EHLİ KİTAPLA MÜNASEBET

EHLİ KİTAPLA MÜNASEBET

Müslümanların Hristiyanlarla tanışmaları Medine döneminde başlar.

Peygamber efendimizin 12 yaşındayken Şam’a amcası ile beraber giderken yolda Rahib Buheyra ile karşılaşıp,onun peygamberimizin peygamberliğini müjdelemesi,İlk vahiy geldiğinde ise Hanımı Hz.Hatice’nin akrabası olan Varaka bin NevfelE bu vahyin ilk halini söylemesi üzerine onunda tıpkı Buheyra-i Rahib gibi,kendisine gelen meleğin İsa ve Musa’ya gelen melek Cebrail olduğunu,kendisine peygamberliği müjdelediğini haber vermiştir.

Mekke’de hristiyanlar gayet azınlıkta idi,adeta hiç denilecek kadardı.Bir çok perdeler altında hristiyanlık gizli olaralk yaşanmakta,Hz.İbrahime dayandırılan Allah’ın birliğini ifade eden Haniflerin dışında genelde müşriklerin hakimiyeti altında idi.Şirk her tarafta yaygın ve hakimdi.Öyleki her gün birine ibadet edilecek derecede Kâbede mevcud 365 adet put vardı.

Mekke döneminde birinci derecede Rasulullahın ve kur’an-ı muhatabı müşrikler olup,inen âyetlerde onlara yönelik idi.

Mekkede putperestliği yayan kişi ise Amr bin luhayy’dır.Onun hakkında Peygamberimiz:”Amr bin Luhayy’ı ateşte bağırsaklarını sürür vaziyette gördüğünü ve kim olduğunu sorduğu zaman,’Hz.İbrahim’in dinini değiştiren ve Arap puyçuluğunu ihdas eden adamdır.”şeklindeki cevabını aktarmaktadır.

Medine döneminde ise genellikle Yahudiler hakimdi.Bunlarda münafıklık perdesi altında iş görmekte idiler.

Peygamberimiz onlarla olan diyaloğunda sürekli sulh ve barıştan yana olmuş ancak bu anlaşmayı bozan taraf Yahudiler olmuştur.

Bundandır ki Kur’an bu Yahudileri şöyle tavsif etmektedir:”(Ey Muhammed) İnsanlar arasında inananlara en şiddetli düşman Yahudileri ve (Allah’a) ortak koşanları bulursun.İnananlara sevgice en yakınları da ‘Biz Hristiyanız’diyenleri bulursun.Çünki onlar içerisinde keşişler ve rahibler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.”[1]

“Hepsi bir değildir. Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde Allah’ın ayetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır.”[2]

Yahudiler bu şiddet özelliklerinden ve uyumsuzluklarından dolayı Müslümanlarla sürekli çatışma halinde olmuşlardır.Buna binaen Medine’de inen âyetlerde önemli bir yere sahib olmaktadırlar.[3]

Yahudilerden Nadir oğulları Müslümanlarla yapılan anlaşmayı bozmuşlar ve büyük bir facia olan ve 70 hafız ve tebliğle görevlendirilen müslümanın öldürülmesine sebeb olan Bi’r-i Maune olayına neden olmuşlardır.

Onbin nüfusluk Medinede 4 bin kadarını bunlar teşkil etmekte idiler.

Müslümanların hristiyanlarla yaptıkları ilk savaş,Mute savaşıdır.Hicri 8.yılda gerçekleşmiştir.

Zeyd bin Harise’nin komutasındaki 3 bin kişilik ordu yüzbin kişilik ordu ile karşılaşmış;Zeyd bin Harise,Ca’fer bin ebi Talib,Abdullah bin Revaha’nin peşpeşe komutan olup şehid edilmesiyle,Halid bin Velid komutayı ele almış ve bir taktik ile geri çekilmesiyle sonuçlanmıştır.

Arkasından Hicri 9.yılda Tebük seferi ki özellikle bu savaşta Müslümanların büyük bir imtihana tabi tutulduğu bir seferdir.

Çünki münafıklarında fitnesiyle Müslümanların bahçelerinde kalmaları, kadınlarına düşkün olmaları,sıcakta savaşa çıkamamaları,düşmanın güç bakımından çok olmaları birer nefsi bahane olarak öne sürülüyordu.[4]

Ancak cesurane bir çıkış yapıp Tebikte 10 gün bekleyen Peygamberimiz düşmanın kalbine salmış olduğu korku ile savaşmaya cesaret edememişler ve bu durum Müslümanların kendilerine diğer toplumlara karşı isbatına ve büyüklüğünü kabullenmeye bir sebeb teşkil etmiştir.

Ebu Amir adındaki meşhur fasık ve münafık Evs’li elli kişiyi yanına alarak Mekkelilere destek olmuş,Bizanslıların geleceğini vaad ederek münafıklarla beraber Medinede bir fitne yuvası olan ‘Mescid-i Dırar”ı inşa ettirmiştir.Peygamber efendimizin emriyle bu mescid yıktırılmıştır.

Âyette:”(seferden geri kalanlar arasında)zarar vermek,nankörlük etmek,mü’minlerin arasını açmak ve önceden Allah ve elçisiyle savaşmış olan (adamın gelmesini) gözetlemek için bir mescid yapanlarda var.’İyilikten başka bir niyetimiz yoktu.’ diye de yemin edecekler.Oysa Allah onların yalan söylediklerine şahiddir.Orada asla namaza durma.Ta ilk günde takva üzere kurulan mescid,elbette içinde namaza durmana daha uygundur.Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır.Allah’da temizlenenleri sever.”[5]

İslamiyet müşriklerle münasebeti tamamen keserken,ehli kitapla bazı kıstaslar doğrultusunda devam ettirmektedir.Bunlar;Müslüma olmaları,cizye vermeleri, kestiklerinin yenilebileceği,kızlarıyla evlenebilineceği ve son yol olarak onlarla muharebe edileceği şartlarını getirmektedir.[6]

Peygamber efendimiz devamlı sulh,barış ve diyalogdan yana olmuştur.Bu ise ifrat ve tefritten uzak,vasatı takib etmektedir.Yani ne onları bütün bütün kabul etmek,ne de bütün bütün görmezden gelerek uyum içerisinde yaşamamak…

Her zaman ve dönemde sulh ortamı Müslümanların lehine dönmüştür.Kazançlı çıkıp kendisini ve davasını anlatan Müslümanlar olmuştur.

Elinde kuvvetli deliller olan,kuvveti ve doğruluğu isbatlanmış olan masaya oturmaktan çekinmez.Davasını isbat eden kazansın…

Bugün yaptıkları savaşlarla binlercesini katledip,sadece hiroşimaya atılan bir bomba ile 100 binleri öldürüp,yüz binlercesini de sakat bırakanlar,Müslümanların yaptıkları savaşa bakıp öyle mukayese etsinler.

Nitekim Peygamberimizin yaptığı tüm savaşlar müdafaa amaçlıdır,saldıran taraf kendisi olmamış,müdafaada bulunan taraf olmuştur.

Peygamberimiz zamanında küçüklü büyüklü 60 küsur seriye ve gaza olmuştur.Gaza kendisinin katıldığı,seriye komutan tayin edip gönderdiği.Hepsinde de müdafaada bulunulmuştur.Düşmandan 250 kadar kişi ölmüştür.

Bu da hidayet amaçlıdır.

Rasuli Ekrem buyurdular:”Allahın benim (vasıtam) ile gönderdiği hidayet ve ilim bol yağmura benzer.(Bu yağmur,kâh öyle) bir toprağa düşer ki onun bir kısmı suyu kabul eder de çayır ile bol ot yetiştirir.Bir kısmı da kurak olur,suyu (üstüne) tutar da Allah;halkı onunla faydalandırır.Ondan hem kendileri içerler,)hem hayvanlarını) suya kandırırlar,ekin ekerler.(Bu yağmur) diğer (bir nevi)toprağa daha isabet eder ki düz ve kaypaktır.Ne suyu (üstünde) tutar,ne çayır bitirir…İlah.)”

Mehmet ÖZÇELİK

21-05-2005

[1] Maide.82.

[2] ÂL-İ İmran.113.

[3] Bakara,Âl-i İmran,Nisa,Mâide sureleri…

[4] Tevbe.49,81,107-108,

[5] Tevbe.107-108.

[6] Tevbe.29.




İBRETLERLE DOLU BİR HAYAT

İBRETLERLE DOLU BİR HAYAT

Hayat ve hayatın her bir parçası ibretlerle doludur.Hayatımız da ibretler mevcut olduğu gibi,her bir karesinde ve noktasında da o ibret nazarıyla baktığımızda görebiliriz.

Âhiret her şeyin Fâş olduğu bir yerdir.Yani her şeyde birer ibret levhalarının bulunacağı bizzat gözle görülecek,akılla anlaşılacak ve kalb tarafından onaylanacaktır.

Dünyada bu ibretlere nadiren rastlamamızdaki sebeb ise;kareleri ve taşları yerli yerine oturtamamamızdan kaynaklanmaktadır.

Farkına varamamamızdaki bir diğer önemli sebeb de;Her faydamıza olan şeyden ders çıkarırken,zahiren zararımıza olan şeylerden bir fayda ve ders çıkarmamamızdan, çıkaramamamızdan veya çıkarmak istemememizden kaynaklanmaktadır.

O halde o ince noktaları fikir merceğinden geçirerek bakmalı veya fikrimizi inceltmeliyiz.

Hayat tesadüflerden uzak ibretlerle dolu,düşündürücü olaylar zincirinden oluşmaktadır.

Hayatta hiçbir şeyde tesadüf yoktur.Tesadüfe tesadüf edilmemektedir.Zira tesadüfte bir bilinçsizlik,hedefsizlik,gaye ve amaç gibi tasarruf ve tasarımların olmaması söz konusudur.Oysa sabah nasıl ki biz evden bir amaçla çıkmakta isek,aynı şekilde alemde her bir atom dahi o amaçla cereyan etmektedir.

Zira birden ona kadarki sayıları rastgele attığımızda bu sayıların şaşırmadan peşpeşe gelme ihtimali katrilyonda bir ihtimal bile değilken,katrilyonlarca atom ve oluşumların bir ihtimalle peşpeşe gelmesini ne akıl kabul eder,ne de insanlıkla bağdaşır bir ihtimaldir.

Kur’an-da da ifade edildiği gibi:”Umulur ki kerih ve çirkin gördüğünüz bir şeyde sizin için hayır,hayır ve hoş gördüğünüz bir şeyde de sizin bir şer ve kötülük vardır.”

Tıpkı Konyadaki yıkılan inşaatı daire karşılığı müteahhide veren yaşlı amcamız,kendisine düşen dairelerden memnundu.Bu memnuniyeti evli kızıyla da paylaşmak amacıyla bir dairesini de ona vermişti.Ancak yıkımda o da vefat edenler arasında idi.

Gerçeğin görülebilmesi için kaderin sır perdesinin aralanması gerekmektedir.

Tıpkı hayatın her kesitinde görmemiz gereken şu vakıa gibi ki;

Süvarinin biri bir çeşmenin başında hem dinlenmek ve hem de atını dinlendirmek amacıyla konaklar.Telaşından çaldığı bir kese altını oraya düşürür.Bir müddet sonra oraya gelen bir vatandaş çeşmenin başındaki kese altını alıp gider.Süvari yolda altını çeşmenin orada düşürdüğünün farkına vararak geriye döner.Ancak bu sefer çeşmenin başında başka birisi bulunmaktadır.Keseyi onun aldığını düşünerek adamı zorlar ve tehditlerde bulunur.Bir sonuç alamayınca da tartışma sonucu adamı vurur ve kaçar.

Bu ibretli olayı uzaktan seyretmekte olan bir diğer şahıs bu işin içindeki işi anlamak ve bu sırrı çözmek amacıyla araştırmaya koyulur.

Ve sonuçta şu neticeye varır:Birinci adam ikinci adamın babasının kesesini çalmış,durumdan habersiz olan ikinci şahıs böylece babasının çalınan kesesini geri almıştır.

Üçüncü yaşlı şahıs yıllar öncesinde süvarinin babasını öldürmüş ve kendisi de süvari tarafından öldürülmüştür.

Ancak elbetteki kimse kimsenin günahını yüklenmez ve sorumlu da değildir.Ancak aralanan sır perdesinden bu dünyada bize yansıyan bu kadardan çıkarılan ibretler…

İşte hayatın kesitinden yansıyan birkaç misal:

Bayramın ikinci günü aile efradıyla oturmuş sohbet ediyorlardı.Zaten vakit de biraz geçtiği için birkaç saat sonra da yatacaklardı.

Onlar böyle bir sohbet içerisinde iken hesapta olmayan bir telefon gelmiş,telefondaki komşusu ısrarla beş dakikalığına hemen gelmesini istiyordu.Komşusunu kıramazdı ve kalktı beş dakikalığına da olsa komşusuna gitti.Komşusunu memnun etmiş,gönlünü almış ve eve dönüyordu.

Gördüğü durum ise gayet korkunçtu.Beş dakika önce 36 dairelik 11 katlı bina karton gibi ve bir kağıt destesi gibi üst üste yığılmıştı.Evde iki çocuğu ve kocası vardı.

Telefonda adeta komşusu kendisine gelmesi için yalvarırken,şimdi de kendisi çevredekilere yalvarıyor,çocuklarını ve beyini kurtarmalarını istiyordu.

Bina tuz gibi olmuş belki ancak en üst kattakiler kurtulabilirlerdi.20’den fazla insan ölmüş,40’dan fazla kimse yaralanmıştı.Üç tane yan yana aynı müteahhidin yaptığı bu ortadaki bina çökmüş,diğerleri şimdilik çökmemişti.

Mukadderat gereği son anda gelen bir telefonla anne kurtulmuştu.

3-Şubat-004’deki bu çökmede sevinemiyenlerden birisi de Yılmaz ailesi idi.Çünki onlarda Kurban bayramlarını geçirmek üzere Cihanbeyli ilçesine gitmişlerdi.Evde haberleri seyrederken kendi oturdukları binanın yerle bir olduğunu görmüş ancak komşularının akibetinden haber alamamışlardı.Bayramlarını yarıda keserek hastahanelere gidip komşularının akibetlerini öğrenme telaşına düşmüşlerdi.

-İlk kurban kesmeye keçi ile başlamıştım.2004 yılı kurbanında da bir keçi almıştım.Malum olduğu üzere keçiler inat olduğundan baş edilmesi güç olur.Bizde de öyle oldu.

Bayramın birinci günü kurbanı keseceğimiz yere bir çukur kazmış keçiyi de yanımızda bulundurmaktaydık.

Gerçekten ibretli ve düşündürücü bir durumla karşılaşmıştık.Çünki o inatçı dediğimiz keçi kendi ayağıyla kazılan çukurun önüne gelmiş ve başını açılan çukura koyarak kurban edilmeyi beklemekteydi.

Bazen insanın akılla anlayamadığını,o hayvanlar hisleriyle anlamaktaydılar.

-Konyada çürük yapılma sonucu yıkılan bu binalardaki yaşananlar tam bir ibret levhaları halinde görülmekteydi:

157 saat sonra ölümle kucaklaşan Yasemin Herkesin ümidini kesip ayrılacağı bir sırada Ledi adlı bir köpeğin ısrarı ile dönüp tekrar baktıklarında kısık sesiyle su su diye bağırmaya çalışan anne ilk soru olarak 1,5 yaşındaki Bahar’ı sormak olmuştu.Onların hayatta olduğunu öğrenmek kendisi için en büyük kurtuluş olmuş,hayat mücadelesi daha da artmıştı.

Minik Bahar’ı ise babası son anda kurtarmıştı.

-Hemşire yeni yapılan bu binaya yeni taşınmıştı.Geliş macerası ise tam bir ibretlikti.Daha önce Adapazarında görev yapmaktayken depremle karşılaşmış ve kurtulmuştu.Denizliye gelmişlerdi.Orada da şiddetli depremden kurtulmuş ve bu sefer dostları kendisine nereye giderse orada deprem olduğunu söyleyerek,bu sefer deprem olmayan bir yere gitmesini söylemişlerdi.O da bu tavsiye üzerine Konyaya gelmiş ve bu binaya taşınmıştı.Gecede hastahanede nöbeti vardı.Ve nöbet için hastahaneye gitmekteydi.Kendisinden sonra ise bina yıkılmış ve buradan da sağ salim kurtulmuştu.Devamı mı şu anda habersiziz…Hayatın her safhası zincirleme birbiriyle bağlantılıdır.

Binada bir kutlama töreni yapılmaktaydı.Arkadaşlarından otuz kişi kadar gelmişlerdi.Depremde beraber…

Bu binada çok zayiat verilmişti.

Yine bu binada oturanlardan bir kısmıda bayram dolayısıyla memleketlerine gitmişlerdi.Depremin olduğunu dışarıda öğrenmişlerdi.

Bina yıkıldığında 18 kişi bayram münasebetiyle başka yerlerde bulunuyorlardı.Bayramda onların kurtulmaları için bir bahane olmuştu.Onlarda ahirettekilerle değil de,buradakilerle bayram yapmışlardı.

Umudunu yitirmeyenlerden biri olan 16 yaşındaki Muhammed’de 131 saat sonra kurtarılmış,hayata yeniden dönmüştü.Ümitlerin ve umutların bittiği yerde hayata göz kırpılıyordu.Kurtarma görevlisi anlatıyor:”Çalışma sırasında plastik bir hortumun hareket ettiğini gördük.O bölgeyi hemen boşalttık.Titiz bir çalışma ile hareket edip hortumun yanına yaklaştık.Orada bir delik gördüm.İçeriye baktığımda Muhammed’in gözlerini gördüm be (Ne yapıyorsun orada?) dedim.Çok şaşırmıştım ve heyecanlıydım.”

Muhammed’in ilk sözünün:”Ağabey beni kurtarın.”olduğunu ifade eden kurtarıcı Çevikbaş,şöyle anlattı:”Muhammet,bize (daha önce beni kurtaracaktınız ama dönüp gittiniz.Ben yukarıda kurtarma çalışmaları sırasında konuştuklarını duydum.Sonunda bir ışık görünce belki farkedersiniz diye yakınımda bulunan hortumu oynattım.) dedi.Şu anda tarifi yapılamaz bir mutluluk yaşıyorum.”

Muhammed şunları anlattı:”Sarsıntının başlamasıyla merdivenlerden aşağı koşmaya başladım.Bina çöktükten sonra umutsuzluğa kapılmamaya çalıştım.Yukarıda enkazda çalışanlar olduğunu duyuyordum.(Nasıl olsa beni kurtarırlar)diye düşünerek kendimi rahatlatmaya çalıştım.Bulunduğum yerde cep telefonu aradım ama bulamadım.Annemin ve kardeşlerimin durumunu düşündüm.”

“Hiç su içtin mi?”sorusuna karşılık”İçmedim,yemek de yemedim.Kaç gün orada kaldığımı bilmiyorum.”diyordu.Oysa ümidini yitirmeden 6 gün kalmış ve bir o kadar daha da bu ümidle kalabilirdi.

Oysa baba Ahmet Kalem çoktan oğlu Muhammed,Hasan ve eşi Havva için mezar bile hazırlamışlardı.

11 kat 5 metrelik moloz haline gelmişti.Binanın yıkılacağı esnada bir ailede bulunan 5 kişi birbirine sarılarak bu dünyadan göçmeyi tercih etmişlerdi.

Bazısı da buraya gelmeden gitmeyi tercih etmişti.Fatma hanımın iki gün sonra dünyaya gelecek olan yavrusu da annesiyle beraber gidenler arasında idi.

Cep telefonları en umulmadık anlarda bile insanın imdadına yetişiyor,hayatını kolaylaştırıyordu.İşte cep telefonu burada da imdada yetişmiş,cepten abisine ulaşmıştı.

Ekrem bey 175 metre karelik olan arsasına daire karşılığında vermişti.Artık kızı da bir ev sahibi olacaktı.Bundan dolayı da sevinçliydi.Ev bitmiş ve kendisine verilen arsa karşılığı daireyi 6 ay öncesinden kızına vermişti.Kızı ve 2 torunu artık ev sahibi idiler.Ancak bu sevinç uzun sürmemiş,tüm ailede evle birlikte kaybolmuştu.

Böylece;Muhammedin durumu ise tam bir ibret levhasıydı.Her türlü kurtarma çalışması yapılmış ve aradan beş altı gün geçip artık ümitler kesilerek kimsenin kalmadığına kanaat getirilmişti.İşte böyle ümitsiz bir anda duyulan kısık bir ses ve esinti sonucu tekrar araştırma yapılarak Muhammed kurtarılmıştı.Bir kendisi sağ kalmıştı.

Yaratılıp dünyaya gelişimizden,yaşayıp ölüşümüze kadar hayatın her bir satırında binlerce hikmet ve ibretlere şahit olmaktayız.Ancak bazen bakıyor görmüyor veya ibret ve ders almıyor veya çok çabuk unutup es geçiyoruz.

Hz.Hüseyin’in ifadesiyle;İnsanlar hep ölümü başkasına verir,kendinden uzak düşünürler.

Harikalar diyarındayız…

25-05-2004

Mehmet ÖZÇELİK




BAZI MEŞHUR OLAYLAR

BAZI MEŞHUR OLAYLAR

HİCRETTEN EVVEL OLAN OLAYLAR

-6212 :Hz.Âdem’in Yaratılışı.

-3974: Hz.Nuh Tufanı.

-3548:Mısır’ın ilk İmarı,oluşumu.

-2570:Hz.İbrahim’in Doğumu.

-2470:Hz.İsmail’in Sünnet Edilmesi.

-2317:Hz.Yakub Peygamberin Mısıra teşrifleri.

-2291:Mısırda yedi sene süren Kıtlık ve Pahalılık.

-2176:Fir’avunun Mısırda erkek çocuklarını öldürtmesi.

-2166:Lâtin Krallığının Teşekkülü.

-2165:Atina Krallığının Teşekkülü.

-2075:Hz.musa’nın Mısırdan Çıkışları.

-1638:Hz.Davud’un Suriye’de Padişahlığı.

-1598:Hz.Süleyman’ın Padişahlığı.

-1327:Roma şehrinin Yapımı.

-1155:Buht-un Nasr’ın Suriye ile Kudüs-ü Şerifi Tahribi.

-1110:İran Şahlığının Kiyaniyan tabakasına intikali.

-916:İskenderin Mısırı İranlılardan geri alışı.

-915:İskenderin İranı istilasıyla Dâran’ın öldürülüşü.

-638:Sasani tabakasının zuhuru.

-612:Mısırın Roma iltihakı.

-585:Hz.İsanın Doğumu.

-517:Romada Papa Tayini.

-484:Camın icadı.

-234:Ayasofyanın Yapımı.

-201:Su terazisinin icadı.

-163:Fransa krallığının teşekkülü.

-40:Tuy kalemi icadı.

-33:Leh krallığının teşekkülü.

-25:İskoçya krallığının teşekkülü.

-14:İngiltere krallığının teşekkülü.

-11:İspanya krallığının teşekkülü.

HİCRETTEN SONRAKİ OLAYLAR

-1:Bedir ğazası.

-10:Veda haccı.

-10:Mekke-i Mükerremenin fethi.

-10:Hayber kalesinin fethi.

-10:Hz.Ebubekrin hilafeti.

-13:Hz.Ömerin hilafeti.

-14.Basranın bina edilişi.

-14:şam’ın fethi.

-19:Kayseriyyenin fethi.

-20:Mısırın fethi.

-24:Hz. Osmanın hilafeti.

-27:Kıbrıs adasının fethi.

-35:Hz.Alinin hilafeti.

-36:Ehli İslam tarafından İstanbulun ilk muhasarası.

-49:Ğalatada Arab camiinin ilk binası.

-60:Kerbala vak’ası.

-75:İslam parasının basımı.

-80:imam-ı Âzamın doğumu.

-82:Sicilya adasıyla Mesina boğazının fethi.

-92:İslamın Endülüse varışı.

-95:Ğalatada Arab camiinin ikinci binası.

-120:Kağıt icadı.

-121:Arablar arasında Kimya ilminin yayılışı.

-150:İmam-ı Âzamın vefatı.

-183:Danimarka krallığının teşekkülü.

-362:Rusya devletinin teşekkülü.

-455:Macar krallığının teşekkülü.

-480:Abdulkadiri Geylaninin doğumu.

-516:Satın icadı.

-561:Abdulkadiri Geylaninin vefatı.

-604:İlk Mevlid-i Şerif okunması.

-604:Hz.Mevlananın Doğumu.

-672:Hz.mevlananın vefatı.

-676:Gözlük icadı.

-687:Gemi pusulası icadı.

-688:Devleti ebed müddet Osmanlının doğuşu.

-699:İstiklalin başlangıcı ve Hutbe-i Şerifenin okunuşu.

-726:Bursanın fethi ve Gazi Hüdavendigarın doğumu.

-728:Osmanlı hümayunun sikke basımı.

-728:Devlet-i Aliyyede Muvazzaf asker düzenlemesi.

-758:Şeyhzade Süleyman Paşanın denizden Rumeliye geçip Geliboluyu ve havalisini fetihleri.

-762:Top icadı.

-773:Edirnenin fethi.

-791:Hz.şah-ı Nakşibendinin vefatı.

-792:Hüdavendigar Gazi hazretlerinin Kosovada muzafferiyet ve şehadetleri.

-796:Selanik ve Yenişehirin fethi.

-797:Yıldırım Beyazıd Han hazretlerinin Niğbolu galibiyeti.

-798:Andalo hisarının inşası.

-798:bursada Camii Kebire temel atımı yapmaları.

-804:Timur Vak’ası.

-833:Bursada Emir Sultan hazretlerinin Vefatı.

-835:Yanya fethi.

-848:Sultan Murad Han hazretlerinin Varna galibiyeti.

-851:Tab’,baskı sanatının icadı.

-852:İkinci Kosova zaferi

-856:Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin Rumeli hisarını bina etmeleri.

-857.Karadan gemileri götürmesiyle İstanbulu fethetmeleri.

-858:Eski sarayın binası.

-862:Amerikanın keşfi.

-868:Fatih camiinin tamamlanması.

-875:Yeni Sarayın tamamlanması.

-880:Mengili Giray Hanın Osmanlı devletine mutavaatı.

-892:Kemal Reisin donanma ile İspanyaya Çıkışı.

-903:İkinci Beyazıd Sultan Han camiinin binası.

-903:Ümid Burnu yolunun keşfi.

-920:Birinci Sultan Selimin meşhur Çaldıran olayı.

-922:Birinci Selimin Mısırı fethi.

-922:Emaneti Celile ile şerefyab olmaları.

-922:Ceb saati icadı.

-922:Haleb ve Şamın fethi.

-923:Dersaadette tersane binası,yapımı.

-935:Birinci Viyana muhasarası.

-937:Can Berd Ğazalinin vefatı.

-947:İmparator Karlosun hezimeti.

-961:Seydi Reisin Doğu Okyanusuna birinci seferi.

-965:Süleymaniye camiinin tamamlanması.

-979:Kılıç Ali paşanın Kaptan-ı Derya,Deniz Kuvvetleri komutanı tayini.

-978:Takıyyüddin gözlemevinin inşası ve onda birlik sayı hesab usulü.

-985:Endülüsün tahliyesi.

-1005:Sultan 3.Muhammed Hanın Ağrı kalesini fethi ve galebesi.

-1012:İslam memleketlerinde tütün kullanımı.

-1050:Enfiyenin İstanbulda kullanımı.

-1051:Avrupada gazete icadı.

-1094:İkinci Viyana muhasarası.

-1116:Büyük Petronun Rusyaya düzen koyması.

-1135:Üsküdarda Matbaanın tesisi.

-1167:Çiçek aşısı icadı.

-1199:Balon icadı.

-1206:Telğraf icadı.

-1213:3.Sultan Selimin Mısırı Mısırı fethi ve kurtarması.(Selimi Salis oldu mülkü Mısra Fatihi sani)

-1215:Taş Basması icadı.

-1222:Vapur icadı.

-1222:İkinci Sultan Mahmud Hanın Haremeyni Muhteremeyni Vehhabilerden tahliye himmeti.

-1233:Avrupa umumi sulh anlaşması.

-1240:Tren icadı.

-1241:Vak’a-i Hayriye ve Asakiri Nizamiyenin tesisi.

-1242:Dersaadette Tıb mektebinin tesisi.

-1253Eski köprünün inşası.

-1254:Karantina düzeninin konulması.

-1255:Tanizmatı Hayriye.

-1259:Sultan AbdulMecid Hanın Madeni para ve akçenin doğru ayarla basımına gösterdikleri himmet.

-1265:Ayasofya camiini imarı.

-1269:Hırka-i Saadet dairesini yeniden inşaya muvaffakiyetleri.

-1277:Mukaddes harem-i Saadetin yapımına muvaffakiyetleri.

-1277:Bursa Camii Kebirini yenilemeleri.

-1278:Torpil’in icadı.

-1281:Vilayet teşkilinin başlangıcı.

-1281:Purusyalıların Avusturya ile Saduh muharebesi.

-1283:Umumi menfaat için sandıkları tesisi.

-1283:İğneli tüfenk icadı.

-1286:Süveyş kanalının açılması.

-1287:Purusya ve Fransa devletlerinin muharebesi.

-1287:Almanya imparatorluğunun ilanı.

-1287:İtalya devletinin Romayı istilası.

-1288:Dersaadette Tramvay ihdası.

-1289:Tütünün inhisar altına alınıp kısıtlanması.

-1289:Tersane-i Âmirede Yüzen Havuz kullanımı.

-1290:Galatada tünel açımı.

-1290:İzmir demir yolunun inşası.

-1293:Kanuni Esasinin vaz’ı,konulması.

-1293:Son Rusya muharebesi.

-1295:Berlin kongresi.

-1296:Resmi Vesika sicillerinin tutumunun tesisi.

-1297:Dersaadette müzenin resmi açılışı.

-1312:Dersaadet rıhtımlarının temel atımı.

-1313:Dersaadette Dar-ul Acezenin resmi açılışı.

-1315:Devlet-i Âliyyenin Yunan ile meydana gelen savaşı ve zaferi.

-1316:Hamidiye Çocuk hastahanesinin resmi açılışı.

-1318:Hicaz Telgraf hattının resmi açılışı.

-1318:Hicaz demir yolunun temel atımı.

Mehmet ÖZÇELİK

28-11-2004




AYRILAN YOLLAR

AYRILAN YOLLAR

Yolların ayrıldığı nokta,ilk nokta.Habil ile Kabil’in yolu,yolların ilkidir..ilk nokta..ayrı yol..ayrılan yol ve yollar…

Tıpkı bir kaynaktan çıkan suyun,değişik kanal ve kanalizasyonlara ayrılışı gibi…

Hayırla şerrin iki temsilcisi..farklılıkların ana kaynağı.Birinde hayır tüm güzellikleriyle ferağat ve fedakarlık derecesinde mevcut olurken,diğerinde şerler tüm tevabileriyle bir arada bulunmakta;kin,nefret,hased olarak kendini göstermektedir.

“Oluklar çift;birinden nur akar,birinden kir…”

Cennet ve cehenneme ayrılan ilk yol.İlk yolun ilk yolcuları..çift kanal..herşeyin tayin ve taksimi için ilk başlama ve başlangıç noktası…

Hz.Adem’in sulbünde yerleşen spermlerin takdirle tayin edilmesi gibi,takdir edilenlerin içinden de mukadder ve müstahsen olanlar temyiz ve tefrik edilmektedirler.

Bütün bu farklılıklar cennet ve cehenneme adam yetiştirmek içindir.

Başta insan olmak üzere şu varlık aleminde kendi mukadder kemalatına bir seyir ve çıkış vardır.Herşey kendisi için takdir edilen o mükemmelliği yakalamak ve o noktaya ulaşmak için çaba göstermektedir.

Aslında farklılık kişinin kendisi olması,kendisi gibi kalmasıdır.Her insan başkası gibi olabilir veya yaşayabilir ancak başkası olamaz.Başkası olan kendisi olamaz.Herkes kendisi olmalı ve kendisi kalmalıdır.Yanlışlar ve yanlışlıklar kişinin kendisi ve kendisi gibi olması demek değildir.Bu da başkası gibi olmak özellikle ve sonuç olarak şeytanlaşmaktır.

Şeytanın adım ve hilelerine tabi olmak kendinden geçip,sıyrılıp onun gibi ve onda var olmaktır.

Hakta kendinden geçip fani olan insanlar,var olup varlığa geçen insanlardır.

Yunus’un;Ben ben de değilem/Bir ben vardır bende/Benden içeru…

Benliğini bulup iç alemine nüfuz eden insanlar kendi derinliklerine seyir edecek,aranılanları orada bulacaklardır.Dışa,kendisinin dışına seyir içerisinde olanlar kendilerinden uzaklaşacak,aradıkları kendilerini başkalarında kaybedeceklerdir.

Benini bulmayan ve bulamayan,beninde kalmayanlar şu dünyanın yüzünde sadece bir ben olarak kalmaya mahkum olacaklardır.

‘Kişi sevdiğiyle beraberdir.’Kişi olduğu veya benzediği kimse ile aynı ben içerisindedir.Hayırda ise bir bütündür.Bütünde bir bendir.Ben de de bir bütündür.

Cennet;benliğinde kalmayanları nüfus değişikliği sebebiyle kabul etmemekte ve sahtekarlıktan dolayı cehennem hapsine mahkum etmektedir.

Kendisi olmak istemeyenlerin ilki olan Kabil kısa bir tatminden sonra yerini nedamet,feryat ve gizlilik içerisine terketmektedir.

Herkes elinin emeğini yemekte ve kendisi için mukadder olan kadere ulaşma düğmesine basan kimse olmaktadır.

Kendisi olmayan veya kendisi gibi olanlarla ittifak kurmayanlar;kaynağından ayrılan su damlaları gibi buharlaşmaya,kaybolmaya,yutulmaya mahkumdurlar.

Ben ve benliğin adı Habil,Ben’siz ve densizliğin adı da Kabil olmuştur.

Mehmet ÖZÇELİK

22-12-2003




GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ALEVİLİK

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ALEVİLİK

Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAM) nasıl ki Kur’an-ın ahlakı ile ahlaklanmış ise,Hz.Ali’de küçüklüğünden beri Peygamberimizin ahlakı ile ahlaklanmış bir şahsiyettir.

Peygamber efendimizi namaz kılarken gördüğünde bunun ne olduğunu sormuş,namaz olduğunu öğrenerek küçük yaşından beri bir veya iki vakit peygamberimizden az olarak namazı sonuna kadar kılmış ve o yolda da vefat etmiştir.

İlk inanan dört kişiden birisidir.Şecaat kahramanı ve ilimde deryadır.Peygamberimiz onun hakkında:”Ben ilmin şehriyim,Ali onun kapısıdır.”Yani ilim şehrine ancak Hz. Ali kapısıyla girilebilir.

İslam dininin bu zamana kadar gelmesinde temel olmuştur.

Peygamber efendimizle olan amca çocukluğu ile kalınmamış,bizzat rasulullah kızı Fatıma-tüz Zehra’yı ona vermiş akrabalık daha da pekişmiştir.

Fetih suresinin son ayetinde diğer üç halife gibi övülmüş,simasında secdenin eseri görülenlerden olarak vasıflanmıştır.

Diğer halifelerle birlikte aşere-i mübeşşereden olan bu zatlar hem Kur’anca hem de rasulullah tarafından sena ve övgüye mahzar olmuş şahsiyetlerdir.

Hz.Ali ve diğer sahabileri ne kadar da övmeye kalkışsak övmelerimiz ve ifadelerimiz sönük kalır,kendi sözlerimizi övmüş oluruz.

Peygamberimiz diğer halifelerle de hem manevi bağı kuvvetlendirmiş hem de maddi bağı kuvvetlendirerek akraba olmuşlardır.

Hz.Ömer kızı Hz.Hafsa-yı peygamberimize vermiş,peygamberimizin kayın pederi olmuştur.Hz.Ebubekir kızı Hz.Aişe-yi peygamberimize vermiş,oda peygamberimizin kayın pederi olmuştur.Hz.Ömer Hz.Ali-nin kızı Ümmü Gülsüm-le evlenmiş,Hz.Aliyi kendisine kayın peder yapmıştır.Peygamberimiz Hz.Osman-a iki kızını vermiş ve onların vefatı üzerine yine olsa yine de vereceğini söylemiştir.

Şimdi bu derece birbirlerine yakın ve yaklaşan bu zatların birbirlerini bilmemeleri,-haşa- kötü ise birbirlerine bu derece yakınlaşmak için akrabalık kurmaları neyin ifadesi olabilir?Başta peygamberimiz ve diğerlerinin ne göz yumması ne de küfürlükle itham edilen bu şahsiyetlere birbirlerinin kızlarını vermeleri düşünülemez.Bizler bile vereceğimiz bir kimsenin kafir olması bir yana,sefih ve değersiz bir kimse olsa acaba kızımızı verir miyiz?Bizim için bile söz konusu olmayan bir eksiklik onlar için hiç mi hiç mümkün olamaz.

Hz. Ali zamanında olan olayların temelinde yatan sebeb içtihadî veya siyasidir.

Peygamberimiz kendisinden sonra hilafetin otuz yıl olacağını söylemiş,dört halife ve Hz.Hasan-ın altı aylık hilafetiyle otuz yıl sürmüştür.Kan dökülmemesi için Hz.Hasan kendi rızasıyla hilafetten ferağat etmiştir.

Peygamberimiz hastalığının şiddetlenmesi üzerine mescide çıkamaz.Bunun üzerine imamete Hz.Ebubekiri imam olarak nasb eder.

Peygamberimizin vefatından sonra Müslümanlar bir yandan defin işleriyle uğraşırken,bu arada da hilafete kimin tayin edileceği hararetle konuşulur ve planlar yapılır.Öyle ki iş büyük bir patlak vermeye kadar gider.İslamdan önce olduğu gibi Medinede ki Evs ve Hazreç tekrar birbirlerine kılıç çekip eski düşmanlıklara dönme tehlikesine kadar varır.Ancak Müslümanların ittifakıyla ve tercihi ile Hz.Ebubekir seçilir.

Hz.Ebubekir peygamberimizin vefatından sonra gelerek yüzündeki örtüyü açar ve:”Mematında hayatın gibi ne güzel ya rasulallah-diyerek öpüp ağlar ve yüzünü örterek etraftakilere teselli verir.

Neticede Hz.Ebubekirin islamdan önce ve sonra da hep peygamberimiz ile beraber oluşu,hicretteki beraberliği,Kur’anca böyle tavsifi,rasulullahın onu imam tayin etmesi meseleleri ile ilk seçimle cumhur tarafından Hz.Ebubekir hilafete getirilir.

Hz.Ebubekir kendisinden sonrası için herhangi birisini tayin etmez.Ve Hz.Ömer seçilir.Hz.Ömer de şehid edilip vefat edeceği anda Müslümanlar tarafından oğlu Abdullahı tayin etmesi istenilince,bir evden bir şehid yeter,Müslümanlar kendi halifelerini kendileri seçsin diyerek herhangi bir kimseyi tayin etmez.

Üçüncü Halife olarak Hz.Osman seçilir.

Her üçünün hilafetinde de Hz.Ali onların kâdıl Kudat-ı yani baş hakimlik görevini yapar.Hz.Ebubekir halife olduğunda ikinci gün giderek onu tebrik eder.Hz.Ömer sefere çıkacağı zaman yerine Hz.Aliyi bıraktığında bunu kabul eder.Eğer aralarında bir problem olmuş olsa idi ya kabul etmez veya kabulden sonra çekilmez veya da onlara karşı baş kaldırırdı.Eğer bir haksızlık durumu söz konusu olmuş olsa idi böyle bir şahsiyetin haksızlığa karşı sessiz kalması düşünülemezdi.

Hz.Osmanın evinin etrafının çevrildiğini,Hz.Osmanın tehlikede olduğunu duyar duymaz Hz.Hasan ve Hüseyini göndererek korumalarını,muhafızlığını üstlenmelerini sağlar.Buna rağmen şehit edildiğini duyunca çocuklarını azarlayarak onları dövmeye kalkar.Ancak onların;isyancıların arkadan merdiven dayayarak içeri girip öldürdükleri özrünü beyan etmesi üzerine dövmekten vaz geçer.

Hz.Aişe ile yapılan Cemel vak’ası ve Hz. Muaviye ile yapılan Sıffin vak’aları bir içtihad neticesinde vuku bulmuş olmaktadır.Bu durumda da isabet eden Hz.Ali ve taraftarları iki sevab alırken,Hz.Aişe ve Muaviye taraftarları bir sevab almışlardır.Kesinlikle küfrü gerektirecek bir olay değildir.Burada hem katil hem maktul ehli cennettir.

Evliyalar silsilesinin başı olan Hz.Ali gibi bir şahsiyetin zahiren siyasette başarılı olamama gibi görülen husus,onun geçici dünya saltanatından ziyade,ebedi manevi saltanatın sultanı oluşundandır.

Hz.Aliye;neden kendisinden öncekilerin döneminde olmayan karışıklıkların kendi döneminde olduğunun sorulması üzerine şöyle demiştir:Onların döneminde bizler vardık,ancak bizim dönemimizde onlar yoktur.

Hz.Hüseyine kerbalada yapılan ciğer parçalayıcı durum tüm Müslümanları dağdar etmektedir.Yezidin zulmü tel’in edilmektedir.

Bugün yirmi kola ayrılmış olan Şiilik,Rafizilik ve Aleviliğin temelinde Yemenli bir Yahudi olan Abdullah bin Sebenin ekmiş olduğu Yahudilik tohumları bulunmaktadır. Bundandır ki Şiilikde de Yahudi inancı hakim durumdadır.

Peygamberimiz bir gün Hz.Aliye;Sende Hz.İsanın sureti var,demiştir.Nasıl ki Hz.İsaya bir kısım Yahudi düşman olup onu inkar ederken bir kısmı da ona ilah demiştir.

Hz.Aliye de Hakem olayından sonra,-Hüküm ancak Allahındır-diyen hariciler huruc edip Hz.Aliye düşmanlık besleyip onu tekfir ile inkar ederken,bir kısım şiada Hz.Aliye ilahlık isnadında bulunmuştur.

Hz.Ali kendisine;Sen Allahsın,diyen Yahudi ve münafığı öldürmeye kalkınca kurnazlığından;Elbetteki Allahlar öldürür,diyerek,öldürülmekten kurtulmuş ve Hz.Ali onu sürmüştür.Bu olaylar ta o zamandan başlamıştır.

Bu güne kadar ehli sünnetin dışında gelen tüm hikayeler birer uydurmadır.Gerçek Kur’anın bu olmayıp Hz.Alinin yanındakidir,denilerek Hz.Ali gibi bir şahsiyete Kur’anı saklama iftirasında bulunmaktadırlar.İslamın en küçük bir meselesi için her şeyini feda eden bir insanın,islamın temeli olan Kur’anın yanlış olmasına ses çıkarmaması ve yanında olduğu söylenilen Kur’anı çıkarmaması tam bir iftira ve onu tanımamaktır.

Bu konuda “Tezkiye-i ehl-i beyt”kitabını yazan H.Hilmi Işık şahit olduğu bir hatırayı şöyle anlatmaktadır:”Maarif meclisine gittiğim zamanlarda,Şiilerin birkaç sandık içinde,bir tefsirleri geldi.Basılmasına izin verilmedi.Sebebini sordular,şeriata uymayan bir yeri mi var,dediler.Evet,Hz.Alinin kafir olduğunu yazıyorsunuz,dedim.Hiddetinden gözleri döndü.Kızma!Dinle dedim:Başında yazılmış ki,Hz.Talha Hz.Aliye sordu ki,Hz.Osman Kur’anı kerimden yetmiş ayeti,Hz.Ömerde seksen ayeti çıkardı deniyor.Bu söz doğru mudur?Hz.Ali,evet doğrudur dedi.Hz.Talha yine sordu ki,değişmemiş olan Mushaf sende imiş,öyle mi?Hz.Ali,evet bendedir.Hem de bu Kur’anın iki katı bende var,dedi.Sende bulunan Kur’anı Müslümanlara göstermiyecek misin?dediler.Eğer Ebubekir yerine,beni halife yapsalardı verirdim.Bana biat etmedikleri için,vermiyeceğim ve vasiyet edip,kıyamete kadar evladımın elinde gizli kalsın diyeceğim,buyurdu.

Tefsirinizde böyle yazıyor.Senden Allah rızası için soruyorum ki,Yehudiler,Tevrattaki Muhammed aleyhisselamı bildiren yirmi ayeti sakladıkları için,Allahu taala Kur’anı Kerimde bunların kafir olduklarını bildiriyor.(Ayetlerimi saklayandan daha zalim,daha çok kafir olur mu?) buyuruyor.Hz.Ali (RA) Kur’anı Kerimin iki mislini salkıyarak üç binden fazla ayeti kerimeyi saklamış oluyor.Bu yazınız ile,Allahın arslanını daha zalim,daha kafir yapmış olmuyor musunuz?Allah için,buna doğru cevab ver,dedim.

Şaşırıp kalıp,bir cevab veremedi.Ben ne şii,ne de Sünni değilim.Ben Masonum,dedi.”[1]

Eğer sadece şii olanlar Müslüman olup cennete girecekse,sekiz katlı cennet acaba onlara çok değil mi?

Bu konuda Rafizi olanlar ifrat durumdadırlar.Hadisde:”Benden sonra,rafizi denilen kimseler meydana çıkacak.Onlara rastlarsanız,öldürünüz.Çünki onlar,müşrikdir.Ali bunların alameti nedir?diye sordu.Onlar,sana aşırı bağlılık gösterecek,sende bulunmayan şeyleri,sana söyliyeceklerdir.Kendilerinden önce gelen din büyüklerini kötüleyeceklerdir.”(Darekutni )

Bugün başta İran olmak üzere Hz.Aliye olan muhabbet,Hz.Ebubekir ve Hz.Ömere olan düşmanlıktan kaynaklanmaktadır.

İslamın çıktığı dönemde dünyada iki süper devlet bulunmakta idi.Biri Sasani imparatorluğu yani İran,diğeri ise Bizans idi.Hz.Ömer bunların bu saltanatını Sa’d bin ebi Vakkas komutasındaki ordu ile yerle bir etti.Adeta onun kinini Hz.Aliye muhabbetle gerçekte ise onlara düşmanlıkla sürdürmektedirler.

Şiiliğin yayılmasında 45 yaşında ölen Şah İsmailin büyük katkısı olmuştur.Ancak Şiiliğin anadoluya önemli çapta yayılmasını ise Yavuz Sultan Selim engellemiştir.

Şii alimlerinin iddiaları delil ve kaynaktan ziyade yoruma dayanmaktadır.Görüşleri mesnedsizdir.

Ancak nasılki bir Sünni,Sünni olduğunu söylediği halde Sünnilikten uzaksa,bir şii ve özellikle alevi de Hz.Aliyi sevdiğini söylediği halde onun yolundan uzak bir yaşantı içerisindedir.

Zira namazda en fazla itina gösteren ve bu önemli yolda ölen odur.Onu sevenlerinde kendilerini o yola adamaları gerekirken,nefsi bir fetva ile o namazda öldürüldüğü için kılmadıklarını söylemektedirler.Acaba yemek yerken veya su içerken öldürülmüş olsa idi bu insanlar bunu yapmıyacaklar mı idi?

Hz.Ali;Bir denize bir damla içki düşse,orası kurusa,ot yeşerse,o otu bir koyun yese,ben onun sütünü içmem,etini yemem,diyen bu zatın haramdan kaçışı nerede,onu sevdiğini söyleyenlerin durumu nerede?

Kişi sevdiğiyle beraberdir.Onu sevenin onunla beraber ve onun gibi olması veya ona benzemesi gerekir.

Ancak son dönemlerde Sünniler ile Alevilerin arasındaki köprüler siyasetin önderliğinde ortadan kaldırıldı,aradaki buzlanmalar arttırılmış,sonuçta düşmanlığa vardırılmaya çalışılmıştır.İç ve dış tahrikler sonucu menfiliklere pirim verilmiştir.

Buna rağmen alt vatandaş yönünde pek önemli problem olmamakta,anlaşma,konuşma hatta akrabalık bağları bile tesis edilmektedir.

Bu soğukluğun giderilmesi,iletişim ve yakınlığın sağlanarak ortak noktalarda birleşilmesi ve anlaşılması gerekmektedir.Gayrı müslümle anlaşan bir müslümanın bir çok noktalarda birliği olan insanlarla anlaşamaması düşünülemez.

Gerek halk seviyesinde gerekse de alimler seviyesinde buluşulması gerekir.

Caferiler bu noktada biraz daha ılımlı bir yol izlemektedirler.Deliller serdedilmeli,meselelere insafla yaklaşılmalıdır.

Caferiler namazı üç vakit olarak kılmalarını,Hud.114.ayete ve İsra.78.ayete dayandırırlar.Ancak bununla beraber onlar içinde efdal olan namazın kendi vakitleri olan beş vakit içerisinde kılınması,üç vakitte kılınmasının bir kolaylıktan dolayı tercih edildiğini ve ağırlık kazandığını ifade etmektedirler.Tıpkı bizde sadece hacda yapılan cem-i takdim ve tehir onlarda tüm zamanlarda delil olarak alınmaktadır.

Caferiler secde de alınlarını koydukları toprak cinsinden bir şeyi yanlarında bulundurmaları tamamen yoruma dayalı bir uygulamadır.Rasulullahın alnını toprak üzerine koyup secde etmesi,yerin sertliğinin hissedilmesi amacıyla olup,alna toprağın doğrudan teması şart değildir.Zira kendilerinin de ifade ettiği gibi Rasulullah hasır üzerine de secde etmiştir.O ise toprak değil.Belki yorumla,o da topraktan oluşmuştur diyerek tekellüflü bir tevil içerisine girilmiş olur.

Bir delil olarakta: “Hişam bin Hakem diyor; ben Hz. İmam Sadık (a.s)’a nelerin üzerine secde etmenin caiz olduğunu sorduğumda, İmam (a.s) şu cevabı verdi: “Secde sadece yere ve yenilen ve giyilenleri hariç, yerden bitenlerin üzerine caizdir.” Ben: “Fedan olayım, bunun sebebi nedir?” dedim. Hazret şöyle buyurdu: “Çünkü secde etmek Allah karşısında huzu etmek ve küçülmek demektir. Bu yüzden de yenilecek ve giyilecek şeyler üzerine secde etmek doğru değildir. Zira dünya oğulları, (düşkünleri) yedikleri ve giydikleri şeylerin kullarıdırlar. Halbuki secde eden, secde anında Allah’a kulluk etmektedir. Dolayısıyla da ona secde halinde dünyaya aldanmış olan dünya uşaklarının mabudu olan şeylerin üzerine alnını koyması doğru olmaz. Alnını yere koyması ise daha efdaldir. Çünkü bu, Allah’a karşı tevazu ve küçüklüğünü göstermek için daha uygundur.” [2]

Aleviler kendilerini kendi sitelerinde şöyle tanımlarlar,belki de öyle görünmek isteyen birkaç kişi tarafından:”

“Alevilik nedir, Aleviler kimlerdir?

Alevilik çeşitli ve farklı kültürlerden, dinlerden, inançlardan aldığı ögeleri sentezleyerek bünyesine alarak orjinal bir öğreti yaratmıştır. Alevilikte Hırıstiyanlık’tan, İslamiyet’ten, Budizim’den, Mani inancından, Zerdüşlük’ten, Anadolu’nun yerli inançlarından vb. unsurlar görülür. Düşünüldüğünün tersine Alevilik İslamiyet’ten farkı, onun şartlarına, olmazsa olmazlarına uzak duran bir felsefedir.

Alevilik; insanı merkezine koyan (insanı merkez alan) Anadolu’ya özgü eşi benzeri olmayan bir felsefe, bir inanç, bir yaşam biçimi, bir kültür, bir öğreti ve hatta bunların tümünü de aşan bir toplumsal olgudur.“

“Alevi öğretisinin temelini insan sevgisi yani hümanizm oluştur. Aleviler insanda tanrısal özellikler görürler. Onlara göre insan tanrının yeryüzündeki yansımasıdır. İnsana gösterilecek sevgi ve saygı yeryüzündeki her türlü ibadetten daha değerlidir. İnsana değer verilmelidir çünkü insan dünyadaki her şeyin yaratıcısıdır. İnsan yaratan ve yaşatandır. Hümanizm, insan sevgisi temelinde tüm “kerametlerin/ mucizelerin” insanda olduğuna inanır. Bunu “her ne arar isen insanda ara” özdeyişiyle dile getirir.”

“Alevilik dogmatik ve bağnaz değildir. Aleviler kuralcı ve biçimciliği reddederler. Öze, önem verirler. Diğer dinlerde, inançlarda olan, insan yaşamının her alanına müdahale eden kendileri dışında “doğruyu” görmeyen katı donuk yaklaşımları Alevilikte bulamazsınız. Dogmatizme karşı, bilimden yana, insan aklının ve iradesinin özgürlüğüne inanırlar.”

“Alevilikte bir söz vardır: “Zaman sana uymuyorsa sen zamana uy!”

“Alevi öğretisinde “72 millete bir nazarla bakmak” ilkesi esastır.”( www. aleviyol. com)

-Haksız olarak Osmanlıya saldırılmakta,kendi menfilikleri setredilmektedir.

-1950’de başlayan dini solumaya adeta tahammül edilememektedir.

– Aleviler için sürekli canlı tutacak bazı kıbleler,onu sloganlayacak ve devam ettirip arkasında bir çoklarını sürükleyecek oyunlar hep pazarlanmaktadır.Tıpkı Dersim ve Sivas olayları gibi.Gündemde tutmak için sürekli kızdırılıp pişirilmekte,kinler canlı tutulmaktadır.-Gelin canlar kardeş olalım-sözünün yerini düşman olalım almaktadır.

Alevilerdeki inanç ve yaşayışta farklı farklıdır.Sünni gibi yaşayanından,sünni dışı yaşayanına kadar hepsi mevcuttur.

Alevilerin gerçek kimliklerinin gösterilmesi ve onlara öğretilmesi gerekir.Tıpkı sünni olduğunu söyleyenlerin,sünnet dışı yaşamaları gibi…

Bu konuda Bediüzzaman şu açıklamalarda bulunur:

“Evet çoklar var ki, büyüklerine ve mürşidlerine itimad edip tenbellik eder. Hattâ bazan, “Namazımız kılınmış” der. (Bir kısım Alevîler gibi)…”[3]

“ Sevad-ı a’zama ittiba edilmeli. Ekseriyete ve sevad-ı a’zama dayandığı zaman, lâkayd Emevîlik, en nihayet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adedce ekalliyette kalan salabetli Alevîlik, en nihayet az bir kısmı Râfızîliğe dayandı.”[4]

“Herşeyin ifrat ve tefriti iyi değildir. İstikamet ise hadd-i vasattır ki, Ehl-i Sünnet Ve Cemaat onu ihtiyar etmiş.

…Belki Ehl-i Sünnet, Alevîlerden ziyade Hazret-i Ali’nin (R.A.) tarafdarıdırlar. Bütün hutbelerinde, dualarında Hazret-i Ali’yi (R.A.) lâyık olduğu sena

ile zikrediyorlar. Hususan ekseriyet-i mutlaka ile Ehl-i Sünnet Ve Cemaat mezhebinde olan evliya ve asfiya, onu mürşid ve şah-ı velayet biliyorlar. Alevîler, hem Alevîlerin hem Ehl-i Sünnetin adavetine istihkak kesbeden Haricîleri ve mülhidleri bırakıp, ehl-i hakka karşı cephe almamalıdırlar. Hattâ bir kısım Alevîler, Ehl-i Sünnetin inadına sünneti terkediyorlar.”[5]

“Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsız, haksız, zararlı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlub ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’î mes’eleleri bırakmak elzemdir.”[6]

“Münafık öldükten sonra namazı kılınmaz” mealindeki âyet, o zamandaki ihbar-ı İlahî ile bilinen kat’î münafıklar demektir. Yoksa zan ile, şübhe ile, münafık deyip namaz kılmamak olmaz. Madem “Lâ ilahe illallah” der, ehl-i kıbledir. Sarih küfür söylemese veyahut tövbe etse, namazı kılınabilir. O Aliköy’de Alevîler çok olduğunu ve bir kısmı Râfızîliğe kadar gidebilmesi nazarıyla, onların en fenası da, münafık hakikatına dâhil olmamak lâzım gelir. Çünki münafık itikadsızdır, kalbsizdir ve vicdansızdır, Peygamber (A.S.M.) aleyhindedir. (Şimdiki bazı zındıklar gibi.) Alevî ve Şiîlerin müfritleri ise; değil Peygamber (A.S.M.) aleyhinde, belki Âl-i Beyt’in muhabbetinden, ifratkârane muhabbet besliyorlar. Münafıkların tefritlerine mukabil, bunlar ifrat ediyorlar. Hadd-i Şeriattan çıktıkları vakit, münafık değil ehl-i bid’a oluyorlar, fâsık oluyorlar; zındıkaya girmiyorlar. Hazret-i Ali Radıyallahü Anh yirmi sene hürmet ettiği ve onlara şeyhülislâm mertebesinde onların hükmünü kabul ettiği Ebu Bekir, Ömer, Osman (Radıyallahü Anhüm)e ilişmeseler, Hazret-i Ali Radıyallahü Anh o üç halifeye hürmet ettiği gibi, onlar da hürmet etseler, farz namazını kılsalar yeter.

Hem madem Risale-i Nur şakirdlerinin en büyük üstadı, Peygamber’den (A.S.M.) sonra Celcelutiye’nin şehadetiyle İmam-ı Ali Radıyallahü Anhu’dur; onun muhabbetini dava eden Şiîler, Alevîler, Risale-i Nur’un derslerini Sünnîlerden ziyade dinlemeseler, Âl-i Beyt’e muhabbet davaları yanlış olur. Zâten kaç sene evvel, o Alevî köyünde üç Ali’nin himmetiyle masumlar Risale-i Nur’u şevk ile yazmalarını işittim. Hattâ o zamanda, o köyü de duama dâhil etmiştim. İnşâallah yine orada imam olmak istenilen kardeşimiz Ali’nin himmetiyle ve Hâfız Ali’nin (R.H.) vârisi Küçük Ali gibi kardeşlerimizin gayretiyle, onların hakkındaki dualarım boş gitmeyecek; o köydeki iki kısım Sünnî, Alevî ittifak edecek.”[7]

“Galib kardeşimiz Alevîler içinde Kadirî, Şazelî, Rüfaî Tarîkatlarının bir hülâsasını Sünnet-i Seniye dairesinde Hulefa-yı Raşidîn, Aşere-i Mübeşşere’ye ilişmemek şartıyla muhabbet-i Âl-i Beyt dairesinde bir tarîkat dersi vermesini düşünüyor. Hakikat namına ve imanı kurtarmak ve bid’alardan muhafaza etmek hesabına ehemmiyetli üç-dört faidesi var:

Birincisi: Alevîleri başka fena cereyanlara kaptırmamak ve müfrit Râfızîlik ve siyasî Bektaşîlikten [8]bir derece muhafaza etmek için ehemmiyetli faidesi var.

İkincisi: Hubb-u Ehl-i Beyt’i meslek yapan Alevîler ne kadar ifrat da etse, Râfızî de olsa; zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez. Çünki muhabbet-i Âl-i Beyt ruhunda esas oldukça, Peygamber ve Âl-i Beyt’in adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler. İslâmiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar. Böylelerini daire-i sünnete tarîkat namına çekmek, büyük bir faidedir.

Hem bu zamanda, ehl-i imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar Alevîlerin fıtrî fedakârlıklarından istifade edip kendilerine âlet etmemek için Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır. Madem Nur şakirdlerinin üstadı İmam-ı Ali’dir (R.A.) ve Nur’un mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır, elbette hakikî Alevîler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.”[9]

“İşte; şimdi gizli münafıklar, Vehhâbîlik damariyle, en ziyade İslâmiyet’i ve hakikat-ı Kur’aniyeyi muhafazaya me’mur ve mükellef olan bir kısım hocaları elde edip, ehl-i hakikatı Alevîlikle ittiham etmekle birbiri aleyhinde istimal ederek, dehşetli bir darbeyi İslâmiyet’e vurmağa çalışanlar meydanda geziyorlar.”[10]

“Lâkayd Emevîlik nihayet Sünnet Cemaate, salabetli Alevîlik nihayet Râfızîliğe dayandı.”[11]

BEN BİR ALEVİYDİM

(Alevi bir öğretmenin hatırası)

Genelde herkes ailesinin dini üzeredir.Ben de bir alevi ailesinde dünyaya geldim.Otomatikman bir alevi olmuş oldum.

Okumayı seven bir kimse idim.Okudum ve ilk okul öğretmeni oldum.Bir müddet sonra tayinim Bitlis’e çıktı.Çok korkmuştum.Kürtlerin içerisine nasıl gidecektim!Eğer benim birde alevi olduğumu öğrenirlerse halim ne olurdu?

Bu düşünceler içerisinde iken,çok sevdiğim Hasan Sabbah’ı rüyamda,bir uçağın içerisinde o ve ben olduğumuz halde Bitlis’e doğru gidiyorduk.

Bu bana bir işaret oldu.Artık rahatlıkla gidebilirdim.Gönlüm rahatlamıştı.

Hanımım oruç tutuyordu ama ben tutmuyordum.Tutamazdım da..çünki aleviydim!tutmamam gerekiyormuş!..öyle diyor dedelerimiz…

Küçük de bir çocuğumuz vardı.Buna her gün süt gerekmekteydi.Çünki annesinin sütü yoktu.Komşumuz olan imam efendi,sağ olsun devamlı bize yakınlık gösteriyor,süt gönderiyor hatta para bile almıyordu.

Bu hoca efendinin göstermiş olduğu bu müsbet hareket,bende büyük etki yaptı.

Bir gün hanım;-Bey!Bu hoca efendi bize bu kadar iyilikte bulundu,bari hiç olmazsa sen de arada bir camiye namaz kılmaya git,bir görün…

Ben de namaz kılmasını bilmediğimi söyledim.

Hanım ise bana,onların yaptığı gibi yapmamı söyledi.

Eni sonu gittim gittim..zorda olsa haftada bir iki sefer tepkileri de üzerime çekmemek hem de minnet borcumu ödemek için gidiyordum.

Bir ara çarşıya çıktığımda gizlice bir kitapçı dükkanına gidip,resimli bir namaz hocası aldım.Böylece namazın kılınışını daha iyi öğrenmeye başladım.

Bir gün yine namazdan çıktığımda hoca efendi elimden tutarak;Hoca,bugün bize gideceğiz,diyerek beni evine götürdü.

Bana bir kitap okudu.Çok hoşuma gitmiş,beni çok etkilemişti.

Sohbet sonrası ayrılırken kitabı vermesini istedim,bir niyetim de içerisinde bazı eksiklikleri bulup tesbit ederek,hocaya itirazda bulunmaktı.

Yanıma kağıt kalem koyup okumaya başladım.Bir kitap,iki kitap,üç kitap derken,hiç birisinde bir eksiklik ve itiraz edecek bir nokta bulamamıştım.

Bu kitablar Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur eserleri idi.

Gün be gün kendimde bazı değişikliklerin farkına varıyordum.Artık namazı sürekli kılmaya karar verdim.

Bir Cuma günü camiye gittiğimde hocanın hutbesinin konusu aleviler olmasından dolayı,hoca Alevileri atıp tutuyordu.Dikkatimi çekerek dinlemiş ancak rahatsız olmamıştım.

Namaz sonu herkes çıkmış,bir hoca bir de ben kalmıştık.O zamana kadar kimse benim alevi olduğumu bilmiyordu.

Hocaya dönerek;Hocam,ben de aleviyim,der demez şaşıran hoca,Öyle mi?deyip ağlamaya başladı.Ben ise kendisine;Hocam,bu söyledikleriniz daha onda biri bile değil,dediysem de,hoca çok üzülmüştü.

Yaz tatilinde memleketime gitmedim,orada kalıp Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeye başladım.Artık ben ve hanım beş vakit namazımızı kılıyorduk.

Babam gil bizi arayıp,gitmeme sebebini sorduklarında da;yolun uzak oluşu bahanesini öne sürerek geçiştirmeye çalışıyorduk.

İki yıl kadar sonraydı.Babam bize gelmişti.Hanımı önceden tenbihleyerek;sofrayı kurmasını,benim sofraya biraz geç geleceğimi,eğer babam sorarsa özellikle namaz kıldığımı söylemesini planlamıştım.

Aynı planımız üzere babam beni sormuş,aynı cevabı alınca sofradan çekilerek,ısrarla yemek yemiyeceğini söylemeye başlamış.Benimde çok ısrarlarıma rağmen yememekte kararlıydı.Ben rahatça yemeğimi yemeye başladım.Yemeğini bitiren hanıma da;Namazı geçirmemesini,hemen kalkıp kılmasını tenbihledim.Bununla da ayrı bir şok olmuştu babam…

Buna rağmen Kırk gün bizde kalan babama kitap okuyor,açıklamalarda bulunuyordum.Ve nihayet babamda namaza başlamıştı.

Ancak köye dönen babamı akrabalar ve çevre sıkıştırarak tekrar namazı bıraktırmışlardı.

Bir yıl sonraki yaz tatilinde artık köye gitmemin,orada bu gerçekleri anlatmamın zamanı gelmişti.

Köyün gençlerini toplayıp onlarla sohbetler düzenledim.Gün be gün gelişmeler oluyordu.

Benim bu durumuma öfkelenen özellikle bir kısım yaşlılar sırf benim için İzmir’den üç tane dede getirttiler.Beni tekrar eski durumuma döndürmek istiyorlardı.Ancak böyle bir toplantıya köyün aydın ve kültürlü kimselerinin de katılmaları şartıyla kabul ettim.Öyle de oldu.

Bunlar Kur’an-ın 32 cüz olduğunu,iki cüz’ün eksik olduğunu söylüyorlardı.

Bende kendilerine;Öyleyse çıkarın,ortaya koyun o iki cüz’ü,madem varsa neden göstermiyorsunuz?Madem gösteremiyorsunuz,o halde bu 30 cüz’ü kabul edin!

Ancak bunlar bu iki cüz’ün Hz.Ali ile ilgili olduğu için çıkarılmış olduğu kanaatına varmakta ve öyle bir inanca zorlanmakta idiler.

Gençler ise onların tutarsız ifadelerine itibar etmeyip,benden taraf oldular.

Dedelerle de bir netice alamamışlardı.Fakat ben on’dan fazla gencin namaza başlamasıyla bir netice almıştım.

Bende yeni bir kanaat oluştu;Artık köye gelmeliydim.

Ve nihayet köyüme olmasa da,köyümüze yakın Sünni bir köye tayinimi yaptırmıştım.Hafta sonları köye gidiyor,gençlerle ilgileniyordum.Gözle görülür büyük bir gelişme oluyordu.

Ancak her hayırlı işin bir muzır manisi olduğu gibi,bizim bu gayretimizin de muzır manisi olmuş,12 Eylül ihtilali olmuştu.

Bir çok yerleri aradıkları gibi,bizi de aradılar.Kitaplardan dolayı suçlu bulunarak sürgüne yollandım.

Sürgün benim için bir terfi,tarlanın sürülmesi gibi olmuştu.Kendimi bulmuş,kafa dengi insanlarla karşılaşmıştım.Şimdilik çevremden uzaklaşmıştım.

Biz Hz.Ali’yi seviyoruz diye iddia ediyoruz fakat asla onun yaşantısıyla ilgisi olmayan bir hayat içerisinde hayatımızı sürdürüyorduk.

Şu anda yurt dışında olan alevi bir arkadaşım da anlatmıştı;Kendisinin rafizi olduğunu,hristiyanlar gibi Hz.Ali’ye Allah dediklerini,öyle kabul ettiklerini ve bu durumda kendisi gibi bir çoklarının olup,ancak kendisinin Risale-i Nur’ları okuyarak kurtulmuş olduğunu anlatmıştı.

Sünniler islamiyeti bilmiyorsa,aleviler hiç bilmiyordu.

Veya yanlış telkinlerde sürekli kindar bir ortamda canlı tutuluyorlar.

Hepsi öylemiydi?Elbette değil.Aleviler Sünnileri,Sünnilerde Alevileri gerektiği gibi tanımıyorlar adeta tanımalarına müsaade edimiyordu.Sürekli çarpışmalı ortamlar oluşturuluyordu.

Bir gün Sünni arkadaşlar içerisinde konuşurken,Alevilerin sünnetsiz olduklarından bahsetti,alevi olan diğer bir arkadaşımız ona karşı;çıkarıp göstereyim mi?dedi.

Bu gibi hoş olmayan şeyler az değil.

Adeta birbirimizi kulaktan duyduğumuz sözlerle tanıyor ve tanıdığımız gibi de görmek istiyoruz.

Diyalog ve iletişim eksikliği ciddi boyutta mevcut.

Birkaç Sünni arkadaştan işitmiştim;Dedeleri zamanında Sünniler ile aleviler birbirlerine gider gelirler,samimilik ve dostluklarını devam ettirirlerdi.

Özellikle siyasetin açtığı yara ile bu yakınlık bir çok uçurumların açılmasına neden olmuştur.

Düşünemiyoruz ki;eğer babamız,bir büyüğümüz,çok sevdiğimiz birisi eğer yemek yerken öldürülmüş olsa,kesinlikle bizde yemek yemiyeceğiz mi deriz?Yoksa,madem o bu yemeği yerken öldü,severdi,bizde bunun gibi yapalım,bunu yiyelim veya normal olarak yemeye devam edelim derdik.

Hakeza,kitap okurken öldürülse idi,bizde o halde ve o yolda okumayalım demeyiz.

Hz.Ali madem ki şerefli bir görev olan namaz yolunda öldürülmüş,bizde aynı yolda ölünceye dek kılalım ve o yolda ölelim dememiz gerekmez mi?

Hz.Ali ki;Eğer bir denize bir damla içki düşse,orası kuruyup ekin olsa,o ekini bir koyun gibi hayvan yese onun etini yemem,sütünü içmem veya ekilse,ekmek olsa ben o ekmekten yemem,diyecek kadar içkiden kaçarken,teamüllere baktığımızda tersi durumlarla karşılaşmaktayız.

Her üç din mensubları da kendilerini kurtaracak bir mehdi ve Mesih beklemekteler.Böyle bir kurtarıcıyı beklemek elbette bizim de hakkımız vede ihtiyacımızdır.

Öyle inanıyorum ve iman ediyorum ki;Ana ve baba tarafından Hz.Ali’nin torunu olan Bediüzzaman Said Nursi ve onun Risale-i Nur eserleri biz aleviler için bir kurtuluş vesilesi ve bir kurtarıcı olacaktır.

Beni kurtaran bu hakikatlar,inşallah onları da kurtaracaktır.Yeter ki bir an evvel ulaştırılsın ve anlatılsın…

Zira bu insanlar asla hristiyan ve Yahudilerden daha azgın kişiler değillerdir.Onlar islama girip islamı yayarken,neden bizler uzak kalalım???

Bize uzanacak bir ele ihtiyacımız var ve o eli bekliyoruz.

Rahmeti ilâhiyyeden ümid vârız.

Bu aynı zamanda kulak verilmesi gereken bir feryattır…

Mehmet ÖZÇELİK

11-12-2002

[1] İslama hizmet.H.H.Işık.sh.64.

[2] Bihar-ül Envar c. 82 s. 147.

[3] Sözler.413.

[4] Mektubat.475.

[5] Lemalar.25-26.

[6] Lemalar.26,Emirdağ Lahikası.1/205.

[7] Emirdağ Lahikası.1/78-79.

[8] BEKTAŞİLER:Alevilikten esinlenmesine karşın kendilerini İslamdan ayrı düşünmediler. Tarikat izlenimini uyandırdılar. (Aşık, talip, muhip, derviş, baba halife, dede babalık aşamaları vardır.)7 halifeleri vardır. Hacı Bektaş yolunun öğrencilerinden olup da dergah ve tekkelerde hizmet edenlere derviş denir. Nikah birdir. Evlenen yoldan düşer. Cenazeleri Sünniler gibi kaldırırlar. Cenazeyi din büyükleri kaldırır. Sazsız semah okunur. Hıdır kurbanı ve orucu 11 Şubat’ta başlar, 4 hafta sürer. 12 gün Muharrem orucu tutulur. Tek namaz(oturduğun yerde), dik namaz(cenaze namazı), halk namazı(kırklar namazı) vardır arka arkaya kılınan namaz makbul değildir. Güneş bir nurdur. Güneş Muhammed, ay Ali’dir.”( ANADOLU VE BALKANLARDA ALEVİ YERLEŞMESİ. Yazar : Nejat BİRDOGAN)

[9] Emirdağ Lahikası.1/241-242.

[10] Tarihçe-i Hayat.501.

[11] Sünuhat-Tüluat-İşarat.21.




BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

Bir varmış,biri varmış,bir zamanlar varlık alemi olan dünyaya gelmiş.Gelişine başta ailesi çok sevinmiş.Ailesinin çabası evlatlarının varlığını sürdürmekmiş.Kendisi de hayatı boyunca hem kendi varlığını sürdürmek hem de ailesinin ve çocuklarının varlığını sürdürmek için çok çabalamış.Çokta yorulmuş.Varlığını devam ettirmek öyle pek de kolay olmuyormuş.

Başarılı ve zeki birisi olmasına rağmen kalabalık bir aile oluşu ve ailenin kendisini okutamaması dolayısı ile o gün revaçta olan köşkerlik şimdiki adıyla ayakkabıcılık mesleğini seçmiş.Zaten memlekette herkesin mutlaka bir ayakkabıcılık mesleğine girişi ve çalışması vardır.

Bir ara kısa bir dönem için etrafta yaygın olan göz hastalıklarından dolayı köylere gidip trahomda çalışmış.Amcası oğlu Kamberle bu işi yapmışlar.

Hayatının çizgisini ise bu sırada görmüş.Zira karşılaştıkları bir ihtiyar,nurani bir kişi bunlar hakkında bazı sırlardan bahsetmiş.

Önce Kambere dönüp,kendisinin ailesiyle mutlu olmadığını ve boşanacağını söyleyerek,yeni evleneceği kişiden bir kızının olacağını ve kendisinin de genç bir yaşta öleceğini söylemiş.Ve Kamber aynen bu olayları yaşayarak vefat etmiş.

Kendisine gelince;Mühim ve ölümcül bir kaza atlatacağını,eğer ölmezse 73 yaşına kadar yaşayacağını söylemiş.

Kendiside bazen bunları anlatırdı.Aynen de 1985 yılında ölümü muhakkak olacak olan bir trafik kazasında bulundukları kamyon köprüden uçtu.Kamyonun oturdukları yerinin korumalı olması sebebiyle yara alsa da ölümden kurtuldu.Gözü gücünü kaybetmişti.

73 yaşını bekliyordu.ölümüne hazırlanıyordu.Hatta bir Cuma günü gusül abdesti almış,öleceğini tahmin ediyor ve bekliyordu.

2004 yılı 72 yaşın bitip 73 yaşına girdiği yıldı.Enişteye sormuştum.Acaba 73 yaşın başımı,ortası mı yoksa sonumu olacaktı?

Kendisi gibi ben de bekliyor,birazda tedirgin oluyordum.Takdiri ilahi gereği başı imiş,başı olmuş,26-Mart-2004’de bir Cuma günü vefat etmişti.Rahmetullahi aleyh…

Kendisi okumamış,okuyamamış fakat onun acı ve eksikliğini hissettiğinden beni okutmuştu.

Niye sahabeler bu kadar büyük diye düşünürdüm.Öyle ki sahabelerin içerisinde iman edip de rasulullaha gelerek;Allah yanında amellerin en hayırlısının ne olduğunu sorup,aldığı cevapta da Allah yolunda cihad olduğunu öğrenen o insan bir vakit namaz bile kılmadan savaşa gitmiş,şehid olmuş ve en büyük veli de ona yetişememiştir.

Bunu teyiden,”Efendimiz sahabeye:”Ebubekirin sizden üstünlüğü çok namaz kılmasından değil,çok zekat verdiğinden de değil,çok cihad ettiğinden de değildir.Onun göğsünde öyle bir iman var ki,kıyamete kadar gelecek bütün müminlerin imanı bir teraziye Ebubekirin imanı bir teraziye konsa,Ebubekirin imanı ağır basar.”(Hayatım-Hatıralarım-M.Kırkıncı.189)

Bu bir mukayese için olmayıp,teşbihde de hata olmaz.Ben okumuş,babam ise okumamış bir kişi olmasına rağmen onun yakaladığı samimiyet ve sebatı tam olarak yakalamış değilim.

Babamla namaza beraber başlamıştık.O başladığından beri hiçbir gün dahi aksatmadan seher vakti abdestini alır,imam ve müezzinden önce kış ve yaz,karanlık ve hastalık demeden her gece sabah namazına camiye gider,sabah namazını cemaatla kılardı.Ameli azda olsa sürekli idi.

Hayatın sıkıntıları ve zorlukları kendisini sıkmış ve zorlamıştı.Uzun bir istirahatı kendisi de arzu ediyordu.

Eskilerin dualarında imanla ve pis olmadan gitmeyi dualarında sürdürmeleri gibi,iki gün yatak,üçüncü gün toprak onların en büyük istekleriydi.Ne kendileri çekmeli,ne de etrafındakilere çektirmeli idi.

Birinci gün fenalaşmış,ikinci gün ağırlaşmıştı.Gidici gibi idi.Devamlı yakınlarını soruyor,bir hafta öncesinden uzak ve yakındakileri sorup helallaşıyordu.

Bu durum bana yıllar öncesini hatırlattı.Talebeliğimizin son yıllarında Kayseride,bir dostumuz sekerat halinde sıkıntıda olan bir akrabasının bir türlü ölemediğini ve 41 yasin okumamızı istemesi üzerine gitmiştik.

Gördüğümüz manzara ise gayet korkunçtu.Mübalağa gibi görünse de hal şöyleydi;neredeyse karnı bir metre kalkıyor ve iniyordu,boğazından çıkan hırıltı adeta arabanın eksozu gibiydi,yüzü simsiyah adeta karnında bulunan dikenli bir tel ağzından çıkarılıyor gibi bir haldeydi.Biz beş ilahiyatçı arkadaş Yasinleri okumaya başladık.Her bir devirde karnı iniyor,sesi kısılıyor,nabzını yokluyorlar,kulaklarını ağzına dayayıp nefes alıp almadığına bakıyorlardı.

Okuduğumuz yasinler 38’i bulmuştu ki 26 yaşındaki o genç vefat etmişti.

Hatta bunu anlatırken biri şu noktaya da dikkatimizi çekmişti;38 nedir biliyormusunuz,demişti ve eklemişti;Kayserinin trafik numarası…

Acaba gencin hayatta yaptığı bir yanlışlık var mı diye o dostumuza sormuştum.O da pek böyle bir durumuyla karşılaşmadıklarını söylemişti.İlla bir suç olması gerekmediğinden bazen imtihan ve ödüllendirmek için de olabilirdi.

Babamın yanında kaldığım son gecede bunu düşünmüş ve Yasinleri okumaya başlamıştım.Kardeşlerim de evde okuyorlardı.Nefes almakta zorlanıyordu.Gündüz doktorda şaşırmış,iyiye gider bir hal almıştı.Ancak Yasin ve Cevşeni okumayı sürdürmüştük.Üçüncü günün akşamında hakkın rahmetine kavuşmuştu.Rahmetullahi aleyh.

Bir yokmuş..şimdi ise yokmuş..iki nokta arasında yaşamış..bir zamanlar var iken şimdi yokmuş.

İşte o benim babamdı.

Vefatından iki ay öncesiydi.Kendi yaşıtı olan bir arkadaşının hasta olduğunu duymuş,telefonla onu arayarak halini sormuştu.Kendisi iyi,arkadaşı ise hasta idi.

Bu sefer musalla taşında ikisi yan yana yatıyor ve cenaze namazları beraber kılınıyordu.Kabirde de yan yana kazılan mezarda komşu olmuşlardı.

Aradan geçen bir hafta sonra kız kardeşim gördüğü rüyada,onu Şanlıurfa da bulunan,peygamberler şehri olan bu beldede dergaha götürüyorlardı,kendisine şimdilik onu bir müddet dergahta tutup,tedavisini yaptıktan sonra bırakacaklarını,kabrine şimdilik gitmemelerini,gitseler de bulamıyacaklarını söylüyorlardı.

Belki de küçüklüğünden beri sakat olan ayak ve belinden dolayı maddi ve manevi kirlerinden arındırılarak temizlenip öyle gönderilmek üzere o peygamberler şehri ve Bediüzzamanın misafirliğinde ve gözetiminde tutuluyordu.

Yaşanmış bir olay olarak,60 yaşlarındaki köylü bir vatandaş düşünmektedir;eğer Azrail gelse önce kimin ruhunu alır?Kendi köyünde bulunan insanları gözünün önüne getirdiği gibi,bildiği yakın köylerdeki insanları da göz önünde bulundurarak şu hükme varır;

Falan kişi felçli,filan benden en az on yaş büyük diyerek en az yedi-sekiz kişi sayar ve rahatlar.Demek ki Azrail gelse önce mutlaka onlara uğrayacaktır.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymamış,kaderin takdir sırası değişmemiş,sıralarda olan farklılık ve değişiklik kendi hesabını değiştirerek iki gün sonra vefat etmişti.

Eniştemizin annesi de sık sık yaptığı duada;Ya Rabbi!bana Peygamberimin yaşından fazla ömür verme,der.Ve samimiyetinin ve o sevdiği zata kavuşma isteği kabul edilir ve 63 yaşında vefat eder.Rahmetullahi aleyh…

Mevlananın Mesnevisinde anlatılan bir olayda;Süleyman peygamber zamanında hocanın birisi evden çıkınca Azraili görür.Bakar ki Azrail kendisine bakıp gülmekte.Bu korku ve telaş ile aralarının iyi olup tanıştığı Süleyman peygamberin yanına gider ve kendisini buradan uzaklaştırmasını söyler.Süleyman peygamberin sebebini sorması üzerine verdiği cevapta;

Azrailin kendisine güldüğünü,bununda hayra alamet olmadığını söyler.Süleyman peygamber nereye göndermesini sorduğunda da hoca bizzat kendi isteğinde,Hindistanın,lahor’un,Sinca kasabasına göndermesini ister.

Maddi her güç yani cinler,rüzgar ve hayvanlar emrinde olan Süleyman peygamber üç aylık yola yani Filistinden Hindistanın Lahorun Sinca kasabasına üç saat içerisinde ulaştırır

Aradan geçen bir hafta sonra Azrail bir sebeble Süleyman peygamberin yanına uğradığında geçen haftaki hocaya gülüş sebebini sorar.

Azrail bir daha gülerek meseleyi kendisinin de daha hala çözemediğini söyleyerek şöyle anlatır;

Allah bana geçen hafta ruhunu alacağım insanların listesini vermişti.Listede hocanın da ismi vardı.Ancak Allah bana hocanın ruhunu Hindistanın,Lahor’un,Sinca kasabasında almamı söylemesi üzerine,hocanın bu üç aylık yola üç saatte nasıl ulaşabileceğini düşünerek hayretimden güldüm ve Allahın hikmetinden sorulmaz diye de düşündüm.Ve bana verilen adrese gittiğimde hocanın orada hazır bulunduğunu görünce ruhunu aldım.Ancak oraya nasıl geldiğini hala çözmüş değilim,diyerek ilahi hikmeti dile getirmesi üzerine olayın diğer yönünü Süleyman peygamber özetle;Kendisinin gülmesinden dolayı hocanın telaşa kapıldığını,yanına gelip bizzat kendi isteğiyle oraya ulaştırmamı istemesi üzerine ben de onu oraya gönderdim diyerek kaderi planın eksik bilinen noktasını da tamamlamış oldu.

İnsanlar hayat ve yaşantılarıyla,kaderin hesabını kendi iradeleriyle tamamlamaktadırlar.

Altı yaşındaki çocuğun birisi arkadaşlarıyla oyun oynamaktadır.O sırada ezanın okunması üzerine oyunu bırakıp abdestte koşar ve arkasındanda cemaata yetişip namazını kılar.

Bu durum dikkatini çeken yaşlıca birisi çocuğa yaklaşarak daha küçük olduğunu,hele biraz daha büyüdükten sonra namazı kılabileceğini söylemesi üzerine zeki çocuk şu cevabı verir:

Amca,dün beraber olduğumuz benden bir yaş küçük arkadaşım dün öldü.Evet o benden bir yaş küçük idi.Ölüm ona benden bir sene evvel ulaştı.

Ölüm bir yokluk değil bir oluş ve kavuşma idi.Bir terhis ve istirahat idi.Bir nimet ve bir kurtuluş idi.Beden kafesinin kırılıp,ruh kuşunun geniş alemlere geçişi idi. Mevlananın ifadesiyle bir Şeb-i Arus yani gerdek gecesi idi.Gerçek sevgiliye kavuşma ve O’nunla bir buluşma idi.Ölüm tohumun ölüşü gibi yeni bir aleme ve alemde doğuş idi.Eskiyen beden elbisesinin yenilenmesi idi.Ruhun hürriyetidir ölüm.Anne karnından daha geniş bir aleme geçiştir adeta…Ölüm yüzde doksan dokuz sevdiklerimize kavuşmadır.Ölüm umumi bir yoldur.Ölüm öldürülemez.Ölüm hayat gibi mahluk olup ancak onu yaratan onu öldürür.Herkesi öldüren ölüm bir gün kendiside ölecektir.Şairin ifadesiyle hiç güzel olmasaydı ölüm,ölür müydü peygamber.Gidenler gittikleri yerden memnunlar ki,dönmüyorlar geri.Ölüm dönüşü olmayan bir gidiştir.İki kapılı bir handan geçiştir.Ölüm dünya imtihanın bitmesi ve ücret almaya gidiştir.Doğuşun hakikatı gibi,ölüş de bir hakikattır.

Ölümden korkanlar için ise Ölüm;tıpkı imtihanda olan bir öğrencinin,hele bir de ilk anlarını boşa ve boşta geçirmişse düştüğü sıkıntılı,ümitsiz ve telaşlı,korkulu hal ve anıdır.İşte o an ve zaman..Düşünmesi dahi uykuları kaçıracak korkunç haldir.Herşeyini vererek olmaya çalışacağı anlar ve saniyeler ve onların değeri ve o insanın acınacak hali ve düştüğü ahval…

Yâ men bi-dünyağuş teğal

Gad ğarrehu tùlül emel

Evelem yezel fi ğafletin

Hatta denâ minhul ecel

El mevtu ye’ti bağteten

Vel kabru sandùkul amel

İsbir alâ ehvâiha

Lâ mevte illa bil ecel…

Ey dünya ile meşgul olan kişi,

Onu tùlü emel,uzun emel ve hayaller aldattı.

Gaflet içinde süregeldi,

Tâ ki ölüm yaklaşana kadar…

Ölüm ansızın gelir

Kabir ise amellerin bir sandukası,saklandığı yerdir.

Dünyanın korku ve dehşetlerine karşı sabret.

Ölüm ancak ecel,sürenin bitmesi iledir.

-Gel nazar kıl mezarımın taşına

Âkil isen aklını al başına

Bir dem bende safâ sürdüm cihanda

Âkibet bak taş diktiler başıma…

Mehmet ÖZÇELİK

08-04-2004




BABASINI ÖYLE GÖRMEK İSTİYORDU

BABASINI ÖYLE GÖRMEK İSTİYORDU

Daha ortaokul öğrencisiydi.Saf ve samimi bir kız idi.Ancak bu samimiyetini sürdürecek bir destek bulamıyordu.Babasının kendisi için örnek olmasını çok istiyordu.Adeta bu duygularla dolmuş,bunu da dışarıya aksettiremeden kapatmıştı. Gördüğü rüya ise alemini değiştirmede bir adım olmuştu:

Ramazandan bir gün önceydi.Gördüğü rüya hem kendisini sevindirmiş,hem de ümidlendirmişti.

Rüyasında tek başına hacca gidiyordu.Bir cümlelik bir rüya.Yeni bir yola giriyordu..yeni bir hayatmıydı yoksa bu?

Rüyanın neticesini ise bir gün sonra görmüştü.Adeta iki bayramı,iki bereketi yaşıyordu;Biri ramazanın bereketi,diğeri ise bir yandan babasının diğeri ise kendisinin namaza başlayışı.Bu namaz ramazanlık bir namaz değil,inşallah şu anda da devam ettiği gibi,ileride de devam ettirilecek bir namaz idi.

Bu insanların namaza başlamaları için illaki rüya görmeleri veya hacca gitmeleri mi gerekmektedir?

Tevbe,istiğfar,samimiyet ve gayret yeni bir hayata atılan adımdır.




BEREKETLİ ADIYAMAN

BEREKETLİ ADIYAMAN

Adıyaman tarihi yapısı itibarıyla M.Ö. 40.000 yılına kadar uzandığı,M.Ö.900-700 yılları arasında Asurluların etkisinde kaldığı,Türklerin 751 yılında Talas savaşıyla İslamiyeti kabul etmesi üzerine,643 yılından itibaren İslâmın etkisi alanına girdiği rivayet edilmektedir.

Adıyaman;Güneydoğu Anadolu bölgesinde,Karasal bir iklime sahip,yer altı zenginlikleri bakımından zengin olup,sadece Türkiye’de çıkan petrolün % 55 civarındaki bir bölümü Adıyaman’da çıkmaktadır.

Gerek Nemrut dağı,gerekse Pirin mağaraları,Eski Samsat ve Eski Kahta ilçelerindeki tarihi kalıntılarla turistik bir kent izlenimini hala sürdürmektedir.

Adıyaman biri sel diğeri yangın olmak üzere iki büyük felaket yaşamıştır.

“1237-1246 tarihleri arasında Selçuklu tahtına geçen II.Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Adıyaman taraflarında peygamberliğini ilan ederek isyan etmiş olan ‘Baba İshak’(Babailer isyanı) ın çevresinde toplanan Türkmen boyları kısa bir sürede silahlanarak Kefersud,Adıyaman ve Samsat bölgesinde başlattıkları ayaklanma devletin zayıflığını ortaya çıkarmıştır.”[1]

-XVI.yüzyılda Dulkadirli Türkmenlerine bağlı Maraş Yörüklerine tabi Araban (Araplar) taifesi bulunmaktadır.Araban taifesinin de kendisine bağlı Kara Yağmurlu ve Alagözlü cemaatları vardır.Bunlardan Kara Yağmurlu cemaatı bu yüzyılda Adıyaman Behinsi kazası Keysun nahiyesinde kışlamakta olup,13 hane 1 mücerred nüfusu bulunmaktaydı.Alagazlü cemaatinin ise Kahta kazası Turuş kazasında kışladıkları bilinmektedir.Alagözlü cemaatinin bu tarihte 109 hane ve 15 mücerred nüfusu bulunmaktadır.”[2]

Ve bu tarihte Behisni de Ceritler (Ceridler),Çağırkanlı’lar yaşamış[3] ve “Bu taifeye bağlı Kırlarlı,Süleymeni ve Yaycılar adında üç cemaat bulunmaktadır. (Bunlar da)..Behisni kazasına bağlı Terbizek,Bakla köyleri ve Serçe isimli mezrada kışlamaktadırlar.de yaşamıştır.[4]

“1540 yılında Adıyaman Behisni’de mevcut Yörüklerin hepsi Ekrad-ı İzeeddin Bey’e bağlıdır.(Bu ise Bozulus Türkmenlerindendir.”[5]

Ayrıca Kırşehir’de de bulunan Çimeli Köyü,çimeli’ler Maraş Yörüklerindendir.[6]

-Büyük devlet olan Osmanlı içerisinde barındırdığı tüm gayri Müslimlere de görevler vermiş ve bundan da bir sıkıntı duymamıştır.Osmanlı büyük oynamıştır. İçindekileri dışlamamış,içine alıp barındırmıştır.Mesela;

AdıyamandaAzâ-i Meclis-i İdare de görevli biride;Abraham Efendi, Mümeyyizân-ı Meclis-i De’avi üyesi Kirkor Efendi,Sandık Emini Agop Efendi,Meclis-i İdare-i Vilayet’te Azâ-i Müntehabe yani seçilmiş azâlardan Bedon Efendi,Tomas Efendi gibi meclisin idaresinde gayrı Müslimlerde görev almışlardır.Böylece Osmanlı cüzlerden oluşmuş bir küll’dür.Ne vakit ki Lozanla beraber bu cüzler içten koparılmaya ve bölümlere ayrılmaya çalışılmışsa,koca imparatorlukta çatlamaya ve yıkılmaya başlamıştır.

Adıyaman kalesinin güney tarafı Gavur Mahallesi olarak bilinmektedir. Müslimlerle gayrı Müslimler iç içe yaşamışlardır.Osmanlı ve halkı bundan korkmamıştır.Çoğunlukla gayrı Müslimler Eskisaray,Hoca Ömer ve Şambayat’ta bulunmaktadır.

Eskisaray’da;2718 kişiden Müslümanlardan 411 erkek,387 kadın,Ermenileren 625 erkek ve 584 kadın,Katoliklerden 134 erkek ve 137 kadın,Protestanlardan 200 erkek ve 240 kadın bulunmaktadır.

Hoca Ömer mahallesinde;Müslümanlardan 711 erkek ve 655 kadın, Ermenilerden 95 erkek ve 75 kadın bulunmaktadır.

Samsatın muhtelif köylerinde Ermeni ve Protestanları bulunmaktadır.

Gerger’in muhtelif köylerinde Ermeni,Katolik ve Protestan bulunmaktadır.

Besni de bazı mahalleler onların adıyla anılmıştır.Ermeni mahallesi,Katolik mahallesi,Protestan mahallesi…

Bunlara aid özellikle kiliseye bitişik okullar bulunmaktadır.

Hısnı Mansur,Besni ve Kahta kazalarında gayrı Müslimler Müslümanların yüzde onunu oluşturmaktadır.Zamanla bu yüzdelik daha da azalmıştır.Mesela Hısnı Mansur kazasında;6176 hane olup,bunun 11.505’ini Müslümanlar,1.355’ini gayrı Müslim nüfus oluşturmaktadır.[7]

Osmanlı’da onlarla ilgili hukukta:

“Osmanlı döneminde gayrimüslimlerin evlenme, boşanma gibi özel hukuka ilişkin davaları kendi yönetimleri ve mahkemeleri tarafından kendi kanunlarına göre yürütülürdü.

” Osmanlı dünyasında yaşayan gayrimüslimler, özel hukukta kendi dinî kurallarını uygularlarken, ceza hukuku alanında İslâm hukukuna tabi idiler. Diğer taraftan gayrimüslimlere ceza konusunda Müslümanlara verilen cezanın yarısı tatbik edilirdi. Örneğin zina, fuhuş, kız kaçırma gibi suçları işleyen gayrimüslimlere, Müslümanlara verilmesi gereken cezanın yarısı verilirdi. Yine dövme, sövme, yaralama ve öldürme suçlarında da durum aynıydı. Gayrimüslimler, şarap içmekte serbest iken, Müslümanlara şarap satmaları yasaktı.” Gayrimüslimlere, sosyal hayatta çok daha toleranslı davranıldığı açıktır. “

Bosna ruhbanlarına ve Galata Cenevizlilerine verilen “emannâmeler” Osmanlı Devleti’nde din ve ırk farklılığından dolayı temel hak ve hürriyetlerin kısıtlamaya gidilmediğinin en bariz örnekleridir. Bu konuda örnek vermek gerekirse; semt pazarlarının günü bile gayrimüslimlerin dinî günlerine denk getirilmemeye çalışılmıştır. Bilecik’de semt pazarının günü mahallî idare tarafından Pazartesi’nden Pazar gününe alındığında; ibadet ettikleri güne rast geldiğinden dolayı gayrimüslimlerin şikâyetleri üzerine pazarın merkezî idare tarafından tekrar Pazartesi gününe alındığı bilinmektedir.

Benzer bir hadise 1817’de Adapazarı’nda vuku bulmuştur. Kurulan semt pazarı, reayanın tatil ve dînî günü olan Pazar gününe geldiğinden bunun Cumartesi gününe alınması için merkezi hükümet, mahallî idarecilere talimat göndermiştir. [8]

İlk radyo 1937 yılında Adıyaman’a gelmiştir.

Ahmet Özçelik şahid olduğu ve o zamanda gazetede neşrettiği bir olayı şöyle dile getirmektedir;

Vali Rağıb Gerçeker zamanında Almanya’dan gelen Miskover ve Dr.Dorner Nemrud ve Kâhta’da çok araştırmalar yaptı.Bir çok tarihi eserleri kendisiyle beraber götürdü.Hatta bir seferinde çektiği fotoğrafları bana tab etmek için göndermişti.Ancak çektiği o filimleri köylülerin resimleri,halay sahneleri ve hayvan resimleri olarak göndermişti.Baktığımda hep buldukları tarihi eserlerin resmi idi.

Durumu Valiye ilettiğimde önemli değil,birkaç demir de onlar götürsün dedi.Bu durum sürekli devam etti.Ben de bunun peşini bırakmadım.Daha sonra sadece onlarla ilgilenmekle görevli olan komiseri görevden almakla olay kapandı.Ancak götüreceklerini götürmüşlerdi.

Adıyaman maddi-manevi açıdan bereketli bir yöredir.Ancak bereketli oluşu keşfedilmeyi beklemektedir.Tıpkı kuytu bir yerde kalan tarihi eserlerin ve kıymetli cevherlerin ehillerince aranıp yerinin tesbit edilmesini bekleyişi gibi…

Adıyaman’ın bu adı alması ise;Şu anda stadın yanında yerleri bulunan yedi güçlü kuvvetli kardeşlerden alarak –Yedi Yaman- denilmiş,daha sonra Arapların gelerek o geniş vadileri görmeleriyle –Vadil Yaman- (Geniş vadili yer)) denilmiş ve zaman içerisinde –Adı Yaman- olmak üzere Adıyaman olarak kalmıştır.

Daha Önceleri ise VII.Y.Y. Emevi Sultanı veya Abbasi Halifesi,Hükümdar ve Sultanı olan Mansur’dan alarak Hısn-ı Mansur (Mansur’un kalesi) adı ile isimlendirilmiştir.

Önceden Malatya iline bağlı olup,1-Aralık 1954 yılında 6418 sayılı kanunla vilayet olarak kabul edilmiştir.

Adıyaman konusunda Amcam Ahmet Özçelik ile Güney FM radyosunda yapmış olduğumuz uzunca sohbetimizde şunlar dile getirildi.

Adıyaman önceleri gayet küçük bir yerdi.Şimdiki Vilayet binasının veya 56-lar binası veya kütüphanenin oraya bir çocuk gittiği zaman,senin buraya geldiğini babana söyleyeceğim, derlerdi.O derece kimse kütüphanenin oraya bile gelemezdi.Oralar ıssız olarak kabul edilirdi.

Adıyaman’da meslek olarak hemen hemen herkes köşkerlik yani ayakkabıcılık yapmıştır.En geçerli meslek idi.Öyle ki kızlarını köşkere vermek aileler için büyük bir önem ve gurur vesilesi kabul edilirdi.

Ayrıca çulhacılık mesleği de yapılırdı.Bugün ise bu meslekler sürdürülmediği için artık unutulmuş,o ustalıklar,o güzel meslek,adeta antika değerindeki bir sanat sahipsizlikten tarihe kavuşmuş oldu.

Adıyaman sosyal yaşantı itibarıyla da farklıdır.İnsanlar o kadar zengin olmamakla beraber gayet sıcak,samimi bir yaşantı içerisindedirler.Adeta yüzlerinde sevinç ve gülmeler eksik olmaz.

Kelle vurmalar yaygındı.Yani gece bağlarında kazana kelle koyarak pişirip dinlenmesi için ocağın üzerinde bulunduran veya kabıyla toprağa gömülerek üzerine yatılırdı.

Nitekim Amcamın anlattığı bir hatırada;”Amcam Veysi ile birisi babamgilin tarlada kelle pişirdiklerini duyup almak üzere gelirler.Karanlık olmasına rağmen babam gelenlerin olduğunu sezince tencereden anneme kelleyi çıkarttı ve yerine taş ve çirpi koydurttu.Ocaktan biraz uzaklaşıp yatma numarası yaparak almalarına göz yumduk.Geldiler,kazanı götürdüler.İleride amcam bari gitmeden kabı açalım da biraz burada yiyelim diyerek kabı açarlar.Ancak yerinde taşla çirpiyi görünce kızarak kabı orada bırakıp giderler.

Bu bir gelenek idi.Kelleyi vuranlar onu yedikten sonra kabı bir vesile ile getirir,sahiplerine verirlerdi.Bu durumda normal karşılanırdı.Ondan dolayı kelle yapanlar uyanık olur,kelleyi kaptırmamaya çalışırlardı.

-Biride Karadana’nın bir meselesi vardı.Bir gün köylünün biri gelmiş,dükkanın önünde oturarak arpa taplaması yemekte.Karadana buna dayanamayıp dükkana da gitmişken tekrar adamın oturduğu yere gelir.Ancak adamı bulamaz.Oradaki altıncıya sorar.Oda niçin sorduğunu söylediğinde;çok acıdığını,adamın köyden gelip parasının bile olmadığından kuru bir arpa taplaması yediğini,acıyıp ona kebap yedireceğini söyler.

Bunun üzerine altıncı -aman ha- der.O büyük bir sürü sahibi olup her sene gelerek 20-25 tane Reşat altını aldığını,şimdi de 22 tane alıp kayışının arasına koyduğunu söyler.Bunun üzerine kebab yedirmekten vazgeçip ona bir oyun oynamak üzere adamı arar.Uzun aramalar sonucu çeşmeden çıkarken adamı yakalar.La Hasso sen nerdesin,deminden beri seni arıyorum,ben sizin ekmeğinizi çok yedim,illa seni kebap yedirmeye götüreceğim,der.Adam her ne kadar ben Hasso değilim demeye çalışsa da onu konuşturmadan önceden anlaştığı Dolmanın oğlu Mustafa’ya,kebapçıya getirir.

1,5 kişilik kebap gelir,yenilir.O arada bir kişiye bakıp geleceğim deyip oradan ayrılır.Hasso bekler,gelmez.Kebapçı başka bir isteğinin olup olmadığını sorar.Hayır deyince parayı ister.Köylü ne parası der.O adam beni getirdi,o verecekti deyib vermeye yanaşmayınca plan gereği kebabçı işçi çocuğa dönüp,-Oğlum gitte jandarmayı çağır,bunun üzerini arasın,der.Adam işin kötüye gidip üzerinin aranacağından,altınların ortaya çıkacağından korkar ve gitmemesini,vereceğini söyler.Ne kadar olduğunu sorduğunda bir mecidiye der.Kebab 5 kuruş iken neredeyse on kişinin parası birden,fazlasıyla alınır.

Daha sonra kebapçının yanına gelen Karadana,ne olduğunu aynısıyla anlatmasını ister.Kebapçı da;Sen gittikten sonra kebabı bitirdiğinde,parasını istediğimde o verecekti,deyince,dedim ki;yahu o deli,seni buraya getirdi yediniz ya,o delinin teki,yolda kimi görürse Hasso Hasso der yer gider.

Öyle mi yav,o delimiydi…Oooy oyy..

Deliydi ya..

Parayı istemeden veren köylü,kebapçıya dönerek;Kebapçı kebapçı al şu parayı,ben Hasso değilim amma,o adam beni zorla Hasso etti.

İşte böyle yetmiş yaşındaki bir insan bile latife yapardı.

-Adıyaman’da çoklukla ziyaret ve türbe bulunmaktadır.Bunlardan bir kaçı;Abuzer-i Gaffari,Mahmud-el Ensari,Zeynel Abidin,Hacı Yusuf,İzollu Baba,Hasan Mekke,Muhiddin-i Arabi,Saffan Hazretleri,İshak Baba…

Adıyaman’a manevi hizmetleri geçenlerden ise bir kaçı;Gani Hafız,Mahmut Hafız,Cüleyli Hoca,Müftü Hayri Hoca,Mahmut Allahverdi….

Bunlardan Saffan Hazretlerinin Hz.Peygamberin devesinin başını çeken birisi olup,Ermenilerle yapılan savaşta Samsat yolunda,Birig köyünde İslamın sancaktarı olup,şehit düşer ve oradaki makamında şeceresi yazılıdır.

Abuzer-i Gaffari ise;kendisi bir komutan ve bir sancaktar olup,ileri zatlardan biri olarak,Rasulullahın zamanında yaşamış olan sahabilerden değildir.

Sahabe olan Abuzer-i Gaffari hakkında hadiste de;O’nun yalnız yaşayacağı ve yalnız olarak öleceği bildirilmiş ve öyle de olmuştur.

Mahmud Ensari ise,Ensari aşiretlerinden olup oda komutan olarak ileri gelenlerden ve oda orada şehit düşmüştür.

İleri gelenlerden Gani Hafız âma olup,çok muhterem bir zattı.Kur’an kursu öğretmeni olup,gayet Kur’an-a vakıf bir kimse idi ve oradan da emekli oldu.

Adıyaman’da bazılarına Hâfız denilmesindeki bir sebep de,o insanların Kur’an-ı Kerimi öğrenmiş ve ezberlemiş olmalarından değil,âma olmalarından veya Kur’an-dan biraz bilmiş olmalarından kinaye olarak söylenmektedir.Bu da azımsanmayacak derecededir.

Şu söz ise bir hakikatı ifade etmektedir.Malatyalı bir zatında ifade ettiği üzere; Muhyiddin-i Arabi’nin beddua sadedinde;”Malatya’nın topalı,Besni’nin keli,Adıyaman’ın körü eksik olmasın.”

Muhammed Hâfız da ileri gelen zatlardandı.Yaşlı bir zat idi,Kur’an-ı çok güzel okumasına rağmen,sesi az,kendine yar değildi,sesi çok az çıkardı.Denilirdi ki;Keşke hoparlörler,mikrofonlar o zaman olaydı da bunun sesini dinleyeydik…

Cüleyli Hoca çok güzel vaaz ederdi.İslami kaideleri anlatır,ramazanlarda ikindi vakti Ulu Caminin şu andaki cenaze namazı kılınan yerde,havluda kürsüye çıkar insanlara vazederdi.

Müftü Hayri Hoca Adıyaman’ın sayılan müftülerinden idi.

Tıpkı bu insanların hali Fatihin İstanbul’u fethetmeden önce Bizans halkının gönlünü fethetmesi idi.Nitekim Fatih kale kapısından girerken Bizans kızlarının kendisine çiçek atma memnuniyetinde de görülmektedir.

Memleketlerin gönül erleri de onların gönüllerini fetheden insanlardandır.

Adıyaman halkının okumamışı dahi kendi çabasıyla kendisini yetiştirmiş,şiir veya kültür alanında belli bir seviyeyi yakalamıştır.Rifat Efendi,İbrahim Hakkı Baba gibi…

Mesela;Akif Gürler.Birinci eşi ölür ve ikincisini almak ister.Bu düşünce ile Ömer Efendiden Hanım adındaki kardeşini kendisine vermesini ister.Ancak bir türlü vermezler.Bir gün Ömer Efendi arkadaşlarıyla Çarşı Camisinin hücresinde oturdukları bir sırada önceden aşağıdaki yazmış olduğu Hanıma karşı olan sevgi,onsuz keder ve yanmışlığını,başının derdlerden kurtulmazlığını,ciğerinin yandığını,bu dünyadan vurulmuş kanlar içerisinde olarak gidişini şiiri Akif Bey’e okur.Aralarından sessizce kalkan Ömer Efendi eve gelerek hanımı Zeyneb’e;Kız kardeşi Hanım’ı Akif’e verdiğini söyler.Onlar ise şimdiye kadar asla gönlü olmamasına rağmen ne olup da böyle bir karar verdiğini sorarlar.Oda durumu anlatıp vermeyi kabul ettiğini söyler.Şiirinde:

Âh-u kim neyleyim gün be gün artar kederim

Ne beladır ki tükenmez bu benim derd-i serim

Yine eflâke çıkar derdi dilim nevhelerim

Korkarım,seni âhım yakar ey mâhişelerim

Günde bir hal ile eyvah ciğerhûn olurum

Daha bilmem ne kara günlere saklar kaderim

Ben senin zülfü dilâ yüzüne berdar olurum

Şöyle bil ki dû cihanda bî haberim

Var senin âlâmı gamın cümlesin bâr etsin.

Bu da bir çiledir ey dil kaderimdir çekerim.

Akif’e yâr-ı vefa görmedin ey vâh-ı âhir

Göz açık bağrı yanık sine kızılkan giderim…

ADIYAMAN’IN MECZUBLARI

Anadolu’nun şekillenmesinde ve oluşumunda maddi Alp Erenler kadar belki onlardan daha fazla olarak manevi erenlerin mevcudiyetidir.Bu insanlar Mekke ve Medine başta olmak üzere bulundukları yöre ve oradaki akraba,mal birikimi gibi her şeylerini bırakarak Anadolu’ya gelmişler.İstanbul ve Çine kadar gitmişlerdir.Gittikleri yöredeki insanlara maddi rehber, imam,şeyh ve mürşid olup o insanlara yol ve yön göstermişlerdir.Oradaki insanlarda onlara bir şükran olmak üzere sürekli hatırlanmaları için ölmez bir türbe ve ziyaretgah haline getirmişlerdir.Hayatta iken hayat verdikleri o insanlara,ölümlerinden sonra dahi onların çocuklarına hayat vermişler,onlara hayat olmuşlardır.Kendileri hatırlanırken manevi yönleri ön plana çıkmış,o diyarın manevi atmosferine katkıda bulunmuşlardır.

Adıyaman’da da bu kabilden manevi şahsiyetler mevcuttur.

Bunlar bazen meczub olarak da kendilerini göstermişler.Bazen deli bazen veli gözüyle onlara bakılmış,meczub olarak nitelenmişlerdir.

Meczubluk kendinden geçme halidir.Başkalarının dünyalarından ayrı olarak kendilerine veya kendi gibilerinin dünyalarına mahsus bir hayattır.Aklın ve dünyanın ölçüleriyle ölçülmeyecek bir haldir.

Mesela;Fatih zamanında meşhur olan Cibali Baba gibi ki;Fatih tüm yöntemleri deneyerek surları top atışına tutar,ancak bir türlü surlardan gedik açılmaz.Çünkü Bizans’ın içinde bulunan Meczub Veli Cibali Baba;Allahım gavurcuklarımı koru,deyip dua etmekte ve atılan topları adeta geri çevirmektedir.

Fatih secdeye kapanıp Allah’tan nusret ve fethin müyesser olması için dua eder ve fetih gerçekleşir.

Bir rivayete göre;eğer Fatih;Ya rabbi ya beni ya onu al,deseydi,Allah Fatih’in ruhunu alırdı.O derece Cibali Baba Allahın yanında veli bir kul idi ancak akıllı değil,meczub idi.

-Nitekim Allah” Leyle-i Kadri, umum ramazanda; saat-ı icabe-i duayı, Cum’a gününde; makbul velisini, insanlar içinde; eceli, ömür içinde ve kıyametin vaktini, ömr-ü dünya içinde saklamış.”[9]

Yine meczubun birisi yırtık pırtık eski elbiselerle çarşıda dolaşır.Müftü Efendi ise onun bu durumundan pek rahatsız olur.Her gördüğü yerde adeta onu azarlayıp sıkıştırırcasına yeni elbiseler giymesini söyler.

Bir gün müftü rüyasında peygamberimizi görür.Rüyasında;o veli kuluna dokunmamasını,rahatsız etmemesini söyler.

Müftü bu sefer o meczubu yeni takım elbise giymiş olarak görünce hoşlanır ve ona;Tam şimdi güzel oldun,hep böyle giyin,diyerek yine ona kendi bildiğini hatırlatır.

O meczub ise verdiği cevapta;Sana Rasulullah söz anlatamadı,ben mi söz anlatacağım,der ve oradan ayrılır.

Ş.Urfa’da cereyan eden bir hadise ve hatırada:“Medresede Dergahın (Ş.Urfa) İmamı cemaata şunları anlattı:”Dergahın benden önceki imamı,hem büyük bir alim hem de evliyadan bir zattı.Üstadımızı defnettiğimiz türbeyi o yaptırdı.Herkes bunu kendisi için yaptırdığını zannediyorlardı.Vefatına yakın”Sakın beni oraya koymayın,dergahın yanındaki kabristana defnedin.Oranın sahibi gelecek.”dedi.Üstad (Bediüzzaman Said Nursi)vefat edince imamın ihbarı tam tahakkuk etmiş oldu.”[10]

Yavuz Sultan Selim:

Padişahı âlem olmak bir kuru kavga imiş

Bir veliye bende olmak cümleden evla imiş

Bu meczublardan özellikle bilinenler ise;

İ S O

-İso,kış günü yalın ayak gezer,ayakkabı verdiklerinde de onu giymez,mutlaka birine verirdi.Bazen de birini yakalayıp ona zorla bir şeyler aldırır 3 gün içerisinde onu birine verirdi.Vereninkini kabul etmezken,bir ham bulalım da ondan alalım,derdi.

-Babası gilde yatıp kalkardı.Babasının ismi İmamdı.

-İso,bir gün bir bakkala gelir,peynirlerin üzerine sinekler konmaktadır.Niye belediye bunlara bakmıyor,demek kendi dertlerine düşmüşler,derdi.

-İso,bir gün Hılt Ebzer’in yüksek binasına bakar ve;Bu bunu nasıl sırtına alacak,derdi.

-Babası öldüğünde de;Eğer babam şu şu günahlardan sorulursa işi yaş,eğer onları kolay cevaplarsa diğer işi kolay olur,derdi.

-İso,bir gün Hüseyin adlı bir vatandaşla özellikle yanındaki Muhammed’e;adını bilmediği halde adıyla hitab ederek,Bana biraz bastık getir,der.O kişide bizde bastık yok deyince,Hanımın evde falan yere koymuş der.Eve gider ve denilen yere bakar ki gerçekten de kendisinin bile haberinin olmadığı o yerden bastığı alır ve getirir.

-İso,bir gün birini çekiştirir,çekiştirdiği kimsede birden orada belirerek;Ya İso,ben sana ne yaptım ki…”deyince,birden-Sen burada mıydın,deyip geçiştirir.

-İso kebap dürümünün önce ekmeğini yer,sonunda da kebabını,etini yerdi.

Çok efendice yemek yerdi.Öyle yemeği ve ekmeği birden ağzına doldurmaz,çok efendice ve edeblice yerdi.

-İstanbul’a giden bir Adıyamanlı.Orada konuşurken birinin dikkatini çeker.O kişi buna;Eğer Adıyaman’a gidersen benden İso’ya selam söyle der.Kim olduğunu sorduğunda ise;Sen selamımı söyle o anlar der.

Adam Adıyaman’a gelir unutur.Aradan bir sene geçer.Birgün kahvede biriyle buluşacaktık.Birden kapıdan içeriye İso girdi der.Hemen hatırlar ve İsoya dönerek;Ya İso İstanbul’dan biri….deyip daha cümlesini tamamlamadan,tamam tamam -Aleyküm Selam –geç oldu ama tez oldu,diyerek adam söylemeden selamı alır.

-Geçici olarak çalışan bir işçi.Bir gün iş yerinde şantiyede arkadaşlarıyla beraber namaz kılarken bunu gören şef hiddetlenir ve bunları işten kovar.Ancak Ali usta ustalıkta farklı biri olduğu ve onu farklı olarak düşündüğü için ona kal der.O ise kabul etmeyip şefin üzerine yürür ve arkadaşlarıyla beraber işten ayrılır.

Zaten senenin birkaç ayını çalışmakta idi,şimdi ise oda elden gitti.Ne yapacağını şaşırır.İyi bir usta olduğundan Adıyaman’ın bağlı olduğu Elazığ Bölge Müdürlüğünden buna gelip çalışması için davet çıkar.

Ali Ustanın da kökü başı beş lirası vardır.O da ancak gidip gelme parası olup yemek parası bile bulunmamaktadır.

Şiddetli bir kış yaşanmaktadır.Bilet almak üzere terminale gelir.Yolda İsoyla karşılaşır.Karşısına dikilen İso;Cebindeki beş lirayı bana ver,hemen evine çocuklarının yanına dön.Sen iki büyük nimetle karşılaşacaksın,der.Biraz şaşkınlık biraz rahatlamakla birlikte ısrar etmez ve eve döner.Çok geçmeden belediyeden işe alınmak üzere çağrılır ve ikinci nimete de ulaşır.

Ayriyeten İso,hükumetinde çok geçmeden yıkılacağını söyler ki çok geçmeden birkaç ay içerisinde oda gerçekleşir.

İso’nun bir değirmen olayı vardır.Değirmene unluk götürüp getiren Dursun amca diye birisinin bizzat ağzından dinlemişiz.

Bir kış günü dışarıda şiddetli kar yağıyordu.Gece vaktiydi.Hammal Dursun dediğimiz amca anlatıyordu ki Bir gece yine Zeyno gilin unluğunu götürür.Akşam olduğundan değirmen sahibi biraz beklemesini söyler.Bunları yaptıktan sonra seninkini çekeriz der. Dursun emmide olur der.Ve daha sonra çekilir, buğdayların ağzı bağlanır.Değirmenci gece gidemeyeceğini,ondan dolayı da burada kalmasını Dursun emmiye söyler ve kabul edilir.Daha sonra ateşi yakıp yanına uzanırlar.Saat gece on bir sıralarında yatarlarken birden kapı çalınır.

Bu saatte,karlı,soğuk bir gecede acaba bu kim ola ki derler.Acaba yolunu şaşıran birisi mi diyerek kapıya gelen değirmenci; kim o der.Kapıdaki,açın yav,ben İso’yum,der ve açarlar.

Bir bakarlar ki İso.Her zamanki gibi İso yalın ayak,göğsü açıktır.Ne aradığını sorduklarında İso;Yav ben acım,bana biraz Havre yapın der.

Havre değirmende un ile hamur yapıp sadece tuz koymadan sacda pişirilir.Onlarda bu gece vakti ne havresi,sabah yaparız deseler de İso diretir.Bir türlü söz anlatamayacaklarını bildiklerinden mecburen havre yapmaya koyulurlar.

Değirmenci kendisi hamur yoğurmaya koyulurken,Dursun emmide sönmekte olan ateşi karıştırmaya koyulur.Ateşi yakıp orada bulunan tenekeyi üzerine koyarak üzerinde hamuru pişirmek isterler.Dursun emmi ateşi karıştırır fakat ateş söndüğünden bir türlü yanmaz.Ancak taşın üzerinde bulunan kibritle yakmak için kibriti aldığında,kar suyunun onu yaşarttığını görürler.Yakmak mümkün değildir.Bunu da İso’ya göstererek vaz geçmesini,sabaha kalması için razı etmeye çalışırlar.Fakat İso yine diretip,siz hamur yoğurun ben size hemen bir kibrit getiririm,der.

Bunlarda bu saatte ve bu kadar uzak bir mesafeden kibrit getirmenin mümkün olmayacağını bildiklerinden başlarından savmak amacıyla olur derler.

İso çıkar gider.Bunlarda hemen kapıyı kapatıp yerlerine yatarlar ki birden kapı yine çalınır.Açtıklarında İsonun elinde kibritle geldiğini görürler.Birbirine yapışık,yeni, kullanılmamış iki kutu kibrit.İnanamazlar ve kendi kendilerine her halde cebinde kibrit vardı,mahsustan bize kibrit almaya gidiyorum dedi ve bizi kandırdı derler..

Nereden aldığını sorduğumuzda da;Gittim Bey Dayı dükkanı kapatacaktı.Kapatma dedim,bana bir kibrit lazım ama param da yok,sonra vereyim dedim,oda tamam tamam dedi ve bana bu kibriti verdi,dedi.

Mecburen tekrar kalkıp hamuru yoğurup İsonun Havresini yaparlar.

Ancak hamurun ucundan biraz koparıp yedikten sonra bitirmeden ben gidiyorum der.Yahu gitme,bu karda dışarıda kurt falan vardır,dediklerinde,He yav der,gelirken şuradaki tudun dibinde gözleri çınar gibi yanan dört kurt vardı,bana baktılar,bende onlara hadi gidin dedim gittiler.Onlar bana dokunmazlar deyip çıkar gider.

Dursun Emmi ertesi günü merakla unu fırına getirdikten sonra hayvanı orada bırakıp Bey Dayının bakkal dükkanına gider ve ondan;Dün gece İso’nun buraya gelip gelmediğini sorar.Bey Dayıda,he ya,ben dükkanı kapatacağım sırada İso geldi,bana kibrit lazım dedi,parasıda yanımda yok,sonra veririm dedi ve kibritini verdim,gitti der.

-İso’yu babası bir gün kavun tarlasında çalıştırır.İso ise bol bol kavun yer.Bunu gören babası İso’ya;

İso,iyi kavun yiyorsun ha,der.

İso’da;Bu sıcakta,bu sıcağı it’de yese,o da bu kadar kavunu yer,der.Elbette bu kadar sıcağı yiyen,bu kadar da kavunu yer,deyip kendini savunur.

-İso bazen terbiye dışı sözlerde söylerdi.

-İso bir gün yengesi gile gelir.Yengesi ise çamaşır yıkamaktadır.İso;Bugün ben öleceğim der.Yengesi de yahu şimdi ölmenin sırası mı,işimiz var deyince,-Neyse o zaman ben de yarın öleyim der.

Ve İso ertesi günü vefat eder.

Bir gün çarşıda adamın birisi İso’ya yaklaşır ve ona para uzatarak,uzun zamandır gelmeyen oğlunun gelmesi için dua etmesini ister.Üç aydır askerde olan oğlundan bir mektub almadığını söyler.İso ona,o parayı cebine koy,akşama gelir der.Ve gerçekten de oğlu akşam eve gelir.

-Hacıfakıoğlu Said Emmi bir gece köyden eşekle beraber yola çıkmış gelirken,önlerine bir çay çıkar.Çayı eşekle beraber geçmeye çalışırken selin gelmesi üzerine eşekle beraber suya yuvarlanacağı sırada biri gelerek bunu ve eşeğin yularını tutarak dışarıya çıkarıyor.Bunlara;

A burdan böyle git,diyor.

Said Emmi hele dur kimsin diyene kadar bu meçhul şahıs gecenin karanlığında kayboluyor.

Günler sonra çarşıda gezmekte olan Said Emminin yanına yaklaşan İso;

Said Emmi,suda akıyordun ha,deyib yine buradan da beklemeden ve seslenmesine aldırmadan çekip gidiyor.

K A D O

-Kado,kesinlikle kötü laftan hoşlanmazdı.Kötü konuşanı ağır bir şekilde tenkid eder,onun yüzüne vururdu.Hatta kötü söz söyleyen olursa kendi yüzünü yolardı.

-Kado,uzun gömlek,fistan giyer,yalın ayak,başı açık olarak gezerdi.Kimseye zararı olmayan bir deli idi.

-Oruç tutar,davetlere giderdi.Oruçtan dolayı yemek yemezdi ancak enfiye çekerdi.Kendisine niye böyle yaptıklarını sorduklarında ise;Onu da içmeyeyim de çatlayayım mı yani,derdi.

-Kado terzi Halil-in kardeşi oğlu idi.Halil gilde,maskanda yatardı.

Her gün tıraş olurdu.Berber Alinin dükkanına gelir,tıraşını olur,onlarda şaka ile usturanın tersiyle yapınca,onlara nasıl yapılacağını söylerdi.Eğer yüzünde bir yerde bir kıl kalmış olsa hemen onu gösterip almalarını söylerdi.

Bir gün bir köylü geliyor,Halilden şalvarını istiyor,oda diyor ki;ben sana demedim mi iki gün sonra gel.Bu durumu uzaktan gören Arif Hocanın oğlu Mahmut,İsoyu çağırıyor ve köylüyü göstererek;İso bu adam var ya,senin maskanını alacak,istiyor deyince İso gidiyor ve adamın ensesine şiddetle vurarak-Sen mi benim maskanımı alacakmışsın-diyor.Adam neye uğradığını bilemeden hemen oradan kaçıyor.

R E M O

-Remo Külhanda yatar,yeri de belli değildi.Kimsenin evinde kalmaz,kendi külhandaki yerine gelirdi.

Bu zat külhanda yatıp kalkardı.Kendisi için orası Gül Hanı idi.Bundan dolayı hiçbir yerde kalmaz,Gül Hanıma gideyim derdi.

Devamlı yerin göğün sahibine bak der,yerin göğün sahibini düşündürürdü.

Abdestli namazlı biriydi.

Dışarı çıkıp yürüyünce,kedilerde peşinden gider ve onlara yemek verirdi.

Çerkez Hoca bundan bir gün dua ister.O ise yine yürü yürü,yerin göğün sahibine bak ve olur olur der ve dua eder.Ve duanın tesiriyle şifa bulur.

Ve özellikle;Keşke İmamlar Salat-ı Tüncina’yı okusalar,derdi.

-Remo tutun altında yatar,kafası da yere hiç değmezdi.

-Remo bazen kahvede duvara doğru döner ve kebap veya içli köfte veya başka bir yemek adı söylemesiyle,çok sürmeden o yemek oraya mutlaka birisi tarafından gelmiş olurdu.

-Abukiya onu rüya aleminde,büyüklerin toplanmış olduğu bir mecliste,en baş köşede oturmuş olarak gördüğünü ifade etmiştir.

-(Peynirci)Mehmet Abi anlatır;Bir gün babam çok şiddetli bir şekilde ve de kıvranmakta idi.Ölüyorum diyerek sancılar içerisinde idi.Birden gece geç saat olmasına rağmen kapı çaldı.Açtık ki Remo.Babamı görüp yanına gelerek sırtına sertçe vurdu. Kuluncuna vurmasıyla birlikte ağzından yumurta sarısı gibi bir şey çıktı.Bunun üzerine babamın ağrısı geçti ve rahatladı.

Evvelden Külhanda demir ızgaralar vardı ve onun üzerine taşlar konur ve kireç kaynatırlardı.Çünkü kireç ocakları o zaman yoktu.Evlere lazım olan kireçleri oradan alırlardı.Hamamcı yapar ve hamamda onlar satılırdı.İşte Remo o demir ızgaraların altında yatar,ateş alevleri,üzerine ateş kül dökülür ve yanmazdı.Bu herkes tarafından da görülmüş ve bilinmektedir.

Hatta Göz Doktoru Ramiz Bey vardı.Rıza Murad isminde bir doktor gelmişti.Ona,bak ateş üzerine düşüyor ve yanmıyor diye onlara göstermişti.Ne yüzü yanardı,ne de elbisesi.

-Remo külhanına Gül Hanı der ve oradan ayrılmazdı.Ölümü de Gül Hanında olmuştur.

-Nereden geldiğini ise kimse bilmezdi.

H I R A

Aslen Besnilidir.Asıl adı Muhammed’dir.

Özelliği ise,Adıyaman’a gelir,konfeksiyon dükkanlarına girer,kumaş toplarını indirerek düzenler ve temizlerdi.Bir başkası dükkana baktığı zaman mutlaka buraya Hıra’nın eli değmiş derlerdi.O derece düzenli ve temiz hale getirirdi.

Ne yersin dediklerinde,kebap olursa yerim derdi.Ve Besni’de de ölmüştür.

İbretli bazı durumları vardı ki,herhangi bir cenaze geçtiği zaman onun yaşantısına uygun olarak bazı ibretli tesbitlerde bulunur,ah yazık oldu,şöyle veya böyle olsaydı kabilinden konuşmalarda bulunurdu.

A L T I N C I

Bu da insanlardan altın alırdı.Nitekim Besni’de birisi birisine bir altın vererek,Adıyaman’a gittiğinde bunu Altıncıyı bul,elini öp ve bu altını ona ver der.

O kişide Adıyaman’a gelir ancak unutur.Bir gün Altıncının yanından geçerken,bir türlü yanına varma durumu gerçekleşmeyince Altıncı o kişiye;Bari elimi öpmeyeceksen,altınımı ver de öyle git der.

Bir mecliste iki eliyle bir şeyler tartar.Kendisine böyle ne yaptığını,neyi tarttığını sorduklarında cevaben:

Adıyaman ile Bağdat’ın evliyalarını tartıyorum,hangisi daha ağır,der.

Hangisi daha ağır geldi dediklerinde;

Hemen hemen Adıyaman evliyaları Bağdat evliyalarına ulaşıyor,aynı der.

Kendisine güldüklerinde;Ağalar ağalar,gülün bakalım siz mi bana gülüyorsunuz,ben mi size gülüyorum,derdi.

ÇIPLAK BABA

Bir ağanın hizmetinde çalışmaktadır.

Kendisine Çıplak Baba denilmesi ise;Ahırda hayvanların altlarını temizledikten sonra çıplanır ve orada yuvarlanır.Acaba hayvanlar yattıklarında onları rahatsız edecek herhangi çöp ve taş gibi zararlı bir şey kalmış mı diyerekten tecrübe ederdi.

Hatta bunu sürekli olarak yapmış olmasından dolayı da iftiraya uğramıştır.

Bir gün efendisi hacca gider.Efendisinin hanımının yanına gelerek efendisinin gönlünün içli köfte istediğini söyler.Kadın kızmakla karışık olarak;Şuna bak hele,kendi gönlü içli köfte istiyor,birde efendisini bahane ediyor,der.

Ve yine de kırmaz ve içli köfteyi yapar.

Tabakla beraber içli köfteyi verirken bir de tenbihte bulunur;Aman ha tabağı geri getiresin,der.O da olur der ve çıkar.

Bir müddet sonra geldiğinde;Noldu içli köfteyi Efendine verdin mi der.

O da cevaben verdiğini,Efendisinin çok memnun olduğunu söyleyince,tabağı ne yaptığını sorar.

Efendisinin örtüyü verdiğini,tabağı ise gelirken getireceğini söyler.

Kadın ise,birazda kızarak,kim bilir kime verdi,tabağı nerede unuttu,der.

Artık hacıların dönme zamanı gelmiş,Efendisi de hacdan eve dönmüştür.Ancak bir de elinde hanımının içine içli köfte koyduğu tabak da vardır.

Efendi ise,gerçekten de hacda iken gönlünün içli köfte istediğini ve o anda azabının yani hizmetçinin kendisine içli köfteyi getirdiğini,öyle ki köftenin daha hala sıcak olup soğumamış olduğunu söyleyerek,işte bu da tabağı deyip verir.

Hac için tebriğe gelenlere de kendisini değil,onu ziyaret etmelerini söyler.

HACI EBZER BABA

Tarikat şeyhlerinin gösterdikleri kerametler haktır.Bugün bu ilmende sabittir.Allah’ın o kuluna özel bir ikramıdır.İslamiyet ve iman gıda ise,keramet onun meyvesi mesabesindedir.Gıdasız insan yaşıyamaz ancak meyvesiz yaşayabilir.Keramette gerektiği zamanlarda insanların imanını arttırmada bir vesiledir.

Anlatacağım olay bizzat komşumuzda gerçekleşmiş olup,ben dünyaya gelmeden ve merhum babam çocuk iken görmüş ve şahid olmuş olduğu bir olaydır.

Olay Kab Camiinin güneyindeki şu anda Ziya Gilin oturduğu evde olmuştur.

Adıyamanın keramet sahibi şeyhlerinden olan Hacı Ebzer Baba çeşitli zamanlarda artık herkesinde alışmış olduğu şiş saplama kerametlerini bir çok defa göstermiştir.

Ancak bu sefer göstereceği keramet herkesi şaşkına çevirecek ve olmaz dedirtecek bir keramettir;Kafa Kesme Kerameti…

Herkes Pazar gününü iple çekmeye başlar,nasıl olacak diye…Ve acaba kesilecek talihli kim?

Şimdiki Hacıfakı gillerden,altıncı Hacının babası Mustafa’nın başı kesilecek.

Merhum pederim Celal Özçelik’in anlattığı üzere;Mustafa amca havlunun ortasında ayakta duruyordu.Bizlerde toprak evin damında çoluk-çocuk,kadın-erkek,genç-ihtiyar yığılmış bekliyor,olacakları şaşkınlıkla seyrediyorduk.

Hacı Ebzer Baba elinde bıçakla Mustafa amcanın etrafında yirmi dakika kadar döndü,konsantre oluyordu.

Birden elindeki bıçağı Mustafa amcanın boynuna vurarak kellesini eline aldı,havaya kaldırarak bir yirmi dakika kadar daha kafa elinde olduğu halde dönmeye başladı.Mustafa amcanın kafasız vücudu ortada dim dik olarak duruyordu.

Hacı Ebzer Baba kerametini gösterdikten sonra kafayı yerine geçirmek üzere vücudun üstüne koymaya başladı.Ancak kafa vücuda yerleşmiyordu.Hacı Ebzer Baba bir yandan terliyor,bir yandan yerleştirmek için zorlamaya çalışıyor ancak bir türlü kafa yerine yerleşmiyor ve olmuyordu.Belli ki bir şeyler eksikti.

Neredeyse bir yirmi dakika kadar daha böyle uğraştıktan sonra,bir şeyler hatırlamış gibi dama doğru bakıp ve özellikle kadınların oraya doğru yönelerek,yalvarırcasına;Bacılarım,Allahını seven gitsin,diyerek özellikle kadınların gitmesini istiyordu.Kadınlar gittiler…

Ve kelleyi yerine yerleştirmişti ancak kelle biraz eğik duruyordu.

Kadınların gitmesini istemesi ve istediği gibi kafayı yerleştirememesinin sebebi olarak da;daha sonra öğrendiğimize göre kadınların içinde birisinin özel halli olmuş olmasındandı.

Mustafa amca bizim komşumuzdu.Ben ise onu yaşlı iken görmüştüm.Gerçekten de evimizin önünden geçerken boynu biraz eğri olarak elinde bastonuyla geçerdi.

Arkadan biri seslenecek olsa başını dönderip ona bakamaz,tüm vücuduyla ancak dönebilirdi.O hafif eğrilik açıkça görülmekteydi.

Bu olay Adıyaman’da büyük yankı yapmıştı.

Bunu duyanlardan birisi olan bir hakim,birazda alaylı bir yolla;Hiç böylede şey mi olurmuş,diyerek kabul etmemişti.

Bu haber Ebzer Babanın da kulağına gitmişti.Güneş gibi açık,herkesin görüp şahid olduğu bir şeyi nasıl inkar ederdi?

Bir gün Hacı Ebzer Baba şimdiki Ziraat bankasının altında yan yana bulunan üç fırından biri olan Zeyno’nun fırınının önünde oturmaktaydı.

O sırada Hakim 3-4 yaşlarındaki çocuğunun elinden tutmuş oradan geçmekte idi.Bunu tam bir fırsat ve iyi bir ders olacağını bilen Hacı Ebzer Baba,yerinden fırlayarak hakimin elinden tuttuğu çocuğunu almasıyla birlikte yanmakta olan fırına girmesi bir olur.

Hakim feryadı basar.Yetişin,oğlum yanıyor,kurtarın diye yardım ister.Herkes bu durumu ibretle bekler.Hakiminde yapacağı bir şey yoktur.Çünkü ekmek çıkmakta ve yanmakta olan fırına girecek ve çocuğunu kurtaracak bir hali de yoktur.

Yarım saate yakın bir zaman geçtikten sonra Hacı Ebzer Baba kucağında çocukla beraber fırından çıkar.Hakimin ilk işi çocuğun elbisesine ve vücuduna bakmak olur.Bir yandan da çocuğuna oğlum bir yerlerin yandı mı,bir şeylerin var mı der.

Hakim yanıkları ve yanmaları araya dursun,çocuk devamlı olarak;Baba,amca beni ne güzel bir yere,yeşilliklere götürdü,der.Hiç babasını işitmez bile…

Verilecek ders verilmiş ve alınacak mesaj alınmış olduğundan hakim mahcub bir şekilde çocuğunun elinden tutarak sessizce ve başı önünde eğik olarak oradan ayrılır…

*Hacı Ebzer Baba için çok kerametlerden bahsedilir.Bir tanesi de şöyle anlatılmaktadır:

Yine artık adiyattan olan şiş saplamalar devam etmekte iken,devlet erkânından üst düzey birisi bunları inkâr edip,hafife almaktadır.

Yine bir gün Abzer babanın müridleriyle toplanıp şiş saplamasını bizzat gözüyle görünce bacakları dolanmaya ve titremeye başlar.Abzer babanın elindeki şişle üzerine doğru geldiğini görünce kaçmaya başlar.

Arkadan bunu takib etmekte olan Abzer baba,buna yetişemeyince şişi arkasından hızla fırlatır.Şiş bu zatın sırtından girmiş,karnından çıkmıştır.Ancak tehlikeli bir durum söz konusu olmayıp,Abzer baba şişi adamın sırtından çekerek alır.

Alınması gereken derste alınmış,bir daha da kabalıkta bulunulmamıştır.

02-07-2004

Mehmet ÖZÇELİK

NOT:Adıyaman’ın eşrafı ve Yukarıdaki Meczublar hakkında Bilgi-Belge ve Hatıralarınızı bizimle paylaşabilirsiniz.Anlatacaklarınızı -www.tesbitler.com-sitesinde –Ziyaretçi Defteri-ne yazabilir veya Mehmet Özçelik adına Güney FM Radyosuna iletebilirsiniz.

ADIYAMAN’DA KULLANILAN LAKAPLAR

A

Aba Kuççogil

Abacı Bekirgil

Abalıbey

Abdulcebbargil

Abikgil

Abikoğlugil

Abilligil

Abo Paşagil

Abukeyagil

Abukoğlugil

Abuzer Çavuşgil

Abuzeri Aşşogil

Abuzeri Gucirgil

Abuzeri Gulligil

Abuzeri Hasangil

Ahçalı Hacı Efendi

Ağa Bekirgil

Ağvan Babagil

Ağzı Yarım

Alamottogil

Alborugil

Alkelonunoğlu Bozo

Ali Berbergil

Ali Berrigil

Ali Hafızgil

Ali Kocagil

Ali Koço (Berber)

Alifanigil

Alikoğlugil

Alipıhgil

Alişirgil

Allı Mamogil

Allogil

Alosiyarogil

Altınlı Hayriye

Amanatgil

Ankifgil

Anteplioğlugil

Arap Hasangil

Arap İzzigil

Araplar

Arif Hocagil

Arnavut Aligil

Ata Hocagil

Attar Bozogil

Attar Kadirgil

Attar Mahmutgil

Avçıngılogil

Avraşogil

Avuşogil

Azapoğlugil

B

Baba Bektaşgil

Ballı Mamogil

Bala Şeyho gil

Balogil

Baltacıgil

Bekir Ağagil

Bekir Beygil

Berber Ahmetgil

Berber Aligil

Bereket Ağagil

Besnili Ömergil

Beynamazgil

Bilbilgil

Bokuyoğgil(Boku Yoğun gil)

Boyacı Hocagil(Boyahçı Hoca)

Bölükeminigil

Bumbulgil

C

Cabir Hocagil

Camızgil

Can-ı İzzet

Celepcigil

Celit

Celkine

Cerdoğlugil

Ceritgil

Ceviziçigil

Cıcıkgil

Cıkinigil

Cıncıklı Mamogil

Cin Aligil

Cindargil-Pektaşlar

Cinogil

Cüleyli Hocagil

Ç

Çakmakçıgil

Çalkayışgil

Çapikgil

Çatogil

Çenesi Kırık

Çerikçigil

Çerkezgil

Çermogil

Çetegil

Çırranogil

Çırrogil

Çıstogil

Çilibiş Gil

Çil Mustafagil

Çirişçi Kadogil

Çivili Hasangil

Çivirogil

Çobangil

Çolak Abogil

Çolak Osmangil

Çolakgil

Çotaloğlugil

Çuka Sefergil

Çüççogil

Çüççü Abışgil

Çüççü İbişgil

Çocuh Memet

D

Daşçıgil

Davulcuoğlugil

Dedogil

Deli Bekirgil

Deli Hacesangil

Delicegil

Dellal Abdullagil

Dellaloğlugil

Demirciler

Devecigil

Devegil

Devgirgil

Diniş Mahmutgil

Diş Ahmetgil

Dolmagil

Durcu İbogil

Düzengil

E

Ebalı(Etıno)

Eco (Kemenci)

Ekmekçi Ganigil

Ekmekçi Mustafagil

Ekmek Kaçıran Bozo

Emin Hoca

Emik Mehemet

Enik Mehmetgil

Enni Ömergil

Erbab Ahmet

Eşekmıllagil

Etemgil

Ettan Gil

Evligil

Eyyogil

F

Fadogil

Fatbeterigil

Fatogil

Ferit Efendigil

Fışşigil (Fışşegil)

G

Gafar Gil

Gaffar Bekirgil

Gavur Tevfik

Gavur Şıho

Gazıgil

Gevende Şıho

Gevro

Gezelo

Göncügil

Grikogil

Gül Gavurogil

Güzel Mıççıgil

H > Kırmızı Harfler Arapçadaki خ sesini verir.

Hacecemgil

Hacı Abuzer baba

Hacı Abuzerbabagil

Hacı Ağagil

Hacı Bilalgil

Hacı Çirişgil

Hacı Emingil

Hacı Fakıgil

Hacı Fehmi Efendi

Hacı Fışfışgil

Hacı Gözgil

Hacı Habipefendigil

Hacı Höttogil

Hacı İspirgil

Hacı Kamagil

Hacı Kasımgil

Hacı Kındasgil

Hacı Meççogil

Hacı Mehmet Ali Efendigil

Hacı Memişgil

Hacı Mullagil (Mılla Gil)

Hacı Paşagil

Hacı Paşanınoğlu Musa

Hacı Recepgil

Hacı Osman Efendi

Hacı Şükrü Efendi

Hacı Veligil

Hacı Yakupgil

Hambal Mıççogil

Hamgelerogil (Hemgellerogil)

Hamılogil

Hami Kolligil

Hançerligil

Hanımanagil

Hanifiağagil

Harıkçıgil

Harputlıgil

Harputlıoğlugil

Hasesgil

Hası Bekmezgil

Hassikgil

Haydar Efendigil

Haylımgil

Hazgırogil

Hele Höllo

Hello Baba

Hemsiyarogil

Hesen Baba

Heyri Höttigil

Hıdırgil

Hıra Aligil

Hırpogil

Hırsız Meme

Hıştogil

Hilmi Çavuş

Horoz Aligil

Hortoğlugil

Hödürogil

Hökkezegil

Hösin Baba

Hössü Faraçgil

Höttano Derviş

Höttogil

Huseni Kodik

İ

Iz yağı Kani

İ

İbahogil

İbanagil

İbicanigil

İbilgil

İbrahim Babagil

İhsan Efendi

İlengeçgil

İlikgil

İsmoğlugil

İvikorrigil

İzollugil

K

Kahveci Mıssagil

Kalozogil

Kamergil

Kani Hafız

Kara Abdullagil

Kara Hacıgil

Kara Kadıro

Kara Mamogil

Karabıyıkgil

Karadanagil

Karalökgil

Karamaçagil

Karın Mamo

Karslıgil

Kart Fatmagil

Kasap ibiş Gil

Kasoğlugil

Kassogil

Katırcı Saitağagil

Kavigil

Kavuşgil

Keklikçi Bekir Efendi

Kelağagil

Kelemoş Gil

Keleşgil

Kelhogil

Kelibogil

Kelisotgil

Kendogil

Kertilli Hocagil (Kertilli Hoca)

Keşkürgil

Ketencigil

Keveligil

Kevi Hello Gil

Kılbalı Kadirgil

Kılbaşgil

Kıldogil

Kılıçgil

Kılkılogil

Kıllı Ahmetgil (Kıllı Ahmet)

Kınacıgil

Kınnabogil

Kırhogil

Kırıkgil

Kızıletgil

Kirazgil

Kirli Cemile gil

Kirli Derviş

Kirli Hacıgil

Kizirgil

Koca Zoppikgil

Kocağagil (Koca Ağa Gil)

Koğagil

Kolağagil

Konyalıgil

Korutmaz Gil

Korttano Gil

Kör Farız

Kör Fevzi

Kör İboş Gil

Kör İnne

Kör Mustafa

Kör Şebapgil

Körsılogil

Köşker Dedegil

Köşker Gadogil

Köşkergil

Köylüoğlugil

Kucur Gil

Kulah Gil

Kullogil

Kummogil

Kurdo

Kurnisgil

Kurt Bekogil

Kurtanogil

Kuru Şıhgil (Kuruşeh Gil)

Kurukafagil

Kuş Mıcco

Kuttik Gadogil

Küçük Aligil

Küçük Mehmet Efendigil

Küffogil

Küftegırgil

Küllihıştigil

Künnogil

Künüş (Künüş Gil)

Kürkoğlugil

Küsülügil

L

Lavogil

Leylekgil

Lillogil

Lokkogil

Loppış

Löklök Mahmut

M

Mahmudi Guligil

Mam Hınzırogil

Mamçakırogil

Mam Kotto Gil

Manikgil

Mansurgil

Maragil

Maşevitgil (Maşavıt Gil)

Mehdiağagil

Mehemet Ağa

Memiyalangil

Merdinnigil (Merdinli Gil)

Meriç Bekir Efendigil (Dayıgil)

Mertegil

Meşiştogil

Mıççangil

Mınigil

Mırrogil – Müftü Hayri Hoca

Mıstalıgil

Minte Gil

Mustafa Çavuşgil (Mustafa Çavuş)

Mutullahgil

Moze Hafız

N

Nahakgil

Nakipler

Nana Hasangil (Nana Gil)

Nandozgil

Natırgil

Naylon Dursun

Naylon Mahmut

Naylon Zekiye

Neşiştogil

Nivogil

Nuri Hocagil

O

Odacı Kadirgil

Onbaşıgil

Osmanı Belekgil

Otçu Hanımgil

Ö

Öcagil

Öcikgil

Öççangil

P

Pabıcı Yallo Gil

Paket Memet

Pala Hocagil

PalazAligil

Pancargil

Partalgil

Paşagil

Pat Hacıgil

Payam Gil

Pehlivangil

Peltek Ömergil

Pepigil (Pepe Gil)

Pıçakcıgil (Pıçakcı Hoca)

Pınarlıgil

Pıtte

Pisimamgil

Polatlıgil

Poturoğlugil

R

Recep Ağagil

Remguriyogil

Reşo Baba

S

Saçalık Gil

Saçaklıgil

Sadettingil (Sededin Gil)

Sadıkbeygil

Sadullahgil

Sağır Karıgil

Said Hafız

Salih Efendigil

Saltoğlugil

Sandıkçıgil

Sarı Şıhgil (Hasan Mekke)

Sarıkızgil

Sarmısakçıgil

Sefer Ağagil

Servergil

Sete Halilgil

Sıçan Aligil

Sıçangil

Sıdık Efendi Gil

Sıradişgil

Sinekligil

Siyabentgil

Sofugil

Sorrogil

Soytarıgil

Sümütgil

Sünnetçigil

Sürmeli Hocagil (Sürmeli Hoca)

Ş

Şaş Hasangil

Şeker Gil

Şerrıgil

Şeyo Gil

Şeytan Hösin

Şıh Beygil

Şıppıgil

Şiltegil

Şişko Kazım

Şollogil

Şorba Sefer

Şörüklü Abogil

Şükrü Hafız

T

Takışgil

Tallogil

Tantanigil

Tapbastıgil

Tavukgil

Tavvoil

Teciroğlugil

Tekkogil

Temirağagil

Terkoğlugil

Tıfık Gil

Tıllanıgil

Tırnalgil

Tizokgil

Tokmakgil

Toppalyamangil

Toros İmam

Tosungil

Tosununoğlu Mahmut

Tüysüzgil

U

Ultagil

Usgevogil (Uskeviyo Gil)

Uskorikogil

Uyuzgil

Uzun Hacıgil

Ü

Üsküllüko Gil

V

Vici Şükrügil

Y

Yağlıcıgil

Yamlı Han Gil

Yaneligil

Yarım Ağa Gil

Yemlihagil

Yılanogil

Yusufbadigil

Z

Zebetgil

Zemherigil

Zerpoğlugil

Zevkoriyogil

Zeynogil

Zezi Bekmezgil

Zıne Zoppe Gil

Zırzırgil

Zibilci Kelo

Zombabagil (Zombaba)

Zontur Gil

Zorbagil

Zulamgil

02-07-2004

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Türkmen Yurdu Kırşehir.Yrd.Doç.Ahmet Gündüz.Sh.11,Bak.Babailer isyanı.A.Yaşar Ocak.

[2] Age.sh.71.

[3] Age.95.

[4] Age.98.

[5] Age.179.

[6] Bak.Age.105.

[7] Bak.Osmanlı Salnamelerinde Adıyaman.DoçSaid Öztürk..

[8] Bkz.: http://www.osmanli.org.tr/yazi.php?bolum=4&id=264.Osmanlı Dünyasında Gayri Müslimler.Osman Selim.

[9] Sözler.B.Said Nursi.342-343.

[10] Hayatım-Hatıralarım .Mehmet Kırkıncı.128.




ABD VE ABD’NİN HRİSTİYANLIK PROPAGANDASI VE ARMAGEDON

ABD VE ABD’NİN HRİSTİYANLIK PROPAGANDASI

VE ARMAGEDON

Şu anda dünyada tek süper devlet ABD.İslam dünyasını diğer süper devlet olan Rusyaya karşı kullanıp onu devirdikten sonra meydanı boş bulmuş ve İslam dünyasına onu rezerve edip adalet,demokrasi,yeni dünya düzeni,Büyük Ortadoğu Projesi adıyla,yine kendilerinin yani W.Bush’un ifadesiyle yeni bir haçlı seferi başlatmıştır.

Osmanlının fethine özenmeye çalışan ABD,fetih ve sulh değil zulüm getirmekte,zulmü götürmektedir.Dünyanın jandarmalığına ve hakemliğine soyunmaya çalışmaktadır.

Bunda her ne kadar Yahudi parmağı bulunsa da,bu durum ABD’nin işine gelmekte,bir yandan içinde gelişen islami gelişmeyi frenlemek,diğer yandan da hristiyanlığa yeni bir canlılık getirme çabasına girilmektedir.

Şimdiye kadar İslam devletlerine istediği başları getirmek için darbe yapan ABD,şimdilerde onları götürmek için darbe yapmaktadır.

Vietnamda bataklığa saplanan ABD,bu sapkınlığını,sapıklık ve saplanmasına devam ettirmekte,Irakta da aynı hatayı denemektedir.

Tam bir zulüm sürmekte,kurdun kuzuya olan bahaneleri aranmaktadır.Adeta zalim Saddamın zulmü aranır hale gelmektedir.

Irak’a kitle imha silahı var bahanesiyle girildi.Ancak bunun da büyük bir yalan olduğu başında olduğu gibi sonunda da belli oldu.ABD dışişleri bakanı Colin Powell hatalarını kabul ederek şöyle dedi:”İstihbaratımız kitle imha silahları konusunda bariz şekilde hata yapmış.”dedi.[1]

Bush ilk defa doğru söyledi:”Haçlı seferlerini başlatıyoruz.”

Bu sözünü doğrulamış oldu.Ebu Gureyb yani gariblerin babası demek olan Iraktaki hapishane,her türlü onurların kırıldığı ve eziyetlerin her nevinin uygulandığı yerler olarak tarihe silinmez bir leke olarak geçmiş oldu.Tıpkı haçlı seferleri gibi…

Eğer maddi bir zenginliğim olsaydı Iraklılara zulmeden İngiliz ve Amerikan askerlerinin resimlerini bastırır,tüm dünyaya dağıtırdım.Ta ki herkes tükürsün diye…

Felluce de yapılanlar ise asrın tam bir vahşeti..

ABD,düğün yerini bombaladı,camiye bomba attı,Hz.Alinin türbesini bombaladı,felluceye saldırdı.Ebu Gureyb cezaevi tam bir skandala dönüştü.

Napalm bombasının kullanılması uluslararasınca da yasak olmasına rağmen sorumsuzca ve pervasızca bu kullanılmıştır.O da Bush’un emriyle…

Ye’cüc-Me’cücün diğer adı Terör ve Anarşidir.İşte bir Ye’cüc-Mecüc hadisesi…

1492-de ABD keşfedildi.Yaptıklarıyla ise adeta geri kapanışını hızlandırmakta,tarihin derinliklerine gömülmeyi sürdürmektedir.

ABD’nin politikası hristiyanlık politikasıdır.

Hristiyanlık faaliyetlerinin hedef ülke olduğu Türkiyede Ankara Ticaret Odasının da hazırlamış olduğu raporda:“Karadeniz ve Güneydoğu Anadoluda yoğunlaşan misyonerlik kapsamında 300’den fazla kilise,çok sayıda kitabevi ve dernek ile 5 radyo ve 7 gazete faaliyet gösteriyor.”

Özellikle hristiyan faaliyetlerinin yoğun olduğu yerler:”Nevşehir,Adıyaman,Adana,Bursa,Diyarbakır ve mersin’de yoğun.”[2]

İşte bir tesbit:XIX yüzyılın ikinci çeyreğinde Osmanlıda mantar gibi misyoner okullarının açılması üzerine yapılan araştırmada şu tesbit edilmiştir.”Misyoner okullarının en fazla,medreselerin bulunmadığı vilayetlerde açıldığı görüldü.Konya,Bursa,Trabzon,Şam,Halep,Kütahya ve Kayseri gibi yerlerde yeterli alim bulunduğu için Müslüman halkın misyoner halkın okullarına rağbet etmediği anlaşıldı.”[3]

Böylece anlaşılmaktadır ki;İmam-Hatib karşıtı davranışların içerisinde misyonerlik faaliyetleri veya onları besleyici faaliyetler ve niyetler sezilmekte ve görülmektedir.

Hristiyanlık dünyası değişik zamanlarda İslam dünyasına saldırmayı bir politika olarak sürdürmektedir.Bir zamanlar Salman Rüşdü’nün kaleme aldığı düzmece sözlerden ibaret olan –Şeytan Ayetleri- kitabının kanı kurumadan,Iraktaki önemli politikası olan hristiyanlaştırma sürecine bu seferde özellikle CIA’nın desteklediği Saroş’un yazdığı ve üç dinin kitabından alınan uydurma ve üç dinin mensublarınında kabul etmediği düzmece –Gerçek Furkan-adlı kitapla suyu bulandırmaktadır.

18.yüzyıldan beri aralıklarda bu uydurma faaliyetlerini sürdürmektedir.Bu kitap 10 yıldır ortadoğuda okutulmakta ve özellikle yabancılar arasında üç dinin kitapları tahrif edilmektedir.

Hristiyan ilahiyatçıları da buna tepki göstermekte ve delil olarak İncilden bir ayetle kabul etmemektedirler.O da;Yazılı olanı söylemekten fazla bir şey söylemek veya eksiltmek caiz değildir.

Bu kitapta yine Teslis inancı kullanılırken,Baba-Oğul-Ruhul Kudüs yerine,Müslümanlara cazib gelmesi için aldatmaca bir ifadeyle oğlun yerine söz ve kelam getirilmektedir.Zira Hz.İsa Kur’an-da –Kelimetullah- (Nisa.171,Âl-i İmran.45)yani Allahın kelimesi,sözü,kelamı olarak zikredilmektedir.

Bu kitabı hazırlayan Saroş kendisiyle yapılan bir röportajdaki ifadesine göre;”Biz Müslümanlara sinema gibi bir çok yolla hakim olmaya çalışmış ancak olamamıştık,faydasız kalmıştı.Bu amaçla etkili olmak için böyle derleme bir kitabı derledik.”

Kültürel bir saldırı…

Bu faaliyetlerin içinde en faal kesim ise;Evangelical kesimdir.Bunlar kendilerini müjdeci olarak ifade edip,siyasi faaliyet içinde iş görmektedirler.Bunların başında Bush ve Clintin gibi ABD devlet başkanları gelmektedir.

Bunların inancına göre;Her bin yılda bir İsa’nın geleceğini beklemekte ve İsa’nın da önemli olayların arkasında geleceğine bir işaret olacağını bildirmektedirler.

Nitekim 11-Eylül-2001’de ABD’de olan önemli bir olay,İkiz kulelerin yıkımı idi.Bu aşağıda da belgesini verdiğimiz üzere sefih birisi alet ettirilerek yaptırılmış idi.Zaten bir çok makalede de görüldüğü,belgelerle açığa çıktığı üzere,İkiz kulelerin yıkılacağı ve böyle bir saldırının yapılacağı başta Mossad ve CIA tarafından bilinmekte idi.Mesela o günde kulede çalışan 3 bin Yahudi işe gitmemişti.

Adeta bu Evangelik faaliyetle Hz.isa’nın gelişine bir zemin hazırlanmaya çalışılmaktadır.

Çünki her üç büyük dinde de hemen hemen birbirine yakın manada şu müjde haber verilmektedir:Tevrat’ta”Yesse’nin gövdesinden bir filiz çıkacak ve onun köklerinden bir fidan doğacak.Rabbin ruhu,hikmet ve sağduyu ruhu,öğüt ve yüreklilik ruhu,bilgi ve Rab korkusu ruhu onun üzerinde duracak.O,Rab korkusundan zevk alacak;o gözlerinin gördüğüne göre yargılamayacak;kulaklarının işittiğine göre karar veremeyecek.Zayıfları adaletle yargılayacak;yeryüzünün yoksullarına haklarını verecek.Bir değnekle vurur gibi yeryüzüne sözüyle vuracak ve dudaklarının soluğuyla kötüyü yok edecek.Adalet onun belinin kuşağı…olacak.Kurt kuzuyla birlikte oturacak;kaplan oğlakla beraber yatacak;buzağı,aslan ve besili sığır bir arada yaşayacak ve onları küçük bir çocuk güdecek.İnek ayı ile birlikte otlayacak;yavruları bir arada oturacaklar ve aslan sığır gibi saman yiyecek.Emzikteki çocuk,kobra yılanının yuvası yanında oynayacak ve sütten yeni kesilmiş çocuk,kara yılanın deliğine elini uzatacak.Benim kutsal dağın üzerinde hiç kötülük yapılmayacak;artık hiç bir zarar verilmeyecek;çünki denizin dibi nasıl onu örten sularla dolu ise yer yüzü de Rab bilgisi ile öyle dolu olacak.”(İşaya,11:1-9,Hz.İsa’nın dönüş müjdesi.H.Yahya.sh.39-41)

Kelime anlamıylada müjde anlamına gelip kendilerini müjdeleyici,İsanın dümdarı,Meryemin müjdelediği ve hatta peygamber makamına koymaktadırlar.

Oysa Hz.Meryem,kendisiyle Allahın ilahi mesajı ilettiği bir kimsedir.Onun dışında ne onun ne de Hz.İsanın ilahlık ve tekrar peygamberlik gibi bir hal ve vazifeleri yoktur.İslam inancına göre de,Hz.İsa’nın gelişi bir peygamber olarak değil,Hz.Muhammedin bir ümmeti sıfatıyla gelecek ve hristiyanlık dünyasının islamiyete girmesine zemin hazırlamış olacaktır.Duasında da,Hz.Muhammedin ümmeti olmayı dilemiş ve Allah tarafından kabul edilmiştir.

Özellikle 1979-dan beri ABD’de etkili olmakta,adeta Bush’un yeni dünya düzeninde yeni bir dini olarak piyasaya sürülmektedir.

Bununla beraber 1963’de ABD’de kurulan The Minarat adlı teşkilat da İslam dünyasındaki ülkelerle irtibat kurmakta,sadece Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olup,kimseye hesab vermeyen bu gizli teşkilatda İslam dünyasına düzen verme şebekesini oluşturmaktadırlar.

Diğer yandan;İsrail yıllardan beri Mescidi Aksanın altını kazarak yıkmaya çalışmaktadır.Taki yıkarak yerine üç dinin içerisinde ibadet edeceği yeni bir mescid inşa etmek.Bu ve benzeri durumlara hristiyanlar da sessiz kalmaktadırlar.

O halde böyle bir durumda hristiyanların ve Müslümanların hesabı nedir?

Hristiyanların hesabı;Bu bahane ile dünyada bulunan tüm Yahudileri orada toplamak ve daha sonra toplu olarak onları imha etmek…

Yani Armagedon Savaşı…

Yahudiler büyük bir başarı ve topluluk oluşturduktan sonra hristiyanlar tarafından teslime zorlanacak ve kabul etmemeleri üzerine imha edilecek,İncil hükmü gereği olarak…Böylece İsanın hakimiyeti ilan edilmiş olacaktır.

Bu da yapılırken Tanrının eli güçlendirilmiş olacak ve dolayısıyla tanrının yeryüzündeki hakimiyeti tesis edilmiş olacaktır.

Müslümanların inancına göre ise;Hadisde;Ortadoğuda iki dinin bir arada bulunamıyacağı ve diğer bir hadisde de;Yahudiler ile Müslümanlar arasında yapılan savaşda Yahudilerin öldürüleceği öyle ki bir ağacın arkasına bile saklansalar,o ağacın;-Ey Müslüman,gel,arkamda bir Yahudi var diyeceği ancak bodur bir ağacın bundan istisna olarak söylemeyeceği zikredilir.

İsrail bu bodur ağaçdan sıklıkla hem israilde hem de mezapotamya olarak isimlendirdiği bölgelerde çoklukla dikmektedir.

Bunun bir de mecazi manası da vardır ki;oda tüm dünya Yahudilere muhalefet edip onun yaptıklarını tasvib etmezken,ABd sadece bunlara destek olmakta,arkasına almaktadır.

ABD Irak’a girmesinin akabinde 3 bin papazıda beraber orada görevlendirdi.

Birinci adımda batı din ve kalbin peşinden koşmamış ve yapışmamıştır.Hep aklı rehber ve kıble edinmiştir.Onda bile istikrarı ve istikameti bulamamıştır.

Doğuda ise din ve kalb hakimdir.O ise akılda zorlanmıştır.

Batı aradığının neticesi olan medeniyeti,doğu ise insanlığı bulmuştur.Bu durumda ikisinin hakikatlarının mezcedilmesiyle gerçekler ortaya çıkacaktır.

BOP’mu?Buşun Ortadoğu projesi.

Peygamberimizin hadisleri bu durmlara işaret etmektedir.

Ravi (r.a.): Ebû Saîd-i Hudrî şöyle demiştir: Resûlu’llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Çok sürmez (öyle fenâlıklar tahaddüs edecek ki) bir Müslümanın en hayırlı malı -kendi dînini fitnelerden selâmete çıkarmak için- dağ başlarında gezdirip (birikmiş) yağmur suyu başlarında güttüğü davarlar (dan ibâret) olacaktır. ”

Bu zulme özellikle Türkiyede seçilmektedir.

“Ünlü gazeteci Bob Woodward’ın geçen hafta piyasaya çıkan Plan of Attack (Saldırı Planı) adlı kitabı Amerika’da günün konusu haline gelmiş durumda. Woodward’a her an başka bir TV kanalında rastlayabiliyorsunuz.

“TBMM’nin 1 Mart’ta tezkereyi reddetmesinden 17 gün sonra 17 Mart’ta yapılan bir toplantıda Türkiye’nin durumu gündeme gelince Başkan Bush şöyle diyor: “Türkiye eninde sonunda bizim yanımızda yer alacaktır. Başbakan Erdoğan (dersini) öğreniyor. Türkiye’siz de kazanırız bu savaşı ama Türkiye’yi yanımıza çekmemiz iyi olur. Önemli olan onların Kuzey Irak’a girmesini önlemektir.” (sayfa 369)

“ABD’li ünlü gazeteci Bob Woodward’ın ‘Saldırı Planı’ adlı kitabında ayrıntılı olarak anlatılıyor. Kitaba göre Temmuz 2002’nin ikinci haftası, bir CIA timi, Diyarbakır üzerinden Kuzey Irak’a geçiyor. CIA, Türkiye’deki muhataplarına, K.Irak’ta Ensar el-İslam adlı terörist örgüte yönelik bilgi toplanacağını bildiriyor. Türk istihbaratı, 4 ajanının CIA timi ile birlikte olmasını şart koşuyor. CIA ajanlarının Tim adlı lideri şöyle anlatıyor: ‘Türklerin varlığı bizi rahatsız ediyordu. Onlara asıl işimizi söylememiştik. Onlardan Kürtler aleyhine sözler dinledik. Kürtler de Türkler aleyhine konuşuyorlardı. Türk meslekdaşlarımız, bizi gözetleme görevlerinin dışındaki zamanları bol bol sigara içerek ve bir odaya kapanıp Türkçe porno film seyrederek geçiriyorlardı. Ne yaptığımız, amacımız gibi konularda en ufak bir bilgileri yoktu. Onlar odaya kapandıklarında, biz de Kürtlerle Saddam’ın devrilmesine yönelik işbirliğini geliştirdik.’

HIRİSTİYANLIK KKTC’DE MODA GİBİ YAYILMAYA BAŞLADI

Serdar Denktaş, artık yeni bir dönemin başladığını ve bu döneme yoğun bir özeleştiriyle girdiklerini belirterek, manevi değerler ışığında yeniden toplumsal birliğin tesis edilmesi gerektiğini vurguladı. Serdar Denktaş, babası Rauf Denktaş’ın “Genç kızlarımız haç takmaya başladı, Hıristiyanlık KKTC’de moda oluyor” şeklindeki uyarısının ciddiye alınması gerektiğini belirterek, şunları kaydetti:

DİNİMİZDEN UZAKLAŞTIK

• ”Bazı gençlerimiz, moda zannedip açıktan açığa haç takmaya başladı.
• Rum tarafındaki kilisenin etkinliği gibi bir dini etkinlik bizim tarafta yok.
• Bu duruma gelinmesinde en büyük suç, geçmiş dönemlerde yapılmış olan yanlışlardır.
• Zaman içinde bütün milli ve manevi değerlerimizi kaybettik.
• Suç idarecilerindir. İdare ile birlikte halkta da yozlaşma başladı.”

Özellikle bir asırdır hız kazanan misyonerlik faaliyetinin temeli Lozan anlaşmasında Türkiye ile adeta bir resmiyet kazanmış oldu.

İslama karşı Vatikan planına göre:”Papalık,85 bin papaz ve 450 bin misyonerin çalıştığı –Hristiyanlaştırma-örgütüyle İslam dünyasına karşı 280 gizli proje yürütüyor.”[4]

Kendi içinde hızla kan kaybeden papalık ve hristiyan dünyası özellikle fakir İslam ülkelerinde,maneviyattan uzak olan insanlara cazib tekliflerle el atıp saflarına çekmeye çalışmaktadırlar.Bir yandan da açtıkları okullar ve eski kapalı olan kiliselerini tekrar açık oraya görevlendirdikleri papazlarla,yardım kuruluşarı ve Müslüman diyaloglarla hızlarını arttırmaktadırlar.

Hristiyanlık dünyası bir yandan diyaloğa sıcak bakarken,bir yandan da papa,tüm hristiyanları Müslümanlarla evlenmemeye çağırmakda,eğer mecburi bir evlenme durumu söz konusu olduğunda da çocukları mutlaka hristiyan yapmaya davet etmektedir.Çünki her zaman olduğu gibi,onlar için gerçek hakikat,hristiyanlıktır.Elbette diyalogdan onlarında bir menfaat ve hesabı söz konusudur.Ancak hesabını ve dayanağını sağlam yapan kazanır.

Onlar için gerçek amentü şudur:”Gerçekten de peder tarafından oğlun gönderilmesi igib –Mesih isa da havarilerine :Öyleyse gidin ve bütün insanları peder,oğul ve kutsal ruh adına vaftiz edin,size emrettiklerime uymayı onlara öğretin ve eğitin,işte dünyanın sonuna kadar bütün günler sizinle beraber olacağım.”[5]

Dini ve şahsi hüküm olarak onlar bizim için ne ise,bizde daha fazlasıyla onlar için oyuz.Biz İsayı peygamber olarak kabul edip mecburiyet içerisinde kendimizi hissederken,onlar için Hz.Muhammedi kabul etmek ve de mecburiyet durumu söz konusu değil bilakis dinlerini terk etmekle eş değerdedir.

C.Çandar:” İşin en ilginç yanlarından biri, “Büyük Ortadoğu projesi”nin henüz açıklanmamış olması! Adı var, kendi ortada yok. Sadece, gündeme getirileceği biliniyor ve derhal karşı tavır alınıyor.
Amerika’nın, bir zamandır üzerinde çalıştığı ve George W.Bush’un kasım ayında National Endowment for Democracy (NED)’de -Ulusal Demokrasi Vakfı- yaptığı konuşmada ipuçları olan bir “girişim” bu ve önümüzdeki Haziran ayında G-8 Zirvesi’nde, ardından İstanbul’daki NATO Zirvesi’nde ve onu takiben ABD-AB Zirvesi’nde gündeme getirileceği belirtildi.
İpuçlarına bakıldığı ve gündeme sunulacağı “takvim” gözönüne alındığında, anlaşılabilen, bunun bir “Batı Sistemi ortak projesi” haline sokulmak istendiği. Amerikalılar, bu “girişim”in içine Rusya’yı da dahil etmek istiyorlar.
Ve, yine anlaşılabildiği kadarıyla bu “girişim”, önümüzdeki en az 20 yıl için, “Büyük Ortadoğu” diye tanımlanan ve ta Atlantik kıyılarındaki Fas’tan başlayarak Çin Seddi’ne kadar olan ve içine Afganistan’ı, Pakistan’ı ve Orta Asya’yı alan “jeopolitik saha”ya yönelik bir “uluslararası strateji”yi ifade edecek.
Dolayısıyla, öncelikle bunun “ciddi” bir “girişim” olduğunu anlamak durumundayız. Aynı şekilde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan “Soğuk Savaş”ta Amerika’nın başını çektiği “Hür Dünya”nın amacının “komünizmi çökertmek” olarak ilan edilmesi karşısında “Bu iş yürümez” demek, o güne göre ya “monarşi”ler veya “totaliter” rejimler görmüş olan Doğu Avrupa’da o hedefin niçin “uygulanamaz olduğunu” söylemek ne kadar anlamlı olursa, “Büyük Ortadoğu girişimi”nin daha şimdiden -üstelik ne olduğu tam açıklanmadan bile- yürümeyeceğini ilan etmek, o ölçüde anlamlı olur.
Unutmayalım, bundan 15 yıl önce bu sıralarda Sovyetler Birliği’nin çökeceğini iddia etmek bile “fantezi” sayılabilirdi. Ve, unutmayalım, Sovyetler Birliği bugün haritada yok.
“Büyük Ortadoğu Girişimi”nin hedefinin, şimdiki ipuçlarına göre, “İslam Dünyası’nı dönüştürmek ve demokratikleştirmek” olduğu söylenebilir. Bu “girişim”in işlemeyeceğini ileri sürmek, İslam Dünyası’nın “dönüşemeyeceği ve demokratikleşmeyeceği”ni bir “dogma” gibi iddia etmek demek değil midir?

Ortadoğu’nun “dönüştürülemezliği” demek, 22 Arap ülkesinin toplam gelirlerinin bir İspanya etmemeye ilelebed devam etmesi demektir. Ortadoğu bölgesinde yaşayanların üçte birinin günde 2 doların altında bir gelirle yaşamaya devam etmesi demektir. Yaklaşık 200 milyonluk Arap dünyasında basılan yıllık kitap sayısının dünyanın yüzde 1’ini oluşturmaya, yabancı dillerden çevrilen kitap sayısının 10 milyondan az nüfuslu Yunanistan’ın beşte biri kalmaya devam etmesi demektir. Arap parlamentolarında kadın milletvekili oranının yüzde 3.5’ta durmaya devam etmesi demektir. Rakamlar, BM’nin ünlü raporundan…”

M.Özcan” Bazı gazetecilerin muzipçe yazdıkları gibi medeniyetler çatışmasından sonra sıra geldi projeler çatışmasına! Araplar kendi projeleriyle Amerikan projesini ekarte ediyorlar. Amerikalıların bu girişimini hariçten gazel okumak olarak nitelendiriyorlar. Nitekim Ürdün’ün yeni Başbakanı Faysal Faiz: “Reformlar içeriden başlamalı ve kesinlikle medeniyetimize ve dinimize ait değerlere yaslanmalı” diyor. Amerikalılar hoş “Buna katılmaya mecbur değilsiniz” deseler de aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmiyorlar. Sözgelimi Amerikan Dışişleri Bakan Müsteşarı Grossman “Reformların başarısızlığı aşırılığı arttırır” demektedir. Halbuki reform süreci doğru orantılı bir şekilde işlemeli ve işletilmeli. Önce bölge ülkeleri ve halkları ABD’nin adaletine ve samimiyetine güvenmeli. Bunun tesisi için de İsrail-Filistin meselesinin adilane bir şekilde çözülmesi gerekir. Ondan sonra reformlar için gerekli olan güven ortamı tesis edilebilir.

Aslında, ABD’nin niyeti baştan bozuk. Bu projeyle kendi imparatorluğunu idame ettirmek istiyor. Aynı paralelde, Soğuk Savaş sırasında komünizmin çözülüşüne giden yolda Helsinki Anlaşması gibi bir anlaşmayla ‘radikal İslâm’ dediği İslâmî kesimlerin üzerine gitmek ve onları yok etmek istiyor. Yani SSCB’nin çökmesinden ve havlu atmasından sonra yeni düşman ihtiyacını karşılamak için devreye soktuğu İslâmî kesimleri de bitirmek için Büyük Ortadoğu Projesini ortaya attı.

ABD herkesi içine almaz,muhibban-ı abd olmadıkça tıpkı masonlar gibi…

(6)Masonluk elitist-seçkinci bir teşkilâttır. Tahsilsizleri, işçileri, çiftçileri, fakirleri aralarına almazlar. Mason olabilmek için yüksek tabakaya mensub olmak gerekir. Bende 1930’lu yıllardan kalma “Muhibban-ı Hürriyet” locasına ait bir yazı var, biri tramvay deposunda memurluk yapan iki vatandaşımız Mason olmak için müracaat etmişler, müracaatı inceleyen raportör “Bunlar her ne kadar namuslu ve dürüst vatandaşlar ise de, içtimai seviyeleri Mason olmalarına yeterli değildir, binaenaleyh taleplerinin reddine…” diye şerh vermiştir.”[6]

Masonluk ta Hz.Süleymana kadar dayandırılıp,temelinde ingiliz siyaseti yatmaktadır.Duvar ustalarının kurmuş oldukları çatının yaygınlaştırılarak,zaman içinde siyasallaştırılmasıyla da hristiyan inancının temelinde diğer dinleri de mensublarıyla beraber içine çekip eritme faaliyetidir.

”ABD’nin resmi olarak tanıdığı 192 ülkenin 135’inde askeri var.Bu ülkelerde 702 askeri üs ya da tesisi var.Sadece almanyada 75 bine yakın ABD askeri var.Irak ve Afganistan hariç yabancı ülkelerdeki asker sayısı 250 bin civarında.Yani ABD ordusunun yüzde 18’e yakını başka ülkelerde.Tarihte örneği olmayan tam anlamıyla bir küresel imparatorluk.”[7]

ABD’ ye göre Adalet bakanlığının ve Beyaz sarayın bildirisinde:”İşkenceye karşı uluslar arası hukukun sorgulamalar için geçerli olmadığının…”[8]belirtilmesi her türlü işkenceyi meşru kılmaktadır.

ABD ırakta Türkiyede yaptığı gibi bir şii Sünni çatışmasını körüklemektedir.İç çatışmayla onları birbirine kırdırırken kendisini de emniyete alma düşünce ve hesapları yapmaktadır.

Kendine yanaşanı korumakta ABD.Celal Bayar devlet başkanı sıfatıyla 23.John Roncalli’nin papa olmasıyla ayağına kadar gitmiş olması,idamla yargılandığında bir kaç saat önce bu papanın tavassutuyla idamdan kurtulur.Kolay değil,çünki Bayar’da Vatikanın Türkiyede bir büyük elçilik açmasını sağlamıştı.[9]

-bir çok kirli işlere eli var.**AİDS’in bulaşma sebebini araştıran İngiliz gazeteci Edward Hooper”The River”adlı kitabında:ABD’nin Şempanzelerden alınan dokularla üretilen aşıların,Afrikadaki çocuklara’Çocuk felci aşısı’nın yapılmasından sonra Aids-in yaygınlaşmış olduğunu söylemektedir.(Bak.Zaman gazt.23-1-2000)

Sahnenin gerisindeki en önemli rol ise İsrailindir.

Bunun senaryoları ise asırlar öncesine kadar dayanır.

Körfez Savaşı ve sonrası CIA adına çalışan ancak daha sonra Guam’daki askeri üsse götürülen Kuzey Iraklı peşmergelerin çoktan ABD’ye götürüldüğü, bu kişilerin Kürt yahudiler olduğu ve şimdi ABD kurumlarında eğitim aldıkları belirtiliyor. İşte bunlar yarın bölgeye yönetici olarak gelecek. Tıpkı Karzai ve diğerleri gibi… ” [10]

İsrail’in İran, Suriye ve Irak’ta Kürtler’in yoğun olarak bulunduğu bölgelerde, komando birimleri eğittiği ve gizli operasyonlarda kullandığı öne sürüldü. Ebu Garib cezaevindeki işkence skandalını ortaya çıkaran Pulitzer ödüllü ABD’li gazeteci Seymor Hersh, Türkiye’nin bu durumdan rahatsız olduğunu ve İsrail’le olan son gerginliğin bu nedene dayandığını iddia etti.

ABD,evvela saldırmaya cesaret edemediği İran’ın etrafını boşaltacak,ya kendi veya İsrail ile veya bir bahane ve sessizce İsraile vurduracak.

Yahudiler her zamanda bir boşluk bulduklarında bunu değerlendirmişler ve boşluğu boşluklarda doldurmaya çalışmışlardır.Tıpkı Hendek savaşı esnasında savaşmamak üzere sulh anlaşması imzalayan hayber Yahudilerinin, müşriklerin tekliflerine açık olarak Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozup müşriklere yüzlerini rahatlıkla dönmüşlerdir,sonucu ise hiç düşünmeden…

Türkiyenin yıllarca çektiği PKK illetinin arkasında bugünkü planlar yatmakta idi.

“Takvimler 16 Eylül 1998’i gösterdiğinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Suriye’ye sınır Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde şöyle diyordu: “Türk devleti olarak komşularımızla iyi ilişkiler kurmaya çalışıyoruz. Bu iyi niyetimize rağmen bazı komşularımız, özellikle ismini açıkça söylüyorum, Suriye gibi komşular, iyi niyetimizi yanlış tefsir ediyorlar. Apo denen eşkıyayı destekleyerek Türkiye’yi terör belasına bulaştırdılar. Türkiye iyi ilişkiler konusunda gerekli çabayı gösterdi. Türkiye beklediği karşılığı alamazsa, her türlü tedbiri almaya hak kazanacaktır. Artık sabrımız kalmadı.” bu durum aponun yuvasını terketmesi ve

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, TBMM’nin yeni yasama yılının açılışında Meclis’teki konuşmasında, “Suriye, Türkiye’ye karşı açık bir husumet politikası izlemektedir. PKK terör örgütüne aktif destek sağlamayı sürdürmektedir. Tüm uyarılarımıza rağmen hasmane tutumundan vazgeçmeyen Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kez daha tüm dünyaya ilan ediyorum” diyordu. VE Aponun bundan itibaren,şam,atina,rusyada yüz bulamadı ve yakalanışını hızlandırdı.

Marksist-Leninist ideolojiye dayanan bölücü terör örgütü PKK’de oruç tutmak yasaklandı!

Terör örgütü PKK`da, sözde başkanlık konseyi kararıyla, oruç tutulmasına izin verilmemesi sorun yarattı. Örgütün sözde Başkanlık Konseyi 3 Kasım 2001 tarihinde bir bildiri yayımladı. Örgütün yoğun bir mücadeleden geçtiği, bu mücadeleyi engelleyecek düşünsel ve eylemsel tüm çabaların yasaklandığı belirtilen bildiride, oruç tutulması amacıyla örgüt içinden yönetime çeşitli taleplerin gelebileceği, daha önce örnekleri görüldüğü şekilde bu tür faaliyetlerin disiplini bozduğu ifade edildi.Bildiride, “Oruç tutulması taleplerinin ikna yoluyla reddedilmesi, diretenlere ise gerekli yaptırımın uygulanması” istendiği kaydedildi. Oruç konusunda alınan kararın propaganda amaçlı olarak kullanılabileceği ifade edilen bildiride, karşı propaganda için de gerekli tedbirlerin sözde Başkanlık Konseyi tarafından alınacağı belirtildi.”[11]

“Bütün İslâm ülkeleri içinde birçok bakımdan en önemlisi kesinlikle Türkiye’dir” diyen ve eski bir CIA Ortadoğu şefi olan Graham E. Fuller “Siyasal İslâm’ın Geleceği” ismiyle Türkçe’ye yeni tercüme edilen eserinde şu iddiasını her yönüyle isbata çalışmış:
“İslâm tarihinde son derece önemli bir kilometre taşıdır” (s.14) dediği AKP’nin iktidara gelmesinin siyasal İslâm’ın sisteme entegre olması, meşrulaşması ve İslâm dünyasında örnek teşkil etmesi açısından ehemmiyetine dikkat çeken Fuller, gönüllerinde yatan aslanın liberal bir İslâm anlayışı olduğunu açıkça ifade ediyor. “Zırvalayan Amerika” anlayışının dünyada iyice yer etmesinin ABD’yi daha da baskıcı yapacağını ve önümüzdeki yıllarda bu baskının direkt İslâm’a yöneleceğini bunu gerçekleştirmek için de baskıcı rejimlerin sayısının artabileceğini söyleyen ‘sahte demokrasi havarisi’ ABD’nin akıl hocası tek ümidini şöyle dile getirmiş: “Ümit edebileceğimiz tek şey, liberal İslâmcıların modern çağda yenilenmiş bir İslâm anlayışı ve evrensel bir İslâmî değerler formu ortaya koyma yönündeki çalışmalarında sebat etmeleri, süreç boyunca müttefikler bulmaları ve şiddetle ihtiyaç duyulan değişimler ve reformlar yönünde ilerlemeleridir.” (s.345)
Bundan dolayıdır ki;bir asırdır Türkiyenin önü tutulmakta,maddi-manevi gelişimi engellenmektedir.Mesela:

Fransadaki başörtü yasağı;bizden mi onlara bulaştı yoksa onlardan aldığımız laikliğin uygulanmasındaki zorlamadan mı?Zorla başı örtmek suç,zorla başı açmak suç değil!Tıpkı Cüneyt Arkın gibi ki,filimlerinde içki-fuhuş gibi her türlü anormallikler ,diğer taraftan tüm Türkiyeyi dolaşarak başta içki olmak üzere bunların zararlarını anlatmak!Tezatmı,ne kadar birbiriyle uyumlu.Başkasına verir talkımı,kendi yutar salkımı!

Askerin bir zamanlar herkesi fişlerken,şimdilerde de sosyeteyle beraber her kesimi fişlemeye çalışması acaba şişlemek için mi,sorusunu akla getirmektedir.Bir zamanlar rusyada sürekli yapılan bir uygulama idi.Varlığını devam ettirmek için,varlığını devam ettirenlere şüphe ile bakmak veya varlığını tanımayıp yok etmek…Ve birileri de sürekli askerleri davet ederken,askerler kullanılmaya çalışılmaktadır.Askerme buna pirim vermekte yoksa birileri mi pirim ödemektedir?

Türkiye için insan hakları 2003 raporunda:

1-Ordu siyasete müdahil.

2-Bir hakimin baş örtülü bir kadını mahkemeden çıkarması.

3-Cumhurbaşkanı dahi yasakçı.

4-Başörtüsü ve İmam-Hatibler.

Özetle:Ordu etkisi,özgürlüğe kısıtlama,reformlar uygulanmıyor,başörtüsü yasaklamaları,cumhurbaşkanının yasaklayıcılığı…

Süleyman Ateş bir tv proğramında ve de her zamanki görüşünde şunu tekrarlar;O zaman ayrı bu zaman ayrıdır.Ondan dolayı bazı uygulama ve görüşler o zamanda kaldı bu zaman da uygulanmaz,der.Nitekim mevlid de o zaman da yoktu,der.Oysa mevlid peygamber efendimizin doğumu olup bunu islam alemi bir hatırlama olarak yapmakta,ibadet ve yaşamaya teşviktir.Burada islamı yaşamamak değil,yaşamak vardır.Farz ve vacib değil ancak müstahsen bir uygulamadır.O zamanda zaten rasulullah vardı,onu görüyorlar ve konuşuyorlar idi.Şimdi ise onun zatına karşı manevi şahsiyetini bir hatırlama söz konusudur.

En az yarım asırdır Türkiye içten ve dıştan yapılan ve yaptırılan ihtilallerle,tahriklerle,çıkarılan uygunsuz ve uyumsuz kanunlarla sürekli tahrik edilmeye çalışılmıştır.Bununla Türkiyenin de adeta bir Filistin,Irak,İran ve Afganistan gibi olmasına çok gayret edilmiştir.Ancak çok cüz-i ve ferdi çıkışların dışında genel olarak halk buna alet olmamış ve bu sele kapılmamıştır.Mevzii durumlar da sonu getirmemiştir.İşin asıl garib tarafı ise,tahrikler hiçbir zaman alttan gelmemiş,sürekli üstten iç ve dış güçler veya genel adıyla ve bir simge olan derin devlet güçleri bu işi sürekli gündemlerine almışlardır.Küçümsenmeyecek derecede çok uğraşıldı,çok tahrikler yapıldı.Nitekim 163. maddeki yamyamlara bile rahmet okutacak insanlık dışı,ortaçağdakilere ulaşılamıyacak bir seviyesizlikle değil düşünceye hayale dahi ambargo konuldu,ağır cezalarla cezalandırıldı.İşleri değil niyet ve düşünceleri okuyan ve sorgulayan bir kanunsuz kanun…

Türkiyedeki özellikle nur cemaatının sürekli müsbet hareketi ve yatıştırıcı hizmet ve rolleri ve özellikle memlekette oluşturdukları manevi ve feyizli atmosfer o tahriklere pabuç bırakmadı ve münafıkane yapılan hile ve dolapları boşa çıkardı.

Bu yapılan menfilikler ise yapanların verdikleri eziyet dışında kendilerinin ömürlerini kısaltırken,milletin hatta İslam aleminin yükselmesine vesile olmuş oldu.Ateşte eğitim görüp terbiye olan,bir ateş gibi neslin oluşmasına ve çıkmasına dolaylı olarak ve istenilmeden bir zemin hazırlanmış oldu.Lekeli bir kesim ve nesilden,lekesiz ve kirsiz bir nesli doğurmuş oldu.

Mehmet KIRKINCI Hoca-Hayatım-Hatıralarım-adlı eserinde memleketimizde uygulanan bazı gerçekleri şöyle dile getirir:

Hayattaki fırtınalar konusunda üstad:”Bu gibi hadiseler fırtınaya benzer;ağacın çürük meyvelerini düşürür.Geriye sağlamları kalır.Tedbir hizmettendir.Menfi hareket yasak.Biz devenin üstünde bir hazine götürüyoruz.Deve,yumurtaların üstünde yürüyor.Ne yumurtalar kırılacak,ne de deve duracak.”(57)

27 mayısta ihtilalciler yedi bin subayı ordudan atmışlardı.(Bak130)

Şeyh Said üstada.”Efendim!Sizin nüfusunuz kuvvetlidir.Bu harekatımıza iştirak buyurur,yardım ederseniz galib oluruz.”diyor ve Bediüzzaman’ı kıyama davet ediyordu:

Bediüzzamanda Şeyh Saide şu cevabi mektubu yazıyor:

“Türk milleti asırlardan beri İslamiyetin bayraktarlığını yapmıştır.Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir.Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez.Biz müslümanız,onlarla kardeşiz.Kardaşı kardaşla çarptıramayız.Bu şer’an caiz değildir.kılıç harici düşmana çekilir.Dahilde kılıç çekilmez.Bu zamanda yegane kurtuluş çaremiz Kur’an,iamn hakikatlarıyla,tenvir ve irşad etmektir.Teşebbüsünüzden vazgeçiniz.Zira akim kalır.Birkaç cani yüzünden binlerce masum kadın ve erkekler telef olur.”(132-3)

Ta o zamandan oynanan planları sezmiş ve alet olanları uyarmıştır.

Ta Osmanlılar zamanında Ermeni lideri olan Buus Nobar ile Mehmet Şerif Paşa bir Kürt devleti kurmak için anlaşmışlar.Bediüzzaman hazretleri onlara da karşı çıkmış.Bunlar birkaç kendini bilmezdir.Bunların fikri Kürtlerin fikri değildir.Kürtler islamiyetten,Türklerden ayrılmazlar.Ermeniler,Kürtleri kendilerine tabi yapacaklar.Bunları istimal edecekler.”demiş.Üstad,Kürt Teali Cemiyetine de karşı çıkmış”(133)

Bir Arabın Türklerin durumunu tanıttıran;kaybolan aslan yavrusunun koyunlar içerisinde büyüyüp kendisini koyun zannetmesiyle,kendisini ve farkını anlatarak kendisine gelmesini sağlamaları misali anlatılır.(205)

Olaylar, bu milletin tekrar aslının aslanlığını hatırlatmaktadır.

Ali Ulvi Kurucu’dan bir hatıra.!970’de Medine-i Münevvereye hac için gelen Endonezya eski başbakanlarından Muhammed Nasır o yıl Türkiyeden hacca 150 bin kişinin geldiğini hayretle karşıladıktan sonra şunları anlatmıştır:”Aziz dostum,ben Lozan muahedesini çok iyi bilen bir diplomatım.O muahedenin hedefi,aslında Müslüman Türkiyenin başını yemekti.İngiliz heyetinin başmurahhası olan Lord Gürzon’un teklifi Türkiye’nin bir hristiyan devleti olmasıydı.Türk heyetini bu ağır teklifi kabule zorluyorlardı.Eğer türk milleti hristiyan olma fikrine şiddetle karşı çıksa –ki çıkacaktır- o zaman hiç olmazsa Türkiye’de Avrupa kültürünün tam hakim olmasını ve sefahete azami hürriyet tanınmasını sağlayacaklardı.Laiklik,batı dünyasında olduğu gibi din ve vicdan hürriyeti manasına değil,din leyhtarlığı şeklinde uygulanacaktı.Gelecek nesilleri bu manevi güçten,faziletten mahrum etmekle menhus gayelerine kavuşacaklardı.”dedi.(242)

Mehmet Zahid Kotku hazretleri önceden Milli Nizam partisinin kurulmasına izin vermemişken ısrarlar neticesinde olur demiş ve N.Erbakan partiyi kurmuştur.O dönemde CHP ile yapılan koalisyonda hapishanede bulunan tüm kominist ve anarşistler affedilmişti.Ve bütün bunlar yıllardır milletin üzerinde etkili ve sancılı oldular.(Bak.218-225)

Ve böylece hem de ağır faturalar ödenmek suretiyle görünen şu ki;siyasetle bu meselelerin gerçek manada çözümü ilk ve tek sebeb değildir.

12-Eylül-1982-deki ihtilalden sonra,anayasanın kabulü yönünde yapılan oylamada evet yönünde kullanılmasında ısrar eden Kırkıncı hoca,Akşamı İsparta dersanesinin basılmasıyla Bayram abi götürüldüğü 1. şubede,kendisine tanıdık bir ses olarak gelen 1. şubedeki gözü kapalı sorgulanmasında o kişinin şöyle dediğini nakletmektedir:”Eğer o gün (İspartadaki istişarede alınacak kararda),Kırkıncı hoca anayasanın kabulü lehindeki o konuşmayı yapmasaydı ve cemaattan bu yönde bir karar çıkmasaydı,aynı gün Türkiye’de ne kadar Nur talebesş varsa hepsini içeri alacaktık.”dedi.”(247)

Önceleri Necmettin Erbakan S.Demirelin seçilmesi yönünde ısrarla faaliyet göstermekte idi.(bak.266)

S.Demirele Samandağından gelen birisinin;”Samandağındaki bazı kandırılmış Alevi gençlerle Suriyedeki Alevilerin el altından iş birliği yaptığını…”söyledi.

“….1965’te……Alevilerin gençleriyle Kürtçülük zihniyeti güden bir kısım gençler şimdi birlikte hareket etme kararı almışlar.Devlete karşı toplu bir kıyam hareketi gerçekleştirecekler…”(268)

Aynen yıllarca Türkiyede uygulamaya konulan Alevi-Sünni kavgası alanını Irak ve çevresine kadar şimdi de sürdürmektedir.

1980 ihtilali olmasaydı,”Koministler 1981 yılının Nisan ayının ilk Cuma gününde ihtilal yapacaklarmış.”(277)

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi Hazretleri:”Hz.İsa’nın hristiyan ruhanileri arasında bir alim olarak faaliyet göstereceğini”söylüyor.Mehdi ise,irşad faaliyetlerini İslam aleminde sürdürecektir.”(383)

Bundandır ki,en büyük hizmet irşad hizmetidir.

Muammer Kaddafiyi Öven Ergun Göze ve Ali Bulaç,Yavuz Bahadıroğlu tarafından kendilerine bu hatırlatıldığında;”Hiç de böyle bilmiyorduk,yanılmışız,ne yapalım bir kere yaptık”deyib işi basite almaları hiç de istikrar ve istikametin eseri değildir.Y.Bahadıroğlunun dediği gibi;bunun telafisi için ev ev vilayet vilayet dolaşmaları veya aleyhinde yazarak öncekini okuyanlara bunları ulaştırmakla ancak telafi edebileceklerini söyleriz.Bu adeta yıllarca cemaata abdestsiz namaz kıldıran birisinin,yıllar sonra –yahu ben abdestsiz namaz kıldırmıştım sizlere,onu telafi edin,demesine benzer.Bu kıldırmada ya bilerek bir kıldırmadır veya bilmeden veya yanlış bildirmedendir.Diğer yapılan bu yapılandan ne kadar geri olabilir?Zira birincisi fikirde yapılan bir bozukluk olup,yıllarca insanları ters istikamete yönlendirmedir.Kurtuluşu çıkmaz sokakta gösterip geri dönmeyi bile herkese duyurmadan,herkesin kendisine göre artık geri dönmelerini beklemek gibi bir şeydir.

Şahid olduğum bir nokta da şudurki;bazıları için içtima-i hayata veya siyasete girmek istikameti bulmakta ve bazı zikzaklar çizmekte önemli rol ve kararlara sebeb olurken,-Ali Bulaç,Agah Okyay Güner,Mehmet Sağlam vs. gibi-;bazıları içinde nadiren de olsa biraz daha ölçülü ve dikkatli davranmaya sebeb olmaktadır.Hayreddin Karaman gibi.

Mücadelemiz hastalarda değil,hastalıklarla olmalıdır.

Uygulamalarımızda,tarz,usul ve yapılan hizmetlerdeki isabetsiz hareketler de bizlerin ilerlemesini geciktiren faktörler olmuştur.

Osmanlı kendi kimliğini elde ettiği gibi kimlik ihraç ederken,bugün ihraç etme bir yana kendi kaybettiği kimliğini bulamamakta,onun çırpınışı içerisinde asırlardır savunduğu kendi değerlerine sırt çevirmenin de ötesinde ona düşmandan daha düşmanca bir tavır almaktadır.Ne hazin bir haldir ki;asırlardır savunduğunu şimdi savurmaktadır.

Mahir kaynağın tesbitiyle Rusya kendi savunduğu rejimini yine kendi eliyle atabildi.Bugün hem Rusya hem de ABD rahatlıkla kendi bünyelerine uymayan rejimlerini atıp bir problem yaşamazken,bizler rejimin en küçük bir meselesi altında ezilirken,ezdirmeyiz teranileri ile toplumu ezmekteyiz.Türkiye diğer büyük devletlerin yaptığını yapamamanın acısını ve sıkıntısını çekmektedir.Diğer devletlerdeki elit tabaka bunu rahatlıkla yaparken,bizdeki çöreklenmiş olan elit tabaka ise alt tabaka olan halk tabakası kadar da düşünemeyerek bunu gerçekleştirememektedir.Bir asra yakın çeşitli sebeblerde kominizmi getirdiği gibi tekrar götürebildi.Bizde ise kominizmden beter olan bir uygulama götürme bir yana, daha da beterini getirmektedir.

ABD’nin ikici hedefi İran,üçüncüsü ise Suriyedir.Bu ülkeler ve diğer arab ülkeleri başkaları zalimce kendilerini sorgulamadan onlar kendilerini bir araya gelerek sorgulamalıdırlar.

Mesela İran.Aslında Osmanlı yıllarca İranı almaya değil,frenlemeye çalışmıştır.Çünki alsa onu hangi statüye göre idare edecek.ne ehli kitab,ne de Müslim olup problem olacak ve devam edecekti.Şerri hayrından çok olacaktı.Onun için onu almaya yanaşmamıştır.

O İranki kominizmin başı bile oradan başlamaktadır.Zira İbahiyye mezhebi (Mazdekizm) her şeyi mübah görerek küfrün önünün açılmasını sağlamıştır.Bu parada ve malda olduğu gibi namus ve kutsal değerlerde de aynı oranda geçerlidir.

Her çıkış gibi bir de iniş vardır.Tarihte nice sönmez denilen devletler özelliklede Osmanlı gibi şanlı bir devlet bile çöktü ABD’de hakeza bu zulmüyle kendi çöküşünü hızlandırmaktadır.

Ayasofyanın önündeki Lustinianos heykelinin elindeki kürede şu yazıldığı nakledilmektedir.”Bu top benim elimde durduğu sürece dünyaya sahibim.”ve”Beni yıkacak kimse buradan geçecektir.”rivayete göre,Fatihin fethinden kısa bir süre evvel bu küre düşmüştür.[12]

ABD’nin ise bu manada görünen işaretleri ise bundan geri değildir.

HUNTİNGTON’A GÖRE ABD YOK OLUYOR!

“Medeniyetler Çatışması” kitabının yazarı Samuel P. Huntington’ın yeni kitabı “Who Are We?” (Biz Kimiz) okuyucularla buluştu. Piyasaya 1996 yılında çıkan, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra yeniden dikkatleri üzerine çeken “Medeniyetler Çatışması’nın yazarı Huntington yeni kitabında, “eğer benzer kültürlere (değerler, gelenekler, dinler) sahip halklar ve ülkeler bir araya geliyorsa o zaman değişik kültürlerden oluşan ülkeler de parçalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır” iddiasında bulunuyor.

Huntington, ABD’deki çok kültürlülük, kültürel çoğulculuk ve çift dilliliğin, güçlü bir ulusal kimliğe zarar verecek şekilde ırksal, etnik ve diğer ulus-altı kimlikleri güçlendirdiğini savunuyor.

Yazar, buna paralel olarak küresel iş bağlantıları, küresel iletişim ve küresel sorunların (çevre ve kadın hakları gibi) Amerikan seçkinleri arasında “uluslarötesi” bir kimliği geliştirmesinin de Amerikan ulusal kimliğini zayıflattığını ileri sürüyor.

Yeni kitabında, ABD’nin sadece köklü bir kimlik bunalımına girmediği, ciddi bir yok olma tehdidi ile de karşı karşıya olduğu tezini savunan Huntington, şu iddiada bulunuyor: “Tarihsel olarak Amerikan kimliğinin içeriği dört anahtar unsurdan oluşuyor: ırk, etnisite, kültür (dil ve din) ve ideoloji… Irksal ve etnik Amerika’dan söz etmek artık mümkün değil. Kültürel açıdan Amerika kuşatma altında. Sovyet tecrübesi göstermiştir ki ırksal, etnik ve kültürel bağlardan yoksun olan bir toplumu bir arada tutmak için ideoloji de çok zayıf bir bağdır. Robert Kaplan’ın gözlemlediği gibi ‘ölmek için doğmuş olmak yargısı’nın başka milletlerden çok Amerika için geçerli olduğunun pek çok gerekçesi bulunmaktadır.”

New York Times’da yer alan bir makaleye göre, “Huntington kitabında, gerçekleri, araştırmalar sonucu elde edilen verileri ve tarihsel olayları kendi katı inancı çerçevesinde yorumluyor”.

ABD’yi Anglo-Protestan kültür ve inancının bir parçası olarak tanımlayan Huntington, Amerikalıların yeniden bu değerlere sahip çıkması gerektiğini ve Amerika’nın başarısı için eski tarz asimilasyon politikalarının uygulanmasını savunuyor.

Huntington, artan Meksikalı ve Hispanik göçü ve Amerikan toplumu içinde bunların asimilasyonunun her geçen gün azalmasının Amerikan toplumunu ve kültürünü değiştirerek, ABD’yi iki dilli, iki kültürlü ve iki halklı bir toplum haline getireceğini ileri sürüyor.

Huntington, yasadışı göç hareketlerinin Amerika’nın sosyal güvenliğini tehdit ettiğini savunarak, “Meksikalı Amerikalılar Amerikan Rüyası’nı, ancak rüyalarını İngilizce görürlerse paylaşabilirler” diyor.

400 sayfalık kitabında göçmenlerin bugün Amerikan kültürünü, değerlerini cazip buldukları için değil, uygulanan sosyal güvenlik programlarından dolayı ABD vatandaşı oldukları görüşünü dile getiren yazar, bu göçmenlerin geçmişteki göçmenlerin yaşadıkları sıkıntıları yaşamadıklarını, dolayısıyla onların sahip olmaya ihtiyaç duydukları değerlere sahip olmadan ülkenin imkanlarından faydalandıklarını ileri sürüyor.

Huntington, yeni kitabı “Biz Kimiz”de Amerikan kamuoyunda yaygın şekilde tartışılan göç, din konularını ve WASP (Beyaz-Anglo-Sakson-Amerikan) kültürünün karşı karşıya olduğu tehlikeleri açık şekilde dile getiriyor. “(30-05-2004.)

Kendi içinde 1618-1648 yıllarında 30 sene süren Dinler savaşını başlatan batı,bu sefer bu dinler savaşının alanını genişleterek diğer din ve mensublarını da dahil etmekte,adeta yeni bir dinler savaşının kapısını çalmaktadır.

Dünyaya çektiren ABD’ye Allah sel,kasırga gibi afetlerle vurmaktadır.

”1789 yılında Amerika delegeleri halen tatbikte bulunan (Anayasa) yı hazırlamak üzere toplandılar.Amerikanın kurucularından –Benjamin Franklin-bu tarihi toplantıda verdiği nutukta daha o günden,(Anayasa) da Yahudi tehlikesinin nazarı itibara alınması ve Yahudilerin Amerikanın istikbalini tehdit ettiklerine işaret etmiştir.

Şimdi Filaadelfiya’da –Benjamin Franklin Yurdu- nda muhafaza edilen bu nutuk;fevkalade bir vesika mahiyetindedir.

“Amerika Birleşik Devletlerini tehdit eden büyük bir tehlike var.Bu tehlikenin menba’ı Yahudilerdir.

Muhterem Efendiler!Yahudilerin ikamet ettikleri hangi memleketi gözden geçirirseniz geçirin,Yahudilerin oturdukları memleket halkının manevi ruhları katl için çalıştıkları bariz bir şekilde müşahade edilir.Onlar;öyle bir yol takib ederler ki,takib ettikleri bu yol ticarette emniyet ve şeref mefhumunu yok eder.

Yahudiler –hükumet içinde hükumet- halkettiler.Herhangi bir tazyik hissettikleri vakit İspanya ve Portekizde yaptıkları gibi halkı iktisaden boğmaya başvururlar.(Ayaklarını bastıkları her memlekette olduğu gibi.)

Bin yedi yüz yıldan beri Yahudiler;Mukaddes topraktan tardedilmelerini propaganda vesilesi ederek,bazen sızlanarak ve bazen da yağma ederek insanlığın merhametini istismar etmektedirler.Zihinlerinizden çıkmaması lüzumlu bir hakikatı hatırlatmak,sizleri ikaz etmek istiyorum:

Medeniyet alemi;bugün Filistini onlara iade etse,yine onlar Filistine avdet etmemek için müteaddit sebebler halkederler.Bununda sebebi;zira Yahudiler;(tufeyli haşerat)gibi yaratılmışlardır.Tufeyli;yalnız yaşıyamaz.O’nun;omuzlarında yaşıyacağı,kanını emeceği insanlara ihtiyacı vardır.

Bunlar yahudidirler.Başka milletler gibi yalnız yaşıyamazlar.

Onlar hristiyan ve başka akideden olanların kanlarıyla yaşıyorlar.

Muhterem Efendiler:Anayasaya istinad ederek onları niçin bu memleketten tardetmiyelim.

Birleşik devletlere hicretleri korkunç bir şekilde devam ediyor!

(1789).Bu tarihten yüz sene sonra adedleri muhakkak ki defalarca artacak ve onlar;Amerikan halkını yıkmağa çalışacaklardır.Zamanla umumi ve ferdi hürriyetlerimiz için döktüğümüz masum kanlar heba olacak ve onlar kendi hakimiyetlerini tamamlıyacak bir şekilde hükumetlerimizi tevcihe,nizamlarımızı değiştirmeye muvaffak olacaklardır.

“….Anayasa;Yahudilerin Amerika’dan tardını derpiş etmediği takdirde,azami yüz elli sene sonra çocuklarımızın ızdırap çekerek,sızlanarak Yahudi menfaatı için yemeklerinden iktisad yaptıklarınızı göreceğiz…”

Muhterem Efendiler:Şu saatte sizi tekrar ikazı kendime bir vazife telakki ediyorum.Eğer Yahudileri tardedip bu memleketi onların nüfuz ve şerrinden kurtaramazsanız,azami yüz yıl sonra çocuklarınız veya torunlarınız Yahudi fabrikalarında durarak,onlara bu neticeyi sağladığınız için sizlere lanet okuyacaklardır.

Yahudiler arazilerimizi ve halkımızı tehdit eden bir tehlikedir.Eğer onlara bu memlekete muhaceret hürriyeti verilirse,anayasamızı imha edeceklerdir.

Bunun için Yahudilerin anayasaya konacak bir madde ile bu memleketten tardedilmeleri bir zarurettir.”[13]

İşte Irakta yapılanlar ve onlardan gelen haberlerden bazı bölümler:

“4 Temmuz 2004 Pazar

“Ebu Garip’teki İsrail’li Sorgu Uzmanları Skandalı Büyüyor

Ebu Garip cezaevinden sorumlu olan Komutan General Karpinski’ nin Ebu Garip’te İsrail’li sorgu uzmanları ile birlikte çalıştığını ifade etmesinin yankısı sürüyor.

3 Temmuz 2004 Cumartesi dün gerçekleştirilen bir suçlama Arap rejimlerini çokça rahatsız edecek gibi görünürken bir Beyaz Saray sözcüsü söz konusu iddiaları doğrular bir bilgiye sahip olmadıklarını duyurdu.

Ancak ABD işgal güçlerinin Iraklı esirler ve tutuklulardan sorumlu komutanı General Janis Kaprinski iddialarında ısrar ediyor. Kaprinski Bağdat’ta gizli bir Mossad üssü olduğunu ifade ederek söz konusu üsten bir çevirmen maskeli İsrail ajanı ile görüştüğünü ifade ediyor.

İşkence skandalından sonra işkence ve kötü muamelelerden kadın General Kaprinski’ de sorulu tutulmuş ancak mahkemeye çıkartılmamıştı.

İsrail’ in Irak’ta Mossad ve diğer özel birimleri ile faaliyet göstermesi hem Filistinlileri hem de tüm Arap rejimlerini kızdırıyor. Geçtiğimiz hafta da The New Yorker dergisinden çıkan bir strateji yazısında İsrail’in Kuzey Irak’ta Kürt gerillalarla birlikte çalıştığı ortaya çıkmıştı.

İşkence skandalından sonra Irak’ta uygulanan işkence ve aşağılama taktiklerinin İsrail cezaevlerinde yapılanlara çok benzer olduğu yönünde söylentiler çıkmış ancak bu benzerliğin organik bağlantısı kanıtlanamamıştı. İlk kez General düzeyinde bir ABD yetkilisi işkencecilerin arasında Mossad sorgu uzmanlarının da bulunduğunu doğruluyor.”

“Bush: Irak’ta yanıldık

WASHINGTON- Sık sık, “Biz Irak’a özgürlük ve demokrasi götürdük” açıklamaları yapan ABD Başkanı George W. Bush, ilk kez hatasını kabul etti. New York Times’a demeç veren Bush, Irak’taki sıcak savaşın bitimini ilan etmesinin üzerinden neredeyse bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen bir türlü sükunetin sağlanamadığını, bölgede durumun içinden çıkılmaz bir boyuta vardığını söyledi.

Zafer sarhoşluğu
Irak’ta savaş sonrası ortaya çıkan şartlarla ilgili yanlış hesap yaptığını belirten Bush, Şii direnişini de, Saddam Hüseyin’e karşı elde edilen hızlı zaferin hesapta olmayan bir yan ürünü şeklinde nitelendirdi. Bush, bölgedeki sıkıntılara karşın ABD güçlerinin ortaya çıkan yeni durumlara adapte olabilecek esnek bir stratejiye sahip bulunduğunu savundu. Nükleer silah sahibi olan Kuzey Kore ve ABD tarafından nükleer çalışmalarından dolayı suçlanan İran konusunda da görüş belirten Bush, bu ülkelere karşı diplomasi silahını kullanmayı sürdüreceğini vurguladı. Başkan Bush, Irak’a saldırmak konusunda doğru bir karar verdiğine ve savaşa karşı olsalar bile seçmenlerin, kendisinden yeniden başkan seçilmeyi esirgemeyeceğine inandığını söyledi.
Geçtiğimiz haftalarda CNN televizyonuna katılarak ünlü sunucu Larry King’in sorularını cevaplandıran Başkan Bush, Irak’a saldırı kararının doğru olduğuna inandığını belirterek, “ABD lideri, ülkesinin dünya güvenliğinin sağlanması için liderlik yapmakla mükelleftir” demişti.

Bütün suçu üstüme alırım
1961’de Küba’ya yapılan başarısız saldırının sorumluluğunu o zamanki devlet başkanı John F. Kennedy’nin üzerine aldığını, kendisinin de Irak konusunda aynı şeyi yapıp yapmayacağını sorulması üzerine Bush; “Şüphesiz ki ben de Irak’ta suçu üzerime alıyorum” demişti. Bush, savaştan önce ve savaşın başından itibaren sık sık verdiği benzer beyanatlarda, “Irak ve Afganistan’da yapılan askeri operasyonlar dünyaya istikrar getirecek ve demokrasiyi yayacak. Biz oraları özgürlüğe kavuşturacağız” demişti.”[14]

Irak,Afganistan gibi yerlere saldırma bahanesi 11 Eylül yani ikiz kulelere yapılan saldırı olayları idi.

Danial Hopsicker tarafından yazılan “Welcome to Terrorland” adlı kitapta, Atta’nın Florida’daki “tatlı hayat” günleri, birçok tanığa dayandırılarak anlatılıyor.

Kitapta, Atta’nın Florida’da 2000 yılının aralık ayına kadar kaldığı 2 aylık süre içinde metresliğini yapan ve hayatını “çıplak model” olarak kazanan Amanda Keller adlı Amerikalı kadının sözlerine de yer veriliyor.

İşte Amanda Keller’in ağzından Muhammed Atta:

“Sürekli içiyordu. Çok lüks elbiseler giyiyordu ve pahalı mücevherler taşıyordu. Ben hiç bir zaman namaz kıldığını falan görmedim. Müslümanım diyordu, ama domuz pirzolasına hayır demiyordu. Takıldığı arkadaşları arasında yalnızca bir tanesi Arap’tı, diğerleri ise Alman’dı. Ayrıca, benim piyasadan tanıdığım ve uyuşturucu işine bulaştıklarını bildiğim birçok kişiyle de görüşüyordu. Sık sık partilere gider eğlenirdik. Kokain de kullanıyordu. İngilizce, Arapça, Fransızca, Almanca ve İbranice’yi mükemmel konuşuyordu. Florida’ya geldiğinde pilotluk kursuna gittiğini söylüyordu, ama ben çantasında pilotluk belgesinin olduğunu gördüm. Yani, geldiğinde pilotluk belgesi zaten vardı. Bir keresinde bana çok kızdı ve hırsını evde bulunan küçük köpek yavrularını öldürerek çıkardı. ”

Hopsticker, kitabında Atta’nın Florida’daki bağlantılarının, ABD Başkanı George W. Bush’un kardeşi ve eyaletin valisi Jeb Bush tarafından “hasır altı” edildiğini de ileri sürüyor.”[15]

“İSRAİL’İN MİSTRAVİM TİMLERİ EĞİTİYOR

IRAK’tan gelen, “İsrail Kürt kartını kullanıyor” raporları Ankara’da rahatsızlık yaratmış, Türkiye-İsrail ilişkileri gerilmişti. Bu bilgiyi doğrulayan haber, Irak’taki işkence olaylarını dünyaya duyuran Amerikalı gazeteci Seymor Hers’ten geldi. Hers, “New Yorker” adlı dergide, İsrail’in, gizli kamplarda ülkenin en seçkin komando birliği olan “Mistravim” ile aynı etkinlikte operasyon düzenleyecek nitelikte Kürt komando yetiştirdiğini yazdı.

KERKÜK SARAYBOSNA’YA DÖNER

HABERDE, İsrail’in Irak’taki Şiiler’in gücünü kırmak ve Kürt ajanlarla İran’a sızarak, bu ülkenin nükleer tesislerinı izlemeyi amaçladığını belirtildi. Hers, Türk istihbaratının bölgeyi takibe aldığını bildirdi. Bir Türk yetkilinin, “Irak’ın parçalanması Ortadoğu’nun felaketi olur. Kerkük Saraybosna’ya döner. Pire için yorgan yakarız. Kürtler’e söyledik: ‘Biz sizden korkmuyoruz ama siz bizden korkmalısınız” sözlerine dikkat çekti.

Pulitzer ödüllü Amerikalı gazeteci Seymour Hersh, ABD’nin Irak’ta yetersiz kaldığına inanan ve İran’ın nükleer kapasitesini geliştirmesinden endişe eden İsrail’in, Irak’ın kuzeyinde Kürtler’le işbirliği içinde olduğu, onları eğittiği ve operasyonlar yaptığını yazdı. Bu durumdan da Türkiye’nin rahatsız olduğunu söyledi. Hersh, İsrail istihbarat ve askeri yetkililerinin şu sırada Irak’ın kuzeyinde bulunduklarını ve ”uzun dönemli dostları Kürtler’le” birlikte çalıştıklarını kaydetti. Seymour Hersh, İsrailliler’in, yaklaşık 6 ay önce, Irak’taki durumun kötüye gittiği sonucuna vardığını, bütün uyarılara rağmen ABD’nin, ”barışçı” görünmesine karşılık İran’ın, Irak’taki isyancılara destek vererek ”çok saldırgan” bir rol oynamasını yeterince çabuk kavrayamadığını düşündüğünü belirtti.

İSTİHBARAT TOPLANIYOR

Hersh, endişelerini Beyaz Saray ve ABD Savunma Bakanlığı nezdinde anlatamayan İsrail’in, sonunda bazı operasyonlar için Irak’ın kuzeyinde girdiğini anlattı. Seymour Hersh, İsrailliler’in burada Kürtler’le çok endişe ettikleri İranlılar, nükleer konular ve Suriyeliler’e karşı operasyonlar başlattığını, ancak bu durumun İsrail’i, Türkiye ile karşı karşıya getirdiğini ifade etti. Hersh, ”Yaptıkları silahlı bir eylem değil. Daha çok istihbarat çalışmaları” dedi. Hersh, Irak’ın kuzeyindeki İsrailli askeri ve istihbarat görevlilerinin ”birkaç yüz” kişiden oluştuğunu belirtirken, Iraklı Kürtler’in onları, İran’ın muhtemel nükleer bölgelerine yakın yerlere götürdüğünü ve İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda bilgi toplandığını kaydetti.

SARAYBOSNA OLUR

Seymour Hersh, New Yorker’daki haberini, Türk, Amerikalı ve İsrailli yetkililere dayandırdı. Hersh’e konuşan bir Türk yetkili, ayrılıkçı Kürtler’i destekleyerek İsrail’in, müttefiki Türkiye’den kendisini uzaklaştırdığını ve istikrarlı bir Irak oluşturma çabalarınazarar verdiğini belirtirken, aynı Türk yetkili, ”Eğer bölünmüş bir Irak ortaya çıkarsa bu Ortadoğu’ya daha çok kan, gözyaşı ve acı getirecektir. Ve bunun da sorumlusu İsrail olacaktır” dedi. New Yorker’a göre Türk yetkili Hersh’e, ”Kürtler’in bağımsızlığı bölge için felaket olacaktır. Yugoslavya’dan alınan derste olduğu gibi, bir ülkeye bağımsızlık verince herkes bağımsızlık isteyecektir. Kerkük, Irak’ın Saraybosna’sı olacaktır. Eğer orada böyle bir şey olursa krizi önlemek imkansızlaşacaktır” diye konuştu. Seymour Hersh’e konuşan eski bir İsrail istihbarat yetkilisi, İsrail’in daima Kürtler’i, Makyavelist bir yaklaşımla eski Irak lideri Saddam Hüseyin’e karşı desteklediğini, Kürtler’le aynı çizgide davranan İsrail’in, bu sayede İran, Irak ve Suriye’de göz ve kulaklara sahip olduğunu kaydetti. Eski İsrailli istihbaratçı, ”Eğer İsrail ile yakın bağları olan bağımsız bir Kürt devleti ortaya çıkarsa İran’ın tavrı ne olacaktır? İran, kendi sınırında, İsrail’in uçak gemisini istemeyecektir” dedi.”[16]

”-İspanya’nın bölgeye özel bir ilgisi olduğunu söylüyorsunuz?
Birkaç tane unsur var. Amerikalılar Kuzey Irak’tan Türkiye’ye gelen mülteciler arasından kendilerine hizmet edecek olanlara İspanyol vatandaşlığını garanti ediyordu. Acaba niye Amerikan değil de İspanyol vatandaşlığını garanti ediyor? Sonra bu 10 bin Kürt peşmergesi niye Guam adasına götürüldü? Bunlar hep manidar konular. Ayrıca İspanyol büyükelçiliğinden birileri Birinci Körfez Harekatı bittikten sonra çok sık aralıklarla Erbil’deki üniversiteye niçin “ders vermeye” gidiyordu?”[17]

Ehli kitabın durumu;elbette ehli küfürle aynı kefede değerlendriilmemektedir.En az ifadeyle;ehli kitabın kesdiği yenilirken,ehli küfrün kesdiği yenilmemektedir.

İslama göre,ehli kitaba verilen bazı haklar vardır.

Mesela takdire şayan,Monsenyör George Maroviç-Vatikanlı bir çok -Tv-de ve bir çok yerde de devamlı;Ben her sabah cevşeni okuyorum-demektedir.Buda ehli kitap,W.Bush’da ehli kitap…

”Kendilerine kitap verilenlerden,ölümünden önce O’na iman etmeyecek bir tek kimse yoktur.Kıyamet gününde de o,onların aleyhine şahid olacaktır.”[18]

” Hz. Peygamber: “Ehl-i Kitab’ı ne tasdîk ediniz, ne de tekzîb. ‘Allah’a, bize ve size indirilene inandık; ilâhınız ve ilâhımız birdir; biz ona teslim olmuşuz.[19]’ deyiniz.” Buyurmuştur.[20]

Mehmet ÖZÇELİK

12-12-2004

[1] Bak.Yeni şafak.7-8-2004.

[2] Bak.Yeni Şafak.06-06-2004.

[3] Yeni Şafak.7-6-2004.

[4] Bak.Yeni Şafak.2-6-2004.

[5] Matta.28/18-20.

[6] M.Ş.Eygi.2004,Mill Gazete.

[7] Bak.Yeni şafak.18-3-2004.İ.Karagül.

[8] Yeni Şafak.9-6-2004.

[9] Bak.Yeni Mesaj gazt.Aytunç Altındal.19-2-2000.

[10] Yeni Şafak.2-2-2002.i Karagül.

[11] Yeni Mesaj.17-11-2001.

[12] Bak.İslam And.isav.25/560.

[13] Yazan.Şam’da yayınlanan Feyha gazetesi.Çeviren.Avni Muhiddin.İslam Dünyası dergisi.Sayı.5.25.Nisan.1952.Sh.15-16.

[14] 28 Ağustos 2004 Cumartesi-Türkiye.

[15] Tercüman gazt.22.06.2004.

[16] Tercüman gazt.22.06.2004.

[17] Özel Harp’te ve MİT’te çalışan Yavuz Ataç)yapılan röportajdan.

[18] Nisa.159.

[19] Ankebût/46.

[20] Bkz. Buhârî, Sahîh, Şehâdât 29, III/163; Tefsîr 11, V/150; İ’tisâm 25, VIII/160; Tevhîd 51, VIII/213.




BEN BEN OLUR VE BEN OLARAK KALIRIM

BEN BEN OLUR VE BEN OLARAK KALIRIM

Düşünüyorum da acaba yeniden dünyaya gelme teklifi ile karşı karşıya kalsaydım neyi ve kimi yani kim gibi,kimin durumunda olmayı isterdim?

Bir sporcumu,bir sanatçı mı,gerek şu andaki insan model ve imkanlarına sahib insanlar gerekse de geçmişteki insanlar içerisinde bir tipleme aradığımda yine bana en cazib gelen kendim olur ve kendimi seçerdim.

His ve heves olmaksızın her insan da bunu kendisi açısından düşünecek olsa,öyle zannediyorum ki onlarda o kadar insan model ve imkanları içerisinde kendisini seçer,onu kabul ederdi.

Zira her insanın hayatı boyunca tüm çabası,kendisi olmak,kendisi gibi olana meyletmek,kendisi gibi olanı veya olma durumunda olup kendi yapısını uygun olanı seçmekte ve benimsemektedir.

Yani dünyaya bir daha gelseydim;yinede kendimi seçerdim.Kendimi bulamasaydım veya öğretmenlik yaptığım mesleği elde edemeseydim,olmasaydı,en azından bana ve mesleğime en yakın olanı seçerdim.Öyle inanıyorum ki,siz de öyle yapardınız.

Bu durum gerek kişilik olarak gerekse de meslek olarak aynı şekilde tezahür ederdi.Hiçbir zaman için keşke öğretmen değil de parası çok olan bir sporcu,bir sanatçı veya falan zenginin yerinde olsaydım gibi bir ifade benim için cazib olmamıştır.

Âyette:”O sizi yeryüzünün halifeleri (vekili) yapan,size verdiği şeylerde sizi imtihana çekmek için kiminizi DERECELERLE kiminizin ÜSTÜNE çıkarandır.Şüphe yok ki senin rabbin çabuk cezalandırır.Ve muhakkak çok affedici çok merhamet edendir.”[1]

Cenâb-ı Hak her insanı bir makam ve mevkide imtihan etmektedir.Biz bu imtihanı bir yönüyle kabul ederken bir yönüyle de bizim için biçilmiş ve tayin edilmiş bir imtihan tarz ve şeklidir.Kimse bölümünün dışında imtihan edilmezken,kimseden de kendisine verilmeyen istenilmemektedir.Verilenler imtihanın şiddetini arttırırken,verilmeyenler imtihan ve sorgunun şiddet ve dehşetini hafifletmektedir.Allah kimseye taşıyamayacağı yükün üzerinde bir yük yüklememiş ve yüklememektedir.

“Allah her şahsa,ancak gücü yettiği kadar sorumluluk yükler.Herkesin kazandığı,ya kendi lehinedir,yahut aleyhinedir.(Bundan sonra şöyle dua edin!)Ey Rabbimiz!Unutursak veya hataya düşersek bizi hesaba çekme(yarlığa)Ey Rabbimiz!Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme.Ey Rabbimiz!Bizim gücümüzün yetmediği işlerden bizi sorumlu tutma,bizi affet,bizi bağışla,bize acı.Çünki sen,bizim mevlâmızsın.Kâfir kavimlere karşı bize yardım et.”[2]

-“Ey Âdemoğulları,şeytan ana ve babanızı,ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi,sakın sizi de fitneye düşürüp şaşırtmasın!

O ve taraftarları,sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler.Biz şeytanları inanmayanların dostları yapmışızdır.”[3]

Şeytan insanlara ben olmayı,ben kalmayı,benliği bulmayı engellemek için her yola başvurmaktadır.

Tüm günahlar benliği örter ve kaybettirirler.Asıl amaç ben olmak,ben kalabilmek,benliğini bulmak ve benliğini kaybetmemektir.

Münafıkların farkı:”Münafık erkeklerle münafık kadınlar sizden değil,birbirindendirler;kötülüğü emreder,iyilikten alıkorlar,ellerini de sıkı tutarlar;onlar Allah’ı unuttular,Allah’da onları unuttu;onlar yoldan çıkmış olanların ta kendileridir.

Allah münafıkların erkeklerine ve kadınlarına ve bütün kâfirlere içinde ebediyen kalmak üzere cehennem ateşini vaat etti;bu onlara yeter,Allah onları rahmetinden kovdu.Onlara bitip tükenmeyen bir azap vardır.

(Ey münafıklar)siz de tıpkı kendinizden evvelkiler gibisiniz;onlar kuvvetçe sizden daha üstündü;malları evlatları daha çoktu;paylarına düşenden faydalandılar,sizde payınıza düşenden faydalandınız,sizden öncekiler paylarına düşenden nasıl faydalandılarsa ve siz de daha önce dalanlar gibi batıla daldınız.Bunların dünyada da ahirette de yaptıkları boşa çıkmıştır.Husrana uğrayanlar da bunların ta kendileridir.”[4]

Münafık olan bir insanın kâfirden daha dehşetli olmasının sebebi;Kâfirin kendisi olması,kendisi olarak kalıp yaşamasına rağmen münafık olan kimse herkes olmaya çalışırken kendisi olamamakta,kendisini bulamamakta,kimliksiz ve kişiliksiz birisi olarak belirgin bir kimliğe sahib olamamaktadır.

“İnsanlar kendini bilebilseydi
Dünyada haksızlık, kavga olmazdı
İnsan doğan yine insan ölseydi
Belki de dünyada hayvan kalmazdı.”[5]

İbni Mesud radıyallahu anhdan:

Peygamber sallahu aleyhi veselleme:”Domuz ve maymunlar,dönüştürülmüş (insan)lardan mıdır*”diye sordular;şöyle buyurdu:

“Allah bir milleti helak ya da azab edince akabinde (yeryüzünde) onlara bir nesil vermez.Maymunlar ve domuzlar o olaydan önce de vardı.”[6]

İnsanın kendisi olmaması ve olamaması başka suretlere dönüşümünü gerekli kılmaktadır.Nitekim Yahudilerden bir kısmının maymun ve domuz suretine dönüştürülmeleri bu manayı teyid etmektedir.[7]

Yapılan işler insanların sonunu belirlemektedir.Ameller bir derece insanın şablonu mesabesinde olup onun şekillenmesinde en büyük amildir.

Hadisde.“Ameller ancak sonlarına bağlıdır,ya da sonlarına göredir.”[8]

Ocak yandırılıyor,soğumaya bırakılıyor,daha sonra yoğrulan hamur fırına konulup,kendi halinde,kendisi olarak,kendi kendi kendine olmaya bırakılıyor.Toplumdaki farklılık,insandaki farklılık ve değişmelerde herkesin kendi olması,kendi kendine kendisini oluşturmasıdır.

13-11-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] En’am.165.

[2] Bakara.286.

[3] A’raf.27.

[4] Tevbe.67-69.

[5] Neşet Ertaş.

[6] C.2/-3940-Cem’ul Fevaid.

[7] Maide.60,Bakara.65,A’raf.166.

[8] C.3/-5215-Cem’ul Fevaid.




ARMEGEDON

ARMEGEDON

” Yağmur yağarken şemsiye açınız
Armagedon, ingilizce bir kelime. Ünlü Redhouse onun türkçe anlamını şöyle veriyor: “Kıyamet gününde iyilik ve kötülük orduları arasında çıkacak savaşa sahne olacak meydan, mahşer”. Başkan Bush, “Misilleme!” diye haykıran Amerikalılarına bunu vaad ediyor. Tarifteki “iyiler” de, elbette onun komuta edeceği ordulardır. Ama “kötüler”, vardırlar da ortada değildirler. “Oralardadırlar!” diye bir takım ülkeleri, hatta bölgeleri vurmak savaşı “iyiler”in kesin zaferiyle bitirir mi? Yoksa yeni “kötüler”i mi, mantar gibi oralarda bitirir? Amerika halkı burnundan soluyor da olsa, bunun düşünülmekte olduğu anlaşılıyor. Biraz serinlik gelsin diye ölü sayısı yavaş yavaş, alıştıra alıştıra duyurulmaktadır. Önce yüzlerden bahsedilmiştir, mükemmel yönetici yetenekleri gösteren New York Belediye Başkanı Giuliani “4700 kayıp kimse var” derken 30 bin ceset torbası sipariş etmektedir. İkiz Kulelerde 50 binin üstünde kimse çalışıyordu ve teroristler bunu biliyorlardı. Ayinlerde rahipler İncilin “Allah kalbimizde ölçüsüz intikam duygularına yer vermesin” parçasını okurlarken “ölçüsüz misillemeler”in “ölçüsüz intikam duyguları”na yol açacağını hatırlatmak istemektedirler.
Evvelden fedailer haşhaş içirilerek sağlanırlardı. Öğrenilmiştir ki uçakları kulelere toslatan fedailer bu maksatla binlerce saatlik uçuş kursları görmüşlerdir ve gözlerini kırpmadan pilot kabinlerine girmişlerdir. Bu, onların kalplerine ekilmiş kin ve nefret tohumlarının köklülüğünü gösterir.
Önümüzde açılan “yeni bir milat” değildir. İçine girilen “yeni bir fırtına dönemi”dir.
Şemsiyelerimizi açık tutalım.”

M.Emin Koç

ABD Başkanı Bush, radikal bir Evangelist Hıristiyan’dır. Yahudilerde “arz–ı mev’ud” inancı ne ise, Evangelistlerde de “Armagedon savaşı inancı” o derece köklüdür. Evangelistlerdeki bu temel akide, “arz–ı mev’ud inancı” ile birebir ilintilidir. Bu bağlamda Evangelistlere, Siyonist Hristiyan da denmektedir.

Başkan Bush, bunlardan biridir, “fundamantalist bir Armageddon”dur.

Tüm rota Armagedon’a göre

Bush’un baş papazı Jerry Falwell, Yahudi–Evangelist bağlantısının en önemli aktörüdür; Irak’ı işgal sürecinde özellikle Kuzey Irak’ta önemli misyonerlik çalışmaları yapmıştır, yapmaktadır.

Sizin anlayacağınız, iki hafta önce İstanbul’a gelen Bush’un danışmanlarından futurist Prof. Nisbitt’in ifadesiyle, Başkan Bush Ortadoğu’ya Armageddon inancıyla çöreklenmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi de bu mantık etrafında şekillendirilmektedir. NATO’nun yeni rotası da bu inançla oluşturulmuştur… vesselam.

BOP planı da, NATO konsepti de, bölgemizdeki işgaller de Evangelist Bush’un, “Armageddon inancı” doğrultusunda oluşturulmuş Haçlı projesidir.

Bush’un mensup olduğu Evangelistlere göre, Armagedon savaşı, Kudüs yakınlarındaki Magedon ovasındaki tepelikte olacak bir Deccal savaşıdır . Bu savaşın öncesinde ise İsrail’in, “arz–ı mev’ud” inancında belirtilen sınırlara kadar genişleyerek “Büyük İsrail” olması şarttır. Armagedon savaşının ardından Bush’un tanrısı Davut’un tahtında Mesih’i hakim kılacak… Böylece hem “dünyevi zümre” olan Yahudiler, hem de “semavi zümre” olan Hıristiyanlar muratlarına erecek…

İşte BOP’un dinsel perde arkası… İşte NATO’nun yeni konseptinin arka plan dinsel ritüeli…!

Şu kapı kulları ne yapıyor Allah aşkına!

İmdi, gazilik ve şehitlik gibi medeniyetimize ve dinimiz İslam’a has iki temel kavram etrafında yoğrularak asırlarca insanlığa adalet taşımış, Mehmetçik adını peygamberimiz Hz. Muhammed’den almış Türk askerini, bu “Armageddon’un emir eri” konumuna sürükleyenler, ne yaptıklarının farkındalar mı!

Bu, laikliği toptan ihlal değil mi, ne dersiniz?

Armageddon’un yerli kapı kulları, asırlar boyunca hilalin temsilcisi aziz Türk milletini, böylesi vahim bir “Haçlı gidişatı”na taşeron yapmakla ne büyük ihanet işlediklerinin farkındalar mı?

Öte yandan Amerika’nın BOP’unun yerli “dinlerarası diyalog” tezgahtarları, “medeniyetler arası çatışma yok–mok” diye geveleyerek, aslında Evangelist Bush’un bu Armagedon hedefini ve hevesini örtmeye çalışıyorlar.

Armagedon karşısında Hatemi şaşkın ördek gibi…

Irak’ın işgali, BOP çukuru vs. gelişmelere ilişkin “yerli diyalogcular”dan tık yok; baş aktör F. Gülen Amerika’da, komisyonların demirbaşı M. Aydın bakanlık koltuğunda, dinsel danışman H. Karaman yeni safağı atmış kuşe–i uzlette şokta.

Bir tek Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, şu ekümenik sevdalı Bartholomous’un avukatı Kezban Hanım’ın beyi Hatemi şaşkın şaşkın konuşuyor. Bakınız, Armagedon konusunda Defne Sarısoy’a neler anlatıyor diyalogcuların “lügat maskotu” Hatemi Hoca: “Bugünkü Bush iktidarında çok tehlikeli deliler var. Orduda, hükümette, çeşitli iktidar mecralarında bazı beyinler var. Birtakım sapkın protestan tarikatleri kendi fundementalist inanışları ve ideolojileri ile iktidar nezdinde taraftar toplamaya çalışıyorlar. Sözünü ettiğim protestan fundamentalizmine göre, Hz. İsa’nın gelmesi için bu üçüncü milenyum başında mutlaka “Armageddon” denen o nihai savaşın çıkması lazım. Matrix filmi de tam manasıyla bu fikirlerin simgeleriyle doluydu. İnanmış bu Protestanlar, bir taraftan da Armageddon savaşının çıkması için uğraşıyorlar. Bu savaş nasıl çıkar? Mutlaka İsrail’in Araplara hücum etmesi veya Müslümanlar’ın İsrail’e hücum etmesi lazım. Armageddon Savaşı Kudüs yakınlarındaki Magedon Tepesi etrafında gerçekleşecek. Armegeddon Savaşı Müslüman ordusunun İsrailoğullarına saldırmasıyla çıkacak. Protestan fundamentalizmi, Armegeddon Savaşı’nda İsrail’in desteklemesi gerektiğini savunuyor. Çünkü Hz. İsa da ‘İsrail Arslanı’ olarak dünyaya gelmiştir. Yahudiler, Müslümanlar’a karşı Armageddon Savaşı’nı kazanmadıkça, Hz. İsa tekrar yeryüzüne dönmeyecek. İsa’nın dönmesi için savaşın çıkması ve kazanılması şarttır. Bu savaşı önce Hz. İsa olmadan Yahudiler’in kazanması lazım. Onun için İsrail ile sıkı bir işbirliği dini nedenlerden dolayı mecburidir. Ama bu savaş bittikten sonra da, 144 bin Yahudi hariç, o 144 bin Yahudi de Hz. İsa’ya iman eden Yahudiler olacak, hepsi kırılacak. Bu sefer de Amerika ve Hz. İsa’ya bağlı olanlar yeryüzünde kalacak…” Öğleden sonra günaydın efendim!

Hilal veya Haç; tercih sizin beyler!

Bush’un BOP çukurunda debelenerek aziz milletimizi Armageddoncuların emir eri yapmaya çabalayan eski tüfek mücahidler, yeni yetme değişmişler–dönüşmüşler, kimi etkililer, bazı yetkililer, görüyor musunuz ne vahim işlerle uğraşıyorsunuz? Ne belalar sarıyorsunuz milletimizin başına; bu Müslüman milleti kimlere kapı kulu yapıp kıyamete doğru hızla yaklaştığımız bu zaman diliminde dünyalarını da, ahiretlerini de kaybettiriyorsunuz?

Ey akl–ı selim sahipleri, Armageddon savaşı projesinde Haçlı’nın askeri olmak yerine, asırların en yüce medeniyetinin adalet timsali askeri olarak kalmak, İslam’ın şehit ve gazi rütbeleriyle Hilal’in gölgesinde kalmak daha hayırlı değil mi?

Tercih sizin…

İnancımız, tarihimiz, medeniyetimiz ve âli menfaatlerimiz Haçlı’nın emir eri değil, kıyamete kadar Hilal’in muhafızı olmaya davet ediyor.

Yarın, askerimizin Mehmetçik namını kendisinden aldığı Peygamberimiz Alemlere Rahmet Hz. Muhammed’in (SAV), Irak’ta ortaya çıkıp İslam coğrafyasına musallat olacağını haber verdiği “Şeytan’ın orduları”na, Deccal’in askerlerine değinelim dilerseniz. Ne dersiniz, değinelim mi?

Yakın geçmişe kuşbakışı
NİHAL BENGİSU

Spekülatif bir çalışma: ARMAGEDON
Yakın geçmişe kuşbakışı

“Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin 15 / 18)

Bir dönemin bazı basın organlarında yeralan, içinde İsrail, ABD, Türkiye ve Müslüman kelimelerinin bulunduğu cümleleri hatırlayın. Okuduğumuz şeyler, sloganik dokuları ve ‘doğru bir fikrin desteklenmesi için kurmacanın mümkün olabileceği’ anlayışıyla hazırlandığı için olsa gerek, gerçekten önemli olan kimi noktalar konusundaki duyarlılık eşiklerimizi bir hayli aşağı çekmişti. Her gün pişirilen ama önümüze soğuk gelen Yahudi- İsrail- Mossad ya da lobi-masonluk- ABD çağrışımlı olguların mantık ve gerçeklik kurallarına aykırı olarak ‘tüketilmesi’ yüzünden siyasi bilinç vidalarımız hayli yalama olmuştu çünkü. Kudüs denince Filistinliler gelirdi aklımıza, içimiz cız ederdi ama orada kalırdı her şey. Üstelik ‘kahrolsun siyonistler, kahrolsun Yahudiler’ v.s. şeklindeki sloganların hem çirkin hem banal kaçtığı kısa süreli bir döneme girmiştik; globalleşmeye sonuna kadar inananların dünyasında din farklılıklarının kültürel birer zenginlik olacağından, bu farklılıkların ortak insanlık tecrübesine birer katkı olarak değerlendirileceğinden bahsediliyordu. Radikal tutumların globalleşen dünyada fay kırıkları meydana getireceği söylendi, medeniyetler çatışması dendi, oysa bunları konuşmak için bile çok erkendi. Çünkü dünya üzerinde gücüne güç katmak için her yolu mübah gören, siyasetini ve stratejisini ‘efsanelere’ göre kurgulayan; yerin ve göğün, toprağın ve ateşin, tanrının ve şeytanın kimyasında yalnızca gücü arayan bir çığlığın karşısında minik, zavallı modern sosyolojik tezlere idealizmin karanlık odasında ‘Amiral battı’ oynamak düşerdi yalnızca! Zaman, üslup ve ifade yetersizliği ile sorunu odağın dışına taşıranların ‘suçlu’ olduğunu hissettiriyor şimdi, tabii her ne gerekçe ile olursa olsun sorunu vizyon dışı bırakanların da.

…İsrail ve Körfez ve Türkiye

” 23 Şubat 1996 tarihinde, Türkiye, Ortadoğu’nun sorunlu bölgesindeki İsrail ile tarihi bir anlaşmaya imza atıyordu.” “Armagedon – Türkiye İsrail Gizli Savaşı” isimli kitap İsrail konusunda oldum olası temkinli bir politika izleyen Türkiye’nin Körfez savaşı sonrası değişen dengeler uyarınca zorlandığı rol ve durumları İsrail siyasetinin referans kaynağı olan efsaneler ve Tevrat’la ilişkilendirerek cevaplamaya çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde Timaş Yayınları’ndan çıkan kitap kendi alanında oldukça iddialı. Aydoğan Vatandaş’a göre savaşın çıkması, Saddam Hüseyin’in rolü ve Tevrat’ta Babil olarak zikredilen bugünkü Bağdat’ın yerle bir edilmesi “Armagedon”a varan zincirin halkalarını oluşturuyor. “Armagedon” ise Yahudilerin dünya hakimiyetine ulaşmak için yapacakları düşünülen son savaşın adı. Efsaneye göre savaş Yahudilerin galibiyetiyle sonuçlanacak. Kitap Körfez savaşının seyri ile Tevrat’ın ilgili ayetleri arasında senkronizasyon kurarak ilerliyor:

“Babil (Bağdat) yiğitleri cenk etmeden el çektiler, hisarlarında oturuyorlar, güçleri tükendi, kadın gibi oldular, onun meskenlerine ateş verildi, kapı sürgüleri kırıldı. Şehir her taraftan alındı ve geçitler tutuldu. Kamışlıkları yakıldı” (Yeremya bölümü, 51, 30-32).

“Irak Haber Ajansı (IRNA) dün yaptığı açıklamada ABD uçaklarının Musul’un kuzeyindeki buğday ve arpa tarlalarına yangın bombası atarak binlerce hububatı yaktığını iddia etti. Irak’ın BM temsilcisi Abdülemir El Anbari de BM Genel Sekreteri Butros Gali’ye bir mektup göndererek, ABD uçaklarının…”

ABD – İsrail ikilisinin bölgedeki hedefleri çevre ülkelerin istikrarsızlaştırılmasını bir ön koşul haline getiriyor. Türkiye’yi de yakından ilgilendiren Çekiç Güç’ün bölgeye konuşlanması ve bir Kürt devleti sürecinin başlatılması da İsrail lehine çakılan önemli çivilerden biri; hele hele kurulması planlanan Kürt devletinin İsrail’in vaadedilmiş toprakları arasına girdiği göz önüne alınırsa… Aydoğan Vatandaş 15 Ağustos 1994 tarihinde Genel Kurmay Başkanlığı’ nın Birleşik Görev Kuvveti Türk komutanlığına Çekiç Güç ile ilgili olarak gönderdiği bir yazıya da yer vermiş. Metinde ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden izin alınmadan kurulan ve “Provide Comfort” harekatı ile ilgisi olmayan bir kriptodan bahsedilmekte. Türk personelin ‘giremediği’, haberleşme ve bilgisayar sistemleri ile mücehhez ve kuşkusuz ABD’nin Türkiye’de bulunma gerekçesini aşan bir kriptodur bu. İlgi çekici ve ‘uyarıcı’ mahiyette bir kaç alıntı da CIA Türkiye masası şefi Graham Fuller’den. Buna göre Kürtlerin özerklik arayışına ( uzun vadede İsrail sınırları içine girecek bu bölgenin istikrarsızlaştırılmasına!) gelebilecek muhtemel bir direnişin neticesi ‘tehlikeli ve masraflı’ olacaktır. Vatandaş’ın şeytan üçgenine benzettiği Çekiç Güç’ün ABD- İsrail ittifakını gözler önüne seren marifetleri bunlarla sınırlı kalmayacaktır elbet. 10 Şubat 1993’te Eşref Bitlis’in uçağının ‘düşürülmesi’ ve 7 Ocak 1993’te Uğur Mumcu’nun öldürülmesi de Türkiye’de Kürt devletinin önünde duran sivil-asker bürokrasisine verilen gözdağlarıdır. Kitap, Susurluk vakıalarının ortaya çıkışını da adı geçen hedefler doğrultusunda kategorize ediyor. Devletin çeşitli birimlerinin karar ve destekleri ile kurulan ve ‘kendi yöntemleriyle’ savaşan özel gücün deşifre edilmesi, Susurluk’a kadar kahraman olanların kaza sonrası ‘çete’ suçlamalarıyla anılır oluşu bu hareketten rahatsız olan ‘tasfiyeci’ güçlerin operasyonundan başka bir şey değil…

Aydoğan Vatandaş 1974 İstanbul doğumlu. 1995 yılına kadar Deniz Harp Okulunda okuyan Vatandaş çeşitli dergi ve gazetelerde yaptığı araştırma dosyaları ile tanınıyor. Armagedon/ Türkiye- İsrail Gizli Savaşı, halen Aksiyon Dergisi’nde çalışan Vatandaş’ın ilk kitabı.

Olay ve belgeler, basında yer alan ya da gizli kalan görüş ve telakkiler arasındaki ilişkileri tedrici olarak; okuyucunun heyecanını üst sınırlara taşıyan bir kontekstle kurgulanmış. Yazar sözkonusu faktörler arasındaki bağlantıları kitabın sonundaki ekte verdiği dava dosyaları bilirkişi raporları ve (özellikle Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılması konusunda alınacak tedbirlerle ilgili) üst düzey yazışmalarla destekliyor. Kitabın Foucoult Sarkacı’ndan yapılan bir alıntı ile başlayıp sözü geçen kehanetlerin hatırı sayılır bir ‘karşılığı’ makamına ‘Üst düzey bir askeri yetkilinin konuşması’ ile bitmesi kitaba ‘sinematografik’ bir süreç kazandırmış.

“Armagedon” Aydoğan Vatandaş’ın ilk kitabı ve bir başlangıç olarak da çok iyi. Yeni Dünya Düzeni rotasında yaşadığımız çalkantıların pek ‘hasbelkader’ olmadığına dair derli toplu bir şeyler okumak istiyorsanız, sağlam bir perspektifle hazırlanmış bu çalışmayı tavsiye ederiz. ‘Armagedon’ içerdiği olay, bilgi, belge ve beyanatları ile yakın geçmişe kuşbakışı bakma fırsatını da veriyor. ‘Projeksiyonlarına’ kuvvet Aydoğan Vatandaş…

***** Hasim Söylemez

Yeni yıl kehanetleri

2000 tutmadı, 2001 verelim!

2000 yılı için söylenen çoğu kehanetler fos çıkarken yeni yıl için söylenen kehanetler ise hem sevindiriyor hem üzüyor. Kâhinlere göre 3. Dünya Savaşı yeni yüzyıl içinde çıkacak, bunun sonucunda dünya büyük kuraklıklar yaşayıp çölleşecek. Tüm dünya bu kehanetleri tartışırken, yerli kâhinlerimiz de Türkiye’nin 2050 yılında dünyadaki tek süper güç olacağını ileri sürüyor

Sonradan olacak şeyleri, gaipten haber vermek anlamına gelen ve kökeni Arapça olan “kehanet” kelimesi insanoğlunun varlığından beri merak uyandırmış, daima inanılan bir güç olarak telakki edilmiş. Kehanet tarihine bakıldığında ise bu gizemli kelimenin her toplumda varolduğu karşımıza çıkıyor. Kehanet, Şamanizm kültünü yaşayan toplumlarda olduğu gibi, eski Yunan mitolojilerinde ve milattan önceki dönemlerdeki Mezopotamya uygarlıklarında karşımıza çıkıyor. Binlerce yıl boyunca ortaya atılan değişik kehanetler, dünyanın genelini ilgilendirdiği gibi, yöresel olarak kabul görenleri de var. Değişik yolları deneyerek ortaya kehanetler atan kişiler türemiş, kimisi insanları sömürmüş, kimisi de verdiği haberlerin gerçekleşmesiyle insanların güvenini kazanmış.

Ancak kâhinler tarafından ortaya atılan 2000 kehanetlerinin çoğu fos çıktı. Ne gökyüzünde uçan arabalar var, ne de Ay’da koloni kuran insanlar. Yine 2000 kehanetleri çerçevesinde insan ömrünün 150 yıla çıkacağını haftalık çalışma saatinin 25 saate ineceğini haber verenler de yanıldı. En önemlisi 1999 tarihinde kıyametin kopacağını söyleyenler yanılmak bir yana utandılar. Evet 2000 kehanetlerinin büyük çoğunluğu fos çıktı, şimdi sıra yeni milenyum kehanetlerinde. Kimi kâhinlere göre yeni milenyumda kıyamet kopacak, kimine göre ise yeni dünya savaşları başlayacak. Özellikle kaynağını İncil ve Tevrat’tan alan kâhinlere göre ise bu milenyumda Mesih’in gelecek olması insanların merakını uyandırmış durumda. Bütün bu kehanetler beklenirken, yapılan tarihi hesaplamalarda ise büyük yanlışlıklar yaşanıyor. Değişik takvimleri baz olan kâhinlerin vermiş olduğu rakamlar birbirleriyle çelişiyor. Kimi takvime göre yeni milenyum geçen sene başladı, kimine göre bu sene başlıyor. Kimi takvimlere göre ise milenyum 5 yıl önceden başlamış. Genel olarak dünyada insanlar böyle kehanetler ve tarihlerle meşgul olurken, Türkiye’de de yöresel bazda bir takım kehanetler ileri sürülüyor. Örneğin; 2050’de Türkiye dünyadaki tek süper güç olacak.

Armagedon gerçekleşecek mi ?

“Tevrat’ın Şifresi ” isimli kitabın yazarı Michael Drosnin İsrailli matematikçi Dr. Eliyahu Rips’i kaynak gösterip Tevrat’ın şifrelenmesi yoluyla birçok konuda kehanetlerde bulunuyor. Rabin Suikastı, Körfez Savaşı gibi önemli konularda haklılığı ortaya çıkarken, insanların asıl merakını uyandıran konu ise; Armagedon kehanetinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği. Yazar Drosnin kitapta Armagedon’u kıyamet ve mahşer anlamında kullanıyor; bunun da savaşla olabileceğini belirtiyor. Yani gerçekleşecek olan 3. Dünya Savaşı, eğer Tevrat’ın şifresi doğru ise yüzyılın sonunda ya da gelecek on yıl içinde gerçekleşecek. Yazar Drosnin Armagedon’u Ölü Deniz civarında bulunan “Mühürlü Kitap” olarak bahsedilen parşömenlerden esinlenerek dile getiriyor. Parşömenlerdeki şifrelerin bilgisayarla çözüleceği haber veriliyor ve şifreler çözülüyor. 2000 ve 2006 yılları Dünya Savaşı ile birlikte şifrelenmiş. Bu iki yıl hem atomik soykırım hem de Dünya Savaşı ile şifrelenmiş.

Tevrat kaynaklarından sonra Amerika’da yaşayan Hopiler de bir yıkımdan bahsediyor. Arizona eyaletinde yaşayan Hopilere göre; çeşitli zaman dilimlerinden geçen dünyayı son bir yıkım beklemekte ve bu yıkımdan sonra en son olacak kıyamete kadar gelecek bir mutluluk süresi beklemektedir. Bu yıkımın 2000 yılı başında, nükleer bir savaş veya bir göktaşı düşmesiyle gerçekleşeceğine inanılır. Hopiler tam bir tarih vermezken Mayalar büyük yıkım için gün bile veriyor. Maya kutsal takviminin bitişi MS 22 Aralık 2012 olarak kabul ediliyor ve bu tarihte bu yıkım gerçekleşecek, yani dünya son bulacak.

Nostradamus’a göre

3. Dünya Savaşı 2076’da

Kâhinlerin en ünlüsü olarak tarihe geçen Nostradamus’a göre gerçekte kıyamet 3797 yılında kopacak. Bunu da Son Gün’ün gelip çatması , yeryüzü ve gökyüzünün yep yeni bir çehreye bürünmesi ölümün ölümsüzlüğe dönüştüğü dönem olarak belirtiliyor. Ancak Nostradamus’a göre bundan önce 3750 yılında 5. Dünya Savaşı çıkacak, 2106 yılında 4. Dünya Savaşı son bulup 1000 yıl gibi bir süre barış yaşanacak. 2076’da 3. Dünya Savaşı çıkacak ve bu savaş 25 yıl sürdükten sonra, savaş sonrasında çölleşmiş bir dünya meydana gelecek. 2050 yılında SS devleti tekrar kurulacak. Nostradamus 2000 yılında atomik bir saldırı sonucu Roma’nın yok olacağını, Avrupa ile İtalya arasında bir savaş başlayacağını bu savaştan İtalya’nın galip geleceğini haber veriyor. Nostradamus’un bu son kehaneti diğer bazı kehanetleri gibi gerçekleşmiş değil. Yine Yehova Şahitlerine göre kıyamet 2000’li yılların başında kopacak.

Diğer bir kâhin Edgar Cayce de 2000 yılı için pek iyimser değil. 2. Dünya Savaşı’nın başlangıç ve bitiş tarihlerini bilen ve uyuyan kâhin olarak isimlendirilen Edgar Cayce’ye göre 21. yüzyılda kutuplar yer değiştirecek, yeni karalar ortaya çıkacak. Kızıl Çin’le Rusya’nın da birleşeceğini haber veren Cayce’ye göre aynı zamanda 21. yüzyıl barış ve sevgi getirecek.

Herkes Mesih bekliyor

2000’li yıllar için söylenen en önemli kehanetlerden birisi de Mesih’in geleceği ile ilgili. Hemen her dindeki insanların Mesih’in geleceği inancı 2000 yılı itibariyle iyiden iyiye alevlenmiş durumda. Hatta Yahudi bir tarikat Ölü Deniz civarındaki tepelerde Mesih’in geleceğini bekliyor. Bu tarikat 2000 yılı ile birlikte beklentisini iyice arttırmış durumda. Hopi Kehaneti ise bir Mesih yerine iki kurtarıcı kardeşin 2000 yılının ilk çeyreğinde yeryüzüne geleceğini ileri sürüyor. Yahudi kökenli ve İncil’den etkilenerek oluşmuş Mesih beklentisi tüm dünyayı sarmış. Bazı gruplar Mesih beklentisinde aşırıya giderek bu kurtarıcıyı bekliyor. Gelecek olan Mesih’in ise Hz. İsa olduğu yönündeki görüşler ağırlık kazanıyor. Hz. İsa gelecek diye uzun yıllar Mesih bekleyen marjinal gruplar “Şam’daki Beyaz Minare’nin altına inecek” diye, Hz İsa için her cuma caminin avlusuna bir at çekip bekliyorlar. Mesih beklentisi Müslüman olan bazı gruplarda da karşımıza çıkıyor. Ancak genel olarak Müslümanlarda Mesih inancı yerini Mehdiliğe bırakıyor. Yani müjdelenmiş kurtarıcı olacak şahıs. Bu yüzdendir ki; özellikle Türkiye’de birçok dini cemaat Mehdi’nin kendi içlerinden çıkacağını hatta daha ileri giderek Mehdi’nin kendi liderlerinin olduğunu söylemişlerdir. Mehdi için söylenen zaman ise tıpkı Mesih’teki gibi 2000’li yıllar. Bu yüzden kendisini Mehdi ilan edip piyasada dolaşan birçok meczup bulunuyor. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Güç; İslam’da kehanetin olmadığını belirterek: “Gaipten haber verme İslam’da kabul görür şey değildir. Rüya ya da sadece peygamberlere gönderilen vahiyler sonucunda gelecek ile ilgili yorumlar yapılabilir. Sıkıntılar artınca da insanlar mecburen kehanetler inanmak zorunda kalmışlar. Bu yüzden bir çok kişi kendisini Mesih veya Mehdi ilan ediyor” şeklinde konuşuyor.

Türkiye süper güç

olacak mı?

Dünya’nın genelini ilgilendiren kehanetlerin yanısıra Türkiye’yi birebir ilgilendiren kehanetler de var. Mehdi inancı doğrultusunda Türkiye’de birçok cemaat Mehdi’nin Türkiye’den çıkacağını ileri sürüyor. Yeni milenyumda çıkacak olan Mehdi’nin başta Türkiye olmak üzere tüm dünyayı kurtarması bekleniyor. Türkiye kehanetlere göre siyaset, sosyal hayat, spor ve sanat alanlarında da birtakım değişiklikler yaşayacak. Ancak kim tarafından ortaya atıldığı bilinmeyen ve Türkiye’de büyük çoğunluğa hakim olan bir inanca göre Türkiye 2000’li yıllarda süper güç olacak. Ortalıkta dolaşan kahenetlere göre, Türkiye 2040’li yıllarda dünyada kendisinden bahsettirecek, 2050 yılında ise dünyadaki tek süper güç olarak kabul edilecek. Yine kehanete göre Türkiye’nin süper güç olma aşamasında diğer Türk devletlerinin de Türkiye’ye tâbi olması sözkonusu olacak. Burada varılmak istenen Osmanlı ruhunun tekrar yeşereceği. Yani aynı kaynağa göre Türkiye önümüzdeki 10 yıl içinde kendi eksikliklerini tamamladıktan sonra Avrupa Birliğine girebilecek. Türkiye’yi önümüzdeki 2 yıl içinde bir takım değişiklikler de bekliyor. Kehanetlere göre Türkiye’de 2001’de erken seçim aşamasına gidilecek ve 2002 yılında ise seçim yapılacak. Mehmet Memiş (Medyum Memiş) cinler ile yaptığı istişare sonucunda bu yargılara ulaştığını söylüyor. Yine Memiş’e göre Türkiye’de önümüzdeki iki yılda ekonomik olarak sıkıntılar devam edecek. Ancak Türkiye’de 17 Ağustos’ta yaşanan deprem gibi büyük felaketlerin olmayacağını söylüyor. Türkiye’de önümüzdeki 10 yıl içinde sanat alanında büyük değişiklikler ve başarılar olmayacağı belirtilirken spor alanında özellikle futbolda başırların devam edeceği dile getiriliyor. Memiş, Galatasaray Futbol Takımı’nın 2001’de de dünyada kendisinden bahsettirecek başarılara imza atacağını söylüyor.

Memiş her ne kadar kehanetler ortaya atılırsa da insanın şer olan olayları hayıra çevirmesinin mümükün olabileceğini iddia ederek şöyle konuşuyor: “İnsan şer karşısında dua ederse ve Allah da bu duaları kabul ederse şerler hayra dönüşebilir. Kehanetler illa da gerçekleşecek denilemez”. Ekonomi Uzmanı Doç. Dr. Kamil Uslu ise, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde ekonomik yönden sanıldığı kadar kötüye gitmeyeceğini belirtiyor: “Türkiye önümdeki yıllarda daha da iyiye gidecek. Dengeler sağlanacak, oluşan olumsuzluklar yeni yılın başında aşılacak. Yeni gelişmekte olan ülkemizde enflasyonda da ciddi bir düşüş bekleniyor” şeklinde konuşuyor.

Milenyum 2001’de başlar

Tıpkı kâhinlerin ortaya attığı kehanetler gibi, yaşadığımız dönemin tarihi de tartışılıyor. Kâhinler başka başka takvimlerden faydalanarak ortaya attıkları kehanetlerinin gerçekleşmesi tarihi birbirini tutmuyor. Her kâhine göre dünya değişik tarihlerde yok olacak. Gnümüzde tartışılan konu ise yeni milenyumun 2000 yılında mı , yoksa 2001 yılında mı başladığı. Kullandığımız miladi takvime göre 3000 yılı 1 Ocak 2001 tarihinde başlıyor.

Mısır’da eskiden beri kullanılan Güneş Takvimi Roma İmparatoru Julyen tarafından 360 günden 365 güne çevirilip düzeltmeler yapılıyor. Böylece miladi takvimin ilk şekli ortaya çıkıyor. Daha sonra Jülyen Takvimi Mart’ta başlayan yeni yıl, 500. yılında Aziz Jean’dan dolayı 1 Ocak tarihine alınır. Gregor tarafından Ocak ayına alınan miladi takvim son ve gerçek şeklini almış olur. Yani biz bugün bu takvimi kullanıyoruz. Ve bu takvime göre 3000 yılı 1 Ocak 2001 tarihinde başlıyor, başka bir deyişle yeni milenyum 2000’de değil 2001 tarihinde sayılmaya başlanıyor. Hz. İsa’nın doğumunu baz alan takvimler ise miladi takvime göre çok daha ileride. Hz. İsa’nın doğumun baz alan hesaplamalara göre şuanda 2005 yılı yaşanıyor. Hicri takvime göre hesaplama yapanlara göre ise 2000 yılı için daha bayağı bir zaman var. Hicri takvim ise şu anda 1421 tarihini gösteriyor.

Dünyada ve Türkiye’de söylenen kehanetlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmez ama yeni milenyumun tüm insanlar için hayırlar getirmesi hepimizin temennisi.

2000 kehanetleri fos çıktı

Nostradamus göre 3—4 Temmuz 1999 tarihinde kıyamet kopacaktı

Nostradamus göre 1999 yılının yedinci ayında gökyüzünden Deccal inecek, yeni yüzyıl yaklaşırken salgın, açlık, askeri terör kol gezecekti.

1893’de Thomas De Witt Talmage tarafından söylenen; “Yaşam kalitesi o kadar artacak ki, 150 yıl yaşamak artık sıradan bir hadiseye dönüşecek”(ti).

Yine Talmage göre, “Yüzyılın sonunda kârın işveren ve çalışan arasında paylaşılması prensibiyle büyük şirketlerin ve iş dünyasının çıkarları büyük bir uyum içinde işleyecek”(ti).

1927 yılında ortaya atılmış; “Nükleer zeplinler gökyüzünde saatte 550 km hızla yol alacak!”

1940’ta, “uyuyan kâhin” Edgar Cayce tarafından ileri sürülmüş; Çin, güçlü bir demokrasiye sahip dindar Hıristiyan ülkesi olacak. Rusya, dindarların kıblesi olacak. ABD’de siyah—beyaz gerginliği çatışmalara neden olacak, yoksullar zenginlere karşı ayaklanacak.

1940’ta söylenmiş; “Binlerce km. uzaklıktaki insanlar ve maddeler, elektrik devrelerinin iki ucundaki kameralar aracılığı ile birbirine bağlanacak”(tı).

1966’da şöylenmiş bir kehanete göre; 2000’de makinalar o kadar çok üretecek ki, ABD’de herkes tek başına zengin olacak.

1967 yılında söylenmiş; Aya koloni kurulacak, insanoğlu Mars’a ayak basmış olacak, gökyüzü insanın kontrolüne geçecek.

1975’de söylenmiş; “Gökyüzünde tekerleksiz arabalar uçacak, böylece tekerleğin sonu gelmiş olacak”(tı).

1982’de söylenmiş; “Haftalık çalışma süresi azalacak. 2000’de 25 saat olacak. İki üç kişinin aynı işi yapması vardiyalar sayesinde çalışma saatleri esneklik kazanacak”(tı).

1900’da söylenmiş; “Savaşlar, tıpkı gladyatörler gibi demode olacak. Savaş bu yüzyılda varlığını koruyamayacak kadar gereksiz, aptalca ve medeniyet dışı olacak”(tı).

1900’de söylenmiş; 100 yıl sonra torunlarımızın torunları, Noel yemeğinde büyük elma büyüklüğünde çilek yiyecek.

Doç. Dr. Engin Beksaç (Sakarya

Üniversitesi Öğretim Üyesi):

Her bin yılın

bir kehaneti var

Kehanetler İnsanoğulunun varlığından beri var. Hangi tarihe bakarsanız bakın, hangi toplumu incelerseniz inceleyin kehanetler karşınıza çıkıyor. İlkel kabilelerden, modern topluluklarda bile bir kehanet inancı var ve insanlar bu güçten her zaman korkmuşlardır. Yaşanır veya yaşanmaz burası tartışılacak bir durum ama bu anlayış gelmiş ve gelecek tüm dünya topluluklarında var. Her bin yılda bir kehanet uydurulmuş, her bin yılda özellikle kıyamet ile ilgili kehanetler uydurulmuş.

Arif Arslan (Kehanet Kitabının yazarı):

Gaybı Allah bilir

Kur’an’da bilinmez denilen ve Allah’tan başkasının bilmediği gayb, mutlak gaybdır. Yani kişinin kazancı, kaderi, eceli, rızkı, yağmurun ne zaman yağacağı ve rahimlerde olanın durumu ile birlikte daha pek çok konuya ait gayb hükümleri, sadece Allah tarafından bilinen gaybdır. Mesela, yüzyıllardan beri üzerinde olduğumuz fay hattının ne zaman ateşleneceği bilinmeyen gayb hükümlerindendi. Nitekim bilemedik ve 17 Ağustos 1999 günü saat 03:03’de ateşlendi. Neden o geceydi, buna sebep neydi? Bu bizim için gizlidir, gizli kalacaktır. Yapılan yorumların tamamı tahminden öte geçmeyen şeylerdir. Kesin olarak bu iş şundan oldu diyecek hiç kimse yoktur. Yoksa bugün olmasa bile yarın depremi önceden keşfedebilecek aletler de bulunabilir. En azından birkaç dakika önce bu tespit edilebilir. Çünkü ilim bu tür konuları çözebilir. Bunlar gayb aleminden emir alemine çıktıktan sonra belli emarelerle anlaşılabilir.

MESİH DECCAL SESSİZCE GÖREVİNE BAŞLADI

Kıyametten önceki son dönem olan Ahir Zaman’da Mesih Deccal’in ortaya çıkıp insanları din ahlakından uzaklaştıracağı, yeryüzünde büyük kargaşaya ve zulme neden olacağı pek çok güvenilir hadisle bildirilmiştir.

Mesih Deccal, insanları kendi sistemine inandırmak için karışıklığı ve katliamları olması gereken bir gelişme gibi göstermekte ve bu uğurda, hiç bir günahı olmayan suçsuz çocukların dahi öldürülmesini teşvik etmektedir.

Peygamberimiz (sav) bir hadisinde “Allah Hz. Adem’i yaratmış olduğu günden bu yana, Deccal’in fitnesinden daha büyük bir fitne olmamıştır.” 1 sözleriyle Deccal’in fitnesinin büyüklüğüne dikkat çekmiş ve tüm insanları bu tehlikeye karşı uyarmıştır. Bir başka hadiste ise “Allah’ın gönderdiği her peygamber ümmetini Deccal ile uyardı” 2 sözleriyle Deccal’in fitnesinin yalnızca Müslümanlar için değil tüm insanlar için büyük bir tehlike olduğuna işaret edilmiştir.

Peygamberimiz (sav)’in, hadislerinde Deccal’in çıkış alametleri olduğunu bildirdiği olayların birbiri ardınca gerçekleşmiş olmasından ise, Mesih Deccal’in ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Dünya üzerinde yaşanan pek çok olay, Peygamberimiz (sav)’in ve İslam alimlerinin, Mesih Deccal’in ortaya çıkacağı tarih ve yapacağı faaliyetler hakkında verdikleri bilgilerle tam olarak mutabıktır. Büyük İslam alimi Said Nursi “…Deccal, büyük bir baskı ve büyük bir zulüm ve büyük bir şiddet ve dehşet ile hak ettiklerinden büyük bir iktidar görünür.”3 (Şualar 469) sözleriyle Deccal’in gücünün ve iktidarının şiddete ve baskıya dayalı olduğunu bildirmektedir. Son zamanlarda yeryüzünde artan şiddet, anarşi ve kargaşa, katliamlar ve işkenceler, devlet ve örgüt terörleri ise Deccal’in faaliyet halinde olduğunu ve tüm bunları yönettiğini göstermektedir.

Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, Deccal’in insanları iyilikten uzaklaştırabilmek için her yola başvuracağı, çeşitli hile ve aldatmacalarla geniş kitleleri etkisi altına alacağı bildirilmektedir. Deccal’in bu yolla insanları kendi idealleri doğrultusunda istediği gibi yönlendireceği “Deccal’in tabileri (ona uyanlar) çoktur. Kendisine birçok kimse iltihak eder (katılır).” 4 hadisiyle haber verilmiştir.

Deccal bu amacına ulaşabilmek için inkarı benimseyen kitleler kadar iman sahibi insanları da aldatmaya çalışacaktır. Deccal’in, verdiği telkinler ve kullandığı taktiklerle bir kısım zayıf imanlı insanları kandırmayı başaracağı ve bu yolla çevresine taraftar toplayacağı hadislerde şöyle bildirilmektedir:

Her kim Deccal’in çıktığını işitirse ondan uzaklaşsın. Allah’a yemin olsun ki kişi kendini mümin zannederek (kendine güven içerisinde) onun yanına gider ve Deccal’in şüphelendirmesiyle onu takip eder.5

Deccal’in çıktığını işittiğinizde ondan kaçınız. Çünkü bir adam onu reddetmek niyetiyle yanına gelir, fakat ona tabi olup kalır. Zira Deccal ile beraber kalpleri vesveselendiren çok şeyler vardır.6

Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in bu amaçla üç İlahi dinin mensupları olan Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlara farklı metodlarla yaklaşacağı ve onları birbirlerine düşürerek yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgunculuk çıkarmaya çalışacağına işaret edilmektedir. Hadislerde Deccal’in bu fitnesi sonucunda yeryüzününün büyük bir savaş alanına döneceği, kan dökmenin, ölümlerin alabildiğine artacağı bildirilmekte; Deccal’in hedef almayacağı hiçbir yer kalmayacağı haber verilmektedir:

… (O sırada) fitneler, karışıklıklar, ihtilaller çok olur da insanlar birbirlerini öldürürler. İnsanlar kendi canlarına kıyarlar ve yeryüzünü belalar kaplar. İşte öyle sıkıntılı bir zamanda … mel’un (lanetlenmiş) Deccal… çıkar…7

…. (Deccal) kayalık bir mevkiden çıkacaktır da, sağ tarafa ve sol tarafa (yani her tarafa ordular göndermek suretiyle) en süratli şekilde şiddetli fesatlar yapacaktır.8

Hiçbir belde yoktur ki onu Deccal orduları çiğnemeyecek olsun.9

Deccal anarşi, terör, şiddet, savaş ve kan dökmeyi kendince makul gösterebilmek için bazı inananları da, bu felaketlerin ahir zamanda mutlaka yaşanması gerektiği yalanıyla aldatmaya çalışır. Deccal’in bu oyununa göre, ahir zamanda beklenen müjdeli gelişmelerin gerçekleşebilmesi için, bunun öncesinde medeniyetlerin birbirine düşman olup yeryüzünde büyük bir savaş yaşanması gerekmektedir. Bu yanılgıya göre ahir zamanda gelmesi beklenen Mesih’in ortaya çıkışından önce Yahudilerin ve onlara destek olan bir kısım Hıristiyanların bir yanda, Müslümanların ve Katoliklerin ise diğer tarafta yer aldığı “Armagedon” adı verilen büyük bir savaş yaşanmalıdır. Deccal’in telkinlerine göre “yedi yıl sürecek bir felaket döneminin yaşanması; bu dönemde Yahudilerin ve diğer iman edenlerin zulüm görmesi; ve Armagedon savaşıyla birlikte Yahudilerin üçte ikisinin ölmesi ve İsrail topraklarının harap olması” gerekmektedir. Deccal, kutsal metinler üzerinde yaptığı aslı olmayan birtakım mecazi yorumlarla Hıristiyanları ve Yahudileri Mesih’in ancak tüm bu şartlar oluştuğunda yeryüzüne geleceğine inandırmaya çalışmaktadır. Deccal’in Hıristiyanlara telkin ettiği bu inanca göre, Hz. İsa’nın önderliğinde bu savaşı kazanacak olan Yahudiler, Hz. İsa’ya tabi olacak ve Hıristiyanlığa dönüş yapacaklardır.

Deccal bazı Hıristiyan gruplarını Hz. İsa’nın gelmesi için pek çok önşart oluşması gerektiğine inandırarak büyük bir karmaşaya sürüklemeye çalışmaktadır. Oysa ki ortada karmaşık olan hiçbir şey yoktur: “Deccaliyet Allah inancının olmamasıdır. Allah inancının olması da Mesihiyettir”. Hz. İsa’nın gelişi Allah’ın bir mucizesidir. Ancak bu, öncesinde karmaşa oluşmasını gerektirecek bir konu değildir. Allah tarih boyunca elçilerini pek çok mucizelerle desteklemiştir. Allah hayatın her anında insanlara pek çok yaratılış mucizesi de göstermektedir. Evrenin mükemmel dengesi, hücredeki olağanüstü kompleks yapı, hayvanlardaki ve bitkilerdeki harikalıklar, insan vücudunun kusursuz işleyişi gibi özelliklerin her biri çok büyük birer mucizedir. Allah, iman edenlerin imanlarının pekişmesi için pek çok güzellik yaratmaktadır. Hz. İsa’nın gelişi de yine Allah’ın iman coşkusu için yarattığı bir güzellik ve bir iman hediyesidir. Allah, takdir ettiği zaman geldiğinde Hz. İsa’yı tüm insanlığa gösterecektir. Böyle bir güzelliği, pek çok önşart ile karmaşaya sürüklemenin Deccal’in şeytani planının bir parçası olduğu görülmeli ve bu tuzağa karşı dikkatli olunmalıdır.

Mesih Deccal Ortadoğu’da Karmaşa İstiyor…

Deccal bu yolla Hıristiyanları Hz. İsa’nın gelişine kadar, dünyada bir savaş, kargaşa ve anarşi ortamı olması gerektiğine inandırmaya çalışmaktadır. Irak savaşının da, oluşmasını bekledikleri bu kıyamet alametlerinde anahtar bir rol üstlendiği fikrini benimsetmektedir. Etkisi altına aldığı insanlara, Mesih’in gelişinden önce barışı vaaz etmenin sözde bir delalet, kutsal kitapların sözüne karşı gelmek ve hatta Deccallik olacağına inandırmakta, bu yolla Ortadoğu’da gerilimin düşürülmemesi gerektiğine ikna etmektedir.10 Bu doğrultuda savaş karşıtı ülkeleri ve barış hareketlerini Deccal hareketi olarak göstermekte, Mesih gelene kadar asla barış olmaması için bölgedeki savaş ortamının mutlaka sürmesini sağlamayı amaçlamaktadır.

Bazı Ortadoğu ülkelerinde eğitim eksikliğinden, demokrasi kültürünün tam anlamıyla gelişmemiş olmasından kaynaklanan birtakım sorunlar yaşandığı açıktır. Ancak bu sorunların giderilmesinin yolu hiçbir zaman savaşmak ve şiddete başvurmak olmamalıdır. Unutmamak gerekir ki, savaş her zaman her iki tarafa da kayıp ve yıkım getirmektedir. Nitekim Irak Savaşı’nda da olduğu gibi, pek çok Iraklı masum hayatını kaybetmekte, yakınlarını yitirmekte veya sakat kalmaktadır. Aynı şekilde bu bölgede bulunan pek çok yabancı asker de ölmektedir. Her biri eğitimli, kültürlü gençlerden oluşan bu askerlerin kaybedilmesi hem aileleri hem de ülkelerinin geleceği açısından önemli bir kayıptır. Oysa ki her iki tarafın da, hiçbir maddi ve manevi zarara ve can kaybına uğramadan çözüm elde edilmesi çok kolaydır. Allah’ın emrettiği ahlakın gereği olan sevgi, hoşgörü ve adalet anlayışı yaşanırsa her türlü sorun barışçıl yöntemlerle çözülebilecek ve kolaylıkla uzlaşı sağlanabilecektir.

Ortadoğu’nun pek çok bölgesi Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar için kutsaldır. Bu beldeler zaten Hıristiyan ve Yahudilerin de atalarının topraklarıdır. Müslümanların sevip saydığı tüm peygamberler bu topraklarda yaşamış, bu beldede tebliğ yapmışlardır. Hepimiz için değerli ve kutsal olan bu topraklar çok geniştir; üç İlahi dinin mensupları da bu topraklarda dilediği gibi yerleşebilmeli, ibadetlerini özgürce yerine getirebilmeli, ticaretini yapabilmeli, huzur ve barış içinde birarada yaşayabilmelidir. Başta petrol olmak üzere bölgenin sahip olduğu yeraltı zenginlikleri de tüm halkların eşit olarak faydalanacağı şekilde değerlendirilebilir. Bunun için ise barış ve huzur ortamının olması şarttır. Bölgenin ihtiyacı toplumların sanat, tıp ve bilimsel açıdan ilerlemesi, temel insan haklarını ve bireysel hakları koruyan bir ortam oluşturulması, demokrasi anlayışının tam anlamıyla yerleşmesidir. Buna bağlı olarak ekonomik kalkınmanın sağlanması önemlidir. Ancak tüm bunlar için ayrılabilecek maddi olanakların askeri giderlere ve silahlara harcanması büyük bir kayıptır. Bunun için samimi iman edenlerin ittifak etmesi, mevcut imkanların savaşmak için değil, bu ittifakın sağlanması için kullanılması gerekmektedir.

Bölgedeki bu gibi sorunlar temelde din ahlakının tam anlamıyla yaşanmamasından ve materyalizm, ateizm gibi Deccal’in desteklediği dinsiz ideolojilerin etkisinden kaynaklanmaktadır. Ancak elbetteki bu, yalnız Ortadoğu’ya has bir sorun değildir. Dünyanın pek çok bölgesinde insanların din ahlakından uzaklaşması nedeniyle ahlaki dejenarasyon, seri cinayetler ve çeşitli sapkınlıklar yaygın olarak görülmektedir. Samimi iman edenlerin, din ahlakı dışındaki söz konusu bu uygulamaların ortadan kalkması için ciddi bir çaba göstermesi gerekmektedir. Ancak elbette Deccal bu durumun tüm dünyada yaygınlaşmasını isteyecek, savaş ve terör ortamının sürdürülebilmesi için çeşitli taktiklerle ve sinsi planlarla ortaya çıkacaktır.

Hıristiyanlar Mesih Deccal’in Oyununa Karşı Dikkatli Olmalıdırlar

Hıristiyanların ve Yahudilerin Deccal’in tüm bu tuzaklarına karşı dikkatli olmaları gerekmektedir, çünkü Deccal bunları sanki dini birer hüküm gibi göstermeye çalışacaktır. Deccal, İncil’e tabi olan samimi Hıristiyanlara oyun oynayarak, onları kendi kutsal kitaplarına muhalif olacak şekilde sapkın bir ideolojiye sürüklemeye çalışmaktadır. İncil’in öğretilerini hiçe saydırarak, kendi sapkın fikirlerini onlara doğru ve meşru göstermek istemektedir. Gerçekte ise Allah adına ortaya çıkarak hakkı batıl, batılı ise hak olarak göstererek büyük bir oyun oynamaktadır. Onları din adına, iyilik adına hareket ettiklerine inandırmakta ve Allah’ın adını kullanarak onları kötülüğe teşvik etmektedir. Kuran’da Deccal’in bu yöntemine karşı insanlar “…Aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah’ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fatır Suresi, 5) ayetiyle uyarılmışlardır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde ise Deccal’in insanlara iyiyi kötü, kötüyü ise iyi göstererek aldatacağı şöyle haber verilmiştir:

“Şüphesiz beraberinde bir cennet ve bir cehennem (diye isimlendirdiği iki ırmak) bulunması da onun fitnesidir. Aslında cehennemi bir cennet olup, cenneti de bir cehennemdir.” 11

Sonra Deccal çıkacak, beraberinde bir ırmak ve bir ateş bulunacaktır. (Onu inkar edip) Ateşine düşenin sevabı vacip olacak, (ona iman edip) ırmağına düşenin ise günahı vacip olacaktır. 12

Deccal çıkar. Beraberinde su ve ateş vardır. İnsanların su olarak gördüğü yakıcı bir ateştir. İnsanların ateş olarak gördükleri de soğuk ve tatlı bir sudur…13

Deccal’in Mesih’in gelmesi için sözde kutsal kitaplara dayandırarak öne sürdüğü tüm şartlar, gerçekte Deccal’in yeryüzünde kötülüğü hakim kılabilmek için kurduğu bir tuzaktan ibarettir. Hadislerde “onun cenneti cehennem, cehennemi ise cennetir” benzetmesiyle bildirildiği gibi Deccal, herşeyi tersine çevirerek, güzel iyi ve doğru olanı onlara kötü göstermeye çalışmaktadır.

Deccal, Hıristiyanların karşısına hiç umulmadık bir vakitte ve hiç beklemedikleri hileli yöntemlerle çıkmıştır. Allah’ın adını kullanarak ve isteklerini kutsal nedenlere dayandırarak yaklaşması, onun gelişini çok daha farklı şartlarda bekleyen bir kısım Hıristiyanların aldanmasına sebep olmuştur. Deccal, yeryüzüne sevgi, barış ve huzurun hakim olmasını Deccallik olarak gösterip, asıl Deccaliyet olan kendi fikir sistemini ise inandıkları dinin bir gereği olarak göstererek Hıristiyanlardan da bir topluluğu etkisi altına almaya çalışmaktadır. Onlara “Hz. İsa’ya itaat edin” ya da “İncil’de böyle buyruluyor” diyerek, yaptırmak istediklerini çok makul gibi göstererek yaklaşmaktadır. Asıl hedefi ise, ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez gelecek olan Hz. İsa’ya karşı mücadelesinde, istediği gibi yönlendirebileceği geniş kitleler oluşturmaktır. Bu yolla toplumları birbirine düşürerek tüm dünyayı büyük bir kaos, karmaşa, bozgun ve helaka sürüklemeyi amaçlamaktadır.

Huzuru, kurtuluşu, barışı, Ortadoğu’nun huzura kavuşmasını kutsal kitaplara karşı yapılan Deccali bir hareket olarak göstermekte; kan dökülmesini, hiçbir suçu olmayan masum insanların, zavallı kadınların, çocukların acımasızca öldürülmesini, bölgeye amansız bir dehşet saçılmasını ise onlara adeta sözde kutsal bir ibadet gibi sunmaktadır. Kendileriyle aynı kitaba inanan, kendileri gibi Hz. İsa’yı peygamber olarak kabul eden, aynı ibadetleri yerine getiren Katolikleri ortadan kaldırılması gereken bir düşman olarak göstermektedir. Aynı şekilde kendileri gibi Allah’a inanan, aynı peygamberleri sevip sayan, aynı ahlaki prensiplere sahip olan, Hz. İsa’nın gelişini aynı şekilde büyük bir heyecanla bekleyen Müslümanları da mücadele edilmesi gereken bir topluluk olarak göstermektedir.

Oysa ki Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar birbirlerine düşman değildirler; aksine Deccal’in desteklediği ateizme ve din düşmanlığına karşı birbirlerinin müttefikidirler. Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler, aynı şekilde Allah’a iman etmekte, aynı peygamberleri sevmekte ve saymaktadırlar. Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Musa veya Hz. Davud Yahudiler için ne kadar önemli ise, Müslümanlar için de en az o kadar önemlidir. Aynı şekilde Hz. İsa Hıristiyanlar için ne kadar önemliyse, Müslümanlar için de o kadar kıymetli ve kutsaldır. Tüm İslam alemi bindört yüz senedir bu kutlu peygamberin yeryüzüne ikinci kez gelişinin müjdesini vermekte ve büyük bir heyecanla bu tarihi olaya hazırlık yapmaktadır. Bunun yanı sıra Yahudilerin ve Müslümanların üzerinde yaşadıkları ve Allah’a hizmet ettikleri topraklar, Yahudiler için ne kadar kutsal ise, Müslümanlar için de en az o kadar kutsald?r. O halde savaş, karmaşa ve anarşi ortamı olması ve tüm ilahi dinlerin mensupları için kutsal olan topraklarda kan dökülmesi için meşru hiçbir sebep yoktur. Bu konuyu çok akılcı bir şekilde düşünmek gerekmektedir: Barış ve huzur içerisinde yaşamak neden Deccallik olsun? Neden Mesih’in gelebilmesi için yılarca yeryüzünde korku ve dehşet hakim olması, felaketler yaşanması gereksin? Neden Mesih gelene kadar barış olmasın, savaş sürdürülmeye çalışılsın? Yahudilerin üçte ikisi niye ölsün, neden aynı dine inanan insanlar birbirlerine düşman olup savaş açsın? Katolikler ve Müslümanlar neden Yahudilerin ve Hıristiyanların düşmanı olsun? Hıristiyan, Yahudi ya da Müslüman masum çocuklar neden haksız yere öldürülsün?

Bunların hiçbiri için hiçbir makul gerekçe yoktur. Deccal huzuru, kurtuluşu, barışı, kardeşliği, sevgiyi, şevkati, merhameti insanlara Deccali hareketler olarak göstermektedir. Bu yolla Yahudileri, Hıristiyanları ve Müslümanları birbirlerine düşürerek hedefine ulaşmaya çalışmaktadır.

Hıristiyanların dindar olmaları, Allah’tan korkmaları, peygamberleri, Hz. İsa’yı içten bir bağlılık ve büyük bir sevgiyle sevmeleri ve yeryüzüne ikinci kez gelişine hazırlık yapmaları çok güzel bir nimettir. Ama bu konuda Deccal’in oyununa gelmemeleri de son derece önemlidir. Milyonlarca Hıristiyanı körükörüne inandırmaya çalıştığı ve Hz. İsa’nın gelebilmesi için mutlaka oluşması gerektiğini öne sürdüğü şartlardan her biri, gerçekte Deccal’in insanlığı müthiş bir bozulma ve hüsrana sürükleyebilmek için kurduğu tuzaklardan ibarettir. Bu şekilde çok geniş bir kitleyi etkisi altına alarak terörü, şiddeti, anarşiyi adeta kilitleyecek bir sistem oluşturmayı hedeflemektedir.

Tüm Hıristiyanların, bu durumun Deccal’in bir oyunu olduğunu açıkça görmeleri ve bu büyük tehlikeye karşı Allah’ın gösterdiği yola uyarak ve din ahlakının gereğine uygun şekilde karşılık vermeleri gerekmektedir. Deccal’in insanları bu gibi metodlarla aldatacağı, tüm peygamberler tarafından yaşadıkları toplumlara tebliğ edilmiştir. Yapabileceği en şeytani kandırma yöntemi zaten bu şekilde Allah ve din adına ortaya çıkarak, samimi dindarları etkilemeye ve birbirlerine düşürmeye çalışması olacaktır. Deccal’in bu bilgiler doğrultusunda değerlendirilmesi ve bu yönde kuracağı tuzaklara karşı uyanık olunması gerekmektedir.

Deccal’in Bu Telkinleri, Tevrat ve İncil ile Çelişmektedir

Deccal’in Eski Ahit’e bazı anlamlar yükleyerek, Müslümanlar ve Katolikler ile Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında bir savaş yaşanması, şiddet ve gerilim ortamının ayakta tutulması ve barışın engellenmesi gerektiği şeklindeki telkinleri, hem Yeni Ahit hem de Eski Ahit ile tümüyle çelişmektedir. Bu çarpık anlayış, Hz. İsa’nın Hıristiyanlara öğretmiş olduğu ahlaka tamamen terstir. Hıristiyanlığın temelinde sevgi, barış ve hoşgörü vardır. Matta İncili’nde Hz. İsa’nın öğrencilerine “düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin” (Matta 5/44) dediği yazılıdır. Luka İncili’nde ise, Hz. İsa’nın “bir yanağına tokat atana diğer yanağını çevir” (Luka, 6/29) dediği bildirilir. Yeni Ahit’in hiçbir yerinde şiddeti meşrulaştıran hüküm bulunmamaktadır; masum insanların katledilmesi yönünde bir düşünceye ise kesinlikle yer yoktur. Hıristiyanlık bir sevgi ve barış dinidir. İncil’de Hıristiyanlara düşmanlarını bile sevmeleri, tüm insanlara iyilik yapmaları, kötülüğe karşı iyilikle cevap vermeleri emredilmiştir. İncil’e bakıldığında Hz. İsa’nın insanlara hep sevgi, barış ve dostluk tavsiye ettiği görülmektedir:

“… Sakın kimse kötülüğe kötülükle karşılık vermesin. Birbiriniz ve tüm insanlar için her zaman iyiliği amaç edinin.” (Pavlus’un Selaniklilere 1. Mektubu, 5: 14-15)

… Kavgacı değil, uysal olsunlar. Tüm insanlara her zaman yumuşak davransınlar. (Pavlus’un Titus’a Mektubu, 3: 1-2)

Birbirinizi kardeşlik sevgisiyle, şefkatle sevin. Birbirinize saygı göstermekte yarışın. (Pavlus’un Romalılara Mektubu, 12: 10)

İncil açıklamalarında önemle üzerinde durulan bir başka konu ise ayrılıkların, çekişmelerin, husumetlerin ve çatışmaların ortadan kaldırılması ve ortak bir düşüncede birleşerek barışın ayakta tutulmasıdır:

… Hepiniz uyum içinde olun, aranızda bölünmeler olmadan aynı düşüncede ve aynı yargıda birleşin. (Pavlus’un Korintlilere Birinci Mektubu, 1: 10)

Herkesle barış içinde yaşamak için elinizden geleni yapın. Ey sevgililer, hiçbir zaman öç almayın… (Romal?lara Mektup, Bap 12, 18-20)

‘Komşunu sev, düşmanından nefret et’ denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. (Matta, Bap 5, 43-44)

Deccal’in şiddeti teşvik eden telkinleri, bazı Hıristiyanların kıyamet alametleri ile ilgili inançlarını dayandırdıkları Eski Ahit’le de çelişmektedir. “Kan dökenlerin telkinlerini dinlememek” ve “kötülük görmeye dayanamamak” (İşaya, Bap 33, 15) Tevrat’ta bildirilen hükümlerdir. Samimi olarak Allah’a iman eden Hıristiyanların ve Yahudilerin pek çok konuda yaşadıkları güzel ahlakı, kitaplarında yer alan bu hükümler konusunda da yaşamaları ve barışın savunucuları olmaları gerekmektedir. Tevrat’ta şiddetin ve zulmün kınandığı; barışın, sevginin, merhametin ve güzel ahlakın övüldüğü açıklamalardan bazıları şu şekildedir:

Hükümde haksızlık etmeyeceksiniz… komşunun kanuna karşı ayağa kalkmayacaksın… Öç almayacaksın ve kavminin oğullarına kin tutmayacaksın ve komşunu kendin gibi seveceksin… (Levililer, Bap 19, 15-18)

Kötülüğü değil, iyiliği arayın ki yaşayasınız, ve böylece Rab, orduların Allah’ı, dediğiniz gibi sizinle beraber olur. Kötülükten nefret edin ve iyiliği sevin ve kapıda hakkı pekiştirin… (Amos, Bap 5, 10-15)

Tevrat’ta bildirilen diğer bir hüküm ise “kan dökülmemesi ve salih insanların yurtlarına pusu kurulmaması”dır:

Allah’ın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu memleketinin içinde suçsuz kan dökülmesin ve senin üzerine kan olmasın. (Tesniye, Bap 19, 10)

Ey kötü adam, salihin oturduğu yere karşı pusu kurma; onun yurdunu yıkma… Düşmanın yıkılınca sevinme, düştüğü zaman yüreğin mesrur (sevinçli) olmasın; yoksa Rab bunu görür… (Süleyman’ın Meselleri, Bap 24, 15-20)

İncil ve Tevrat her ne kadar sonradan tahrif edilmiş olsa da, içinde Kuran ile mutabık bazı hak hükümler de içermektedirler. Samimi olarak iman eden Hıristiyanlar ve Yahudiler, Eski ve Yeni Ahit’te yer alan bu açıklamaları göz önünde bulundurarak hareket etmelidirler. Aksinin, kutsal kitaplarına ters düşmelerinin yanında, Deccal’in amacına hizmet etmek olacağını görmeleri gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki Deccal’in Ortadoğu’da ve tüm dünyada kan dökmek için yaptığı eylemlere, ancak güzel ahlakın savunuculuğunu yaparak engel olunabilecektir.

Müslümanlar da Deccal’in Oyununa Karşı Dikkatli Olmalıdırlar

Deccal, Hıristiyanlara oynamak istediği oyunun bir benzerini Müslümlanlara da uygulamaya çalışmakta; yeryüzünde büyük bir fitne ve bozgun çıkarabilmek için onları da etkisi altına almak istemektedir. Müslümanları da aldatarak, bu ortam içerisinde kendilerine yöneltilen şiddete şiddetle karşılık vermelerini teşvik etmekte ve böylece şeytanın kan dökme arzusunu yerine getirmek istemektedir. Diğer yandan Müslümanların kendi aralarında da terörü teşvik ederek onları kendi içlerinde de birbirlerine düşürmeye çabalamaktadır. Böylece korku ve dehşet ortamını giderek tırmandırmayı, masum insanların kanını dökerek yeryüzünü kendi ahlakını hakim edebileceği bir fitne ortamına çevirmeyi hedeflemektedir.

Büyük İslam alimi Bediiüzzaman Said Nursi tüm Müslümanları bu tehlikeye karşı uyarmış, Deccal’in İslam dünyasını baskı altına alacağını, salih Müslümanlara zor ve çetin günler yaşatacağını haber vermiştir:

Ahir zamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak (ikiyüzlülük) ve zındıka (küfür) başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları (zarar veren dehşetli şahısları) … beşerin hırs ve şikakından (ikiyüzlülüğünden) istifade ederek az bir kuvvetle nev-i beşeri (insanları) herc-ü merc (darmadağın) eder ve koca Alem-i İslamı (İslam alemini) esaret altına alır.14

Samimi iman sahibi Müslümanlar bu tehlikeyi görmeli ve Deccal’in oyununa gelmemelidirler. Herşeyden önce “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever.” (Saff Suresi, 4) ayeti gereği kendi aralarında sarsılmaz bir birlik ve beraberlik ruhuyla hareket etmelidirler. Bu konuda, yaşadığı dönemde müşriklerle dahi anlaşma yoluna giden Peygamberimiz (sav)’in ahlakını kendilerine örnek almalı; ihtilaftan, çekişmeden titizlikle kaçınmalıdırlar. Nitekim Peygamberimiz (sav), müminlerin birbirlerine düşmeleri durumunda, Deccal’in etkisi altına girebileceklerini hatırlatarak Müslümanları böyle bir tehlikeye karşı uyarmıştır:

O günlerde araları bozuk olan müminler Deccal’in hedefi olmaktan kurtulamazlar.15

Peygamberimiz (sav)’in bu sözünden Deccal’in fitnesinden korunmak isteyen müminlerin, tüm Müslümanların kardeş olduğu bilinciyle hareket etmeleri gerektiği açıkça anlaşılmaktadır. Kuran’da da iman edenlerin birbirlerine destek olup dayanışmaları, aksi takdirde yeryüzünde büyük bir bozulma ve kargaşa olacağı bildirilmiştir:

İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)

Müslümanlar kendi içlerinde olduğu gibi, Hıristiyanlara ve Yahudilere karşı da Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde davranmalı, bu konuda da Deccal’in oyununa karşı dikkatli olmalıdırlar. Allah Kuran’ın pek çok ayetinde güzel ahlakın, iyiliğin, kötülüğe iyilikle karşılık vermenin önemini bildirmiş, Yahudilere ve Hıristiyanlara yani Kitap Ehli’ne karşı da, Müslümanların iyi niyet ve hoşgörü ile yaklaşmalarını buyurmuştur. Rabbimiz Kuran’da, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan adaletle hükmetmeyi, insanların hakkını korumayı, zulme asla rıza göstermemeyi, zalime karşı mazlumdan yana tavır almayı, ihtiyaç içinde olanlara yardım eli uzatmayı emretmektedir. Bu adalet, bir karar vermek gerektiğinde her iki tarafın da hakkını korumayı, olayları çok yönlü değerlendirmeyi, ön yargısız düşünmeyi, tarafsızlığı, hakkaniyeti, dürüstlüğü, hoşgörüyü, merhameti ve şefkati gerektirmektedir. Müslümanlar Deccal’in bu yöndeki aldatmacalarına karşı da yine her zaman Kuran ayetlerine göre hareket etmeli, sabırlı, tevekküllü ve itidalli davranmalı, sevgiyle, şevkatle karşılık vermelidir. Allah Kuran’da müminlere kötülükle karşılaştıklarında dahi bu tavra iyilikle karşılık vermelerini şöyle bildirmiştir:

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)

Bu konudaki en güzel örneklerden biri Peygamberimiz (sav)’in göstermiş olduğu güzel ahlaktır. Hz. Muhammed (sav), Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı her zaman son derece adil ve merhametli davranmış, İlahi dinlerin mensupları ile Müslümanlar arasında sevgi ve uzlaşmaya dayalı bir ortam oluşturulmasını istemiştir. İslamiyet’in ilk yıllarında Mekkeli müşriklerin eziyet ve baskılarına maruz kalan Müslümanların bir kısmı Etiyopya’daki Hıristiyan Kral Necaşi’ye sığınarak Hıristiyanlarla dostluk ve barış içerisinde yaşamışlardır. Peygamberimiz (sav)’le birlikte Medine’ye göç eden müminler ise, Medine’de yaşayan Yahudilerle, sonraki tüm nesillere örnek olacak bir birarada yaşama modeli geliştirmişlerdir. İslam’ın yayılış döneminde de, Arabistan’daki Yahudi ve Hıristiyan topluluklarına gösterilen tolerans, Müslümanların Kitap Ehli’ne karşı hoşgörü ve adaletinin önemli birer örneği olarak tarihe geçmiştir.

Medine Anlaşması’nın “Beni Avf Yahudileri, inananlarla birlikte bir ulus oluşturdular. Yahudilerin dini kendilerine, Müslümanların dini kendilerinedir” hükmüyle, Müslümanların Yahudilerin geleneklerine ve inanışlarına gösterdikleri hoşgörünün temeli de yine Peygamberimiz (sav) döneminde atılmıştır.

Müslümanların bu ahlakının bir başka örneği de Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın hoşgörüsüzlük ve baskıyla dolu olduğu bir dönemde, Musevi cemaatlerine gösterdiği büyük toleransla tarihe geçmiştir. Tarih boyunca Müslümanların bu ahlakları, Yahudilerin zorluk ve sıkıntı içinde oldukları çeşitli dönemlerde İslam topraklarına sığınmaları ile neticelenmiştir. İspanya’dan haksız yere sürülen Yahudilere, Osmanlı İmparatorluğu kapılarını açmış ve yurtlarından çıkarılan binlerce Yahudiyi Osmanlı barındırmıştır. İslam topraklarında, Yahudiler ve Müslümanlar birarada, huzur ve güvenlik içinde kardeşçe yıllar boyunca yaşamışlardır. Osmanlı tebası içindeki Museviler de, Devlet-i Ali’nin kendilerine gösterdiği toleransı her zaman minnetle anmışlardır.

Osmanlı yönetiminde aynı durum Hıristiyanlar için de söz konusu olmuştur. Hıristiyanlar da Osmanlı topraklarında hoşgörü, güvenlik ve özgürlük bulmuşlardır. 20. yüzyılın ilk yarısından bu yana daimi bir çatışma ve kaos içinde kalmış olan Ortadoğu’da, Osmanlı yönetimi boyunca asırlar süren bir barış ve huzur ortamı kurulmuştur. Hıristiyanlar ve Yahudiler birbirlerinin dinlerini kabul etmemelerine rağmen, Osmanlı yönetiminin oluşturduğu bu hoşgörü ortamında karşılıklı diyalog ve uzlaşı içerisinde olmuşlardır. Osmanlı egemenliğinde Yahudiler sinagoglarında, Hıristiyanlar kiliselerinde, Müslümanlar da camilerinde Allah’a ibadet etmiş, üç dinin insanları barış içinde birarada yaşamışlardır.

Peygamberimiz (sav)’in ve Osmanlı yönetiminin Kitap Ehli’ne göstermiş olduğu güzel ahlak, hoşgörü ve barış anlayışı tüm Müslümanlara örnek olmalıdır. Allah’ın Kuran’da “Kitap Ehli’yle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: “Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.” (Ankebut Suresi, 46) ayetiyle bildirdiği gibi, “en güzel şekilde yapılacak bir mücadele”den asla taviz verilmemelidir. Aksinde Deccal’in istediği fitne ve kargaşa ortamının oluşacağı unutulmamalıdır. Müslümanların tüm bu esaslar üzerinde Kitap Ehli’ne saygı, sevgi ve anlayış ile yaklaşmaları ve yaşadıkları bu ahlak ile, onlara ayette bildirilen “ortak bir kelimede birleşme” çağrısını en güzel şekilde iletmeleri gerekmektedir:

De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim. (Al-i İmran Suresi, 64)

Kuran ahlakının getirdiği bu sevgi ve hoşgörü anlayışıyla hareket edildiğinde, Deccal’in medeniyetleri birbirlerine düşürmeyi, kan dökmeyi ve tüm dünyayı büyük bir savaş alanına çevirmeyi hedefleyen oyunu Allah’ın izniyle bozulacaktır.

Sahte İsa: Mesih Deccal

Yazının başından bu yana anlatıldığı gibi Deccal, Hıristiyan toplumlarına Mesih’in ortaya çıkışı için suni birtakım kıyamet alametleri oluşturulmasını telkin etmekte ve bu suni alametleri gerçekleştirmeleri için onları teşvik etmektedir. Bu şartlar oluştuğunda ise Deccal, kurduğu sahte düzenin bir gereği olarak bu sefer de “Suni Mesih” iddiasını ortaya atacaktır. Hz. İsa’nın gelişinden önce pek çok sahte Mesih ortaya çıkacaktır ancak Mesih Deccal bunların en şiddetlisi olacaktır. Hadislerin işaretlerine göre Hıristiyanlar ve Yahudiler arasından etkisi altına aldığı birtakım gruplar bu olayı organize edecek ve Deccal’i insanlara Hz. İsa olarak sunacaklardır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in önce “peygamberlik”, bunun ardından da “sözde ilahlık” (Allah’ı tenzih ederiz) iddiasında bulunacağı şöyle haber verilmiştir:

(Deccal) Çıktığı zaman … herkes onu sahici bir mürşit sanıp peşine takılacak, sonra Küfe’ye gelince aynı şekilde çalışmalarını sürdürecek, derken peygamberlik iddia edecek… Bunu gören akıl sahibi kişiler ondan ayrılacaklar… Daha sonra uluhiyet (ilahlık) davasında bulunacak… Haşa “Ben Allah’ım” diyecek…. (Taberani bunu Sahabi olan b. Mu’temer’den böyle rivayet etmiştir.)16

O (Deccal) önce: “Ben bir peygamberim”, diyecektir. Halbuki benden sonra hiçbir peygamber yoktur. Sonra ikinci bir iddiada bulunarak: “Ben Rabbinizim” diyecektir. Halbuki siz ölünceye kadar Rabbinizi göremezsiniz…17

… Şeytanlar ona: “Ne istersen söyle, yapalım!” diyecekler. O da: “Haydi gidin, insanlara benim onların Rabbi olduğumu söyleyin!” deyip her birini bir tarafa salacak……18

İmam Şarani ise Deccal’in sözde ilahlık iddiasıyla milletleri etkisi altına alacağını şöyle haber vermiştir:

Deccal bir milletin yanına gelerek onları (kendi batıl yoluna) davet eder. O millet de Deccal(in ilah olduğun)a iman edip kendisine icabet ederler.19

Tüm bu bilgilerden Deccal’in insanlara kendisini önce yalnızca bir yol gösterici olarak tanıtacağı, sonrasında ise sözde Mesihliğini ve ardından ilahlığını (Allah’ı tenzih ederiz) ilan edeceği anlaşılmaktadır. Deccal, geniş kitleleri bu duruma ikna edebilmek için teknolojinin imkanlarından faydalanacak, en gelişmiş illüzyon hilelerini ve hipnoz yöntemlerini kullanacaktır. Bediiüzzaman Said Nursi Deccal’in başvuracağı bu yöntemleri sözlerinde şöyle haber vermiştir:

Büyük Deccal’in ispirtizma nevinden teshir edici (hipnotize edici) özellikleri bulunur… Sadece dünyayı maksad edinen bu münkir (inkarcı), mutlak inançsızlıktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata (kutsal değerlere) hücum eder. İşin hakikatini bilmeyen halk, bunu harikulade bir iktidar ve cesaret olarak görür.20

Bir başka sözünde ise Bediiüzzaman Deccal’in insanları aldatmak için yapacağı bu hileleri şöyle açıklamıştır:

Ve onların başına geçen en büyükleri, ispritizma ve manyetizmanın hadisatı nev’inden (hipnotizma ve cinlerle bağlantı şeklinde olaylarla) müthiş harikalara mazhar (sahip) olan Deccal ise, daha ileri gidip, cebbarane (zorla) suri (hakiki, ciddi ve samimi olmayan) hükumetini bir nevi rububiyet (Rablik, sahiplik) tasavvur edip Uluhiyetini (İlahlığını –Allah’ı tenzih ederiz-) ilan eder…21

Bediiüzzaman’ın da belirttiği gibi, Deccal hipnotizma ve büyü gösterileri gibi aldatmacalarda usta olacak, teknolojik hilelerle suni mucizeler göstererek kendisini insanlara sözde Hz. İsa olarak tanıtacaktır. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in göstereceği bu suni mucizeler ve bu yolla insanları nasıl etkisi altına alacağı şöyle haber verilmiştir:

Fitnesinden birisi de şudur: O, bir bedeviye: “Söyle bakayım! Eğer ben senin için ananı ve babanı diriltirsem benim senin Rabbin olduğuma şehadet eder misin?” diyecek.Bedevi de: “Evet,” diyecek. Bunun üzerine iki şeytan onun babası ve anası suretlerinde ona görünecekler…22

Bunun üzerine Deccal, başındaki şekavet (haydutluk,bedbahtlık) ehline:

“Şimdi ben bu adamı öldürür, sonra diriltirsem, benim uluhiyet (ilahlık) iddiası işinde şüphe eder misiniz?” diye sorar. 23

Onun bir fitnesi de şudur: O, tek bir kişiye musallat kılınarak o kişiyi öldürüp testereyle biçecek. Hatta o kişinin cesedi iki parçaya bölünmüş olarak (ayrı ayrı yerlere) atılacaktır. Sonra Deccal (orada bulunanlara): “Şu (öldürdüğüm) kuluma bakınız. Şimdi ben onu dirilteceğim…” diyecektir.24

Hadislere göre Deccal, sözde ilahlığını ilan ederken bunu delillendirmek için çeşitli hilelerle mezardan insan kaldıracak, insanlara kendisini ölüleri diriltiyor gibi gösterecek, alışılmadık ve aklın sınırlarını zorlayacak kitle şovları yapacaktır. Hıristiyanlar tüm bunların, Hz. İsa’nın gerçekleştireceğini düşündükleri mucizeler olduğunu sanacaklar ve böylece Deccal’in sözde ilahlığına ikna olmaları çok kolay olacaktır. Halkın büyük bir bölümü Deccal’in bu abartılı gösterilerinden etkilenecek ve onun gerçek Hz. İsa olduğuna kanaat getireceklerdir.

Deccal’in buraya kadar anlatılan tüm bu oyunları Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, İslam alimlerinin izahlarında ve diğer dinlerin kutsal kaynaklarında Deccal hakkında verilen bilgilerle birebir mutabıktır. Bu bigiler ışığında Deccal’in organize ettiği faaliyetlerin Deccali hareketler olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu nedenle Hıristiyanların, Yahudilerin ve Müslümanların tüm bunları bilerek hareket etmeleri ve Deccal’in oyununa karşı çok dikkatli olmaları gerekmektedir.

Deccal, Hz. İsa’nın Gelişine Kadar İnsanları Aldatmayı Sürdürecektir

Deccal, Mesih’in gelişine zemin hazırlama adı altında Hıristiyanları çok büyük bir aldanışa sürüklemeye çalışmaktadır. Hz. İsa’nın gelişine hazırlık yapmak elbetteki çok büyük bir hizmet, peygambere gösterilen çok güzel bir sevgi, saygı ve hürmet ifadesidir. Ancak Deccal bunu etkisi altına aldığı insanlara çok farklı yollardan; zulmü ve kan dökmeyi meşru göstererek yaptırmayı hedeflemektedir. Nitekim hadislerin işaretlerine göre Deccal’in bu yöndeki çabası, Hz. İsa yeryüzüne gelene dek de son bulmayacak, çevresine topladığı insanları Allah’a, dine hizmet, Hz. İsa’ya sadakat adı altında aldatmaya devam edecektir. Ne Deccal’in bu oyunlarının deşifre edilmesi, ne de Deccal’in oyununa gelerek terörü, şiddeti, savaşı ve kan dökmeyi körükleyen insanların uyarılması, Deccal’in durdurulması için yeterli olmayacaktır. Bir kısım Hıristiyanlar, tam bekledikleri tarzda iddialarla ortaya çıkmasından, beklenen zamanda zuhur etmesinden ve mucize olduğunu sandıkları birçok sahte harikalıklar göstermesinden dolayı bu uyarılara aldırmayacaklardır. Deccal’in fitnesi, taraftarlarının sayısı ve yaptıkları Deccali faaliyetlerin boyutları giderek daha da artacaktır (en doğrusunu Allah bilir).

Ancak burada unutulmaması gereken, tüm bunların kaderde bu şekilde olduğu için yaşanacak olmasıdır. Ne Deccal’in ne de ona destek veren taraftarlarının kendilerine ait müstakil bir güçleri yoktur. Bir kısım insanlar Hz. İsa’nın gelebilmesi için gereken kıyamet alametlerini suni olarak kendileri hazırladıklarını düşünmektedirler; ama gerçekte bunları yaratan Allah’tır. Hz İsa’nın gelmesi için çaba gösterenler, istedikleri sonucu elde edeceklerdir. Hz. İsa gerçekten de gelecektir. Ama onun gelişi Allah dilediği ve kaderde bu şekilde belirlediği için olacaktır. Yoksa söz konusu kimseler kendi inançları doğrultusunda gereken şartları hazırladıkları için değil. Çünkü Allah’ın takdiri dışında hiç kimsenin böyle bir şeye güç yetirmesi söz konusu değildir.

Aynı şekilde Deccal’in, Hıristiyanlardan bir gruba kendi isteklerini makul gösterip yönlendirmesi de yine Allah’ın takdir ettiği kaderde olduğu için gerçekleşmektedir. Yoksa Deccal tam tarif edildiği şekilde ortaya çıkmıştır ve tüm alametlerinden Deccal olduğu anlaşılmaktadır. Ama yine de kaderde böyle belirlendiği için, Hıristiyanlar ve Yahudiler arasından bazı kitleleri kandırmayı başaracaktır. Nitekim tüm bu uyarılara rağmen, Deccal yine kandırmaya ve oyununu oynamaya devam edecek, çevresindeki insanlar onun sahte yüzünü fark etmeyeceklerdir. Bu durum Hz. İsa’nın gelişine dek sürecek ve Hıristiyan cemaatleri ve diğer insanlar ancak gerçek Mesih’in ortaya çıkmasıyla bu gerçeklerin farkına varacaklardır.

Gerçek İsa Mesih’in Gelişiyle, Deccal’in Fitnesi Tuzun Suda Erimesi Gibi Yok Olacaktır

Deccal’in tüm oyunları ancak Hz. İsa’nın gelmesiyle bozulacaktır. Deccal, Hz. İsa’yı gördüğünde tuzun suda erimesi gibi eriyecek; bütün hileleri açığa çıkacak, halkın gözü önünde küçük düşecek ve büyük bir yenilgiye uğrayacaktır. Mesihlik iddiasıyla yaptığı tüm sahte mucizelerin birer aldatmacadan ibaret olduğu ortaya dökülecek; yaptığı bütün illüzyonlar, hipnotizmalar, teknolojik gösteriler, kitle şovları etkisiz hale gelecektir. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde Deccal’in Hz. İsa vesilesiyle gerçekleşecek olan bu mağlubiyeti şöyle haber verilmektedir:

Allah’ın düşmanı olan Mesih-i Deccal, İsa aleyhisselamı görünce, tuzun suda eridiği gibi erir. Hz. İsa onu terk edip bıraksa bile helak oluncaya kadar eriyip gidecektir. Lakin Allah onu bizzat İsa aleyhisselamın eliyle yok edecektir.25

… Deccal ortalığa fitne saçarken Cenab-ı Hak, Mesih İsa İbni Meryem’i gönderir… Hz. İsa Deccal ile Lüdde (Beytül Makdis’e yakın bir belde) kapısında karşılaşır ve onu yok eder.26

Deccal’in yenilgiye uğrayacağı yer ise hadislerde bildirildiği gibi Kudüs olacaktır. Hz. İsa yeryüzüne yeniden döndüğünde, Beytü’l Makdis’te (Mescid-i Aksa) Deccal’le karşılaşacak ve hadiste bildirildiği üzere “Hz. İsa’nın nefesi dahi Deccal’in fitnesinin yok edilmesine yetecektir”:

…O’nun (Hz. İsa a.s.’ın) nefesinin kokusunu duyan hiçbir kafirin ölmemesi mümkün değildir. Deccal’in yalancı olduğu etrafa dalga dalga yayılacaktır. Deccaliyet perişan olacak fikir sistemi yok edilecektir.27

… Deccal ortalığa fitne saçarken Cenab-ı Hak, Mesih Meryem Oğlu İsa’yı gönderir… nefesini idrak eden her kafir mutlaka yok olur. İsa (a.s) Deccal ile Lüdd kapısında (Beytül Makdis’e yakın bir belde) karşılaşır ve onu yok eder.28

Günümüzde süregelen bazı gelişmelere göre Deccal, yenilgiye uğrayacağı bu yere şimdiden yerleşmiş durumdadır. Bazı belirtiler, suni şartlarla suni bir Mesih oluşturmaya çalışan taraftarlarının, Deccal’i, Mescid-i Aksa’nın altında oluşturdukları geniş tesislerde saklıyor olabileceklerini göstermektedir. Deccal’i destekleyen bu kimseler buraya mistik bir görünüm vererek, geniş kitlelere onun gerçek Mesih olduğu izlenimini vermeye çalışıyor olabilirler. ( En doğrusunu Allah bilir.)

Deccal gerçek Mesih olan Hz. İsa’nın geleceği vakte kadar buradaki geçici mekanında kalacaktır. Fakat, Allah’ın izniyle buradaki mabedini inşa edemeden Hz. İsa vesilesiyle yok edilecektir.

Deccal’in karşılaşacağı bu durum Kuran’da da “Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir…” (Enbiya Suresi, 18) ayetiyle hatırlatılmaktadır. Bir başka ayette ise “De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur.” (İsra Suresi, 81) sözleriyle hakkın daima batıla karşı üstün geleceğinin haber verilmesi de yine, Deccal’in tüm oyunlarının eninde sonunda mutlaka bozulacağını göstermektedir.

Samimi İman Sahiplerine Düşen Sorumluluk

Hz. İsa ve Hz. Mehdi’nin gelişiyle birlikte, Deccal’in yeryüzüne hakim etmeye çalıştığı Allah’ın sonsuz gücünü kabul etmekten kaçınan felsefeler ve putperest inançlar tümüyle yenilgiye uğrayacaktır. Kuran ahlakının yaşanmasıyla birlikte dünya savaşlardan, çatışmalardan, düşmanlıklardan, zulüm ve haksızlıklardan kurtulacak; insanlık barış, mutluluk ve huzur içinde bir dönem yaşayacaktır. Dolayısıyla hangi inancı benimsemiş olursa olsun, samimi olarak Hz. İsa’nın gelişine hazırlanan iman sahiplerinin, böyle bir ortamın alt yapısını oluşturacak çalışmalarda bulunmaları, her türlü ayrılığı ve çatışmayı engellemek için gayret etmeleri gerekmektedir.

Samimi iman eden Hıristiyanlar, Deccal’in adeta bir zorunluluk olduğuna inandırdığı savaşı, kitle katliamlarını, kan dökmeyi teşvik eden sahte kıyamet alametlerinin, barış ve sevgiyi savunan Hıristiyan öğretileriyle hiçbir şekilde bağdaşmadığını ortaya koymalıdırlar. Bu düşünceyi savunan kimselere içerisinde bulundukları durumun yanlışlığı göstermeli, onları doğru olana çağırmalıdırlar. Sağduyu sahibi Hıristiyanların ve Müslümanların bu yöndeki gayretleriyle Allah’ın izniyle dünyanın pek çok yerinde tırmandırılmaya çalışılan gerilim engellenebilecektir. Kuran’da salih amellerde bulunan Yahudi ve Hıristiyanların Allah Katında ecirleri olduğu bildirilerek bu ahlakın gerekliliği hatırlatılmıştır:

Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah Katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 62)

Unutmamak gerekir ki, Deccal’in bir kısım Hıristiyanlara telkin ettiği gibi savaşın körüklenip barışın engellenmesi her iki tarafa da büyük kayıplar, acı ve gözyaşı getirecektir. Samimi olarak iman edenlerin ittifak etmesi durumunda ise, Deccal’in yeryüzünü büyük bir savaş ortamına çevirebilmek için oynadığı oyun Allah’ın izniyle bozulacaktır.

KAYNAKLAR:

1 Medineli Allame Muhammed B. Resul El-Hüseyni el Berzenci, Kıyamet Alametleri, Pamuk Yayıncılık, Genişletilmiş 8. Baskı, İstanbul, tarihsiz, s. 225

2 Sahih-i Buhari, Fiten 27

3 Şualar

4 Et-Tebrizi, Veliyüddin Muhammed bin Abdillahi’l-Hatibi’l-Ömeri, Mişkatü’l-Mesabih, (Dımeşk: 1382/1962, 3:38.2

5 (İmam-ı Ahmed. Ebu Davud. Hakim)(Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 99)

6 (Ebu Davud, Melahim: 14) (Kıyamet Alametleri, İsmail Mutlu, s. 82)

7 İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri,Bedir Yayınevi, s. 482

8 Sünen-i İbni Mace; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri,Bedir Yayınevi, s. 493-494

9 Sahih-i Müslim, Cilt 8 – s. 500

10 Evanjelizm Beyaz Saray’ın Gizli Dini, İsmail Vural, s. 23 (Grace Hallsell, Prophecy and Politics: Militant Evangelists on the Road to Nuclear War)

11 İbn-i Mace, 4075, 4076; Tırmizi, Fiten: 59, no. 2240, 4/510

12 Ebu davud, Fiten 4244, 2/497; İbni Ebi Şeybe, Musannef, Fiten: 5, 8/591)

13 (Müslim) (Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 13)

14 Hizmet Rehberi, 86

15 (Hakim, Müstedrek, 4:529-530) Şaban Döğen, Mehdi ve Deccal, Gençlik Yayınları, 2. Baskı

16 Medineli Allame Muhammed B. Resul El- Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 212

17 Sünen-i İbni Mace, 4077

18 Medineli Allame Muhammed B. Resul El- Hüseyni El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 212-213

19 İmam Şa’rani, Ölüm Kıyamet Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s. 491

20 (Nursi, A.g.e., s. 513-515 (Mehdi ve Deccal, Şaban Döğen, s. 74-75)

21 Mektubat, s. 55

22 Sünen-i İbni Mace, 4077

23 Sahih-i Buhari, Cilt 15, s.6981

24 Sünen-i İbni Mace, 4077

25 (Müslim, Kitabü’l Fiten: 34)

26 Hz. İsa ölmedi + Sahih-i Müslim; Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 104

27 Sünen-i Ibn-i Mace, 10/32

28 Sahih-i Müslim; Büyük Fitne Mesih-i Deccal, Saim Güngör, s. 104

******* SİYONİST HIRİSTİYANLAR

ABD’nin Irak’a saldırmasının arka planındaki gizli amaçlara ilişkin bugüne kadar birçok görüş dile getirilirken, haftalık haber ve yorum dergisi Türkiye’de Cuma, bu haftaki kapak dosyasında ABD’nin bu insanlık dışı saldırısının gerçek sebeplerini irdeledi.
“Hıristiyan Siyonistlerden Küresel Vahşet” ana başlığıyla konuyu kapağına taşıyan dergi, ABD’nin Irak saldırısının arkasında Hıristiyan siyonistlerin olduğu gerçeğine işaret ederek, bu gerçeği uzman görüşler ve kaynak kitaplar ışığında birçok yönden ortaya koydu.
Hıristiyan siyonistlerin (Evangelistlerin) ABD’de iktidarı ellerinde tuttuklarına dikkat çeken dergi, bu grubun fundamentalist dinci bir akıma mensup olduğunu ve inançları gereği Armagedon savaşını başlatmaya çalıştıklarını vurguladı.
Hıristiyan siyonist tarikatın, özellikle ABD’de son zamanlarda yayıldığı ve başta Bush ailesi olmak üzere Amerika’nın üst yönetimindeki insanları da içine aldığını anlatan dergi, George W.Bush’un da tıpkı babası ve dedesi gibi, Yale Üniversitesi’nde, siyasî yelpazenin sağ kanadındaki öğrencilerin gizli grubu olan “Kuru Kafa ve Kemikler” (Skulls and Bones Society) isimli bir teşkilâtın üyesi olduğunu ve bu teşkilâtın Yeni Dünya Düzeni’nin en önemli fikir merkezlerinden birini teşkil ettiğini yazdı.
Evangelist kelimesinin, Yunanca “evangelicel”, yani “iyi haberleri paylaşan kimse” anlamına geldiğini belirten dergi, bu grubun kendilerini zahmetsizce Armagedon savaşını ve dünya gezegeninin yok oluşunu izleyecekleri yere, yani semaya yükselmesi için Tanrı’nın elini çabuk tutmasını sağlayacaklarına inanan Hıristiyan bir tarikat olduğuna temas etti.
ABD’nin hem 1991 senesinde hem de bugün Irak’a saldırması ile Tevrat’taki efsaneler arasında birebir ilişki olduğunu ifade eden dergi, Tevrat’ın zikredilen bölümünde geçen Babil’in Bağdat, Keldaniler diyarının da Irak olduğunu bizzat ABD’de yayınlanan kitaplarda açık biçimde görüldüğünü kaydetti. Dergi, ABD’de Yahudilere hoş bakmayan siyasetçilerin yükselmesinin çok zor olduğu gerçeğine de dikkat çekerek, karar alma mekanizmalarının beyni durumundaki The Washington Institute, JINSA, Rand Corporation, International Republican Institute (IRI), Middle East Institute, CSIS vb. düşünce-araştırma kuruluşlarının hemen tamamının bunların tekelinde olduğuna işaret etti.

Bu yazı İngilizlerin ünlü TheGuardıon gazetesinde yayınlandı.

BİR NAMUSLU BİLİM ADAMI;BAŞRAHİBİN İFŞAATI

( Unutmayalım ):”Orta doğu’da Kıyamet Alameti” başlıklı bu yazının sahibi Giles Fraser, bir baş rahip.Aynı zamanda Oksford’da öğretim üyesi..

Tam da barış sürecine hayat veren taze bir başlangıç yapılmışken, ABD’nin dört bir yanında ki dini gruplar yol haritasına düşmanlığı tahrik ediyor.Geçen ay Washington’da ‘inançlar arası Siyonist liderlik zirvesi’ düzenleyen Hıristiyan-Yahudi grupların hedefi,’cani Filistin terörizminin bir devletle ödüllendirilmesine’ karşı çıkmaktı.Konferansa katılanlar arasında Hıristiyan sağının en etkili şahsiyetlerinden bazıları bulunuyordu;onların arkasında da ‘orta doğu tarihini’ vaaz eden kiliselerden, radyo istasyon-Larından ve din menkul devasa bir öğütlenme var.

19.yüzyılın sonlarından bu yana, giderek artan sayıda kökten dinci, İsa’nın ikinci gelişinin İsrail’in siyasi coğrafyasına bağlı bulunduğuna inanır hale geldi.1967 sınırlarını aklınızdan çıkarın;onlar için İsrail’in sınırları, İncil’in arkasında ki haritalar da gösterilen den oluşmak zorunda.

BM’nin 1949’da İsrail Devletinin varlığını tanıması, İsa’nın ikinci gelişine bir

hazırlık olarak kabul edilmiş ve buna inananlar arasında büyük bir coşku yaratmıştır.

1967’deki Altı Gün Savaşı da benzer bir yankı buldu.İncil kehanetlerinin gerçekleşme

sinin karşısın da Filistinlilerin yerlerinden yurtlarından edilmesine pek bir önemi yok

tu. Altı Gün Savaşı’nın ardından Billy Graham’ ın üvey babası Nelson Bell, Christianity Today (Günümüzde Hıristiyanlık)dergisinde şu iddiayı öne sürüyordu:
“2 bin yıldan bu yana Kudüs ilk kez tamamen Yahudilerin eline geçti.

Bu incil’in takipçileri için heyecan verici ve Kutsal Kitabın doğruluğuna ve geçerliliğine duydukları inancı tazeleyen bir gelişme .”

Savaşın ardından uluslar arası toplum İsrail’deki elçilerini geri çağırırken BMİsrail’in Batı Şeria’yı işgalini kınayan 242 sayılı kararını kabul ederken,Uluslar arası Hıristiyan Elçiliği İsrail’e destek veriyordu.O zamandan beri Hıristiyan sağı toprak karşılığı barış görüşmesine veya iktidar paylaşımına dayalı herhangi bir anlaşma yapılmasına inatla karşı çıktı.

Hem Hıristiyan hem de Yahudi kökten dincileri, El-Aksa Camii’nin yıkılmasını savunmayı ısrarla sürdürüyor.ABD kiliseleri,Yahudi yerleşimcilerle e-posta köprüleri kurmaya ve onlara para desteği sağlamaya teşvik ediliyor.

Dünyada bulabildiği her dostu memnuniyetle karşılayan İsrail hükümeti, uzun süredir Aşırı sağcı Amerikalı Hıristiyan gruplarla kurduğu bağlantıları sonuna kadar kullanıyor.

Kudüs’ün Filistin’in Baş piskoposu gibi ılımlı Hıristiyanlar, tekrar tekrar talep etmelerine rağmen Ariel Şaron’la görüşemiyor; oysa İsrail’in kapısı Baptistlere ve televizyonlar da boy gösteren evanjelistlere daima açık.

Bu amaç izdivacında asıl çarpıcı olan, evanjelik Hıristiyanlığın İncil’in kehanetini yorumlama biçimi:İncil’le göre Kıyamet savaşları çıkacak ve bu da Yahudilerin Hıristiyanlığa dönmesiyle sonuçlanacak.Hıristiyan Siyonistlerin en etkili şahsiyetlerinden Hal Lindsey’e bakılırsa, Gayya’dan Eilat’a uzanan vadi kanla dolacak ve “144bin Yahudi İsa’nın karşısında diz çöküp kurtulurken, geri kalan Yahudiler bütün Holokostların en büyüne maruz kalarak yok olacak.”Eğer o kadar etkili olmasaydılar, bu deli saçmalarına dönüp bakmaya bile değmezdi.Lindsey’in ‘The Late Great Planet Earth’(Büyük Yeryüzü Gezegeninin Geleceği)adlı kitabı ABD’de 20 milyon, dünyanın geri kalanın da ise 30 milyonluk satışa ulaştı.

Bu çılgınca teolojik arka plana karşı bu günler de ideolojik bir savaş veriliyor.Hıristiyan sağının kıyamet alametlerine dair yorumunun bir diğer Holokost ile neticelenmesi gerçeğine rağmen, bazı İsrailli politikacılar ve gazeteciler, kökten dincileri kendi hikayelerine daha da sıkı sarılmaları için teşvik ediyor.Jerusalem Post gazetesinde son yayımlanan yazısın da Michael Freund, evanjelistlere, Tony Blair ve Colin Powell’ın Başkan Bush üzerinde yaptığı baskıya karşı lobi faaliyeti yürütmeleri çağrısın da bulunuyor.Şöyle yazıyor Freund:”Eğer İsa bugün yaşıyor olsaydı, ABDDış işleri Bakanlığı onu muhtemelen bir Yahudi yerleşimci olmakla ve barış önünde engel teşkil etmekle suçlayacaktı.”

ABD’de 45 milyondan fazla evajelist var ve Bush için hayati önemde bir oy deposu konumundalar.Bu yüzden Bush’un onların baskısına karşı diretip Şaron’u barış planına ikna etmesi saygı duyulacak bir tutum.Belki de Bush, Blair solun oylarını nasıl toplayabiliyorsa, aynı şekil de evanjelistlerin oylarını sağlama almayı başarabilir:Yani Britanya’nın solcuları gibi evanjelistlere de gidecek başka yerleri olmadığı anlatılabilir.

Ne var ki Kudüs Başpiskoposu Riah Ebu El Assal, Bush ‘a güvenmiyor.Avrupa’nın iktidarsızlığıyla ABD’nin İsrail’e Yahudi yerleşimleri inşa etmeyi durdurmak konusunda baskı yapmayı reddetmesinin bileşiminden, zaten ölü doğmuş bir antlaşma çıktığını düşünüyor.El-Assal, “İsraillilerin Filistin topraklarını işgali sadece altı gün almıştı;pekala üç günde çekilebilirler” diyor. El-Assal, Dünya Kiliseler Konseyi’ni, işgal altında ki topraklardan gelecek bütün ürünlere karşı yaptırım uygulamaya ikna etmiş durum da.

Kudüs Piskoposluğu’nun Gazze ve Nablus’ta hasteneleri var.Onlar,Hıristiyanlığın gerçek görevlerini bu tür alanlar da hayata geçiriyorlar.Bunun tam aksine, Amerikalı evanjelistler barış sürecine karşı çıkıyor ve Iraklılara Hıristiyanlığı kabul ettirmek için Irak’a sızıyorlar.

(GILES FRASER:Putney Baş rahibi ve Oxford Wadham Felsefe Fakültesi’nde öğretim üyesi, The Guardıon, 9 Haziran 2003)

“Evanjelist Hıristiyanlar, İncil’in arkasındaki haritaya ulaşıncaya kadar İsrail yayılmasını coşkuyla destekliyor.Bu çılgınlar;yayılma tamamlanınca İsa Mesih gelecek, 144 bin Yahudi İsa’ya diz çöküp Hıristiyanlığa dönecek, geri kalanları helak (holokost/Tanrıya kurban)olacak, diye inanıyor.Amerika yönetimi bunların baskısı altında.Hem Hıristiyan hem de Yahudi kökten dincileri, El-Aksa Camii’nin yıkılmasını savunmayı ısrarla sürdürüyor.Evanjelist Hıristiyanların kıyamet alametlerine dair yorumda bir diğer Holokost(Yahudi helak’ı)olacak denmesine rağmen, bazı İsrailli politikacılar ve gazeteciler, kökten dincileri kendi hikayelerine daha da sıkı sarılmaları için teşvik ediyor.”

***** Birileri Armagedon istiyor

Atilla Akar: “Dünya bazı organizasyonlarca bir virüs gibi sarılmış. Derin güçler, nasıl ki komplo kurup dünyayı yönlendiriyorlarsa, bunların planlarını ve hesaplarını kamuoyuna anlatan birileri de olmalıdır”.

– Atilla Bey, ne zamandan beri komplo teorileriyle ilgilenmeye ve kitap yazmaya başladınız?

– 11 Eylül saldırısıyla birlikte “Global Komplo” ya da “Global Derin Devlet” organizasyonlarıyla yakından ilgilenmeye başladım. Diğer bir tabirle bende jeton 11 Eylül saldırısıyla düştü diyebilirim. Ama tabii ki kişisel bir altyapım, birikimim ve merakım vardı ki; bunu kendimce analiz edebilecek bir noktaya, seviyeye geldim. 11 Eylül olduğunda ve bütün televizyonlar kulelere çarpan uçak görüntüleriyle yayın yapmaya başladığı andan itibaren, daha ortada hiçbir veri yok iken ‘Bu ancak bir komplo olabilir’ dedim.

– Ondan sonra neler yaptınız?

– Jetonun düşmesiyle birlikte ister istemez araştırmaya, incelemeye ve bu yönde daha derinlemesine bilgi sahibi olmaya çalıştım. Sonunda da “global komploları” irdeleyen iki kitap yazdım. Bunlardan ilki “Kıyamet Komplosu”, diğeri ise “Derin Dünya Devleti” Birinci kitabımda Dünya Ticaret Merkezi’nin global amaçlı bir komplo sonucu yerle bir edildiğini, uçakların içinde “terörist” olmadığını ve söz konusu uçakların uzaktan kumanda teknolojisiyle kontrol edilerek binalara çarptırıldığını yazdım. İkincisinde ise “Derin Dünya örgütleri”nin yapısı, üyeleri ve dünyaya etkilerini kaleme almaya çalıştım.

– Tapınak Şövalyeleri ile bugünün en etkin örgütleri olan Dış İlişkiler Konseyi CFR (Council of Foreign Relations), Bilderberg arasında bir bağlantı mı var?

– Komplocu organizasyonlar yeni değil. Komplolar neredeyse insanlık tarihi kadar eskidirler. Bugünkünün farkı, oyunun alanının büyümüş olmasıdır. Dünkü örgütlerin hedefi tek tek ülkelerdi. Bugünkü örgütlerin hedefi ise tüm dünyadır. Ortaya net bir fotoğraf koyabilmek için geçmişi de kurcalamak ve hatırlatmak gerekiyordu, öyle de yaptım. Onun için de konuya Templier Şövalyeleri ile başlamayı uygun gördüm.

– “Global komplo” derken tüm dünyayı planlarını uygulamak için istedikleri şekilde yönlendiren grup, örgüt ve organizasyonlardan bahsediyoruz… Bunları kimler yapıyor?

“YUTTURMACANIN ADI: GLOBALİZM”

– Bu konuda sağ da, sol da hata yapıyor. Sol, olayı sadece ekonomik ve sınıfsal bir olay görerek, ezoterik boyutlarını anlamayarak hata yapıyor. Sağ da sadece ezoterik tarafını görerek işin sınıfsal, ekonomik boyutlarını görmüyor. Bu ikisini sentezlemek lâzım. Emperyalizmi salt ekonomik bir olay olmaktan çıkatmak gerekiyor. Daha doğrusu emperyalizme de yön veren derin “şebeke” ekonomik operasyonların yetmediğini görmüş ve şimdi de bunu siyasi üst yapı ile tamamlamak istiyor. Bu yutturmacanın adı da “globalizm” olmuş. Bunlar esas olarak Amerika’da yuvalanmışlar. Bu çekirdek yapı, 1919 yılında, Paris’te ilk “Yuvarlak Masa Toplantısı”yla işe start verdi. Bir avuç global bankerin aldığı birtakım kararları hayata uygulamak için strateji geliştirdiler. 1921 yılında ise Dış İlişkiler Konseyi’ni (CFR) kurdular. O günden beri adım adım büyümüşlerdir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları onlara yayılma fırsatı doğurmuştur. 1954’te de Avrupa ayağı olan Bilderberg kuruldu. Burada bir parantez açayım. Bilderberg, Derin Dünya Devleti’nin planlarına göre; yıkılmış Avrupa’nın yeniden inşasıdır. Bunlara, kanser gibi tüm dünyaya yayılmak için Bilderberg de yetmemiştir. Bunun için de Trilateral Komisyon kurulmuştur. Bu oluşum da Asya’ya yönelik oluşturulmuştur.

– CFR, nasıl bir yapı? Bünyesinde kimler yer alıyor?

“DERİN ÖRGÜTLERİN BÜNYESİNDE YAHUDİLER VAR”

– Büyük sermaye babalarının kurmuş olduğu bir yapı… Buna her isteyen giremiyor. Bu yapıya dahil olmak için çok dar ve güçlü ilişkilere sahip olmak, çok elit olmak gerekiyor. Çekirdek yapının 10-12 kişiden meydana geldiği söyleniyor. CFR, “Derin Dünya Devleti”nin “politbüro”sudur. Oraya ait olabilmek için Rockefeller ailesi gibi olmak şart. Süper zenginlik de yetmiyor. Belli kan bağından, aynı gelenekten olmak gerekiyor.

– Hangi kan bağından olmak tercih konusu?

– Bu ailelerin Yahudi kökenli olduğu iddia ediliyor. Bir tür dayanışma içine giriyorlar. Öyle öyle yükseliyorlar. Bunlar sadece birbirlerinden kız alıp veriyorlar, ortaklık yapıyorlar ve aynı ezoterik cemiyetlerin üyeleri oluyorlar.

– Bunlar nasıl oluyor da tüm dünyayı etkiliyorlar?

“JAPONYA’YA ATOM BOMBALARINI KİM ATTIRDI?”

– Birinci ayak ekonomi… Paraya sahip olan siyasi gücü de elde ediyor. Her alanda etkin oluyorlar. Zamanla etki alanlarını genişletiyorlar. Siyaset, finans, sosyal ve kültürel alanlara da el atıyorlar. Parlamentoya, senatörlere ve ABD başkanlarına, bürokrasiye, CIA, FBI’ya, devlet elitlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede faaliyet yapmaya başlıyorlar. CFR (Dış İlişkiler Konseyi) önceleri Amerikan dış politikası konusunda tavsiyelerde bulunan bir think-tank kuruluşu gibi faaliyet gösteriyor. Sonra her alana sirayet eden bir yapı olduğu ortaya çıkıyor. İkinci Dünya Savaş’ında Japonya’ya atılan atom bombalarının kararını bir think-tank kuruluşu alabilir mi? Herhangi bir basit fikir üretme merkezi böyle bir kararda rol oynayabilir mi?

– Bu örgütlenmelerin nihai amaçları nedir?

– Tek devletli, tek bayraklı, asimile edilmiş tek milletli bir dünya devleti kurmaktır. Başka türlü dünya üzerinde ulusal devletler var olduğu sürece istedikleri hedefe ulaşmalarının zor olduğunu çok iyi biliyorlar.

– Dünyanın geleceği için büyük tehlike olarak görülen bu yapılara ilişkin kitaplar ülkemizde son zamanlarda ortaya çıkmaya başladı. Bunları önceden tanıyan, bilen ve tehlikelerini sezen ülkelerde hiç karşı örgütlenmelere gidildiğine dair bir bilgiye ulaştınız mı?

– “Derin Dünya örgütleri” hakkında iki kitap yazmış biri olarak karşı örgütlerin kurulduğuna dair bir ize rastlamadım. Varsa da ben bilmiyorum, çünkü olaya bu açıdan bakmadım. Bu örgütler, insanlığı saran bir tür virüs gibidirler. Hele yeni bir virüs ise önce onu analiz etmeli, tabiatını anlamalı ve ona karşı bir aşı geliştirmek gerekli. Global komplolara imza atan bu derin örgütler de bir tür virüstür ve insanlık şu anda bu tehlikeye karşı aşısız yakalanmıştır.

– Tüm dünya ülkeleri mi, yoksa sadece üçüncü dünya ülkeleri mi?

“DERİN DÜNYA VİRÜSÜ YERKÜREYİ SARMIŞ”

– ABD dahil tüm dünya ülkeleri, “Derin Dünya virüsüne” aşısız yakalanmış durumda… Tüm ulusal devletleri ortadan kaldırmayı istiyorlar. Bunların bir aidiyet hissi yok.

Birileri Armagedon istiyor

Dünya, onlar için bir oyun alanı, satranç tahtası… Ama şu an onlar için bir korugan uçak gemisi gerekiyor; o da: Amerika… Ancak nihayetinde ABD’ye de karşıdırlar. Amerika’yı da, Amerikan halkını da bu belalara süren onlardır…

– Örgütlerin bünyesinde etkin olarak rol alanların çoğunluğunun Yahudi oldukları ve motiflerini kullandıkları söyleniyor… Neden daha çok Yahudiler?

“BİRİLERİ ARMAGEDON İSTİYOR”

– Hepsi değil.. Ama birilerinin Armagedon’u istediği kesin. Dünyayı “Kutsal Savaş”a sürükleme niyetindeler. Ona inanıyorlar. Armagedon’da galip çıkacaklarını düşünüyorlar. Zannediyorlar ki; “bu dünya bize kalır” ve “kral biz oluruz.” Bu, kökeni Tevrat’a giden bir inanış. Buna göre “son savaş” Kudüs yakınlarında Mediggo Tepesi diye bilinen yerde olacak. “Tanrı da İsrailoğullarına zafer vaad ediyor!” ABD’de buna inanan çok yaygın Protestan-Evanjelik tarikatlar var. Onlar da safça bu değirmene su taşıyorlar. Binyılcı, kıyametçi eğilimler bunlar. Bence 11 Eylül de, Irak Savaşı da bunların ittifakı sonucu oluşmuş şeyler. Bugün bize çok dünyevî gibi gelen şeyler aslında binlerce yıllık teolojik kavgaların tortularından başka bir şey değil. Ama çok tehlikeli!

– Irak’a açılan savaşın ardından neler olur?

– Irak savaşının ardından bölgedeki başka ülkelere karşı da savaş açılacağını düşünüyorum. Saldırı sırası değişebilir, ama ülkeler değişmeyecek. Irak’tan sonra İran, Libya, Suudi Arabistan, Suriye, Kuzey Kore ve Yemen’e saldırılar olacak… Başka aşamaları da hayata geçirmek için caymayacaklar. Zira planları bunu gerektiriyor.

– ABD’nın İran’a saldıracağı, tam bir komplo teorisi olmaz mı?

– Hayır olmaz. Ellerinde liste var. Sıradaki ülkeler için sadece bahane bulmaya çalışacaklar. En güzel bahane de “terör”dür. Bırakın “Derin Dünya”yı küçük ulusal yapılar da bile darbeler “terör” gerekçesiyle yapılmıyor mu? Bu terörü kimler meydana getiriyor? Sağda solda patlayan bombaları kimler ateşliyor? Bunları üç-beş tane idealist genç mi planlıyor? Bu senaryoyu global düzene taşıyın. Aynı şey! Sadece konsept değişiyor ve olayın çapı büyüyor.

– Amerika komşumuza saldırdı. Bundan sonra neler olabilir? Türkiye için bir tehlike var mı, nedir? Direnen ülkelere nasıl ve ne türlü zararlar veriyorlar?

“ABD, IRAK’TA ALACAĞI CESARETLE SAĞA SOLA SALDIRACAK”

– Eğer ABD bu savaştan beklediği sonuçları alabilirse, dünya çok karanlık bir sürecin içine yuvarlanacak demektir. Saydığımız ülkelere buradan aldığı cesaretle saldıracaktır. Çünkü arkasında İlluminati var ve onlarda kaos felsefesine inanıyorlar. Türkiye’ye gelince; zaten hep tehlikedeydi, ama bu kez tehlike çok yakınlaştı. Eğer böyle giderse Türkiye, Kuzey Irak’ta ABD ile sıcak bir çatışma bile yaşayabilir. Ben bu ihtimali hiç yabana atmıyorum. Direnen ülkelere ise aba altından sopa gösteriyorlar. Ekonomilerini felç etmekle, kredi vermemekle, karışıklık çıkartmakla tehdit ediyorlar. Bu santajlar Türkiye’ye de yapılıyor.

– ABD’nin halihazırdaki Başkanı Bush’un bahsettiğimiz örgütlere üye olmadığı belirtiliyor. Ancak önceki Başkan Clinton, Bilderberg üyesi… Irak savaşı onun döneminde de konuşuluyordu. Neden “derin güçler”, Clinton’a değil de Bush’a bu savaşı yaptırdılar?

– Önemli bir soru… Zaten Bush’un iktidara gelmesi de bir tür darbe ile oldu. Oylar bir hafta sayılmadı, sonra mahkeme kararıyla Başkan olduğu açıklandı vs… Bana göre Amerika’daki Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında pek fark yok. Sadece iyi polis-kötü polis oynanıyor. İster Demokratlar, ister Cumhuriyetçiler gelsin, sonuçta Amerika’da kazanan CFR’dir. Çünkü her iki partide de kadroları, adamları var. Clinton gitmiş, Bush gelmiş fark etmez. Biri iyi polis, diğer de kötü polistir.

CIA, FBI ve diğer ABD’deki tüm kuruluşların üstünde olan Ulusal Güvenlik Ajansı’nın yayınladığı “Global 2015 Raporu” var. Bu rapora göre; 2015’e kadar eğer Amerika, birtakım önlemler almazsa hem ekonomik hem de siyasal ve sosyal açıdan gerileyecek. Rapor, Bill Clinton döneminde çıkmış, ama Bush’a devrediliyor. Konsept belirlenmiş. Kim gelirse gelsin önlemler alınacaktır. Bunun için de Amerika’yı dizginlerinden kopartıp sağa sola saldırtmak gerekiyor. Kamuoyunu ikna etmek için de bir Pearl Harbour gerekiyordu. Teorisini de Yahudi asıllı Samuel Huntington ki -CFR üyesidir- “Medeniyetler Çatışması” ile yaptı. Bu saptama ve hedef doğrultusunda söz konusu yapı, bütün analizleri yaparak bundan böyle bir maraza çıkartmak gerektiğine karar verdi. 11 Eylül bunun bir neticesiydi. Bu anlamda 11 Eylül olmuş bitmiş bir olay değildir, halen sürüyor…

– ABD, savaş kararına güya meşruiyet kazandırmak için ikinci bir tasarıyı BM’ye götürseydi ve olumsuz bir netice çıksaydı nasıl gelişmeler yaşanırdı?

– İhtimal ki yeni bir 11 Eylül benzeri olay tertip edeceklerdi. Ancak bu ihtimal hiç ortadan kalkmamıştır. İşlerin yeniden sarpa sarması durumunda 11 Eylül benzeri komplolar, provokasyonlar beklenmelidir. Muhtemelen de bu kez Avrupa’da olacaktır. Gene ihtimal ki; Fransa ve Almanya’da olacaktır. Bunu iki nedenle yapacaklardır: Hem Avrupa hükümetlerine gözdağı vermek hem de en büyük Hıristiyan coğrafya olan Avrupa toplumlarını İslâm’a, Doğulu halklara karşı kışkırtabilmek için.

Aydoğan Vatandaş, genç yaşına rağmen ‘Apokalipse’, ‘Haarp’ ve yayınlanır yayınlanmaz toplatılan ve hakkında 5 ayrı dava açılan ‘Armegedon’ adlı üç kitaba imza attı. Aydoğan Vatandaş’la ‘yasaklanan kitaplar’ını ve ‘ilgi alanları’nı konuştuk.

Armagedon/Türkiye-İsrail Gizli Savaşı adlı kitabınız 1998 yılında toplatıldı ve dava açıldı. Kitabı yayımlamadan önce böyle bir sonuç bekliyor muydunuz?

Elbette bekliyordum. Kitabı yazarken savunmalarımı da hazırlıyordum. O dönem çok ilginç bir dönemdi. Her an darbe olabilir endişesiyle yaşanılan bir dönemdi. Kitabı yazdığımda 23 yaşındaydım. Kitabı okuyan, yazdıklarımın farkına varan neredeyse herkes ‘bu kitabı 30’undan sonra yazamazdın’ dediler bana. Bu değerlendirme doğru olabilir. Armagedon’u, sahip olduğum bilgilerin bana yüklediği sorumluluk duygusuyla yazdım. Bir tür zorunluluktu bu. Madem ki biliyordum o halde yazmalıydım. Yetişme tarzımdan kaynaklanan ‘hiçbir şeyi zamana bırakmama’ ilkesi önemli bir itici güç oldu. Bir şey yapılmalıysa o an yapılmalıdır. Sonucuna daha sonra katlanırım diye düşündüm hep. Kazandığım da oldu kaybettiğim de.

Halk arasında toplatılan kitapların gerçeği yansıttığına inanılır ve bu kitapların satışları yasaktan olumlu etkilenir. Sizin kitaplarınız nasıl etkilendi?

Benim kitaplarım da bu yaygın inanıştan fazlasıyla etkilendi elbette. Daha önce de ifade ettiğim gibi insanların tutuklandığı, her gün darbe endişisiyle yaşadığı bir dönemde yazdım kitabı. Hatırlarsanız Orgeneral Çevik Bir emekli olduktan sonra bazı gazeteciler yavaş yavaş seslerini yükseltmeye başladılar. Ben bu kitabı yazdığımda Çevik Bir Genelkurmay II. Başkanı’ydı. Böyle bir dönemde böyle bir kitabın yazılmış olması kuşkusuz bir teveccühü de beraberinde getirdi. Bu da son derece normal.

Neden hep gizli, tehlikeli konularla ilgileniyorsunuz?

‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ sözünden belki. Belki de riski seven yanımla ilgili. Bu tür konulara özellikle eğilmiyorum aslında. Kendimi buna odaklamış değilim. Ancak kimi zaman öyle şeyler öğreniyoruz ki, sorumluluk gereği ister istemez bu tür alanlarda yazıyorum.

Bu tür konulardan sıkıldığınız olmuyor mu hiç?

Sıkıldığımı söyleyemem ama kimi zaman strese girdiğimi söyleyebilirim. Yazdığınız bir yazıdan ya da bir haberden sonra açılan bir tehdit telefonu huzurunuzu kaçırabiliyor. Bunlar insanı rahatsız ediyor.

Çalışmalarınızı nasıl yapıyorsunuz?

İyi ve de disiplinli çalışıyorum. Yoğunlaştığım konuyla ilgili çok iyi araştırma yapmaya çalışıyorum. Daha önemlisi yapmaya çalıştığım şey ne denli zor olursa olsun, kesinlikle başarabileceğimi düşünüyorum. Bu yüzden de ortaya iyi bir eser çıkıyor.

Şu anda hangi proje üzerinde çalışıyorsunuz?

Şu an Türkiye için ne yapabilirim, nasıl bir vizyon belirleyebiliriz bunu araştırıyorum. Hazırlamakta olduğum iki kitabım var. İzin verirseniz şimdilik isimleri bende kalsın.

Görevleri herşeyi mümkün kılar

Aydoğan Vatandaş, gazetecilerin tehdit edilmesi hakkındaki düşüncelerini şöyle belirtiyor:

“Armagedon adlı kitabımla ilgili yargılanırken çok sıkı, psikolojik bir baskı yaşadım. Toplam 5 davada 30 yılla yargılanıyordum. Bundan daha kötü bir tehdit o sırada olamazdı sanırım. Aslında bu konuda yapacak bir şey de yok. Türkiye’de herkesi ortadan kaldırmak mümkündür. Devletin öyle birimleri var ki, bırakınız Türkiye’yi, Yeni Zelanda’da bile darbe yapar ve yasal olarak hiçbir şey yapamazsınız. Ancak Genelkurmay Psikolojik Harp Dairesi’nin kuruluş yapısını ve çalışma esaslarını incelediğinizde, bu yaptıklarının kesinlikle görev alanı içerisine girdiğini görüyorsunuz. Mehmet Eymür, ‘Yeşil’i kullanması ile ilgili olarak sorulan bir soruya ‘bizim görevimiz bunu mümkün kılar’ diyordu. Başbakan Ecevit de birtakım gizli görevlilerden bahsediyor. Başbakan gizli görevlilerden bahsedeceğine, bu gizli görevlilerin görev alanlarının yeniden tanımlanabilmesini sağlamaya çalışmalıdır. Bu da şimdilik çok zor gözüküyor.”

Okuyucuların kendisine, edindiği bilgilerin kaynağını sorduklarını ve çok iyi tepkiler aldığını söyleyen Vatandaş, ihtiyaç duyduğu konularla ilgili her türlü kitabı okuduğunu belirtiyor: “Kitap okuma konusunda biraz pragmatistim. Neye ihtiyaç duyuyorsam onu okuyorum. Bu bazen hazırlamakta olduğum bir yazı ya da kitapla ilgili Türkçe ya da İngilizce bir kitap oluyor ya da yeni çıkmış bir şiir kitabı.” Havva Setenay İLHAN

EMİN ALPER, SÜLEYMAN KONAK

HABER YORUM;

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ

20. yüzyılın ilk yarısı Osmanlının da ortadan kaldırılmasıyla birlikte dünyanın geleceğinde İslam Medeniyetinin söz sahibi olma gücü kalmadı. Müslümanlar her coğrafyada deyim yarindeyse bir ölüm kalım mücadelesi verdiler. Neredeyse yok oluş felaketi ile karşı karşıya kaldılar. Ancak yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte bu karabasan dönemi yavaş yavaş sona erdi ve hatta müslüman toplumlar yeniden tarihin yapımında kurucu aktörler olarak kilit rolü oynama azmi, çabası ve iradesi göstererek yeni bir sıçrama döneminin eşiğine geldiler. Yüzyılın ilk yarısında hedeflenen müslüman toplumları pasifleştirerek yok etme projelerinin iflas ettiği görüldü. Bu durum emperyalist güçlerin Sovyetlerin dağılma süreci ile birlikte müslüman coğrafyaya tekrar yönelerek aynı amaçlar doğrultusunda yeni plan ve projeler geliştirme ihtiyaçlarının ortaya çıkmasına yol açtı.

Soğuk savaş döneminin 1990’ lı yıllarla birlikte sona ermesi ile birlikte global müstekbirler insanlığın önüne önce Yeni Dünya Düzeni (YDD) projesini sundular. Bu düzen şimdi Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile hayata geçirilmek isteniyor. Bölge halkları çok iyi biliyor ki bu aslında Siyonistlerin binlerce yıllık hedefi olan Büyük İsrail Projesinden (BİP) başka bir şey değildir.

Bu amaçların gerçekleştirilmesi için Bush’un güvenlik danışmanı Rice’nin de başlangıçta söylediği gibi bölgedeki 22 ülkenin sınırlarının değişmesi gerekmektedir. Bunun ilk adımları da Afganistan ve Irak’ın işgalleri ile atılmıştır.

İkinci hedef enerji kaynaklarının ele geçirilmesidir. Daha şimdiden bolge petrollerinin %40’ı olan Irak petrolleri, Afganistan’daki zengin uranyum kaynakları fiilen olmak üzere el değiştirdi. Bu durum dünya bor tuzlarının %75 ine sahip bulunan ülkemizi de yakından ilgilendirmektedir.

Üçüncü olarak yüksek ve ileri teknolojinin bölge ülkelerinin eline geçmesi de engelleniyor. Bizim ülkemizde değişik zamanlarda yapılmaya çalışılan nükleer santrallerin çeşitli ‘tesadüfler’(!) sonucunda sürekli ertelenip akim kalması, bölge ülkelerinin ( Tabi ki İsrail hariç) elinde bulunabilecek nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların küresel tehdit olarak dünyaya gösterilmesi bu amaca hizmet etmektedir.

Bir başka hedef ise küresel sömürü aracı olan doların mevcut hegemonyasının sürdürülmesidir. Bölgedeki enerji kaynakları da kullanılarak bu ülkelerin ekonomik olarak felç edilme durumunun sürdürülmesi amaçlanmaktadır. Öyle ki her imkana sahip olan bir ülke bile doları yoksa hiçbir şey yapamaz haldedir. Dolar bulmak için ise ya borçlanması ya da mevcut imkanlarını başka birilerinin bastığı kağıt parçaları ile değişmesi gerekmektedir. Bunun da özellikle bölge ülkelerinin köleliğinin devam etmesi anlamına geldiği çok açıktır.

İkiz kulelere yapılan şaibeli saldırılar sonrasında dünyaya nizamat vermek için yola çıkan Amerikanın yaptığı işin adını “Teröre karşı topyekün haçlı savaşı” olarak koyması da bir tesadüf değildi.

Yaşadığımız bu coğrafyaya yönelik hesaplar, bu coğrafyanın gerçeklerini, dinamiklerini, değerlerini yok sayarak belirleniyor. Bu kuşatıcı projeler bile meydana gelecek sürprizleri önleyemeyecek, kontrol altına alamayacaktır. Bunca baskı, aşağılama ve kan, bütün hesapların boşa çıkarılacağı gelişmeleri tetikleyecektir.

BÜYÜK DOĞU MU BÜYÜK ORTADOĞU MU ?

Sayın Başbakan Kültür Bakanlığının düzenlediği Üstad’ı anma toplantısında “Üstad’ın ideolocyasının kendisine bugünkü ufukları açtığını” söylemiş. Galiba bize, “Baylar ve bayanlar endişeye kapılacak bir şey yoktur. Büyük Ortadoğu Projesi aslında Üstad’ın Büyük Doğu idealinden başka bir şey değildir.” demek istedi. Biz de Üstad’ın ideolocya örgüsünden iki paragrafı bu vesile ile hatırladık…:

“Biz hangi milleti ve siyasî zümresiyle olursa olsun, Avrupalıların hoşuna gittikçe ve alkışını topladıkça, böbürlenmek yerine başımızı taştan taşa vursak daha iyi ederiz. Zira bizim, hangi milleti ve siyasî zümresiyle olursa olsun, Avrupalının hoşuna gitmemiz ve alkışını toplamamız, ancak kendimizi tahrip ve inkarımız nispetinde kabildir.”

“Şu yüzden ki, biz Avrupalının kendi familyasından sandığı bir millet değiliz. İstediğimiz kadar ondan olduğumuzu iddia edelim, onun kılığına bürünelim ve harfleri ile yazalım, Avrupalı bu iddiamızı, hatta bu iddiada muvaffakiyetimizi alkışlarken, için için bize gülecek, bizden tiksinecek ve tuzağa kendi ayağıyla düşen bu safdil avı kaçırmamak için her şaklabanlığı yapacaktır.”

MÜSLÜMAN ALİMLER BİRLİĞİ

Geçtiğimiz ay içinde Tanınmış âlimlerden Yusuf El Kardavi başkanlığında, “Dünya Müslüman Alimler Birliği” kuruldu. Birlik, müslümanların kendi içlerindeki dağınıklığa son vermeyi amaçlıyor. Aynı zamanda İslam dünyası dışındaki toplumların da İslam dini hakkındaki yanlış bilgilerini düzeltmeyi, önyargılarını yok etmeyi de hedefliyor.

Dünya Müslüman Alimler Birliğinin amaçlarına uygun olarak hareket etmesini, hedeflediği çalışmaları en güzel bir şekilde yapmasını, müslüman birliğini sağlamasını temenni ediyoruz.

Büyük Ortadoğu Projesiyle İslam dünyasının işgal edilmek istendiği bir dönemde başta D-8 olmak üzere, Dünya Müslüman Alimler Birliği gibi önemli kuruluşlara çok ihtiyacımız var. Bu kurumlara sahip çıkmalı, işgale sömürüye ve adaletsizliğe karşı ciddi bir kalkan olduklarının farkında olmalıyız..

ACABA MI ?

ABD’nin eski başkanlarından Reagan, Siyonizm’in armagedon diye adlandırdığı büyük kıyamet savaşına işaret ederek “İsa ile Deccal arasında, Kudüs civarında vuku bulacak savaşı muhtemelen bizim nesil görecek.” diyordu.

Peygamberimiz, Deccal denilen büyük fitneden bahsederken, kendisinden önceki bütün peygamberlerin ümmetlerine bundan bahsettiğini bildirmişti. Deccal dünyaya şerri hakim kılmak için savaşacak ve “Rablık” iddiasında bulunacaktır. İslam kaynakları 70.000 yahudinin ona tabi olacağını yazar. Hz. İsa ikinci defa avdet edecek ve deccalle savaşarak onu yenecektir. Siyonist evangelist ittifakının armagedon dediği bu savaşa bizim kaynaklarımızda Melhame-i Kübra adı verilmektedir. Bu savaşın gerçekleşeceği yer ise “atların diz kapaklarına kadar kana gömüleceği” haber verilen Amik Ovasıdır. Amik Ovası Konya’nın güneydoğusunda ve Torosların eteklerinde yer almaktadır.

Merak ettiğimiz, İsrail-ABD ikilisinin Konya’mızda yıllardır tatbikat yapma heveslerinin ve son zamanlarda gündeme taşınan Kıbrıs’ın kuzeyinde üs kurma ihtiyacı duymalarının konu ile ilgisi olup olmadığıdır.

DÜN – BUGÜN

DÜN

Milletvekilleri el kaldırma makineleri değildir. Hükümet el kaldır dediğinde kaldıran, indir dediğinde indiren milletvekili anlayışı AKP iktidarının ilk gününde tarihe gömülmüştür. (Seçimlerden sonra.)

BUGÜN

Ben milletvekiliyim açıklama yaparım diyenler…Yapamazsın kardeşim. Bağımsız yapamazsın. AKP çatısı altında, bu markanın altında yapamazsın. Öyle bildiri mildiri…( DEP eski milletvekillerinin serbest bırakılmasından sonraki hükümet politikalarını eleştiren bildiri yayınlayan AKP’li vekillere. R.T.E.)

NATO TOPLANTISI

Son NATO toplantısı İstanbul’da yapıldı. Ülkemiz ABD’ninki başta olmak üzere bir çok devlet adamını ağırladı. Toplantı için neden Türkiye’nin seçildiği, İstanbullulara verdiği zahmetler vs çokça tartışıldı.

NATO toplantısının en önemli konusunun BOP olduğu biliniyor. Komünizmin çökmesinden sonra NATO’nun varlığını sürdürebilmesi için gerekli yeni düşmanın ‘İslam’ olduğu artık kesin.

Toplantıda BOP’ u somutlaştırıcı adımlar atıldı. NATO bünyesindeki “istihbarat teşkilatı”nın işlevi artırıldı. Irak güvenlik birimlerine verilecek eğitim NATO bayrağı altına alınarak işgal meşrulaştırıldı. Afganistan’daki asker sayısı artırıldı.

Bush zirvede diğer üye ülkelere şunları söylüyor.: “NATO’nun görevi sadece bir güvenlik örgütü olmakla sınırlanamaz. Demokrasi, insan hakları gibi evrensel değerlere de öncülük yapmalıdır.” (NATO’nun buna göre birinci hedefinin bizzat Bush’un kendisi olması gerekiyor.)

NATO toplantısı sırasında birde skandal meydana geldi. Değerli medyamıza olay “Önce elini göster sonra tokalaş.” esprisi ile yansıdı. Ev sahibi olduğumuz ülkemizde, misafir bir devlet başkanına hoş geldin demek için tokalaşmak isteyen devlet bakanlarımıza elleri o şahsın korumaları tarafından “tırnak muayenesinden” geçirildikten sonra izin verildi. Sömürge ülkelerinde bile rastlanılmayacak bu olay karşısında sayın devlet bakanımız Beşir Atalay beyin önce biraz şaşırdığı ama daha sonra o zat ile tokalaşarak onurlandırıldığı da medyamızda yer aldı.

HRİSTİYAN SİYONİSTLER Hristiyan Siyonistliğin doktrinini tanımlamak için sıkça kullanan diğer bir terim ise “dispensationalisttir”. Dispensation kelimesi ingilizce de şu anlamlara gelmektedir: 1- Dağıtma, bölme, idare, tertip. 2- Muafiyet, af, hariç tutma,dışında bırakma, istisna. Hristiyanlık ise terim olarak ” bir dinin etkili olduğu dönem” ve “kilise tarafından çok özel olarak verilen izin” manalarına gelmektedir. Bu Hristiyan Siyonist gruplar, Kitab-ı Mukaddeste dönüm noktası olan yedi aşama, dönem belirledikleri için kendilerine “dispensationalist” demektedir.

İnançlarına göre bu yedi aşama şunlardır:
– Yahudilerin Filistine geri dönmeleri
– Yahudi devletinin kurulması
– Dünyanın, İsrailoğulları dahil tüm uluslarına İncil’in vaaz edilmesi.
– Rapture ( Vecd ). Kiliseye iman edenlerin cennete yükseltilmesi.
– Tribulasyon (felaket dönemi). Yedi yıl sürecek olan felaket dönemi. Bu dönemde, yahudiler ve diğer imanlılar zulüm görecekler. Ancak yine bu dönemde iyilerle Deccal önderliğindeki kötüler savaşacak.
– Armagedon savaşı. İsrail’deki Megiddo Ovasında yapılacak olan savaş.
– Deccal ve ordusunun yenilmesi ve Mesih’in krallığını kurması. Krallığın başkenti Kudüs olacak.
– Krallık yahudiler tarafından yönetilecek. Bu yahudiler Mesih’e bağlanacaklar yada Hristiyanlığa dönüş yapacaklar.
Ayrıca Armagedon savaşı öncesinde, o zamandaki felaket ve acılardan kendilerini muaf tuttuklarına inandıkları için onlara Türkçe’de “muafiyetçi” denilmektedir.

Değişik muafiyetçi gruplar arasında bazı farklılıklar olabilmektedir. Örneğin yahudilerin akıbetleri hakkında bazı farklılıklar bulunabilir. ( Toptan dönüş yapanların vs. ) muafiyetçiler kehaneti gerçekleşeceği yerler olarak coğrafi konum tespit etmekten hoşlanırlar, İsrail’deki Megiddo Ovası gibi. Muafiyetçiler Deccal hakkındaki bölümlerde geçen bazı İbranice kelimelerin, İngilizce Rusya ve Moskova kelimelerini çağrıştırdığını düşünerek Deccal’İn Rusya tarafından yönetileceği şeklinde yorumlarda yapmaktadırlar.

Armagedon savaşını nükleer silahlarla yapılacağını ve Rusya’ya karşı İsrail’in yanında yer alacak ABD’nin ahlaki çöküş yaşayacağına inanmaktadırlar. (Hal Lindsey’in The Late Great Planet Earth / Merhum Büyük Gezegen Dünya adlı kitabı bu teolojiyi en iyi anlatan ve en çok satan kitaptır.)

Hristiyan Siyonistliğin Tarihi
Hristiyan Siyonizminin tarihi aslında bugünkü İsrail devletinden, hatta Yahudi Siyonizminden bile çok öncedir. Filistin’de bir yahudi ulusunun kurulmasının, Mesih’in ikinci gelişine işaret edeceği fikri ilk olarak Oliver Cromwell ve Paul Felgenhauever gibi 17. Yüzyıl Protestan lideri ve teologların söylev ve yazılarında belgelendirilmiştir.(Halsell, 135)

Yazar Aydoğan VATANDAŞ ile Söyleşi

Gizli Cemiyetler Gelecek Avcısıdır
Bush’un zihninin arkaplânında Evangelizm var

2023- Genel bir alışkanlıktır, dünyada olan olayları açıklarken; ekonomik, sosyal ve siyasî kriterler odak olarak alınır. Siz ise farklı bir yol benimseyerek insanların inançlarını, kültleri irdeleyerek günümüzdeki gelişmeleri yorumlaya çalışıyorsunuz. Kitaplarınızda “dünya tarihinin aynı zamanda gizli örgütlerin tarihi olduğunu da” söylüyorsunuz. Orada nasıl bir tanım bulmak mümkün?

Aydoğan Vatandaş- Oktay Sinanoğlu, Aytunç Altındal gibi çok daha kıdemli ve de becerikli beyinler bunu çok önce tespit etmişler ve yazmışlar. Özellikle Oktay Sinanoğlu bu konuda çok şey fark etmiş. Gizli cemiyetler tarihin her döneminde varlar. Hitler’in arkasında nasıl Thule Society var idiyse, Başkan Bush’un arkasında da Sculls and Bones Society (Kuru Kafa ve Kemikler Tarikatı) var. Onların arkasında da başka bir yapı var. Ben bunu son derece normal buluyor ve çok kolay anlayabiliyorum. Ama bu tür örgütlerin gücünü de abartmamak gerekir, her şeyi onların kontrol ettiğine inanmak doğru değil.
Türkiye’den yola çıkarsak; nasıl ki Türk siyasetçilerinin dinî inançlarını, bazı cemaatlerle olan ilişkilerini analiz yaparken bir faktör olarak gözönünde bulunduruyorsak, o hâlde dünya siyasetini ya da Amerikan siyasetini analiz ederken de buna yön verenlerin zihinsel arkaplânını ve inançlarını ihmal etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Özellikle Amerikan muhafazakârlarını analiz ederken, bu dinsel algılamaların dünya politikalarına yansımalarının sosyal bilimler açısından bir faktör olarak değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim.

2023- Peki nasıl çalışıyorlar bu gizli cemiyetler?

Aydoğan Vatandaş- Bu cemiyetler aslında gelecek avcısıdır. Bir gelecek tasavvurları vardır ve geleceği elde etmek için akıl almaz yöntemlere başvururlar. Kendilerine sorarsanız kozmik bir mücadele içerisinde olduklarını söylerler. Çoğu apokaliptiktir ve kült özelliği gösterirler. Büyü, simya gibi okült konularla tarih boyunca uğraşmışlardır. Bugün de bu işi bazı teknolojiler vasıtasıyla yapmak istiyorlar. Yetenekli bazı insanlar eğer gelecek potansiyelleri varsa çocuk yaşta tespit edilir ve yetiştirilirler. Hulûl edilip yönlendirilebilir hâle getirilmiş olanları alanlarında meşhur edilir, önemli mevkilere gelmeğe başlarlar. Bir kısmı bazı gazetelerin yöneticisi de olurlar. Sonra ülkelerin karar mekanizmalarında söz sahibi olmaya başlarlar. Bu kişiler genellikle kendi başına bir şey olamayacak, millî duyguları zayıf, maddiyata, mevkie düşkün, çeşitli zaafları olan kişilerdir. Bu kişiler tespit edilir; ya onlar vasıtasıyla birtakım gizli cemiyetler kurdurulur ya da bu kişiler zamanla karar mekanizmalarına getirilir.

2023- Siz Irak Savaşı’nın arkaplânında Yahudi-Evangelist ittifakının olduğunu Tempo’ya verdiğiniz bir mülâkatta dile getirdiniz.

Aydoğan Vatandaş- Evet, Mart ayında yapılan bir söyleşiydi. Çünkü Amerika’da 40 milyona yakın Evangelist Hıristiyan var ve bunlar aslında en fundamentalist olanlar. Bunların ilâhiyat görüşlerini çok iyi bilmemiz gerekiyor ki kendisi de bir Evangelist olan Bush ve yakın çevresinin dünyada ne yapmak istediğini analiz edebilelim. Fakat bunu yaparken, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerde suyun, petrolün, euro-dolar savaşının birer faktör olduğunu ve tabiî ki İsrail’in başlı başına bir faktör olduğunu gözden ırak tutmamak gerekiyor. Ama bunların yanı sıra, dinsel gizli cemiyetlerin faaliyetleri ve etkilerini de, bugün yaşanan gelişmelerde oynadıkları rolü de ihmâl edemeyiz.

2023- Kim bu Evangalistler?

Aydoğan Vatandaş- Bunların ilâhiyat görüşlerinin masaya yatırılması gerekiyor. Evangelistler’in, benim “Ezoterika” kitabında da incelediğim, birçok apokaliptik, kıyametçi, milenyumcu kült gruplarla çok yakın benzerliği var. Şimdi AUM tarikatına baktığınız zaman apokaliptik kült özellikleri taşıdığını, kıyamet beklentisi ve hatta kıyameti hazırlama çabası içinde olduğunu görüyoruz. “Armagedon” olarak adlandırılan son savaşa hazırlandıklarını ve bu savaşta saf tutma gayretinde olduklarını görüyoruz. Bugün birçok kültte bulunan bu ortak noktanın kökenleri büyük oranda Tevrat ve İncil’den kaynaklanıyor. Özellikle İncil’in apokaliptik âyetlerinde bu konuyla ilgili önemli bilgiler yer alıyor. Evangelist Hıristiyanlar’ın İncil’deki bu âyetleri birebir okuduklarını ve birebir dünya siyasetine yansıtmayı kendilerine hedef aldıklarını biliyoruz. Bunu nereden biliyoruz? Bir kere Armagedon deyimini ilk olarak kullanan, kendisi de bir Evangelist, Amerikan Başkanı Ronald Regan’dı; “Armagedon’a hazırlanmamız gerekir” ifâdesini kullanmıştı. Yine George Bush’un en çok etkilendiği kitaplara ve verdiği demeçlere baktığımız zaman bu dinsel arkaplândan çok fazla etkilendiğini görüyoruz.

Ortadoğu’da Hiroşima Alameni

23.10.2003

Ortadoğu’da Hiroşima Alameni
Temmuz sayımızın kapak konusunda, dünyayı tehdit eden korkunç senaryodan, yani Siyonizmin Mesih Planı’ndan bahsetmiş ve bu planın gerçekleşmesi yolunda atılan adımları sıralamış, özetle şöyle demiştik: Mesih Planı Yahudi krallığını öngörüyor. Bu plan Yahudi kontrolündeki düzen ile Müslümanlar arasında bir çatışmayı gerektiriyor. Bu planın ilk adımlarından birini Süleyman Mabedi’nin yeniden inşası oluşturuyor. Diğerini ise Megiddo Ovası’nda gerçekleşeceğine inanılan son savaş, yani Armagedon. Günümüzün Hıristiyan siyonistleri ve dindar siyonistler Armagedon zamanında yaşadıklarını düşünüyorlar. Hatta buna Şaron kadar ABD Başkanı Bush da dahil. Siyonistler Tevrat’ın İşaya 13:13-14 ayetindeki “(Tanrı) gökleri sarsacağım ve yeryüzü yerinden oynayacak” cümlesini bir nükleer savaş olarak yorumluyorlar. Tabi ki bunlar sadece bir yorumdan ibaret kalmıyor, İsrail ve dolayısıyla ABD nükleer silahlarını artırırken, diğer ülkelerin, özellikle Müslüman ülkelerin bu silahlara sahip olmaması için savaşı bile göze alıyorlar. Ve o yazımızda Irak’a saldırının da bu amaçla yapıldığını söylemiştik. Geçtiğimiz ay Mescid-i Aksa’da yapılan “Kudüs’ün Geleceği Tehlikede toplantısı”, Harem-i Şerif’in sahipliğinin tartışılacağı günlerin yaklaştığına dair öngörümüzü haklı çıkardı. Şimdi İsrail’in Armagedon için yaptığı hazırlıklara değineceğiz. Yani nükleer silah depolarına ve o silahların hangi bölgelerde üretildiğine dair kanıtlara…
İsrail beşinci nükleer güç
İsrail’in dünyanın beşinci büyük nükleer gücü olduğunu, hatta bu alanda Fransa ve Çin ile rekabet edebileceğini, yani bütün Ortadoğu’yu havaya uçuracak kadar “kitle imha silahları”na ev sahipliği yaptığını biliyor muydunuz?
Dünyanın belli başlı nükleer güçleri olan ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin’in arasına İsrail’in de katıldığından kaçımızın haberi var? İsrail’in Haaretz Gazetesi’nde yazan askeri uzman Ze’ev Shiff’in “Birleşmiş Milletler’in nükleer silahlar (kitle imha silahları) ile alakalı kurallarına İsrail’in uyacağını sananlar sadece rüya görüyorlar” dediğini bilen kaç kişi?…
Peki ya Şaron’un “Arapların petrolü, bizim de kibritimiz var” derken, kibrit ile kastettiği şeyin, kitle imha silahları olduğunu anlamak için çok zeki olmaya gerek var mı?
İsrail Cumhurbaşkanı Ezar Weissman, “Nükleer sorun hız kazandı, gelecekteki savaş konvansiyonel değil, nükleer olacak” derken, çok açık bir biçimde İsrail’in kitle imha silahlarına sahip olduğunu itiraf etmiş olmuyor muydu? Dimona’daki plütonyum işleme tesislerinde nükleer bir teknisyen olarak çalışan ve kendisi İsrailli sol görüşlü bir Yahudi olmasına rağmen, Filistin halkını destekleyen Mordechai Vanunu’un Dimona’daki nükleer tesislerin fotograflarını gizlice çekip, İsrail’in kitle imha silahlarıyla ilgili belge ve bilgileri, Londan Sunday Times’a verdiği bir röportajda gözler önüne serdikten sonra, İsrail mahkemeleri tarafından 18 yıl hapse mahkum edilmesi her şeyi yeterince açıklamıyor mu? Hele, 1967’de Dimona’daki nükleer tesisine yaklaşan kendi uçağını, 1973’te ise bu tesisler üzerinden kazara geçen Libya yolcu uçağını düşürüp, 107 sivil insanı öldürmesi, İsrail’in bu konuda ne kadar acımasız güvenlik tedbirleri aldığını ve bu meselede ne kadar hassas olduğunu göstermiyor mu? Yakın geçmişte İsrail’in Irak’ın nükleer santralini bombalaması, Şaron’un Hindistan’a Pakistan’ın nükleer silahlarını yok etmek için birlikte hareket etmeyi teklif etmesi ve İran’ın nükleer silah yapma çalışmalarını BM ve ABD’yi arkasına alarak sabote etmeye çalışması bize bir şeyleri ispatlamıyor mu? Evet, bütün bu kanıtlar ispatlıyor ki İsrail, kitle imha silahlarına sahip çok tehlikeli bir devlettir. Bu silahlara ise Fransa, İngiltere ve ABD’nin yardım ve yataklık yapmasıyla kavuşmuştur.

Haritada işaretlenmiş yerler
ABD’li bilim adamları Federasyonu’nun İsrail’e ait nükleer tesislerin gizli uydu fotoğrafları, İsrail’in ne kadar tehlikeli bir ülke olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.
Rafael: Haifa yöresindeki Rafael, İsrail Savunma Bakanlığına ait yüksek teknolojik silah araştırma ve geliştirme organizasyonu olup, 1966’dan beri nükleer silahların bir araya getirildiği, parçalarının birleştirildiği yerdir ve bugün artık balistik füze yapımına yoğunlaşmıştır. Haifa’nin doğusundaki Yodefat ise çok daha modern bir nükleer silah tesisidir. Dimona’dan buraya plütonyum taşınmaktadır. Pentagon’un 1987 tarihli raporlarında da Rafael balistik füze araştırma ve geliştirme merkezi olarak geçmektedir. Raporda roket motorları ve anti-balistik füze çalışmalarının da burada yapıldığından bahsedilmektedir.
Eilabun: Eilabun İsrail’in ikinci büyük nükleer silah deposudur. Taktik nükleer mermiler, nötron bombası ve nükleer kara mayınları burada bulunmaktadır. Söz konusu mayınlar Golan tepelerine, yani Suriye sınırına yerleştirilmiştir.
Palmikhim: Vandenberg Hava Kuvvetleri Üssü olan Palmikhim, İsrail Savunma Gücü’nün araştırma ve geliştirme merkezidir. Burada bir uçak pisti, yedi tane büyük hangar ve güvenlik bölgesinin güney ucunda da füze monte birimi vardır.
Nes Zionyaa: Nes Zionyaa ise kimyasal ve biyolojik silahlar birimidir. 1989 tarihli Savunma İstihbarat Ajansı raporunda İsrail’in Jericho tipi füzelerinin kimyasal ve biyolojik savaş başlığı taşıma kapasitesine sahip olduğu belirtilmiştir.
Tel Nof: Stratejik hava gücüne sahip Tel Nof, başkent Tel-Aviv’in güneyindedir. Nükleer vuruş misyonuna sahip F-4 ve F-16’lardan oluşan ünlü Siyah Filo burada bulunmaktadır. Bu stratejik hava kuvvetleri, birer füze deposu ve üssü olan Tirosh ile Hirbat Zekharyah’tan birkaç mil ötede, dördüncü yolun (Route 4) biraz dışındadır. Buradaki bazı uçaklar 24 saat alarm halindedir. Nükleer vuruş gücüne sahip sekiz tane F-45 Suriye ve Mısır’ı vurmak için 1973’te sürekli alarm halindeydi. Amerika’dan satın alınan 24 F – 15 E tipindeki taktik nükleer bomba uçaklar (Strike Eagles) da buradadır ve hedefi İran’dır.
Be’er Yaakov: Be’er Yaakov’un hemen yanı başında Jericho ve Arrow füzeleri ile bunları fırlatan Shavit araçları burada üretilmektedir. Jericho ve Shavit aynı yerde, Arrow ise diğer birimde gün ışığına çıkarılmaktadır. Burada üretilen füzeler Hirbat Zekharyah’a, Tel-Aviv-Kudüs ana hattına bağlı bir demir yolu ağıyla getirilmektedir.
Soreq Soreq: Soreq, Yavne kasabası yakınlarındadır. Nükleer silahların üretim ve dizaynının adreslerinden biridir. Buradaki nükleer reaktör beş megawatt gücünde olup 1960’da ABD tarafından İsrail’e verilmiştir ve Amerika 1977 yılına kadar da gerekli nükleer yakıtı İsrail’e temin etmiştir.
Tirosh Tirosh: Tirosh Tirosh’da nükleer silah depolarından olup, yaklaşık 25 metrelik aralıklarla konumlandırılmış 70’e yakın yer altı sığınağını birbirine bağlayan bir ağa sahiptir. 38. Yol’un (Route 38) kavşak noktasında buraya giriş yolu vardır ve yol üzerinde bu tür yerlerde görmeye alışkın olduğumuz “güvenlik bölgesidir girilemez yazısı” göze çarpmaktadır. Hemen, biraz ileride bir kontrol noktası mevcuttur. Burası Tel Nof Hava Üssü’ne ve Hirbat Zekhrayah füze sahasına çok yakındır. Tirosh, stratejik silahların, Eilabun ise taktik kitle imha silahlarının depolandığı birimler olarak gözükmektedir.
Hirbat Zekharyah: Hirbat Zekharyah, İsrail’in stratejik ve mobil füzeleri olan kısa menzilli Jericho-I ve orta menzilli Jericho-II’nin bulunduğu birimdir, füzeler yaklaşık 100 tanedir. Bunlar 800 ve 1200 kilometrenin üstünde bir menzile sahip, nükleer ve kimyasal silah başlıklı füzelerdir. Ankara’yı rahatça vurabilecek güçtedir. Bu bölgede kireç taşı çok yoğun bir biçimde bulunduğu için, bu füzeler de kireç taşı süsü verilerek saklanmaktadır.

En önemli tesis: Dimona
Bir zamanlar tekstil fabrikası yalanıyla üstü örtülmeye çalışılan Dimona’da 20 senedir, her yıl yaklaşık 40 kg.lık plütonyum üretilmektedir. Ürdün sınırına 25 mil uzaklıkta, Beersheba ve Sodom arasındadır. Dimona ayrı bloklar halinde inşa edilmiştir. Bloklar “Machon 1, 2, 3” şeklinde isimlendirilmiştir. Dört tanesi nükleer silahlar için gerekli temel elementleri sağlarken, diğerleri bu dördüne destek sağlamaktadır. Machon 1 reaktörü Fransızların inşa ettiği kubbeli bir yapıdır. Machon 2 ise Machon 1’deki temizlenmiş plütonyumu tekrar işleyen bir reaktördür. Termonükleer silahlarda kullanılan Lityum-6 izotopu burada açığa çıkarılmaktadır. Bu işlemi yapan reaktörler olmadan, nükleer silahlar asla elde edilemeyeceği için, Dimona hayati bir önem taşımaktadır. Burada 2700 kişi çalışmaktadır ve bunlardan sadece 150 kişiye Machon 2 reaktörüne girme izni verilmektedir. Bu rektörün yer altında tam altı katı daha vardır. Machon 2 vurulduğu zaman, İsrail’in nükleer silah çalışmaları büyük bir darbe alacağı açıktır. Machon 8 ise, gazların parçalanmasıyla üretilen, parçalanabilir alternatif bir madde olan zenginleştirilmiş uranyum için kullanılmaktadır. Bu, ileri düzeyde bir lazer tekniğiyle yapılmaktadır. Plütonyum 239 izotopunun oranının arttırılması işlemi ve uranyumun zenginleştirilmesi işlemi de Machon 9’da yapılmaktadır.
The Bor The Bor: Tel-Aviv’de Savunma Bakanlığı binasının altında bulunan bir yer altı komuta merkezidir. İsrailli üst düzey yetkililer kriz zamanlarında burada toplantılar yaparlar. Küçük bir hesap yapacak olursak… Her nükleer silahta yaklaşık dört kilo plütonyum kullanıldığı dikkate alınırsa, İsrail’in 100 ila 200 arasında bir nükleer silah kapasitesine, altı kilogram lityumdan bir termonükleer silah üretildiğini de göz önüne alırsak 220 kilogram lityum-6 (lithium-6 deuteride)’dan da 35 tane termonükleer silaha sahip olduğunu anlarız. Irak’taki kitle imha silahlarını bahane ederek, Bush hazretlerine destek veren AKP ve Başbakan Erdoğan, İsrail’in kitle imha silahları karşısında sus pus olmaya devam edecek mi? Anadolu Gençlşk dergisi 45. sayı

*****

Tanrı Bizden Neler İstiyor?

5. Bölüm

Tanrı’nın Yeryüzüyle İlgili Amacı Nedir?

Yehova yeryüzünü neden yarattı? (1, 2)

Yeryüzü şimdi neden bir cennet değil? (3)

Kötü insanlara ne olacak? (4)

Gelecekte İsa hastalar, yaşlılar, ölüler için ne yapacak? (5, 6)

Gelecek nimetleri paylaşmak için ne yapmanız gerekir? (7)

1. Yehova yeryüzünü insanın üzerinde sonsuza dek yaşayabileceği şekilde yarattı. Yeryüzünün her zaman doğru, mutlu kişilerin oturduğu bir yer olmasını istedi. (Mezmur 115:16; İşaya 45:18) Yer hiçbir zaman yok edilmeyecek; sonsuza dek kalacak.–Mezmur 104:5; Vaiz 1:4.

2. Tanrı insanı yaratmadan önce yeryüzünün küçük bir bölümünü seçip güzel bir cennete dönüştürdü. Orayı Aden bahçesi diye adlandırdı. İlk erkek ve kadın olan Âdem ile Havva’yı yerleştirdiği yer burasıydı. Tanrı’nın onlarla ilgili amacı, çocuklarının olması ve tüm yeryüzünü doldurmalarıydı. Onlar yavaş yavaş tüm dünyayı cennete dönüştüreceklerdi.–Tekvin 1:28; 2:8, 15.

Kaybolan cennet

3. Âdem ile Havva Tanrı’nın kanununu bile bile çiğneyerek günah işlediler. Bu nedenle Yehova onları Aden bahçesinden kovdu. Cennet yitirilmişti. (Tekvin 3:1-6, 23) Ancak Yehova yeryüzüyle ilgili amacını unutmadı. Yeryüzünü insanın sonsuza dek yaşayacağı bir cennete çevirmeyi vaat etti. Tanrı bunu nasıl yapacak?–Mezmur 37:29.

4. Yeryüzünün cennet olması için önce üzerindeki kötü insanlar ortadan kaldırılmalıdır. (Mezmur 37:38) Bu, kötülüğe son verme amacı güden Tanrı’nın Armagedon savaşında yapılacak. Ondan sonra Şeytan 1.000 yıl boyunca hapsedilecek. Bu, kötülerin dünyayı bozmasına izin verilmeyeceği anlamına gelir. Hayatta kalanlar yalnızca Tanrı’nın kavmi olacak.–Vahiy 16:14, 16; 20:1-3.

5. O zaman İsa Mesih 1.000 yıl boyunca yeryüzü üzerinde Kral olarak hüküm sürecek. (Vahiy 20:6) O, zihin ve bedenlerimizden günahı yavaş yavaş kaldıracaktır. Biz de, tıpkı Âdem ile Havva’nın günah işlemeden önceki durumu gibi, kusursuz insanlar olacağız. Artık hastalık, yaşlılık ve ölüm olmayacak. Hasta insanlar iyileşecek, yaşlılar yeniden gençleşecek.–Eyub 33:25; İşaya 33:24; Vahiy 21:3, 4.

6. İsa’nın Bin Yıllık Hükümdarlığı sırasında sadık insanlar bütün yeryüzünü cennete dönüştürmek için çalışacak. (Luka 23:43) Aynı zamanda, ölmüş olan milyonlarca insan yeryüzünde yaşamak üzere diriltilecek. (Resullerin İşleri 24:15) Eğer Tanrı’nın kendilerinden istediği şeyleri yaparlarsa yeryüzünde sonsuza dek yaşamaya devam edecekler. Yapmazlarsa ebediyen yok edilecekler.–Yuhanna 5:28, 29; Vahiy 20:11-15.

7. Böylece, Tanrı’nın yeryüzüyle ilgili başlangıçtaki amacı yerine gelecek. Siz bu gelecek nimetleri paylaşmak ister misiniz? Öyleyse Yehova hakkında bilgi edinmeye ve O’nun taleplerine itaat etmeye devam etmelisiniz. Yehova’nın Şahitlerinin yöresel İbadet Salonlarında yapılan ibadetlere katılmanız bunu yapmanıza yardımcı olacaktır.–İşaya 11:9; İbraniler 10:24, 25.

Armagedon’dan sonra yeryüzü cennete dönüştürülecek

**** Dinler tarihi boyunca, kutsal kitaplarda sözü edilen Mesih’in dünyaya ineceği gün tartışmave merak konusu oldu. Ancak İncil ve kutsal metinlerdeki kodların yanlış yorumlanması sebebiyle kehanetler hiçbir zaman doğrulanamadı. Oysa herkesin gözden kaçırdığı bir ayrıntı tüm şifreleri açığa çıkaracaktı. Neydi bu ayrıntı? Bu yüzyılın başına kadar yapılan tüm kehanetler; Mesih’in, ‘vaat edilen topraklar’da İsrail Devleti’nin kurulmasından yedi yıl önce dünyaya ineceğini iddia ediyordu. Oysa kutsal metinler doğru okunduğunda bu sürenin yedi yıl öncesi değil, kırk iki yıl sonrası olduğu ortaya çıktı. Ve kırk iki yıl sonrası bize çok da uzak olmayan bir geleceği haber veriyordu. Bu keşfe göre Mesih’in gelişi, 1967 yılındaki haber verilen altı günlük savaşın ardından İsrail’in resmen kurulması milat olarak alınırsa, tam olarak 2009 yılı ortaya çıktı. Kehanetse yaklaşan kıyametin bir nükleer savaş sonucunda ya da bir göktaşı yüzünden gerçekleşeceğini söylüyordu. Ancak insanlığı kurtaracak tek bir şans daha vardı… Tüm dünyada çok satan kitapların yazarı Peter LORIE, bu kez tüm insanlığı ve dünyanın geleceğini etkileyecek yorumlarını bizimle paylaşıyor. Armagedon, Mesih ve kıyamet hakkında, Amerika’da Nisan 2004 yılında basılan ve büyük ilgi gören sarsıcı bir kitap.

Armagedon,

Bildiğim kadarı ile henüz sivil asker ayrımı yapan bir silah üretilmedi. Bu yüzden bütün silahların (bunlara taktik nükleer silahlar dahil) sivilleri de öldürdüğünü söyleyebiliriz.

Taktik nükleer silahlar düşman şehirlerini, sanayi bölgelerini ve diğer stratejik hedefleri yok etmek için değil büyük düşman zırhlı birliklerini büyük düşman askeri birliklerini veya düşman deniz filolarını yok etmek için kullanılıyor. Belki bu yüzden sende taktik nükleer silahların sivillere zarar vermediği gibi yanlış bir fikir oluştu.

Taktik nükleer silah denilen şeyler, kıtalararası balistik füzelerde bulunan nükleer savaş başlıklarının küçültülmüş modelleridir. Söz gelimi bir balistik füzede bulunan nükleer başlık 20 milyon ton dinamitin patlama gücünüe eşit bir yıkım gücüne sahipken bir 155mm top mermisiyle atılan taktik nükleer savaş başlığı 1000 ton dinamitin patlama gücüne eşit bir yıkım gücüne sahip. Top mermisiyle atılanlar olduğu gibi uçak ile atılanlarda var.

NecmettinErbakan.Net web sitesine GİRİŞ

BAŞYAZI (18.04.2003)

“Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak”

11 Eylül saldırılarından sonra ABD, Afganistan’ı vurmaya hazırlanıyordu. Bütün dünya saldırıların gerisinde ABD’nin iddia ettiği gibi “İslâmi terör” olup olmadığı konusunda somut belge isterken, Türkiye bunun tersi bir yol tutmuştu. Zamanın Başbakanı Ecevit’in “ABD’nin var demesi bizim için yeterlidir” sözleriyle tüm İslam dünyasını hayretler içerisinde bırakışı henüz hafızalarımızdan silinmedi.

ABD kaynaklı yoğun bir dezenfermasyonla dünya etkilenmiş, NATO harekete geçirilip 5. Maddenin uygulanması için karar çıkartılmıştı. ABD’de faaliyet gösteren New Age tarikatının internet sitelerinden “2007’den önce başta Ortadoğu olmak üzere dünya yanacak ama ondan sonra özgürleşeceksiniz” mesajları yayınlamaya başlamıştı.

İşte o günlerde Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Büyükanıt, “Artık Batılı ülkelerin de gerçeği görmeleri gerektiğinin” altını çizmiş; Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon ise Türkiye’nin yıllarca önünü tıkayan terörün dışardan beslendiğinin çok açık ve net olarak tüm dünya tarafından bilindiğini hatırlatmıştı. Tolon, Türkiye’nin NATO’nun 5. maddesinin işletilmesiyle ilgili taleplerinin hep geri çevrildiğini, şimdi bu maddenin işletilmek istenmesi karşısında “5. Maddenin işlemesi için ABD’nin saldırının dışardan geldiğini çok açık ve net olarak bütün NATO üyesi ülkelere ispatlama zorunluluğunun” olduğunu hatırlatmıştı. Bu çağrıların hiçbiri geçerli olmadı. 5. Madde işletildi. ABD önce Afganistan’a saldırarak bu ülkeyi işgal etti. Şimdi de Irak işgal edildi.

Irak’ın işgali tamamlanır tamamlanmaz siyonist hahamların yaptığı açıklamalar çok dikkat çekici bir hal alınca biz de Türkiye’nin Erbakan sayesinde haberdar olduğu bir kitaptan bu köşede yaptığımız bir alıntıyı bugün yeniden gündeme getirmenin faydalı olacağını düşündük. 26 Eylül 2001 tarihinde buraya taşıdığımız alıntılar şunlardı:

“1999 Yılında Hıristiyan Koalisyonu belirli dini cemaatlerde Koalisyon bağlantısı olarak görev yapacak 100 bin eylemciyi işe almak için 17 milyon dolarlık yıllık bütçe ayırdı. Cumhuriyetçi parti içinde dini sağ muazzam bir kurumsal güce sahiptir. Birleşik Devletler’in bir sonraki başkanını özel amaçları için büyük bir titizlikle, deyim yerindeyse elemeyi planlamaktadır…”

“Biz Birleşik devletler vergi mükellefleri olarak dış ve askeri yardımda İsrail’in küçük devletine senede 6 milyar dolardan fazla vermekteyiz. Hem de federal bütçeden İsrail’e giden milyarlarca dolara ek olarak.”

“Brüksel’deki NATO merkez bürosunda bir brifinge katıldım. Yardımcı savunma müdürümüz Robin Beard ve NATO büyükelçimiz Robert Hunter bana Orta Doğu’da bir nükleer yüzleşmenin olabileceğinden dolayı endişeli oldukları itirafında bulundular. Bunun kaçınılmaz olduğuna inanıyorlar… Orta Doğu barış süreci trajiktir. İsrail kaçınılmaz bir nükleer değiş tokuşa önderlik ediyor. Tek yaşama ümitleri nükleer bir ön savunma vuruşudur.

“Menachem Begin’den beri hiçbir İsrail başkanı gerek halk, gerekse gizli toplantılarda Yeni Hıristiyan Sağ liderleriyle durumu gözden geçirmeden Birleşik Devletler’e gezi yapmayı aklından bile geçirmedi.

“Son bir hadise kaldı; tapınağın yeniden inşa edilmesi… Tapınağın yeniden inşa edilme zamanı gelmiştir… Eğer tapınağı inşa etmek için camiyi (Mescid-i Aksa) yok etmek büyük bir savaş çıkaracaksa bırakın çıksın…

“Evet dediğim gibi, ahir zamana çok yakınız. Ortodoks Yahudiler camiyi uçuracaklar ve bu müslüman savaşını provoke edecek. Bu savaş İsrail’e karşı dünyayı kökünden değiştirecek, kutsal bir savaş olacaktır. Bu savaş Mesih’i araya girmeye zorlayacaktır.

“Tanrı’ya şükürler olsun, Armagedon savaşını seyretmek için cennetin kapalı tribününden yer alacağım. Bütün Yeniden Doğmuş olanlar Armagedon savaşını semadan izleyecekler.”

Daha Irak’ta işgal yönetimi dahi oturtulmadan İsrailli hahamların “erken fetva” ile Irak’ı İsrail toprağı ilan etmeleri sıradan bir olay değildir. Belli ki, siyonistler beş bin yıllık Kabbala’nın esiri olarak itikat ettikleri “Tanrı’yı kıyamete zorlama” işine devam edecekler!

*** ALİ BULAÇ “Tanrı’yı kıyamete zorlamak”

Onlara bakılırsa ABD, kadife eldivenler takıp Irak’a gidecek, hiç kimsenin burnu kanamadan kötülük imparatorluğuna son verecek. Arkasından gelecek olan sadece Irak için değil bütün bölge için yeni bir cennet hayatının başlamasıdır. Bütün bölgenin büyük bir felaketin eşiğinde olduğu apaçık ortada. İlk aşamada bu kıyamet senaryosundan en çok etkilenecek olanlar ise kimsenin kuşkusu olmasın Filistinlilerdir. Şaron ve İsrail şahinlerinin büyük bir iştahla bekledikleri savaş, eğer öngörüldüğü şekilde yapılacak olursa tarihi Filistin topraklarında yaşayan yüz binlerce Filistinli yerlerinden sürülecektir.

ALİ BULAÇ a.bulac@zaman.com.tr “Tanrı’yı kıyamete zorlamak” Savaş çığırtkanları ABD’nin hiçbir meşruiyete dayalı olmayan savaşını haklı göstermek için muhtemel her türlü kötü ve yıkıcı sonucun bir “komplo” olduğunu söylüyorlar. Onlara bakılırsa ABD, kadife eldivenler takıp Irak’a gidecek, hiç kimsenin burnu kanamadan kötülük imparatorluğuna son verecek. Arkasından gelecek olan sadece Irak için değil bütün bölge için yeni bir cennet hayatının başlamasıdır. Bütün bölgenin büyük bir felaketin eşiğinde olduğu apaçık ortada. İlk aşamada bu kıyamet senaryosundan en çok etkilenecek olanlar ise kimsenin kuşkusu olmasın Filistinlilerdir. Şaron ve İsrail şahinlerinin büyük bir iştahla bekledikleri savaş, eğer öngörüldüğü şekilde yapılacak olursa tarihi Filistin topraklarında yaşayan yüz binlerce Filistinli yerlerinden sürülecektir. Bundan birkaç gün önce bu senaryodan söz etmiştim: Şaron ve Amerika’daki uzantıları Irak savaşının önlerine tarihi bir fırsat koyduğu inancındadırlar. Yıllar öncesinden üzerinde çalışılan meş’um bir plana göre “Filistin meselesi”nin nihai çözümü Filistinlilerin tümünün Ürdün’e sürülmesi ve tarihi Filistin topraklarının tümüyle İsrail’e bırakılmasıdır. Irak savaşı eğer Irak’ın bölünmesine yol açarsa, ülkenin güney kısmı Haşimoğullarından birinin –bu muhtemelen Prens Hasan’dır– yönetiminde Ürdün’e verilebilir. Böylelikle bugün Filistin’de yaşayan Filistinliler ve Filistin’in dışında yaşayan mülteciler burada toplanacaktır. Kudüs’ün ise tamamen İsrail’in yönetimine verilmek istendiğini ayrıca zikretmeye gerek yoktur. Bu bir kehanet veya bir komplo teorisi değildir. Sadece bir fanatizmdir, bir çılgınlıktır. Yıllar önce üzerinde çalışılmış bir hedef, uygun zamanda gerçekleştirilmesi istenen bir plandır. Şaron’un ve Amerika’da bugünkü yönetimi derin bir şekilde etkileyen fanatik Yahudilerin ideali olan söz konusu meş’um planı bizzat İsrailliler artık yüksek sesle dile getiriyorlar. Çünkü onlar da bir kıyamet senaryosundan derin endişe duyuyorlar. 25 Ocak 2003’te İstanbul’da “100’ler Meclisi”nin düzenlediği savaş karşıtı toplantıya konuşmacı olarak katılan İsrail Kadın Barış Örgütü Başkanı Raya Rotem bunu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde dile getirdi. Rotem “Şaron hükümeti, Filistinlileri sürmek için Irak savaşını paravan olarak kullanacak.” dedi. (Zaman, 26 Ocak 2003) Raya Rotem, savaşın sadece Irak’ın değil, bütün Ortadoğu’nun yapısını değiştireceğini söylüyor. Dünyada her zaman bütün stratejik hesapların ve bu hesaplara dayalı savaşların salt “doğru akli çerçeve”de yapıldığını düşünenler çoğu zaman yanılıyor. Öyle büyük fecaatler var ki, temellerine inildiğinde bunlara kör bir fanatizmin yol açtığı görülür. Hitler’in çılgınlıklarının hangisi sağduyunun ürünüydü? Bugün de Amerika’nın yeni stratejik hedeflerinden bir bölümünün akıl almaz bir fanatizmden beslendiğini, örneğin ABD Hıristiyan sağı ile İsrail arasındaki ilişkinin İncil’in emri olarak nitelendirdikleri bir Armagedon inancından kaynaklandığını söyleyenleri bir parça da olsa kaale almak lazım. Bu inanca göre Mesih’in inişi için bütün Yahudiler İsrail’de toplanmalı, Filistinlilerin tümü sürülmeli ve “kan atın sırtını geçinceye kadar akmalı”. O zaman İsa yeryüzüne inecek ve iyilerin başına geçerek kötülere karşı savaşacak. Jerry Falwell gibi fanatikler insanlık tarihini sona erdirmek ve nihai kurtuluşu sağlamak için Tanrı’yı “kıyamete zorlamak” gerekir, diyorlar. Hıristiyan sağ politikacılar ve bu inançta olan Protestanlar, İsrail’in Tanrı’nın bir emri olduğu inancındadırlar. (Bkz. Grace Hallsell, Tanrıyı Kıyamete Zorlamak, Çev. M. Acar–H. Özmen, Kim Yayınları, Ankara, 2002.) Ronald Reagan, “Armagedon’u yaşayacak nesil biz olabiliriz.” demişti. Bu inanç, buna inanmayanların kitlesel imhasını öngörür (Türbülasyon) ve Virgine papazı McLean’a göre, “Kitab–ı Mukaddes’teki kehanet gereği Türbülasyon Holokost’tan daha yıkıcı olacaktır”

***** Marmara Depremi
COK ONEMLI LUTFEN TAMAMINI OKUYUN
Konu: Marmara Depremi

17 Ağustos 1999, Gölcük Saatler gecenin üçüydü ve insanlar can havliyle
kendilerini evlerinden dışarıya atarkensanki bir kıyameti yaşıyor
gibiydiler. Ali Kırca’ nın yönettiği Siyaset Meydanı’nda enkazdan kurtarılan
bir bayan şunları söylüyordu ‘O gece ne olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir
şey var ki bu,depremden farklı bir şeydi. Bir iddiaya göre depremden hemen önce Gölcük’ten Avcılar’ a kadar geniş bir alanda görülen “ateştopu” ile ilgili bilimsel
bir açıklama yapılamıyordu. Birtakım teoriler ortaya atılmaya
başlandı.Kimine göre Ruslar bomba patlatmıştı. Kimine göre de
Yugoslavya”yaatılan bombaların yer kabuğunun dengesini bozması sebebiyle
depremin gerçekleştiğini söylüyordu. Hatta bazılarına göre işi PKK bile
yapmış olabilirdi. Nitekim CNN televiyonu Başbakan Bülent Ecevit ile yaptığı
bir röportaj sırasında depremin arkasında PKK mı var” sorusuna “Sanmıyorum”
cevabını vermişti. Oysa bu sorunun doğal yanıtı “siz ne
saçmalıyorsunuz,depremle PKK nın ne alakası var.” Olmalıydı. Bu soruya
verilen cevap, akıllara, PKK nın deprem oluşturabilme ihtimalinin olduğunu
düşündürdüğü gibi, yapay depremlerin olabileceği sonucuna da götürmektedir.
Bu teoriler arasında akla en yatkın olanı Future Times da yayınlanan
araştırma dizisinde yer alan hikayeydi. Bu senaryoya göre, San Andreas fay
hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok
büyük zarar vereceğini bilen ABD,yerkabuğundaki değişimleri zleyerek, daha
deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik
noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler haline
dönüştürmenin yolunu bulmuştu.Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bilimadamı
mucit Nicola Tesla tarafından geliştirilen bu düşük frekanslı
elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini,hem Ruslar hem de
Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak
kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle, çok uzaktan, hatta uzaydan
geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi. Ancak Pentagon yıllardır çok
güçlü bir silah geliştirmek amacıyla üzerinde çalıştığı bu projeyi, bir yandanda barışçı
“deprem indirgeme” sistemine uygulamak suretiyle tepkileri azaltmayı
ve fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenle proje önce
Avustralya’ nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve
geliştirildi. Daha sonra bunun deprem bölgelerinde denenmesine geldi sıra.
Değişik zamanlarda Kafkaslar’ da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki
Ant dağlarında tektonik uyarılar verilmek suretiyle endüktif deprem yaratma
konusunda büyük adımlar atıldı. Bu araştırmalar Amerika’ da HAARP ve diğer
askeri tesislerin kumanda merkezlerinde yürütülüyordu. Bu arada, Türkiye,
Japonya ve benzeri deprem bölgelerinde de sismik ağ şebekeleri kurularak bu
bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına
gönderilmeye başlandı. Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de
denenmek istendi. Bölge zaten yılardır bu amaçla sismik espiyonaj
altındaydı. Nitekim gelişmeleri dikkatletakip edenler, depremden hemen
sonra, Türk Telekom’ un Türkiye’ nin sismik bilgilerini Pentagona ileten
NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini ufak puntalarla gazetelere düşen
haberlerden hatırlayacaklardır. ABD’ nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay
hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları, San Andreas fay
hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından
yürütme işi İsrailli 2uzmanlara verilmişti.
Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük üssüne getirilerek
oradaki, yeratı,denizaltı korunaklarına
kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değildi. Deney
basarılı
olacağından sonunde kimse normal dışı bir şeyin olduğunu fark etmeyecekti.Bu
amaçla Gece Şahini tatbikatı” nın Gece 03:00
da başlaması planlandı. Gece saat tam 03:00 da düğmeye basılacak ve Gece
Şahini devreye alınacaktı. 1-2 dakika içinde de
oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı
zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı.
Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı. Ama o gece bir şeyler yanliş
gitti Doga kendini yönetmek
isteyenlerden bir kez daha intikam almişti. 45 saniye süren deprem,
beklenenin 10.000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Zayiflayan ve titreyen
elektrikler geri geldiginde, gece saat 03:05’i gösteriyordu. Daha bir kaç
dakika öncesine kadar korunağın içinde şampanya patlatmayı bekleyenler,
şimdi korkudan buz gibi donmuş,hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin
ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk cocuk, o enkazın altında
can çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu tarihin en büyük felaketiydi; hem de
insan eliyle yaratılan…
İşte o andan sonra çantalardan çıkan Q planı” çalışmaya başladı. İlk önce
bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik
enerjisi felç edildi. Kimsenin birbiriyle haberleşmesi istenmiyordu.
Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin”benim de telefonum kesikti” şeklinde garip bir
açıklama yaptı.Cumhurbaşkanı ve başbakan şaşkındı. Saatlerce “üzgünüz”
bile diyemediler. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve birleşik Devletler
Başkanı Clinton ile irtibat
kuruldu. O anda İsrail’ de Ben Gurion’ un Lod askeri havaalanından 4 adet
savaş uçağı savaş uçağı eşliğinde
2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve
NATO Güney Deniz Saha komutanlığı’ na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil
durumuna geçirildi. Amerikan 6′ ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını
İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar. Bu arada devreye Avrupa
ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler
alınıyordu.Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ yekarşı
olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket
halindeydi, panik yoktu. Herşey
kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. İsrailli
askerler ve üst düzey subaylar o gece gölcük’te ne arıyorlardı. Bu devir
teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslar arası bir
kimliği yoktu.Bunun nedenini şimdi daha iyi anlıyoruz. Hiç kimse bu güne
kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını
sormadı. Ya şaşkınlıktan, ya da telaştan,enkaz altında kaç İsrail askerinin
öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı.O felakette kaç İsrail
askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı nede İsrail böyle bir bilgiyi
açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise
oraya biz yardım için geldikleriydi.Hemen bir hastane kurdular. Esas
amaçları enkazaltındaki askerlerini ve önemli askeri
malzemeyi çıkartarak götürmekti. Biz de “Bak şu İsrail’e helal olsun, hemen
yardımımıza koştu” diyerek sevindik.
Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batı’da bu hareketlilik yaşanırken
bölgede de çok hızlı ve çok gizli askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes
kendi derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin
haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar gecenin karanlığından da
yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran Tesla makinesinin
kalıntılarını toplayıp, yer altı ve yerüstündeki tüm izleri yok etmeye
çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla gelen Rus araştırma gemisi dahi sabah
saat 06:30′ da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta
delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı.
Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar
araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur
ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa
yasak bölge ilan ediliyordu. Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra
Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmesine izin veriliyordu.
Amerika tüm imkanlarını seferber etti. Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye
yardım etmesini istedi. Kasım’ da Türkiye’ye geleceğini ilan edip; Ecevit’
in de bu arada amerika’ ya (belki de binlerceşehidin diyetini konuşmaya)
kendini ziyarete geleceğini haber verdi.İlk anda çok yadırgadığımız Sağlık
Bakanı Osman Durmuş’un”yabancılara tek bir hasta bile vermem demesini, ABD
Deniz Kuvvetlerine ait yüzer hastanede tek bir hastanın bile tedavi
edilmediğini,750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün
süreyle gümrükte tutulmasını şimdi yadırgayabiliyor musunuz? Enkaz altında
binlerce Mehmet, Hatice, Ayşe ve Ali’ye karşı bir vicdan borcumuz var. Onlar
geride gözleri
yaşlı on binlerce sevenlerini, sıcaklıklarından mahrum bırakırken, sırf
Kaliforniya’da Johnny’ ler, Susan’ lar ve Alice’ ler yaşasın diye
yaşamdan çalındıklarını dünya bilsin.

Bir iddiaya göre depremden hemen önce Gölcük’
ten Avcılar’ a kadar geniş bir alanda görülen “ateştopu” ile ilgili bilimsel
bir açıklama yapılamıyordu.

Halbuki ilk açıklama 4-5 gün sonra TV’de yapılmıştı. Yani ateştopunun nasıl ortaya çıktığı meselesi. Şöyle denildi o zaman, yerin altında sıkışmış olan gazlar, deprem sırasında kayaların biribirine sürtünmesi sırasında ortaya çıkan kıvılcımların etkisi ile parlamıştır.

Karadeniz’de petrol ve doğal gaz çıkartılıp, TR yakınlarında da arandığına göre, Marmara denizinin tabanında bir gaz kütlesi bulunması yadırganamaz sanırım.

İklim değiştirme konusuna gelince, yağmur ve fırtınayı tetiklemeyi anlayabilirim de, depremi nasıl tetikleyebilirsiniz? ABD bunun için onyüzbintonlarca (büyük miktarda) patlayıcı kullanılmalı ve bunu donanmanın göbeğinde, donanmaya hissettirmeden 30-40 personeli ile başarabilmeli? :2:

Bir teoride de donanma ile işbirliği içinde oldukları söyleniyor. Eğer öyle birşey olsaydı, yani bundan donanmanın haberi olsaydı; herhangi bir deprem oluşturma denemesini, devir-teslim kutlamalarının yapıldığı akşam yaptırmazlardı.

Birde donanmaya laf atan softa teorisi var, hemen depremin olduğunun ertesi günü ortaya atılan bir düzmece hikayedir ki şöyledir:
– Kutlamaların yapıldığı akşam, eğlencenin tam gaz devam ettiği sırada yüksek alkol almış yüksek rütbeli bir asker, salonda Kuran-ı Kerim’i parçalamış ve denize atmış (nasıl kol vardı ise adamda, o kadar mesafeye fırlatabilmiş, hala daha hayret ediyorum) ve o anda deprem başlamış… :hmmm:

IcenGuard

tesla ile depremin nasıl bir alakası var acaba? Mantık hataları olmasına ragmen fena hikaye degil.

Spekülatif bir çalışma: Armagedon

Sayı: 160 | Nihal Bengisu Karaca – n.bengisu@aksiyon.com.tr

Yakın geçmişe kuşbakışı “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin 15 / 18) Bir dönemin bazı basın organlarında yeralan, içinde İsrail, ABD, Türkiye ve Müslüman kelimelerinin bulunduğu cümleleri hatırlayın. Okuduğumuz şeyler, sloganik dokuları ve ‘doğru bir fikrin desteklenmesi için kurmacanın mümkün olabileceği’ anlayışıyla hazırlandığı için olsa gerek, gerçekten önemli olan kimi noktalar konusundaki duyarlılık eşiklerimizi bir hayli aşağı çekmişti. Her gün pişirilen ama önümüze soğuk gelen Yahudi— İsrail— Mossad ya da lobi—masonluk— ABD çağrışımlı olguların mantık ve gerçeklik kurallarına aykırı olarak ‘tüketilmesi’ yüzünden siyasi bilinç vidalarımız hayli yalama olmuştu çünkü. Kudüs denince Filistinliler gelirdi aklımıza, içimiz cız ederdi ama orada kalırdı her şey. Üstelik ‘kahrolsun siyonistler, kahrolsun Yahudiler’ v.s. şeklindeki sloganların hem çirkin hem banal kaçtığı kısa süreli bir döneme girmiştik; globalleşmeye sonuna kadar inananların dünyasında din farklılıklarının kültürel birer zenginlik olacağından, bu farklılıkların ortak insanlık tecrübesine birer katkı olarak değerlendirileceğinden bahsediliyordu. Radikal tutumların globalleşen dünyada fay kırıkları meydana getireceği söylendi, medeniyetler çatışması dendi, oysa bunları konuşmak için bile çok erkendi. Çünkü dünya üzerinde gücüne güç katmak için her yolu mübah gören, siyasetini ve stratejisini ‘efsanelere’ göre kurgulayan; yerin ve göğün, toprağın ve ateşin, tanrının ve şeytanın kimyasında yalnızca gücü arayan bir çığlığın karşısında minik, zavallı modern sosyolojik tezlere idealizmin karanlık odasında ‘Amiral battı’ oynamak düşerdi yalnızca! Zaman, üslup ve ifade yetersizliği ile sorunu odağın dışına taşıranların ‘suçlu’ olduğunu hissettiriyor şimdi, tabii her ne gerekçe ile olursa olsun sorunu vizyon dışı bırakanların da.

…İsrail ve Körfez ve Türkiye

“ 23 Şubat 1996 tarihinde, Türkiye, Ortadoğu’nun sorunlu bölgesindeki İsrail ile tarihi bir anlaşmaya imza atıyordu.”

“Armagedon — Türkiye İsrail Gizli Savaşı” isimli kitap İsrail konusunda oldum olası temkinli bir politika izleyen Türkiye’nin Körfez savaşı sonrası değişen dengeler uyarınca zorlandığı rol ve durumları İsrail siyasetinin referans kaynağı olan efsaneler ve Tevrat’la ilişkilendirerek cevaplamaya çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde Timaş Yayınları’ndan çıkan kitap kendi alanında oldukça iddialı. Aydoğan Vatandaş’a göre savaşın çıkması, Saddam Hüseyin’in rolü ve Tevrat’ta Babil olarak zikredilen bugünkü Bağdat’ın yerle bir edilmesi “Armagedon”a varan zincirin halkalarını oluşturuyor. “Armagedon” ise Yahudilerin dünya hakimiyetine ulaşmak için yapacakları düşünülen son savaşın adı. Efsaneye göre savaş Yahudilerin galibiyetiyle sonuçlanacak. Kitap Körfez savaşının seyri ile Tevrat’ın ilgili ayetleri arasında senkronizasyon kurarak ilerliyor:

“Babil (Bağdat) yiğitleri cenk etmeden el çektiler, hisarlarında oturuyorlar, güçleri tükendi, kadın gibi oldular, onun meskenlerine ateş verildi, kapı sürgüleri kırıldı. Şehir her taraftan alındı ve geçitler tutuldu. Kamışlıkları yakıldı” (Yeremya bölümü, 51, 30—32).

“Irak Haber Ajansı (IRNA) dün yaptığı açıklamada ABD uçaklarının Musul’un kuzeyindeki buğday ve arpa tarlalarına yangın bombası atarak binlerce hububatı yaktığını iddia etti. Irak’ın BM temsilcisi Abdülemir El Anbari de BM Genel Sekreteri Butros Gali’ye bir mektup göndererek, ABD uçaklarının…”

ABD — İsrail ikilisinin bölgedeki hedefleri çevre ülkelerin istikrarsızlaştırılmasını bir ön koşul haline getiriyor. Türkiye’yi de yakından ilgilendiren Çekiç Güç’ün bölgeye konuşlanması ve bir Kürt devleti sürecinin başlatılması da İsrail lehine çakılan önemli çivilerden biri; hele hele kurulması planlanan Kürt devletinin İsrail’in vaadedilmiş toprakları arasına girdiği göz önüne alınırsa…

Aydoğan Vatandaş 15 Ağustos 1994 tarihinde Genel Kurmay Başkanlığı’ nın Birleşik Görev Kuvveti Türk komutanlığına Çekiç Güç ile ilgili olarak gönderdiği bir yazıya da yer vermiş. Metinde ABD’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden izin alınmadan kurulan ve “Provide Comfort” harekatı ile ilgisi olmayan bir kriptodan bahsedilmekte. Türk personelin ‘giremediği’, haberleşme ve bilgisayar sistemleri ile mücehhez ve kuşkusuz ABD’nin Türkiye’de bulunma gerekçesini aşan bir kriptodur bu. İlgi çekici ve ‘uyarıcı’ mahiyette bir kaç alıntı da CIA Türkiye masası şefi Graham Fuller’den. Buna göre Kürtlerin özerklik arayışına ( uzun vadede İsrail sınırları içine girecek bu bölgenin istikrarsızlaştırılmasına!) gelebilecek muhtemel bir direnişin neticesi ‘tehlikeli ve masraflı’ olacaktır. Vatandaş’ın şeytan üçgenine benzettiği Çekiç Güç’ün ABD— İsrail ittifakını gözler önüne seren marifetleri bunlarla sınırlı kalmayacaktır elbet. 10 Şubat 1993’te Eşref Bitlis’in uçağının ‘düşürülmesi’ ve 7 Ocak 1993’te Uğur Mumcu’nun öldürülmesi de Türkiye’de Kürt devletinin önünde duran sivil—asker bürokrasisine verilen gözdağlarıdır. Kitap, Susurluk vakıalarının ortaya çıkışını da adı geçen hedefler doğrultusunda kategorize ediyor. Devletin çeşitli birimlerinin karar ve destekleri ile kurulan ve ‘kendi yöntemleriyle’ savaşan özel gücün deşifre edilmesi, Susurluk’a kadar kahraman olanların kaza sonrası ‘çete’ suçlamalarıyla anılır oluşu bu hareketten rahatsız olan ‘tasfiyeci’ güçlerin operasyonundan başka bir şey değil…

Aydoğan Vatandaş 1974 İstanbul doğumlu. 1995 yılına kadar Deniz Harp Okulunda okuyan Vatandaş çeşitli dergi ve gazetelerde yaptığı araştırma dosyaları ile tanınıyor. Armagedon/ Türkiye— İsrail Gizli Savaşı, halen Aksiyon Dergisi’nde çalışan Vatandaş’ın ilk kitabı.

Olay ve belgeler, basında yer alan ya da gizli kalan görüş ve telakkiler arasındaki ilişkileri tedrici olarak; okuyucunun heyecanını üst sınırlara taşıyan bir kontekstle kurgulanmış. Yazar sözkonusu faktörler arasındaki bağlantıları kitabın sonundaki ekte verdiği dava dosyaları bilirkişi raporları ve (özellikle Çekiç Güç’ün görev süresinin uzatılması konusunda alınacak tedbirlerle ilgili) üst düzey yazışmalarla destekliyor. Kitabın Foucoult Sarkacı’ndan yapılan bir alıntı ile başlayıp sözü geçen kehanetlerin hatırı sayılır bir ‘karşılığı’ makamına ‘Üst düzey bir askeri yetkilinin konuşması’ ile bitmesi kitaba ‘sinematografik’ bir süreç kazandırmış.

“Armagedon” Aydoğan Vatandaş’ın ilk kitabı ve bir başlangıç olarak da çok iyi. Yeni Dünya Düzeni rotasında yaşadığımız çalkantıların pek ‘hasbelkader’ olmadığına dair derli toplu bir şeyler okumak istiyorsanız, sağlam bir perspektifle hazırlanmış bu çalışmayı tavsiye ederiz. ‘Armagedon’ içerdiği olay, bilgi, belge ve beyanatları ile yakın geçmişe kuşbakışı bakma fırsatını da veriyor. ‘Projeksiyonlarına’ kuvvet Aydoğan Vatandaş…

Vatandaş” beraat etti

Sayı: 210 | Yalçın Karadeniz

Dergimizin muhabirlerinden Aydoğan Vatandaş,“ARMAGEDON, Türkiye İsrail Gizli Savaşı” isimli kitabı sebebiyle yargılandığı davadan beraat etti. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde TCK’nın 159. maddesi uyarınca “Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne hakaret, tahkir ve tezyif ettiği ” iddiası ile haklarında 1 ila 5 yıl hapis cezası istemi ile yargılanan Aydoğan Vatandaş ve TİMAŞ Yayınevi Genel Müdürü Osman Okçu beraat etti. Kitap hakkındaki toplatma kararı da kaldırıldı. Yaklaşık 10 aydır süren davada, Aksiyon Dergisi muhabirlerinden Aydoğan Vatandaş tarafından yazılan “ARMAGEDON, Türkiye İsrail Gizli Savaşları” isimli kitapta, Körfez Savaşı ile başlayan süreç kapsamında kurulması planlanan Kürt Devleti projesi irdelenmişti. Bu eksende Eşref Bitlis suikastı, MUAVENET Gemisinin vurulması, Uğur Mumcu suikasti ve Susurluk kazasının farklı bir bakış açısıyla ele alındığı kitapta çarpıcı bilgilere yer verilmişti. Sultanahmet Adliyesi’nde salı günü yapılan karar duruşmasında kitabın yazarı Aydoğan Vatandaş, kitabında TSK’yı hedefleyen tek bir satır bile bulunmadığını belirtti. Kitapta yer alan bilgilerin kamu yararı gözetilerek yazıldığını söyleyen Vatandaş, beraat talebini tekrarladı. Sanıkları ve delilleri inceleyen mahkeme heyeti, savcının kitap hakkındaki “Kitapta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik her hangi bir hakaret olmadığı gibi bir çok yerde övüldüğü, Saratoga Gemisi olayı, Uğur Mumcu suikasti, Eşref Bitlis olayı ve Susurluk kazasına farklı bakış açısı getirdiği, kitapta suç teşkil eden hiç bir ifadenin bulunmadığı” yönündeki mütaalasını da dikkate alarak sanıklar ve kitap hakkında beraat kararı verdi. Vatandaş duruşmadan sonra ‘ aşk herşeyi yener’ derken, avukatı Ahmet Cengiz Tangören kararı hukukun zaferi olarak niteledi.

2000 tutmadı, 2001 verelim!

Sayı: 317 | Haşim Söylemez – h.soylemez@aksiyon.com.tr

Sonradan olacak şeyleri, gaipten haber vermek anlamına gelen ve kökeni Arapça olan “kehanet” kelimesi insanoğlunun varlığından beri merak uyandırmış, daima inanılan bir güç olarak telakki edilmiş. Kehanet tarihine bakıldığında ise bu gizemli kelimenin her toplumda varolduğu karşımıza çıkıyor. Kehanet, Şamanizm kültünü yaşayan toplumlarda olduğu gibi, eski Yunan mitolojilerinde ve milattan önceki dönemlerdeki Mezopotamya uygarlıklarında karşımıza çıkıyor. Binlerce yıl boyunca ortaya atılan değişik kehanetler, dünyanın genelini ilgilendirdiği gibi, yöresel olarak kabul görenleri de var. Değişik yolları deneyerek ortaya kehanetler atan kişiler türemiş, kimisi insanları sömürmüş, kimisi de verdiği haberlerin gerçekleşmesiyle insanların güvenini kazanmış.

Ancak kâhinler tarafından ortaya atılan 2000 kehanetlerinin çoğu fos çıktı. Ne gökyüzünde uçan arabalar var, ne de Ay’da koloni kuran insanlar. Yine 2000 kehanetleri çerçevesinde insan ömrünün 150 yıla çıkacağını haftalık çalışma saatinin 25 saate ineceğini haber verenler de yanıldı. En önemlisi 1999 tarihinde kıyametin kopacağını söyleyenler yanılmak bir yana utandılar. Evet 2000 kehanetlerinin büyük çoğunluğu fos çıktı, şimdi sıra yeni milenyum kehanetlerinde. Kimi kâhinlere göre yeni milenyumda kıyamet kopacak, kimine göre ise yeni dünya savaşları başlayacak. Özellikle kaynağını İncil ve Tevrat’tan alan kâhinlere göre ise bu milenyumda Mesih’in gelecek olması insanların merakını uyandırmış durumda. Bütün bu kehanetler beklenirken, yapılan tarihi hesaplamalarda ise büyük yanlışlıklar yaşanıyor. Değişik takvimleri baz olan kâhinlerin vermiş olduğu rakamlar birbirleriyle çelişiyor. Kimi takvime göre yeni milenyum geçen sene başladı, kimine göre bu sene başlıyor. Kimi takvimlere göre ise milenyum 5 yıl önceden başlamış. Genel olarak dünyada insanlar böyle kehanetler ve tarihlerle meşgul olurken, Türkiye’de de yöresel bazda bir takım kehanetler ileri sürülüyor. Örneğin; 2050’de Türkiye dünyadaki tek süper güç olacak.

Armagedon gerçekleşecek mi ?

“Tevrat’ın Şifresi “ isimli kitabın yazarı Michael Drosnin İsrailli matematikçi Dr. Eliyahu Rips’i kaynak gösterip Tevrat’ın şifrelenmesi yoluyla birçok konuda kehanetlerde bulunuyor. Rabin Suikastı, Körfez Savaşı gibi önemli konularda haklılığı ortaya çıkarken, insanların asıl merakını uyandıran konu ise; Armagedon kehanetinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği. Yazar Drosnin kitapta Armagedon’u kıyamet ve mahşer anlamında kullanıyor; bunun da savaşla olabileceğini belirtiyor. Yani gerçekleşecek olan 3. Dünya Savaşı, eğer Tevrat’ın şifresi doğru ise yüzyılın sonunda ya da gelecek on yıl içinde gerçekleşecek. Yazar Drosnin Armagedon’u Ölü Deniz civarında bulunan “Mühürlü Kitap” olarak bahsedilen parşömenlerden esinlenerek dile getiriyor. Parşömenlerdeki şifrelerin bilgisayarla çözüleceği haber veriliyor ve şifreler çözülüyor. 2000 ve 2006 yılları Dünya Savaşı ile birlikte şifrelenmiş. Bu iki yıl hem atomik soykırım hem de Dünya Savaşı ile şifrelenmiş.

Tevrat kaynaklarından sonra Amerika’da yaşayan Hopiler de bir yıkımdan bahsediyor. Arizona eyaletinde yaşayan Hopilere göre; çeşitli zaman dilimlerinden geçen dünyayı son bir yıkım beklemekte ve bu yıkımdan sonra en son olacak kıyamete kadar gelecek bir mutluluk süresi beklemektedir. Bu yıkımın 2000 yılı başında, nükleer bir savaş veya bir göktaşı düşmesiyle gerçekleşeceğine inanılır. Hopiler tam bir tarih vermezken Mayalar büyük yıkım için gün bile veriyor. Maya kutsal takviminin bitişi MS 22 Aralık 2012 olarak kabul ediliyor ve bu tarihte bu yıkım gerçekleşecek, yani dünya son bulacak.

Nostradamus’a göre

3. Dünya Savaşı 2076’da

Kâhinlerin en ünlüsü olarak tarihe geçen Nostradamus’a göre gerçekte kıyamet 3797 yılında kopacak. Bunu da Son Gün’ün gelip çatması , yeryüzü ve gökyüzünün yep yeni bir çehreye bürünmesi ölümün ölümsüzlüğe dönüştüğü dönem olarak belirtiliyor. Ancak Nostradamus’a göre bundan önce 3750 yılında 5. Dünya Savaşı çıkacak, 2106 yılında 4. Dünya Savaşı son bulup 1000 yıl gibi bir süre barış yaşanacak. 2076’da 3. Dünya Savaşı çıkacak ve bu savaş 25 yıl sürdükten sonra, savaş sonrasında çölleşmiş bir dünya meydana gelecek. 2050 yılında SS devleti tekrar kurulacak. Nostradamus 2000 yılında atomik bir saldırı sonucu Roma’nın yok olacağını, Avrupa ile İtalya arasında bir savaş başlayacağını bu savaştan İtalya’nın galip geleceğini haber veriyor. Nostradamus’un bu son kehaneti diğer bazı kehanetleri gibi gerçekleşmiş değil. Yine Yehova Şahitlerine göre kıyamet 2000’li yılların başında kopacak.

Diğer bir kâhin Edgar Cayce de 2000 yılı için pek iyimser değil. 2. Dünya Savaşı’nın başlangıç ve bitiş tarihlerini bilen ve uyuyan kâhin olarak isimlendirilen Edgar Cayce’ye göre 21. yüzyılda kutuplar yer değiştirecek, yeni karalar ortaya çıkacak. Kızıl Çin’le Rusya’nın da birleşeceğini haber veren Cayce’ye göre aynı zamanda 21. yüzyıl barış ve sevgi getirecek.

Herkes Mesih bekliyor

2000’li yıllar için söylenen en önemli kehanetlerden birisi de Mesih’in geleceği ile ilgili. Hemen her dindeki insanların Mesih’in geleceği inancı 2000 yılı itibariyle iyiden iyiye alevlenmiş durumda. Hatta Yahudi bir tarikat Ölü Deniz civarındaki tepelerde Mesih’in geleceğini bekliyor. Bu tarikat 2000 yılı ile birlikte beklentisini iyice arttırmış durumda. Hopi Kehaneti ise bir Mesih yerine iki kurtarıcı kardeşin 2000 yılının ilk çeyreğinde yeryüzüne geleceğini ileri sürüyor. Yahudi kökenli ve İncil’den etkilenerek oluşmuş Mesih beklentisi tüm dünyayı sarmış. Bazı gruplar Mesih beklentisinde aşırıya giderek bu kurtarıcıyı bekliyor. Gelecek olan Mesih’in ise Hz. İsa olduğu yönündeki görüşler ağırlık kazanıyor. Hz. İsa gelecek diye uzun yıllar Mesih bekleyen marjinal gruplar “Şam’daki Beyaz Minare’nin altına inecek” diye, Hz İsa için her cuma caminin avlusuna bir at çekip bekliyorlar. Mesih beklentisi Müslüman olan bazı gruplarda da karşımıza çıkıyor. Ancak genel olarak Müslümanlarda Mesih inancı yerini Mehdiliğe bırakıyor. Yani müjdelenmiş kurtarıcı olacak şahıs. Bu yüzdendir ki; özellikle Türkiye’de birçok dini cemaat Mehdi’nin kendi içlerinden çıkacağını hatta daha ileri giderek Mehdi’nin kendi liderlerinin olduğunu söylemişlerdir. Mehdi için söylenen zaman ise tıpkı Mesih’teki gibi 2000’li yıllar. Bu yüzden kendisini Mehdi ilan edip piyasada dolaşan birçok meczup bulunuyor. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Güç; İslam’da kehanetin olmadığını belirterek: “Gaipten haber verme İslam’da kabul görür şey değildir. Rüya ya da sadece peygamberlere gönderilen vahiyler sonucunda gelecek ile ilgili yorumlar yapılabilir. Sıkıntılar artınca da insanlar mecburen kehanetler inanmak zorunda kalmışlar. Bu yüzden bir çok kişi kendisini Mesih veya Mehdi ilan ediyor” şeklinde konuşuyor.

Türkiye süper güç

olacak mı?

Dünya’nın genelini ilgilendiren kehanetlerin yanısıra Türkiye’yi birebir ilgilendiren kehanetler de var. Mehdi inancı doğrultusunda Türkiye’de birçok cemaat Mehdi’nin Türkiye’den çıkacağını ileri sürüyor. Yeni milenyumda çıkacak olan Mehdi’nin başta Türkiye olmak üzere tüm dünyayı kurtarması bekleniyor. Türkiye kehanetlere göre siyaset, sosyal hayat, spor ve sanat alanlarında da birtakım değişiklikler yaşayacak. Ancak kim tarafından ortaya atıldığı bilinmeyen ve Türkiye’de büyük çoğunluğa hakim olan bir inanca göre Türkiye 2000’li yıllarda süper güç olacak. Ortalıkta dolaşan kahenetlere göre, Türkiye 2040’li yıllarda dünyada kendisinden bahsettirecek, 2050 yılında ise dünyadaki tek süper güç olarak kabul edilecek. Yine kehanete göre Türkiye’nin süper güç olma aşamasında diğer Türk devletlerinin de Türkiye’ye tâbi olması sözkonusu olacak. Burada varılmak istenen Osmanlı ruhunun tekrar yeşereceği. Yani aynı kaynağa göre Türkiye önümüzdeki 10 yıl içinde kendi eksikliklerini tamamladıktan sonra Avrupa Birliğine girebilecek. Türkiye’yi önümüzdeki 2 yıl içinde bir takım değişiklikler de bekliyor. Kehanetlere göre Türkiye’de 2001’de erken seçim aşamasına gidilecek ve 2002 yılında ise seçim yapılacak. Mehmet Memiş (Medyum Memiş) cinler ile yaptığı istişare sonucunda bu yargılara ulaştığını söylüyor. Yine Memiş’e göre Türkiye’de önümüzdeki iki yılda ekonomik olarak sıkıntılar devam edecek. Ancak Türkiye’de 17 Ağustos’ta yaşanan deprem gibi büyük felaketlerin olmayacağını söylüyor. Türkiye’de önümüzdeki 10 yıl içinde sanat alanında büyük değişiklikler ve başarılar olmayacağı belirtilirken spor alanında özellikle futbolda başırların devam edeceği dile getiriliyor. Memiş, Galatasaray Futbol Takımı’nın 2001’de de dünyada kendisinden bahsettirecek başarılara imza atacağını söylüyor.

Memiş her ne kadar kehanetler ortaya atılırsa da insanın şer olan olayları hayıra çevirmesinin mümükün olabileceğini iddia ederek şöyle konuşuyor: “İnsan şer karşısında dua ederse ve Allah da bu duaları kabul ederse şerler hayra dönüşebilir. Kehanetler illa da gerçekleşecek denilemez”. Ekonomi Uzmanı Doç. Dr. Kamil Uslu ise, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde ekonomik yönden sanıldığı kadar kötüye gitmeyeceğini belirtiyor: “Türkiye önümdeki yıllarda daha da iyiye gidecek. Dengeler sağlanacak, oluşan olumsuzluklar yeni yılın başında aşılacak. Yeni gelişmekte olan ülkemizde enflasyonda da ciddi bir düşüş bekleniyor” şeklinde konuşuyor.

Milenyum 2001’de başlar

Tıpkı kâhinlerin ortaya attığı kehanetler gibi, yaşadığımız dönemin tarihi de tartışılıyor. Kâhinler başka başka takvimlerden faydalanarak ortaya attıkları kehanetlerinin gerçekleşmesi tarihi birbirini tutmuyor. Her kâhine göre dünya değişik tarihlerde yok olacak. Gnümüzde tartışılan konu ise yeni milenyumun 2000 yılında mı , yoksa 2001 yılında mı başladığı. Kullandığımız miladi takvime göre 3000 yılı 1 Ocak 2001 tarihinde başlıyor.

Mısır’da eskiden beri kullanılan Güneş Takvimi Roma İmparatoru Julyen tarafından 360 günden 365 güne çevirilip düzeltmeler yapılıyor. Böylece miladi takvimin ilk şekli ortaya çıkıyor. Daha sonra Jülyen Takvimi Mart’ta başlayan yeni yıl, 500. yılında Aziz Jean’dan dolayı 1 Ocak tarihine alınır. Gregor tarafından Ocak ayına alınan miladi takvim son ve gerçek şeklini almış olur. Yani biz bugün bu takvimi kullanıyoruz. Ve bu takvime göre 3000 yılı 1 Ocak 2001 tarihinde başlıyor, başka bir deyişle yeni milenyum 2000’de değil 2001 tarihinde sayılmaya başlanıyor. Hz. İsa’nın doğumunu baz alan takvimler ise miladi takvime göre çok daha ileride. Hz. İsa’nın doğumun baz alan hesaplamalara göre şuanda 2005 yılı yaşanıyor. Hicri takvime göre hesaplama yapanlara göre ise 2000 yılı için daha bayağı bir zaman var. Hicri takvim ise şu anda 1421 tarihini gösteriyor.

Dünyada ve Türkiye’de söylenen kehanetlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmez ama yeni milenyumun tüm insanlar için hayırlar getirmesi hepimizin temennisi.

ALİ BULAÇ

06.12.2004 PAZARTESİ
“Cariyenin Çocukları”

Dinin etkilediği algılar bir iki günde oluşmaz. Oluşumları gibi etkileri de uzun yüzyıllara yayılır ve din müntesiplerinin tarih boyunca temas halinde bulundukları kutsal metinler onların diğer din müntesiplerine ilişkin bakışlarını şekillendirir. Gerçek duygu ve düşünceler her zaman açıktan ifade edilmez, bazı kritik zamanlarda da aniden açığa vurur.

1986’da ABD, Libya’yı vurduğu gün ABD Başkanı Ronald Reagan, “Bu savaşın derin anlamları var. İsmailoğulları’nın son ferdini de çölün derinliklerine sürünceye kadar savaş sürecektir.” demişti. Muhtemelen çoğu kimse Reagan’ın ne demek istediğini anlamamış veya anlayanlar yadırgamıştı. Ama Reagan, dindar bir insandı ve tıpkı bugünkü Başkan Bush gibi, Armagedon savaşına ve zamanın sonunda İsa Mesih’in ineceğine inanıyordu. Dinî nesep açısından biz ve Ehl-i Kitap (Yahudi-Hıristiyanlar) aynı ataya, yani Hz. İbrahim’e mensubuz. Biz Müslümanlar Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’den, İsrailoğulları diğer oğlu İshak’tandırlar. Yani amca çocuklarıyız. Ama annelerimizin farklı olması ciddi sorunlara yol açıyor. Ehl-i Kitap’ın gözünde İsmail’in annesi Hacer siyahi cariye olduğundan, bizler asil ve özgür bir kadın olan Sara’dan doğma Hz. İshak’ın çocukları ve torunlarıyla aynı asalete sahip değiliz: “Ve Sara, Mısırlı Hacar’ın İbrahim’e doğurmuş olduğu oğlunun güldüğünü gördü. Ve İbrahim’e dedi: ‘Bu cariyeyi ve oğlunu dışarı at; çünkü bu cariyenin oğlu benim oğlumla, İshak’la beraber mirasçı olmayacaktır’. Ve oğlundan dolayı bu şey İbrahim’in gözünde çok kötü göründü.” (Tekvin, 21: 8-11.) Ortak dinî köken dolayısıyla Yeni Ahit’e göre de İsmail aynı durumdadır: (Galatyalılara, 4: 21-31.) Bu yüzden İlahi mazhariyetlerin iki kol arasında eşit bir şekilde dağıtılmış olması söz konusu olamaz; çünkü Tanrı İsrailoğulları’nı seçti. Bu, bizlerin eşit ortak olmamızı engelleyen önemli bir husustur. “Kavimlerin kralları Sara’dan doğan çocuk ve soyundan olacaktır.” (Tekvin, 17: 15-16)

İbrahim’in iki oğlu olduğu halde, Allah’ın va’di açısından İbrahim’in sadece tek geçerli oğlu vardı, o da “biricik oğlu” İshak’tı. (Tekvin, 22: 2) “Yeryüzünün bütün kabileleri sende (İshak’ta) mübarek olacaktır.” (Tekvin, 12: 3.) Kitab-ı Mukaddes’e göre Yahudi’nin üstünlüğü ve bu üstünlüğün İshak soyundan gelen İsrailoğulları’na verilmesi “Allah’ın niyeti”dir. “Tanrı’nın sözleri Yahudilere emanet edildi.” (Romalılara, 3: 1-2) Başka bir ifadeyle “Yahudi olmayan peygamber yoktur”. Yeni Ahit, açıkça “Allah bütün vaatleri ve ahitleri İsmail’in soyuna değil, İshak’ın soyuna vaat edilmiştir.” (Galatyalılara, 4: 21-31) der. Tabiatıyla Kur’an-ı Kerim, bu iddiayı reddeder ve şöyle düzeltir: “İsmail, va’dinde duran gönderilmiş (rasul) bir peygamberdi.” (19/Meryem, 54) Ama zaten Yahudilik ve Hıristiyanlık, Kur’an’ı İlahi vahy kabul etmiyor. Hıristiyanlar, kurtuluş ve İbrahim’e mensubiyet bakımından “kendilerine uygun bir yol” buluyorlar. İncil “Kurtuluş Yahudilerdendir” (Yuhanna, 4: 22) der. Hıristiyanların İbrahim’e nispetleri İsa dolayısıyladır. İsa bir Yahudi idi, peygamber değildi, ama “Tanrı’nın biricik oğluydu.” (Yuhanna, 3: 16-17) İkincisi, İbrahim’e mensubiyet sadece fiziksel Yahudilik”le değil, ruhsal ve manevi Yahudilik”le de mümkündür: “Fakat Allah’ın kelamı sakıt olmuş demek değildir. Çünkü hep İsrail’den olanlar İsrail değildir; çünkü İbrahim’in soyu oldukları için hepsi evlat değildirler; fakat ‘Senin soyun İshak’ta çağrılacaktır’ denilmiştir. Yani beden evladı Allah’ın evladı değil, fakat va’din evladı soy olarak sayılır.” (Romalılara, 9: 6-8) Mesajı en iyi İsa temsil ettiğine göre, İsa’ya bağlananlar hem kurtulur, hem İbrahim’e nispet edilir. Peki biz Müslümanlar için bir çıkış yolu var mı? Bazı Hıristiyanlar, -mesela Daniel Wickwire-, bizim için “zayıf da olsa bir ümit” bulabiliyorlar.

Peki biz, bu “ortak dini miras”a dahil olma ümidimizi “Hıristiyanlık üzerinden mi” koruyacağız? Hatırlanacağı üzere, 6 Ekim’de açıklanan “İlerleme Raporu”na Avrupa’dan çok itirazlar geldi. Verheugen itirazları şöyle sıraladı: “Ben, Türkiye’nin olası üyeliğine karşı yapılan itirazları biliyorum. Yeterince Avrupalı değilmiş, yeterince Hıristiyan değilmiş, çok büyükmüş, çok uzakmış, çok fakirmiş, çok geri kalmışmış vs.” (Zaman, 7 Ekim 2004.) 01.11.2004

FEHMİ HUVEYDİ

06.12.2004 PAZARTESİ
Ortadoğu’nun şekillendirilmesinde Türkiye’ye biçilen rol

Hedef sadece Ortadoğu değil bütün İslam dünyası ve bölge haritasındaki umutlu değişimlerle ilgili güvenilir Amerikan konseptinin son değil, ilk adımı olduğu görülüyor. Dilerseniz buna ‘teröre karşı savaş’ sancağını yükselten değişim hadiselerine ilişkin Amerikan planının ‘ilk mönüsü’ diyebilirsiniz. Bu kesinlikle bir çıkarım ve bazı ‘masum’ insanların varlığını yalanlamakta ısrar ettiği ‘komplo’ mantığına teslim olmak da değil, Türkiye başkentinden gelen haberlerin bir okumasıdır.

Yeni Şafak gazetesi geçtiğimiz 30 Ocak tarihinde ABD Başkanı George Bush’un Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’a 28 Ocak Çarşamba günü Beyaz Saray’daki kabulü sırasında Fas’tan Endonezya, oradan Güney Asya, Orta Asya ve Kafkaslara uzanan ‘Büyük Ortadoğu’ya’ ilişkin yeni bir Amerikan projesinin işaretlerini verdiği bağlamında bir haber yayımladı. Gazeteye göre proje ABD başkanının Erdoğan’la görüşmesinde sunduğuna uygun olarak Türkiye’yi omurga konumuna getiriyor. Washington, Türkiye’den Ortadoğu’da eksen rol oynamasını istiyor. Şöyle ki Washington, Türkiye’nin demokrasi modelini ve dini ‘ılımlılığını’ revaca çıkarma görevini üstleniyor. Hatta bu, öyle bir dereceye ulaşıyor ki ABD Başkanı Türkiye’nin İslam dünyasının çeşitli bölgelerine ülkelerinde tatbik edilen ‘ılımlı’ modelin misyonerliğini üstlenmesi için vaiz ve imamların gönderilmesini bile öneriyor.

Haberin doğruluğunu teyit eden birçok delil var elimde. Yeni Şafak gazetesi Türk İslami hareket çevrelerine yakın bir gazete ve Sayın Erdoğan’a eşlik eden Türk basın heyetindeki gazetenin başyazarı Fehmi Koru, bana kendisiyle geçtiğimiz pazartesi günü New York’ta yaptığım telefon görüşmesinde ziyaretle ilgili raporu kapsamında haberi gazeteye gönderenin bizzat kendisi olduğunu belirtti ve Başbakan’a eşlik eden bütün gazetecilerin konudan haberdar olduklarını ifade etti. Kendilerine Başkan Bush’un Erdoğan’a projesinin birçok ayrıntılarını sunduğu belirtilmiş ve İslam dünyasına vaizler ve imamlar gönderilmesi düşüncesi ise Beyaz Saray çalışanlarından sızdırılmış.

Yine delillerden biri de Amerikan yönetimi nezdinde Türk modelinin İslam dünyasına tatbik edilmeye en uygun model olduğuna dair güçlü bir kanaatin olmasıdır. Buradan hareketle şu üç sebeple bir genelleme yapmak uygun düşer. İlki Türk modeli dinin rolünü büyük ölçüde sınırlamakta, hatta dinin kamusal hayattaki rolüne karşı çıkmakta. Bu ise Washington’ın özellikle de 11 Eylül sonrası İslam ülkelerine yönelik sahip olduğu bütün baskıları kullandığı gibi ihtiyaç duyduğu bir ilke. İkincisi ise Türkiye kendisini Batı’nın bir parçası, ABD’nin değişmez ve şüphe götürmez dostu olarak görmekte. Dolayısıyla Batı ailesinin bir parçası sayılır ve İslam dünyasıyla yüzeysel ilişkilerini muhafaza etmekte. Üçüncü sebep ise Türkiye, İsrail ile sağlam ilişkilere sahip. Bu durum Washington ve Avrupa Birliği tarafından olumlu karşılanmakta ve teşvik görmekte.

Bu değerlendirmeler sebebiyle Türkiye, Amerikan bakış açısıyla sadece bölgenin sakinleşmesi amacıyla değil aynı zamanda Washington’ın istediği ılımlı şartları barındıran İslam modelinin sunumu amacıyla projesindeki öncü rolü yerine getirmesi için aday gösterdiği model müttefik sayılmaktadır.

Haberin doğruluğuna işaret eden delillerden birisi de Büyük Ortadoğu projesi olarak adlandırılan şey halihazırdaki süreçte ABD’nin iki temel hedefiyle uyum göstermektedir. İlki teröre karşı Amerikan savaş cephesinin belirlenmesi. İkincisi ise Amerikan imparatorluk hayalini ve Amerikan yüzyılı olarak adlandırılan oluşumun gerçekleştirilmesi yönünde ilerlemek. Bilgi bağlamında Amerikan imparatorluğu rüyası bazı Amerikan yönetimi unsurları nezdinde siyasi bir arzu değil sadece. Aynı zamanda bazıları nezdinde bir imani akide ve ideolojidir. Bu sonuncuları olan Hıristiyan köktenciler Müslümanları kötüler ve ‘Allah’ın iradesini’ yerine getirmemeye çalışan bir engel olarak görmekteler. Bu iradenin İsrail’in desteklenmesi ve kötülük ile iyiliğin arasını ayıracak ‘Armagedon’ savaşı patlak vermeden önce Kudüs’te Mescid–i Aksa’da heykel inşa edilmesinde temsil edildiğini düşünmekteler. Bu savaş öncesi Hz. İsa’nın dönüşü kaçınılmaz ve sonrasında bunu bütün Yahudilerin Hıristiyanlığa girmesi izleyecek. Bu durum bütün dünyanın Hıristiyanlaştırılması noktasında kendini gösteren nihai hedefin gerçekleştirilmesi için yolu hazırlayacak!

Soğuk savaş bitmeden önce ABD, Sovyetler Birliği’yle mücadele için Arap ve İslam dünyasında müttefikler edinmekte kararlı oldu ve amacı ise bu müttefik ülkelere mümkün olduğu kadar Arap ve İslam ülkesi katmaktı; ancak Sovyetlerin çöküşü sonrası şartlar tamamen değişti. Amerikan hegemonyasını dünyaya yaymak ve halihazırda veya gelecekte iradesine meydan okuyabilecek herhangi bir gücün çıkışını engellemek için bazılarının iştahı kabardı. Başkan oğul Bush’un Beyaz Saray’a geçmesi sonrası Siyonizm’le işbirliği içindeki köktenci sağcı güçlerin sınır ötesine uzanma ve her iki tarafın üzerinde buluştuğu arzulanan hegemonyanın gerçekleştirilmesi umutları canlandı. Her iki taraf da Amerikan imparatorluğu kurulmasını istemekte, İsrail’in desteğiyle dünyanın Hıristiyanlaşmasını, Allah’a yaklaşılmasını, Arap ve Müslümanların tam bir hezimete uğratılmasını arzu etmekteler.

Bizler ABD’nin sadece Arap dünyasını değil, bütün İslam dünyasını yeniden çizme genişliğine sahip olduğunu düşündüğümüzde ABD’yi kınama gücüne sahip değiliz. Ancak Arap ümmetinin teslim bayraklarını çektikleri ve dayatılacak bütün planlara ve şartlara boyun eğmeye hazır hale geldiği izlenimi verenlere karşı bir tutum izlenmek zorundayız.

(Londra’da yayımlanan Şarkulevsat gazetesi, 4 Şubat 2004)

MISIRLI AYDIN VE YAZAR 06.02.2004

*****”Dinler tarihi boyunca, kutsal kitaplarda sözü edilen Mesih’in, dünyaya ineceği gün tartışma ve merak konusu oldu. Ancak İncil ve kutsal metinlerdeki kodların yanlış yorumlanması yüzünden kehanetler hiçbir zaman doğrulanamadı. Oysa herkesin gözden kaçırdığı bir ayrıntı tüm şifreleri açığa çıkaracaktı. Neydi bu ayrıntı?

“Bu yüzyılın başına kadar yapılan tüm kehanetler; Mesih’in ‘vaat edilen topraklar’da İsrail Devleti’nin kurulmasından yedi yıl önce dünyaya ineceğini iddia ediyordu. Oysa kutsal metinler doğru okunduğunda bu sürenin yedi öncesi değil, kırk iki yıl sonrası olduğu ortaya çıktı. Ve kırk iki yıl sonrası bize çok da uzak olmayan bir geleceği haber veriyordu.

“Bu keşfe göre Mesih’in gelişi, 1967 yılındaki haber verilen Altı Gün Savaşı’nın ardından, İsrail’in resmen kurulması milat olarak alınırsa, tam olarak 2009 yılı ortaya çıktı.

“Kehanetse yaklaşan kıyametin bir nükleer savaş sonucunda ya da bir göktaşı yüzünden gerçekleşeceğini iddia ediyordu. Ancak geride, insanlığı kurtaracak tek bir yol daha vardı!”

Tüm dünyada çok satan kitapların yazarı Peter LORIE, bu kez tüm insanlığı ve dünyanın geleceğini etkileyecek yorumlarını bizimle paylaşıyor. Armagedon, Mesih ve kıyamet hakkında sarsıcı bir kitap…

Savaş Evanjelik-Yahudi ittifakı istiyor Savaş Evanjelik-Yahudi ittifakı istiyor (Aydoğan Vatandaş’a göre, savaşın gerçek nedeni ne petrol ne de su: Her şey Armagedon’daki kutsal kıyamet savaşı TEMPO Dergisi’nden Tutkun AKBAĞ’a konuşan Aydoğan Vatandaş, savaşla ilgili ilginç teorilerde bulundu:) Bütün mesele, Evanjelik Hıristiyanlarla Yahudiler arasında kurulan kutsal ittifak: Bush da Hitler gibi seçilmiş olduğuna inanıyor. Senaryoya göre, Bush Deccal Saddam’la savaşacak, kıyamet kopmadan önce Hz. İsa yeryüzüne inecek ve yeniden doğuşçu Hıristiyanların ruhlar? göğe yükselecek. Bu arada İsrail de Kudüs’ü başkent ilan edip, Mescid-i Aksa’nın yerine Süleyman’ın Mabedi’ni inşa edecek. Yaşanan ve yaşanacak her şeye bir komplo teorisyeninin gözüyle baktığınızda, dünyanız ‘kararabilir’. Bir komplo teorisyenine göre her şeyin bir de perde arkası vardır ve onu görmek gerekir. Peki kapımızdaki yeni savaşın perde arkasında neler oluyor? Gazeteci Aydoğan Vatandaş, derinden derinden Türkiye’nin en etkili komplo teorisyeni olma yolunda ilerliyor. Savaşa, Ortadoğu’ya, ABD’ye, Bush’ a ve dünyaya bambaşka bir gözle bakıyor. Aydoğan Vatandaş’ın komplocu gözünden, dünya kıyamet gününe doğru gidiyor. Irak’ta ABD’nin yapmaya çalıştığı savaşın arkasında ise Evanjelikler Yahudilerin ittifakı söz konusu. İşte dünyaya bir başka gözle bakacağınız komplolar… -Irak savaşı önceden belli miydi ya da daha önceden planlanmış mıydı? Öncelikle ABD’nin Irak’a müdahale çabasına, Türk kamuoyunda yeterince bilinmeyen bir faktör olarak Evanjelik Hıristiyan-Yahudi ittifakına değinmek istiyorum. ABD’nin Ortadoğu politikaları kuşkusuz bir tek faktöre indirgenemez. Birileri şunu söyleyebilir: Irak dünya petrol rezervlerinin büyük bir kısmına sahiptir. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde petrol rezervleri tükenme tehlikesiyle karşılaşacak olan ABD’nin bu petrole ihtiyacı olacaktır. Diğer taraftan Irak’tan petrol alan ülkelere baktığımızda ABD’nin dünya egemenli?ini tehdit eden ülkeler olduğunu görüyoruz. Yani ABD, Irak petrollerini ele geçirerek bu ülkeleri kendine bağımlı hale getirmek istiyor olabilir. Bu bir tezdir. Başka bir tez de diyebilir ki, Ortadoğu’da önümüzdeki 10 yıl içinde insanlar içecek bir bardak su bile bulamayacaklar. O halde burada bir Kürt devleti kurmak suretiyle, İsrail bölgenin su yollarını ele geçirmek istiyor. Bunların tümü reel politik açısından makul ve geçerli senaryolardır. Benim söylemek istediğim, bu savaşın tek bir faktöre indirgenemeyeceğidir. Bu, aynı zamanda çok eski bir planın ilk adımlarından biridir. ABD’nin Ortadoğu politikalarında pek öne çıkmayan bir diğer faktör de, Evanjelik Hıristiyanlarla Yahudiler arasında kurulan ittifaktır. Amerikan siyasetçilerinin, İsrail yanlısı politikalarının, ideolojik-dinsel arka planını bu ittifakın oluşturduğu söylenebilir. -Evanjelikler kimdir? Bu nasıl bir ittifaktır? Hıristiyanlık üç ana mezhepten oluşur: Katolik, Ortodoks ve Protestan. Ortodoksluk Balkanlar, Doğu Avrupa ve Rusya’da; Katoliklik İtalya, İspanya ve Güney Amerika’da; Protestanlık ise Avrupa’nın kuzeyi ile Kuzey Amerika’da yaygındır. Protestanlığın çok çeşitli alt kolları bulunmaktadır. Bunlardan Scofield İncil’ini referans alan Evanjelik geleneğe göre, kıyametin kopmasından önce Hz. İsa yeryüzüne ikinci kez gelecek ve az sayıdaki yeniden doğuşçu Hıristiyan’ın ruhları semaya yükselecek. Onlar rahat koltuklarından aşağıda, iyiler ordusunun başındaki İsa ile kötüler ordusunun başındaki Deccal arasında Armagedon’ da geçen, kanlı kıyamet savaşını seyredecekler. Hz. İsa’nın dönebilmesi ise yeryüzünde sahnenin hazırlanmasıyla başlar. -2. Körfez Savaşını başlatmak isteyen ABD, bu senaryoyu mu hazırlamak istiyor? Bu sahnenin hazırlanması için bir yığın aşama gerekiyor. Yahudilerin Filistin’e dönüp İsrail devletini kurmaları, Kudüs’ü başkent yapmaları, Mescid-i Aksa’nın yerine III. Süleyman Mabedi’nin inşa edilmesi, develerin kurban edilmesi… Tüm bunların İncil tarafından öngörüldüğüne, bu çerçevede İsrail devletinin yaptıklarının Tanrı’nın iradesine uygun olduğuna inanılıyor. Yine bu öğretiye göre, sahnenin hazırlanması konusunda İsrail’e yardım etmek, kıyametin çabuklaştırılması için ne gerekiyorsa yapmak gerekmektedir. Grace Halsel, Forcing God’s Hand (Tanrıyı Kıyamete Zorlamak, Kim Yayıncılık, 2002) adlı kitabında bu öğretinin tarihsel dayanaklarını; bu çerçevede Hıristiyan sağ, Amerikan Yahudileri ve İsrail sağı arasında ne tür ittifakların kurulmuş olduğunu ve İsrail’e her yıl ne kadar yardım aktarıldığını anlatıyor. Rod Dreher de aynı gerçeğe işaret ettiği yazısında (http://www.nationalreview.com/dreher/ dreher040502.asp; 5 Nisan 2002) şöyle diyor: “Tuhaf gelebilir, ama doğru: Yahudilerin yanı sıra İsrail’in en güçlü Amerikan destekçileri Evanjelik Hıristiyanlardır -ki bunların çoğu, Tanrı’nın Yahudilere tarihi Filistin üzerinde ilahi bir hâkimiyet hakkı tanıdığına kuvvetle inanmaktadırlar. Şimdiki gibi, İsrail’in dostsuz kaldığı zamanlarda, İsrailliler Washington üzerinde baskı kurma konusunda, bu güçlü oy blokunun desteğine güvenmektedirler.” -ABD kıyameti koparmak istiyor öyle mi? Saçma gelecek ama bu insanlar çılgın ve fena halde şartlanmış durumdalar. Orta ile ortaüstü sınıf Amerikalılardan oluşan söz konusu fundamentalist Hıristiyan kitle, değişik Protestan kiliselerine mensup. 16 milyon üyeli Güney Baptist Kongresi içinde de yaygındırlar. Monica Lewinski davasında Clinton’ı sorgulayan savcı Kenneth Starr’ın ve kimi Amerikan Kongresi üyelerinin mensup olduğu İncil kiliseleri ve mega kiliseler denen kilise üyeleri de bunlar arasında yer alıyor. Yaklaşık her on Amerikalıdan biri bu mezhebin bir üyesidir ki, bu yaklaşık 30 milyon insan demektir. Eski Başkan Ronald Reagan ve baba George Bush da dahil, birçok önemli kişinin bu öğretinin sempatizanı olması kayda değerdir. Halsell’e göre, eski İsrail Başbakanı Netanyahu’nun da aralarında bulunduğu üst düzey İsrail yetkilileri, ABD’ye geldiklerinde tanınmış Evanjeliklerle görüşmektedir. -Evanjeliklerle Yahudiler birbirlerini seviyorlar m?? İşin bir ilginç yanı, Evanjeliklerle Yahudilerin, birbirlerinden hoşlanmadıkları halde, menfaat ortaklığı nedeniyle birbirlerine katlanmalarıdır. Kıyametin üzerine kopacağı neslin şu anki nesil olduğuna inanan Evanjelik Hıristiyanlar ile Kudüs’ü başkent yaparak bölgenin hâkim gücü olmak isteyen İsrail arasındaki ittifak, ABD’nin tek yanlı Ortadoğu politikalarını açıklamada önemli bir faktördür. Hitler de öyledir. Kendini gizli birtakım öğretilerin, efsanelerin, cemiyetlerin kontrolüne bırakmıştır. Hitler’in bilinen büyü/maji uygulamaları bile var. Düşünebiliyor musunuz, büyü bu adamlar tarafından askeri amaçla kullanılmış. -Bush da Hitler gibi mi? Bence, Bush da Hitler gibi, dünya güvenliği için son derece tehlikelidir. Geçen hafta Newsweek dergisi, George W. Bush’un, her sabah düzenli olarak dini kitap okuduğunu yazdı. Habere göre, Bush’un son zamanlarda takip ettiği dini kitabın adı ‘En Yüce İçin Yapabileceğim Azami Şey’. Yazarı, Mısır’da Osmanlı’ya karşı savaşanlara İncil götürürken ölen Baptist vaiz Oswald Chambers. Dergiye göre, bu başkan ve başkanlık makamı, modern zamanların en din eksenli olanı. Bush’un en sadık siyasi tabanını dindar Hıristiyanlar oluşturuyor. Başkanlık kampanyasına başlamadan önce Teksas’ta bir grup papaz? toplayan Bush, ‘daha yüksek bir vazifeye çağrıldığını’ söylemiş. Yani Bush tıpkı Hitler gibi kendisinin seçildiğine inanıyor. Saddam da bunlara göre Deccal’dan başkası değil. Newsweek, Bush’un Usame bin Ladin ve Saddam Hüseyin için kullandığı ‘evil’, ‘şer’ sıfatının dini temeli olduğunu savunuyor. -Peki bu grup Armagedon’u mu gerçekle?tirmek istiyor? Onlar, Kitab-ı Mukaddes’in bazı bölümlerini, İsrail’deki Megiddo Ovası’nda yapılacak olan son büyük savaşı önceden bildirdiği şeklinde yorumlamaktadırlar. Bu savaş Kitab-ı Mukaddes’te İbranice Armagedon diye geçmektedir. Armagedon ‘Megiddo Tepesi’ anlamına gelmektedir. Yani bu savaş bugünkü İsrail’deki Megiddo Ovas?’nda gerçekleşecektir. Armagedon ancak ve ancak Yahudilerin bir millet olarak ‘Eretz İsrail’ (Vaat edilmi? topraklarda) yeniden bir araya gelmelerinden sonra gerçekleşecektir. Diğer çeşitli kiliseler tarafından da kabul edilen bu doktrine ‘milenyalist’ denilmektedir. Çünkü Kitab-ı Mukaddes’te bu savaşın iki binli yıllarda olacağına dair işaretler bulunmakta ya da bu kitap öyle yorumlanmaktadır. Diğer yandan, İsa Mesih bu savaşta gökyüzünden inecek ve Deccal’i burada öldürecektir. Bundan sonra krallığını kuracak ve yıllar süren bir barış dönemi başlayacaktır. İşte fundamentalist Hıristiyan Siyonistlerin İsrail’e olan yakın ilgileri, Mesih’in ikinci gelişine yol açacak olan bu savaşı bir an önce yerine getirmek için çalıştıklarına dair inançlarında yatmaktadır. -Peki bu senaryolar çerçevesinde Türkiye’yi nas?l bir gelecek bekliyor? Zaman bizi haklı çıkardı. 1997’de epey başımızı ağrıtan ‘Armagedon/Türkiye-?İsrail Gizli Savaşı’ adlı kitabımızda; Saddam Hüseyin’in bazı güçlerden aldığı cesaretle Kuveyt’e girişini; bunun ABD için bölgeye müdahale gerekçesi olmasını ve bir Kürt Devleti’nin kıvılcımı sayılabilecek Kuzey Irak olgusunun ortaya çıkacağını; Özal’?n 1987’de yaşanan büyük Peşmerge göçünün bir benzerinin yeniden yaşanmaması için bölgeye Çekiç Güç’ü davet etmek zorunda kalmasını; Çekiç Güç’ün PKK’ya destek vermesini; Türkiye’nin bölgede bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek için bölgesel bir dış politika arayışı içerisine girmesini ve bununla birlikte Gayri Nizami Harp usullerini uygulamaya koymasını; Buna karşılık; 1- Muavenet Gemisi’nin ABD Saratoga Gemisi tarafından kaptan köşkünden vurulmasını (1992), Uğur Mumcu Suikastının tertiplenmesini (1993), Eşref Bitlis’in uçağının düşürülmesini (1993), Susurluk kazasının tertiplenmesini (1996), 28 şubat sürecinin tetiklenmesini (1996-1997), ABD tarafından Türkiye’ye ödetilmiş bedeller olarak değerlendirmiştim. Emekli Orgeneral Edip Başer de geçen gün Sepetçiler Kasrı’nda “Bu, Yeni Dünya Düzeni’nin ilk adımıdır” demişti. Novus Ordo Soclorium. Bu ibare 1 ABD dolarında, piramidin hemen altında yazan Latince bir ifadedir. Biz bunu ilk olarak Körfez Savaşı’ndan önce Baba Bush’un ağzından duyduk: Yeni Dünya Düzeni.. Oysa bu ifade dolar var olduğu günden bu yana var. BM’den 60 bin ABD askerinin Türk topraklarını kullanarak Kuzey Irak’a geçmesine izin veren tezkerenin kabul edilmemesi beklenmedik bir gelişme değildi. Benim analizime göre, Türkiye ne zaman ABD karşıtı bir diplomatik hareketlilik içerisine girse Türkiye’de ya bir uçak düşer, ya bir suikast olur. Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olmasının ardından tezkere kabul edilebilir. Eğer olmazsa ABD sanırım yine eski yöntemlere başvuracaktır: 1- AKP’nin bölünmesi için gerekli senaryolar uygulanmaya başlanır; 2- AKP’nin islamcı bir parti olduğu, laikliğe büyük tehdit olduğuna ilişkin ABD kaynaklı psikolojik harp argümanları pompalanır; 3- Bu psikolojik harekât AKP ile TSK arasında gerginliğe neden olur; 4- Laik yönü ağır basan bir aydınımıza bir suikast tertiplenir; 5- Kritik askeri personelin bulunduğu uçaklarımız düşebilir; 6- Türkiye’nin bir deprem ülkesi oldu?unu hatırlatan haberlerde artış gözlenir ve yanı sıra irili ufaklı depremler olmaya başlar; 7- Ordunun yönetime el koyması için manipülasyonlar hız kazanır.Ama kuşkusuz Türkiye’de de tüm bunları okuyabilecek insanlar ve kurumlar da vardır. Ve onlar da boş durmazlar. A. ÖZDEMİR-23 Kasım 2002,SABAH

******” İran’daki Bushehr Nükleer santrali Bombalanacak!
Tarih: 2.11.2003 Saat: 10:50
Konu: Siyonizm

İran’ın Körfez kıyılarındaki halen inşa halinde olan Bushehr nükleer santrali’nin, haziran 2004 ‘de açılması planlanıyor.

SİYONİZM’İN SIRADAKİ HEDEFİ

İsrail ile ABD’nin oluşturduğu Siyonizm ittifakı Irak işgaline devam ederken basında çok da dikkat çekmeyen bir haber yer almakta. ABD/İsrail şer ittifakı ısrarla nükleer çalışmalarını durdurması yolunda İran’a ikazda bulunmakta….

İsrail/ABD şer ittifakının kopardığı fırtınanın merkezinde İran’ın Körfez kıyılarındaki halen inşa halinde olan Bushehr nükleer santrali var. Reaktörün inşasının bu yılın sonlarında bitirilmesi planlanıyor. Nükleer yakıtı daha sonra temin edilecek. Haziran 2004 de ise tamamen faal hale gelecek. Bu çok konuşulacak proje üzerinde İran yaklaşık çeyrek asırdır çalışıyor. Santralin bitimine yaklaşılan bu günlerde İran ile ABD/İsrail ikilisi arasındaki tansiyon da artmış durumda. Halbuki İran NPT anlaşmasını yani nükleer gücün sadece insanlık yararına kullanılması ile ilgili anlaşmayı imzalamıştı. Şu ana kadar İran’ın NPT’yi ihlal ettiğine dair hiçbir delil olmamasına rağmen, ABD ve İsrail İran’ın nükleer silah üretme çabasında olduğunu ileri sürüyor.

Önümüzdeki günlerde büyük bir ihtimalle ABD/İsrail şer ittifakı “korunma amaçlı (!)” bir saldırı düzenleyerek faaliyete geçmeden hemen önce Bushehr santralini imha edecektir. Böyle bir saldırı hem bölge hem de dünya için yeni bir dönem başlatacaktır. İran ile savaş NPT anlaşmasının sona ermesine, yeni bir silahlanma yarışına ve dünyada nükleer bir kaos oluşmasına sebep olacaktır. Peki bu kaos siyonizmin vaat edilmiş topraklara girmeden hemen önceki Armagedon savaşı mı olacak?

Siyonizm kendi efsanelerini canlandırmak için her yolu denerken küçük bir hatırlatma yapalım. Mersin’de kurulması planlanan nükleer santrali bir hatırlayın. Ayrıca, Termik santrallerde tükenebilir enerji kaynakları olan petrol, doğalgaz ve kömür kullanıyor, bunların ithalatına da milyarlarca dolar veriyoruz!!!

Turgut Alp Lapalı

****modules.php?name=News&new_topic=4ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell dün yaptığı bir konuşmada ABD’nin Hıristiyan Yahudi bir devlet olduğunu söylemiş. Ardından da gaf (!) yaptığını fark edip lafı çevirmiş ve ABD’nin çeşitli dinlerden insanların yaşadığı bir ülke olduğunu söylemiş. Aslında Powell bir gerçeği itiraf ediyor sözlerinde…

ŞECAAT ARZEDEN MERD-İ KIPTİ SİRKATİN SÖYLERMİŞ

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell dün yaptığı bir konuşmada ABD’nin Hıristiyan Yahudi bir devlet olduğunu söylemiş. Ardından da gaf (!) yaptığını fark edip lafı çevirmiş ve ABD’nin çeşitli dinlerden insanların yaşadığı bir ülke olduğunu söylemiş. Aslında Powell bir gerçeği itiraf ediyor sözlerinde.

80’li yıllarda Ronald Reagan’la başlayıp baba Bush’la devam eden, Clinton dönemiyle 8 yıllık bir kesintiye uğrayıp oğul Bush’la icraatlarının zirvesine çıkan fundemantalist Protestan lobisi ABD’de işbaşındadır.

Önceleri kendilerini fundementalist diye adlandıran Martin Luther tarafından kurulmuş olan bu mezhep, sonraları Evanjelikler olarak tanınmışlardır.

Katolik ve Ortodoks Hristiyanlardan farklı olarak Evanjelik Protestanlar ilginç bir şekilde Yahudilerin dünyadaki destekçileri olduklarına inanırlar.

Vaat edilmiş topraklarda yani Filistin’de büyük İsrail devletinin kurulacağını, tüm Yahudilerin buraya yerleşerek burada dünya hakimiyetini sağlayacakları günü beklemektedirler.

Aslında böyle bir mezhebin kurucusu olan Martin Luther’in bir Yahudi olduğu iddia edilmektedir. Yine inanışlarına göre Yahudilerin İsrail topraklarında Deccal ile yapacakları büyük savaştan sonra Mesih’in yeryüzüne inerek Deccal’i yeneceğine ve Yahudilerle birlikte dünyayı yöneteceğine inanmaktadır.

Bir kısım iyimser (!) Evanjelik Mesih geldikten sonra Yahudilerin Hristiyan olacağına inanmaktadır. Armagedon öncesi Evanjelikler ve Yahudiler bazı işaretler beklemektedir.

-Tüm Yahudilerin dünyaya dağılması -Yahudilerin tekrar biraraya gelip büyük İsrail’i kurması -Süleyman Mabedinin tekrar inşası

Süleyman Mabedi Mescid-i Aksa’nın altında bulunmaktadır. Yahudiler Mescid-i Aksa’yı yıkıp tekrar Süleyman Mabedi’ni inşa etmeyi beklemekteler.

Yukarda kısaca anlattığımız bilgiler ışığında son ABD Başkanı’nın icraatlarına bakalım. Koyu bir Evanjelik olan Reagan döneminde ABD nükleer silahlanmaya çok büyük yatırım yapmıştır.

Daha sonra Bush Körfez Savaşı bahanesiyle şöyle Ortadoğu’yu bir yoklamış, her nedense Irak’ta kalmayıp geri çekilmiştir.

Demokrat Parti’li Clinton döneminde ABD Evanjeliklerin hükümetteki etkisini yıkmaya çalışmıştır. Ancak Monica skandali patlak vermiş ve ilginçtir ki Clinton koyu bir Evanjelik olan Savcı Starr tarafından sorgulanmıştır. Clinton’a karşı yapılan bu karalama kampanyalara rağmen seçimler ancak karmaşa sonucu Evanjelikler tarafından kazanılmıştır. Muz Cumhuriyetlerinde bile olmayacak kadar komik bir oy sayımı işlemi sonucunda Demokrat aday her nedense (!) yarıştan çekilince küçük Bush Başkan olabilmiştir. Sonrası malum….

Önce Afganistan. Şimdi Irak. Filistin’de gün geçtikçe artan büyük zulüm.

Evanjeliklerin, Yahudilerin, kısaca tüm Siyonistlerin politikalarına hizmet etmemeliyiz. Öyleyse iç kavgalarımızı ve koltuk hırslarımızı bir kenara bırakıp Ülkücülük’ tanımını bir defa daha okuyalım.

Turgut Alp Lapalı

********

Yehova’nın Şahitleri—Kimlerdir? Nelere İnanırlar?

Nelere İnanırlar?

Yehova’nın Şahitleri, göklerin ve yerin Yaratıcısı, Mutlak Güce Sahip Tanrı Yehova’ya inanırlar. İçinde yaşadığımız evrendeki, son derece karmaşık tasarımlı harikaların varlığı mantıken, tüm bunların üstün zekâlı, güçlü bir Yaratıcı tarafından meydana getirildiğini gösterir. İnsanın nitelikleri işlerine yansıdığı gibi, aynı durum Yehova Tanrı için de söz konusudur. Mukaddes Kitaba göre, “dünyanın yaratılışından beri, Tanrı’nın görünmeyen nitelikleri . . . . O’nun yaptıklarıyla anlaşılarak açıkça görülüyor.” Aynı zamanda, “gökler Allahın izzetini beyan eder” ve bunu tek kelime etmeden, sessizce yapar. —Romalılar 1:20, Müjde; Mezmur 19:1-4.

Yeryüzü Yehova tarafından insanın ebediyen oturması ve ona bakması için yaratıldı

İnsan, kilden çanak çömlek yaparken de, televizyon ya da bilgisayar yaparken de, bir amaca sahiptir. Yeryüzü, içindeki bitkiler ve hayvanlar ise bunlardan çok daha harikadır. Trilyonlarca hücresiyle insan bedeninin yapısına akıl erdiremeyiz. Düşünme merkezi beynimiz de akıl sır ermeyecek kadar şahanedir! Eğer insan nispeten önemsiz buluşlarını bile bir amaçla yapmışsa, Yehova Tanrı da hayranlık uyandıran eserlerini hiç kuşkusuz amaçsızca meydana getirmemiştir. Süleymanın Meselleri 16:4 Yehova’nın ‘her şeyi gayesi için yarattığını’ söyler.

Yehova yeryüzünü bir amaçla meydana getirdi. Bu, ilk insan çiftine söylediği şu sözlerden anlaşılabilir: “Semereli olun, ve çoğalın, ve yeryüzünü doldurun . . . . denizin balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve yer üzerinde hareket eden her canlı şeye hâkim olun.” (Tekvin 1:28) Bu çift, itaatsiz olduklarından, dünyayı, hem doğruluk standartlarına uyacak hem de bitkileriyle ve hayvanlarıyla tüm yeryüzüne sevgiyle bakacak ailelerle doldurmayı başaramadı. Ama onların başarısızlığı Yehova’nın amacını boşa çıkarmıyor. Bu olaydan binlerce yıl sonra şunlar yazıldı: ‘RAB, dünyaya şekil veren, onu boşuna yaratmadı. . . . . Üzerinde oturulsun diye ona şekil verdi.’ “Dünya ebediyen duruyor”, yok edilemez. (İşaya 45:18; Vaiz 1:4) Yehova’nın yeryüzüyle ilgili amacı gerçekleşecek: “Öğüdüm duracak, ve bütün muradımı yapacağım.” —İşaya 46:10.

Bu nedenle Yehova’nın Şahitleri, dünyanın ebediyen duracağına ve Yehova’nın onu güzelleştirilmiş, oturulabilir duruma getirme amacına uyan insanların, ölmüş olanların da, yeryüzünde sonsuza dek yaşayabileceğine inanırlar. Tüm insanlık Âdem ve Havva’dan kusurluluğu miras aldı, o halde hepimiz günahkârız. (Romalılar 5:12) Mukaddes Kitap ‘günahın ücreti ölümdür’ der. “Yaşıyanlar biliyorlar ki, öleceklerdir; fakat ölüler bir şey bilmezler.” “Suç işliyen can, ölecek olan odur.” (Romalılar 6:23; Vaiz 9:5; Hezekiel 18:4, 20) Öyleyse, ölüler nasıl tekrar yaşayıp yeryüzünün nimetlerinden yararlanabilir? Bu ancak Mesih İsa’nın fidye kurbanlığı sayesinde olabilir, çünkü o şunları dedi: ‘Diriliş ve yaşam benim. Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır.’ ‘Mezarda olanların hepsi onun sesini işitecekler ve mezarlarından çıkacaklar.’ —Yuhanna 5:28, 29, Müjde; 11:25, Müjde; Matta 20:28.

Bu nasıl olacak? İsa’nın yeryüzündeyken duyurusunu başlattığı ‘krallığın iyi haberinde’ bu açıklanıyor. (Matta 4:17-23) Ama Yehova’nın Şahitleri bugün iyi haberi çok özel bir yolla vaaz ediyorlar.

YEHOVA’NIN ŞAHİTLERİ NELERE İNANIRLAR?

İnançları Kutsal Yazılara Dayanan Nedeni

Mukaddes Kitap Tanrı’nın Sözüdür ve hakikattir II. Tim. 3:16, 17; II. Pet. 1:20, 21; Yuh. 17:17

Mukaddes Kitap geleneklerden çok daha güvenilirdir Mat. 15:3; Kol. 2:8

Tanrı’nın ismi Yehova’dır Mezm. 83:18; İş. 26:4; 42:8; Çık. 6:3

Mesih Tanrı’dan daha aşağı konumdadır Mat. 3:17; Yuh. 8:42; 14:28; 20:17; I. Kor. 11:3; 15:28

Mesih Tanrı’nın yaratıklarının ilkidir Kol. 1:14; Vah. 3:14

Mesih haç üzerinde değil, bir direk üzerinde öldü Gal. 3:14; Res. İşl. 5:30

Mesih’in insan hayatı, itaatli insanlar için fidye olarak ödenen bir bedeldi Mat. 20:28; I. Tim. 2:5, 6; I. Pet. 2:24

Mesih tek kurban olarak yeterliydi Rom. 6:10; İbr. 9:25-28

Mesih ölümsüz bir ruh olarak diriltildi I. Pet. 3:18; Rom. 6:9; Vah. 1:17, 18

Mesih şimdi bir ruh olarak hazır bulunuyor Yuh. 14:19; Mat. 24:3; II. Kor. 5:16; Mezm. 110:1, 2

Şimdi ‘sonun vaktindeyiz’ Mat. 24:3-14; II. Tim. 3:1-5; Luka 17:26-30

Mesih’in yönetimindeki Krallık yeryüzüne barış ve adaletle hükmedecek İş. 9:6, 7; 11:1-5; Dan. 7:13, 14; Mat. 6:10

Gökteki Krallık yeryüzüne ideal yaşam koşulları getiriyor Mezm. 72:1-4; Vah. 7:9, 10, 13-17; 21:3, 4

Yeryüzü hiçbir zaman yok olmayacak ve boş kalmayacak Vaiz 1:4; İş. 45:18; Mezm. 78:69

Tanrı bugünkü ortamı Armagedon savaşında ortadan kaldıracak Vah. 16:14, 16; Tsef. 3:8; Dan. 2:44; İş. 34:2; 55:10, 11

Kötüler sonsuza dek yok olacak Mat. 25:41-46; II. Sel. 1:6-10

Tanrı’nın onayladığı insanlar sonsuz yaşam alacak Yuh. 3:16; 10:27, 28; 17:3; Mar. 10:29, 30

Hayata götüren sadece tek bir yol vardır Mat. 7:13, 14; Efes. 4:4, 5

İnsan, Âdem’in günahı yüzünden ölüyor Rom. 5:12; 6:23

İnsan canı ölümle yok olur Hez. 18:4; Vaiz 9:10; Mezm. 6:5; 146:4; Yuh. 11:11-14

Ölüler diyarı insanlığın ortak mezarıdır Eyub 14:13; Vah. 20:13, 14

Ölülerin dirilme ümidi var I. Kor. 15:20-22; Yuh. 5:28, 29; 11:25, 26

Âdem’den miras alınan ölüm kalkacak I. Kor. 15:26, 54; Vah. 21:4; İş. 25:8

Sadece “küçük sürü”yü oluşturan 144.000 kişi göğe gidip Mesih’le birlikte saltanat sürüyor Luka 12:32; Vah. 14:1, 3; I. Kor. 15:40-53; Vah. 5:9, 10

144.000’ler Tanrı’nın ruhi oğulları olarak yeniden doğarlar I. Pet. 1:22, 23; Yuh. 3:3; Vah. 7:3, 4

Ruhi İsrail’le yeni bir ahit yapıldı Yer. 31:31; İbr. 8:10-13

Cemaatin temeli Mesih’tir Efes. 2:20; İş. 28:16; Mat. 21:42

Dualar Mesih aracılığıyla yalnızca Yehova’ya yöneltilmelidir Yuh. 14:6, 13, 14; I. Tim. 2:5

Tapınmada resim ve heykel kullanılmaz Çık. 20:4, 5; Lev. 26:1; I. Kor. 10:14; Mezm. 115:4-8

Ruhçuluktan kaçınılmalıdır Tes. 18:10-12; Gal. 5:19-21; Lev. 19:31

Şeytan, dünyanın görünmez yöneticisidir I. Yuh. 5:19; II. Kor. 4:4; Yuh. 12:31

İsa’nın bir takipçisi dinlerarası kaynaşma akımlarında yer almaz II. Kor. 6:14-17; 11:13-15; Gal. 5:9; Tes. 7:1-5

İsa’nın bir takipçisi dünyadan ayrı kalmalıdır Yak. 4:4; I. Yuh. 2:15; Yuh. 15:19; 17:16

Tanrı’nınkilerle çelişmeyen ülke yasalarına itaat edilmelidir Mat. 22:20, 21; I. Pet. 2:12; 4:15

Bedene ağızdan veya damardan kan almak Tanrı’nın yasalarına aykırıdır Tek. 9:3, 4; Lev. 17:14, Res. İşl. 15:28, 29

Mukaddes Kitabın ahlakla ilgili yasalarına itaat edilmelidir I. Kor. 6:9, 10, İbr. 13:4; I. Tim. 3:2; Sül. Mes. 5:1-23

Sebt gününü tutma emri yalnızca Yahudiler’e verildi ve Musa Kanunuyla birlikte son buldu Tes. 5:15; Çık. 31:13; Rom. 10:4; Gal. 4:9, 10; Kol. 2:16, 17

Ruhban sınıfı ve özel unvanlar uygun değildir Mat. 23:8-12; 20:25-27; Eyub 32:21, 22

İnsan evrim sonucu oluşmadı, yaratıldı İş. 45:12; Tek. 1:27; Mat. 19:4

Mesih, Tanrı’ya hizmet ederken izlenmesi gereken bir örnek bıraktı I. Pet. 2:21; İbr. 10:7; Yuh. 4:34; 6:38

Suya tamamen batırılarak yapılan vaftiz, vakfın simgesidir Mar. 1:9, 10; Yuh. 3:23; Res. İşl. 19:4, 5

İsa’nın takipçileri Kutsal Yazılardaki hakikati herkese sevinçle ilan ederler Rom. 10:10; İbr. 13:15; İş. 43:10-12

Copyright © 2004 Watch Tower Bible and Tract Society of Pennsylvania. All rights reserved.

15. Bölüm, Tanrı’dan Yuhanna’ya gelen esinleme

16. Bölüm

Tanrı’nın öfkesi ve yedi tas

Bundan sonra tapınaktan yükselen gür bir sesin yedi meleğe, «Gidin, Tanrı’nın öfkesiyle dolu yedi tası yeryüzüne boşaltın!» dediğini işittim.

2Birinci melek gidip tasını yeryüzüne boşalttı. Canavarın işaretini taşıyıp onun benzeyişindeki puta tapanların üzerinde iğrenç ve ıstırap verici yaralar oluştu.

3İkinci melek tasını denize boşalttı. Deniz, ölü kanına benzer bir kana dönüştü ve içindeki bütün canlılar öldü.

4Üçüncü melek tasını ırmaklara ve su pınarlarına boşalttı, bunlar da kana dönüştü. 5Sulardan sorumlu meleğin şöyle dediğini işittim:

«Var olan ve var olmuş olan kutsal Tanrı!

Bu yargılarında adilsin.

6Kutsalların ve peygamberlerin kanını döktükleri için,

içecek olarak sen de onlara kan verdin.

Bunu hak ettiler.»

7Sunaktan gelen bir sesin,

«Evet, gücü her şeye yeten Rab Tanrı,

yargıların doğru ve adildir»

dediğini işittim.

8Dördüncü melek tasını güneşin üzerine boşalttı. Bununla güneşe, insanları ateşle yakıp kavurma gücü verildi. 9İnsanlar korkunç bir ısıyla kavruldular. Tövbe edip bu belalara egemen olan Tanrı’yı yücelteceklerine, O’nun adına sövdüler.

10Beşinci melek tasını canavarın tahtı üzerine boşalttı. Canavarın egemenliği karanlığa gömüldü. İnsanlar, ıstıraptan dillerini ısırdılar. 11Istırap ve yaralarından ötürü gökteki Tanrı’ya sövdüler. Yaptıklarından da tövbe etmediler.

12Altıncı melek tasını büyük Fırat nehri üzerine boşalttı. Gündoğusundan gelen kralların yolu açılsın diye ırmağın suları kurudu. 13Bundan sonra ejderhanın ağzından, canavarın ağzından ve sahte peygamberin ağzından kurbağaya benzer üç kötü ruhun çıktığını gördüm. 14Bunlar, mucizeler yapan cinlerin ruhlarıdır. Gücü her şeye yeten Tanrı’nın büyük gününde olacak savaş için bütün dünyanın krallarını toplamaya gidiyorlar.

15«İşte hırsız gibi geliyorum! Çıplak dolaşmamak ve utanç içinde kalmamak için uyanık durup giysilerini üstünde bulundurana ne mutlu!»

16Üç kötü ruh, kralları İbranicede Armagedon denilen yerde topladılar. 17Yedinci melek tasını havaya boşalttı. Tapınaktaki tahttan yükselen gür bir ses, «Tamam!» dedi. 18O anda şimşekler çaktı, uğultular ve gök gürlemeleri işitildi. Öylesine büyük bir deprem oldu ki, insan yeryüzünde oldu olalı bu kadar büyük birdeprem olmamıştı. 19Büyük kent üçe bölündü. Uluslara ait kentler de yerle bir oldu. Büyük Babil, Tanrı’nın önünde anıldı ve Tanrı’nın ateşli gazabının şarabını içeren kâse kendisine verildi. 20Bütün adalar ortadan kalktı, dağlar yok oldu. 21Gökten, insanların üzerine, taneleri yaklaşık kırk kilo[g] ağırlığında şiddetli bir dolu yağdı. Dolu belası öylesine korkunçtu ki, insanlar bu beladan ötürü Tanrı’ya sövdüler.

——————————————————————————–

17. Bölüm, Tanrı’dan Yuhanna’ya gelen esinleme

http://www.hristiyan.net

Kutsal Kitap’ın Değişmezliği

Ana Sayfa

Peygamberlere Göre (Nebi’îm) Kutsal Kitap’ın Değişmezliği

“Ve kavmın İsraili kendine ebediyen kavm olarak kendin için sabit kıldın; ve sen, ya RAB, onlara Allah oldun. Ve şimdi, ya RAB Allah, kulun hakkında ve evi hakkında söylediğin sözü ebediyen durur, ve söylediğin gibi yap.” (2 Samuel 7:24-25)

Musa’nın Tevrât’ın da ve Davud’un Zebûr’un da olduğu gibi, aynı şekilde diğer peygamberlerin kitaplarında da (Nebi’im’de) Tanrı’nın Sözünün ebedi olduğunu görebiliriz. “Ot kurur, çiçek solar; fakat Allahımızın sözü ebediyen durur.” (İşaya 40:8) Peygamberlerin kitaplarında birçok “peygamberlik sözleri” de vardır. Şimdi, “peygamber” veya “peygamberlik” sözleri hakkında biraz düşünelim. Bu sözler ne demek ve nereden çıktılar? Kitab-ı Mukaddes’te “peygamber” kelimesi şöyle oluşmuştur:

“Evelleri İsrâilde Allahtan sormak için gittiği zaman adam böyle derdi: Gel, Görene gidelim; çünkü şimdi Peygamber denilene önceleri Gören denirdi.” (1 Samuel 9:9)

Kitab-ı Mukaddes’teki “peygamberlik” kavramı, bir peygamber gelecekte olacak olayları olup bitmeden önce açıklamaktadır. “İşte size her şeyi önceden söylemiş bulunuyorum.” (Markos 13:23) Böylece bir peygamber gerçekten Tanrı tarafından geldiğini belli etmektedir. Çünkü ancak Tanrı gayb haberin sahibidir.

“De ki: Göklerde ve yerde Allâh’tan başka kimse gaybı(görünmeyeni, Allâh’ın gizli ilmini) bilmez. Ne zaman dirileceklerini de bilmezler. Doğrusu onların âhiret hakkındaki bilgileri ardarda gelip bir araya toplandı.” (Neml 27:65-66)

“O, gaybı bilendir. Kendi görünmez bilgisini kimseye göstermez. Ancak râzı olduğu elçilere gösterir.” (Cin 72:26-27)

Bütün Eski Ahit’te, Tevrât, Zebûr ve Peygamberlerin kitapları birçok peygamberlik sözü içerirler. Gelecek şeylerle (gayb) ilgili Kitab-ı Mukaddes’te, yüzlerce değil, binlerce ayet bulunmaktadır.1

____________________

1. Wickwire, İlâhiyata Ait Bir Kaynak Kitap, ss. 139-152.

Bu da aynı şekilde önemli bir gerçek ifade ediyor ki, Tanrı’nın kitaplarının ta kıyamet gününe kadar geçerli kalacağını. Ahiret gününe gelmeden önce o kitapların değişmesi Tanrı’nın güvenilirliğini tehlikeye atardı.

Peygamberlerin aracılığıyla verilmiş olan sözlerin yerine gelmesi gerekiyor, yoksa Tanrı, yalancı duruma düşmüş olur. O zaman peygamberlik sözlerinin, gelecek çağlarda değişmemesi gerekir. Tanrı tüm ayetlerini korumaktadır.

“O günlerde Petrus, yaklaşık yüz yirmi kardeşten oluşan bir topluluğun ortasında ayağa kalkıp şöyle konuştu:

“Kardeşler, Kutsal Ruh’un, İsa’yı tutuklayanlara kılavuzluk eden Yahuda ile ilgili olarak Davud’un ağzıyla önceden bildirdiği Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi gerekiyordu.”(Elçilerin İşleri 1:15-16; Bkz. Mezmur 41:9)

Gelecek zamana ait olayları kavrayabilmek için, Kitab-ı Mukaddes tek kaynaktır. Kur’ân’da bunun bilgisi yoktur.

“De ki: “Ben size, Allâh’ın hazîneleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem.” (En’âm 6:50)

“Andolsun (Muhammed) onu apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında (verdiği haberlerden dolayı) suçlanamaz.” (Tekvîr 81:23-24)

Tüm kitaplara göre, gayb haberleri sadece ve sadece Eski Ahit ve Yeni Ahit’teki peygamber ve elçilere verilmişti, ama Kur’ân-ı Kerîme göre Hz. Muhammed’e her hangi bir gayb haberi verilmemişti. Dolayısıyla, eğer bir kimse Tanrı’nın peygamberleri aracığıyla verilmiş olan gayb haberlerini öğrenmek isterse, ancak ve ancak Kitab-ı Mukaddes’te gayb haberleri bulabilir. Bu gelecekte olacak olayların çoğu “Son Günleri”, “Mesih’in Tekrar Gelişi”, “Armagedon Savaşı”, “Yedi Yıllık Büyük Sıkıntı”, “Rabbin Günü”, “Gelecek Çağ”, “Mesih’in Bin Yıllık Krallığı”, “Tanrı’nın Eğemenliği”, “Yargı Günü”, “Ahiret Günü”, ve “Kıyamet Günü” hakkındadır. Kitab-ı Mukaddes’te bu konularla ilgili binlerce ayet vardır. Elbette bu çağın son günlerindeki bulunan bilgi mü’minler için yazılıdır. Tanrı’nın kendisi bu gelecekte olacak bilgiyi Kıyamet Gününe kadar korunma altına almıştır. Tanrı’nın insanlarla yapmış olduğu ahitleri ebedidir, değişmezdir. Görenedir görene, köre nedir köre ne?

İslâm ülkelerinin İlâhiyat Fakültelerinde gelecek şeylerle (Gayb) ilgili bir bilim dalı yoktur. Ama buna karşın Hıristiyan İlâhiyat Fakültelerinde Gelecek Şeyler ile ilgili “Eschatology”2 adlı bir bilim dalı vardır. Neden? Çünkü Kitab-ı Mukaddes’te, hem Eski Ahit hem de Yeni Ahit’te, gelecekte olacak olaylarla ilgili binlerce ayrıntılı âyet vardır. Kitab-ı Mukaddes gayb haberlerleriyle doludur. “İsa’nın bildirisi, peygamberlik ruhunun özüdür.” (Esinleme 19:10)

Eski Ahit’te, peygamberler tarafından vaat edilmiş olan “Mesih” hakkında, 60’tan fazla peygamberlik ayetleri bulunmaktadır.3 Ayetlerde Mesih’in nerede doğacağı, nasıl yaşayacağı, ve nasıl öleceği beliriltmiştir. İncîl’de ise, İsâ Mesih’in bir bakireden nasıl doğduğu ve Eski Ahit’in Mesih ile ilgili peygamberlik ayetlerinin tek tek yerine geldiği açık bir şekilde görünmektedir. Ayrıca İsa Mesih’in tekrar gelişi hakkında, hem Eski Ahit hem de İncîl’de birçok peygamberlik ayetleri bulunmaktadır.4 Bu ayetlerin gerçekleşebilmesi için, dünyanın son günlerine kadar Tanrı’nın kutsal kitaplarının sabit kalması lazım. Kitab-ı Mukaddes, zamanın sonunda dünyayı çepeçevre saracak olan korkunç sıkıntılardan söz ettiği için, sözünün sonsuza dek değişmeksizin kalacak olması, kendisine iman edenleri yatıştırabilmekte, en zor anlarda bile ona güven duyabilmelerini sağlamaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm, Hz. İsa Mesih’in bir “Müjde” getirdiğini ima etmektedir. “Allâh seni, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor: Adı Meryem oğlu Mesih’dir.” (Al-i İmrân 3:45) Ama Kur’ân, hiç bir yerinde bu İncîl’deki Müjdenin tam olarak ne demek olduğunu anlatmamıştır. Kur’ân’da 9 kez Hz. İsa’nın “Mesih” olduğundan bahsedilmektedir, ama “Mesih” kelimesi Kur’ân’da anlatılmamıştır.5 Bunu anlayabilmek için İncîl’e bakmamız lazım.

Buraya kadar, Tevrât, Zebûr ve Peygamberlerin Yazılarını inceledik. Şimdi ise Yeni Ahit’in, yani İncîl’in açıklamasına, dikkatle bakalım.

____________________

2. Eschatology: Eskatolojik, tarihin son olayları ile ilgili

her şey – Yunanca “Eschata”, son şeyler, son olaylar.

3. Wickwire, İlâhiyata Ait Bir Kaynak Kitap, ss. 140 & 145.

4. İbid, ss. 39-40.

5. Kur’ândaki bulunan Hz. İsa Mesih ile ilgili 85 tane ayet

şunlardır: 2:87 & 253; 3:45-55 & 59; 4:156-159, 163 &

171-172; 5:17, 46, 72, 75 & 110-119; 6:85; 9:30-31; 19:17-23,

27-34 & 36; 21:91; 23:50; 43:57-65; 57:27; 61:6 & 14.

İsrail’ in Gizli Gücü

“NÜKLEER SİLAHLAR”

SUNUŞ :

Ve Tanrının Yerusalem’i (Kudüs’ü) işgal etmek isteyenlere vereceği yara şu olacak : Etleri ayak üstü oldukları halde eriyecek, gözleri kendi oyuklarında dağılacak ve dilleri ağızları içinde eriyecek ….ve atla, beygir ,deve merkep ile o ordugâhlarda bulunan hayvanların yarası insanlarınkine benzeyecektir . “(Zekeriya 14:12,15)

Yukarıda bahsedilen Muharref Tevrat’ tan bir alıntıdır. İster istemez, bu sözleri okuduğumuzda “Acaba Hıristiyanlarca, Hz. İsa (A:S)’ ile Deccal arasında İsrail’ in Megiddo ovasında gerçekleşeceğine inanılan Armagadon Savaşı’ nda biyolojik veya nükleer silah mı kullanılacak ? sorusu aklımıza gelmekte. Bu soruyu Allahu a’lem deyip geçiyoruz. Çünkü gaybı ancak Allah bilir. Ancak Hz. İsa (A.S) ve Deccal arasında bir savaşın olacağı ve daha sonrada Mehdi’nin geleceği “Kıyamet Alametleri” olarak İslam kaynaklarında (Hadis kitaplarında) da zikredilmektedir.

Bu çalışmaya bizi sevk eden sebep; İsrail’ in ABD’ ye baskı yaparak, İran’ ı tehdit etmesindeki gerçekliği araştırmak. İsrail Dışişleri Bakanı Şalom, “İran’dan gelen bir tehditle karşı karşıyayız. İran, 2006’da nükleer silahlara sahip olabilecek radikal bir rejime sahip” diye konuştu. İsrail Dışişleri Bakanı ayrıca; Avrupa, Rusya, Ortadoğu ve bütün dünyanın, İran’ın tehdidi altında bulunduğunu öne sürdü.[1]

Bu makalede İran’ ın mı yoksa İsrail’ in mi başta bölge ülkeleri olmak üzere, dünyaya tehdit unsuru olduğunu okuyacaksınız.

“Hem suçlu, hem de güçlü” sözü tamda İsrail için söylenebilecek bir söz ! Çünkü; İsrail bugün BM’ nin kendisiyle ilgili çıkardığı hiçbir karara uymamıştır. İsrail’ in Güney Lübnan’dan çekilmesi, Golan tepelerinden çekilmesi, Batı yakasından çekilmesi ve bağımsız bir Filistin devletini tanıması, Kudüs’ten çekilmesi üzerine BM kararları vardır. Bütün bu kararlarda “kayıtsız-şartsız uygulanmalı” ifadeleri vardır. Bu kararlar on yıllardır, BM arşivlerinde tozlanmaya bırakılmıştır. İsrail uyması gereken kararların tersine tutumlar almakta, hatta bu kararları aşağılamakta, Güney Lübnan’da sivil halka saldırmaktan, Golan tepelerinin bir kısmından sonsuza değin çekilmeyeceğini açıkça ilan etmektedir. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımaktadır.[2]

İsrail, Muharref Tevrat’ ı ölçü almış, kuruluşundan günümüze hep “Kutsal Terör” anlayışı ile varlığını idame ettirmiştir.

Illinois Üniversitesi öğretim görevlisi Carl Estabrook, “İsrail, devlet olarak varlığını kargaşa, kaos ve savaşlara borçludur” diyor. Counter Punch gazetesindeki yazısında, “İsrail, ordusu olan bir devlet değil, devleti olan bir ordudur” diyor.[3]

Filistin meselesi tarih boyunca, değil sadece Araplarda bütün İslam aleminde yaşayan Müslümanlar’ ın gündeminde özel bir yer teşkil etmiştir ve etmeye de devam edecektir. Ancak üzülerek belirtelim ki, Fehmi Hüveydi’ nin de dediği gibi, “Neden İsrail’in yaptıklarını bir araya getirip kitaplaştırmaz veya belgesel film haline getirip muhtelif dillerle dış dünyaya iletmezler”.[4] Gerçekten de Müslümanların bu konuda üzerine düşen görevleri yaptığı söylenemez. BBC İsrail’ in Nükleer Silahları konusunda bir belgesel film hazırlıyor da, bizim televizyonlarımız niye böyle bir belgesel hazırlamıyor?. Fehmi Hüveydi kendi sorusuna birazda üzülerek şöyle cevap veriyor: “Maalesef bizim televizyon kanallarımız da belki Şakira ve Nansi’nin şarkılarıyla meşgul oldukları için bu gibi konulara fırsat bulamıyorlar.” Veya İsrail’ in Nükleer Silahlanması’ nı ele alan bir kitap Müslüman bir yazar tarafından yazılmış ve yabancı dillere çevirilmişmidir ?

Günümüz Türkiye Müslümanları’ nın İsrail’ e karşı en büyük tepkisi miting meydanlarında birtakım sloganlar atmaktan öteye gitmemiştir. Bu konuda eli kalem tutan yazar çizerlerimizin de yukarıda zikrettiğimiz, belgesel ve yabancı dillere çevirilmiş eserler, tarzında bir çalışması da bilinmemektedir. Bu söylediklerimizi, öz eleştiri olarak kabul edip, en azından bundan sonra, bu konuda bir şeyler yapılabileceği kanaatindeyiz !

Biz, İsrail’ in Nükleer Silahlanması’nı kaleme aldığımız bu çalışmamızda, sadece fotoğrafı net görebilmek için, parçaları bir araya getirmeye çalıştık. Umarız, bu tür çalışmaların devamı gelir ve Dünya kamuoyunda beklenen tesiri yapar.

GİRİŞ :

İsrail Başbakanı Ariel Şaron, elinin altındaki gücü “Petrol Araplarda olabilir, kibrit bizde” sözüyle ifade etmişti. Politika bu olunca; diğer bölge ülkelerinin kitle imha silahı elde etmeye çalışmasının tek sebebinin İsrail olduğu ortaya çıkıyor. Tehdit ettiği ülkeleri daha fazla silahlanmaya zorlayan bir güç bu. Şaron; 1983’te Hindistan’a, “Pakistan’ın nükleer tesislerine ortak saldırı” önerdi. 1970’lerin sonunda İran Şahı’nı yeniden iktidara geçirmek için Tahran’a asker gönderebileceklerini ilan etti. 1982’de ise, İsrail nüfuzunun “Moritanya’dan Afganistan’a kadar yayılması” gerektiğini söylüyordu.[5] Bir başka beyanatında ise Şaron:”İsrail süper bir askeri kuvvettir. Avrupa’nın bütün kuvvetleri bir araya gelse, bize ulaşamazlar. İsrail bir hafta içinde Hartum’dan Bağdat’a ve Cezayir’e kadar uzanan bölgeyi ele geçirebilir.” (Yediot Aharanot, 26 Temmuz 1973)[6]

Altı milyon nüfuslu İsrail iki yüz çok gelişmiş nükleer bombaya sahiptir ve dünyanın beşinci nükleer gücüdür. İsrail’in nükleer gücü, Çin ve Fransa ile rekabet edecek düzeydedir ve biyolojik silahlar yönünden de çok güçlüdür. Bu silahların kullanılmasına yönelik bir stratejik konsepte sahip olması nedeniyle Ortadoğu’da barış ve istikrar karşısında en büyük tehdidi oluşturmaktadır. İsrail’in bu tehdidi, sürekli olarak göz ardı edilmektedir.[7]

Clinton’ ın Strateji Uzmanı General Lee Butler de, “Güç dengesindeki bu fark düşmanlık ve geçimsizliğin had safhada olduğu Ortadoğu için büyük bir tehlike oluşturacaktır. Çünkü bir devletin kendini silahlandırması, doğrudan diğer devletleri de silahlanmaya zorluyor” diyor.[8]

İsrail’e yılda 2-2,5 milyar dolar yardım yapan ABD’nin, bu yardımın bir kısmı ile İsrail’in nükleer gücüne destek verdiği çok açıktır.[9] İsrail’in kurulmasından (1949’dan) 1996’ ya değin A.B.D. parasal yardımından 62.5 milyar dolar almıştır. İsrail bu parayı neredeyse tamamen silah satın alma ve geliştirme ve Batı Şeria’ daki Yahudi yerleşimcilere para sağlamaya ayırmaktadır. [10]

1999 yılı itibarı ile, İsrail’ in elindeki bombalarının sayısı 400’ ü geçti. Tabii ki İsrail bunların hepsini yalanlıyor. Ortadoğu’ da nükleer savaşı çıkaracak ilk taraf olmayacağı iddiasını papağan gibi, sürekli tekrar etmeyi sürdürüyor.[11]

AMERİKA’ NIN, İSRAİL’ İN NÜKLEER SİLAHLARA SAHİP OLMA POLİTİKASINI DESTEKLEMESİNİN DİNİ, STRATEJİK ve POLİTİK NEDENLERİ:

Dini Neden (Evanjelizm) : Yukarıda da zikrettiğimiz üzere, Amerika’nın yılda 2 – 2,5 milyar dolar yardım ile İsrail, Ortadoğu’ da “Amerika’nın Şımarık Çocuğu” haline gelmiştir. Amerika ile İsrail arasındaki bu göbek bağının aslında bir de dini boyutu bulunmaktadır Dini anlayış gereği, gerek Amerika’nın ve gerekse İsrail’ in yakın olduğu dini inanç; her ikisinin de peygamberini peygamber olarak kabul eden İslam dini olması gerekirken, Hıristiyanların, Yahudiler ile Evanjelik inanç bağlamında “Kutsal İttifakı”nı anlamak gerçekten de dini inanç açısından anlaşılması zor bir mesele. Çünkü; Sormak lazım acaba Yahudiler, “Hz. İsa (A.S.)’ ı peygamber olarak kabul ediyorlar mı ? Veya Hz.Meryem hakkında ne düşünüyorlar ?

Hıristiyanlar ile Yahudiler arasındaki “Kutsal İttifak” Hıristiyanların Evanjelizm anlayışından kaynaklanmaktadır.

Evanjelizm ; Sözlük anlamı yönünden, Kutsal Kitap’a yönelmek anlamını taşır. Terim ilk kez Protestan Reformu sırasında Luther ve O’nun bağlıları için kullanılmıştır. Ancak bugün için Evanjelizm, Amerika’daki Hıristiyan toplumunun tutucu kanadını ifade etmektedir. 20. yüzyıl başında ABD’ de Protestanlar arasında liberaller ve tutucular ayrımı baş göstermiş, tutucular kendilerine önce ‘fundamentalist’ (köktenci) adını vermiş, sonraları da Evanjelikler olarak tanımlanmaya başlamışlardır. Bunlar, Eski Ahit’in; Yahudilerin Tanrı’nın seçilmiş halkı olduğu, Kutsal Topraklar’ ın Yahudilerin malı olduğu, Yahudilerin Mesih’in gelişi ile birlikte bir dünya egemenliğine ulaşacakları gibi hüküm ve kehanetlerini tamamen kabul ederler. Bu nedenle de, bu konuda kendilerine düşen en büyük misyonun, Yahudilerin egemenliğine destek olmak olduğunu düşünürler. Bu desteğin en pratik yöntemi, Amerika’nın İsrail’e yaptığı dış yardımı desteklemektir. Mesih geldiğinde Yahudiler ve onlara destek olan Evanjelikler bir yanda, ‘Yahudilerin düşmanları’ (ki bu, en başta Müslümanları içermektedir) öteki yanda yer alacak, iki taraf arasında büyük bir savaş, Armagedon, yaşanacak ve Yahudiler bunu kazanarak bir dünya egemenliği elde edecektir. [12]

Amerika Birleşik Devletlerinde, milenyalist ya da muafiyetçi (kendilerini Armagedon savaşından – Armagedon Savaşı’ nın bugünkü İsrail’deki Megiddo ovasında gerçekleşeceğine inanırlar [13] – muaf tuttukları için muafiyetçi denilenlerin inandıkları[14] doktrinlere bağlı evanjelik-fundamentalist kiliselerle ilişkisi olan yaklaşık 40 milyon Hıristiyan yaşamaktadır. Onlara göre, İsrail ve Siyonizm’e kayıtsız şartsız desteğin kaynağı dini kanaatleridir. Genel olarak evanjelik-fundamentalist kilise ya da örgüt liderleri aynı zamanda politik meselelerde de seslerini çokça duyurmaktadırlar. Bu gruplar arasında oldukça etkili olan iki grup, Hıristiyan Koalisyonu ve Ahlaklı Çoğunluk, bulunmaktadır. Bu örgütlerin liderleri Pat Robertson, Ralph Reed ve Jerry Falwell, İsrail ve Siyonizme kayıtsız şartsız desteklerini birçok vesilelerde dile getirmişlerdir. Bu nedenlerden dolayı, Amerika’daki aşırı sağ Hıristiyan toplum, seçimlerde kazananların İsrail yanlısı politika izlemelerinde oldukça etkili olan bir gruptur.Fundamentalist seçmenin oylarının sayısından daha da önemlisi fundamentalist liderlerin hükümetin yüksek makamlarında eskiden beri yer almaktan hoşlanmalarıdır. En endişe verici örnek ise bu fundamentalist liderlerin, politik hayatı boyunca Ronald Reagan üzerindeki etkileridir. Birçok ortamda Reagan muafiyetçi teolojiye olan büyük ilgisini açıkça söylemiştir. Amerika’nın dış politikasındaki muafiyetçi teolojinin başlıca kolları şunlardır: İsrail yanlısı politika, nükleer savaş Armagedon için hazırlık, ve Kitabı Mukaddes’te Deccal güçlerinin lideri olarak yorumlanan Sovyetler Birliği karşıtlığı. Bunların hepsi Reagan’ın da başlıca dış politikasını teşkil etmekte idi. Yine Sovyetler Birliği’ne “şeytan imparatorluğu” diyen Reagan’dı. Soğuk Savaş ve silahlanma yarışı da yine Reagan döneminde kızıştı. Bir konuşmasından Reagan İsrail için şöyle dedi: “Armagedon işaretlerini gördüğümüz tam şu sıralarda İsrail bel bağlayabileceğimiz tek sağlam demokrasidir.”[15]

Cumhuriyetçi Parti’den Ronald Reagan ve şimdiki başkanın babası G. Bush da dahil birçok ileri gelenin bu öğretinin sempatizanı olması kayda değer. Bugün Amerika’da 40 milyonun üzerinde Evanjelist Proteston vardır ve bunlar, Eski Ahit’in, Yahudilerin Tanrı’nın Seçilmiş Halkı olduğu, Kutsal Toprakların Yahudilerin olduğu gibi kehanetlerini kabul ederler. Hıristiyan Evanjelikler, Yahudilerle tümüyle aynı inanca sahiptirler. Kabalacı’ lar tarafından hazırlanmış Mesih planına göre, Mesih geldiğinde Yahudiler ve onlara destek olan Evanjelikler bir yanda, Müslümanlar öteki yanda yer alacaklar ve iki taraf arasında Armagedon yaşanacak, Yahudiler bunu kazanarak bir dünya zaferi kazanacaktır.[16]

Bush da Hitler gibi seçilmiş olduğuna inanıyor. Senaryoya göre, Bush Deccal Saddam’ la savaşacak, kıyamet kopmadan önce Hz. İsa yeryüzüne inecek ve yeniden doğuşçu Hıristiyanların ruhları göğe yükselecek. Bu arada İsrail de Kudüs’ü başkent ilan edip, Mescid-i Aksa’ nın yerine Süleyman’ın Mabedi’ni inşa edecek. [17]

Sitratejik Neden : ABD İsrail’i bir uzak karakolu olarak görmektedir. İsrail’in özelde komşu Arap ülkeleri, genelde bütün İslâm ülkeleri üzerinde oluşturduğu tehdit gücünü adetâ kendi tehdit gücü gibi değerlendirmektedir. Bu itibarla bu ülkenin sahip olduğu nükleer gücü İslâm ülkelerine karşı bir denge unsuru olarak değerlendiriyor. Bugün İslâm ülkelerine hâkim olan sistemler her ne kadar ABD çıkarları açısından tehdit oluşturmuyorlarsa da bunun böyle devam edeceğinin garantisi yoktur. İslâm ülkelerinde başlayacak siyâsi değişim sürecinin ABD’nin İslâm dünyasıyla ilgili çıkarlarını tehlikeye sokacağı kesindir. Bu durumda ABD gerek kendinin ve gerekse güvenebileceği uzak karakollarının askeri tehdit gücünü muhtemel değişim sürecinin ortaya çıkaracağı tehlikeleri bertaraf etmekte değerlendirecektir. ABD bugün nükleer güç bakımından her ne kadar dünyanın birinci ülkesi olsa da İslâm coğrafyasıyla arasındaki mesafe bu konuda karşısına birtakım zorluklar çıkaracaktır. Dolayısıyla İslâm coğrafyasının tam kalbine saplanmış bir bıçak görünümünde olan ve ABD açısından güven oluşturan İsrail’in nükleer tehdit gücünün ileride işe yarayacağı hesap edilmektedir. [18]

Hazırlayan:Mehmet ÖZÇELİK




AŞILAMAYAN DUVAR

AŞILAMAYAN DUVAR

Her gece yatmadan önce sünnete uyarak hazırlık yapar,öylece yatardı.

Abdestini alır,sağ tarafına yönelerek kıbleye dönük olarak yatmayı kendisine adet ve ibadet edinmişti.

Her türlü insi ve cini varlıkların kötülüklerinden korunmak üzere Muavvizeteyn yani kendileriyle Allah’a sığınılan iki dua olan Felak ve Nas surelerini okur,gece korkmamak,korkudan emin olmak amacıyla Kureyş suresini okur,her türlü maddi ve manevi korunmak amacıyla Âyet-el Kürsiyi okur,bir Kur’an hatmetmek amacıyla Kur’anın üçte birine tekabül eden üç İhlas ve bir Fatihayı okuyarak bir hatim sevabını alır,Peygamber Efendimizin şefaatına mahzar olmak için on kere salavat getirirdi.

Özellikle Âyet-el Kürsi hayatının her safhasında önemli bir yer tutardı.Yolculuğa çıkacağı zaman,bir hastalığa yakalandığında,her hangi bir imtihanda başarısını pekiştirip garantiye almak amacıyla yedi Âyet-el Kürsiyi okur ve bunun faydalarını da hayatının her döneminde tecrübeyle müşahede ederdi.

Gücü ölçüsünde az da olsa gece namazını kılmaya çalışırdı.

-Bilal ve Ebu Ümame radıyallahu anhumadan:

(Allah rasulu sallallahu aleyhi ve selem buyurdu:

“Gece namazı kılmalısınız.Çünki bu,sizden önceki Salihlerin adetidir.Zira gece namazı kişiyi Allah’a yaklaştırır,günahlardan alıkor,kötülüklere kefaret olur ve bedenden hastalıkları giderir.”

İnanırdıki duanın tesiri azimdir.İmanı gibi bilirdiki açılmayan bir çok kapılar dua ile açılırdı.Hele hele bu dua müstecab bir dua ve sünnette geldiği üzere meşhur olmuş dualardan ise…

Adeti üzere bir gün gene dualarını okuyarak yatmıştı.O gece hırsızın birisi eve girmek üzere planlar yapmış,duvardan atlayarak içeriye girmeyi düşünmüştü.Hatta işini daha da kolaylaştıran bir durumla karşılaşan hırsız,duvarlardan birinde geçilebilecek kadar oluşmuş olan delikten geçecek ve içeriye girecekti.

Herkes uykuya dalmış,tasarlandığı üzere içeriye girmek üzere hırsız duvardaki açılmış olan deliğin önüne gelmişti.İçeri girmeye gayret etti ancak önünde görünmez bir sed varmış gibi bir türlü o delikten içeriye giremedi.Oysa görünürde girmesini engelleyecek bir sebeb yoktu.

Saatlerce düşündü,geçmeye çalıştı ancak bir türlü netice alamadı.Bunun basit bir şey olmadığını anlayan hırsız oradan ayrıldı.Bu sefer sabah olmasını sabırsızlıkla bekleyen hırsız,ertesi günü ev sahibinin kapısını çaldı.Dünkü başından geçen olayı anlatıp özür dileyerek bu sırrın çözülmesi için ev sahibinden yardım diledi.

Duvardaki bir delik olduğu halde neden duvarı aşamamış ve o delikten geçememişti.

Ev sahibi kendisinin her gece Âyet-el Kürsi’yi okuduğunu ve üfürerek Allah’dan korunmayı dilediğini söyledi.Ancak kendiside duvarda gerçekte bir deliğin bulunmadığını fakat bu deliğin ne almama geldiğini de bilemediğini söyledi.

Bilen birisine Âyet-el Kürsi’yi okudu.Doğru okuyup okumadığını öğrenmek istedi.Onu dinleyen kişi bir yerde yanlış okuduğunu tesbit etmişti.

Demekki gerçekte duvarda bir delik bulunmamasına rağmen hırsıza delik görünmesi o surenin eksik olarak okunmasından kaynaklanmıştı.

Her duvarı aşan Âyet-el Kürsi,kendisi aşılmazlığını bir defa daha göstermişti.

Mehmet ÖZÇELİK

25-03-2004




ALEVİLİK TARTIŞMASI ÜZERİNE

ALEVİLİK TARTIŞMASI ÜZERİNE

Bizlerin Alevilerle ilgilendiğimizden daha fazla,batı dünyası onlarla daha çok ilgilenmektedir.

Bugünlerde ortaya konulan raporlarla alevi ve Kürtlerin azınlık olup olmaması,din dersini istememeleri üzerine bir tartışmayı da toplumda açarak sürekli gerek Ortadoğu da,gerekse de Türkiyede bu durum gündemde tutulmaya çalışılmaktadır.

19-02-2005 tarihli Flaş Tv.Ceviz kabuğu proğramında yapılan tartışmalarda ortaya çıkan manzara şunları göstermektedir:

* Her şeyden önce Alevilik ayrı bir din midir?

Aleviliğin bir din olmadığını kendileri de söylemektedirler.Buna rağmen nüfus cüzdanındaki din hanesinin boş bırakılmasını ısrarla istemektedirler.Oysa oraya herhangi bir mezheb de yazılmamaktadır.Bu durum 1950’lerde kaldırılmıştır.O halde neden rahatsızlık duyulmaktadır?

Üzülerek ifade etmeliyim ki;daha önceki Bektaşi bir yetkilinin de ısrarla ve şimdilerde de özellikle Aleviliğin milattan öncelere dayandığı ve böylece islamiyetle başlamayıp köklerinin daha derine uzandığını söylemekte,İslamiyetten koparılıp adeta ayrı bir din olarak ortaya konulmaya çalışılmaktadır.

Bazen Ali’siz Alevilik sözleriyle de bu tez teyid edilmekte,soyut bir kavram oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Öyle ki,hem Ali ve hem Muhammed onlarda tabi durumunda olup,metbu durumunda değiller görüşü ağırlık kazanmaktadır.

Alevilik bir din olmadığına göre,o halde bir kültür faaliyeti olarak görülmelidir.

* Aleviler ısrarla kendileri için bir cem evi açmaya ve caminin bir yandan bir alternatifi veya en iyi ifadeyle camiye gitmek için ara köprü olarak görülmeye çalışılmaktadır.

Zaten cem evleri açılmakta ve gidilmektedir.Diyanetin bu konuda veya kanunların müsaade etmeyişi tekke ve zaviyeler kanununa aykırı oluşundandır.

Boşlukta kalan insandan bir fayda değil zarar gelir.Yanlışta olsa bir yere bağlanmak onlar için bir faydadır.

Ancak Alevilik bir tarikat,bir yol,bir tarz,bir yorum olduğundan;evvelden tekke ve zaviyelerde,dergahlarda yapılan ibadet manasında bir durum olabilir.Yoksa bir cami ve mescid manasını ifade etmez.

Zira din ve şeriatın ibadet yerleri camiler ve mescidlerdir.Tarikatların ise tabiri caizse kendi dergah,tekke ve zaviyelerinde ibadet mamasındaki sema ve zikirler ayrıdır.Dinin ibadetinin yerine ikame edilemez.

Âyette:” Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaza devam eden, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte bunların başarıya ermişlerden olmaları umulur.”[1]

Buradaki mescid kavramını dinin müeessisi olan Peygamberimizden görmekteyiz.

Peygamberimiz tarafından ilk yapılan mescid olan Kuba mescidi,Medine de yapılan Mescid-i Nebi;Hz.Muhammedin ve Hz.Alinin kıldığı bu mescidlerin dışında cem evi manasında ne bir mescid ne de bir ibadet yeri söz konusu değildir,eğer bunlar ve özellikle Hz.Ali Alevi ve Aliyi sevenlerce ölçü ve örnek alınacaksa.

Koca Selçuklu ve Osmanlıdan bu yana ibadet yerleri olarak camilerin dışında bir ibadet yeri mevcud değildir.Sadece ibadet olmayıp zikir yerleri olan tekke ve dergahlar vardır ki,oralarda bile namaz vakti namaz kılınmayıp camilere gidilirdi.

Eğer her tarikata göre cami yapılacak olursa,bunun altından kalkılması söz konusu olmaz,yüzlerce farklı caminin yapılması gerekirdi.

Onunla da kalınmayıp;aleviler hiç camiye girmemiştir,denilerek namaz ve camiden ihraç edilerek araya sed çekilmeye çalışılmaktadır.Nitekim alevi köylerinde camiler bulunduğu gibi,namaz kılanlar da mevcuddur.

* Genel olarak baktığımızda şunu sormak gerekir;Aleviler ya İslam hukukuna göre amel edeceklerdir ya da dedelerin hukukuna göre…Dedeler -asla tezyif manasında değil-bir müçtehid,fukaha,müceddid gibi bir sıfata sahibmidirler?

O halde bunlar ibadet konularını neye göre hükmetmektedirler?Eğer Caferi mezhebine göre ise,onlar zaten ibadet etmekte,dini uygulamaktadırlar.

* Alevilik nereden çıkmış ve yeri neresidir?

Eğer Hz.Ali ile başlamışsa –daha önceki yazılarımızda da genişçe ele aldığımız gibi- o zat takvada herketden ziyade,namaz emriyle beraber çocuk yaşta olmasına rağmen peygamberimizden bir veya iki vakit sonra namaza başlamış ve o yolda ve uğurda şehid olmuştur.Eğer cemevine dair bir karine ve kalıntı varsa gösterilmelidir.

Cem evinde değil,camide…

Cem evleri birer kültür evleri olarak olmalı ve yaşatılmalıdır ancak asla ibadet merkezi olarak değerlendirilmemelidir.

Aleviler dışa bağımlı olmadan problemlerini içde çözmeliler.Çok parmaklar karışır ve karıştırır.

* Yanlışta olsa düşünülmelidir ki denilir;Aleviler önce hristiyan sonra Müslüman olabilirler.

Burada onları hristiyan yapma düşüncesinden de kaynaklanabilir,onların islama soğuk ve mesafeli durmasından da olabilir.

Yapılan istatistiklerde görülmektedir ki;Alevilerin % 14-ü ateist olmaktadır.Kendi kimliğini bilmeyen ve islami kimliğe de sahib olmayan insana sahib çıkan çok olur.Nitekim bunu hristiyan misyonerleri de çok iyi değerlendirmektedirler.

Ve sonuçta çıkan tüm kavga ve tartışmalar bu din eğitiminin olmayışı veya eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Aleviler hristiyan tehlikesi altındadırlar.”Ankara’da misyonerlerin Hıristiyan yaptığı gençler Alevi Dedesi Hıdır Bulut’u arayıp yardım istedi. Hıdır Bulut’u arayan Siyasal Bilgiler mezunu Hacı Şakir adlı genç, “İşsizdik, paramız da yoktu. ‘Devletiniz size ayrımcılık yapıyor, sınavlarda özellikle engelliyor, iş vermiyor’ dediler, çok fazla para vererek bizi kandırdılar” dedi.

…Ankara’da misyonerlerle tanışıp kısa bir sürede dinini değiştirerek Hıristiyan olan Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu Tuncelili Hacı Şakir, 3 yıldır misyoner faaliyetlerine hizmet ettiğini belirterek “En iyi üniversiteleri bitirdik, herkes gibi iş sıkıntısı yaşadık. Bizi içinde bulunduğumuz zor durumdan faydalanarak kandırdılar. 3 yılım gitti bunların arasında. Hıristiyan olmuş yüzlerce Alevi genci tanıyorum. Her genç çevresindeki diğer gençleri getirdi, halen getirmeye de devam ediyor. 20 gün İsrail’de kurs gördük. Misyonerliğe katılan her Alevi genci İsrail’de özel bir kursu tamamlıyor. Orada Aleviliğin kurtuluşunun misyonerlik faaliyetinden geçtiği anlatılıyor” şeklinde konuştu.

Misyonerlere katıldığı günden bu yana geçen 3 yıl boyunca vicdan azabı çektiğini belirten Şakir, “Çorum, Tunceli, Diyarbakır, Yalova, Düzce,Tokat gibi iller özel çalışma alanları. Ancak merkez Ankara. İstanbul da buradan kontrol ediliyor. Ben 3 yıl boyunca yönetim kademesine çok yakın çalıştım. Başkan eski bir Amerikan askeri ve inanılmaz uluslararası bağlantılar var. Tepe yönetimi 6 kişilik yabancı ekipte 1 Alman ve 5 Güney Koreli var. Kuzey Iraklı 2 Kürt yönetici de sık sık yurt dışına çıkar gelir. En fanatikleri de İsraillilerdir.”

İyi bir Hıristiyan ve çalışkan bir misyoner olarak bilinen Hacı Şakir’le birlikte önceki gün Batıkent’teki gizli misyoner kilisesini ziyaret eden Alevi Dedesi Hıdır Bulut, 20 Alevi genci bir arada Hıristiyan olarak görünce şoke olduğunu söyledi. Bulut, “Hıristiyan olmamı istediklerinde daha büyük bir şok yaşadım. Liderleri Daniel diye bir Amerikalı. Bana çok paraları olduğunu, Türkiye’den bile zengin olduklarını söyleyerek destek istediler. Bana devletin yıllar önce Ermenilere uyguladığı bir kıyım olduğunu, şimdi de devletin Alevileri 2. sınıf vatandaş olarak gördüğünü söylediler. Benim desteğimle Türkiye’yi kurtaracaklarını ifade ettiler. Bana Peygamberimiz Hz. Muhammed hakkında kabul edilemez ithamlar anlattılar” dedi.

Bütün Alevi dernek ve vakıflara çağrıda bulunan Hıdır Bulut “Gerçekten ülkemiz üzerinde büyük bir din oyunu var. Bunu bana o kilisede açıkça söylediler. Az da olsa bazı Alevi dedelerinin de misyonerlerle işbirliği yaptıklarını belirttiler” dedi.

Misyonerlere katılan Hacı Şakir’in, Alevi Dede’ye verdiği raporda özetle şu bilgiler var:

“Daniel Wickware adlı New York doğumlu ABD vatandaşı Türkiye misyonerlerinin lideri. Wickware Amerikan ordusunda Vietnam savaşına katılmış (kendi beyanı). Kamboçya, Meksika, Mısır, Ürdün ve İsrail de bulunmuş. 1985 yılından bu yana Türkiye’de Protestan rahip görünümünde faaliyet gösteriyor. Halen Ankara’da ikamet ediyor ve kusursuz bir Türkçesi var. Wickware’in yardımcıları 1 Alman ve 5 Güney Koreli yabancıdan oluşan bir ekip. Ekipte ayrıca Kuzey Irak kökenli 2 Kürt yönetici de var. Bunlar da uzun yıllar Fransa ve İngiltere’de yaşamış 2 kişi. Kuzey Irak kökenli olanlar Mesut Barzani’nin Ankara temsilcisi Safen Dizayi’yi ara sıra ziyaret ediyorlar. Kürtlere Avrupa ve Amerika kamuoyunu yanlarına çekmeleri için Hıristıyan olmalarının ciddi bir avantaj olacağı anlatılıyor. Doktor Deniz olarak bilinen Dillion adlı Amerikan vatandaşı da bir Türk kadar iyi Türkçe konuşabilmekte ve para kontrolünü o yapmaktadır.”(Yeni Şafak.21-02-2005)

– Dünya Ehlibeyt Vakfı Başkanı Fermani Altun,”Türkiye’de 15 bin Katolik insanın 13 bini Alevidir. Bunlar yoğun misyonerlik faaliyetleri ile devletin kendilerine ayrımcılık uyguladığından yola çıkılarak kandırılmıştır. Bunun için acilen önlem almamız lazım”,

“Alevi gençliği barlara yönlendiriliyor. Alevilik tamamen İslam’ın bir örneğiyken Alevi gençler İslam’la ilgisi olmayan bir hayat tarzına yönlendiriliyorlar. Burada tüm Alevi inanç önderleri, dedeler mesuldür. Bugün Alevi kesime hitap eden radyolarda akşama kadar türkü barların özendirici reklamları yapılıyor ve onlara kültür adına birşey verilmiyor.”(Yeni Şafak.09-03-2005)

Din hanesine mezheb yazılmadığı halde dinin yazılmasından rahatsızlık duymak acaba hangi kimliğin bir tezahürüdür,yoksa kimliksizliğin mi?

Bugün medeni bilinen Avrupada Din Vergisi adında vergi kesilmektedir.Bunu vermek istemeyenin bunu beyan ederek belgelemesi gerekmektedir.

Din ve mezheb sorusu sorulup,din hanesi de yazılmaktadır.

Alevi çocuklarına İslam verilmemeli denilirken kendileri de dini bir birikime sahib olmayan bu insanlar,çocukları boşluğa itmektedirler.

Bir ilahiyat eğitimi almış öğretmenin vermesine tahammül edemeyenler,okumamış ve araştırmamış ve her şeyi kulaktan duyarak gören ve öğrenen bir insan ne kadar yetişir ki,o kadar da yetiştirsin?

* Alevilik islamın özü olarak ifade edilmektedir.

Her şeyi kaldırarak mı?Bu nasıl öz ki Hz.Ali bile onu yakalıyamamış ve uygulayamamış ve uygulamamış!

Bütün hac ve namaz gibi ibadetler kaldırılarak cem içerisinde cem edilmektedir!

Kitabının adı,dininin ve peygamberinin adı ve kendisi nerede?Ve şimdiye kadar bunlarla ilgili araştırma ve incelemeleri yapan kim?Aleviler mi?Kaç tane kitapları var?Nerede?

* Alevilik mitaloji ve hikayelerle beslenmekte ve büyütülmektedir.Hz.Alinin sırtından geçinilmektedir,haksız olarak…

Hikayeye göre;Muhammed göğe çıkacağı –miraca- sırada önüne bir arslan geliyor ve çıkmasına izin vermiyor.İlahi ses kendisine elindeki yüzüğü ona vermesini söyleyince bunu yapıyor ve arslan ayrılarak yol veriyor.Tanrı ile konuştuktan sonra dönüşde gece vakti bir yerde bir ışık görüyor.Oraya varıp kapıyı çaldığında kim olduğunu soruyorlar.Oda Peygamber Muhammed olduğunu söyleyince kapıyı açmıyorlar ve ilahi ses tekrar çalmasını söyleyip üçünde de aynı cevabı verdiğinden dolayı açmayınca dördüncüsünde peygamber değil de herhangi fakir ve gariban birisi olduğunu söyleyince açıp içeriye alıyorlar.

Bunlarda kırklar olup içlerinde Ali’de var.Onlar birisinin yaralanıp kanı akması halinde hepsinin kanının akacağını söyleyip bunu da gösteriyorlar.

Daha sonra Engur şerbetini içerek semaya kalkıyorlar.

Ve namaz yerine ikameye etmeye çalışılan sema,çalgı ibadet olarak kalıyor.

Kaynağı olmayan bu hikayenin,bir de hakikat yönüyle ele aldığımız da;Hz.Ali kaç kere çalgı içinde bulunmuş ve öyle ibadet etmiştir.Tam tersine onun zamanında çalgı bile yoktu.

Olsaydı yapardı gibi bir teori tamamen bir iftira ve onu tanımamaktır.

Hz.Hasan ve Hüseyin’de böyle bir durum görülmemiştir.

* Atatürkünde Alevi ve Bektaşi olup,dergah ve tekkeye devam ettiği söylenir.Tekkeleri kapatmasını ise menfi kimselere isnadla olduğu yönünde yorumlarlar.

Abdulkadir Sezgin ise,Atatürkün Bektaşi değil de,Rufa-i dergahına katıldığını ifade eder.

* Alevilik Beşeri kaynaklı mıdır yoksa İlahi kaynaklı mıdır?

İslamiyet her önüne gelenin kafasına göre yorumlayacağı bir din olmayıp,esasları vardır.Alevilikte ise genelde dedelerin yorumu üzerine bina edilmektedir.

Mesela Hümanizmin izlerinden olan İnsancıllık ön plana çıkarılarak,tüm ibadetlerin üzerinde bir amel olarak değerlendirilir.

Gelin canlar bir olalım denilirkenbugün;Alevilik, Caferilik,Ehliyt,Rafizilik,Şiilik, Bektaşilik gibi kısmlara ayrılmakta ve farklı görüşlere sahib olunmaktadır.

Alevi ve Bektaşilik islamın yorumu mu yoksa bir tarikat ve bir din midir?Yeri belirlenmelidir.Neresi Hz.Aliye dayanmaktadır.Nasıl bir anlayış farkı çıkmaktadır ki;Sünnilerle arasında bu kadar büyük açık fark olsun?

Alevilikte dünya görüşü ile din görüşü birbirine karıştırılmaktadır.

İran Mollaları Türkiyeye tekliflerinde;”Sizdeki Alevileri ya siz Sünnileştirin,ya da bırakın biz Şiileştirelim!”

* En önemlisi de Aleviler ibadet gibi,inançdaki problemlerini düzeltmelidirler.

Adeta Hristiyanlıktaki Teslis inancı,Vahdetül Vücud,Panteizm ile bir benzeyişlik arzetmektedir.

Ali’ye baktım,Allahı gördüm,Hallac-ı mansurun Enel Hakkı yani Ben Allahım gibi…

Ali Allahın ismi olup,Allah Ali,Ali Allahtır,düşünceleriyle itikadi sapma yaşanmaktadır.

Tanrı insanda görülmekte,insan tanrıyı çıkarmaktadır.

Yorumda da;”Ben gizli bir hazine idim,mahlukatı yarattım ta ki kendimi bileyim ve bilineyim.”

“Yere göğe sığmadım,mü’min kulumun kalbine sığdım.”

Yanlışa doğruyla gidilmeye çalışılan masumane gibi görünen bir tevil.Tekellüflü bir tevil.

İlk olarak Yahudi asıllı Abdullah bin Sebe Hz.Alinin karşısına geçerek;Ya Ali sen Allahsın,demiştir.

Bunun üzerine Hz.Ali onu yakmak ve ölümle cezalandırmak istemesine karşı kurnaz davranıp;

-“Bak ben demedim mi Ali Allahtır,diye.İşte Allah olduğu için yakıyor ve cezalandırıyor.”

Bunun üzerine onu sadece oradan sürmekle cezalandırmıştır.Ve zaman içerisinde bu durum özellikle Rafizi cemaatı içerisinde makes bulmaya başlamıştır.

Ali-Muhammed-Allah ve hepsi aslında birdir,bir nurdur inancıyla teslis işlenmektedir.

Alevilikte mecaz ile hakikat birbirine karıştırılmaktadır.

* Alevi olmak için anne ve babanın alevi olması gerekmektedir.Bektaşilik ise sonradan olunmaktadır.Kendilerine tanınan bir imtiyaz!

* Aleviler işlenen suçlarda Cem Yargılaması yapmaktadırlar.Toplmun huzurunda ve toplumun rızası doğrultusunda suç işleyen kimse ya tardedilip sürülüyor veya onunla olan her türlü beşeri münasebetler kesiliyor.

Bu ise beşeri bir hukuk olup,ilahi ve dini değildir.

Alevilerce en rağbet edilmesi gerek kimse Ebu Hanifedir.Zira o hem Cafer-i Sadıkın talebesi hem de akrabasıdır.

* Bugün Kerbalada Hz.Hüseyin ciğer yakıcı durumda öne çıkarılırken neden Hz.Alinin şehid olan diğer oğulları Ebubekir,Ömer ve Osman’dan szö edilmiyor.

Şiada olduğu gibi;Hz.Aliye olan muhabbet,koca Sasani imparatorluğu olan İranı Hz.Ömerin yıkma sebebi olan ona düşmanlıktan kaynaklanmaktadır.

* Sünniler gibi aleviler de kendilerini sorgulamalıdırlar.İslamiyeti,Peygamberi ne kadar biliyor,uyguluyor,Kur’an-ı okuyup anlamaya çalışıyoruz.

* Hadisde:”Hz.Ali,Fatıma,Hasan ve Hüseyin benim ehlimdir.Ve Ebubekir ve Ömer ehlullahtır.Ehlullah ise,benim ehlimden efdaldir.”

* “Benden sonra halife Ebubekir,sonra Ömer,bunlardan sonra ihtilaf zuhur eder.”(Kenzul İrfan fi Ehadisin Nebiyyir Rahman-Muhammed Es’ad Efendi.Hadis no.108,114)

Mehmet ÖZÇELİK

20-02-2005

[1] Tevbe.18.




AJANLIK FAALİYETLERİ

AJANLIK FAALİYETLERİ
*Ajanlık faaliyetleri her dönemde çeşitli ad ve uygulamalarla gerçekleştirilmiştir.Bu bir nevi kendi menfaatı için yapılan,düşmanın zararını defetmek amacıyla girişilen haber ve bilgi toplama servisliğidir.Askeri ve güvenlik stratejisinden ibarettir.

Osmanlı bunu en geniş ve en güzel anlamda uygulamış,başarısında bunu etkisi önemli çapta görülmüştür.Bugün dahi Amerika ve israili dünya çapında farklı kılan olay,onların istihbarat birim ve ağlarının güçlü olmasındandır.İstihbaratı yanlış yaptığı yani şahsi ihtiras,makam sevdası gibi eksik ve su-i istimallere dönüştüğü gün o hatanın neticesi olarak devlet ve gücünde de bir düşüş olacak ve olmaktadır.

Nitekim Enver Paşa Trablusşamda bulunduğu sırada Fransa adına casusluk yapan bir kişinin sorgusunu yapmış ve onu cezalandırarak durumu ve Fransanın harb niyetlerini,Suriyeye saldırmalarını Osmanlıya bildirmiştir.Bu kişi ise; Şam’da asılarak idam edilen Emmanuel adlı Fransız Papaz’dır.

-Bazen gizli istihbarat teşkilatları aynen balık avlamak gibi önceden avı atar ve sonradan yakalamaya çalışırlar.Yani olayın gün yüzüne çıkmasını sağlamak için güya bazı belgeleri topluma bizzat kendileri sızdırırlar.hedefe kısa yoldan varmak için bazılarını saklandıkları ve sakladıkları yerden deşifre etmeye matuf uygulamalarda bulunurlar.Bazen de ortaya sunulan belgeyi belge kabul ederek suçlayacakları kimseyi daha kısa ve kolay yoldan yakalama imkanı bulurlar. Böylece tavşana kaç deyip,tazıya tut diyen yine kendileri olmuş olur.

*-Gizli servisler kendi emelleri için gazete ve gazetecileri,bazende interneti kullanarak bunu herkes tarafından duyulup genel bir görüş haline gelmesini sağlayıb bu yolu kullanarak hem bilgi almayı hem de bilgi sızdırmayı onlar eliyle sağlamış olurlar.

*-Mafya ve casuslukta herşey mübah ve serbest kılınmıştır.Onların dünyasında engel ve yasak diğer bir ifadeyle serbest ortam olup günah,kanunsuzluk gibi kavramlar çıkarılmıştır.Kurallı hayatta kuralsız kişilerdir.Onlarla başarısız olmanın bir sebebi de kuralsızlığa karşı kurallı harekettir.Kurallı hareket kişiyi bir çok noktada bağlarken,onların kuralsızlıkları her gayrı meşruyu meşru kılmaktadır.Alanı da böylece geniş tutulmaktadır.Hatta bazen öyle olmaktadır ki;kurallı hareket edenlerin kuralları çiğnememek için kuralsızları kullanmaları,zamanla onları kontrol edememe veya kontrolden çıkmalarıyla onları kontrol dışı bırakmaya kadar götürüyor. Birbirlerini kullanma adına kollamalara kadar gidiliyor.

Nitekim:” SSCB’ni otuz yıl idare eden Stalin. Evet o, çarın casusu olarak siyasete sokulmuş bir kişidir. 1917 ihtilalinin ikinci adamı olan Troçki’yi tasfiye eden Stalin, bu işi çar adına yapmıştı. Güç ve kuvvet eline geçince tabii olarak rotayı değiştirdi. Bir başka çarpıcı örnek de Hitler’dir. O da ordu tarafından görevli olarak Alman İşçi Partisi’ne sızdırılmıştı.”( Siyasette casusluk ve ajanlık-M.Hilmi Yıldırım )

*-Bugün büyük şehirlerde işlenilen suçlara baktığımızda;hem bir yandan büyük çete diğer adıyla mafyaya özenilerek tek suç işlemekten ziyade,toplu ve örgütlü halde suç işlenildiği görülmektedir.Adeta suç işlemek için bir kurum haline gelmek bu işin rajonu haline geldi.Bir dilencilik şebekesinden,bir kapkaç şebekesine,uyuşturucudan silah tüccarlığına kadar her şeyde bir teşekkül oluşturma hızla yaygın hale gelmektedir.Eskiden bir köyde bir ağanın tasallutuna karşı şimdilerde mafya ile ağalar şebekesi teşekkül etmiş oldu.Buda önemli çapta hukukun dejenere olması,uygulanmaması,uygulanır olmaması,farklı uygulamaların,afların devreye girmesiyle büyük bir artış göstermiş oldu.Buda hukuka ve devlete olan güvencin olmayışıyla güç kazandı.Artık hukuka ve devlete gitmekten ziyade,bu şebekelere müracaat söz konusu olmaya başladı.Tıpkı dinsizin hakkından imansız gelir sözünün değişik versiyondaki bir uygulaması…

Ancak hiçbir şebeke yukarıdan destek bulmadıkça varlığını sürdüremez.Buda balık baştan kokar sözünü doğrulamakta ve bu mafya türü şebekelerin kendilerine dayı diyebileceğimiz kimseleri arkalarına almaları ve onları maddi manevi beslemeleri ile sürdürülmeye çalışılmaktadır.

*-Hiçbir zaman İngiliz ajan Lawrensin o çöllerde ve kabileler arasında yaptığı ajanlık unutulacak cinsden değildir.Ve bu ajanın başta İngilizlere olmak üzere batının doğu üzerindeki hakimiyetinde önemli rol oynamıştır.Batı lawrens ile bir yandan Arapları keşfetmeye çalışırken diğer yandan da yerleşmeye çalışmışlardır.

*-Bugün gerek internet ve cep telefonlarıyla ve gerekse de gelişen haber alma cihazlarıyla bu durum daha rahat ve geniş bir alana yayılmıştır.Adeta ajanlık ve haberleşme ile hızlandırılmıştır.

*-İnkar edilemez bir gerçektir ki;1900 yıllarından önce bu işi en iyi yapan Osmanlı idi ve özellikle II.Abdulhamidın tavassutuyla resmi bir kurum haline gelmişti.Ve özellikle Fatih Sultan Mehmet bu duruma hassasiyet gösterir ve sırların dışarı sızmasını engellerdi.Nitekim bir sefer tertib ettiğinde veziri bile seferin nereye olacağını sorduğunda ona verdiği cevapta;Paşa paşa,eğer seferin nereye olduğunu sakalımdan bir kıl bilmiş olsa onu söker atarım yani sen de bilmeye çalışma ihtarında bulunarak,iki kişinin bileceği bir şeyin sır olamıyacağını da göstermiş olmaktadır.Bu gün ise,sıra bazen değişse de İngiliz,İsrail,ABD,Rus,Fransa ve Çin devletleri gelmektedir.Diğer bir ifadeyle;siyasi alanda CIA,FBI,zaten enstitü demek olup kültürel ve hakimiyet alanında MOSSAD,süper devlet olma anlamında KGB gelmektedir.Mossad-ın dünyada 35 bin ajanı olduğu söylenmekle beraber ayrıca destek aldığı özellikle kendi milliyetinden olanların desteğiyle büyük bir güce ulaşmaktadır.

*-CIA ile ilgili olarak: “Amerikan kapitalizminin gizli polisi”; CIA eski ajanı Philip Age yazdığı “CIA Günlügü” isimli kitapta şunları söylemektedir.

“… Ben kapitalizmin gizli polislerinden biriydim. Yoksul ülkelerdeki Amerikan şirketlerinin, hisse senedi sahiplerinin kaymağı yemelerini sürdürmelerini sağlamak için politik barajın sızıntılarını kapatmak üzere gece gündüz çalışan CIA, Amerikan kapitalizminin gizli polisinden başka bir şey değildir. Ki, yoksul ülkelerde CIA başarısının anahtarı, nüfusun kaymağın çoğunu yiyen yüzde iki ya da üçlük kısmının bulunmasıdır.Şimdi çoğu ülkelerde bu sınıfın geliri 1960’tan sonra daha da artmış, ancak bir kenarda bırakılan ve nüfusun yüzde 50 ya da 70’ini teşkil eden sınıfların gelirleri ise daha da azalmıştır.

… CIA, karşı-sindirme öğretisi, milliyetçilik, vatanseverlik kavramlarını ileri sürüp, azınlıkta kalan zenginlere karşı gelişen halk hareketlerini Sovyet yayılımıyla ilgiliymiş gibi göstererek bu uluslar arası çıkarcı sınıflar arasındaki ilişkiyi örtmeye çalışır.

… CIA mafyayla içiçe uyusturucu ticareti, karapara aklama, silah kaçakçılığı gibi birçok karanlık işler çevirmekte ve buradan elde ettiği gelirlerle karşı-devrimci faaliyetlerini finanse etmektedir. City Bank ve Bank Of Boston isimli bankaların tüm yabancı ülkelerdeki müdürleri ya CIA görevlisi ya da CIA ile sözleşmelidirler.

Uyusturucu ticareti ile uğraşan çeşitli ülkelerdeki tüccarlar, mafya ve devlet yöneticileri ile direkt ya da dolaylı bağ kuran CIA aynı zamanda karşı-devrimci safta olan bu güçleri desteklemektedir.”

*-Başta Türkiye olmak üzere özellikle İslam ülkelerindeki darbelerde ve istedikleri ve kendilerine yakın kimselerin gelmelerini sağlamak üzere yaptıkları devrimlerde de büyük katkıları vardır.Nitekim:” Ülkemizde darbe gerçekleştirildikten sonra CIA görevlilerinin CIA Türkiye Masası şefi Hanze’ yi arayarak ”Kutlarız, senin çocuklar başardı” demesi bile tek başına bu ilişkiyi anlatmaya yeterlidir.”

*-Bir faraziye de olsa,özellikle bilgisayar sistemlerindeki açıklar,cep telefonlarıyla yapılan konuşmaların uydular yoluyla ve şebekeleriyle hafızaya alınması ve yönlendirmesi bu ajanların işlerini daha da kolaylaştırmaktadır.Artık heryerde izlenip dinlenme imkanı teknolojiyle ortaya çıkmaktadır.Nitekim aşağıdakı tanım bir derece bu teoriyi doğrulamaktadır.” ECHELON, 5 devletin (ABD, Ingiltere, Kanada, Avustralya, Yeni Zellanda)istihbarat örgütlerinin dünya üzerindeki iletişim sistemlerini denetlemek için kurdukları ortak projenin kod adıdır. ECHELON projesinin temelleri 1947’deki UKUSA anlaşmasıyla atılmış, ve 1971’de hayata geçmesinden günümüze dek kapsamını ve kullandığı teknolojileri sürekli genişletmistir.Liderligini ABD Milli Güvenlik Dairesi NSA’in yaptıgı ECHELON’un bugün telefon görüşmeleri, emailler, internet bağlantıları, uydu haberleşmeleri gibi akla gelebilecek tüm modern iletişim sistemlerini büyük oranda denetlediğine inanılmaktadır.

ECHELON nasıl çalısır?
ECHELON sisteminin veri toplamak için kullandığı çeşitli yollar vardır.Gelişmiş anten sistemleriyle uydu haberleşmelerini dinlemek (ki çesitli raporlara göre bu antenler ABD, Italya, İngiltere, Türkiye, Yeni Zellanda,Kanada, Avustralya, Pakistan, Kenya topraklarında ve muhtemelen diğer bazı ülkelerde de faaliyettedir), yeryüzündeki telefon hatlarını dinlemek,internet baglantılarını dinlemek (internet ağının anahtar bağlantı-router
noktalarında ECHELON’un veri iletişimini filtreden geçiren sniffer sistemlerinin bulunduğuna inanılmaktadır), kıtalararası iletişim hatlarını dinlemek (ABD’nin okyanus tabanındaki telefon hatlarını kontrol altında tutabilmek için bu kablolara dinleme cihazları yerleştirdiği bilinmektedir,
bu cihazlardan biri 1982’de kabloların bakımını yapan bir Fransız sualtı ekibi tarafından bulunmuştur) gibi çeşitli yöntemlerle, dünya üzerindeki iletişim sistemlerinden geçen veri paketleri ECHELON tarafindan düzenli olarak toplanmaktadır. Elde edilen bu veriler, DICTIONARY (sözlük) adı verilen bir filtreleme sisteminden geçirilir. DICTIONARY, dinlenen veriler içinde ECHELON projesinin 5 ortak devletince belirlenen anahtar kelimeler,isimler, adresler, vs. gibi bilgileri tarayan bir bilgisayarlar ağıdır.Ayıklanan bu “tehlikeli” iletişim unsurları uzmanlarca incelenmek üzere takibe alınır.”Sadece bu iş için, CIA’nin 100 bin ajanı sadece telefon dinliyor ve teşkilat bu iş için 16 milyar dolar harcıyor.Bu da göstermektedir ki;” CIA’nın örgütlediği, yetiştirdiği yeni-sömürge ülkelerin işbirlikçi istihbarat teşkilatlarının da bilim ve teknolojinin tüm olanaklarını kullanarak benzer faaliyetleri devrimci örgütlere karşı yürüttükleri sır değildir. Örneğin MİT, 1990’da Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı’ndan (NSA) her biri 10 ayrı faksı kontrol edebilen 50’den fazla “Faks İzleme Cihazı” almıştır. Mehmet AĞAR’ın açıklamalarına göre 20 bin telefon aynı anda dinlenebilmektedir. Ve ANAP milletvekili Eyüp AŞIK’ın açıklamalarına göre sadece Mehmet AĞAR’ın isteğiyle dinlenen telefon sayısı 2700’e ulaşmıştır.”

*-Bugün ABD’nin belkide yıkımında başta CIA olmak üzere istihbaratdaki yanlışlıklar olacaktır.Zira CIA’nın Irak ile ilgili verdiği raporlar,siyasilerin istediği merkezde idi.Doğruları yansıtmayan belgeler olarak dışa yansıdı.Sonraki düzeltmeler ve yanıldık ifadeleri ise bu ayıbı kapatmaya yetmedi ve Vietnam gibi ikinci bir Vietnamda Irak oldu.Yanlış ve kullanılan istihbaratın yönlendirdiği çıkmaz sokak…Gerek Bush,gerekse de Pentagon bu acziyetini 11 Eylül olayları ve Irak savaşı en belirginleri olarak bunu gösterdiler.Daha da deştikçe diğer kirli çamaşırları açıkça görülmekte,kokusu tüm dünyayı sarmakta ve sarsmaktadır.

*-Ajanlıkla ilgili olarak veya bilgi alma yöntemi konusunda Kur’an-ı Kerimde:”Size bir fasık,yalancı bilgi getiren kimsenin haberinin doğru olup olmaması konusunda araştırın,buyurularak,araştırma,inceleme emredilmektedir. İncil’de ise,Hz. Musa’nın “Gidin ve o ülkede gerekli araştırmaları yapın”denilmektedir.Ve Hz.Musanın annesi suya bıraktığı oğlunun firavunun saraydaki durumunu öğrenmek üzere,sarayda bulunan akrabalarını devreye koyarak bilgi alması ve bunu kendi evladına süt anneliği yaparak devam ettirmesi insan yapısındaki hayatını devam ettirmek için gerekliliğini de göstermiş olmaktadır.

*-Fatih’in istanbulu fethetmesindeki ilk adım Bizans içerisine gönderdiği ve Bizans içerisinden desteklenen bilgi elde etmelerle gerçekleşmiştir.Ulubatlı Hasanın surlara diktiği bayrak kadar başarıda önem arzeder.

*-Peygamberimizde Hendek savaşında,önceden anlaştıkları Hayber Yahudilerinin anlaşmayı bozup müşriklere destek olmalarına karşı Medinenin düşmesi söz konusu idi.Böyle bir sırada Müslüman olan Hayberli birisi rasulullaha gelerek,iki taraf arasını açmak için izin ister.Ve hemen o gece Haybere giderek müşriklerin anlaşmadan vaz geçtiklerini,güvenmediklerinden kendilerinden teminat olarak elli kadar Hayberlileri isteyeceklerini,ancak kendilerinin onlardan erken davranarak onların anlaşmadan vaz geçmeleri halinde öldürülmek üzere elli adamlarını istemelerini tavsiye eder.Kendisi hakkında onlara güvence verip oralı olduğuna dair kesin belgelerin olması Hayberlilere tam bir kanaat verir ve hemen bir elçi göndermek üzere faaliyete geçer.O sahabi hiç vakit kaybetmeden aynı teminat ve bilgileri müşriklere de iletip,iki tarafın aynı işleri yapmaları onun doğruluğu hakkında her iki tarafa kesin bir kanaat vermesi üzerine anlaşma bozulur.Böylece Müslümanları önden müşriklerin ve arkadan da Hayber Yahudilerinin kuşatma tehlikesi ortadan kalkmış olur.Müşriklerin bir netice alamayıp gitmesinden sonra Peygamberimiz daha savaş elbiseleri çıkarılmadan Hz.Aliyi Haybere gönderir ve Hayber Yahudileri Hayberden sürülürler.Hadisde de;Harb hiledir,buyurularak,bu hileden faydalanma yollarının en kısa ve kestirme yolu ise,istihbarat bilgilerine ulaşmak ve gereğini yapmaktır.

*-Aslında ajanlık bir nabız tutma hareketidir.Bu kendi halkının nabzı olduğu gibi,dünyanın nabzını da tutmak demektir.Öyle ki İngiltere;devlete karşı dolmuş olan halkını deşarz edip boşalarak rahatlamalarını sağlamak üzere bizzat kendisi sosyal bir realite olarak devlete karşı kışkırtmakta ve böylece boşalan halkın boşalmasından sonra bir müddet daha rahat idarelerini sürdürmektedirler.Bu onlar için sibop görevini görmektedir.Bir anlık hatırlatmadan sonra unutturma ve uyutma faaliyetleridir.Bu ve buna benzer faaliyetler devletler arasında da uygulanmaktadır.Oynanılan role göre yıkmak amaçlıda kullanılabileceği gibi,halkın bilinmesi,tanınıp tesbiti açısından da bir yöntemdir.Deşifre amaçlı…

*-Ajanlık dün olduğu gibi bugünde çok yönlüdür.Askeri açıdan, teknolojik, ekonomik, siyasi, kültürel gibi bir çok alanda bilgi toplama gerçekleşmektedir.

*-Dışa kapalı olan Rusya Leninle beraber kendi farklı ideolojileri olan kominizmi tesis edip dünyaya pazarlamak üzere birinci derecede kendi bünyesinde her bir insanı bile takib ettirerek istihbarat teşkilatını kurdu.Tam bir baskı ve takib politikası uyguladı.İnsanlar gölgelerinden bile korkarak takib edildiklerine inandırıldı.

-Bu korku özellikle milli şef İnönü döneminde de Türkiyede uygulanarak insanlara jandarma korkusu verilip,konuşmaları bir yana düşünmelerine bile ambargo konuldu.İki insan bile,aynı odada,akraba ve yakında olsalar birbirleriyle fısıltı halinde konuşur oldular.Üçüncü bir kimsenin olması halinde ise birinin muhbir ve ajan olabileceği intibaı yaygın hale gelmişti.

*-İstihbarat elemanları haber alma uğruna her kılığa ve her işe girmektedirler.Ayakkabı boyacılığından ayakkabının altına yerleştirmek üzere ayakkabı tamirciliğine,çeşitli kimliklerle rahat hareket imkanı bulma yöntemlerine baş vurmaktadırlar.

*-11-Eylül olayları istihbarat birimlerine farklı taktik,düşünce ve yöntem çeşitlerini düşündürmüş,stratejide bir kımıldama devresine girmiştir.

*-Osmanlının yıkılmasında bu casusluk faaliyetlerinin önemli bir yeri vardır.Fransız asıllı Kont dö Bonval diğer: Humbaracı Ahmed Paşa’nın 18 yıl boyunca Osmanlıda masonluğun kurulmasındaki aldığı rol ile başlamış ve II.Abdulhamidin yine masonlar tarafından hal’i ile sonlanmış,hedefe varılmıştır.

*-Dönmelerinde casuslukta önemli katkıları vardır.Her ne kadar dönmüşte olsa kendi ırkdaşlarıyla olan bir irtibatı devam etmektedir.Herşeyin aslına çektiği gibi…

*-Bu gizli haberleşmeler gizli mürekkeplerle,bazende eritilen kibrit çöplerinin başları ile sürdürülmüştür.

*-Başta CIA olmak üzere gizli birimlerin en taktik manada devletlere yaptıkları oyunlar;Onları Sun’i Gündemlerle meşgul etmek…Zira birbirleriyle uğraşanlar akıllıca iş yapamazlar.Dünyada önemli çapta bol bol sun’i gündemler oluşturulmaktadır.

-Bazen de üstteki büyüklerin birbirleriyle olan kavgalarından,alttakiler ezilme nasiblerini almaktadırlar veya ağır faturalar ödemektedirler.

*-Gizli istihbarat örgütleri işleri kirli ellere yaptırır,daha sonra da o kirli elleri ortadan kaldırırlar. Türkiyede ciddiye alınması gereken 20 faili meçhul cinayet işlenmiştir.Ancak ciddi manada bunların failleri bulunmamıştır.Ya yapanlar ortadan kaldırılmıştır veya bütün istihbarat örgütlerinin ortak bilgi ve menfaatları çerçevesinde olmuştur.Bu faili meçhul cinayetlerde ister sağ olsun ister sol olsun,mutlaka birilerinin kuyruğuna basma veya menfaatına gölge düşürme veyahut da en önemli ve ciddisi sırrını ifşadır.

*-Bugün istihbaratlar yalan üreterek varlıklarını ve güçlerini ortaya koymaya çalışmaktadırlar. En bariz olanı da CIA.Irakta nükleer silahlar bahanesiyle girdi.Böylece Saddamın milyarlar dolarını uera-ya çevirip ABD ekonomisini tehlikeye atmasına bir tokat oldu,diğer yandan Filistine verdiği desteğin önü alınırken,bir en önemlisi de kendisine yıllarca yetecek Irak petrollerinin üretimini birkaç katına çıkararak,daha önce yaptığı gibi ambargo koymak.Silah fabrika ve şirketlerini faaliyete geçirmek,ortadoğuya hakim olmak,İslam alemine göz dağı vermek,bu bahane ile gelmişken İran ve Suriyeyi de ziyaret etmek,İsrailin önünü açarak gelişmeci politikasını desteklemek,Kürt devletine yeşil ışık yakarak yeni bir kıvılcımı ateşlemek,işgal ile diktiği diktatörleri,bu sefer yıkmak üzere işgal etmek,demokrasi vaadi uğruna karmaşa ve belirsizlik ortamı oluşturarak geçmişe özlem duyurmak,belki kaderin müsaadesi yönüyle de kendi sonunu hazırlayıp,kendi ipini kendisine çektirmek…İşte bütün bunlar CIA’nın verdiği bir yalan raporunun senaryoları,hakikatları ve seyir defteridir ve planıdır.

*-Araştırmaya göre Türkiyede bulunan 100 civarındaki mafyanın yıllık cirosu,60 milyar dolar.Bu pastayı kaptırmak istemez ve bunun için her gayrı meşru yol da meşru addedilir.Bunlar daha ziyade hukukun icra edilmediği veya aciz kalıp dar kapsamlı oluşundan kaynaklanır.İşte dağılan Rusyanın dağılmasından sonra bütün pis işlere hakim olanlar Rus mafyalarıdır ki,bunlar devletin yüzde kırkına hakimdirler.Bu durumda devletin tutumu hukuku eksiksiz ve açık delik bırakmıyacak şekilde adilane uygulaması,gerektiğinde –menfi bir yolda olsa-mafyayı birbirine kırdırarak,aralarındaki anlaşmazlığı körükleyerek dağılmalarını sağlamak,iş alanı açıp işsizlerin o gibi yerlerde değilde,meşru iş alanlarında çalışmalarını sağlayacak ortamları hazırlamaktır.En önemli olanı ise;bu insanların üzerinde en büyük emniyet gücü olan maneviyat gücünün tesisini ve yaygınlaşmasını sağlamaktır.

*-MİT’in ister kasıtlı ister söylenti eseri olarak üzerine sıçrayan çamurlardan kendisini temizlemesi gerekir.Bugünlerdeki MİT-Yargıtay-Çakıcı üçgenindeki yalanlamalardan Yeşil olayına,Hizbullah gerçeğine, kontrgerillanın faaliyetlerine, Susurluk olayları ve uzantısı,neden eski DGM savcısı Nusret Demiral, özellikle Uğur Mumcu cinayetinin üstüne gidilmemesini istemişti,eski başbakanlardan Rahmetli Turgut Özal’a kurşun atan Kartal Demirağ’ın dışında yaptıranlara ulaşılmamıştı,aydınlanmayan faili meçhul 20 cinayetin oluşuna kadar,Jitem içindeki olayların özellikle Eşref Bitlisin uçağının düşürülmesi olayına kadar bir çok noktanın aydınlatılmasıyla bir gusül etmesi gerekir.Hükumetleri yıkmak ve vatandaşı rencide etmek için uydurulan ve piyasaya sürülen Fadime Şahin, Müslüm Gündüz piyon olarak kullanıldılar.Halkın değerleri ve şahsiyetleriyle uğraşılması uğruna…Yıllardır halkından dahi benim gibi herkesin duymasına rağmen,Van’da her evde dahi uyuşturucu üretilmiş olması bilinir iken,yenilerde rastgele bir patlak vermenin ötesinde bir neticenin çıkması,kirli işlerin üzerindeki perdelerin aralanmasının istenmediğini göstermektedir.Belki de Çatlının dediği gibi;Eğer açıklarsam devlet yıkılır.Eğer devlet bir adamın sırtında duracak kadar kirlenmişse varsın yıkılsın.Kirli çamaşırlar ortaya çıkarılıp temizlik işleri yapılmadıkça,su ile sabuna dokunulmadıkça bu kirler ve kirliliklerde devam edecektir.

*-İşte Faili meçhullerin raporu: “Faili meçhul cinayetler komisyonu”nun listesi: 1975: 1 tane, 1977: 6, 1978: 46, 79: 81, 80: 98, 81: 2, 83: 1, 84: 1, 86: 2, 87: 1, 88: 2, 89:3, 90: 68, 91:24, 92: 316, 93. 314… Toplam 916. Elbette ki, bu rakamlar komisyon kayıtlarına geçmiş faili meçhuller ve 1993’ten sonrasını kapsamıyor. Dağda, bağda, köprü altında öldürülenlerin kesin sayısı bilinmiyor. 1997 yılı sonu itibariyle, eğer rakamlarla oynanmamışsa; mahkemelerde 14 973 faili meçhul dosyası bulunduğu, 12523 dosya ile Diyarbakır DGM’nin ilk sırayı aldığı biliniyor. Mayıs 1998 ayı itibariyle 20 379 terörist, 3275’i asker; 4501 güvenlik görevlisi, 4268 sivil olmak üzere toplam 29148 kişinin Güney Doğu’da hayatını kaybettiği biliniyor. Kurtuluş Savaşı’nda 7-8 bin civarında şehit verdiğimiz düşünülürse, onun dört katından daha fazla insan telef olmuş.”

Buda göstermektedir ki,İtalyadaki devrilen Gladio,Türkiyede hala ayakta…

*-Ağır bir ifade de olsa doğrulanması veya tekzibi isnad edilene düşer. Emekli Yarbay Talat Turhan,Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla isimli kitabında Türkiye’de Gladio Özel Harp Dairesi’dir, diyor.(s.14) ” Talat Turhan, “Bir ülkede siyasi cinayetler işleniyor da failleri bulunamıyorsa fail, büyük bir olasılıkla istihbarat örgütleridir. Bu iç istihbarat örgütlerinden biri veya birkaçı olabileceği gibi, dış istihbarat örgütleri de olabilir. Ya da iç ve dış istihbarat örgütlerinin ortak kararıyla gerçekleşen bir eylem şeklinde de gerçekleşebilir.”diyor. (S. II)

“Bir ülkede bu tür eylemlerde fail bulunmuyorsa eylemler artarak devam edecektir.”(s.III)

Turhan’a göre, örgüt Türkiye”nin NATO’ya girmesinden sonra Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kuruldu ve sonradan Özel Harp Dairesi adını aldı. 20 yıldır terör ve istihbarat konularında yaptığı çalışmalar ve kitaplarıyla tanınan Turhan, Özel Harp Dairesi’nin talimnamesinde yer alan görevlerini şöyle sıralıyor:

“Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline getirme, adam kaçırmak suretiyle tethiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alı konması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık , şantaj” (s.23)

12 Mart, 12 Eylül dönemlerini yaşayanların hayıflandığını duyar gibiyim:

“Biz bunların hepsini gördük. Meğer bunları anarşistler değil de Özel Harp Dairesi mi yapıyormuş?”

Özel Harp Dairesi’nin kuruluş talimnamesi Amerika’dan alınma. “Contrgerilla Operatıon FM 31-16” talimname, Türkçeye tercüme ediliyor. Sadece adı değişiyor:

ST 31-15 Kara Kuvvetleri Sahra Talimnamesi- Gayrı nizami Kuvvetlere Karşı Harekat

Bu talimname Orgeneral Ali Keskiner imzasıyla:ST 31-15, 25 Mayıs 1964 gün ve OPS: 1708-74-64 Mr. Ta.Krl. sayılı KKK emriyle yürürlüğe giriyor. (S.26)”

Özetle: Derin devlet,faili meçhul cinayetler;bu olayların altında çoğu zaman üzerine gidilipte bir türlü neticelerine varılamayan olayların altında yatan işte bu derin devletin izleri görülmekte ve de hissedilmektedir.

Daha öte bir hisle,devletin içerisinde yerleşmiş olan resmi bir birim sürekli olarak rejimi koruma adına himayelikte bulunmakta,gerektiğinde ihtilal gibi olaylar için düğmeye basmaktadır. Kim kurdu?Kimin zamanında kuruldu?Bu gizli birim kimlerden oluşmaktadır.Askeriyede mi,adalet mekanizmasının içinde mi,mit-de mi,emniyetde mi….yoksa hepsinin demi üzerinde…

Uğur Mumcunun öldürülme olayında sisli perdeye dokunması önemli sebeb olarak söylendi ve de yazıldı ancak bir netlik olmadı…Mumcu perdeyi kaldırmak üzere idi.Mesela Hizbullahın kuruluşunda bizzat mit tarafından kurulup kullanıldığı,pkk-ya karşı bir silah görevini görmek için teşekkül ettirilip ancak daha sonra kontrol edilememesiyle birlikte yok edilmeye çalışıldığı bilinen gerçeklerdendi.

Onca dallandırılan hizbullah birdenbire sessizliğe büründürüldü,adeta bir şey değilmiş,bir şey olmamış gibi….

Öyle zannediyorum ki,büyük hizbullah olan el- Kaide de büyük mit cia-nın eliyle kurduruldu.Nitekim bir zamanlar Rusya düşmanlığı ve rakibi vardı ancak şimdi o rakib gidince bir düşman oluşturmak gerekti.Bu düşman önceden ehli kitab-ateist ekseninde sürdürülürken şimdi ise ehli kitab-islam eksenine kaydırılmış oldu.Bunun içinde müşahhas bir düşman oluşturmak ve fiili işlere start vermek gerekti.Bunun için seçilen ve teşvik edilip uygun zemin oluşturulan el-Kaide oldu.Şu anda bütün kavgalar bu eksen üzerine oturtulmuş ve sürdürülmektedir.

Nazlı Ilıcak bir mit görevlisine soruyor:” Damdan düşer gibi sordum: “Kontrgerilla… Gladyo ne zaman tasfiye edilecek?”

Ve tahmin ettiğim cevabı aldım: “Hele bir Avrupa Birliği’nden müzakere takvimi gelsin, AB ile uyum süreci içinde, bu şekildeki sıra dışı yapılanmaların sürmesine imkân yok.” (Tercüman.28-8-2004.)

İstihbaratların istihbarat altına alınması gerek..istihbaratçıların istihbaratlarının yapılması gerek…

30-08-2004

Mehmet ÖZÇELİK




AHİRETTEN GELEN MİSAFİR

AHİRETTEN GELEN MİSAFİR

Yunusun ifadesiyle;Ölen hayvan imiş,Mevlananın deyimiyle;Ölüm bir şeb-i arus yani gerdek gecesi,Bediüzzamanın tesbitiyle;beden kafesinin kırılmasıyla ruhun hürriyetine kavuşmasıdır.Rasulullahın tahkikatıyla;kabir ahiret menzil ve istasyonlarının ilkidir.

Özetle;ölüm doğumdur.

Babam öleli yedi ay oldu.Kalbin kasavetinden,aklın meşguliyetinden,ruhun kalınlığından olsa gerek ki;kendisiyle hiç görüşemedim.

Kız kardeşlerim çeşitli suretlerde babamı güzel bir vaziyette görüp bizlere anlattılar.

Mesela;bir seferinde askeri subay elbisesi giymiş bir surette eve gelmiş.Buda kendisine bir pâyenin verilmiş olduğunu göstermektedir.

Asıl ibret âmiz bulduğum olay ise;bu son görülen rüya olmuştur;

Babama arada bir hatimlerde ruhuna bağışta bulunur,kendisine Fatihalar göndeririz.Ramazan gecesi gerek bir arkadaşın annesine ve gerekse de babama dua ile Fatihalar göndermiştik.Onun ertesi günü kız kardeşim rüyada görüyor ki;Babam eve geliyor ve kendisine on saatlik bir izin verdiklerini söyleyerek hemen bizlerle görüşmek istediğini kız kardeşime söylüyor.Kız kardeşim bir büyüğünü arayarak onun görüşmesini sağlıyor.Onun büyüğünü telefonla arıyor ancak bir türlü ona ulaşamıyor.Beni ise telefonla ararken daha telefon çalmadan birden uyanıyor.Görüşme durumumuz gerçekleşmiyor.

Herhalde saat dolmuş olsa gerek.

Her ne kadar rüyalarla amel edilmese de rüyaların bir hakikatı vardır.Rüyalar alemi misale açılan birer kapıdırlar.

Bediüzzamandan tesbitte;

Beş hayat tabakasını ifade ederken dördüncü ve beşinci hayat tabakası konusunda;

“-Dördüncü Tabaka-i Hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur’anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarîk-ı hakta feda ettikleri için, Cenab-ı Hak kemal-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Âlem-i Berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.. yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar.. kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar.. ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez. Nasılki iki adam bir rü’yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü’yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. “Ben uyansam şu lezzet kaçacak” diye düşünür. Diğeri rü’yada olduğunu bilmiyor. Hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur.

İşte Âlem-i Berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri, öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve kat’îdir. Hattâ Seyyid-üş şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. Hattâ -ben kendim- Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rü’ya-yı sadıkada, taht-el Arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O, beni ölmüş biliyormuş. Benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor; fakat Rus’un istilasından çekindiği için, yer altında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz’î rü’ya, bazı şerait ve emaratla, geçen hakikata, bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.

Beşinci Tabaka-i Hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir. İ’dam ve adem ve fena değildir. Hadsiz vakıatla ervah-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menamen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delail, o tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Zâten beka-i ruha dair “Yirmidokuzuncu Söz” bu tabaka-i hayatı delail-i kat’iyye ile isbat etmiştir.”[1]

-“İkinci Şube: Cenazelerin ve cinlerin ve melaikelerin, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tanımalarıdır. Bunun da çok hâdiseleri var. Nümune için, şöhret bulmuş ve mevsuk imamlar haber vermiş birkaç nümuneyi, evvelâ cenazelerden göstereceğiz. Amma cinn ve melaike ise, o mütevatirdir.. onların misalleri bir değil, bindir. İşte ölülerin konuşması misallerinden:

Birincisi şudur ki: Ülema-i zahir ve bâtının, Tâbiîn zamanında en büyük reisi ve İmam-ı Ali’nin mühim ve sadık bir şakirdi olan Hasan-ı Basrî haber veriyor ki: Bir adam, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın yanına gelerek ağlayıp sızladı. Dedi: “Benim küçük bir kızım vardı, şu yakın derede öldü, oraya attım.” Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ona acıdı. Ona dedi: “Gel oraya gideceğiz.” Gittiler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ölmüş kızı çağırdı: “Yâ filane!” dedi. Birden o ölmüş kız, “Lebbeyke ve sa’deyk” dedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: “Tekrar peder ve vâlidenin yanına gelmeyi arzu eder misin?” O dedi: “Yok, ben onlardan daha hayırlısını buldum.”

İkincisi: İmam-ı Beyhakî ve İmam-ı İbn-i Adiyy gibi bazı mühim imamlar, Hazret-i Enes İbn-i Mâlik’ten haber veriyorlar ki: Enes demiş: Bir ihtiyare kadının birtek oğlu vardı, birden vefat etti. O sâliha kadın çok müteessir oldu, dedi: “Yâ Rab! Senin rızan için, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın biatı ve hizmeti için hicret edip buraya geldim. Benim hayatımda istirahatımı temin edecek tek evlâdcığımı, o Resulün hürmetine bağışla.” Enes der: O ölmüş adam kalktı, bizimle yemek yedi.”[2]

-“Şübhe kabul etmez ki, şimdi âlem-i melekût ve ervahta; ölmüş, vefat etmiş insanların ervahı pekçok kesretle vardır ve bizimle münasebettardırlar. Manevî hedayamız onlara gidiyor, onların nurani feyizleri de bizlere geliyor. Hem hads-i kat’î ile vicdanen hissedilebilir ki; insan öldükten sonra esaslı bir ciheti bâkidir. O esas ise ruhtur. Ruh ise, tahrib ve inhilale maruz değil. Çünki basittir, vahdeti var. Tahrib ve inhilal ve bozulmak ise; kesret ve terkib edilmiş şeylerin şe’nidir. Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi; hayat, kesrette bir tarz-ı vahdeti temin eder, bir nevi bekaya sebebiyet verir. Demek vahdet ve beka, ruhta esastır ki, ondan kesrete sirayet eder. Ruhun fenası, ya tahrib ve inhilal iledir. O tahrib ve inhilal ise, vahdet yol vermez ki girsin, besatet bırakmaz ki bozsun. Veyahut i’dam iledir. İ’dam ise Cevvad-ı Mutlak’ın hadsiz merhameti müsaade etmez ve nihayetsiz cûdu bırakmaz ki, verdiği nimet-i vücudu o nimet-i vücuda pek müştak ve lâyık olan ruh-u insanîden geri alsın.”[3]

Mehmet ÖZÇELİK

26-10-2004

[1] Mektubat.6-7.

[2] Age.155-156.

[3] Sözler.517.