KIRK VE KIRKLAR

KIRK VE KIRKLAR

Yedi,yetmiş,yedi yüz,yedi bin gibi ifadeler bazen çokluktan kinaye bazen de hakikat olarak çoklukla kullanılır.Fatiha suresinin yedi olması,yer ve göğün yedi tabaka olması,güneşin yedi rengi olması,yedi kıta bulunması,tasavvufda nefgsin terbiyesinde takib edilen yedi adım bulunması gibi bir çok defa zikredilir.

Bunun gibi de kırk ve kırkların çeşitli alanlarda çoklukla bazen de kesretten kinaye olarak kullanılmakta olduğunu görmekteyiz.

İslamiyette bu durum çokça görüldüğü gibi,diğer dinlerde de görülmektedir.Nitekim Mardin’de Süryani cemaatine ait Kırklar kilisesi vardır.

Kırk ve kırklar Kur’an-da,Hadisde,İslam tarihinde,edebiyat ve tarihde,tasavvuf dünyasında ve sosyal hayatta çoklukla karşılaştığımız alanlardır.

Kur’an-ı Kerim-de dört yerde geçmektedir:

“Ve bir vakit Musa’ya kırk gece (Tur’da kalmak ve sonra kendisine Tevrat verilmek üzere) sözleştik. Sonra siz, onun arkasından kendinize zulmederek buzağıya taptınız.”[1]

“Allah şöyle buyurdu: “Artık orası, onlara kırk yıl yasak edildi. Oldukları yerde sersem sersem dönüp duracaklardır. Artık o yoldan çıkmış topluluğa acıma!”[2]

“Bir de Musa’ya geceye va’d verdik ve ona bir on gece daha ekledik ve böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tam kırk gece oldu. Musa kardeşi Harun’a şöyle dedi: “Kavmim içinde benim yerime geç ve ıslaha çalış da bozguncuların yoluna gitme!”[3]

“Biz o insana anne-babasına güzel davranmayı tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına girdiği zaman: “Ey Rabbim, beni öyle yönlendir ki, bana ve anama-babama verdiğin nimetine şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş yapayım. Soyumdan gelenleri de benim için iyi kimseler eyle. Çünkü ben, gerçekten tevbe ile Sana yüz tuttum ve ben gerçek müslümanlardanım.” der.”[4]

-Hadislerde ise;

-Kırk rakamının hadisde 18 defa geçtiği ifade edilir.

-Necran halkından kırk kişi gelerek hristiyan iken Müslüman olmuştur.

-Uhudda şehid edilen 70 sahabenin otuzu ensar,kırkı muhacir idi.

-Hz.İsa yeryüzüne nüzulünde kırk sene kalacak.

-Hz.Musanın vefatından 40 sene sonra Yuşa peygamber İsrail oğullarına peygamber olmuştur.

-Hz.Havvanın doğurduğu çocuklarının sayısı kırktır.

-Buhtu Nusser gibi kimselerin beyti makdisi işgal ettiklerinde 40 bin İsrailliyi katletmişlerdir..

-40 yaşında peygamber olan Hz.Nuh tufandan önce gemisine 40 kadın ve kırk erkek almıştır. Kırk gün gökten yağmur yağmıştır.

-Hz.Musa kardeşi Harunu kavminin başına bıraktıktan sonra 40 gün ibadet ve taat de bulunmuştur.

-Rivayete göre Hz.Musaya Tevrat verilmeden önce 40 gün zilkade ayında oruç tutması emredildi.Oruçtan dolayı ağzının kokusunun değişmesi üzerine ağzını misvakladı.Bunun üzerine melekler kendisine;Biz senden mis kokusu kokluyorduk,sen ise onu misvak ile bozuverdin,dediler.Böylece Cenab-ı Hak kendisine 10 gün daha zilhicce ayında oruç tutmasını emretti ve Tevratı 40 gün oruçtan sonra inzal etti.Hz.Musayla konuştu.

-Bedir savaşı esnasında Kureyşin şamdan gelmekte olan kırk kişilik kervanıyla değil,Mekkeden gelen bin kişilik orduyla savaşılması tercih edilmiştir.

-Ninova beldesine peygamber gönderilen Hz.Yunusu dinlemeyenlere üç veya kırk gün içinde başlarına bir bela geleceğini bildirmesi aynen siyah bir bulut olarak gelmiş ancak bundan korkup beldeyi hayvanlarıyla beraber terk edip Hz.Yunusu arayıp bularak tevbe etmiş ve üzerlerinden bela kaldırılmıştır.

-Ve balığın karnında da üç günden kırk güne kadar da kaldığı ifade edilmektedir.

-Hz.Yusufun küçükken görüp babasına anlattığı rüya kırk sene sonra gerçekleşmiştir.

-Rivayete dair Yahudiler peygamberimizden ruha,ashabı kehfe ve zülkarneyne dair bilgi istemişlerdir.Peygamberimizde inşallah demeksizin;”Onlara dair size yarın haber veririm.demesi üzerine üç gün veya kırk gün sonra gecikmeli olarak vahiy gelmiştir.[5]

-Beyti Mukaddes Kabe-i Muazzamadan kırk yıl sonra yapılmıştır.

-Hz.Süleyman döneminde yaşayan Belkısın baba ve dedeleri arasında kırk kadar hükümdar bulunmuştur.Süleyman (AS) kırk yıl hükümdarlıkta bulunmuştur.

Süleyman peygamberin saltanatı döneminde kırk gün ayrı kaldığı,ölü gibi olup veya başkasının saltanat sürdüğü belirtilmiştir.[6]

-Hz.Davudun saltanatı kırk yıl sürmüştür.

-Hz.İsrafilin ilk sur ile ikinci sura üfürüşü arasında kırk yıl vardır.Ve bu arada kırk sene kabir azabı kaldırılacak.Ve bunun kırk gün veya kırk ay olduğu da söylenmektedir.

-Rivayete göre 80 bin peygamber israiloğullarından,kırkbin de diğerlerinden gönderilmiştir.

-Kıyametin on büyük alametinden biri olan Duhan yani doğu ile batıyı kaplayacak lan dumanın kırk gün ve gece devam edeceği ifade edilmektedir.

-Yahudiler cehennemde ancak kırk gün kalıp kırk günde fazla kalmayacaklarını iddia ile şöyle demişlerdir:”Cehennemin bir tarafından bir tarafı zakkum ağacına kadar kırk senelik yoldur ve onlar bir senelik yolu bir günde katederek kırk günde ikmal edecekleridir.”diyerek tevrattan nakletmişlerdir.[7]

-Kur’anın heva ehlinden uzak,ashabı sefine diye bahsettiği iyi ve ehli kitabın müminleri olan bu kimselerde kırk kişilerdir.

-Bir okka kırk dirhem olarak itibar edilmektedir.

-Tevrata göre zina eden recmedilirken Yahudilerin ileri gelenleri bunu uygulamamış, daha sonra fakirlerde buna karşı çıkmalarıyla kırk kırbaç ile cezalandırlımış,yüzü karalanıp merkebe ters bindirilerek teşhir edilmiştir.

-Hz.Ömerin kırkıncı Müslüman olması manidardır.

-Gökten düşen şahabların sürati kırk ile yetmişiki kilometre arasındadır.

-Kadir gecesi ittifakla ramazanın 27.gecesidir.Ancak bazıları şabanın onbeşi demişlerdir ki,bunun ile kadir gecesi arasında dört mübarek gece geçmektedir.Bunlarda kırk gün sürmektedir.

-Arapçada nefer ve reht üçden ona,ondan kırka kadar olarak toplanmış kimselere denir.

-Cehennemdeki veyl deresinin de kırk yıllık bir derinlikte olduğu kinayeten ifade edilir.

-Tasavvuf ehlinden bazıları kırk günlük yiyecek toplamanın tevekkül olmadığını söylerken bazıları da bunun aykırı olmadığını söylemişlerdir.

-Rivayete göre Medineliler kırk yaşına geldiklerinde başka işlerle uğraşmaktan vazgeçmişlerdir.

– Rivayete göre:”Ölü yıkayan kimse,ölüde görülen çirkin halleri başkalarına söylemeyip gizlerse,Allah o kimseyi kırk defa bağışlar.”(Hakim)

-Müslümanlardan bir kimse ölürde Allaha ortak koşmayan kırk kişi onun üzerine namaz kılarsa,Allah onların ölü hakkındaki şefaatlarını kabul eder.(-diğer bir rivayette-ve ölü için yaptıkları şefaatları kabul eder.”(Müslim)

-Rivayette:”Namaz kılanın önünden geçen kimse,ne kadar günaha girmiş olduğunu bilseydi,bulunduğu yerde kırk (bu kadar zaman)durması kendisi için daha hayırlı olurdu.”(Ravi kırk gün mü,kırk ay mı,kırk yıl mı dedi bilemiyorum demiştir.)

-Rivayette:”Yeryüzünde bir haddi şer’inin ikame edilmesi,yer yüzündeki insanlar için kırk sabah yağmur yağmasından daha hayırlıdır.”

-Hafız kadınlar içinde kırk yıl boyunca dilini Kur’andan başka bir şeyle konuşturmayan saliha kadınlar çıktığı gibi,İstanbul/Topkapıda kırkıncı Yavuz Sultan Selim olmak üzere asırlardır Kutsal Emanetlerin bulunduğu yerde sürekli Kuran okunmuştur.

-Yaması çok kimseler için,kırk yerden yamalı denilmiştir.

-Fıkhen bir kuyuya kedi ve tavuk gibi bir hayvan düşüp şişmeden çıkarılırsa oradan temizlenmesi için kırk kova kadar su çekilir.

-Nifas halindeki bir kadının kan görme müddeti kırk gündür.

-Anne karnında bir çocuk üç kırkta oluşur ve sonra ruh üflenir.İlk kırkta bir damla su olarak kalır,ikinci kırkta kan pıhtısı devresi,üçüncü kırkta ise et parçası olur ve tamamlanarak ruh üflenir.

-Kılınması mekruh olan üç vaktin mekruhiyeti kırk dakika sonra çıkmaktadır.

-Kur’anı Kerimin hiç olmazsa kırk günde bir defa da olsa hatmedilmesi tavsiye edilmiştir.

-Malların kırkta biri zekat olarak verilir.

-İhtikar yani Müslümanların ihtiyaç duyduğu malları kırk gün saklamak ihtikara girdiği gibi cezayı da bu kırk günlük saklama süresi ile tesbit edilerek verilir.Hakim-de rivayet edilmiştir.

-Koltuk altı gibi kılları ve tırnakları kırk güne kadar uzatmak harama yakın mekruh olarak kabul edilmiştir.

-Hz.İsmail babasından kırk sene sonra 137 yaşında vefat etmiştir.

-Peygamberimiz hac farizasını Mekkeye kırk bin kişi ile giderek yapmıştır.

-İçki içmenin haddi kırk deynektir.

-Dini Bilgilerde;

-Sadaka-i fıtır;arpa,kuru üzüm ve kuru hurmadan binde kırktır.

-Zekat malın kırkda birinin verilmesidir.

-Ashab-ı feraizden olanların irs bakımından varis olmalarında kırk halleri var ve caridir.

-Rivayete göre Hz.Ademin 1050 yıllık ömründe kırk bini aşkın evladını görmüştür.

-Hz.İsadan sonra Romalılar kudsi şerife hücum edip Yahudilerin bir kısmını öldürüp bir kısmını da esir almışlardır.

-Ahmed bin Hanbelin Müsnedi kırk bin hadisi ihtiva etmektedir.

-Cenazeyi kırk adım taşımak müstahabdır.

-Bir rivayete göre rasulullaha yapılan büyünün süresi kırk gün devam etmiştir.

-Şafiiye göre gayrı Müslim memleketlerde veya cezaevlerinde 40 tane Müslüman bulunursa orada Cuma namazı kılınacaktır.

-Mescidi nebevi için hadisde:”Ara vermeden şu mescidimde kırk namaz kılan kimse için ateşten ve azabdan beraet yazısı yazılır ve nifaktan da kurtulmuş olur.”Yani sekiz güne tekabül edip kırk vakit namaz kılınması tavsiye edilmiştir.

-Hadisde:”Muhammedin nefsi elinde olan Allaha yemin ederim ki,bir kul haram bir lokma midesine indirirse kırk güne kadar (Allah duasını) kabul etmez.”

-İmam-ı Azam kırk sene yatsı abdestiyle sabah namazını kılmıştır.

-İmam-ı Azamın ashabından kitapları tedvin eden kırk kişi vardı.

-Hz.Hasan Hz.Alinin vefatından sonra kırk tarihinde halife olmuştur.

-İmam-ı Malik Muvattayı kırk senede vücuda getirmiştir.

-Ehli sünnetin özellikle Şafii mezhebine mensub olanların itikaddaki imamı İmam-ı Eş’ari kırk yıl kadar mutezile mezhebinde bulunmuştur.

-Veliyyül emrin izniyle ölü bir toprakta kazılan bir kuyunun,akıtılan bir suyun ve dikilen bir ağacın harimi kırk arşındır.

-Yeni doğan bir çocuğu yedinci veya kırkıncı günde sünnet ettirmek müstehabdır.

-Allah,İbrahim peygamberinde meleklere ifade ettiği gibi,içinde kırk müslümanın bulunduğu bir kavmi helak etmez.

-Eyyub peygamber ayağını vurup yerden çıkan sudan yıkanınca vücudunda hastalıklar kalmadı,kırk arşın gidip bir daha yere vurunca bu seferde tüm iç hastalıkları şifaya kavuştu.

-Kırk yıl Tih çölünde kalan İsrail oğulları ve onların yaşlıları hep ölmüş,kırk yıldan sonra yeni ve farklı bir nesil yetişmiş olup,bunlar firavunu görmemiş sadece duymuş,onun korku ve baskısından uzak ve uzakta yetişmişlerdir.

-Yunus peygambere Allah,kavmini kırk gün kırk gece imana davet etmesini,aksi takdirde helak edeceğini bildirmiştir.

-Üzeyir peygamber kırk yaşına bastığı zaman Allah ona hikmet verdi.

-Peygamberimizin kırkıncı dedesi Adnan’a kadar yapılan tesbitte bir zina olayına rastlanmamıştır.Kimilerini bunu Hz.Ademe kadar götürmektedir.

-Peygamberimiz kıtlık zamanında süt annesi Halimeye kırk koyun ve bir de deve vermiştir.

-Medinede kılınan ilk Cuma namazı kırk kişiyle kılınmıştır.

-Müşrikler Hz.Hubeybi,Bedirde ölen müşriklerin kırk çocuğuna verilen mızraklarda öldürmüşlerdir.

-Gönderilen ilk irşad birliği kırk kişi idi.Ve bunlar Bi’r-i Maunede şehid edilmişlerdir.

-Hadisde:”İçki içenin kırk sabah namazı kabul olunmaz.Eğer tevbe ederse,Allah onun tevbesini ve namazını kabul eder.”

-Hendek savaşında hendek kazma işinde her on kişiye kırk arşın yer verildi.

-Hz.Hüseyin arkadaşlarını savaş nizamına koyduğunda yanında 32 atlı,kırk piyade vardı.

-Hz.Hüseyinin kabrini belirsiz etmek üzere kırk gün sonra kabrinin bulunduğu yere Fırat suyu salınmıştır.Ancak toprağının kokusundan bile yeri bulunmuştu.

-Muaviye adında kırk kadar sahabe-i kiram,19 kadar da muhaddis vardır.

-Tarih,tefsir,hadis gibi çeşitli alanlarda yazılan eserlerde özellikle kırk cilt olarak yazılmış olduklarını görürüz.

-Bu bazen kırk yıl ders verme,kırk kişi yetiştirme gibi şekillerde de görülmektedir.

-Abdulkadiri Geylani küçük yaşta Bağdata ilim öğrenmeye gittiğinde,etrafını çevreleyen eşkiyaların dalga geçerek-sende de para var mı?-sözüne cevab olarak,koltuğunun altında kırk altın bulunduğunu söylemiştir.

-İmam Muhammed Gazali;Allahın veli kuluna kırk keramet verdiğini,bunların yirmisini dünyada,yirmisini de ahirette ihsan edeceğini söylemiştir.

-Fakirullah Tillovi hazretlerini annesi kırk yıl latif meyvelerle beslemiştir.

-Edeb ehli komşunun komşuyla olan edeb ve erkanının kırk olduğunu söylemişlerdir.

-Karnın afetlerinden birisi de kırk günden çok çorbayı terk etmektir.

-Hadisde:”Kırk gün birinci tekbiri kaçırmadan cemaatla namaz kılan için iki mükafat vardır:Biri,cehennemden kurtuluş,diğeri de nifaktan kurtuluştur.”

-Hadisde:”Kırk gün hiç haram karıştırmadan helal yiyenin kalbini yüce Allah nur ile doldurur.Kalbinden diline hikmet nehirleri akıtır.”Diğer bir rivayette:”Dünya sevgisi kalbinden çıkar.”denilmiştir.

-Hadisde:”Kırk eve kadar komşuluk vardır.”

-Kırk gün yemek yemeyene melekut alemi açılır.

-Kırk gün et yiyenin kalbi kasavetleşir.

-Bir rivayette hadisde:”Ümmetimin fakirleri zenginlerinden kırk yıl önce cennete girecektir.”buyurulmuştur.

-Kırk gün dünyadan el etek çeken zahide hikmet kapıları açılır.

-Ariflerden birisi:”Beni gördüğünüz zaman kırk ermişi görmüş olursunuz.” deyince, kendisine.”Sen bir tek kişisin,nasıl kırk kişi olursun?”denilde.O da:”Çünki ben,kırk ermiş gördüm.Herbirinin ahlakından güzel bir huyunu aldım.”demiştir.

-Hadisde,ahiret mahkemesinin kurulması için insanların tam kırk yıl gözlerini semaya dikeceklerini belirtmiştir.

-Bazı arifler işledikleri bir günahdan dolayı kırk yıl tevbe edip ağlamışlardır.

-Rivayete göre Ayet-el Kürsi kırk bin melekle nazil olmuştur.

-Fatiha-i Şerifenin kırk defa yazılıp suda silindikten sonra içilmesi halinde ölümden başka her derde deva olacağı,yüz ve elede sürülmesi halinde şifaya kavuşulacağı ifade edilmiştir.

-Haşir suresini kırk gün kırkar defa okuyan her türlü muradına erişir.

-Duhan suresi kırk gün kırkar defa okunduğu zaman cinlerle irtibat –inşaallah- müyesser olmaktadır.

-Mesir macunu kırk bir baharatın karışımıyla yapılıp,kırkbir derde derman ve şifa olmaktadır.

-”Büyük islâm âlimi imâm-ı Kastalânînin “rahime-hullahü teâlâ”(Mevâhib-i ledünniyye) kitâbının tercemesi, beşyüzonbirinci sahîfesinde diyor ki: Allahü teâlânın bu ümmete ikrâm etdiği kerâmetlerden birisi, bu ümmet arasında Kutblar, Evtâd ve Nücebâ ve Ebdâl “rahime-hümullahü teâlâ” vardır. Enes bin Mâlik“radıyallahü anh” buyurdu ki, (Ebdâl) kırk kişidir. İmâm-ı Taberânînin “rahime-hullahü teâlâ” (Evsat) kitâbında bildirdiği hadîs-i şerîfde buyuruyor ki, (Yeryüzünde, her zemân kırk kişi bulunur. Herbiri, İbrâhîm aleyhisselâm gibi bereketlidir.

Bunların bereketi ile yağmur yağar. Bunlardan biri ölünce,Allahü teâlâ, onun yerine başkasını getirir). İbni Adî “rahimehullahü teâlâ” buyuruyor ki, (Ebdâl, kırk kişidir). İmâm-ı Ahmedin “rahime-hullahü teâlâ” bildirdiği hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bu ümmetde, her zemân otuz kimse bulunur. Herbiri, İbrâhîm aleyhisselâm gibi bereketlidir). Ebû Nu’aymın “rahime-hullahü teâlâ” (Hilye) kitâbında bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ümmetim içinde,her yüz senede iyiler bulunur. Bunlar beşyüz kişidir. Kırkı ebdâldir. Bunlar, her memleketde bulunurlar) buyuruldu. Bunları bildiren, dahâ nice hadîs-i şerîfler vardır. Yine (Hilye) kitâbında,Ebû Nu’aymın merfû’ olarak bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ümmetim arasında her zemân kırk kişi bulunur. Bunların kalbleri,İbrâhîm aleyhisselâmın kalbi gibidir. Allahü teâlâ, onların sebebi ile, kullarından belâları giderir. Bunlara ebdâl denir.

Bunlar, bu dereceye nemâz ile, oruc ile ve zekât ile yetişmediler) buyuruldu. İbni Mes’ûd “radıyallahü teâlâ anh” sordu ki, yâ Resûlallah! Ne ile bu dereceye vardılar? (Cömerdlikle ve müslimânlara nasîhat etmekle yetişdiler) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Ümmetim içinde ebdâl olanlar hiçbirşeye la’net (Ahmed Kastalânî 923 [m. 1517) de Mısrda vefât etdi.)etmezler,buyuruldu. Hatîb-i Bağdâdî “rahime-hullahü teâlâ”(Târîh-i Bağdâd) kitâbında, (Nükabâ) üç yüz kişidir. (Nücebâ)yetmiş kişidir. (Büdelâ) kırk kişidir. (Ahyâr) yedi kişidir. (Amed)dörtdür. (Gavs) birdir. İnsanlara birşey lâzım olsa, önce Nükabâ düâ eder. Kabûl olmazsa, Nücebâ düâ eder. Yine kabûl olmazsa,Ebdâl, dahâ sonra Ahyâr, sonra Amed düâ ederler. Kabûl olmazsa Gavs düâ eder. Bunun düâsı elbet kabûl olur, dedi”

-Risale-i Nurda Kırk-lar konusu ziyadesiyle ve çoklukla zikredilmektedir:

-Sürekli olarak bir çok yerde Kur’an-ın kırk vecihle (Belağat,meani, icaz,i’caz, fesahat, bedi’ gibi yönleriyle)mucize olduğu ifade edilmektedir.

-“Hamele-i Arş ve yer ve göklerin melâike-i müekkelleri ve sair bir kısım melekler hakkında Muhbir-i Sadıkın tasvir ettiği, meselâ kırk binler başlı, herbir başta kırk binler lisan ve her lisanda kırk binler tarzda tesbihat ettiklerini ve intizam ve külliyet ve vüs’at-i ubudiyetleri…”[8]

-“Şehnaz-ı Çelkezi, kırk örme saç ile meşhur bir dünya güzelidir.”[9]

-“Sen yalnız şu ipe takılan tatlı konserve kutusuna bak.Eğer onun gizli matbaha-i muciznümâsından çıkmasaydı, şimdi kırk parayla aldığımız halde, yüz liraya alamazdık.”[10]

-“Mevlânâ Câmî’nin dediği gibi, “Hiç yazı yazmayan o ümmî zat, parmak kalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmış; bir kırkı iki elli yapmış.” Yani, şaktan evvel, kırk olan mim’e benzer; şaktan sonra iki hilâl oldu, elliden ibaret olan iki nun’a benzedi.”[11]

-“Alâmet-i kıyametten olan Deccal hakkındaki hadis-i şerifte “Birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü eyyâm-ı saire gibidir. Çıktığı zaman dünya işitir. Kırk günde dünyayı gezer.

“Deccalın çıktığı vakit umum dünya işitecek” olan kaydı, telgraf ve radyo halletmiştir. Kırk günde gezmesini de, merkebi olan şimendifer ve tayyare halletmiştir. “[12]

-Yazılan bir kısım tefsir,hadis gibi eserler 40 cilt olarak basılmıştır.[13]

-“Kırk dakikada bir Sahâbenin kazandığı fazilete ve makama kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir.”[14]

-“Nasıl bir asker bazı şerâit dahilinde, mühim ve mahuf bir mevkide, bir saat nöbette bir sene ibadet kadar bir fazilet kazanabilir; ve bir dakikada bir kurşunu yemekle, en ekall kırk günde ancak kazanılacak velâyet derecesi gibi bir makama çıkıyor. Öyle de, Sahâbelerin tesis-i İslâmiyette ve neşr-i ahkâm-ı Kur’âniyede hizmetleri ve İslâmiyet için bütün dünyaya ilân-ı harp etmeleri o kadar yüksektir ki, bir dakikasına, başkaları bir senede yetişemez. Hattâ, denilebilir ki, bütün dakikaları, o hizmet-i kudsiyede, o şehid olan neferin dakikası gibidir. Bütün saatleri, müthiş bir makamda bir saat nöbet tutan fedakâr bir neferin nöbeti gibidir ki, amel az, ücreti çok, kıymeti yüksektir.”[15]

-“Her zîkalb ve kâmil velî, seyr ü sülûk ile, Arştan ve daire-i esmâ ve sıfâttan kırk günde geçebilir.”[16]

-“Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.”[17]

-“Evet, on beş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında ve hevesât-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemâl-i iffet ve tamam-ı ismetle Haticetü’l-Kübrâ (r.a.) gibi ihtiyarca birtek kadınla iktifa ve kanaat eden bir zâtın, kırktan sonra, yani hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesât-ı nefsâniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücâtı, bizzarure ve bilbedâhe, nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu, zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir.”[18]

-“Evet, günde yüz para, belki kırk para ile yaşayan bir adam, başkasının minnetini almaz.”[19]

-“Bir tavuğum var. Şu kışta yumurta makinesi gibi, pek az fasılayla hergün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem birgün iki yumurta getirdi, ben de hayrette kaldım. Dostlarımdan sordum, “Böyle olur mu?” dedim. Dediler: “Belki bir ihsan-ı İlâhîdir.” Hem şu tavuğun yazın çıkardığı bir küçük yavrusu vardı. Ramazan-ı Şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem küçük, hem kışta, hem Ramazan’da bu mübarek hali bir ikram-ı Rabbânî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı.”[20]

-“Kırk sene sonra İslâmın en büyük iki ordusu karşı karşıya geldiği vakit, Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh, Hazret-i Muaviye (r.a.) ile musalâha edip, cedd-i emcedinin mucize-i gaybiyesini tasdik etmiştir.”[21]

Ümmü Haram için Peygamberimiz yaptığı duada:”-“Ümm-ü Haram niyaz etmiş: “Dua ediniz, ben de onlarla beraber olayım.” Ferman etmiş: “Beraber olacaksın.” Kırk sene sonra, zevci olan Ubâde ibni Sâmit refakatiyle Kıbrıs’ın fethine gitmiş; Kıbrıs’ta vefat edip, mezarı ziyaretgâh olmuş. Haber verdiği gibi aynen zuhur etmiş.”[22]

-“Hem -nakl-i sahih-i kat’î ile- ferman etmiş ki: deyip, “Hayber Kalesinin fethi Ali’nin eliyle olacak.” Me’mulün pek fevkinde, ikinci gün bir mucize-i Nebeviye olarak, Hayber Kalesinin kapısını Hazret-i Ali çekip kalkan gibi istimal ederek fethe muvaffak olduktan sonra kapıyı yere atmış. Sekiz kuvvetli adam o kapıyı yerden kaldıramamış. Bir rivayette, kırk adam kaldıramamış.”[23]

-“Hem Asr-ı Saadette, mucizâtı ve medar-ı ahkâm ehâdisi, kitabetle çoklar kaydedip yazdılar. Hususan Abâdile-i Seb’a kitabetle kaydettiler. Hususan, Tercümanü’l-Kur’ân olan Abdullah ibni Abbas ve Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs, bahusus otuz kırk sene sonra Tâbiînin binler muhakkikleri, ehâdisi ve mucizâtı yazıyla kaydettiler.”[24]

-“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Benî Abdilmuttalib’i cem etti. Onlar kırk adam idiler. Onlardan bazıları bir deve yavrusunu yerdi ve dört kıyye süt içerdi. Halbuki, umum onlara bir avuç kadar bir yemek yaptı; umum yiyip tok oldular, yemek eskisi gibi kaldı. Sonra, üç dört adama ancak kâfi gelir ağaçtan bir kap içinde süt getirdi. Umumen içtiler, doydular; içilmemiş gibi bâki kaldı.”[25]

-“Kırk defa hacceden ve kırk sene sabah namazını yatsı abdestiyle kılan, Tâbiînin azîm imamlarından ve çok Sahabelerle görüşen, Tavus denilen Ebu Abdurrahmani’l-Yemânî kat’iyen haber verir ve hükmeder ve demiş ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ne kadar mecnun gelmişse, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm sinesine elini koymuşsa, kat’iyen şifa bulmuştur; şifa bulmayan kalmamış.”[26]

-“Tevatüre yakın meşhurdur ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Sahabe ve imana gelenler daha kırka vasıl olmadan ve gizli ibadet etmekte iken, dua etti:… Bir-iki gün sonra, Hazret-i Ömer İbn-il Hattab imana geldi ve İslâmiyeti ilân ve i’zaz etmeye vesile oldu. “Faruk” ünvan-ı âlîsini aldı.”[27]

-“Hem İmam-ı Buharî başta, râviler naklediyorlar ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Urve bin Ebî Ca’de’ye, ticarette kâr ve kazanç için bereketle dua etmiş. Urve diyor ki: “Ben bazı Kûfe çarşısında duruyordum. Bir günde kırk bin kazanıyordum, sonra evime dönüyordum.” İmam-ı Buharî der ki: “Toprağı da eline alsa onda bir kazanç bulurdu.”[28]

-Selman-ı Farisî, evvelce Yahudilerin abdi imiş. Onun seyyidleri, onu âzad etmek için çok şeyler istediler.”Üç yüz hurma fidanını dikip meyve verdikten sonra, kırk okıyye altın vermekle âzâd edilirsin” dediler. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma geldi, beyan-ı hal etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, kendi eliyle, Medine civarında üç yüz fidanı dikti. Yalnız bir tanesini başkası dikti. O sene zarfında, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın diktiği bütün fidanlar meyve verdi. Yalnız birtek başkası dikmişti; o tek meyve vermedi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm onu çıkardı, yeniden dikti. O da meyve verdi.”[29]

-“ALTINCI SUALİNİZ: Sinn-i kemal itibar olunan kırk yaşında nübüvvetin gelmesi ve ömr-ü saadetlerinin altmış üç olmasındaki hikmet nedir?

Elcevab: Hikmetleri çoktur. Birisi şudur ki: Nübüvvet, gayet ağır ve büyük bir mükellefiyettir. Melekât-ı akliye ve istidadat-ı kalbiyenin inkişafı ve tekemmülü ile o ağır mükellefiyet tahammül edilir. O tekemmülün zamanı ise kırk yaşıdır. Hem hevesat-ı nefsaniyenin heyecanlı zamanı ve hararet-i gariziyenin galeyanlı hengâmı ve ihtirasat-ı dünyeviyenin feveranlı vakti olan gençlik ve şebabiyet ise, sırf İlahî ve uhrevî ve kudsî olan vezaif-i nübüvvete muvafık düşmüyor. Kırktan evvel ne kadar ciddî ve hâlis bir adam olsa da, şöhretperestlerin hatırlarına belki dünyanın şan ü şerefi için çalışır vehmi gelir. Onların ittihamından çabuk kurtulamaz. Fakat kırktan sonra, madem kabir tarafına nüzul başlıyor ve dünyadan ziyade âhiret ona görünüyor. Harekât ve a’mal-i uhreviyesinde çabuk o ittihamdan kurtulur ve muvaffak olur. İnsanlar da sû’-i zandan kurtulur, halâs olur.”[30]

Bir çok peygamber kırk yaşı olan kemal yaşında peygamber olmuştur.Hz.İsa ise 30 yaşında peygamber olup 3 veya 3,5 yıl peygamberlik yapmıştır.Bunun da ahirzamanda gelip kırk yıl dünyada kalarak o kemal yaşını ikmal edeceği de rivayet edilmektedir.

-“Hadis-i sahihle, nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü, nevmde rüya-yı sadıka suretinde tezahür etmiş.”[31]

-Gaflet ve hevesin recaçta olduğu yaş yirmi ile kırk yaş arasıdır.

-“Tâus-u Yemenî gibi kırk sene yatsı abdestiyle sabah namazını edâ eden çok mühim pek çok zatlar…”[32]

-“İnsan, beslendiği şeyle mizâcı müteessir olduğuna delil, “kırk günde hergün et yiyen kasâvet-i kalbiyeye dûçâr olduğu” darbımesel hükmüne geçmesidir.”

-“Evet, zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hattâ bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Hattâ bir adam, şedit bir inat yüzünden, Londra mahpushanesinde yetmiş gün, sıhhat ve selâmetle, hiçbir şey yemeden hayatı devam ettiğini on üç (şimdi otuz dokuz) sene evvel gazeteler yazmışlar.”[33]

-“Kırk gün ekmek yemeyen Seyyid Ahmed-i Bedevî’nin harikulâde halleri imkân-ı örfî dairesindedir. Hem keramet olur, hem harikulâde bir âdeti de olabilir.”[34]

-“Ey Hâlık-ı Kerîmim ve ey Rabb-i Rahîmim! Senin Said ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, hem âsi, hem âciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelîl, hem müsi’, hem müsin, hem şakî, hem seyyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, kırk sene sonra nedamet edip Senin dergâhına avdet etmek istiyor. Senin rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatîatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlerle müptelâ olmuş. Sana tazarru’ ve niyaz eder. Eğer kemal-i rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen; zâten o senin şânındır. Çünki Erhamürrâhimînsin. Eğer kabul etmezsen, senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rab yok ki, dergâhına gidilsin. Senden başka hak Mabud yoktur ki, ona iltica edilsin!..”[35]

-“Bana sekiz sene kemâl-i sadakatle, hiç gücendirmeden hizmet eden Barlalı Süleyman’ın halasının bir vakit gözü kapandı. O saliha kadın, bana karşı haddimden yüz derece fazla hüsn-ü zan ederek, “Gözümün açılması için dua et” diyerek, cami kapısında beni yakaladı. Ben de, o mübarek ve meczûbe kadının salâhatini duama şefaatçi yapıp, “Yâ Rabbi, onun salâhati hürmetine onun gözünü aç” diye yalvardım. İkinci gün Burdurlu bir göz hekimi geldi, gözünü açtı. Kırk gün sonra yine gözü kapandı. Ben çok müteessir oldum, çok dua ettim. İnşaallah o dua âhireti için kabul olmuştur. Yoksa benim o duam, onun hakkında gayet yanlış bir beddua olurdu. Çünkü eceli kırk gün kalmıştı. Kırk gün sonra-Allah rahmet etsin-vefat eyledi.

İşte o merhume, kırk gün Barla’nın hazînâne bağlarına rikkatli ihtiyarlık gözüyle bakmasına bedel, kabrinde, Cennet bağlarını kırk bin günlerde seyredeceğini kazandı. Çünkü imanı kuvvetli, salâhati şiddetli idi.”[36]

-“Bu hastalığın(çocuk doğurmaktan gelen hastalıklar) mânevî şehadeti kazandırması, lohusa zamanı olan kırk güne kadardır.”[37]

-“Bir sineğin kanadı ve vücudu ne kadar hârika bir san’at-ı Rabbâniye olduğuna lâtifâne bir işaret olarak, meşhur Yûnus Emre’nin bu fıkrası ne güzel bildirir: Bir sineğin kanadını kırk kağnıya yüklettim/Kırkı da çekemedi, kaldı şöyle yazılı.”[38]

-“Kardeşlerim, ben de kırkınızın herbirinin musîbet hissesinin mânevî eleminin yarısını kendimde hissediyorum. Kendi şahsıma âit elemi, aldırmıyorum.”

“Herkesin iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşf ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği davanın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?”[39]

-“Rivayette var ki, “Âhirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder.”

…O zamanda meşru nikâh azalır veya Rusya’daki gibi kalkar. Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur.”[40]

-“Kırk sene evvel tekrarla dedim: Bir nur göreceğiz. Büyük müjdeler verdim. O nuru büyük daire-i vataniyede zannederdim. Halbuki o nur, Risale-i Nur idi. Nur şakirtlerinin dairesini, umum vatan ve memleket siyasî dairesi yerinde tahmin edip sehiv etmiştim.”[41]
-“Kırk sene evvel Şam’daki Camiü’l-Emevîde, Şam ulemasının ısrarıyla, on bin adama yakın, içinde yüz ehl-i ilim bulunan azîm cemaate verilen bu Arabî ders risalesindeki hakikatleri bir hiss-i kablelvuku ile Eski Said hissetmiş, kemâl-i kat’iyetle müjdeler vermiş ve pek yakın zamanda o hakikatler görünecek zannetmiş. Halbuki iki harb-i umumî ve yirmi beş sene bir istibdad-ı mutlak, o hiss-i kablelvukuun kırk sene tehirine sebep olmuş. Ve şimdi, o zamanda verdikleri haber, aynen tezahürleri âlem-i İslâmiyette başlamış. Demek bu pek ehemmiyetli ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, belki doğrudan doğruya 1327’ye bedel, 1371’deki Camiü’l-Emevî yerine âlem-i İslâm camiinde üç yüz yetmiş milyon bir cemaate hakikatli ve taze bir ders-i içtimaî ve İslâmîdir diye tercümesini neşretmek münasip görürseniz neşredersiniz.”[42]

“Ve keza, o Zâtın (a.s.m.) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde bir hilesi, bir hıyaneti görülmemiş ve bir yalanı işitilmemiştir. Eğer o Zâtın yaratılışında, tabiatında bir fenalık, bir kötülük hissi ve meyli olmuş olsaydı, behemehal gençlik saikasıyla dışarıya verecekti. Halbuki bütün yaşını, ömrünü kemal-i istikametle, metanetle, iffetle, bir ıttırad ve intizam üzerine geçirmiş, düşmanları bile hileye işaret eden bir halini görmemişlerdir. Ve keza yaş kırka baliğ olduğunda iyi olsun, kötü olsun ve nasıl bir ahlâk olursa olsun rüsuh peyda eder, meleke haline gelir, daha terki mümkün olmaz. Bu zâtın tam kırk yaşının başında iken yaptığı o inkılab-ı azîmi, âleme kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celb ve cezbettiren, o zâtın (A.S.M.) evvel ve âhir herkesçe malûm olan sıdk u emaneti idi. Demek o zâtın (A.S.M.) sıdk u emaneti, dava-yı nübüvvetine en büyük bir bürhan olmuştur.”[43]

“Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelimeyle dört kelâm öğrendim; tafsilen beyan edilecektir. Burada, yalnız icmalen işaret edilecektir. Kelimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazar’dır.”[44]

“Arkadaş! Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür.”[45]

“Ramazan Risalesi kırk dakikada telif edilmesi; Yirmi Sekizinci Söz, yirmi dakikada telif edilmesi, bast-ı zamanın vukuunu ispat etmiştir.”[46]

Bu eserlerin kırk yıldır ehli islama hitab etmekte,kırk senedir hakikat nurlarını saçıp açmaktadır.[47]

“Üstadımız Muhacir Hâfız Ahmed Efendiye dedi ki: “Sen kırk bir Yâsin-i Şerif oku.” Muhacir Hâfız Ahmed Efendi bir kamışa okudu. O kamışı suya koydular. Daha yağmur alâmeti görünmezken, ikindi namazı vaktinde, üstadımız daima itimad ettiği bir hatırasına binaen Muhacir Hâfız Ahmed Efendi’ye söyledi ki: “Yâsinler tılsımı açtı, yağmur gelecek.”

Aynı gecede evvelce yağmadığı Barla dairesi içine öyle yağdı ki, üstadımızın odasının altındaki Çoban Ahmed’in bahçesindeki duvar yağmurdan yıkıldı. Halbuki Karaca Ahmed Sultan’ın arkasında ve deniz kenarında balık avlamakla meşgul Şem’î ile arkadaşları bir damla yağmur görmediler.”[48]

“Hele bizi her zaman, günde kırk defa havsalamız almayarak “âh” ile geri dönen mirâc-ı mü’min olan namaz…”[49]

“Bu daire içinde kırk bin, belki yüz bin hâlis, hakikî mü’minlerin içinde hakikat-i leyle-i Kadri elde edecek bir, iki, on, yirmi değil, belki yüzlerin elde etmesi ihtimali kavîdir.”[50]

Kırk senedir Camiul Ezher mahiyetinde şarkta bir Medresetüz Zehranın açılamısna çalışmış,kırk senedir siyaseti terk ettiğini ifade etmiştir.[51]

“”Evet, şimdi olmasa da otuz kırk sene sonra fen ve hakikî mârifet ve medeniyetin mehasini o üç kuvveti tam techiz edip, cihazatını verip o dokuz mânileri mağlûp edip dağıtmak için taharrî-i hakikat meyelânını ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş. İnşaallah yarım asır sonra onları darma dağın edecek.” [52]

“Bir cisim birden zerrattan tahallül ve yeni zerrattan teşekkül eylemesi muhal olacağından, cism-i devletin birden memurîni ref ve yenilerini ikame eylemesi, muhal olmasa da, müteazzirdir. Binaenaleyh, istidad-ı habis ve kabil-i ıslah olmayan adamları zaten cism-i devlet def-i tabiî ile ifraz edecektir. Amma kabil-i ıslah olanlar, zaten güneş garptan tulû etmediğinden, tevbenin kapısı açıktır. Bunların tecrübelerinden istifade etmeli. Bunların yerini dolduracak, kırk sene lâzım. Yoksa, umumu aleyhinde itâle-i lisan ve terzil etmek, bu şanlı olan ittihad-ı milleti-bozulmuş bazı efkâr ve ahlâklarına binaen-bir hastalığa hedef edecektir.”[53]

“…kırk-elli sene sonra, Arap taifeleri, Cemahir-i Müttefika-i Amerika gibi en ulvî bir vaziyete girmeye, esarette kalan hâkimiyet-i İslâmiyeyi eski zaman gibi küre-i arzın nısfında, belki ekserisinde tesisine muvaffak olmanızı rahmet-i İlâhiyeden kuvvetle bekliyoruz. Bir kıyamet çabuk kopmazsa, inşaallah nesl-i âti görecek.”[54]

“İslâmiyet âşikâredir. Hem de kuvve-i ittisâiyesi tazyik olunsa âleme zelzele verecek. Hem de ihfâ, hîle ve şüpheyi dâvet ettiğinden, hile ve şüpheden münezzeh olan hakikat, hafâdan da müstağnidir. Hem de hile, terk-i hile ve doğruluktur. Hem de başka cemiyete kıyas olunmaz. Zira onlar teessüse başlıyorlar, bu ise müesses iken bazı köşelerden tecellî ediyor. Hem de bidayet-i İslâmda kırk oldu, saklanmadı; nasıl üç yüz milyondan sonra gizlenecek? Hem de bir şeyi akıl görür, kabul eder. Fikir uğraşır, teslim eder. Bir hakikat hafâ perdesini kabul etmez.”[55]

“Eşhastan kat-ı nazar, nev’î ve umumî hüsün ve hakkın meydan-ı galebesi istikbaldir. Biz ölsek, milletimiz bâkidir. Kırk seneyle razı değiliz; en ekall bin sene galebeyi isteriz.”[56]

“Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez.”[57]

“…Sultan Orhan zamanında Süleyman paşa kumandasında “Erler” tabire dilen kırk kahramanın şahid olmasıyla, İstanbul’u hükûmet-i İslâmiye akdi altına girmeye ve fatihasını o tarihte, 757’de muhasara ile okumuştur.[58]

Sosyal ve tasavvufi hayatta da;

Hz.Ali’nin kırklar meclisinin sakisi olması,kırklara karışmak ifadesi,şefaatı umulup kırk hadis yazılması,Bektaşilikte kırklar meydanı,kırklar şerbeti,kırk budak,kırk makam,insan hamurunun kırk gün boyunca rahmet yağmurlarınca yıkanması,Mehdinin kırk yaşında çıkıp kırk yıl dünyada kalması,ölen birinin etinin kırk günde çürümesi ve ölüye kırkıncı gününde hatim,dua ve ikramlarla kırkını yapmak,kırk harami,kırk çeşme,kırk anbar,kırk göz,kırk pınar,Kırklareli ki buranın kırk kimesne olduğu ifade edilir.Kırkı çıkmak,kırklamak,kırk oruç,kırk kurban,kırk gün kırk gece,bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır,kırkından sonra azanı teneşir paklar,kırk kurda bir arslan ne yapsın,kırk derviş bir kilime sığmış ama iki sultan bir iklime sığmamış,bir kimseye kırk gün deli desen deli olur,kırk deveye bir eşek,kırk yılın başı gibi ifadeler sıkça kullanılmaktadır.[59]

Adına Ricalül Gayb da denilen manevi şahsiyetler ise;manevi muzaharetine inanılan manevi şahsiyetlerdir.Adeta manevi meclisin manevi azaları.

Gözden saklı olarak gaybi olan bu kimselere tasavvufta üçler,yediler,kırklar denilmiştir.Bir kutbun öncülüğünde manevi üstünlüğü olan değerli şahsiyetlerdir.Bunlar Nücebâ, Büdelâ, Evtâd, İmameyn ve Kutb-u Azam olan Gavs’dan oluşurlar.

Nücebâ adı verilen veliler kırk tanedir. Bunlar tüm yaratıkların yüklerini taşır, sıkıntılarını gidermeye çalışırlar. Haktan gayrısına bakmazlar. Bu Allah dostları ahlak-ı kerîme sahibi irfanlı kimselerdir.

“Büdelâ denilen veliler ise yedi kişidir. Bunlardan biri kendilerinin imamıdır. Bulunduğu yerde cisim ve sûretini bırakarak sefere çıkmak, aynı zamanda muhtelif yerlerde gözükmek, Büdelânın özelliklerindendir.

(EBDÂL:Bedeller. Dünyânın nizâmı, düzeni ile vazîfeli olup, Allahü teâlânın insanlardan gizlediği büyük zâtlar. Biri vefât edince, yerine başkası getirildiğinden bu isimle anılmışlardır. Bunlara Ricâlü’l-Gayb da denir.

Hızır aleyhisselâma, “Sana yalnız Beni seven velî kullarım bildirildi, Benim sevdiklerimse bende gizlidirler.” hitabı gelir.
Ümmetim arasında her zaman kırk kişi bulunur. Bunların kalbleri İbrâhim’in (aleyhisselâm) kalbi gibidir. Allahü teâlâ onların sebebi ile kullarından belâları giderir. Bunlara Ebdâl denir. Onlar bu dereceye namaz ve oruç ile erişmediler. İbn-i Mes’ûd radıyallahü anh; “Yâ Resûlallah! Ne ile bu dereceye ulaştılar?” diye sorunca; “Cömertlikle ve müslümanlara nasîhat etmekle eriştiler” buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ)
Ebdâllerin sayısının yedi, kırk veya yetmiş olduğu bildirilmiştir. (Seyyid Şerîf Cürcânî)
Ebdâllerin makâmını istiyen kimsenin hâlini düzeltmesi, nefsine uymaması lâzımdır.) (Behâeddîn-i Buhârî)

Evtâd denilen Allah dostları ise dört tanedir. Yerleri; doğu, batı, güney ve kuzey olmak üzere evrenin dört ayrı köşesidir. Bunların içinden birisi de kendilerinin imamıdır. Çivi veya kazık anlamına gelen kelimenin çoğulu olan Evtâd’a bu adın verilişi evreni ayakta tutan dört direk mesabesinde oluşlarındandır.

İmameyn, birisi kutbun sağında ve birisi de solunda bulunan iki şahıstır. Sağda bulunan imam, melekût alemine yani ruhânî aleme bakar ve O’nun vücûdu Kutbiyyet merkezinden ruhaniyyet alemine yönelen bir aynadır. Soldaki imam ise, mülk (madde) alemine bakar. O’nun vücudu da cisimler dünyasına aynadır.

Gavs’a gelince; O, kutb-u azamdır. Mühim ve esrarlı işlerini halletmek isteyenler ona muhtaç olurlar. Teberruken vasıta kılınarak duası alınır. Zira onun duası asla reddedilmez.

Ricâlülgayb yerine “gayb erenleri” de dendiği vakidir. Ancak gayb erenleri on kişidir; huşu’ ve Huzû-i Rabbânî sıfatıyla mevsuf ve Rabbânî tecellîlerin tesiri altında olduklarından dolayı ne halk onları tanır ve nede onlar halkı tanırlar. Bunlar da her asırda mevcutturlar.”[60]

040-06-2004

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Bakara.51.

[2] Maide.26.

[3] A’raf.142.

[4] Ahkaf.15.

[5] Bak.Kehf.23.

[6] Bak.Sad.34.

[7] Bak.Bakara.80-81.

[8] Sözler.164,513.

[9] Age.225.

[10] Age.287.

[11] Age.289.

[12] Age.344.

[13] Age.395.

[14] Age.491.

[15] Age.493.

[16] Age.572.

[17] Mektubat.23.

[18] Age.27.

[19] Age.66.

[20] Age.68.

[21] Age.98.

[22] Age.105.

[23] Age.107.

[24] Age.113.

[25] Age.116.

[26] Age.143.

[27] Age.144.

[28] Age.145.

[29] Age.148.

[30] Age.281.

[31] Age.347.

[32] Lem’alar.31.

[33] Age.63.

[34] Age.64.

[35] Age.130.

[36] Age.213.

[37] Age.214.

[38] Osmanlıca Lem’alar.655.

[39] Şualar.203.

[40] Age.586.

[41] Age.539.

[42] Age.674.

[43] İşarat-ül İ’caz.107-108.

[44] Mesnevi-i Nuriye.51.

[45] Age.70.

[46] Age.197.

[47] Barla Lahikası.80,111.

[48] Age.168-169.

[49] Age.186.

[50] Kastamonu Lahikası.181,110,190.

[51] Emirdağ Lahikası.2/35,39,81.

[52] Age./110-111,142-143.

[53] Divan-ı Harbi Örfi.79.

[54] Hutbe-i Şamiye.56,49,54-55.

[55] Age.9.Vehim.

[56] Muhakemat.41.

[57] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.161.

[58] Zülfikar.50.

[59] Bak.İslam Ans.25/466-481.

[60] Şamil İsl.Ans.




İLİM TEK İDİ

İLİM TEK İDİ …

Hz.Ali’nin deyimiyle:”İlim tek idi,onu cahiller çoğalttı.

Yaratılışın ilk başlangıcında,insanın dünyaya ve aleme ilk ayak basışında ilim bir ve tek idi.O da marifet veya Marifetullah idi.

Her şeyde ve her yerde okunan ve konuşulan ilim marifet ve marifetullahı netice veren iman ilmi idi.Zamanla meydana gelen farklılıklar,uzaklaşmalar bu ilimden de insanları uzaklaştırıp,yabani ve yabancı kıldı.

Gafletten dolayı anlamayan,anlıyamayan insanların varlığı,zamanla gabavetinden inkâr edenlerin zuhuru ve buna karşı muhtelif yorum ve izah usulleri,ilmi adeta dallandırmaya,yavaş yavaş kökünden uzaklaştırmaya başlar oldu.

Yanlışlıkların artmasıyla beraber o oranda onları düzeltmeye çalışmak için değişik yorumlarda o ölçüde artar oldu.

Asırlar boyu devam eden bu mücadele her asırda farklı mücadele yollarıyla karşı karşıya gelerek,iki farklı dalların uzamasına,kökte birleşememelerine yol açtı.

O dalarlıda tekrar birleştirecek olan ayrıldıkları kökte tekrar buluşmaktır.

İnsanlık başlangıç itibarıyla nasıl ki kökten ayrıldılar ise,yine buluşacak ve birleşecekleri,ittifak edip anlaşacakları nokta da kök ve asıl olan marifet ve marifetullahtadır.

Nasılki bir babadan türeyen insanlık,zaman içerisinde bir çok babaların devreye girmesi,dil-din-eğitim farklılıkları bu farklılıkların doğal olarak zuhuruna zemin hazırlamıştır.

Cemil Meriç’in ifadesiyle;Doğu-Batı beynin iki yarı küresi gibidir,diyerek,başlangıçta birbirini tamamlayan beynin iki yarı küresi,zamanla birbirine ters düşer olmuştur.

Ve aslından uzaklaşan insanlık sürekli arayış içerisinde olmuştur.İşte yine Cemil Meriç ifadesinde olduğu gibi ki;o kendisinin hayat devrelerini şöyle tanımlar:”1917-1925;koyu Müslümanlık devri,1925-1936;şoven milliyetçilik devri (Meriç soyadından önce bir ara Şaman ve Yılmaz soyadlarını kullanır.)1936-1938;Sosyalistlik devri,1938-1960;’Araf’ dediği kuluçka devri,1960-1964;Hint devri.1964’ten sonra ise sadece Osmanlıdır.”[1]

İnsanın başlangıçtaki var edilişi,varlığa farklı bir model olarak seçilip çıkarılışı,esmanın ona öğretilmesiyle başlamış olup,yükselişi de o esmayı taallümle sürdürmektedir.Diğer varlıklardan ortaya çıkan farkı;bu talim ve taallümdür.

Yaratılıştaki sır,bir gizli hazine olduğunu ifade eden Rabbimizin kendisini bilmesi ve de bildirmesinin sırrı,ilminde,marifetinde açılımı olan isimlerinin zuhuru ve detaylandırılmasıdır.

Marifet esmada gizlenmiştir.Allah’ın her bir isminde binler esrar ve marifet pencereleri vardır.

Başlangıçta bir olan ilmin,gittikçe açılması,dal ve budak salması kabiliyetlerin farklılığı,farklı anlayışı,onların kendi seviyelerine indirip,onun seviyesine çıkmamaları veya çıkamamaları;bir olan ilmin binlerce,kısa olan marifetin uzayarak gelmesine sebeb teşkil etmiştir.

“Hiçbir şey yoktur ki,Allah’ı kendi diliyle tesbih etmiş olmasın” hakikatınca, marifet o tesbihi duymakta,hatta onunda ötesinde görmektedir.

Peygamberler her bir mesleğin piri durumundadırlar.Bu da Allah’ın orada görünen esmasının bir inkişafıdır.Mesela,hastaları iyileştiren Hz.İsa’da Allah’ın Şafi ismi,ölüleri diriltmesiyle Hay ismi en mükemmel mânada tecelli etmektedir.

Peygamber Efendimizin gerek diğer insanlardan ve peygamberlerden farklı oluşu ise;O zatta Allah’ın bütün isimlerinin gerçek manada tecellisi iledir.

Mehmet ÖZÇELİK

04-05-2005

[1] İslam Ansiklopedisi.c.29/sh.190-191.




SEKTEYE UĞRATILAN İLAHİ SAHA

SEKTEYE UĞRATILAN İLAHİ SAHA

Cumhuriyetten bu yana din sürekli kösteklenmekte ve yapılan hizmetler sekteye uğratılmaktadır.Nur cemaatının,Süleyman Efendinin cemaatının ve Tarikat ehlinin hizmetlerine sürekli resmi ve gayrı resmi engellemelerle karşılık verilmiş,çoğu zamanda bu hapis,görevden alma ve eziyet edip öldürmeye varan tehditlerle caydırılmaya çalışılmıştır.Adeta devlet halkı karşısına almış,onun asırlardır temsil ettiği dinine hezimete varan uygulamalara dönüştürmüştür.

Asırlardır islamın temsil bayrağını diktiği yerlerden söktürme yoluna yönlenmiştir.

1980 yılına kadar bu şekilde devam eden katı politikalar,bu devreden sonra sefahetle altedilmeye,sekteye vurulmaya çalışılmıştır.Başarılıda olunmuştur. Geçmişinden kopuk,bilgiden uzak,zevke düşkün bir nesil üredi ve türedi.

1970’den önceki hayatın ızdırabını gören ve bilenler ise bir şeyler ortaya koymaya,eksiklikleri gidermeye çalıştılar.Bir seviye alındı.

Ancak bu da yeni yetiştirilen bir ilahiyatçı kesim ile sekteye vurulmaya çalışıldı.Bu Türkiyede böyle olduğu gibi,tüm İslam dünyasında da aynı çapta münferid müçtehidlerinde devreye girmeye çalışmasıyla farklı bir İslam imajı vermeye çalışıldı.

Ilımlı bir İslam,batı tarzı bir İslam,budanmış bir İslam idi…

Örneğin,değişen ekonomik gelişmelerden dolayı,faiz olmamalı veya cüz-isine müsaade edilmeliydi.Tesettür,Cuma namazı gibi konularda,değişen dünya şartlarında batı gibi bir reforma gidilmeliydi.

Oysa islamın bunlara bakışı ve hükmü gayet açık olup,münakaşaya mahal bırakmamaktadır.Mesela;Dar-uk harb diyerek Cuma namazı kılmayanlar şunu düşünmeli, Peygamberimiz Mekkeden Medineye hicret ettiklerinde, hem Kuba mescidinde,hem de medinede Cuma nazmı kıldı.Oysa orası daha dar-ul harp durumunda idi.

Oysa batının reformu zaruri idi.Çünki hak olmayan bir dinde reform söz konusu olurken hak ve son bir dinde bir değişiklik söz konusu değil veya yeni bir peygamberin gelmesi gerçekleşmediğinden böyle bir reformda söz konusu olamıyacaktır.

Bizdeki Yaşar Nuri Öztürk,Zekeriya Beyaz gibi sosyete tarafından desteklenen bu kişiler,dine göre bir halkın oluşumundan ziyade,halka ve zamana göre bir dini oluşturmayı hedeflemişlerdir.Aynı tarzı tüm İslam dünyasında da benzerlerini görmekteyiz.

Nitekim ABD’nin de kendi içinde başlatmış olduğu;”Virginia Commonwealth Üniversitesi’nde Teoloji bölümü öğretim üyelerinden Amina Wadud, New York’un Manhattan semtindeki İlahi Aziz John Katedrali’ndeki Synod isimli psikoposlara ait kilisede Cuma namazında imamlık yaptı.

Olay sadece bu kadarla da kalmadı ve kalmayacağı da belliydi,yeni versiyonları peşpeşe gelecekti.Bu konuda; Wadud, ‘Bu benim için yeni bir şey değil, 10 yıl önce Güney Afrika’dan böyle bir teklif aldım’ diye konuştu. Kadın ve erkeğin ruh olarak Allah tarafında eşit olduğunu belirten Wadud, daha sonra imam mahalline geçti. Cuma Namazı’nı organize eden ‘İslam Uyanış Hareketi’ üyesi, Wall Street Journal gazetesi eski yazarlarından Asra Numani ezan okuduktan sonra, Amina Wadud 2 saat süren Cuma hutbesini okuyup, namaz kıldırdı. Haremlik selamlık olarak ayrılan 100 kişilik cemaatin çoğunluğunu kadınlar oluştururken, Asra Numani’nin de aralarında bulunduğu bir grup, başı açık olarak saf tuttu.

Arkasından, kadın imam önderliğindeki namazı organize eden eski Wall Street Journal muhabiri ve yazar Esra Umani “Bu bir reform hareketi. İslami ilkelerle ilgisi olmayan Müslüman aleminin değişmesi gerek” diyor.

Ancak şunu söylemek gerektir ki;İslam alemi çapında bir heyetin olması zarureti vardır.İslamı temsil edip,islamın esaslarına sadık kalacak bir meclisin organizesi gerekmektedir.Bu Osmanlı döneminde bir Şeyhulislam iken,bugün bu bu bir heyet olmalı,bir meclis oluşturulmalıdır.Ferd bazında değil,heyet halinde gerçekleşmelidir.Belkide bugünkü oluşumlar bunu zorlamaktadır.ABD başkanı Bush bile,Müslümanları temsil eden bir halifenin olmasından söz ederken,kendileni temsil edip muhatab alınacak bir papaları varken,İslam alemini temsil edecek bir merci bulunmamaktadır.Başsız gövde gibi…

Kesinlikle yıkma ve tahrib amaçlı olmaksızın,tashih ve yapıcı olarak taşların yerinden oynatılması gerekmektedir.Elbetteki ABD-nin ırakta yaptığı gibi değil.Suya ve sabuna dokunulduğunda belki bir eskime olur ancak bir temizlikte gerçekleşmiş olmaktadır.Dokunulmadığı takdirde o kirlilik kalacak ve devam edecektir.

Şimdiye kadar ki,gil-ü kal-lere bir düzen verilip,onlarla uğraşılmamalı,neticeye varmalıdır.

Bugün gündeme getirilen olayların önemli bir kısmı,hep geçmişte konuşulup tartışılmış olan konulardır.Kadınların imameti,onların Cuma namazını kılıp kılmamaları konularında tartışılmış ve neticeye bağlanmıştır.

*Türkiyede ilahiyatçı kesim münferid ve yetersiz,bazen sessiz,issiz ve ıssız bir alemde yaşamaktadırlar.

Elbette imkansızlıklar ve maniler göz ardı edilemez.Ancak temsil yetersizliği ve toplumdaki onlara bakış açısının yeterli bir ağırlığı bulunmamaktadır.

İlahiyat sahası ağır aksak gitmekte,sürekli törpülenmektedir.Kendi içinde bir belirsizliğe ve sessizliğe itilmektedir.

1983’den itibaren Yüksek İslam Enstitüleri İlahiyatlara dönüştürülürken,önceki İslam Enstitüsündeki proğram ve öğretim üyeleri,ilahiyat statüsüne göre düzenlendi,daha doğrusu tüm ilahiyatlar Ankara İlahiyata benzetilmeye çalışıldı.

Bir örnek olarak;Şimdiki Diyanet işleri başkanı olan Ali Bardakoğlunun da tavassutuyla,Ankara İlahiyattan Hüseyin Atay sadece son sınıf öğrencilere konuşmak üzere getirtildi.Kimsenin itiraz etmeden dinlemesi de şart koşuldu.

Mutlak manada içtihad edilebileceğinden konuşulduğu gibi,bir yerinde de Riyazüs Salihin kitabının sahibi olan İmam-ı Nevevi’ye getirip,onun gibi herifler diyerek hakarat amiz ifadelerde bulunarak,yazmış oldukları eserlerle milletin araştırmasını engellediklerinden bahsetti.Oysa eser verenlerden biriside kendi olduğunun farkında değil gibiydi.

Genel bir kanaat olarak,geçmişi tamamen silip,yeni içtihadlarla geleceğe gitme hedeflenmektedir.Ancak her gelecek aynı zamanda geçmiş de olacağından böyle bir uygulama köksüzlüğü meydana getirecektir.

İlahiyatçılar dine itibar kazandırmalılar,bu da kendilerine kazandıracakları itibarla orantılıdır.Dine itibar kazandırmak ise onu törpülemekle değil,daha iyi anlamaya çalışmakla mümkün olur.

Batı sürekli islamı itibardan düşürmeye çalışmakta,islamla terörü beraber değerlendirmek için her türlü çabayı göstermektedir.

Geçmiş yıllarda bilimden uzak bir İslam alemi gösteren,daha sonra fakir bir Müslüman dünyasını nazara verip küçük göstermeye çalışan batı birkaç yıldır terörle beraber zikretmekte,şimdilerde İslam ülkelerinin demokratikleşmelerini emrederken,diğer yandan da nasıl olmaları gerektiğini bizzat uygulatarak reform niteliğindeki örnekleriyle mesajlar vermektedir.

Batı yönetmek çabasındadır.Oysa İslam yönetime değil,iyi yönetmeye talib olmuştur.

Zira Mehdi de gelse,İsa da gelse idareci,devlet başkanı olarak mı gelip iş yapacak?Elbette değil ve hayır.O halde oralarla iş bitmediği gibi,oralar ilk cezp edici yerler değillerdir.Süleymen peygamberin dışında hiçbir peygamber ve büyük zatlar bir idareci ve yönetici olarak gelmemiş ve onların içerisinden çıkmamıştır.

İslam dünyası sürekli kısa dönem idarelerle sekteye uğratılmakta,ehil olanların ise uzun süre kalmasına müsaade edilmemektedir.Mutlaka bir bahane ve karışıklıkla uygulamaya geçirilecek olan plan ve proğramların sekteye uğratılmasına çalışılmaktadır.

İslam dünyası bu olanlardan ders çıkarıp,kendi düzenlemesini kendisi yapmalıdır.Kendi dünyasını kendi düzenlemelidir.

Bir yerlerde biz ilahiyatçılar eksik ve hatalarımız var.

Nerede hata ve eksikliğimiz var?Sünnet olan teravihte o kadar insanlar şevkle gelirken,farz olan ibadete taleb gayet az olmakta.O halde 5 vakit namaz teravih gibi nasıl cazib hale getirilebilir?Camiler bir internet ortamında ilim yuvası haline,araştırma merkezi haline getirilemez mi?

Sabah ve yatsı namazının cemaatı gayet az,sonra akşam,sonra öğle ve ikindi,sonra Cuma,sonra bayram,sonra teravih..herbiri giderek artış göstermektedir.Bu artış sürekli nasıl sabit tutulabilir?Camiler bir kütüphane,bir sohbet mahalli yani vaaz makamından sohbet makamına dönüştürülerek biraz daha samimi bir ortam içerisinde,gerekirse arada bir çay ikram ederek samimi bir hava içerisinde insanlar kahve gibi yerlerden de çekilmiş olurlar.Camilerin çevreleri ve bahçeleri çocukların gezme ve dinlenme ve oyun alanı olarak düzenlenebilir…

Taviz verme ile tebliğ yöntem ve metotlarının birbirine karıştırılmadan en güzel biçimde icra edilmesi gerekmektedir.

Diyanet ve ilahiyat bir yandan pasiflikten kurtulmalı,diğer yandan da islamı en güzel manada temsil rolünü üstlenmelidir.Tüm İslam dünyasıda bunu arzulamaktadır.Bir model aranmaktadır.

Düşünmek gerek gerek.

Batı İslamlaşacak.Ancak,Hangi İslamla?Batıyı böyle bir yolu açmalı yoksa bizlermi o yolu dizayn etmeliyiz.

Eğer batı bizi kendisine veya kendisinin istediği bir islama benzemeye veya benzetmeye çalışırsa bu noktada kopukluklar meydana gelir.Böylece ne kendimize nede onlara benzemiş olmayız.

Neler yapmalı?

İslama hizmet eden ve edeceklerin en büyük gösterecekleri yararları,zarar vermemektir.Bu bile başlıbaşına bir yarar ve hizmettir.

Problemli ilahiyatçılar,ilahiyatın ve ilahiyat sahasının problemidirler.Mesela;Abdestsiz Kur’anın hükmü ayetle sabir ve açıktır.Alınır diyenler,insanların faydalanmalarını düşündüklerini,almak isterlerse abdestsizde alsınlar görüşünden hareket edebilirler.Onlarca iyi bir niyet olarak düşünülebilir.

Ancak alırken abdestinde alınması nur üstüne nur olmakla beraber bir çok faydalı uygulamayı,saygıyı,farklılığıda beraberinde getirecektir.Bu hem işin fetva,hem de takva yönüdür.

Herbir taviz başka tavizleride beraberinde getirmektedir.

İlahiyat ve Diyanet topluma eğitim ve proğramlarını kendisi vermeli.Camiler ve okullar birer aktiflik kazanmalı,yeni eğitim yöntemleriyle cazib hale getirilmeli.Okullarla beraber,Milli eğitim desteğiyle yürütülmeli..

Mesela okullarımıza baktığımızda,Bizde bilim adamı değil,bilgi adamı yetiştirilmeye çalışılıyor,tıpkı bilgisayar gibi.

Öğretmen takviye edilmeli,kitap okuma arttırılmalı,Müfettişlere ve müfettişliğe bir statü kazandırmalı,hizmetleri yeniden belirlenmeli,öğretmenlik cazib kılınmalı,düşünce ortamı oluşturulmalı,herkese bir hedef tayin ve tesbit etmeli,yatırım insana yapılmalı,gönül işi olmalı eğitim,eğitim eğitmeli üğütmemeli,bozulan yanlış havadan etkilenen insan elbet yanlış eğitimden daha fazla etkilenir,öyleki eğitim seviyesi yükseldikçe suç oranlarının artışı düşünülmelidir…

Sonuç olarak geçen bir millet kaybetti,gelecek olanlar kaybetmesin.Bir millete böylece kıyılmış oldu…Dininden uzak bırakıldı.

Dini öğretilmeyen milletten,dinini iyi yaşamaması sorgulandı.

Sultan Abdulaziz Han’in haince öldürülmesi üzerine kızkardesi Adile Sultan’ın dile getirdiği feryadındaki gibi,bir milletin ızdırabını da adeta terennüm etmekte idi:

Cihan matem tutup kan ağlasın Abdulaziz Han’a

Meded Allah, mübarek cismi boyandı kızıl kana!..

Nasıl hemşiresi bu Adile yanmaz o hakana,

Ki kıydı bunca zalimler karındaş-ı cihan-bana…

Mehmet ÖZÇELİK

27-03-2005




HAYATTAN FİRAR

HAYATTAN FİRAR

İntihar hayattan firar etmektir. Askerliğini bitirmeden,komutanın izni olmaksızın,terhis almaksızın bir kaçış gibidir.Bir varış değil,sürekli kaçış ve bir aranıştır.Ömür boyu kaçak muamelesi görmektir.Bu kaçış nereye?Bu kaçış kimedir?Meçhule…

Meçhullere kanat çırpan bir kuş,meçhullere kürek sallayan bir gemi,meçhullere göçen bir kervan gibidir intihar.

Bir erken emekliliktir intihar.Görev süresini bitirmeden malulen hatta onunda ötesinde hiçbir zaman emekli muamelesi görmeyecek olan hileli,çözümsüz bir yoldur…

Erken doğumdur.Bir doğum değil,gerçek bir ölümdür intihar.Yapısını tamamlamadan,9 ay 10 gün dolmadan organları tamamlanamadan doğum anında ölüme geçiş ve ölümü seçiştir.

Acziyetin,çözümsüzlüğün,çözümü seçmeden problemlerde bocalamanın diğer bir ifadeyle kısa yoldan çözüme gitmenin çözümsüz bir yoludur intihar.

İntihar ruhu olgunlaşmamış,aklı dolgunlaşmamış bir vücut binasının yıkımıdır.

Desteksiz bir hayatın,maddi manevi gıdasız kalmış olan bir yaşamın göz yaşıdır.

Yarası kapanmayan bir yara,tekrarı olmayan bir imtihanın kaybedilmesidir.Önüne sunulan onca aşamaların son aşamasından kaçıştır.

Madenlikten bitkisel bir hayata,oradan hayvan ve canlılığı,oradan milyarlarca insan olabilecek spermler içinde seçilip insan olma seviyesine yükseliş ancak önüne serilen bunca nimet ve imkanları reddediş ve nankörlükte bulunuştur intihar.

İntihar hayat sigortasının aşırı yüklemeden dolayı atmasıdır.

Sorumluluktan kaçıştır.Bir yönüyle de hayattan eleniştir.Bitiş ve tükeniştir.

En ağırı ise ilahi huzurdan tardedilmeye sebeb olmasıdır.Çünki ilahi huzurdan kaçıştır intihar.

Cenaze namazı ilahi huzura uğurlayıştır,tıpkı askere gönderme gibi.İntihar ise bundan mahrumiyettir.

Ceza amelin cinsindendir.İntiharın da cezası yapılan intiharın cinsinden olur,intihar ettiği şekilde bir muameleye tabi tutulur.

Hayatın sürekli sonbaharıdır,baharı olmayan…bir türlü gelmeyen…

Bunca büyük bir kaybın,bitiş ve tükenişin hiç mi hiçbir kurtuluşu yok?

İnsan aklıyla sorumlu olan bir varlık olduğundan aklıyla sorumlu tutulmaktadır.Eğer intihar eden kişi aklı ve düşüncesiyle bu işi yapmaksızın,iradesine sahib olmayan,akli dengesini kaybetme sonucu yapma hali bir ümit ışığı yakmaktadır.Aksi takdirde,Din intihardan men etmekte ve yasaklamaktadır.

Bu çareye şu düşünce yardım etmiştir;Bir insan ki bir çay ikram ederken bile hesabını yapıp düşünürken,bir çay parası kadar parayı bile sokağa atmazken,her şeyden daha kıymetli olan böyle bir hayatı nasıl olurda bir hiçliğe atar,bir hiçlik uğruna önemsiz görebilir.O halde bunu bilerek yapmamış,akıl tıpkı mecnun gibi düşünme özelliğini yitirmiş,akıl perdelenmiştir.Veya intihar anındaki pişmanlık ve çırpınışlar akıllıca benimsenmiş bir olay olmadığına bir ümit ışığı yakmaktadır,inşallah…

17-06-2004

Mehmet ÖZÇELİK




HZ İBRAHİM PEYGAMBER VE ÇOCUKLARI

HZ İBRAHİM PEYGAMBER VE ÇOCUKLARI

Hz.İbrahim Peygamber hem bir baba ve hem de bir baba olarak insanlığın dönüm noktası,peygamber silsilesinin önemli başını ve bağlantı noktasını oluşturmuştur.

Hz.İbrahim Babası putperest olan Âzer’in oğludur.

Hz.İsmail,Hz.İshak,Hz.Yakub,Hz.Yusuf ve Hz.muhammed peygamberlerin babasıdır.

Peygamberimiz Hz.Yusuf için:”O,asil oğlu asil oğlu asil oğlu olan İbrahim oğlu İshak oğlu Yakub oğlu Yusuftur.”[1]

Hz.Âdem Oğlu Kbille imtihan edilmiş,Hz.Nuh oğlu Kenanla ve İbrahim Peygamberde putperest olan babası Âzerle imtihan olmuştur.Putperestliğin karşısında şiddetle durmuş ve mücadele etmiştir.Allahın varlığını mantıki delillerle isbat etmiştir.

Üç büyük din olan Yahudilik,Hristiyanlık ve İslamiyetin kendisinde buluştuğu bir peygamber.

Birçok peygamber belirli bir noktada imtihan edilirken İbrahim Peygamber değişik ve tarihi oluşturacak imtihanlara ilk adımı atan kişidir.Adeta İslamiyetin temelinde ilk harcı olan kişidir.

-Putperestlikle sıkı mücadele etmiş..

-Oğlu İsmailin Kurban edilme imtihanıyla kurban ibadetinin temelini atmış..

-Oğlu İsmaille beraber Kâbeyi inşa etmiş ve Zemzem suyunun bulunmasında öncü olmuştur.

-Hac ibadeti onun davetiyle oluşmuş..

-Soyundan gelen peygamberler ve peygamberimiz dinin tekmilinde ilk adımı atmış ve başlangıcını oluşturmuştur.

İbrahim peygamberin yıllarca Sare’den oğlu ve çocuğu olmaz.Sare İbrahim Peygambere izin vererek hizmetçisi Hacer’le evlendirir.Ve o asil kadından İsmail peygamber gibi soylu peygamberler ve nesiller devam eder.

Ve Allah daha sonra kendilerine yani Sareye İshakı müjdeler.

Nasıl bir babadır ki;sırf Allah’ın emrini yerine getirmek verdiği sözü tutmak amacıyla oğlu İsmaili kurban eder,Nasıl bir evlattır ki babasının Allaha olan teslimiyetinden dolayı oda babasına bir kurbanlık koyun gibi tam teslim olur.

-“Bakara. 124/125-Ya Muhammed! Hatırla ki, bir zamanlar Rabbi, İbrahim’i bazı emir ve nehiylerle sınamış, İbrahim (as) o emir ve nehiyleri güzelce yerine getirip Allah’a itaat konusunda O Asîl insandan hiçbir kusur ve noksan sadır olmayınca (Allah:) Ben seni bütün insanlara imam ve başbuğ yapacağım, demişti. [Hz. İbrahim’den sonra gelen peygamberlerin hepsi Hz. İbrahim’in evladı olup O’na tabî oldular.] (İbrahim:) Cümle aleme imam yaptığın gibi soyumdan da önderler yap ya Rab!, dedi. Allah: Benim sözüm (İmametim) senin evladından ancak adil olanlaradır, zalimlere değildir.

Tefsir:

Hz. İbrahim (as)’ın faziletini bütün mezhep ve milletler kabul etmişlerdir. O Üstün insanın asıl adı “Abram”dır. Doksan dokuz yaşında Allah ona bir erkek çocuğu vereceğini müjdelemiş ve şöyle demişti: Ya Abram! Senin neslini artırıp bütün insanların atası yaptım, bundan sonra senin adın “Abraham” olsun, çünkü seni bütün insanların atası yaptım, buyurmuştur. Araplar bu kelimeyi kendi fonetiklerine uydurarak “İbrahim” demişlerdir. İsrail oğullarının hepsi, Arapların çoğu ve Avrupa’nın bütünü Hz. İbrahim’in evladıdır. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in fazileti bir çok yerde anlatılmıştır. Bu ayette de bütün insanlara imam ve başbuğ olduğu anlatılmaktadır.

Yahudileri anlatan bu ayetlerin bölümünde Hz. İbrahim’den bahsedilişinin hikmeti, yani konunun birbiri ile münasebeti şudur: Allah (cc) bu ayetleri burada anlatmakla Yahudilere diyor ki, “Ey Yahudiler! Hz. İbrahim sizin babanız olduğu gibi aynı zamanda Hz. Muhammed (as)’ın da babasıdır. Böylece Hz. Muhammed (as)’ın şeriatı, Hz. İbrahim (as)’ın şeriatidir. Evlada düşen şey ise ecdadının yaptığı iyi işlerde onlara tabi olmaktır. Öyle ise siz de Hz. Muhammed (as)’a tabi olun. Çünkü ona tabi olmak aynen Hz. İbrahim’e tabi olmak demektir.

Diğer yandan bu ayet, sultan ve reis olacak kimselerin adil olmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Adaletsiz ve zalim olan reislere idareyi vermek uygun değildir. Onlar bu işe layık değildirler, Allah (cc) da böyle kimselere emir ve idarenin verilmesine razı değildir.

125/126-Ya Muhammed! Hatırla ki, biz Kâbe’yi Hz. İbrahim zamanında hacılar için bir toplanma yeri, bir ziyaretgâh ve emniyet evi yaptık. Oraya giren her kez emniyette olur. Kâbe ziyaretine gidenlere emrettik ki: İbrahim’in makamında kendiniz için namazgâh edinin. (Kâbe’yi tavaf ettikten sonra tavaf namazını Makam-ı İbrahim’de[2][47] kılın) İbrahim ve İsmail’e: Kâbe’yi tavaf edenler, orada mücavir (yurdunu ve diyarını terk ederek zamanını Haremeyn-i Şerifeyn de geçiren) olup sürekli ibadet edenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’mi) her türlü pislikten temizlenmesini; müşriklerin oraya put sokmasından, (cünüp, hayız gibi) arızî pis olan kimselerin oraya girmesine kadar her türlüsünün orada bulunmasına mâni olun, diye emrettik.

126/127- İbrahim de münacat makamında dua ederek demişti ki: Ey Rabbim! Bu Mekke şehrini emin bir belde yap, buranın Allah’a ve ahret gününe iman eden halkını, her çeşit meyve ve rızklarla rızıklandır. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse ona dünyada az bir süre rızkı veririm, dünyadan göçtükten sonra onu cebren ve kahren cehennem azabına çekerim. Onun dönecek yeri cehennemdir.. ne kötüdür.

Tefsir:

Bu ayette Hz. İbrahim (as), Allah’tan rızkı isterken bunu özellikle iman eden kimselere istemesinin sebebi, 126 ıncı ayette Allah’tan evladı için imamet istemişti, Allah (cc) da bu imametin, zalimlere ulaşmayacağını açıkça belirtmişlerdi, burada da Hz. İbrahim (as), imamet gibi rızkın da zalimlere verilmeyeceğini yani “zalimlere de rızk verilsin” diye dua edilmeyeceğini düşünerek, rızkı sadece iman edenlere istedi. Allah (cc) da: Rızkın imamet gibi olmadığını, dünyada inanan-inanmayan herkese Allah rızk vereceğini ve Hz. İbrahim’in düşündüğü gibi olmadığı beyan buyurdular.

127/128-Ya Muhammed! Bir zamanlar İbrahim (as), oğlu İsmail’in yardımı ile Kâbe’nin binasını yükseltiyor ve o vakit şu duayı ediyorlardı: Ey Rabbimiz! Bizden bu hizmeti kabul eyle! Şüphesiz sen, dualarımızı işitip, kimseden bir ücret ve temennâ beklemeden sırf senin için bu binayı tamamlamayı düşünen kalbimizi ve niyetimizi bilensin, işitensin.

Tefsir:

Kâbe’in temelini Hz. İbrahim (as) atmıştı. Hz. İsmail’in yardımı ile de binasını tamamladılar. Yeryüzündeki binalardan içinde ilkönce ibadet edilen yer Kâbe’dir. İbrahim (as), İsmail’in annesi Hacer’i, Mekke’de ikamet ettirmiştir. Hz. İsmail Araplardan Beni Cürhüm kabilesinden evlenmişti. Kendisi ve ondan sonra gelen nesli, bir süre Kâbe’de Allah Teâla’ya ibadet ettiler. Daha sonra aradan zamanın geçmesi ile Hz. İsmail’in neslinden gelen Kureyş kabilesi arasında putperestlik neşet etti. Yemen tarafına giden ticaret kervanları oradan put getirip Kâbe’yi puthane haline getirdiler. Daha sonra Kureyş arasından Hz. Muhammed (as)’a peygamberlik gelince Kâbe puthane olmaktan çıkarılıp ibadethane oldu. (Allah (cc) o mukaddes yeri bid’atlardan korusun!”[3]

AYETLER:

ENBİYA :

63] Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa! dedi.

[64] Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) “Zalimler sizlersiniz, sizler!” dediler.

[65] Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler: Sen bunların konuşmadığını pek âlâ biliyorsun, dediler.

[66] İbrahim: Öyleyse, dedi, Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda ve zarar vermeyen bir şeye hâla tapacak mısınız?

[67] Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?

SAFFAT:

[89] Ben hastayım, dedi.

[90] Ona arkalarını dönüp gittiler.

[91-92] Yavaşça putlarının yanına vardı. (Oraya konmuş yemekleri görünce:) Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz? dedi.

[93] Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi.)

[94] (Putperestler) koşarak İbrahim’e geldiler.

[95-96] İbrahim: Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz! Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi.

[97] Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın, dediler.

[98] Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat biz onları alçaklardan kıldık.

BAKARA

-124-Şunu da hatırlayın ki, bir vakit Rabbi, İbrahim’i bir takım kelimelerle imtihan etti. O, onları tamamlayınca Rabbi: «Ben seni bütün insanlara önder yapacağım.» buyurdu. İbrahim: «Rabbim zürriyetimden de yap» dedi. Rabbi ise: «Zalimler Benim ahdime nail olamaz.» buyurdu.

125-Ve o vakit Kabe’yi insanlar için dönüp varılacak sevap kazanma ve güvenilir bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından kendinize bir namazgah edinin! Ve İbrahim ile İsmail’e şöyle emir verdik: «Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rüku ve secdeye varanlar için tertemiz bulundurun.»

126-Ve o vakit İbrahim: «Ya Rab, burasını güvenilir bir yer kıl ve halkından Allah’a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle rızıklandır!» dedi. Allah da: «İnkar edenleri de rızıklandırır, kısa bir zaman için hayattan nasip aldırırım. Sonra onları cehennem azabına girmek zorunda bırakırım ki, o ne yaman bir inkılaptır!» buyurdu.

127-Ve o zaman ki, İbrahim Beyt’in temellerini yükseltiyordu. İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: «Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur. Çünkü daima işiten, daima bilen Sensin ancak Sen!

128-Ey Rabbimiz, bizi yalnız senin için boyun eğen müslüman kıl! Soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet vücuda getir! Bizlere yapacağımız ibadetleri göster ve tevbe ettikçe üzerimize rahmetinle bak! Tevbeleri çok kabul eden, çok merhamet eden Sensin ancak Sen!

130-İbrahim’in milletinden, kendine kıyandan başka kim yüz çevirir? Gerçek şu ki, Biz onu dünyad onu dünyada seçkin birisi yaptık, ahirette de hiç şüphe yok ki o iyiler arasındadır.

131-Rabbi ona: «Bana teslim ol!» emrini verince, o da: «Alemlerin Rabbine teslim oldum.» dedi.

132-Bu dini İbrahim kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakup da vasiyet etti ve: «Oğullarım, Allah sizin için o dini seçti, başka dinlerden sakının yalnız müslüman olarak can verin! dedi.

133-Yoksa ölüm Yakub’a geldiği vakit siz de orada mıydınız. O oğullarına: «Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?» dediği vakit onlar: «Senin Allah’ına, ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın Allah’ına, tek olan İlah’a ibadet ederiz, biz ancak O’na boyun eğen müslümanlarız.» dediler.

135-Bir de: «yahudi veya hıristiyan olunuz ki, hidayet bulasınız» dediler. De ki: «Hayır, biz bir tek Allah’a inanan İbrahim’in dinindeyiz ki, o hiç bir zaman Allah’a ortak koşanlardan olmadı.»

136-Ve deyin ki: «Biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına ne indirildiyse; Musa’ya, İsa’ya ne verildiyse ve bütün peygamberlere Rableri tarafından ne verildiyse hepsine iman ettik. O’nun elçilerinden hiçbirini ayırt etmeyiz. Ve biz, ancak O’nun için boyun eğen müslümanlarız.

140-Yoksa siz: «İbrahim de İsmail de İshak da Yakup da torunları da hep yahudi veya hıristiyan idiler.» mi diyorsunuz? De ki: «sizler mi daha iyi bileceksiniz, yoksa Allah mı? Allah’ın şahitlik ettiği bir gerçeği bilerek gizleyenlerden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

258Baksana, Allah kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya kalkana! İbrahim ona: «Benim Rabbim, hem dirilten hem öldürendir.» dediği zaman, O: «Ben, diriltir ve öldürürüm.» demişti. İbrahim: «Allah, güneşi doğudan doğduruyor, haydi, sen de batıdan getir!» deyince, o inkarcı herif donakaldı. Öyle ya, Allah zulmedenleri muvaffak etmez.

ÂL-İ İMRAN:

-33- Gerçekten Allah, Adem’i, Nuh’u ve İbrahim ailesiyle İmran hanedanını süzüp alemler üzerine seçti.

34-Birbirinden gelen bir zürriyet olarak; Allah işitendir, bilendir.

65- Ey kendilerine kitap verilenler, niçin İbrahim hakkında tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat ve İncil ancak ondan sonra indirildi. Bunuda mı kavraya mıyorsunuz?

67- İbrahim, ne yahudi ne de hıristiyandı; ancak o, lekesiz bir müslümandı ve Allah’a ortak koşanlardan da olmamıştı.

68- Doğrusu, insanların İbrahim’e en yakını, elbette onun izinden güdenler, şu peygamber ve inananlardır. Allah, inananların velisidir.

84- De ki: «Biz, Allah’a, bize indirilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya İsa’ya peygamberlere Rablerinden verilene inandık iman getirdik. Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz, ancak O’na boyun eğen müslümanlarız!»

95- De ki: «Allah doğru söylemiştir. O halde Hakka tapan bir hanif olarak İbrahim’in dinine uyun; o hiçbir zaman Allah’a ortak koşanlardan olmadı.

97- Onda açık alametler ve İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren güvenlik içinde olur. Oraya gitmeye gücü yeten herkesin o İbadet Evi’ni ziyaret etmesi de Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim bu hakkı tanımazsa, Allah’ın kesinlikle ihtiyacı yoktur. O, bütün alemlerden müstağnidir.

NİSA :

-54- Yoksa o insanlara Allah’ın kendi lütfundan verdiği nimeti çekemiyorlar da haset mi ediyorlar. Oysa Biz İbrahim ailesine kitap ve hikmet verdik, ayrıca büyük bir mülk de verdik.

163- Gerçekten biz sana, Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettiğimiz ve Davud’a Zebur’u verdiğimiz gibi.

EN’AM :

-74- Vaktiyle İbrahim babası Azer’e: «Sen putları bir sürü tanrılar ediniyorsun öyle mi? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.» demişti.

75- Böylece İbrahim’e göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun.

76- Üzerini gece kaplayınca bir yıldız gördü: «Bu imiş Rabbim!» dedi. Batıverince de: «Ben böyle batanları sevmem.» dedi.

77- Ay’ı doğarken görünce: «Bu imiş Rabbim!» dedi. Batınca da: «Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermemiş olsaydı, muhakkak ki, şu şaşkın topluluktan biri olacakmışım.» dedi.

78- Güneşi doğmak üzere görünce: «Bu imiş Rabbim, bu hepsinden büyük!» dedi. O da batınca: «Ey kavmim, haberiniz olsun, ben sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım!

79- Ben, her dinden geçip yalnız hakka eğilerek yüzümü o gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.» dedi.

80- Kavmi de onunla tartışmaya kalkıştı. O da dedi ki: «Bana hakikatı doğrudan doğruya gösterdiği halde Allah hakkında benimle mücadeleye mi kalkışıyorsunuz? Sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden ise, ben hiçbir zaman korkmam. Rabbim dilemedikçe onlar bana hiçbir şey yapamaz. Rabbimin ilmi, herşeyi kuşatmıştır. Artık iyice bir düşünmez misiniz?

81- Hem nasıl olur da ben Allah’a koştuğunuz ortaklardan korkarım; baksanıza siz, Allah’ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken! Şu halde korkudan emin olmaya iki taraftan hangisi daha layık? Eğer biliyorsanız söyleyin.

83- Bu, kavmine karşı Bizim İbrahim’e vermiş olduğumuz hüccetimizdir. Biz dilediğimizi dercelere yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, herşeyi bilendir.

84- Bundan başka ona İshak ve Ya’kub’u ihsan ettik ve herbirini hidayete erdirdik. Nuh’u da daha önce hidayete erdirmiştik, onun soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı, Harun’u da… İşte iyi işler yapanları böyle mükafatlandırırız.

161- De ki: «Beni Rabbim, şüphesiz dosdoğru bir yola, gerçek ve daima ayakta olan bir dine, başka dinlerden sıyrılıp yalnız hakka yönelen İbrahim’in tertemiz dinine iletti. O, hiçbir zaman Allah’a ortak koşanlardan olmadı.

TEVBE :

-70- Onlara kendilerinden öncekilerin: Nuh, Ad ve Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve alt üst olmuş şehirlerin haberi gelmedi mi? Bunların hepsine peygamberleri apaçık delillerle gelmişti. Demek ki Allah, onlara zulmetmiş değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

114- İbrahim’in babası hakkındaki af dilemesi de sadece ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Böyle iken onun bir Allah düşmanı olduğu ona belli olunca, ondan ilgisini kesti. Gerçekten İbrahim, çok bağrı yanık, çok halim idi.

HUD :

69- Andolsun şanıma ki, İbrahim’e de elçilerimiz müjde ile geldi ve « Selam!» dediler. O da: « Selam!» dedi ve durmadan gidip kızartılmış bir buzağı getirdi.

70- Ona ellerini uzatmadıklarını görünce kendilerini yadırgadı ve içinde onlara karşı bir korku duydu. Onlar: «Korkma, zira biz Lut kavmine gönderildik!» dediler.

71- İbrahim’in zevcesi de ayakta dinliyordu ve bunu düyunca güldü. Bunun üzerine ona İshak’ı müjdeledik, İshak’ın arkasından da Yakub’u.

72- Vay dedi zevcesi, «Ben bir kocakarı, kocam da bir ihtiyar iken doğurabilir miyim? Gerçekten bu çok şaşılacak bir şey !

73- Elçiler: «Sen Allah’ın işine mi şaşıyorsun ? Allah’ın rahmeti ve bereketi var üzerinizde ey ev halkı, şüphe yok ki, O, övülmeye layık ve lütfü çok olandır.» dediler.

74- İbrahim’in korkusu gidip kendisine müjde gelince, Lut kavmi hakkında bizimle mücadeleye girişti.

75 Çünkü İbrahim, gerçekten çok yumuşak huylu, yanık kalpli ve sığınandı.

76 Ekçiler: «Ey İbrahim, vazgeç bundan, çünkü Rabbinin buyruğu geldi ve kesinlikle onlara geri döndürülemeyecek bir azap gelecektir.

YUSUF :

-6- İşte böyle. Rabbin seni seçecek, sana olayların yorumuna ait bilgiler öğretecek ve hem sana ve hem de Ya’kub soyuna, bundan önce ataların İbrahim ve İshak’ a tamamladığı gibi nimetini tamamlayacaktır. Şüphe yok ki, Rabbin herşeyi bilendir, hikmet sahibidir.» dedi.

38- Ve atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kub’un dinine uydum. Bizim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamız olamaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.

İBRAHİM :

-35- Bir de İbrahim’in şöyle dediği vakti hatırla: «Rabbim, bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!

36 Rabbim, çünkü onlar, insanlardan bir çoğunu şaşırttılar. Bundan böyle kim benim izimce gelirse, işte o bendendir; kim bana karşı gelirse artık Sen bağışlayan, merhamet edensin!

37 Ey Rabbimiz, ben çocuklarımdan bir kısmım senin Beyti Haram’ının yanında, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz, namaz kılsınlar diye; bundan böyle insanlardan bir kısminin gönüllerim onlara doğru akit ve ortan bazı ürünlerden rızıklarıdır; umulur ki şükrederler.

38- Ey Rabbimiz, sen gizlediğimiz ve açığa vurduğumuz herşeyi muhakkak bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah.a karşı gizli kalmaz.

39- Bana ihtiyarlık halimde İsmail ile İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun; şüphesiz ki Rabbim duayı işitiyor.

40- Rabbim, beni namazı devamlı kılanlardan eyle; soyumdan da; ey Rabbimiz duamı da kabul buyur!

41- Ey Rabbimiz, hesabın başa dikileceği (görüleceği) gün, beni, anamı, babamı ve bütün müminleri bağışla!»

HİCR :

-51- Bir de onlara, İbrahim’in mİsafirlerinden sözet!

52- Onlar, onun yanma girdiklerinde «Selam!» dediler. İbrahim: «Biz gerçekten sizden korkuyoruz!» dedi.

53- Onlar: «Korkma, sana ilim sahibi bir oğul müjdeliyoruz.» dediler.

54- İbrahim: «Beni mi müjdelediniz, bana ihtiyarlık gelip çatmışken artık beni neye dayanarak müjdeliyorsunuz?» dedi.

55- Onlar: «Biz seni gerçek şeyle müjdeledik; onun için ümidini kesenlerden olma!» dedi.

56- İbrahim: «Rabbimin rahmetinden sapıklığa düşenlerden başka kim ümidini keser?» dedi.

57- Ey elçiler, bunun ardından göreviniz nedir? diye sordu.

58- Onlar: «Haberin olsun, biz suçlu bir topluluğa gönderildik.

59- Ancak, Lut ailesi başka; biz onların hepsini kesinlikle kurtaracağız.

60- Yalnız karışı hakkında karar verdik; O, muhakkak kalacaklardandır.

NAHL :

-120- Muhakkak ki, İbrahim başlı basma bir ümmet idi, tevhid inancına sahip olarak Allah’a itaat için kıyam etmişti ve asla Allah’a ortak koşanlardan olmadı.

-121- O’nun nimetlerine şükredendi. Allah, onu seçmiş ve doğru bir yola iletmiş.

122- Ve Biz ona dünyada bir iyilik verdik. Şüphesiz ki o, ahirette de mutlaka iyiler arasında olacaktır.

123- Sonra da sana: «Hakperest (hanif) olarak İbrahim’in dinine tabi ol! O, hiçbir zaman Allah’a ortak koşanlardan olmadı.» diye vahyettik.

MERYEM:

-41-Kitapta İbrahim’i de an, çünkü o, dosdoğru biri, bir peygamberdi.

42- Bir zaman babasına şöyle demişti: «Babacığım, o işitmeyen, görmeyen ve sana hiç faydası olmayan şeytana niçin tapıyorsun?

43- Babacığım, emin ol sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Gel bana uy da seni düz yola çıkarayım.

44- Babacığım, şeytana tapma; çünkü şeytan esirgeyen Allah’a isyan etti.

45- Babacığım doğrusu ben, sana o Rahman’dan bir azabın dokunup da şeytana dost olmandan korkuyorum.»

46- Babası: «Sen benim ilahlarımdan geçmek mi istiyorsun ey İbrahim? Yemin ederim ki, eğer vazgeçmezsen, seni muhakkak taşlarım; beni sen uzun bir süre bırak git!» dedi.

47- İbrahim: «Selam sana, senin için Rabbimden af dileyeceğim; çünkü O, bana karşı çok lütufkardır.

48-Sizi Allah’tan başka taptıklarınızla başbaşa bırakıp çekilirim ve Rabbime dua ederim; umarım, Rabbime yaptığım dua sayesinde mutsuz olmam.» dedi.

49-İbrahim, onları ve Allah’tan başka taptıklarını bırakıp çekildiğinde, Biz de ona İshak’ı ve Ya’kub’u ihsan ettik ve her birini bir peygamber yaptık.

50-Biz, bunlara rahmetimizden lütuflar, ihsanlar ettik ve hepsine dillerde yüksek bir doğruluk şanı verdik.

58- İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden Adem, soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan İbrahim ile İsmail’in soyundan hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendirler. Kendilerine Rahmanın ayetleri okunduğu zaman, ağlayarak secdeye kapanırlardı.

ENBİYA:

-51- Andolsun ki, bundan önce de İbrahim’e olgunluğunu vermiştik ve onun buna layık olduğunu da biliyorduk.

O vakit babasına ve kavmine dedi ki: «Başına toplanıp durduğunuz şu putlar nedir?»

53- Atalarımızı bunlara tapar bulduk. dediler.

54- İbrahim: «Andolsun ki, siz de, atalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz !» dedi.

55- Ciddi mi söylüyorsun, yoksa sen şakacılardan mısın? dediler.

56-İbrahim: «Doğrusu, Rabbiniz o göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları O yaratmıştır ve ben buna şehadet edenlerdenim.

57-Vallahi siz dönüp gittikten sonra putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım!» dedi.

58- Derken, onları parça parça etti. Ancak büyüklerinden birini bıraktı ki belki ona müracaat ederler.

59- Bunu bizim tanrılarımıza kim yapmış? Muhakkak o zalimlerden biridir. dediler.

60- (Aralarında): «İbrahim adında bir delikanlının, bunlara dil uzattığını duymuştuk;

61- hadi onu halkın gözleri önüne getirin, belki (onlar da aleyhinde) şehadet ederler.» dediler.

62- Dediler ki: «Sen mi yaptın bunu tanrılarımıza ey İbrahim?»

63- (İbrahim): «Belki onu şu büyükleri yapmıştır; sorun bakalım onlara, eğer söyleyebilirlerse» dedi.

64- Bunun üzerine vicdanlarına müracaat ettiler de: «Doğrusu siz haksızsınız!» dediler.

65- Sonra tepeleri üstü ters döndüler: «Sen gerçekten bunların konuşmadığını bilirsin.» dediler.

66- (İbrahim) dedi: «O halde Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyecek nesnelere mi tapıyorsunuz?

67 -Yuh size ve Allah’ tan başka taptıklarınıza! Hala akıllanmayacak mısınız!» dedi.

68- (Onlar): «Siz bunu yakın da tanrılarınızın öcünü alın, eğer birşey yapacaksanız!» dediler.

69- Biz: «Ey ateş, İbrahim’e serin ve zararsız ol!» dedik.

70- O’na bir dolap kurmak istediler, fakat Biz kendilerini daha fazla hüsrana uğrattık.

71- Onu Lut ile beraber kurtarıp içinde alemlere bereketler verdiğimiz yere çıkardık.

72- Ona İshak’ı lütfettik, üstelik Yakub’u da; ve onların herbirini iyi kimseler yaptık.

73- Ve hepsini, emrimizle yol gösteren rehberler yaptık ve kendilerine hayırlı işler işlemeyi, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Hepsi Bize kulluk eden kimselerdi.

HAC:

26- Bir zamanlar Kabe’nin yerini İbrahim’e şu şekilde hazırlamıştık: «Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, (kıyama) duranlar, rüku ve secdeye varanlar için Evim’i tertemiz et!

27- Bütün insanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak ve gerek uzak yoldan gelen incelmiş develer üzerinde sana gelsinler.

42- Eğer seni yalanlıyorlarsa bil ki, onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanladı; Ad ve Semud (kavimleri) de;

43- İbrahim’in kavmi de Lüt’un kavmi de;

78- Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin! Sizi O seçti, üzerinize dinde hiçbir zorluk da yükletmedi. Haydi babanız İbrahim’in milletine! Bundan önce ve bunda(Kur’an’da) size müslüman adını o Allah verdi ki peygamber size şahid olsun, siz de bütün insanlara şahidler olasınız. Şu halde namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a sıkı tutunun ki, sahibiniz O’dur. Artık O ne güzel bir sahip, ne güzel bir yardımcıdır.

ŞUARA:

-69] Onlara İbrahim’in kıssasını da oku!

70] Hani o, babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? demişti.

71] «Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz» diye cevap verdiler.

72] İbrahim: Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?

73] Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?

74] Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.

75-6] İbrahim dedi ki: İyi ama, ister sizin, ister önceki atalarınızın; neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?

77] İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur);

78] Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O’dur.

79] Beni yediren, içiren O’dur.

80] Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.

81] Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O’dur.

82] Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O’dur.

83] Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.

84] Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!

85] Beni, Naîm cennetinin vârislerinden kıl.

86] Babamı da bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapıklardandır.

87] (İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme.

88] O gün, ne mal fayda verir ne de evlât.

89] Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).

ANKEBUT:

-16] İbrahim’i de gönderdik. O kavmine şöyle demişti: Allah’a kulluk edin. O’na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır.

18] Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de (kendilerine tebliğ edileni) yalan saymışlardır. Peygamber’e düşen, yalnız açık bir tebliğdir.

24] Kavminin (İbrahim’e) cevabı ise: «Onu öldürün yahut yakın!» demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardır.

25] (İbrahim onlara) dedi ki: Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur.

26] Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (İbrahim): Doğrusu ben Rabbim’e(emrettiği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir, dedi.

27] Ona İshak ve Ya’kub’u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Ona dünyada mükâfatını verdik. Şüphesiz o, ahirette de sâlihler (zümresin) dendir.

31] Elçilerimiz İbrahim’e (iki oğul ihsan edeceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleket halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir.

32] (İbrahim) dedi ki: Ama orada Lût var! Şöyle cevap verdiler: Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o, (azapta) kalacaklar arasındadır.[

AHZAB:

-7] [E1] Unutma o peygamberlerden keski sözlerini aldığımız vakti! Hele senden, Nuh, İbrahim, Musa, Meryem oğlu İsa’dan ki, onlardan ağır bir söz aldık.

SAFFAT:

-83] Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh’un) milletinden idi.

84] Çünkü Rabbine kalb-i selîm ile geldi.

85] Hani o, babasına ve kavmine: Siz kime kulluk ediyorsunuz? demişti.

86] «Allah’tan başka bir takım uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?»

87] «O halde âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir?»

88] Bunun üzerine İbrahim yıldızlara şöyle bir baktı.

89] Ben hastayım, dedi.

90] Ona arkalarını dönüp gittiler.

91-2] Yavaşça putlarının yanına vardı. (Oraya konmuş yemekleri görünce:) Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz? dedi.

93] Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi.)

94] (Putperestler) koşarak İbrahim’e geldiler.

95-6] İbrahim: Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz! Oysa ki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi.

97] Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler.

98] Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat biz onları alçaklardan kıldık.

99-100] (Oradan kurtulan İbrahim:) Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi.

101] İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik.

102] Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.

103-6] Her ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırınca: Ey İbrahim! Rüyayı gerçekleştirdin. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Bu, gerçekten, çok açık bir imtihandır, diye seslendik.

107-11] Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik. Geriden gelecekler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık: İbrahim’e selam! dedik. Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandır.

112-3] Sâlihlerden bir peygamber olarak O’na (İbrahim’e) İshak’ı müjdeledik. Kendisini ve İshak’ı mübarek (kutlu ve bereketli) eyledik. Lâkin her ikisinin neslinden iyi kimseler olacağı gibi, kendine açıktan açığa kötülük edenler de olacak.

SAD:

-45] (Ey Muhammed!), Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya’kub’u da an.

46] Biz onları özellikle ahiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık.

47] Doğrusu onlar bizim katımızda seçkin iyi kimselerdendir.

ŞURA:

-13- O,size dinde Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi ve İbrahim, Musa ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi de kanun kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tütün ve onda ayrılığa düşmeyin. Bu davet ettiğin iş müşriklere ağır geldi. Allah, ona dilediklerini seçecek ve kendine yüz tutanları (yönelenleri) de ona hidayetle eriştirecektir.

ZUHRUF:

-26- Bir vakit İbrahim, babasına ve kavmine: «Haberiniz olsun, ben o sizin taptıklarınızdan beriyim.

27- O beni yaratan başka. O beni doğru yola iletecektir.» dedi.

ZARİYAT:

-24] İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.)

25] Onlar İbrahim’in yanına girmişler, selam vermişlerdi. İbrahim de selamı almış, içinden, «Bunlar, yabancılar» demişti.

26] Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş,

27] Onların önüne koyup «Yemez misiniz?» demişti.

28] Derken onlardan korkmaya başladı. «Korkma» dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler.

29] Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: «Ben kısır bir kocakarıyım!» dedi.

30] Onlar: «Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, bilendir» dediler.

31] (İbrahim:) O halde işiniz nedir, ey elçiler? dedi.

32] «Biz, dediler, suçlu bir kavme gönderildik.»

33] «Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya (geldik).»

34] (Bu taşlar,) aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlardır).

35] Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık.

36] Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık.

NECM:

-37- Ve çok vefakâr olan İbrahim’in sahifelerindekiler?

HADİD:

-26- Andolsun ki. Nuh’u ve İbrahim’i gönderdik. soylarına peygamberlik ve kitap verdik; öyle iken içlerinden bazısı doğru yolu kabul etmiş, çokları ise yoldan çıkmış fasklardır.

MÜMTAHİNE:

-4- Sizin için güzel bir örnek İbrahim ile beraberindekilerde oldu. Onlar vaktiyle kavimlerine: «Biz,sizlerden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız ve siz Allah’ın birliğine iman edinceye kadar sizi tanımıyoruz. Sizinle aramızda ebedi bir düşmanlık başladı.» demişlerdi. Yalnız İbrahim’in babasına: «Kesinlikle senin için bağışlanma dileyeceğim, fakat senin için Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi önlemeye gücüm yetmez.» demesi başka. «Ey Rabbimiz, biz ancak Sana güvendik, Sana gönül verdik ve bütün gidiş Sanadır!» dediler.

A’LA:

-19- İbrahim’in ve Musa’ nın sahifelerinde.

HADİSDE:

HZ. İBRAHİM VE HZ. İSMAİL ALEYHİMASSELAM’IN KISSALARI

4957 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Hz. İbrahim beraberinde Hz. İsmail aleyhimasselam ve onu henüz emzirmekte olan annesi olduğu halde ilerledi. Kadının yanında bir de su tulumu vardı. Hz. İbrahim, kadını Beyt’in yanında, Devha denen büyük bir ağacın dibine bıraktı. Burası Mescid’in yukarı tarafında ve Zemzem’in tam üstünde bir nokta idi. O gün Mekke’de kimse yaşamıyordu, orada hiç su da yoktu. İşte Hz. İbrahim anne ve çocuğunu buraya koydu, yanlarına, içerisinde hurma bulunan eski bir azık dağarcığı ile su bulunan bir tuluk bıraktı.

Hz. İbrahim aleyhisselam bundan sonra(emr-i ilahi ile) arkasını dönüp (Şam’a gitmek üzere) oradan uzaklaştı. İsmâil’in annesi, İbrahim’in peşine düştu (ve ona Kedâ’da yetişti).

“Ey İbrahim, bizi burada, hiçbir insanın hiçbir yoldaşın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye gidiyorsun?” diye seslendi. bu sözünü birkaç kere tekrarladı. Hz. İbrahim, (emir gereği) ona dönüp bakmadı bile. Anne, tekrar (üçüncü kere) seslendi:

“Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?” dedi. Hz. İbrahim bunun üzerine: “Evet!” buyurdu. Kadın:

“Öyleyse (Rabbimiz hafizimizdir), bizi burada perişan etmez!” dedi, sonra geri döndü. Hz. İbrahim de yoluna devam etti. Kendisini göremeyecekleri Seniyye (tepesine) gelince Beyt’e yöneldi, ellerrini kaldırdı ve şu duaları yaptı: “Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmınnı, senin hürmetli Beyti’inin yanında, ekinsiz bir vâdide yerleştirdim -namazlarını Beyt’inin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye-. Ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mü’min olanlarrın gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler” (İbrahim 37).

İsmail’in annesi, çocuğu emziriyor, yanlarındaki sudan içiyordu. Kaptaki su bitince susadı, (sütü de kesildi), çocuğu da susadı (İsmail bu esnada iki yaşında idi). Kadıncağız (susuzluktan) kıvranıp ızdırap çeken çocuğa bakıyordu. onu bu halde seyretmenin acısına dayanamayarak oradan kalktı, kendisine en yakın bulduğu Safa tepesine gitti. Üzerine çıktı, birilerini görebilirmiyim diye (o gün derin olan) vadiye yönelip etrafa baktı, ama kimseyi göremedi. safa’dan indi, vadiye ulaştı, entarisinin eteğini topladı. Ciddi bir işi olan bin insanın koşusuyla koşmaya başladı. Vadiyi geçti. Merve tepesine geldi, üzerine çıktı, oradan etrafa baktı, bir kimse görmeye çalıştı. Ama kimseyi göremedi. bu gidip-gelişi yedi kere yaptı. İşte (hacc esnasında) iki tepe arasında hacıların koşması buradan gelir.

Anne, (bu sefer) Merve’ye yaklaşınca bir ses işitti. Kendi kendine: “Sus” dedi ve sese kulağını verdi. O sesi yine işitti. Bunun üzerine:

“(Ey ses sahibi!) sen sesini işittirdin, bir yardımın varsa (gecikme)!” dedi. Derken Zemzem’in yanında bir melek (tecelli etti). Bu Cebrail’di. Cebrail kadına seslendi: “Sen kimsin?” Kadın: “Ben Hâcer’im, İbrahim’in oğlunun annesi…”

“İbrahim sizi kime tevkil etti?”

“Allah Teâla’ya.”

“her ihtiyacınızı görecek Zât’a tevkil etmiş.”

Ayağının ökçesi -veya kanadıyla- yeri eşeliyordu. Nihayet su çıkmaya başladı. Kadın (boşa akmaması için) suyu eliyle havuzluyordu. Bir taraftan da sudan kabına doldurdu. Su ise, kadın aldıkça dipten kaynıyordu.”

İbnu Abbas radıyallahu anhüma dedi ki: “Allah İsmail’in annesine rahmetini bol kılsın, keşke zemzemi olduğu gibi akar bıraksaydı da avuçlamasaydı. Bu takdirde (zemzem, kuyu değil) akar su olacaktı.”

Kadın sudan içti, çocuğunu da emzirdi.

Melek, kadına:

“Zayi ve helak oluruz diye korkmayın! Zira, Allah Teâla Hazretleri’nin burada bir Beyt’i olacak ve bunu da şu çocuk ve babası bina edecek. Allah Teâla Hazretleri o işin sahiplerini zayi etmez!” dedi. Beyt yerden yüksekti, tıpkı bir tepe gibi. Gelen seller sağını solunu aşındırmıştı.

Kadın bu şekilde yaşayıp giderken, oraya Cürhüm’den bir kâfile uğradı. Oraya Kedâ yolundan gelmişlerdi. Mekke’nin aşağısına konakladılar. Derken orada bir kuşun gelip gittiğini gördüler.

“Bu kuş su üzerine dönüyor olmalı, (burada su var). Halbuki biz bu vadide su olmadığını biliyoruz!” dediler. Durumu tahkik için, yine de bir veya iki atik adam gönderdiler. Onlar suyu görünce geri dönüp haber verdiler. Cürhümlüler oraya gelip, suyun başında İsmail’in annesini buldular.

“Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?” dediler. Kadın:

“Evet! Ama suda hakkınız olmadığını bilin!” dedi. Onlar da:

“Pekala!” dediler. Aleyhissalâtu vesselam der ki:

“Ünsiyet istediği bir zamanda bu teklif İsmail’in annesine uygun geldi. Onlar da oraya indiler. Sonra geride kalan adamlarına haber saldılar. Onlar da gelip burada konakladılar. Zamanla orada çoğaldılar. Çocuk da büyüdü. Onlardan Arapça’yı öğrendi. Büyüdüğü zaman onlar tarafından en çok sevilen, hoşlanılan bir genç oldu. Büluğa erince, kendilerinden bir kadınla evlendirdiler. Bu sırada İsmail’in annesi vefat etti.

Derken Hz. İbrahim aleyhisselam, İsmail’in evlenmesinden sonra oraya gelip, bıraktığı (hanımını ve oğlunu) aradı. İsmail’i bulamadı. Hanımından İsmail’i sordu. Kadın:

“Rızkımızı tedarik etmek üzere (avlanmaya) gitti” dedi. Hz. İbrahim, bu sefer geçimlerini, hallerini sordu. Kadın:

“Halimiz fena, darlık ve sıkıntı içindeyiz!” diyerek şikayetvari konuştu. Hz. İbrahim:

“Kocan gelince, ona benden selam etve “kapısının eşiğini değiştirmesini” söyle!” dedi. İsmail geldiği zaman, sanki bir şey sezmiş gibiydi:

“Eve herhangi bir kimse geldi mi?” diye sordu. Kadın:

“Evet şu şu evsafta bir ihtiyar geldi. senden sordu, ben de haberini verdim, yaşayışımızdan sordu, ben de sıkıntı ve darlık içinde olduğumuzu söyledim” dedi. İsmail:

“sana bir tavsiyede bulundu mu?” dedi. Kadın:

“Evet! sana selam söylememi emretti ve kapının eşiğini değiştirmeni söyledi!” dedi. İsmail:

“Bu babamdı. seninle ayrılmamı bana emretmiş. Haydi artık ailene git!” dedi ve hanımını boşadı. Cürhümlülerden bir başka kadınla evlendi.

Hz. İbrahim onlardan yine uzun müddet ayrı kaldı. Bilahare bir kere daha görmeye geldi. Yine İsmail’i evde bulamadı. Hanımının yanına gelip, İsmail’i sordu. Kadın:

“Maişetimizi kazanmaya gitti!” dedi. Hz. İbrahim:

“Haliniz nasıldır?” dedi, geçimlerinden, durumlarından sordu. Kadın:

“İyiyiz, hayır üzereyiz, bolluk içindeyiz” diye Allah’a hamd ve senada bulundu.

“Ne yiyorsunuz?” diye sordu. Kadın:

“Et yiyoruz!” dedi.

“Ne içiyorsunuz?” diye sorunca da:

“Su!” dedi. Hz. İbrahim:

“Allahım, et ve suyu haklarında mübarek kıl!” diye dua ediverdi.” Aleyhissalatu vesselam der ki:

“O gün onların hububatı yoktu. Eğer olsaydı Hz. İbrahim, hububatları için de dua ediverirdi.”

İbnu Abbas der ki: “Bu iki şey (et ve su) Mekke’den başka hiçbir yerde Mekke’deki kadar sıhhata muvafık düşmez (karın sancısı yaparlar). (Bu, Hz. İbrahim’in duasının bir bereketi ve neticesidir).

(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hz. İbrahim’den anlatmaya devam etti:)

“İbrahim (İsmail’in hanımına) dedi ki:

“Kocan geldiği zaman, benden ona selam söyle ve kapısının eşiğini sabit tutmasını emret!” (Çünkü eşik, evin dirliğidir).

“Hz. İsmail gelince (evde babasının kokusunu buldu ve) “yanınıza bir uğrayan oldu mu?” diye sordu. Kadın:

“Evet, bize yaşlı bir adam geldi, kılık kıyafeti düzgündü!” dedi ve (ihtiyar hakkında) bir kısım övgülerden sonra:

“Benden seni sordu. Ben de haber verdim. Yaşayışımızın nasıl olduğunu sordu, ben de hayır üzere olduğumuzu söyledim!” dedi. İsmail:

“Sana bir tavsiyede bulundu mu?” diye sordu. Kadın:

“Evet sana selam ediyor, kapının eşiğini sabit tutmanı emrediyor” dedi. Hz. İsmail:

“Bu babamdı. Eşik de sensin, seni tutmamı, evliliğimizin devamını emrediyor! (Sen yanımda değerli idin, kıymetin şimdi daha da arttı” der ve kadın İsmail’e on erkek evlad doğurur.)

Sonra, Hz. İbrahim Allah’ın dilediği bir müddet onlardan ayrı kaldı. Derken bir müddet sonra yanlarına geldi. Bu sırada Hz. İsmail Zemzem’in yanındaki Devha ağacının altında kendisine ok yapıyordu. Babasını görünce ayağa kalkıp karşılamaya koştu. Baba-oğul karşılaşınca yaptıklarını yaptılar (kucaklaştılar, el, yüz, göz öpüldü).

Sonra Hz. İbrahim:

“Ey İsmail! Allah Teâla Hazretleri bana ciddi bir iş emretti” dedi. İsmail de:

“Rabbinin emrettiği şeyi yap!” dedi. Hz. İbrahim:

“Bu işte bana sen yardım edecek misin?” diye sordu. O da:

“Evet sana yardım edeceğim!” diye cevap verdi. Bunnun üzerine Hz. İbrahim:

“Allah-Teâla Hazretleri, bana burada bir Beyt yapmamı emretti!” diyerek etrafına nazaran yüksekçe bir tepeyi gösterdi.”

(İbnu Abbas) dedi ki: “İsmail’le İbrahim işte orada Ka’be’nin (daha önceki) temellerini yükselttiler. Hz. İsmail taş getiriyor, Hz. İbrahim de duvarları örüyordu. Bina yükselince, Hz. İsmail, babası için (bugün Makam olarak bilinen) şu taşı getirdi. Yükselen duvarı örerken, Hz. İbrahim (iskele olarak) onun üstüne çıkıyordu. İsmail de ona (aşağıdan) taş veriyordu. Bu esnada onlar:

“Ey Rabbimiz! (Bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!” diyorlardı.”

İbnu Abbas der ki: “Hz. İsmail ve Hz. İbrahim binayı yaparken (zaman zaman) etrafında dolaşarak: “Ey Rabbimiz (bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!” (Bakara 127) diye dua ediyorlardı.”(Buhari, Enbiya 8.)

-Akli delillerle Tevhid inancının savunuculuğunu İbrahim Peygamber yapmış ve sürdürmüştür.Putperestliğe karşı şiddetle mücadele içerisine girmiş gerçek purlarla beraber zihinlerdeki putları kırmış ve yıkmıştır.

Tevhidin esası olan Hanif dinini tesis etmiştir.Teslimiyet ve ihlas üzere olmuştur.

Örnek ve güzel bir insan.[4]

Allahın Halilim yani dostum dediği,dost edindiği bir peygamber…

Şahsı,dini,peygamber babalığı gibi konularda seçkin ve seçilmiş bir şahsiyetti.Tek başına bir ümmet idi.[5]

Yumuşak ve merhametli bir peygamberdi.

İlzam etme yönü kuvvetli idi.

Fıtri ve fıtratına göre hareket ederdi.

Faniden yüzleri bakiye çevirirdi.[6]

O hiçbir zaman şirk ortamında dünyaya gelip büyüdüğü halde müşriklerden olmamıştır.

Zorba kavme karşı zorlu bir peygamberdi o…

O Hüküm,Hikmet sahibi ve Salihlerden ve Sıdk-ı Lisanlılardandı.[7]

HZ. İSMAİL

BAKARA:

-125] Biz, Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail’e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim’i temiz tutun, diye emretmiştik.

127] Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin.

133] Yoksa Ya’kub’a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya’kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz; biz ancak O’na teslim olmuşuzdur, dediler.

136] «Biz, Allah’a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve esbâta indirilene, Musa ve İsa’ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk» deyin.

140] Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve esbâtın yahudi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine (bildirilmiş) bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.

ÂL-İ İMRAN:

-84] [E1] De ki: «Biz, Allah’a, bize indirilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya İsa’ya peygamberlere Rablerinden verilene inandık iman getirdik. Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz, ancak O’na boyun eğen müslümanlarız!»

NİSA:

163] Gerçekten biz sana, Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettiğimiz ve Davud’a Zebur’u verdiğimiz gibi.

EN’AM:

-86] İsmail’i, Elyesa’ı, Yunus’u ve Lut’u da… Herbirini alemlerin üstüne geçirdik.

İBRAHİM:

39] Bana ihtiyarlık halimde İsmail ile İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun; şüphesiz ki Rabbim duayı işitiyor.

MERYEM:

54] Kitapta İsmail’i de an; çünkü o cidden va’dinde sadık bir kimse idi, bir Resul, bir peygamber idi.

55] Ailesine namaz ve zekat emrederdi ve Rabbi katında hoşnutluğa ermişti.

ENBİYA:

85] İsmail, İdris ve Zülkifl’i de. Hepsi sabredenlerdendi.

SAD:

-48] İsmail’i, Elyesa’ı ve Zülkifl’i de an! Hepsi de en hayırlı kimselerdendir.

Allahım,bu nasıl bir imtihandır ki;Nemrud gibi bir zalimle imtihan olmak yetmezmiş gibi,ailesiyle,gönderildiği toplumla,hicrete mecbur kalmakla beraber en acılı ve belki de en son ve en ağır imtihan olan evlatla imtihana tabi tutulan ve bundan da başarıyla çıkan bir peygamber…

Tam bir teslimiyetle evladını kurban etmek.Beşeri havsalanın alamıyacağı,beklide sonradan dünyaya gelecek olan Hz.Muhammed gibi bir nebinin zor bir imtihanla dünyaya gelişinin safha ve çetin devreleri.

Nasıl bir evlattır ki,basit bir şeyden isyan etmeye karşı,hayatını sırf babanın Allaha bir sözü olarak yerine getirmesi için başta Allaha ve baba İbrahime olan teslimiyet.Eşsiz bir teslimiyet…Teslimiyetin önündeki çakıl taşı ve diken gibi engelleri aşıp şeytan ve şeytani vesveselere beş para ehemmiyet vermeyen bir bağlılık…

Tarihte emsaline rastlanmayan tam bir baba ve evlat örneği,emsali olmayan bir misali.

Onların bu örnek uygulamasıyla tesis edilen bir temsiliyet örneği olarak kurban…

Allah’ın İbrahime imtihan için verdiği sözünü yerine getirmesini emretmesi,Allahın emrine aykırı bir şey değildir.İslamiyette de emirlerin vücubiyeti ve esbabı nüzul bu şekilde gerçekleşmiştir.

Kanın akıtılması şefkate aykırı bir şey de değildir.Batıl inançlardaki –Tanrılar kurban istedi-sözü hak bir söz ve uygulama değildir ki,bir haklılığı olsun.

Kurban bir bedeldir.Canını veren İsmaile nice canlar verilmiş,o canı kurban eden İbrahime ne ihsanlar ve ikramlar sunulmuştur.O da namıyla,şanıyla ve nesliyle insanlık boyunca devam edegelmiştir.

Kurban için ağıt yakanlar;evvela harcadıkları paralara ve her gün yedikleri etlere ve harcadıkları insanlar üzerine ağıt yakmalıdırlar.Avrupanın köpek mamasına harcadığı para 2004 itibarıyla 19 milyar dolar.Afrikada açlıktan ölen insan ise 3 milyon.

BAKARA:-196] Haccı ve umreyi de Allah için tamam yapın. Eğer kısıtlanırsanız o vakit kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olana veya başında bir rahatsızlığı bulunana tıraş için oruç, sadaka veya kurbandan ibaret bir fidye gerekir. Kısıtlılıktan kurtulduğunuzda her kim hacca kadar umre ile sevap kazanmak isterse ona da kurbanın kolay geleni gerekir. Bunu bulamayana ise üç gün hacda yedi gün de döndükten sonra, toplam on gün oruç tutmak gerekir. Bu hüküm Mescid-i Haram’da ikamet etmeyenler içindir. Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah’ın cezası gerçekten çok çetindir.

ÂL-İ İMRAN:-183] Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere iman etmememizi emretti. diyenlere de ki: «Size benden önce de bir takım peygamberler apaçık delilleri ve o dediğinizi getirmişti. O halde, eğer doğru söylüyorsanız, onları niçin öldürdünüz?»

MAİDE:-2] Ey iman edenler, ne Allah’ın şearine =dini merasimlerine, ne haram aya, ne kurbanlık hediyelere, ne gerdanlıklarına, ne de Rablerinin gerek nimetini, gerekse hoşnutluğunu arayarak Beyt-i Haram’a doğru gelenlere sakın saygısızlık etmeyin! İhramdan çıktığınızsa, isterseniz avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye bazılarına karşı beslediğiniz kin, sakın sizi tecavüze sevketmesin! İyilik ve takva sahibi olmada yardımlaşın, günah ve sınırı aşmada yardımlaşmayın! Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası çok çetindir.

-27] Bir de onlara Adem’in iki oğlunun başından geçen olayı hakkıyla oku! Hani ikisi, birer kurban sunmuşlardı da birininki kabul edildi, diğerininki edilmedi. Bu: «Ben seni kesinlikle öldüreceğim!» dedi. Diğeri: «Allah, ancak kendisinden korkanlarınkini kabul buyurur.

-95] Ey iman edenler, sizler ihramda iken av hayvanını öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse Kabe’ye varacak bir kurbanlık olmak üzere öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır ki, buna aranızdan adalet sahibi iki kişi hükmeder. Veya bir keffaret vardır ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki bu şekilde yaptığının vebalini tatsın. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim bir daha yaparsa Allah onun intikamını alacak. Allah, azizdir, intikamı vardır.

-97] Allah Ka’be’yi, o Beyt-i Haram’ı insanlar için hayat kaynağı yaptı, o haram ayı, boyunları bağsı ve bağlı kurbanlıkları da. Bütün bunlar, Allah’ın göklerde ve yerde olanları bildiğini, sizin de bilmeniz içindir. Gerçekten Allah herşeyi bilendir.

SAFFAT:-103] Ne zaman ki ikisi de bu şekilde (Allah’a) teslim oldular, (İbrahim) onu tuttu şakağına yıktı (şakağı üzerine yatırdı).

107] Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.

KEVSER:-2] Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!

Başta Tevrata göre ve bazı zayıf görüşlere göre kurban Hz.İshak denilsede,kuvvetli ve sahih olan rivayete göre kurban edilen Hz.İsmail idi.

Peygamberimizin de:”Ben iki kurbanlığın çocuğuyum”demesi,Babası Abdullah ve dedesi İsmailin kurban edilmiş olduklarını ifade ediyordu.

İbrahim büyük bir imtihanla karşı karşıya kalmış ve oğluyla beraber başarıyla bitirmişlerdi.

Para verip kurban etmekten kaçınanlara karşı kurban olmak ve kurban etmek ne ile ifade edilebilir.

Bununla bize şu mesajı vermekteydi;Bir insan ya kurban olmalı,ya kurban etmeli veya her ikisi…

Zira kurban etmek ve kurban olmak bir fazilet,bir üstünlük ve bir yükseliştir.Sahib olduğunu ortaya koymak ve olmadığına sahib olmaktır.Hayvani nefisten insani nefse yükselmek,hayvani nefsi insani nefis uğruna feda etmektir.

Mesnedim yok azlim kaygı çekeyim.

Ustabaşı gibi ölçüp biçeyim.

Evvel-ahir bir kurbanlık tekeyim.

Vakti gelsin bıçağını çal bana…- Seyrani.

Kurbanda sevgiliyle bir buluşma vardır.

Bayramın imdi,bayramın imdi.

Bayram ederler yar ile şimdi.

Her şey bir bedel istemektedir.Kurbanda oluşun,yükselişin,dosta varışın bir bedelidir.Büyük kazançların bedeli de büyük olur.

İbrahim ve İsmail olmanın bedeli de büyüktür.Her kişinin değil,er kişinin işidir.Ne kadar bedel ödeyebiliriz?Sermayemiz ne kadardır?

Allaha yakın olmakla beraber,Allahın yakınlığını kazanmaktır kurban…

İsmailin diyeti Koç,Abdullahın diyeti ise yüz deveydi…

Ahirzaman nebisi için deymez mi bu diyetler,belki de az bile…

Herkes bu diyeti ödemeye mecbur değil,bir bedeli var,fıkhen zenginliğe sahib olması,manen sahiblenmesi gerek.Ergenlik çağına gelip olgunlaşması şart.Aklın kemali aranmakta,islami bir teslimiyet şart koşulmaktadır.

Vücubiyeti ve şer’i hikmeti tahakkuk etmesi gerekmektedir.

HZ . İSHAK

İshak Peygamber’in en belirgin özelliği Rıza idi.

Hz.İsmail Sareden çocuğu olmayan İbrahime Sare-nin verdiği hizmetçisi Hz.Hacerden,Hz.İshak ise 120 yaşındaki İbrahimden ve 90 yaşında bulunan Hz.Sareden dünyaya gelmiş ve müjdelenmişti.

Kur’an-ı Kerim’de “And olsun ki, elçilerimiz İbrahim’e müjde ile gelip; “Selam”, dediler. O da “Selam” dedi ve eğlenmeden gidip kızartılmış bir buzağı getirdi. Onların ellerinin buna uzanmadığını görünce hoşlanmadı ve kalbine bir korku geldi. Onlar “korkma biz lut kavmine gönderildik” dediler. İbrahim’in ayakta duran zevcesi güldü. Biz de ona İshak’ı ardından da torunu Yakub’u müjdeledik. Kadın “vay, kendim koca bir karı,şu zevcimde bir ihtiyar iken ben mi doğuracakmışım? Bu doğrusu pek şaşılacak bir iş” dedi. Melekler “ey evin hanımı, Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken, nasıl Allah’ın işine şaşacaksın. O Hamid ve Meciddir” dediler”[8]

BAKARA:

-133] Yoksa ölüm Yakub’a geldiği vakit siz de orada mıydınız. O oğullarına: «Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?» dediği vakit onlar: «Senin Allah’ına, ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın Allah’ına, tek olan İlah’a ibadet ederiz, biz ancak O’na boyun eğen müslümanlarız.» dediler.

136] Ve deyin ki: «Biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına ne indirildiyse; Musa’ya, İsa’ya ne verildiyse ve bütün peygamberlere Rableri tarafından ne verildiyse hepsine iman ettik. O’nun elçilerinden hiçbirini ayırt etmeyiz. Ve biz, ancak O’nun için boyun eğen müslümanlarız.

ÂL-İ İMRAN:

-84] De ki: «Biz, Allah’a, bize indirilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya İsa’ya peygamberlere Rablerinden verilene inandık iman getirdik. Onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız ve biz, ancak O’na boyun eğen müslümanlarız!»

NİSA:

-163] Gerçekten biz sana, Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün peygamberlere vahyettiğimiz gibi vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettiğimiz ve Davud’a Zebur’u verdiğimiz gibi.

HUD:

-71] İbrahim’in zevcesi de ayakta dinliyordu ve bunu düyunca güldü. Bunun üzerine ona İshak’ı müjdeledik, İshak’ın arkasından da Yakub’u.

YUSUF:

-6] İşte böyle. Rabbin seni seçecek, sana olayların yorumuna ait bilgiler öğretecek ve hem sana ve hem de Ya’kub soyuna, bundan önce ataların İbrahim ve İshak’ a tamamladığı gibi nimetini tamamlayacaktır. Şüphe yok ki, Rabbin herşeyi bilendir, hikmet sahibidir.» dedi.

-38] Ve atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kub’un dinine uydum. Bizim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamız olamaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.

İBRAHİM:

-39] Bana ihtiyarlık halimde İsmail ile İshak’ı lütfeden Allah’a hamdolsun; şüphesiz ki Rabbim duayı işitiyor.

ENBİYA:

-72] Ona İshak’ı lütfettik, üstelik Yakub’u da; ve onların herbirini iyi kimseler yaptık.

SAFFAT:

-112] Bir de onu salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak ile müjdeledik.

MEHMET ÖZÇELİK

26-02-2005

[1] Mukaddime.İ.H.185.

[3] Keşful Hakayık Tefsiri.

[4] Mümtahine.4.

[5] Nahl.120.

[6] En’am.76-79.

[7] Şuara.83-84.

[8] Hud.73,Saffat.112-113.




HADİSLERLE SURELERİN FAZİLETİ VE ÂYET SAYISI

HADİSLERLE SURELERİN FAZİLETİ VE ÂYET SAYISI

Bakara suresi Medine’de nazil olmuştur. 282 ayet, 6121 kelime 25500 harftir.

-Not: Kur’an ayetlerin sayısının 6200 ve bir kaç küsur olduğu hakkında ittifak vardır. Bu gün Türkiye’de bulunan Kur’an’ların ayet sayısı 6236’dır. Bu surenin ayet sayısının 280 olduğu hakkında ittifak var ise de müfessirlere göre 280’ den sonra küsuratı hakkında ihtilaf vardır. Alışık olan 286 ayet olduğudur. Müellif ise 282 ayet olduğunu ifade etmiştir. Bu ayet sayısındaki değişiklikler kesinlikle bizi Kur’an ayetlerinin yok olduğu veya artırıldığı anlayışına götürmemelidir. Makul izahı mufassal Tefsir Usûlü kitaplarında kâfi derecede mevcuttur. bkz. Mecmuatun Mine’t-Tefasir, I,24; Suat Yıldırım, Kur’an’ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş.

Efendimiz (sav) buyurmuşlardır ki: “Bakara suresini öğreniniz. Onu öğrenmekte bereket terkinde de hasaret (zarar) vardır.”

Âl-i İmran.Medine’de nazil olmuştur. 200 ayet, 3480 kelime, 14520 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: Kim Al-i İmran suresini cuma günü okursa, Allah (cc) ve melekler gün batana kadar o kimseye rahmet ve duada bulunurlar.

Nisâ suresi, Medine’de nazil olmuştur. 175 ayet, 3045 kelime ve 16030 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki:” Kim Nisa suresini okursa o kimse şirkten uzak olur ve Allah’ın bağışladığı kimselerden sayılır.”

Mâide suresi, 123 ayet, 2854 kelime ve11733 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurmuşlardır ki: “Maide suresini okuyan kimseye Allah on iğilik yazar; on kötülüğün cezasını siler; ahrette onu, on derece yükseltir.”

En’âm suresi Mekke’de nazil olmuştur. 165 ayet, 3552 kelime, 12422 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Her kim Enâ’m suresini okur ve onunla amel ederse Allah ona rahmet gönderir ve 70.000 melek onun için Allah’tan mağfiret ister.”

A’raf suresi Mekke’de nazil olmuştur. 205 ayet, 3325 kelime, 14010 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Kim A’raf suresini okursa Allah onunla şeytan arasına bir perde gerer ve kıyamet günü Adem (as) ona şefaat eder.”

Enfâl suresi, Mekke’de nazil olmuştur.[1][330] Bu sure 76 ayet, 1075 kelime ve 5080 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Kim Enfâl suresini okur ve ibretle düşünürse ben onun için kıyamet gününde şefaat ederim.”[1]

Tövbe sûresi, Medine’de nazil olmuştur. 129 ayet, 4078 kelime ve14088 harftir.

Yûnus sûresi Mekke’de inmiştir. 109 ayet, 1882 kelime, 9099 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Kim Yûnus sûresini okursa Allah o kimseye on hasene/sevap yazar.”

Hud sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 123 ayet, 1600 kelime ve 9567 harftir.

Resulü Ekrem (sav) buyurdular ki: “Kim Hud sûresini okursa o şahsa, on sevap yazılır.”

Yûsuf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 111 ayet, 1600 kelime, 7166 harftir.

-Allah Resulü (sav) buyurmuşlardır ki: “Kim Yûsuf suresini okur ve onu ayaline öğretirse Allah onun ölüm anını çok kolay geçirir ve ona kuvvet ihsan eder. Hiç bir Müslüman da haset etmez.”

Ra’d sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 45 ayet, 755 kelime ve 3506 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurmuşlardır ki: “Kim Ra’d sûresini okur ve onun ihtiva ettiği manaları tefekkür ederse Allah o kimseye on hasene/sevap verir ve kıyamet gününde de “sözünde duranlar” zümresinden sayılır.”

İbrâhim sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 51 ayet, 861 kelime, 3434 harftir.

-Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Kim İbrahim suresini okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir”

Hicr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 99 ayet, 654 kelime ve 2760 harftir.

Allah Resulü (sav) buyurdular ki: “Kim Hicr suresini okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir.”

Nahl suresi Mekke’de nazil olmuştur. 128 ayet, 2840 kelime ve 7707 harftir.

Resulü Ekrem (sav) buyurdular ki: “Kim Nahl suresini okursa Allah (cc) onu dünyada verdiği nimetlerden hesaba çekmez.”

İsra sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 110 ayet, 533 kelime 3360 harftir.

-Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim İsrâ suresini okur da “ebeveynin” zikredildiği yerde kalbi merhamete gelirse Allah (cc) onun için cennette bir çok mükâfat verir.”

Kehf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 111 ayet, 1577 kelime ve 6360 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Kehf suresini okursa o, kıyamet günü onun için yerden ta semaya kadar nûr olur.” Bu sûreyi yatmadan önce okumak müstehaptır.

Meryem sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 99 ayet, 78 kelime ve 3700 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sureyi okursa, Allah o kimseye on hasene verir.”

Tâ Hâ suresi Mekke’de nazil olmuştur. 134 ayet, 1641 kelime ve 5242 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Tâ Hâ suresini okursa (onun ihtiva ettiği manaları anlayıp onlarla amel ederse) Allah o kimseye Muhacir ve Ensarın sevabı kadar sevap verir.”

Enbiya sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 112 ayet, 1168 kelime ve 2890 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Enbiya suresini okurda (onun ayetlerini tefekkür ederse) Allah kıymet günü o kimsenin hesabını kolay veçhile yapar.”

Hac sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 78 ayet, 1292 kelime ve 5075 ayettir.

Mü’minûn suresi Mekke’de nazil olmuştur. 119 ayet, 1840 kelime ve 4802 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sureyi okursa, melekler o kimseye ahret nimetlerine ulaşıp rahat olacağını müjde verirler.”

Nûr suresi, Medine’de nazil olmuştur. 64 ayet, 1366 kelime ve 5685 harftir.

Furkân sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 77 ayet, 892 kelime ve 3783 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Furkân suresini okursa kıyamet günü imanlı olarak Allah’a kavuşur”

“Kur’an selefi ve halefi olmayan ilahi bir kitaptır.

… Edebi bir ürün olarak onun değeri bazı subjektif ve estetik zevklerin ön yargıları ile ölçülmemelidir, ancak Hz. Muhammed (sav)’in çağdaşları ve hemşehrilerinde oluşturduğu etki göz önünde bulundurulmalıdır. Şimdiye kadar düşman olan elementleri tek bir vücutta birleştirmenin yanı sıra, eğer dinleyenlerin kalbine bu kadar güçlü ve ikna edici sesleniyorsa, şimdiye kadar Arapların zihniyetinin ötesinde olan fikirleri canlandırıyorsa belagatı mükemmeldir, çünkü kabilelerden medeni bir ulus kurmuştur… 136 (Dr. Steingass’ın, T. P. Hughes’un Dictionary of Islam (İslam Sözlüğü) adlı kitabında yer alan bir sözü)

Öyle bir zamanda,okumamış böyle bir insandan böyle bir Kur’an-ı beklemek makul değildir.

İsmail Cerrahoğlu’nun da kitabında yer verdiği (Bkz. aynı kitap, s.93-94) bir olay çok ilginçti bu konuda. Aktarıldığına göre, bir gün Hizam oğlu Hakim Oğlu Hişam, Furkan suresini okumaktadır. Ömer dinler, bakar ki, Hişam bu sureyi Muhammed’in kendisine öğretip okuttuğundan başka türlü okuyor. Ömer öfkelenmiştir:

“-Bu sureyi sana böyle kim belletip okuttu?”

“-Peygamber!”

“-Yalan söylüyorsun. Çünkü, Peygamber bu sureyi bana senin okuduğundan başka türlü okuttu.”

Ömer bu tartışmayı yaparken, Hişam’ın yakasına sarılmıştır. Sonra, adamı alıp Peygamber’e götürür.

“-Bu adam, senin bana okuttuğundan başka türlü okuyor Furkan suresini.”

“-Yakasını bırak da adamın okuduklarını ben de dinleyeyim.”

Ömer yakasını bırakınca, Muhammed adama döner:

“-Hişam, haydi oku, bir de ben dinleyeyim, Furkan suresini nasıl okuyorsun?”

Hişam, Furkan suresini, kendisine öğretildiği gibi okur. Sonra, Muhammed, “-Bu sure bana böyle indi.” der.

Muhammed, aynı sureyi bir de Ömer’e okutturur. Ömer’inki için de aynı şeyi söyler. Yani, ikisininkini de doğru bulmuştur. Sonra da şöyle der:

“- Kuran yedi harf (yedi türlü) indirildi. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse, Kur’an’ı ona göre okuyun. (Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Husûmât 4; Tecrîd, hadis no: 1766; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu Salâti’l-Müsâfirîn/270, hadis no:818)

Şuarâ sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 217 ayet, 1295 kelime ve 5540 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Şuarâ sûresini okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir.”

Neml sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 93 ayet, 1317 kelime ve 4799 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: Neml sûresini okuyan kimseye Allah (cc) on hasene verir ve kıyamet günü “Lâ ilâhe ill’allah” diyerek kabirden başını kaldırmayı nasip eder.

Kasas sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 88 ayet, 144 kelime ve 5455 harftir.

Resulüllah (sav) buyurmuşlardır ki: “Kim Kasas sûresini okursa kıyamet günü şahadet edilir ki, bu kimse bu surenin sonundaki ayetleri tasdik edenlerdendi.”

Ankebût sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 69 ayet, 985 kelime ve 4165 harftir.

Hamd olsun Ankebût suresinin tefsiri tamam oldu. Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Ankebût sûresini okursa Allah o kimseye on sevap verir”

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Rûm suresini okursa (yani, onda bulunan hüküm ve öğütleri derin derin düşünüp tefekkür ederse) Allah o kimseye on sevap verir.”

Lokman sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 33 ayet, 548 kelime ve 2110 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Lokman sûresini okursa (yani oradaki nasihatleri dinlerse) kıyamet gününde Lokman ona arkadaş olur.”

Secde sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 30 ayet, 380 kelim ve 1518 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Secde sûresini okursa (yani onun ihtiva ettiği manalardan ibret alırsa) Allah (cc) o kimseye Kadir gecesini ibadetle geçiren insanın sevabı kadar sevap verir.”

Ahzâb sûresi Medine’de nazil olmuştur. 73 ayet, 1280 kelime ve 5790 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Ahzab sûresini okuyup ayaline de onu öğretirse Allah onu kabir azabından korur.”

Sebe’ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 54 ayet, 833 kelime ve 1512 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “ Kim Sebe’ sûresini okursa kıyamet günü peygamberler onunla arkadaş olup müsafaha ederler.”

Fâtır sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 45 ayet, 777 kelime ve 3130 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sureyi okursa ahirette cennetin sekiz kapısı da ona açılacaktır. Hangisinden isterse ondan girer.”

Yâsîn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 83 ayet, 729 kelime ve 3000 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’nın kalbi de Yâsîn sûresidir.”

Sâffât sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 181 ayet, 860 kelime ve 3826 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Sâffât sûresini okursa Allah o kimseye on sevap verir.”

Sâd sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 86 ayet, 732 kelime ve 3067 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Sâd sûresini okursa Allah (cc) onu büyük ve küçük günahlara girmekten korur.”

Zümer sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 72 ayet, 1172 kelime, 4908 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Zümer sûresini okursa Allah (cc) kıyamet günü onun ümidini kırmaz.”

Mü’min sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 82 ayet, 1199 kelime ve 4960 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve mü’minlerin ruhları ona rahmet gönderip ondan ötürü mağfiret dilerler.”

Fussilet sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 53 ayet, 796 kelime ve 3350 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sureyi okursa Allah (cc) her bir harfine on hasene verir.”

Şûrâ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 53 ayet, 760 kelime ve 3588 harftir.

Reslulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa (yani onu düşünür ibret alırsa) meleklerin hakkında istiğfar ettiği kimselerden olur.”

Zuhruf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 89 ayet, 833 kelime ve 3400 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu Zuhruf sûresini okursa kıyamet günü Allah’ın (cc) ‘Ey benim bendelerim! Bugünkü günde size korku yoktur. Mahzun da olmayacaksınız. Hesap görmeden cennete dahil olun’ kelamına muhatap olurlar”

Duhân sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 57 ayet, 346 kelime ve 1431 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Duhân sûresini cuma gecesi okursa, o gece bağışlanmış olarak sabahlar.”

Câsiye sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 37 ayet, 488 kelime ve 2191 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Câsiye sûresini okursa Allah (cc) kıyamet günü onun sırlarını örter ve korkusunu giderir.”

Ahkaf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 36 ayet, 644 kelime ve 2595 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Ahkâf sûresini okursa onun için on hasene/sevap verilir.”

Hucurât sûresi Medine’de nazil olmuştur. 18 ayet, 343 kelime ve 1476 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim, Hucurât suresini okursa Allah (cc), Allah’a itaat edenler ve isyan edenler sayısınca ona sevap verir.”

Kaf sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 45 ayet, 357 kelime ve 1494 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: Kim Kaf suresin okursa Allah o kimsenin ölüm anını kolay atlatır

Zâriyat sûresi Mekke’de inmiştir. 60 ayet, 360 kelime ve 1239 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir”

Tûr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 49 ayet, 312 kelime ve 1500 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tûr sûresini okusa Allah’ın üzerine haktır ki, onu azaptan emin edip cennet nimetlerine dahil etsin.”

Necm sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 61 ayet, 360 kelime ve 1405 harftir.

Kamer sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 55 ayet, 342 kelime ve 1423 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Kamer sûresini gün aşırı okursa mahşere gelirken o şahsın yüzü ayın on dördü gibi parlar.”

Rahman sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 76 ayet, 351 kelime ve 1636 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Rahman sûresini okuyan kimse, Allah’ın ona verdiği nimetlere karşı şükrünü eda etmiş sayılır.”

Vâkia sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 55 ayet, 342 kelime ve 1423 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi her gece okursa ona fakirlik gelmez.”

Hadîd sûresi Mekke’de nazil olmuştur.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa, Allah nezdinde Allah’a ve peygamberlere iman etmişlerden sayılır.”

Mücâdele sûresi Medine’de nazil olmuştur. 22 ayet, 473 kelime ve 1792 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Mücadele sûresini okuyan kimse kıyamet günü Allah’ın ordusundan sayılır.”

Haşr sûrsi, Medine’de nazil olmuştur. 24 ayet, 445 kelime ve 1913 harftir.

Ebu Hüreyre anlatıyor: Habibim Resulüllah (sav)’dan İsm-i âzamı sordum. Buyurdular ki, “Haşir sûresinin sonu İsm-i âzamdır. Onu çok okuyun.” Yine tekrar sordum. Aynı cevabı verdi. Yine sordum aynı cevabı verdi. Resulüllah (sav) buyurdular ki: Her kim Haşr sûresini okursa (tevbe etmek şartı ile) Allah onun bütün günahlarını bağışlar.

Mümtehine sûresi Medine’de inmiştir. 13 ayet, 348 kelime ve 1510 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Mümtehıne sûresini okursa kıyamet günü müminler onun için şefaat ederler.”

Saf sûresi Medine’de nazil olmuştur. 14 ayet, 221 kelime ve 900 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki, “Her kim Saf sûresini okursa İsa (as) onun için mağfiret diler ve kıyamet günü refiki olur”

Cuma sûresi Medine’de nazil olmuştur. 11 ayet, 180 kelime ve 720 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim cuma sûresini okursa Allah o kimseye on sevap verir.”

Münafikûn sûresi Medine’de nazil olmuştur. 11 ayet, 180 kelime ve 976 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa nifaktan beri olur.”

Teğâbün sûresi Medine’de nazil olmuştur. 18 ayet, 241 kelime ve 1070 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa, ani ölümlerden emanda olur.”

Talâk sûresi Medine’de nazil olmuştur. 12 ayet, 249 kelime ve 1060 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki, “Kim bu sûreyi kıraat ederse vefat ederken benim sünnetim üzerine vefat etmiş oldur.”

Tahrîm sûresi Medin’de nazil olmuştur. 12 ayet, 247 kelime ve 1060 harftir.

Resulüllah (sav): “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye samimî bir tevbe nasip eder.”

Mülk sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 30 ayet, 330 kelime ve 1313 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Mülk sûresini okursa, sanki Kadir gecesini ibadetle geçirmiş gibi sevap kazanır”

el-Kalem sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 52 ayet, 300 kelime ve 1256 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye güzel ahlak sahibi kıldığı kimselerin sevabı kadar sevap verir.”

el-Hâkka sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 51 ayet, 256 kelime ve 1034 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa kıyamet günü Allah onun hesabını kolay veçhile yapar.”

Meâric sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 44 ayet, 214 kelime ve 929 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah ona sözüne ve emanete riayet eden kimselerin sevabını ihsan eder.”

Nuh sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 29 ayet, 224 kelime ve 999 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “ Kim Nûh sûresini okursa Nuh’un daveti ile iman edenlerin mertebesine erenlerden sayılır.”

Cin sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 28 ayet, 285 kelime ve 870 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Cin sûresini okursa bir köle azat etmiş kadar sevap alır.”

Müzzemmil sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 20 ayet, 285 kelime ve 838 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Müzzemmil sûresini okursa Allah, o kimseden dünya ve ahretteki zorlukları kaldırır.”

Müddessir sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 55 ayet, 255 kelime ve 1010 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on sevap verir.”

Kıyâmet sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 40 ayet, 199 kelime ve 652 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Ruhu’l-Kudus kıyamet günü şahitlik eder ki, bu kimse kıyameti tasdik ediyordu.”

İnsan sûresi Medine’de nazil olmuştur. 31 ayet 240 kelime ve 1054 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye cenneti ve cennette ipek elbiseleri mükâfat verir.”

Mürselât sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 51 ayet, 180 kelime ve 816 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Mürselât sûresini okusa, artık müşriklerden olmadığı kesinkes sabit olur.”

Nebe’ sûresi, Mekke’de nazil olmuştur. 40 ayet, 173 kelime ve 970 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim, bu sûreyi okursa Allah (cc) o kimseye kıyamet günü öyle soğuk bir (cennet) şarabı içirir ki, kıyamet günün harareti bir daha ona tesir etmez.”

Nâzi’ât sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 45 ayet, 197 kelime ve 753 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “ Her kim bu sûreyi okursa Allah (cc) o kimseyi kabrinde ve kıyamet günü bir namaz kılacak süre kadar bekletmeden cennete koyar.”

Abese sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 41 ayet, 130 kelime ve 533 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Abese sûresini okursa yüzünde sürur ve sevinç gülerek kıyamete gelir.”

Tekvîr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 27 ayet, 104 kelime ve 530 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tekvîr sûresini okursa kıyamet günü amel defterleri dağıtılırken Allah o kimseyi rüsvâ etmez.”

İnfitâr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 19 ayet, 80 kelime ve 327 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on hasene/sevap yazar”

Mutaffifîn sûresi Medine’de nazil olmuştur. 36 ayet, 169 kelime ve 730 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi kıraat ederse Allah (cc) kıyamet günü ona mühürlü, saf ve baş ağrıtmayan içkiden içirir.”

İnşikak sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 25 ayet, 107 kelime ve 430 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim İnşikak sûresini okursa onun amel defteri arka tarafından sol eline verilmez.”

Bürûc sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 22 ayet, 109 kelime ve 465 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Bürûc suresini okursa, cuma ve arafe gününün sayısınca o kimseye on hasene verilir.”

Tarık sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 17 ayet, 61 kelime ve 239 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sureyi okursa Allah o kimseye semanın yıldızlarından her biri karşılığında on sevap verir.”

A’lâ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 19 ayet, 172 kelime ve 291 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim A’lâ sûresini okursa Allah o kimseye İbrahim, Musa ve Muhammed (as)’a inen kitapların harflerinin sayısınca her birine olmak üzere on hasene verir.”

Gâşiye sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 26 ayet, 92 kelime ve 381 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah onun hesabını hafif eyler.”

Fecr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 29 ayet, 139 kelime ve 597 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi Zilhicce’nin ilk on gecesinde okursa Allah (cc) onu bağışlar. Sair gecelerde okursa okuduğu Kur’an onun için bir nûr olur.”

Beled sûresi Mekke’de nazil oldu. 20 ayet, 82 kelime ve 320 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa kıyamet günü Allah, onları gazabından emin kılar.”

Şems sûresi Mekke’de nazil oldu. 15 ayet, 54 kelime ve 247 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Şems sûresini okursa güneş ve ay’ın üzerine doğduğu her şeyi sadaka vermiş gibi sevap kazanır.”

Leyl sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 21 ayet, 71 kelime ve 310 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Leyl sûresini okursa Allah ona razı olacağı kadar mükâfat verecektir.”

Duhâ sûresi Mekke’de nazil oldu. 11 ayet, 40 kelime ve 172 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Duhâ sûresini okursa Allah o kimseye on hasene/sevap verir.”

İnşirâh sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 27 kelime ve 103 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim, bu sûreyi okursa sanki mahzun olduğum halde Benim gamımı gidermiş gibi ben şâd eyler.”

Tîn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 34 kelime ve 105 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye iki güzel haslet verir: Biri her bir cihetten selamette olmak, diğeri ise ilim ve yakîn. (Yani böyle ilâhî kelamı duyan kimse evvela ilim öğrenir, sonra da insanlar arasında fesat çıkarmaktan uzak durur.)”

‘Alak sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 19 ayet, 92 kelime ve 280 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa kısa surelerin hepsini okuyan kimseye verilen sevap kadar sevap kazanır.”

Kadr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 5 ayet, 30 kelime ve 112 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi tilavet ederse Ramazan orucunu tutup, Kadir gecesini ihya eden kimsenin sevabı kadar sevap alır.”

Kadir suresi otuz kelimeden ibârettir. Yirmiyedinci kelime Kadir Gecesi kelimesidir.”

Beyyine sûresi Medine’de nazil olmuştur. 8 ayet, 94 kelime ve 399 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi tilavet ederse kıyamet günü yaratılmışların en güzeli ile hem nişîn /beraber oturan olurlar.”

Zilzâl sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 35 kelime ve 149 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi dört defa okursa sanki Kur’an’ı tamamen hatmetmiş gibi olur.”

Âdiyât sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 11 ayet, 40 kelime ve 163 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Âdiyât sûresini okursa Allah o kimseye on sevap verir.”

Kâriâ sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 10 ayet, 36 kelime ve 152 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Kâriâ sûresini okursa kıyamet günü o sûre ile onun hayırlı amelinin tartısı ağır gelir.”

Tekâsür sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 8 ayet, 28 kelime ve 120 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tekâsür sûresini okursa, Kur’an’dan bin ayet okumuş kadar sevap kazanır.”

Asr sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 3 ayet, 14 kelime ve 68 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim bu sûreyi okursa Allah o kimseyi bağışlar ve sabrı, hakkı tavsiye edenlerden sayar.”

Hümeze sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 9 ayet, 30 kelime ve 130 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa Allah o kimseye on sevap verir.”

Fîl sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 5 ayet, 20 kelime ve 96 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Fîl sûresini okursa Allah o kimseyi depremle yere geçmekten muhafaza eder.”

Kureyş sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 4 ayet, 17 kelime ve 73 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Kim Kureyş sûresini okursa Allah o kimseye on hasene verir.”

Mâûn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 7 ayet, 25 kelime ve 125 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu sûreyi okursa, zekât veren bir kimse olduğu takdirde Allah onu bağışlar.”

Kevser sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 4 ayet, 10 kelime ve 42 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: Her kim Kevser sûresini okursa, Allah (cc) o kimseye cennet nehirlerinden içirecektir.”

Kâfirûn sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 7 ayet, 26 kelime ve 94 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: Her kim Kâfirûn sûresini okursa Kur’an’n dörtte birini okumuş olur ve şeytanlar ondan uzaklaşır, böylece şirkten beri olmuş olur. Kıyamet gününün korkusundan da afiyette kalır.”

Nasr sûresi Medine’de nazil olmuştur. 4 ayet, 17 kelime ve 77 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Nasr sûresini okursa Mekke fethinde Resulüllah ile beraber bulunanların sevabı kadar ona sevap verilir.”

Tebbet sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 6 ayet, 20 kelime ve 77 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim Tebbet suresini okursa ümidim var ki, Allah o kimseyi Ebu Leheb ile bir makamda toplamaz”

İhlâs sûresi Mekke’de nazil olmuştur. 5 ayet, 15 kelime ve 47 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Vacip oldu” dediler ki, Ey Allah’ın Resulü vacip olan nedir? Buyurdular ki: “Cennet vacip oldu”

Felak sûresi Medine’de nazil olmuştur. 6 ayet, 23 kelime ve 74 harftir.

Nâs sûresi Medine’de nazil olmuştur. 7 ayet, 20 kelime ve 79 harftir.

Resulüllah (sav) buyurdular ki: “Her kim bu iki sûreyi (Muavvizeteyn) okursa sanki Allah’a inen kitapların hepsini tamamlamış gibi sayılır.”

Kur’an her yönüyle mucizedir.

“İslam’ın hak olduğu konusunda size aşikâr ve açık deliller geldikten sonra İslamdan ayrılırsanız o takdirde bilin ki, gerçekten Allah, yarattıklarına galip gelip hikmet üzere haklı olarak onlardan intikam alandır.” (Bakara.207)” Not: Bir kârî, bu ayeti okurken “gafûrun rahîm” diye okudu. Bir bedevî de orada dinliyordu. Dedi ki: “Eğer bu hakîm birinin sözü ise böyle olmaz” Çünkü hata ve günahtan sonra aff ve mağfiretten söz etmek halkı günah işlemeye teşvik etmektir. Kârî, “ben hata ettim. Ayet, azîzun hakîmdir” dedi. Arap dedi ki, “işte hakîm kimsenin kelamı böyle olur” (Mecmuatun mine’t-Tefasir *Nesefî*, I, 307)Bu tür nükteleri ancak iyi dil bilen Araplar anlarlar. Batılının veya İngilizin ve sair insanların ben de Kur’an’ı iyi anlarım irad ederim demesi yanlış olur.(Keşful Hakayık Tefsiri)

Bakara. 145/146-Ya Muhammed! Yemin olsun ki, eğer sen Ehl-i Kitab’a Kâbe’in kıble olması konusunda her çeşit delil ve burhanı getirsen yine de senin kıblene (Kâbe’ye) tabi olmazlar. Zaten sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Ehl-i Kitap’tan bazıları da birbirlerinin kıblesine dönmezler. (Ya Muhammed! Yahudî ve Hıristiyanlar senin kıblene uymama hususunda seninle mücadele ediyorlar ama, onlar kendi aralarında da ittifak halinde değillerdir. Ne Yahudî Hıristiyan kıblesine ne de Hıristiyan Yahudî kıblesine döner.) Eğer sana Kur’an geldikten sonra Yahudi ve Hıristiyanların arzularına uyar, onların kıblesine teveccüh eder isen işte o zaman hakkı çiğneyenlerden olursun.

146/147- Kendilerine kitap (Tevrat) verdiklerimiz kimseler “Hz. Muhammed”i, öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen Ehl-i Kitaptan bir grup, gerçeği gizlemenin bir masiyet olduğunu bile bile Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu gizlediler. [Hz. Ömer (ra), Yahudilerin en büyük alimlerinden Abdullah b. Selam hazretlerine: Resulüllah ve onun peygamberliği hakkında ne dersin? diye sorduğun da, Abdullah b. Selam (ra): “Ben onu oğlumu bildiğimden daha iyi bilirim. Çünkü onda hiç şüphe ve tereddüte yer yoktur. Fakat çocuklarıma gelince, ne bileyim, belki anneleri hıyanet etmiş olabilir.” demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) de yukarıda adı geçen şahsın başını öpmüştü.]

Derleyen:

Mehmet ÖZÇELİK

19-04-2005




ERKEN EMEKLİLİK

ERKEN EMEKLİLİK

Hayatın sıkıntılarıyla bocalaşa bocalaşa gelmişti bu ana kadar.Her insan hayal eder ya;İnşallah emekli olursam bir ev ve bir de ev alacağım,daha öteye gidenler ise;bir çiftliğim olsun,içinde küçük ve büyük baş hayvanlarım olsun,kendim için bir meşgale bulunsun,düşünce ve hevesi sürekli dile getirilir.

Her insan cennet hayatını hatırlatan bir hayatı dünyada yaşamak ve o ortamı oluşturmak için gayrette bulunur.Tıpkı gidemediği,şimdilik elde edemediği cennetini veya çıkarıldığı cennetini buraya getirmeyi hayal eder.Şu kısır dünyaya ebedi cenneti sıkıştırmaya çalışır ve çabalar.

Kadir bey köyde tütüncülükle uğraşıyor,tütün saplıyordu.Köydekileri saymaya başladı.Falan fitneci,önce onun gitmesi lazım;filan kavgacı,sonra onun gitmesi lazım;falan çok gıybet edip onu bunu çekiştiriyor,daha sonra onun gitmesi lazım diyerek en az 6-7 kişiyi bu şekilde sıralayıp onların ölmesine karar vererek,ölümü kendisine almadı,kendi sırasını geriye çektiğinden şimdilik ölmemekten emin olabilirdi.Kendisi şimdilik yedinci sırada da olsa genede onuncu sırada ölüm sırası gelebilirdi.Eğer ölürsem yedinci ve onuncu sırada ölürüm diyordu.

Birkaç gün sonra köyde bir haber duyuldu.Yedinci sıradaki Kadir bey,birinci sıraya alındı,diye.Çünki Kadir bey geçirmiş olduğu bir kalb krizi neticesinde kurtarılamadan bu hayata gözlerini yummuş,kendi hesabladığı sıra da tutmamıştı.

Acaba şimdi sırada kim vardı?…

İşte sıra dışılardan birisi de Abdullah bey idi.Abdullah beyin de hedefi böyle bir şey idi.O da kendisini sırada görmeyenlerdendi.Bu amaçla yeni bir tarla almıştı.Meyve tarlası idi.Tarlanın bir köşesine de sebze ekerek böylece sebze ve meyve bahçesini bakımlı hale getirmek için çabaladı.Mutlaka yeni aldığı bu tarlanın ürününü almak ve yemekti.Bunda da iddialı idi.

Yine günlerden bir gün tarlanın başına vardı,tarlayı sürecekti.Yine iddiasını yenilemiş ve iddialı konuşarak;”Ben bu tarlayı sürmedikçe asla ölmem.”demişti.Zaten tarlayı sürdükten sonra gerisi kolaydı.Sadece birkaç ay beklemek durumu vardı.Onu da gayet normal karşılamıştı.

Abdullah beyin her ne kadar yaşı biraz ileri olsa da öyle ölecek falan yaşta değildi.Çünki kendisinden önce ölecek sırada bir çok insan vardı.Köyü ve köylüyü gözünün önüne getirdiğinde en az on kişi kendisinden önce ölecek belki onlardan sonra ancak kendisine sıra gelebilirdi.Şimdilik sırada olmayışı onu rahatlatmış ve kesin iddialı konuşmuştu:”Ben bu tarlayı sürmedikçe asla ölmem.”

Fakat olan olmuştu Abdullah beye.Hastalığı da bulunmadığı halde,yatağa da düşmemesine rağmen bir de duyuldu ki;Abdulah bey aldığı tarlayı sürmeden,daha ürününü bile yemeden hakkın rahmetine kavuşmuştu.

Erken emeklilik dedikleri de bu olsa gerek…

Tıpkı Cahit Sıtkı Tarancının 35 Yaş şiirinde belirttiği;yaş 35 yolun yarısı/Dante gibi kaldık ortasında….

Ancak şair iki sene sonra ölmüş,yolun yarısı zannettiği 35 yaş,meğer yolun sonuna yakın imiş.

Orta yaşta olanlar bu sevda ve hayal kurarlar da,bir genç kardeşimiz olan Hakkı hayal kurmakta haksız mıydı?Elbette onunda hakkıydı hayal kurmak.Hem öyle kendisininki hayal de değil,çünki daha hayatının baharında idi.Daha arkasından yaz gelecek,sonra sonbahar gelecek ve en sonunda da kışı yaşayacak idi.O da daha kışa çooook vardı.

Hakkı gençti.Üniversiteye gidecek ve okuyacaktı.Bulunduğu ortamda hiç de kendisini ilgilendirmeyen ve kendisine uzak olan ölümden konuşulmuştu.

Kendisi gayet emin bir şekilde:”Ben 70 yaşında öleceğim.”iddiasını dile getirdi.

Köy yeri küçük bir yerdi.Nereye gidecekti.Ya köy kahvesine,ya köy odasına ya da kendi gibi genç olan akranlarıyla olacaktı.Başka kimse ve yer yoktu ki gidilecek.Mecburen istemesede köydeki çocuklarla arkadaşlığını sürdürmeye devam edecekti.

Ertesi günü olduğunda yine arkadaşlarıyla beraber olmuş,aralarında çıkan bir tartışmadan dolayı sözlü kavga bıçaklı kavgaya dönüşmüştü.Hakkı birkaç yerinden bıçak darbesi almış ve yaralı olarak hastahaneye kaldırılmıştı.

Ölmesine ölmemişti ancak senedini zamanında ödememiş olacak ki,erken bir uyarıya maruz kalmıştı.

Diğer arkadaşı Arif kendi arkadaşlarına Hakkının durumunu anlatıyor,köydeki olaydan bahsedip Hakkının yaralandığını söylüyordu.

Hafta sonu kendisinin de aldığı haber ise herkesi üzmüştü;Hakkı aldığı darbeden kurtulamıyarak genç yaşta bu dünyadan ayrılmıştı…

Kimisi uzaktakini görmezken kimide yakınındakini görememekte,oyun ve oynaşa devam etmekteydi.

Seyfi dayıda işte onlardan birisi idi.

Kırıkkale’de bulunan bir dostumuz hafta içi burada kalıyor,hafta sonu Kırşehire dönüyordu.Yine böyle bir kış günü otobüs beklemek üzere yola çıkmış,soğuktan dişleri birbirine vuruyordu.Tek düşüncesi bir an evvel otobüs gelsede binse.Otobüs gelmesine gelmişti,koşarak kendisini içine atmış,ancak boş yer arıyor ve pek gözüne boş bir yer de ilişmiyordu.Fakat otobüsün sıcaklığı onu büyülemiş,en azından dışarının soğuğundan kurtulmuştu.Şükretti…

Bunun bu dikkatli bakışını gören Seyfi dayı bu dostu yanına davet etti.Yanı boştu.İkiside birbirinden memnunlardı çünki birbirleriyle konuşup dertleşeceklerdi.

Seyfi dayı çok konuşkan bir insan idi.Mesleği olan çerçilik gereği çok konuşuyor,karşısındakinin konuşmasına sıra gelmiyordu.Epey de konuşmuştu.Seyfi dayının bir anlık boşluğundan yararlanan dostumuz bu sefer ona sorular sormaya başladı.

Ankara’dan gelmekte olup,mahallelerde kadınların yazmalarına boncuk satmaya gittiğini ve bunu da sürekli yaptığını anlatmaya başladı.Torbada ayaklarının arasında idi.Açtı ve gösterdi.

Ancak dostumuz yetmiş yetmiş altı yaşında olan Seyfi dayıya ahiret ticareti için ne gibi bir ticarette bulunduğunu sorunca bunda bezi olmayan seyfi dayı duymamazlıktan geliyor,işi yavaştan alıyor,cerbezeler ile sözü değiştirmeye çalışıyordu.

Yetmiş altı yaşındaki bu insana namaz kılıp kılmadığını sorduğunda,Seyfi dayı dayak dönmüşe dönmüş ancak çaktırmamazlıktan gelerek,kılmak gerek demişti.Kılıyormusun sözüne kılınmalı demiş,şu anda kılıyormusun sözüne,kılmak güzel bir şey deyip her seferinde de geçiştirmeye çalışıyordu.

Artık dostumuzun sabrı tükenmişti;Bana tek bir şey söyle,şu anda sen namazını kılıyormusun,kılmıyormusun?

Artık fazla kaçacak yer bulamayan Seyfi dayı müdafaaya geçme ihtiyacını hissederek;Ya hu kardeşim,kış günleri de o kadar kısa ki,daha birkaç boncuk satmadan hemen akşam oluyor,daha öğleni kılmadan ikindi geliyor,biz de bir şey satamıyoruz,bahanesini öne sürüyordu.

Sorusuna ve müdafaasına soruyla karşılık veren dostumuz dedi;Siz bu dünyaya boncuk satmaya mı geldiniz?Zaten bir ayağınız çukurda,öbür ayağınızda çukurun kenarında duruyor.Âhirete gittiğinizde Cenâb-ı Hak sizden sorarsa ben seni dünyaya boncuk satasın diye mi gönderdim,derse ne diyeceksin?

Fazla nefsini müdafaa edecek takati kalmamıştı,en güzel kaçamak susmaktı.

O çok konuşkan insan susmuş,yüzünü pencereden yana çevirerek bir daha da konuşmamıştı.

Ölümle tamamen susacak olan ağzı,görmeyecek olan gözü,duymayacak olan kulakları,hissetmeyecek olan aklı ve duyguları şimdiden suskunluğa gömülmüştü…

Bir varmış bir yokmuş,bir zamanlar varmış,şimdi ise yokmuş..bir hikaye gibi..hayat hikayesi..

Gardiyanımızın durumuda böyle..Gece görevinden gelmişti.Hanımına kahvaltıyı hazırlamasını söylemiş,kahvaltıyı hazırlayan hanımı bir taziye dolayısıyla evden çıkmıştı.

Kahvaltısını yapmış,sofrayı da kaldırmıştı.

Cuma günü olması dolayısıyla zamanda yakındı.Abdest alıp,televizyonun karşısına geçerek beklemeye başladı Cuma namazı vaktini…

Saatler geçmiş,hanımı taziyeden dönmüştü.Ancak kocasının ayakkabısı kapının önünde idi.Neden gitmemişti acaba?Zili çaldı,ne ses veren ne de açan vardı!Ama ayakkabısı kapının önünde idi.Telaşlandı,doğruca kardeşlerinin evine giderek onları çağırdı.Mecburen kapı kırılarak içeriye girildiğinde;Gardiyanımız elinde kumanda televizyonun önünde oturmakta idi.Sona gelmişti.Çünki baktıklarında az da olsa nefesinde bir parıltı vardı ancak çaba bir netice vermedi.Tükenmişti.

Taziyeye gidip taziyede bulunan hanımını taziyeye geldiler,taziye dileklerinde bulundular.

Tıpkı haberlerde de duyduğumuz gibi;Taziyeden dönen münibüs devrildi,şu kadar kişi vefat etti.Bazen düğüne gidenler için de aynı durum oluyordu.

Bundan olsa gerek ki;Mevlana ölüme Şeb-i Ârus yani gerdek gecesi diyordu.Âhirette sevineceklerin düğün yeri idi dünya…

Bediüzzaman bir hatıratında;Talebeleriyle bir kabristandan geçmekteler.Talebelerine gitmelerini,yeni gömülen bu kadının mezarının başında biraz kalmayı ister.Talebeleri gider ancak kendisinden iki yaş büyük olan Molla rasul gitmez ve yanında kalır.

Bediüzzaman murakabeye dalar.Bir müddet sonra tebessüm eder.Kalkıp gideceklerinde molla rasul ısrarla tebessümünün sebebini sorar.Söylemek istememesine rağmen,ısrarına binaen şöyle açıklar:

Orta yaşlarda yeni ölen bu kadın ölmeden önce ipe boncuk saplamayla meşgulmüş.Şu anda da kabrinde ipe boncuk saplamaya devam ediyor.Öyle ki kıyamet kopunca diyecek;Aman ya Rabbi,kıyamet ne de çabuk koptu,daha ipime boncuklarımı bile saplamadım…

Tıpkı hadisdeki gibi.”Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz,nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz…”

“Her milletin bir sonu vardır ve o son gelince bir an geri de kalmazlar öne de geçemezler.”[1]

“De ki, “Ben, Allah’ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir zarar ne bir fayda verebilirim”. Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince artık ne bir an geri, ne bir an ileri gidebilirler.”[2]

“Şayet Allah insanları zulümleri ile cezalandırsaydı, yeryüzünde bir tek deprenen canlı bırakmazdı, fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Süre sonu geldiğinde ise ne bir an erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.”[3]

“De ki: “Size vaad edilen öyle bir gündür ki, ondan ne bir an geri kalabilirsiniz, ne de ileri geçebilirsiniz.”[4]

04-12-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] A’raf.34.

[2] Yunus.49.

[3] Nahl.61.

[4] Sebe’.30.




HAYATIMIZI YAŞAYALIM

HAYATIMIZI YAŞAYALIM

Evet hayatımızı yaşayalım,kendi hayatımız olsun,başkalarının hayatı,başkalaştıran hayatlar olmasın.

Kendi hayatını yaşamıyanlar veya yaşıyamıyanlar başkalarının hayatını yaşama mecburiyetinde kalırlar.

Kendileri olmayıp başkaları olanlar cızırtılı ses çıkartan plaklar gibi veya başka kanalların ve hatların kendi hattına girip görüntüsünü bozmasına benzer.

Hayatımızı yaşayalım,onu bitirmeyelim.

Hayatını yaşamıyanlar onu bitirirler,kendileri biter ve yaşlanırlar.

Cırcır böceğide hayatını yaşar,bal arısı da…Biri hayatını tüketirken,diğeri hayatını üretir,hayatını kazanır ve kazandırır.

Kanalından taşan su su değildir,o bir seldir.Oldurmaz,öldürür.Sulamaz soldurur.Su su oldukça faydalı,hayatı olan su halini yaşamadıkça seldir.

Su kanalında güzeldir.Hayatta yaratılışından gelen tasarımı doğrultusunda yaşanırsa güzeldir.

İnsanlığı kaybettiren hayat ve hayat tarzları hayat değildir.Gerçek hayat,gerçek yaşanılan hayat,kazandıran,insanlığı koruyan hayattır.

İnsanlığın dışındaki diğer canlıların hayatına insanca ve insana layık bir hayat gözüyle bakılıp değerlendirilemez.

Gübreliği eşeleyen bir böcek,bir kanalizasyon faresi hayatını yaşamaktadır.Kendi hayatlarını,başkalarının değil.Onlarınki o noktada,kendi hayatlarını yaşamaları yönünde güzel ve uygundur.

Ancak bu hayat bir arı için,bir kelebek için çirkin ve abestir.Bundan onun hayatı,ondan bunun hayatı beklenemez.

Hayvanlar ve bitkiler aleminde her canlı kendi hayatını yaşamaktadır.

İnsanlar aleminde de bizler kendi hayatımızı yaşamalıyız.Hayatımız hayatımıza hayat olmalı..hayatımızı berbat etmemeli,batırmamalı,bitirmemeli, yitirmemeli, götürmemeli.

Peygamberler hayatlarını yaşamış ve yaşatmış kimselerdir.Onlar hayatın modeli,yaşamın şablonudurlar.

Hayattan gidenlere baktığımızda gerçek hayatını yaşamış insanların kimler olduğunu daha rahat görür ve anlarız.

Nasıl yaşayalım?Bir doğulu gibi mi,bir batılı gibi mi?

Nereli isek ora gibi.Herkes oralı haliyle güzeldir.

Nasıl yaşayalım?Bir Müslüman gibi mi,bir gayrı Müslim gibi mi?

Önce ne isek öyle,sonra en güzeliyle.Önce Müslüman ve sonra en güzel Müslüman..Tetkik,tesbit,tahlil hayatı güzelleştiren merhalelerdir.

Tüm sıkıntılarımız ,sitres ve bunalımlarımız hayatımızı yaşamamaktan kaynaklanır.Yanlış yerlerde yaşamaktan,yanlışları yaşamaktan hasıl olur.

İki yaşlı insan…birinin geçmiş hayatı dopdolu,diğerinin bomboş…İkiside yaşamış..ikiside yaşlanmış..kim olurdunuz,kim gibi olurdunuz,kimden yana olurdunuz?

Hayata geniş pencereden bakmayan insanlar hayatı kendi pencerelerinde görürler.

Hayatı kısır yaşayanlar kısırlaşırlar,kartlaşırlar,kabalaşırlar.

Hayatın yüzü şeffaf,taze ve parlaktır.Yaşanan hayat parlar ve nurlanır.

Vitrinlerde sergilenen altı milyar hayat.Acaba hangisinden alırdınız?

Hayatını yaşamıyanlar hayattan koparlar.Kopuk bir hayat..kopuk bir hayat sahibi…Hayat yaşandıkça kopmaz ve bağlar,bağlanılır.Biraz daha biraz daha diyerek sürekli kazançla artar ve yükseklenir.

Tarihe baktığımızda hayatını yaşayanlar tarihe geçmişler,hayatını yaşamıyanlar tarihten,insanlıktan ve hayattan silinmişlerdir.

Silik hayatın silik insanları,soluk hayatın soluk insanları,karanlık hayatın karanlık insanları…

Hayatını karartanlarla hayatını kurtaranlar hiç bir olur mu?Biri kurtarırken,diğeri karartmakta,hayatını kurtlatmaktadır.Kurtlu bir hayat..kurtlanmış hayatlar…

Kurtlu hayatlar bayat hayatlardır.

Gelin o halde hayatımızı yaşayalım,yeşertelim..soldurup öldürmeyelim…Harcayıp harcanmayalım..

30-06-2004

Mehmet ÖZÇELİK




HAKİKATA GEÇİŞ

HAKİKATA GEÇİŞ

Kirlilik olacak,olmalı,olması lazım ta ki zıdları tahakkuk etsin.Kirlilik olmazsa ne temizlik ne de temizliğin gereği olan iman olmayacaktı.imansızlık iman esaslarını ehemmiyetli kılmış,önemi anlaşılmıştır.Herşey zıddıyla bilinir.

Müsbetler vücudi,menfiler ise ademidir.Adem vücudu yeşertmektedir.Adem vücuda vücud ve vücud rengi vermektedir.Adem olmasaydı,vücuddaki mevcutlar görünmeyecek,ortaya çıkmayacaktı.Menfiliklere rızası olmayan Allah,adaleti,hikmeti ve maslahat gereği devamına,vücudun hatırına müsaade etmektedir.Kirlilikler ehli imanı kirletemez belki temizliğini arttırır.

Cevherleri bağrında taşıyan kömürlerin kahrı çekilir,İbrahimlere köprü olan Azerlerin üzerinden geçerim,nesillere hamile olan Nuhun hanımının nazını çekerim,Musanın peygamberlik ringine çıkmasına sebeb olan rakibi firavuna acırım,hazineleri içinde saklayan viranelere tenezzül eder,uğrarım.Gülüme renk katan gübreyi avuçlarım.Beni Allah’a götüren aşağı ve aşağılık dünyaya ünsiyet ederim.İstirahatıma vesile olan geceyi sever,güneşin doğuşuna vesile olmasıyla o hasreti çekerim.

Şeytan varlığıyla şer olup,yaratılışıyla hayırlı olmuş,dost ve dostluklara sebeb olmuştur.Menfilikler müsbetleri bildirmekle kalmamış,onların tanınmasına da vesile olmuştur.

Eğer zıdlar olmasaydı,Allahın varlığı da dahil her şey en fazla bilinecek ancak tanınmayacak ve anlaşılmayacaktı.Bilmek tanımak gibi değildir.Bilmek ayrı tanımak ayrıdır.Herkes Allahı bilir ancak herkes O’nu tanımaz.Tıpkı İstanbulu bilmek ile onu detaylı,bütün yönleriyle,gidip görerek,mahallelerinde gezerek,uzun müddet olarak orada kalmak elbette bir değildir.Şeytan Allah’ı bilmekte ancak tanımamaktadır.Eğer bilmeseydi itiraz edermiydi?İtirazını bildiği ancak tanımadığı zata yapmıştı.

Şeytan Allah’ı biliyordu ancak tanımıyordu.Onu tanımayan küfrün girdabına,şeytanın çekim alanına,deccalın kapsamına girmiş olur ki ancak Allah’ın hidayeti nasib ettiği insanlar o hal ve durumdan kurtulabilirler.Veya öyle bir güç ve samimiyet olmalı ki,bir anlık kopan bağlantı ve hattan kendini kurtarabilsin.Zira hem imam ve hem de kürüfdeki cazibe devam etmektedir.Alanına gireni etkiler.Çarkına doladığı kimseleri üğüdür.Kuvvetine göre,yakınlığı nisbetinde,teveccühü ölçüsünde kendisine bağlar.İşte iman güç ve kuvvetinin ehemmiyeti bu noktada kendini göstermekte ve hissettirmektedir.

Önemli olan O’nu tanımak,O’nu perdeleyip unutturan günahlarda ısrar etmemektir.

“Lâ sagîrate mea’l-ısrar, velâ kebîrate mea’l-istiğfar – Israr edilirse küçük günahlar büyük günah olur, tövbe edildiğinde büyük günahlar affedilir.” fehvasınca esas büyük günah ısrar edilen küçük günahlardır.”

“Demiri sıcak yanından tutan demirci babalar, hamur eline yapışmayan somuncu babalar gibi, bir şeyin babası olmak lazım. Gelin siz de bu kudsi mesleğin babası olun ve zirvelere tırmanın mesleğinizde. Muhyiddin b. Arabi Hazretleri Şam’ da caddede yürürken dar ağacında berdar edilen (asılmış) birini görür. Etrafındakilere suçunun ne olduğunu sorar. “İçki, zina, adam öldürme… hepsini işledi ve gün geldi, derdest edilip asıldı” derler. Hazret koşar ve ayaklarını öper şakinin, kendi mesleğinde zirveye çıktığı için. Bize de böyle olmak düşmez mi? Yani mesleğin babası olmak ve zirveye çıkmak.”(M.F.Gülen Serzeniş)

İşte dünyaya gelmese ve de cennette kalsaydık her şey bilmeden öteye geçmeyip tanınmayacak dini tabirle marifet gerçekleşmeyecekti.Allah bizi sırf ve sadece marifet ve marifeti için bu dünyaya göndermiştir.Marifette kavrama,hissetme,ihata,bağlanma gibi bir çok sıfat mevcuttur.Allah’ı normal bir kişide bilmekte,alim de tanımakta,peygamberde anlamaktadır ve Allah’ı Allah’da bilmekte ve bildirmektedir.Farklı boyutlar farklılıklardan zuhur etmektedir.

Bazı şeyler bizatihi güzeldir,onlara hüsnü bizzat denilir.Bazıları da bilvesile güzeldir.Güzel olmasalarda güzelliğe vesiledirler.Onlarada hüsnü bil vesile denilir.” Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet kâinattaki herşey, her hâdise ya bizzât güzeldir, ona hüsn-ü bizzât denilir. Veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hâdiseler var ki, zahirî çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:

Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazîn firak perdeleri arkasında tecelliyat-ı celaliye-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hâdiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin taze güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hâdiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşv ü nemasız kalan birçok istidad çekirdekleri, zahirî çirkin görünen hâdiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılablar ve küllî tahavvüller, birer manevî yağmurdur. Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki eşyanın insana aid gayesi bir ise, Sâniinin esmasına aid binlerdir.

Meselâ: Kudret-i Fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, manasız telakki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ: Atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder. Meselâ: Kar’ı, pek bâridane ve tatsız telakki ederler. Halbuki o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez. Hem insan hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri, hilaf-ı edeb zanneder. Meselâ âlet-i tenasül-i insan, insan nazarında bahsi hacalet-âverdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa hilkate, san’ata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edebdir, hacalet ona hiç temas etmez.”[1]

Şeb-i yeldayı müneccimle muvvakkit ne bilür

Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat…

Hayatıda ancak acısını çeken,gerçekleri gören bilir.

Kanuni Sultan Süleyman:

Saltanat dedikleri ancak cihan kavgasıdır

Olmaya baht-ü saadet dünyada vahdet gibi

II.Selim Han:

Bu zamanın devletiyle kimse mağrur olmasın

Kâm alırsan adl ile ol dem be-câdır saltanat

Fatih Sultan Mehmed ise:

Nefs ü mal ile nola kılsam cihanda ictihad

Hamdülillah var gazâya sad hezârân rağbetüm

III. Mustafa Han’da:

Yıkılubdur bu cihan sanmaki bizde düzele

Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele

Şimdi ebvâb-ı Saadet’te gezen hep hâzele

İşimiz kaldı hemân merhamet-i Lem-Yezel’e

Yıkım olmadan yapım ve ustalık olmaz,ustalıklar ortaya çıkmaz,ustaların arasındaki fark zahir olmaz.

Allah her şeye geçişi bir sebebe bağlamıştır.İnsanlığa geçişi Hz.Adem’den sperm vasıtasıyla ve Havva’ya,oradan da hayata geçişi sağlamıştır.Hayata ve havalarda uçuşu bir yumurtaya,neşvü nema bulup gelişmeyi ve belli bir sebze ve meyve gibi güzel bir hal almayı çekirdeğe,asrı cehaletten asrı saadete geçişi Hz.Muhammede,orta çağdan yeni çağa geçişi Fatihe,cehaletten geçişi ilme,karanlıktan kurtuluşu nura,tarikattan hakikat ve marifete geçişi Bediüzzamana,ilme ve cehaletten kurtulup hayata atılışı ve yükselişi öğretmene,ahirete gidişi kabre kabre gidişi ecele bağlamış ve berzahları,geçişleri onlar aracılığıyla kılmıştır.Bundandır ki o sebebler şahıslarında kıymetli ve değerlidirler. Çünki onlar tükenmenin değil çıkış,yükseliş ve geçişin öncü ve ara noktaları.Hayatın Köprüleridirler.

Hayattaki fırtınalar bizleri köklerimize daha sabit ve sağlam olarak bağlamaktadır.

“Hayattaki fırtınalar konusunda üstad:”Bu gibi hadiseler fırtınaya benzer;ağacın çürük meyvelerini düşürür.Geriye sağlamları kalır.Tedbir hizmettendir.Menfi hareket yasak.Biz devenin üstünde bir hazine götürüyoruz.Deve,yumurtaların üstünde yürüyor.Ne yumurtalar kırılacak,ne de deve duracak.”[2]

Hz.Âdem ve zürriyeti dünya dağına ufkunun açılması için indirilmiştir.

“Bir çok yüksek ufuklu insanların ufuklarının açıldığı yerler olan dağlar ve mağaralardır.MeselaHz.Adem cennetten Serendib dağına inmiş,Nuh tufanda cudi dağına konmuş,Hz.İbrahim marifete dağda ulaşmış,Hz.Musa Turda tecelli ve kelama mahzar olmuş,Rasulullah Nur dağının Hira mağarasında peygamberliğe adım atmıştır.Yunus dağlarda ve mağaralarda seyahat etmiş,hele üstad sürekli dağlarda,bağlarda,bulunduğu yerlerin en yükseğinin en tepesinde bu eserleri neşretmez,ilhamına basamak olmuştur.[3]

28-06-2004

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Sözler.231-232.

[2] Hayatım-Hatıralarım.57.

[3] Bak.age.49-50.




HAYAT DERSLERİ

HAYAT DERSLERİ

İnsan fabrikasyon gibi bir varlıktır.Fabrika hatası fabrikaya aittir.Allah yaratılışta fıtrat modeliyle yaratmaktadır.Hristiyanlıktaki gibi günahkar doğmamaktadır.Geçmişlerinin günah yükünü de yüklenmemektedir.Anne-babasının yaptıklarını günah olarak yüklenmez ancak o kendi günah yükünü yüklenmektedir. Sadece seçmede yetkili değildir.Allah soruları farklı seçmekte ve tercih etmektedir.Allah kimseye taşıyamıyacağı yükü yüklememektedir.Bakara suresinin son ayetinde de mealen,Allah kimseye taşıyamıyacağı yükü yüklemez ancak insanların vüs’at ve kapasitesi oranında yükleri yükleyeceği bildirilirken ve yapılan duada da taşıyamıyacağımız yükün yüklenmemesi için de duada bulunulmaktadır.

İnsan bu dünyada imanla terakki eder ve gerçek insan olur.İmanda terakki ettikçe ademden yani yokluktan o nisbette uzaklaşılıyor.Yokluktan uzaklaştığı gibi hem varlığa hem de vacib-ul vücut olan gerçek varlığa yakınlaşmış ve kavuşmuş oluyor.

Küfür ise o bağlılığı ve bağlantıyı kopararak insanı yokluğa atıyor ancak Cenab-ı Hak rahmetiyle onu yokluktan alıp cehennem gibi bir müebbed hapse mahkum ediyor,idam etmiyor.

Tevhid kelimesi ayrı tevhidin kendisi ayrıdır.Bizler onun kendisiyle uğraşmalı yoksa kelimesiyle uğraşmamalıdır.Şöyleki;şimdiye kadar özellikle tekkelerde ehli tarik,tevhid kelimesinin kendisiyle uğraşmış,oysa tevhidin kendisiyle uğraşılmalı.Bu ise,Hakikattır.Evliyanın birisi arkadaşına yazdığı mektubda;ben tevhid denizinden bir fırt aldım doydum derken arkadaşı cevabında;ben denizi içtim doymadım ancak karnımın bir yerinde kaldı deyip karnının büyük olduğunu ifade etmiştir.

Bunun gibi de,tevhid adeta hücrelere sindirilmeli,massedilmeli,nakşedilmelidir.

Hadisde;”Ya rabbi taaccübümü arttır.”denilmesi..Herşeyde O’nu görmek,her şeyden O’na bakmak.Herşey O değil,her şey O’ndandır.

Taaccübün artması ise,eşyanın hakikatına vakıf olmak,Allah’a vasıl olmak iledir.O yolun saliki olmaktır.

Eşyanın hakikatı,her şeyin sırrıdır.Tıpkı kader gibi.Kader de bir sırdır,ilahi sır.Esrar perdesinin açılmasıyla,her şeyde hikmet,fayda ve maslahatlar zuhur eder.Herşey aydınlanır.

Hayatta şahit olduğumuz veya duyduğumuz bir ibret,ders,sırlı bir olay öbür yolu adeta bizi bizden alıp götürmektedir.Birde tüm hayat boyu böyle bir hakikata şahit olan bir insanı düşünün…Böyle bir hayatı yaşayın.

“Ağlarım, ağlatam hissederim söyleyemem
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bîzârım”

Peygamberin bakışı,gönderilişi,sözü temyiz ve ayırd edicidir.Herşeyi birbirinden adeta cennet ve cehennem gibi tefrik etmektedir.O zat bir mihenktir.Farklı farklı olan madenleri birbirinden ayırt edici özelliğe sahiptir.Cennetlikler ve cehennemlikler olarak…

Bir bakışıyla veya ona bir bakışla kömür elmas derecesine yükselmektedir.

O zat aynı zamanda kendilerininde ifadesiyle,ateşin etrafında dolanan kelebekleri ateşe düşmekten koruyan bir insan gibi,cehennem ateşinin etrafında dolaşanları ateşe düşmekten korumakta ve kurtarmaktadır.

Cehenneme düşmekten korumak,cennete götürmekten önde gelir.

Beden ruhun mezarı,beden mezarından dünya kabristanına yani özel kabirden umum kabristanına bir geçiştir.

Allah ruhu bu dünyada terbiye etmektedir.Hadisde gelen;”Dünya ahiretin tarlasıdır.”ifadesi,ruhun hem beden tarlasında hem de dünya tarlasında ekimiyle ahiret pazarında oluşumuna ve sergilenmesine zemin oluşturmaktadır.

Dünya zalim,zalim ise edna ve ezlem.Doğum sancısız olmuyor.Dünyaya a’ladan gelen o insan,bu edna ve ezlemler tarafından adeta hamurun fırın ve ateşte pişişi gibi pişiyor,oluyor,hamlıktan kurtuluyor.

Hamdım-Piştim-Yandım…

Hayat yaşanmak içindir,harcanmak için değildir.Allah insan ve dünya hayatını,bu hayatı korumak ve hayatın sahibine layık hale getirmek amacıyla var etmiştir.

”Maksadımız bir nakış yazmaktır ki,bizden ebedi kalsın.Çünki şu varlığımızda beka yoktur.”(Münazarat)

İnsanın bu dünya hayatından sonra,kışırı gider,yaptığı ve bıraktığı nakşı kalır.Bu yönüyle o insan bir antika sanat hükmündedir.

Allah “Elestü bi rabbiküm” yani –Ben senin rabbin değilmiyim?-dedi.Sen de “Belâ” –Evet,Rabbimsin,dedin.Bu Belâ sözüne şükür nerede?Evet demenin şükrü nedir bilirmisin?Bela çekmektir.Belânın sırrını bilirmisin?O Allah yolunda Fakr ve Fenâ kapısından girmektir.Fakru fena dergahında halkaya katılmaktır.”

Verilen söze sadık olmak ve sadık kalmak.Hz.Ali ve onun gibi bir kısım zatlar ruhlar alemindeki sözleşmeyi çevresinde bulunan kimseleri hatırlamakla kalmayıp,sağlarında sollarında,önlerinde arkalarında bulunan kimseleri tanıyıp bildiklerini ifade etmişlerdir.

Duygularımız bu söze ve sözleşmeye şahittir.

Buda O’nda yok olmaktır.O’nda kendini bulmaktır.Kibirden uzaklaşmaktır.

”Bir gün Süleyman aleyhisselam yüz binlerce insan,cin ve hayvanatın huzurunda öyle yükseldi ki,meleklerin göklerdeki tesbih seslerini duydu.Sonra öyle alçaldı ki,ayakları deniz sularına deymeye başladı.Bu sırada bir ses duydu:

-“Eğer süleymanın kalbinde zerre kadar kibir olsaydı,onu yükselttiğim nisbetten daha çok aşağı düşürürdüm”dedi.”(İhya)

Hadisde;“Cenab-ı Hak Süleyman Aleyhisselamı mal ve mülk ve ilim arasında muhayyer bıraktı.O ilmi seçti ve seçtiğinden dolayı ona mülk ve mal da verildi.”

İnsan hayata 1 olarak gelir.Kazandıkları ise sağındaki sıfırlar,bir gidince geriye sıfırlar kalır ve kaybettikleri,değersizlikler ise,1-in solundaki sıfırlardır.Sıfırlar arttıkça,1-in değeride düşer.

“Kendisini bilen Rabbisini de bilir.”Vahid-i Kıyasi nevinden,insan Allahın sonsuz sıfat ve özelliklerini kıyas yoluyla bir nebze akla yaklaştırabilir.Benim kendime ve vüs’atime göre nasıl bir sehabetim varsa,ezeli ve ebedi olan Allah’da ezeli ve ebedi bir sahibliği vardır.

Kişi kendi hakikatını anlıyamazken,Cebbar olan Allahı nasıl idrak edebilir?O ki eşyayı yoktan yaratmış,şekillendirmiş.Sonradan olan insan O’nu nasıl anlayabilir.”(Asar-ı Bediiye)

Ali Ulvi Kurucu,Tarihçe-i Hayat’ın Önsözünde:”Büyük ve eski bir Arap şairinin, bir beytiyle çok derin bir hakikatı ifade ettiğini öğrendim: “Bütün âlemi bir şahsiyette toplamak Cenab-ı Hakka zor gelmez.”

Bütün büyük zatlar bunun bir göstergesidir.

Allah,bir çok insanı olduğu gibi,bütün alemleri tek bir şahsiyette dercedip toplamaya kadirdir.Zira:”Alimin ölmesi,alemin ölmesi”sözü bu hakikatı göstermektedir.

Nitekim tüm alemlerin tüm özelliklerini bir insanda toplayan Allah,aynı şekilde bütün insanları da bir insanda toplamaya kadirdir.

Hayatın kılçıklarını ayırın.Dünya hayatı kılçıkları ayırmak için var edilmiştir.

Hayatta ve hayattan alınan,atılan ve yenilenenler…

Hayattan aldığımız çok şeyler olduğu gibi,bıraktığımız kazuratlarda çoktur.Hayat fabrikası tıpkı şeker fabrikası gibi;şekerleri bir tarafa ayrıştırırken,pancarın posalarını da diğer tarafa boşaltmaktadır.

Hayat pancarından amaç,şükür şekeridir.Tevhid üsaresi ve özüdür.

Mehmet ÖZÇELİK

23-04-2005




GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK

GÜNÜMÜZDE ALEVİLİK

(Rabbinin sözü doğruluk ve adaletle tamamlandı. Onun sözlerini [Kur’anı] değiştirebilecek [hiçbir şey, hiçbir kuvvet] yoktur.)”[1]

“(Kur’anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.)”[2]

“(Kulumuza [Resule] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.)”[3]

(De ki: Bu Kur’anın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler toplanıp, birbirine destek de olsalar, yemin olsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.)”[4](14 asır geçtiği halde, birçok din düşmanı, hâşâ Allah’ı yalancı çıkarmak için uğraşmışsa da bunu yapamadılar.]

“(Eğer Kur’an, Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, içinde pek çok tutarsızlık [tenakuz, çelişki] bulunurdu. Bunu düşünemiyor musunuz?)”[5]

“(Eğer o [peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.)”[6]

“(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamdettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.)[7] [Kur’anı Allah indirdiği için, onu bozabilecek birisinin çıkamayacağı açıkça bildiriliyor.]

“(Kur’an gibi [eşsiz] bir kitabı sana indirmemiz, [mucize olarak] yetmez mi?)”[8]

“([Ey Resulüm, bu Kur’an sana indirilmeden önce] Sen bir kitaptan okumuş ve elinle onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı müşrikler [Kur’anı başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış] derlerdi.)”[9]

Tezkiye-i ehl-i beyt kitabının müellifi Osman efendi anlatıyor:

Maarif meclisine gittiğim zamanlarda, Sebecilerin bir sandık içinde tefsirleri geldi. Basılmasına izin verilmedi. Sebebini sordular: (İslamiyet’e uymayan bir yeri mi var?) dediler. Evet, (Hz. Ali’nin kâfir ve zalim olduğunu yazıyorsunuz) dedim. Hiddetten gözleri döndü. Kızma, az dinle dedim:

Kitabın başında yazılmış ki: (Talha, Ali’ye sordu ki, Osman Kur’andan 70 âyeti, Ömer de, 80 âyeti çıkardı deniyor. Bu söz doğru mu? Ali evet doğrudur, dedi. Talha yine sordu ki: Değişmemiş olan Mushaf sende imiş, öyle mi? Ali, evet bendedir. Hem de, bu Kur’anın iki katı bende var, dedi. Sende bulunan Kur’anı Müslümanlara göstermeyecek misin? dedi. Eğer Ebu Bekir yerine, beni halife yapsalardı verirdim. Bana biat etmedikleri için, vermem ve vasiyet edip, kıyamete kadar evladımın elinde gizli kalacak, buyurdu.) Tefsirinizde böyle yazıyor.

Yahudiler, Tevrat’taki Muhammed aleyhisselamı bildiren 20 âyeti sakladıkları için, Allahü teâlâ, bunlara (Kâfir) diyor. Hz. Ali, Kur’anın iki mislini ki üç binden fazla âyeti saklamış oluyor. Bu yazınız ile, Hz. Ali’ye kâfir demiş oluyorsunuz, dedim.

Sebeci, şaşırıp kaldı, bir cevap veremedi. Daha sonra “Ben ne şii, ne de sünniyim, ben masonum” dedi. [Masonluğu da Yahudiler kurmuştur. Her tefrikanın, her oyunun içinde bir Yahudi parmağı niçin vardır?] Bu yalanları çıkaran kimseler, açıkça gösteriyor ki, ne şii, ne de sünnidir. İbni Sebe denilen bir Yahudi ve onun oyununa gelen zavallılardır. (Tezkiye-i ehl-i beyt)

Sünnilerle Alevileri yakınlaştıracak en güçlü ortak ittifak noktası Kur’andır.Bu Hz.Ali ve zamanındakiler için geçerli olduğu gibi zamanımızdakiler içinde aynen geçerlidir.

Zayıf ve mantık dışı bir görüşde olsa,bazılarınca Kur’anın Hz.Alide olduğunu onunda bunu gizlediğini söylemek hayatı Kur’an uğruna geçen böyle bir şahsiyete iftiradır.

“Lâkayd Emevîlik nihayet Sünnet Cemaate, salabetli Alevîlik nihayet Râfızîliğe dayandı. Hem zalime karşı miskinliği esas tutan Hristiyanlık,nihayet tecellüd; cebbarlığa ve zalime karşı cihad, izzet-i nefsi esas tutan İslâmiyet eyvah nihayet miskinlikte karar kıldı.”[10]

Alevilik konusunda daha önce de yazmıştık

Alevilikte inançta bir netlik yok,amel mutlak olarak zikredilir.Neye nasıl inanılacağı,nasıl bir amelde bulunulacağı hususunda bir netlik yoktur.Hz.Aliye mensubiyet söz olarak söylenildiği halde yaşantıda tamamen taban tabana zıd bir yaşayış içerisinde bulunulmaktadır.

Farklı noktalara isnad edilmektedir.Aynı kaynaktan istifade edilmemektedir.Birinci kaynak Olan Hz.Ali veya onunda kaynak kabul ettiği Kur’an-a bağlılıkta tam bir netlik görülmemektedir.

Yeterli bilgiye sahib değillerdir,bilgilendirilmemişlerdir.

Kur’an-a şüpheli bakmakta,sahiplenilmekte veya yetersiz kalınmaktadır.

Ehli sünnete yakın olanlar;Caferiye,ehli beyt vakfı,cem evlerini temsil eden dedeler.Buna rağmen alt yeterli bir yaklaşıma sahib kılınmamakta,bilgilendirilmemektedir.

Bektaşilikle Hindulara bağlandırılmaya çalışılmakta,eski olaylar adapte edilmektedir.Sürekli bulanık tutulmakta,siyasetle iç içe bulundurulmaya çalışılmaktadır.Bektaşilik ve Rafizilik,Alevi ve Caferilerden farklı olarak değerlendirilmelidir.

Tabanla tavandakiler arasında tam bir mutabakat bulunmamaktadır.

İdeolojik ve siyasete hep alet edilmeye çalışılmışlardır.Bunun ise yeni yeni farkına varmakta fakat içinde bulunanlar devam etmektedirler.

İbadet gibi kavramlar,insana hizmet ve kalbime bak kabilinden yorumlarla geçiştirilmektedir.

Alevilikte Temsil problemi bulunmaktadır.Ehli sünneti Diyanet temsil ediyor dersek,ya Alevileri kim temsil edip bilgilendiriyor?

Herkesin ortak bir noktaya çekilip asgari müştereklerin tesbit edilmesi gerektir.

Aleviler dışlanmış mı,dışlamış mı?Her iki durumda söz konusu olmaktadır.

Alisiz Alevilik,İslamiyetsiz Alevilik haline mi getiriliyor ve getirilmiş?Alevilik Hz.Ali ile mezcedilmemektedir.Böyle bir durum olsa mesele kendiliğinden çözülecek ve bir çok ortak noktalarda birleşimle yoluna gidilecektir.

Sünni dayatması var mı?Pek denilemez.

Bir kısmı islamın içinde ama daha evrensele uzanma hesabı bilinçsizce yapılmaya çalışılıyor,islamın evrenselliği anlaşılamıyor.

Hakikat inkişaf olunca,şeriat irtifa olur denir mi?Yanlış olarak kendilerinin hakikata gitmekte olduğunu ifade ederek dini vecibelerden soyutlanmış olarak değerlendirmektedirler.

Alevi,ya ateistleştiriliyor ya da Sünnileştiriliyor mu,nereye adapte edilmekteler,yoksa her yere mi?Başı boş dolaşan koyunu elbette kurdun biri kapar.Belirsizlikler çok belirsizlikleri doğurmaktadır.

Caferi,şerri Allaha vermez.Allah’ı tenzih düşüncesiyle şerrin yaratılmasını Caferiler Allah’a vermezler.Oysa şerrin yaratılması ayrı şeydir,kesb ve işlenmesi ayrı şeylerdir.Yani Halkı şer,şerri yaratmak şer değil,kesbi şer yani şerri işlemek şerdir.Ateşin varlığının çok faydaları olmakla beraber kişi kendisi için şer yapabilir,bu da ateşin şer olmasını gerektirmez.

İçi boş bir sevgi öne çıkarılmaktadır.

Namaz kılmamaya Bektaşi örnekleri verilmektedir.

Bir Bektaşiye: “Ne için namaz kılmıyorsun?” demişler. O da: “Kur’anda:”La takrabus salate”var” demiş. Ona demişler: “Bunun arkasını, yani;”Ve entüm sükara”yı da oku” denildiğinde, “Ben hâfız değilim” demiş…”[11]

Nefis, devekuşu gibidir. Şeytan sofestaî, heva da bektaşîdir.”[12]

“Galib kardeşimiz Alevîler içinde Kadirî, Şazelî, Rüfaî Tarîkatlarının bir hülâsasını Sünnet-i Seniye dairesinde Hulefa-yı Raşidîn, Aşere-i Mübeşşere’ye

ilişmemek şartıyla muhabbet-i Âl-i Beyt dairesinde bir tarîkat dersi vermesini düşünüyor. Hakikat namına ve imanı kurtarmak ve bid’alardan muhafaza etmek hesabına ehemmiyetli üç-dört faidesi var:

Birincisi: Alevîleri başka fena cereyanlara kaptırmamak ve müfrit Râfızîlik ve siyasî Bektaşîlikten bir derece muhafaza etmek için ehemmiyetli faidesi var.

İkincisi: Hubb-u Ehl-i Beyt’i meslek yapan Alevîler ne kadar ifrat da etse, Râfızî de olsa; zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez. Çünki muhabbet-i Âl-i Beyt ruhunda esas oldukça, Peygamber ve Âl-i Beyt’in adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler. İslâmiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar. Böylelerini daire-i sünnete tarîkat namına çekmek, büyük bir faidedir.

Hem bu zamanda, ehl-i imanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar Alevîlerin fıtrî fedakârlıklarından istifade edip kendilerine âlet etmemek için Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır. Madem Nur şakirdlerinin üstadı İmam-ı Ali’dir (R.A.) ve Nur’un mesleğinde hubb-u Âl-i Beyt esastır, elbette hakikî Alevîler kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir.”[13]

Bir ramazan bayramı dönüşü altıncı sınıf öğrencilerimin geçen bayramlarını tebrik etmiştim.O sınıfın çoğu öğrencisi yatılı,aynı köyden ve alevi idiler.O saf ve temiz bir kalb ile kızın birisi kalkarak;Hocam bizim köyde bayram kutlanmadı,biz kutlamıyormuşuz,dedi.

Bende kendisine bu bayramın hepimizin bayramı olduğunu,Hz.Ali’nin de bundan farklı kutlamadığını ve onun örnek hayatından kesitler sunarak izah etmeye çalıştım.

Ve bu çocuk bu belirsizlikler içerisinde büyüyecek ve büyütecektir.

Bir alevi öğrencimde ramazan ayı ve mübarek gecelerde kendilerinin cem evlerine gittiklerini ve oraya saz çalmaya gelenlerin kendilerini eğlendirdiklerinden bahsetti.Ve orada bulunmalarının saz ve çalgı gösterisinden ibaret,manevi bir havayı teneffüs etmediğini ifade etmiş oldu.

Bir öğrencimde,sınıfta uzun boylu anlattığım namaz konusunu evde dile getirerek,neden kendilerinin de namaz kılmadıklarını söylemesi üzerine annesi,Sünnilerin caminin önüne Hz.Ali’nin resmini koyup,ona basarak geçmelerinden dolayı kılmadıklarını bana ilettiğinde şunu söyledim;Hz.Alininde küçük yaştan itibaren peygamberimiz ile birlikte namaz kıldığını,namaz emredildikten sonra küçük olduğu halde peygamberimizden ancak iki vakit namaz az kılıp tamamıya namazı terk etmeden kıldığını,şehid edilirken bile namaz uğrunda şehid edildiğini ve bazılarının da o namazda şehid edildiğinden biz namaz kılmıyoruz demesine karşı,eğer Hz.Ali yemek yerken öldürülseydi yemek yemiyecekler miydi,uyurken veya başka herhangi bir işle meşgul iken öldürülseydi onu yapmıyacaklar mıydı?

Birde zaten o zamanda resim denilen bir olay yoktu ki,cami kapısına resmi konulupta ona basarak geçilmiş olsun.Farzı muhal olarak bir kişi bile böyle yapmışsa buda herkesi bağlamaz ve kılmamaya bir özür teşkil etmez.

Bu durum bize birazda Agop’un halini hatırlatmaktadır.Düşündürmesi sebebiyle yazmaya fayda görmekteyim:

Yahudi olan Agop hanımına Yahudilikten vaz geçeceğini söyler.Hanımıda sen bilirsin,der.Hahambaşına gelerek Yahudilikten ayrıldığı söyler ve bir papaza gelerek;Ben hristiyan olacağım fakat önce araştırmak istiyorum,der.

Papazda buna gerekli kitapları verir ve Agop hristiyanlığı araştırarak kafasına yatmadığını papaza bildirerek dinlerine girmeyeceğini söyler.

Nihayet Müslümanları temsilen bir Müftüye gelerek Müslüman olacağını ancak önceden araştırmak istediğini söyler.Müftü beyde kendisine gerekli kitapları verir.Araştırmasını ister.Çünki bir elbise değiştirme değilki hemen oracıkta değiştirsin.

Ancak Agop islamiyeti araştırırken ecel vaki olur ve ölür.

Hanımı kocasını Yahudi mezarlığına götürür,kabul etmezler.Hristiyan mezarlığına götürür onlarda hristiyan olmadığını ifade ederek kabul etmezler.Müslümanların mezarlığına koyacağı sırada onlarda daha Müslüman olmadığını söyleyerek kabul etmezler ve Agop kendi dininden ayrıldığı diğer dinleride kabul edemeden öldüğünden ortada kalır.

Hanımı baş ucuna eğilerek şöyle ağıt yakar;Agop Agop!Musayı kızdırdın,İsayı küstürdün,Muhammedi de bulmadın,kaldın ortada kaldın ortada…

Sünniler dini konularda bu kadar bilgilendirilmeye sahibken yetersiz kaldıkları halde,Alevilerin bunlardan mahrum olarak ne derece yetersiz olacakları düşünülsün!!!

Mehmet ÖZÇELİK

29-01-2004

[1] Enam 115.

[2] Hicr 9.

[3] Bakara 23-24.

[4] İsra 88.

[5] Nisa 82.

[6] Hakka 44-47.

[7] Fussilet 41-42.

[8] Ankebut 51.

[9] Ankebut 48.

[10] Sünuhat.21-22.

[11] Şualar 284,Tarihçe-i Hayat 414,Muhakemat.15.

[12] Mesnevî-i Nuriye 183.

[13] Emirdağ Lâhikası-1 242.




GÖZ YAŞI ÇARESİZLİĞE ÇAREDİR

GÖZ YAŞI ÇARESİZLİĞE ÇAREDİR

Her ne kadar ağlamak kalbi dağlamak olsa da,gerçekte kalbe ve içe dalmaktır.Kendini bilmek,kendine gelmektir.İlahi dergaha bir tazarru ve niyazda bulunmaktır.Tıpkı ağlamasıyla büyük bir güce sahib olan çocuğun anne ve babasını,çok büyükleri etrafında koşturup döndürmesi,yardımına koşturması gibi…

Kul da acz ve fakrıyla ağlayarak dergahı ilahiyeye hacatını arzetmesiyle tüm sebebleri arkasın atahşide vesiledir.

Damlalardan deryalar oluşur.Büyük bir enerjik güce sahibdir.Allah’a yönelip ağlayan,göz yaşları akıtan bir göz,bir kalb de çok barajları çalıştırır,enerji üretir.

Cehennem ateşini söndürecek tek yol göz yaşıdır.

Biriken umumi göz yaşları zulüm ateşini söndürür,gidişi aksine döndürür.

Ağlayabilmek bir seviye,ağlayamamak bir seviyesizliktir.

Bu göz yaşları bazen gözden bazen kalbden bazen de vicdan gibi duygulardan damlar.

Deva için ya gelin ağlaşalım ya da uğraşalım.

Ağlamak erkeğe yakışmaz denir.Ağlamak kadına atfedilir.Oysa bu ağlama ne için ve kimin için ağlanıldığına göre değişir.

Acziyette büyük bir kuvvet,kudrette büyük bir acziyet olup ters orantılıdır.

Allah’a karşı gösterilecek acziyette de dağları yerinden oynatacak,yıldızları gölgede bırakacak büyük bir güç vardır.

İslam aleminin dştüğü zillet;uğraşmayı ve ağlaşmayı bilmemesindendir.Akıllar dumur uğramış,kalpler katılaşmış.

Bir çok evliya bulunduğu makama gözyaşlarının kendilerini yükseltmesiyle yükselmişlerdir.

Gözyaşıyla yumuşayan kalb,çok katı ve sönmemiş kalbleri de kendisiyle beraber yumuşatır.

Gözyaşı değeri ifade eder,değerlidir.Basit şeyler için akıtılan bu değerler,o nisbette değerini kaybeder.

Gözyaşlarıyla huzur bulunur.Tıpkı göğün ağlaması demek olan yağmur,çok kurak,çorak toprakları,tohum ve çekirdekleri güldürür,gülleri açtırır.

Gözyaşı da bir rahmet gibi çok baharlardan haber verir.

Bulutlanıp su ve yağmur ile ağlamayan gök ve bulutlar kasavet verir.

Alemimiz de ve çok İslam aleminde bulut çok,yağmuru indirecek durum olmadığından her tarafı kasavet ve karanlık kaplamış.Genelde yağmurdan sonra gülen gözüyle güneş açar.İslam aleminin bugün o güneşi doğduracak hale büyük bir ihtiyacı vardır.

Peygamberimiz duaları esnasında şöyle duada bulunurlardı:”Ya Rab!fayda vermeyen ilim,doymak bilmeyen nefis,azabtan korkmayan kalb ve yaşarmayan gözden sana sığınırım.”

Cenâb-ı hak Hz.İsa’ya olan vahyinde.”Ey İsa,bana kalbinden huşu,bedeninden huzu’,gözlerinden göz yaşı hediye et ki,ben de mukabilinde seni yakınlığıma nail edeyim.”(Edeb-üd Din)

Gözyaşı rahmeti celbe vesiledir..o da en kısa ve keskin yoldan…

Gözyaşı ırmak olsun aksın,çok bahçelerin çiçeklerini açtırsın,ve etrafa kokusunu ve feyzini saçsın…

Gözyaşı temizleyicidir.Halimize ve geçmişimize ağlamak onlardaki kiri gidermek,geleceğe gülerek gitmektir.

Gözyaşı keffaretüz zünub ve cehennemden azaddır.

Hz.Adem zellesi sebebiyle cennetten çıkarılmış ve yıllarca Havva ile ayrı kalarak günahlarına ağlamıştı.Temizlenip aklanmaya ve kavuşmaya sebeb oldu.

Göz penceresinden alemi seyreden ruh,gözün yaşıyla da aleminin rengini değiştirmektedir.

Gözün yaşı özün yaşıdır.Özden gelip öze dönmek içindir.

Bitkiler,hayvanlar,insanlar göğün ağlamasına hasret ve intizar etmektedirler ta ki gülmek için…Aksi ise ölmek demektir.Yeryüzü onunla hayat bulacak,hayat olacak…

Onun gibi de;göz yaşı hayattır,hayata bakış,hayata geçiştir.

Ağlamak,dertleri içden dışa atmaktır.Bir devadır.Depresyonu azaltır.Ağlıyamamak ağlanacak bir hal,diğer bir ifadeyle halsizliktir.

Hanım babasının vefatında ağlıyamamış,bunun üzerine aklını kaybedecek hale gelip,sakinleştiriciler ile bir derece kendine gelebilmişdi.Hatta bunun sıkıntısı uzun müddet devam etmişti.Kardeşi ise ağlamakla rahatlamışdı.İçteki birikimi birisi dışarı atarken,diğeri içerisinde birikerek sıkışan bomba etkisi gibi patlak vermişti.

Gözyaşı bir serumdur.

Gözyaşı rahatlamaktır.

Gözyaşı acıyı dökmek,atmak,gidermektir.

Gözyaşı vücudun deşarzıdır.

Göz yaşsız göz ve kişi kurak bir tarla gibidir.

Gözün aydınlığıdır göz yaşı

Hüznün sonu,sevincin başlangıcıdır göz yaşı.

Neşenin ve gülmenin başlangıcıdır,habercisidir.

Gözü besler,vücuttan zararlı maddeleri dışarı atar.

Bedene sıhhattir.

İlahi rahmet kapısını çalmaktır.

Acziyetin kudrete ilticasıdır.

Rahatlatır,dinlendirir,temizler.

Göz yaşı rahmet ve merhamete,sevgi ve acımaya sebebtir.

Hadiste:”Allahım!Yaşları ile kalbe şifa veren sel gibi akıcı iki göz ver bana.”

Hz.Âişe ise:”Alahım,bana cehennemi söndürecek kadar gözyaşı ver…”

Bütün çabalar göz yaşlarını dindirmek içindir.Zulümler ise sindirmek içindir.Gözyaşlarını bitirmek içindir.

Allah gözyaşı ile yoğrulan bir mümine cehennemi haram kılmıştır.

İslamın doğuşunda gözyaşı vardır.Hicrette gözyaşı vardır.Kur’an-ın inişi gözyaşlarını dindirmek vesilesiyledir.Diri diri gömülen kızların ağlamalarıdır ki;”O diri diri gömülenler hangi günahlarından dolayı gömüldükleri sorulacak…”âyeti gibi âyetlerin inmesine sebeb teşkil etmiştir.

-İbni Abbas (ra)dan:( Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

“İki göze asla cehennem ateşi dokunmaz;Biri Allah korkusundan ağlayan göz,diğeri Allah yolunda nöbet tutan göz.”[1]

“Ağlayın su yükselsin

Belki kurtulur gemi

Anne seccaden gelsin

Bize dua et e mi?”(N.F.Kısakürek)

Yunus peygamberin göz yaşları ağır basmış,deryayı aşmış,balık Yunus,Yunus da yüzmeye başlamıştı.Tıpkı Yunusun balığın içinde yüzdüğü gibi…

Âyetlerde:”Artık kazandıkları günahın cezası olarak az gülsünler çok ağlasınlar”[2]

-“Yatsı vaktinde ağlayarak babalarına geldiler.”[3]

-“Ve ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanırlar. Hem de bu Kur’ân’ı işitmek onların Allah’a teslimiyetlerini daha da artırır.”[4]

-“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden Adem, soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımızdan İbrahim ile İsmail’in soyundan hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendirler. Kendilerine Rahmanın ayetleri okunduğu zaman, ağlayarak secdeye kapanırlardı.”[5]

-“Sonuçta ne gök ağladı üzerlerine, ne yer; nede kendilerine bir mühlet verildi.”[6]

-“Doğrusu güldüren, ağlatan O’dur.”[7]

-“Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?”[8]

06-11-2003

Mehmet ÖZÇELİK

[1] Rüdani.C.3/191.Cem’ul Fevaid-6092.

[2] Tevbe.82.

[3] Yusuf.16.

[4] İsra.109.

[5] Meryem.58.

[6] Duhan.29.

[7] Necm.43.

[8] Nemc.60.




EZANIN KERAMETİ

EZANIN KERAMETİ

Adanalı bayan bir doktor.Okumuş ve sonunda doktor olmuştu.Denildiği gibi bazen aşk ferman dinlemiyordu.Çünki fermanda bir Müslüman erkek gayrı Müslim bir bayanla evlenebileceği halde,bir müsliman bayan gayrı Müslim bir erkekle evlenememektedir.Sebeb olarak doğacak olan çocuğun hukuken babaya tabi olmasıdır.

Yunan asıllı bir iletişim mezunu vatandaşla evlenmeye karar verir ve evlenirler.Anlaşmaları sonucu Adanaya gelmeye karar verir ve orada yerleşirler.Mutlu bir aile hayatı sürmektedirler.

Yunan asıllı hristiyan inancında olan bu kişi bir sabah vakti erkenden duyduğu yanık ezan ile uyanır ve yatakta oturarak ezanı sonuna kadar dinlemeye başlar.Ezanı dan fazlasıyla etkilenmiştir.Özellikle sabah ezanı..

Bu ezanında etkisiyle olsa gerekki çok geçmeden bir rüya görür.Sakallı,nur simalı bir ihtiyar kendisine-namaz kıl-der.

Gece sabah namazı vaktine yakın bir saatte gördüğü bu rüyanın etkisiyle kalkar,sabah ezanında hanımına suyu getirttirip abdest alarak namaz kılmaya başlar.

Artık hayatında kendisi için ayrı bir sayfa açılmıştır.Sabah ilk iş olarak müftülüğe gidip kelime-i şehadet getirerek Müslüman olur.

Kâinatta hiçbir şey yokluğa gitmemektedir.

Tıpkı 1969-da aya ilk ayak basan Amstrong-da ayda hiç işitmediği bir ses duymuş ve ne olduğunu çıkaramamıştır.

Yıllar sonra bir gün Mısırda gezerken bir ses duyar ve hayrette kalır.Etrafındakilere bunun ne olduğunu sorduğunda cevaben onlar;Bunun Müslümanları namaza çağırmak için okunan ezan olduğunu söylemeleri üzerine,bu sesi yıllar öncesinde kendisinin ayda duyduğunu ancak ne olduğunu anlıyamadığını söyliyerek ezanla hidayete gelir…

Namaz kılmayanların bile özellikle sabah ezanını dinlemek üzere kalkıp yatakta oturarak dinlemesi,o ezanın huzurunu iç dünyasında duyması ve bulması ezanın kerametindendir…

Mehmet ÖZÇELİK

16-03-2004




CHP’NİN TARİHİ SERÜVENİ

CHP’NİN TARİHİ SERÜVENİ

:..CHP Türkiye Cumhuriyetininin kuruluşu ve kurucusu ile beraber süregelmiş,İnönü ile jandarma devleti olan tek şef dönemini yaşamış,daha sonra kominist,sosyalist ve solculuk ideolojisinin temsilciliğini devam ettirerek bir asra yakın süredir bunun savunuculuğunu yapmış bir parti ve temsilcilerinden oluşmaktadır.

Oysa savunulan kominizmin bilançosu:

“Komünizmin dünyaya getirdiği ölü sayısı yaklaşık olarak 100 milyondur; Rusya’da 20 milyon, Çin’de 65 milyon Vietnam’da 1 milyon, Kuzey Kore’de 2 milyon, Kamboçya’da 2 milyon, Doğu Avrupa’da 1 milyon, Latin Amerika’da 150 bin, Afrika’da 1,7 milyon, Afganistan’da 1,5 milyon ve uluslararası komünist hareketin ve iktidarda olmayan komünist partilerin neden olduğu 10.000 civarında ölü.”[1]

Bugünlerde ise Mustafa Sarıgül’ün başlattığı dindar portresi ile bu parti sarsılmaktadır.Adeta sağ ile sol arasında bir köprü oluşturması için ortam hazırlanmaktadır.

Ancak buda birçokları gibi,bu tesisi kuranlarca tekrar kaldırılmaya çalışılmaktadır.Tıpkı ortadoğuda Saddam,Hafız Esad ve buna benzer rejimi tesis edenlerin bugün çeşitli bahanelerle bunları ortadan kaldırma çabaları gibi…

İpimizi bağlayanlar azar azar salmaktalar.Tıpkı yıllar öncesinden diktatörleri getirenlerin bugün onları götürmeleri gibi…

Bu bir çatırdama ve bitiş mi,yoksa oluş mu?İstikrar ve istikametin sarsıldığı bir yerde bu ses bir çatırdamadır.

Bu partide de diğer partilerde olduğu gibi;alt kesimle üst kesim arasında hat kopukluğu yaşanıp,birbirlerini yeterli derecede temsil edememektedirler.

Dün olduğu gibi bugün de,CHP birinci derecede fakirleri savunup onların partisi olduğunu iddia ederken,nedense en az oyu onlardan almış ve en çok oyuda üst ve bürokrat kesimden almıştır.

Alt kesimin yeterli olmasa da dine yakınlılığı herhangi bir sebeble sürdürülebilir,namaz kılanlar bulunabilirken,siyasi çehrede bu durum ve dine cephe alma açıkça kendisini göstermektedir.Bazen bu dindarlara kızma adıyla dine sataşma yoluyla da sürdürülür.

-Sol başlı başına Türkiyede ve dünyadaki haliyle ele alınıp işlenmesi gereken bir iddia olup,incelenmesi ve irdelenmesi gerekir.

Neyin taraftarı ve savunucusu?Neyin muhalifi ve düşmanı?

-Solculuk edebiyatı ve Fakirlik edebiyatı yıllarca CHP tarafından sürdürülmüştür.

Solculuk ive sağcılık ile hep kavga ortamı körüklendi.

Din hep hayattan soyutlanıp ya ihrac edildi veya en ılımlı haliyle vicdanlara hapsedildi. Din vicdanlara hapsedilebilir mi?Oysa bu durumda dini hayattan soyutlamak olmaz mı?Yüzde doksansekizi Müslüman denildi ancak hep onlara muhalefette bulunuldu.

Nitekim öğretmenlikten emekli olan bir sınıf öğretmeni kendisinin yıllarca kullanıldığını ifade ederek,yanıldığını dile getirmişti.Ki bu durumda olanlar ve duyulanlar azımsanmayacak kadar çoktur.

Peki bunun yıllardır kendi düşüncesi doğrultusunda yanlış yetiştirdiği öğrencileri ne olacak?Bu işin geriye dönüşü de yok…

Dün inkâr edenler bugün inanmaktadır.

” En ünlü ateist: Artık Tanrı’ya inanıyorum

Reading Üniversitesi’nden emekli olan felsefe profesörü Antony Flew 50 yıldır savunduğu inancından çark etti. 81 yaşındaki Flew gerekçesini ise şöyle açıkladı: “Hayatın var olması için gereken ve içinde inanılmaz bir karmaşık düzen barındıran DNA araştırmaları, hayatın var olmasının ardında zeki bir varlığın bulunduğunu gösteriyor.” 1950’de yazdığı “Teoloji ve Aldatmaca” adlı makalesi birçok dilde 40 baskı yapan Flew’in Tanrı’ya dönüşü, şu ana kadar onun fikirlerinden etkilenen ateist çevrelerde de büyük tepki uyandırdı.

Londra’daki University College’ın biyoloji profesörlerinden Lewis Wolpert, “Sadece bir filozof bu kadar budala olabilir. Gerçek şu ki Tanrı’nın varlığını kanıtlayacak bilimsel bir veri yok” diyerek tepkisini dile getirdi. Babası rahip olmasına rağmen 15 yaşından beri kendini ateist olarak tanımlayan Antony Flew, “İnsanların benim önceki fikirlerimden etkilendiğini düşünecek olursak, sebep olduğum bu büyük zararı telafi etmeye çalışacağım” diyerek özür diledi.

Dünya çapında yankı uyandıran açıklamasında Flew, yeni bilimsel keşiflerin, evrenin yaratılışının arkasında ilahi bir varlığın bulunabileceğini gösterdiğini söylerken, Danvin’in Evrim Teorisi’nin kendisini tatmin etmediğini de belirtti. İlk canlının cansız bir maddeden türemiş olabileceğine inanmadığını ifade eden profesör, bununla birlikte, bir Hıristiyan olmadığını, ayrıca Hıristiyanlık’la İslamiyet’teki tanrı inancına katılmadığını savundu.

23 kitabı var

Tanrı’nın varlığının ispatının ya da yalanlanmasının imkansız olduğuna inandığı için kendini “olumsuz ateist” olarak tanımlayan Flew, Oxford, Aberdeen ve Keele üniversitelerinde de eğitim vermişti. Profesör, halen 23 kitabından biri olan “Tanrı ve Felsefe” adlı çalışmasının giriş bölümünü, yeni edindiği fikirlere göre değiştirmekle uğraşıyor.”[2]

-CHP başta devlet partisi olarak kuruldu ve devlet partisi olarak sürdürüldü.Devlet ve rejimi koruma uğruna halk feda edildi.Ona göre;halk devlet içindir,devlet halk için değildir.Bundan dolayı da insanlar standart olarak devlet elbisesine göre biçimlendirilerek,daha doğrusu budanarak bir acubeye benzetilmiş,devlet elbisesi o insanlara göre ölçülüp biçimlenmemektedir.

-163.maddeyi arzulayarak inanç ve fikir özgürlüğünün önünün alınmasını istemektedir.

-Fakirlerin partisi olup,onları savunduğunu ifade ettikleri halde oylarını hep zengin kesimden almakta ve onlara hizmet götürmektedirler.Nedense genel başkanları dahil önemli bir kısmının zenginleri züğürtlerin çenesini yoracak kadar fazladır.

-Dini kesime olan tahammülsüzlüğü devamlı içte dinle bir bağlantılarının olmadığını en baştakiler tarafından seslendirilmektedir.Bir tahammülsüzlük ve hazımsızlık görülmektedir.

Bediüzzaman Said Nursinin tesbitiyle;bu partinin içinde bulunan militan tipli yüzde beş,yüzde doksan beşi yönlendirmektedir.

-Yapılan araştırmalar bu partinin hızla düşüş içerisine girdiğini göstermektedir.Seçimlerde bir başarısızlık ve oylarda bir düşüş gözlenmektedir.Mevcut oylar dahi bir iyileşme temenni ve dileğiyle verilmektedir.

-Bir üretim ve proje üretememektedir.Kendisi ve taraftarları için muhalefeti seçmiş bir partidir.Üretilen projelere dahi engel olma yoluna gitmektedir.

-Başbakan Tayyib Erdoğan-ın bu parti için söylemiş olduğu;-Kökü Bereketsiz-sözüne karşı Genel Başkanları Deniz Baykalın mahkemeye vereceğini söylemesine karşı,benim tavsiyem odur ki;yapacaklarıyla böyle olmadıklarını isbat etmektir.

-İşte ürettikleri ve meclise sundukları tasarılardan birinde,18 yaşından küçük çocuklarda kahvehaneye gidebilsinler diye meclise bir önerge vermekteler.Odda bunun zeka açtığını öne sürerek..teklifi sunandan belli değil mi?

-Bu parti devletçi bir partidir.İsmi Halkçıda olsa kendisi devletçi bir partidir.

-CHP hala değişememekte ve değişime ayak uyduramamaktadır.

-İşte CHP milletvekili Ali topuzdan inciler:”İslam bizim öz kültürümüz değildir.”

-Başörtüsü taktığı için meclisten çıkartılan Milletvekili Merve Kavakçıya yazdığı “Başörtüsüz Demokrasi”adlı eserinde;CHP zihniyetince yapılanlar şöyle anlatılmaktadır:”DSP’li vekillerin ayağa kalkarak bir ağızdan”Dışarı!Dışarı”diye bağırdıklarını ve alkışla tempo tuttuklarını duyuyorum.Başım dik,gönlüm ferah,ancak kalbimin hızla atışına engel olamadan onları şaşkınlıkla seyrediyorum.

DSP’liler çağrışmalarına devam ederken dönüp bu olanları seyreden suskun gruba bakıyorum.O –rekek-olmakla övünen MHP’lilere,”Başörtüsü meselesini Refah Parisi çözemedi,bizler çözeceğiz”diyenlere,evlerinde eşleri,kız kardeşleri,yeğenleri,hatta kızları başı örtülü olanların sessiz kalışlarına hayretle bakıyorum…”

Bülent Ecevit:”Burası,devletin en yüce kurumudur.Burada görev yapanlar,devletin kurallarına,geleneklerine uymak zorundadırlar.Burası devlete meydan okunacak yer değildir.Lütfen Bu kadına Haddini Bildiriniz!”

-Falih Rıfkı Atay:”Lenin ve Atatürk öldüyse,Stalin ve ismet İnönü başımızdadır.”sözü..

“Bu memlekete kominizm gelecekse onu da biz getiririz.”bir yıllardır savunulan CHP zihniyetidir.

H.C.Güzel:” Seçim ortamında, aynı zamanda bir siyasî parti lideri olan Başbakan’ın, “CHP’nin kökü bereketsizdir” demesinden niçin bu kadar gocunuyorsunuz? Bu, 50’li yıllardan bu yana, siyaset arenasında söylenen sözlerin en hafifidir. Lâkin yarası olan gocunur. Başbakan’ın söylediği gibi CHP, “kökten bereketsiz” bir partidir. Yani, çok partili hayata girdiğimiz 1946’dan bugüne, CHP’nin bir tek bereketli, verimli, olumlu işini gösterebilir misiniz? “,” Deniz Baykal, pek kızmış, pek gücenmiş… “Sizi Ali Topuz’a havale ettim” diyor. Ali Topuz da, Başbakan’ı Hitler’e benzetiyor. Aynı zamanda acı bir itiraf olan “Hitler de oy alıp seçimle gelmişti” benzetmesiyle gülünç duruma düşüyor. Topuz, unutmasın ki, II. Dünya Savaşı sırasında Hitler’le flört edenler CHP yöneticileriydi. Üstelik, Türkiye’yi yıllarca Nazi öntemleriyle idare edenler de onlardı.”

-AP eski milletvekili Rasim Cinisli-nin de ifade ettiği gibi;”İhtilalin içinde İsmet Paşa ve CHP vardı.”Abdulmelik Fırat’ta teyid etmektedir. Ve devamla:”27 Mayıs demokratik devlet hayatının belini kırmıştır.Bir müdahaleler dönemini başlatmış,öte yandan demokrasiye müdahale kültürü oluşturmuştur.

…27 Mayıs demokrasinin kendi kuralları içinde gelişmesini ve olgunlaşmasını önledi,milli irade dışında yol arama heveslerini ise güçlendirdi.Öyle ki artık siyasetçiler millete bakmak yerine içerdeki ve dışarıdaki bazı güçlere bakar oldular.27 Mayıs milli irade üzerine vasiler tayin edilmesidir.Milletin iradesinin elinden alınmasıdır.Hikmeti hükumet dediğimiz iktidar olma cevherini milletin elinden alıp başka güçlere terslim edilmesidir.”

Durumu değerlendiren Ali Fuat Başgil e göre ise:”Memleket azgın bir denizde kırık bir tekneye benziyor.Nereye varacağını şu an ben de kestiremiyorum.”

Kara gözüküyor mu?diyenlere ise.”Ben kara göremiyorum.Bu ihtilal Türkiye’yi en az elli yıl geriye götürmüştür.”dedi.

-CHP’lilerin ihbarıyla ve Celal Bayara göre Türkiyenin her tarafından 150 bin kişi hakkında ihbar yapılıp toplattırıldı.[3]

Değil Türkiyedeki dünyadaki tüm deterjanlar dahi toplansa 27 mayısın kirlerini temizlemeye yetmez.Lekeli bir dönem

Başta başbakan Adnan Menderes olmak üzere bir çok kişi kendilerine yapılanlardan dolayı intihara teşebbüs etmiş,bir kısmı son anda kurtarılmıştı.

Tarihe ve ülkücülere not düşmek gerek;O zamanda Milli Birlik Komitesi üyesi olan Alpaslan Türkeş’in ajans haberleriyle ihtilal haberleri duyulmuştu.Türkeş ihtilalin neresindeydi?Şu an neresindeler?

Zira Menderesin en büyük suçu! Ezanı aslından yani Arapça olarak okutturmasıydı.Bin öğrenciyi kıyma makinasında kıyma,bebek-köpek maması iftiraları da cabası…

27 mayısta ihtilalciler yedi bin subayı ordudan atmışlardı.[4]

27 mayıs gayrı meşru yeni bir çocuğun doğuş dönemidir.Zir bu 71,80 ve 28 Şubat-1997-yi tetiklemiş oldu.

Egemenlik kayıtsız ve şartsız güçlü,silahlı ve iktidarı elinde bulunduranındır!

Biraz batı kültürü okuyan Derviş:”Birinin özgür seçişini ifade ediyorsa türbanla hiçbir sorunum yok.Bu,birçok genç hanımın kendi iradesiyle seçtiği bir şey.”der.

İhtilalin şakşakcılığını üniversiteler yapmıştı.Şimdilerde de öyle.Cüppeli çiftçiler,fırtına bekliyor.Adeta asırlar gibi gelen 1,5 yıllık açık hava,puslu havayı sevenleri sun-i olarak puslanmaya ve paslanmaya yönlendirmiş.Şimdi hava raporu;ziyaretçilerin çiçek yerine lokum getirmeleri duyurulur…

-Cumhur-un başı olan bir kimse Ahmet Necdet Sezer bile bu ülkede İmam-Hatipleri tehlike saymaktadır.İmam-Hatipler ise onu tekzib etmektedirler.

-Türkiye Barolar birliği başkanı Özdemir Özok:”İmam Hatip lisesi mezunu bir başbakanı içime sindiremiyorum.”diyebilmektedir.

Kendisine tavsiyemiz ise,önce Nörolog ve Psikoloğa daha sonra da midesini tedavi ettirmeye davet ediyoruz.Mutlaka bir bozukluk çıkacaktır.

Bir de ortaya çıktı ki,meğer başbakanlıktan 90 bin euro istemiş,vermemişler.Demek sindirim sistemini bozan paraymış.

İmam-Hatiplileri içlerine sindiremiyenlerin boğazında kaldı,boğazında kalsın.Dar boğazlar…Dar boğazlılar…

İmam-Hatib meselesi tüm okullara da aynı sistemin teşmil edilmesiyle çözüme kavuşturulur ve eğitime katılım kızlı erkekli olarak ve istekle artış sağlanmış olur.

Oraların imam yetiştiren yerler değil,topluma maddi manevi aktibvite,kalite ve değerler kazandıran yerler olarak düşünülmesi gerekir.

Aslında temel çözüm Tevhid-i Tedrisat Kanununun bir daha gözden geçirilerek düzenlenmesi,eğitimin ve kalitenin önünü tıkayan bu problemin kaldırılması gerekir.

Sadece imam-hatib değil,topluma bir kazanç sağlayacak ve üniversitelerin önündeki yığılmaları kaldıracak olan tüm meslek liseleri 28 şubatla en büyük darbeyi yemiş oldu.

27 Mayıs,12 Mart,12 Eylül,28 Şubat hep çözüme yanaşmamanın bir ürünüdür.Kendi çiftlik gibi diş kulelerindeki taşlarının oynamamasını isteyenlerin hantallığıdır.

Çözümsüzlükte çözüm,gerilimden kazanç aranmaktadır.

Bugün hukukçular,anayasa mahkemesi üye ve başkanları her biri bir gazete köşesinde yazı yazmakta veya bir şirkette görev almakta veya bir partiye üye ve aday olmaktadır.Demek bu işin yolu,iş bulmadan önce önce çatacaksın,sonra işin hazır.Demek bu insanların bir bildikleri varmış!Elbette ben onlardan iyi mi bileceğim,onlar hem o kadar okumuşlar ki….

Sol partilere ihtiyaç var deniliyor,adeta olması,gelişmesi ve devamı için her uygun zemin hazırlanıyor.Bu adeta virüslere ve menfiliklere müsaade etmek gibi bir şey.Elde olmadan veya istenilmeden olması halinde elbette mücadele edilir.Yayılmacılığına değil,yayılmamasına çalışılır.Zorla kavga edecek kişi aramaya gerek yok.

Ancak yanlış ifade edilen bu sözün doğrusu ise,müsbet tenkidin yapılması veya her zaman ve heryerde olmaksızın muhalefetin olması bu olabilecek bir haldir.

-Ülkücülük hareketi ve MSP ve devamı olan fazilet ve refahın bir iki sene arayla tamamen dibe vurup,liderlerinin eliyle bitirtilmesi hiç de tesadüfi değildir.Adeta bu partileri yönetenler değil de kuranlar tekrar kurdukları gibi yıktılar.Belki miadı doldu,belki ifade etmesi gerekenler ifa ve ifade edildi.Ayrı bir sayfa açılması gerekiyordu.Yıkılan ve heba edilen yıllar ve onların kalıntısı ise tarihin derinliklerine gizlilikleri ile beraber gömülmüş oldu.samimi olanlar buna kurban gittiler.En za kırk yıl yani bir nesil kavgayla kendi dönemlerini kapatmış oldular.Geriye bir burukluk,bazen hala süregelen bir inad,hayse beyseler,şaöyle olsaydı böyle olacaktılarla yapılan avunmalar.Kayıpları ödeyecek ve de ödetecek ise hiç kimse!

CHP’yi de aynı akibet beklemektedir.

Ancak bir ihtimal ölümünü değilde,ömrünü uzatabilir;Yıllardır partinin içinde bulunup ılımlı ifadelerde bulunan Zülfü Livaneli’nin sözleri uygulama ve fiiliyata dökülmeyince bir netice vermedi.Ancak Şişli Belediye Başkanı Mustafa sarıgül’ün,yıllardır içerisinde enerjinin biriktiği ve bir patlama anını kollayan partinin fay hattının oynamasına,düğmenin basılmasına sebeb olan hem sözlü ve hem de uygulamaya yönelik ılımlı çıkışları bu partinin ölüşünü dönüşüme çevirerek uzatmaya sebeb olabilir.

Bu partinin ömrünün dolduğunu Bülent Ecevit de söylemektedir.Ancak onunki biraz politik olup zaten ölmüş olan kendisini diriltmeye yönelik bir çaba ve çırpınmadır.Yüzde yirmi ikilerden yüzde birlere düşmenin sancısının neticesidir.

Zülfü Livaneli bir demecinde:”Partinin (CHP) kurtuluşu özgürlükçü,demokrat,Türkiye’de bütün kesimlerin kardeşçe yaşamasını öneren ve AB’ye yönelen bir yapıda.Katiyen sol değil.Solun ne anlam içerdiğini artık kimse söyleyemez.Sol ne demek,hangi sol?Kamboçya’da bir milyon kişiyi öldüren Pol Pot solu mu?Tony Blair gibi Irak’ta savaşan sol mu?Sol’u bana kimse anlatamaz artık.Sol dedikten sonra soru işaretleri başlıyor.CHP geçen süre içerisinde Kürt ve din hareketlerine karşı Türk milliyetçiliği ve Cumhuriyet refleksine kaydı.AKP,AB’ye daha çok sahip çıktıkça,CHP’de rejim koruma refleksine daha çok giriyor.”[5]

Bu durumda Zülfü Livaneliye sormak gerek.Tanımlayamadığın solu yıllardır millete zorla kabul ettirmeye çalışmana ne demeli?Yıllardır milleti aynı durakta durdurmanın bedelini kime ödetmeli?Kim ödemeli?Yine dediğin gibi,sol ve rejim adına yine bu millet harcanmadı mı?

Demekki korunan ve sahiblenen millet değil,rejim ve devletmiş…Harcanan ise millet…

Görünürde bunun sorumlusu;İsmet İnönü,Bülent Ecevit,Deniz Baykal,Erdal İnönü…Geride ise sizler ve partiye oy verenler…

CHP ciddi manada seksen yıllık geçmişini arkasına atarak değil de,gözünün önüne alarak genel muhasebesini yapıp,halka rağmen hakl particiliği yerine halka kulak verip,halka inip ve dinleyip ona göre kararlar almalıdır.

Mesela,Deniz Baykal bir iki yarımca denemeler yaparak başörtülü öğrencilere yönelik iyimser mesajlar vermeye çalıştı.Bu durumu çözme manasında öncülük etseydi ne kaybeder,neler kazanırdı?

CHP hükümet yerine muktedir muhalefeti tercih etmektedir.Kazanmasa da iktidarlığı elinden bırakmamanın hazımsızlığı ve sıkıntısını topluma çıkarmaktadır.

Tüm Türkiyenin partisi olmak istiyorsa,dar düşünce ve uygulamalardan vazgeçerek,herkese yönelik kucaklayıcı politikalar yürütmesi gerektir.

Azınlık uğruna çoğunluğu dışlayan değil,herkesi kucaklayan olmalıdır.

Seksen yıl önce millete biçilen bu elbiseler artık sıkmakta ve dar gelmektedir…

-Biz gidenlerden siz gelenlere mesajlar.Bizler kaypak bir zeminde yetişen nesilleriz.O kaypaklık ise hala varlığını sürdürmektedir.Kavga ortamında büyüdük.Manevi kıtlık,maddi kısırlık,internetin son anlarında da olsa ucundan yakaladık.İmkansızlıklar içerisinde büyüyen bir nesil ne kadar üretken olabilir?Ne kadar güzel çiçekler açabilir?Çiçek açacaklara vesile olmuşsak ne mutlu bizlere…

Kavgacı partilerin içerisinde büyüyen üç nesilin evlatlarıyız;Baba-Evlat-Torun…Bu partilerin silinip süpürülmesi kader cihetiyle rahmet oldu.İnşaallah kavgasız bir nesille,gelişen zihniyete sahib bir gençlik oluşur.Kavgalı ortamda büyüyenler müsbet hareket edemezler.

Belkide bu partilerin içerisinde bulunan meczub ve iyi niyetli insanlardır ki,bu partilerin devamına sebeb oldu.

Nitekim Fatih’in İstanbulu fethe çalıştığı bir ortamda düşmesi gereken kale bir türlü düşmemektedir.Bunu keşfeden Fatih’in hocası Akşemseddin,Rumların tarafında bulunan Cibali baba adındaki bir meczubun,kaleye atılan topları tutarak geri çevirmesiyle bir türlü muvaffak olunamamakta ve bir de üstüne üstlük Cibali Babanın;Ya Rabbi,Gavurcuklarımı koru,duasıda fethi güçleştirmektedir.

Diğer bir örneği ise;

Çaycı Emin Çayırlı Hatıralarında;”Sabahlarıerkenden evine gidip sobasını yakardım. Yine böyle bir gün gitmiştim. Çok soğuk bir gündü, farkına varmadan sabah ezanından iki saat önce gitmiştim. Seccadenin üzerinde ibadet ediyordu. Mum ışığında, seherin soğuğunda, hazin bir sesle dua ediyor, için için yalvarıyordu. Ben heyecan içerisinde tam bir buçuk saat ayakta bekledim. Bu ulvî hali titreyerek, ürpererek seyrettim.

Nihayet ezan sesleri uzaklardan gelmeye başladı. Ama o zamanki malûm Türkçe ezan sesleri… Dönüp bana dedi:

“Emin, sen çok büyük bir hata ettin! Kasem ederim, yemin ederim ki, benim bir vaktim vardır, o vakitte melâike de gelse, kati bir surette kabul etmem. Sen çok yanlış ettin. Bir daha böyle hareket etme, bu kadar erken gelme, ezan okunmayınca gelme!’ dedi.

“Efendim affet, kusura bakma! Ay ışığı dolayısiyle vakti bilemedim. Erken gelmişim. Bir daha ezandan önce gelmem’ dedim.

“Üstadın Kutb-u Âzamla konuşması”

“Bir gün beraber ikindi namazını kıldık. Namazdan sonra tesbihatta iken: “Kambur, ben mi haklıyım, yoksa sen mi haklısın?’ diye birisine hitap ediyordu.

“Ben yine bir çok zamanlar olduğu gibi, hayretler içindeydim. Odasında benimle kendisinden başka kimse yoktu. Benim merakımı görünce, meseleyi şu şekilde izah etti:

“Onuncu Söz, haşir ve âhiret hakkındadır. Ben o eseri bir vakitler Barla’da yazıyordum (1926 senesi). Baktım o günlerde bir İslâm düşmanı, ıslahı gayr-i-kabil… Arefeye bir kaç gün vardı. Ben beddua ettim. Benim bedduama karşılık bütün Hicaz velileri ve Hicaz’daki Kutb-u A’zam ise, onun ıslahı için dua ediyorlardı. Benim bedduam ferdî kaldığı için iade edildi. Aradan uzun seneler geçti. Baktım, bu sene (1938-1939senesi) bana nihayet hak verdiler. Ben halbuki bunun ıslahının gayr-i kabil olduğunu biliyordum. Onlar nihayet bu sene başladılar beddua etmeye. Benim konuştuğum Kutb-u A’zam’dır; Mekke-i Mükerreme’dedir. Bütün Hicaz’la birlikte beddua etmeye başladı. Bana hak verdi. Ben de ona hitap ettim.”

Dualarımızı düzeltelim…Dualarımızın iyi ve kabul olması için dua edelim.

Allah bu milleti şaşırtmasın…

Mehmet ÖZÇELİK

26-01-2005

[1] Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Yayınları, s. 17.

[2] Milliyet”14-12-2004.

[3] Bak.Yeni Şafak.27 Mayıs-2 Haziran.2004.

[4] M.Kırkıncı.Hayatım-Hatıralarım-Bak130.

[5] Yeni Şafak.25-08-2004.




DAR DÜŞÜNCELER …DAR GÖRÜŞLER

DAR DÜŞÜNCELER …DAR GÖRÜŞLER

1970 yıllarının yıkıcı ruhu ve ruh haleti 1980 yılından itibaren birden bire yerini değiştirdi,adeta toprak altına girdi,kendisini setretmek için….

Bunların büyük kısmı sefahete yöneldi,bir kısmı laiklik ve irtica sendromuna girerek sağa sola saldırmaya,devlet ve devlet yapısının imkanlarını sevmedikleri,arzu etmedikleri bir rejimi savunmaya soyundular.Tıpkı yıkma hedefi olanın yavaş yavaş yıkmaya veya yapma numarasına çalışması gibi…Kimi de fakirliği savunduğu halde birden bire kendisini en zenginlerin sırasına koydurarak şahsi menfaatlarına yürütme sevdasına düştü.

Ancak bunda farklı özelliklerde olan bu insanlar 1980-den sonra adeta kayboldu,o hararetli savunucular başka dünyalara gittiler.

Derken ve bunları düşünürken,mevzii de olsa,ferdi olarak bazen dernek veya sendika adıyla nüksetmeye başladı.

Palazlandığını veya bende varım düşüncesini gündeme getirmek amacıyla bu milletin bin yıllık değerlerine saldırmaya başladılar.Öyle ki bir gayr-ı müslime rahmet okutur derecesinde…

Memleketimizin cilvesinden olsa gerek;bir kişi gündemde kalmak,bir partiye yamanmak,öne çıkmak amacıyla ya cami duvarına veya zemzem suyuna bevleder.

Köhnemiş 80 öncesi fikir ve gayzların kusmuklar olarak milleti rencide ettiğine şahid oluruz.

Kur’an Kurslarına yapılan saldırılar da bu kusmukların kokuşmuşluğudur.Bunu yapan kişi hangi niyetle yaparsa yapsın,yaptığı iş mantıklı,inançlı,dürüstçe bir iş olmadığı bilinmelidir.Bu tıpkı kalabalık bir toplulukta yellenen birisinin kalkıpta aslında ben bunu size rahatsızlık vermesi için yapmamıştım,niyetim öyle değildi veya iyiydi dmesine benzer.

Kesk başkanı Sami Evren’in, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kur’ân Kursları Yönetmeliği’nde yaptığı değişikliklerden bahisle: “Yapılması düşünülen yönetmelik değişikliği ile 1400 yıl önceki köhnemiş fikirlerin çocukların kafalarına sokulmaya çalışılacağını”söylediği söz de bu kabil sözlerdendir.

Tarihte ahmaklığıyla meşhur Habenneka adında bir ahmak varmış.Kendisine adını sorduklarında boynuna smış olduğu isimliğe bakar,sonra adını söylermiş.

Bir gün bu uyuyunca adamın birisi bunun boynunda isimliği çıkarıp kendi boynuna takmış.Uyandığında da ona kim olduğunu sormuş.Habenneka’da boynunda isimliği görmeyince susmuş,karşısındakinin boynunda da görünce şöyle demiş:”Sen Habennekasın Habennekasın da ya ben kimim?”

En büyük ahmaklık kişinin kendisini,kim olduğunu ve kimlerin memleketinde yaşamış olduğunu bilmemesi ve geçmişinden kopmuş olmasıdır.

Hacimsiz ve kapsamsız insanlar dar düşünceli ve dar görüşlü insanlardır.

Mehmet ÖZÇELİK

16-12-2003