İYİLİĞİ EMİR KÖTÜLÜKDEN NEHYETME

İYİLİĞİ EMİR KÖTÜLÜKDEN NEHYETME

Peygamber sıfatı. Peygamber derecesindeki bir kutsal vazife. Peygamber yolu.Yüceliğe taliblerin ulvi yolu. Kur’an dili ve tarzı. Şerefli kalma ve şerefli kılma makamı.

Kurtubi-ye göre; Hilafet makamı.[1]

Hadiste:” Kim,emr-i bil-ma’ruf nehy-i ani’l-münker yaparsa o Allah-ın,Allah rasulünün ve kitabullah-ın halifesidir.”

Tebliğ bütün efradıyla en güzel bir şekilde arz ve takdimden ibarettir.

“Eğer yüz çevirirlerse,sana düşen görev,sadece hakkı tebliğdir. Allah kullarını hakkıyla görür.”[2]

Bu tebliğ görevinin iki şekilde yapılacağı da belirtilmektedir;Korku ve Müjdeleme.

“ Biz seni sırf Kur’an-la müjdelemen ve uyarman için gerçeğin ta kendisi olarak gönderdik.”[3]

Hidayet ancak ve ancak Allah-a aid olup,insanlara aid değildir. Şifa,rahmet,hayat,rızık gibi Hidayette doğrudan doğruya Allahtandır.

“ Sen dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin,lakin ancak Allah dilediğini doğruya hidayet eder. O hidayete gelecek olanları pek iyi bilir.”[4]

Rivayete göre Efendimiz son demlerinde olan amcası Ebu Talibe “ Lâ ilâhe illallah”de ki;kıyamet günü senin lehine şehadette bulunayım.

Ebu Talib ise:”Kureyş kadınları beni kınarlar,korkudan bunu söyledi derler. Eğer böyle demeyecek olsalardı,müslüman olub seni sevindirirdim.”ve bu duruma peygamberimiz çok ısrar ediyordu.

Diğer rivayete göre de;Ebu Cehil-in Ebu Talibe karşı,Mekke-nin ileri gelen bir kişisi olarak,yetim Muhammedemi iman edeceksin,ifadesiyle onu engelleme yoluna gittiği de anlatılır.

Kötülükte ısrar edenlere,tebliğde bulunanlar için bir günah ve sorumluluk da yoktur.[5]

Bu hidayetin rızık korkusuyla engellenip kaçınılmaması,rızık verenin ise Allah olduğu bilinmelidir.[6]

İnsanlığın başı olan Hz. Âdem,aynı amanda bir peygamberdir. O zamandan beri,bu tebliğ görevi de bütün ümmetlerde ,insanları hakka davet etmek üzere uygulana gelmektedir.[7]

Bu görev ifa edilirken güzellikle ve yumuşak olarak söylenilmesi,irşad metotlarındandır.

Nitekim Allah,Hz. Musa-yı Firavn-a gönderirken bunun usul ve ölçüsünü de vermiştir. “Haydi kardeşinle birlikte âyetlerimle gidiniz,sakın beni anmakta gevşeklik göstermeyiniz. Gidin,Firavuna,zira o iyice azdı. Ona tatlı,yumuşak bir tarzda hitab edin. Olur ki aklını başına alır yahut hiç değilse biraz çekinir.”[8]

Burada iki kişinin gitmesi;bir yandan kardeşi Harunun fasih bir dile ve hitabete sahib olurken,Hz. Musa-nın peltek olması,diğer yandan da birbirlerine manevi destek içerisinde bulunub maneviyatları kuvvetlenirken,Firavunun maneviyatını da kırmış,tesirini azaltmış olmaktadırlar.

Bu işi yaparken Allah-a dua ile yardım taleb etmek.”Ya Rabbi,dedi,genişlet göğsümü,kolaylaştır işimi,çözüver şu dilimin bağını.”[9]

Allah insanları kendisini bulabilecek ve bilebilecek bir kabiliyette yaratmış olup,hepsine aynı eşitlikle sunulmuştur.[10]

Bir ücret beklemeden bu görevi yapan Peygamberler[11] ve Peygamberimiz[12]her türlü hakarete maruz kalırken sabretmişler ve sabrı tavsiye etmişlerdir.[13]

Ehli kitaba yapılacak tebliğde ortak noktaların nazara verilerek o konuda iletişimin kurulması ,koparılmaması gerekir.

“Zulmedenleri hariç,Ehl-i kitab ile en güzel olan şeklin dışında bir tarzla mücadele etmeyin ve onlara şöyle deyin:

“Biz,hem bize indirilen kitaba,hem size indirilen kitaba iman ettik. Bizim ilâhımız da sizin ilahınız da Bir ve aynı ilahtır ve biz ona gönülden teslim olduk.”[14]

Kur’an-ı Kerim-de Tebliğ ve İrşad metodlarının çeşitli konularda 540 kadar ayetin mevcudiyetini görürüz.[15]

Bu hususta;İnsanlara anlayacakları dilde konuşmak.[16]

Müjdeleyip,nefret ettirmemek.

Bıktırmamak.

İhlasla ve ibadet düşüncesiyle yapmak.

Emredileni yapmak,istikametten ayrılmamak.[17]

Müsbet hareket etmek.

Bütün problemlerin ve çözümlerinin kaynağı insan unsuru olup,onun düzeltilmesiyle olabileceğini bilmek.

İbretle düşündürmek. Yunus (A.S)un durumunu düşünmek ve düşündürmek. Zira o Musul yakınlarında,Asurluların başşehri olan Ninova-da doğmuş,Kur’an-da kendisinden –Zennun,Sahib-i Hut-diye bahsedilir.[18] 33 senelik davetinde kendisine iki kişi inanmıştı.

Bundan hareketle,kavminin dinlememesi üzerine onları terk eder,bir gemiye biner,balığın gemiye geçit vermemesi üzerine suçluyu bulmak üzere kura çekilir ve Yunus peygamber atılır,balık onu yutar. Gece,hava fırtınalı,balığın karnında,herkesten ümit kesik bir vaziyette o Allah-ı andı:” Zünnun’u da an. Hani o halkına kızmış,onlardan ayrılmış,bizim kendisini sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Sonra karanlıklar içinde şöyle yakarmıştı:”Ya Rabbi!Sensin ilah,senden başka yoktur ilah.Sübhansın,bütün noksanlardan münezzehsin,yücesin. Doğrusu kendime zulmettim,yazık ettim. affını bekliyorum Rabbim!”

“Onun da duasını kabul buyurduk ve o sıkıntıdan kurtardık. işte biz mü’minleri böyle kurtarırız.”[19]

“Azabımız gelip çattığı zaman iman edip de bu imanı kendilerine fayda vermiş bir memleket (halkı) bulunsaydı ya! (Bu asla vaki olmamıştır.) Ancak Yunus-un kavmi müstesnadır ki;bunlar iman edince kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını uzaklaştırıp giderdik. Ve onları daha bir zamana kadar yaşayıp faydalandırdık.”[20]

İlk affedilen kavim. Tavuğun civ civ alabilmesi için yumurtanın üzerinde sabırla 21 gün oturması misali, sabır lazımdı. O sabretmedi.

“Ey Muhammed! Sen rabbının hükmüne kadar sabret. Balık sahibi Yunus gibi (aceleci) olma.”,”Eğer çok tesbih edenlerden olmasaydı,herhalde (insanların)tekrar dirilecekleri güne kadar onun karnında kalıb gitmişti.”[21]

Bizim kendi durumumuzu da onunla mukayese etmeliyiz. Zira biz Hz. Yunus-un vaziyetinden yüz derece daha dehşetli bir vaziyetteyiz.

Gecemiz;İstikbal ve karanlıklı. Denizimiz;başıboş giden yer yüzü. her gün binlerce cenazeler üzerinde gitmekte. Hevâ-i nefsimiz;Hûtumuz yani balığımız. Ebedi hayatımızı mahvediyor.[22]

Bediüzzaman örnek tavrında;”Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükselmiş. İçinde evladım yanıyor. İmanım tutuşmuş yanıyor. Onu söndürmeye gidiyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş,ne ehemmiyeti var,dar düşünceler… Dar görüşler..”

Ahirette mühim bir cezaya maruz kalan kişi şöyle der:iyiliği emreder kendim yapmazdım,kötülüğü nehyeder kendim yapardım.

Cenâb-ı Hak Yûşa bin Nun-a:”Ben senin kavminin iyilerinden kırk binini helak edeceğim.”diye vahyettiğinde Yûşa peygamber:”Ya Rabbi!şunlar kötüler,ama iyilerin ne suçu var?”deyince Cenâb-ı hak:”Onlar benim gazab ettiğim kimselere kızmadıkları için(helak ediliyorlar)buyurdu.[23]

İsrailli kaynaklarda:”Hz. Lut-un kavmi helak olduğunda,onlar içinde gecelerini namazla,gündüzlerini oruçla geçiren binlerce abid ve zahid insan vardı,ama onlar”emr-i bil ma’ruf nehyi anil münker”vazifesini yapmıyorlardı.”[24]

Başa gelen belâ ve sıkıntılarda Tebliğ görevini yapmamanın büyük bir rolü vardır. Hadiste:”Allah başınıza şerirlerinizi musallat eder.Sonra hayırlılarınız dua eder de duaları kabul olmaz.”[25]

M. Akif bir hatırasında,Mısır-daki azınlıkların yerlileri idare etmesindeki garabeti aklı başındaki bir müslümana sebebini sorduğunda o müslüman kendisinin de “o yabancı devletin ricalinden birine sorduğu soruda:”Günün yahut senenin birinde,mesela Osmanlı hükümeti kırk-elli bin kişilik bir ordu hazırlayarak Mısıra sevk edecek olursa siz ne yaparsınız?”

-Yabancı devlet ricali;”Hiçbir şey yapmayız,muhafaza imkanı olmadığı için,mısırı kendilerine teslim eder,çıkarız. Yalnız şurasını iyi bilin ki,biz hiçbir zaman Osmanlıların Mısıra kırk bin kişilik değil,kırk kişi sevk edecek derecede yakalarını,paçalarını toplamalarına meydan bırakmayız. Memleketlerinde bitmez tükenmez meseleler çıkarırız. Onlar birbirleriyle uğraşmaktan göz açamazlar ki,bir kere olsun Mısıra dönüp bakmağa vakit bulabilsinler.”[26]

Nasıl ki isli-sisli-pisli bir havada şoförler ve insanlar giderken önlerini göremeyip,körlemesine giderler. Adeta meçhule.

Bu günkü siyaset,enflasyon,öcalan,mafya gibi tozlu-dumanlı havada insanlar sağlıklı düşünüp konuşamamakta,gerçekleri,ebedi hayatında lazım olacak meseleleri düşünmemekte ve de düşünememektedir,bi-gâne kalmaktadır.

Allah rasulü”Nasıl olacak haliniz? O gün kadınların baş kaldırdığı,sere serpe,açılıp saçılarak sokağa döküldüğü,kötülüklerin her tarafta yayıldığı ve hakkı ifadenin terk edildiği gün?”

Sahabi:”Bunlar olacak mı ki ya rasulallah?”

Ve Allah rasulü:”Nefsim kudret elinde olan Allah-a yemin ederim ki,daha şiddetlisi de olacak.”

“Bundan daha şiddetlisi nedir ya rasulallah”denilince,

“Bütün kötülükleri iyi ve bütün iyilikleri kötü gördüğünüz gün haliniz nice olacak bir bilseniz!”

“Buda olacak mı ya rasulallah?Yani iyilikler men edilip,kötülükler emredilecek mi?

“Daha şiddetlisi bile olacak!”

“Bundan daha şiddetlisi de nedir,ey Allahın resulü?”

“Münkerât karşısında susup ve bizzat onu teşvik ettiğiniz gün vay halinize!”

“Buda mı olacak ya rasulallah?”sorusu tekrar edildiğinde Rasulullah kasemden sonra:

“Celalime yemin olsun ki,bu duruma gelmiş bir cemiyetin içine çağlayanlar gibi fitneleri salıvereceğim.”[27]

Geçmiş ümmetleri yaptıkları hatalardan dolayı helak ettiğini söyleyen Allah,bu ümmeti peygamberimizin hürmetine helak etmeyeceğini ancak bilinmeyen çeşitli hastalık ve musibetlerle cezalandıracağını bildirmektedir. Aynen cari olmaktadır.

Hadiste”İslâm ğarib başladı (Ahirzamanda) ğarib olarak dönecektir”Ğarib;harika,görülmemiş ve duyulmamış olarak başladı,insanlar tebliğ görevini yapmasalar da aynı haşmetiyle tekrar doğacaktır.

Abdulmuttalibin Ebrehe-ye dediği gibi:”Kâbenin sahibi olan Allah,bu dinin de sahibidir. O,sahibi olduğu şeyi mutlaka koruyacaktır.”

13-03-2000- MEHMET ÖZÇELİK

[1] Ma’ruf ve Münker. S. C. el-Amra. Terc.M. İslamoğlu. 37,63.

[2] Al-i İmran.20. ayriyeten 25 ayet daha bu manadadır. Bkn. Kur’an-ı Kerim Fihristi. N. Yüksel. 173,Al-i İmran.128,Nisa.84,Maide.67,92,99,En’am.34-35,107,Tevbe.129,Yunus.42-43,99,100,Ra’d.40,Hıcr.94,Nahl.127-128,Nur.54,Şura.6,15,48,Teğabun.12,Ğaşiye.21-22,Duha.11.

[3] Bakara.119, yedi ayette daha bu manada geçmektedir.En’am.51,Yunus.2,Enbiya.45,Şuara.214,Fatır.18,Müddessir.1-2.

[4] Kasas.56,bkn. Bakara.272, Al-i İmran.184,En’am.35,yunus.42-43,99-100,Nahl.37,Şuara.3-4,Neml.80-81,Lokman.23,Fatır.8,Zümer.41,Zuhruf.5,40,Abese.7.

[5] En’am.69-70,Kaf.45,Zariyat.55,Tur.29,A’la.9-11.

[6] Ta-ha.132.

[7] Hac.67,Kasas.87,Fussilet.33,Şura.15.

[8] Ta-Ha.42-44,bkn.Nahl.125,Bakara.83,263,İsra.53,Al-i İmran.159, Şuara.29.

[9] Ta-Ha.25-27.

[10] Enbiya.108-109,En’am.52,Şura.15,Abese.1-12.

[11] En’am.90,Yunus.72,Hud.29,51,Yusuf.103-104,Mü’minun.72,Furkan.57,Şuara.106-109,124-127,145,164,180,Sebe.47,Sad.86,Şura.23,Tur.40.

[12] En’am.90,A’raf.203,Yusuf.104,Ra’d.36,Furkan.57,Sebe’.47,Sad.86,Şura.15,23,Tur.40.

[13] Al-i İmran.186,195,En’am.10,34,A’raf.127-128,Yunus.109,Hıcr.97-98,Nahl.96,Lokman.17,Sad.17,Casiye.14,Ahkaf.35,Kaf.39,Müzzemmil.10,Müddessir.7.

[14] Ankebut.46,bakn.Nahl.125,Ta-Ha.44,Hadid.25.

[15] K.K. Fihristi.age. 175-177.

[16] Bkn.Kütüb-ü Sitte.Prof.İ.Canan. 11 / 507.

[17] Hud.112.

[18] Enbiya.87,En’am.86.

[19] Enbiya.87-88.bkn.Nisa.163,Saffat.139-148,Kalem.48-50,

[20] Yunus.98.

[21] Saffat.143-144,Bkn.Peygamberler Tarihi.M.Dikmen,B.Ateş.527-535.

[22] Bkn.Mektubat. B. S. Nursi.1.Mektub.

[23] Tefsir-i Kebir. tec.Heyet. 16 / 27.

[24] İrşad Ekseni.M.F.Gülen.19.

[25] Bkn.age.77.

[26] K.Sitte.age. 7 / 317.

[27] İrşad Ekseni.age.10-12.




MUSA VE SARAHLAR MESELESİ

MUSA VE SARAHLAR MESELESİ

Kur’an-ın hükmünce müslüman erkeklerin ehli kitap olan kadınlarla evlenmeleri caizdir.[1]

Son günlerde gayrı müslim yani ehli kitapla evlenmeler rağbet bulmakta,bu meseleler gündemi meşgul etmektedir.

Bir müslüman kadının hiçbir suretle gayrı müslim bir erkekle evlenmesi caiz değildir. Çünki aile ve çocuklar hukuken erkeğin vesayetindedir.

Kız ve kız tarafları ehli kitab olup çocuklarını taleb ettiğinde veya müslüman olmuş,erkeğin tarafındaki kızlarını taleb ettiklerinde,olaya asr-ı saadetteki bir uygulamayla ışık tutabiliriz;

Nitekim hicretten önce müslüman olupda,anne-babasından ayrılarak tek başına Medine-ye hicret eden Ümmü Gülsüm binti Akabe (R.A.h.)yi almaya gelen iki kardeşi,şarta bağlı olarak kız kardeşlerini Hudeybiye anlaşmasındaki bir madde gereği istediğinde,zaafiyetini dile getiren Ümmü Gülsüm-ün bu durumu üzere şu ayet nazil olmuştur;

“Ey iman edenler! Mü’min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman,onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlarda bunlara helal olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirleri kendilerine geri verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikahınızda tutmayın,sarf ettiğinizi isteyin. Onlar da sarf ettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda o hükmeder. Allah bilendir,hikmet sahibidir.”[2]

İman etmiş olan,etmemiş olan anne-baba gibi akrabalarından iman cihetinden ayrı olduğundan,hukuk cihetinden de ayrıdırlar.

Burada kadınlarla ilgili kısım;Allah tarafından zaifliklerinden dolayı çıkarılmış oluyor.

Burada önemli olan onların Allah için iman etmiş olmaları,dünyevi hiçbir faide-mal-koca gibi- gözetmemeleridir.[3]

Allah;her varlık gibi,kız konusunda da hakkı en büyük olandır. O halde söz onundur.

20-5-1997

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Maide.5.

[2] Mümtehine.10.

[3] Bkn.Büyük İslam Kadınları.M.Emre.295.




K İ M L İ K

K İ M L İ K

Kimliğimi kaybedersem,yeni bir kimlik çıkarırım. Kaybedersem benliğimi,benliğim bensiz kalır.

Ben kimliksiz,kimlik Kim?-siz.

Ben kimim ? Kimlik ben..

Kimlik ben de..ya ben kim de?

Benlik ner de? Benlik kimde?

Her şey ben-lik,sen-lik.

Ner de esenlik?

Bu işler kimlik?

İnsanlar sadece kimliklerini kaybetmiş değiller. Aynı zamanda kimliklerini başka yerde aramaktadırlar.

Gözlerini hep yukarıya ve yukarı tarafa diken insanlar, yüksekliği de orada aramakta ve orda bulmaya çalışmaktadırlar.

Yükseliş secdededir. Secde yükseliştir. Benlik ve gururun hortumunun kırılması gerek…

*******************************************

Toplumu bağlayan maddi ve manevi bağların çözülmesi gerek. Pranga ve zincirlerin yerini samimi bağlılıklar almalı. Aksi takdirde toplum bağlandıkça,bağlanan bağlarla bağlı kaldıkça ;yerinde duracak ve sayacaktır. Şahsiyetten mahrum kaldığı gibi,doğuştan getirdiği kimliğini de kaybedecektir.

İnsanlar kimlikleriyle beraber dünya ya gelirler. Kimi bu kimliğini kaybederken,kimi de onu daha da geliştirmektedir.

İslâmı ve İslam alemini müslümanlara kapatanların şahsiyetleri nerede? Zira şahsiyet ve kimlik İslâm da ve onunla olabilir. Mesele,kimliğini bilmek ve nerede bulunacağını kavramaktır.

Mevcut kimliklere göre insanları sayacak olursak,kimliksizler arada kaybolacaktır. Bunun gibi de;toplumda manevi kimliğini kaybedenler,madden ve manen bir tükeniş içerisine gireceklerdir. Tüm değerlerini devamlı tüketen bir toplum,tükenmeye mahkum bir toplumdur.

Tükenmenin yolu,tüketmekten geçer. Gençliğini tüketip israf eden bir toplum,netice de tükenecektir.

Aslından koparılarak,değişik yönlere yönlendirilen,bölünüp parçalanan bu insanlar;bir bütünlük arz etmeyecek,kopukluğa ve bitişe neden olacaktır.

İnsanlığımız,insani kimliğimiz kadardır. İnsani kimliğimiz ise;İslâmımız kadar gerçekleşir ve barizleşir. Yani insanlığımız islâmımız kadar,İslâmımız da insanlığımız kadardır.

İnsanlar;müslüman oldukları veya İslâmi sıfatları kendilerinde yerleştirdikleri ölçüde gerek ferdi,gerek içtima-i,ailevi olarak o nisbette mükemmeliyeti yakalar,anarşiyi def ederler.

Dünya büyük bir figan içerisinde ah-vah etmektedir. Her şeyleriyle memnuniyetsizliklerini göstermektedirler.

Kaybedilen bir şey ne kadar kıymetli ise;feryad da o nisbette artacak ve yükselecektir.

Geçmişteki bazı şeyleri haklı olarak şikayet ediyor,şikayette bulunuyoruz. Bizden sonrakilerin de bizden şikayet etmemeleri,aah etmemeleri için;kendi kimliğimiz doğrultusunda yürümemiz,herkese göre yönümüzü ve oyunumuzu belirlemememiz gerekmektedir.

Ancak görünmektedir ki;oyunlar bizsiz,biz de oynanansız. Yani bizim üzerimizde bizsiz kararlar alınmaktadır.

Tam kahredici ve kahrolucu entrikalar…

İnsanların bugün çıkmaz içerisinde olma sebeblerinden biri;Kendi sorumluluklarının dışına taşıb,kendi kimliğini unutarak o makamın icra memuru,müdürü ve avukatı gibi görme ve görülmelerinden kaynaklanmaktadır.

Kendi dinini ve değerlerini bilememiş ve bulamamış ve de verilmemiş bu insanlara,insanlık ve laiklik perdeleri altında başka kimlikler sunmakta ve tanıtılmaktadır.

Kendisini ve kendisine aid değerleri tanımayan,başkasını ve başkasına aid özellikleri nasıl tanıyabilir,anlayabilir? Bilakis o,iki arada bir derede kalan insan olacaktır.

Yani;Dinini öğrenemedi, Hristiyan ve Yahudi de olmadan,bir hiç olarak bu dünyadan gitti,denilecektir.

Varlıklar üzerindeki sır perdelerinin aralanması ve açılması halinde;bir çok harikalıklar ortaya çıkacaktır.

Eşya nasıl oluyor? Bir birleriyle olan irtibatı nasıldır?

Böylece kendimiz açısından çok harikalar görüleceği gibi,yaptığımız işler konusunda,iyilik zannıyla kendimizin dahi kendimizden nefret edeceğimiz durumlarla karşılaşacağız.

Başkalarının bizden şikayetine gerek kalmadan,biz kendimizden şikayet edecek,belki de cezalandırılmamızı isteyeceğiz.

İnsanın kimliğinde hata mevcuttur. Hadis-i Kudsi de:” Eğer hata işlemeseydiniz,sizi helak eder,hata işleyen bir toplum yaratırdım.” buyurulur.

Hataya meyillidir. Ancak hata da ısrardan sorumludur.

İnsan bir hata yapacak,öyle bir hata yapacak ve açık verecektir ki;neticede o hata ölümüne sebeb olacak..ölümünü netice verecek bir hata..er veya geç.. O hatadan dolayı ölümüne varacak. Hâbil-le Kâbil gibi..

İnsana verilen hata işleme,hamuruna konulan hata duygusu;sırf sevaba koşmak,hayrı işlemek,kötülükten nefret etmek,Cenâb-ı hakkın Tevvab ve Ğaffar gibi isimlerinin tecellisine mazhar olmak içindir.

27-08-1996

MEHMET ÖZÇELİK




İSYANIMIZ NİSYANIMIZDAN

İSYANIMIZ NİSYANIMIZDAN

Unutan bir milletiz. Maziyle halin muhakemesini yapmaktan aciziz. İsyanımız ve isyankarlığımız mazi şuurundan mahrum oluşumuzdandır. İnsan aklıyla bilir ancak şuuruyla anlar ve her şeyi birbirinden tefrik ve temyiz eder. Şuursuz insan ne ise,tarih şuurundan mahrum bir millet de odur. Tarih şuuru milletlerin şuurudur. M. Akif’in ifadesiyle;

Tarihi tekerrür diye tarif ederler.

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi.

Tarih ve hadiseler tekerrür etmektedir. Bu da tarih şuurunun olmayıp,ibret alınmamasından ileri gelmektedir. Günümüzde oynanan oyunlar,tarih de oynanan oyunlardır. Ancak o gün yol bulup da giremeyenler,şimdiki boşluk ve gediklerden istifade etmiş ve girmektedirler.

Uzağa basar ve basiretimiz gitmediği gibi,yakını da görmemekte ve görememekteyiz. Tarihin isi,sisi,pisi tarih şuuru ve anlayışıyla ortadan kalkar. Tarih unutmayı affetmez. Bedeli millet ve gelecek nesillerce ödenir.

Bir asırdır dine konulan ambargo devam ettiriliyor ve ettirilmeye çalışılıyorsa,bu ibret ve ders almamanın bir sonucudur. Ve bu insanlar toplum da takdir ve teşvik görüyorsa,o toplum geçmişle kopukluk ve gelecekle körlük içindedir.

Maliyeti bize çıkarılan aynı piyes ve film seyrettirilmektedir. Sadece değişen oyuncu ve dekoru. Çünkü önceki seyrettirilenleri unutmuş ve unutturulmuşuz.

Tarih şuuru tarihi bilmekle ve doğru tarihin sayfaları arasında gezmekle kazanılır.

İsyankâr olmamak için,nisyankâr olmamak gerek…

21-6-1992

MEHMET ÖZÇELİK




ÖRF VE ÂDETLER

ÖRF VE ÂDETLER

Bir güzellik yönüne de bakınız ki;İslam namına her şeyi alınan,ancak ecdadından gelen örf ve adetlerle bağlı olan bu milletin hemen hemen tek bağlantı noktası bu gelenekler kalmış.

İslâmiyet denince;kandiller,mevlidler,Ramazan,bayramlar ve kurbanlar kalabilmiş.

İslâmiyet bunların perdesi altına girerek nesillere devredilmiş,takviye ile İslâmiyetleri sağlamlaştırılmaya çalışılmış.

Örf ve adetlerimiz,kuyuya atılan bu milletin ortada tutunacak bir dalı olmuş.

Kur’an-dan sadece bilinip Cuma geceleri okunan yasinler,bu milletin üzerine çöken karabulutları defetmiş,ölülerimize okunan bu dualar,biz dirileri de kurtarmış oldu. Ölüler için rahmet olan yasin,ölmüş kalblere de deva olmuştur.

Menduplar sünnet,sünnetlerde farz yerine ikame edilmemelidir. Nitekim bir ramazan teravihden önce camide sohbet etmiş,arkasından imamın teklifi üzerine yatsı namazını da kıldırmıştım. O gece Cuma gecesi olup,devamlı yapıla gelen Tecdid-i iman,istiğfar duasını yapmayı unutmuştum.

Herkes camiden çıkmış,bir kişi ön tarafta kalmış,bizde hatırlayarak konuşuyorduk. Dini yönden bir mahzurunun olmayacağını söylediğimde öndeki şahıs gayet sakin bir eda ile;Hiç ne olacak,kafir olmuş olur. diyerek kesip attı.

İşlenilen büyük günahlar kendisini pek de o kadar sarsmayan bu insan,bir adetin terkinden dolayı sarsılabiliyordu.

Aynı zamanda bu durum İslâmiyetin insanların tüm zerre ve hücrelerine nüfuz etmesinden ve de kendisine bağlılığı tesis etmekten kaynaklanıyordu.

-Acı diğer bir örneği ise:”Sene 1932. Devrim çılgınlığının karargahlarından Cumhuriyet gazetesi,bir güzellik yarışması tertib ediyor. Keriman Halis isimli 19 yaşında bir kız,İstanbul sosyetesi arasından –güya- Türkiye güzeli olarak seçilip,Avrupaya gönderiliyor. Müstevli batı zihniyeti önünde”İstiklal harbi”ni kazanmış bir milletin,arzusu hilafına yendiği ve denize döktüğü düşmana:

-Aman ne olur beni dışlama! Ben de Avrupalıyım,Amerikalıyım,Batılıyım. Yanıldık,yakıldık,içimizdeki sarıklı gericilerin,sakallı mürtecilerin,çarşaflı kadınların evlatlarını size karşı çıkardık ve maalesef sizi yendik.

Bu tarihi yanılgımızı telafi için bize ne teklif ederseniz,batılılar adına gümrüksüz,kontrolsüz,itirazsız kabul edeceğiz. Yeter ki”Türk de batılı oldu”deyin. Bizi”batı kulübü”ne,”Avrupa evi”ne alın. Sizinle aynı saatte olmak için”ümmet coğrafya”mıza neler yaptığımıza,”Sizin verdiğiniz dizbağı nişanları”şahittir. Bu tereddüt neden? Bakın siz”Güzellik kraliçesi”seçiyorsunuz diye,sizin ayağınızı kaldırdığınız ize biz basıyoruz ve biz de 19 yaşında bir kızımızı “Dünya güzellik yarışması”na yolluyoruz. Derecesine,K. Halis-i Belçika-nın sapa şehrine yolluyorlar.

Kızlar günlerce çeşitli kimselerle görüşüyorlar,konuşuyorlar. Yarışma günü jüri önünden birer birer geçiyorlar.

Sonunda,jüri kapalı odaya geçip,puan değerlendirmesini yapmak üzere toplanıyorlar.

Jüri başkanı söz alıyor ve şu konuşmayı yapıyor:

-“Sayın jüri üyeleri! Bugün burada Avrupa’nın,hristiyanların zaferlerini kutluyoruz. 1400 senedir dünya üzerinde hakimiyetini sürdüren İslamiyet artık bitmiştir. Onu Avrupa hristiyanları bitirmiştir. muhakkak ki,bu neticede Amerika’nın ve Rusya’nın hakkını inkar edemeyiz. Neticede bu,hristiyanlığın bir zaferidir.

Bir zamanlar sokağı bile,kafes arkasından seyredebilen müslüman kadınların temsilcisi,Türk güzeli Keriman,mayosu ile önümüzdedir. bu kızı zaferimizin tacı kabul edeceğiz. Onu dünya güzellik kraliçesi seçeceğiz. Ondan daha güzeli varmış yokmuş bu hiç önemli değil. Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene hristiyanlığın zaferini kutluyoruz. Avrupa-nın zaferini kutluyoruz. Bir zamanlar Fransa-da oynanan dansa engel olan kanuni Sultan Süleyman’ın torunu işte mayo ve sütyeniyle önümüzdedir. kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de “Bize uyan bu kızı beğendik.”diyeceğiz. Müslümanların geleceklerinin böyle olması temennisiyle,Türk güzelini “Dünya güzeli olarak”seçiyoruz. Fakat,kadehlerimizi Avrupa’nın zaferi için kaldırıyoruz.”

1932’de Keriman Halis dünya güzeli seçildi. Resimleri gazetelerde,mecmualarda basıldı ve yayıldı. Kartpostallar,elden ele dolaştı. Hatta devrim ve batıcılık furyasında sarhoş ve şuursuz aileler,o sene doğan kızlarına “Keriman”adını verdiler.

Her şey bu kadar oldu…

Bu tarihten sonra hiçbir Türk kızına “Aşağılık batı zihniyeti” bir daha bu payeyi! vermedi. Batılılaşma gayretlerimizin rüşveti ve karşılığı bu kadar basit idi.

Yeni yeni Mondroslar,Sevr’ler hayal eden,çirkin ve sefil batı,hudutlarımız ve bütünlüğümüz üstünde hoyratça oynamak niyetinde… Lakin,her şeye rağmen,uyanan Türkiye’de şimdi “Gerçek istiklal cihadları”konuşuluyor. Gün ola,harman ola diyoruz.[1]

Türkiye üçüncüsü seçilen Tülay C-de aynı duruma düşürüldüğünü feryad ile anlatmakta,pişmanlık duyup kendisinden utanarak,acı akibetini dile getirmektedir.[2]

Bediüzzaman der:”Üzülmeyin İslâmiyet incelir ama kopmaz.”[3]

24-10-1995

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Zaman gaz.28-11-1992.

[2] Türkiye gaz. 29-3-1991.

[3] Son Şahitler. N. Şahiner. 1 / 100.




M U S İ B E T

M U S İ B E T

Kur’an-ı Kerim açısından meseleye baktığımızda;musibetleri değerlendirirken;evvela musibetler bir imtihan vesilesidir.[1] Yani insanlar denenmektedirler.

İnsana düşen ise, bunlara karşı sabırdır.[2]

Bu musibetler insanın kendinden yani kendi eliyle davet ettiği bir davetiyedir.[3]

Yani Allah’a isyanı,emirlerinden yüz çevirmesi bunun en büyük amilidir.[4]

Nitekim kafirler,kendilerine musibet gelmesi anında dua edip Allah’a sığınırken,geçince unuturlar.[5]

Ve bununla beraber;nimet verilince yüz çevirir,musibet verilince ümitsiz olur. Nankörlükte bulunur.[6]

Ve böylece Allah insanlara musibeti,insanların küfürden imana dönmelerini sağlamak içindir.[7]

Madem musibeti veren O’dur ve O’nun takdiriyledir,[8] O’ndan gelen musibeti,yine O’ndan başka giderecek yoktur.[9]

Yani ağlatan da O’dur,güldüren de…[10]

Keffâret-üz Zünub olup,günahların silinmesine vesile olan musibetler,[11] iyiliklerin,iyi insanların çoğalması ve onların hürmetine zail olur ve uzaklaşır.[12]

Âyette:”Kelime-i Tayyibe,güzel kelimeler (İman ve salih amelden çıkan) O’na (doğru) çıkar ve yükselir.”[13] Ve bu arada küfür gibi kötü kelimeler de ağırlıklarıyla beraber çıkmaya çalışır. Yukarıda hangisi hangisine galebe ederse,aynı durum yer yüzüne akseder.

Yani;iyi kelimelerin çokluğuyla,galebesi anında yeryüzünde huzur ve asayiş görünürken;kötü kelimelerin iyi kelimelere galebesinde de yeryüzünde anarşi,fitne,fesad baş gösterip,kötüler iyilere hükmeder.

Netice olarak musibetler:

1)Günahları temizlemek içindir.

2)İmtihan ve denemek içindir.

3)İleride gelebilecek daha büyük bir musibetin gelmesini önlemek içindir.

4)İşlenilen günahlar sebebiyledir.

5)Sevab kazandırmak içindir.

Gelen her türlü hastalık,açlık,zelzele,taun,veba,savaş gibi musibetler bir hikmete mebnidir,tesadüfi değildir.

Su ve sabun temizlediği gibi,musibet de yıkamak ve temizlemek,aklayıp paklamak içindir.

Bu durumda yapılacak, acı meyveden daha acı olan sabırla mukabele etmektir. Sabır üçtür:1)Musibetlere karşı sabır. 2) İtaat da sabır göstermek 3) İbadet de devam ile sabır göstermektir.[14]

24-1-1995

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bakara.155,214,Al-i İmran.186.

[2] Bakara.155-17,Al-i İmran.186,Hadid.22-23.

[3] Nisa.79,Şura.30,48.

[4] Maide.49,A’raf.94-96.

[5] Yunus.12,22-23,Nahl.53-55.

[6] İsra.83,Rum.51.

[7] Secde.20-21.

[8] Teğabün.11.

[9] En’am.17,Yunus.107.

[10] Necm.43.

[11] Şura.30.

[12] Bakara.251.

[13] Fatır.10.

[14] Mektubat. B.Said Nursi.sh.259,bak. Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi. Terc.Heyet.1 / 142.




KİM MECNUN ?

KİM MECNUN ?

“Küllün-nas-i alâ kaderi ukûlihim” yani “ Her insan aklı miktarınca mecnun yani delidir.”

Mecnun;kelime itibariyle,aklı örtülü olan,perdelenen anlamınadır. Her insanda,aklının örtülmesi nisbetinde bir delilik veya delilik emaresi var ve taşımaktadır. Nitekim en ciddi görünen bir insanın bir anlık da olsa,şaka yollu da olsa delice bir hareket içerisinde olması az olmayan vakıalardandır.

Bazen insan düşünüyor;mecnun mu deli? Yoksa deli mi mecnun? Nitekim deli olanın aklı kapalı iken,bazen de olsa bizlerin hem aklı,hem de gözümüz kapalı olmuyor mu? En azından göz yumulmuyor mu?

Deli aklını tek noktaya tahsis etmekte ve delilikle değerlendirilir iken;bizler aklımızı dağıtır,çok noktalara tahsis etmekle adeta aklımızı kaçırır,onu kaybederiz. Aklın ağırlığı altında kalır,eziliriz. Adeta akıl çözen değil,problem üreten durumuna gelir.

Anlatılır ya… Bir memleketteki sudan içen insanlar deli olurlar. Geriye padişahla veziri kalır. O deliler içerisinde adeta onlar deli olur,çıldırırlar.

Bu durumda kim akıllıdır? Kime ve neye göre?

Deliler çarşısında iki akıllı adam! Kimdir mu’teber? Kime edilir i’tibar? Adeta akıl başlarına bela olur. Onlara göre deli olan akıllılıklarını yürütemeyince ne yapmaları gerektiğini soran padişaha vezir şu aklı ve akıllılığı verir. Daha doğrusu aklını alır.

Padişahım! Biz de içelim,kurtulalım.

Zira içmemek onlar için bir eziyet ve delilik olur. İçerler ve gerçekten de rahatlarlar. Aklı delilikte bulurlar.

Akıl;Hakkı ve yaradanını bulmaya yarayan bir alet iken,bu gün güzelliklerle beraber tüm kötülükler aklın neticesi veya akıllı geçinenlerin işi!. Akıl yönünü şaşırırsa,en büyük nimet iken,en korkunç nıkmet ve azab olur.

Sorumluluk ve yükümlülük akılla başlar. O bir emanettir.

“ Aklı olmayanın dini yoktur.”hadisince,Allah-a karşı şerefli bir kul olmanın yolu,akıl-dan ve akıllı olmadan geçer.

Cennet akılıların yurdu,Arasat aklı olmayanların mekanı,Cehennem ise akılsızlığın ve akılsızların akılsızlıklarının sonucudur.

Bu nasıl akıllılıktır ki;kendisine tapmada hiçbir fayda veya zarar vermeyen bir buzağıyı ilah edinmek ve ona tapmak?[1]

Hz. İbrahim-de:” Babacığım,işitmez,görmez,sana faydası olmaz şeylere niçin tapıyorsun?”[2] 16 – 6- 1998

DELİ İSO ( İSMAİL ) DELİ Mİ, VELİ Mİ?

Deli olarak bilinen bu şahsın işte iki özelliği; Bir gün yeni bir lastik ayakkabı giymiş,oysa yalın ayak gezmekte. Karda kışda yalın ayak gezer,bir şeyde olmazdı. Bir gün Tut-lu Habibe,sen Kado-nun mezarını biliyon mu? Hele gidelim,diyor. Orada ne yapıyor,ne ediyor,bir haber vermedi? Sümerbankdaki bekçi Ali ile beraber,Kado-nun mezarının başına vardıklarında kendi gibi olan,onun kabrinin başında; La Kado,yerin iyi mi,sıhhatin nasıl? Sonra da,hadi gidelim Kado-nun yeri rahatmış,deyip yola çıkıyorlar. O sırada yolda ayağındaki başkasının kendisine almış olduğu yeni lastik ayakkabıları yan yana düzgün olarak çıkarıb koyunca yanındakiler,niye çıkardığını sorduklarında İso; La yürüyün,sahibi şimdi gelir,alır. Biraz sonra sırtında çirpilerle ayağı ayakkabısız bir kadın gelip yolda duran lastikleri görünce,biraz durup,onları giyer ve gider. İso-da,hadi gidelim,sahibi geldi,diyerek yollarına devam ederler.

Ölmezden bir gün evvel kendisine,gömleğini ver ki çamaşırını yıkayalım,dediklerinde;

Yav,bende ölecektim. Neyse vereyim. Ben de yarın ölürüm,diyerek veriyor. Ve gerçekten de ertesi günü vefat ediyor. – K A D O ( ABDULKADİR)

İso gibi Adıyaman-da bulunan Kado-da zahiren deli olup,veli hareketleri görülenlerden… Uzunca bir entari giyer,çarşıda gezerdi. Gömlek,kilot gibi şeyler giymezdi. Dolmalı küfte ne kadar olur,dediklerinde;avuç içi kadar derdi. Yok dediklerinde,büyütür,karpuz kadar ve sonuçta ziyaret yeri olan Abuzer Gafar kadar derdi.

– BESNİLİ –

Besnili bir ağanın azab-ı olan bu şahsın ağası bir gün hacca gider. Bu deli!de,onun hanımının yanına geldiğinde bakar ki,hanımı içli köfte yapıyor. Buna da verir. Oda yer.

Biraz sonra gelir,biraz daha varsa,ver de ağama götüreyim,deyince kadın;her halde kendisi doymadı,ağasını bahane ediyor,diyerek bir tabağa koyar,mendile sararak verir.

Hicaz-da arkadaşlarıyla oturan ağasına kabı verir. Ağası açar ki,dolmalı köfte,daha soğumamış bile.. Ağasına ,gelirken kabla,bezi getirmeyi unutma,tenbihinde de bulunur.

Ve döner,ağanın hanımına da emaneti ulaştırdığını,ağasının da kendisine selamının olup,kabı da getireceğini bildirir.

İnanmayıp,şüphesini sürdüren kadın,kim bilir yeyip,tabağı da nerede unuttu,der,ve umursamaz. Ne de olsa delidir!

Ve kocası Hicaz-dan geldiğinde,gönderdiğin köfteyi yedim,işte tabağın,deyince hem kadının hem de adamın şaşkınlığı sürer.

Ağayı Hac-dan geldiğinden dolayı ziyarete gelirler. Ağa deliyi yanına alarak gelenlere;beni değil,onu ziyaret edin,der.

Ancak sır ifşa olmuştur. O zat-da üç gün içerisinde vefat eder.

Sırları keşfeden akıl,sırları keşfedilemiyen akıl.

– R E M O ( RAMAZAN- GÜLOĞLAN )

Adıyaman-da,kab camiinin arkasında bulunan külhanın alt katında yatıp kalkmaktadır.

Kendisi köşker olan sakallı Şükrü devamlı bunu banyoya götürür,iyice yıkar. Ancak o yine de külhana giderdi.

Bir kış günü kar yağarken,yine hamama götürüp kendisini ve gömleğini iyice yıkar,temizlettirir. Siyah gömlekten başka gömlek de giymezdi.

Banyodan çıktıkların da kar yağmaya devam etmektedir. Bunu evine götürür,akşam yemeklerini yer ve yatsı namazından sonra Remo; Kalk beni Gül-hanıma (Kül-han)götür,der.

Oda der;Bak temizlendin,bu gece bur da yat,yarın seni götüreyim.

Oda;Çabuk kalk,beni gül-hanı ma götür,ora boş kalmasın.

Ve gider,o külde yatar. Ve bu çilesini gül-han-ın da doldurarak,bu dünyadan göçer,gider.

Çilehaneler ile tımarhaneler bir birlerinden ayrılmalıdır. Umumu anlaşılmayan bir şeyin hepside reddedilmez,inkar edilmez ve edilmemelidir.

24-12-1999 / MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bkn.Ta-Ha.89.

[2] Meryem.42,A’raf.148,195,Enbiya.66-67, Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi.Heyet. 16 / 26.




HÜKMEDEN MAHKUMLAR

HÜKMEDEN MAHKUMLAR

İnsanlık tarihi boyunca inkar edilemeyecek ve kabul edilmesi gereken bir hakikatın;hapishaneler olduğu gayet zahir olarak görülmüş ve de görülmektedir,bundan sonra da görülecektir.

Kur’an-ı Kerim-de Yusuf peygamberin hapishane macerası uzunca anlatılmaktadır.[1]

İmam-ı Azam gibi zatların hayatında önemli bir yer alırken,Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı tam bir maceralar ve harikalar zinciri olarak kendisini göstermektedir. 28 senelik bir hapishane hayatı..o da zulmen mahkum..suçsuz yere…

Sakın hapishaneler şimdiki çektiği sıkıntıları,onların bedeli olarak çekiyor olmasın? O zatların hürriyetlerini madden kısıtlamanın acı faturasını ve bedelini ödemektedir.

Kur’an umum zaman ve zemini kapsadığından her an tazeliğini muhafaza etmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in meseleleri,gündemin meseleleridir,bekleyiniz…

Şu anda hapishaneler hastadır. Ancak hastalık önce dışarıda başlar,hastahane de devam eder ve mezaristanda sonlanır. Hasta olan hapishaneler de bunu yansıtmaktadır. Onların hastalığı dışarıdan kaynaklanan hastalıklardır. O insanların hastalığı dışarıda başlamış idi,daha doğrusu başlatılmış iken bu hastalık devam ettirilmektedir. O halde bunlar için manevi birer reçete yazmak gerekirse,bunları şöylece sıralayabiliriz;

1)Bu insanlar oraya manevi açlıktan mahrum olarak bırakıldıklarından dolayı düşmüşlerdir. Manen ölü ve yaralı idiler. Bir an önce onlara kadrolu İlahiyatçı görevliler tahsis edilmeli. Okulda ders verdikleri gibi orada da ders verilmeli,hapishaneyi bir okula dönüştürmeli.

2)Kur’an-ı Kerim-in bu zamanımıza bakan bir tefsiri bulunan,Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı mahpuslara ekmek ve su gibi muhtaç oldukları bu eserler ve hakikatlar onlara ulaştırılmalıdır. Zira hastalıklar hastalığın ilaçlarıyla tedavi edilirse netice alınmış olur. Bu bir hakikat ve teminat,tecrübelerle sabit bir gerçektir.

3)Asıl mesele mahkumlar içerdeyken onları savunmaktan ziyade,oraya düşmeden önce onlara her hususta yardımcı olmak gerek. Hapishaneye giden yolların kapatılmasa bile,asgariye indirme yollarını bulmak gerek.

4)O insanların manevi alemlerine girmek,maddi alemlerinde önemli yer tutan iş,aş ve eş hususunda yardımcı olmak.

5)Mahkumlara verilen ceza,hayatlarının normal akışını durdurma cezasıdır. Yoksa hayatlarının ortadan kaldırma cezası olmadığına göre,onlar hayata kazandırılmalı,çıktığında ise ıslah olmuş ve bir meslek kazanmış kişi olarak çıkmalıdır.

6)Cezalar caydırıcı olmalı,hapse düşenin hakkı kadar,hayatı alınanın veya hukuku çiğnenenin hakkı da göz önünde bulundurulmalı,engellenmesi için cezalar göstermelik değil,durdurmalıdır. İşte canlı bir örneği;

-Yıllar önce ders için bir hapishaneye derse gittiğimde hırsızlıktan dolayı üç kere içeriye giren bir kişi,dördüncüsünde üç kişiyi daha getiren bu mahkumlarla konuştuktan sonra,vaz geçtiklerini söylediler. Bir daha yapmayacaklarına dair söz verdiler.

Bir hafta sonra tekrar gittiğimde niyetlerinin bozuk olduğunu gardiyanın söylemesi üzerine,işin gerçeğini araştırmak üzere ağızlarını aradım. Sorduğumda bizi kendisine samimi gören bir mahkum aynen şöyle söyledi;

-Bir yeri daha düşünüyoruz,başaralım,başarmayalım son..söz,dediler.

Uzun söze ne hacet,böyle söylenince her şey anlaşılıyor değil mi?

7)Hapishane meseleleri toplumdan ziyade devlet ve mahkum bağlantılı olup,ilk etapta onlar arasında çözülmesi gereken hususlardır. Zira mahkum olan toplum değildir. Ancak şu anda mahkum edilmeye çalışılan toplumdur. Bu da toplumun hapishaneye düşenlere karşı,düşmeden önce görevini yapmamasının bir bedelidir.

8)Mahkumlar hayırda teşvik edilmeli,problemleri müzminleştirmemeli,topluma kazandırılmaya çalışılmalıdır. Mesela;

-Eğitim-öğretim dersleri verilip,üniversite mezuniyetine kadar yardımcı olunmalı. Çıktığında bir intikam alıcı değil,faydalı bir insan olmalı.

-Hafızlığa çalışmaları teşvik edilmeli. Bunlar af edici,bağışlayıcı,suçu düşürücü unsurlar olmalı.

-Ekonominin gelişmesinde onlardan istifade edilmeli. Tüketici değil,üretici insanlar olmalı.

Özetle;çıkmalarını sağlamak çözüm değil,girmelerini engellemek sağlıklı bir çözümdür.

26-7-1996

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bak. Yusuf suresi.




K I Y I M

K I Y I M

İnsanlık tarihinden beri menfi sahada biriken kin ve ğayzların toptan boşalmış olduğu bir asırda bulunmaktayız.

Kıyım ve kıyılmalar da bunların bir tezahürü olarak görülmemektedir.

Bu kıyma olayları iki manada cereyan etmektedir. Biri,maddi alanda,diğeri ise manevi sahada…

Müsbete dair ne varsa imha edilmiş ve halen de edilmeye devam etmektedir. çeşitli bir şekilde havadan ve sudan bahaneler ile insanımıza,onlar içerisinde kadın,ihtiyar,çocuk,hasta demeden hepsi aynı muameleye maruz bırakılmaktadır. Vahşetlere denk,vahşi canavarlara dahi rahmet okutturacak şu kıyımlara bakınız ki;Annenin gözü önünde çocuğu kıyma makinasında kıyma yapılıyor,zorla anneye yediriliyor.

Hiçbir asrın görmediği tam bir vahşet…

Şeytanları bile geride bırakacak son dereke ve çukur…

Son asrın,son dev firavunları… Fir’avun ve fir’avuncukların yapamadığı,fazlasıyla bu asırda yapılmakta,insanlara kıyılmaktadır.

Teker teker kıyımlar az görüldüğünden toplu kıyımlara gidilmekte,kurşun harcama yoluna da baş vurmadan toptan yakarak veya diri diri gömerek öldürme yolu seçilmektedir.

Toplu kıyımlar… Dünya tam bir kan gölü haline kan içici hunharlarca getirilmektedir.

Kıymalarda organlar teker teker kıyılmakta,insanlara acı çektirmekten zevk alınmaktadır.

Tüm dünya,insanlığın hayatı ve refahı için değil de,helaki için çabalamaktadır.

İnsanların bunca öldürülmeleri az görülmüş olacak ki,işi başından kurutmak amacıyla doğum kontrolü adıyla,kürtaj uygulamalarıyla kıyım daha da dehşetle uygulanıyor.

Bu çocuklar daha bu dünyaya gelip gözlerini açmadan kapatılma yoluna gidilmekte,nüfusların yokluğu yoluyla nüfuzlar arttırılmaktadır. Fir’avun Musa’nın doğuşunu engellemek için erkek çocuklarını kestirmekten daha dehşet-engiz bir yol takib edilmekte,duygular ve değerler dumura uğratılmaktadır.

Dünya cennetliklere cehennem haline getirilmektedir. Böylece bu insanların dünyası yok edilmektedir.

Bunlar dünyalarını kaybedenler,sadece sonlu ve sınırlı kıyımlar…

Ya sonsuz ve ebedi kıyımlar…

Bunlar için yapılanlar ise;iman ve inançtaki kıyımlardır. İnsanların dinlerine ve inançlarına kıyma olayı. Tarihlerini ve değerlerini yitirme. Ve işin en tehlikeli tarafı inkar ettirmekle kalınmayıp yanlışlar doğru olarak kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Tam bir kayıp ve kıyım…

İşte kıyımların bir bölümü:

-İnsanları kıymak için yapılan yanlış kanunlarla toplu kıyımlar… Manevi bir esaret altına alarak,susturarak ve konuşturmadan ezmek.

-Gülünç bahanelerle kıymalar. Giyinsen ne olur,giyinmesen ne olur? Şapka kanunuyla insanlara kıymalar. Evlerinden alarak asmalar.

-Takke takmanın yasaklandığı,Kur’an okumanın engellendiği,dini kitapların varlığının söz konusu olmadığı,ezanın asırlardır devam eden asliyetinden değiştirilip vahim neticelere maruz bırakıldığı,dinin dünyaya feda edildiği,maddenin manaya tercih edildiği,dinin hayattan tecrid edilmeye çalışıldığı kıyımlar asrında yaşamaktayız.

Asır kıyamlar ve kıyılanlar asrıdır. Beklenilen ve korkulan asır.

MEHMET ÖZÇELİK




KİM KİMDE ?

KİM KİMDE ?

Evet,kim kimde? İnsan mı dünyanın içinde,yoksa dünya mı insanın içinde bulunmaktadır? Belki de her ikisi?

Maddi-manevi duygularıyla insan tam bir madde ve dünya haine gelmiş… Herkesin ağzında dünya. Herkes maddeyi konuşuyor. Manadan bir eser yok…

Zahiren dünyada yaşıyoruz. Ancak maddenin bizdeki galebesiyle,madde ve dünya kendi iç alemimizde büyük bir yer tutmuş Hiç çıkmıyor. Belki de mana pek girmiyor?

İki-üç kişi bir araya geldi mi,hemen maddeye birincilik ve öncelik veriliyor. Sonuna kadar onunla devam eden sohbet,neticede yine onunla sonlanıyor.

Böylece o sohbeti ebedileştirecek,ebede ve sonsuz hayata aid bir değer kılacak bir söz olmadığından,sohbette buraya münhasır ve burada kalıyor,kıymetsizleşiyor. Neticede,hayatta neticesiz ve geçici bir hayattan ibaret kalmış oluyor.

Oysa bu sohbetimizi ebedileştirebiliriz. Sonsuz meyveler ve neticeler verdirebiliriz. Sohbete imandan ve Kur’an-dan bir renk ve güzellik katarak…

Zira bizler bu dünyanın malı değiliz. Buradakileri de o ebedi aleme götürecek de değiliz. Çünkü buranın silik parası,o sonsuzluk yurdunda geçmez.

Kendi memleketinden kalkıp başka bir devlete giden bir insan,oraya aid olan –Riyal-Mark-Dolar- gibi paraları yanına alıp kullanması gerekiyorsa,aksi takdirde mağdur kalacaktır. Öyle de;ahiret yolunun yolcusu olan insanında ebedi aleme aid geçer bir akçeyle gitmesi bir çok işlerini kolaylaştıracak,rahat ettirecektir.

Dünyanın maaşı,enflasyonu,zammı,fiyatları orada yoktur. Bütün bunlar hep kabir kapısına kadardır. Orada biter ve söner.

Ebede namzed olan insan,ebedi şeylerle meşgul olmalıdır. Kıymeti de onu gerektirmektedir. Layık olan da budur.

Çocuk gibi,bir müddet sonra kırılacak ve bozulacak olan şeylere,oyuncaklara kalb bağlanır ise,ulvi ve yüce şeyler hep gerilerde kalacaktır. Duygu ve kabiliyetler de sönecektir.

Genelde;büyük insanlar bir ataya geldiklerinde,büyük şeylerden konuşurlar. Küçük şeylerle pek meşgul olmazlar. Ancak küçüklere baktığımızda küçük ve kıymetsiz şeylerin talebindedirler.

İnsanlar nasıl düşünür,konuşurlarsa;öyle de yaşarlar. Nasıl yaşarlarsa,öyle de ölürler. Nasıl ölürlerse,öyle de dirilirler ve haşrolurlar.

Varsın dünyanın malı ahirete gölge olmasın,burada kalıb,oraya manası gitsin.

Bana seni gerek,seni,demeli…Leyla’dan önce Mevla’yı bulmalı. Yunus misal:Ballar balını buldum. Kovanım yağma olsun.

İbrahim (AS) vâri:”Sönüp giden,yok olup kaybolan şeyleri sevmem.”[1]

Dünya ve içindekiler dünya kasasında kalsın,kalb kesesine konulmasın.

“Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz.”[2]

Hadis-de:”Dünya,yurdu olmayanın yurdu,malı olmayanın malı ve aklı olmayanın topladığı şeydir.”

-“Kim dünyayı severse ahiretine zarar verir. Kim ahiretini severse dünyasına zarar vermiş olur. Bâki olanı fâni olana tercih ediniz.”[3]

20-12-1994

MEHMET ÖZÇELİK

[1] En’am.76.

[2] Bakara.156.

[3] İbni Kesir Muhtasarı. (Arapça) 3 / 631.




K A N

– K A N

İnsanlık tarihi ilk kanını Kâbil-in Hâbil-i öldürmesiyle[1] başlatmış ve akıtmış,tarih boyunca akan ve akıtılan bu kan,hala zamanımıza kadar da devam edip,süre gelmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de kan (dem) doğrudan on ayette[2] geçmektedir.

İnsanlığın yaratılışında meleklerin İstifsar yani açıklanmasını isteme babında Cenâb-ı Hakka karşı ilk ifadeleri ibret-amizdir=

“Hatırla ki Rabbin meleklere:Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım,dedi. Onlar=Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken,yeryüzünde fesat çıkaracak,orada KAN dökecek insanı mı halife kılıyorsun?dediler. Allah’da onlara:Sizin bilemeyeceğinizi her halde ben bilirim,dedi.”[3]

Kan görme,kan akıtma bu bir insan tabiatının fıtri bir halidir. Ancak her şeyde olduğu gibi,bunda da iyiye,hayra ve doğruya yönlendirmek gerekmektedir.

Nitekim bir şeydeki helal veya haramlık;o şeydeki emir veya nehye bakar. Allah emreder iyi olur,nehyeder şer ve kötü olur. İllet ve sebep budur ve Hak-dandır.

Allah’ın izni ve rızasına göre hüküm almakta ve verilmektedir.

Mesela;yemek helal iken,yasaklanmış veya başkasına aid ise haram olmaktadır.

Domuz,kan,leş,Allah’dan başkası adına kesilen haram iken,mecellede ki hüküm gereğince”Zaruretler haramı helal kılar-bu durumda haddi aşmadan,doymadan yenilmesinde günah yoktur.[4]

Evlilik helal iken,zina haram kılınmıştır.[5]

Adam öldürüp,kan akıtmak haram iken[6],Allah yolunda cihad etmek helal kılınmıştır.[7]

Hayvana eziyet haram iken,Allah için kurbanlık bir hayvanın kanını akıtmak helal kılınmıştır.

Ve bir kurban Allah için kesilirken helal,O’nun ğayrı,putlar adına[8] veya besmelesiz kesilen[9] hayvanlar haram kılınmıştır.

Kadındaki kan yani ay hali (hayız)onlar için bir eziyettir.[10] Temizlenmek eziyetten kurtulmadır.

Abdeste mani olan kadın akması,elbise de bulunması halinde de namaza manidir.

İnsanın içerisinde duran kan hayata hayat katar iken,akması halinde hayatı tüketmekte,çalışan organları çalışmaz hale getirmektedir.

Tarih boyunca hayata ve insanlığa düşman olanlar,sürekli kan akıtmakla hayat bulacaklarını sanmışlardır. Yüz binler bir çırpıda öldürülürken,zulüm binaları onların üzerine kurulmuş,neticede de âbad olmadan kendileri de berbad olarak bu dünyadan göçüp gitmişlerdir.

Ne insanlar kana doymuş,ne de dünya…

Kan içenler,kana susamış kansızlar olarak tarihe geçmiş,silinmez bir kan lekesi halinde kalmışlardır.

Kan kendi içinde güzeldir,dışa akmadıkça…

Balık suda hayat bulduğu gibi,sudan çıkmadıkça…

10-3-1998

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Maide.27-32,bkn.Konularına göre K.Kerim Fihristi. N.Yüksel.sh.263.

[2] Bakara.30,84,173,Maide.3,En’am.145,A’raf.133,Yusuf.18,Nahl.66,115,Hac.37,bkn.Mu’cemul Müfehres.M.F.Abdulbaki.sh.261.

[3] Bakara.30.

[4] Bakara.173,Maide.3,En’am.145,Nahl.115.

[5] İsra.32,Nur.30-31,Furkan.68.

[6] Furkan.68.

[7] Nisa.95-96,Enfal.72,Tevbe.19-20,41,44,Furkan.52,Hac.78,Hucurat.15.

[8] Maide.3.

[9] En’am.121.

[10] Bakara.222.




KILIÇ KUŞANANIN , AT BİNENİN , SİYASET SİYASETİ YAPANINDIR

KILIÇ KUŞANANIN , AT BİNENİN , SİYASET SİYASETİ YAPANINDIR

Vasıtanın önemi veya önemsizliği,kullanana göre şekillenmekte ve kıymet almaktadır.

Vasıta ve vesile,ancak vasıta ve vesiledir. Vesilelikten öte bir kıymeti yoktur.

Bir silah,bir bıçak,bir ateş v.s.,araçlar yönlendirenin yönlendirmesiyle yönlenirler.

Siyasette bir vasıtadır.

Siyasetçiye göre siyaset yönlenir.

Siyaset,iyi bir idare ve sevk aracı iken,kötü bir siyasetçinin elinde menfur bir alet olur.

Düşmanın elindeki bir ateş tüm dünyayı yakıp,herkesi ağlatırken,dostun elinde,her şeyi pişiren,ısıtan sıcak bir alet olup,herkesi güldürür.

Güldürme ve ağlatma,onu yapana göredir.

Oldurma,öldürme ve de sildirme,onu uygulayana göredir.

Kılıcı kuşanan kim? Kim kuşandı?

Ata binen kim ? Kim bindi ata?

Siyaseti yapan kim? Kim yapmakta siyaseti?

Takdirle mukadder…

21-4-1998

MEHMET ÖZÇELİK




KANSER VE SEBEBLERİ

KANSER VE SEBEBLERİ

Erişkin olan bir insanda takriben 50 trilyon hücre bulunmaktadır. Hayat tek bir hücre ile başlar. Büyüme tamamlanıncaya kadar milyonlarca defa bölünme gerçekleşir. Bölünme,lalettayin bir bölünme olmayıp,mükemmel bir sistemle kontrol edilir. Büyüme tamamlandıktan sonra da bölünme devam eder. Bu ise yavaş yavaş olup,ölen ve zedelenen hücrelerin yerini almak içindir.

Kanser ise bu sistemin bozulmasıdır.

Cenâb-ı Hak geçmiş ümmetleri çeşitli cezalar ile cezalandırmış,ağır imtihanlarla,ince elekten eler gibi elemiştir.

Bizlerde bunlardan nasibimizi çeşitli şekillerde almaktayız.

Bazen ibret,bazen ders,bazen ceza,bazen kaza,bazen keffâret,bazen de lütuf ve kahrın değişik tecellileriyle görmekteyiz.

Netice;su-i istimalimizin bir neticesidir.

Vücuttaki fiziki yapının dengesindeki bozukluk,manen ve moralmen çökmüşlük kanser illetini öldürücü kılmaktadır.

Muhtelif şekilleri olan kanserin tedavisinde üç metot tavsiye edilir=1)İlaç 2)Işın 3)Neşter.[1]

Şu bir gerçektir ki;kanserde en müessir bir tedavi yöntemi;onu İmanla yenmek,İmanın tezahürü olan sevgiyle izale etmek,bitkisel ilaçlarla,sebze ve meyve gibi yiyeceklerle tedavisine çalışmak.

Kendisine,İngiliz doktorların Londra hastanesinde 40 gün ömür biçmelerine rağmen birkaç yıl yaşayan Bediüzzamanın avukatlarından Bekir Berk’e”İngiliz doktorlar;seni,bizim ilaçlarımız değil,sana yapılan dualar kurtardı dedi”diye nakleder.

Bu konuda doktorlarımızdan Dr.S.Saygılı;”Dua,kanseri tedavide önemli bir faktördür.”

Prof. Dr.U.Derman:”Moral gücü ve inancın kanser gibi uzun süreli bir hastalığın iyileşmesinde bir ölçüde etkisi vardır.”

Prof. Dr. A.Songar:”Nice tedavisi mümkün olmayan hasta Allah’a bağlanarak,tevekkül ederek kurtulmuştur.”

Prof. Dr. S.Yalçın:”inanmaya bağlı “şifa”olaylarının sayısız örnekleri vardır.”

Doç. Dr. M. Çakmak:”Kansere yakalanıp sevgiyle iyi olan bir genç kız vardı. Yıllar geçti,evlendi ve çocuğu bile oldu.”[2]

Bitkisel tedavinin de kanseri yenmede önemli bir rolü olduğu da gerçek ve tecrübe edilmiş bir vakıadır.

Prof. A. Songar:”Çörek otu,susam ve bal gibi vitaminlerle immün (bağışıklık)sistemi geliştirilerek akciğer kanserini yenen ilim adamları var.”der.[3]

Kansere sebep olan vücuttaki bu anarşiyi,dengesizlik ve sağlıksızlığı uygulamada yapılacak en iyi yöntem;anarşiyi durdurup,emniyeti sağlamak,dengeli beslenme ve sağlıklı bir hayatı temin ile olacaktır.

Tavsiye edilen ve edilecek olan bitkiler ise;Isırgan otu,yılan otu,zakkum,porsuk bitkisi,kum zambağı,çörek otu,çiriş otu,merkep hıyarı,kaplumbağa kabuğu tozu,incir ve kuşburnu..”[4]

Özellikle karabaş balı veya karabaş otu,değil sadece kansere aynı zamanda bir çok hastalığa,özellikle damar açıcı olarak tedavide kullanılmıştır. Çünki bir çok hastalığın sebeplerinin başında,damar tıkanıklığı gelmektedir.

Mübalağa gibi görülse de;ölüm hariç her derde deva olabilecek nitelikte bir bitkidir Karabaş Balı.

Zaten bütün ilaçlarda bitkilerden yapılmaktadır.

1996 yılının bir yaz günü Bolu/Gerede yol ayırımında inmiş,Gerede’ye gidecektim. Yolu kesin tesbit etmek için tarlada çalışan kadınlı-erkekli otuzdan fazla insan vardı. Birisine ne yapmakta olduklarını sorduğumda;bana şunları anlattı:

“Biz her sene gelir bu –Lacivert renkli- otlardan ve başkada bulunan değişik otlardan toplar,patrona kilo karşılığı veririz. Oda bunları bir Alman eczacılık firmasına satar.

Patronumuz birkaç kamyon dolu bu çiçeklerden gönderdi ve biz de bir müddet daha toplamaya devam edeceğiz.”

Evet,bizim itibar etmeyip belki ihmal ettiğimiz bir uygulamayı başka devletler,uzaktan gelerek bizatihi uygulamaktadırlar.

Yemeyenin malını yerler.

“Ülkemizde ham maddesi bitki olan halihazırda 122 ilaç bulunmaktadır. Tedavi maksadıyla ise 500-den fazla bitki türü kullanılmaktadır. Dünyada bu gayeyle kullanılan şifalı bitki sayısı 20.000-i aşmaktadır.”[5]

Toplamayanın malını da böyle toplarlar.

Sebze ve meyvelerin de önemli çapta önleyici ve frenleyici özellikleri vardır.Bunlar;Lahana,kabak,şeftali,çilek,domates,mısır,havuç,portakal ve diğerleri…[6]

Derdi veren Allah,dermanı da vermiştir. Yeter ki aransın!

Nitekim bizde,kanseri tedavi edebileceğini söyleyip,adeta yüz bulamayarak azarlanan Dr. Ziya Özel’e,batı kucak açtı,onu davet edip,her türlü kolaylığı gösterecekleri garantisini de verdiler. Biz hakkını vermezken…

Doktorunun kıymetini bilmeyen,ölsün!

Kansere sebep olan faktörler içerisinde;Sigara,alkol,deterjanlar,kozmotik ilaçlar,sun’i gübreler,zira-i ilaçlar,nitrikli yiyecekler,radyoaktif maddeler,virüsler,stress-şehir hayatının gürültüsü,kimyasal organik maddeler,boyalı şekerler,izolasyonlu evler,kanser yapıcı genler,bacalardan çıkan isler,kızartmalar,kanser ilaçları,eksoz gazları.[7]

Tedbirleri konusunda ise;Sekiz saat çalışın.Sekiz saat dinlenin.Sekiz saat uyuyun.Her sabah bir duş alın.Her gün A,C ve E vitaminli besinler alın. Alkol içmeyin.Sigara içmeyin.Bir öğünde fazla yemeyin. Israrla aynı şeyi yemeyin. Kızartmalar yemeyin.[8]

İbni Sina-nın:”tıbb ilmini iki kelimede topladım.”sözünün hakikatı bir kez daha görülmektedir;

1)Yediğin zaman az ye. Yedikten sonra 4-5 saat ara ile daha yeme. Çünki şifa hazımdadır.

2)Konuştuğun zaman az konuş. Sözün güzelliği kısalığındadır.

Çaresi bulunabilecek olan kansere karşı,çaresi olmayan,çaresizlerin tek çaresi olan ölüm hakikatı,her an kendini hatırlatmaktadır.

Özellikle ve özellikle deterjanın temizleyici özelliği nazara verilirken;onda bulunan bileşik maddelerin çevredeki mikroorganizmalar tarafından parçalanamamasıyla;hem çevreyi kirletmekte,hem de kansere neden olmaktadır.[9]

Fıtri güzelliğini göremeyen insanların özellikle bayanların,sun’i güzellik sevdasından dolayı kozmetik kullanımı da hem allerjilere,hem de kansere yol açan faktörlerdendir.

Gıdaların saklanmasında kullanılan plastik kablarında,karışık maddelerin gıdalara geçmesi suretiyle kansere neden olduğu da ifade edilir.

Özellikle domuz margarin yağlarının da kanser riskinde rol oynadığı unutulmamalıdır. Onun yerine sıvı yağlar tercih edilmelidir.

Her yönüyle sağlığı koruyan İslamiyet;getirdiği önleyici tedbirler,yaptığı tavsiyeler ile sağlıklı bir hayatı temin etmektedir.

Nitekim;sünnet olma sünneti ile penis kanseri olma riskini azaltmaktadır.

Ayette:” Çocukların iki yıl emzirilmeleri[10] tavsiyesi ile[11]ilmi bir hakikatı ortaya koyarak,bir yandan çocuklardaki ölüm riskini azaltmakta,diğer yandan da beyni ve tüm vücudu beslemektedir.

En büyük ve en sağlıklı insaniyet,İslâmiyet iledir.

11-4-1998

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Bkn.Türkiye gaz.1-3-1991.

[2] Agg.25-2-1991.

[3] Agg.24-2-1991.

[4] Agg.28-2-1991.

[5] Sızıntı der.Temmuz.1996.sh.257.

[6] Agg.26-2-1991.

[7] Agg.27-2-1991.

[8] Agg.1-3-1991.

[9] Bkn.Vakit gaz.27-3-1994.

[10] Bakara.233,Lokman.14,Ahkaf.15.

[11] Bak.zaman gaz.24-12-1994.




KAHVENİN HATIRI KALMADI

KAHVENİN HATIRI KALMADI

Aslında kahve kalmadı. Çünki babalar onu eve almazken,evlerde de aldıracak kalmadı.

Kahve hatırdır. Hatır gitti! Hiç kahve durur mu? Hatırın olmadığı yerde,kahve kalır mı? Hiç duru mu?

Hatır ve hatıraların yad-ı olmalı,ya-da gelmeli. Tâ ki adı olmalı,kendi kalmalı…

Toplum hafızasını kaybetmiş. Bir kısmı rafa kaldırmış,kimisinin de arşivde saklı…

Hafıza kayıb,hatır kayıb,elbette kahveye ise;kalmak ayıb…

Acı kahvenin tatlı hatırasının yerini bugün,zehirli,isli,pis sigara almış. Onda ise,hatır değil,çifteli katır nalları kalmış…

Sıcak gibi görünen ikram içinde,soğuk bir isyan üfürülmektedir.

İsyan ve onu takibeden nisyan bulutları ufkumuzu kaplamış. Daha doğrusu kapamış,kapatmış…

Bizi bizden koparmış. Değerlerimizi aparmış. Meçhullere doğru fırlatmış. Her şeyimiz meçhullerde. Mazide de kalmamış.

Kahvede,kahvemiz de bundan nasibini almış.

Kahve,âah-sız dünyanın içeceği..

Bugün kahve kalmadı,yerini aah-lar aldı.

-Kahve-i rûh-i siyahım şifâ verir bedene.

Mevlam rahmet eylemesin tütün icad edene.

Tütüne murdar demeyin,onu içen âr eder.

Tütünü necasete atmayın,necaseti murdar eder.

İşte müsebbiblerinden bir kaçı;Artık daveti terslemiş,adavete icabet etmişiz.

Neticesi tatlı olan acıları bırakmış,yerini öcülere terk etmişiz.

Dünyaya öcüler hakim,öncüler gittiğinden beri…

Ufuklarla ve ufuklarda değil,ufaklarla meşgulüz. Çünki ya ufkumuzu kaybetmişiz,yada dar…

7-12-1997

MEHMET ÖZÇELİK




ŞERRE KARŞI BİLE İYİLİK İYİLİK GETİRİR

ŞERRE KARŞI BİLE İYİLİK İYİLİK GETİRİR

Adıyaman-ın eşraf ve tüccarlarından Muhammet Ali Özçelik ticaret için,kumaş almak üzere Gazianteb ve Halebe gider,mal alırdı.

Yine bir gün G. Antebe gitmiş,her zaman kalmış olduğu Arpacı Ali-nin hanına yerleşmişti.

Han ise;alt katı hayvanlar için,üst katı da otel olarak kullanılıyordu.

Gece yatmak üzere odasına çekilmiş,uykuya dalmak üzere idi. Birden bir elin kemerinde dolaştığını fark etti. Üzerine atlayıb yakaladığı adamın kulağı eline gelmişti.

Bu genç birisi idi. Kendisine yalvarıp yakarıyor,bırakmasını istiyordu. Borcunun çok olup,otelciye bile veremediği parasından dolayı yatağına el koyup,bunu bir ihtiyaçtan dolayı yaptığını söylüyordu.

Bu yalvarışa fazla dayanamayıp o gence acıdı,bununla da kalmayıp sabah olunca otelde bulunan Adıyamanlı hemşerilerinden topladığı paralarla da hem gencin borçlarını ödedi,hem de ona harçlık verdi.

Durumu kendisine ilettiği otelci de insafa gelmiş,onların yaptığı civanmertliğe kendiside yatağı vererek,borçlarını da silmekle katkıda bulunmuştu.

Yıllar yılları kovaladı. Öyle ki aradan tam yedi yıl geçmişti. Yedi arkadaşıyla Halebe gitmiş,mal alarak geri dönmek üzere yola çıkmışlardı.

Bir müddet sonra yolda kendisiyle beraber arkadaşlarını eşkiyâlar sarmış,mallarını almaya koyulmuşlardı. Tam bu sırada ileriden gelen –durun-sesiyle herkes durmuş,kendileri de şaşkın bir şekilde bekleşmeye ve başlarına gelecekleri korku ve dehşet ile

düşünmeye başlamışlardı.

Eşkıya grubunun reisi olduğu anlaşılan bu şahıs kendisinin önüne gelerek hürmet ve saygı gösteriyordu.

Bu da ne idi? Azar ve tekdir yerine,bu taltifler?

Çölün ortasında,eşkiyâların arasında bulunan bu şahıs da kim di? Kendisi gibi,hiç kimse de bir şey anlamış değildi?

Neticede reis olan o kimse kendisini açıklamış minnetini dile getirmişti;ta yedi yıl önce kendisine otelde iyilikte bulunmuş olduğu o genç hırsız idi.

Yeme,içme,kalma gibi her türlü ikramda bulunan bu şahış,G. Antep sınırına kadar getirdiği bu tüccarlara adeta bir siyânet,koruyucu melek muamelesi yapmış,memnun ederek onları uğurlamıştı.

Yedi yıl önce yapılan iyilik,iyilik getirmiş,hem malları,belki de canları korunmuştu.

05 09 1999

MEHMET ÖZÇELİK