Şuurdan Damıtmalı Şiirlerim

suurdan damıtmalı siirlerim




YILANIN IZDIRABI

YILANIN IZDIRABI

Seyahat meşakkat olmasına rağmen seyahatten yorulmaz,tedirgin olmazdı. Ama bir şey onu tedirgin ederdi;oda namazı kaçırma korkusu.

Nitekim bir gün hanımıyla beraber binmiş oldukları otobüste,yolculardan çok,kesilmiş tavuklar vardı.

Namaz vakti gelmiş,vakit daralmıştı. Şoförden uygun bir yerde,birkaç dakikalığına durmasını,namaz kılacaklarını söylediklerinde aniden sert ve ters tepki gösteren şoför,bahanesini de bir af ve korunma sebebi olarak eklemekten de geri kalmadı. Eğer durursa Tavuklar kokacaktı. Bir an evvel götürmesi gerektiğini söylüyordu.

Bu insanlar her ne kadar kapı ve kapıları kapatsalar da bir kapı açık olurdu,o kapıdan girilir, bu insanlara yaklaşılabilirdi. Aksi takdirde onlar bizden uzaklaşırken,bizde kendimizden uzaklaştırmış oluruz.

Bu düşünceyle yanına yaklaştı ve sordu:

-Şu anda rot çıksa ne yaparsınız?

Soru ağır,ancak cevabı kolay olmakla beraber,biraz da basitçeydi,yani kaçamaklı idi.

-Allah Kerim!

-Ancak Kerim olduğunu söylediğiniz Allah-ın namazını da kıldırmıyorsunuz! Bu nasıl iştir,deyip yerine oturdu. Ancak yerine oturmayan birisi vardı. O da Vicdanı. Boş durmuyor,içten içe şoförün gözünün önünden geçmişten geleceğe uzanan şeridler geçiyordu. Bunlar önceki sözden daha ağır ve acı idi. Onun kadar dayanılması da güç idi.

Çok sürmedi. Bir yerde duran Kaptan,kendisini hiç bu kadar muhasebeye çekmemişti. Biraz minnetle,birazda eziklikle geriye dönüp kendisini irşad edene;

-Haydi namazınızı kılın!

Namazını kılıp otobüse döndüklerinde yılların içerisinde biriktirdiği acıyı dışına vurup,hafiflemek ve rahatlamak istiyordu. Bu düşünceyle;

-Ben faizcilik yapıyorum. Faizcilik yapan adamın namazı olmaz. Babam da faizcilik yapardı. Dört defa da Hacca gittim. Bir gün bir rüya gördüm. Babam dağa tırmanıyordu. Ancak tepesine varmadan tekrar aşağıya yuvarlanıyordu.

Bir yandan da bu durum devam ederken,bir yılan devamlı onu sokmaktaydı.”

Sürekli süren bu senaryonun acısını hissediyor,bu kirli yüzle de Allah-ın huzuruna çıkılamayacağı fetvasını kendi kendine veriyordu. Demek ki,babası gibi kendiside sıkıntıda,akibetinin endişesini adeta yaşıyor gibiydi.

Rüyadan anlaşılan odur ki;babası kötü durumdaydı. Nasihata,yardıma ihtiyacı vardı. Bunun üzerine kendisine,babasına dua etmesi söylenildiğinde,yarası bir daha deşilmiş gibi,diğer sıkıntısını dile getirdi;

-Niye edeyim?? Malını öbür kardeşime verdi,o yapsın!

Günahın ve hesaplaşmanın boyutu büyüktü.

Dünyada iken faizle insanları zehirleyip kanını emenlere,kabirle başlayan yılanın ızdırabı bir hakikat olarak buradakilere de görülmekte ve gösterilmekte idi.

Bu yolculuktan da bir ders ve bir ibret alınmıştı.

Daha kim bilir bizleri bekleyen,alınması gereken nice ders ve ibretler vardı!!!

31-07-1998 – MEHMET ÖZÇELİK




ZİRVEYE ÇIKIŞ

ZİRVEYE ÇIKIŞ

Nereden ? Evet,nereden ve nerelerden?

İşte bunlardan birisi de Kütahya’lı heykeltıraş Hüseyin amca…

Kendisinin içkiyle başı dertte,içki mübtelası. Hayatını şişenin içerisine hapsetmiş birisi. Daha doğrusu mahbushanesiydi onun. hürriyetini orada arayan bir mahbus. İçerisine düşmüş,düşürülmüş çıkamıyordu.

Bir el uzansa da,düştüğü yerden onu çıkarsaydı!

Yine böyle bir gece;kendini kaybetmiş,kendinden geçmiş olarak eve gitmek niyetiyle işyerinden ayrılmıştı.

Ancak ayakları sahibsiz,kendisini başka yerlere götürüyordu. Kendide bunun farkında değildi. Eve değil,şehrin dışına çıkıyordu.

Bir türlü eve varamayışı saatler sonra biraz olsun onu düşündürmeye başladı. Geç fark etmişti. Ancak yinede bilemiyordu nerede olduğunu ve nereye gideceğini!

Kısır dolanmalar,dönmeler ve beklemeler bir netice vermiyordu.

Bu vaziyette iken,karşısına çıkan birisini fark eden Hüseyin amca ondan meded ummak üzere seslendi.

-“Beyefendi! Beni heykel tıraş,Hüseyin beyin evine götürür müsün!!”

Ancak bu kişi şaşırmış ve şaşkınlıkla beraber oralı olan bu kişi bu sefer kendisine sormuştu;

“Heykeltıraş Hüseyin sensin Ya!!!”deyince,şaşkınlaşma sırası Hüseyin amca da başlamış,bunu hissettirmemek içinde;

“Canım,beni işte oraya götür,bulamıyorum orasını…”demişti.

Ve işte başkası tarafından yıllarca gittiği evine böyle götürülmüştü Hüseyin amca!!

Nereye? Evet,nereye,nerelere?

Düştüğü girdaptan çıkmak istiyordu. Vicdan azabı içerisinde idi.

Ve nihayet iman hakikatları bir çok emsali gibi onunda imdadına yetişmişti. Artık eskisi değil,eskilerden değildi. Dünyaya yeni gelmiş gibi hissediyordu kendisini.

Bir gün ziyaret amacıyla iş yerine varıldığında,görülen durum hayret vericiydi!

Dükkanının tabanını betonlayacağa benziyordu. Ancak bu kadar derince kazmaya ne gerek vardı? Çokça neden kazdırıyordu? Sanki define arar gibi bir hali de var gibiydi! Gene de kendisi bilebilirdi!

Kendisine bunun sebebi sorulduğunda,inanaraktan yapmış olduğu bu işin nedenini şöyle anlatmaya başladı:

Kardeşim! Ben burada eski içkici arkadaşlarımla çok işret etmiştim. İçtiğim içkiler taa bunun kaç metre derinliklerine kadar gitti,biliyor musun? Ona kavuşub çıkarıncaya,o toprağı oradan atıncaya kadar kazacağım!!”

İman ona bunu yaptırıyordu. tıpkı İslâmdan önce Ömer,İslâmdan sonra Ömer misali…

Nereden,nereye!!

Esfel’den A’laya…

Gerçek insana,zirveye çıkış…

MEHMET ÖZÇELİK




PERDE ARKASINDA YAHUDİLİK

PERDE ARKASINDA YAHUDİLİK

Bütün menfi izm ve hiziblerin altında;ideoloji ve teorilerin altında hep yahudi yatmaktadır. Dinin katili Marx onlardan,Namus tüccarı Freud onlardan,insan ve insanlık düşmanı Darwin onların evlatlarından,yani anlayacağınız aynı soydan ve aynı sülaleden,maymunlar güruhundan… İnsan kasabı Lenin yine aynı köksüz kökten… Kısaca,dünyayı ateşe verenlerin tüm öncülerini onlar temsil ederler.

Hadiste:”Yanında fakire sadaka verecek kadar parası olmayan kimse Yahudiye la’net etsin.”[1]

Lanet olsun Yahudi sana… Ey mel’un…Mel’unla yarış içindesin. Acaba sen mi ondansın,Yoksa omu senden?

Allah’ın kendilerine bir çok nimetler verdiği[2] yahudi milleti,nankör ve zalim bir millet olarak her devirde bu nankörlüklerini sürdüre gelmişlerdir.

Şimdiki işgal edilen Filistin ve civarı ve mukaddes sayılan Kudüs ve diğer mahaller her üç din için yani yahudi,hristiyan ve müslümanlarca da kudsiyyet ifade eder.

Şimdiki bu kutsal mahaller Abbasiler döneminden Salahaddin-i Eyyubi (1187),I. selim (1516) ve II. Abdulhamid’in ferasetli ve dirayetli mücadeleleri ile ta 1916’ya kadar elimizde ve hakimiyetimizde kalmıştır.

Kurnaz ve siyasi dehasıyla 1918’de ellerine geçiren İngilizler;1922’de dünyanın çeşitli yerlerinde zillet ve sekinet içinde yaşayan yahudilerin buraya göçünü sağlayarak 1947’de bilfiil binlerce yıllık hayalin gerçekleşmesine sebeb olmuşlardır.

“Yahudi milleti hubbu hayat ve dünya-perestlikle ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeğe müstahak olmuşlardır. Fakat bu Filistin meselesinde,hubbu hayat ve dünya perestlik meselesi değil,belki enbiya-i beni israiliyenin mezaristanı olan filistin o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle bir cihette bir ehemmiyeti hissi milli ve dini olmasından çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı,çabuk meskenete girecekti.”[3]

“Türklere dinlerini ve din temsilciliğini feda ettirmek şartıyla,sun’i istiklal işinde gizli anlaşmanın müessiri tek kelime ile yahudiliktir. Buna me’muru müşahhas kimse de,şimdi Mısır Haham başısı bulunan Haim Naumdur. Bu Hayim Naum,bu korkunç teşebbüse evvela Amerika’da Türkler lehinde bir seri konferans vermek ve emperyalizma şeflerine,Türk’ün maddesini serbest bırakmaları,buna mukabil ruhunu,ta içinden ve kendi öz adamlarına yıktırma fikrini telkin etmek suretiyle başlamıştır. Yani Masonluk hasebiyle Kur’an-ın ahkamını kaldırmak;milleti dinsiz yapmak. Hayim Naum müthiş planının zeminini Amerika’da hazırladıktan sonra İngiltereye geçmiş ve halis yahudi olan Lord Gürzon ile temas ederek şu teklifte bulunmuştur:

“Siz Türkiyenin mülki tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmi temsilciliklerini,ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum.”

Ve;”Şeriat-ı Ahmediyeye ihanet eden o dehşetli şahsın mühim bir kuvveti yahudi olduğu…”[4]

Yahudi kendi hakimiyeti için her şeyi mübah görür. Hedefe varmak için maddeyi,parayı,altını,basını kendine muhtaç etmek ve kabul ettirmek için gayet acımasızca kullanır.

Evvela dini ve ailevi bağları yıkarak toplumları kontrolü altında tutmaya çalışır. gençliğe ğayrı meşru her şeyi meşru ve mübah göstererek onlara sahib olmaya ve kendi düşünceleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışır.

Yahudiler bulundukları yerlere uymaya,kendilerine uydurmaya çalışırlar. Ta ki şaibesiz gibi görünüp,rahat hareket edebilsinler.

1991 Türkiye Haham başılığı fahri danışmanlar kuruluna başkan olan Prof. Selim Kaneti şöyle der:”Musevi dinine bağlı olmak,Musa aracılığıyla iletilen Tora’ya inanmak,onun hayat felsefesini temel edinmek,yaşamını ona göre sürdürmek,hayat tarzını Tora’nın ve Talmud’un doğrultusunda sürdürmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin yasaları,kamu düzenine uyulması şartı ile öyle bir yaşam ve ibadet tarzının yürütülmesini tamamen serbest bırakmıştır. Bu bakımdan Türkiye Cumhuriyetinde Musevi kimliğinin korunmasında devletten gelen hiçbir zorluk yoktur.”[5]

Başkaları yahudileri sürerken,bizler onları içimize almış,barındırmışız. Besle kargayı,oysun gözünü,kabilinden durumlarla karşılaşmışız.

İspanya’dan tard olunan 40 yahudi ailesini Edirne’de yerleştirmiş,tapuya kaydetmişiz. İngiltere de yaşayan yahudiler buna binaen II. Abdulhamide teşekkür telgrafları tesbit olup,artık tarihe mal olmuştur.”[6]

Yahudiler önlerinde en büyük engel gördükleri İslâmı ve müslümanları yıkmak uğruna,İslâmı araştırıp inceler ve onun hakkında bir şeyler yazarak,aralarına bir şeyler sıkıştırıp,hurafeler ilave ederek,özellikle dinin ikinci kaynağı olan Hadis hususunda –Hadis uydurmak- suretiyle tahrib etme yolunu ihmal etmezler. Yahudi Goldziher ve eseri –Dırasat-ı Muhammediye-gibi…

Yahudilerin gerçekleştirmeye çalıştıkları üç hedefi:

1)Osmanlıyı yıkmak.

2)İsrail devletini kurmak.

3)Türkiye,Mısır,Suriye,Ürdün ve Suudi Arabistan devletlerinin önemli ve büyük çevresini de kapsayacak şekilde Büyük İsrail-i,Süper İsrail-i,İsrail imparatorluğunu kurmak…

Bütün bu sayılan devletlerde cereyan eden ciddi olaylar sakın –Süper İsrail-in ayak sesleri olmasın? Duymuyoruz Da?

Yahudiler[7]; La’netlik[8], Vahşi[9] ve de İbni Abbas’ın da rivayet ve tefsiri üzere Akılsız[10] bir millettir.

“İnsanlardan akılsızlar şöyle diyecekler” Burada –Akılsızlar- Yahudilerdir,der,İbni Abbas…[11]

Bu vahşet aynı zamanda öyle bir vahşet ki,kol kırmadan,tehcir-e,her türlü zulmü reva görme caiz kılınmıştır.

Kültür ve sanat merkezi Weimar şehrinin tepesinde kayın ormanları içindeki bir nazi toplama kampında insanlara;-boynunuz ölçülecek-diye enselerinden kurşunlanıyor ve değişik şekilde öldürülen 250 bin kişi daha sonra fırınlarda yakılmak üzere toplanılıyorlardı.[12]

İşte tam bir yahudi vahşeti…

Amerikan hahamlar komitesinin gizli genelgesinde;yahudilerin hakimiyet planları şöyle açıklanır:

“Bütün dünyanın Fethi için”Gizlidir. Bütün Yahudilerin Dikkatine-

Gayemize ulaşmak üzereyiz. 1. ve 2. cihan harpleri planlarımızı ziyadesiyle ileri götürdü,tatbikata koydu. Milyonlarca hristiyanın birbirini öldürmesinde,birbirini kırmasında,kalanların da bize her hangi bir zarar vermemesinde muvaffak olduk. Ahmak hristiyanları tam kontrolümüz altına alabilmek için artık yapılacak pek az şey kalmıştır.

Dünyayı ele geçirmeden evvel işte size son talimatımız:

1-Radyo,TV,Sinema,Basın,Mecmua ve Kitaplar üzerindeki kontrolümüzü daha çok arttırmağa devam ediniz.

2-Çocuklarınızı Hukuk,Tıp,Eczacılık,gibi bütün kazançlı meslek ve ticari sahalarda eğitiniz ve yahudi olmayanları bu gibi ticaret ve meslek sahalarından uzaklaştırınız.

3Yahudi olmayanların okullarını ve kolejlerini bizim sosyal devrimlerimiz için birer eğitim kampı haline getiriniz.

4-Hristiyanlık dinini alay edici hale getiriniz. Halkı hiziplere ayırınız. Kiliseye inançlarını zayıflatın.Davamız kazanılıncaya kadar Mason,Kardeşlik ve Yoldaşlık inancını genişletiniz.

5-Yahudi olmayan kadınların ve çocukların ahlakını bozunuz. Onları ahlaksızlığa sürükleyiniz.

6-Yahudi olmayanların mahkemelerini bozup perişan ediniz. Kanunlarını ve anayasalarını bizim yorumumuza uygun hale getiriniz.

7-Sınıfları birbirine düşürünüz. Zencileri beyazlara karşı kışkırtınız.

8-Politikacıları satın alınız. Ve onların mahalli,milli hükümetlerini çalışmaz,işlemez hale getirmeye devam ediniz.

9- Yahudi olmayanları ve Hristiyanları kitle halinde aşılayarak,uyuşturuculara alıştırarak,sularını kirleterek,kafadan sakatlatıp tımarhanelik ettirerek ve medeni kanunlarını bozarak tahrib ediniz. Perişan ediniz.

10-Eisenhover,Dulles,Lodge ve Warren gibi istekli,arzulu kişileri kullanınız. Bunlar bizim emirlerimizi yapacaklardır.

11-Merkezi Avrupa ve Orta Doğudan Amerikaya göç edecek,halkımızın göçünü kolaylaştıracak planlar yapınız.

12-Paranın kontrolünü bizim lehimize sıkı tutunuz.

13-Ordu,Donanma ve Hükümette kilit noktalara ve mevkilere daima yahudileri yerleştirmeğe devam ediniz.

14-Bu Amerikan Cumhuriyetini tahrib etmeli ve yerine yahudilerin kontrolünde olacak,devlet sosyalizmi ile yönetilecek bir demokrasi koymalıyız.

15-İş hayatını kontrole devam ediniz,sürekli huzursuzluk çıkartıp her türlü entrika ile şiddet ve anarşiye,grevlere devam ediniz.

-Bilhassa bu metotlarla bu ülkeyi (Amerika) yoksulluğa,mahrumiyete,moral bozukluğuna,iflasa götüreceğiz. İç harbe (isyana) sürükleyeceğiz ve böylece düşmanlarımızın miktarını azaltmış olacağız.

-Rus bolşevik harbi bizi Rusyanın patronları yaptı. Son dünya harbi de İspanya hariç,bizi Asya ve Avrupa’nın patronları yaptı.

-Emrimiz altındaki Birleşmiş Milletler Teşkilatı ile İsrail’i meydana getirdik. Şimdi bu hazinemizi inkişaf ettirip Dünya Hükümet Merkezi haline getireceğiz. Yeni çıkacak bir harp te bizi Amerika’nın patronları haline getirecek.

-Varlığımızın devamı için bu belgeyi yok edin. Yahudi olmayanlar tarafından herhangi bir sorguya çekilirseniz,hatta yemin ettirilerek sorguya çektirilirseniz,size Talmut’da bildirildiği gibi bildiklerinizi inkar edin. Bu konuda herhangi bir bilgi vermeyiniz. Eğer bu bilgiler bu talimat hristiyanların eline geçerse ne korkunç ve vahim sonuçlar ortaya çıkacağını size hatırlatmanın bir gereği yok. Bu işin ne vahim sonuçlar doğuracağını hatırdan çıkarmayınız.”[13]

“Yahudilerin ruhları,nasıl çocuk babadan bir parça ise,o şekilde Allah’dan bir parça oldukları için,diğer ruhlardan ayrılırlar. Talmud;Tenasuh (Reenkarnasyon) inancını da kabul eder. Tenasuh inancı;Babil ve Hind’den gelmiş,babil hahamları da onu babillilerden almışlardır.”[14]

(Alem şümul bir yahudi devleti Kurmadan önce) ki protokolden:”Darwin,Marx ve Nietsche’nin başarılarını,önceden biz tertip etmiştik. Yahudi olmayanların,bu ilimlere yönelmelerinin gayri ahlaki tahribatı açıktır. Fakat milletlerin ahlak ve temayüllerini bozacak şeyleri araştırıp öğrenmemiz gerekir.”[15]

Yahudilik de evlilik ise:”Evliliğin sahih olabilmesi için gerekli yaş,erkeklerde 13,kızlarda 12’dir. Fakat bu yaşa gelmeden önce de ergenlik alametleri belirenlerin evlenmesi caizdir. 20 yaşına geldiği halde evlenmemiş olan laneti hak eder. Çok kadınla evlenmek de,hiçbir sınır olmaksızın şer’an caizdir. İslamiyet gelmeden önce ne Tevrat’da,ne de nebilerin ahkamında,çok kadınla evliliği ve onların sayısını sınırlamayı nehyeden bir hüküm yoktur. Tam aksine,Tevrat’da,nebilerin ve nebilerin dışındakilerin çok kadınla evlenmelerini ifade eden sözler vardır. Yahudi din adamları,bunu dört kadınla sınırladılar. Karailer de bunu kesin olarak benimsediler.

Gustave Le Bon diyor ki:” Başlangıç da çok kadınla evlilik,Beni İsrail de,çok yaygın idi. Ne medeni kanun,ned dini hükümler buna karşı değildi.”[16]

Papa Batra şöyle diyor:”Allah’ın erkek çocukları rızıklandırdıklarına ne mutlu.”[17]

Tevrata göre zina eden kadınlar öldürülür. Talmud bunun yahudi olan kadın için geçerli olduğunu söylerken,yahudi olmayan başkalarıyla zinayı caiz görür. Bu durumda o kadınlar hem hayvan olarak değerlendirilir,hem de bunu yapmanın yahudiler için bir hak olduğunu iddia ederler.”[18]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] El-Acluni. Keşful Hafa ve Müzilül İlbas. No:2605,2 / 277,Bak. Zafer derg. 1990.Temmuz.

[2] Maide.20.

[3] Emirdağ Lahikası. B. Said Nursi. 2 / 44.

[4] Age. 2 / 104-105, Bak. Şualar. B. Said Nursi. 507,427, Bakara.61,Al-i İmran.112,A’raf.152.

[5] Zaman gaz.29-10-1992.

[6] Agg.14-11-1993.

[7] Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır. (Heyet) 1 / 313-314, 336-337, Hadislerle Müslümanlık. Y. Kandehlevi. 1 / 27,İslam Peygamberi. M. Hamidullah. 1 / 546, İslam Tarihi.(Medine Dönemi) A. Köksal. 1 / 255 ve sonrası, 2 / 41-42,207, 3/5,15-16, 5/388, 7/104,130,200,204,247, Sözler. B. Said Nursi. 373-374, Mektubat. B. Said Nursi. 250,391, Zafer Derg. 1988.Mayıs,sh.3-5,Haziran-sh.16,Ağustos-sh.15,26-30, Sur Dergisi. 1988. Mayıs-Haziran-Ağustos ve 1990-Ocak-Mart.,Tefsir-i Kebir. F. Razi. (Heyet) 3 / 55,239

[8] Bakara.88,120,135,Nisa.46,Maide.13,64,78,41,51,82,

[9] Tevrat’dan (Kitab-ı Mukaddes) sh.34,168-169,197,216,219,236,286.

[10] Bakara.142.

[11] Tefsir-i Kebir.age. 1 / XXI.

[12] Türkiye gazt.6-Ocak-1992.

[13] Yörünge haftalık haber dergisi. 21-Şubat.1993.Sayı.115,sh.18,Avustralya’da yayınlanan:”Herald-Sun”(18-Nisan-1991) tarihli gazete de de yukarıdakiyle benzerlik arzeden plan yayınlanmış bulunmaktadır.(Bak. Zaman gazt.18-Nisan-1991)

[14] Prof. A. Çelebi.Çevr.A.M.Büyükçınar,Ö.F.Harman.sh.282.

[15] Age.sh.297-298.

[16] Age. 318-319.

[17] Age. 320.

[18] Age.285.




ÜLFET HASTALIĞI

ÜLFET HASTALIĞI

Ülfet bir hastalık,bir kalınlık ve bir kabalıktır.

Ülfeti delmek,onu kırmak için fikir süzgecinden süzmek,akıl rendesinden geçirmek gerektir. Onu korumak değil,mümkünse korunun arkasına atmalı. Uzağında yatmalı.

Onu delmekle,onun arkasındakileri hatırlamak,üzerinde düşünmek,aynı yolda giderken bazı adımları kısa,uzun ve değişik atarak farklılıkları fark etmek gerek.

Ülfet bütün bu incelik ve farklılıkları ortadan kaldırarak mezar hayatı gibi,hayatı monotomlaştırmaktadır.

Hayat faaliyettir. Ülfet atalet ve tenbelliktir. Değişmeye ve değişikliğe tahammülü yoktur.

İnsanların ve özellikle müslümanların hakikatı görmelerine perde ve engel olan bir alışkanlık hastalığıdır ülfet.

Kafir için küfür ve dalalet ne derece tehlikeli ve zararlı bir yol ise;onun gibide mü’min için en tehlikeli hal ülfet durumudur.

Eşyanın iç yüzünü ve mahiyetini görmeye engeldir ülfet.

Bediüzzamanın ifadesiyle:”İnsanları fikren dalalete atan sebeblerden biri;ülfeti,ilim telakki etmeleridir. Yani me’lufları olan (alışmış oldukları) şeyleri kendilerince malum bilirler. Hatta ülfet dolayısıyla adiyata (adet haline gelen ve getirdiği şeyleri) teemmül edip (düşünüp) ehemmiyet vermezler. Halbuki ülfetlerinden dolayı malum zannettikleri o adi şeyler birer harika ve birer mu’cize-i kudret oldukları halde,ülfet saikasıyla onları teemmüle,dikkate almıyorlar,ta onların fevkinde olan tecelliyatı seyyaleye,im’an-ı nazar edebilsinler. (baksınlar) Bunların meseli deniz kenarında durup,denizin içerisindeki hayvanata ve sair garib halatına bakmayarak yalnız rüzgar ile husule gelen dalgalara ve şemsin şuaatından (ışığından) peyda olan parıltısına dikkat etmekle Malik-ül Bihar (denizlerin sahibi) olan Allah’ın azametine delil getiren adamın meseli gibidir.

İnsanların arza ait malumat ve müsellematı bedihiyatları ülfete mebnidir. Ülfet ise;cehli mürekkeb (tam ve katmerli bir cehalet) üstüne serilmiş bir perdedir. Hakikata bakılırsa zannettikleri ilim,cehildir. Bu sırra binaendir ki;Kur’an ayetleriyle insanların nazarını me’lufatları olan şeylere çeviriyor. Ayetler,necimler gibi ülfet perdesini deler atar. İnsanın kulağından tutar,başını eğdirir,o ülfetin altındaki havarikul adat (üstün adetler) mu’cizeleri o adiyat içerisinde gösterir.”[1]

Kur’an-ı Kerim alışkın olmadığımız,bilmediğimiz ve görmediğimiz ve görülemeyecek şeylerden bahsetmemektedir. Bizce bilinen ve aşina olduğumuz şeylerden bahseder. Bu tarz bir bahis de,bakıp düşünmeye,düşünüp anlamaya,anlayıp idrak ederek,iman ve marifette kemal noktaya sevk etmek içindir.

Ve Kur’an sık sık âyetlerin sonunda –Bilmiyor musunuz?- Akıl etmiyor musunuz?,diyerek bildiğimiz ve gördüğümüz şeyleri ülfet dolayısıyla perdelediğimizden sık sık o perdeyi aralar ve açar. Önemli olan ülfeti delmek ve yırtmak. O halde ülfetten âzâde olarak bakalım:

-İnsan ve kâinatın aslı bir damla sudan. Bir damla sudan,bir şeyden her şeyi yaratmak,ancak her şeyin yaratıcısı olan Allah’a mahsustur.

-Yine camid,cansız,şuursuz,kör,sağır,ölü,ruhsuz,vicdansız,ilimsiz,kudretsiz,binlerce özelliklerden mahrum,yok olma yolunda giden bir topraktan ve tabiatdan;yiyecek,içecek,giyecek gibi şeylerin çıkması,alınması ve temin edilmesi Allah’dan başka kimin işi olabilir?

-Güneşi gaz yağsız,is-siz,pis-siz bir şekilde asırlardır yandıran,intizamla döndüren kimdir?

-Yer yüzünde insanları ve hayvanları gezdiren,denizlerde balıkları yüzdüren,havada kuşları uçuran kim ise;güneşte de,ay ve diğer alemlerde de oraya münasib varlıkları yaratıb yaşatan yine O’dur.

-Meyve ve sebzelerin,tad ve koku,renk ve şekillerine bak! Bir de odun olan ağaç ve toprağa bak! Ondan onu çıkaran kimdir?

-Bir yanda ot ve saman,öbür yanda cifenin yanından geçip kandan oluşan ve dönüşen gıdalı,safi ve berrak süt. 14 kilo ağırlığındaki bir hayvanda bir kilo kan olurken,140 kiloluk bir montofon inekte 10 kilo kan bulunmaktadır. O inekten onca süt alınırken kanın tükenmesi ve süt alındıktan sonra hayvanın kilosunun devamlı düşüp kaybolması gerekmez mi? Oysa değişen bir şey olmamaktadır. O halde bu süt nereden geliyor?

-Yenilen yiyeceklerden her varlığa mahsus dikilen elbise,aza ve organların tanzimi kimin işi olabilir?

-Dil etten,göz kulak ve akıl da. O halde konuşan,gören,işiten o organlar değil de başka organlarda olabilir mi? Mesela el,parmak da o işi yapabilirdi,bir engel mi var?

Şu koca kâinat nasıl dönüyor? Bir an dursa veya hızını arttırsa kim bilir nasıl olur? O halde onu bu halde kimdir çeviren?

-Günlerin hatta ay,yıl mevsimlerin peş peşe şaşırmadan gelmeleri,gece gündüzün birbirini takib etmesi tesadüfün eseri olabilir mi?

-Güneşin ışık ve huzmelerinin atmosfer süzgecinden süzülerek gelib,zararlı ışınlar olmasından bizleri kurtaran,milimi milimine dünyayı güneş ile arasındaki ölçülü mesafeye çakan ve oturtturan kim olabilir O’ndan başka?

-Yediğimiz bir yumurta;civciv,tavuk ve horoz oluyor. Diğer bir yumurta deve kuşu olurken,diğer yumurta da havada uçan kuş oluyor. Bütün organları hep o yumurtanın içinde teşekkül ediyor. O halde düşünmek gerekmez mi nasıl oluyor? Kim yapıyor bunları?

-Evet kim yapıyor bu alemde olan işleri? Kim yapabilir bunları O’ndan başka?Madem her şey var,o halde bir yapanda olması gerekmez mi?

-Et’den kemik çıkıyor. 200 gramlık dil,çeşitli dilleri ve her şeyi konuşuyor. Yiyeceklerin tatlarını birbirinden ayırıyor. Küçücük göz koca alemi temaşa ediyor,seyrediyor. Kulak sesler alemini işitiyor. O aleme açılan birer kapı ve pencere oluyorlar. Kalb küçüklüğüyle beraber arşla boy ölçüşüyor. ilahi tecelliye ma’kes ve ayna oluyor. Akıl levhi mahfuza,hayal alemi misale,ruh ruhlar alemine,kısaca maddesi maddeler alemine,manası maneviyat alemine bir nümune…

-İnsanı bir özet ve fihriste yapan,kainat kitabını yapandan hariç düşünülebilir mi?

-“İnsanlar acaba deveye bakıb da biraz olsun düşünmezler mi? Deve nasıl yaratıldı? Göğe bakmazlar mı (boşlukta)nasıl kaldırıldı? Dağlara bakmazlar mı,nasıl dikildi? Yer küreye bakmazlar mı,nasıl serildi?”[2]

“Eğer haramlarda,içki gibi sarhoş edici olsaydı,dünyada ayık insan olur muydu? Kaç kişi?”

Bu zatın sözünde olduğu gibi günahkar insanları sarhoş gibi görmek,iç yapılarına vakıf olmak ancak alışılmışlığın dışında bir nazar ile bakılmakla anlaşılabilir.

“Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.”[3]

Buda ehli imanın ve ehli salâtın simalarına aksetmiş olan iç alemlerinin bir aynasıdır. O halde insanları neye göre değerlendiriyoruz? Toplumda alışıla gelen değerlere göre değil mi?

-Ağır gemilerin insanların istifadelerine sunularak,batmadan yüzmesinde,gökten inen bir su ile ölmüş yer yüzünün dirilmesinde,binlerce çeşit çeşit canlıların yer yüzüne yayılmasında,rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları sevk edip döndürmesinde varlığına deliller yok mu?

-Bunca delillere rağmen görmeyen,işitmeyenler kendileri de diğer varlıklar gibi midirler? Yoksa körü körüne yanlışta olanların,anlamamış olanların peşinde mi gitmektedirler?

-Yıldızlar birer harita mı? Neyi göstermekte,neye işaret edip,nereyi aydınlatmaktadır? Düşünülmesi gerekmez mi?

-Tonlarca elektrik yüklü şimşeği çaktıran,toprağın gübre ihtiyacını temin eden,atmosferi bir terzi maharetiyle diken kimdir? Kimin maharet ve ustalığıdır?

-Rızıklarımız nereden gelmekte,kim göndermektedir? Oysa devamlı rızka,havaya,suya muhtacız ve aciziz. Yoksa yapan biz miyiz? Yaptıran bizim kuvvetimiz mi?

-Kışta ölmüş tabiatı,yazda dirilten ondan başkası olabilir mi?

-Yılların sayısını ve hesabı bildirmek üzere aya takvimcilik yaptıran o değil midir?

-“Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri sayısıncadır.”Madem öyledir. Her şeyden O’nun varlığına açılan pencereden O’nu görmeli,önümüze gaflet ve ülfet perdesini çekmemeli…

-Koyunların üremesi köpeklerinkinden az olduğu,bununla beraber koyunlar devamlı kesilip yenildiği halde ,koyunların çok köpeklerin az olmasının sırrı nedir?

-Âdem’den kıyamete kadar ki koyunların,keçi gibi hayvanların sütleri toplansa,sütten deniz,arıların balları toplansa baldan nehirler,ırmaklar,okyanuslar,koyunun yününden;ipek böceğinin ipeğinden yer yüzü halıyla donatılmaz mı? Elbette bunları O’ndan başka kim yapabilir?

-Kendimizi hatırlamıyor,unutuyor muyuz?

-Kâinatta görülen,peygamberlerin gösterdikleri mu’cizeleri görmüyor,işitmiyor muyuz

-Bunca işleri düşünemiyor muyuz? Yoksa düşünmek,düşündürülmek mi istenilmiyor?

-Hak ile batıl,cennet ile cehennem,pis ile temiz,hiçbir olur mu? Bunları ayıramayıp aynı kefeye koymak adaletlice bir iş olur mu?

-O’nu görmek için yer yüzünü gezmek,gök yüzüne bakmak yetmez mi?

-Bize indirilen kitabı okuyup,anlamıyor muyuz? Oysa o anlaşılması için indirilmiştir. Hitab bizedir. Şan ve şerefimizde,her şeyimizde ondan başka nerededir? Ne

-Göz görürken,kalb mi kör? Günah boyumuzu aşarken hala şaşkın mıyız?

-Güneşi doğudan kim doğurur? Batıdan kim batırabilir? O doğunun da rabbi,batınında rabbi değil midir? İddia ettikleri şerikler onu batıdan doğurup,doğudan batırabilirler mi? Yoksa zoru mu tavsiye ediyorum? Kolay yapılacak bir şeyi seçsinler?

-Dünya fani,ahiret ezeli ve ebedi. Hangisi hangisine tercih edilebilir? Ebedi zatı bulmak için fani şeylere ömür sarf edilebilir mi? Ebedi zatı,ebedi arasak yeri değil midir? Ebede ve ebediliği netice veren şeylere rağbet edilmez mi? O halde hala oyun ve eğlence niye? -Nereden geldiğini bilmeyen,nereye gideceğini bilebilir mi? Yoksa meniden geldik,gübre olmaya mı gideceğiz? Kıymetli olarak basit gübreyi netice vermek için mi yaratıldık? Ne çirkin bir düşünüş! Ne kötü bir dönüş! Tam kafire layık ve müstahak…

-Şeytana ve nefse mi aldanıyoruz? Her şey gibi gençlik de elveda diyor. O halde neye güveniyoruz?

-Ölüme benzeyen uykuya dalıb,ondan uyanan biz miyiz? Yoksa uyandırılıyor muyuz? Ashab-ı Kehf uyanamamıştı. Üç yüz seneye ve dokuz ilave edilen süreye kadar…

-Müstahkem kalelere sığınmakla ölümden kaçamayan ve ölümü öldüremeyen bu insanların kaçışı nereye? Eynel mefer?

-Yol ikidir. Mahkum olmak. Ya ona kulluk da mahkumiyet ki;en şerefli bir mahkumiyet. Oda kainata hükmedici bir güce sahib olunarak…O’na mahkumiyette aleme hakimiyet vardır. Hakikatte zaten hakim değiliz ki.. Kader,kudret ve Allah’dır Hakim…

Yada nefsin zebunu,cehennemin mahkumu olmak.

-Sıkıştığımız anda kime koşuyoruz? Kimi çağırıyoruz?

-Arı nere,bal nere? İpek nere,ipek böceği nere? Onlar ondan çıkabilir mi?

-Gökten başımıza yağmur gibi meteor taşları yağmıyor. Demek yağdırılmıyor. Kar ve dolu,rüzgarında tesiriyle top olup zararlı kütleler haline gelmiyor. Demek getirilmiyor.

-Hayvanların dizginleri bizim elimizde mi? Bir isyana kalksalar onları biz mi durduracağız? Onları itaatkar yapan biz miyiz? Deve itaat etmese,biz mi ona bineriz,yoksa omu bize? Her şeyin dizgini Allah’ın elindedir.

-Ahirette ise bütün bu perdeler kalkacaktır. Her kes her şeyi perdesiz olarak görecektir. Her kes rabbi kim olduğunu görecek ve bilecektir. Bütün hakikatlar gün yüzü gibi ortaya çıkacaktır. Ülfet,gaflet,dalalet gibi şeyler tekrar geldikleri gibi ademe ve cehenneme atılacaktır. Hiçbir şeye karşı gaflet edilmeyecektir. Zira gafleti gerektiren sebebler ortadan kaldırılmıştır. Sebebler yok,doğrudan doğruya esma-i ilahiye ile karşı karşıya kalınacak,sebeblerin hakiki sahibi görülecektir.

– 29-9-1992

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Mesnevi-i Nuriye. B.Said Nursi.Sh.196-197,Bak.Lem’alar.B.Said Nursi. II.Nota.Sh.119,Muhakemat.B.Said Nursi.Sh.43.

[2] Ğaşiye.17-20.

[3] Fetih.29.




YAŞ KIRKBEŞ YOLUN YARISI

YAŞ KIRKBEŞ YOLUN YARISI

Abdurrahman bey ev sahibi olan Cemal beyden razıydı. Yıllardır evinde oturmaktaydı. Bir sıkıntısınıda görmemişti.

Ancak yaşı kırkbeş olduğu halde hâla namaza başlamamış,Cuma namazlarına bile gitmemişti. Her görüştüklerinde de,artık kılması gerektiğini,başlamasını ona hatırlatırdı. Her seferinde de,daha ömrünün var olduğunu söylerdi.

Yine bir akşamüzeri köşede karşılaştıkları ev sahibi Cemale;namaza başlamasını,artık yaşının 45 olup,ömrünün geçtiğini hatırlatmıştı.

Bu sefer Cemal durmuş,yaşımda ne varki,daha kırkbeşindeyim. Daha nice yıllar önümde beklemekte. Kılarım elbet bir gün.

Abdurrahmanı yine atlatmıştı. Ancak Azrailin nerede gezmekte olduğundan da habersizdi. Daha nice yııları vardı,yaşayacakdı…

Tıpkı şairin 35 yaş şiirinde:Yaş 35 yolun yarısı / Dante gibi kaldık ortasında…

Ancak iki yıl sonra şair gitmiş,yaş 35 yolun yarısı değil,sonu olmuştu.

Cemalde yaş 35 yolun yarısı diye düşünüyordu. Ancak Cemalin şair kadarda şansı yoktu.

Abdurrahman eve gelmiş,hanımına yemeğini getirmesini söylemişti.

Mutfakta yemek ile meşgul olan hanımı,hâla yemek getirmemiş ancak telaşlı telaşlı Cemalgilin evinde bağırtılar geldiğini,herhalde Cemal beyin ölmüş olduğunu söylüyordu.

Abdurrahman ise hanımına kızıp,hâla neden yemek getirmediğini oysa daha yeni Cemal beyle kapının önünde konuştuklarını,bir yanlışının olacağını söylüyor,bir türlü inanamıyordu.

Ancak iş gerçekti. Ayrıldıklarında Cemal bey birden rahatsızlanmış,hastahaneye kaldıramadan ansızın ölmüştü.

Yolun yarısı değil,sonu idi. Kendisini takib etmekte olan Azrail,emanetini almıştı.

Yaş kaç? Yolun neresi?

MEHMET ÖZÇELİK




YARATILIŞDAKİ KASID VE İNÂYET

YARATILIŞDAKİ KASID VE İNÂYET

Her şey bir kasıdla ve bilerek yaratılmakta,bir gaye ve hedef maksad olarak düşünülmektedir.

Her şey bir kâsıdın kasdıyla vücuda çıkmaktadır. Alemde ve yapılan işlerde bir tesadüf olmayıp bir plan,bir proje ve hesaplar çerçevesinde;hedef ve sonucu bilinerek ve bildirilerek,görülerek ve de gösterilerek,kasdedilerek,baş ile son arasında bir münasebet, muvazene ve tevafuk çerçevesinde akmakta ve varlığını bu minval üzere devam ettirmektedir.

Her şeyin arkasında şu iki gaye bulunmaktadır;Kasıd ve İnayet…

Bediüzzamanın bir çok yerde nazara verdiği bu iki nokta ile alakalı olarak:”Binaenaleyh,bütün mesâlihin,fevâidin ve menâfiin mercii olan ve kainata hayat veren bir nizam,elbette ve elbette bir nazımın vücuduna delalet ettiği gibi,o nazımın Kasd ve hikmetine de delalet etmekle,kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.”[1]

Ve arkasından bu nizamı ayakta tutan bir İnayet vardır.[2]

Her şeyde bir Kasd ve onun arkasında da bir İnayet vardır. Kasıdda bir irade,bir ilim,sahib olunan bütün isim ve sıfatların desteğiyle bir takdir ve kader vardır.

Bunların mukadder hedefine giderken Allah’ın Rahmet,Rahman,Adalet gibi sıfatların desteklediği bir inayet,nusret,yardım ve destek gibi,varlıkları bir yandan Kayyum ismiyle ayakta tutarken,bir yandan da onların varlıklarını Baki ismiyle de devam ettirmektedir.

Kasıdda binler hikmet,inayette de rahmet ve şefkat tebarüz etmektedir. Kasıd ve inayetin olmaması demek;her şeyin başıboş,plan ve proğramsız,gayesiz olmasıyla beraber,inayet desteğinin olmamasıyla da her şey sahibsiz olarak,desteksiz kalacaktır, yıkılacak ve yokluğa kaymış olacaktır.

Kasıdda bir takdir,İnayette de bir himayet vardır.

Belli bir hedefe doğru kasdeden Allah,o yolda o varlıkları himaye edip koruyan yine odur.

Belli bir hedefi gaye edinen bir insan neticeyi elde etmek için bütün vasıtaları adeta seferber eder,Allah’da ezeli iradesiyle kasdeddiği gayeyi elde etmek için bütün kainatı seferber etmiş,inayetiyle desteklemiş,adeta bütün yatırımlar o neticeyi alma yoluna müteveccih olmuştur.

İnsana düşen bu kasıd ve inayetle giden yolda o gayeye muhalefet etmemek,ona muvafakat etmektir. Aksi takdirde çarkın dönüşüne aykırı hareket eden çarkın arasında kalır.

Esir maddesinden en büyük cirim ve cisimlere kadar tam bir kasıd ve inayet hüküm sürmektedir.

MEHMET ÖZÇELİK

[1] İşarat-ül İ’caz.96-97.

[2] Age.96-98,Mektubat.B.S.Nursi.274.




VÜCUT MES’ULDÜR

VÜCUT MES’ULDÜR

Evet, “ Vücut mes’uldür. Adem ise mes’ul değildir.”[1]

Verilen her şey suale tabidir. Onda bir mes’uliyet vardır. Adem;yani olmayan ve verilmeyen bir şey ise;suale tabi değildir.

Bir gerdanlık şeridi gibi,yokluktan çıkarılıb,insan ve müslim sıfatına yükseltilen şu insana takılan nimetler bir mes’uliyet ister. Bu bir şereftir ve bir ihsandır. Bir kalite ve seviyedir. seviyelilik,seviyelice seviyeyi korumayı ve arttırmayı gerektirir. bütün koşturmacalar hep o seviyeyi yakalamak ve arttırmak üzerine cereyan etmektedir. Her ne kadar bazen yönü ve değerlendirmesi değişse de.

Verilmeyen,yani yokluk ve adem ise; yok olduğundan suale tabi olmadığından,yok-dan varlık olan sualde yoktur. Meseleye verilmeyen ve verilmeme açısından bakacak olursak,verilmediğinden bu bir kayıp ve eksikliktir. Ancak liyâkattır. Mesela; Erlik-den çıkıp orgeneralliğe kadar yükseliş vücut olup,mes’uliyeti de aynı oranda yükselir ve farklılıklaşır.

Bir öğrencinin okula kaydı bir seviyedir. İmtihanı ise,seviyesinin tesbitidir. İsyanı neticesindeki tardı ise; hakkıdır. Böyle bir insanı ,okumayan bir insanın dış görünüşündeki rahatlığı,imtihan ve tart edilmesi ile kıyaslamak;seviye ile seviyesizliği denk tutup,seviyeyi seviyesizliğe indirmek demektir. Zaten tard ile bu seviyesizlik gerçekleşecek olsa,o onun işlemesinin ve ona layık ve müstehak olmasının bir sonucudur. Böylece aslına ve layık olduğu duruma da döndürülmüş oldu.

Mesela bir insanın yaratılıp da ebedi cehennemde kalması, hiç olup da yokluk da kalmasından daha da korkunç ve dehşetlidir. Zira; cehennemde kalan o insan harici,dış-dan etki eden bir azapla ve acı ile acı çekip,zamanla da ülfet peyda etmesine rağmen,yokluk da;cehennemin ta kendisi,cehennemden daha korkunç ve beterdir. Bizatihi o yokluk cehennemin kendisi olur ve yakar.

Bir insana sorulduğunda;idam olmak mı istersin,yoksa müebbet hapsi mi istersin? Her insan vicdanen ebedi hapsi,yok olup idam edilmeye tercih edecektir. Zaten devletler hukukunda da müebbed hapis cezası,idam cezasından az ve geridir.

Kendi mülkünde istediği gibi tasarruf eden Allah,insanı bir model[2] olarak yaratmış ve ona modellik ücretini fazlasıyla vermesine karşı,o insanın duyacağı zahmetten itiraz etmeye elbette hakkı yoktur. Çünki ücretini peşinen almıştır.

Taş olmayıp,bitki ve hayvan kalmayıp,insan ve müslim sıfatıyla yaratılmış olması ancak iman ve şükrü gerektirir. Bu seviyeyi koruyamayıp kaybeden Ebu cehil gibi bir insan;cehenneme kömür olması,yok olmasına,yokluğa gitmesine karşı bir üstünlük,bir rahmet ve bir adaletin ta kendisidir.

Her şeyden önce kömür sarraf dükkanına ve vitrinine konulacak olsa o feryat edecek,benim yerim kömürlük ve sobalıktır,diyecektir. Pislik-de yaşayan hayvanların ölümü ve acısı,onları bulundukları zeminden almaktır. Hayatları ise;o ortamda hayatlarını devam iledir.

Kömür gibi bir yapıya sahib olan insanların da elbetteki zevk alacakları ortam ,ona münasib ortamdır. Ayetteki:”Tadınız!” emri,kendine münasib bir tadıcıyı da bulmuş olacaktır.

Bütün bunlarla beraber; Tahsis,tercih,kasd ve irade eden elbetteki Allahdır.[3]

Ruhlar aleminde baştan bu sorumluluğa -evet- diyen[4] bu insan;sorumluluğunun da gereğini yapmalıdır. Aksi takdirde tokada ve cezaya müstahak olacaktır.

“Biz emaneti göklere,yere ve dağlara teklif ettik;hepsi de onu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korktular. İnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zalim ve çok cahildir.”[5]

Evet;”Cenâb-ı Hak öyle bir Kadiri mutlaktır ki;adem ve vücut,Kudretine ve İradetine nisbeten iki menzil gibi,gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde,isterse bir anda oradan çevirir. Hem ademi mutlak zaten yoktur. Çünki bir ilmi muhit var. hem daire-i ilmi ilahinin harici yok ki ,bir şey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan adem ise,ademi haricidir ve vücud-u ilmiye perde olmuş bir ünvandır. Hatta bu mevcudat-ı ilmiyeye bazı ehli tahkik “ A’yan-ı Sabite” tabir etmişler. Öyle ise,fenaya gitmek,muvakkaten harici libasını çıkarıp,vücud-u maneviye ve ilmiye girmektir. Yani halik ve fani olanlar,vücud-u hariciyi bırakıp,mahiyetleri bir vücud-u maneviye giyer,daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer.”[6]

Ve “ Vücut mertebeleri muhtelifdir. ve vücut alemleri ayrı ayrıdır. ayrı ayrı oldukları için,vücutta rüsuhu bulunan bir tabaka-i vücudun bir zerresi,o tabakadan daha hafif bir tabaka-i vücudun bir dağı kadardır ve o dağı istiab eder. mesela,alem-i şehadetten olan kafadaki hardal kadar kuvve-i hafıza alem-i manadan bir kütüphane kadar vücudu içine alır. Ve alem-i hariciden olan tırnak kadar bir ayine-i vücudun,alem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır. Ve o alem-i hariciden olan o ayine ve o hafızanın şuurları ve kuvve-i icadiyeleri olsaydı,bir zerrecik vücud-u haricileri kuvvetiyle,o vücudu manevide ve misalide hadsiz tasarrufat ve tahavvülat yapabilirlerdi. Demek vücut rüsuh peyda ettikçe,kuvvet ziyadeleşir;az bir şey,çok hükmüne geçer. hususan vücut,rusuh-u tam kazandıktan sonra,maddeden mücerred ise,kayıt altına girmezse;o vakit cüz-i bir cilvesi,sair hafif tabakat-ı vücudun çok alemlerini çevirebilir.”[7]

Her yönüyle vücud,ademden evladır. Vücud bedel ister. Elbette verilen ,bir bedele tabidir. Bedel ister.

30-01-99

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Mesnevi-i Nuriye.B.S.Nursi.Sh.124.

[2] Mektubat.B.S.Nursi.Sh.292-293.

[3] Age. Sh.250.

[4] A’raf.172.

[5] Ahzab.72.

[6] Mektubat.age.Sh.61-62.

[7] Age.Sh.255.




YARDIMLAŞMA VE KARDEŞLİK

YARDIMLAŞMA VE KARDEŞLİK

Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin zamanının fetret devrinden ayrıldığı en önemli nokta İslâmdaki bu kardeşlik ve yardımlaşma unsurudur. Bilhassa zengin ile fakirin aralarındaki uçurum,bu yardımlaşma ile ortadan kalkar.

Dinin zekâtı tesis etmesiyle,içtima-i alandaki nizam ve intizamı temin etmiş olmaktadır.

Ehemmiyet ve lüzumuna binaendir ki,İslâmın beş esas ve temelinden birini teşkil etmektedir.

Zekât,cemiyetteki bükük boyunları,mahrum gönülleri,ızdıraplı kalbleri tedavi eden bir tiryaktır.

Zekât,günahlardan ve cimrilikten kurtarıp,iman köprüsünden geçirerek saadete ulaştıran,dindeki samimiyetini gösteren bir hakikat aynasıdır.

Evet. Zekât İslâmın bir köprüsüdür. Fakirle zengin arasındaki geçiş,zekat köprüsüyle gerçekleşir.

Zekât,mü’minler arasındaki kardeşliğin tesisiyle,kişiyi mali ihtiraslardan,onu gaye bilmekten koruyup ilahi rahmete vesile kılan bir ibadettir.

Âyette:”Namazı dosdoğru kılın. Zekatı verin. O (yüce) rasule itaat edin. Tâ ki ilâhi rahmete kavuşturulasınız.”[1]

Şu halde ilahi rahmete kavuşmanın,imanın hakikatına ermenin,rasulün sevgisini kazanmanın şartıdır.

Hz. Ebubekir:”Vallahi namaz ile zekât arasında ayırım yapanlarla (namazını kılıp,zekâtını vermeyenlerle)harb edeceğim. Çünkü zekât malın hakkıdır.”buyurur.

Evet,dünya bir imtihan meydanıdır. her kes bir türlü imtihan olmaktadır.

Kur’an-ı Kerimde:”Onlar ki altın ve gümüşü (her çeşit malı) yığıb biriktirir de,onları Allah yolunda harcamazlar. (zekât vermezler,hayır ve hasenata koşmazlar) İşte bunlara acıklı bir azabı haber ver.

(Habibim) O gün bunlar,üzerlerinde yakılacak cehennem ateşinin içinde kızdırılacak ve o kimselerin alınları,böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak. (ve kendilerine şöyle denilecektir): İşte bu kendiniz için biriktirip sakladığınızdır. Artık saklayıp biriktirdiğiniz bu şeylerin acısını haydi tadın.”[2]buyurulmaktadır.

Hz. Enes (radıyallâhu anh)’in anlattığına göre, Hz. Ebü Bekir es-Sıddik (radıyallâhu anh), kendisini Bahreyn’e gönderdiği zaman, ona şu gelecek talimatı yazılı olarak vermiş ve altını da Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın mührü ile mühürlemişti. Mühüre nakşedilen yazı üç satır halinde idi. Bir satırda Muhammed, bir satırda Resül, bir satırda da Allah yazılı idi. Mektup şöyle idi: “Bismillâhirrahmânirrahim. Bu, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın müslümanlara farz kıldığı ve Allah’ın da Resülüne emretmiş olduğu zekât farizasıdır. Müslümanlardan her kimden bu, usülünce taleb edilirse, derhal vermelidir. Kimden de belirtilenden fazlası istenirse vermesin: 1) 24 ve daha aşağı miktardaki deve için koyun olarak vâcib zekât, her beş devede bir koyundur. 2) 25’e ulaştı mı, 35’e kadar, dişi bir bintu mehâz (ikinci seneye basan dişi deve); eğer bintu mehâz yoksa, bir ibnu lebun (ikisine basan erkek deve). 3) 36’ya ulaştı mı 45’e kadar, bir dişi bintu lebun (üç yaşına basan dişi deve). 4) 46’ya ulaştı mı 60’akadar, erkek devenin aşacağı bir dişi deve Tarükatu’l-fahl). 5) 61’e ulaştı mı 75’e kadar, bir ceza’a(beş yaşına basan bir deve). 6) 71’e ulaştı mı 90’akadar iki bintu lebun. 7) 91’e ulaştı mı 120’ye kadar, erkek devenin aşacağı iki hıkka (dördüne basan deve). 8) 120’yi aşınca, her kırk için bir bintu lebun. 9) Her 50’de, bir hıkka. 10) Sâdece 4 devesi olana zekât düşmez, sahibi nâfile olarak verirse o başka. 11) 5 devesi olana bir koyun düşer. 12) Koyunun zekâtı sâime olanlardan alınır. (Sâime kırda otlatılan hayvana denir.) Sâime koyun 40’a ulaştı mı 120’ye kadar, bir koyun alınır. 13) 120’yi geçti mi 200’e kadar, iki koyun alınır. 14) 200’ü geçti mi 300’e kadar, üç koyun alınır. 15) 300’ü geçti mi her yüz koyunda bir koyun alınır. 16) Adamın sâime koyunları 40’tan bir eksik olsa ona zekât düşmez. Sahibi (nafile olarak) kendiliğinden verirse o başka. 17) Zekât korkusuyla, müteferriklerin araları birleştirilmez, birleşik olanlar da ayrılmazlar. 18) İki ortağın malından alınan zekâtta her ikisi de, adalet üzere birbirlerine müracaat ederler. 19) Zekât olarak çok yaşlı, ayıplı ve (koç, teke gibi) döl hayvanı verilmez, zekât memuru kabül ederse o başka. 20) (İki yüz dirhemlik) gümüşte, onda birin dörtte biri (yani kırkta bir miktarı) zekât vâcibtir. 21) Gümüş miktarı 190 dirhemse, 200 dirhemden az olursa zekât yoktur. Sâhibi verirse o başka. 22) Kimin deve sayısı, zekât olarak bir ceza’a vermeyi gerektiren miktarı bulur ve fakat sürüsünde ceza’a olmaz da hıkka olursa, bu kimseden hıkka kabul edilir ve buna, adama kolay geldiği takdirde iki koyun eklenir veya yirmi dirhem eklenir. 23) Kimin zekât olarak hıkka vermesi gerekir ve fakat sürüsünde hıkka olmaz ceza’aolursa, adamdan ceza’a kabul edilir, zekât memuru ona yirmi dirhem veya iki koyun verir. 24) Kimin zekât olarak hıkka vermesi gerekir, fakat sürüde hıkka değil bintu lebun olursa adamdan bintu lebun kabul edilir, kendisine iki koyun veya yirmi dirhem verilir. 25) Kimin zekât olarak bintu lebun vermesi gerekir, ancak bintu lebun’u yok, hıkka’sı varsa kendisinden hıkka kabul edilir, zekât memuru kendisine ayrıca yirmi dirhem veya iki koyun öder. 26) Kimin zekât olarak bintu lebun ödemesi gerekir, fakat bintu lebün’u olmaz, bintu mehâz’ı olursa, ondan bintu mehâz kabul edilir, ancak yirmi dirhem veya iki koyun daha verir. 27) Kimin zekât olarak bintu mehâz vermesi gerekir, fakat bintu mehâz’ı olmaz, bintu lebün’u olursa kendisinden bintu lebün kabul edilir, zekât memuru yirmi dirhem veya iki koyun verir. 28) Eğer adamın münasip şekilde bintu mehâzı yoksa, ibnu lebün’u varsa, bu ondan kabül edilir, beraberinde bir ödeme gerekmez.” [3]

Sâlim, babası Abdullah İbnu Ömer’den naklen anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) (mallardan alınması gereken) zekâtlarını miktarını belirten bir kitap yazmıştı. Âmillerine göndermeden vefat etti. Resülullah onu kılıncına yakın olarak asmıştı. Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh), ölünceye kadar onunla amel etti. Sonra Hz. Ömer (radıyallâhu anh) de ölünceye kadar onunla amel etti. Bu kitapta şunlar yazılı idi: Develer 1) 5 devenin zekâtı 1 koyundur. 2) 10 devenin zekâtı 2 koyundur. 3) 15 devenin zekatı 3 koyundur. 4) 20 devenin zekâtı 4 koyundur. 5) 25’e ulaştı mı 35’e kadar, zekat bir bintu mehaz’dır. 6) 36’ya ulaştı mı 45’e kadar, zekât bir ibnu lebun’dur. 7) 46’ya ulaştı mı 60’a kadar, zekât bir hıkka’dır. 8) 61’e ulaştı mı 75’e kadar, zekât bir ceza’a’dır. 9) 76’ya ulaştı mı 90’a kadar, zekat 2 ibnetu lebûn’dur. 10) 91’e ulaştı mı 120’ye kadar, zekât 2 hıkka’dır. 11) Deve 120’den fazla ise zekât her elliye bir hıkka; her kırka bir ibnetu lebûn zekât gerekir. Koyuna Gelince 12) 40’a ulaşınca 120 koyuna kadar zekâtı 1 koyundur. 13) 121’e ulaşınca 200 koyuna kadar zekatı 2 koyundur. 14) 201’e ulaşınca 300 koyuna kadar zekatı 3 koyundur. 15) 300’ü aştı mı her 100 koyuna bir koyun zekât düşer, yüzden aşağıda kalan küsurata zekât düşmez. 16) Zekât korkusuyla müctemi (birleşik) olanlar ayrılmaz, müteferrik (ayn) olanlar da birleştirilmez. 17) İki ortağın malından alınan zekâtta, her ikisi de adalet üzere birbirlerine müracaat ederler. 18) Zekât olarak, çok yaşlı ve ayıplı olan hayvan alınmaz. 19) Zühri der ki: “Zekâtı almak üzere memur geldiği vakit, koyunlar üç sınıfa ayrılır: Üçte biri kötü, üçte biri iyi, üçte biri de vasat. Zekat memuru, zekât payını vasat kısmından alır.” Zühri, sığırdan bahsetmez.” [4]

(Zekât alırken kendi cinsinden olandan alınacak)2015 – Hz. Muâz (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) Yemen’e gönderirken kendisine demiştir ki: “Zekât oIarak hububâttan hububât aI, davardan koyun aI, deveden erkek veya dişi bir deve (bâir) aI, sığırdan da bir sığır aI.” [5]

Beşir İbnu Yesâr (rahimehullah)’dan nakledildiğine göre, Sehl İbnu Ebe Hasme denen Ensâr’dan bir zât ona şunu haber vermiştir: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendisine (Sehl’e) zekât develerinden yüz tanesini diyet olarak ödemiştir. Yâni, Hayber’de öldürülen Ensâri’nin diyeti olarak.” [6]

Zekâtın verileceği yerler ayette şöyle belirlenir:”Zekât,ancak fakirlere,yoksullara,zekât toplayan memurlara,kalbleri İslâma ısındırılmak isteyenlere,hürriyetine kavuşturulacak kölelere verilir.”[7]

Allah malla insanları imtihan etmektedir. Bunun bir örneği olarak;

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Benî İsrail’den üç kişi vardı: Biri ala tenli, biri kel, biri de âmâ. Allah bunları imtihan etmek istedi. Bu maksadla onlara (insan suretinde) bir melek gönderdi. Melek önce ala tenliye geldi. Ve: “En çok neyi seversin?” dedi. Adam: “Güzel bir renk, güzel bir cild, insanları benden tiksindiren halin gitmesini!” dedi. Melek onu meshetti. Derken çirkinliği gitti, güzel bir renk, güzel bir cild sahibi oldu. Melek ona tekrar sordu: “Hangi mala kavuşmayı seversin?” “Deveye!” dedi, adam. Anında ona on aylık hamile bir deve verildi. Melek: “Allah bunları sana mübarek kılsın!” deyip (kayboldu) ve Kel’in yanına geldi. “En ziyade istediğin şey nedir?” dedi. Adam: “Güzel bir saç ve halkı ikrah ettiren şu halin benden gitmesi!” dedi. Melek,keli elleriyle meshetti, adamın keli gitti. Kendisine güzel bir saç verildi. Melek tekrar: “En çok hangi malı seversin?” diye sordu. Adam: “Sığırı!” dedi. Hemen kendisine hâmile bir inek verildi. Melek: “Allah bu sığırı sana mübarek kılsın!” diye dua etti ve âmânın yanına gitti. Ona da: “En çok neyi seversin?” diye sordu. Adam: “Allah7ın bana gözümü vermesini ve insanları görmeyi!” dedi. Melek onu meshetti ve Allah da gözlerini anında iade etti. Melek ona da: “En çok hangi malı seversin?” diye sordu. Adam: “Koyun!” dedi. Derhal doğurgan bir koyun verildi. Derken sığır ve deve yavruladılar, koyun da kuzuladı. Çok geçmeden birinin bir vâdi dolusu develeri, diğerinin bir vadi dolusu sığırları, öbürünün de bir vadi dolusu koyunları oldu. Sonra melek, ala tenliye, onun eski hali ve heyetine bürünmüş olarak geldi ve: “Ben fakir bir kimseyim, yola devam imkanlarım kesildi. Şu anda Allah ve senden başka yardım edecek kimse yok! Sana şu güzel rengi, şu güzel cildi ve malı veren Allah aşkına bana bir deve vermeni talep ediyorum! Tâ ki onunla yoluma devam edebileyim!” dedi. Adam: “(Olmaz öyle şey, onda nicelerinin) hakları var!” dedi ve yardım talebini reddetti. Melek de: “Sanki seni tanıyor gibiyim!Sen ala tenli, herkesin ikrah ettiği, fakir birisi değil miydin? Allah sana (sıhhat ve mal) verdi” dedi. Ama adam: “(Çok konuştun!) Ben bu malı büyüklerimden tevârüs ettim!” diyerek onu tersledi. Melek de: “Eğer yalancı isen Allah seni eski hâline çevirsin!” dedi ve onu bırakarak kel’in yanına geldi. Buna da onun eski halinde kel birisi olarak göründü. Ona da öbürüne söylediklerini söyleyerek yardım talep etti. Bu da önceki gibi talebi reddetti. Melek buna da: “Eğer yalancıysan Allah seni eski hâline çevirsin!” deyip, âmâ’ya uğradı. Buna da onun eski hali heyeti üzere (yani bir âmâ olarak) göründü. Buna da: “Ben fakir bir adamım, yolcuyum, yola devam etme imkânım kalmadı. Bugün, evvel Allah sonra senden başka bana yardım edecek yok! Sana gözünü iade eden Allah aşkına senden bir koyun istiyorum; ta ki yolculuğuma devam edebileyim!” dedi. Ama cevaben: “Ben de âmâ idim. Allah gözümü iade etti, fakirdim (mal verip) zengin etti. İstediğini al, istediğini bırak! Vallahi, bugün Allah adına her ne alırsan, sana zorluk çıkarmayacağım!” dedi. Melek de: “Malın hep senin olsun! Sizler imtihan olundunuz. Senden memnun kalındı ama diğer iki arkadaşına gadap edildi” (ve gözden kayboldu).” [8]

Hadiste de:”Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allaha,yahud kendisinden başka ilah olmayan Allaha,-yahut nasıl yemin ettiyse (öylece)-yemin ederim ki:Devesi,sığırı yahut koyunu olupta zekâtını vermeyen bir kimse bulamazsın ki,bunlar kıyamet gününde şaşılacak derecede büyük ve semiz oldukları halde getirilip,sahibini ayakları altında ezmesin ve boynuzları ile boynuzlamasın. Bu eziyet,hayvanlardan sonuncusu ezme ve boyunlamayı bitirince,ilki aynı işe başlamak suretiyle,ta insanlar hesaba çekilip herkesin hükmü verilinceye kadar devam eder.”buyuruyorlar.

Peygamber Efendimizin:”Zekâtını tam ihlas ile vermeyen kimse,hiç zekât vermeyen gibidir.”Böylece esas olan ihlas yani Allahın rızasıdır.

Zekât olarak bütün servetini alıp getiren ve Hz. Rasulullahın;-Çoluğuna çocuğuna ne bıraktın?-sualine;-Allahı ve rasulü bıraktım ya habiballah-diye cevap veren Hz. Ebubekir gibi hakiki mü’minlerden ibret almalı.

Yine Efendimiz:”Beş vakit namazına devam eden,ramazan orucunu tutan,zekâtını veren ve yedi büyük günahdan sakınan hiçbir kimse yoktur ki;cennetin bütün kapıları açılıp kendisine:selamet ve emniyetle girin”denilmesin”buyurmuşlardır.

Evet. Cümlemizi bu ilahi lutfuna mazhar kılsın…

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Nur.56.

[2] Tevbe.34-35.

[3] Mürşid.CD.1990. Buhâri, Zekât 33, 34, 35, 37, 38, 39, 40, Şirket 2, Hiyel 3; Ebü Dâvud, Zekât 4, (1567); Nesâi, Zekât 5, (5,18-23).

[4] Mürşid.CD.1991. Tirmizi, Zekat 4, (621); Ebu Davud, Zekat 4, (1568, 1569, 1570); İbnu Mace, Zekat 9, (1798).

[5] Age. Ebü Dâvud, Zekât 11, (1599); İbnu Mâce, Zekât 15, (1814).

[6] Age.2040. Ebü Dâvud, Diyât 8, 9, (4521, 4523); Buhâri, Diyât 22.

[7] Tevbe.60.

[8] Age.4963. Buhari, Enmiya 50, Müslim Zühd 10, (2964).




T O P R A K

T O P R A K

Cenâb-ı Hakkın kudretiyle kesif olarak yaratılan toprak;varlıklara bağrını açmış,analık yapmaktadır.

Varlıkların en üstünü olan insan,ondan yaratılmıştır.

Varlığı ondan elde edilenler de,varlığını onunla devam ettirmekte ve etmektedirler.

O’ndan oluşub,onunla devam eden insan,neticede onda sonlanıp,onun bağrına yatırılmaktadır.

Topraktan her şeyi yiyen insan,sonunda ve sonuçta yine onun tarafından yenilmekte ve tüketilmektedir. Yani yine aslına dönmektedir.

Tevazuun yani alçak gönüllüğün simgesi olan toprak,gurur ve kibrin simgesi olan ateşe galib gelmiştir. Zira toprak üretirken,ateş yeyip bitirmektedir. Bir yandan içine atılan her şeyi yeyip bitirirken,diğer yandan içine atılan tohumları bitirmekte,yeşertmektedir. Çünkü o,su ile beraber Rahmaniyetin ve Rahimiyetin birer arşıdırlar.

Toprak hayat olup,hayata kaynaklık etmektedir.

Cenâb-ı Hakkın isimlerinin bir çok tecellisi toprakta gerçekleşmektedir.

Hayat ve esmâya yeryüzünde arş-lık yapmaktadır.

Kıymetli olan toprak çok-ca bulunmakla kıymetini gerçek olarak göstermektedir.

Bir avuç topraktan yani bir şeyden her şey yaratılmaktadır.

Tüm sebze ve meyveler renkleri,koku ve tatlarıyla,kalıblıklarıyla,desen ve motif gibi tüm güzelliklere kaynaklık yapmaktadır.

Toprak bir fabrikadır. Oda öyle bir fabrika ki;her türlü mahsulü veren bir fabrika,fabrika üreten bir fabrikadır.

Toprak kendisi tevazuundan şeffaflığını gizlemiş,sönük bir vaziyette dururken,çok şeffaf ve saflıkları bağrından çıkarmaktadır.

Ana kucağı,şefkat kucağı. Ümit kaynağı. Sevgi ocağı. Canlıların sığınağı.

İnsan böyle bir kucağa müracaat etmekte,bütün sıkıntılardan kurtulmak üzere hürriyetini orada aramakta,rahatını orada bulmaktadır.

Toprak yük değil,yükleri almaktadır.

Toprak ülfet ve ünsiyettir. Ateş gibi korkutucu ve ürpertici değildir.

Koca dünyayı o sırtlamış,aynanın arka yüzü gibi tüm güzelliklerin görünmesinde ma’kes olmuştur.

Yani hayata kaynaklık yapan toprak;hayat olan suyu bağrından fışkırtmakta,canlılara analık yapmakta ve kucak açarak varlıklarının devamına vesile olmaktadır.

Aşağıda,ayak altında olan toprak,yukarıları yönlendirmekte,yücelere ulvi insanları sevk etmektedir. Bunun sırrı;fani olmaktadır.

Gerçek ve hakiki varlık;Allah-ın varlığıdır. Böylece Allah-ın sonsuz varlığı karşısında,sonsuz yokluğunu gösterip,onun varlığına ayna olmakla var olmuş,varlığa çıkmış,çok varlıkların varlığına da sebeb teşkil etmiştir.

Gerçek varlık,onun da ötesinde üstünlük ve ilahlık iddiasında bulunan şeytan,fir’avn,Karun gibiler zillet ile giderken; Varlığını Allah-ın varlığına bağlayan,tüm kemal sıfatların zirvesinde olan Muhammed Aleyhis-salâtu ves-selam ve diğer Peygamberler ve onların yolunda devam edenler ise;zahiren yok olmuş görünseler bile,hakikatta gönüllerde,hafızalarda ve gerçek varlık alemlerinde varlıklarını sürdürmektedirler.

Böylece varlığın kendileri ve kendilerinden kaynaklandığını söyleyenler yok olurken,yokluktan gelib,varlığını Allah-ın varlığına dayandıranlar ise,var olmuşlardır.

Toprak varlık yolunda,varlığın bir simgesidir.

-“Ölü toprak onlar için mühim bir delildir. Biz ona yağmurlu hayat verdik ve ondan dane çıkardık İşte onlar bundan yerler.”[1]

Böylece ölü olan toprak hayata su ile kavuşmakta,hayatlılığını göstermektedir. Sebze ve meyve vermeye ancak suya kavuşunca verebilmekte..tıpkı bedenin ruha kavuşması gibi…

“Ve her canlı şeyi sudan yarattık…”[2]

Hadiste:”Bir kaba,köpek banmışsa,onun temizlenmesi,yedi kere su ile yıkanmasına bağlıdır,hatta bunların ilki toprakla olmalıdır.”[3]

Toprak en iyi temizleyicidir de… İçine düşeni eritmekte ve üğütmektedir.

Su ve taşa[4] annelik yapan toprak,tohumun toprak altındaki durumu[5] ve geçirdiği inkilablarla hayata olan mazhariyeti.

Kur’an-ı Kerim-de,Mü’min;toprağı verimli yere,kafir ve münafık ise;fena ve verimsiz toprağa benzetilmektedir.[6]

13-03-2000

. MEHMET ÖZÇELİK

[1] Yasin.33.

[2] Enbiya.30.

[3] Kütüb-ü Sitte. prof. İ. Canan. 10 / 351.

[4] Mesnevi-i Nuriye. B. said Nursi. 241, Emirdağ Lahikası. B. Said Nursi. 1 / 238.

[5] Mearif. 97.

[6] A’raf. 58.




VAKİTLERE TAKILANLAR

VAKİTLERE TAKILANLAR

Sabah namazının imsak ve giriş vakti beşte ise;güneş doğduktan sonraki vakit kazaya,imsaktan önceki bir dakika da teheccüde girmektedir. Hassas bir hat..

Sabah,öğle,akşam güneşe bağlanmış. Doğumu,tepeden inişi,batış ve de diğer vakitler içerisinde yapılanlar eda olurken,vakit dışındakiler yaralı,kazalı bir namaz olmaktadır.

Bayram namazları bayram günlerine takılmış bir namazdır. Bir salkım ki,ancak o zamanda koparılır ve o zamanda olgunlaştığından,onda derilir.

Cuma namazı,cumanın belli saatine takılıp,öğlen namazının yerinde yer alırken;vaktin çıkmasında öğlen namazı onun yerinde yer alır. Cuma namazı vaktinden önceki alış-veriş helal iken,o saat ve andaki harama inkilab eder.

Her şey vakti içinde kıymet alır,kıymetlenir,kıymet bulur ve de vaktinde olmuş olur.

Teklifin yani mükellefiyetin yaşı dolduğu anda artık o zamana kadar beklenen süre dolmuş,her şey günah ve sevaba kalbolmuş olmaktadır.

Vaktim geçti,vaktinde yapamadım,vaktim kalmadı,daha vakit var,vakti mi?,vakit nakittir,gibi ifadelerle anlaşılmaktadır ki;hayat vakitlere takılmış,oradan onun meyveleri alınmakta,koparılmaktadır.

Vakti saat gelince olacaklar olmaktadır. Kaderin birer göstergesidir vakit.

Vakitle bazıları döner,hayatlar söner,dünyaya gelinir. Bazen gülünür,bazen ağlanılır.

Öyle bir düşmedir ki vakit;yakıp söndürmeyle sınırlı kalmayıp,her noktayı belirler.

Vakit hayatın bir bastonu. Onuna yürür,ona dayanır.

Vakit aynı zamanda bir akittir yani anlaşma ve sözleşme.

Vakit gelince her şey teşhir olunur. Tıpkı kıyamet vakti geldiğinde günahkarların durumu gibi.[1]

Vakit bir ayar ölçüsüdür. İşler onunla ayarlanır. Onunla işler başlar ve biter. Bazı ayarlar düşer,bazı ayarlar artar.

Vakit be vakit oluşumlarla değişimler oluşur.

Vakit bir mihenk taşıdır. Onda ayarlar ayarlanır,şekiller belirlenir.

Vakit varlığa çıkış tünelidir. O tünelden her varlık geçer. Kimisi göçerken,kimisi de vakitte kalır.

Vaktin birinde………… vardı…..

Bir vakit………. adamın biri………

Gelmesine az vakit kaldı.

Vakit tamam,zili çal….

Vakit geldi,vakti tamam…hatta vakti geçmekte…..çünki vakti çoktan doldurdu….vaktinde yapması gerekti…..vaktin kıymetini bilmiyor…..Vakitte hiç geçmiyor…. Vakit ne de çabuk geçti…Kazanamadım,vaktim yetmedi…….Üç gündür yatıyorum….Vaktim yok….

Bir vakitler yoktum..bir vakit çocuk..bir vakit gençtim..dinamiktim..her şey benden sorulurdu..şimdi ben soruyorum her şeyi..vakit ne zaman gelecek..vakit ne zaman bitecek

Vaktin ve zamanın çocukları ne yapacaksın? Bizim zamanımızda böyle miydi? her şey vaktindeymiş!..Vaktinde oluyormuş!

Vakitler bazen su gibi akıyor,bazen de sulu..

Vakitler bazen geçmiyor,dikilmiş başımızda..ızdırap vermek için vakte yemin edilmiş gibi.. “Yemin ederim zamana. İnsanlar husranda.”[2] Seni vakte söylerim!.Bir vakit sana gösteririm…

Vakit üzerimize abanmış,pek de yamanmış.. Vakit bitmez,bitirir. Bu kadar aahı alan bir gün kendisinin işi de bitirilir…. Vakit geçmez,göçürür… elbet buncaları süren,bir gün oda sürülür.

Vakte karışılmaz,onunla yarışılmaz. Her şeyi vaktinde,vakit içinde,vakti gelince yapacaksın!! Çünki vakit bir sermayedir..karla gelişir…ikinci bir vakit verilmez..

Vaktin var mı? Vaktini almayayım! Vaktin varsa bir çay içelim? Bir sohbet edelim?

Vakit varsa var,yoksa yok! Vakitsiz öten horozun başı kesilir..vakit baş keser..Vakit dolmazsa olmaz..vakti gelecek ,olacak… keşke vakti gelse..vakti artık iple çekiyorum..çünki artık vakte tahammülüm kalmadı..

Oda tahammülsüz,bana tahammül edemiyor.çünki vakit çok şeyi yüklenmiş gidiyor..kim bilir nerelerden geliyor?? Kimi indiriyor? Kimi bindiriyor? Malumu belirlemek üzere,meçhule kalkan bir gemi misali…

Doldur-boşalt makinası.. Tarih,geçmiş vakitlerin içinde..arşivinde saklı zamanın..

Din;insanlık vaktinden son vakte dek…

Ğayb,istikbal;gelen vaktin içinde saklı..

Vakit bir kompartuman gibi..hepsine uğramakta,hepsi de ona…

Kendinden taşanlar,manen coşanlar;zamanı ve vakti aşarlar.

Kemal ve olgunluk;vaktin,vaktindeki oluşumudur.

Zamana binenler,istedikleri zaman inerler. Onlar vaktin ve zamanın değil,vakitler onların mahkumudur..o ise hakim.. Zamana hükmedenler;insanların gönüllerine taht kurmuş,gönül hakimleridirler. her zaman,her kese,her yerde hükmederler.

Nakit olan vakit sözleşmemiz yapılmış;vaktinde eda edilmeli,ifa edilmelidir.

Her şey zamanla belirlenir,zamanında belirlenir. Vakit geldi ve geçmekte..Dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusül gerek..dünya bize çık demeden evvel,biz onu kalbimizden çıkaralım.

Harcanan vakit,harcandığı yere göre ya kazandırır veya kaybettirir.

Zaman bizi belirlemeden,biz zamanımızı belirleyelim.

Biz zamana uyup zamane olmayalım,zaman bize uysun.

İman-ibadet-ahlak-muamelat-güzellikler zamana takılmış birer cennet yemişleri.

Küfür-nifak-şer-fitne ve günahlar zamana takılmaya çalışılan aldatıcı birer cehennem zakkumu..geçmiştekiler yemişler,yenilmişler… Şimdikiler yemekte ve görmektedir.

Vakit vakittir..zaman bu zaman..yarın vakit kalmayabilir!!zaman geç olup geçebilir!

Vakit hem mukaddime,hem de hatime ve nokta… Adam vakitsiz öldü!derler.tıpkı vakitsiz oldu,gibi..vakitsiz doğdu,sözü,vakitsiz sözdür.

Vakti asanlar,vakti askıya atanlar;yine vaktin askısına asılırlar.

Vakte takılanlar bir yanda..vakte asılanlar öbür yanda…

İbni Sirin:”Bana,cennete gitmekle iki rekat namaz kılmaktan birini tercih et,deseler,iki rekat namaz kılmayı tercih ederim. Çünkü cennete gitmek benim hoşnud olmam içindir. Namaz ise,rabbimin hoşnud olması içindir.[3]

Huzeyfe-den:”Hz. Peygamber zor bir işle karşılaşınca derhal kendini namaza verirdi.”[4]

İyi vakitler temennisiyle….

11-1-1998

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Rum.55-57.

[2] Asr.1-2.

[3] Fezail-i A’mal. M. Z. Kandehlevi. 251,Ahmed,Ebu Davud,İbni Cerir.

[4] Age.249.




T E N K İ D

T E N K İ D

Gerçek mânasında tenkid;doğrudan yanlışları tefrik ve tecrid ederek,müsbet manada bir yapıcılıktır. Hakkı aramak için,hak tarafında bulunarak,yıkıcılıktan kaçınmaktır.

Yani saf altını elde etmek için,içerisindeki diğer bakır,gümüş gibi madenleri ayrıştırmaktır.

Yazdığı kitaplarıyla dikkatleri üzerine çeken Malatya’lı Said Çekmegil,bu tenkid konusunu ifrat derecesinde değerlendirir ve işler.

Tenkid hastası olan bu şahısla Malatya’da bir arkadaşımızın bürosunda 20-12-1996 günü saat 15’de buluşub kısa görüşmemizde Tenkid için;”Tenkid bir ibadettir.”diyerek,ifratını müfritane devam ettirmeye çalışıyordu.

Bunun üzerine kendisine;bunun yapıcı,müsbet bir hareket olmayıp;yıkıcı menfi bir hareket olduğunu söyleyerek,böyle bir tavrın şeytanın ahlakı,şeytani bir ahlak olub,tenkid gibi bir sıfata sahib olarak devamlı müsbet-menfi ayırmadan tenkid etmek onun tarz ve usulünü yapmaktır.

Zira şeytanın,Hz. Âdem’in yaratılıb,ona secde etmemedeki itirazının tarzı olduğunu söylediğimde;susmuş,bir şey dememiş ve ayrılmıştık.

Hatta kendilerine bu hareketlerinden dolayı bir yazıyla dile getireceğimi söylediğimde tebessüm etmiş,pek de rahatsız olmamıştı.

Kur’an-ı Kerim-de Hz. Âdem’in şeytanla olan kıssası,Hz.Âdem’e secde etmeme,hürmet ve tazimde bulunmama ve onlarında ötesinde emre itiraz etme olayı yedi yerde geçmektedir.[1]

Tenkidi ibadet olarak değerlendiren bu şahıs;her hangi bir şeyde anlaşılmayan,önü ve arkasıyla bağlantılı olmayan,mücerred olarak ele alıp,bir kelime ve cümleden tutarak tenkide başlar. Yani zihinleri bozar,karıştırır.

Çok kimsenin hakkında yazan ve konuşan bir kimse olup,çok kimse tarafından da konuşulmayı ister.

Tenkid için tenkid eder.

Muhabbet olsun diye değil,muhalefet olsun diye muhalefette bulunur.

Malatya’nın eşrafından ve S. Çekmegil’le tanışıp,onu çok iyi bilen bir büyüğümüz olan Hüseyin Bozat;20-12-1996’da onun hakkında şu müşahedelerini dile getirdi:” O hastadır. 1965 yıllarında Hacca gittiğinde olan olmuştu. Orada bir ay Vehhabilerin ileri gelenleriyle görüştükten sonra böyle Vahhabi ve müfrit oldu.

Bir Mevlid’de hoca’ya:” Sen ne zaman Vahhabi olursan,o zaman tam hizmet etmiş olursun.”dedi.Ve

İlk yıllarda , Nurculukdan yakalanıb, Sivasa gönderilerek Cumhuriyet gazetesinde nurcu olduğuna dair haber çıkınca,dükkanına gitmiştim,gazeteye bir yazı yazıyordu.-Ben Nurcu değilim.-diye. Ben bırakmadım. Sonra ne oldu,bilmiyorum.”diye anlatmıştı.

İlk yıllarda evinde Nur derslerinin olması veya kendisinin de katılması;elbette niyetinde de bulunan samimiyettir ki;onu (bir nebze de olsa) muvaffak etmektedir.

İmam-ı Azam-a niye öyle deniliyor,en büyük imam Peygamberimizdir. Ve;

İmam-ı Şafii ve İmam-ı Gazali gibi bunları tenkidle uğraşan münekkid ruhlu,münekked bir kişidir Said çekmegil.

Gerek Hariciler gerekse Batıni,ismaililerin temelinde siyaset ve mücerred olarak sadece Kur’anı referans almayı hedeflemiş,İzmirli İsmail Hakkının ifadesiyle:”Kur’an okur,fakat fıkıh bilmez bir takım A’rabi (bedevi) makulesi kişiler idi.” Ahirzamandaki siyaseti hedef alan düşünce,Hizbullah ve sünneti kabul etmeyib islam alimlerini tanımayan kimselerle benzerlik arzeder.

Sadece Kur’an-ı referans gösterip diğerlerini red hareketi,zamanla ona karşıda meydan okumayı veya okuyanların cesaretini arttıracaktır.

Doğruların doğru olarak ve doğru yerlerde sunulması yerine,doğrulara yanlışlarla gidilmesi ve yanlış edilmesine yol açan yanlış tarzlar ve sunuşlar….

10-1-1998

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakara,A’raf,Hicr,İsra,Kehf,Ta-Ha,Sad.bkn.Tefsir-i Kebir.F.Razi.terc.heyet,H.D.Kur’an Dili.E.H.Yazır. 1 / 319.




T E N A S U H

T E N A S U H

Kelime anlamı itibariyle;ruhun bir cesetten çıkıp,tekamül etmek üzere tekrar dünyaya gelerek başka bir cesede girmesi olarak tanımlanır.

Evvela,İslam inancına göre;Tenasuh veya diğer adıyla Reenkarnasyon batıl bir inanış ve sapık bir düşüncedir.

Ahiret ve ahiret alemi,cennet ve cehennem gibi kavramların yerine konulmaya çalışmak amacıyla ortaya atılmıştır.

Vücut veya vücutlar bir kışla olarak kabul edilip,gidip gelmelerle,ölüb dönmelerle ruhun o kışlada tekamülü düşünülür?

Ancak bu tekamül ne zamana kadardır? Nasıl ve Kim tarafından? Bununla amaçlanan ve hedeflenen nedir? Sorular… Sorular…

Eğer Allah tarafından yapılacağı söz konusu ise;Allah’ın zaman ve zemine,madde ve müddete ihtiyacı yoktur. Onlarsız da bu işi yapar ve yaratır.

Eğer öyle değilse;ya bu insanın şimdiye kadar yaptıkları sorumsuzluklar? Ettikleri zulüm ve öldürmeler? Hele hele yüzlerce-binlerce öldürmeler,çoluk-çocuk demeden katletmeler? Büyük bir cinayet olup[1] affı mümkün olmayan inkar ve küfürler? Ve bütün bunların cezaları?

Şirk ki Allah tarafından affedilmeyeceği kesin olarak belirtilmiş olmaktadır.[2]

Cehennemin ebede elverişli olarak yaratılmasındaki ve varlığındaki mana ne olacaktır?

Cennetin de ebedi olup,sekiz tabaka halinde olarak yaratılmasının hikmeti neyin ifadesi olacaktır?

Eğer o insan kabiliyetsiz bir insansa bu gidiş ve geliş nereye kadar devam edecektir? Kaç kere olacaktır? Kıyamet kopmayacak mı? Dünya bitmeyecek mi?

Oysa anne karnındaki bir çocuk oraya elverişli bir şekilde yaratılmayıp,başka bir alem olan dünya alemine bir kere geçmeye bir basamak ve vesile ise,onun gibi de dünya,ahirete geçmeye,sonsuz aleme göçmeye bir basamak ve bir konaktır.

Anne karnından eksik ve sakat gelen bir insan,tekrar gitmemektedir! Onun işi bu aleme bırakılmaktadır. Bu dünya aleminden madden ve manen sakat giden bir insanın durumu da ahirete bırakılmaktadır.

Her şeyden önce bunu savunmaya kalkanlar neyi savunmaktadırlar? Ve bunlar kimden yanadırlar?

Sakın bu ölçüsüz ve dengesiz feryat,ahireti bilememekten ve bulamamaktan olmasın?

Tenasuh inancı,asliyeti bozulmuş,ahiret inancı pek işlenmeyen yahudilikte görülmektedir. Yani;”…dağ misal meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenasuha kail olup cenazelerini mumya edip dağ misullu mezarlarda muhafaza eden Mısır fir’avunlarının an’anesinde hükümferma bir düsturu acibi ifade eder.”[3]

“…bu fani dünyada mevt,fena,devair-i gaybiyede intikal ederek baki kalır. Evet,rivayetlerde vardır ki:”İnsanın ömür dakikaları insana avdet ederler. Ya gafletle muzlim (karanlık) olarak gelirler veya hasenat-ı muzie ile (aydınlık olarak)avdet ederler.”[4]

Ruh[5] cesedi,cesed de ruhu tamamlar. İnsanın mükemmelliği ve cin taifesinden farklı bir ciheti de kendisine aid olan bir bedene sahib olmasındandır.

Tenasuh düşüncesine göre,çıkan ruh tekrar nereye ve hangi bedene girecektir? Hangi beden hangi insandan dolayı cezalandırılacaktır? Suçlu bir beden ve ruhtan dolayı,başka bir bedenin suçu nedir?

Ve ruh,bir bitki ve hayvan ve veya zalimin cesedine girecekse veya masum,zalim farkından dolayı bu tezad nasıl kapanacak,bu açık nasıl giderilecektir?

İmanın tüm esaslarını,Cenâb-ı hakkın bütün isimlerini inkarla kalmayıp;İslâmın tüm inanç,ameli,düşünce ve uygulamalarına gölge düşürmekte,hatta ortadan kaldırmaktadır.

Lütfen küçük yaşta ölen bir çocuğa yer ayırır mısınız? Şeyy bir kadın için de lazımdı da!!

Acaba cesur,uzun oylu,tüm cesediyle ruhunun uyum sağlayacağı bir yeriniz var mıydı?

Tüm bu durumlar nasıl ve ne şekilde açıklanacak? İşin garip tarafı,bunu iddia ettiğini söyleyen Y. N. Öztürk,bunun”Kur’an-dan onay alması mümkün değildir. İslâm bilginleri çoğunluğunun reenkarnasyonu hiç tartışmaya girmeden red etmeleri ahiret ve mahşer inancına yer vermeyen tenasuh düşüncesi yüzündendir.”[6] derken,acaba bu kimin inancına uymakta ve savunulmaktadır.

Bu gibi insanların yaptığı şey;geçmişte tartışılıp neticeye bağlanan şüpheli soruların ve de kıl-ü kal denilen zayıf görüşlerin tekrar gün yüzünü çıkarılmasıyla müşteri toplama çabasıdır.

Burada yorum yapmadan dolayı düşülen hatalardan en önemlisi şu olsa gerek;insanın hayvani ve muhtelif canlılara aid sıfatları taşıması ile onlara dönüşmesi arasındaki farkın tefrik edilememesi ve farkın anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır.

Bir insana –Hayvan- denildiğinde,acaba ne anlaşılmaktadır? Veya ne anlaşılmalıdır?

Bizzat o insanın hayvana dönüşmesi durumu mu söz konusudur? Yoksa o hareketinden dolayı hayvani bir özelliği ve vasfı temsil mi etmiş olmaktadır?

Tenasuh düşüncesinde bulunan kimseler meseleye,Kur’an-daki hikmet nazarıyla değil,felsefenin şüpheci nazarı neticesinde bakmakta ve âyetleri de[7] ona göre tekellüflü bir teville yorumlamaktadırlar.

Büyük bir ihtisası gerektiren İslâmi esas ve ilimlerin birbirleriyle olan münasebetlerinin bilinmesi ve yapılması gerekir.

Nitekim âyet ve hadislerde geçen gerek kafirlerin ve diğer günahkar insan tiplerinin değişik temennileri ki:”Biz,pek yakında gelecek bir azab ile sizi uyardık. Kişi,iki eliyle yaptıklarını göreceği bir gün için hazırlansın. O gün kafir keşke (insan olacağıma) toprak olsaydım!”der.[8]

Azab ve ceza gibi bir durumun söz konusu olup,buna sebeb olmamak için olmamanın ötesinde,var olup imtihandan geçmek,,her şeyi bildiği ve gördüğü halde,toprak olmayı istemektedir. Ancak olmayacak bir şeyi temennisi elbetteki kabul edilmeyecektir. Adaleti ilahide bunu gerektirmektedir.

Ve yine,iyi amel işlemek için tekrar dünyaya gelmelerini istemelerine karşı,her şeyi her şeyiyle bilen Allah’ın,onların bu temennilerini kabul etmeyişi nakledilmektedir.

-Doğum olaylarına da bir ad ve tanım yapmak gerekir. Şöyle ki;acaba kim kimden doğmuş ve doğmaktadır? Bu olay nasıl cereyan etmektedir?Bu sefer aynı kişiler,aynı kişilerden mi doğdular?Yoksa bu sefer de baba mı evlattan doğdu? Veya doğacak? Kim kiminle evlendi?

Ve aile gibi kavramlar ne olacak? Aile ortadan kalkacak mı? Mahremiyet durumu söz konusu olacak mı? Yoksa savunanların zaten böyle bir meseleleri yok mudur?

Evet,insan hayat merhalesinde adım adım yükselmektedir. Hiçten varlık alemine,nutfeden alakaya,mudğaya,et ve kemik giydirilen insan,ruh üflenerek dünya alemindeki çocukluk,gençlik,ihtiyarlık,kabir,mahşer,sırat,cennet ve cehennem.

Sakın bu yanlış iddiada bulunanlar bir önceki alemi ve devreyi bir sonrakine göre ölüm ve ölmüşlük olarak değerlendirip de,karıştırıyor olmasınlar?

Anne karnından bu aleme gelen çocuk orası ile bağlantısı kesilip,burası ile bağlantısı kurulduğundan;anne karnı yönüyle ölen,dünya yönüyle doğan bu çocuğun bu halini kavramaktan meydana gelen kopukluktan kaynaklanmış olmasın?

Ama,peki ya doğarken ölen veya doğmadan ölen ? Canım onlara da bir şeyler uydurulur her halde!!

Nitekim tenasuh uydurmacasında uydurulan uydurmalar gibi…

İmam-ı Rabbani de Mektubatında bu düşünceyi şiddetle reddedip,küfür alemi olarak sayar.[9]

“Rabbimiz,bize hidayet verdikten sonra,kalblerimizi kaydırma. Katından bize rahmet hibe eyle. Sen hibesi en bol olansın.”[10]

İşte ah-vahlardan bir kısmı;

-“(Kötülere)Uyanlar şöyle derler:”Ah keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi bizde onlardan uzaklaşsaydık!” Böylece Allah onlara işledikleri bütün işlerini kendilerine hasret,pişmanlık ve üzüntü kaynağı gösterir ve onlar artık ateşten çıkmazlar.”[11]

-“Onların ateşin karşısında durdurulup”ah nolur keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve müslümanlardan olsak”dediklerini bir görsen.”[12]

-Allah’ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramışlardır. Nihayet onlara kıyamet ansızın gelib çatınca,onlar,günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki:Hayatta iyi amelleri terk etmemizden dolayı eyvah bize! Yüklenib taşıdıkları şey ne kötü yüktür!”[13]

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Lokman.13.

[2] Nisa.48,116.

[3] Sözler. B. Said Nursi.sh.365.

[4] Mesnevi-i Nuriye. B. Said Nursi.sh.197.

[5] Ruh için bak. Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır. 1 / 406-408,547, 4/2362, 5/3084,3198, 6/4127, 8/5353,5546, 9/5979.

[6] Bak. Zaman gaz.24-5-1996.

[7] Bakara.28,65,Maide.60,A’raf.166,Nuh.17-18,Hadid.13,Mü’min.11,Furkan.13-14,Fatır.16,Vakı-a.60-62,Mülk.1-2,İnsan.28,A’la.12-13,Abese.21-22.

[8] Nebe.40.

[9] Bak. 2 / 1127,371.mektub.çevr.A. Akçiçek.

[10] Al-i İmran.8.

[11] Bakara.167.

[12] En’am.27.

[13] En’am.31.




TEBLİĞ ADAMI NASIL OLMALI ?

TEBLİĞ ADAMI NASIL OLMALI ?

-Rasulullahı kendisine örnek almalı.

“Andolsun ki,Rasulullah da sizin için,Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır.”[1]

-Onun ahlakıyla ahlaklanmalı.

Hz. Âişe’nin de dediği gibi;”Onun ahlakı Kur’an ahlakıdır.”

-Peygamberimiz nasıl ki alemlere rahmet ise;[2] Tebliğci ve tebliğ adamı da cemaatı için rahmet ve rahmete vesile olmalıdır.

-Peygamberimiz gibi Tevazu’[3] örneği gösterip,toprak gibi mütevazi olmalıdır. Üzerinde güller ve çiçeklerin yetişmesini sağlamalıdır.

Üzümün kuru çubuğu gibi olup,hasiyetli,şerbetli üzüm salkımlarının yetişmesine aracı olmalıdır.

-Peygamberimiz gibi Tebliğ görevini[4] en güzel bir şekilde yapıp,sunmalıdır. Malın kendisini sattırması kadar,pazarlaması da değer taşır.

-İslâmiyeti en güzel bir biçimde yaşayıp,hâliyle ve kâliyle örnek olmalıdır.

Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi:”Eğer biz İslâmiyeti hal ve hareketlerimizle göstermiş olsa idik,sair dinlerin mensupları fevc fevc (bölük bölük) İslâmiyete gireceklerdi.”

-Takva,İhlas ve Amel-i Salih üzere hareket etmeli.

-Talib değil,matlub olmalıdır. Başkaları tarafından aranılan kişi olmalıdır.

-Mürid değil,murad olmalıdır. Herkesçe istenilen bir kişi olmalıdır. İmam ise;cemaatınca,Müftü ise;imamınca ve halkınca aranılan ve istenilen biri olmalıdır.

-Alimin ölümü alemin ölümüdür. Ölümü gerçekten,geceleri kervancılara yol gösteren,kaybolması onları üzen –gökteki yıldız misal- insanlarca büyük kayıp arz eden kişi olmalıdır.

-Peygamber gibi Islah edici [5] olmalı,bunu görev bilmelidir.

-Muhabbet fedaisi olmalı. Peygamberimiz gibi şefkat kanatlarını germeli.[6]

-Onu öldürmeye gelen onda dirilmeli. Tıpkı Hz. Ömer misali ki;Rasulullah onca en sevilmeyen kimse iken,onu öldürmeye gittiğinde onda )SAM) manen ölmüş ve ölü duyguları dirildiği gibi,insanları ve asırları da diriltmeye vesile olmuştur. Artık Hz. Ömer için dünyada Rasulullahdan daha sevgili bir kişi olmamış. Hem dirilmiş,hem de insanları ve İslâmiyeti canlandırarak asırlara damgasını vurmuştur.

Âyette :”Ey Habibim. Eğer onlara karşı sert davransaydın,onlar etrafından dağılır ve dağıtırdın.”[7]

-Hz. Hafsa gibi de hakkı ve hakikatı tavizsizce haykırmak,karşısındaki İslâm’dan önceki Ömer’de olsa…

Hadiste:”Hakiki alimler,zalim hükümdarlara karşı hak ve hakikatı pervasızca söyleyen alimlerdir.”

-Bizler muhabbet fedaileriyiz. Çünkü husumet ve düşmanlığa vaktimiz yoktur.Hele hele yüzlerce canavar karşımızda dururken… Her birimiz yüz kişi de olsak ancak hepsini muhabbete sarf etmemiz gerek…

-Kin,benlik ve enaniyeti,özellikle ilimden gelen benliği atmalı…

-Dinle-Fen ilimlerini mezcedip birleştirerek –koyun misal hazmetmiş ve saf bir şekilde- özlü bilgiyi ve M. Akif’inde dediği gibi asrın idrak ve anlayışına uygun olarak vermeli.

Doğrudan doğruya Kur’an-dan alıp ilhamı

Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâmı.

-Her meslek erbabının mesleğindeki başarısı nasıl ki mesleğinde fâni olmak,mesleğinin her türlü incelik ve özelliklerini bilmekle ayakta durması gibi,dini temsil eden önder şahsiyetlerin de mesleklerinin muhabbetiyle yaşayıp,onda fani olması gerekir.

“Kolaylaştırınız,zorlaştırmayınız. Müjdeleyin,nefret ettirmeyin.” hakikatını düstur yapmalı. Zira zehirini altın tabaklarda sunanlar kazanmaktadır. Elbette tebliğ adamı altın gibi,elmas gibi hakikatları elmas tabaklar içerisinde,karşıdakine en güzel bir şekilde sunmak mecburiyetindedir.

-Fedakâr olmalı…

Her esnaf müşteri kazanmak için bazı fedakarlıklarda bulunur,menfaatlarından vaz geçer. Elbette ahiret için çalışanların da,ahireti kazandıracağı kişilere karşı her türlü fedakarlığa açık olmalıdır.

Nasıl olmalı?

Merhum Zübeyir Güzdüzalp’in dediği gibi olmalı:

“ Aziz Kardeşim. Madem ki İslâmın her derdine razı olduğunu bildiriyorsun. Ben de,engin ve zengin ve hizmet aşkıyla dolu ruhunuzdan,ruhuma akseden fedakarlık ve ferağat manalarıyla nefsime dedim:

“Vazifen Ey Nefsim:Dikenler arasında güller toplayacaksın… Elin açıktır,ısıracaklar. Ayağın çıplaktır,batacak.

Buna sevineceksin…

Fir’avunlar kucağında büyüyen çocuk Musa’ları safına alacaksın. Sen aldığın için dövecekler… Sen konuştuğun için hapse atacaklar…

Buna sevineceksin…

Çöllere sürerlerse kanınla ağaç,kutuplara götürürlerse ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyenler olacak… Yakacaklar,yıkacaklar…

Bunu sabır ile seyredeceksin…

Karanlık zindanlara sokarlarsa ışık,paslı vicdanlara rastlarsan ziya,imansız kalbleri görürsen nur vereceksin… Sen verdiğin için suç,sen getirdiğin için ceza,sen söylediğin için mahkum edecekler…

Sen buna iftiharla sevineceksin…

Anadan,yardan,evden,serden ayrılacaksın… Candan,gönülden Kur’an-a sarılacaksın… Sana divane diyecekler…

Aldırmayacaksın…

Hizmet için atıldığın yolda önüne demirden set yaparlarsa dişlerinle sökeceksin… Dağlara tünel oymak gerekirse iğne ile oyacaksın…

Unutma…

Nerede olursan ol,küfrün ve cehlin ta… temelini çürüteceksin…

Bir gün Kur’an etrafındaki surların yıkıldığını görürsen,Sen;kemiklerini taş,etini harç,kanını su edeceksin.

Etrafında;ilimden,irfandan,faziletten,ahlaktan kaleler dikeceksin…

Kaleler feda-i ister… Aziz Kardeşim… Nasıl? Sen… İçinde kalabilecek misin? “

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Ahzab.21.

[2] Enbiya.107.

[3] En’am.52.

[4] Maide.67.

[5] Hud.88.

[6] Şuara.215.

[7] Al-i İmran.159.




TEFEKKÜR BAHÇESİ

TEFEKKÜR BAHÇESİ

Bir bahçe,öyle bir bahçe ki;renga-renk çiçeklerle donatılmış. Cazibe-dar güzelliklerle tezyin edilmiş. her şeyiyle,herkesi celbetmekte.. Kainata baktığımızda,böyle güzelliklerle karşılaşırız.

Karadakiler bir güzellikte..denizdekiler daha bir güzellikte..Göktekiler ayrı bir görünümde…

Her birisi değişik bir tefekkür hazinesi. Öyle ki,bunların da içerisinde her bir cisim,her bir canlı ve her bir varlık başka başka harikalıklar içerisinde bulunmaktadır.

Bu bahçelere giren her bir insanın istifadesiz çıkması mümkün değildir. Zira her şey istifadeye uygun olarak donatılmış,maddi-manevi bir sofra olarak hazırlandırılmıştır.

Bunlar birer fikir tarlalarıdır. Tarlalar ekilmek ve sürülmek ister. Ta ki mahsul alınabilsin!.. Fikir fukaralığı ise;bundan mahrumiyeti netice verir.

Akıl,fikir,düşünce ve şuurun idrak çerçevesinde çalıştırılmayışı bir iflasın neticesidir. O insan gerçek müflistir. Böyle bir insanın varlığı ile yokluğu arasında bir fark olmayıp,insan ismine liyâkatı bile söz konusu olamaz.

Eserde bir mükemmellik görülmektedir. Bu mükemmellik ise bir müessirden gelmektedir. Onun eserde gösterdiği tesir,süslemedeki tezyin,,bir ölçü içindeki takdir,sınıfların sınıflara ayrılmasındaki tasnif,belli bir görevle görevlendirilmedeki ta’yin,farklılıkların arasındaki üstünlükte görülen tafdil,çok şekiller içerisinde bir şekilde görülen teşkil,bir ölçü ve denge içerisinde dengeli tevzin,süreklilik içerisinde sabit bir şekil almadaki görülen tesbit;hep bir kudretin,iradenin plan ve proğram doğrultusunda yaratıcı bir gücün eseridir.

Her şey bir hikmetin eseri olarak yaratılmaktadır. Her kes kendi gözü ve gözlüğüyle aleme baktığında farklı ve üstün bir özelliği görebilir.

Bir musiki-şinas,kâinatı”Kozmik bir orkestra “şeklinde;seslerin harmanlandığı bir –seslilik-içerisinde görür.

Bir astronom baktığında;uzayın keşfedilmeyi bekleyen cisimlerle dolu olduğunu görür. İnce bir zar gibi süzgeç görevini görüp,zararlı ışınların gelmesini engelleyen ozon tabakası..

Büyüklülük ve parlaklılıkta bildiğimiz,güneşimizden 100 milyon defa parlak yıldızların mevcudiyeti;göğün haşmetini gösteren sanat harikalarıyla dolu olduğu görülmektedir.

Harikalarla dolu uzay alemi,alem alem içerisinde,sonsuzluklara uzanan birer kapı ve birer pencere..

Denizler alemi gökler alemini geçmese de,ondan geri kalmayacak derece de harikalıklarla doludur. Balıklardaki şekil,desen,görünüm tam bir uyum içerisinde..

Bir insan şeklinde olan kainatın kalbi mesabesindeki dünya ve onunda kalbi olan insan ve yaşadığı yerler ise;özel bir şekilde tefriş edilmiş.

Allah’ın Kuddüs ismiyle yerler,gökler,denizler ve tüm tabiat bunca kirlenme ve kirletmelere rağmen yine de tam bir paklık ve temizlik ameliyesi içerisinde temizliğe dikkat edilmektedir.

Sadece Nisan ve Ağustos aylarında bir çift sinekten 191.in yanına 18 sıfır sayısı kadar sinek üremektedir. Diğer bir ifadeyle;bir yılda yaratılan sineklerin sayısı;Hz. Âdem-den kıyamete kadar yaratılan ve yaratılacak olan insanların sayısından daha fazladır.

Tabiattaki engin ve zenginlikler ve de güzellikler,ancak fikir ve tefekkür zenginliğiyle açığa çıkabilir.

Ahirzamanda her şey ilme dökülecektir. İlmi elinde tutan üstün gelecektir. Üstünlük ilimdedir,ilimledir. Bugünde ilmin her alanında sür’atli bir gelişme görülmektedir.

Genetik alanı bunun önemli bir alanını oluşturmaktadır. Ve çevresini araştıran insanoğlu yine kendisine dönmüş,gerçek de dış alemi kendisinde bulmaya çalışmaktadır.

“İnsan vücudunu oluşturan 100 trilyon hücrenin her birinin çekirdeğinde 46 kromozom bulunuyor ve bu kromozomların her biri helezon şeklinde uzun bir DNA ipçiğinden oluşuyor. Her ipçik boyunca uzanan binlerce bölüm,tam bir insan organizmasının oluşması için gerekli proteinleri üretmeye yarayan şifreli bilgileri,yani gen-leri temsil ediyor.”

“Gen şifreleri”,”80 bin insanın geninin içerdiği üç milyardan fazla kimyasal harfin sıraya konulmuş olacağı ve böylece bir insan organizmasını oluşturmaya,muhafaza edip yeniden üretmeye yarayan tam bir dizi bilgiye sahip olunacağı iddia ediliyor.”

“ Uzmanlara göre küçük ve basit bir hastalığın bile genlerle ilgisi var.” Doğrudan genlere girilerek her türlü hastalığın tedavisi kökünden halledilmiş olacaktır.

“İnsan geniyle ilgili şifre çözümünün tamamlanması,bir yarışın varışı değil,başlangıç noktası…”[1]

İbret ve hayretle bakıp düşünülecek olunursa görülecektir ki;

-Işık yılı;180 milyar sene. Işık yılı,sene saniyeye kadar çevrilecek. 100 milyar ışık yılı bir küme,100 milyar küme bir süper küme,100 milyar süper küme bir hiper küme… Gökte (uzayda) ise,200 milyar süper küme vardır.

Şu büyük kainatta Allah’ın büyüklüğüne bak ve düşün! sonsuz haşmet ve azamet sahibi…

-Evren dev bir nokta..insan ise,nokta bir devdir. Sanatlardaki devlik;devasa sanattaki ve sanatı yapandaki ustalıktandır.

-Hubble’nin tesbitiyle;kainatta 125 milyara yakın galaksinin var olduğu tesbit edilmiştir.[2]

-Dünyadan 10 milyon ışık yılı ötedeki bir galaksiyle beslenen kara deliğin,bir milyar yıldızı yutmuş olduğu belirtilmektedir.[3]

-Kara deliklerin;süper novaların patlamasıyla oluşmuş olmaktadır.[4]

-Kara deliklerin büyük çekim gücünden dolayı ışığın bile kurtulamayıp,kara deliklerin tükürmesi demek olan kabarcıkların da 200 bin ışık yılı öteye kadar gitmektedir.

-Kâinatta hiçbir boşluk yer olmayıp,her yer esir maddesiyle doludur.

-Alem bir yandan devamlı keşfedilirken,diğer yandan da keşfedilmeyi beklemektedir.

-Kâinatın oluşumunda meydana gelen Bing-Bang’ın devam edip ,”14-Aralık-1997-de büyük bir patlamanın gerçekleştiği ortaya çıktı. Bu patlamada güneşin 19 milyar yıldır yaydığı enerjinin 50 katı bir saniyede evrene yayıldı.[5]

-Alman gök bilimcileri tarafından”Dünyadan 5 bin ışık yılı ötedeki RCW38 adlı yıldızın doğumunu görüntülediler.[6]

-32 yılda bir görülen meteor yağmuru..[7]kimsenin başına düşmeyip,boş bir alana düşmesi tesadüfi bir olay olmadığını göstermektedir.

-Tıbbın gelişmesiyle,ölmeyen dokular üretilerek,genetik hastalıkların çözümü sağlanmış olmaktadır. Adeta organlar yedek parça rolünü üstlenirken,kanser gibi bölgeler yok edilmiş olmaktadır.[8]

-İnsan-da;23 anneden,23-de babadan olmak üzere 46 kromozom vardır. Bu farelerde 18 çift,meyve sineğinde 4 çifttir. Bir kromozomda;20.000-40.000 gen vardır.

-“Bitkilerin tehlikede olduğunda salgılanan jasmonik asitin,bitkilerin savunma bileşenlerine sinyaller gönderdiği,bununda tehlike uyarısında bulunan bir çeşit ağrı olarak ortaya çıktığı bildirildi.”Aspirinin de burada faydalı olduğu da belirtilmektedir.[9]

-Ölüm pahasına da olsa kimliğini terk etmeyen canlı Som balığı. “ Som balığı yumurtlama zamanı geldiğinde uzun bir yola çıkar. akıntıya karşı km.lerce yüzer. Önce denizden geçer,nehire geldiğinde renk ve biçim değiştirir. Akıntıya karşı nehrin yatağına doğru günlerce yüzer. Yatağa yakın uygun bir yer bulduğunda da yumurtlar ve ölür. Ne sorar,ne düşünür;gerekeni yapar,çünki bilir. Daha doğrusu ona bildirilir,ilham olunur.

Neslini devam ettirme uğruna,nefsini feda eden intihar balık timleri..

-Köpek balıklarının ciğer dokularından alınan bir maddenin beyin tümörüne iyi gelip,büyümeyi engellediği ifade edilmektedir.[10]

-Genlerde yapılacak bir değişiklikle alkolik olanların genlerde oluşturduğu bağışıklık da giderilmiş olacaktır. Sinekler üzerinde yapılan deneyde bu anlaşılmıştır.[11]

-Önce koyun,insan kopyalama girişimleri ve şimdi de farelerin karınlarında fil yumurtaları üretme çabaları. Bu sağlıklı olmasa da,başka nesli tükenen hayvanların bu şekilde kurtarılabileceği de mümkün olacaktır.[12]

-Sineklerin ayaklarının altında bulunan gözeneklerden salgılanan yapışkan bir sıvı maddesi ile her yerde durabilmektedirler.

-“ Sen dağları görürsün de,onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. (Bu) Her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz ki o yaptıklarınızdan tamamiyle haberdardır.”[13]

Buda dünyanın sabit olmayıp,döndüğünü ifade etmektedir.

-Hadiste” develerin bevl-lerini tavsiye ederim. Çünki deve bevl-leri (İnsanlardaki)mide bozukluklarına iyi gelir.”[14]

Fıkhen;insan bevl ve necaseti galiz yani ağır,hayvanın ki ise,hafifedir.

-“Yeryüzünün 3,5 km derinliklerine inerek araştırma yapan bilim adamları,dinozorlar devrinden kaldığı belirlenen mikrop türlerine rastladılar. Kaya katmanları arasında milyonlarca yıldır yaşayan mikropların oksijensiz ortamda yaşayan “Anaerob”türden oldukları bildirildi.” Cehennem basili (Bacillus İnfernus)”adını verdikleri mikropla ilgili açıklamada bulunan ve bu derinlikte mikroplara rastlamanın sürpriz olduğunu belirten uzmanlar,”Mikropların adeta zaman makinasından çıkmış olduklarını”ifade ediyorlar. Bilim adamları,yüksek ısı ve basınca karşı son derece dayanıklı olan cehennem basilindeki genlerin çok nadir bulunduğunu,bununda tıp ve biokimya araştırmaları açısından kayda değer bir gelişme olduğunu söylediler.

Cehennemde hayat..küçük bir örneği..ölümsüzlük..oraya münasib canlılar…

Ve ebede gidecek olan trendeki farklı kompartumanlar…

Neyi isterdiniz? Hangi mevkii…???

04-04-1997

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bkn.Y.Şafak gaz.31-01-2000.

[2] Bkn.Zaman gaz.09-01-1999.

[3] Agg.16-5-1998.

[4] Agg.10-9-1999.

[5] Agg.8-5-1998.

[6] Agg.6-12-1998.

[7] Agg.19-11-1998,18-11-1998.

[8] Agg.8-11-1998.

[9] Agg.7-8-1998.

[10] Agg.2-7-1998.

[11] Agg.15-6-1998.

[12] Agg.12-11-1998.

[13] Neml.88.

[14] Buhari ve Müslim-de değişik şekillerde rivayetler vardır.Kütüb-ü Sitte-den.bak.Sur der.Eylül.1995.Sh.20,bkn.Kitab-ı Mukaddes.Kur’an ve Bilim.Çevr.S. Yıldırım,Bak.Mürşid.CD.H.NO. 1559,3972.