M E H D İ L İ K

M E H D İ L İ K

Mehdi;hidayete eren veya hidayete vesile olan,sahibuz-zaman,ahirzamanda gelib bütün müslümanları hakaik-i imaniye ve Kur’aniyeye cami’ eserleriyle uyandıracak,dinlerini takviye ve imanlarını tecdid edecek olan,Peygamberimizin (SAM) Âl-inden bir zattır.[1]

Bu konuda yapılan rivayetlerde:”Şu ümmetin mehdisi Hasan ve Hüseyin’dir.”[2]

“Zamanın inkita’a uğradığı (sistemlerin değiştiği) bir dönemde,mehdi denen bir adam gelecek ve ihsanı bol ve güzel olacaktır.”[3]

Mehdinin gelmesiyle:”İnsanlar asrı saadet dönemine adeta geri döner.”[4]

Evvelce benim ayakta tuttuğum gibi,ahirzamanda dini ayakta tutacak.”[5]

“(Mehdi) Fatıma’nın evladındandır.”[6]

Hadiste:”Ahirzamanda gelecek olan Hazreti mehdi,Âl-i Beyt’ten olacak.”[7]

“Hadiste:”Süfyani Deccal çıkmadığı müddetçe,mehdi de gelmeyecektir.”[8]

Beyazid-i Bestami ve Aliyyül Kari;Hz. Mehdi’nin babadan Hasenî,ana cihetinden de Hüseynî olduğunu söyler.[9]

“Mehdi sanki Beni İsrailden bir raculdür. (Tavrı onlara benzer,yani heybetli ve acar.)[10]

Naim,Tavusdan tahric etti,dedi ki:” Ben mehdiye yetişene kadar ölmeyeyim istedim. Zira onun döneminde iyi insanların iyiliği artar,kötülere karşı bile iyilik yapılır.”[11]

Şerlerin önünde en büyük bir sed,engel teşkil edecektir.[12]

“……Hicaz’dan gelip Şam’da minbere oturduğunda 18 (40) yaşında olacaktır.”[13]

-Mehdi Şam’da gelecek- denilirken,Şimalde anlamı da vardır. Ka’be’nin şimali olanlara Şam diyorlar. Rüknü Şamî.

Mehdi hakkında muhtelif rivayetler zikredilmektedir.[14]

Bazı zatlarca mehdi’nin:”Araptan değil,Acem’den olacağı,onun babasının ismi pek duyulmuş isimlerden olmayacağı”[15] ‘da bazı zatlarca ifade edilmiştir. Araptan olmayıp,Acemden olacak ifadesiyle,Arabın dışındaki milletlerden olacak,demektir.

“Her asır, hatta asr-ı hakikat-bin olan asrı saadet dahi daima kıyametten korkmuşlar. Hatta bazıları şeraiti hemen hemen çıkmış demişler.”[16]

Ve alametleri olan Mehdi ve Deccalı beklemişlerdir.

Suyuti:”9. asırdan sonra,Hz. Mehdi veya İsa’nın gelmesi umulur.”demiştir.[17]

Bazı İslâm alimleri Mehdi’nin ne zaman geleceğini Ebced ve Cifir hesabıyla tarih düşmüşlerdir:

Mesela:Şa’rani,Tabakat-ül Kübra adlı eserinde;1200 Hicri asırda olacağını…

-Nurul Ebsar eseri olan İs’af-ur Rağıbin-de;1225’de,Hicri-Kamerice olsa 1294’de olacağını…

-Ahmed Zeyni Dahlan El-Fütuhat-ül İslamiye eseri 2 / 296’da Şeyh Salahaddin Es-Safedi’nin Eş-şeceretün Numaniye eserinden naklen:”Osmanlı devletinin,Hazret-i Mehdinin zuhuruna kadar devam edeceğini ve bu devlet,her şeyiyle Mehdi’ye yardımcı olacağını kaydetmiştir.”

-El-İşaa Fi Eşrat-üs Sa’a eseri sh.189’da Kur’an-ın “Bağteten” kelimesinin Cifri karşılığı olan 1407’de Mehdi’nin zuhur asrı olacağını kaydetmiştir.

– – -Muhyiddin-i A’rabi Anka-u Mağrib adlı eserinde sh.77’de 1403’de zuhur edeceğini söyler.”[18] Hadiste:” Maidet-ül Kur’an)[19]”Ümmetimden iki adam vardır. Onlardan biri Vehb’dir.(denilir.) Allah ona Hikmet verir. Diğeri Gaylan (denilir) onun bu milletin üzerindeki fitnesi,şeytanın fitnesinden daha şiddetlidir. (İblis’den ümmetim üzerinde daha zararlıdır.)”[20]

Hadiste:”Ümmetimden bir taife hak üzere,galib olarak,kıyamete kadar devam edecektir.”buyurulmaktadır.[21]

“Allah bu ümmet için her yüz sene başında (Dinin hakikatlarını asrın idrakine uygun olarak anlatan) bir Müceddid gönderir.”[22]

Mehdi,bir şahıs olduğu gibi,manevi bir şahsiyeti de temsil eder. Hidayete vesile olacak yolları açar.İslam ile ilgili kaldırılmak istenen her şeyi,tekrar asıl ve esasını muhafaza ile tesis eder.

Hadiste:”Mehdiden sonra (Hz. İsa’nın 40 senelik devrinden sonra) artık hayat yaşamakta bir hayır yoktur.”[23]

Peygamberimiz mehdiden sonra Kahtani (Kahtandan)’nin geleceği,iki kulağı delik,babası Kureyşi ve mehdiden geri olmayan bir şahsında geleceğini buyururlar.”[24]

Adının Mansur olduğu ifade edilmekle beraber,ondan sonrada Selam ve en sonra da emirul Usub geleceği ifade edilir.[25]

Bediüzzaman Mehdinin vazifelerinin;”Siyaset aleminde,Diyanet aleminde,Saltanat aleminde,Cihad alemindeki çok dairelerde icraatları olduğu” [26]nu ifade eder.

Mehdi kendi kesbiyle olmayıp ilahi inayete mazhar olacağı,büyük içtihada sahib,en yüksek bir kutbiyyet mertebesinde olacağı hadislerde belirtilmiştir.[27]

“…… İmam-ı Mehdi çıktığı zaman hasseten fukaha ona düşman olacak. Onun kılıncı kardeşleridir. Elinde kılınç olmasa idi, -yani kardeşleri olmasa idi- zamanın fukahası onun katliyle fetva verirlerdi. Lakin Cenâb-ı hak onu keremiyle ve kılınç ile tathir edecek,onlar ona itimad edeceklerdir. Hükmünü inanmayan da kabule mecbur olup aksini izmar edecekler.”[28]

Sakalsız olacağı da hadiste ifade edilmektedir.[29]

-İsmail Hakkı Hazretlerinin “Ruhul Beyanında” Efendimiz Hz. Ali’ye buyurmuşlar:”Besmele-i şerifin hesab-ı cifrisi bitince Mehdinin doğum tarihidir.”der.

Muhyiddin-i Arabi buna “Savm” kelimesini ekler ki;Besmele 1186 veya 1188 (iki elifle),Savm ise 131 veya 136,Hicri 1322 ve 1324 eder ki buda büyük hesablarda küçük hesab farklılığının olabileceğini de göstermektedir.[30]

Hadiste:”Allah bu dini Ali’nin fethiyle (eliyle) fethetti. Ve din bozulduğunda da onu ancak (onun soyundan gelen) Mehdi düzeltecektir.”[31]

Mehdinin kendine has kılınan 9 hassası şöyle olduğu belirtilir:

1)Cenâb-ı Hak ahkamına da’veti basiretle olması için “Nüfuzul Basar” yani söylediği hakikatlar zan ve içtihadla değil,belki görür gibi kat’i ve yakinidir.

2)İlka vaktinde hitabı ilahiyi bilmek.

3)Cenâb-ı Hak tarafından ilham olunan hakikatların tercümesini bilmek. Yani harflerin sureti ihtiyarlarıyla olup ruhları ve manaları Cenâb-ı Hak kelâmı olacak.

4)Ulul Emirlere tayini meratib etmek.

5)Gadab anında merhamet.

6)Meleğin muhtaç olduğu erzakları bilmek yani afaki ve enfüsi alemlerin ihtiyaçlarını bilmek.

7)Birbirine mütedahil karışık efkar ve mevzuatı:”Yûliculleyle fin-Nehari ve Yûlicun Nehare fil Leyl”[32],”Allah geceyi gündüze katar,gündüzü geceye katar.” Gece ve gündüz gibi hakkı batıldan ayıracak.

8)İnsanların her ihtiyacını temin etmek.

9)Yalınız müddetindeki umuru kevniyyedeki muhtaç olduğu umuru gayba vükuf peyda etmek.[33]

Ve en önemli üç özelliği de:

1)Sünnetle amel edecek.

2)Yatanı uyandırmayacak.

3)Kan dökmeyecek.

Yani Bid’at ve Dalalet ve Hab-ı Gaflet ile sarhoş olanları rencide etmeden,zarar vermeden faidelendirecek. Aklını,ruhunu,kalbini doyurarak onları okşayarak rah-ı hakikate sevk eder.[34]

D E C C A L

Küfür ve inkarı ulûhiyeti,ateizmi,kominizmi,materyalizmi ve tüm diğer şeytani düşünceleri temsil eden ve uygulamasına çalışan bir şahıs ve o şahsı temsil eden ideolojisi ve de onun hempaları olan topluluğuna verilen genel adını kapsamaktadır.

Hadislerde Deccalın sıfat ve vasıfları tarif edilmektedir.[35]

Her yere uğrar,uğramasına bir mani olmayıp,Mekke ve Medine’nin haricindedir. Oraya girmek istese de giremez.[36]

Medine’ye geldiğinde üç sarsıntı geçireceği,her kafir ve münafık ona karşı istikbal edeceği..”rivayet edilir.[37]

“Onun sağ gözü meshedilmiştir.”[38] Yani görmez. Buradaki körlük bizzat maddi körlük olup,öbür gözüne göre az görür,teshir edici manyetik bir özelliğe sahib olmakla beraber,aynı zamanda ahireti gören manevi gözünün de kör olmuş olduğu ifade edilir. Böylece bu manaya göre dünya gözünün görür olması düşünülebilir.[39]

Peygamberimiz bir hutbesinde Allah’ı sena ettikten sonra,deccaldan bahsetti ve:”Ben sizi ondan sakındırıyorum. Çünki hiçbir nebi yoktur ki kendi kavmini ondan sakındırmış olmasın. Fakat ben size hiçbir nebinin kavmine söylemediğini söyleyeceğim:”Deccal şaşıdır. Allah ise şaşı değildir.”[40]

Hz. Âişe’den:”İşitirdim;Rasulullah namazda deccalın fitnesinden Allah’a sığınırdı.[41]

Peygamberimiz Deccal konusunda Hz. Esma’ya:”O gün, (Cenâb-ı Hakkı) tesbih eder ve Kelime-i Tevhid okursanız açlıktan emin olursunuz.”buyurdu ve devamla:”Böyle feryat etmeye hacet yok. Ben hayatta olur isem,size siper olurum. (O çıktığında) ben sağ olmazsam

Allah taala Mü’minleri korur.”buyurdu.

-“Deccalın,iki gözü arasında –Bu kafirdir.- yazılıdır.” Onu,onun amelini kerih gören ve her mü’min okur.[42]

Bediüzzaman bundan maksadın:”Kendi başına frenklerin serpuşunu koyup herkese de giydirir.”der.[43]

Deccal”yeryüzünde 40 gün kalır. (Deccalın) bir günü bir sene,bir günü bir ay,bir günü bir Cuma,bir günü (dördüncü gün) sair günler gibi,sizin günleriniz gibi olur.”[44]

Bu konuda Bediüzzaman iki tevilde bulunur. İkincisinde:”hem büyük deccalın,hem İslam deccalının üç devre-i istibdatları manasında üç eyyam (gün) var.” Bir günü bir devre-i hükümetinde öyle büyük icraat yapar ki,üç yüz senede yapılmaz. İkinci günü,yani ikinci devresi,bir senede otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi,bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi,adileşir,bir şey yapamaz,yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır.”[45]

“Şu altı şey gelmeden önce amele devam edin. (Yoksa amel kabul olmaz.)..Onlardan birisi de) Deccalın çıkması….”[46]

“İki büyük cemaat davaları bir olduğu halde çarpışmadıkça (ki aralarında bir çok katller olur.) kıyamet kopmaz. Hatta bir çok otuza yakın deccal ve kazibler çıkar ve kendilerinin rasulullah olduğunu zanneder.”[47]

Deccalın Zuhuru [48] ‘nda Sure-i Kehf’in başından (ve sonundan) on ayet ezberleyen deccalın fitnesinden korunur.”buyurmaktadır.[49]

Rasulullah İbni Said-i (Sayyad) göstererek-Deccal- dediği ve Hz. Ömer’inde;İzin ver,Ya Rasulallah onun boynunu vurayım,dediğinde Rasulullahın da:”Eğer o deccal ise sen ona bir şey yapamazsın.(Öldüremezsin) Eğer o değilse katlinde bir fayda yok.” Ve

-Hz. Ömer Rasulullahın yanında İbni Said (Sayyad)’in deccal olduğuna dair yemin ettiğinde Rasulullah onu yalanlamamıştır.[50]

Rasulullah bunun manasının:”Yahudiler içinde tevellüd edecek.(doğacak)”[51] Onlarca desteklenecek.[52]

Bir hadiste de Deccalın:”Yalancı cennet ve cehenneminin…”[53] olacağından bahsedilmektedir. Bu konuda Bediüzzaman:”(Bindiği bineği olan trende) Düşmanlarını ateşli başına,dostlarını ziyafetli başına gönderir.”der.[54]

Ve bu şahsın en önemli tahriblerinden biri de:”An’anat-ı İslâmiyenin zararına çalışacak.”diye hadiste haber verilmiştir.[55]

Muhiddin-i Arabi Fütuhatı Mekkiyyesinde:”Deccal kelamcıların değişmez gördüğü ve nübüvvetin tanınması için koyduğu prensibleri de bozacaktır.”[56]

Mevlâna Deccalın körlüğünü:”İnsan hevâ ve gazab sebebiyle kör olur.”şeklinde izah eder.[57]

Suyûtinin kaydettiği bir rivayete göre de deccalın (her hangi)”Bir yüz senenin başında geleceği ifade edilmektedir.”[58]

Yalancı olup,yalanla iş gördüğünden kendisine Mesih adı verilmiştir.[59]

Ve toplumdan,yasaklanan içkiyi kaldırarak su gibi içer ve içilmesine sebeb olarak,toplumdan hürmet ve merhameti kaldırarak anarşinin çıkmasına sebeb olduğundan bu ad ile adlandırılmaktadır.[60]

Bir de İslâm aleminde çıkan vardır ki ona Süfyan denilir.

Süfyan için;”Ciğerleri yiyenlerin oğlu”olan Süfyani kuru bir vadiden çıkar. Kelb kabilesinden abus çehreli,sert kalbli adamlardan bir ordu düzenler ve bunlar her tarafa zulmederler. O,Medrese ve Mescidleri yıkar,rüku ve secdeye giden herkesi cezalandırır. Zulüm,fesad ve fısk çıkarır. Alim ve zahidleri katleder,pek çok şehride işgal eder. Kan akıtmayı helal kılarak Al-i Muhammede düşman kesilir. Temiz insanlara ihaneti tecviz eder.”[61]

Hadiste belirtildiği üzere Süfyan ve deccalın başarı ve muvaffakiyetlerinin en önemli sebebleri:”Müslümanların ve insanların hırs ve parçalanmaları,birbirleriyle uğraşmalarından istifade edip,az bir kuvvet ile galebe çalar,üstün gelir,hükmünü icra eder.”[62]

Peygamberimiz hadislerinde,fitne ve şerrinden korunulması için Deccalın ilan edilip,insanlara bildirilmesini ve tanıtılmasını ifade ederler.

Bununla beraber mehdi hususunda da:”Asrın imamını ve cemaatını tanımayan,cahiliye ölümü ile ölür.”[63] Rakibsiz mücadele olmaz. Deccal varsa mehdide vardır. Mehdi varsa Deccal da olacaktır.

Deccalın tahriblerini Mehdi:”İmanı kurtarmak,Hilafeti tesis etmek,Şeâiri islâmiyeyi ihya ve Şeriatı Muhammediyeyi”[64] icra ve tatbik eder. Yani bu üç görevi yapar.

Deccala:”Siyaset canibiyle”[65] galebe edilmez. İnsanlar da onu ancak:”İman nuruyla”[66] tanır.

Bediüzzaman iman hizmetine devam edişini şöyle açıklar:”Ben beşinci şua aslının verdiği haberin bir kısmını orada bir adamda gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. Ve bu damla başa çıkılmaz,mukabele edilmez diye dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı içtimaiyeyi terk edip,yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktimi sarf ettim.”[67]

Deccal,ilahlık iddiasında bulunur,harikulade işler yapar,yeryüzünde 40 gün kalır.[68]

Kıyamete yakın müslümanların ruhu önceden kabzedilince:”İnsanların şerlileri kalırlar.. Yeryüzünde eşeklerin birbiriyle cima ettikleri gibi (kadın-erkek) cima ederler. Kıyamet,ancak bunların üzerine kopar.”[69]

Deccal ilimle insanları sapıklığa götürmeye çalışırken,Mehdi’nin en belirgin özelliği ve “Sıfatı ilimdir.”[70]

Şer ve şerrin en büyüğü olan imansızlık ve sefahette,tarihte görülmemiş bir şekilde tahribat yapan bir kimseye Deccal denilmesi dinen bir mahzuru gerektirmediği gibi,hayırda yani tarihte emsali görülmemiş bir şekilde İman ve Kur’an meselelerinde büyük bir hizmet geliştirmekte olan bir kimseye de Mehdi demenin dinen bir mahzur ve sakıncası yoktur.

“Deccal ve Süfyan gibi eşhas-ı müdhişe,kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.”[71]

Hadiste:”deccal öyle bir zamanda çıkacak ki insanlar birbirlerine karşı buğz ve şikak içinde oldukları ve dinde hafiflik geçirdikleri ve aralarındaki musalaha işinin kötüleştiği bir vakitte olacaktır.”(Müstedrek-ül Hakim)

Hadiste:”Ümmetim için en çok korktuğum şey,yakin ve iman zaafiyetidir.”[72]

“Deccal sokaklarda yürüye yürüye yemek yiyecektir. Öyle yapan ve yapanlar Deccalı veya deccalın zamanını bildirmiş olurlar.”[73]

Hadislerde Hilafetin kalkışı,deccalın gelişi olarak nitelendirilmiştir.[74]

Hadiste:”Ümmetimden başı sarıklı yetmiş bin alim kişi,deccala tabi olacaklar.”[75]

Hadiste:”Benim ümmetimin üstünden 1180 sene geçtiğinde;bekar kalmak,uzlet etmek ve dağların başında münzevi kalmak gibi haller helal olur.”[76]

Peygamberimiz bir gün hutbesinde;Deccalın harikulade özelliklerinden bahsederek”[77],Deccal:”Bazılarına musallat olup ve onları öldürür (ken),bazılarını da öldüremez.”[78] Yani onların korunmuş ve inayet altında olduklarından haber verir.

AHİRZAMAN VE KIYAMET

Ahirzaman [79] insanlığın,dünyanın son bulması,bitişi anlamınadır. Ahirzamanın fitnesi,diğer zaman ve zamanlardan daha dehşetli olur.

Fitnede en büyük rolü kadın oynar.[80] İnsanlar nefislerinin mahkumu olur.[81]İstibdad hüküm sürer.[82] Açlık hükmedecek. [83] Anarşi her yeri istila edecek.[84]

Hadis de Peygamberimiz,yerde anarşinin doldurmadığı bir karışıklık yerin bulunmayacağını şöyle belirtir:”Yerde Ye’cüc ve Me’cüc[85]’ün yağları ve pis kokularının doldurmadığı bir karışlık yer bile bulamazlar.”[86]

“Kıyamet günü insanlar arasında en önce hükme bağlanacak dava,kanlar hususunda olacaktır.”[87]

Kıyametle ilgili ayetlerde[88] ve Hadislerde genişçe bilgi verilmektedir.

Hadislerde:”Kafir kıyamet günü yüzü üzerinde haşredilir,zira dünyada onu ayağı üzerine yürütmeğe kadir olan Allah,buna da kadirdir.”[89]

“Kafir;hasenatının karşılığını,dünyada yer. Mü’minin ki ise,ahirete tercih edilir.”[90]

“Ademoğlu kıyamette beş şeyden sorulur:1)Ömrünü nerede geçirdiği. 2)Gençliğini nerede eskittiği,tükettiği. 3)Malını nerede kazandığı. 4)nereye sarf ettiği. 5)Bildiğiyle amel edip etmediği…”[91]

Haşrin vasıfları: İnsanların nasıl haşredileceği,sur,sırat,şefaat,havz gibi…[92]

Kıyametlerin alametleri ile ilgili Hadislerde ise:

-“Bir ateş çıkar,insanları meşrıkten mağribe (doğudan batıya) doğru sevk eder.(toplar)[93] (Anarşi ateşiyle,ateş arasında kalan insanların doğudan batıya doğru göç etmeleri düşünülebilir.)

-“Fıratın altında bir hazineyle Hasfı (batması) yakındır.”[94]

-“İlim kalkar,[95] Zelzeleler çoğalır,[96] Fitneler çıkıp,karışıklık ve katller olur.[97] Mal çoğalır,öyle ki mal sahibi sadakasını kimin kabul edeceğini düşünür,taşınır. Ta ki versin. Verdiği kimse de benim ona ihtiyacım yok,der. [98] İnsanlar binalar yükseltir.[99]

Bir adam başka birinin kabrinden geçince;keşke bunun yerinde ben olsaydım,der.[100] İsa’nın inmesi,Aduvvullah (Allah düşmanları) bunu gördüğünde tuzun suda erimesi gibi erir,Allah İsa’nın eliyle onu (Deccalı) öldürür.[101] Müslümanlar yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki taş ve ağaç der:Ey müslim gel,arkamda yahudi var,öldür. Ğarkad ağacı hariç,o yahudi ağacıdır.[102]

“Şu altı şey gelmeden önce amele devam edin. (Yoksa amel makbul olmaz.):1)Güneşin mağribden doğması. 2)Duhan.(Duman) 3)Deccal. 4)Dabbe. (Gözle görülmeyen,sürünen mikroskobik bir hayvan.Aids gibi.) 5)Hususi Kıtlık. 6)Umumi Kıtlık.”[103]

“Karışıklıkta (Herc-ü Merc,fitne,anarşi) yapılan ibadet,bana yapılan hicret gibidir.”[104]

“Kıyamet şerlilerin başına kopar.”[105]

-Kıyamet Alametleri: 1)İlmin kalkması. 2)Cahilliğin İzharı. 3)Zinanın İfşası. 4)İçki içilmesi. 5)Kadınların çoğalması. 6)Erkeklerin azalması hatta elli kadına bir erkek düşmesi.”[106]

“Türklerle savaşılmadıkça kıyamet kopmaz.”[107]

“Kıyamet ancak gündüzün kopacaktır.”[108]

“İnsanlar üzerine öyle günler gelecek ki,faiz yemeyen hiç kimse kalmıyacak. Yemeyene dahi tozu toprağı bulaşacak.”(Nese-i,İbni Mace)

“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki,o günün mü’mini,onların arasında gizlenecek,aynen,bugün münafığın sizin içinizde gizlendiği gibi..(Kenzul Ummal)

-Ye’cüc-Me’cüc denilen anarşistlerin çıkışı da kıyametin görünen en belirgin belirtisidir.[109]

-“Kıyamet alametleri bir ipe dizilmiş tesbih taneleri gibidir. İp bir kere koptu mu hepsi peş peşe zuhur eder.”[110]

Diğer bir rivayette de:”Kıyametin ilk alameti ile son alameti arasında altı aylık müddet vardır. Bunlar tıpkı bir tesbihin taneleri gibi bu müddet içerisinde peş peşe geleceklerdir.”[111]

“İş ehil olmayana tevdi edildi mi kıyameti bekleyin.”[112]

Her şeyin bir eceli ve ömrü olduğu gibi dünyanın da bir mukadder ve muayyen ömrü bulunmaktadır. Bu konuda Peygamber Efendimiz,ümmetinin ömrünün 1500 seneyi geçmeyeceğini ifade eder.[113]

Abdullah bin Abbas rivayetinde Hz. Adem’den Hz. Nuh’a kadar;2256 yıl,Nuh’dan İbrahime;1079 yıl. Hz. Musa’dan,Hz. Süleyman’ın Beyti Makdis mescidini bina edinceye kadar;506 yıl. Ondan İskender’e kadar;220 yıl. İskender’den Hz. İsa doğuncaya kadar 369 yıl. Hz. İsa’dan Peygamberimize kadar 551 yıl. Aradaki 434 yıl Fetretten sayılmıştır. Ancak Havarilerin etrafa dağılıp bu işi yaptıkları ifade edilmektedir.

Ve dünyanın 7000 yıl kılındığı ifade edilmektedir.[114]

“Her bir ümmetin bir ömrü vardır. ecelleri geldiğinde ne bir saat geri kalır,ne de bir saat ileri gider.”[115]

Muhammed ümmetinin de,Küfür ve Münafıklığın da…

Enes bin Malik’in tahric ettiği hadisde:”Dünyanın ömrü,ahiret günlerinden yedi gündür. Allah buyurdu ki:”Rabbinin katında bir gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.”[116]

Yine Enes bin Malik’den:”Kim bir din kardeşinin,Allah yolunda ihtiyacını görürse,Allah onun için gündüzlerini oruçla,gecelerini de,ibadetle geçirmişçesine,şu dünyanın yedi in yıllık ömrü müddetine sevab yazar.”[117]

Peygamberimiz buyurmaktadırlar:”Allahın öyle kulları vardır ki,onlar ne peygamberdir,ne şehittirler. Ama hem peygamberler,hem şehidler onlara gıpta etmektedirler,kıyamet günü onların Allah katındaki makamları bu gıptaya sebeb olmaktadır.

Bunun üzerine soruldu:”O bahtiyar kişiler kimlerdir?

CEVABEN: Onlar aralarında akrabalık ve birbirine mal verme konusu olmaksızın,Allah için birbirlerini severler. Allah’a and olsun ki,onların yüzleri nurdur,onlar Nur üzerinedirler. İnsanlar korktuğunda onlar korkmazlar,insanlar üzüldüğünde onlar üzülmezler.

Haberiniz olsun ki,Allah dostları üzerinde hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de…”(Ebu Davud)

“”Alem-i sağir denilen insan,ölümden ve harabiyetten kurtulamadığı gibi;insanı kebir denilen aleminde,ölümden necatı yoktur. Ve keza,kainatın bir ağacı ölümden,dağılmaktan halas olmadığı gibi,şecere-i hilkatten olan kainat silsilesinin de harabiyetten kurtuluşu yoktur. Evet,eğer kainat ömrü fıtrisinden evvel harici bir tahribata veya Sanii tarafından bir hedm ve kıyamete maruz kalmasa bile,fenni bir hesab ile öyle bir gün gelecektir ki,”Güneş

dürüldüğünde…”[118] ve “Gök yarıldığında..”[119] gibi ayetlere mâsadak olacaktır;ve insanı kebir denilen koca kainat,boşluğu sekerâtının bağırtılarıyla dolduracaktır.”[120]

6-11-1994

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Yeni Lugat.Abdullah Yeğin. 398,Kastamonu Lahikası.B.Said Nursi.83-84,134,Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları. Abdulkadir Badıllı.397-398,704,255,262,266,279,283,289,294,300,314,330,484-485, Emirdağ Lahikası. 1 / 259-260. –

[2] Ahirzaman mehdisinin alametleri. Celaleddin Suyuti.A. bin H. Müttaki.12.

[3] Age.14.

[4] Age.11.

[5] Age.1-12,65-66.

[6] Age.18-19,Bak.Kütüb-ü Sitte Tercümesi. Prof. İ.Canan. 14 / 276.

[7] R.N.K.Kaynakları.871.

[8] R.N.K.Kaynakları.797.

[9] Yeni Asya gazt.Şaban Döğen.13-6-1995.Aldığı kaynak ise;Tılsımlar mecmuası.205-206,Tılsımlar mecmuasının Zeyli.46.Sünen-i ibni Mace Tercümesi ve Şerhi. 10 / 351.

[10] A.M. Alametleri.age.23.

[11] Age.17.

[12] Bak.Şualar. B. Said Nursi.656,605.

[13] A. M. Alametleri.age.21.

[14] Mektubat.age.96.4.Esas, 15. Mektub. 4. Sual, 29. Mektub.5.6.İşaret,Sözler. B.Said Nursi.24. Söz. 3. Dal,Bak.Sur dergisi.1989.Eylül,Mehdi ve Altın çağ.Harun Yahya.10-181.

[15] R.N.K.Kaynakları.704,Yeni Asya gazt.1-3-1994.A.Badıllı’nın makalesi.

[16] Age.330 ve bunun hadislerdeki ve diğer eserlerdeki me’hazleri için aynı yere bak.

[17] Age.728.

[18] Age.955.

[19] Ahmet Feyzi Efendinin –Bediüzzamanın talebelerinden,nurun manevi avukatlarından- yazmış olduğu;”Maidet-ül Kur’an”adlı eserinde Kur’an ve hadis ışığında ebced hesabıyla Bediüzzaman’ın Mehdiliğini isbat etmektedir.Age.sh.1-31.

[20] R.N.K.Kaynakları.Age.893.

[21] Age.588.

[22] Ebu Davud. 4 / 480,Sikke-i Tasdik-i Gaybi. B. Said Nursi.14,Ebu Davud. Mişkat. 1 / 82,İmam-ı Rabbani ve İslam Tasavvufu.Doç. Hayrettin Karaman.17, İmam-ı Rabbani ve İslam. Mevdudi. Terc.H.Karaman.7.

[23] A. M. Alametleri.11.

[24] Age.84-85.

[25] Age.85-86.

[26] Şualar. 496, Kastamonu Lahikası. 173,177.

[27] Tılsımlar mecmuasının zeyli.sh.50.

[28] Ramuz.age.56,73.

[29] Age.sh.60.

[30] Age.75-77.

[31] Age.82-84.

[32] Hac.61,Al-i İmran.27,Lokman.29,Fatır.13,Hadid.6.

[33] Tılsımlar mecmuasının zeyli.age.63.

[34] Age.65.

[35] Kütüb-ü Sitte Tercümesi. age. 14 / 291, R.N.K.Kaynakları. 705,278,287,289,293-294,614,637-638,689,693-696,711.

[36] K.S.Tercümesi. 14 / 292,294, Buhari.(Arapça) Fiten Babı. 8 / 102,İslam Tarihi.A.Köksal. 9 / 364.

[37] Buhari.age. 8 / 102.

[38] Kütüb-ü Sitte Tercümesi. 14 / 297-298.

[39] Bak. Şualar.age.499.

[40] Buhari. Fiten Babı.(Arapça) 8 / 102,Müslim.(Arapça) 3 / 2248,Tirmizi. (Arapça) 4 / 507.

[41] Buhari.age. 8 / 102,Tirmizi.age. 4 / 507.

[42] Müslim.age. 3 / 2245.

[43] Şualar.age.490.

[44] Müslim.age. 3 / 2252.

[45] Şualar.493,Bak.R.N.K.Kaynakları.age.330,387-389,545,637-638,641-649,685-686,717.

[46] Müslim.age. 3 / 2267,2162.

[47] Buhari.age. 8 / 100,Ebu Davud.age. 4 / 505, Hak Dini Kur’an Dili.E.H.Yazır. 5 / 3374,Müslim.age. 3 / 2214.

[48] Ebu Davud.age. 4 / 493,,Sahih-i Buhari. 1407.

[49] Ebu Davud.age. 4 / 497.

[50] Age. 4 / 505,K.S.Tercümesi. 14 / 299,Tac. (Arapça) 5 / 319,geniş bilgi için bak.age. 5 / 345-354.

[51] Şualar. 500.

[52] H.D.Kur’an Dili.age. 6 / 6170.

[53] İbni Mace.(Arapça) 2 / 1353.

[54] Şualar.495,Mektubat.61.

[55] Emirdağ Lahikası. B.Said Nursi. 1 / 283.

[56] Deccal. Dr. Z. Sarıtoprak.113.

[57] Age.113.

[58] Age.72.

[59] H.D.K.Dili.age. 6 / 4172.

[60] Şualar.498.

[61] A. M. Alametleri. age.37.

[62] Bak.R.N.K.Kaynakları. 545.

[63] Asrın Müceddidi.Nurlardan bir demet serisi. (8) sh.69,Yeni Ansiklopedi. 2447,2685.

[64] Emirdağ Lahikası. 1 / 265.

[65] Tarihçe-i Hayat.B.Said Nursi.147.

[66] Sözler.343.

[67] Şualar.358.

[68] Riyazüs Salihin. İmam-ı Nevevi. 187,1059-1067,Arzdan arşa mi’raç.Prof. H.V. Aiberg. 1 / 86.

[69] R.Salihin.age.1061,Tac. age. 5 / 345-358,Kıyamet ve Deccal ile ilgili olarak bak.el-Lü’lü-ü vel Mercan.(Arapça) 2 / 431-446.

[70] Arzdan arşa mi’raç.age. 1 / 42-43,60-61.

[71] R.N.K.Kaynakları.470,Şualar.579.

[72] Age.902.

[73] Müsned.Age.789.

[74] Age.789-790.

[75] Age.796.

[76] Age.883.

[77] Asrı saadet hutbeleri.M. Yusuf Kandehlevi. Çevr.Kerim Türkoğlu.35-40.

[78] Age.37.

[79] R.N.K.Kaynakları.278,287,289,293-294,614,637-638,689,693-696,705,711,Zafer dergisi.Mart.1988.

[80] Age.614,711.

[81] Age.643.

[82] Age.642.

[83] Age.695.

[84] Age.696.

[85] Kehf.94,Enbiya.96.

[86] R.Salihin.1060.

[87] Age.1078.

[88] Ayetler:Kıyame.26 ve sonrası,Bakara.244,Zilzal,Karia,Hacc.1-2,Hakka.1-3,19-20,Taha.37,Mearic.1-2,Abese.34,Tekvir,İnfitar (sureleri),Müddessir.8-9,Enbiya.97-104,Tur.11-12,Bak.Arzdan Arşa Mi’rac. 1 / 285-286.

[89] Müslim (Arapça) age. 3 / 2162.

[90] Age. 3 / 2162.

[91] Tirmizi. (Arapça)age. 4 / 612.

[92] Age. 4 / 612 ve sonrası.

[93] Buhari.(Arapça)age. 8 / 100.

[94] Buhari.age. 8 / 100, A. M. Alametleri.age.28,Müslim.age. 3 / 2219,Ebu Davud.age. 4 / 493.

[95] Buhari.age.8 / 100 ve devamı.

[96] Age. 8 / 100.

[97] Age. 8 / 100.

[98] Age. 8 / 100.

[99] Age. 8 / 100.

[100] Age. 8 / 100,Müslim.age. 3 / 2231.

[101] Müslim.age. 3 / 2221,H.D.K.Dili.age. 2 / 1114, 5 / 3374, bak.İslam Tarihi.age. 10 / 200,Mesnevi şerhi.T.Mevlevi. 7 / 392,Tefsir-i Kebir (terc.heyet) 6 / 123-124,313-314.

[102] Müslim.age. 3 / 2239.

[103] Age. 3 / 2267.

[104] Age. 3 / 2268.

[105] Age. 3 / 2268.

[106] Tirmizi.age. 4 / 481.

[107] Age. 4 / 481,Ebu Davud.age. 4 / 486.

[108] (Ebu Hüreyre’den)A.M. Alametleri.age. 29.

[109] Kehf.94,Enbiya.96,H.D.K.Dili. 5 / 3287-3371.

[110] Kütüb-ü Sitte Terc. 14 / 326.

[111] Age. 14 / 326.

[112] Daha geniş bilgi için bak.age. 14 / 305-346.-Buhari.

[113] Şualar.513,495,R.N.K.Kaynakları.704,Suyuti.el-Keşfu an Mücavezeti Hazihil Ümmeti el-Elfu,el-havi lil Fetavi,Suyuti. 2 / 248,tefsiri Ruhul Beyan. Bursevi.(Arapça) 4 / 262,Ahmed bin Hanbel.İlel.sh.89.

[114] Taberi Tercümesinden. sh.289-290.

[115] Yunus.49.

[116] Hac.47.

[117] Kitabul Bürhan fi Alametil Mehdiyyil Ahirizaman..sh.88,Bak.R.N.K.Kaynakları. 706.

[118] Tekvir.1.

[119] İnşikak.1.

[120] İşarat-ül İ’caz. B.Said Nursi.161.




VELİLER ŞÂHI HAZRETİ ALİ

VELİLER ŞÂHI HAZRETİ ALİ

(Doğumunun 1436. yılı Anısına)

Peygamber Efendimizin amcası Ebu Talib’in oğlu olan Hz. Ali;hem yeğeni,hem de damadıdır. Annesinin adı ise;Fatıma binti Esed b. Haşim’dir.

Peygamberimiz otuz yaşlarında iken Hz. Ali doğmuştur. Ona Ali ismini de Efendimiz koymuş ve kendi dilini de ağzına vererek uyutuncaya kadar emzirmiştir. Annesi de Esed (Haydar) ismini koymuştur.[1]

Yaşıtları olan zatlar;Zübeyir bin Avvam,Talha bin Ubeydullah ve Sa’d bin Ebi Vakkas’dır.

peygamber Efendimizin Mekke’de zuhur eden bir kıtlık üzerine,fakir durumda olan amcasının yükünü hafifletmek için yanına almıştır. Beş yaşında hicrete kadar yanında kalmıştır.[2]

Efendimiz Hz. Ali’yi hem maddi,hem de manevi sahada şah-ı Velayet olacak o zatı kendi fidanlığında ve fideliğinde koruma altına alarak,mübarek eleriyle ihtimamla yetiştirmiştir.

İstikbalde gelecek ümmetinin değerli şahsiyetleri olan Abdulkadir-i Geylani,Mehdi gibi zatlara üstad olarak yetiştirmiştir.

A N N E S İ

Haşim oğullarından olan annesi,Peygamberimizle soyu Haşim’le birleşir. Kendisi Haşim oğulları kadınları içinde,Haşimi erkek sulbünden ilk erkek çocuğu dünyaya getiren kadın olarak da bilinir.

Hz. Ali’nin Talib,Akil ve Cafer adında üç kardeşi olup,kendisi en küçüğüdür.

Ümmehani (Hind),Cümane,Reyta ve Esma adında dört kız kardeşi vardır.

Efendimiz kendisine mürebbilik yapan bu ahlak ve haya sahibi müslüman olan üstün vasıflı yengesini evinde ziyaret eder ve kuşluk uykusunu orada uyurdu.

H. 4. yılda vefat ettiğinde Efendimiz:”Bugün,annem vefat etti.” buyurarak üzüntüsünü dile getirmiş ve kendi gömleğini çıkararak kefen yapıp,cenaze namazını kıldırarak cenazesinin üzerine yetmiş tekbir getirdiğini Hz. Ali nakletmektedir.

Peygamberimiz:”Ebu Talib’den sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir kimse olmamıştır.”

“Ona cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim.”

“Kabir hayatı,kendisine mülayim ve kolay gelsin diye de,kabirde yanına uzandım.”buyurmuştur.

Kendisinin yetişmesinde;evladlarından önce kendisinin yedirilip-içirilmesinde ve yetişmesinde büyük emeği geçen ve –annem- dediği Fatıma binti Esed’in kabrinde ağlamış ve ona uzunca duada bulunmuştur. [3]

MÜSLÜMAN OLUŞU

Hz. Ali,İslâmla ilk şereflenen müslümanlardandır.

Daha çocuk yaşta idi,yani on yaşlarında olduğu halde,bu büyük çocuk üzerine damlayan huzmeler halindeki nurun etki ve tesiriyle,kimseye danışmadan kendi iradesiyle tercih etmiş ve büyüklerin bile söyleyemeyeceği şu sözü de o zaman söylemişti:”Allah beni yaratırken Ebu Talib’e sormadı ki,bende ona ibadet etmek için gidip kendisine danışayım.”

Cebrail ilk vahyi getirmesinden sonra,Peygamberimiz görsün diye abdest alıp,beraber namaz kılmışlardır.

Efendimiz eve gelerek Hz. Hatice’ye de göstermiş ve öğretmiştir.

Bunların bu şekilde abdest alıp namaz kıldıklarını gören Hz. Ali’de onlarla beraber abdest alıp namaz kılmaya başlamıştır.[4]

EVLENMESİ

Hz. Ali,Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma’yla Medine’ye geldikten beş ay sonra Receb ayında nikahlanmış ve Hicretin ikinci yılında Bedir gazasından sonra Zilhicce ayında da evlenmiştir.

Hz. Fatıma’nın sağlığında başka kadınla evlenmeyib ondan;Hasan,Hüseyin ve ölü doğan Muhsin adlı üç oğlan,Zeyneb ve Ümmü Gülsüm adlı iki kız çocukları olmuştur.

Hz. Fatıma’nın vefatından sonra ise bir çok defa evlenmiş ve çok sayıda çocuğu olmuştur.[5]

İslâmiyete fıtri taraftar ve muhabbet-dar olan Şerifler Hz. Hasan’dan,Seyyidler ise Hz. Hüseyin’in neslinden gelmektedir.

Hz. Ali aynı zamanda Peygamberimizin katibi ve vahiy kâtibliğini yapmış ve Hudeybiye anlaşmasını da yine o yazmıştır.

Peygamber Efendimizin cenazesini bizzat kendisi yıkamıştır.

Peygamberimizin mescidine açılan kapılardan sadece Hz. Ali’nin kapısını açık bırakmıştır.

İ L M İ

Hz. Ali’nin ilimde ise büyük vukûfiyeti vardır. Peygamberimiz:”Ben ilmin şehriyim,Ali’de kapısıdır.”buyurarak,Peygamberimizin veya onun getirdiği din ve Kur’an-a Hz. Ali kapısından girilerek haberdar olunacağı veciz olarak ifade edilmiştir.

Hz. Ali:”Yemin ederim ki ben;Kur’an-ı Kerim-den inen her ayetin nerede indiğini,neye ve kime dair olduğunu bilirim.”

”Bana kitabullahdan sorunuz;her ayetin gecede mi,gündüzde mi,ovada mı,dağda mı nazil olduğunu bilirim.”

Küçüklüğünden beri peygamberimizle beraber oluşu,o zatın ahlakıyla ahlaklanmasına ve en ince sırrına vakıf olmasına sebeb olmuştur.

Peygamberimiz cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Hz. Ali için:”Sen bendensin;ben de sendenim. Sen bana bağlısın,ben de sana bağlıyım.”

“Cennet,ashabımdan üç kişiydi;Ali’yi,Ammar’ı,Bilal’i özler.”diyerek layık olduğu iltifatta bulunmuştur.[6]

Peygamberimizin Medine’ye hicret ettiklerinde müslümanları ikişer ikişer karışık olarak birbirleriyle kardeş ilan ettiğinde kendisi de Hz. Ali’ye:”Sen de benim kardeşimsin. Sen,bana varissin,ben de sana varisim.”buyurmuştur. Diğer rivayette ise:”Sen,dünyada ve ahirette benim kardeşimsin.”demiştir.[7]

İbni Abbas onun hakkında:”içi hikmet ve ilimle dolu idi. Vallahi,ona ilmin onda dokuzu verilmiştir. Yine,Allah’a yemin ederim ki,o,ilmin geri kalan onda birini de,sizinle ortaktır.”demiştir.

Muaviye onun şehid olduğunu duyduğunda:”Fıkıh ve ilim,Ebu Talib’in oğlunun ölümüyle gitti.”demiştir.

İbni Mesud:”Hz. Ali,Medinelilerin feraizi hakkında sözü,Ali’den daha kuvvetli olan yoktur.”demiştir.[8]

Yirmi Harici Hz. Ali’ye gelerek tek tek şu aynı soruları sordukları halde,onlara ayrı ayrı cevablar vermiştir.

SORU:”Ya Ali,ilim mi üstün,yoksa mal mı?”

Cevaben: -İlim maldan üstündür. Zira ilim seni korur,halbuki sen malı korursun.

-İlim harcandıkça artar,mal harcandıkça azalır.

-İlim sayesinde düşmanlar dost olur,fakat mal böyle değil.

-İlim dünyadan uzaklaştırır,ahirete yaklaştırır;mal ise böyle değildir.

-Ölüm sebebiyle ilim,sahibinin mülkiyetinden çıkmaz,fakat mal böyle değildir.

-İlim sahibine sirayet eden bir nurdur,mal ise buna muhaliftir.

-İlim Allah’ın kelamından çıkar,mal ise topraktan çıkar.

-İlim peygamberlerin sevgilisidir. Mal ise Nemrud, Fir’avn, Haman ve Karun’ların sevgilisidir.

-İlim kendine hizmet edilendir,mal ise hizmet edendir.

-İlim ruhun gıdasıdır,mal ise cesedin gıdasıdır.

-Ürkme zamanlarında ilim sana arkadaş olur,mal ise sana ürküntü verir.

-Yolculukta ilim senin arkadaşındır,mal,mal ise yolculukta senin düşmanındır.

-Tek başına ilim taatsız da olsa kurtulmana sebeb olur,fakat mal böyle değildir.

-İlim peygamberlerin mirasıdır,mal ise eşkiyanın mirasıdır.

-Kıyamet gününde ilmin hesabı yoktur,fakat malın helal ise hesabı,haram ise azabı vardır.

-İlmin sahibi şefaat edecek,malın sahibi ise şefaat edilecektir.

-İlim sahibi asla unutulmaz,fakat mal sahibi unutulur.

-İlim kalbi nurlandırır,mal ise karartıp katılaştırır.

-İlmin sahibi Allah’a kulluğu,mal sahibi ise Allah’lığı iddia eder. (Fir’avn gibi)

…Ve devamla:”Bu konuda bana daha soru sorsaydınız,yaşadığım müddet başka başka cevaplar verirdim.”buyurdu.”[9]

“Alimler kendi ilimleriyle amel etmediklerinden dolayı,insanlar ilme rağbet etmiyor.”

“İman kalb de beyaz bir nokta meydana getirir. İman ziyadeleşince nokta da artar. Kul,imanı tam manasıyla olgunlaştırınca kalbin tamamı beyazlaşır. Nifak,kalb de siyah nokta meydana getirir.Nifak artınca siyah nokta da artar. Kul,nifaka dalarsa kalbin tamamı kararır.”

“Cenneti arzulayan kimse,dünyada şehvetlerinden uzaklaşır.”

Kamil,olgun bir insan olmanın esaslarını sıralarken:

1)Rahat hayata,çetin hayatı ve mücadeleyi tercih etmek.

2)Allah’ın irade ve mağfiretine sığınmayı,kendi kapasitesine güvenmeye tercih etmek.

3)Tevazu,büyüklük ve gösterişe tercih edilmeli.

4)Az yemek,fuzuli yemeğe tercih edilmeli.

5)Ahiret dünya hayatına tercih edilmeli.[10]

“Dünya bir cifedir. Ondan bir şey isteyen,köpeklerle dalaşmaya dayanıklı olmalı.”

“Sizin için korktuğum şeylerin en başında,hevaya uymak ve uzun emelli olmak gelir. Hevaya uymak hak yoldan alır. Uzun emelli olmak ise,ahireti unutturur.”

“Bilgisiz yapılan ibadette hayır yoktur. Anlayış vermeyen ilimde hayır yoktur. Tefekküre götürmeyen kıraatta hayır yoktur.”

“Kalbler;içi boş kablara benzer;hayırlı olan hayırla dolu olanıdır.”

“Takva;hataya devamı bırakmak ve amellere güvenip aldanmamaktır.”der.

GADİR HUM

Hz. Peygamber Mekke ile Medine arasında bulunan Hum suyu başında bir konuşma yapmış,Allah’a hamdu senadan ve ashabına bazı öğütlerde bulunduktan sonra onları vefatını müteakib Allah’ın kitabına sarılmaya ve Ehli Beytine sahib çıkmaya teşvik etmiştir.(Müslim.Müsned)

Yani Şiilerin hilafeti vasiyet yoluyla Hz. Ali’ye tahsis ettiğine dair ileri sürülen rivayetlerin asılsız olduğuna dair Hz. Aişe (Tuhaf şey,Rasulullah Ali’ye ne zaman vasiyet etmiş?) diyerek,olmadığını söyler.[11]

HİLAFETİ

Mısri,Kufi,Basri zorbaların Hz. Osman’ı şehid etmelerinden sonra,boş kalab hilafete birinin atanması meselesi çıkıyordu.

İşin vehametini anlayan Hz. Ali yapılan ısrarları kabul etmemekte diretiyor ve ferasetiyle şöyle diyordu:”Beni bırakınız,başkasını arayınız. Önümüze bir iş çıkacak ki onun akıllar almaz,gönüller mütehammil olmaz şekil ve renkleri vardır. Bence emir olmaktan ise vezir olmak evladır. Siz her kimi intihab ederseniz,ben de ona bey’at ve cümleden ziyade itaat ederim.”

Ancak görevi almaması alması tehlikesinden geri değildi ve görevi istemese de devr aldı.

Artık en önemli mesele olan Hz. Osman’ın katillerinin bulunması idi. Fitne ateşleri yakılıyor,yanıyor ve alevlendirilmeye çalışılıyordu.

Ancak katil belli olmadığından Hz. Ali sabrı tavsiye ediyordu. Yani Hz. Ali Adaleti Mahza denilen;Hak haktır,küçüğüne büyüğüne bakılmaz,bir kişi de olsa hakkı mahfuzdur,masumdur,kuralı gereği,katil belli olmadan bazı hakların feda edilemeyeceğini söylüyordu. Ayette de:”Kim bir nefsi haksız yere öldürür veya yer yüzünde fesad çıkarırsa o bütün insanları öldürmüş gibidir.”

Hz. Talha,Zübeyir ve Aişe-i Sıddıka taraftarları ise,durum Hz. Ebubekir ve Ömer Ömer zamanındaki safvette olmadığından Adaleti İzafiye olan küllün,umumun selameti için cüzün,ferdin feda edileceğini savunuyorlardı.

Ancak bu –Allah için- bir içtihad neticesi olduğundan isabet eden Hz. Ali iki,diğerleri bir sevab alır. Zira düşünce,İslâmiyetin menfaatının esas olmasıdır.

Bu harbde hem ölen,hem de öldüren ikisi de cennetliktir.[12]

Hz. Ali –Velilerin şahı- demek olan Şahı Velayet ünvanına layık bir şahsiyet olup,maneviyatta sultandır.

Bu iki tarafın muharebesi olan Cemel Vak’ası,zahiren şer olmakla beraber hakikatta bir çok hayırları doğurmuştur.

Baharda esen şiddetli rüzgar ve yağmur çiçeklerin açılmasına vesile olduğu gibi,öyle de bu fırtınalarda müslümanların:”İslamiyet tehlikededir,yangın var.”diyerek her taifeyi İslâmiyetin muhafazasına sevk etti.[13]

O zatın neslinden maddi sultanlar gelmemesine mukabil,manevi sultanlar,aktablar,insanlığa ışık tutacak önder şahsiyetler çıkmış olmaktadır.[14]

Bu olaylar bir yandan da Peygamberimizi doğrulayarak onun:”Hz. Hasan’ın altı ay hilafetiyle;Cihar-ı yar-ı Güzinin (Hulefa-i Raşidinin) zamanı hilafetlerini;”Benden sonra hilafet otuz yıl olacaktır.” ve onlardan sonra saltanat şekline girmesini,sonra o saltanattan Ceberut (zorbalık) ve fesadı ümmet olacağını haber vermiş,haber verdiği gibi çıkmış.[15]

Ve yine Hz. Ömer,Osman ve Ali’nin de şehid olacağını gaybi gözüyle görmüş ve haber vermiştir.[16]

Peygamberimiz Hz. Ali’ye:”Sen de Hz. İsa gibi(AS) iki kısım insan felakete gider. Biri,ifratı muhabbet (aşırı sevgi,Şialar ve Rafiziler),diğeri,İfratı adavetle.. (aşırı düşmanlıkla,Hariciler gibi.) [17]

Ve Hz. Aişe için;”İçinizde birisi mühim bir fitnenin başına gelecek ve etrafında çoklar katledilecek.”[18]

Hav’eb denilen taşlık bir yerde,köpeklerin havlamalarını duyacaklarını da söylemiştir. Cemel vak’ası başlayacağı zaman Hz. Âişe deve (Cemel)’de gece vakti giderken Hav’eb mevkiinde köpeklerin ulumasını işittiğinde Peygamberimizin sözünü hatırlayarak hemen oradakilere Hevdec’den:”Burası Hav’eb mi?” diye soruyor. Onlar durumu anlayıp, Hz. Âişe’nin döneceği korkusuyla –Hayır- cevabını veriyorlar. Neticede iki taraf karşılaşıyor.

İçinde cennetle müjdelenenlerden Hz. Talha’nın da bulunup on üç bin kişinin şehid olduğu bu dahili muharebe için Hz. ali şöyle der:”Din kardeşlerimiz olup üzerimize Bağy ve Huruç ettiler.”[19]

İmam-ı Azam Ebu Hanife’de:”Hz. Ali’nin evâmir ve âmâli malumumuz olmasa bağiler hakkında ne muamele olunmak lazım geleceğini bilemezdik”der.[20]

Peygamberimiz Hz. Ali için:”Ya Ali,ben Kur’an-ın tenzili üzere mukatele ettim,sen de tevili üzerine mukatele edeceksin.”buyurmuştur.[21]

Hz. Ali ile Hz. Muaviye’nin Sıffin’deki muharebesi ise,Hilafet ve Saltanat muharebesidir. Hz. Hasan ve Hüseyin ise,Emevilere karşı muharebesi Din ve milliyet muharebesidir.”[22]

Bu savaşta tereddüt gösterenlere karşı Hz. Ali:”Bana,hakdan udul ile(Sapmayla) cemaattan huruç edip ayrılanlar ile,yani Havaric ile mukatele etmek üzere emrolundu.”diyerek,kendisiyle beraber olan Ebu Eyyubel Ensari’de:”Rasulullah (SAM) bana nakz-ı ahd eden (sözünü bozan) cevr ve zulüm eyleyen ve hakdan udul ile cemaattan huruc edip ayrılan kimseler ile mukatele eylemek üzere emretti.”demiştir.

Peygamber efendimiz:”Baği bir taife,Ammar-ı katledecek.” Sonra Sıffin’de katledildi. Hz. Ali,onu Muaviyenin taraftarları baği olduklarına hüccet gösterdi. Fakat Muaviye tevil etti. Amr ibnul As dedi:”Baği yalınız onun katilleridir,umumumuz değiliz.”[23]

Sıffin’de:içerisinde 26’sı Bedir’den olan yirmi beş bin şehid olurken,bağilerden de kırk beş bin kişi öldürülmüştür.[24]

ŞEHİDLİĞİ

Harici’lerden üç kişi Hicaz’da toplanarak intikam alma hırsıyla,Abdurrahman ibni Mülcem el-Muradi;Hz. Ali’yi, berk ibni Abdullah et-Temimi Muaviye’yi,Amr ibni bekiriz-Sa’di’de;Amr ibni As’ı zehirli kılıçla öldürmeye karar alırlar.

Kufe’ye gelen İbni Mülcem ramazanın 27’sinde sabah namazına giderken 63 yaşında olan Hz. Ali’yi şehid eder.

Mısır’a gelen Bekir’de yanlışlıkla Amr ibnul As’ın imamete vekil kıldığı Harice ibni Habibe’yi öldürür. Amr ibnul As kurtulur.

Şam’da olan Muaviye ise sabah namazına giderken,Berk tarafından uyluğundan yaralanır. Adamları müdahale ederek kurtulur. Ancak kılıç zehirli olduğundan Said adındaki doktor bunun iki şekilde tedavi edileceğini söyler. Biri demiri kızdırıp yaranın üzerine koymak,diğeri ise;bir şerbeti içecek fakat ondan sonra çocuğu olmayacak. Muaviye ikincisini kabul eder. Yara iyileşir,dediği gibi çocuğu olmaz.[25]

Şiilerin bir kısmının Hz. Ali’nin kıyametten önce dirileceğini [26] söylemelerine karşı Hz. Hasan:”Öyle olsa biz onun mirasını taksim etmezdik.”sözüyle izah eder.

Şiilerin Hz. Ali’ye olan bu muhabbetleri,Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e olan düşmanlıklarından kaynaklanmaktadır.

-Haşa- Hz. Ebubekir’in hilafeti gasbettiği,Hz. Ömer’in ise;onların köklü olan süper Sasani devletlerini bir daha doğrulamayacak bir şekilde yerle bir etmesindendir. Bu ezeli ve ebedi düşmanlıktır ki;onları Hz. Ali’ye muhabbete sevk etmiştir.

Her yerde ve her zaman olduğu gibi,burada da Ehli Sünnet vel Cemaatın yolu;ne ifrat,ne de tefrit olmayıp orta yoldur. Yani;

Allah için sevmek,Allah için buğzetmek…

6-8-1991

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak.İslam Tarihi. Mekke Dönemi. Asım Köksal. 2 / 119.

[2] İslam Ansiklopedisi.Diyanet. 2 / 371,Peygamberimizin Hayatı.Salih Suruç. 1 152,İ.Tarihi.age. 2 / 172.

[3] İ.Tarihi. Medine Devri. 4 / 135-137.

[4]Age. Mekke Devri 2 / 149,P.Hayatı. 1 / 200.

[5] İ.Ansiklopedisi. 2 / 371,392,P.Hayatı. 1 / 563.

[6] İ.Tarihi.Mekke Devri. 2 / 119.

[7] Tirmizi. İ.Tarihi. Medine Devri. 4 / 108.

[8] İ.Tarihi.Medine Devri. 1 / 217.

[9] Ta’lim-ül Müteallim. B. Ez-Zernuci, Terc. Dr.Y.V.Yavuz.38

[10] İslam’da Eğitim.B.Bayraklı.sh.166,244,259,273.

[11] İ.Ansiklopedisi. 2 / 377.

[12] Mektubat. B. Said Nursi.50.

[13] Bak.age.92.

[14] Bak.Lem’alar.B.Said Nursi.18.

[15] Mektubat.age.94.

[16] Age.96.

[17] Age.99,Nehcül Belağa. B.Işık,M.U.Taylan,F.Bozgöz.65,81,bak. İmam-ı Rabani ve İslam.Mevdudi.Terc.H.Karaman.97-98,161.

[18] Age.90.

[19] Bak.Yetmiş üç fırka.M. Uysal.68.

[20] Kısas-ı Enbiya.A.Cevdet Paşa. 2 / 256.

[21] Age. 2 / 302.

[22] Mektubat.51.

[23] Age. 99,K.Enbiya. 2 / 302.

[24] K.Enbiya. 2 / 314.

[25] Age. 2 / 344.

[26] Bak.73 fırka.25.




D A Ğ L A R

D A Ğ L A R

Gönülleri dağlayan dağlar,sırlarla dolu yüce mekânlardır.Mahlukata o bulundukları yüce mekândan kuş bakışı bakar,temaşa ederler.Gönlünü dağlamak isteyenlerin,olup olgunlaşmak arzu edenlerin maddi-manevi fırınıdır dağlar.

Hz.Âdem ve Havva cennetten yeryüzüne dağa iniş yaptı.Dağlanan kalblerini göz yaşlarıyla dağlarda ağlayarak dağladılar.

Ashabı Kehf dağın ağzı olan mağarada Rablerini aradılar ve buldular.Orada hakikata erdiler.Oraya sığındı ve sığındırıldılar.Onları kucaklayan dağ kucağında onları 309 sene emzirdi,bağrına basdı ve uyuttu.

Hz.Musa Tur-i Sina’da peygamberliği aldı,orada Rabbinin rü’yetini taleb etti,haşyetinden dağ tuzla buz oldu.

Rasulullah Rabbini Uhud’da buldu.Boş zamanlarında gider Rabbine orada tefekküre dalardı.Enis olarak kendisine orayı buldu.İnsanların cehalet karanlığından kaçar,Uhud’un aydınlığına sığınırdı.Marifetin orada olduğunu hisssediyor,biliyordu.Marifete ilk orada erdi.Allah-Kur’an-Cebrail-Muhammed orada buluştu.Orada kendisi için bir marifet yolu olmuştu,orada dolmuş,orada peygamber olmuş,vahiyle dolmuş,ışığa varmıştı.Vahye orada mazhar oldu.Cebraille ilk defa aslı haliyle orada tanıştı.Kâinatın aklı olan Kur’an kendisine ilk defa orada indi ve verildi.

Hicrette Sebir üzerinde o zatın öldürülmesinden korktu.Uhud onu kabul etti.Biri tazib edilmemek için,diğeri her türlü tazib uğruna…

Bediüzzaman Nurs dağlarında doğdu,dağlarla tesbihe durdu.Nurları dağlarda yazdı,dağları nurlandırdı,dağlarla nurlandı,dağlardan nurlandı,gittiği yerlerde dağlara durdu,dağlarla durdu,hep dağları tercih etti çünki oralar kendisinin ufku idi,ufkunu açıyor,oradan alemlere açılıyordu.

Sadece bu ve bunlar mı?Bir çok büyükler hep dağlarda büyüklüğe erdiler.Büyüklüğü orada aradılar.Oralar âdeta büyüklüğün bir simgesi oldu.

Yüksek yerleri hayatta iken kendilerine mekân edinen bu zatlar,ölümlerinden sonra da buraları kendilerine mezar ettiler,edindiler.Onları ziyarete gidenler oralara tırmanmak ve yükselmek mecburiyetinde oldular.Çünki onlar aşağıların değil,yükseklerin insanları oldular.Hep yükselişi düstur edindiler.Hayatlarında sürdürdükleri temaşa,kabirlerinde de devam etmektedir.

ÂYETLERDE DAĞLAR :

“Ve o zamanı hatırlayınız ki, sizi Âd’dan sonra halifeler kıldı ve sizi yerde yerleştirdi. Onun ovalardan köşkler ediniyorsunuz ve dağları evler olarak oymakta bulunuyorsunuz. Artık Allah Teâlâ’nın nîmetlerini anın ve yerde fesatçılar olarak taşkınlık yapmayın.”(A’raf.74)

“Ve o, o -Kudretli Yaratıcıdır- ki, yeryüzünü uzatmıştır ve on’da sâbit dağlar ve ırmaklar yaratmıştır ve on’da meyvelerin hepsinden ikişer çift yetiştirmiştir. Geceyi gündüze örtüyor. Şüphe yok ki, bunda düşünen bir kavim için elbette ibretler vardır.”(Ra’d.3)

“ Yeryüzünü de yaydık ve onda sabit dağlar bıraktık, ve onda miktarı ve ölçüsü belirli olan şeyden bitirdik.”(Hicr.19)

“Ve yerde sabit dağlar vücude getirdi, sizi sallayıp muztarip etmesin diye ve nehirler ve yollar da -vücude getirdi- tâki, doğru yolu bulasınız.”(Nahl.15)

“Ve Allah Teâlâ yarattığı şeylerden sizin için gölgeler de yaptı ve sizin için dağlarda barınaklar yaptı ve sizin için elbiseler yaptı ki sizi sıcaktan korurlar. Ve zırhlar ki, sizi savaşlarınızda koruyacaklardır. İşte böyle nimetini sizin üzerinize tamam eder, tâki siz İslâmiyete eresiniz.”(Nahl.81)

“Ve yeryüzünde onları çalkalar diye sabit dağları yarattık ve onlara geniş yollar açlık, tâki maksatlarına erebilsinler.”(Enbiya.31)

“Ve bir ağaç da -inşa ettik- ki, Turi Sinadan çıkar, yiyecekler için yağ ile bir katıklık ile biter.”(Mü’minun.20)

“Kâfir olanların amelleri ise bir engin çöldeki bir serap gibidir ki, susamış kimse onu bir su sanır, nihayet ona vardığı zaman onu bir şey olarak bulmamış olur. Ve amelinin yanında Allah’ı bulmuş olur. O da hisabını tamamen ifa etmiştir ve Allah hisabı sür’atle görücüdür.”(Nur.39)

“Yoksa yeri bir karargâh kılan ve aralarında ırmaklar akıtan ve o yer için sabit dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir engel meydana getirilmiş olan mı -hayırlıdır-?. Allah ile beraber -başka-tanrı mı vardır?. Hayır.. Onların çokları bilmezler.”(Neml.61)

“Ve dağları görürsün, onları yerlerinde sâbit sanırsın, halbuki, onlar bulutların geçişi gibi geçer gider. Her şeyi sağlam kılmış olan, Allah’ın sanatıdır. Şüphe yok ki, o, yaptığınız şeylerden haberdardır.”(Neml.88)

“Gökleri direksiz olarak yaratmıştır ki, onları görürsünüz ve yerde de sizi sarsmasın diye yüksek dağlar bırakmıştır ve orada her yürüyen hayvânlardan dağıtmıştır ve biz gökten su indirdik, artık orada her fâideli çeşitten bitkiler bitirdik.”(Lokman.10)

“Ve onları kara bulutlar gibi dalgalar sardığı zaman, onlar Allah’a dini ona tahsis ediciler olarak yalvarmaya başlamış olurlar. Sonra onları karaya selâmetle çıkardığı zaman onlardan mutedil olan vardır ve bizim âyetlerimizi ise pek çok gaddar ve pek nankör olandan başkası inkâr etmez.”(Lokman.32)

“ Görmedin mi ki, muhakkak Allah gökten bir su indirdi de onunla renkleri farklı meyveler çıkardık, ve dağlardan da yollar vardır ki, beyazdırlar ve kırmızıdırlar, renkleri muhteliftir ve siyah siyah kayalar da vardır.”(Fatır.27)

“Ve orada, O’nun üstüne sâbit dağlar yerleştirdi ve orada bereketler vücuda getirdi, araştıranlar için müsavî olmak üzere onun azıklarını dört gün içinde takdir buyurdu.”(Fussilet.10)

“Ve yere de -bakmadılar mı?.- Onu döşedik ve onda sâbit dağlar bıraktık ve onda her güzel cinsten bitirdik.”(Kâf.7)

“And olsun Tûr’a.”(Tur.1)

“Ve dağlar bir yürüyüş yürüyüverir.”(Tur.10)

“Ve orada, yüksek, sâbit dağlar kıldık, ve size bir tatlı su içirdik.”(Mürselat.27)

“ Dağları da birer kazık -yapmadık mı?”(Nebe’.7)

“Dağları da tesbit etti.”(Naziat.32)

“Ve o zamanı hatırlayınız ki, sizin misakınızı almıştık. Size verdiğimiz şeyi kuvvetle alınız ve dinleyiniz diye üzerinize Tur dağını kaldırmıştık. Demişdiler ki: İşittik ve isyan ettik. Ve onların küfürleri sebebiyle kalblerine buzağı -muhabbeti- yerleştirilmişti. De ki size îmanınız ne kötü şey ile emrediyor, eğer mü’minlerseniz.”(Bakara.93)

“Ve o vakti de yâdet ki. İbrahim, Yarabbi!. Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster demiş, -Cenâb-ı Hak da- inanmadın mı?, diye buyurmuştu. O da evet… İnandım, fakat kalbim mutmain olsun için demiş. Allah Teâlâ: Kuşlardan dört tanesini tut da onları kendine çevir sonra her dağ üzerine onlardan birer parça at, sonra da onları çağır, sana koşarak gelirler ve bil ki Allah Teâlâ şüphe yok azizdir, hakimdir diye buyurmuştur.”(Bakara.260)

“Ne zaman ki, Musa bizim tayin ettiğimiz vakte geldi ve Rabbi onunla konuştu, dedi ki: Ey Rabbim!. Bana varlığını göster sana bakayım. -Cenab’ı Hak da- buyurdu ki: Sen beni katiyyen göremezsin. Fakat dağa bir bak, eğer yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin. Hemen Rab’bi dağa tecelli edince onu parça parça etti. Musa da baygın bir halde düşüp kaldı. Vaktaki, ayıldı, dedi ki: Seni tenzih ederim, sana tövbe ettim ve ben imân edenlerin ilkiyim.”(A’raf.143)

“Ve bir zamanlar dağı sanki o bir gölgelik imiş gibi onların üstlerine koparıp kaldırmıştık. Ve sandılar ki, o hakîkaten üstlerine düşecek, -onlara dedik ki:- Size verdiğimizi kuvvetle tutun, ve onda olanı hatırlayınız. İhtimâl ki, sakınırsınız.”(A’raf.171)

“Ve gemi onları dağlar gibi dalgalar içinde götürüyordu. Ve Nuh, oğluna seslendi, o ayrı bir yere çekilmişti. Ey oğlum!. Bizimle beraber bin ve kâfirler ile beraber olma -dedi-.”(Hud.42)

“Dedi ki: Ben bir dağa sığınacağım, beni sudan korur. -Nuh da-dedi ki: Bugün Allah’ın emrinden koruyacak yoktur, onun merhamet ettiği müstesnâ. Ve ikisinin arasına dalga giriverdi de o boğulanlardan oldu.”(Hud.43)

“Ve denildi ki: Ey Yer!. Suyunu yut ve ey gök açıl. Ve su kesildi ve iş bitirilmiş oldu. Gemi de Cudi dağı üzerine yerleşti. Ve zâlimler olan kavim için uzaklık olsun denildi.”(Hud.44)

“Ve eğer bir Kur’an ki, onunla dağlar yürütülmüş veya onunla yer parçalanmış veya onunla ölüler konuşturulmuş olsa idi işte bu Kur’an ile olmuş olurdu. Fakat bütün işler Allah’ındır. İmân edenler anlamadılar mı ki: Allah Teâlâ dileyecek olsa idi elbette bütün insanları hidâyete erdirirdi. Kâfirlere gelince onlara kendi kötü amelleri sebebiyle bir felâket isabet edip duracaktır. Veya Allah’ın vâdi gelinceye kadar o felâket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ verdiği sözden asla dönmez.”(Ra’d.31)

“Ve muhakkak ki, -onlar- hileleriyle hilede bulundular ve onların hilesi. Allah katında -malûm-dur. Ve onların hilesi ile dağlar, yerinden gidecek değildir.”(İbrahim.46)

“Ve onlar emniyet içinde olarak dağlardan evler yontar olmuşlardı.”Hicr.82)

“Ve Rabbin bal ansına da ilham etmiştir ki, dağlardan ve ağaçlardan ve çardaklardan evler edin.”(Nahl.68)

“Ve yer yüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphe yok ki, sen ne yeri yarabilirsin ve ne de boyca dağlara yetişebilirsin.”(İsra.37)

“Ve hatırla -o günü ki-dağları yürütürüz ve yeri apaçık görürsün. Ve onları haşretmiş oluruz. Artık onlardan bir ferdi bile terketmemişizdir.”(Kehf.47)

“Vaktaki, iki dağın arasına kavuştu, onların yakınında bir kavim buldu ki, söz anlayabilmeye yaklaşacak bir halde değildiler.”(Kehf.93)

“Bana demir parçaları getirin, iki dağın arası bir seviyeye gelince körükleyin dedi. Onu ateş haline koyduğu zaman da getirin bana, dedi. Üzerine erimiş bakır dökeyim.”(Kehf.96)

“Az daha ondan dolayı gökler çatlayacak ve yer yarılacak ve dağlar yıkılıp yerlere geçecekti.”(Meryem.90)

“Ve sana dağlardan sorarlar. Binaenaleyh de ki: Onları Rabbim darmadağın edip savuracaktır.”(Ta-ha.105)

“Onu -onun hükmünü- derhal Süleyman’a anlattık ve her birine bir hüküm ve bir ilim ihsan ettik, ve Davud’a dağları ve kuşları musahhar kıldık, onunla beraber tesbihte bulunurlardı. Ve -bunları- yapanlar olduk.”(Enbiya.79)

“Görmedin mi ki, muhakkak Allah’a göklerde olanlar da ve yerde olanlar da ve güneş, ay, yıldızlar da ve dağlar, ve bütün hayvanat da ve insanlardan bir çoğu da secde ederler. Ve birçokları da vardır ki, onun üzerine de azap hak olmuştur ve kimi ki, Allah bedbahtlığa düşürürse artık onu saadete erdirecek bir kimse yoktur. Şüphesiz ki, Allah dilediğini işler.”(Hac.18)

“Görmedin mi ki, muhakkak Allah Teâlâ, bir bulutu sevkediyor, sonra arasını telif ediyor, sonra onu üstüste yığıyor. Artık görüyorsun ki, onun aralarından yağmur çıkıyor ve gökten, ondaki dağlardan bir dolu indiriyor da onu dilediği kimseye isabet ettiriyor ve onu dilediğinden uzaklaştırıyor. Az kalıyor ki, şimşeğinin parıltısı, gözleri gideriversin.”(Nur.43)

“Artık Musa’ya vahiy ettik ki, âsân ile denize vur, – vurunca -derhal yarıldı, heman her “parça pek büyük dağ gibi oluverdi.”(Şuara.63)

”Ve dağlardan ustaca bir halde evler yontuyorsunuz.”(Şuara.149)

”Biz emaneti göklere ve yere ve dağlara teklif ettik, onlar onu yüklenmeden hemen çekindiler ve ondan korkuya düştüler ve onu insan yüklendi. Şüphe yok ki, o, çok zâlim, çok bilgisiz oldu.”(Ahzab.72)

“Şanım hakkı için biz Davud’a tarafımızdan bir fazilet vermiştik, ey Dağlar!. Onunla beraber tesbihte bulunun -dedik? kuşlara da -böyle emrettik- ve O’nun için demiri yumuşattık.”(Sebe’.10)

“Muhakkak ki,dağları emrine verdik, O’nunla beraber akşamleyin ve kuşluk vakti tesbîh ederlerdi.”(Sad.18)

“Ve O’nun âyetlerindendir, denizde dağlar gibi akıp giden gemiler.”Şura.32)

“Denizde dağlar gibi yapılmış olan büyük gemiler de onun içindir.”(Rahman.24)

“Ve dağlar parçalanmakla parçalanmıştır.”(Vakıa.5)

“Artık -dağlar- dağılmış, toz hâline gelmiştir.”(Vakıa.6)

“Eğer bu Kur’anı bir dağ üzerine indirmiş olsa idik elbette onu Allah’ın korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün ve biz o misâlleri insanlar için veriyoruz, tâ ki, düşünüversinler.”(Haşir.21)

“Ve yer ve dağlar yerlerinden kaldırılmış ve birbirine bir çarpışla çarpmış, darmadağın olmuş bulunur.”(Hakka.14)

“Dağlar da atılmış rengârenk yün gibi olacaktır.”(Mearic.9)

“O gündeki: Yer ve dağlar sarsılır ve dağlar bir dağılmış kum yığını olmuş olur.”(Müzzemmil.14)

“Ve o an ki: Dağlar,dağılıverir.”(Mürselat.10)

“Dağlar da yürütülmüşte, su gibi görülen bir hayâl olmuştur.”(Nebe’.20)

“Ve dağlar, yürütüldüğü zaman.”(Tekvin.3)

“Ve dağlara ki nasıl dikilmiş?. “(Ğaşiye.19)

“Ve Sîna dağına.”(Tin.2)

“Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacaktır.”Karia.5)

HADİSLER’DE DAĞLAR::

Zamanla dağlar en güvenilir yerler olacağı bildirilir:

Ebû Saîd-i Hudrî radiya’llâhu anh’den:

Şöyle demiştir: Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Çok sürmez (öyle fenâlıklar tahaddüs edecek ki) bir Müslümanın en hayırlı malı -kendi dînini fitnelerden selâmete çıkarmak için- dağ başlarında gezdirip (birikmiş) yağmur suyu başlarında güttüğü davarlar (dan ibâret) olacaktır.

Sevabda dağlar kadar büyüklüğe teşbih edilmiştir:

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den:Şöyle demiştir: Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Her kim îmânı sebebiyle ve (ecrini yalnız Allah’dan umarak) li-vechi’llâh bir müslümân cenâzesi arkasından gider ve üzerine namaz kılıp defninden ferâgat edilinceye kadar berâber bulunursa iki kîrât ecir ile döner ki kîrâtların her biri Uhud (dağı) gibidir, her kim o cenâze üzerine namaz kılar da defnolunmadan evvel dönerse (yalnız) bir kîrât ecir ile dönmüş olur.

Bulutlar dağlara teşbih edilmiştir:

Enes (İbn-i Mâlik) radiya’llâhu anh’den:Şöyle demiştir: (Bir def’a) Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem zamânında nâs bir kıtlığa müptelâ oldu idi. Bir cum’a günü Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem hutbe îrâd buyururken A’râbînin biri ayağa kalkıp: “Yâ Resûla’llâh, mallar helâk oldu. Çoluk çocuk da aç kaldı bize duâ buyur” de(ye niyâz et)di. Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem (mübârek) ellerini kaldırdı ki, (o sırada) gözümüze gök yüzünde hiçbir bulut parçası görünmüyordu. Nefsim yed-i kudretinde olan Zât-ı Ecell-ü A’lâ’ya kasem olsun ki, bulutlar dağlar gibi (gök yüzünü) istilâ etmedikçe o (mübârek) ellerini indirmedi ve (yağmur yağmadan) minberinden inmedi. (Minberden inerken mübârek) sakalına doğru yağmur (tânelerin) in yuvarlandığını gördüm. O gün, ertesi gün, daha ertesi gün.. tâ öteki Cum’aya kadar (hep) üzerimize yağıp durdu. (Ertesi Cum’a) yine o A’râbî (Enes radiya’llâhu anh’in dediğine göre) yâhud bir başkası ayağa kalkıp: “Yâ Resûlâ’llâh, (artık) binâlar yıkıldı Mallar da (suda) boğul (mağa başla) dı. Bize duâ buyur” de(ye istirham et)di. (Bunun üzerine Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem yine mübârek) ellerini kaldırdı. Ve: “İlâhî, etrâfımıza (yağdır), üzerimize değil” di (ye duâ buyur)du. (Bunu söylerken de mübârek) eliyle hangi cihetteki buluta işâret buyurdu ise (orası) açıldı ve Medîne (üstü açık) bir alan gibi oldu. Kanat vâdîsi bir ay mütemâdiyen aktı ve her hangi cihetten kim geldiyse bol bol yağmur yağdığından bahsetti.

Rahmetten en evvel ve en çok istifade eden Rahmet kaynaklarının depolandığı yerlerin dağlar olması:

-Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’in Nebiyy-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem ayakta hutbe îrâd buyururken Mescid(-i Şerîf)’e girip zât-ı Akdes-i Risâlet-Penâhîlerinden yağmur duâsı niyâzında bulunan kimseye dâir hadîs ki, (Buhârî’de) çok tekerrür etmiştir. Bu (radaki) rivâyetde ise [505 inci hadîsin ilk kısmında olduğu gibi duâ-yı Nebevî’yi müteâkıben hemen kuvvetli bir yağmurun başladığını söyledikten sonra ayakta durup: “Yâ Resûla’llâh, hayvanlar helâk oldu, yollar da kapandı. Allâhu Teâlâ’ya, duâ buyur da artık bu yağmurları dindirsin” dedi. (Enes radiya’llâhu anh der ki:) Bunun üzerine Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem mübârek ellerini kaldırdı ve: “İlâhî, etrâfımıza (yağsın,) üzerimize değil. İlâhî, bayırlara, dağlara, (büklere), tepelere, dere içlerine ve otlaklara yağdır” diye duâ buyurdu. Bunun üzerine (hemen) yağmur kesildi. Ve (namazdan) çıktığımızda güneşte yürüdük.

[Hadîsi, Enes radiya’llâhu anh’den rivâyet eden Şerîk İbn-i Abdillâh dedi ki: İkinci hafta gelen adam, evvelki hafta gelen adam mıydı? diye Enes’den sordum. Bilmiyorum dedi].

Helal sadakanın kişi için bir dağ mesabesinde kazanç sağlayacağı:

-Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir:

Kim ki, halâl kazancından bir hurma değerinde bir şey tasadduk ederse -ki, Allah halâl maldan verilen sadakadan başka hiç bir sadakayı kabûl etmez- işte bu halâl sadakayı sağ eliyle kabûl eder. Sonra o tek hurma kadar sadakayı, dağ gibi oluncaya kadar, sizin biriniz erkek küheylân tayını büyüttüğü gibi sâhib-i sadaka için (ihtimam ile) büyütür.

Dağların helal kazanç ve gelir yerleri olması:

-Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

Hayâtım yed-i kudretinde olan Cenâb-ı Hakk’a yemîn ederim ki, sizden birinizin urganını alarak arkasına (dağdan) odun topla(yıp yükleyerek satıp geçin)mesi, bir kimseye gelip de ondan sadaka istemesinden elbette daha hayırlıdır. (Kim bilir) o da ya verir, (minneti altına girersin!) yâhud da vermez. (Zilletini çekersin!).

Çok hakikatlara sahne ve şahid olan Uhud dağının sevimliliği,sevilmesi:

-Ebû Humeyd-i Sâidî-den(Rasulullah): “….Uhud”ü görünce:

– İşte dağcağız! Uhud bizi sever, biz de onu, buyurdu.

Uhud gibi nice dağlar o zata ve O‘nun,Kulluğunun ve Kur’anın hakikatına şahidlikte bulundular.Beydâ ve Sebir dağıda bunlardan birisi idi:

Yine Abdullâh İbn-i Abbâs radiya’llâhu anhümâ’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Zü’l-Huleyfe’de geceledi. Sabahleyin) râhilesine bindi. “Beydâ'”dağına yükselince Resûl-i Ekrem ve Ashâb’ı ihlâl ve telbiye eylediler.

Ömer (İbn-i Hattâb) radiya’llâhu anh’ten rivâyet eden (Amr İbn-i Meymûn) der ki: Hazret-i Ömer sabah namazını Müzdelife’de kıldı. Sonra (Meş’arü’l-Haram’da) vakfe etti de dedi ki: müşrikler, güneş doğmadıkça Müzdelife’den Minâ’ya dönmezlerdi. Ve: “Ey Sebîr (dağı, güneşin zıyâsiyle) yıldıra (da biz, Minâ’ya gidelim)” derlerdi. Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Kureyş müşriklerine muhâlefet edip güneş doğmazdan evvel, (alaca karanlıkta) Müzdelife’den (Minâ’ya) döndü.

Mahremiyetin hududu,şeriatın hükmünün hattı kabul edilmişlerdir.Sevr ve Âir dağı gibi:

Alî radiya’llâhu anh’ten, şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Benim indimde (ahkâm-ı şerîatten mektûb olan) şey, yalnız Allâhu Teâlâ’nın Kitâbıdır. Bir de Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’den (işitip yazdığım) şu sahîfedir. (Meâli şöyledir:) Medîne’nin şuraya (, Sevr dağına) kadar “Âir” (dağı) arası haremdir, vâcibü’l-ihtirâmdır. Kim ki, Medîne’nin bu harîmi dâhilinde Kitâb ve Sünnet’e muhâlif bir iş işlerse, yâhud ehl-i bid’ate yardım eylerse, Allâh’ın azâbı, Melekler’in ilenci, bütün halkın nefreti bu mübtedi’ler üzerine olsun. Bunların ne tevbesi, ne de fidyesi kabûl olunur. Müslümanların emânı birdir; (bir müslimîn kâfire emânı, bütün müslümanlarca sahîhtir, mu’teberdir).

Bilal-i Habeşi hummanın sıtmasına yakalanıp sarsılmakta iken bile dağların hasretini çekmekte,oraları arzulamaktadır:

(Hicret’in ilk günlerinde Medîne’nin Muhâcirler üzerindeki sû-i te’sîri ve Resûl-i Ekrem’in ed’iye-i seniyyeleri hakkında) Hazret-i Âişe radiya’llâhu anhâ’dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Medîne’ye hicret ettiğinde (babam) Ebû Bekr ile Bilâl sıtmaya tutulmuştu. Ebû Bekr’i sıtma hummâsı yakalayınca şu meâldeki beyti inşâd ederdi:

“Yesrib diyârında her kişi âilesi içinde mes’ûd sabahlamışken bir de ölüm ansızın yakalar, akşama diri bırakmaz”.

Bilâl-i Habeşî de kendisinden hummâ nöbeti sıyrılınca şu meâldeki rübâîyi söyliyerek sesini yükseltirdi:

“Şunu bilmek isterim ki: Mekke vâdîsinde etrâfımı izhir ve celîl otları sararak bir gece olsun geceler miyim?. Bir gün gelip de Ukâz’daki Mecenne sularının başına varır mıyım? Mekke’nin Şâme, ve Tufeyl dağları acaba bir kere daha bana görünürler mi?”.

Yine Bilâl-i Habeşî: “Yâ Rab! Şeybe İbn-i Rebîa’ya, Utbe İbn-i Rebîa’ya, Ümeyye İbn-i Halef’e gadab eyle!. Nasıl ki bunlar (zulmedip) bizi ana yurdumuzdan çıkardılar, vebâ diyârına gelmeğe mecbûr ettiler” diye bed-duâ ederdi. Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem bunları işittikten sonra: Yâ Rab! Mekke’yi bize sevdirdiğin gibi Medîne’yi de sevdir!. Yâhud onu daha ziyâde sevdir!. Yâ Rab! Sâ’ ile Müd ile ölçülen erzak ve ekvâtımıza feyz ü bereket ihsân eyle!. Yâ Rab! Medîne’nin havasını bizim için tashîh ve ilel ü emrazdan sâlim kıl! Hummâsını ve sıtmasını da Mekke’nin Cuhfe’sine nakl eyle! diye duâ buyurmuştur.

(Duâ-i Nebevî’nin karîn-i icâbet olduğuna işâret ederek) Hazret-i Âişe demiştir ki:

Medîne’ye hicret edip geldiğimizde, Medîne, Allâh’ın en vebâlı, hastalıklı bir diyârı idi. Medîne’nin Buthân sahrâsındaki vâdîden acı, pis bir su da akardı, demiştir.

Dağlar ve mağaralar iltica ve imtihanın merkezi oldular:

Abdullâh İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ’dan Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’den şöyle hikâye buyurduğunu işittim, dediği rivâyet edilmiştir:

(Ashâbım!) Sizden evvel gelip geçen milletlerden üç kişilik bir cemâat sefere gitmişler ve yağmura tutulup dağda bir mağaraya ilticâ etmişlerdi. Mağaraya girdikleri zaman dağdan bir kaya parçası aşağı düşüp bunların üzerine mağarayı kapadı. Bunlar görüştüler (içlerinden birisi:) sizi bu kayadan bir şey kurtaramaz, ancak a’mâl-i sâlihanızı yâd ederek Allâh’a duâ ve ilticâ halâs eder, dedi. Bunlardan birisi:

– Yâ Rab! Benim yaşlı, ihtiyar babamla anam vardı. (Her gün) ben, (koyunlarımı sağıp) bunların akşam sütünü içirmezden evvel âileme ve hizmetçime süt içirmezdim. Günlerde bir gün bir iş taleb etmekte (ki mesâî), beni uzaklaştırmıştı da ebeveynim uyuyuncaya kadar dönüp gelememiştim. Bu ihtiyarların akşam sütünü sağıp geldiğimde ikisini de uyuyor buldum. Bunlara sütlerini içirmezden evvel âileme ve hizmetçime süt vermeği kerih gördüm. İki elimde süt bardağı olduğu halde bunların uyanmalarına intizâr ederek şafak parlayıncaya kadar meksettim. O zaman uyandılar ve sütlerini içtiler. Allâh’ım! (Sen pek iyi bilirsin ki) benim, ebeveynime karşı bu ihtimâmım, Sen’in rızâ-yi ilâhîni taleb etmek içindir. Bu, böyle ise, içinde bunaldığımız şu kaya beliyyesinden bize küşâyiş ihsan buyur! diye duâ etti. Kaya biraz açıldı. Fakat çıkmağa muktedir olamadılar.

Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki: bu def’a da bir başkası:

– Yâ Rab! Benim amucamın bir kızı vardı. O bana insanların en sevimlisi idi. Ben ondan nâil-i emel olmak istedim. Fakat o benden sakındı. Tâ ki yıllardan bir (kaht) yılı erişti. Amucamın kızı bana geldi, (arz-ı ihtiyâc etti). Ben de onunla bir haramgâhta bulunmak şartiyle yüz yirmi dînar verdim. O va’dini tuttu. Fakat ben onun şâhika-i ismeti üzerine çıkmak isterken o, bana: (hayır, ey Allâh’ın kulu, Allah’dan kork! Kudret-i fâtıranın bu bekâret) mührünü senin hiç bir sebeble açmanı halâl etmem, yalnız hakk-ı nikâh ile halâl ederim, dedi. Artık ben de günahtan ictinâb ederek insanların bana en sevimlisi olan kızcağızın yanından ayrıldım. Ve ona verdiğim altınları da bıraktım. Allâh’ım!! Ben bu günahtan, yalnız Sen’in rızâ ve muhabbetini kazanmak için ictinâb ettimse, içinde kapandığımız şu kayadan bizi kurtar! diye duâ etti. Kaya (biraz daha) açıldı. Şu kadar ki, bunlar için yine çıkmak müyesser olmadı.

Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (devam buyurup) üçüncü yolcu da:

Allâh’ım! (Sen her şey’i pek yakından bilirsin ki) ben bir kere birtakım işçiler istîcâr ettim. İçlerinden bir işçi müstesnâ olmak üzere bunların ücretlerini verdim. Fakat öbür işçi ücretini bırakıp gitti. Bunun ücretini (ticâretle) nemâlandırdım. Hattâ bunun bu ücretinden hayli servet vücûde geldi. Bir zaman sonra bu ecîr bana geldi. Ve: ey Allâh’ın kulu, ücretimi bana ver! dedi. Ben de ona: şu gördüğün deve, sığır, koyun (ve bunlara hizmet eden) köle hep senin ücretinden vücûd bulmuş bir servettir, dedim. Bu ecîr: ey Allâh’ın kulu, benimle istihzâ etme! dedi. Ben de ona: hayır, seninle istihzâ etmiyorum, (bu bir hakîkattir; malını al, götür! dedim). O da bunların hepsini sürüp götürdü. Bunlardan hiç bir şey bırakmadı. Rabb’im! Bu hayır ve sadâkatimi Sen’in rızâ ve muhabbetin için ihtiyâr ettimse şu kaya parçasiyle bunaldığımız şu darlıktan bizi halâs eyle! diye duâ etti. Kaya tamâmen açıldı. Bunlar da mağaradan çıkıp gittiler.”

Hikâye buyurmuştur:

Ehl-i Cennet’ten bir kimse (Cennet’te) ziraat etmek üzere Rabbinden istîzân etti de Cenâb-ı Hak ona:

– (Ey kulum!) Sen, arzu ettiğin halde değil misin? diye sordu. O kimse:

– Evet Rabbim! (Hâlimden memnûnum). Fakat ziraat etmeyi seviyorum, dedi. Resûl-i Ekrem (devam buyurup):

– Bu kimse (ye izin verildi). Tohum attı, tohmu lâhzada çıkmağa, büyümeğe, biçilmek devrini idrâke başladı. (Ziraatin bu atvârı sür’atle geçti). Dağlar misâli (çeç) oldu. Şimdi Allâhu Teâlâ:

– Ey Âdem oğlu, al işte! Sen (in gözün) ü hiç bir şey doyurmaz, buyurur. Bunun üzerine (huzurdaki) bedevî Arab:

– (Yâ Resûla’llâh!) Va’llâhi bu ziraatçiyi ya Kureyşî, yahud Ensârî bir kimse bulursun. Çünkü Kureyş ile Ensâr ziraat ashâbıdırlar. Fakat biz, (Bâdiye halkı), ziraat sâhibleri değiliz, dedi. Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (A’râbînin bu sözüne) tebessüm buyurdu.

Dağlar hep büyüklüğün simgesi oldu,dağ arslanı dendi,büyüklük verildi:

Yine Ebû Hüreyre radiya’llahu anh’den rivâyet olunduğuna göre, şöyle demiştir: Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Hayber’i feth ettikten sonra henüz Hayber’de iken ben (Yemen’den) gelmiştim. (O sırada Resûlullâh ganîmet malı taksîm ediyordu). Ben:

– (Yâ Resûla’llâh!) Bana da bir pay ayır! dedim. Saîd İbn-i Âs oğullarından bâzısı (ki, Ebân İbn-i Saîd’dir):

– Ona verme yâ Resûla’llâh! dedi. Bunun üzerine Ebû Hüreyre:

– Şu (da kim oluyor?:) İbn-i Kavkal’in kâtili, dedi. (Ebân) İbn-i Saîd de şöyle di (yerek karşıla) dı:

– Vay (şu) dağ kediciğine de şaşılır?. O, (Yemen’in Devs illerindeki) Da’n (dağı) nin başından üzerimize yuvarlanıp geldi; müslüman bir kişinin katlini bana yükleyerek (Cehennemlik olduğumu iddia ile) beni lekelemek istedi. (Fakat o bilmelidir ki:) Allah Kavkal’e benim ellerim üzerinde şehid olmak (saâdetini) ikrâm etti de beni onun iki elinde (kâfir bir halde öldürerek) hakir kılmadı.

Fethin sembolü,bayrakların dalgalandığı yerlerdir,o yüce yerler,göze sokarcasına…:

Abbâs (İbn-i Abdülmuttalib) radiya’llâhu anh’den gelen bir rivâyete göre, müşârün-ileyh, Zübeyr (İbn-i Avvâm)a:

– Mekke’nin fethi günü) Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem sana bayrağı işte şuraya dikmeni emretmişti, demiş (ve Hacun dağına işâret etmiş) tir.

Arkasını Uhud’a dayayan müslümanlar galib geldiler.Ne vakitki Uhud’dan indiler,hezimet onları karşıladı çünki Uhud izzetin mahalli idi.Aziz peygamberin sözü idi.Zira o yüce nebi kendilerine asla ayrılmamalarını söylemiş,Uhud’u terketmemeleri sözünü almıştı.Onlar Uhud’u terketti,Uhud’da onları…İstikbaldeki müslümanlar,mazideki müslümanlara galebe etti.Halid bin Velid gibi İslâmın Kılıcı yani Seyfullah’ı netice verdi.

Berâ’ İbn-i Âzib radiya’lâhu anhümâ’dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur:

Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Uhud (harbi) günü piyâde (okçu asker) ler üzerine -ki, bunlar elli kişi idiler- Abdullâh İbn-i Cübeyr’i kumandan ta’yîn etmişti de onlara hitâben:

– (Ashâb’ım! Size gösterilen) şu yerinizden sakın ayrılmayınız! (Bizim harp saffından ayrıldığımızı, inhizâma uğradığımızı, yâhut) biz (im öldürüldüğümüzü, atlarımız) ı kuşların kaptığını görseniz de size ben haber gönderinceye kadar (yerinizi bırakmayınız!). Yine siz, bizim düşmanları hezîmete uğratıp onları çiğnediğimizi görseniz de size ben haber gönderinceye kadar yerinizden ayrılmayınız! diye kat’î emretti.

Bunu müteâkıp (harp başladı ve ilk hamlede) müslümanlar müşrikleri hezîmete uğrattılar.

Râvî Berâ’ İbn-i Âzib demiştir ki:

Va’llâhi ben (o sırada düşman ordusundaki müşrik) kadınları gördüm ki, onlar elbîselerini toplamışlar; bacaklarındaki halhalları, baldırları görünerek (ya bozgun askeri teşcî’ için, yâhut, kaçarak Uhud dağına çıkmak için) sür’atle koşuyorlardı. Müslümanların bu galebesi üzerine Abdullâh İbn-i Zübeyr’in kumandasındaki piyâde okçular biribirlerine:

– Arkadaşlar, ganîmet, ganîmet! Cephedeki arkadaşlarınız düşmana galebe etti. Daha burada ne bekliyorsunuz? (Gidelim, biz de ganîmete konalım) dediler. Abdullâh İbn-i Cübeyr bunlara karşı:

– Arkadaşlar, Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in size verdiği emri unuttunuz mu? dediyse de maiyeti:

– Va’llâhi arkadaşların yanına muhakkak gideceğiz, ganîmetten bize isâbet edeni elbette alacağız! diye ısrâr ettiler. Ve (me’mûr oldukları yeri bırakarak ordunun içine karıştılar.) Onlar varır varmaz yüzleri geldikleri tarafa çevrildi. Ve ordu (nun küllî kuvvetleri) münhezim olarak (Medîne’ye) yönel (erek ric’ate başla) dı. Bu meş’ûm vaziyet ânında idi ki, Resûlullâh askerin geri kalanlarını:

– (Ey Allâh’ın kulları bana geliniz, ey Allah’ın kulları bana geliniz; ben Allâh’ın Resûlüyüm! Her kim geri döner de düşmana hücûm ederse, ona Cennet vardır, diye) çağırıyordu. O sırada Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’in yanında on iki kişiden başka kimse kalmamıştı.

Uhud harbinde müşrikler bizden yetmiş kişi şehîd ettiler. Halbuki Bedir harbinde Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem ile Ashâb’ı, müşriklerden yüz kırk kişiyi elde ederek bunun yetmişini katl, yetmişini esîr etmişlerdi. (Harp kesildiği sırada müşriklerin reîsi) Ebû Süfyân (müslümânlara karşı) üç def’a:

– İçinizde Muhammed var mı? (Sağ mıdır?) diye seslendi. Fakat Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem, Ashâbını Ebû Süfyân’a cevap vermekten men’ etti. Sonra Ebû Süfyân üç kere:

– İçinizde İbn-i Ebî Kuhâfe (ki, Ebû Bekr-i Sıddîk’tır) var mıdır? dedi. Sonra da yine üç def’a:

– İçinizde İbnü’l-Hattâb var mıdır? diye sordu. Bütün bunlardan sonra da Mekke müşriklerine dönerek:

– Anladınız a, bunların hepsi öldürülmüş, dedi. Bunun üzerine Ömer kendini tutamıyarak:

– Ey Allâh’ın düşmanı, yalan söyledin! İyi bil ki, senin o saydığın zatların hepsi hayattadırlar; yarın (Mekke fethedilirken) sana zarar verecek kuvvetimiz bâkîdir, diye haykırdı.

Ebû Süfyân Ömer’e karşı:

– Bu gün Bedir gününün karşılığıdır. Harp (tâlii) kuyunun iki kovası gibi biri iner biri çıkar. (Kâh siz gâlip gelirsiniz, kâh biz). Şimdi siz maktullerinizin içinde işkence ile öldürülmüş kimseler bulacaksınız. Bunu ben emretmedim. Maamâfih bana fenâ da görünmedi, dedi. Sonra Ebû Süfyân:

– Âlî ol Hübel, âlî ol Hübel! diye recez inşâdına başladı. Bunun üzerine Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Ashâb’a:

– Ebû Süfyân’a cevâp vermeyecek misiniz!? buyurdu. Ashâb:

– Yâ Resûla’llâh, ne diyelim? diye sordular. Resûlullâh:

– Allah yücedir, Allah uludur, diye cevâp veriniz! buyurdu. (Ashâb da bu vechile cevâp verdiler. Bu def’a) Ebû Süfyân:

– Bizim Uzzâ’mız var, sizin Uzzâ’nız yok, demişti. Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Ashâb’a:

– Ebû Süfyân’a cevâp vermeyecek misiniz? Ashâb:

– Yâ Resûlullâh! Ne diye cevâp verelim? diye sordular. Resûlullâh:

– Allah bizim Mevlâmızdır, halbuki sizin Mevlânız yoktur, deyiniz! buyurdu. (Ve o yolda cevap verildi).

O zat (A.S.M) ile tüm kâinat alakadar olduğu gibi dağlar ve dağlarla müekkel meleklerde alakadar idi.O’nu korumakla vazifelendirilmişlerdi.Dağlar memur,melekler müekkel idiler.Vazifelerini yapmazlarsa onlarda tazib edilirler.Vazifedar birer memurdurlar:

Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem eşi Âişe radiya’llâhu anhâ’dan rivâyet olunduğuna göre, Âişe (bir kere) Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’e:

– (Yâ Resûla’llâh) sana Uhud (gazâsı) gününden daha şiddetli olan bir gün irişti mi? diye sormuş, Resûlullâh:

– Yâ Âişe! Kavmin (Kureyş) den gelen birçok zorluklarla karşılaştım. Fakat onlardan Akabe günü karşılaştığım müşkül vaziyet hepsinden zorlu idi: ben (Kureyş’ten gördüğüm ezâ üzerine Tâif’e gidip) hayâtımın sıyânetini Abd-i Külâl’ın oğlu İbn-i Abd-i Yâlîl’e teklîf ettiğim zaman dileğime cevap vermemişti. Ben de kederli ve mütehayyir bir halde yüzümün doğrusuna (Mekke’ye) dönmüştüm. Bu hayretim “Karn-i Seâlib” mevkiine kadar devâm etti. Burada başımı kaldırıp (semâya) baktığımda bir bulut beni gölgelendirmekte olduğunu gördüm. Buluta (dikkatle) baktığımda bunun içinde Cibrîl bulunduğunu gördüm. Şimdi Cibrîl bana:

– (Yâ Muhammed!) Allah, kavminin senin hakkındaki dediklerini muhakkak işitti. Seni sıyâneti esirgediklerine de vâkıf oldu. Allah sana şu dağlar Meleğini gönderdi (emrine müheyyâdır), kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin!, dedi. Bunun üzerine de dağlar (emrine müsahhar olan) Melek seslenip selâm verdi. Sonra:

– Yâ Muhammed! dedi, Cibrîl’in söylediği bir hakîkattır: sen ne dilersen emrine hazırım; eğer (Ebû Kubays ile Kayakan denilen) şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine (çökerek) birbirine kavuşmasını (ve müşrikleri tamâmiyle ezmesini) istersen (onu da emret!) dedi. Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem de:

– (Hayır, ben onu istemem) ben isterim ki, Allah bu müşriklerin sulbünden yalnız Allâh’a ibâdet eden ve Allâh’a hiç bir şey’i şerik kılmayan (müvahhid) bir nesil meydana çıkarsın! dedi.

Dağlar o zata birer minber oldular,orada davasını tebliğ etti,ilan etti.Tıpkı Abdullâh İbn-i Abbâs radiya’llâhu anhumâ’dan gelen rivâyete göre şöyle demiştir:

“Habîbim, en yakın kavim ve kabîleni (Allâh’ın azâbiyle) korkut!” meâlindeki âyet nâzil olduğunda Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (bir gün evinden çıktı. Tâ Safâ dağına ve biribiri üzerine yığılmış büyük taş kümelerinin yanına vardı, en yüksek bir kayanın üstüne çıkıp yükseldi. Sonra:= ey Kureyş buraya geliniz, toplanınız!. Büyük bir iş karşısında bulunuyorsunuz, diye seslendi). Kureyş kabîlelerini, ey Fihr oğulları, ey Adiy oğulları (ey Abd-i Menâf oğulları, ey Abdü’l-Muttalib oğulları) diye oymak oymak çağırmağa başladı.

Acaba övülen kim idi? Sahabe mi,Uhud mu?Sahabenin gölgesinde Uhud’da hissesini almıştı.

Ebû Saîd-i Hudrî radiya’llâhu anh’den gelen rivâyete göre, Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

(Ey müstakbel müslümanlar!) Sakın Ashâb’ıma sebb ü şetm etmeyiniz. (Onların şeref ve fazîleti yüksektir. Bakınız!) Sizden birinin Uhud (dağı) kadar altın sadaka verdiği farzedilse, bu (muazzam sadakanın sevâbı) Ashâb’dan birisinin iki avuç (hurma) sadakası (fazîleti) ne erişemez. (Hattâ) bunun yarısına da ulaşamaz.

Dağlar ve taşlar katılıklarına rağmen emri anlıyor ve itaat ediyorlardı.Anlamayanlar ise taştan daha sert ve katı,enaniyeti dağdan daha büyük:

Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den rivâyet olunduğuna göre, Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem bir kere Ebû Bekr, Ömer, Osman (radiya’llâhu anhüm) ile birlikte Uhud’e çıkmıştı. Orada bulundukları sırada dağ deprendi. Bunun üzerine Resûlullâh: Ey Uhud, uslu dur! Bil ki, üstünde bir Peygamber, doğru seciyeli bir zât, iki de şehîd bulunuyor, buyurdu.

Saraylara geçilen birer basamak idiler bu dağlar,özellikle Hirâ…Cennet saraylarının birer incileri,âyet incileri birer gerdanlık gibi orada,Hirâ –da takılmıştı.

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den: “Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem (Hırâ’ dağında iken) yanına Cibrîl gelmiş de şöyle demiştir” dediği rivâyet olunmuştur: Yâ Resûla’llâh! İşte şu Hadîce’dir; sana doğru geliyor. Yanında bir kap var; içinde katık, yâhut taâm, yâhut şerbet var. Hadîce sana geldiğinde ona, Rabb’inden ve benden selâm söyle! Ve Cennet’te inciden yapılmış bir sarayla da müjdele ki, onun içinde (Hadîce’nin hoşlandığı gibi) gürültü, patırdı yok ve çalışmak, çabalamak da yok!

Uhud rasulullahı hüzünlendiren Hz.Hamza’nın katlinede sahne olmuştu.Şehidlerin seyyidi olma şerefine bu dağda erişmiş,giden hacıları o dağda dağ-dâr edip dağlamaktadır.

Ubeydullâh İbn-i Adiy İbn-i Hıyâr’dan rivâyete göre, Ubeydullâh (Hazret-i Hamza’nın kâtili) Vahşî’ye:

– Bize Hamza’nın katlini anlatır mısın? diye sordu. O da:

– Evet, diyerek şöyle anlattı: Hamza Bedir harbinde Tuayme İbn-i Adiy İbn-i Hıyâr’ı öldürmüştü. Efendim olan Cübeyr İbn-i Mut’im bana: Eğer amucam Tuayme’ye bedel Hamza’yı öldürürsen sen hürsün! dedi. Vahşî der ki: Ayneyn yılı halk Medîne’ye sefere çıkınca – Ayneyn Uhud dağı cânibinde bir dağdır. Bununla Uhud arasında bir vâdî vardır- ben de halk ile berâber harbe çıktım. Harb nizâmında sıralandığımızda (Kureyş tarafından) Siba’ çıktı. Cenk edecek mübâriz istedi. Buna karşı Abdulmuttalib’in oğlu Hamza çıktı. Ey Siba’, ey Ümm-i Enmar kadının oğlu! Allâh’a ve Resûlullâh’a muhâlefet etmek mi istersin? dedi. Vahşî der ki: Sonra Hamza, Siba’ üzerine yürüdü. Herif dünkü gün gibi (yok) oldu. Vahşî (sözüne devâm ederek) dedi ki: Bu sırada ben Hamza’yı vurmak için bir taş arkasına gizlendim. Ve bana yaklaşınca harbemi (kısa mızrağımı) ona attım ve mızrağımı Hamza’nın kasığına yerleştirdim. Mızrak Hamza’nın tâ iki oyluk üstünün arasından çıkmıştı. İşte bu mızrak Hamza’yı olduğu yere çökertti (öldü). Mekkeliler harbden dönerken ben de onlarla berâber geri döndüm. Ve Mekke’de İslâm dîni yayılıncaya kadar orada oturdum. (Mekke’nin fethi üzerine) Tâif’e kaçıp gitmiştim. O sırada Tâifliler (toptan müslümân olduklarını arzetmek üzere) Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’e bir hey’et gönderdiler. Bana da (korkma git) Resûlullâh elçiyi ürkütmez dediler. Ben de hey’etle berâber yola çıktım. Tâ Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in huzûruna kadar vardım. Resûlullâh beni görünce:

– Sen Vahşî misin? buyurdu. Ben:

– Evet! dedim. Resûlullâh iki def’a:

– Hamza’yı sen mi katletmiştin? buyurdu.

– Bu iş, size erişen haber vechile oldu! dedim. Resûlullâh:

– Yüzünü benden saklamağa gücün yeter mi? buyurdu. Vahşî dedi ki: Ben de hemen huzurdan çıktım. Resûlullâh vefât edip de (Ebû Bekir zamânında) Müseylimetü’l-Kezzâb çıkınca (kendi kendime) tam sırasıdır, muhakkak ben Müseylime’ye karşı çıkarım. Umarım ki, ben Müseylime’yi tepelerim de bu hizmetimle Hamza’ya karşı irtikâb ettiğim cinâyeti karşılarım! dedim. Ve Müseylime üzerine sevk olunan ordu ile hareket ettim. Bu muhârebede gâlib, mağlûb olan oldu. Bir de ne göreyim? Yıkık bir duvarın karaltısında bir kişinin (Müseylime’nin) durduğunu gördüm. Herif: Sanki esmer bir deve (benzi kül gibi), başının saçı dağınık bir halde. Vahşî der ki: Hemen (Hamza’yı vurduğum) harbemi attım… Onun iki memesi arasına yerleştirdim. (Bir halde ki:) Harbem herifin tâ iki küreği arasından çıktı. Bunun üzerine Ensâr’dan bir kişi maktûle doğru koştu ve başına bir kılıç darbesi indirdi.

Sarp ve güç yol olan dağ yolu,aynı zamanda emniyet verici,güven aşılayıcı bir yol…gidilen Ensâr’ın yolu olmakla beraber,Ensâr’ın yoluda dağ yoludur:

Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den rivâyete göre şöyle demiştir: (Huneyn ganîmetinin sûret-i taksîmi hakkında Ensâr’ın i’tirâzı üzere) Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Ensâr’dan çoklarını (bir çadır altında) topladı. (Îrâd ettiği hutbesinde ezcümle) şunları söyledi: Şüphesiz ki, Kureyş câhiliyyet devrine yakındır. Ve (harb görmüş) musîbet-zededir. İstedim ki, onların bu bozuk vaziyetlerini düzelteyim, ve bu sûretle onları (İslâm harîmine) ısındırayım. (Bunun için onlara çok pay verdim). Siz memnûn olmaz mısınız ki, herkes aldığı dünyâlıkla (âilesine) dönüp giderken, siz, Resûlullâh ile birlikte evlerinize dönüp gidesiniz?. Ensâr (bir ağızdan):

– Râzıyız, memnûnuz yâ Resûla’llâh! diye bağrıştılar. Bunun üzerine Resûlullâh:

– Ey Ensâr! İnsanlar açık bir vâdîye sülûk etseler de Ensâr dar bir dağ yolunu ihtiyâr etse muhakkak ben dar veya bol Ensâr’ın yolunda giderim! buyurdu.

Bazıları için hüzün kaynağı olan dağlar,bir çokları için müjde kaynağı oldu.Ferahlık üflenen yer oldu.

Kâ’b İbn-i Mâlik bunlardan biri.Kendi anlatıyor:

“Vaktâki ellinci günün sabahında sabah namazını kıldım. Ve evlerimizden birinin damı üzerinde bulunuyordum. Öyle bir halde oturuyordum ki, Allâhu Teâlâ’nın (Tevbe Sûresinde) zikrettiği vechile hayâtım bana güçleşmişti. Ve yeryüzü bütün genişliği ile başıma dar gelmişti. İşte bu sırada Sili’ dağı üzerinde en yüksek sesiyle: “Ey Ka’b İbn-i Mâlik, müjde!” diye olanca kuvvetiyle bağıran birisinin sesini işittim. Hemen secdeye kapandım. Ve anladım ki (darlık gitmiş) genişlik gelmiştir. Ve Resûlullâh sabah namazını kıldığı zaman Allâh’ın bizim üzerimize tevbesini (nedâmetlerimizin kabûlünü) i’lân etmiştir de halk bize müjdelemeğe koşmuştur. Arkadaşlarım tarafına da birtakım müjdeciler gitmişlerdi. Bana da bir kişi (Zübeyr İbn-i Avvâm müjdelemek üzere) atını sürmüştü, ve Eslem kabîlesinden bir müjdeci (Hamza İbn-i Amr) da koşup Sili’ dağının üstüne çıkmıştı. Bunun sesi attan sür’atli idi.

Sevimli sesini işittiğim bu müjdecim bana gelince üzerimdeki iki kat elbîsemi hemen çıkarıp müjdelik olarak ona giydirdim. Vallâhi o gün bundan başka elbîsem yoktu. (Ebû Katâde’den) iğreti iki kat elbîse alıp giydim.

Bu davet merkezleri kimilerini cennete hazırlar,emin ve güvenilirliliğini tasdik ettirirken,kimileri içinde cehennem odunu olmanın ötesine gitmemiştir.Oralar birer mihenk oldular:

İbn-i Abbâs radiya’llâhu anhümâ’dan şöyle dediği rivâyet olunmuştur: (Habîbim, en yakın kavim ve kabîleni Allâh’ın azâbiyle korkut. Meâlindeki âyet-i kerîme nâzil olduğunda) Bir gün Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem Safâ (tepesine ve birbiri üzerine yığılmış büyük taş kümelerinin yanına vardı. En büyük bir kaya) ya çıktı. Sonra:= Ey Kureyş buraya geliniz! Büyük bir iş karşısında bulunuyorsunuz! Diye seslendi. (Ve Ey Fihr oğulları, ey Adiy oğulları, ey Abd-i Menâf oğulları, ey Abdülmuttalib oğulları! Diye Kureyş’i oymak oymak çağırmağa başladı. Bütün) Kureyş Peygamber’in yanına toplandılar. Ve: Sana ne oldu? diye (niye çağırdığını) sordular. Sonra Resûl-i Ekrem (hitâbete başlayıp):

– Ey Kureyş, bana söyleyiniz. Şimdi ben size: (Şu dağın eteğinde) düşman (süvârîsi var) sizi ya sabah baskınına, yâhud akşam baskınına uğratacaktır, diye haber versem beni tasdîk eder misiniz? diye sordu. Kureyş (bir ağızdan):

– Evet tasdîk ederiz (çünkü bütün tecrübelerimizde seni doğru bulduk) dediler. Resûl-i Ekrem:

– Öyle ise ben sizi şiddetli bir azâbın karşısında intibâha dâ’vete me’mûrum, buyurdu. (Resûl-i Ekrem’in bu dâ’veti hiç bir muhâlefetle karşılanmadı, yalnız) Ebû Leheb:

– Ey Muhammed (yazık sana) helâke, hüsrâna uğrayasın. Bunun için mi bizi buraya topladın? demişti. (Ve yerden bir taş alıp atmak istemişti.) Bunun üzerine Allâhu Teâlâ: ( = Ebû Leheb’in iki eli kurusun) âyetiyle başlıyan sûreyi inzâl buyurdu.

Âişe radiya’llâhu anhâ’dan şöyle hikâye ettiği rivâyet olunmuştur:

Bir zaman on bir kadın bir yerde oturmuşlar ve kocalarının hal ve şânından bir şey saklamayıp birbirlerine bildireceklerine dâir aralarında sözleşmişler ve bağlanmışlardı. Bunlardan BİRİNCİ kadın demiştir ki:

Benim kocam taşlık bir dağ başındaki arık bir devenin etidir. Kolay değil ki çıkıla, semiz değil ki (nâs tarafından hânelerine) nakloluna. İKİNCİ kadın da demiştir ki:

Kocamın hâlini izhâr ve işâe edemem. Korkarım ki, onları bir şey bırakmadan sayabileyim. Çünkü onun fenâlıklarını sayacak olursam gizli, âşikâr her hâlini sayıp dökmek zorunda kalacağım. Bu ise imkânsızdır. ÜÇÜNCÜ kadın da:

Benim zevcim upuzun bir sefîhdir. Ayıblarını söylersem beni boşar, susarsam (kocam aklı başında bir kimse olmadığından, bilâ-sebeb beni) kendisinden uzak bırakır. DÖRDÜNCÜ kadın ise (zevcini methederek):

Necid sahrâsının gece hayâtı gibidir. Ne sıcaktır, ne soğuk, (Mu’tedil seciyede halûk bir kimsedir.) Evimizde ne korku vardır, ne kırgınlık, demiştir. BEŞİNCİ kadın da şöyle medhetmiştir:

Benim kocam da evine geldiğinde sanki (avdan gelen) bir parsdır. (Avını bana getirir, koynumda mışıl mışıl uyur.) Evden çıkınca dışarda o bir arslandır. (Arslan payı kazanır.) Evdeki masrafımı hiç sormaz. ALTINCI kadın da şöyle zem eder:

Kocam oburdur. Yemek yerken siler süpürür, içerken de su kabını kurutur. Yatarken de yorganına bürünür, (hânenin bir köşesinde tek başına) uyur. Ve benim hüznümü anlamak ve gidermek için elbîseme elini sokmaz. YEDİNCİ kadın da:

Kocam erlik vazîfesini îfâdan âciz ve işini bilmez ahmak bir kişidir. Her derd onun derdidir (vücûdu hastalık makarrıdır ve huysuz) başımı yarar, vücûdumu yaralar. Her şey onun vurmak yarmak âletidir, demiştir. SEKİZİNCİ kadın da kocasını şöyle över:

Onun vücûduna dokunurken tavşana dokunur gibi yumuşaktır. O güzel kokulu bir nebât gibi hoş kokar. DOKUZUNCU kadın da şöyle över:

Kocamın evi yüksek direklidir. Kılıcının hamâili uzundur. Ocağının külü çoktur. Evi de mecma-i nâsa yakındır (yâni evi şahânedir, kendisi uzun boyludur, evi de misâfir kabûl edilecek yerdedir.) ONUNCU kadın da kocasını şöyle övmüştür:

Zevcim mâliktir, hem ne kadar mâlik ve sâhibdir? Artık hatır ve hayâlinizden geçen her hayra mâlik ve sâhibdir. Zevcimin bir sürü develeri vardır ki, onların çökecek geniş eylek yerleri vardır. Fakat yaylım yerleri azdır. (Bununla develer yayılmıya gönderilmeyip misâfire kesilmek için evin yanında eylik yerinde bulundurulur demek istiyor) develer ud sesi duyunca -ki, misâfiri eğlendirmek üzere saz ve âhenk âlâtı çalınmasıdır- O zaman develer boğazlanacaklarını anlarlar. ON BİRİNCİ kadın (ki Ümm-i Zer’dir ve zevcinin hüsnü maâşereti cihetiyle en bahtiyar olanıdır. Âile hayâtını şöyle anlatmıştır.) Kocam Ebû Zer’dir. (Azîz hemşîrelerim,) bilseniz Ebû Zer’ ne semâhatli ve ahlâklı bir kişidir. O iki kulağımı mücevherât ile hareket ettirir. (Bakınız), pazularım tombullaştı, (vücûdum semirdi) ve beni ferîh ve fahûr kıldı ve yüceltti. Ben de hemen yüceldim ve ferîh ve fahûr oldum. O beni, Şık denilen bir dağ kenârında küçük koyun sürücüğü olan bir kabîle içinde buldu. Sonra beni atları kişner, develeri böğürür, ekinleri sürülüp dâneler (samanından) ayrılır müreffeh ve mes’ûd bir cemiyet içine getirdi. Şimdi ben onun yanında ne söylersem red olunmam, sabaha kadar uyurum, (kimse beni uyandırmaz. Bol süt) içerim. Artık içecek hâlim kalmaz. (Bundan sonra Hazret-i Âişe Ebû Zer’ âilesinin efrâdını birer birer rivâyet ediyor ve Ümm-i Zer’ diyor ki:)

Ebû Zer’ ‘in anası var. Ah bilseniz, Ümm-i Ebî Zer’ (yâni bu kadın) ne kadındır. Onun zahîre anbarları, eşyâsını koyduğu hararları gâyet büyüktür. Evi de geniştir. Ebû Zer’in oğlu, bilseniz o ne zarâfetli gençtir. Onun yattığı yer kılıcı çekilmiş kın gibidir (kendisi de kılınç gibi parlak ve zarîftir) düzgün ve boylu boslu olup karnı çıkık değildir. O, dört aylık bir kuzunun kol tarafiyle doyar (çok yemez). Ebû Zer’in kızı, o terbiyeli kızdır: Babasına itâatlidir, anasına da itâatlidir. (O âilenin zîneti, babasının, anasının göz bebeğidir). O dilber kızın vücûdu elbîsesini doldurur ve hüsnü ânı, edeb ve iffeti ortağının veya akran ve emsâlinin gayretini ve hayretini celbeder. Ebû Zer’in câriyesi, bilseniz o ne sadâkatli câriyedir. Âile esrârımızı kimseye söylemez; evimizin azığını aslâ ifsâd ve isrâf etmez. Ve evimizde çör, çöp bırakmaz, temiz tutar. Nâmusludur, evimize kir getirmez.

Ümm-i Zer’ anlatmağa devâm edip der ki: Bir gün Ebû Zer’ evden çıktı. Her taraf süt tulumları, yağ çıkarılmak için çalkanmakda idi. (Bolluk ve bahar mevsimi idi.) Yolda bir kadına rast geldi. Kadının yanında pars gibi (çevik) iki çocuğu vardı. Koltuğunun altından kadının memeleriyle oynuyorlardı. (Kocam bu kadını sevmiş) beni bıraktı, onu nikâh edip aldı. Ondan sonra ben şeref sâhibi bir adamla evlendim. O da fütursuz yürür ve en güzel ata binerdi ve Hat ma’mûlâtından mızrağını alırdı ve akşam üzeri deve ve sığır nev’inden bir çok hayvan sürüp bana gelirdi ve getirdiği her güna hayvanlardan, kölelerden, câriyelerden birer çift verirdi. Bu kocam da bana: Ey Ümm-i Zer’ istediğin gibi ye, iç ve akrabâna ihsân et, derdi. Ümm-i Zer’ der ki: Bununla berâber ben bu ikinci kocamın bana verdiği şeylerin hepsini bir araya toplasam Ebû Zer’in en küçük kabını dolduramaz.

Hadîsin râvisi olan Hazret-i Âişe der ki: Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem (hatırımı tatyîb ederek) Ey Âişe, ben sana Ebû Zer’in Ümmü Zer’e nisbeti gibiyim. (Şu farkla ki, Ebû Zer’ Ümmü Zer’i boşamıştır. Fakat ben seninle berâber yaşıyacağım) buyurdu.

El-Eş’arî Ebû ‘Âmir radiya’llâhu anh’den Nebî Salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittiği rivâyet olunmuştur: (Bir zaman gelecektir ki) ümmetimden muhakkak birtakım zümreler türeyecektir. Bunlar zinâ etmeyi, ipekli elbîseler giymeyi, şarab içmeyi, def, dümbelekler (çengi, çiğâna ile) eğlenmeyi halâl ve mübâh sayacaklar. (Bunlardan) birtakım (merhametsiz, hodgâm) zümreler de dağ mesîrelerine yanlayacaklar, onlara âit koyun sürüsü ile çoban sabahları yanlarına gelecek, (akşamları gidecek). Bunlara bir fakir bir hâcet için gelecek de bu (duygusuz insan) lar fâkîre: Haydi (bugün git) yarın gel! Diyecekler. Bunun üzerine Allah (sevip eğlendikleri) dağı üzerlerine indirerek bir kısmını helâk edecek, (sağ kalan) öbürlerini de kıyâmet gününe kadar maymun ve domuz sûretlerine tebdîl edecek.

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den Resûlu’llâh Salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: Mü’min kişinin benzeri ekin nev’inden bir sâk üzerine biten tâze ot gibi (yumuşak) tır; hangi taraftan ona rüzgâr dokunursa rüzgâr onu eğer (fakat o yıkılmaz, yine doğrulur). Doğrulunca rüzgâr belâsı ile yine eğrilir (fakat yine yıkılmaz, doğrulur ve doğru kalır). Hak’tan yüz çeviren fâcir kişinin benzeri de sert ve düz çam ve dağ servisi gibidir ki, Allah onu tâ dilediği vakit (bir def’ada) söker, devirir.

Yine Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivâyete göre, Nebî Salla’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Her kim bir dağdan (yüksek bir yerden) kendisini aşağıya atıp öldürürse, bu intihar eden kimse cehennem ateşinde ebedî ve dâimî sûrette kendisini yüksekten aşağıya bırakır (bir halde azâb olunur). Şu bir kimse de zehir içer de, canına kıyarsa zehiri elinde içer bir halde ebedî ve dâimî bir sûrette cehennem ateşinde (azâb olunacak) tır. Her hangi bir kimse de kendisini (bıçak gibi) bir demir parçasiyle öldürürse, o da bıçağı elinde karnına vurarak ebedî ve dâimî sûrette cehennemde (azâb olunacak) tır.

Abdullah İbn-i Mes’ûd radiya’llahu anh’den (Tâbi’î büyüklerinden Hâris İbn-i Süveyd) iki hadîs rivâyet etmiştir. Bunun birisi Nebî Salla’llahu aleyhi ve sellem’den, öbürüsü İbn-i Mes’ûd (şahsî bir mütâlea olarak) der ki: Mü’min kişi (irfan nûriyle) günahlarını (hayâlinde büyüterek) şöyle görür: Gûyâ o mü’min bir dağın eteğinde oturuyor ve dağın üzerine çökmesinden Korkuyor. Fâcir kişi de günahlarını, burnunun üstüne konan bir sinek gibi sanır. Râvî (İbn-i Şihâb) der ki: Bu hadîsi bana şeyhin eli burnunun üstünde olarak rivâyet etti.

Sonra İbn-i Mes’ûd (Resûlu’llah Salla’llahu aleyhi ve sellem’den rivâyet ederek) der ki: Allah kulunun tevbesinden şu kişinin ferâhından çok ferahlanır ki (seferber bir halde olan) bu kişi, yanında devesi, üstünde suyu, azığı olduğun halde varıp sahrâda korkunç bir yere inmiş, başını yere koyarak hafif bir uyku uyumuştu. Uyanınca devesinin başını alıp gittiğini anladı. (Adamcağız devesini aramağa çıktı). Harâret, susuzluk, yâhut Allah’ın dilediği ıztırab adamcağızın üzerinde şiddetle icrâ-yı te’sîr edince (kendi kendisine) eski yerime olsun döneyim, diye dönüp geldi. Az bir uyku kestirip sonra başını kaldırınca devesini yanında buldu.

-RİSALE-İ NURLARDA:

-DAĞLAR:” “Taleb-i Rü’yet” hâdisesinde, meşhur dağın tecelli ile parçalanması ve taşlarının dağılması gibi; umum rûy-i zeminde aslı sudan incimad etmiş âdeta yekpare taşlardan ibaret olan ekser dağların zelzele veya bazı hâdisat-ı arziye suretinde tecelliyat-ı celaliye ile o dağların yüksek zirvelerinden o haşyet verici tecelliyat-ı celaliyenin zuhuruyla taşlar parçalanarak, bir kısmı ufalanıp toprağa kalbolup, nebatata menşe’ olur. Diğer bir kısmı taş kalarak, yuvarlanıp derelere, ovalara dağılıp, sekene-i zeminin meskeni gibi birçok işlerinde hizmetkârlık ederek ve mahfî bazı hikem ve menafi’ için kudret ve hikmet-i İlahiyeye secde-i itaat ederek, desatir-i hikmet-i Sübhaniyeye emirber şeklini alıyorlar.”(S.249,251)

“Cenab-ı Hak, Hazret-i Davud Aleyhisselâm’ın tesbihatına öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir eda vermiştir ki: Dağları vecde getirip birer muazzam fonoğraf misillü ve birer insan gibi bir serzâkirin etrafında ufkî halka tutup; bir daire olarak tesbihat ediyorlardı.”(S.259)

“Demek her dağ, insanların lisanıyla aks-i sadâ sırrıyla tesbihat yaptıkları gibi, kendi elsine-i mahsusalarıyla dahi Hâlık-ı Zülcelal’e tesbihatları vardır.”(S.259)

“Evet hakikattır. Mağaralı her dağ, her insanla ve insanın diliyle papağan gibi konuşabilir. Çünki aks-i sadâ vasıtasıyla dağın önünde sen “Elhamdülillah” de. Dağ da aynen senin gibi “Elhamdülillah” diyecek. Madem bu kabiliyeti, Cenab-ı Hak dağlara ihsan etmiştir. Elbette o kabiliyet, inkişaf ettirilebilir ve o çekirdek sünbüllenir.”(S.259)

“Dağları zemininize kazık ve direk yaptım”(S.391,Amme.7,Hicr.19,Kaf.7,Naziat.32)

“Su ve hava ve toprağın direği ve kazığı, dağlardır. Zira dağlar, suyun mahzeni, havanın tarağı (gazat-ı muzırrayı tersib edip, havayı tasfiye eder) ve toprağın hâmisi (bataklıktan ve denizin istilâsından muhafaza eder) ve sair levazımat-ı hayat-ı insaniyenin hazinesi olarak fehmeder. Şu koca dağları, şu suretle hane-i hayatımız olan zemine direk yapan ve maişetimize hazinedar tayin eden Sâni’-i Zülcelal Vel’ikram’a, kemal-i ta’zim ile hamd ü sena eder.”(S.392,375,M.235)

“Yerde dağları tesbit etmişiz, denizin istilâsından muhafaza etmişiz.”(S.432,392)

“Zemindeki bütün dağların ve dağlar içindeki madenlerin ayrı ayrı hasiyetleriyle beraber ayrı ayrı maslahatlar için ihzar ve iddiharları, dağ metanetinde bir kuvvetle yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. Hem nasıl sahralarda ve dağlardaki küçük küçük tepelerin türlü türlü muntazam çiçeklerle süslenmeleri, herbiri bir Sâni’-i Hakîm’in vücubuna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla haşmet-i saltanatını ve kemal-i rububiyetini gösterir.”(S.658,674)

“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Mekke’den hicret ettiği ve küffarlar takibe çıktıkları vakit, Sebir namındaki dağa çıktılar. Sebir dedi: “Ya Resulallah, benden ininiz! Korkarım, benim üstümde sizi vururlarsa, Allah beni tazib eder. Onun için korkarım.” Cebel-i Hira çağırdı:

“Bana gel.” Bu sır içindir ki, ehl-i kalb, Sebir’de havf ve Hira’da da emniyeti hissederler. Bu misalden anlaşılır ki: O koca dağlar, birer müstakil abddir, müsebbihtir ve vazifedardırlar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanır ve severler; başıboş değillerdir.”(M.134,K.K.458)

“Bu dünya boş değil, hâlî dağlar, boş sahralar Cenab-ı Hakk’ın ibadıyla doludur.”(L.228)

“Dağların zeminden emr-i Rabbanî ile çıkmaları ve zeminin içinde, inkılabat-ı dâhiliyeden neş’et eden heyecanını ve gazabını ve hiddetini, çıkmalarıyla teskin ederek; zemin o dağların fışkırmasıyla ve menfeziyle teneffüs edip, zararlı olan sarsıntılardan ve zelzele-i muzırradan kurtulup, vazife-i devriyesinde sekenesinin istirahatlarını bozmuyor. Demek nasılki sefineleri sarsıntıdan vikaye ve müvazenelerini muhafaza için onların direkleri üstünde kurulmuş; öyle de dağlar, zemin sefinesine bu manada hazineli direkler olduklarını, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan

(Dağları direk (yapmadık mı?)” Nebe’ Sûresi, 78:7.)- (Yeryüzünde sâbit dağlar diktik.” Hicr Sûresi, 15:19.)- (Dağları sapa sağlam dikti.” Nâziât Sûresi, 79:32.)gibi çok âyetlerle ferman ediyor.

Hem meselâ, dağların içinde zîhayata lâzım olan her nevi menba’lar, sular, madenler, maddeler, ilâçlar o kadar hakîmane ve müdebbirane ve kerimane ve ihtiyatkârane iddihar ve ihzar ve istif edilmiş ki; bilbedahe kudreti nihayetsiz bir Kadîr’in ve hikmeti nihayetsiz bir Hakîm’in hazineleri ve anbarları ve hizmetkârları olduklarını isbat ederler.”(Ş.113,49-50,603, L.364,Ms.195,T.341,387,Mh.73,Amme.7, Hicr,19,Kaf.7, Naziat.32)

MEHMET ÖZÇELİK




FİTNE – NEFİS – HAYÂ

FİTNE – NEFİS – HAYÂ

Âyet’de:”Her can ölümü tadıcıdır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de,şer ile de deniyoruz. (Nihayet yine) ancak bize döndürüleceksiniz.”[1]

Bir imtihan demek olan fitne ile insan sürekli bir şekilde imtihan edilmektedir. Bu bazen iyiliklerle,bazen de kötülüklerle tecelli eder,kendini gösterir.

Anarşi manasına fitne konusunda Kur’an:”Fitne katilden beterdir.”[2] buyurulur.

İnsanın en hassas noktalarından birisi de onun malı ve evladıdır. Bu imtihan ağır bir imtihandır. Âyet’de:”Bilin ki mallarınız da,evlatlarınız da birer imtihandır,(asıl) büyük mükafat ise şüphesiz Allah katındadır.”[3]

İmtihanın büyüklüğü, neticesinin de büyüklüğünü gerektirmektedir. Sevab cihetiyle büyük mükafatla karşı karşıya olduğu gibi,günah cihetiyle de durum öyledir. Zira;

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o,içinizden yalınız zulüm edenlere çatmaz. (Umuma şamildir.) Hem bilin ki Allah,şüphesiz azabı çetin olandır.”[4]

Evet,insan için toplumda bulunan ve olan her şey bir fitne ve bir imtihan vesilesidir. Nitekim:

“Musa dedi:”Ey kavmim,eğer siz (gerçekten) Allah’a iman ettiyseniz O’na (ihlas ile) teslim olmuş müslümanlar iseniz artık ancak O’na güvenip dayanın.”

Onlar da şöyle dediler:”Biz yalınız Allah’a güvenip dayandık. Ey Rabbimiz,bizi o zalimler güruhuna bir fitne (mevzuu) yapma.”[5]

İnsan için en büyük fitne şeytanın fitnesidir.

“O,size ancak kötülüğü,hayasızlığı ve Allaha karşı bilmeyeceğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”[6]

Hayasızlık onun en büyük fitnelerindendir.

“Ey iman edenler,şeytanın adımları ardınca gitmeyin. Kim şeytanın adımlarına (yollarına) uyarsa şüphesiz ki o,kötülüğü ve gayr-ı meşru-u emreder.”[7]

Oysa”Allah hiçbir zaman kötülüğü emretmez.”[8]

Ve”Şüphesiz ki Allah adaleti,iyiliği,akrabaya vermeyi emreder. Taşkın kötülük (ler)m den,münkerden,zulüm ve zorbalıkdan nehyeder. Size (bu suretle) öğüt verir ki iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız.”[9]

Haya ile hayasızlık arasındaki en büyük sed ve hayasızlığa düşmekteki engel;Allahı anmaktır. Bu da namazdadır. Zira;

“Namaz edebsizlikten ve akıl ve şeriata uymayan her şeyden alı koyar.”[10]

Evet. Fahişeliğin ve fuhşiyatın reçetesi,Allahı hatırlamakta ve ona inanmaktadır. İşte onlar;

“Çirkin bir günah işledikleri,yahut nefislerine zulmettikleri vakit Allahı hatırlayarak hemen günahlarının yargılanmasını isteyenlerdir.”[11]

Buna rağmen hala bunu terk etmeyenlere gelince;

“Kötü sözlerin iman edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler (yok mu?) Dünyada da,ahirette de onlar için pek acıklı bir azab vardır. (Onları) Allah bilir,siz bilmezsiniz.”[12]

Büyük günahlar,zina ve benzerleri gibi”Kötülüklerin açığına da,gizlisine de yaklaşmayın.”[13]

Evet haya,imandandır. Özellikle bir toplumdan hayanın kalkması,toplumun bir yıkımıdır. Aile hayatını bir cennet hayatı haline getiren,elbette hayadır. Kadının en büyük zineti ve örtüsü hayasıdır. Haya elbette erkek için de gereklidir ve geçerlidir. Zira haya duygusuna sahib olmayan bir insan,başkalarının da kendisi gibi olmasını isteyecek ve o yolda çalışacaktır.

İşte bütün bu sebeblerden dolayıdır ki örtü;İslâmi bir üniformadır.

Özetle;Hz. Eyyub ve onun gibi tüm peygamberlerini imtihan eden Allah,elbette bizleri de bundan hariç tutmayacak,bizlerinde hayatı imtihanla devam edecektir.

Dağına göre kar veren Allah,insanına göre de imtihana tabi tutmaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Enbiya.35,Al-i İmran.185,Ankebut.57.

[2] Bakara.191,217.

[3] Enfal.28.

[4] Enfal.25.

[5] Yunus.84-85.

[6] Bakara.169.

[7] Nur.21,Bakara.268.

[8] A’raf.28.

[9] Nahl.90.

[10] Ankebut.45,Akıl ve nefsin mahiyeti için bak.Arzdan arşa mi’raç. 1 / 53.

[11] Al-i İmran.135.

[12] Nur.19.

[13] En’am.151,Necm.32, bak. Hak dini Kur’an dili. E. H. Yazır. 3 / 2089.




SATILMAYAN (GEÇMEYEN ) HELAL MAL

SATILMAYAN (GEÇMEYEN ) HELAL MAL

Köyleri üzüm bağları ve bekmeziyle meşhur olmuştu. İlçeyi-ili hemen hemen orası beslerdi üzümüyle.

Yine bir bağ bozumu mevsimiydi. Üzümlerin güzelleri seçilmiş;bekmez,basdık,kesme ve kurutmalıklar olarak ayrılmıştı. Bekmezi gerçekten de her zamanki gibi idi. En uzak yerlerden gelir,sipariş verip,alırlardı. Bir sene öncesinden avans bile verilir,ayrılması sağlanırdı.

Ancak bu sene için ne önceden sipariş verilmiş,ne de gelip alınmıştı! Mecburen pazara götürmek gerekecekti. Bu düşünce ile gerekli hazırlıklar yapıldı,bekmezler yüklenerek,pazarın yoluna koyuldular.

Ancak uzun yol gidilmemiş olmasına rağmen ,bir çeşmenin başında konaklamak üzere duruldu. Daha sonra öğrendiğim üzere her sene bu adet devam edermiş. Bu senede devam ettiriyorlardı bu adetlerini.

Adetleri ise;Yarım olan tuluklar musluğun ağzına dayanır,doldurularak tamamlanırdı.Mehmet dayının ise pek niyeti yok gibiydi. Helal malına haram karıştırmak niyetinde değildi,olmadı da…

İleride pişman olacağını düşünerek,arkadaşları ısrar ettiler:- Mehmet dayı!gel sen de bekmezine su kat! Bizden ayrı davranma,ayrı kalma! Pişman olursun sonra! dedilerse de tokat gibi etki yapan bu sözlerine pek de aldırış etmedi. Zaten bir şey dese de dinlemeyeceklerdi kendisini. Bir şey de demedi.

Neticede pazara varıldı. Mallar sergilendi. Öğleye varmadan arkadaşlarının yarısına kadar su karıştırmış oldukları bekmezleri iyi fiyata da satılmış,köyün yolunu tutmuşlardı bile. Kendisi ise hala bir kilo bile satamamıştı. Oysa fiyat diğerlerininkiyle ayniydi! Her sene kapışılan bekmezin akibeti bu mu olacaktı?

Arkadaşları giderayak yine kendisini uyarmışlardı fakat vicdanı müsaade etmiyordu.

O gece handa kaldı. Gözüne uyku girmiyor,devamlı düşünüyor..düşünüyordu. Bir türlü vicdandan karar çıkmıyordu. Sıkıntılıda olsa o gece geçmişti. Geçmişti de gündüz nasıl geçecekti?

Korktuğu başına gelmiş,ikinci günde satamamıştı.

Katsamıydı ne? Nefsinden fetva aradı ve fetvayı da buldu; Sırf satılıp-satılmayacağını öğrenmek için suyu katacaktı! Hele nasıl olacaktı? Bir denemeliydi!

İstemeye istemeye Mehmet amca bekmeze su kattı. Fiyatta bir değişiklik olmamıştı. Fiyat aynıydı. Sadece bu seferki sulu idi.

Aman Allahım! Mehmet Amca da öğlene kalmadan bitirmişti!

Ama bir türlü anlayamamıştı bu işin sırrını??? Köyde diğer arkadaşlarına ulaşmak için adeta uçarcasına gidiyordu. Çünki onlar bu işin sırrını biliyorlardı demek ki!

Köye vardığında da ilk işi onlara varmak oldu. Sebebini sordu.

Onlar kendisini takdir ettikten sonra bu işin sırrını da tecrübelerine dayanarak anlatmaya başladılar:

Mehmet Amca! Paralar helal değil ki,onlarla helal mal alınsın! Doğru olan senin yaptığındır. Ancak insanlar kazançlarına haram kattıklarından,ona bu helal mal,layık ve denk gelmediğinden satılmıyor. Haram karıştırmayınca satılmıyor,karıştırınca satılıyor! Allah affetsin!

NOT: Başkasının yanlışı,yanlış yapmayı gerektirmez. Bu bir ibret ve ders içindir. Dinen ve fıkhen su karıştırmayı,helalı haram yapmayı gerektirmez ve meşru kılmaz.

– – HELALDA HASSASİYET

– Önemli olan Allahın rızasıdır. Onun memnuniyeti doğrultusunda insanların hukukunun gözetilmesidir.

– Ecdad bu konuda öyle hassasiyet göstermiştir ki; kendi tarlasından ayrılıp da ,komşusunun tarlasından geçmek mecburiyetinde olduğu zaman; geçtikten sonra tamamen ayrılmadan ayakkabısını çıkarır,içerisine girmiş olan toprağı silkeleyerek,onun toprağından öylece ayrılırdı. Toprağı ayakkabısına bulaşmamış,onun hakkı kendisine geçmemiş olurdu.

– O derece hassas idi.

– Ancak hissin körelmiş olması,hassasiyeti de kör etmiştir.

** Osmanlı zamanında çokca tutulup manzum eserlerden olan iki kardeş olan Ahmet ve Mehmet-in yazmış olduğu hikayemsi ve nasiha tarzındaki eserleri olan Muhammediye ve Ahmediyedir.

Bunlardan Ahmet sürekli gayret ettiği halde bir türlü ne maddi ne de manevi yönden kardeşine yetişememektedir.

Sebebini annesine sorar ve şu cevabı alır:

-Ben sizi ve hizmetinizi kesinlikle abdestsiz olarak yapmadım.Ancak küçükken bir gün sen çokca ağlıyordun.O anda da benim abdestim yoktu.Abdest alıp gelmede epey zaman alacaktı.Sen ise ağlamaktan çatlayacak hale gelmiştin.Ben de mecburen abdestsiz olarak seni emzirdim.

İşte kardeşin Muhammedin senden olan farkı buradan kaynaklanmaktadır.

**Yine Bediüzzaman Said Nursinin genç yaşında adeta İstanbuldaki tüm alimlere meydan okurcasına,Beyazıd daki Şekerci iş hanına asmış olduğu –Burada her soruya cevab verilir fakat soru sorulmaz.-her gün her dalda yüzlerce insan gelip cevabını alınca bu durum dikkatini çeken birkaç kişi memleketine gidip araştırmak isterler.Ve evine varırlar.Babasını sorduklarında babası tarlaya gitmiştir.O arada annesine bu çocuğu nasıl büyüttüklerini sorarlar.Anne ise,kesinlikle abdestsiz olarak onu emzirmediğini söyler.

Akşama doğru baba tarladan gelmektedir.Fakat önüne katmış olduğu iki büyük baş hayvanın ağızları kapalıdır.

Sorarlar,bizde hasat zamanı hayvanların ağızları bağlanır taki hasadı yemesinler diye.Oysa şimdi hasat zamanı olmadığı halde siz neden bunların ağızlarını bağladınız diye sorarlar.

Aldıkları cevab ise gayet ilginçtir.

-Benim tarla epey ilerdedir.Yolda gelirken sağlı sollu komşuların tarlaları bulunmaktadır.Hayvanlar yanlışlıkla onların tarlalarına girip bir şey yemesin ve zarar vermesin diye ağızlarını bağladım der.

Onlarda başka soru sormaya ihtiyaç duymadan,elbette böyle anne ve babadan,böylede evlad olur diyerek,geriye dönerler.

**Yavuzunda Mısır seferine giderken özellikle askerlerini bir bağdan geçirdikten sonra heybelerini araması meşhurdur.Birisinin heybesinden bir salkım üzüm çıkmıştır.Araştırdığında bu askerinde üzüm tiyeğine bir salkım üzümün parasını koyduğunu tesbit eder ve Mısırı fetheder.

19/11/1999

MEHMET ÖZÇELİK




HALİFELERİMİZ

HALİFELERİMİZ

Hilafet;geçmişin vazifesini geleceğe aktarma,geleceğe köprü görevi yapıp,irtibatı kurma makamı…

Hz. Ebu Bekir,Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali,işte bu dört halife Peygamberimizin (SAM) madden ve manen görevini ve şahsiyetini omuzlamış kimselerdir.

Dünyevi cihetle bir yandan akrabalık kurulmuş,maddi bir bağlılık sağlanmış,bir yönüyle de manevi yönden arkalarında Peygamberimizin (SAM) müzaheretini bulmuşlardır.

Hz. Ebu Bekir;çocukluktan beri Peygamberimizin (SAM) samimi arkadaşı olmuştur. Peygamberliğiyle beraber ilk iman eden ve devamlı maiyetinde olma şerefine nail olmuştur. İlk safın tek insanı olma özelliğini sonuna kadar korumuştur.

Bunlarla beraber kızı Hz. Âişe’yi Efendimize vermekle ona kayınpeder olma sıfatına layık olmuştur. Kızı ile de Peygamberimizin –manevi alemi gibi- maddi alemine de girmiş olmaktadır.

Hadis-de:”Ebu Bekre ilişmeyin,onu kendi haline bırakın;çünkü o,nübüvvetin tamamlayıcısıdır.”[1]

Hz. Ömer’de kızı Esma’yı Efendimizin ailesi kılmakla,o da o şerefi elde etmekteydi. O da maddi-manevi Efendimize intisab ediyordu. Hem dünyada,hem de ukbâda kopmazcasına…

Peygamberimiz Hz. Hafsa’ya bir sır olarak;kendisinden sonra Ebu Bekir ve Ömer’in ümmetinin işini deruhte edeceklerini müjdeler.[2]

Hz. Osman’ın durumu ise daha da farklıydı. Efendimizin gözünün nuru olan iki kızıyla evleniyor,zinnureyn lakabına hak kazanıyordu.

Ve Efendimiz Hz. Osman için daha da olsa severek onları da vereceğini söylüyordu.

Ve Hz. Ali;Peygamberimizin biricik kızı,kendi nesli,-o da ne üstün bir nesil- onunla devam edecek olan Hz. Fatıma ile evleniyor,Allah tarafından pak ve temiz kılınmış[3] olan iki nurlu torun,Seyyidler ve Şerifler neslinin başı oluyordu.

Âl-i Beyt ve Ehl-i Beyt olan korunmuş kimseler oluyorlardı.

Aynı zamanda Hz. Ali bizzat Peygamberimizin eliyle ve evinde yetişiyor ve yetiştiriliyordu. Bizzat ilahi vahiy sahnesine şahit oluyordu. Peygamberimiz Allah tarafından terbiye edilip yoğrulurken,[4]Hz. Ali de bizzat küçüklükten beri Peygamberimizin terbiye sisteminde eğitiliyordu.

Böylece her dört sahabe de asırları kendileri biçimlendirirken,onları da madden ve manen Efendimiz şekillendiriyordu.

Ayette:”Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar (Hz. Ebu Bekir gibi) da kafirlere karşı çetin (Hz. Ömer gibi) kendi aralarında merhametlidirler. (Hz. Osman gibi) Onları rüku-a varırken,secde ederken görürsün. (Hz. Ali gibi) Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu,onların Tevrattaki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir;”Onlar filizini yarıp çıkarmış,gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış,gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu,ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükafat va’d etmiştir.”

Netice itibariyle bu ilk dört halife ve sahabelerde İslam ağacının birer çekirdek,tohum ve tanesi olarak filizlenip çoğalmasına temel teşkil etmişlerdir.

Genelde ise sahabe olmaları cihetiyle;birinci saftakilerin üstünlüğü,Efendimiz onlara konuşuyor,onlar o manevi sohbetin tesiriyle yükseliyorlar. Bize ise asırlar perdesi arkasından okuyor. Onlar yerdeki yıldızlardır. Bizler yolumuzu onlarla,bu yüce ışıklarla biliyor ve buluyoruz.

15-5-1993

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi. Terc. Heyet. 19 / 188.

[2] Age. 21 / 551-552,555.

[3] Ahzab.33.

[4] Necm.4,Kehf.110,Enbiya.45,108,En’am.19,Sad.70,Fussilet.6,Şura.51




HİKMETLİ SÖZLER

HİKMETLİ SÖZLER

-Âyet-te:”Her şeyi halk ve icad etmiştir.”buyurulur.

-Bediüzzaman:”En büyük hidayet,hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak,batılı batıl göstermektir.”[1]

-“Medar-ı hamd olan şifa,hidayet ve rızık gibi nimetlerin şükrüne başkaların müdahelesinin olamıyacağı.”[2]

-Evet bütün bu hakikatlar göstermektedir ki;Hidayet,doğrudan doğruya Allah’ın bir ihsanı ve ikramıdır. İnsanın istidadıyla münasebettar olarak…

-“De ki:herkes,kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu,Rabbiniz en iyi bilendir.”[3]

-Benim babam dindardı? Hocaydı?”Bu ifadeler ahirette senet olarak kabul edilmez. Zira onun kendi senedi,kendisi için ne derece;bir kurtuluş akçesi olacaktır?

-Peygamberimizin amcası bile olsa?”Ebu Talib,putlara tapan kavminin dini üzere idi”[4]

-“Sen dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin,lakin ancak Allah dilediğini doğruya hidayet eder. O hidayete gelecek olanları pek iyi bilir.”[5]

-Hz. Âişeden:”İnsanlar peşi peşine İslama dönmeğe başlayınca,Helal ve Haramları bildiren ayetler nazil oldu.”[6]

-“Ümmetimin seyahati cihaddır.”(Hadis)

-“Kötü tuzak ancak sahibine dolanır.”[7]

-“Öbürleri ise hileler yaptılar,komplolar hazırladılar. Allah’ta onların hilelerini,komplolarını boşa çıkardı. Allah,hileleri boşa çıkarmakta pek güçlüdür.”[8]

-Ahmed bin Hanbele;Neden ashab-ı kiramdan keramet nakledilmemiş de,onlardan sonra gelenlerden çok keramet nakledilmiştir? Sorusu üzerine cevaben;

“Ashab-ı Kiramın imanı kuvvetli olduğundan…”

-Ebu Yezid el-Bestami:”Havada uçan ve suyun üstünde yürüyen birisini görürseniz ona aldanmayınız. Onun Allah’ın emir ve yasaklarına karşı olan durumuna bakınız.”

-Abidlerden sudur eden kerametlerin alimlerinkine nazaran daha çok olmasının sebebini İmam-ı Nevevi şöyle açıklar:”İbadete nazaran ilimdeki ihlasın daha fazla olmasındandır.”

-En büyük keramet istikamet üzere olmaktır.

-Taberani de nakledildiği üzere,İbni Mesud rivayet eder:”Hz. Ömer bir cinniyle güreşir. Üç defa onu yere çarpar.

Cinnin,Âyet-el Kürsiyi okuyor musun? sorusu üzerine Hz. Ömer:”Evet-deyince Cin:Eğer sen bir evde Ayet-el Kürsiyi okuyorsan,orada şeytan duramaz. Eşek anırması gibi homurdanarak çıkar ve sabah oluncaya kadar giremez,der.

-Beyhaki-nin rivayetinde Cabir:Şehitleri mezarından çıkarırken,kazma Hz. Hamza-nın ayağına isabet etti ve ayağından kan fışkırdı,buyuruyor.

-Özel olan değil,güzel olan makbuldür.

-Sözler,özlerden çıkıp,özlü olmalıdır.

-Satırdan değil,sadırdan konuşmalı. Ta ki tesir etsin.

-Diller duyguları söyler. Duygular dilleri dillendirir.

-“Bütün himmeti karnına giren şey olan kimsenin kıymeti de,karnından çıkan şey kadardır.”(imam-ı Şafii)

-Semerkant saykalı rûy-i zeminest.

Buhara kuvveti İslâmi dinest..

-İmam-ı Âzama Kadılık teklif edildiğinde;-Yapamam-deyince Melik;”Yalan söylüyorsun”dediğinde,o halde,zaten yalan söyleyen Kadı olamaz,der.

-Ana rahminden çıktım geldim pazara.

Kefenimi aldım,döndüm mezara.

-Hadis-de:”Ağlama ya Muaz,çünkü ağlamak şeytanın vesvesesinin neticesidir.”[9]

-Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır.

Olmaya baht-u saadet dünyada vahdet gibi.”(Kanuni)

-Düşmanların ölmesin,bilakis senden keder verecek şeyleri görünceye kadar yaşasınlar;sen ise,nimetten ötürü hep hasede hedef ol. Bil ki kamil kimse kendisine hased edilendir.”[10]

-Cânı cânan dilemiş vermemek olmaz ey dil.

Ne niza’ eyliyelim ol ne senindir ne benim.[11]

-Aşk ve muhabbet;öyle bir iksirdir ki,her şeyi ve her şeyini maşuk ve mahbubuna feda ettirir.

-Her insan bir kitaptır. Öğretmen bir kütüphane. Herkes kendi kitabını okurken,öğretmen kitapları okur. Bir yandan okur,bir yandan okutur. Bir yandan da dokutur. Oda her nevini. Okur,okutur,dokutur…

-Yıllardır önümüze yığılan-Dikilen-çıkılıp,çakılan barajlar;büyük bir birikimle yıkılmaktadır.

-“Evet sen,iş görmek ve haller irşad etmek vazifesiyle mükellef olarak dünya hapishanesinde bulunuyorsun.”[12]

-Allahım! İlimdeki rızkımı artır. İstikametimi daim kıl. Bu yolda da kaim,sonumu iman ve şehadetle hatimelendir. Amin…

-“En temiz kalb,içinde siyaset olmayandır. En iyi amel,kötü niyet olmaksızın yapılandır. En iyi nimet,alın teriyle kazanılandır.”(Ebul H. Harkani.)

-Birleşmiş Milletler meğer bir- leşmiş. Bir-leşmiş olmamak için, birleşmiş olmak gerek.

-Kul olmayan kül olur. Kül olmamak için kul olmak gerek…

-Eğer tarihe tüm kahramanların isimlerini yazsaydık;tarih çoktan kapanır,büyük zannedilen çok küçüklere hiç mi hiç yer olmaz ve kalmazdı. Ancak bizler sadece büyüklerin başlarındaki büyükleri yazmışız sadece… Yani büyükleri çıkaran büyükler yazılmıştır sadece. Gerçek büyüklerimizi bilmediğimizden ve de tanımadığımızdan küçük kalmışız,küçülmüşüz.. . Teemmel…

-Sevimsiz yetmişli yılları sevdim. Çünkü bana basamak oldu. Sevimli seksenli yılları sevemedim. Çünkü sefâhetiyle ayağıma bağ olup,beni bağladı,değerlerimi dağladı. Nefis sevindi,ruhlar ağladı…

Gerçek sevileni aradım. Önümdeki yıllar bana onu arattı. Leylanın Mecnunu aramasından öte…

-Aldanıyorlar! Bizde bitmeyen kaynak var. Musluklar kapansa da,akıp bitmeyen asıl var…

-Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki;bir yanda çakanlar,öbür yanda çakılanlar…

Hem açılanlar,hem açlar bir arada.

Açılanlar. Açlar.

Hem çalanlar. Hem de çalınanlar.

Çalanların çaldıkları,çalanlardan daha kıymetli. Kıymetsiz,kıymetliyi çalmakta. Varsa,kıymetleri ve değerleri çalınmakta…

Semada oturanlar,arz da gezenler. Biri sabitlerin yeri,diğeri yükselenlerin… Yerdekiler çakılırken,göktekiler,takılı…

Çakıldık,çünkü takıldık.

Astılar,asıldık. Çünkü takıldık.

-Baka baka yaktılar,yandık.

Yana yana baktık,yaktılar.

-Yıldızlar büyük değil,sen büyüksün. Onlar düşük, sen yüce.

Bir yandan da oluşan büyüklük yıldızların büyüklüğünden değil,bizim küçüklüğümüzden…

Bu yıldızlar da ne? Şeyyy…

Yüzüne konuyorlar.

Yüzün ne güzel! Güneşlere inebiliyor…

Tevazuundan çıkabiliyorlar…

-Yıllardır kendimi arıyorum,bulamadım. Kendimi kaybettim,hükümsüzdür…

Bulanların Ben-lik namına,şeyy..adresini bildirmeleri…duyurulur…

-Kaybeden kayıbların,kaybettikleri değerler ve kaybettirdikleri değerleri…

-Dünya;yerdekilerin göktekileri idare ettiği yer.

Bir cihetle de;göktekilerin yerdekileri idareye çalıştığı,çalıştırıldığı,alıştırıldığı yer.

Öyle yer ki;ne yerliği,ne yarlığı,ne darlığı,ne karlığı,ne de kararlılığı ve zararlılığı belli…

-Dünya;yerde-kilerin,kiler-deki yeri.

Karanlıkdakilerin çıkardıkları,neticesiz neticeler…

-Mahkumuz. Çünkü mağlubuz. Sebebi;Ma’lumuz,yani ma’lumunuz. Sonuç;Ma’lumumuz. Netice;Çetince…

-Düşünmeli… Düşündürmeli… Bedel,ne eder?

Zerafet,Letafet,Estetik,Muhabbet,Sevgi,Kardeşlik,İnsanlık,Maneviyat…

-Kaybettiklerimiz,Kaybettirdiklerimizdir. Aramayıp,aranılanlar…

Ne kadar da muhtacız… Aaahh… Büyük acımız. Bir yandan artan sancımız. Doğum yakındır,diyor.

Doğacak,biz-den doğacak. İnşaallah… Biz doğmıyacağız. Öyle mi?

Biz ölürsek,doğacak olan,ölü doğar.

Yalnızlık onu boğar.

Ölmemeliyiz ki,doğum olsun,sağlıklı doğsun,doğan yaşasın.

Bizim yaşamamız,nesilleri yaşatır.

Biz yaşıyorsak,geçmişin yaşayan değerlerindendir.

Geleceğin yaşaması,yaşamamıza,yaşatmamıza;yaşanılmamıza bağlı.

Ara nesil;yaralı nesil. Karalı nesil. Dağları yüklenmiş dağ-lı,dağ-dâr nesil,dağdâr olmuş…

-Kovamız delik,su dolmuyor. İpimiz,ipsizin elinde,bir türlü çıkmıyor. Kuyuya yanaşamıyoruz. Çünkü bizde değil. Bizim değil. O halde biz niye yaşıyoruz? Başkasının eline ipi vermek için mi?

-Hayatı;her an biten,devamı başkasına bağlı olan,kendisi ve sahibi için değil,sahib olanlar için yaşar.

Ne kadar? Nereye kadar?

Sahibini bulamayan,sahiblenilmez. Sahiblenilemez.

-Yitik;var değildir ve var olamaz. Varlığını bulamaz. Varlıktan söz edemez. Varlıktan dem vuramaz. Varlıkla boy ölçüşemez.

-Kayıp;ayıp ve kusurdur.

Kusur ise;dönülürse,ayıb değil,ayıbın kaybıdır.

Ayıb;bir eksikliktir. Yeri doldurulmalıdır.

-İnsan;dolduğu kadar olur.

Doldurulduğu kadar,oldurulur.

-Yollara,yolluklara mahkumuz.

Kim üst? Kimdir üstün?

Alt-lar üste,üstler alta çıkmış! Belki de çıkarılmış…

-Bu son-mu? Son-un habercisi mi? Amma,belli ki,belki sona varıyoruz. Sonuz demiyoruz…

-Son yol..son zaman..zamanın ötesine giden an..son an..an son..son anlar ve anılar…

-Her son bir ölüş değildir.

Nice son-lar vardır ki;ilkin,bir çok ilklerin ilki,ilkinidir.

Nutfe;bir ilktir. Alaka’nın habercisi olması yönüyle ise,bir sondur.

Mudğa,et ve kemik;bir çok ilklerin de sonudur.

Doğmakla yeni bir ilke imza atmaktadır. Doğmadıkça o bir ölüdür.

-Her oluş,yeni bir doğuştan haber verir.

Olmayandan ne bir doğuş,ne de yeni bir doğuş beklenilmez.

-Dünyanın sonu,ahiretin başlangıcıdır.

Ahireti olmayanın dünyası da sondur. Son bulur. Bu bile mutlak son olmayıp,ondan önceki,bir daha başlangıcı olmayan bir sondur.

-Bitenler,kendini bitirenlerdir.

-Fişe takılanların ömrü,fişe takanların ve fişin ömrü kadardır.

-Başkaları tarafından beslenip besleyenler;başkasının zenginliğiyle övünenler gibidir.

-Peygamberler;yaratılışlarından evvel,peygamber olarak gönderilen bu mümtaz şahsiyetlerin istidatları tescil edilmiştir.

Bu sebeble;Vahiy ile beslenir,vahiyle toplumların istidatlarını keşfedip,inbisat ettirerek,madden ve manen beslenmelerini sağlar.

Diğer insanlar;vahiy vanasından,ilham musluklarına aktığı,akıtıp,damlattıkları nisbette,istidada sahib olabilirler.

“Sen olmasaydın,sen olmasaydın,varlıkları yaratmazdım.”Hadis-i Kudsisinin manası böylece tezahür eder.

-Men bende-i Kur’ânem eger can dârem.

Men hâk-i râh Muhammed muhtârem.

-Bu can devam ettikçe,ben Kur’anın kölesiyim.

Ben Muhammed Muhtarın ayağının tozuyum.(Mevlâna)

-Hadis-i Kudsi de:”Sen olmasaydın,sen olmasaydın,Eflâki (mahlukatı) yaratmazdım.”[13]

Deylemi-nin İbni Abbas-dan rivayetinde de Peygamberimiz buyurdu ki;Cebrail bana geldi ve buyurdu ve dedi ki:”Allah-u Taala buyuruyor:Ya Muhammed,sen olmasan cenneti yaratmazdım. Sen olmasan cehennemi yaratmazdım.”

Diğer bir rivayette;dünyayı yaratmazdım”der.

Hülasa,kitabında Sağani,mevzu olduğunu söylemekle beraber,mana bakımından sahih olduğunu söyler.[14]

-O zat Aleyhissalatu vesselam;makamı,makamı mahmuddur. Zira bütün ümmetinin imanına vesile o zattır. O halde ahirette de –essebebu kel fail- sırrınca,herkesten fazla ihsan,ikram ve lezzete sahib olacaktır. İnsanlığın yaratılmasına vesile yine odur. Varlıklarda onun vesilesiyle vücuda çıkmışlardır. En önemlisi;Allah’ın varlığının bilinmesine ve isimlerinin tecellisine vasıta elbette yine odur.[15]

-Basmaya mübarek kademi rûy-i zemine.

Pak etmez idi kimseyi hâk ile teyemmüm.

-Hadis-de:”Sizden hiç biriniz iman etmiş olmaz,hatta ben kendisine nefsinden,ehlinden ve bütün insanlardan daha mahbub ve sevgili olmadıkça…”

-“Allah’ın inayeti işin bidayetinde geçtiği halde,velayet işin sonunda zuhur eder.”[16]

-“Ben işâ (yatsı) namazından sonra,ta sabaha kadar hiç kimseyi yanıma kabul etmemişim.”[17]

-Biri sâlik diğeri mâlik. Hakka sâlik olmadan neye mâlik olunabilir? Mâlik sâlik ile kıymetlidir,değer bulur. Sâliksiz mâlikin kıymeti cüz-i ve geçicidir.

-Her şeyin ifratı kötüdür,muhabbetin de. Ya riyaya,yada kibre sebeb olur. Karşıdakini sevince;ya lâubaliliğe,yada onu sevmesiyle insan üstü görüp,onu da kibre sevk edebilir.

Rasulullah ise öyle değildir. O ne kadar sevilirse sevilsin,manayı harfi cihetinde kaldığından yerinde olacaktır.

-Elif okuduk ötürü.

Pazarlık ettik götürü.

Yaradılanı hoş gördük.

Yaradandan ötürü.[18]

-Behlül Dânâ kafaları üçe ayırıyor:Taş kafa,Boş kafa,Hoş kafa…

-Mü’minin kalbi;Allah’ın iki kudret parmağı arasındadır.[19]

-Güneşi öven,kendini övendir.

-Hadis-de:”Mezardakilerden yardım dileyin.”[20]

-Hadis-de:”Ölmeden evvel ölünüz.”[21]

-İbrahim tek ümmettir.[22]

-Derde kerim,derde kerim.

Mevlâmdır derde kerim.

Çütüm gam,derdim hicrân

Sürdükçe derd ekerim.

Buda beni,buda beni

Kes beni buda beni

Zülfün ejderha olmuş.

Korkarım yuda beni.

Ger ne hale düşmüşem

Beğenmir buda beni.

-Güldüğümü güldüğümü

Görülmüş güldüğümü

Felek gel isbat eyle.

Kim görmüş güldüğümü.

-Hadis-de:”İhtilafı metali’ dolayısıyla dünyada ezansız bir an yoktur.”

-Hadis-de:”Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki,eğer onlar- İnşaallah-demeselerdi,onlar ile o iş arası ebediyyen engellenirdi.”

-Hadis-de:“Ey müslümanlar biliniz ki,her müslümanın evinin etrafından kırk hane komşusudur. Ve yine biliniz ki;komşusunu rahatsız eden,cennete giremez.”

-“Bir evde dûzen olsa,düzen olmaz o evde.”(Keçecizade Fuat Paşa)

-İki hanımın olduğu evde,hânuman olmaz.

-Ehli imanın rüesalarını çürütmemek. İmam-ı Şa’rani;500 müridi olan şeyhe nakıs der. Onu görünce ona hürmet eder. Talebesi neden böyle yaptığını sorduğunda;500 kişi ona kalbini bağlamış,teveccüh etmiş,kırmamak lazım. Yoksa şimdi enkas diyorum,der.

-“Gün doğmadan meşîme-i şebden neler doğar.”

-Keser döndü,sap döndü.

Bir gün geldi,hesap döndü.

-Sevgi;dikenlere gül atma sanatıdır.

-Nefret;Körler memleketinde,şaşıların hükümdar olmasıdır.

-Gel,gel beru savmu salâtın kazası var.

Sensiz geçen ömrü hayatın kazası yok.

-Ağanın malı gider,azabın canı gider.

-Ağanın malı züğürdün çenesini yorar.

-Tahsil cehaleti alır,eşşeklik bâki kalır.

-Postluların post kavgasında,post gidince,kavgada biter.

-Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın,cellatlar tarafından hal’ edilmesi için gelen imamın yanlışlıkla hal’ edilmeye çalışıldıktan sonra zorla kurtularak söylediği, her asırda geçerli olan sözünde;”Ricali devletle hayyen ve meyyiten takarrüb caiz değildir.”

-Ahirete her yerden kalkar. Özel bir yeren gitmek için beklemeye ve oraya gitmeye gerek yok.

-Ağız kör bir kuyudur.

-Hadis-de,Tevrattaki ibare:”Allah şişman olan alimlere buğz eder.”

-“Fikir kitabı (yazısı) Cebir kitabı gibi okunur.”(Cemil Meriç)

-Ölüm;ilmel yakinden,aynel yakin ve hakkal yakine bir geçiştir. Ölümden önce gaybi,ilmi ve imani olan meseleler,ölüm ile müşahede edilmiş ve marifet olmuş olmaktadır.

-Ölüm var ölüm. Ölün de görün.

-Ölüm;bir dereden atlamak gibidir.[23] Yani düz gidilen bir yolda öne çıkan dereyi atlamaktır ölüm…

-“Mutlak hakikatı Allah bilir.”(Peyami Safa) Çünkü mutlak hakikat,hakikatta yine O’dur.

-Dava adamı,mefkure insan,damıtımlı şuura sahib insan;insanların arkasından gittiği insandır. Bu özelliklerin arkasından giden,arkasından gidilendir.

-Mademki gelmişiz köhne cihane.

Derdimizi çeksin şu viranhane.

Gönül ne kahve ister ne kahvehane.

Gönül ahbab ister kahve bahane.

-Yüce Allah meleklere övünmektedir bu insanlarla. Peygamberimiz buyuruyor:”Yüce Allah arefe günü,akşam üzeri,meleklere:”Şu kullarıma bakınız. Toz toprak içinde,her uzak yoldan bana geldiler. Onlar,Rahmetimi umuyor,azabımdan korkuyorlar. Halbuki beni görmüş değillerdir. Acaba,görmüş olsalardı ne yaparlardı?”[24]

-Ğarkeden alimleri bir katre âb-ı mağfiret

Var kıyas et vüs’ati deryayı rahmet.

-Bir kefendir akibet sermaye-i şâh-u gedâ.

Pes buna mağrur olan mecnun değil de,ya nedir?

-Bayram odur cânan ile cânın beraber can ola,

Zevk-i tevhid ile cânın bir taze civan ola.

Bayram odur hubb-i sivâdan fariğ ola gönlümüz,

Hubb-u Mevlâ kalbin dibinde Dürr ile mercan ola.

Mevlâ bizi affede,bayram o bayram ola,

Cürm-ü hatalar gide,bayram o bayram ola.(Alvarlı Efe Hazretleri)

-Kilab-ı zulme kaldı gezdiğin nazende sahralar.

Uyan ey yâren-i şîr-i jiyan bu hâl-i gafletten. (Namık Kemal)

-Düzgünle gerilmez buruşuk bir yüz.

Boyayla incelmez kalın bir dudak.

İnsaf aynasına bir kerre bak da,

Kendini maskara etmeyi bırak.

-Senin dünyan,seni Mevlandan alıkoyan şeydir.

-“Kavmindeki alim,ümmetinin içindeki Nebi gibidir.”

-Sevgiliden sudur eden her şey güzeldir.

-Bir şeyi sevmen,seni kör ve sağır eder.

-Nefsin bineğindir. Ona rıfk ile muamele et.

-Açlık ve tokluğun desiselerinden kork. Açlığın şiddeti,tokluktan daha şerdir.

-Usulü terk edene,vusül haram olur. Ondan mahrum kalır.

-“Rabbin ile aradığın istek gecikmez ve nefsin ile aradığın istek müyesser olamaz.”[25] -“Kimin bidayeti parlak olursa,nihayeti de parlak olur.”[26]

-“O’nun yanında kendi kaderini bilmek istersen,seni nasıl bir işte bulundurduğuna dikkat et.”

-“Allah’ın yanındaki yerini ilmek isteyen,Allah’ın yerinin kalbinde nasıl olduğuna baksın.”

-“Nimetlerin varlıklarında kadirlerini bilmeyen,yokluklarında kadirlerini anlamış olur.”[27]

-“Bil ki;şeytan senden gaflet etmez. Sen de gaflet etme ki,senin perçemin onun elindedir”

-Hadis-i Kudsi-de:”Ey Adem oğlu. Eşyayı senin için yarattım. Seni de kendim için yarattım.”

-Bir anlık küfrün ebedi cezayı gerektirdiği tam bir adalettir. Zira:”Küfür ve dalalet cinayeti,nihayetsiz bir cinayettir ve hadsiz bir hukuka tecavüzdür.”[28]

-Hikmet;Hz. Âdem-le başlayıp,Peygamber Efendimizle (SAM) kemale ererek,zamanımızda da devam etmekte ve etmeye de devam edecektir.

-Bazı ilk-ler:”İlk defa Ömer bin Abdulaziz,mescidin dört köşesine minare yaptırmıştır.”[29]

-Ömer bin Abdulaziz hutbeden Hz. Ali’ye küfrü kaldırıp:”Muhakkak ki Allah adaleti ve ihsanı ve yakınlara vermeyi emreder,ve hayasızlığı ve çirkin işleri ve zulmü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.”[30] ayetini koydurttu.[31]

-İlk Miras taksimi[32],Said Bin Rebi’ hakkındadır.[33]

-Halkı Uzza’ya (puta) ilk tapmaya davet edenler;Amr bin Rebia ve Haris bin Ka’b adındaki kişilerdi.

Uzza’ya tapmayı ilk benimseyen ve Kureyşlilere benimseten de Amr bin Luhay-dı.[34]

-Yeryüzünde ilk yapılan,Adem-in (AS) cesedi olmuştu.

-Kabil bin Adem oğullarından bir adam ilk defa put yapmıştır.

-Süva’ ilk tapılan puttur.

-Vedd,Süva’,Yagus,Yauk ve Nesr;iyi ve ibadette daim kişiler olup,ölümlerinden sonra beşi için put yapılarak ilk önce tazimde bulunuldu.

İkinci çağ gelince öncekinden daha da çok tazimde bulunuldu.

Üçüncü çağ gelince,bunların Allah katında ancak şefaatçı oldukları düşünülerek artık bunlara tapılmaya başlandı. Ve küfürlerini arttırdılar. Bunu üzerine Allah onlara İdris (Ahnuh b. Yared b. Mehlail b. Kaynan)-ı gönderdi. Bu durum Hz. Nuh’a kadar artmakta devam etti.

Nuh tufanında bunlar sellere kapılarak (5 put) Cidde’ye kadar sürüklendi,sular daha sonra çekilip üzerlerine toprak yığıldı. Ancak daha sonra bir kahin olan Amr b. Luhay Mekke’nin idaresini ele geçirip Cürhimileri sürdükten sonra cinni birisi kendisine putların yerini söyleyip onları götürerek,Arapları onlara tapmaya çağırmasını söyler. Amr’da onları yüklenerek Tihame’ye getirip halkı putlara ilk olarak ibadete davet eder.[35]

-Menat-ı ilk diken Amr bin Luhaydır.

-İslâmda ilk Kısas,Leys-lerden birinin Huzeyli-lerden bir adamı haksız yere öldürmesinden dolayı,İslâmda Kısas ile neticelenen ilk kan davası idi.[36]

-Bu gamlar kim benim vardır baîrin başına konsa.

Çıkar kâfir cehennemden güler ehli azab oynar.(Fuzuli)

-Cahilin fahri cem-i mâl iledir.

Arifin izzeti kemâl iledir.(Ahi)

-Ne sâl iledir ne mâl iledir.

Beyim ululuk Kemâl iledir.(Namık Kemal)

-Ulemanın kocayanı kocadıkça koç olur.

Cühelanın kocayanı kocadıkça hiç olur.

-Kimler geldi, kimler geçti bu felekten.

Kalbur ile un elerken, deve geçti bu elekten.

-Bevval-i çeh-i zemzemi lanetle anar halk.

Sen Kâ’be gibi kendini hürmetle benam et.

(Zemzem suyunu kirleten herif gibi olma. Sen kendini Ka’be gibi saygı ile meşhur et.)

-Neş’e ümid ettiğin sağarda senden gamlıdır.

Bir dokun bin ah dinle kase-i fağfurdan.

-Mazi hayal,manzar-ı âti henüz adem.

Hal oynatır şuurumu bilmem nedir bu dem.

-Bir ân imiş meâli kitabı vücudumun.

Ömrüm şu gâhgüsarım olan satrı mürtesem.

-Mecruhu sanma cerhi mücerreddir öldüren.

Âfât-ı bâtiniyedir aslı musibetin.

-Günahlar insanı kabalaştırır ve zulmani kılar. Sevablar ise;letafetleştirir ve nurani kılar.

-“Essebebu kel-fail “sırrınca bir insan;yaptığı bir kötülük sebebiyle,ne kadar insanın bozulmasına sebeb olmuşsa,o kadar insan sayısınca cezaya kendini müstehak etmiş olacaktır.

Hele bir de şu sür’at asrı olan asrımızdaki durum,günahta da sür’at peyda etmesine sebeb olmuş ise,birde buna çeşitli vesilelerle kutlamalarla çeşitli günahların tekrarı eklenmiş ise,o zaman o günahların katmerleşmesine ve cezalarında ona oranla artmasına sebeb olacaktır.

Sevabta da durum aynı olmakla beraber,Kur’an-ın ifadesiyle,asğari bire on ile sevab arttırılarak verilecektir. Zira Allah ihsan sahibidir.

-Melekler,emredilmedikçe ne cehenneme,ne de cehennemi merkezleri mekan ittihaz etmez ve edinmezler.

-Bediüzzamanın da belirttiği gibi;en büyük İngiliz siyaseti;Kur’an-ın ortadan kaldırılması veya müslümanların Kur’an-dan soğutulmaları..şeklinde planlanmakta ve de oynanmaktadır…

Peki,birkaç asırdır tüm şenâet ve denâetlere rağmen ne kadar ve nasıl başarılı olmuşlardır?

Atılan temellerin köklü olmasıdır ki,kökün sağlamlığı bu milleti ayakta tutmaktadır. Büyük çapta sarsan bu sarsıntıların köksüz oluşu tesirini de köksüz kılmaktadır.

Köklülerin köklü hizmetleri. Köksüzlerin köksüz tahribleri…

-“Dâd-ı Hak râ kabiliyet nist.”(Hak vergisi,halkın algısı nisbetindedir. Hak vergisi;hakkın haklıya hakiki,hakkı olan vergisidir.)

-Ölemedim. Çünkü elimde değil. Bu vücudun sahibi ben değilim.

Ölmek istedim. Hem de çok..gayet çok..çooook. Çok,ama ölemedim. Tâ ki dirilecek,tekrar daha güzel bir surette var olup,varlığa çıkacak. Tıpkı toprağa giren bir tohum gibi…

Tohum gibi olamadım. Tohum kadar da olamadım.

Tohum ben olamazken,ben o kadar,onun kadar olamadım. Vâa esefâ. Vah hasretâ…

Esef bitmeli,hasret gitmeli. İnsanlar ölmeli dirilmek için. Dirilere ihtiyaç var.Yaşayan ölülere ihtiyaç yok. Muhtaç da değiliz. Taç-da olamadılar ki;başımızda taşıyalım. Kaba. Tıpkı odun. Taş-da olamadılar ki,evimizin temeline koyalım. Böyle istemiş,böyle olmuş,ne yapalım?

-Benûn ve Hâfe-de:Senin oğulların ki,sana kızanlardır. Hafedelerin ise;sana hizmet edenlerdir.[37]

-Emşac;Erkeğin suyu ve kadının suyu rahimde birleştiği zaman karışık olması.[38]

-Eshâb-ul Meymene:Sağcılar.[39]

-Eshâb-ul Meş’eme:Solcular.[40]

-Samed:Her işte kendisi kastedilen,kendisine yönelinen.[41]

-Bir kâfir Rasulullahdan veya Kur’an-dan her hangi bir şey anlatabilir mi?(Nakil edebilir mi?) Şâfiiye göre;Normal bir insan olarak bahsedebilir. Kâfir olarak bahsedemez.

-“Alimin ölmesi alemin ölmesi.”derler. Evet. Zira bir arap şairinin dediği gibi:”Alemi bir şahsiyette toplamak kudretine zor gelmeyen Cenâb-ı Hakkın marifetinde yükselen ve kemal derecesine varıp,asrın ilmiyle mücehhez olan,bütün insanlara ilimde,şecaatta,ferağatta ve bunun gibi bir çok sıfatlarda denk olan bir zatın ölmesi alemin ölmesi demektir.

-Gökte yıldız ararken nice turfa (budala) müneccim.

Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzârında.(Ziya Paşa)

-Ben bilmez idim gizli ayân hep sen imişsin.

Canlarda ve tenlerde nihân hep sen imişsin.

Senden bu cihan içre nişan ister idim ben.

Ahir bunu bildim ki cihan hep sen imişsin.

-Ararsan Mevlâyı kalbinde ara.

Kudüs’te,Mekke’de,hac-da değildir.

Eğer bir Mü’minin kalbini kırarsan.

Hakka eylediğin secde değildir.(Yunus)

-Eli boş gidilmez gidilen yere.

Rabbim boş gelmedim,ben suç getirdim.

Dağlar çekemezken o ağır yükü.

İki kat sırtımla pek güç getirdim.

-Bî-edeb mahrum bâ-şed ez-lutfu Rab.(Edebden mahrum olan,Rabbın lutfundan mahrum olur.

-Bî-edebrâ edebkerden,edebest.(edepsizlere edepsizlikle mukabelede bulunmak edebdir.)

-Diyâr-ı küfrü gezdim,beldeler,kâşâneler gördüm.

Dolaştım mülk-i İslâmı bütün virâneler gördüm.(Ziya Paşa)

– Sessizce düşünsek duyacaklar bir gün

Olmadıkları oldu sayacaklar bir gün

Onlar bu vehimle ellerinden gelse

Rüyalara sansür koyacaklar bir gün. (A.N.Asya)

Ö Ğ Ü T L E R :

-Kınayan kınanır,küfredene küfredilir,küfretmeyiniz.

-Irzınızı koruyunuz.”Eline-Beline-Diline sahib ol.”(H.Bektaş-ı Veli)

-Amca kızlarını amca çocuklarına verin.(Amr bin Gülsüm)

-Kadınların yerlerini erkeklerden uzak tutunuz,çünki bu durum gözleri koruyucudur,iffete sebebtir. Beraberlikte hastalık vardır.

-Dizginini tutmadığın iş seni üzer.

-Atufkâr olunuz.

-İkrâm ediniz.

-Hayırlı ölüm,hayırlı işte olurken olan ölümdür.

-Gadab ateştir. Ateş ormanları,gadab insanları yakar.

-Hayrı umulmayan,şerrinden korkulan sütsüzdür.

-Sevginizde eziyet etmeyiniz.

-Sabır gösteriniz. Sabır,içilmesi acı,neticesi şifalı bir ilaç gibidir.

-En büyük musibet,kötü haleftir.

-Etrafına yumuşak davran,tâki sevilesin.

-Mütevazi ol,tâki yükselesin.

-Güler yüzlü ol,tâki sana itaat edilsin.

-Büyüklere ikrâmda bulunduğun gibi,küçüklerede ikrâm et.

-Yardım dileyene yardımda bulun.

-Ziyaret edeni,ziyaret et.

-Hikmetli söz emin kılar,kötü söz yaralar.

-İhtiyarlara hürmet et,sen eğer ölmezsen ihtiyar olacaksın.

-Vefasız olma,vefakâr ol.

-Öğütleri tut,öğütte bulun.Öğüt ve iyilikler üzerine ol.

-Allahtan kork,Takva üzere ol.

-Hallerini düzelt,günahtan sakın.

-İzzetli bir ölüm,zillet ve acz-le geçen bir hayattan daha hayırlıdır.

-Ömür;bela ve bolluk üzeredir. Gün;sürur ve ağlama üzerinedir. İnsanlar lehinde ve alehyinde olurlar. Olan ise,olur.

-Denginizle evleniniz. Yoksa bekleyiniz. En güzel olanı,hayası güzel olandır. Ahmak ve zayıf akıllı olandan sakınınız.

-İyilik üzere olmak,kötülükten korur.

-Sılayı rahmi kesmek,sıkıntı ve ihtiyarlık verir.

-Kin iyiliğe manidir.

-Gençliğinizi yeyip,fani etmeyin,Zaman sizi eskitmeden,kendinizi yenileyiniz.

-İyilerle oturun,iyi olun.

-Zaman iki memelidir;Birinden acı,diğerinden tatlı çıkar,sen tatlı olanı sağ.

-Yardımlaşın. Zira iyilik ve yardım paylaşıldıkça artar.

-Dilinize sahib olun. Zira siz söylediğiniz sözünüzün esirisiniz,söylemediğiniz söz sizin esirinizdir.

-Kişinin ölümü iki dudağı arasındadır.

-Bolluk anında şımarmak ahmaklık,zorluk ve belada acziyet akılsızlıktır.

-Çaresi olmayan şeyin çaresi,sabırdır.

-Gülünmeyecek şeye gülmeyiniz.

-İstenilmeyene icabet etmeyin.

-Vakar sahibi olun.

-Geveze,gece odun toplayan gibidir. Elde edemez,eldekini kaybeder,hata eder.

-Hayra delil olan yapan gibidir.

-Ailesi bozulan,suda boğulan gibidir.

-Sözün özü kısa olanıdır.

-İşlerin en doğrusu yanlışların terkidir.

-Israr etmeyiniz,usandırır.

-Susmak muhabbeti kazandırır.

-İşlerin en hayırlısı vasat ve orta olanıdır.

-En hayırlı arkadaş,saliha hanımdır.

-Nefsini ayıplamayana öğüt fayda vermez.

-Edeb,rıfk ve yumuşaklıktır,rıfkda berekettir.

-Binek sahibi olunuz.

-İnsanların en sevgilisi,hak sahibine hakkını verendir.

-Hayat gidiyor,ömürde süratle gidiyor. Aldanmakta fayda yok.

-Dün nerede? Dündekiler nerede? Hani Melikler? Nerede Cebbarlar? Nerede güzel yüzlüler,Gençler ve Gençlikler?Nerede şehirler imar edenler? Kendilerine ne imar ettiler,mamurmu ettiler,mahrum ve harab mı ettiler? Nerede kendisinden sonrakilere mal biriktirenler,sonrakiler ve malları? Hep gittiler ve unutuldular… İbret alınız ey akıl sahibleri…

-Yemeyeceğinizi biriktiriyor,elde edemeyeceğinizi arzu ediyorsunuz!

-Cimriliğin bir kısmı,nifakın şubesindendir.

-Dünya gurur ve aldatma üzerine kurulmuş ve dürülmüştür.

-Dünya,peşine düşülen acuze bir kadın gibidir.

-Sahi olun. Hadisde:”Sahi,Allahın mahbubudur,fasık olsa bile. Bahil ve cimri Allahın düşmanıdır,salih olsa bile…”

31-12-2000

MEHMET ÖZÇELİK

[1] İşarat-ül İ’caz.sh.23.

[2] Şualar.sh.18-20.

[3] İsra.84.

[4] Muhtasar Tefsir-i İbni Kesir.(Arapça) 3 / 650.

[5] Kasas.56,bak.Bakara.272,Yusuf.103.

[6] Kur’an Tarihi ve Kur’an Okumanın Edepleri. Ahmet Cevdet Paşa.. veA. M. ed-Debba.Terc.Y.Doç. A.O.Y. sh.39.

[7] Fatır.43.

[8] Al-i İmran.54,İbrahim.46,Nahl.45,Neml.50,Mü’min.(Ğafir)45.

[9] Hadislerle Müslümanlık. 3 / 935.

[10] Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi. 3 / 335.

[11] Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır. 4 / 2624.

[12] Mesnevi. mevlana. Terc. Tahir-ul Mevlevi. 1 / 134.

[13] Şualar. B. Said Nursi.sh.521,Mesnevi-i Nuriye. B. S. Nursi.sh.38,El-Acluni,Keşful Hafa. 2/ 22, 2 / 164,No.2123,Mektubat. İmam-ı Rabbani. 2 / 320,Mevzuatül Aliyyül Kari Terc. sh.99,Sonsuz Nur. M. Fethullah Gülen. 1 / 8.

[14] Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları. A. Badıllı.sh.368-371.

[15] Bak. Tasavvuf . Mahir İz.sh.59-60.

[16] Cüneydi Bağdadi. T. Kebir. 16 / 240.

[17] Emirdağ Lahikası. B. Said Nursi. 1 / 263.

[18] Mesnevi. Mevlana. 1 / 57.

[19] Mearif.sh.50.

[20] Age.sh.266

[21] Age.290.

[22] Age.315.

[23] Bak. Mesnevi-i Nuriye. B. Said Nursi. sh. 177.

[24] İslam Tarihi. Medine Dönemi. A. Köksal. 10 / 269,Müslim-Sahih. 2 / 983,Hakim. Müstedrek. 1 / 464, Beğavi. Mesabiu-us Sünne. 1 / 128.

[25] Hikem-i Ataiyye. T. A. İskenderani. sh. 20.

[26] Age. sh.21.

[27] Age.127.

[28] Lem’lar. B. said Nursi. 77,76,262, Hak Dini Kur’an Dili. age. 3 / 2112.

[29] İslam Tarihi. Medine Dönemi.age. 1 / 134.

[30] Nahl.90,A’raf.33Maide.8,İsra.26.

[31] İbni Esir. 5 / 39,57.

[32] Nisa.11.

[33] İslam Tarihi. Medine Devri.age. 3 / 808.

[34] Age. 9 / 359.

[35] Age. 9 / 354.

[36] Age. 9 / 450.

[37] Nahl.72,İslam Tarihi.Medine Devri.age. 5 / 184.

[38] İnsan.2,Age. 5 / 184.

[39] Vakıa.8

[40] Vakıa.9,age. 5 / 184.

[41] İhlas.2,age. 5 / 184,bak. Heysemi. Mecmauz-Zevaid. 6 / 303-310, 9 / 278-284.




FERTTEN CEMİYETE İSLÂMİYET

FERTTEN CEMİYETE İSLÂMİYET

İslamiyet;selamet,emniyet ve huzurdur. Eğer bir kişi,aile ve toplumda huzursuzluk varsa,huzur demek olan İslâmiyete karşı ortada bir eksiklik var demektir. Kendimizi test etmeliyiz. Nerede hata etmekteyiz? Hatamız nerede ve nede?

Allah indinde din İslâmiyettir. İnsanların neresinde? İnsanlar onun neresine?

İslamiyet evrenseldir. Hayatın her kademesine yansımaktadır. Doğan güneşin bazı yerleri aydınlatmaması,girmemesi düşünülemiyeceği gibi,İslâmiyetin de hayatın bazı kademelerinde kalıb bir kısmına girmemesi de düşünülemez. Kusur girende değil,girmesini istemiyen ve ya engel olandadır.

İslâmiyetin de içtima-i alana yansıyan bir çok yönü vardır. Gerek tesettürde,gerek faiz konusunda.

Fuhuş ve sefâhetleri engellemede de amildir. Yani İslamiyet sadece ahiret dini değil,dünya hayatının temininde de vardır. O bir hayat dinidir. Hayat verir,hayatı korur.

Huzur dini olan İslamiyet den uzak olmak,belalara davetiye çıkarmaktır. İslamiyet insan için ve insanlık için vardır. Hukuk ve kanunlarda insanlar içindir. Yoksa insanlar kanunlar için olmayıp,ona feda edilmezler.

İslâmiyeti anlamanın iki yolu vardır:1) Kendisinden önceki ile sonraki durumun mukayesesi.

2)İnsanların geleceklerine dair kazandırdıkları. hayata getirdikleri.

Bununla beraber elbette ki hayattan götürdüklerinin ve kendisini de her vesile ile götürmeye çalışacağı ve bunun entrikalarının kurulacağı da bir vakıadır. Menfilik de hesabı olanların müsbetin gelmesiyle kaybettiklerini kazanmak,hesaplarını koruma amaçlarını gerçekleştirmeye çalışılacaktır. Bu, hayatın bir gerçeğidir.

İslâmiyetin amacı şerde kaybedenlere hayırda kazandırmaktır. İnsanların manen müflis olması,problemin artmasına sebeb olmaktadır. Alt yapının olmaması,üst yapının yapılmasını geciktirmekte ve engel olmaktadır. Çünki altta ve altında kalmaktadırlar.

Her ne vesile ile olursa olsun,hayattan tecrid edilmeye çalışılan İslâmiyetin toplayıcı,bütünleyici çerçevesinde yer alınmasıyla bütünlük korunacak ve sağlanacaktır.

İslâmiyet “ Ve lâ teziru vâziretün vizre uhrâ”[1] sırrıyla,bir kişinin hatasıyla bir başkasının,yakınının günahkâr olamıyacağı gerçeği,bir kişinin hayatının dahi ne derece kutsal olduğunu ifade eder.

Nitekim bir gemide dokuz masum bir caninin bulunması durumunda o gemi hiçbir suretle batırılamıyacağı gibi,,dokuz cani bir masum dahi olsa ,o bir kişinin rızası olmadıkça adalet gereği o gemi batırılamaz.

Evet,hak haktır. Küçüğüne,büyüğüne bakılmaz. Kimin için olursa olsun. Ve her insan suçu sabit olmadıkça masumdur.

Gerçekler göz ardı edilip görülmezse kronikleşme başlar. Memleketimizin de bazı gerçekleri vardır. Görülmeli ve çaresi de aranmalıdır.

Devlet millet için vardır. devlet bir çarı,bir şemsiyedir. Altındakileri korumak ve kollamakla yükümlüdür.

Halk iç içe,birbirine yakın olduğundan pek önemli anlaşmazlıkları söz konusu olmuyor. Olsa da oturarak meseleyi fikir teatisinde bulunarak çözüm yoluna gidiyorlar.

Devlet denilen bu müessesenin de halkına yakın ve açık olmasıyla gerginlik yerini yumuşaklığa bırakacaktır. Vatandaşına suçlu gözüyle değil,suçsuz gözüyle bakmalıdır. Zira imkânat ayrıdır,vukuat ayrıdır. Her kes suç işleyebilir düşüncesiyle insanlar cezalandırılamazlar. Hukuk;yorumlara göre,yapabilirlere göre uygulama içerisine giremez

Toplumda gereği olmadan mürteci,irtica,aşırı dinci gibi ifadelerle insanları manen rencide etmek yarayı kapatmaz,belki kapanmaz hale getirir. bir öğretmen arkadaşın dediği gibi; Ben aşırı dinciyim. Arkadaş aşırı fenci,falan aşırı. fizikçi,filan aşırı kimyacı,vs.. Elbette bu işin geriliği ve cıvıklığı olmaz.

Dinin literatüründe böyle ayırıcı kavramlar yerine ;müttaki,salih,sefih gibi kavramlar ile tesbit edilmektedir. şimdiki kavramlar ise;kutuplaşmalara yol açmaktadır.

İslâm ruhumuzdur. Kur’an aklımız. Hz. Muhammed (sam) rehberimizdir. Din,parçalarımızdan oluşan bir bütünümüzdür. Bunlar olmazsa,mahvoluruz. Ancak onlarla varız.

En önemli çözüm;tekli ve toklu çözümdür. toplumun bilinçlendirilmesi. Topluma seviye kazandırılmasıdır.

Meselelerin sokağa yitilerek değil de,sokaktan içeriye çekilerek fikir platformunda,ehlilerince konuşularak çözüme kavuşturulmalıdır.

Olur-olmaz her kesin konuşması,ya otoriter olanları susturur veya sesinin duyurulmaması gibi zor bir duruma itilir.

Yıllardır kadınları yuvalarından çıkarmak için çok uğraşıldı. Tenkid edildi. Cahil kalıyorlar,denildi. Şimdi ise yuvalarından uçurulan o insanların bir kısmı sefâhetin kucağına,az bir kısmı başarıya,bir kısmıda değerlerini muhafazaya çalışırken engel olundu. Bu sefer tekrar yuvalarına döndürülmeye çalışıldı. Tesettürlüsün,denildi. Erkeklerle iç-içe değilsin,gibi fıtratına zıt noktalara sevk edildi.

Bu insanlara,baştan,yuvalarından çıkmadan,çıkarılmadan,adeta mutlak serbestiyet olmadan önce ruhlarına ve hayatlarına uygun bir zemin hazırlanabilirdi. Onlara yazık edildi ve de edilmektedir.

İnsanlar sağlıklı sularla beslenmeyib,vanalar,kaynaklar kapatılırsa,her kes kendi başına su çıkartmaya çalışır ki,buda sağlıksız bir sonuca sebeb olur.

İnsanların dinlerini sağlıklı ve yeterli kaynaklardan öğrenmeleri sağlanmalı,yardımcı olunmalıdır.

Dişi ağrıyan dişçiye,hasta hastahaneye,gıda için markete,et için kasaba,her bir ihtiyaç için bir yere müracaat edilmektedir. Çünki yeri bellidir.

Ancak yüzde doksan dokuzu müslüman olan bu insanlar nereye gidecekler? İlahiyata mı? Kaç da kaçı? hepsini gönderebilir misiniz?

Müftülüğe mi? Oysa müftülük dini bilgilerin verilmesinden ziyade,resmi işlerin yürütüldüğü,isteyene fetvanın verildiği yerdir.

Okullarda verilen din dersleri mi? Ne kadar yeterli? Göstermelik!

Hasılı,bu insanlara yeterli dini bilgi sunulamamaktadır. İnsanlar öğrenmekte yetersiz kalmaktadırlar.

Aile bu konuda yeterli olmadığından,yeterli bilgiyi verememekte,baştan savıp,ölçü olamamaktadır.

Buda ölçüsüz ve yetersiz bir gelişmeyi ve büyük bir boşluğu doğurmaktadır.

Gerçek de İman ve İslâm herkes de vardır. Sadece küfür ve gafletle üzeri örtülmektedir. Veya gizlenib saklanarak faaliyet alanı daralmakta ve daraltılmaktadır.

İman edenin ve intibaha gelenin durumu;onun açığa çıkması,çıkarılması ve faaliyet sahasına girmiş olmasındandır.

12-06-99
MEHMET ÖZÇELİK

[1] En’am.164,İsra.15,Fatır.18,Zümer.7,Necm.38.




DÜNYA VE İÇİNDEKİLERİN KIYMETİ

DÜNYA VE İÇİNDEKİLERİN KIYMETİ

Hadis’de:” Eğer Allahın yanında dünya bir sinek kanadına muadil gelmiş olsa idi,kafirler ondan (bir yudum) bir avuç suyu içmeyeceklerdi.”[1]

Burada;”İndallah” )Allahın yanında) tabiriyle,yani ahirete nisbeten demektir. yoksa dünyayı sinek kanadına muvazene etmek değildir.

Çünki,Dünya;Esma-i Hüsnânın ayinesidir. ahiretin tarlasıdır. fenaya,faniye bakar yönü vardır

Yani;Allahın rızası olmayan ehli dalaletin dünyasıdır. böylece ahirette –ebedi olduğu için- bir mü’mine sinek kanadı kadar verilecek bir şey;kafirin dünyasından,fani olduğu için kıymetlidir.

Zira cennetin bir meyve ağacı,dünyada insanlık tarihi boyunca gelen ve gelecek olan tüm meyve ağaçlarından daha çoktur. Birisinde geçicilik,birkaç dakika bir varlığa sahib olma durumu varken,öbüründe sonsuzluk,tükenmeden bir devamlılık özelliği vardır. Cennette koparılan bir meyvenin yerinde öncesinden de güzel anında yerine bir meyve daha gelir. Bir yıl beklemeye gerek kalmaz,eksilme olmaz.

Dünya;ahirete giden yolların en önemli kavşağını oluşturmakta,ahirete giden yol buradan geçmektedir.

Hasırın izi Peygamberimizin (SAM) böğrüne çıkmasıyla Hz. Ömer ve Abdullah bin Mesud kendilerine bir döşek yapmalarını söylemeleri üzerine Peygamberimiz cevaben;”

“Ben,dünyada,yaz gününde bir ağacın altında bir müddet gölgelenen,sonra da orayı bırakıp giden bir binitli gibiyimdir.”buyurur.[2]

7-5-1997

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Risale-i Nurun kudsi kaynakları.A.badıllı.331,256,bak.Sözler.B.Said Nursi.311.

[2] Ahmed bin Hanbel.Müsned. 1 / 391.Hadis no.2744,Tirmizi. 4 / 588,İslam Tarihi.Medine devri.M.asım köksal. 9 / 132.




ÇALIŞMA VE FAİZ

ÇALIŞMA VE FAİZ

“Âyette:”İnsanın ancak çalışması vardır.”[1]mûcibince;insanın önemi,ürettiği çalışması ile orantılıdır.

Toplumun varlığı ve varlığının devamı üreticiliğindedir..Devamlı tüketen toplum,bu boşluğunu ancak çalışma ve üretim ile kapatacaktır.

Bir zamanlar müslüman olanlar yine müslüman olanları ve hatta içlerinde iyi niyetli olmayanları,onların şahsında İslâmiyeti tenkit etmek üzere müslümanların çalışmadıklarını,fakir kaldıklarını ve ilerlemeyip bununda gündemde kalmasını sağlarlardı.

Ancak kendileri ilerledi de tutan mı oldu?Füze yaptılar da kapağını çalan mı oldu?kısaca sürekli yapmadıklarını ve de yapamadıklarının faturasını birilerine çıkartmak üzere,ithamda bulunurlardı!

Birde ilerlemek için yolların açılması,vasıtaların olması gerekti. Bir asırdır elleri,kolları bağlanan şu milletin bulunduğu durumunda göz ardı edilmemesi gerekirdi.

Olumsuzluk her zaman için olumsuzluktur,tasvib edilemez.

Nitekim 1980 yılından itibaren önü açılan,vasıtaları temin edip yakalayan şu millet,diğer milletlerin yollarına girmeye namzed oldu.

Her ne sebeble olursa olsun,çalışma düşüncesi hiç bulunmasa idi,buralardan kalktılar diyar diyar Almanyalara çalışmaya gidilmezdi!

Ve gelişme yoluna girildi.

Ancak şimdi şikayetin çehresi daha da değişti. Oda;Müslümanlar şirketler suretinde çok zengin oluyorlar. Devleti ele geçirmezler mi?

Bundan rahatsız olunmakla kalınmıyor,çeşitli vesilelerle engelleme yoluna gidiliyordu. Tam bir tezad!

İster istemez insan düşünüyor! Bu gün zengin olmaya çalışan bu insanların zengin olmamasına yani fakir kalmasına çalışanlar olmaya ki;dünde fakir kalmalarına,fakir olmalarına çalışanlar olmasın???

Teşvik edilmesi gerekirken engellemeye,en azından şikayet edilmesi neden?

Dünde köprüye karşı çıkılmış,fabrikalar,araçlar yakılmıştı. Acaba aynı zihniyetin teraneleri mi?

Dünyada emsali görülmeyen ve de görülmeyecek olan bir uygulama.

Toplumda,üzerinde durulması gereken bir durum varsa,oda toplumu yıllardır geri bırakıp çökerten enflasyon canavarıdır. Bunu ortadan kaldıracak da zenginliktir. Ve o zenginliğin de üretimde kullanılmasıyla olur.

Enflasyonun ana kaynaklarından biri ve birincisi,faizdir. Yani paranın üretimde değil,atıl olarak çalıştırılmayıp tüketilmesindedir.

Yatırıma yatırılmayıp,faize yatırılan para ölü paradır. Ve bunun gideri topluma yansıtılacağın dolayı,toplumun kanı emilecektir. Nitekim kaçak elektriklerin açığının faturalara yansıtılması gibi…

Paraların toplumda tedavülde olmayıp,toplum hayatından emilerek faize yatırılan yatık para,toplumun umum kesiminde yatmasına sebeb olmakla çalışma hayatında bir hareket olacaktır.

Oysa toplumdan çekilerek alınan ve de olamayan parayla ne alınıp,ne satılacaktır?

İstikrarsızlığı arttırarak[2] ,cahiliye döneminde uygulanan[3],açtığı bir çok zararlarından[4]dolayı İslamiyet tarafından kesin olarak yasaklanan faiz[5]

Yasaklanmasının sebebleri içerisinde;

1)Sömürüye dönüşen bir zulüm oluşudur. Temel bir çalışma ortamını kaldırmaktadır. İhtiyaç içinde olanları desteklemeye vesile olması gerekirken,tersi olması.

2)Faizin,serveti yoksuldan alıp,zengine vermesi,böylece servet dağılımındaki eşitsizliği sürekli olarak arttırmasıdır.

3)Faizin kazançlarını yığılmış bir servetten elde etmeye başlamış,atıl bir halk sınıfı meydana getiriyor olmasıdır.

M. Hamidullah ise;”Yasaklanışının nedenini faiz kurumunun getirdiği tek taraflı risk olarak değerlendirir ve neticede=

a)Faiz adaleti ihlal etmektedir.

b)Ve İslâmdaki-emeksiz karşılık beklenmez.-ilkesiyle ters düşmektedir.

Bu konuda F. Üçışık şöyle der:”Faiz,hukukta medeni semer olarak ifade edilmekte,yani verilenin ötesinde ayrıca ek bir değerini ifadesi anlamını taşımaktadır.”[6]

Kullanmayıp da bankaya yatıran kişi,işçinin ve diğer kesimlerin ondan istifadesini engellemektedir.

Faizde para para kazanıyor. Bir üretimi veya mamulü ortaya çıkarıp da kazanmıyor.

Bankadan faizle para alarak iş yapan bir kimse,belki de karının yarısını bankaya verecek,bu zararını çıkarmak için malın fiyatını arttırma yoluna gidecektir. Buda enflasyonu otomatikman arttıracaktır.

Ve birde zarar etmişse bu zarar yerinde ve sabit kalmayacak,katlanarak artış gösterecektir. Özür kabul etmeyen canavar.

Faizde zengin daha da zengin,fakir daha da fakir olur.

Faizde esas maddedir. iyilik gibi esaslar yoktur. İslam da madde esas olmayıp,iyilik esastır. Ve mal sadece zenginlerin ellerinde dolaşan bir metadır.

Her şeyde ölçü ekonomi olur. Parada nüfuz sahibi olunca,her şeyde nüfuz sahibi olmaya çalışır ve böylece birkaç kişi;kendi kokmuş ve kokuşmuş hevesine göre halkı yönlendirmeye çalışır.

Enflasyonda en büyük amildir. Sen çalış ben yiyeyim! Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne!Egoist fikri toplumda hakim olur.

Batının ekonomi durumu,kendisinden aşağıdakinin sırtına basıp yükselmekte ve kendi içinde mağdurları bulundurmaktadır.

Faiz yerine şirketleşme yoluna gidilmelidir.[7]

Faiz yerine borç ve kredi verilmelidir. Mesela;

a)Karz-ı Hasen b)Mudârebe (Birinden sermaye,öbüründen emek) c)Murâbaha (Kâr,ticaret)

d)Şirketleşme e)Zekât

Zira zekât”İktisadi açıdan,yatırımda kullanılmamış sermaye otuz yılda yüzde 2,5 yıllık mecburi zekâtla kaybolabileceği için,zekât gelirin üretime dönük yatırımlara aktarılmasının teşvikçisidir. Üretime yatırım yapmak,toplumun zenginliğini arttırır,iş alanları açar ve tahsis olunan yüzde 2,5 zekât vergisinden daha fazlasını üretir.”[8]

İşte faizle kamburlaşan devletlerden örnekler;Mısır,Brezilya,Arjantin,Yugoslavya.

İngiliz casusu olan Hempher itiraflarında şöyle der:” Faizin her şeklini yaymak lazımdır. Zira faiz,milli ekonomiyi harab ettiği gibi,müslümanları,Kur’an-ın kanununa karşı gelmelerine de alıştırır. Zira insan,bir kanunu ihlal edince,artık diğer kanunları da,ihlal etmesi kolay olur. Onlara,kat kat olanının haram olduğunu,çünki Kur’an-da:”Faizi kat kat olarak yemeyin.”[9]denildiğini ve binaenaleyh faizin her şeklinin haram olmadığını belirtmek lazımdır. (Ödünç vermede faiz iki nevidir=Birincisi,(Basit faiz)olup,ödünç verirken,vakti tayin edilmez;fazla ödemesi sözleşilir. Bu faizin çok azı,bir dirhem fazla ödemeği şart etmesi de büyük günahdır.

İkincisi(Mudaâf faiz )olup,belli zaman sonra aynı miktar ödemesi, ödeyemezse, ödenecek miktar ve ödeme zamanı arttırılır,yukarıdaki âyeti kerime mudaâf faizi bildirmektedir.)[10]

Hukuki olarak değil,ancak topluma açmış olduğu zararlardan dolayı hadis-de:” Bir dirhem faiz (almak veya vermek)otuz zinadan daha günahtır.”buyurulmuştur.

Buradan hareketle,Bediüzzaman’ın toplumun iki hastalığını tesbit ve bunun devasını teşhis sadedinde söylemiş olduğu;

“Sen çalış ben yiyeyim.”yani bir sermayedarın oturduğu yerde,kısa bir zamanda milyarları kazanırken,yerin altında çalışan bir ücretlinin uzun zamanda zorla geçimini kazanması dengesizliğine İslâmiyetin en büyük reçetesi olan”Faizi haram,çalışmayı helal kılması”[11]ile toplumdaki denge unsurunun bir ciheti böylece sağlanmış olmaktadır.

Diğer hastalık ki;”Ben tok olduktan sonra,başkası açlıktan ölse bana ne!”egoist ve nefis-perest bir düşünceyi,Hadis’de belirlenen hassasiyet ile ki:” Kendisi tok iken,komşusu aç yatan bizden (ve gerçek bir mü’min)değildir”

Buna çare olarak zekâtın farziyeti ile[12];zengin ile fakir arasındaki uçurum zekât köprüsüyle ki Hadis’de:”Zekât İslâmın köprüsüdür.”ifadesiyle kapatılmış olmaktadır.

Ribâ’nın yani faizin İslâm memleketi olmayan Dar-ı Harbde sadece Hanefi mezhebine göre Helal olacağına dair görüş belirtilirken[13];ahsen olan bu fetva ve ruhsatın ötesinde Takva ve azimet ciheti olan,alınmamasıdır.

Fetvadaki hikmet ciheti;mevcut paranın dar-ı harpteki devletin ve devletlerin güçlenmesine vesile olacağı,onu zayıflatma amacı düşüncesinden hareket edilmekte olduğu ifade edilir.

Özetle;Batıl yolla[14] ve haksız yere yenilen[15] faizin malı arttırmayacağı[16],belki bereketini gidereceğini[17],faizi yiyenlerin ise kabirlerinden şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkacaklarını[18],imanın gereği olarak mevcut faiz alacaklarının terk edilmesini[19],yapılmadığında ise;Allah ve Rasulü tarafından açılan bir savaşla[20] karşı karşıya kalınıp,geçmişte de men edildikleri halde yahudilerin bir hususiyeti olup,yapmakta oldukları[21],o cihetle de onlara benzenileceği Kur’an-ı Kerimde beyan buyurulmuştur.

15-3-1998

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Necm.39.

[2] Bkn.zaman gaz.11-1-1992.

[3] Agg.13-3-1992.

[4] Agg.31-1,ve-1-2-1994.

[5] Bakara.276,278-279,Al-i İmran.131-136,Nisa.160-161,Rum.39,Geniş bilgi için bak.TDV.İslam Ans. 12 / 110-126,zafer der.Aralık.1997.sh.20,Kitab-ı Mukaddes.sh.126.

[6] Aksiyon der.15-17-Nisan.1995.sh.52.

[7] zaman gaz.14-3-1992.

[8] İslam kültür atlası.İ.R.Faruki,L.L.Faruki,çev.M.O.Kibaroğlu,Z.O.Kibaroğlu.sh.166.

[9] Al-i İmran.130.

[10] Hempher’in İtirafları.M.S.Gümüş.sh.45.

[11] Bakara.275.

[12] Bkn.Kur’an-ı Kerim Fihristi.N.Yüksel.136-137,bkn.Kütüb-ü Sitte.Prof.İ.Canan.7.cilt.

[13] Bkn.Hak Dini Kur’an Dili.E.H.Yazır. 2 /970.

[14] Nisa.29.

[15] Bakara.185.

[16] Rum.39.

[17] Bakara.276.

[18] Bakara.275.

[19] Bakara.278.

[20] Bakara.279.

[21] Nisa.160-161.




H A K İ K A T

H A K İ K A T

Gerçek olan;gölge olmayıp,gölgede kalmayandır. Varlığın ta kendisidir hakikat.

Şu dünya hayatında insanlar genellikle,hala hakikatın berzahlarında gezinmekte,kapısının önünde beklemekte,etrafında koşuşturmakta,bir türlü içerisine hakkıyla girememektedir.

Göz açıldığı gün;hakikata dalınmakta,koklanılmayıp adeta yenilmektedir. Dünyada konuşulan hakikatlar,ahiret aleminin çıkış basamaklarında bizzat görülecek ve yaşanacaktır.

Hakikatı hakikat olarak yaşamak,gölgeden asla geçmektir. İnsan bir hakikat yolcusudur. Hakkı aramak,almak ve bulmak üzere yola çıkmıştır.

Bu yolculukta atlama taşı ve engellerle karşılaşan insan;bazen batıla sapmakta,batıl başını sarmalamaktadır.

Batıl ilk yol ve son yol değildir. Hak yoldan sapan ve saptırılan insanın,sapması ve saptırmasıdır.

Hak ve hakikat;dengeler ve ölçüler sonunda kazanılan bir hakikattır. O vasattır ve vasattan geçer.

İfrat ve tefrit yani aşırı ve geri durum;haktan udûl etmek,ayrılmaktır.

Hak-dan gelip Hak-ka giden şu insan;Hakkı bulmakla imtihan edilmektedir.

18-12-1998

MEHMET ÖZÇELİK




G Ü N A H K İ R İ

G Ü N A H K İ R İ

Saf bir insandı.Zaten bu durumda onun saflığından ileri gelmişti. Demek ki bulanık sudan saf ve saflaşmış,durulmuş suda çıkarmış. Nitekim ölüden diri,diriden de ölü çıktığı gibi.

Babası içki kiri ile kirlenmiş,kirliliği de devam etmekte idi.

Babası kendisine içki getirmesini söylediğinde,istemeyerek biraz korkudan,biraz babasına olan hürmetten içkiyi bir bezle tutar,babasına da öylece götürürdü.

Saflık kiri kabul etmiyor,beyazlık lekeyi hemen gösteriyordu.

İşte bu saf insanda hanımının her şeyleri istemesi,kendisinin de buna karşı koyamayışı,onu borçlanmaya götürüyordu. Zamanları borçları ödeyemez duruma geliyordu.

İşte yine böyle bir zor duruma düştüğünde,ne yapacağını şaşırmış;borcunu ve borçlandıklarını ödeyemeyince 1997-nin fiyat değeri itibariyle,pek bir şey tutmasa da faize bulaşmıştı. Bankaya gitmiş ve 4 milyon faiz kredisi almıştı.

Garip amma,alamadığı isteklerden biri olan naylon leğen dahi kendisini bu şiddetle kaçındığı işi yapmaya sevk etmişti.

Bir anlık böyle bir günaha girmesi onu rahatsız ediyor,vicdanını sızlatıyordu.

Saflığından bu kalbi açık insan,bir rüya görür. Oda hemen bu günaha girmesinin akabinde…

Rüyasında;bir sofra kurulmuş,içkili bir sofra. Kendisi de birini bekliyor ki,ona sunsun.

içkili bir sofra ve beklediği kimseye de kendisi sunacak. Böyle bir rüya ile ikaz ediliyor.

Başkasının aldığı trilyonlar,zahiren onları rahatsız etmese de,bunun dört milyonu günah kiri olarak,içki içme ve içirme günahı olarak kendisine gösteriliyor.

Ta ki bu dünyadan çıkarken,günah kirlerinden arınmış olarak çıksın.

Bütün günahlar maddi şekle girdiğinde,böyle görünümler alacaktır.

Çünki günahlar manevi birer kirdirler. Kirler günah olduğu gibi…

Bu bir nedamete de vesile oldu. Zira insan bir kötülük yaptığında tevbe etmez veya ondan vaz geçmezse,yaptığı şey gün geçtikçe kuvvetlenir,kendisi ise zaifleşir. Tıpkı diken ağacının durdukça kuvvetlenmesi gibi…

21-7-1997

MEHMET ÖZÇELİK




HARAMIN SANCISI

HARAMIN SANCISI

Haramın verdiği sancıyı tadan bir insanın onun vermiş olduğu sancıyı çekmekle kalmayıp,hala devam eden sancısının bir ifadesidir ki;bunu kendisine anlatmaya mecbur kılmıştır;

Ben daha dokuz yaşında iken,bir gün kötü arkadaşıma kandım.Mahallelerinde bulunan bir bahçeye girdik.

Aman Allahım! Ne güzel kayısılardı onlar! Olgunlaşmış,tatlı idiler.

Annem ve babamın daha önceki hatırlatmalarını unutmuştum. Haram sancıdır demişlerdi.

Arkadaşımızla beraber rahat ve zevkle yemiştik. Yememizi engelleyecek hiçbir engel yoktu,rahattık.

Sağlıklı bir insandım. Hemen hemen ciddi manada bir hastalık da geçirmemiştim.

Arkadaşımın sesinde bir değişiklik olmuştu. Sesi çıkmaz olmuştu. Oysa o devamlı çok konuşkandı. Konuşmayı da severdi. yemesiyle beraber onda bir değişiklik hissediyordum. O ise yemeye karşı hızı kesilmiş olarak devam ediyordu.

Artık gittikçe hızı kesilmiş,yiyemiyordu. Oda bendeki değişikliğe az farklılıkla beraber şahit olmuştu. O bana değiştiğimi,ben de ona değişmiş olduğunu söylüyorduk.

Çok geçmedi ki;bende de,onda da bir anda bir kıvranma,bir sancılanma başlamıştı. İkimizde şaşkındık.

Yüzlerimiz kızarmış,kendimizden geçmiştik.Gözümüzü açtığımızda,Ahmet’le ben karşı karşıya hastahane odasında kendimizi bulmuştuk.

Öğrendik ki;oradan geçmekte olan birisi bizi baygın görünce korkmuş,hemen aceleyle hastahaneye yetiştirmiş.

Ailelerimizde gelmişlerdi. Ancak sancı hala geçmemiş,azalmakla beraber devam ediyordu.

Doktor amcaya söylediğimizde oda şaşırmış ve şöyle demişti;Size en tesirli iğneden vurdum. Kesinlikle sancının olmaması lazım. Kesilmesi gerek.

Çekilen bir çok filimler hastalığımızı ortaya koymamıştı. Teşhis edemediler. Tüm bölümlere gittik. Tüm bölümlerin doktorları toplandılar. Hepsi de şaşkınlık içerisinde kalmışlardı. Sanki tüm öğrendikleri bizim basit gibi görülen rahatsızlığımız karşısında yenik düşmüşlerdi. Çünki Ahmet’de de bende de ağrılar bir türlü kesilmek bilmiyor,devam ediyordu.

Mesleklerinde gayet yetkili olan bu doktorlar,son olarak şöyle bir rapor verdiler:” Bu hastalık tıbbın aciz kaldığı,teknolojinin yenik düştüğü,tesbit edilemiyen bir hastalıktır.

Eğer hiç bitmeden devam ederse,bir de yurt dışına götürün,dediler.

Ekmek yer,su içer gibi hap kullanıyor,iğne vuruluyorduk. Midemizdeki sancı azalıyor,ancak bir türlü kesilmiyordu. Çaresizdik.

İçim ateş gibi yanıyor,soğuk suyla sürekli söndürmeye çalışıyordum. Çok giymişsindir,dediler. Giysilerimi azaltmama rağmen pek bir şey değişmiyordu.

Ahmet’de benden pek farksız değildi. İki insan,bir vücut gibi sıkıntı içerisinde idik.

-Bir gün din dersinde iken Din hocamız anlatmıştı:” Çocuklar! Sakın haram yemeyin. Başkasının malını izinsiz yere alıp kullanmayın. Yoksa karnınızda ateş olur,sizi yakar.”demişti.

Birden onu hatırladım! Acaba??…dedim.

Bu durumu anneme anlattım. Amcaların bahçesine izinsiz girip,kaysı toplayarak yediğimizi söyledim.

Annem ise bana:” Oğlum onlar her zaman pazara getirip satarlar. Hatta babanda onlardan iki kilo almış,hepimiz yemiştik. Hatta sen de yemiş,hiç birimize bir şey olmamıştı.”

Annem doğru söylüyordu. Yemiştik,hiçbir şeyde olmamıştı.

Yine de annem babamı o amcalara göndermiş,helallik dilemesini istemişti.

Babam da giderek adamı bulmuş,helallik dilemiş. Hatta amca yanıma bir gelsinler bakalım,demiş.

Hayret! Bizde beş gündür devam eden karın sancısı geçmişti. Hepimizde şaşkındık. Doktorlarda şaşırdılar. Zaten biz,herhangi bir yaranın olmadığını biliyorduk,dediler.

Hastahaneden ayrılırken ilk işimiz Ahmet’le beraber amcanın yanına gidip,elini öpmek oldu. Özür dilediğimizde,bizi affettiğini söyledi. Çok iyi bir insandı. Bize çokça kaysı getirdi. Biz ise biraz korkarak,biraz da çekinerek yedik. Hiçbir şeyde olmadı. Çünki amca getirmiş ve helal idi.

Demek ki;bizdeki sancı,haramın sancısı imiş…

25-12-1994

MEHMET ÖZÇELİK

ADIYAMAN




D E P R E M

D E P R E M

Cumhuriyetten bu yana 37 kere deprem olduğu,neticesinde de 61 bin kişinin öldüğü ifade edilir.

Bunu dünyaya genellediğimizde milyonlarca insanın depremlerden,milyonlarcasının selden,milyonlarcasının savaş,iç karışıklık ve cinayetler neticesinde öldüklerini, milyonlarcasının yangın,trafik kazası,tufan ve hastalıklardan öldüğünü,bilinen ve bilinmeyen bir çok sebeblerden belalara maruz kalan asrımızın bu insanı;sürekli musibetlerle karşı karşıya kalmaktadır.

Geçmiş asırlardaki insanların yere batma gibi maruz kaldıkları afetler,asrımızda değişik şekillerde tezahür etmekte,ibret sahnesi olarak önümüze sunulmaktadır.

Âyette:”Yeryüzünde gezinde,günahkarların akibeti nice oldu,bir bakın!”[1]

Cennet ucuz değil,öncekilerin başlarına gelen bize de gelebilir.[2]

Umuma gelen musibetler ekserin hatasından kaynaklanan bir ceza neticesi olarak başa gelmektedir.

Başa gelen musibetler,onlara çıkarılan bir davetiye neticesi olarak başa gelir.

Yapılacak iş;Belalara davetiye çıkarmamaktır.

Bediüzzaman Hazretleri bu deprem konusunu eserlerinde çokça işlemekte ve ders alınması gerektiğini ifade etmektedir.

Ve gerçekten geçmişe dönüp baktığımızda bu toplum,bir asırdır depremlerle cezalandırılmakta ve ikaz olunmaktadır.

Sadece 19-Eylül-1985-de Mexico ve çevresindeki depremde ölen 5 bin kişiden,28-Mayıs-1995 Rusyanın kuzeyindeki Sahalin adasında ölen 1841 kişi ile beraber,oradaki on yılda,muhtelif yerlerde depremden ölenlerin takriben sayısı;118 bin civarındadır.

Ortada su-i istimaller,ehliyetsizliklerle beraber oluşan bu sarsıntıların,birde içimizin sarsılmasından da kaynaklanan sebebler de,yerlerimizin sarsılmasına neden olur.

Türkiyedeki 17-Ağustos-1999 depremi,asrın depremi olarak ibret alınması gereken hususları ihtiva etmektedir.

Tekniki olarak deprem;

Depremin en zayıf richter ölçeğindeki büyüklüğü 1,5 olup,en şiddetlisi 8,5-tur. Tehlikelisi 6 ve daha yukarısıdır.

Deprem dalgalarının yayıldığı yer;odak noktasına olan,dik doğrultudaki yerdir. Akdeniz-Himalaya- ülkemizinde içinde dahil olduğu alan olarak belirlenmiştir.

-15-Haziran-1896-da Japonya-nın Sanriku bölgesi kıyılarına 200km. uzaklıktaki bir depremden kaynaklanan 30 km. yüksekliğindeki dalgalar,Miyako şehrini harabeye çevirip,27 bin kişinin ölümüne neden olmuştu. Dalgaların Pasifik okyanusunda,saatteki hızı ise,720 km-yi bulmuştu.[3]

Hadisde Peygamberimiz diğer ümmetlerin hatalarından dolayı helakine binaen,bu ümmetin helak edilmeyeceğini ancak bazı musibetlerin verileceğini ifade etmektedir.

Bu ümmetin diğer ümmetlerden farkı;Allah ve Muhammede birden iman etmelerindendir.Ebu Musadan rivayette peygamberimiz:”Ümmetim,ümmeti merhume olup,ona ahirette azab yoktur,azabı dünyada olup;fitne,zelzele ve katl (gibi şeyler)dir.”[4]

6-4-1997 ve 28-6-2000

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Neml.69,bak.Rum.42,Secde.26.

[2] Bakara.214.

[3] Bak.Bilim ve Teknik dergisi.341.sayı.Nisan.1996.sh.64-68.

[4] (Mecmuatün minet Tefasir.Kadı Beyzavi-Hazin-İbni Abbas-Nesefi.(Arapça)1/565)




EVLİYA BAHÇESİNDEN PIRLANTA SÖZLER

EVLİYA BAHÇESİNDEN PIRLANTA SÖZLER

“Kula,Allah Taâladan yüz çevirme hali gelince,evliyaya sataşmaya başlar.”(Ebu Turab)

“Bu alemde göç eden,beraberinde iki ilim götürür. Biri,Allah Taalaya karşı marifet ilmi,diğeri de ahiret yerlerine,makamlarına dair ilim.. ikinci şıkka dahil ilim şunun için gerekir: Hakkın bir tecellisi olunca,şaşırmaya ve o tecelliyi bilmeden inkar edip:-Senden,Allah’a sığınırım..demek hatasına düşmeye.. O tecelliyi anlamıyanların inkara sapacaklarına dair rivayet vardır.

Kardeşim,anlatılan iki ilmin ahiretteki meyvesini elde etmek için,onları keşif yolu ile burada kazan. Bu dünyanın bilgilerini pek yüklenme. Allah yolunda muhtaç olacağın kadarını al. Onları da, hak ehlinin iyiliği için kullan..”(Muhyiddin-i Arabi)

“Nefis övüldükçe kirlenir,zem edildikçe de temizlenir.”(Havvas)

“Ahirete ait işlerde zarar etmektense,dünyaya ait işlerde zarar ediniz. Böylesi sizin için daha hayırlıdır.”(Hz. Ömer)

“Sizin için korktuğum şeylerin en başında,hevâya uymak ve uzun emelli olmak gelir. Hevâya uymak,hak yoldan alır Uzun emelli olmak ise;ahireti unutturur.”

“Bilgisiz yapılan ibadette hayır yoktur. Anlayış vermeyen ilimde hayır yoktur. Tefekküre götürmeyen kıraatte (Kur’an okumakta) hayır yoktur.”

“Kalbler;içi boş kablara benzer;hayırlı olan, hayırla dolu olanıdır. “

“Takva;hataya devamı bırakmak ve amellere güvenip aldanmamaktır.”(Hz. Ali)

“Mü’min serçe kuşu gibidir. Halden hale geçer,her gün bir başka olur.”(Ebu Ubeyde)

“İnsanları bir dikensiz yaprak gibi bulmuştum. Bir sabah baktım ki,yaprak değil,diken olmuşlar.”(Ebud-Derda)

“Ey Ademoğlu,dünyaya kalıbınla sahib ol. Fakat kalbini ve himmetini ondan ayır.”(A.bin Ömer)

“Bu konağın sahibi;bizi burada bırakacak olsaydı,onu dünya meta-ı ile doldururduk. ne çare ki o;bizim bu evden naklimizi istiyor.”(A. Ğıfari)

“Dağlar dahi,birbirine karşı azsa ; azgın cezasını bulacaktır.”(A.bin Abbas)

“Sizden biri,kırkını bulunca Allah’dan çekinme tavrını takınmalı.”(Mesruk)

“İnsanlar kıyamet günü;hudutsuz bir şekilde Cenab-ı Hakka,diledikleri gibi bakarlar.”

“Dünya senin bineğindir. Binebilirsen,seni taşır. O sana yüklenecek olursa,öldürür.”

“Dünyayı arayıp,ahireti bulanı hiç görmedik. Ama,ahireti arayıp,dünyayı bulanı gördük.”(Ebu S.H.Basri)

“Bana göre,en çok korkulacak şey kadınlardır.”(S.bin Müseyyeb)

“Dünyanın az şeyine dalmak,ahiretin çok şeyini kaybetmektir.”(Kurazi)

“Tanınmamak istedikleri için tanındılar.”( Uyeyne)

“İyi amel;bedene kuvvet,kalbe nur,göze aydınlık getirir. Kötü amel;bedeni yorar,kalbi zulmete boğar,gözü kör eder.”(Ali)

Buhari için:“Buhari-i Şerife yazdığı her hadisi şerif için,iki rekat şükür namazı kılmıştır.”

“Ahir zamanda;her kabilenin beyi,münafıkları olacaktır. Onları bu beylerden korumak lazım. Çünkü onlar öyle bir illettir ki;şifası yoktur.”(Fudayl)

“Dün,öldü,bugün,son nefesini vermede. Yarın-da henüz doğmadı. Zamanınızı bu açıdan görün ve yararlı iş yapmaya bakın.”(Bişri Hafi)

“Dünya,kendisini arayandan kaçar. Kendisinden kaçanı da arar. Kaçana kavuşunca yaralar. Kendisini arayıb bulanı da öldürür.”(Darani)

“Açlık nurdur;tokluk da ateş. Şehvet de odun. Şehvet ve tokluk bir araya gelince,ateş yanmaya başlar. Taa,sahibini yakıp bitirinceye kadar sönmez.”(Razi)

“Çocukların terbiye edilecekleri yer mektebtir. yol kesen şakilerin terbiye ve ıslah yeri ise,zindandır. Kadınların terbiye ve ıslah yeri ise,evleridir.”(Hakim)

“Ey ademoğlu,sana dünyalık verirsem,onunla meşgul olursun. Vermediğim zaman ise,bütün gücünü onu aramaya sarf edersin. Halin böyle olunca ne zaman bana döneceksin.”(H.Kudsi)

“Nurlar sırlara yerleşince,dış duyular iyilik konuşmaya başlar.”(Hamid)

“Bu ümmete öyle bir zaman gelecek ki,o zamanda bir mü’min için;maişetini temin yolunda,münafıka dayanmaktan başka çare kalmayacak.”(Sekafi)

“Ruhlar ervah aleminde yaratılmıştır. İşte bu sebebten durmadan yükselir,müşahede haline ererler. Orada ferah bulurlar.”

“Cesetler gam ve keder içinde yaratıldı. İşte bu sebebledir ki,fani şehvet talebinde bulunur ve onu elde edebilmek için gayret sarfederler. Ve sonunda;gam,keder ve sıkıntı içinde kıvranırlar.”

“Nefsin seni yürütür..Yaya olaraktan..Kalbin ise,seni uçurur..Durum bu olunca;düşün,taşın..Vuslat alemine seni hangisi daha çabuk erdirirse..Ona yapış..Onun gidişine ayak uydur..”(Ebu İshak)

“Hatarat nebilere,vesvese velilere,fikirde avam halka hasdır.”(Ebul Abbas)

“Velayet halinin sonu,nübüvvet halinin başlangıcıdır.”(Nasrabazi)

“Kalbin dereceleri yükseldikçe,onun için sıkıntılar,daha da artmaya başlar.”(Betaihi)

“Cisimler,kalemler gibidir. Ruhlarda kağıt..Nefislerde hokka..”(Ebul Vefa)

“Özünde bir kimseyi kötülükten çeken bir duygu yoksa,onun kalbi viranedir.”(Beka)

“Allah Taâla,acâibattan her ne ki yarattı..İlla onun bir suretini,adem oğluna nakşetti..Ve her ne zaman ki,bir garib iş icad etti;illa onu adem oğluna musallat eyledi..Ve her ne zaman ortaya bir sır çıkardıysa,illa onun bilgi anahtarını adem oğluna verdi… İnsan alemin muhtasar bir suretidir.”(Kürdi)

“İhlas odur ki;Hakkı müşahede anında,halk gözünden ve gönlünden siline;kalmaya..”(Mağribi)

“İrfan sahibi,marifet makamında kemale erince,Allah Taâla ona vasıtasız ilim ihsan eder. Bu hali bulan arif zat;ilimleri,manalar sayfasından yazılı olarak alır. Ve,ondaki işaretleri anlar;marifet yoluyla onların,mana ummanına dalar. Tılsımlarını çözer. Öğrendiği her şeyin,yalnız ismini değil,resmini de görür,bilir.”(Düsuki)

“Sır alemindeki derecenin yüksek olması;niyetindeki himmetin yüksekliğine bağlıdır.”

“Hakka uzaklık ve perdeler sebebi iledir ki,hakka uzaklık durumu meydana gelir.”(Kebir)

“Yaptığın bütün ibadetlerde,en büyük gayen;ancak ibadet ettiğin zata yakınlık olsun.”

“O ki,bir parçadır;o bir cüz sayılır.. Külli olanı;bütün varlığı,zatı ve sıfatı ile kuşatanı o nasıl ihata edebilir.”

“Kalb var ya;Kalb..İşte o;Ruh nurunun bir gölgesidir..Ruha gelince..O da kalbten ve ruhtan ötelerde olan sırrın bir gölgesidir. Sır ise;Tekvin alemlerinin ilk anlarında hasıl olan,ilk hakikatın bir tecelli şuasıdır..Nefse gelince..O da,şehadet alemine,kalbin bir teveccühüdür..Meylidir. Ve kendisine ait şehadet aleminin tedbiri için iltifatıdır.”

“Gafili görmek,kalb için öldürücü bir zehirdir.”

“Şu nefislerden sakınınız. Sebebine gelince;onların,yapılan taat ve ibadette ortaya çıkan bir sürü afetleri ve gaileleri vardır.”

“Hakikat öyle yücedir ki;ona yaratılmışlardan bir şeyi mükafat olarak vermekten tenzih etmek gerek. Ancak onun mükafatını,alemlerin Rabbi olan Allah verir.”

“İsterse tek defa olsun..Bir kalb,yaratıcısı huzurunda zilletini kabul ederse,mutlaka bundan faydalı çıkar..Nur alır..Hayır bulur.”

“İyi düşün ki,bu beşeri alemde tezahür eden ilimler ve ameller:Su,çamur ve kan arasından sızıp meydana gelir..

Hiç kimse içtiği sütün tam manası ile halis olduğunu iddia edemiyeceği gibi,yaptığı amelin ve elde ettiği ilim çeşitlerinden her hangi birinin de bütün beşeri şaibelerinden temiz olduğunu da iddia edemez.”

“Her ne zaman ki,mü’min kul,sadâkata dayanarak imanın hakikatını tazeledi,bu defa ona başka bir vazife düşer..ki o vazifede,iman ocağında,bütün alemi ekvânı eritmek olacaktır.”

“En büyük nimet,fani varlığı,tam zenginlik olan baki varlığa katabilmektir..ki buda,en büyük ilahi zenginliğin gölgesinde olacaktır.”

“Marifet oku hiçbir zaman durmamalı..Esas hedefine ulaşmak için durmadan ilerlemeli..Onun ilerlemesi,bu hayat boyu devam etmelidir. Çünkü o,durduğu an,yok etmek için kendisine bir hedef bulmak zorunda kalır.. Bilmeli ki,onun seçeceği ilk hedef kalbdir..

Esas hedefini vurmadan durduğu an da,kalbe saplanır;iki alem içinde onu,yaramaz bir hale getirir.”(D.Kebir)

“İlahi tecelli nurunun saltanatına ancak,bu beşer tahammül edebilir..Dağa gelince..O da;en ufak bir tecelli karşısında,parça parça atılır..Bir hallaç pamuğu gibi..

Sebebine gelince:Bu beşer,yani insan pek asil bir şekilde yaratılmıştır. Ama,dağ böyle değildir.“(D.Kebir.)

“Ey kulum,bana gelirken,irfan duygumu da beraberinde getirirsen..Sana yaratılmışların miktarı kadar sevab yazarım.”(Kudsi Hadis)

“Kendi zatın bir aynadır. Kendi şeklü şemâiline gelince;o dahi kendi özüne bir ayinedir.”(D.Kebir)

“Aslında ruhların,nevi şahıslarına münhasır bir şekilleri yoktur. Yani, bu kalıb da görünüşleri itibari ile..

Ancak onun bir nuru vardır ki;buda isyan halinde,bulunduğu yerden çekilip gider. İşte o zaman,yokluğu hissedilmeye başlanır. Çünkü o anda bazı alametler de belirir.

İşte bundandır ki:Adem aleyhisselam ve beraberindeki,asi olup hata işledikleri zaman;ruhun nuru çekildi ve ayıp yerleri açıkta kaldı..

İsyan ve ruhani nur,bir arada olamazlar. Çünki ruh,daima Rabbını müşahede eder..İş bu müşahede sebebi ile,kendisinin bulunduğu yerde isyanın lafı edilmez.”

“Cennet matlub,cehennem de talibdir.. İş bu sebebledir ki;cennet taleb muamelesi görür..Cehennem ise;kaçmak..”

“Sen,kelime-i Tevhid zikrine devam et..ta ki onunla daha yücelere çıkabilesin.. Taa ötelere uçup gidesin de;ne sen kalasın,ne de Tevhid kelimesi..Kelimesinden de geçip,aslına eresin..Bulasın ve olasın..”

“İnsanları,irfan sahibi zattan alıkoyan şeyler ancak;kalblerin de mevcud olan şirkleridir.”(D.Kebir)

“Belki onlar,irfan sahibi zata o şirk halleri ile de olsa,yaklaşmak isterler ama;irfan sahibleri,onları yanlarına yaklaştırmaz.. Kendilerinin içinde yaşadıkları,cem ve tefrid alemine onları yaklaştırmak istemezler..Çünki,onların nefisleri,şirk ve küfür kokusu sürünmüştür..

Sonra..Onların,şirk ve küfür kokusu sürünen nefisleri,ilahi nurun sıcaklığına dayanamaz..En ufak bir nur huzmesinden kaçar;ağyar gölgesine sığınırlar.”

“Bir kul;huzur nevinden her ne ki arttırır;o huzuru kadar vakitleri nurla dolar.”(D.Kebir)

“Cehennem ateşi,insanın ancak şirke belenmiş kısımlarını yer,bitirir. Oraya,yani cehenneme düşen ,mahiyeti itibariyle tamamen müşrik ise;bütününü ateş kaplar..Şirki az bulunduğu takdir de;o az yerini ateş yakar..

Cehennem ateşine,bazı mü’minlerin de düçar olmasının ve ateşin onlara da isabetinin yegane sebebi;isyanlardır ki;bu isyanları,kendilerinde hasıl olan gizli şirkin bir sonucudur.” (D.Kebir)

“Her gaybi vüsulün önünde şehevi bir engel bulunur.”(D.Kebir)

“Bu ümmet;bilhassa tevhidin hakikatlarını anlama yönünden ümmetlerin en kavisidir.

İşte anlatılan o kaviliğin bir icabı olarak;bedenin zayıf olmaları,ömürlerinin kısalığı şaşılacak bir şey değildir.“(D.Kebir)

“Dünya,insanlık manasının zuhur yeridir..”(D.Kebir.)

Ölümden sonra mahşer dahil;orada geçen zaman ise;iman nurunun parladığı ve zuhur bulduğu bir mahaldir..

Cennete girişten itibaren de;irfan sırrının zuhuru başlar..Orası da,bu sırra mahal..”

“Şayed,Allah Taâla,bu ruhları iki ağır kayda vurmamış olsaydı;onlar,tam bir uçuşla hakka uçar,giderlerdi..

Kayd,bağ ve zincire vurulma manalarına alınabilirse de..burada,şu manaya alınmalıdır:Emirler ve Yasaklar.. ki bu,İmam-ı Şarâninin kavlidir.”

“Şayet hakikatların ruhu olmasaydı;bütün yaratılmışlar,cansız kalırdı.”

“Allah Taâla,özellikle cennetteki seçme kullarına öyle bir kisve giydirecektir ki;onun ne belli bir rengi vardır..ne de deseni..

Orada tam bir tecelli vaki olacak olsa..kim dayanabilir ki.?. Cennetteki ağaçlardan bir tanesi olsun;tecelli cihetinden,hakiki vechesi ile meydana çıksa..Cennet ehli ona bakacak takati bulamaz..”

“Hocanın hizmeti,babanın hizmetinden evvel gelir..Çünki,baban senin,bu keder ve sıkıntı alemine gelmene vasıta oldu..Ama üstazın,yani hocan,seni safa alemine çeker..

Pederin seni bu esfel aleme getirdi..Ama üstazın seni,ala aleme aparmaktadır..

Pederin seni,bu su ile çamura karıştırdı;ama üstazın seni,yücelerin de yücesi alemlerin yerlileri arasına kattı..”

“Her ne ki,seni Hakkın zatından perdeliyor;işte günah odur..”

“Sen ki tam hazret alemine geçtin..Yani vahdete erdin..Artık orada:zamanın ve mekanın sözü olmaz..

Ne yana istersen bak..Sana kapalı bir taraf yoktur..”

“Yaratılmış olan her şey,kendi hal dili ile yaratıcısını tesbih eder..Ve,hemen hepsi yaptığı tesbihinde şöyle der:Halıkımı,ona karşı nakıs idrakimden tenzih ederim..”

“Nefse,kelime-i Tevhid anahtarının (La-yok) kelimesi ile gem vurulmuştur. Ta ki,bütün batıl davalarından döne.”

“Her mü’minin iman dolu kalbi,cesedinin kadir gecesidir. Ve her sene de bulunan kadir gecesi ise,o senenin kalbidir.”(Kebiri)

“Bütün peygamberler;rahmetten yaratılmıştır.Ama,bizim peygamberimiz –Sallallahu aleyhi ve sellem- rahmetin aynıdır.”

“Fakih odur ki:Kalb gözlerinden hicabı söker atar.”

“Nefsini bilen Rabbini bilir”hadisinde:”Bu o demektir ki:Her kim nefsinin zelil ve hakir olduğunu anlar ve aczini bilirse;Allah Taâlanın izzet ve kudret sahibi olduğunu anlar.”(Mürsi)

“Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer (R.A.hüma) risaletin halifeleridir. Hz.Osman ve Hz. Ali (R.A.hüma);nübüvvetin halifesi idi.”(Mürsi)

“Rasulullah (SAM) Efendimizin getirdiği şeriat nesih kabul etmez.Çünki o,kendinden evvel gelen ümmetleri getirdiğini camidir. Hepsini eksiksiz getirdi. Ve lüzumu olmayanları da kaldırdı.

Ayrıca kendine has bir özelliği de vardır. ki o;başkalarında yoktur.

Sonra o;sekizinci semadan yani kürsinin bulunduğu kattan nazil oldu. Zira orası tam ve sabit bir makamdır ve zatı ilahi ile kaimdir..hiçbir halde değişmez..

İş bu gerekçe iledir ki;Rasulullah (SAM) Efendimizin getirdiği şeriat nesih yani değişme kabul etmez..Ama diğerleri böyle değildir. Değişirler..şimdiki halleri gibi..”

“Şeytanın adı Ebu Mürredir.ki bu,onun çeşitli adlarından biridir. Yani;acı babası..babası şeytan,acı nefis..

..Çünki o,tadı bozuk bir varlıktır. Nereye girse,orayı mutlaka ifsad eder. Tıpkı hanzele suyunun sütü ifsad ettiği gibi..”

“Efendim,Şazili hazretleri buyurdu ki:-Muhabbet bir kutubtur..Diğer hayırlara gelince..hepsi o kutbun çevresinde gezegen gibidirler.”

“Akılların fazileti ondadır ki,fuzuli işleri terk eder,kinaye yollu anlatmak yeterli iken,sözle anlatmak cihetine gidilen işlerdir.”

“Ey Ensar zümresi..İnsanlar,koyunla,katırla yürüyüp giderken,siz göçünüze beni alırsanız razı olmaz mısınız? Ensar dan cevaben:

-Elbet razı olduk ve olmuşuz.”

“Öbür alemde sevabların ağırlık miktarı,bu alemde uğruna çekilen yorgunluk kadardır.”

“Öğrenci durumunda olan bir kimse,öğretenin ruhundan bir parçadır. Bir şeyden istifade eden bir kimsenin aklı da;o istifadeyi sağlayan kimsenin aklına bağlıdır. Biri asıldır;öbürü de parça.”(Seyyidi)

“Duyduğuma göre;Helal yoldan alınan gıda ile gelişen bir bedeni katiyyen toprak eritmez..çürütmez.yemez..”(Şihap)

“Bir kulu,ilahi yardım sararsa..Onun ömründen her zerre bir seneye bedel olur. Yani;başkalarının ömrüne bakarak..

Amma,Allah Taâla bir kimseden yardım elini çekerse..ömrünün bir senesi,bir zerre hükmünde dahi değildir.”(Berlisi)

“Allahu Taâlanın haram kıldığı şeylerden sakın ki,insanların en abidi olasın.”(Hadis)

“Gözü ama kimse kör değildir. Asıl ama,basireti kör olan kimsedir.”(Hadis)

“Ümmetim arasında her zaman kırk kişi bulunur. Bunların kalbleri,İbrahimin(AS) kalbi gibidir. Allahu taâla onlar sebebi ile kullarından belaları giderir. Bunlara Ebdal denir. Onlar bu dereceye namaz ve oruç ile yetişmediler.” Abdullah ibni Mesud:”Ya Rasulallah! Ne ile bu dereceye ulaştılar? diye sorunca:”Cömertlikle ve müslümanlara nasihat etmekle yetiştiler.”buyurdu.(Hadis)

“Ebrârın iyilik olarak yaptıkları,mukarrebler yanında günah olur.”(Hadis)

“Talib değil,matlub ol. Yani arayan değil,aranan ol.”

“İmanları ileride olanlar,Allahu Taâlaya yaklaşmakta ileride olanlardır. Bunların hepsi mukarreblerdir.”[1]

“Mukarrebler,Allahu Taâla için olmayan her şeyden,yemekten,içmekten,yatmaktan,konuşmaktan sakınırlar. Bunlar,din için niyet etmedikçe hareket etmezler. Yemeleri,ibadete lazım olan aklı ve kuvveti bulmak niyeti iledir. Her şeyleri Allah içindir.”(İ.Gazali)

“Bu ümmet,ümmetlerin en iyisi olduğu ve bu ümmetin peygamberi,peygamberlerin sonuncusu olduğu için,bunların alimlerine,israiloğullarının peygamberlerinin mertebesi verilmiştir. Peygamberlerin vazifeleri,bu alimlere yaptırılmaktadır. Bunun için,her yüz sene başında,bu ümmetin alimleri arasından bir müceddid seçilir. Hele bin sene geçince,geçmiş ümmetlerde bir ulül-azm peygamber (veya rasul) gönderildiği veya onu işi bir nebiye (her yüz senede bir gönderilen peygambere) bırakılmadığı gibi,bu ümmette de,tam bilgili bir alim seçilir. Bu zat,geçmiş ümmetlerdeki ulül-azm peygamberlerin işini yapar.”(İ.Rabbani)

“Harama bakmaktan gözünü muhafaza eden,kendini nefsinin arzularına kapılmaktan koruyan,sünnete uyarak zahirini,dışını süsleyenin,helal lokma yemeyi alışkanlık edinenin feraseti şaşmaz.”(Kirmani)

“Feraset,salih kimseleri temyiz ve teşhis etmek,bulup ayırmaktır.”(İ.Rabbani)

“Feraset,iman kuvvetinden doğmuştur.Kimin imanı daha kuvvetli ise,feraseti o nisbette keskin,şiddetli,isabetli ve doğrudur.”(A.Arvasi)

“İhlassız amel,sahte para gibidir,kabul edilmez.”(Külal)

“Tüsteriye:İnsanın nefsine en çok ağır gelen nedir?diye sorulunca:”İhlastır,der. Ve:”Zira ihlasta nefsin nasibi yani payı yoktur.”

“İhlas ile,uzun yılların ameli,işi,kısa zamanda ele geçer.”(İ.Rabbani)

“İlimlerden öyleleri vardır ki,onları ancak marifetullaha sahib olanlar bilirler. Onlar bu ilimlerden haber verdikleri zaman,marifetullaha sahib olmayanlardan başkası onları inkar edemez.”(Hadis)

Abdullah bin Mübareke:“Hz. Muaviye ile Ömer bin Abdulazizden hangisi daha yüksektir?”denilince:”Hz. Muaviye,Rasulullah efendimizin yanından giderken,atının burnuna giren toz,Ömer bin Abdulazizden kat kat daha yüksektir.”demiştir.

“Büyüklerden istifade edebilmek için kurbu ebdan istemeli,bunun için çalışmalı. Nimetlerin tamam olması,bedenlerin yakın olması iledir. Kurbu ebdan olunamazsa,yakınlık sebeblerini elden bırakmamalıdır.”(İ.Rabbani)

“Kabre yılanlar dışardan gelir sanmayınız. Sizin kötü amelleriniz kabirde sizin için engerek yılanıdır. Dünyada iken yediğiniz adamlar da kabre yılan olarak gelir.”(Abbadi)

“Biz muhabbet şerbetini içenlerdeniz. Bizim muhabbetimizin artmasına sebeb kalblerimize çeşit çeşit zevk bahşeden hadisi şerifler ve salavatı şerifelerdir.”(Dehlevi)

“Dünya sevgisi bütün kötülüklerin başıdır. Günahların başı ise küfürdür,imansızlıktır.”

“Nefsinin arzularına tabi olan,Allahu Taâlaya nasıl kul olur? Ey insan,kime tabi isen onun kulu olursun.”

“Gözümün nuru ve lezzeti namazdadır.” Hadisi”Allahu Taâla namazda zuhur ediyor,müşahede olunuyor. Böylece gözüme rahatlık geliyor.”demektir.”(Dehlevi)

“Malı seviyorsan,yerine sarf et de sana sonsuz arkadaş olsun. Eğer sevmiyorsan,ye de yok olsun.”

“Dünya ne demektir,biliyor musunuz? Gönlüne gelen ve seni Allahu Taâladan uzaklaştıran her şey dünya demektir. Seni O’ndan başka bir şey ile meşgul eden her şey de fitnedir. Bu kısa ömrü,Allahu Taâladan uzaklaştıran şeylere yaklaşmakla geçiren,O’ndan başka şeylerle meşgul olan kimse,ahiretini harab etmiş olur. Bu ise,akıl sahiblerinin yapacağı şey değildir.”

“Kişinin sözü amelinden çok olursa noksandır. Ameli sözünden fazla olursa kemaldir.”

“Allahu Taâlanın bir kulunu sevmediğinin alameti;o kulun,kendisine faydası olmayan boş şeylerle meşgul olmasıdır.”

“Ümitsizlik küfür içinde bir kapıdır. Allahu Taâlanın rahmetinden ümidini kesmek küfürdür.”(Ensari)

“Sabrın alameti şikayeti terk,musibet ve sıkıntıları gizlemektir.”(Harrazi)

“Allahu Taâla kocasına teşekkür etmeyen (ona nankörlük eden) ve onunla yetinmeyen,iktifa etmeyen kadına nazar etmez.”(Hadis)

“Allahu Taâlaya ilimsiz ibadet eden kimse,değirmene bağlı merkeb gibidir. Gün boyunca yürür,fakat hep aynı yerindedir.”(Hz. Ali)

“İnsanlar edebe,ilimden çok daha fazla muhtaçtır.”

“Eğer bir kul ömrü boyunca bir an riya ve nifaksız kalırsa,o bir anın bereketini ömrünün sonuna kadar duyar.”(Menazil)

“Alimleri hafife alanların ahireti,ümerayı hafife alanların dünyası,dostlarını hafife alanların mürüvveti yıkılır.”

“Eğer gıybet etseydim,anamı,babamı gıybet ederdim. Çünki sevablarımın onlara verilmesi daha hayırlı olur.”

“Şu dört cümle,dört bin hadisi şeriften seçilmiştir;Kadına güvenme,mala aldanma,mideni fazlaca doldurma,işine yarıyacak kadar ilim öğren.”(A.bin Mübarek)

“Annemin güzel terbiyesi yüzünden ruhlar alemiyle ilişkim kesilmezdi. Allah’dan gafil olmazdım. Çocukların arasında kendimi devamlı kusurlu görürdüm.”

“Yolumuz sohbet yoludur. İnsanlara hayret ediyorum. Niçin sohbeti istemezler,niçin sohbet meclisine katılmazlar,niçin Allah adamlarının yanında bulunmazlar?Halbuki sohbet ehlinin ev sahibi Allahu Taâla,teşrifatçısı Hz. Ali,sakisi yani su dağıtanı Hızır Aleyhisselamdır. Şayet sohbet etmek için yedi kişi bir araya gelse,yüksek makamlara erişirler ki,aralarında bir Allah dostunun varlığı umulur.

Cehri,açıktan Kur’an-ı Kerimi okumak ve sohbet,evlerden zulmeti giderir. Onun için sohbet olunan evin sahibi bildiği sureleri açık olarak okusun.”(A.Taği)

“Hiçbir ferd yoktur ki,ölüm meleği günde iki defa kapısını çalmasın.”(Kureşi)

“Şarap içmeyi adet eden,Vesene (puta) tapan gibidir.”(Hadis)

-İ.Rabbani anlatır:“Babamın bana:”Ehli beytin sevgisinin,iman ve hüsnü hatimeye yani son nefeste iman ile gitmeye büyük tesiri olur.”dediğini hatırlayınca,can verme anlarında bunu kendisine sordum.”Allahu Taâlaya hamd ve şükürler olsun,o muhabbetle ve sevgiyle doluyum,nimet deryasında yüzüyorum.”buyurdu.(Abdul Ehad)

“Azizim,evvelkiler çok amel etselerdi,az kabul ederlerdi. Şimdikiler az bir şey yapsalar,çok kabul ediyorlar. Bir gümüş verseler,bir altın verdik diyorlar.Çünkü şimdi bid’atlar çoğaldı,nefsin arzuları bir yerde mevcut,zulmet dalgaları ise,birbiri ardınca gelmektedir. Heybetinden öncekilerin ve sonrakilerin titrediği,cinlerin,insanların ve hayvanların dehşetinden şaşırdığı büyük korku geldi. Haşir ve neşir günü çok yaklaştı. Bir bölük cennete,bir bölük cehenneme gitsin,denecek gün geldi çattı. İşte bunları düşünüp uyanmalı,hakikatları gören gözleri açmalıdır. Akıllı gençlere,düşünen yaşlılara yazıklar olsun ki,gaflet pamuğunu kulaklarından çıkarmıyorlar ve gurur perdesini basiret gözlerinden uzaklaştırmıyorlar.

Azizim! Gençlik en büyük nimettir. Elden geldiği kadar en iyi vakitleri,en iyi işlere sarf etmelidir. Kıymetli cevherleri,çocuklar gibi oyuncaklarla değişmemelidir. İstidat toprağınız temiz ve yüksektir. Sakın onu boş koymayın. Yahut bozuk tohum ekmeyin.”(Serbendi)

“Hükümet,tekkeleri değil,boş mekanları kapattı. Onlar kendi kendilerini çoktan kapatmışlardı.”

“Kur’an-ı Kerim şifadır. Fakat şifa,suyun geldiği boruya tabidir. Pis borudan şifa gelmez.”

“Cemiyetteki ruh hastalıklarının sebebi,iman eksikliğidir.”(A.Arvasi)

“Alışkanlık çok çirkindir. İbadet de alışkanlıkla yapılmamalı.Çünkü alışkanlık halini alırsa ibadet adet olur. İbadeti adetten edeplerle ayırmak gerekir.”(A.Hüseyni)

“Allahım! Ben kul oldum,kul oldum, kul oldum.Kulluktaki vazifemi yapamadığımdan utanarak başımı eğdim. Her kul kapısından âzad olduğunda sevinir,mesrur olur. Bense ne zaman sana tam kul olursam o vakit şad olur,neşelenirim.”(Şirvani)

“Allahu Taâla bir kavim için kötülük dilerse,onlara mücadele kapısını açar,onları iş yapmaktan alı koyar.”

“Seni yaratan ne kadar yüce! Yağa benzer bir şey vermiş,onunla görürsün. Kemikle işitirsin. Bir et parçası ile konuşursun.”

“Kul,dünyadaki her halinden kıyamette hesap ve sorguya çekilecek. Hem de gün gün,saat saat. Bu durum da,Allah Taâlayı anmadığı bir an karşısına çıkınca,pişman olur ve kendini parçalamak ister.”

“Ashabı kiramda şu beş haslet vardı:Cemaata devam,Rasulullahın sünnetine uymak,cami yapmak,Kur’an-ı Kerim okumak ve cihad (İslâmiyeti yaymak) etmek.”(Evza-i)

“Şayet Allah’dan başkasını dost edinseydim,Ebu Bekri dost edinirdim.”(Hadis)

“Arif,her gün korku içindedir. Çünki o,hesap vaktinin her saat yaklaştığını yakinen bilmektedir.”(Faris)

“Allahu Taâla ile konuşmak isteyen,Kur’an-ı Kerim okumalıdır.”

“Allahu Taâlayı hatırlamıyanlar,ölüler gibidirler.”

“Yemek yemekten ve ilaçtan kesilen hasta misali,ilim ve hikmetten mahrum kalan kalb de ölüme mahkumdur.”

“Konuşunca Allahu Taâladan konuşanlar,amel edince Allah için amel edenler,bir şey isteyince de Allah Taâladan isteyenler gerçek marifet sahibleridirler.”(Musuli)

“Farzlar insan için sermaye,nafileler ise kar ve kazanç gibidirler. Kar sermaye olduktan sonra meydana gelir”

“Şu beş husus şekavet,bedbahtlık alametidir:Kalb katılığı,ağlamayan göz,hayanın azlığı (yokluğu),dünyaya rağbet etmek,ihtiras ve tulu emel arzusu.”

“Her kim bir binek ve yük hayvanına,lanet olsun,derse o hayvan hal diliyle der ki:Amin,lakin yüce Allaha hangimiz daha fazla asi ise,lanet onun üzerine olsun,der.”(Fudayl)

“Ne kadar yaparsan yıkılacaktır,ne kadar yaşarsan ölünecektir.”(Hacım)

“Her gördüğünü Hızır bil,her geceyi Kadir bil.”

“Herkes yahşi (güzel,iyi) biz yaman,herkes buğday biz saman.”

“Kim hürriyeti murad edinirse ubudiyeti,kulluğu sıkı bir şekilde devam etsin. Hakiki hürriyet Allah’dan başkasına kulluk yapmamaktır.”(Mansur)

Peygamberimiz:“Ölüm keffârettir.” buyurdu. Ölüm günahlara keffaret olunca,ahiret rüsvalığının manası nedir? diye sorulduğunda:”Günah vardır,ölümle affedilir. Günah vardır,kabirde kalmakla affedilir. Günah vardır,kabir azabı ile affedilir. Günah vardır,cehennem ateşini görmedikçe ve cehennem ateşi onu yakmadıkça hiçbir şeyle affolmaz. Buradan o kadar nur götürmelidir ki,bu nur,cehennem ateşini söndürsün ve:”Geç ey mü’min,nurun ateşimi söndürüyor.”desin,cevabını verdi.”

“Günahlar gaflet getirir. Gaflet ise kalbin katılaşmasına sebeb olur. Kalbin katılaşması,insanı Allahu Taâladan uzaklaştırır ve Allahu Taâla dan uzaklık ise,cehenneme götürür.”(Muhasibi)

“Siz onları (sahabeleri) görseydiniz mecnun zannederdiniz. Onlar sizin iyilerinizi görseler:”Bunlar iyilik ve hayırdan nasibsiz kimselerdir.” Kötülerinizi görseler:”Bunlar da müslüman mı?”derlerdi.”(H.Basri)

“İhlas,kulun içi ile dışının aynı olmasıdır.”(Mer’aşi)

“Halka ayrılık acısının tattırılmasındaki hikmet,Allahu Taâladan başkasına güvenmelerini önlemektir.”

“Dünyanın geçici lezzetlerine dalan,hakikatları bulamaz. Bu lezzetlere dalması,onun kuvvetini azaltır.”(İbni Ata)

“Eğer adaletli muamele olunursan,küçük günahlardan bile helak olursun. Allahu Taâla ihsan ile muamele ederse,büyük günahın da olsa kurtulursun.”

“Zulmet nefsin askeri,ordusu olduğu gibi,nurda kalblerin askeridir. Allahu Taâla bir kuluna yardım etmek isteyince,nur askerleri ile imdat edip,zulmetten onu uzak eder.”

“Nimetlerin çokluğu,seni,onların şükrünü yapmaktan seni alıkoymasın.”

“Sözü ve hareketleri ile sana Allahu Taâlayı ve ahireti hatırlatmayan kimseyle arkadaş olma.”(Ataullah)

“Dünya,Allahu Taâlanın evidir. Sahibinin izni olmadan bu evde tasarruf da bulunan hırsızdır.”(İbni Cevzi)

“Rasulullah Efendimizi anlatmak isteyenler,onun güzelliğini ve üstünlüğünü anlatmaya kalksalar,zaman biter,fakat,onun güzelliğini ve üstünlüğünü anlatmakla bitiremezlerdi.”(İbni Farıd)

“İnsan günahlardan sakındığı kadar, Allahu Taâlayı tanır.”(İbni Semmak)

“Dünyanın zevkleri ve lezzetleri boştur. Bunlara kavuşmak için dinini dünyaya değişenler,dininden taviz verenler,rüşvet vererek çerçöp satın almaya çalışmış sayılırlar.”

“Allahu Taâlanın merhameti vardır,diyerek isyana kalkışma,kahrından da korkarak ümidsizliğe düşme.”(İbni Vefa)

“Gıybet;yalancıların meyvesi,fasıkların ziyafeti,kadınların sakızıdır.”(Desuki)

“Lokmayı helaldan temin edebilmek için uğraşmak,geceleri ibadet edip,gündüzleri oruç tutmaktan efdaldir. Çünki her şeyin başı helal lokmadır.”

“Öbür dünyada terazide en ağır amel,burada bedene en zor gelenidir.

“Ya Rabbi! Beni günah alçaklığından,sana taat ve ibadet lezzetine ulaştır.”İ.Bin Ethem)

“Hanımının sıkıntı ve eziyet vermesine sabreden kimseye,Allahu Taâla Eyyub Aleyhisselama verilen sevabdan verilir.”(Ka’bul Ahbar)

“Her kişi kendini görüp bilmeye gelmiştir, görene, bilene ne mutlu.”(Kabuli)

“Her kim nefis kuşunun etini severse, yani nefsine düşkün olursa, onun gönlü gayb alemi fezalarına asla yükselemez ve yüce alemlerde uçmaktan mahrum kalır.”

“İki lirayı gözlerinize koyun, gözleriniz dışarıyı göremez olur. Peki ya binlerce lira ve parayı kalbine koyan, bunlara muhabbet edenin hali nice olur.”( Kazruni)

“Rasulullahı rüyada görmediğim hiçbir gece geçmedi. Her gece rüyada gördüm.”(İ.Malik)

“İnsan ölünce malını varisler, canını melekül mevt alır, etini kurtlar yer. Kemiklerini toprak çürütür. İyiliklerini ve sevaplarını da hasımları alır. Bunlar olacak, Allahu Taâla imanımızı şeytanın çalmasından bizi muhafaza etsin.”

“Bir günahı işlediğin zaman duyduğun zevk,günahın kendisinden daha beterdir.”(Mansur)

“O’nun kapısından başka bir kapıya giden,mutlak zarar etmiştir.”

“Allahın rızasından başka bir şeyi maksud edinenler yolunu şaşırmıştır.”

“Hakiki maksad,Allahu Taâlanın rızasıdır. O’ndan başkasına gidenlere yazıklar olsun.”

“Halıkı alem Allahım ne âlâdır,ne âlâ,kul isyan eder de,yine örter o Aliyyül A’la.”(Kerhi)

“Dünya mel’undur ve dünyaya ait şeylerden Allah için yapılmayanlar da mel’undur. Allahu Taâlanın sevgisi ile,dünya sevgisi bir araya gelmez.

Allahu Taâlanın rızasına kavuşmak için mâsivayı yani Allahu Taâladan başka her şeyi ve bütün maksadları terketmek lazımdır.”(Mazhar)

“Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehid sevabı vardır.”(Hadis)

“Dostların sofrasında yenilen yemeğin hazmı kolay olur. Düşmanın yemeği ise,insana ağırlık verir.”(Meymun)

“İhtiyarlık,gençliğin sonu ve neticesidir. Netice ise,başa bağlıdır. Gençliğini iyi geçirenin,ihtiyarlığının da iyi geçeceği umulur.”

“Kötü kimse,başkalarının ayıplarını saymak isterken,kendini dile getirir.”

Bir kimse bütün ilimleri kendinde toplasa,Allahu Taâlanın rızasına uygun hareket etmedikçe kurtulamaz.”(M.Cami)

“Oruç tutmak,Allahu Taâlanın sıfatıyla sıfatlanmaktır. Zira Allahu Taâla yemekten ve içmekten münezzehtir.”

“Müslümanlık;yapmak,yaşamak,ahkâmı ilâhiyeyi yerine getirmek demektir.”(M.Bakibillah)

“Zulüm yapan,zalime yardım eden ve bu zulme razı olan,bu zulme ortaktır. Zalimin adaletle geçen günü,kendisini,mazlumun zulüm gördüğü günden daha ağır gelir.”

“Cahiller çoğaldığı için,alimler garib oldu.”

“Eğer cahiller susup konuşmasalardı,insanlar arasında ihtilaf olmazdı.”

“Dini bid’attan daha çok yıkan ve insanı tamahkarlıktan daha çok bozan bir şey yoktur.”(M.Cevad)

“Gaflet iki kısımdır: Biri rahmetten gaflet. Diğeri,gelecek olan azabdan,cezadan gaflet. Gafletten rahmet yükselmeyi engeller. Cezadan gaflet ibadetten alıkor. Gafletten kurtulan yükselir.”(M.bin Ebu Verd)

“Sizde bulunmasından en çok korktuğum şey,şirki asğara yakalanmanızdır. Şirki asğar,riya demektir.”(Hadis)

“Şirk,karanlık gecede düz bir taş üzerinde yürüyen karıncanın ayak sesinden daha gizlidir. En aşağısı kötü bir şeye muhabbet ve iyi olan bir şeye buğz etmendir. Din,Allah için sevmek ve Allah için buğz etmekten başka nedir?” Peygamberimiz bundan sonra şu ayeti okudu:”Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki,eğer Allahu Taâlayı seviyorsanız ve Allahu Taâlanın da sizi sevmesini istiyorsanız,bana tabi olunuz. Allahu Taâla bana tabi olanları sever.”[2]

“Haram para ile sadaka veren,cami yaptıran,hayrat yaptıran kimse,kirlenmiş elbiseyi idrar ile yıkayan adama benzer ki,daha çok pislenir.”

“Para,eskiden sevimsizdi. Ama şimdi mü’minin kalkanıdır.”(Sevri)

“Ne zaman oyalanmaktan ve boş şeylerden vaz geçeceksin? Saçın ağardı,zayıflık,ihtiyarlık ve elem geldi,ölüm yaklaştı. Başa gelen bu işten ve gafletten dolayı hayatım boyunca ağlasam ve göz yaşım bitseydi,bundan dolayı kınanmazdım.”(Kudame)

“İnsanlar arasına karışmak,eğer onların haklarını yerine getirmek için olursa,zikr olur.”

“İnsanın izzeti,iman ve marifet iledir. Mal ve mevki ile değildir.”(M.M.Faruki)

“Namaz,seni yolun yarısına getirir,oruç,tam melikin kapısına iletir,sadaka da melikin huzuruna çıkarır.”

“Allahu Taâla bir kuluna verdiği nimeti alıb da karşılığında sabrı nasib ederse,nimete mukabil verdiği (sabır) o nimetten daha efdaldir.”(Ö.bin Abdulaziz)

“İstiğfar etmekle kurtulduk sanırız. Halbuki o istiğfarımız da,bir başka istiğfara muhtaçtır.”

“Sabır insan olsaydı,çok kerim olurdu.”(R.Adeviyye)

“Her şeyi yiyen,her şeyi konuşur. Her şeyi konuşan,her şeyi yapar. Her şeyi yapan,cehenneme gider.”(Erdebili)

“Yapılması emredilen her vazife büyüktür.”

“Dua yapılırken,manevi bir zevk veriyorsa,kabul olacak demektir.”

“Dünya hayatımdan kaybettiğim hiçbir şeye üzülmem. Yalnız secde edemeden geçirdiğim vakitlerime üzülürüm.”(S.bin Cübeyir)

“Geçmiş ümmetlerin hıyanet yapmalarına,kafir olmalarına sebeb,şarap içmektir.”(S.bin Müseyyib)

“Haram yiyenlerin yedi azası istese de istemese de günah işler. Helal yiyenlerin azası ibadet eder. Hayır işlemesi kolay ve tatlı gelir.”

“Eğer Musa ve İsa Aleyhiselamın ümmetinde,İmam-ı Azam Ebu Hanife gibi bir zat bulunsaydı,bunlar yahudiliğe ve hristiyanlığa dönmezdi.”

“Harama bakmaktan sakınan kimse,hiç göz ağrısı görmez.”

“Allahu Taâladan başka yardımcı,Rasulullah Efendimizden başka delil,takvadan başka azık,sabırdan başka amel yoktur.”

“Kıyamet günü,az yemenin mükafatını hiçbir amel karşılayamaz.”(Sehl)

“Her hatayı yapabilirsiniz,fakat bir hatayı iki kere yapmayınız.”

“İnsan yaşlandıkça enaniyet gençleşir.”(Bediüzzaman)

“Az yemeye dikkat! Dolu mide insanı kasavete bağlar.”

“Kuvve-i Şeheviyyenin yemek,içmek,uyumak gibi teferruatında da istikamet lazımdır.”

“Gençlikte insan ne ile meşgul olursa,istidatları onda inkişaf eder.”

“İnsanın kırk yaşına kadar kabiliyet ve istidatları,alışkanlık haline gelir.”

“Günlük içtima-i hadiselerle meşguliyet,kabiliyetlerin inkişafına manidir. Bu noktaya dikkat lazımdır. Zira buna bugün genel kültür herzesi ismini takmışlar.”

“Şimdi oku,kabirde okuyamazsın.”

“Sağırların en beteri kusurlarını işitmek istemeyendir.”(Z.Gündüzalp)

“Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde,fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.”(Bediüzzaman)

“Zaman gösterdi ki,cennet ucuz değil,cehennem dahi lüzumsuz değil.”(Bediüzzaman)

“Güzel gören güzel düşünür,güzel düşünen hayatından lezzet alır.”(Bediüzzaman)

“Zaman ihtiyarlandıkça,Kur’an gençleşiyor;rumuzu tavazzuh ediyor.”(Bediüzzaman)

“İslâmiyet güneş gibidir,üflemekle sönmez,gündüz gibidir,göz yummakla gece olmaz,gözünü kapayan yalnız kendine gündüzü gece yapar.”(Bediüzzaman)

“İman insanı insan eder belki de sultan eder. Öyle ise insanın asıl vazifesi iman ve duadır.”(Bediüzzaman)

“Güneşi kabul etmiyorsanız da,inkâr etmeyiniz.”

“Hayvan olunacaksa;keçi gibi inad,domuz gibi pis,maymun gibi gülünç olunmamalı.”

“Gerçeğe yükselemiyorsanız,alçağa inip alçalmayınız.”

“Çocuk olmak ister misin? denildiğinde,cahil olmak istemediğim gibi…”

“Vermek istemeseydi,istemek vermezdi. Almak istemezsen,vermek istemez.”(Adıyamanî)

“Bir kimse,kölesiyle evladına aynı muameleyi yapamıyorsa,adaletten ayrılmıştır.”

“Dilim bir yırtıcı hayvandır ki,onu bırakırsam beni hemen helâk eder.”

“Müslümanda ümid ve korku aynı olmalıdır. Eğer tartılırsa eşit gelmelidir.”

“İnsanların başına gelen musibetler,ya malından ya şöhretindendir. Bunların haricinde insana zarar gelmez.”(Tavus)

“Tasavvuf,herkesin yükünü çekmek ve kimseye kendi yükünü çektirmemektir.”

“Zikir bir kazma gibidir ki,onunla gönülden yabancı duygu dikenleri temizlenir.”

“Söz söylemek,dilin gönülle,gönlünde Hak ile olduğu zaman makbuldür.”(Ahrar)

“Dünyalığa düşkün olmayınız. Ondan sadece ihtiyacınız kadar akınız. O aldığınız da helal yoldan olsun.”

“Helalın hesabı,haramın cezası vardır.”(Veki’)

“Yüksekliği aradım,tevazuda buldum. Başkanlık aradım,halka nasihatta buldum. Neseb aradım,takvada buldum. Şeref aradım,kanaatta buldum. Rahatlık aradım,zühd de buldum. Zenginlik aradım,tevekkülde buldum.”(Karani)

“Midenize inen lokmanın haram veya helal olup olmadığına dikkat etmedikçe ne yapsanız kurtulamazsınız.”

“Bir kimseye öğüt vereceğiniz zaman,ona ibadetlerin ehemmiyetini anlatın. Zira,deniz yolculuğuna çıkan kimse için gemi ne kadar lazım ise,ibadetlerde insanlar için o kadar lazımdır.”(Vüheyb)

“Koğucunun zararı,sihirbazın zararından daha çoktur. Koğucu az bir zaman içerisinde öyle zarar yapar ki,sihirbaz onu bir ayda yapamaz.”(Yahya)

“Ölümü bir tabağa koyup çarşıda satsalardı,ahiret ehli,başka bir şeye bakmayıp onu satın alırdı.”

“ Tövbeden sonraki bir günah,tevbeden önceki yetmiş günahtan daha çirkindir. Kalb ve beden hastalıklarımız için en iyi ilaç,günahı terk etmektir.”

“Para akreptir. Panzehirin yoksa,onu eline alma. Çünki seni sokar ve öldürür.Paranın panzehiri,helal yoldan kazanıp,meşru yere sarf etmektir.”

“Kıyamet günü fakirlik ve zenginlik tartılmayacak,fakirliğe ne ölçüde sabredilmiş ve zenginliğe ne ölçüde şükür edilmiş ise,o hesab edilecek.Mesele çok fakir veya çok zengin olmak değil,çok sabretmek veya çok şükretmektir.”

“Bir müslümanı medhedemiyorsan,bari kötüleme,faydalı olamıyorsan bari zararlı olma,sevindiremiyorsan hiç olmazsa üzme.(Razi)

“Hoca çocuğa,Besmele okur,çocuk da söyleyince,Allahu Taâla,çocuğun ve anasının ve babasının ve hocasının cehenneme girmemesi için sened yazdırır.”(Hadis)

“ Allah yolunda yürümek isteyen bir kimse için,en büyük tehlike;bu yolda olmayan kimselerle beraber olmaktır.”(Yusuf)

“Her kim ki helaldan kazandığı bir mal ile Allahu Taâlanın rızası için hac etse,anasından doğduğu gün gibi günahsız olur.”(Hadis)

“Ey insan! Dilini tut ve ona kement vur. Seni sokmasın. Çünki o bir yılandır. Kabir,kendi dillerinin kurbanlarıyla doludur. Bu kurbanlar öyle kimselerdi ki,babayiğitler bile kendileriyle karşılaşmaktan çekinirlerdi.”(Ensari)

“Benim kadar hiç kimse eziyet çekmedi. Hz. İbrahimin ateşe atılması bela değildi. Hz. Zekeriyyanın parça parça edilmesi sıkıntı değildi. Bela ve sıkıntı,bizim başımıza dökülendir. Bizi,gök ve yer ehlinin önüne geçirdiler. Ve Adem Aleyhisselamın zürriyetinin günahlarını,benim şefaat eteğime bağladılar.”(Hadis)

Rabia-i Adeviyeye sordular ki:“Sen şeytana düşman mısın?”, “Hayır”dedi. “Niçin?” dediler.”Ben dostla o kadar meşgulüm ki,başkası hatırıma gelmiyor.”

Büyüklerden birine:”Dünya neye benzer.”dediler.”Dünya,benzeri olmaktan daha aşağıdır.”dedi.

“Allahu Taâla evliyanın ruhlarına öyle bir kuvvet verir ki,çeşitli şekillerde görünebilirler. Bedenleri mezardan çıkmaz. Ruhları şekil alıp görünürler.”(Cündi)

“Bizden önceki büyüklerimizden duydum:”Sünnete sarılmak,insanın dünya ve ahirette kurtuluşuna vesiledir. İlmi yaşatmak din ve dünya işlerinin iyi olmasını temin eder. İlim giderse,din ve dünya da gider. Her şeyin nizam ve intizamı bozulur.”(Zühri)

“Yemekle dolan midede hikmet durmaz.”

“Ruhun sıhhati az günah işlemek,bedenin sıhhati az yemektedir.”(Mısri)

“Allahu Taâlanın kullarına verdiği ilk ve en büyük nimeti,onların kalblerini imana açması ve kalblerine imanı yerleştirmesidir.”(A.bin Müsafir)

“Ahilik teşkilatının umdeleri:”Ahi ve şeyh helalinden kazanmalıdır. Teşkilat mensublarının hepsi sanat sahibi olmalıdır. Cömert olup yoksullara yardım etmelidir. Alimleri sevmeli,gereken hürmeti göstermelidir. Namazlarını zamanında kılmalı,kazaya bırakmamalıdır. Alçak gönüllü olmalı,fakirleri sevmelidir. Nefsine hakim olup,haramdan kaçınmalıdır. Beylerin,zenginlerin kapısına gitmemelidir.”

Ve bir Ahinin üç şeyi açık olmalıdır:

“1)Cömert olup eli açık olmalı,fakat israf etmemelidir.

2)Misafire kapısı açık olmalı,gelene ikramda kusur etmemelidir.

3)Sofrası açık olmalı,aç geleni tok döndürmelidir.

Üç şeyi de kapalı olmalıdır ve üç şeyine de sahib olmalıdır:

“Gözüne,Diline,Beline…”(Ahi Evran)

“Ağzıma lüzumsuz bir lokma koyduğum zaman,oradan lüzumsuz bir söz çıkar.”(Havari)

“Kısmetinden gezdiren yer yer seni,

Arş’a çıksan,akibet yer, yer seni.”(Ahmet İ. Kemal)

“Türkiye’nin ve İslâm aleminin kurtuluşu Allahu Taâlanın izniyle,ancak Müslüman-Türk millet sayesinde mümkün olabilir ve böyle olacaktır.”(Ahmed es-Sünusi)

“İlmin yararlı bir halde bulunması için,onun bulunduğu yer olan kalbin temiz olması lazımdır.”(Sayrafi)

“Cebrail Aleyhisselam dört bin sene de iki rekat namaz kıldı ve:”Benim kıldığım namaz gibi bir namaz kılan var mı?”diye düşündü. Bunun üzerine Allahu Taâla:”Muhammed ümmetinin her türlü kusurla,noksanla kıldıkları iki rekat namaz,indi ilahide,senin kıldığın bu iki rekat namazdan daha hayırlı ve makbuldür. Çünki sana,böyle bir namaz kıl diye emretmedim. Onlara emrettim ve mükellef tuttum. Onların emre uymaları sebebiyle kıldıkları ve kılacakları namaz bana çok sevimli ve makbuldür.”buyurdu. İşte emre uymak böyle büyük bir şereftir.”(Ali Hafız)

“Günahın küçüklüğüne bakma,fakat kime karşı asi olduğuna bak.”(Birgivi)

“Ana ve babanın evladlarına duaları,bir peygamberin ümmetine olan duası gibidir.”(Bişri Hafi)

“İki yüz yılından sonra sizin en iyiniz,hafifül haz olandır,yani zevcesi ve çocuğu olmayandır.”(Hadis)

“Bir gün Cafer-i Sâdıka sordular:”Allahu Taâla faizi niçin haram kılmıştır?” Buyurdu ki:”İnsanların birbirine iyilik yapmaları,ihsanda bulunmaları için,Allahu Taâla onu haram etti. Faiz haram olmasaydı,birbirine karşılıksız iyilik yapan kalmazdı. Yapılan her iyiliğin karşılığı olarak dünyada menfaat bekleyen çok olurdu.”(C.Sadık)

“Kadir gecesi,o senenin kalbidir. İman dolu bir kalbde,içinde bulunduğu cesedin kadir gecesidir.”(D.İskenderi)

“Alimlerin etleri zehirlidir. Kim koklarsa hastalanır. Kim yerse ölür.”(D.Ö.Ruşeni)

“İrfan sahiblerinin kalbi,acaba nasıl mahzun olmaz ki? Benim onlardaki amele baktığımı görürler.. Şayed o ameller arasında bir kötüsü varsa;-Sen öyle bir şekil al ki;seni yapana o yüzle çıkasın. Şeklinde talimat veririm. İyiliği varsa,ona da şöyle anlatırım:-Sen de bir suret giy.. Ama şanına layık bir şekilde.. Ve sahibine öyle çık.”(M.Neferi)

“Bu arş öyle bir arştır ki;tarifi imkansız..Rabbe hicab olan mukaddes manalardan bir tanedir. Kaldı ki,ifa ettiği vazife de pek önemlidir. Şayed o,bir açılacak olsa..Bu alemi baştan sona yakar.,hem de göz açıp kapayacak kadar az bir zaman içinde.. Belki de daha az bir zaman içinde…”(M.Neferi)

“Zat,sıfattan ayrılmaz. Ve sıfat,zatı tesbih eder. O ki bu tesbihi yapar;Allahu Taâla,onun bu tesbihinden geceyi ve gündüzü yaratır.”(M.Neferi)

“Allahu Taâlayı darıltan günahın alameti odur ki;sahibi dünyaya rağbeti izleye…”(M. Neferi)

“İman gözünü keskin eyle ki;her şeyin içinde,her şeyin yanında,her şeyle beraber,her şeyin üstünde,her şeyden yakın ve her şeyi kuşatmış vaziyette Allah Taâlayı bulasın.”(E.H.Şazili)

“Peygamberlerin hemen hepsi,Hakka açılan birer gözdür.”(E.H.Şazili)

“Dünyada her kal’a fethedilir. Fakat iman kal’ası asla fethedilemez.”(C.R.Atilhan)

“Bismillahirrahmanirrahim”(Cüneydi Bağdadi) Ancak bu onun gerçek hayata atmış olduğu adımın ilki olduğundan her şeyin başında söyleneni,o yine başta söylemiş. Her ne kadar zahiren son görülse de…[3]

-Hayat’da Allah’la olan Ulu Sultan Abdulhamid Han,ölürken de son sözü “Allah” olmuştur.

-Ebu Talib’in peygamberimiz için söylediği söz=”Bizim Muhammedi teslim etmemiz için çoluğumuz,çocuğumuzla kamilen ölmemiz lazımdır.”der.

-Hz. Fatıma:H.II. 3 Ramazan,28 yaşında iken gusül eder,yeni elbiselerini giyerek yatar. Son söz olarak da:”Ben şimdi ruhumu teslim edeceğim. Beni kimse ğasl etmesin ve açmasın,der.

-İmam-ı Azam son söz olarak:”Gasbedilmemiş,temiz bir toprağa gömünüz beni.”der.

-Muallim Naci’nin son sözü:”Hak- perestim,arzı ihlas ettiğim dergah bir

Bir nefes Tevhid’den ayrılmadım,Allah bir.”

-Bazı mizahcılar mizahlarını öldükten sonra da sürdürürler. İşte;Kani ve son sözü:”Fatiha dilencisi değilim. Mezarıma Fatiha yazmayın.”

Kırklanmış,kırk yıllık Kani,olur mu Yani?

-Hz. Ali der:”Neden bilmem. Dört millet şu dört şeyden uzak kalmışlardır:

Acemler birlikten,Türkler şefkatten,Hindliler cömertlikten,ve Arablar da hasislikten.”[4]

-Çocukları iki şey harab eder:Süslenmek hevesi,şarap sevgisi.(Hatifi)

-Su değilim ki her çör çöple imtizac edeyim;bulut değilim ki herkese inci yağdırayım.”

“İğne gibi keskin uçlu isen de sırrını açığa vurursun.”(Esirüddin)

“Dünyada kadınların seçkini onu ele geçirmekle kocasının yüzü daima gülendir.”(Firdevsi)

-Mevlâna Mesnevisi’nde;Biri Beyazid-i Bestami’ye:“Kürkünüzden bir parça lutfetseniz de teberrüken üstümde taşısam.”demiş. Hz. Beyazid’de:”Oğul;sen çalışta adam ol. Yoksa Beyazidin kürkünü üstünde taşımak değil,derisini yüzüb içerisine girsen bile faydası olmaz.”demiş.[5]

-“Birisi:Muhammed kadehinden o kadar içtim ki,nihayet mest oldum.”demiş. Hz. Beyazid’de:”Muhabbet şarabını kase kase içtim,lakin ne şarab bitti,ne de benim hararetim geçti.”demiştir.”[6]

-“Yahya bin Muaz:”Bazıları,biz bir makama vardık ki,namaz kılmaya ihtiyacımız kalmadı,diyorlarmış.

Evet varmışlar amma cehenneme”der.[7]

-“Silsileye-zincire- bağlı olan bir yere gidemez,her ne kadar (kötülükle) ittiham edilse de…”

-Hz. Ali der:”Ey altın ve gümüş;benden başkasını avutun ve aldatın.”

-Resulü Ekrem:”Helal mal,salih kimse için ne iyidir.”dedikten sonra;su geminin içine girerse onu batırır,altında bulunursa onu yüzdürür.”

-“Bu zamanda İslâmın terâkkisi,maddeten terâkkiye mütevakkıftır.(bağlıdır.)”(Bediüzaman)

-“Servetin deniz gibi de olsa ondan istifaden,mideni bir günlük dolduracak miktardan ibarettir.”[8]

-“Gül bitip de gül bahçesi harab olunca,gül kokusunu nereden arayıp bulalım?”

-“Rasulullah ve ashabı olmayınca nereye varayım ki?

Onun nurlu yoluna…

-Derd müzmin,hal perişan,doktorlar çaresiz,artık ben kime varayım?

Gerçek sahibine…

-Yaşlı a’manın birisi şöföre:”Oğlum,beni son durakta indir.”der.Şöför indirir. Ancak adam evini bulamayınca,ordan geçen birine;Evladım burası nere?der. O da cevaben:Kabir! der.

-Zenginin biri feryad-u figan eder:”İflas ettim…iflas ettim..

Oysa kıyamet kopup,mizan terazi kurulmadı ki…

-“Müflis;mizanda iyi ameli olmayandır”(Hadis)

-Adamın biri;Allah bu kadar insanları tekrar nasıl diriltir?diye sorar.

Onlardan daha fazla olan sinekleri,bir senede yarattığı gibi…

-Hayatımız sana bağlı,diyen öğrencisine öğretmen;bana değil,sağlam kazığa bağla,der.

-“Tahtadan yapılmış bir uzun kutu,

Baş ucu geniş,ayak ucu dar.

Çakanlar bilmez ki bu boş kutu,

Yarın kendileri dolduracaklar.”(N.Fazıl)[9]

Hadis-de:”Beş cürme mukabil,beş ceza vardır:

Bir kavim;Ahdini bozarsa,Allah onlara düşmanlarını musallat eder.

Allah’ın emirleri hilafına hüküm verirlerse,aralarında fakru zaruret yayılır.

İçlerinde fuhuş yayılırsa,ölümde çoğalır.

Kileyi,teraziyi eksik ölçer ve tartarlarsa,memleketlerinde bitki bitmez,kıtlığa uğrarlar.

Zekat vermiyecek olurlarsa,beldelerine yağmur yağmaz.”buyurmuştur.[10]

Mevlâna:”Bizim mesnevi vahdet dükkanıdır. Orada Vahidden başka ne görürsen,o puttur,”der.

-Tarihlerde yazar ki:”Emevilerden Velid bin Abdulmelik’in inşaata merakı vardı. Onun asrında halk da yapı yaptırmak hevesine düşmüştü.

Süleyman bin Abdulmelik obur denecek kadar pis boğazdı. Devri ahalisi de türlü türlü yemek pişirtmek ve fazla fazla yemek yemekle meşgul olmuştu.

Ömer bin Abdulaziz abid,zahid,adil bir zat idi. Tebaası da –velev riya tarikiyle olsun- namaz kılmak,Kur’an okumak,tesbih çekmek gibi şeylerle iştiğal ederdi.

Denilmiştir ki,insanlar hükümdarların itikad ve itiyadına uyar.”

Mevlâna:”Yeşil felek toprağı yeşertir.” Yani gökten yağan yağmurun feyziyle zemin yeşerir.”der.

Ebu Hureyre’den:”Kalb beden memleketinin hükümdarıdır. Hükümdar iyi olunca tebaası ve askerleri de iyi olur. Hükümdar kötü olunca tebaası da,askerleri de kötü olur.”[11]

-Mevlâna der:”Bir Allah adamının kalbi incinmedikçe,Allah hiçbir kavmi rüsvay etmez.”[12]

-Seyyid Şerif Cürcani Tarifat’ın da Nefi Mutmainneyi şöyle tarif eder:”Kalbin nuruyla tenevvür edip,kötü sıfatlardan temizlenen ve Ahlakı Hamide ile tezeyyün eyleyen nefs..”[13]

-Bir kocakarı,ne oluyor bu aynalara ki,insanı ne kadar çirkin gösteriyorlar. Eski aynalar böyle değildi.”der.

-Vaktiyle adamın biri parasızlıktan yem alamamış,seyis gelip hayvanın yemi yok,der. Dedikçe,-La Havle-,deyip kızar,seyisi savarmış. Bir gün merkebe binince,merkeb çöker. Buna ne oldu,diye sorunca,seyis:”La Havle yediği için,Velâ Kuvvete,oldu der.[14]

-Mukallibul Kulûb olan Allah,senin kalbini yüzlerce sevdaya bağlamış ve sonra da o yüz sevda ve muraddan birini vermeyerek kalbini kırmıştır.”[15]

-Molla Cami’den:”Nâ-mahrem yüzüne bakmakla gözün cünüb olunca,ona nedamet yaşlarıyla guslettir.”[16]

-Karamanoğlu Mehmed Bey yayınladığı fermanında:”Bugünden sonra,divanda,dergahta,mecliste,meydanda Türkçeden başka dil konuşulmaya.demişti. Ya şimdi? Yabancı dilden başka dil konuşulmaya. Yabancı isimler altında Reklam tabelaları bulunmaya- mı?

-Mâ-Lâ-Lem-Leyse;bu dört lafız Kitabullah da,Allahı tenzih için kullanılmıştır.[17]

-Bir noktadan çıkan kainat,bir kara delik tarafından yutulmaktadır. Tekrar aslına rücû etmektedir. Bir nokta,çekirdek,tohum,toprak ve spermden yaratılan insan ve varlıklar da aynı noktaya irca edilmektedirler.

-Mülkü geniş mülk sahibinin,cehennemi de geniş,herkesi ve her şeyi alacak kapasitede…

-Mânanın hakimiyeti daimidir,geçici madde manaya hakim olsa da…

-Gerek şuurlu ve gerekse de şuursuz olarak,dünya sahnesinde oynanan oyunlar,Senaryoyu yazan ve yazıldığı yerle bağlantılı olacaktır.

-Köksüz insan,köksüz ağaç gibidir.

-Allah’ı bildiğimiz ölçüde,Allah tarafından biliniriz..Sevdiğimiz ölçüde de seviliriz.

-Görünmeyen ve görmediğimiz şeyler;bilgisiz ve ihatasızlığımızdandır. Bildiklerimizi bile ne kadar tarif etmekte ve bilmekteyiz?

-Her yaşın bir yakışığı vardır.

-Eğlenceler şarap gibidir. Uyutur,unutur,uyuşturur.

-Dünya ve içindeki her şey ve de madde; hakim değil,mahkumdur.

-İntihar,ruhun bocalamasıdır.

-“Ey insanlar! Sizden evvel geçen ümmetlerin yol ve mesleklerine ve adetlerine karış karış ve kulaç kulaç elbette uyarsınız. Hatta onlar bir kiler deliğine girmiş olsalar,sizde onlara uyarsınız.”(Hadis)

-Nuh kavmi Tufanla,Ad kavmi Rüzgarla,Semud Yıldırımla,İbrahim Sivrisinekle,Şuayb Gökten inen Ateşle,Lut zelzele ve gökten inen taşlarla helak olmuşlardır.

-“Büyük günahlardan içtinab edersen bir vakit namaz,diğer namaza kadar ikisinin arasında geçmiş olan günahlara keffârettir.”[18]

-Hükemâdan:”Rum kavminin hikmetleri, dimağlarındadır. Zira;terkibât-ı acibeye kadir değillerdir. Hindlilerin hikmetleri, evham ve hayalatlarındandır. Yunanlıların hikmetleri,kalblerindedir. Zira; ulumu akliyeyle iştiğal ederler. Arapların hikmetleri,lisanlarındadır. Zira;lisanları pek tatlıdır.”mervidir.[19]

-Cenazesine bir çok meleklerin katılmasından dolayı,ayağının ucuna basan peygamberimiz ve Cebrâilin de:”Ölümünden arşın ihtizaza geldiğini”söylediği Sa’d bin Muaz’a kabri muamelesi konusunda şöyle der:”Fesübhanallah! Kabir Sa’d bin Muaz’ı da sıkarsa!!!” Ya bizi…

Eşhuru Hurum;Zilkade,Zilhicce,Muharrem ve Receb. Bu dört aya denir. Bu aylarda işlenen günahlar,diğer aylardaki günahlardan,ondaki sevablar da diğer aylardaki sevablardan daha fazladır.[20]

Rasulullah:”Dünya yüzüne gece ve gündüzde yağmur yağmadık bir saat yoktur. Binaenaleyh;her saat ve her dakika semadan yağmur ve bereket yağar,lakin Allahu Taâla dilediği beldeye yağdırır ve istediği kullarını mesrur eder.”

İbni Mes’ud-dan,Rasulullah:”Her sene semadan yağmur,miktarı muayyen üzere nazil olur ve bir kavim isyan ederse Allah Taâla onların yağmurunu ıssız çöllere ve başka kavme ve beldelere tahvil eder.”[21]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Vakıa.10.

[2] Al-i İmran.31.

[3] Ergun Göze’nin-Meşhurların son sözleri-kitabından,meşhurların son sözleri.

[4] Diyorlarki.R.E.Ünaydın.sh.275-347)

[5] Mesnevi. Tahirul Mevlevi.Age. 1 / 46.

[6] Age. 1 / 72.

[7] Age. 1 / 72.

[8] Age. 1 / 75.

[9] Age. 1 / 84.

[10] Age. 1 / 120.

[11] Age. 5 / 1331.

[12] Age. 7 / 383.

[13] Age. 7 / 388.

[14] Age. 6 / 70.

[15] Age. 12 / 1152.

[16] Age. 1 / 134.

[17] Bak. Tefsir-i Kebir.Terc.Heyet. 19 / 172.

[18] Hülasatül Beyan.Konyalı M.Vehbi Efendi.6 / 2443.Hadis.Ebu Hureyre’den.

[19] Age. 6 / 2110.

[20] Bak. Tevbe.36.

[21] Hülasat-ül Beyan.age. 10 / 3848.