu ef’aliyle göstermesidir.”1/284.

“Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi; Mustafa Kemal’in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkârlara derim ki: Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir hadîs-i şerifin ihbarıyla, Kur’ana zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi.

Ben de beşyüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini, hilaf-ı hakikat olarak M. Kemal’e vermediğim için, garazkâr dostları beni yirmi senedir bahanelerle tazib ediyorlar.”1/284.

“Kalb-i üstad parlak bir âyine, bir mazhar, bir ma’kes.. lisan-ı üstad âlî bir mübellliğ, bir muallim, bir mürşid.. hâl-i üstad tecessüm etmiş en güzel bir örnek, bir nümune, bir misal oluyor. Tavaif-i beşerin ihtiyaçları yazılıyor, gösteriliyor.”1/66.

“Kardeşlerim! Merak etmeyiniz, Cevşen ve Evrad-ı Bahaiye bu defa dahi o dehşetli zehirin tehlikesine galebe etti; tehlike devresi geçti, fakat hastalık devam ediyor.”1/141,148,162,175.

“Evet ben, Hülâsat-ül Hülâsa’yı okuduğum zaman, koca kâinat, nazarımda bir halka-i zikir oluyor. Fakat her nev’in lisanı çok geniş olmasından, fikir yoluyla sıfât ve esma-i İlahiyeyi ilmelyakîn ile iz’an etmek için akıl çok çabalıyor, sonra tam görür. Hakikat-ı insaniyeye baktığı vakit, o câmi’ mikyasta, o küçük haritacıkta, o doğru nümunecikte, o hassas mizancıkta, o enaniyet hassasiyetinde öyle kat’î ve şuhudî ve iz’anî bir vicdan, bir itminan, bir iman ile o sıfât ve esmayı tasdik eder. Hem çok kolay, hem hazır yanındaki âyinesinde, hiç uzun bir seyahat-ı fikriyeye muhtaç olmadan iman-ı tahkikîyi kazanır ve hakikî bir manasını anlar. Çünki Cenab-ı Hak hakkında suret muhal olmasından, suretten murad sîrettir, ahlâk ve sıfâttır.”1/146.

“Hem Salahaddin’in, Asâ-yı Musa’yı Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz:

“Misyonerler ve Hristiyan ruhanîleri, hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünki her halde şimal cereyanı; İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekat ve hurmet-i riba ile, burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde müslümanları aldatıp, onlara bir imtiyaz verip, bir kısmını kendi tarafına çekebilir.”1/159-160.

“Madem Ehl-i Beyt’e zulmedenler şimdi âhirette cezasını öyle bir tarzda görüyorlar ki, bizim onlara hücumla yardımımıza bir ihtiyaç kalmıyor. Ve mazlum Ehl-i Beyt, muvakkat bir azab ve zahmet mukabilinde o derece yüksek bir mükâfat görmüşler ki, aklımız ihata etmiyor. Değil şimdi onlara acımak, belki onlara o hadsiz rahmete mazhariyetleri noktasında binler tebrik etmek gerektir ki; birkaç sene zahmetle, milyonlar mertebeler ve bâki saadetler âhirette kazandıkları gibi; dünyada da kaldıkları zamanda, ehemmiyetsiz, dünyanın fâni saltanatı ve muvakkat hâkimiyeti ve karışık siyasetine bedel, manevî birer sultan ve hakikat âleminde birer şah, birer manevî padişah makamını kazandılar. Valiler yerine, evliyalar, aktablara kumandan oldular. Kazançları bire bin değil, milyonlardır.”1/210.

“Sırr-ı İnna A’tayna’yı herkes birden anlamaz. Hem şahsî isimleri böyle mesail-i ilmiyeye girmemek lâzım olduğundan, o risale hattâ onüç seneden beri elime geçmediğinde isabet var; kardeşlerim dahi onu merak etmesinler. Biri eğer çok merak etse, o Sırr-ı İnna A’tayna’nın başında şimdiki “Sâniyen” ile başlayan fıkrayı ve Lâhika’da geçen aynı mes’eleye dair fıkrayı okumak lâzımdır, yoksa hiç bakmasın. O ikinci harb-i umumî ve o dehşetli şahsın dünyadan gitmesiyle ve şimdi de onun mesleği geri çekilmesi ve bir kısmı o mesleğin aksine din lehinde resmen çalışması ve ehl-i imanın istibdad-ı mutlakadan bir derece kurtulması ve az bir tevil ile o risaleciğin verdikleri haber aynı tarihlerde vuku’ bulması, o surenin bir lem’a-i i’cazıdır. Fakat heyecanlı tevillerim perde çekmişti, hakikat gizlenmiş.”1/209.

ŞUALAR

“Ve sinek dahi Nemrud’un sekerat vaktinde azaba ve hicaba inkılab eden iftiharına karşı kendi mensubiyetinin şerefini irae edip, onunkini hiçe indirebilir.”11,25.

“İnsanın en kıymetdar cihazı akıldır. Eğer sırr-ı tevhid ile olsa, o akıl, hem İlahî kudsî defineleri, hem kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtarı olur. Eğer şirk ve küfre düşse, o akıl, o halde geçmiş zamanın elîm hüzünlerini ve gelecek zamanın vahşi korkularını insanın başına toplattıran meş’um ve sebeb-i taciz bir âlet-i bela olur.”16.

“Adem-i mutlak ise, hiçbir cihetle menşe-i vücud olamaz.”24.

“Hayatımın bana bakması bir ise, Zât-ı Hayy ve Muhyî’ye bakması yüzdür. Bana ait neticesi bir ise, Hâlıkıma ait bindir. O cihet uzun zaman, belki zaman istemez; bir an yaşaması yeter.”71.

“Mahiyet-i hayatım esma-i İlahiyenin definelerini açan anahtarların mahzeni ve nakışlarının bir küçük haritası ve cilvelerinin bir fihristesi ve kâinatın büyük hakikatlarına ince bir mikyas ve mizan ve Hayy-ı Kayyum’un manidar ve kıymetdar isimlerini bilen, bildiren, fehmedip tefhim eden yazılmış bir kelime-i hikmettir anladım.”71.

“Şems-i Ezel ve Ebed olan Cemil-i Zülcelal’in cemal-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel olan esma-i hüsnasının sermedî güzelliklerine âyinedarlık edip cilvelerini tazelendirmek için bu güzel masnular, bu tatlı mahluklar ve bu cemalli mevcudat hiç durmayarak gelip gidiyorlar.”74.

“Bu kâinat bir elden çıkmış ve birtek zâtın mülküdür…”190.

“Bu zemin yüzü dahi, acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır.”195.

“Gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır.”198.

“Ehl-i dalalet ve sefahetin elli-altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilse idi, şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşru’ keyiflerine nefretler ve teellümlerle ağlayacaklardı.”198.

“Git hastahanelerden ve hapishanelerden ve meyhanelerden ve kabristandan sor. Elbette ekseriyetle, gençlerin gençliğinin sû’-i istimalinden ve taşkınlıklarından ve gayr-ı meşru keyiflerin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalar ve esefler işiteceksin.”204.

“Biz, hak ve hakikat olduğumuz gibi ve hem bize şehadet eden mevcudatın tahakkuku misillü, haşir haktır ve muhakkaktır.”219.

“Evet Kur’anın hitabı, evvela Mütekellim-i Ezelî’nin rububiyet-i âmmesinin geniş makamından, hem nev-i beşer, belki kâinat namına muhatab olan zâtın geniş makamından, hem umum nev-i beşer ve benî-âdemin bütün asırlarda irşadlarının gayet vüs’atli makamından, hem dünya ve âhiretin, arz ve semavatın ve ezel ve ebedin ve Hâlık-ı Kâinat’ın rububiyetine ve bütün mahlukatın tedbirine dair kavanin-i İlahiyenin gayet yüksek ihatalı beyanatının makamından aldığı vüs’at ve ulviyet ve ihata cihetiyle o hitab, öyle bir yüksek i’cazı ve şümulü gösterir ki; ders-i Kur’anın muhatablarından en kesretli taife olan tabaka-i avamın basit fehimlerini okşayan zahirî ve basit mertebesi dahi en ulvî tabakayı da tam hissedar eder.”244.

“Erkân-ı imaniyenin herbirinin ayrı ayrı pek çok belki hadsiz meyveleri olduğu gibi, mecmuunun birden çok meyvelerinden bir meyvesi, koca Cennet ve biri de saadet-i ebediye ve biri de belki en tatlısı da rü’yet-i İlahiyedir…”260.

“Kadere iman olmazsa hayat-ı dünyeviye saadeti mahvolur.”261.

“Kâinatta adem âlemleri hesabına çalışan şerirlerden ve insî ve cinnî şeytanlardan kendinizi muhafaza ediniz.”266.

“Başta cümlesi, bin üçyüz elliiki veya dört (1352–1354) tarihine hesab-ı ebcedî ve cifrîyle tevafuk edip nev’-i beşerde en geniş hırs ve hasedle ve birinci harbin sebebiyle vukua gelmeye hazırlanan ikinci harb-i umumîye işaret eder. Ve ümmet-i Muhammediyeye (A.S.M.) manen der: “Bu harbe girmeyiniz ve Rabbinize iltica ediniz.”267.

“Dört defa tekraren ±

(ö-şedde sayılmaz- kelimesiyle âlem-i İslâmca en dehşetli olan Cengiz ve Hülâgu fitnesinin ve Abbasi Devleti’nin inkıraz zamanının asrına dört defa mana-yı işarî ile ve makam-ı cifrî ile bakar ve parmak basar. Evet -şeddesiz- (beşyüz (500) eder;ödoksan (90)dır. İstikbale bakan çok âyetler, hem bu asrımıza hem o asırlara işaret etmeleri cihetinde, istikbalden haber veren İmam-ı Ali (R.A.) ve Gavs-ı A’zam (K.S.) dahi, aynen hem bu asrımıza, hem o asra bakıp haber vermişler. kelimeleri bu zamana değil, belki binyüz altmışbir (1161) ve sekizyüzon (810) ederek, o zamanlarda ehemmiyetli maddî manevî şerlere işaret eder. Eğer beraber olsa, Miladi bin dokuzyüz yetmişbir (1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir. Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbette tokatları dehşetli olacak.”269.

“Risale-i Nur şakirdleri dünya siyasetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzül etmiyorlar…”271-272.

“İstikbalde gelecek mübarek heyetin şahs-ı manevîsinin bir mümessili olması…”303.

“Âhirzamanın en büyük bir hasaret-i insaniyesi olan bu ikinci harb-i umumîden çare-i necat ise iman ve amel-i sâlih olması…”324.

“Dikkat ediniz, küfr-ü mutlakı müdafaa eden gizli komite içinize parmak sokmasın.”327.

“Dinsiz bir millet yaşayamaz” dünyaca bir umumî düsturdur ve bilhassa küfr-ü mutlak olsa Cehennem’den daha ziyade elîm bir azabı dünyada dahi verdiği…”351.

“Vatanımızda anarşiliğe inkılab eden komünist tehlikesi…”377.

“İmam-ı Ali (R.A.) hilafeti zamanında bir Yahudi ile beraber mahkemede oturup, muhakeme olmuşlar.”379.

“Hilafet saltanatının vefatı beni mahzun eyledi…”428.

“Bu inkılabları mevki-i mer’iyete koyan devletin bir kısım yeni kanunlarına, cebr-i keyfî-i küfrî; cumhuriyete, istibdad-ı mutlak; rejime, irtidad-ı mutlak ve bolşeviklik ve medeniyete sefahet-i mutlaka” demiş.”435.

“Dünyada en büyük ahmak odur ki; dinsiz serserilerden terakkiyi ve saadet-i hayatiyeyi beklesin.”439.

“Gençliğimiz, hak ve hakikatı öğreten malûmat ve en yüksek ahlâk istiyor.”444

“Hapiste geçen ömür günleri, herbir gün on gün kadar bir ibadet kazandırabilir ve fâni saatleri, meyveleri cihetiyle manen bâki saatlere çevirebilir ve beş-on sene ceza ile, milyonlar sene haps-i ebedîden kurtulmağa vesile olabilir. İşte ehl-i iman için bu pek büyük ve çok kıymetdar kazanç şartı, farz namazını kılmak ve hapse sebebiyet veren günahlardan tövbe etmek ve sabır içinde şükretmektir. Zâten hapis çok günahlara manidir, meydan vermiyor.”478.

“Bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker ve bir saat sefahet keyfiyle -bir namus mes’elesinde- binler gün hem hapsin, hem düşmanının endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.”479.

“Bazan bir adamın ihlası, yirmi adam kadar faide verir.”494.

“Beş-on senede medrese hocalarının tahsil derecelerini, Nur şakirdleri on haftada kazanır.”538.

İŞARAT-ÜL İ’CAZ :

“Mütevatir hadîsler de, bu hususta, âyetler gibidir. Yalnız birinci kaziye, teemmül yeridir. Çünki !«H´; ile işaret edilen hadîsin hakikaten hadîs olup olmadığında tereddüd yeri vardır.”66.

“Mütemerrid bir fâsıkın fıskı, Arz’ın müvazene-i maneviyesinin bozulmasına vesile olabilir.”174.

“Nimetleri verene şükür, vâcibdir; küfran-ı nimet, aklen de haramdır.”176.

“Mevt, ancak ruhun cesed kafesinden çıkmasıyla tebdil-i mekân etmesinden ibarettir.”179.

“Madde-i esîriye, mevcudata nazaran akıcı bir su gibi mevcudatın aralarına nüfuz etmiş bir maddedir.”188.

“Cenab-ı Hakk’ın Arş’ı, su hükmünde olan şu esîr maddesi üzerinde imiş. Esîr maddesi yaratıldıktan sonra, Sâni’in ilk icadlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani esîri halkettikten sonra, cevahir-i ferd’e kalbetmiştir. Sonra bir kısmını kesif kılmıştır ve bu kesif kısımdan, meskûn olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Arz, bunlardandır.”188.

“Teklif ise saadet-i beşer içindir. Saadet ise tekemmülden sonradır.

… Eğer teklif olmasaydı, ruhlardaki o tohumlar neşv ü nema bulamazdı.

… teklif de insanların beşte birini kurtarsa, o beşte birin saadet-i nev’iyeye sebeb ve âmil olduğuna kat’iyyetle hükmedilebilir.

… teklif, saadet-i nev’iyenin yegâne âmilidir.”163-165.

“Fısk; haktan udûl, ayrılmak, hadden tecavüz, hayat-ı ebediyeden çıkıp terketmektir. Fıskın menşei; kuvve-i akliye, kuvve-i gazabiye, kuvve-i şeheviye denilen üç kuvvetin ifrat ve tefritinden neş’et eder. Evet ifrat veya tefrit, delillere karşı bir isyandır.”165

“Temsillerin darbı ve darb-ı meseller, sikkenin darbı kadar kelâma kıymet veriyor.”168.

“Küfrü olan adam, hakikatı bilmez, tereddüde düşer, inkâra girer, istifham şeklinde istihkar eder, hakir görür.”171.

“Dalalete gidenler, fâsıklardır. Dalaletlerinin menşei de fısktır. Fıskın sebebi ise, kesbleridir. Suç onlarda olup, Kur’anda değildir. Dalaleti halketmek, yaptıklarının cezası içindir.”172.

TESBİT:“ Bidayet-i zuhur-u İslâmiyette muannid ve kitabsız kâfirlerin ve nifaka giren eski dinlerin münafıkları gibi, aynen bu zaman-ı âhirde bir naziresi çıkacağı…”6.

Kur’an;“ umumunun bütün suallerine ve ihtiyaçlarına cevab veriyor; elbette manaları, küllî ve umumîdir.”7.

KURAL:” Bir şeyin hüsn ü cemali, o şeyin mecmuunda görünür.”7.

KURAL:”Bir ferdin fehminden çıkan bir dava, kendisine has olup, başkası o davanın kabulüne davet edilemez. Meğer ki bir nevi icmaın tasdikine mazhar ola.”8.

“Evet herbir âlemde emr u nehiy, sevab u azab, tergib u terhib, tesbih u tahmid, havf u reca gibi pek çok füruat, celal ve cemalin tecellisiyle teselsül edegelmektedir.”15.

“Muhyiddin-i Arabî, (Süyûti, ed-Dürerü’l-Müntesire, s. 125; Ali el-Kàrî, el-Esrârü’l-Merfûa’, s. 273.)hadîs-i şerifinin beyanında: “Mahlukatı yarattım ki, bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim.” demiştir.”17.

KURAL:“ Evet daire-i esbabda iken tevekkül etmek, bir nevi tenbellik ve atalettir.”22.

“Nimet-i kâmile, ancak dindir.”24

“Kâinatta maksud-u bizzât ve küllî ve şümullü olarak yaratılan ancak kemaller, hayırlar, hüsünlerdir. Şerler, kubuhlar, noksanlar ise; hüsünlerin, hayırların, kemallerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz’iyet kabilinden tebaî olarak yaratılmışlardır ki; hayırların, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nev’lerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vâhid-i kıyasî olsunlar.”

KURAL:“ Zulüm ve fıskta hasis ve hayırsız bir lezzet görüldüğünden, onlardan nefis teneffür etmez. Kur’an-ı Kerim o zulmün akibeti olan gazab-ı İlahîyi zikretmiştir ki, nefisleri o zulüm ve fısktan tenfir ettirsin.”27.

“Hangi surede tekerrür varsa, o surenin ruhuyla münasib olan bir vecih bizzât kasdedilmekle, öteki vecihlerin istitradî ve tebaî zikirleri, belâgata münafî değildir.”31.

DÜSTUR:“ Maalesef insanlar, teavün sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa, taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar.”39.

“A’mal-i kalbînin şemsi, imandır. A’mal-i bedeniyenin fihristesi, namazdır. A’mal-i maliyenin kutbu, zekattır.”41.

“Evet delailin zuhuru nisbetinde iman ziyadeleşir, teceddüd eder.”41.

“İmanın var olup olmadığı sorgu ile anlaşılır.”42.

“Kasd ve iradeden doğan bir nizam-ı ekmel vardır. Hilkat ve yaratılışta tam bir hikmet hükümfermadır. Âlemde abes yok. Fıtratta israf yok.”53.

“Evet Şems-i Kur’anın tulûu ile, bazı kalbler onun ziyasıyla tenevvür etti. Ve mü’minlerin nev’ini temyiz ve tayin eden bir hakikat-ı nuraniye meydana geldi. Kezalik o keskin ziya karşısında, mezbeleye benzeyen bazı pis kalbler de yanıp kömür oldular. Ve o kâfirlerin nev’ini ilân eden zehirli bir hakikat-ı küfriye husule geldi.”65.

“Sual: Şeytanın kalbinde marifet var mıdır?

Cevab: Yoktur. Çünki san’at-ı fıtriyesi iktizasınca, kalbi daima idlâl ile telkin için, fikri daima küfrü tasavvur etmekle meşgul olduğundan, kalbinde veya fikrinde boş bir yer marifet için kalmıyor.”67.

“S- Küfür, kalbe ait bir sıfattır. Kalbde o sıfat bulunmadığı takdirde, zünnar bağlanmasından veya ona kıyas edilen şapkanın giyilmesinden ne için küfür hasıl olsun?

C- Gizli olan umûra, şeriat emarelere göre hükmeder. Hattâ illet olmayan esbab-ı zahirîyi, illet yerine kabul eder. Binaenaleyh itmam-ı rükûa mani olan bir kısım zünnarların bağlanması ve secdenin ikmaline mani olan bazı şapkaların giyilmesi, ubudiyetten istiğna ve küfre teşebbüh etmeye emarelerdir. Gizli olan o sıfat-ı küfriyenin yok olduğuna kat’iyyetle hükmedilemediğinden, bu gibi emarelere göre hükmedilir.”67.

“Sanki kâinat, İlahî bir musikî dairesidir.”70.

KURAL:“Tesir-i hakikî, yalnız ve yalnız Allah’ındır.”72.

“Âdetullah üzerine, irade-i külliye-i İlahiye abdin irade-i cüz’iyesine bakar. Yani bunun bir fiile taallukundan sonra, o taalluk eder. Öyle ise cebr yoktur.”73.

“Bir şey, vücudu vâcib olmadıkça vücuda gelmez. Evet irade-i cüz’iyenin taallukuyla irade-i külliyenin taalluku bir şeyde içtima ettikleri zaman, o şeyin vücudu vâcib olur ve derhal vücuda gelir.”73.

“İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.”75.

“Kalb imanın mahalli olduğu gibi, en evvel Sâni’i arayan ve isteyen ve Sâni’in vücudunu delailiyle ilân eden, kalb ile vicdandır. Zira kalb, hayat malzemesini düşünürken, en büyük bir acze maruz kaldığını hisseder etmez, derhal bir nokta-i istinadı; kezalik emellerinin tenmiyesi (nemalandırmak) için bir çare ararken, derhal bir nokta-i istimdadı aramaya başlar. Bu noktalar ise, iman ile elde edilebilir. Demek, kalbin sem’ ve basara hakk-ı takaddümü vardır.”77.

“İnsanın vicdanı, zahiren mütenahî ise de, bâtınen ebede bakıyor ve ebedi istiyor. Bu itibarla, gayr-ı mütenahî hükmünde olan o vicdan, küfür ile mülevves olarak mahvolur gider.”80.

“Vicdan, akıl ve vehim gibi, haricî ve ebedî hakikat hükmüne geçmiş bir azabdan yapılan terhible müteessir olur.”81.

“Cinayetin lekesini izale veya hacaletini tahfif veyahut icra-yı adalete iştiyak için cezayı hüsn-ü rıza ile kabul etmek, ruhun fıtrî olan şe’nidir.”81.

KURAL:” mazbut ve miktarı muayyen olmayan bir şey, hükümlere illet ve medar olamaz. Çünki mikdarı bir hadd altına alınmadığından sû’-i istimale uğrar.”82.

“Evet Allah’ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve tesirleri zayıf kalır.”83.

“Cenab-ı Hakk’ın emirlerine ve nehiylerine itaat ve inkıyadı tesis ve temin etmek için, Sâniin azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardır. Bu tesbit de ancak akaid ile, yani ahkâm-ı imaniyenin tecellisiyle olur. İmanî hükümlerin takviye ve inkişaf ettirilmesi, ancak tekrar ile teceddüd eden ibadetle olur.”84.

“Ezel cihetine sonsuz olarak uzanıp giden hiçbir nev’ yoktur. Çünki bütün enva’, imkândan vücub dairesine çıkmamışlardır.”88.

“Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir.”88.

“İbadetle yapılan tekliften hasıl olan meşakkat, hitab-ı İlahiyeden neş’et eden zevk ve lezzetle karşılanır ve insanlara ağır gelmez.”93.

“Tesir-i hakikînin esbaba verilmesi, bir nevi şirktir.”95.

“İbadet, şükürdür. Şükür, mün’ime edilir; yani nimetleri veren zâta şükretmek vâcibdir.”95.

“İbadette insanların kusurları, umum kâinata tecavüzdür.”97.

“Cenab-ı Hak insanlara kemal için bir istidad, teklif için bir kabiliyet ve bir ihtiyar vermiştir.”98.

“Bir zerrenin, bin keyfiyeti kabul etmeye kabiliyeti vardır; ve bir halet, binlerce zerrelere hal olabilir.”100.

“Arz’ın tefrişine sebeb yani vesile, insandır. Bu misafirhanedeki ziyafet onun namına verildi. Fakat istifade, insanlara mahsus ve münhasır değildir. Öyle ise insanların ihtiyacından, istifadesinden fazla kalana abes denilemez.”100.

“Onların uydurdukları âlihe ve esnam, bir şeye kadir olmayıp, onlar da mahluk ve mec’ul şeylerdir.”104.

“Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikata yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır.”107.

“Evet melaike ulüvv-ü şanlarından, şeytanları reddeder, kabul etmezler. Kezalik bir zâtta içtima eden ahlâk-ı âliye; kizb, hile gibi alçak halleri reddeder.”107.

“Devlet bir şahs-ı manevîdir. -Çocuk gibi- teşekkülü, büyümesi tedricîdir.”109.

“Bir işde muvaffakıyet isteyen adam, Allah’ın âdetlerine karşı safvet ve muvafakatını muhafaza etsin ve fıtratın kanunlarına kesb-i muarefe etsin ve heyet-i içtimaiye rabıtalarına münasebet peyda etsin. Aksi takdirde fıtrat, adem-i muvafakatla cevab verecektir.”110

“Vesenî mezhebinin menşei; yıldızları ilah itikad etmek, hulûlü tahayyül etmek, cismiyeti tevehhüm etmek gibi gülünç şeylerdir.”103.

“Evet Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın getirdiği şeriatın hakaikı, fıtratın kanunlarındaki müvazeneyi muhafaza etmiştir. İçtimaiyatın rabıtalarına lâzım gelen münasebetleri ihlâl etmemiştir.”111.

“İrşadın tam ve nâfi’ olmasının birinci şartı, cemaatın istidadına göre olması lâzımdır.”112.

“Şeriat-ı İslâmiye, aklî bürhanlar üzerine müessestir. Bu şeriat, ulûm-u esasiyenin hayatî noktalarını tamamıyla tazammun etmiş olan ulûm ve fünundan mülahhastır.”112.

“Fünun; fikirlerin birleşmesinden hasıl olup, zamanın geçmesiyle tekâmül eder.”113.

“Evet Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın zahirî hârikalarının herbirisi âhâdî olup mütevatir değilse de, o âhâdîlerin heyet-i mecmuası ve çok nevi’leri, mütevatir-i bil’manadır.”119.

“Her üren kelbin ağzına bir taş atacak olsan dünyada taş kalmaz.”124.

“Bu ateş, tufan vesair musibetler gibi iyi-kötü bütün insanlara şamil musibetlerden değildir. Ancak bu musibeti celbeden, küfürdür. Bu beladan kurtuluş çaresi, ancak Kur’an-ı Kerim’e imtisaldir.”127.

“Ateş unsuru, kâinatın bütün kısımlarını istilâ etmiş pek büyük bir unsurdur. Bir damar gibi kâinatın yaratılışından başlayarak her tarafa dal-budak salıp gelen şu şecere-i nâriyeye nazar-ı hikmetle dikkat edilirse, bu şecerenin başında yani sonunda büyük bir meyvenin bulunduğu anlaşılır. Evet toprağın içinde büyük ve uzun bir damarı gören adam, o damarın başında kavun gibi bir meyvenin bulunduğunu zannetmesi gibi, âlemin her tarafında damarları bulunan şu şecere-i nâriyenin de Cehennem gibi bir meyvesinin bulunduğuna bilhads yani sür’at-i intikal ile hükmedebilir.”128.

“Arz’ın merkezinde, harareti iki yüz bin dereceye baliğ bir ateş vardır.”128.

“Cehennem matvîdir, yani bükülmüştür, yani tam açık değildir. Demek Cehennem’in bir yumurta gibi Arz’ın merkezinde mevcud ve bilâhere tezahür edeceği mümkinattandır.”129.

“Evet insan-ı kebirin ölümü, küçük bir ölüm değildir. Sekerata başladığı zaman, milyarlarca kürelerin çarpışmasından husule gelen fırtınanın ne tasavvuru ve ne tarifi ve ne de görülmesi imkân dairesinde değildir.

İşte bu şiddetli ölüm ile hilkat bayılır, kâinat yayılır, hilkatın yağı ayranı birbirinden ayrılır. Cehennem maddesiyle, aşiretiyle bir tarafa çekilir; Cennet de letafetiyle, lezaiziyle ve bütün güzel unsurlarıyla tecelli ve incilâ eder.”143.

“Cennet’in cem’i, Cennetlerin taaddüdüne ve amellere göre Cennet’in mertebelerine işarettir. Ve keza Cennet’in herbir cüz’ü, Cennet gibi bir Cennet olduğuna ve herbir mü’mine düşen kısım, büyüklüğüne nazaran tam bir Cennet gibi göründüğüne işarettir.”150.

“Binaenaleyh dünya kadınları da Cennet’e girdikten sonra bir tetahhur ve tasfiye ve tasaykul ameliyatıyla güzellikte hurilerin derecelerine çıkacaklarına delalet eder.”154.

“Cenab-ı Hakk’ın azametine mikyas, ancak mecmu’ âsârıdır, yalnız bir eser mikyas olamaz!”157.

“Cenab-ı Hak insanlara cüz’-i ihtiyarî vermekle, onları âlem-i ef’ale masdar yaptı. O âlem-i ef’ali bir nizam altına almak üzere kelâmını, yani Kur’anını da o âlem-i ef’ale gönderdi. Binaenaleyh tanzif ve tanzim için yapılan İlahî bir proğram, itirazlara mahal olamaz.”161.

SÖZLER:

“Felsefe şakirdleri ve millet-i küfriye ve nefs-i emmarenin en müdhiş dalaleti, Cenab-ı Hakk’ı tanımamaktadır.”59

“Toprakta herbir zerresi kabildir ki, muhtelif bütün tohumlar ve çekirdeklere medar ve menşe olsun.”60

“Ona getirilen herbir salavat dahi, onun duasına birer âmîndir ve ümmetinin herbir ferdi, her bir namazın içinde ona salât ü selâm getirmek ve kametten sonra Şafiîlerin ona dua etmesi; onun saadet-i ebediye hususundaki duasına gayet kuvvetli ve umumî bir âmîndir.”70

“Hem hiç makul mudur ki, hattâ çekirdek kadar herbir mevcuda bir ağaç kadar vazife yükü yüklesin, çiçekleri kadar hikmetleri bindirsin, semereleri kadar maslahatları taksın da bütün o vazifeye, o hikmetlere, o maslahatlara dünyaya müteveccih yalnız bir çekirdek kadar gaye versin! Bir hardal kadar ehemmiyeti olmayan dünyevî bekasını gaye yapsın! Ve bunları, âlem-i manaya çekirdekler ve âlem-i âhirete bir mezraa yapmasın! Tâ hakikî ve lâyık gayelerini versinler. Ve bu kadar mühim ihtifalât-ı mühimmeyi gayesiz, boş, abes bıraksın. Onların yüzünü âlem-i manaya, âlem-i âhirete çevirmesin? Tâ asıl gayeleri ve lâyık meyvelerini göstersin.”83-84

“Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Âyâ zannediyor musun ki, vazife-i hayatınız; yalnız terbiye-i medeniye ile güzelce muhafaza-i nefs etmek, ayıb olmasın, batn ve fercin hizmetine mi münhasırdır?”126

“Evet dinsiz felsefe, hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir…”132

“Beşer ve cin, nihayetsiz şerre ve cühuda müstaid olduklarından, nihayetsiz bir temerrüd ve bir tuğyan yaparlar.”180

“Melekler ve semekler gibi, yıldızların dahi gayet muhtelif efradları vardır. Bir kısmı nihayet

küçük, bir kısmı gayet büyüktür. Hattâ gök yüzünde her parlayana yıldız denilir.”181.

-Rahmet:“Hem o Rahman’ın nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, mücahede işinde telef olan bir nefere şehadet rütbesini veriyor ve kurban olarak kesilen bir koyuna, âhirette cismanî bir vücud-u bâki vererek Sırat üstünde, sahibine burak gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükâfatlandırıyor. Öyle de, sair zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbaniyelerinde ve evamir-i Sübhaniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidadlarına göre bir nevi ücret-i maneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın. Dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar.”203.

-Âhiret:“ İnsanın alâka peyda ettiği bütün ahbablardan yüzde doksandokuzu, dünyadan gidip diğer bir âleme yerleştikleri için, o ciddî muhabbet saikasıyla o ahbabın gittiği yere bir iştiyak ihsan edip, mevt ve eceli mesrurane karşılattırıyor.”203.

-Âhiret:” Elbette zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana çıkmak ve müz’iç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek ve mahlukatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahman’a gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.”204.

“Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet kâinattaki herşey, her hâdise ya bizzât güzeldir, ona hüsn-ü bizzât denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zahirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var.”231.

“Âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san’ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.”232.

“Demek o nur olmazsa kâinat da, insan da, hattâ herşey dahi hiçe iner. Evet elbette böyle bedi’ bir kâinatta, böyle bir zât lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır.”237.

“En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise ey insan ve ey musibetzede benî-Âdem! Me’yus olmayınız. Her dert, -ne olursa olsun- dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür.”255.

“Uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sureten ihzar etmek mümkündür. Hem vaki’dir ki; risaletiyle beraber saltanatla müşerref olan Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm, hem masumiyetine, hem de adaletine medar olmak için pek geniş olan aktar-ı memleketine bizzât zahmetsiz muttali olmak ve raiyetinin ahvalini görmek ve dertlerini işitmek; bir mu’cize suretinde Cenab-ı Hak ihsan etmiştir.”257.

“Ey benî-Âdem! Bir abdime geniş bir mülk ve o geniş mülkünde adalet-i tâmme yapmak için; ahval ve vukuat-ı zemine bizzât ıttıla veriyorum ve madem herbir insana fıtraten, zemine bir halife olmak kabiliyetini vermişim. Elbette o kabiliyete göre rûy-i zemini görecek ve bakacak, anlayacak istidadını dahi vermesini, hikmetim iktiza ettiğinden vermişim. Şahsen o noktaya yetişmezse de, nev’an yetişebilir. Maddeten erişemezse de, ehl-i velayet misillü, manen erişebilir. Öyle ise, şu azîm nimetten istifade edebilirsiniz. Haydi göreyim sizi, vazife-i ubudiyetinizi unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki, rûy-i zemini, her tarafı herbirinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz.”257.

“Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime müsahhar olsan, çok mevcudat, hattâ cin ve şeytan dahi sana müsahhar olabilirler.”258.

“Celb-i ervah-ı tayyibe ise, medenîlerin yaptığı gibi hezeliyat suretinde bazı oyuncaklara o pek ciddî ve ciddî bir âlemde olan ruhlara hürmetsizlik edip, kendi yerine ve oyuncaklara celbetmek değil, belki ciddî olarak ve ciddî bir maksad için Muhyiddin-i Arabî gibi zâtlar ki, istediği vakit ervah ile görüşen bir kısım ehl-i velayet misillü onlara müncelib olup münasebet peyda etmek ve onların yerine gidip âlemlerine bir derece takarrüb etmekle ruhaniyetlerinden manevî istifade etmektir ki, âyetler ona işaret eder ve işaret içinde bir teşviki ihsas ediyorlar ve bu nevi san’at ve fünun-u hafiyenin en ileri hududunu çiziyor ve en güzel suretini gösteriyorlar.”258-259.

“Çekirge âfetinin istilâsına karşı; çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse, ne kadar faideli bir hizmette ücretsiz olarak istihdam edilebilir. İşte kuşlardan şu nevi istifade ve teshiri ve telefon ve fonoğraf gibi camidatı konuşturmak ve tuyurdan istifade etmek; en münteha hududunu şu âyet çiziyor. En uzak hedefini tayin ediyor. En haşmetli suretine parmakla işaret ediyor ve bir nevi teşvik eder.”260.

“Evet, hikmet-i tabiiyede nâr-ı beyza halinde ateşin bir derecesi var ki; harareti etrafına neşretmiyor ve etrafındaki harareti kendine celbettiği için, şu tarz bürudetle, etrafındaki su gibi mayi şeyleri incimad ettirip, manen bürudetiyle ihrak eder. İşte zemherir, bürudetiyle ihrak eden bir sınıf ateştir.”261.

“Dünyevî ateşinin dahi tesirini men’edecek bir madde-i maddiye vardır.”261.

“Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı a’lâ; tezahür-ü rububiyete karşı, ubudiyet-i külliye-i insaniyedir ve insanın gaye-i aksası, o ubudiyete ulûm ve kemalât ile yetişmektir.”264.

“Elbette nev’-i beşer, âhir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir.”264.

“Bu dâr-ı imtihanda olan teklifat-ı İlahiye bir ibtilâdır ve bir müsabakaya sevktir ki; istidad-ı beşer madeninde olan cevahir-i âliye ile mevadd-ı süfliye, birbirinden tefrik edilsin…”267.

“Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki, bütün vaktini ona sarfediyorsun!”271.

“Manalar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler; oradan suretleri giyerler. Hayal ise, her vakit bir sebeb tahtında bir nevi suretleri nesceder. Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mana geçse ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. Eğer manalar münezzeh ve temiz iseler, suretler mülevves ve rezil ise giymek yoktur, fakat temas var.”275.

“Maânî-i mukaddesenin, suret-i mülevveseye mücavereti zarar etmez.”275.

“Tedai-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes’uliyet yoktur. Hem tedaide, mücaveret var; temas ve ihtilat yoktur. Onun için, efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez.”276.

“Emir ile güzellik, nehy ile çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrür eder.”276.

“Ey bîçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelal’ini tekzibe yelteniyorsun?”309.

“Kur’an ­^«2@Å,7!ö¬a«”«h«B²5¬!ö der. “Kıyamet yakındır” ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet, dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya ikibin sene, bir seneye nisbetle bir-iki gün veya bir-iki dakika gibidir. Saat-ı Kıyamet yalnız insaniyetin eceli değil ki, onun ömrüne nisbet edilip baîd görülsün.”343.

“Eskiden Mançur, Moğol ünvanıyla içtimaat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden taifeler ve Sedd-i Çinî’nin yapılmasına sebebiyet verenler, kıyamete yakın yine anarşistlik gibi bir fikirle medeniyet-i beşeriyeyi zîr ü zeber edecekleri, rivayetlerde vardır.”345.

“Herbir nevi mevcudatın, hattâ yıldızların da bir ser-zâkiri ve nur-efşan bir bülbülü var. Fakat, bütün bülbüllerin en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bahiri ve en azîmi ve en kerimi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını latif secaatıyla, leziz nağamatıyla, ulvî tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşanı ve benî-Âdemin bülbül-ü zül-Kur’anı: Muhammed-i Arabî’dir.”356.

“Yeryüzünün tarlasında nebatatın herbir taifesi, lisan-ı hal ve istidad diliyle Fâtır-ı Hakîm’den sual ediyorlar, dua ediyorlar ki: “Ya Rabbena! Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün herbir tarafında taifemizin bayrağını dikmekle saltanat-ı rububiyetini lisanımızla ilân edelim ve rûy-i arz mescidinin herbir köşesinde sana ibadet etmek için bize tevfik ver ve meşhergâh-ı arzın herbir tarafında senin esma-i hüsnanın nakışlarını, senin bedi’ ve antika san’atlarını kendi lisanımızla teşhir etmek için bize bir revaç ve seyahata iktidar ver.” derler. Fâtır-ı Hakîm onların manevî dualarını kabul edip ki, bir taifenin tohumlarına kıldan kanatçıklar verir; her tarafa uçup gidiyorlar. Taifeleri namına esma-i İlahiyeyi okutturuyorlar (Ekser dikenli nebatat ve bir kısım sarı çiçeklerin tohumları gibi).”356-357.

“Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır. Hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan, kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istila edecek bir muhabbet o meyvenin çekirdeği olan kalbine dercedilmiştir.”358.

“Yerinde sarfolunmayan bir muhabbet-i gayr-ı meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir.”359.

“Nebatatın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir.”361.

“Bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor.”362.

“Aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder.”410.

“Cin ve insin hattâ şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaîleri olan medeniyet ve hikmet-i felsefe ve edebiyat-ı ecnebiye, Kur’anın ahkâm ve hikmet ve belâgatına karşı âciz derekesindedirler…”412.

“İstidad ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla insan ne istemişse, bütün verilmiş. İnsana olan nimet-i İlahiye, ta’dad ile bitmez, tükenmez.”422.

“İnsan seyyiatından tamamen mes’uldür. Çünki seyyiatı isteyen odur.”464.

“Kader, hakikî illetlere bakar, adalet eder. İnsanlar zahirî gördükleri illetlere, hükümlerini bina eder; kaderin aynı adaletinde zulme düşerler.”464.

“İnsan kadere iman etmezse, küçük bir dairede cüz’î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, bîçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur.”471.

“Hayatın başına gelen herşey hasendir.”472.

“Hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır.”474.

“Şu münkerat zamanında ve âdat-ı ecanibin istilası anında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalaletin tahribatı hengamında, içtihad namıyla, kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp, duvarlarından muharriblerin girmesine vesile olacak delikler açmak, İslâmiyet’e cinayettir.”480.

“Dinin zaruriyatı ki, içtihad onlara giremez. Çünki kat’î ve muayyendirler.”480.

“Asırlara göre şeriatlar değişir, milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder.”485.

“Âhirzaman Peygamberinin gelmesiyle, insanlar güya ibtidaî derecesinden, idadiye derecesine terakki ettiğinden, çok inkılabat ve ihtilatat ile akvam-ı beşeriye birtek ders alacak, birtek muallimi dinleyecek, birtek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir.

Fakat tamamen bir seviyeye gelmediğinden ve bir tarz-ı hayat-ı içtimaiye de giymediğinden, mezhebler taaddüd etmiştir. Eğer beşerin ekseriyet-i mutlakası bir mekteb-i âlînin talebesi gibi, bir tarz-ı hayat-ı içtimaiyeyi giyse, bir seviyeye girse; o vakit mezhebler tevhid edilebilir. Fakat bu hal-i âlem, o hale müsaade etmediği gibi, mezahib de bir olmaz.”485.

“Ahkâm-ı İlahiye mezheblere hikmet-i İlahiyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir, hem hak olarak değişir ve herbirisi de hak olur, maslahat olur.”486.

“Elbette dâr-ı saadet ve ebediyet olan Cennet’te bittarîk-ıl evlâ dost dostu ile beraber iken, herbirisi istidadına göre sofra-i Rahmanürrahîm’den, istidadları derecesinde hisselerini alırlar. Bulundukları cennetler ayrı ayrı da olsa, beraber bulunmalarına mani olmaz.”500.

“Evet herbir ruh, kaç sene yaşamış ise o kadar beden değiştirdiği halde, bilbedahe aynen bâki kalmıştır.”516-7.

“İnsanda olan hadsiz istidadat-ı maneviye ve nihayetsiz âmâl ve efkâr ve müyulât dahi israf edilmeyecektir.”520.

“Beşerin cevher-i ruhunda derc edilmiş gayr-ı mahdud istidadat ve o istidadatta mündemiç olan gayr-ı mahsur kabiliyetler ve o kabiliyetlerden neş’et eden hadsiz meyiller ve o hadsiz meyillerden hasıl olan nihayetsiz emeller ve o nihayetsiz emellerden tevellüd eden gayr-ı mütenahî efkâr ve tasavvurat-ı insaniye, şu âlem-i şehadetin arkasında bulunan saadet-i ebediyeye elini uzatmış, ona gözünü dikmiş, o tarafa müteveccih olmuş olduğunu ehl-i tahkik görüyor.”521.

“Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse “Ebed!.. ebed!” sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz.”522.

“Evet şu dâr-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidadların sünbüllenmesine müsaid değildir. Demek başka âleme gönderilecektir.”525.

“Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zahiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır.”536.

“O Hâlık-ı Kerim, tenasül kanun-u azîminde istihdam ettiği hayvanata ücret olarak birer maaş gibi birer lezzet-i cüz’iye veriyor. Ve arı ve bülbül gibi, sair hidemat-ı Rabbaniyede istihdam olunan hayvanlara birer ücret-i kemal verir.”555.

“Şu dünyada camid, şuursuz ve mühim vazifeler gören zerrat-ı arziyenin elbette taşı, ağacı, herşeyi zîhayat ve zîşuur olan âhiretin bazı binalarında derc ve istimali mukteza-yı hikmettir. Çünki harab olmuş dünyanın zerratını dünyada bırakmak veya ademe atmak israftır.”556.

“Elbette kâinatın teşekkülüne çekirdek olan nur, onun zâtında cismini giyerek en âhir bir meyve suretinde görünecektir.”579.

“Evet âlem-i süflînin manevî tezgâhları ve küllî kanunları, avalim-i ulviyededir.”580.

“Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak” sırr-ı teklif iktiza ediyor.”587.

“İman ise, aklın ihtiyarıyladır.”588.

“Ruhun manevî güzelliğidir ki; ilim vasıtasıyla san’atında tezahür ediyor.”621.

“Kadının en cazibedar, en tatlı güzelliği, kadınlığa mahsus bir letafet ve nezaket içindeki hüsn-ü sîretidir.”640.

“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku… Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var!”687.

“İnsan, saray gibi bir binadır; temelleri, erkân-ı imaniyedir. İnsan, bir şeceredir; kökü esasat-ı imaniyedir. İmanın rükünlerinden en mühimmi, İman-ı Billah’tır; Allah’a imandır. Sonra Nübüvvet ve Haşir’dir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim; iman ilmidir. İlimlerin esası, ilimlerin şahı ve padişahı; iman ilmidir.”749

-Lemeatta’tan HÜKÜMLER:

“Sebeb Sırf Zahirîdir.”697.

“Vücud, Âlem-ş Cismanîde Münhasır Değil.698

“Kalem-i Kudrette İttihad, Tevhidi İlân Eder.”698.

“Bir Şey, Her Şeysiz Olmaz.”698

“Küçük Şeyler Büyük Şeylerle Merbuttur.”699

“Kâinatın Nazmında Büyük Bir İ’caz Var.”699.

“Kudrete Nisbet Her Şey Müsavidir.”699

“Kâinatı Elinde Tutamayan, Zerreyi Halkedemez.”700.

“İhya-yı Nev’, İhya-yı Ferd Gibidir.”700

“Tabiat, Bir San’at-ı İlahiyedir.”700

“Vicdan, Cezbesi İle Allah’ı Tanır.”700

“Fıtratın Şehadeti Sadıkadır.”700

“Nübüvvet Beşerde Zaruriyedir.”701

“Meleklerde Mi’rac, İnsanlarda Şakk-ı Kamer Gibidir.”701

“Kelime-i Şehadetin Bürhanı İçindedir.702

“Hayat Bir Çeşit Tecelli-i Vahdettir.702

“Ruh, Vücud-u Haricî Giydirilmiş Bir Kanundur.”702

“Hayatsız Vücud, Adem Gibidir.”702

“Hayat Sebebiyle Karınca Küreden Büyük Olur.”703

“Nasraniyet İslâmiyete Teslim Olacak.”703

“Tebaî Nazar, Muhali Mümkin Görür”703

“Kur’an Âyine İster, Vekil İstemez”704

“Mübtıl, Bâtılı Hak Nazarıyla Alır.”704

“Kudretin Âyineleri Çoktur.”704

“Temessülün Aksamı Muhtelifedir.”705

“Müstaid, Müçtehid Olabilir; Müşerri’ Olamaz.”705

“Nur-u Akıl, Kalbden Gelir.”705

“Dimağda Meratib-i İlim Muhtelifedir, Mültebise.706

“Hazmolmayan İlim Telkin Edilmemeli.”706

“Tahrib Esheldir; Zaîf, Tahribci Olur.”706

“Kuvvet Hakka Hizmetkâr Olmalı.”706

“Bazan Zıd, Zıddını Tazammun Eder.”707

“Menfaatı Esas Tutan Siyaset Canavardır.”707

“Kuva-yı İnsaniye Tahdid Edilmediğinden Cinayeti Büyük Olur.”707

“Bazan Hayır, Şerre Vasıta Olur.”708

“Gaye-i Hayal Olmazsa, Enaniyet Kuvvetleşir.”708

“Hayat-ı İhtilal; Mevt-i Zekat, Hayat-ı Ribadan Çıkmış.”708

“Beşer Hayatını İsterse, Enva’-ı Ribayı Öldürmeli.”709

“Beşer Esirliği Parçaladığı Gibi, Ecîrliği De Parçalayacaktır.”709

“Gayr-ı Meşru Tarîk, Zıdd-ı Maksuda Gider.”709

“Cebr Ve İtizalde Birer Dane-i Hakikat Bulunur.”710

“Acz Ve Ceza’ Bîçarelerin Kârıdır.”710

“Bazan Küçük Bir Şey, Büyük Bir İş Yapar.”710

“Bazılara Bir An, Bir Senedir.”710

“Yalan, Bir Lafz-ı Kâfirdir.”711

“Cehil, Mecazı Eline Alsa Hakikat Yapar.”716

“Mübalağa Zemm-i Zımnîdir.”716

“Şöhret Zalimedir.”716

“Din İle Hayat Kabil-i Tefrik Olduğunu Zannedenler Felâkete Sebebdirler.”716

“Mevt, Tevehhüm Edildiği Gibi Dehşetli Değil.”717

“Siyaset, Efkârın Âleminde Bir Şeytandır; İstiaze Edilmeli!”.717

“Za’f, Hasmı Teşci’ Eder. Allah Abdini Tecrübe Eder. Abd Allah’ını Tecrübe Edemez.”718

“Beğendiğin Şeyde İfrat Etme.”718

“İnadın Gözü, Meleği Şeytan Görür.”718

“Hakkı Bulduktan Sonra Ehak İçin İhtilafı Çıkarma.”718

“İslâmiyet, Selm Ve Müsalemettir; Dâhilde Niza Ve Husumet İstemez.”719

“İcad Ve Cem’-i Ezdadda Büyük Bir Hikmet Var. Kudret Elinde Şems Ve Zerre Birdir.”719

“Allah’ın Rahmet Ve Gazabından Fazla Tahassüs Hatadır.”721

“İsraf Sefahetin, Sefahet Sefaletin Kapısıdır.”721

“Zaika Telgrafçıdır, Telziz İle Baştan Çıkarma.”722

“Niyet Gibi, Tarz-ı Nazar Dahi Âdeti İbadete Çevirir.”723

“Böyle Zamanda Tereffühte İzn-i Şer’î Bizi Muhtar Bırakmaz.”723

“Zaman Olur Ki, Adem-i Nimet Nimettir.”723

“Her Musibette, Bir Cihet-i Nimet Var.”724

“Büyük Görünme Küçülürsün.”724

“Hasletlerin Yerleri Değişse, Mahiyetleri Değişir”724

“”El-Hakku Ya’lu” Bizzât, Hem Akibet Muraddır.”725

“Bir Kısım Desatir-i İçtimaiye

İçtimaî heyette düsturları istersen: Müsavatsız adalet, önce adalet değil. Temasülse, tezadın mühim bir sebebidir.

Tenasübse tesanüdün esası. Sıgar-ı nefistir tekebbürün menbaı. Za’f-ı kalbdir gururun madeni. Olmuş acz, muhalefet menşei. Meraksa ilme hocadır.

İhtiyaçtır terakkinin üstadı. Sıkıntıdır muallime-i sefahet. Demek sefahetin menbaı sıkıntı olmuş. Sıkıntı ise madeni: Yeisle sû’-i zandır,

Dalalet-i fikrîdir, zulümat-ı kalbîdir, israf-ı cesedîdir.”726

“Kadınlar Yuvalarından Çıkıp Beşeri Yoldan Çıkarmış, Yuvalarına Dönmeli.”727

“Tasarruf-u Kudretin Vüs’ati, Vesait Ve Muinleri Reddeder.”727

“Melaike Bir Ümmettir; Şeriat-ı Fıtriye İle Memurdur.”729

“Madde Rikkat Peyda Ettikçe, Hayat Şiddet Peyda Eder”729

“Vücudda Atalet Yok. İşsiz Adam, Vücudda Adem Hesabına İşler.”730

“Riba, İslâm’a Zarar-ı Mutlaktır.”730

“Kur’an, Kendi Kendini Himaye Edip Hâkimiyetini İdame Eder.”730

“Talim-i Nazariyattan Ziyade, Tezkir-i Müsellemata İhtiyaç Var.”732

“Hadîs Der Âyete: Sana Yetişmek Muhal!.”732

“Îcaz İle Beyan İ’caz-ı Kur’an.”733

“Dallar Semeratı Rahmet Namına Takdim Ediyor.”738

“Fatihanın Âhirinde İşaret Olunan Üç Yolun Beyanı.”738

“Hakikî Bütün Elem Dalalette, Bütün Lezzet İmandadır

“Hayal Libasını Giymiş Muazzam Bir Hakikat”740

MESNEVİ-İ NURİYE:

“Üstad-ı hakikî Kur’an’dır.”7

“İnsanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan ve beşerin kuvve-i hâfızasında tarih-i hayatını taallukatıyla beraber yazan, ancak ve ancak her şeyi yaratan Hâlık olabilir.”13

“Cenab-ı Hakk’ın zâtında şeriki olmadığı gibi -çünki intizam bozulur, âlem fesada gider- fiilinde de şeriki yoktur. Çünki suubetten, güçlükten dolayı âlemin ademden çıkmamasına sebeb olur.”18

“Evet kesret vahdete isnad edilmediği takdirde, vahdeti kesrete isnad etmek mecburiyeti hasıl olur.”18

“Aklı başında olan bir adam münazaralı davalarda yalan söyleyemez. Çünki bilâhere yalanının açığa çıkıp mahcub olmasından korkar.”26

“İnkılab-ı hakaik ise muhaldir.”29

“Ve keza o zât, duasıyla, ubudiyetiyle o saadetin vücuduna ve icadına vesiledir. Evet bak! O zât, nev’-i beşere imamdır. Mescidi, yalnız Ceziret-ül Arab değildir, küre-i arzdır. Cemaati de yalnız o zamanın insanları değildir. Belki Âdem zamanından kıyamete kadar her bir asrın halkı bir saf olup, bütün asırlar safları onun arkasında, onun duasına “Âmîn” diyorlar.

Bilhassa o zât, o cemaat-ı uzmada umum zevilhayata şamil pek şedid bir ihtiyac-ı azîm için dua eder. Ve onun duasına, yalnız o cemaat değil, belki arz ve sema ve bütün mevcudat “Âmîn” söyler. Yani “Ya Rabbena! Onun duasını kabul eyle. Biz de o duayı ediyoruz. Biz de onun taleb ettiğini taleb ediyoruz.”28

“Acaba o zât, o minberde arşa müteveccihen ellerini kaldırarak yaptığı dua ile ne istiyor ki bütün mahlukat “Âmîn” söylüyor?

Evet o zât, Cenab-ı Hakk’ın rızasını ve Cennet’te mülâkat ve rü’yetiyle saadet-i ebediyeyi istiyor. Bu istenilen şeylerin icadına rahmet, hikmet, adalet gibi sayısız esbab olmadığı takdirde, o zât-ı nuranînin tek duası ve tazarru’ ile niyaz etmesi, Cennet’in icadına ve îtasına kâfidir. Binaenaleyh o zât’ın risaleti, imtihan ve ubudiyet için şu dünyanın kurulmasına sebeb olduğu gibi, o zâtın ubudiyetinde yaptığı dua, mükâfat ve mücazat için dâr-ı âhiretin icadına sebeb olur.”29

“Ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet dairesi hesabına çalışıyor. Tefekkür, teşekkür, istihsan levhası da bütün işaretleriyle hüsn-ü san’at ve nimet levhasına bakıyor.”32

“Ubudiyet reisi, rububiyetin has mahbub ve makbulüdür.”32

“Rububiyet-i âmme, ubudiyet-i küllîyi ister. Bu da zülcenaheyn resullerin vahdet-i İlahiyeyi halka ilân etmeleri ile mümkün olur.”37

“O cemalin kesif âyinelerinden biri sath-ı arzdır.”41

“Dergâh-ı izzete iltica eden kurtuluyor.”42

“Bu dünya ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir.”43-44

KURAL: Mef’ul fâilsiz olamadığı gibi, mef’ulün camid bir cüz’ü de fâil olamaz.

in’am ve ihsan, mün’im ve muhsinsiz olamaz.

sıfat mevsufsuz olamaz.

fiil fâilsiz olamaz.”60

“Evet kâinat o Hâlık’ın nurunun gölgesi, esmasının tecelliyatı, ef’alinin âsârıdır.”62

“Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki, zıdları birbirinden tevlid eder.”77

“Arkadaş! İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir. Çünki İslâmiyet’in telkinatıyla küfr-ü mutlak, inkâr-ı mutlak; şek ve tereddüde inkılab etmiştir.”81

“Nefsin vücudunda bir körlük vardır. O körlük vücudunda zerre-miskal kaldıkça hakikat güneşinin görünmesine mani’ bir hicab olur.”82

“Gaflet ile yapılan zikirler dahi feyizden hâlî değildir.”87

“Cenab-ı Hak, insanı pek acib bir terkibde halketmiştir. Kesret içinde vahdeti, terkib içinde besateti, cemaat içinde ferdiyeti vardır.”88

“Kelime-i Tevhid’in tekrar ile zikrine devam etmek, kalbi pek çok şeylerle bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir. Ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbublardan yüzünü çevirtmektir.”88

“Bu hilkat sayesinde, insan eğer ubudiyet yoluna giderse; bütün lezzet, nimet, kemalât nevilerinin bir kısımlarına mazhar olmaya şâyandır.”88

“İnsanın bir akrabasına (meselâ) okuduğu bir Fatiha-i Şerife’den hasıl olan sevabda istifade etmekte, bir ile bin müsavidir. Nasıl ki ağızdan çıkan bir lafzın işitilmesinde, bir cemaat ile bir ferd bir olur. Çünki latif şeyler matbaa gibidir. Basılan bir kelimeden bin kelime çıkar.

Ve keza nuranî şeylerde vahdet ile beraber tekessür olduğuna, yani bir nuranî şeyde bin sevab bulunduğuna bir işarettir…”88

“Nebiyy-i Zîşan’ın (A.S.M.) Makam-ı Mahmud’u İlahî bir maide ve Rabbanî bir sofra hükmündedir.”88

“İ’lem ey din âlimi!Ücretim az, ilmime rağbet yok, diye mahzun olma. Çünki mükâfat-ı dünyeviye ihtiyaca bakar, kıymet-i zâtiyeye bakmaz. Meziyet-i zâtiye ise mükâfat-ı uhreviyeye nâzırdır. Öyle ise,zâtî olan meziyetini mükâfat-ı uhreviyeye sakla, birkaç kuruşluk dünya metaına satma.”88-89

“Zamanın geçti kabirden başka mekânın var mı? Bîçare! Aczine ve fakrına bir had var mı? Emellerin nihayetsizdir, ecelin yakındır. Evet böyle acz ve fakrınla iktidar ve ihtiyardan hâlî bir insanın ne olacak hali? Hazain-i rahmet sahibi Hâlık-ı Rahman-ür Rahîm’e, böyle bir acz ile itimad etmek lâzımdır. Odur herkese nokta-i istinad. Odur her zaîfe cihet-i istimdad…”96

“Ene ile tabir edilen enaniyetin kalbi, Allah Allah zikrinin şua ve hararetiyle yanıp delinirse, büyüyüp gafletle firavunlaşamaz. Ve Hâlık-ı Semavat ve Arz’a isyan edemez. O zikr-i İlahî sayesinde, ene mahvolur.”103

“Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zînetleri, Hâlıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlâmızı bilmediğimiz takdirde cennet olsa bile cehennemdir. Evet öyle gördüm ve öyle de zevkettim. Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek, marifetullahtan başka bir şey var mıdır? Evet marifetullah olduktan sonra, dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi Cennet’e bile iştiyak geri kalır.”104

“Acz, nidanın madenidir.”106

“İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir.

Evet hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür’atle çalıştırıyor.”109

“Her şeyde kabiliyetinin liyakatına göre bir kemal-i ittikan vardır.”111

“İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlas altında İslâmiyet ile iska edilmekle imanla intibaha gelirse, nuranî, misalî âlem-i emirden gelen emr ile öyle bir şecere-i nuranî olarak yeşillenir ki; onun cismanî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır.”117

“Kalb hangi bir şeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır. Büyük bir ihtimam ile eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla onun ile beraber kalmak istiyor. Ve onun hakkında tam manasıyla fena olur. Ve en büyük ve en devamlı şeylerin peşindedir, talebindedir.”120

“Mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimaiyeye zehir olur. Ondandır ki, ilm-i usûlde “Mürtedin hakk-ı hayatı yoktur. Kâfir eğer zimmî olsa veya musalaha etse, hakk-ı hayatı var” diye usûl-i Şeriatın bir düsturudur. Hem mezheb-i Hanefiyede, ehl-i zimmeden olan bir kâfirin şehadeti makbuldür. Fakat fâsık merdud-üş şehadettir, çünki haindir.”159-160

“Mahlukatın en zalimi insandır. İnsan, kendi nefsine olan şiddet-i muhabbetten dolayı kendisine hizmeti ve menfaati olan şeyleri hem sever, hem kıymet verir.”189-190

“Evet Cenab-ı Hak melaikeye bildirmeksizin şeytanları def’ veya ihlâk edebilir. Fakat satvet ve haşmetinin iktizası üzerine bu kabil mücazatın müstehaklarına ilân ve teşhiri, azametine lâyıktır.”205

“Ve keza senin vücudunun zuhur ve vuzuhca Hâlık’ın vücuduna nisbeti, Hâlık’ın vücuduna delalet edenlerin nisbeti gibidir. Çünki sen bir vecihle kendi vücuduna delalet ediyorsun. Amma Hâlıkın vücuduna, bütün mevcudat, bütün zerratıyla delalet ediyor. Öyle ise onun vücudu senin vücudundan, âlemin zerratı adedince zuhur dereceleri vardır.”213

“İ’lem Eyyühel-Aziz! Gerek cûdda, gerek rızıkta ifrat derecesinde mebzuliyet vardır. Bu ise, hikmetten uzak, abesiyete yakın görünür. Evet eğer yaratılan şey bir gaye için yaratılıyorsa hakkın var; amma gayeler pek çoktur. Binaenaleyh bir gayeye nazaran abesiyet hissedilse bile, gayelerin mecmuuna nazaran ayn-ı hikmet ve ayn-ı adalettir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsanın san’atıyla Hâlıkın san’atı arasındaki fark: İnsan kendi san’atının arkasında görünebilir, amma Hâlık’ın masnuu arkasında yetmişbin perde vardır. Fakat, Hâlıkın bütün masnuatı def’aten bir nazarda görünebilirse, siyah perdeler ortadan kalkar, nuranîler kalır.

“Cenab-ı Hakk’ın “A’lem, Ekber, Erham, Ahsen” gibi esma ve sıfât ve ef’alinde kullanılan ism-i tafdil tevhide naks değildir. Çünki maksad, bizzât ve hakikî bir mevsufu gayr-ı hakikî veya aklî bir imkânla veya vehmî bir mevsufla tafdil etmektir.

Ve keza izzet-i İlahiyeye de münafî değildir. Çünki maksad, sıfat ve ahval-i İlahiye ile mahlukatın sıfat ve ef’ali arasında bir müvazene yapmak değildir. Yani, ikisini bir seviyede tuttuktan sonra, bunu ona tafdil etmek değildir ki, sıfat-ı İlahiyeye bir naks olsun.”235

“Cenab-ı Hakk’ın günahkârları afvetmesi fazldır, tazib etmesi adldir. Evet zehiri içen adam, âdetullaha nazaran hastalığa, ölüme kesb-i istihkak eder. Sonra hasta olursa, adldir. Çünki cezasını çeker. Hasta olmadığı takdirde, Allah’ın fazlına mazhar olur. Masiyet ile azab arasında kavî bir münasebet vardır.”238

“İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazan bâtıl eline gelir. Hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken ihtiyarsız dalalet başına düşer; hakikat zannederek başına giydiriyor.”249

MEKTUBAT :

“Kamer, nuru çekildikçe vücudunu kaybettiği gibi, nursuz çok küreler, mahluklar gözümüzün önünde olup göremiyoruz.”9

“Perde-i gayb içindeki âlem-i âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilayet derecesine getirmeli veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki yerlerini görüp tayin edelim.”9

“Bir Fâtır-ı Hakîm ki; dağ gibi koca bir ağacı, tırnak gibi bir çekirdekte saklar.”10

“Neşr-i hak için Enbiyaya ittiba’ etmekle mükellefiz.”13

“Mezhebimizce en mu’teber olan İbn-i Hacer diyor ki: “Salahat niyetiyle sana verilen bir şeyi, sâlih olmazsan kabul etmek haramdır.”14

“Hem âhirete müteveccih a’male mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.”14

“Der tarîk-ı acz-mendî lâzım âmed çâr çiz: fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz!”20

“Kerametin izharı, zaruret olmadan zarardır. İkramın izharı ise, bir tahdis-i nimettir.”32

“İnsanlar, insana verilen cihazat-ı maneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilane davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur.”34

“BİRİNCİ SUALİNİZ: Hazret-i Âdem’in (A.S.) Cennet’ten ihracı ve bir kısım benî-âdemin Cehennem’e idhali ne hikmete mebnîdir?

Elcevab: Hikmeti, tavziftir. Öyle bir vazife ile memur edilerek gönderilmiştir ki; bütün terakkiyat-ı maneviye-i beşeriyenin ve bütün istidadat-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve mahiyet-i insaniyenin bütün esma-i İlahiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin netaicindendir. Eğer Hazret-i Âdem Cennet’te kalsaydı; melek gibi makamı sabit kalırdı, istidadat-ı beşeriye inkişaf etmezdi.”42

“Kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları, şer ve çirkin değildir; çünki çok netaic-i mühimme için halkolunmuşlardır. Meselâ: Melaikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül etmez.”43

“Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat nihayetsizdir.”43

“Hayat cilve-i esma ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffi eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderatını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini îfa eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.”45

“Haksızlığı hak zanneden adamlara karşı hak dava etmek, hakka bir nevi haksızlıktır.”48

“Hilafet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi masum olmalı, veyahut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın. Halbuki Mısır’da Âl-i Beyt namına teşekkül eden Devlet-i Fatımiye Hilafeti ve Afrika’da Muvahhidîn Hükûmeti ve İran’da Safevîler Devleti gösteriyor ki; saltanat-ı dünyeviye Âl-i Beyte yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur’ana hizmet etmişler.”100

“Sahabe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidadları tahrik edip kamçıladı; “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye her taifeyi korkuttu, İslâmiyetin hıfzına koşturdu. Herbiri, kendi istidadına göre câmia-i İslâmiyetin kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemal-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadîslerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik-i imaniyenin muhafazasına, bir kısmı Kur’anın muhafazasına çalıştı ve hakeza.. Herbir taife bir hizmete girdi. Vezaif-i İslâmiyette hummalı bir surette sa’yettiler.”100-101

“Evet Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mübarek eli Hakîm-i Lokman’ın bir eczahanesi gibi ve tükürüğü Hazret-i Hızır’ın âb-ı hayat çeşmesi gibi ve nefesi Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın nefesi gibi meded-res ve şifa-resan olsa ve nev’-i beşer çok musibet ve belalara giriftar olsa; elbette Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a hadsiz müracaatlar olmuş. Hastalar, çocuklar, mecnunlar pek kesretli gelmişler, cümlesi şifa bulup gitmişler.”142-143

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sair letaifi ve duyguları ve cihazatı, çok hârikalara medardır.”151

“Ey insan! İbret alınız… Kurt, arslan; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanıyor, itaat ediyorlar. Sizlerin hayvandan, kurttan aşağı düşmemeye çalışmanız iktiza eder.”154

“Cansız cenazeler onun risaletini tasdik etse; canlı olanlar tasdik etmese; elbette o cani canlılar, cansızlardan daha cansız ve ölülerden daha ölüdürler.”156

“Mu’cize dava-yı nübüvvetin isbatı için, münkirleri ikna etmek içindir, icbar etmek için değildir.”208

“Meşiet-i İlahiye ile vücuda gelen işlerde; “İnşâallah İnşâallah” yerinde, bilerek “tabiî tabiî” demek, ne kadar hata ve muhalif-i hakikat olduğunu kıyas et…”244

“Bütün âlem, birtek ferd gibi dest-i kudretinde çevrilir.”247

“Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm’ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev’-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır.”270

“Kur’ana ve imana ait herşey kıymetlidir, zahiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet saadet-i ebediyeye yardım eden küçük değildir.”282

“Kabrin arkası için çalışınız, hakikî saadet ve lezzet ondadır.”283

“Rahîm, Hakîm ve Vedud isimleri; zevale ve firaka muarız değiller, belki istilzam edip iktiza ediyorlar.”295

“Doğrudan doğruya her âlem, Cenab-ı Hakk’ın rububiyetiyle idare ve terbiye ve tedbir edilir.”329

“Zaruriyat-ı diniye mahfazaları olan elfaz-ı kudsiye-i İlahiyenin yerine hiçbir şey ikame edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göremez. Ve muvakkat ifade etseler de; daimî, ulvî, kudsî ifade edemezler.

Amma nazariyat-ı diniyenin mahfazaları olan elfazlar ise, değiştirilmeye lüzum kalmaz. Çünki nasihat ile ve sair tedris ve talim ve va’z ile o ihtiyaç mündefi’ olur.

….. Tercüme dedikleri şeyler ise, gayet muhtasar ve nâkıs bir mealdir. Böyle meal nerede; hayatdar, çok cihetlerle teşa’ub etmiş âyâtın hakikî manaları nerede?”342

LEM’ALAR:

“Bahtiyar odur ki, bu ittiba-ı Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittiba etmeyen, tenbellik eder ise, hasaret-i azîme; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azîme; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalalet-i azîmedir.”59

“İşsiz, tenbel, istirahatla yaşayan ve rahat döşeğinde uzananlar, ekseriyetle sa’yeden, çalışanlardan daha ziyade zahmet ve sıkıntı çeker. Çünki daima işsizler ömründen şikayet eder; eğlence ile çabuk geçmesini ister. Sa’yeden ve çalışan ise; şâkirdir, hamdeder, ömrün geçmesini istemez.”124-125

“Âyâ bu insan zanneder mi ki, başı boş kalacak? Hâşâ!.. Belki insan, ebede meb’ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzeddir. Küçük-büyük, az-çok her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek.”138

“Âhiretin hadsiz güzelliğini görmeyen ve imanla düşünmeyen insanlar, dünyanın bu temizliğine, bu güzelliğine âşık olurlar, perestiş ederler.”305

“Madem dünyada hayat var, elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû’-i istimal etmeyenler, dâr-ı bekada ve Cennet-i bâkiyede, hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır. Âmennâ.”334

“Evet nasılki hayat, bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır.. ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır.. akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır.. ve ruh dahi, hayatın hâlis ve safi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır; öyle de maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.) dahi, hayat ve ruh-u kâinattan süzülmüş hülâsat-ül hülâsadır.. ve risalet-i Muhammediye dahi (A.S.M.), kâinatın his ve şuur ve aklından süzülmüş en safi hülâsasıdır, belki maddî ve manevî hayat-ı Muhammediye (A.S.M.), âsârının şehadetiyle hayat-ı kâinatın hayatıdır.. ve risalet-i Muhammediye (A.S.M.), şuur-u kâinatın şuurudur ve nurudur.. ve vahy-i Kur’an dahi, hayatdar hakaikının şehadetiyle hayat-ı kâinatın ruhudur ve şuur-u kâinatın aklıdır. Evet, evet, evet… Eğer kâinattan risalet-i Muhammediyenin (A.S.M.) nuru çıksa, gitse; kâinat vefat edecek.. eğer Kur’an gitse, kâinat divane olacak ve Küre-i Arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.”336

TARİHÇE-İ HAYAT:

“Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadisinde çalışıyor. Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahâdır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim ediyorlar. İlâ âhir…

Yahu, şu asilzade evlâd, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemalâtta temevvüç ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyyenin sırrını ilân edecektir.”79

“Bu millet-i İslâmın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hattâ fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister.”140

“Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir; akıl ve felsefe değildir.”140

BARLA LAHİKASI:

“Cenab-ı Hakk’ın sana in’am ettiği vücudun, cismin, a’zaların, malın ve hayvanatın ibahedir, temlik değildir. Yani, istifaden için kendi mülkünü senin eline vermiş, istifade et diye ibahe etmiş.

…. İbahe ve ziyafetin kaidesi ise; mihmandarın rızası dâhilinde tasarruf etmektir. Öyle ise israf edemez, başkasına ikram edemez, sofradan kaldırıp başkasına sadaka veremez, dökemez, zayi’ edemez. Eğer temlik olsa idi, yapabilirdi ve kendi arzusuyla hareket edebilirdi.

Aynen bunun gibi; Cenab-ı Hak sana ibahe suretinde verdiği hayatı intihar ile hâtime çekemezsin, gözünü çıkaramazsın ve manen gözü kör etmek demek olan gözü verenin rızası haricinde harama sarfedemezsin. Ve hâkeza kulağı ve dili ve bunlar gibi cihazatı harama sarfetmekle manen öldüremezsin. Ve eti yenilmeyen hayvanını lüzumsuz tazib edip katledemezsin. Ve hâkeza.”327

KASTAMONU LAHİKASI:

“Bu âhirzaman fitnesinde, açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalalet, bîçare aç ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor.”140

“Derd-i maişet sersemliğiyle, ekser halk âhiret işlerine ikinci derecede bakmalarından, ehl-i dalalet istifade edip onları avlıyorlar.”154

“Farz ve vâciblerde ve şeair-i İslâmiyede ve Sünnet-i Seniyenin ittibaında ve haramların terkinde riya giremez. İzharı riya olamaz.”184

“Riyaya insanları sevkeden esbabın

Birincisi: Za’f-ı imandır.

İkinci Sebeb: Hırs u tama’, za’f u fakr noktasında teveccüh-ü nâsı celbine medar riyakârane vaziyet almaya sevkediyor.

Üçüncü Sebeb: Hırs-ı şöhret, hubb-u câh,…”168

“Evet bir şahsın tehevvüsü için büyük bir daire-i muhita hareket-i mühimmesinden durdurulmaz.”220

“Küllî kanunların tazyikinden feryad eden ferdlere, inayat-ı hassa ve imdadat-ı hususiye ile ve ihsanat-ı mahsusa ile Rahmanürrahîm her bîçarenin imdadına yetişebilir. Dertlerine derman yetiştirir. Fakat o ferdin hevesiyle değil, hakikî menfaatıyla yardım eder. Bazan, dünyada istediği bir cama mukabil, âhirette bir elmas verir.”221

“Derd-i maişet zaruretine karşı iktisad ve kanaatla mukabele etmeye zaruret var.”223

“Zarurete düşen bir şakird, zekatı kabul edebilir.”223

“Bu acib asırda dehşetli bir aşılamak ve şırınga ile hem hakikî, hem mecazî iki nefs-i emmare ittifak edip; öyle seyyiata öyle günahlara severek giriyor, kâinatı hiddete getiriyor.”233-4

MUHAKEMAT:

“Kur’an’ın üslûb-u hakîmanesine yemin ederim ki: Nasara’yı ve emsalini havalandırarak dalalet derelerine atan, yalnız aklı azl ve bürhanı tard ve ruhbanı taklid etmektir.”39

“Nev’-i beşer, şer ve kubh ve bâtılı, zahmetsiz yani (biselâmet-il emr) ile hazmedemeyecektir. Hem de hikmet-i İlahiye müsaade etmeyecektir.”41

“Hîna ki, kıssa hisse içindir; sana ne lâzım teşrihatı.. nasıl olursa olsun sana taalluk edemez. Kendi hisseni al, git.”69

“Şems, istikrarla beraber tanzim-i maişetiniz için cereyan ediyor.”75

“Evet mecazda bir dane-i hakikat bulunmak lâzımdır ki, mecaz ondan neşv ü nema bularak sünbüllensin.”77

“Evet şems, emr-i İlahîye temessül eden ve herbir hareketini meşiet-i İlahiyeye tatbik eden bir çöl paşasıdır.”81

Mehmet ÖZÇELİK