BAHARI BEKLERKEN…

BAHARI BEKLERKEN…
Baharı beklerken,kış uzun sürdü.
Kışın uzun olması,baharın gelmesini geciktirdi.
Bediüzzaman;”Ben kışta geldim.Sizler –inşaallah- cennet-âsa bir baharda gelirsiniz.”diyor.
Üstad dünyadan gittiğinde,ben yeni gelmişim.
Yarım asırdır beklemekteyim.Bazen umutlandım,bazen ümitsizlik karanlıkları başımın üzerinde dolaştı.
Daha yaşımı bile doldurup yaşamamışken bir darbe olmuştu.Ve bu zamana kadar kaç tane darbe yedim.
Adeta darbelerin çocuğu olmuştum.
Gelen vurdu,giden vurdu.
Terbiye amaçlı olduğunu söylediler,terbiyeli olmadıkları ortaya çıkana kadar.
Hala da bu tehlike geçmiş değil.
-Şikâyetim Rabbimedir.
Yakup Peygamber gibi;-Ben ancak perişanlığımı,dağınıklığımı ve hüznümü Rabbime şikâyet ediyorum.-
Dilekçem O’nadır.
-Vahyin başlangıcında Hz.Hatice annemiz Efendimize şöyle demişti:”Ya Muhammed!Korkma,Allah seni mahcub etmez.Yolda bırakmaz.-
Bizlerde o ümitle ümitlendik ve yaşamaya çalıştık.
-Bahar mutlaka gelecekti.İmanın tâmdı.
Ancak sun’i kışlar oluşturuluyor,karabulutlarla gündeme sahiplenilmeye çalışılıyordu.
Önceden planlanıp,tiyatroda sahnelenen kurgulu hayat,topluma ve dünyaya gerçek hayat gibi gösteriliyordu.
Gerçek hayat ise bu değildi ve de olamazdı….
Duhâ suresinde Efendimize hitaben Rabbimiz;gece ve gündüze yemin ederek;O’nu bırakmadığını,unutup darılmadığını söylüyordu.
Mesele O değil ve O’ndan değildi.
Bizi yokken unutmayan Rabbimiz,varlığımızın devamında hiç unutur muydu?
Bizde O’nu unutmadık…
Ya Rabbi…Gözümüzü ve gönlümüzü aç.
Hayatı olanları,hayatı alan ve hayatı olmayanlara feda etme.
-Bahar mutlaka gelecektir..Kirli ellerin ellerini karıştırmasıyla gecikse bile…
Rabbimiz öyle diyor:”Biz günleri insanlar arasında devredip döndürürüz.”
Ey Rabbim!Sen isimlerinin tecellisinin mahsulatını dererken,bizlerde baharı beklemekteyiz…
MEHMET ÖZÇELİK
10-09-2012




BORU

BORU
Emekli Genel Kurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ;döneminde sinirleri çok gerdi,kaosu tetikledi.
Bununla beraber milletin boğazından kesilerek alınan lav silahları boru silahı diye isimlendirilerek hafife alındı.
Bu ciddi işler sulandırılmaya ve olaylar ört bas edilmeye çalışıldı.
Bütün alt yapısı oluşturulup,sadece proğram halinde ortaya çıkan Balyoz darbe planına bir kağıt parçası diyerek,tarihe talihsiz bir beyanat olarak geçmiş oldu.
Kırkın üzerinde kaosa zemin oluşturup,andıç davasının altına imza atarak, toplumda darbenin alt yapısını oluşturan internet sitelerinin açılmasına onay vermiş oldu.
İlker Başbuğ samimi değildi ve de olmadı.Çünkü araştırmadan,sorgulamadan, şimdilerde görülen onlarca suçun üzerini ört bas ettiği görülmüş oldu.Bu günde tarihte ilk defa olarak bir genel kurmay başkanı sorgulanmak üzere mahkemeye çıktı.
Genel kurmay başkanı olmadan önce,olma esnasında,kendisinin Yahudilerin ağlama duvarında durarak yapmakta olduğu dua ederken çekilen resmi yayınlandığında, kendisine şaibeli bakılmıştı.Kendisinden şüphe edilmişti.
Acaba haklı mı çıkıldı?
Prof.Sedat Laçiner yazdığı kitabında;Mit ve Tsk-nın israilin kıskacında olduğunu, içine sızıldığını bir kitap olarak yazdı.
Bu basit bir iddia değildi.
İlker Başbuğ bunun bir halkasını mı oluşturdu?
İlker Başbuğ döneminde hakkında çok yazıldı,çizildi.
Şu anda kendi dönemindeki komutanlar teker teker sorgulanmaktadır.
Başbuğ onlara hamilik mi yaptı?
Öne sürülen Dursun Çiçek gibi projenin oluşumu ve uygulayıcısını harcayarak, geridekilerin kurtulmaları düşünülürken,terk edildiğini ve yem olarak kullanıldığını düşünenler,İlker Başbuğ-un da çağrılmasını talep ettiler.
Bütün oklar Başbuğ-u gösteriyordu.Orduda yapılan işler emir komuta zinciri içerisinde yürür.
Başbuğ emretti,alttakiler yaptı.
O şimdi Silivri cezaevinde.
*Ordudaki bin yıllık ruh,mevcut gövde içerisinde sıkılmaktadır. Bu beden o ruhu sıkmakta,taşıyamamaktadır.
Orduda bir istifrağ ve gusül gerekmektedir.
İslâmın bin yıldır bayraktarlığını yapan bu orduyu Allah,geçici arızalarla inşallah yok etmez,cuntacıların eline teslim etmez.
Tsk-nın 1960-dan bu yana başta darbeler ve jandarma dipçikleriyle sicili hiç de şeffat ve pâk değil,şaibelerle anılmaktadır.
Tıpkı Kenan Evren-in olgunlaşmasını beklediği kaos ortamı gibi.
-Annelerin vatana feda olsun diye gönderdikleri evlatlarını görmek için gittiklerinde;baş örtüsünden dolayı alınmaması; o ruhu,bu milletin ruhunu rencide etmekte,temsil etmemektedir.
Bu ruh,o ruh değil.
Bunu bize Fransız leşkerleri bile yapmamış ve yapamamıştır.
Ordu tam olarak milleti temsil rolünü üstlenmeli;silahını,gücünü millete değil,dışarıya ve dışarıdan gelecek olan tehlikelere karşı yöneltmelidir.
Otuz yıldır çözemediği pkk illetini çözmeli,kendisini ve milletini temize çıkarmalıdır.
Tsk silkelenmeli ve kendine gelmelidir…
MEHMET ÖZÇELİK
05-01-2012




BİZDEKİ REJİM

BİZDEKİ REJİM
Mehmet Akif’in deyimiyle;’Üç beyinsiz kafa’dediği Cemal-Enver-Talat Paşaların devrinin ve devirenlerin döneminin bitmesiyle her şey bitmemiş belki yeni başlamıştı.
Mustafa Kemal-in 22-Ocak-1922 yılında Bursa-da yaptığı konuşmada:”Kan ile yapılan inkilaplar daha muhkem olur,kansız inkilap ebedileştirilemez.”
Kanlı dönem ve kanlı eller devreye girmişti.Bu da inkilaplar ile devreye konulmuştu.
İstiklal mahkemeleri bu kanlı dönemin kurulan keyfi zulmün kanun kılıfı olmuştur.
Üç Ali-ler ise bu mahkemenin üçlü çete başısıdır;Kel Ali-Kılıç Ali-Necip Ali.
Kurulan üç Aliler divanının celladı ise Kara Alidir.
Cellat Kara Ali,5216 kişiyi astığını söyler.
Cumhuriyetin kuruluş dönemi darağaçlarıyla anılacaktır.
Bolu-da kurulan istiklal mahkemesi başkanı bir sözünde;
”39. ve 40. Sehpalara asacak adam yoktu.İhtiyar bir köylü,yanında oğlu,önünde odun yüklü merkebi geliyordu.Emrettim,ikisini de astılar.
*Şeyh Said isyanı bahane edilmiş,15 bin 382 kişi katledilmiş,337 köy ise yakılmış,yıkılmıştır.
İzmir su-i kastı bahanesiyle Kazım Karabekir gibiler devre dışı bırakılmaya çalışılmıştır.
*Asmanın adı,devrimlerdi.
*Harf devrimi tam bir facia idi.Bir gecede 17 milyon insan cahil kalmıştı.Bin yıllık eserler imha edilmiş.Bulgaristana kağıt fiyatına satılmış ve yakılmıştı.
*Bu gün takılmayan ve takılmadığı için geri kalmamıza sebep olmayan Şapka Kanunu ile;Yahudi iş adamları zengin edilmiş.Erzurumlu Şalcı Bacı Şapka kanunundan dolayı asılmıştı.
Şapka kanunu çıkmadan önce,şapka aleyhinde bir kitap yazan İskilipli Atıf Hoca ise kanunsuzca asılmıştır.
Bununla da hınçlar tatmin olmamış,mezardan çıkarılarak tekrar asılarak cezalandırılmalar yapılmıştır.
*1932-1950 yılları arasında 18 yıl süren Türkçe ezan uygulamasıyla,bin yıllık islamın şeair ve alameti yerinden indirilerek,asırlardır düşmanın yapamadığı,dost eli ve görüntüsüyle! Fazlasıyla yapılmaya çalışılmıştır.
*Camiler Türkiye genelinde anbar haline getirildi.Mesela;
”Eminönü’nde 113, Fatih’te 169 cami ve mescide çeşitli nedenlerle yok olmuş durumda. Yani toplam 281 tarihi eser. Bu iki ilçede ayakta kalan cami sayısı ise 283.
*1930-ların Milli Eğitim bakanının bakanlar toplantısındaki üç teklifinden biri,Kur’an ayetlerini tercüme ettikten sonra,ayetlerin arasına bizim devrimlerimizi de ekleyelim,onu da okusunlar.
İnançların kaldırılması konusunda takipler ve baskılarla yetinilmemiş,bozulması yönünde de çaba gösterilmiştir.
Toplumu en fazla yıkan düşmanın yıkamadığı inancının yıkıma uğramasıydı.
Atatürk-ün deyimiyle; “Ben size manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.”

– “Prensiplerimiz, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”
– “Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini (uydurmalarını) Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler.”
– “Tabiatın herşeyden büyük ve herşey olduğu anlaşıldıkça tabiatın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve haysiyetini anlamaya başladı.”

Bir Chp-li yetkilinin ifadesiyle;bu memlekete kominizmde,şeriatta gelecekse ancak bizim istememizle,bizim elimizle gelir.
Milli Şef İsmet İnönü dönemi,tam bir baskı ve zulüm dönemidir.Devrimlerin icrası onun eliyle gerçekleşmiştir.
Dini temsil edenler susturulmuş veya ortadan kaldırılmıştır.Böyle olunca sağlıklı kaynaklardan dini öğrenmek müşkilleşmiştir.
*Türkiye genel olarak ehli sünnet olmakla beraber,bütün mezheplerin cirit attığı ve ilerisi için,dünya genelinde bir getirisi olduğuna inanıldığı için çokça ekimi yapılmakta, seçilmeye ve dikkat gösterilmeye çokça ihtiyaç vardır.Ayrık otlarının toplanması ve varlığına dikkat çekilmesi gerekir.
*Ya üstad Bediüzzaman gibi şahsiyetler olmasaydı?Türkiye-de nasıl bir hizmet ve nasıl bir düzen hakim olacaktı?
1970-lerdeki radikalizm ve kominizmin alanı genişleyecekti…İran veya Rusyanın hakimiyeti artacaktı…
*Bediüzzamanın farkı;Hz.Adem-den beri süregelen dinsizliğin Bediüzzaman tarafından şimdiye kadar vurulan darbeler içerisinde öldürücü darbe olması,dinsizliğin bir daha dirilmemek üzere ölmesini gerçekleştirmesidir.Küfrün bir daha doğrulmamak üzere bel kemiğini kırmış olmasıdır.Son darbeyi vurmak ona nasib olmuştur.
*Bu sıkıntı sadece bu vatanın asılları için değil,azınlıklar içinde söz konusudur. Mesela İsmail Hâmi Danişmend tesbitlerinde:
Bizim 624 yıllık imparatorluk devrimizde, 288 sadrazamımızın sadece 88’i Türk’tür. 200 sadrazamımız Türk asıllı değildir. Cumhuriyetimizin ilanından sonra da uygulamalarda bir farklılık olmadı. Dün, Ermeniler, kendilerini kestiğimizi yok ettiğimizi iddia ediyorlardı. Peki biz, yok edeceğimiz bir kavmin mensuplarına, neden 29 sivil paşalık, 12 bakanlık, 30 civarında milletvekilliği, büyükelçilik, müsteşarlık vs. gibi vazifeler verdikti?!.”
*Yapılan yanlışları perdelemek için Türkçülük perde yapıldı.Bu amaçla Kürtçülük tahrik olundu.Oysa Türkler bu milletin aklı,kürtler ise onun bedenidir.
Kendisine kürt denilen Bediüzzaman,Türklerin kaybettiği ve düşürülen akıllarını başlarına almaları için çaba harcamıştır.
*Düşmanın bu memleketten temizlenmesi için her türlü imkân sağlandı.
”İngiltere’deki Foreign Office’te bulunan belgelere göre Vahdeddin, Mustafa Kemal’i Samsun’a Pontus devletine engel olmak ve milli mücadeleyi başlatmak için 40 bin lirayla yolladı”

İŞTE ÖDENEĞİN BELGESİ :

Mustafa Kemal’e hükümet tarafından ödenek gönderildiğini gösteren belge.

*Dünyada hiçbir insan kanun eliyle korunmamaktadır.Atatürkün kanunla korunması çok ibret-âmiz olup,bir çok şüpheleri de akla getirmektedir.
*Millet sadece manen çökertilmemiş aynı zamanda alınan vergilerle madden de çökertilmiş ve bitirilmiştir.
Halk arasında söylenen;Gümrük muhafaza-Orman muhafaza-Allah muhafaza.
Bunların çok örneklerinden mesela;dedem Adıyamanın merkezi Bahçelievlerde bulunan arsasını,kendisine gelen vergiyi ödeyemediği için,adeta gördüklerine yalvararak, vergisini vermek karşılığında arsasını vereceğini söylemiş ve zorla birisine kabul ettirmiştir.
-Bir gün vergi memurları bir eve baskın yaparlar.Yatakta iri yarı birisi yatmaktadır.
Gümrük memurları kim olduğunu sorduklarında ev sahipleri;
-Babamız,kendisi çok hasta,diye geçiştirmiş ve vergi memurlarını başlarından savmışlardır.
Oysa yatakta yatan,bütün işlerini görmekte olan ve vergisini veremedikleri eşekleridir.
*Aynı zamanda bütün bunları yapmanın bir diğer adı da batılılaşma idi.
Nitekim Kanuninin o haşmetli döneminde ibretli bir ders anlatılır;
“Sultan Süleyman Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez.”
Şu anda bir asırdır bu kirlilik ve temizlenememe devam etmekte,kavgalar sürmekte,yanlışlıklar saplanmış ve saplantı olmuş bir türlü çıkmamakta ve çıkarılamamaktadır.
Bu yanlışı yapanlar;ister şahıs,ister parti,ister hizip,her ne olursa olsun,onlar hakkında kütüphaneler dolusu kitap yazılsa azdır ve tarih bunu yazacak ve affetmeyecektir.
14-11-2011
MEHMET ÖZÇELİK




TÜRKİYE’NİN İKİ BÜYÜK TEHLİKESİ;SOL VE İRAN

TÜRKİYE’NİN İKİ BÜYÜK TEHLİKESİ;SOL VE İRAN
Yıkıcı sol,Yapıcı değil. Bir düşünce,daha doğrusu düşüncesizlik sistemi. Düşünmeme üzerine kurulu.İnanmama hedefli bir ideoloji
1970-deki Türk solu,yamanmak için pkk ile beraber kürt soluna döndü.
Sol zihni kanlıyken,elini de tam kana boyadı.
Kirli işler,organize işler,yer altı teşkilatı,mafia,faili meçhuller,ergenekon,kirli suların toplandığı göl.
Sol tam yıkıma gidiyor.Dünya solundan da kopuk.Ateizm ile iç içe –bazı istisnalar olsa da-görünüm ateist görünüm olarak öne çıkmaktadır.
Biten sol nerede boşluk bulursa,oraya yönelmektedir.Atatürkçülüğü uyuşmasa da bazı yönleriyle,bir asırdır ve yıllarca kullandı..
-Bunları anlıyorum, zira 1980-de Dp sevdalısı bir arkadaş,kardeşim dediği kişileri çok rahat seviye dışı ifadelerle itham ederken,bu gün beklediğinden yüz kat daha fazlası yapıldığı halde,bu hükümetin yıkılmasıyla ancak dp-nin başarısı artacaktır,düşüncesini sürdürmektedir.
Başarıyı olanlara ve yapanlara değil,partide aramaktadır.Kör taassub devam etmektedir.
Sol üreten değil hep tüketen ve yıkan olmuştur.Dün öyle idi,şimdi de öyledir
*”Eski Mao’cu Halil Berktay solculara verdi veriştirdi.
”Solun yalanlarından hangi birini sayayım. Evet solun yalanlardan bıktım.”
“Tarihte modellerde ve şablonlarda yaşıyorlar, realitede yaşamıyorlar…”
Berktay günahta çıkarsa ,Hasan Cemal gibi itiraflarda da bulunsa,içinde bulunduğu kişileri dışarıda bulunanlardan daha iyi analize etmiştir.
*Sol devrimcilik adına müsbet-menfi demeden,her şeye karşı olmuştur.
Yapılanları görmez,devirmeyi,yıkmayı hedefler.Hedef refah değil,yıkımdır.
Sol,yıkım ve tahrib üzerine kurulmuş bir ideolojidir.
Bu bana emekli olan bir sınıf öğretmeninin 25 yıl solculuğun propağandasını yaptıktan sonra;’Gerçekten kandırılmış ve kullanılmışız’sözünü hatırlattı.
Ve yine yıllar önce okuduğum,askeriyeden kaçarak,kominizmi daha iyi yaşamak amacıyla rusyaya giden bir subayın;’İnanmıştım’adıyla bir kitap yazarak,bütün hayallerinin yıkıldığını,hiçte inandığı gibi olmadığı itirafını hatırlattı.
İşte solcular budur.Bir ömür kirlenir ve kirletirler,daha sonra da günah çıkarırlar.
Bu kişiler;kiliseye gidip!!! Günahta çıkarabilirler,Ağlama duvarına gidip!!! Yılların günahını ağlayarak da temizleyebilirler veya Tevbe edip samimi bir müslüman olabilirler.
*Dün düşünceleri kanlı olanlar,bugün ellerini de kana buladılar.Pkk ile kol kola girdiler.
Türk solu iflas edince,kürt soluna sarıldılar.
*Sol anarşi yüzünü tam gösterdi.
Hadiste haber verilen,Kur’anın ifade ettiği Ye’cüc-Me’cüc işte bunların ürettiği anarşistlerdir.
Anarşi hak ve hukuk tanımaz.Toplum hizmetlerinden faydalandırılmamalı ve yaptıkları ödettirilmelidir.
-Sol gelişme göstermedi,kısır kaldı,okumadı,düşünceyi rafa kaldırdı.
Rus solu 1989-da bitti,Türk solu hala devam ediyor gibi.Zoraki bir duruş.
Türk solunun uzun sürmesi,nifak perdesi altında yürümesi ve yürütmesidir.
Bir solcu arkadaşın annesinin açlık grevine giren oğluna dediği gibi;
‘Oğlum başkası için açlık orucu tutuyorsun da,Allah rızası için neden orucunu tutmuyorsun?’
Sol içte ve dışta kirli ve şaibeli insanlarla iş birliği içine girdi,yıkma uğruna…
*Hükümetlerin yanlış uygulaması ve rejim sol kesimi besledi.
Hükümetler olmasa da devlet halkıyla sürekli kavgalı oldu.
Kavgalı oldukları azınlıklar değil,aynı zamanda çoğunluklardır.Herkes bir memnuniyetsiz içerisindedir.
O halde problem temeldeki problemdir.Rejim,korku politikalarıyla bu devlet gitmez.
Sürekli işlerin yapılma anında,hinlik düşünülmekte,olumsuzluklar kıstas alınmaktadır.
Çözmeye yönelik değil,çözmemeye yönelik adımlar atılmaktadır.
Millet dinlenmeli,nabzı tutulmalı,halkın iradesi hakim kılınmalıdır.
Sol milleti istememekte,illetlerle beslenmektedir.

İRAN
Sol kesim 1970-lerde hep Müslümanları,İran taraftarı olmakla ve Türkiye-nin iran-a benzemesi korku ve tehdidi ile saldırdı,yaftaladı.
Aynı oranda bütün bütün haksız değil,İran bu günlerde de olduğu gibi, çevresindekileri özellikle Türkiye-yi kendisine benzetmek için maddi-manevi destekte bulunuyor,kendisine taraftar oluşturuyordu.
Pkk gibi teröristlere destek veriyorlardı.
Türkiye birbiriyle dost ve anlaşmaları olan Rus ve İranın kıskacı altına alınmaya çalışılıyordu.
Rusya kominizmi,İran-da Şiiliği İslam devleti aldatmacasıyla Türkiye-deki bir kesime siyasi yolla kabul ettirmeye ve savunuculuğunu yaptırmaya çalışıyordu.
Maalesef bu kabul de gördü.En önemli sebebi ise;Humeyni-nin Şah-ı devirmesi idi.
Bu amaçla Türkiye-deki rejim ve Atatürk şahını!!! devirmek düşüncesiyle, Humeyni alternatifi adeta kabul edilmiş idi.
Hem Rusya ve hem de İran devleti önce rejimi yıkma üzerine kurgulandı. Taraftar da buldu.
Yerine gelecek önemli değildi.Önce bir yıkılsın!!….
Allah ve şuurlu kesimlerin tavrı ikisine de müsaade etmedi.
Bu sefer sol ve İran Pkk da birleşip ortak hareket etmeye başladılar.
İsrail,Ermenistan,Suriye,Rusya ve Avrupa da bu projede kimi menfaat icabı,kimi de inancının gereğini pkk-da birlikte hareket ederek birleştiler.
*Kirli işlerin ülkesi İran.
Acem oyunlarına dikkat!
Kıyamet İran-dan ve İran-da koparsa şaşmayın.Yani onun parmağı mutlaka işin içinde olacaktır.
İsrail ise,kıyameti hızlandırır veya öne alır.Erken bir kıyamet kopmasına sebeb olur.
*Kominizmin her ne kadar fikir babası Yahudi de olsa,ilk çıkış yeri İran Mazdekizmdir.
İran şimdiye kadar batı ile hep kavgalı oldu ancak onlarla hiç savaşmadı.Hep bizle savaştı.
İran üzerine yaptığım araştırmada da ,20 den fazla savaş ve entrika içerisine girdiğini görürüz.
İslam dünyasında İran,dış dünyada İsrail!!!
*Dünya,İslam dünyası ve Türkiyenin zemini,irana saldırmaya odaklanarak uygulanmaktadır.İran ise bu oyuna gelmekte,bizleri de getirmektedir.
Hz.Ali sevgisi,Hz.Ömer düşmanlığından kaynaklanır.
Zira o onların süper devleti olan Sasani imparatorluğunu yıktı.Onun hasretini yaşamaktalar,hala olamamakta,olmak için her yola baş vurmaktadır.
Öyle ki;Müslüman olmasaydık,süper devlet olarak kalsaydık,düşüncesi öne çıkmaktadır.
*Yavuz dönemi bunun frenlendiği dönemdir.En önemli sebebi ise;26 kürt beyinin Yavuz Sultan Selim-in yanında olması ve karamanlılarla 200 sene boyunca savaşılmasıdır.
*Özetle;1970-lerde İran ve Rus tehlikesi vardır.
1980-lerde ise;avrupanın sefaheti hakim oldu.
1990-lardan sonra,Pkk ve din tahribçileri ve ayrık otlarıyla bu millet bozulmaya çalışıldı.
2002-den itibaren toparlanma dönemi başladı.
Bunun ise biraz uzun sürmesi,on yılı aşmasındaki sebeb ise,2007-de Ergenekon ve uzantılarının deşifre edilmesi olmuştur.
Bundan dolayı iran ve israilin gücü zayıflamamış,Türkiyenin gücü artmıştır.
2013 yılından itibaren ise,tükenmişlerin kalkma çabası her ne olursa olsun,ayağa kaldırma çabasına girilmiştir.
MEHMET ÖZÇELİK
02-07-2013




BİR ZİHNİYETİN BİTİRDİKLERİ

BİR ZİHNİYETİN BİTİRDİKLERİ
Türkiye içten kuşatıldı. İçten kuşattırıldı.
Benim gibi birçok mağdurlarına şahit olacağınız bir hatıramı sizlerle paylaşayım.
Ben Kırşehir-in Çimeli köyünde fakir ve kendi halinde yaşayan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim.
Türkiye’nin üzerine çöken manevi zulmetten bizim köyde nasibini almıştı.
Ancak bulut zulmetleri arasında zuhur eden nur gözlerimizi ve gönüllerimizi aydınlatmıştı.
İlk okulu köyde, orta ve liseyi de Kırşehir-de bitirmiştim.
Bir an evvel hayata atılıp, kısa yoldan aileme destek olmak istiyordum.
Ankara da subaylık imtihanının açıldığını duyunca çok sevinmiştim.
Belki de ecdadımın asker bir millet olması, İslam’ı dünyanın dört bir kıtasına yaymış olması orada hizmet etmeme bir teşvik oluşturuyordu.
Gerçi ordunun o geçmişten gelen ruhu kalsa da bedeni çökmüştü!
Yıl 1978 yılları idi.
Nihayet herkes imtihan için heyecanlı bir şekilde bekleşiyorlardı.
Bende duaya durmuş, kendim için biraz da tevekküli olarak hayırlısını istiyordum.
Kazanırsam da iyi olurdu. Zaten o amaçla buralara o imkânsızlıklar içerisinde gelmiştim.
Şimdiye kadar da böyle uzak bir yolculuğa da ilk defa çıkıyordum.
Nihayet sıra bana gelmiş, Necdet Yılmaz diye sözlü sınava çağrılıyordum.
İçeriye girdim. Otur dediler oturdum. Duruş ve hareketleri sanki beni almaya yönelikti.
Beni alacağa benziyorlardı.
Ve bana ilk kabir sorusunu, şey yani kolay düşündükleri soruyu sordular;
-Söyle bakalım evladım;
-Atatürk kaç yılında doğdu ve kaç yılında öldü!
Öyle ya, bundan daha kolay soru mu olur?
Bir ilk okul çocuğun sevinci içerisinde; 1881 – de doğdu ve….
Ve –nin arkası bir türlü gelmiyordu. Unutmuş olamazdım. Ben zorladıkça, bana unutturuluyor, bir türlü hatırlayamıyordum.
Diğer haklarımı kullanmak istiyordum.
Soruyu soran ipin ucunu gösteriyor, bir türlü ipi elime tutuşturmuyordu.
-Oğlum, sen ilk okulu nerede okudun?
Keşke hep böyle soru sorsa ya!
-Köyde okudum efendim.
-Okulunuzun bahçesinde Atatürk büstü yok muydu?
-Vardı efendim.
-O halde oğlum, o büstün önünde yazan tarihleri görüp okumadın mı?
-Gördüm, okudum efendim.
-Ortaokulu, liseyi nerede okudun.
-Kırşehir de efendim.
-Evladım, o okulların bahçelerinde Atatürk büstleri yok muydu?
-Vardı efendim. (Gerçi girmediği yer kalmamıştı ki. Demek ki gönlüme tam girememişti.)
-O halde söylesene oğlum.
Bir türlü hatırlamamış ve söyleyememiştim.
Beni imtihan edenlerde neredeyse benim kadar kaybettiğime üzülmüşlerdi.
Ama böyle bir soru da bilinmez miydi?
Sanki memleketi ben batırmıştım, milleti savaşa ben sokmuştum. Cürmüm büyüktü.
Subaylığı kaybetmiştim.
Bu düşünce ve birazda üzüntü içerisinde karargâhtan çıkacağım sırada, ileriden bana doğru gelen bir asker tıpkı Hızır gibi;
Üzülme, bak biz burada iki yıllığına neler çekiyoruz. Böyle daha hayırlı diyordu.
Gönlüme su serpmişti ama gene de o ateş o zamandan beri beni yaktı, umarım şimdide sizleri yakıyordur.
-Burada sıkıntı içerisinde yaptığım masrafları telafi ve eve eli boş dönmemek için bir arkadaşın aracılığıyla, bir inşaatta bir iş buldum.
Bir ara doğulu Sıddık’ın dershanelerinde kaldım. Bazen onunla beraber derslere gidiyordum.
Sıddık soğuk yapılı bir insandı. Pek konuşmazdı.
Bir aydan fazla kaldığım süre içerisinde kendisinin namaz kıldığını da görmedim.
*Allah bir kapıyı kaparsa çok kapıları açarmış.
Kırşehir-deki Eğitim fakültesine kaydoldum.
Ancak okumak ne mümkün. Türkiye’nin birçok yerinde olduğu gibi oraya da solcular hakimdi.
Ben ise Nur cemaatine gidip geliyordum.
Bir yandan hem davamı anlatmak ve hem de bir yol bulup okumaya çalışmalıydım.
Kendimi sınıfta solcu olarak tanıttım.
Bazen tartışmalar açıp Allah’ın varlığının isbat delillerini başkası ağzından naklediyordum.
Solcu olduğuma o kadar onları inandırmıştım ki, beni öyle bilmeselerdi söyleyip anlattıklarıma tahammül etmeleri mümkün değildi.
Ancak imtihan bitmiyordu. Solcuların içerisinde bulunan solcu bir akrabam beni solculara ispiyon etmiş, benim solcu olmadığımı söylemişti.
Beni birkaç kere sıkıştırdılar. Kendimi müdafaa etmiş, solcuların birbirlerine karşı böyle davranmamalarını, güvenmelerini söylemiştim.
Bu durumum çok sürmedi. Artık deşifre olmuştum.
Her gün okulda kavga oluyor, bizlerin okula girmesi engelleniyordu.
Birkaç kere dayak yedim.
Emniyete giderek okula girme konusunda kendilerinden yardım istedim.
Polisler benimle okula kadar geliyor ve çıkışta dışarıda bekliyorlardı.
Ancak sınıfa girip, sınıftan çıkıncaya kadar yine dayak yiyiyordum.
Herkes dışarı çıktığı halde ben hocayla beraber sınıfta kalıyor, hoca ise çıkmamı, kimsenin kalmadığını söylüyordu.
Çıksam gene dayak yiyeceğimi biliyordum.
Beni kapıda bekleyen solcuların arasından bir yandan kendimi koruyarak hızla kaçmaya çalışıyordum.
Her gün eve her tarafım dayaktan morarmış halde geliyordum.
Annem morlarımı gidermek için birçok işlemlerle birlikte iyileşmem için buğdayın içine koyuyordu.
Benden çok annemin içi yazdığından dolayı da her seferinde beni solculara ispiyonlayan ve dayak yememe sebep olan köylümüz İbrahim’e,
İki gözün kör olsun! İnşallah diye beddua ediyordu.
Şu an ise İbrahim iki gözü kör bir vaziyette yaşıyor.
Tabıya ona da yaşamak denirse.
Daha sonra da gelip benden helallik istedi.
Onca yediğim dayaktan ve kendisinin aldığı onca bedduadan sonra…
Kısacası, başlı başına bir kitap olacak hayatımın maceralarının bunlar küçük bir kesitidir.
Böyle zorluklar içerisinde eğitim fakültesini bitirdim.
Birçok insanı ve nesilleri bitiren zihniyet beni bitirememiş ancak kendi çarkları arasında sıkıştırıp, sıkıntılara sokmuştu.
Şimdi emekli olmuş, eski günleri düşünüp anlatarak hüzünleniyor, bazen de gülüyorum.
Bir zihniyetin bitirmiş oldukları içerisinde olmayıp, bazı yaralarla kurtulmuş olmaktan dolayı Allaha şükrediyorum.
Artık kıştan çıkılmış, bahara girilmişti.
MEHMET ÖZÇELİK
07-10-2014

 




BAŞBAKAN NEREYE SEVKEDİLİYOR?

BAŞBAKAN NEREYE SEVKEDİLİYOR?
Başbakanın bazı çıkışları bana Hasan Mezarcı’yı hatırlatmaktadır.O her ne kadar ölçülü çıkışlarda bulunmasa da yine de kendisini İsa olarak tanıtacak bir kimse değildi.
Mezarcı nasıl olduysa zihni yönlendirme ve bulandırma ile kendisine halkın gözünden düşürücü bir yöntem olan,kendisini İsa olarak tanıtması söylettirildi.
Birileri dıştan durduramadığı Mezarcı-yı,beynine girerek devre dışı bırakmayı başardı.
Başbakan Erdoğan-da;orta-doğuyu gezerken Araplara bizdeki bir asırlık bir türlü çıkaramadığımız laiklik kazığını benimsemelerini tavsiye etti.
İçi doldurulmamış bu ifade,şimdilik pek üzerinde durulmadığı için pek muteber kabul görmedi.İleride kokusu çıkar mı,onu da tarih gösterir.
Diğeri ise,öğretmenlerle ilgili yaptığı beyanı,bir usul hatası olarak kabul edilmeye çalışıldı.
Peygamberimizin:-Ben muallim -öğretmen- olarak gönderildim.-
Hz.Ali-nin;-Bana bir harf öğretenin kölesi olurum.-ifadesine karşı,efendisine efendilik yapmaya çalışan kölenin halini hatıra getirdi.
Son haberler ise;Ergenekoncuların hapisten çıkmalarına sebeb olacak olan özel mahkemelerin kaldırılacağına dair ki beyanatı.
Bu da haklı olarak bazı insaf ehlini,Erdoğanı kim ele geçirdi? Sorusunu sormaya sevketmiş oldu.
Bütün bunlar küçümsenecek şeyler olmayıp,tamamen insanı ürpertmekte,Erdoğan-ın böyle bir yanlışı yapacağına ihtimal vermemeyi düşündürmektedir!
Zira Erdoğan bir asırlık gizli komitenin üzerine gitti,tüm vücudunu yakalamasa da kuyruğundan ele geçirmeyi başardı.
Bu da tarihe geçecek bir başarıdır.
Acaba bu yanlış çıkışların devamı gelecek mi?
Erdoğan yanındaki birilerine çok mu güveniyor?
Yoksa yanıltılıyor mu?
O kadar badireleri aşan bir insanın,içteki bir damlaya boğulacak olması çok tehlikeli sonuçları doğurur.Bu da Ergenekoncuların sürekli dillendirdikleri,hapisten kurtulacakları,bazı değişikliklerin yapılacağı,gerekirse bir iç ihtilale kadar gidileceği tehdidi,yoksa başbakanı korkutmuş mu bulunmaktadır?
Bizlere yansıyan haberlere göre;Başbakana ondan fazla öldürme girişiminde bulunuldu. Hepsinden de başarıyla kurtuldu.
Denizi aşıp gölde boğulmak çok hazin ve dehşetli olur.
Şimdiye kadar selahatta ve maharette birbirini aşan üç lider geldi; Menderes,Özal,Erdoğan.
İnşaallah bu düşüncemizde bir değişme olmaz.
Menderes-in o kadar hayrıyla beraber ona –Atatürkü koruma kanunu-nu çıkartanlar,Özal-a tam serbestlikle fuhşu ve yolsuzlukların yapılmasına da göz yumduranlar,olmaya ki Erdoğan –a da son anda,yüz yıldır bu milletin ruh ve bedenini bağlayan Ergenekoncuların kapısını açmaya,geriye dönüşe sebeb olmaya itici uygulamalar yaptırmayalar!
Millet her yönüyle Erdoğan-a güvendi.Güvenmeyi de hak etmişti.
Umarız bu kendisini bir gurura sevketmez.
Doğru ve doğruya yönlendirmelerini umduğumuz danışmanlarıyla isabetli adımlar atarken,milletin nabzını tutmaktan da geri kalmaz.
MEHMET ÖZÇELİK
02-06-2012




BEN DE MAĞDUR OLDUM

BEN DE MAĞDUR OLDUM
Prof.Ahmet Keleş-in Dicle üniversitesinde olan su-i istimalleri ve özellikle 45 yılda 400 eleman alınırken,son 6 yıl içinde bin elemanın alındığını aktarmaktadır.
Ve bu alınanlarında pek vasıflı insanlar olmadığını genişçe anlatır.
Mağdurlardan biride benim.
Aslında ben bunu ahrette bırakmıştım ancak belki bir faydam olur düşüncesiyle –ahiretteki hakkım mahfuz kalmak suretiyle- burada da bu kirliliği ifade edeceğim.
1995 yılları civarında idi.
Şanlıurfa ilahiyatın 15 Hadis asistanı alınacağını duyunca,büyük bir istek,heyecan ve arzu ile müracaat ettik.
Ancak ilk duyduğumuz Prof.İbrahim Canan-ın cemaattan bu 15 elemanı alacağı ve listenin kendisine verildiği yönünde idi.
Bununla beraber bizde de bir ümit ve umut vardı.
Sebeblere müracaat edelim dedik.Ondan sonrasını kadere havale ettik.
Öncesinde de hazırlanıyor,üniversiteye girme arzusu taşıyorduk.
Malatya-da Şehit Kemal Özalper Endüstri Meslek Lisesinde Din Dersi Öğretmeni olarak görev yapmaktaydım.
Çok değerli arkadaşım Ziya bey arkadaşımla beraber imtihana gideceğimi duymuştu.
Benimle görüştüğünde ısrarla bana;
Mehmet hocam,sana tavsiyem kesinlikle gitme.
İbrahim Canan hocayı ben Erzurumdan tanıyorum.İslami ilimlerde dersimize geliyordu.
O kendisine sekreter alıyor.Çantasını taşıyacak eleman alıyor.Yazılarını yazacak,kitap olarak basacak,cemaat içinden tavsiye edilen insanları alıyor.Sizleri almaz.
Uzunca gitmeme yönünde,alınacakların çoktan belli olması yönünde ikazlarda bulundu.
Ben ise kendisine cevaben;Ziya hocam,ifrat ediyorsun,çok abartıyorsun,demiştim.
Ve gün geldi,arkadaşımla Şanlıurfaya varmıştık.
İmtihan saatinde imtihana girecekler odalara alındı.
Bizde önce yabancı dilden imtihan edilir,ondan başarılı olunursa,bilimden imtihan edilirdi.
Bizlere bir sayfalık İngilizce metin verildi ve tercümeye başladık.
20 dakika ancak geçmişti.
Birden bire hışımla içeriye giren İbrahim Canan odakilere sert bir tavırla;
-Arkadaşlar,şunu iyi bilin.
İster yapın ister yapmayın.Ben yeni mezunları alacağım.Bunu bilin.
Meğer tüm odaları dolaşıp bunu herkese söylüyormuş.
Zaten bizde moral kalmadı.
Listede olanların kesin olarak alınacağını biliyorduk ancak bu derece olacağını hiç düşünmemiştik.
Malatya-ya döndüğümde ilk işim Ziya beyle görüşmek oldu.
Bu sefer kendisine;
Ziya hocam,ifrat değil meğer tefrit ediyormuşsun,demek oldu.
Yani sizin söylediğiniz aşırı değil,azmış bile…
-Neden bu durumu savcılığa nakletmedim,nakletmedik.
Arkadaşımla konuşarak,İlahiyat camiasının şaibe altında kalmaması ve zarar görmemesi düşüncesiyle dünya mahkemesine müracaat etmeyip,işi ahiret mahkemesine bırakmaya karar verdik.
Ve sonuçları takib ettiğimizde aynen dediği gibi olmuştu.
Çünkü cemaat onun kitaplarını basıyor,cemaate gebe kalmıştı.
İbrahim Canan-la ahirette hesaplaşacağım.
Eğer gene bildiğini yapıp,bu derece açık bir tavırda bulunmasaydı,bu durum ortaya çıkmayacaktı.
-İkinci bir girişimim Malatya ilçesinde açılan Darende ilahiyattaki imtihana girmek oldu.
Orada da aynı durumların olduğunu,alınacakların belli olduğunu duyduk.
Hatta bir öğrenci morali bozuk olarak çıkıp gittikten on dakika sonra,tekrar çağırıldı ve kazandığını bizlere söyledi.
Orada da yedi kişi alınmıştı.Bu alınanlardan birisi benim İlahiyattaki bir sınıf arkadaşım idi.
Kur’an-ı Kerim ve kıraatından yeterli olmayan birisi idi.
Bu da Kur’an-ı Kerim-den öğretim görevlisi olarak kazanmıştı.
Daha sonraki zamanlarda bu yedi arkadaşın ilçede bol bol olta attıklarını duymuştum.
Belli bir düşünce ve siyasete mensubiyetleri onları başarıları göz önünde bulundurulmaksızın kazanmalarını sağlamıştı.
-Üniversitelerin bir çiftlik olduğu ve bir aile şirketi gibi kullanıldığı bilinen gerçeklerdendir.
Kalite ve seviyeye göre değil,adamına göre alınmaktadır.
-Bu durumu Erzurum-da bulunan –Araştırma Görevlisi Adayı Yetiştirme ve İmtihandan Haberdar etme- hizmeti başlatan Prof. Muammer Erdoğan-a şikayet olarak aktardığımda kendisi cevaben;
Maalesef bu durumların olduğunu ancak bu konuda pes etmememiz gerektiği yönünde tavsiyelerde bulunmuştu.
-Aslında bunları anlattıktan sonra şu gerçekleri anlatmam bazılarında yanlış düşüncelere sebeb olabilir.
Kazanamadığı için konuşuyor,gibi…
Üniversiteye giremememin çok samimi ve açık bir duyguyla ifade ederim ki;Benim için büyük bir hayır oldu.
Üniversitenin beni kısırlaştıracağını gördüm ve anlatım.
Üniversite büyük imkanlarla dar alanda koşmayı sağlamaktadır.
Şu ana kadar 23 yıl içerisinde gazete,radyo,tv yani medya dünyasında yaptığım binlerce çalışmamı yapamayacaktım.
Ürünü olmayıp rütbesi olan eleman.
İki kitabımı belki bastıramayacaktım.
Medyaya davet ettiğim bir çok üniversite elemanı çoğunluğu konuşmaktan kaçtı,cesaret edemedi,yapmadı ve yapamadı.
Üniversitede başarılı olan olmayanlara göre çok azınlıktadır.
Devlet az bir farkı olsa da üniversitelere ciddi manada el atmalıdır.
Darbe destekçilerinin olduğu yerler,paralel yapının bulunduğu yerler olarak değil,kaliteli ve seviyeli,başarılı,mucitlerin yeri olmalıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
04-05-2014




BELÂ

BELÂ
Hayat belalarla doludur.
Hayat belâdır.
Belânın bittiği yerde,hayat da biter.
Bir insanın;ben belâya bulaşmadım diyorsa,belâsını beklesin.
Belâ-m bitti diyorsan,o halde ne diye bu dünyada duruyorsun,denilir.
Belâsı biten öğrencinin kağıdı alınır,dışarıya çıkarılır.
Hayat belâlarla tatlanır,tatlandırılır.
Allah bir kulunu sevdiği zaman onu belaya hatta belâlara mübtela kılar.
Belâ imtihandır.
Belâ,imtihana evet demektir.
Tıpkı çölde kişiye kendisi için hayati olan devesini kaybettirip de sonra onu tekrar buldurması gibidir.
Ruhlar aleminde bir kere Belâ dedik,binlerce belâlara mübtela kılındık.
Bir kere belâ-ya binler bela geldi.
Tıpkı bir günah işleyenin,bin gün-âh çekmesi gibi.
*Belâ esnasında musibetleri sabır ve şükür içerisinde aşma,manileri geçme bir üst seviyeye yükselmeyi gerektirmektedir.
“İşte orada herkes dünyada yapmış olduğuyla imtihan verir ve gerçek Mevlaları olan Allah’a döndürülür. Uydurdukları putlar da ortadan kaybolmuştur.”
Her bir belâ,başka bir belâya kapı açar.
Öğrenci varsa,belâ olan sınavda vardır.
Dünya hayatı bedava değil,belâ ödemelidir.
Cennet ucuz değil,belâ bedellidir.
*Belâ-nın şartı ve neticesi,kul olmaktır.
Kul olmak ise kül olmaktır.
Ham iken yanmak,yanarak pişmektir.
Kendinde O’nu görmek ve O’nu göstermektir.
*Bir zamanlar elde etmek için her yola başvuran çocukların oyuncakları,belli bir yaştan sonra gülünç vesilesi haline geliyor.
Elde etmek istediği araba için hayatını veren bir kişi,zaman içerisinde bu hevesi kırılıyor veya o arabanın modeli geçiyor ve daha güzeli piyasaya çıkıyor.
Demek ki o elde etmeye,uğruna her şey verilen şey hakikatte hakiki bir değer ifade etmemektedir.İnsan değer kazandıkça.
İnsan değerini kaybettikçe,değersiz olan şeyler değersizlik nisbetinde büyük değer kazanıyor.
İnsan ihtiyarlandıkça veya kemale erdikçe dünyaya karşı bir soğuma hasıl oluyor.Her şeyin gerçek yüzü biraz daha net görünmeye başlıyor.
*Bu dünya zıtlıkları bir araya getirerek,uyumu yakalamak için sürdürülüyor.
Cennet zıtlıkların ayrıştığı uyum yeridir.
Burası ise uyumluluğu yakalamak için bir talim ve belâ yeridir.
* Ne oldun? Öldün mü? Geriye ne bıraktın? Neler yaptın?Pişman mısın?Geriye dönseydin ve de döndün ne yapardın?Yaptıklarından memnun musun?
*Âhirete inanmayanlar,uğruna öldükleri davalarında ölümsüz olacaklarını söylemektedirler.
Bu ne tezattır ki,hem öldükten sonra dirilmeye inanmayacaksın ve hem de ölümsüz olacağını iddia edeceksin!
Seni yaşatacak olanlar da ölecek.Sen unutulduğun gibi,onlar da unutulacak.
Her yönüyle unutulacak bir dava ve gaye için ölmenin ne faydası vardır?
“ Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazanmakta olduklarını da elleri bize söylemekte, ayakları da şahitlik etmektedir.”
“O gün, dilleri, elleri ve ayakları, yaptıklarına şahitlik edeceklerdir.”
MEHMET ÖZÇELİK
07-01-2012




Adilcevaz’lı Bekir Ağa

Adilcevaz’lı Bekir Ağa
Bekir Ağa, Nurun kahramanlarındandır. Aslen Bitlis Adilcevazlı’dır. Asıl Adı Bekir Çelik’tir. Adilcevaz’da seyyidler sülâlesinden Emrullah oğlu ve Abdülcelil oğullarından Bekir Ağa olarak bilinir ve yâd edilir.

Bekir Ağa, Nurun kahramanlarındandır. Aslen Bitlis Adilcevazlı’dır. Asıl Adı Bekir Çelik’tir. Adilcevaz’da seyyidler sülâlesinden Emrullah oğlu ve Abdülcelil oğullarından Bekir Ağa olarak bilinir ve yâd edilir.

Risâle-i Nur’un yazılma, yayılma ve okunma istidadı gösterdiği yıllarda Bekir Ağa, Risâle-i Nurları köyden köye götürerek muhtaç gönüllere iletmiş, bu uğurda çileler çekmiş, cefalar yüklenmiştir. Kendisi ümmîdir. Bediüzzaman Hazretleri Nur’un satır aralarında bu bahtiyar talebesinden bahseder. Ona hitaben yazılı beyanları bulunmaktadır. Çeşitli Risâlelerde Nurların hakkaniyeti ve Bediüzzaman Hazretlerinin şahsiyet-i manevisiyle alâkalı Bekir Ağa’nın mektupları mevcuttur.

Adilcevaz ve bağlı köylerinde bir çok insan Bekir Ağayı yakından tanır. Mesleği çerçiliktir (köyleri dolaşarak satıcılık yapmak). Mesleği icabı köylere ve Anadolu’da en ücra yerlere giderek bu vesileyle de her gittiği yere Risâle-i Nurları yaymış ve anlatmıştır.

Oradan da göç ederek Isparta’ya yerleşmiştir. Burada seyyar satıcılık yoluyla ayakkabı satışı işiyle meşgul olurken, Barla’da Hz. Üstad’la hemşerilik yoluyla tanışarak ona talebe olur. Ümmi hâli içerisinde her gittiği yere Risâle-i Nur’un o kudsî formalarını dağıtarak Nur’un ve Üstad’ın hizmetinde bulunur.

Üstad’ına neşr-i hakikatte talebe olarak yardımcı olan Bekir Ağa’yı Hazret-i Üstad bir ifadesinde şöyle taltif eder:”Ümmi fakat allâmelerin işini gören ve esrar-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan ahiret kardeşim Adilcevazlı Bekir Ağa…” (Barla Lâhikası, s. 73)

Gavs-ı Azam Şeyh Abdülkadir-i Geylânî’nin (ks) tesbit ve teşhisi gibi bir makama da mazhar olan Bekir Ağa’yı Üstad Hazretleri Lem’alar adlı eserinde şu ifadeleriyle taltif buyurur: “Gavs-ı Âzam’ın tâbiriyle Bekir Bey, bizim tâbirimizle Bekir Ağa…” (Lem’alar. 173)

Hazret-i Üstad’a son derece bağlı ve Risâle-i Nur’un hakkaniyetine hizmette fevkalâde bir anlayış kabiliyetine sahip olan Adilcevazlı Bekir Ağanın da Hazret-i Üstad’a yazdığı mektuplar mevcuttur. Bu mektuplardan birisi şudur:”Fazîlet-meâb Üstadım Hazretleri,
Efendim, evvelâ arz-ı tâzim ve hürmetle mübarek ellerinizi öperek, her an ve zaman lisanıma yakıştığı kadar duâ eder ve duânızı rica ediyorum. Efendim, malûmunuz, fakir talebeniz ve kardeşiniz cahil olduğum halde, güneş-misâli olan risâle-i bergüzîdelerinizden umum Nur Risâlelerinizi okutup dinledim. Güneşin nuruna sed çekilemediği gibi ve sed çekilmek ihtimali olmadığı gibi, risâlelerinize de sed çekilemez. Onları istimâda ruh ve kalbimi tetkik ettim; tetkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım. Baktım ki, ruh ve kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki, beni bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen ‘Haydi, haydi’ diye tazyikata başladı. Ben de ruhumda olan bu vâkıayı takip ederken, o Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gösterildi. Anladım ki, bu anahtarlarla icap eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi—min gayri haddin—arayıp bulmak vaziyeti adeta bana emrolunup, o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hâli kendime vazife addettim. O Nurlardan almış olduğum anahtarları teslimle, hâin-i din olan mülhidlerin elleri kımıldanmayacak derecede kırılması için, hamden lillâh, bu kardeşlerimi arayıp buldum. Emânetullah ve emânât-ı Peygamberînin (asm) gayet parlak, yakut ve zümrütten kıymettar olan hazinelerini o zatların ellerine teslim ettim. Elhamdülillâh, Cenâb-ı Hak muvaffak etti. O mübarek eserlerinizi mütalâa eden eşhas, insan iseler ve insaniyetle alâkaları varsa imân eder. İnanmadıkları takdirde, ya insaniyetten istifa etmeli veyahut ‘İnsan değiliz’ demeli. Bu eserler başlı başına, ayrı ayrı birer fâtihtir. İnşaallah, her cihetle feth ederek fâtih olacaktır. Cenâb-ı Mevlâ âhirette cümlemizi sevabına nâil eyleyip şefaatine mazhar buyursun. Âmin. Tekrar mübarek ellerinizi bûs ile duânızı istirham eylerim, efendim hazretleri. Abdülcelil oğullarından Âdilcevazlı Emrullah oğlu Bekir” (Barla Lâhikası, s. 45)

Bekir Ağanın Neşet ve Saadet isminde iki çocuğu olmuştur. Yaptığımız son tesbitlerde çocukları da Adilcevaz’dan göç ederek Antalya’ya yerleşmişlerdir.

Risâle-i Nurların yazıldığı, yayıldığı ve okunduğu o zor yıllarda Üstad ve Risâle-i Nur’a hizmetteki alâkadarlığından dolayı Üstad Hazretleriyle birlikte mahkemelere düşmüş, sonunda Eskişehir hapishanesinde Üstad’la birlikte bir seneye yakın hapiste kalmıştır.

Ak sakallı, orta boylu, tertemiz bir insan olan Bekir Ağa, kudsî Nur yolculuğunu yüzünün akıyla tamamlayarak, ömrünü yine memleketi olan Adilcevaz’da tamamlamıştır.

Adilcevaz’ın Cevizl (Drakbur) mahallesinde vefat etmiş, kabri aynı mahallede bulunan Karaveli mezarlığında bulunmaktadır. Vefat tarihi ise 24 Nisan 1961’tir. Allah rahmet eylesin.
********************
* Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, âhiret kardeşim Âdilcevazlı Bekir Ağanın Sözler hakkındaki ihtisâsâtıdır.
Fazîlet-meâb Üstadım Hazretleri,
Efendim, evvelâ arz-ı tâzim ve hürmetle mübarek ellerinizi öperek, her an ve zaman lisanıma yakıştığı kadar dua eder ve duanızı rica ediyorum.
Efendim, malûmunuz, fakir talebeniz ve kardeşiniz cahil olduğum halde, güneş-misâli olan risale-i bergüzîdelerinizden umum Nur Risalelerinizi okutup dinledim. Güneşin nuruna sed çekilemediği gibi ve sed çekilmek ihtimali olmadığı gibi, risalelerinize de sed çekilemez. Onları istimâda ruh ve kalbimi tetkik ettim; tetkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım. Baktım ki, ruh ve kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki, beni bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen “Haydi, haydi” diye tazyikata başladı. Ben de ruhumda olan bu vâkıayı takip ederken, o Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gösterildi. Anladım ki, bu anahtarlarla icap eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi-min gayri haddin-arayıp bulmak vaziyeti adeta bana emrolunup, o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hali kendime vazife addettim.
O Nurlardan almış olduğum anahtarları teslimle, hâin-i din olan mülhidlerin elleri kımıldanmayacak derecede kırılması için, hamden lillâh, bu kardeşlerimi arayıp buldum. Emânetullah ve emânât-ı Peygamberînin (a.s.m.) gayet parlak, yakut ve zümrütten kıymettar olan hazinelerini o zatların ellerine teslim ettim. Elhamdü lillâh, Cenab-ı Hak muvaffak etti. O mübarek eserlerinizi mütalâa eden eşhas, insan iseler ve insaniyetle alâkaları varsa İmân eder. İnanmadıkları takdirde, ya insaniyetten istifa etmeli veyahut “İnsan değiliz” demeli. Bu eserler başlı başına, ayrı ayrı birer fâtihtir. İnşaallah, her cihetle feth ederek fâtih olacaktır. Cenab-ı Mevlâ âhirette cümlemizi sevabına nâil eyleyip şefaatine mazhar buyursun. Âmin.
Tekrar mübarek ellerinizi bûs ile duanızı istirham eylerim, efendim hazretleri.

Abdülcelil oğullarından
Âdilcevazlı
Emrullah oğlu Bekir
* Memleketimin Risale-i Nura hizmette sebkat eden kahramanlarından
Celil Oğullarından Emrullah Oğlu Adilcevaz’lı Bekir Ağa,Bedizzaman’a uzun yıllar hizmet etmiş bu uğurda hapis yatmış bir nur kahramanıdır .
Celil Oğullarından Emrullah Oğlu Adilcevaz’lı Bekir Ağa 1869 yılında Bitlis-Adilcevaz’da doğan Bekir Ağa hayvancılık ve çiftçilikle uğraşan Emrullah Bey’in oğludur. Adilcevaz Cevizli mahallesinde ikamet etmiş olan ailenin diğer iki erkek çocuğundan biridir.Diğer kardeşi ise Sadık’tır.
Gençlik dönemini Adilcevaz’da geçiren Bekir Ağa, Abbas oğullarından Elif hanımla evlenmiş ve bu evlilikten Neşet ve Saadet isminde iki çocuğu olmuştur.
Bekir Ağa, Sultan Vahdettin döneminde Batum’da yaşamış, Birinci Dünya Savaşı çıkınca Batum’dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Şarkta, Rus ve Ermenilerin işgaline ve mezalimine maruz kalan Müslüman halk seferberlikte göç etmek zorunda kalınca Bekir Ağa seferberlikteki halkın güvenliği sağlamaya katkıda bulunmuştur. Bu vesile ile de Bekir Ağa ve ailesi Isparta’ya kadar gelmiş ve Isparta’ya da yerleşmiştir. Bununla ilgili Adilcevazlı ve mahallelisi İbrahim KANAR şu hatırayı aktardı. Amcam Süleyman KANAR, Bekir Ağa ile Batum’da çalıştıklarını söyledi ama niçin bulunduklarını anlatmadı. Amcam bana derdi ki biz Bekir’le Batum’da çalışıyorduk. Birinci Dünya Savaşı çıkınca oradan kaçarak vatanımıza avdet ettik. Dönüş yolunda Rus askerlerle karşılaştık. Onları görünce yol üzerindeki buğday tarlasına kendimizi atmak zorunda kaldık. Rusların buğdaya olan hürmetlerinden tarlalara girmediklerini biliyorduk. Aynı kanaate Müslümanların da sahip olduklarına inanıyorlardı. Biz tarlalara girince bunlar Müslüman değil, Müslüman olsalardı tarlaya kendilerini atmazlardı diyerek bizden vazgeçtiler. Böylece kurtulmuş olduk. Adilcevaz’a gelerek ailelerimizi alıp seferberlikten dolayı göçe katıldık. Ahlat’ın Yamlar mahallesine geldiğimizde Türk askerleriyle karşılaştık. Orada Bekir Ağa, hem askerlerimize hem de halkımıza kılavuzluk yaparak çok fedakârlıklar gösterdi. Bekir Ağa çok akıllı ve zeki idi. Muktezay-ı hale göre davranmasını ferasetiyle bilirdi. Türk askerleri Ruslardan habersiz ilerlerken saldırıya uğrama ihtimali varmış. Çünkü Ruslar yol üzerinde savunma amaçlı olarak mevzilenmişler. Asıl amaçları olan Müslüman halkı kırmak için planlar yapmışlar. Bekir Ağa bunu fark ederek Türk ordusunu Ahlat’ın Tunus Mahallesi tarafına mevzilendirerek askerlerimizin büyük bir zayiat vermesini engellemiş Rusların da ilerlemesine engel olmuştur. Halk da bu sayede güvenli bölgelere aktarılmış oldu.Bekir Ağanın o yıllarda kırk yaşında imiş.
Bekir Ağa, artık Isparta’nın Bahçeler Mahallesinde Ayşe UZUNOĞLU isimli bir hanımın evinde kiracı olarak ikamet etmektedir. Çerçicilik (merkep üzerinde seyyar satıcılık) yaparak geçimini sağlamaya başlamıştır.
Bekir Ağa, şarktan hemşerisi bir hocanın Isparta’ya sürgün geldiğini duyunca ziyaret eder. Bu hoca şarkta Molla Said-i Meşhur diye namlaşan Bediüzzaman Hazretleridir. Bediüzzamana artık talebe olmuştur.
Bekir Ağa, ümmi idi okur yazar değildi. Risale-i Nurun ruhunda uyandırdığı heyecan ve feveranla Risale- Nurları müştakların eline yetiştirme hizmetinde bulunur. Risale-i Nurları dinledikçe bu hakikatleri muhtaçlara mutlaka ulaştırmalıyım diye ruhunun ve kalbinin “Haydi! Haydi! “ nidalarına lakayt kalamaz, Merkebinin üzerine yerleştirdiği heybelerin alt kısmına Risaleleri üst kısmına patates ve soğanları yerleştirerek bir irfan abidesi olarak en uzaktaki köylere varıncaya kadar köy köy dolaşmaya başlar. Vardığı köylerde “Burada alim bir zat, hoca veya okuma yazma bilen yok mu?” diye sorar nerde iseler bulur yanlarına yaklaşırdı. Onlara kendisinin okuma yazması olmadığını, eline bir kitap geçtiğini söyler ”Siz okuyun ben dinleyeyim neden bahsediyor?” derdi. Kitabı eline alıp okumaya başlayanlar “Dert vardı derman yoktu. Derman ayağımıza geldi. Hasta olanın ayağına Allah doktoru gönderirmiş.” Diyerek aradıkları hakikati ma-i zemzem gibi kana kana içmeye başlarlar. Sen bu kitapları nerden aldın, nereden elini geçti” diye sorarlar. Bekir Ağa da Bediüzzaman Hazretlerini tanıtarak onların da talebe olmasına vesile olur. Bu şekilde Isparta’da mühim ve kadım Risale-i Nur talebeleri ortaya çıkmaya başladı. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu hizmetinden dolayı kendilerine “Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, âhiret kardeşim Âdilcevazlı Bekir Ağa” diye iltifat etmişlerdir.**
Bediüzzaman’ a uzun yıllar hizmet eden Bekir Ağa, 1935 te Eskişehir hapishanesinde de diğer nur talebeleri ile birlikte tevkif edilmiştir. Bekir Ağa, 1937-1938 yıllarında Üstadımızdan izin alarak memleketine geri döner.
Isparta’dan geldikten sonra beraberindegetirdiği ayakkabılarla dükkân açar bir muddet bu işi yaptıktan sonra başka birine devrederek bu işi bırakarak baba mesleği olan hayvancılık ve çiftçilikle uğraşmaya başlar. Bu hususta komşusu olan İbrahim KANAR’ın Bekir Ağanın bu iş ile ilgili olarak anlattığı hatırasında- Benim Bekir Emmi ile yakın komşuluğumuz vardı.1958 yılında bir ortaklığımız oldu.İki öküz benim vardı, iki öküz de Bekir Emminin vardı.Bana iki öküzün hakkını vererek Bekir Ağa ile o yıl onun tarlalarında çalıştım.Hiç unutmam bana o yıl çalışmamın karşılığında 30 lira verdi.Bana hep nasihat ederdi.Bir gün bana dedi ki sana iki şey tavsiye edeceğim.Birisi namazını mutlaka kıl diğeri seni idama götürseler de yalan söyleme. Çünkü doğru söylersen seni idam etmezler. Yaşlılar kendisine Bekir Ağa diye hitap eder. Biz gençler de kendisine Bekir emmi derdik. Bekir Ağa hep beyaz giyinir bazen beyaz bir cüppe ile de dolaşırdı. Sözünde hep bir tesir vardı. Sanki başka bir yerden alıp anlatıyordu. Dargın olan aileleri barıştırırdı. Muvaffak olduğu işlerinde bunu hep üstad yapıyor derdi. Oğlu Neşet ile başı hep sıkıntılıydı.Bununla.alakalı bir hatırasında bir gün neşetVan’da kaza yapar. Suçlu bulunur ve hapse atılır. Bekir Ağa tarlasını satarak Van’ a gidip oğlunu kurtardı. Ben dedim ki Bekir Emmi bu çocuk senden ayrı ve sana da hayrıda yok. Niye böyle yapıyorsun? Bunun üzerine Bekir Emmi hafiften tebessüm ederek dedi ki o bana emanettir. Nasıl emanettir dedim. Isparta’da kaldığımız günlerde iken Neşet çok yaramazdı o zaman 15 yaşında idi.Bir gün üstada dedim ki bu çocuklarıma dua et. Üstad bana dedi ki Cuma günü hutbeden sonra dua saati var. Şu saatin şu dakikasında bana hatırlat. Onlara dua edeyim. İnşallah Allah kabul eder. Ben 3 Cuma o saatte saati elime aldım bekledim. Fakat o dakikada o üç Cumada da bana unutturuldu ve üstada söyleyemedim. Ondan sonra üstad bana dedi ki bunun mukadderatı böyledir, böyle gidecek.Ama Kızım benim kızımdır. Ama oğluna dua yok dedi. Onun için benim ona bakmam lazım. Onu kendi başına bırakamam dedi .Diyebilirim ki mülkünün büyük bir kısmı oğlunun yüzünden hiç yere gitti.
Bekir Ağa Memleketi Adilcevaz’da da Risale-i Nur hizmetine devam eder. Özellikle köylerde husussan Erikbağı ve Aydınlar köyüne çok gider oradaki müştaklara ulaşır. Bu arada Erikbağı köyünden hizmetine engel olmak isteyen hainler tarafından 1961 de vurularak şehit edilen ve nurun ilk şehidi olan Nevruz ÇAKAN’ DAN bahsetmemek olmaz.Rahmetli muzaffer abi bize hep anlatırdı, Nevruz ÇAKAN Ağabey, evine gider okumaya başlar.”Aman Ya Rabbi! Bu ne feyiz, bu ne ilim, bu ne büyük bir eser!” Der. 40 yılda tahsil edilemeyen mesafeyi 40 dakikada vasıl olur. Ruhunda bir inkişaf ve inşirah bir kemalat, ciddiyet, ihlâs ve sadakat… Artık yerinde duramaz her akşam evinde ders olur. Kendisi fakir, geçimini zor sağlayan ayağında eski bir çarık üzerinde bir köylüdür ama büyük bir fedakârlıkla hizmet eder. Risale-i Nurları okur, kendinden geçer, ağlar, kitap elinden düşer, alır yine okur. Köylü ona meftun, dinlemeye koşarlar. Nurun âşıkları çoğalır. Bekir Ağaya muavin olur. Köy köy dolaşırlar. Üstadını ziyaret etmek ister, fakirdir. Tevekkeltü Alellah der yola düşer. Isparta’ ya yetişir üstadı sorar bir kahvede oturmaya başlar. Kahveye gelen biri Adilcevaz’dan gelen kimdir der Nevruz Ağabey şaşırır nerden geldiğini kimselere söylememiştir. Benim der. Üstadımız seni bekliyor derler ve peşine düşer. Üstadı görmeye, elini öpmeye ve duasına muvaffak olur. Üstadımız Bekir Ağayı sorar, cebine bir şeyler koyar, kitap verir ve der ki”Hemen çık araba hazır.” Şarka giden araba yoldadır. Atlar ve birkaç aktarma ile kışın gece vakti Bitlis Tatvan ilçesine ulaşır. Dışarıda 1 metreyi aşmış kar var. Gidecek yeri yok. Yolda tipide yürümeye başlar. O esnada Tatvan da saliha bin kadın rüyasında üstadı görür. Üstadımız ”Kalk benim bir misafirim var dışarıdadır adı Nevruz’dur onu çağır”. Der ve evsafını tarif eder. Bu rüyaya bir anlam veremez yine yatar ama rüyayı yine görür. Uyanarak evlatlarını kaldırır durumu anlatır. Dışarıya bakmalarını ısrarla ister. Oğulları dışarı çıkarak “Nevruz Abi! Nevruz Abi!” diye bağırırlar. Nevruz Ağabey, gece karanlıkta ve tipide kendisine seslenenleri duyar ve sese doğru hareket eder. Eve ulaşır muhterem saliha kadının rüyasındaki evsafa uyduğu görülür. Misafir ederler, ağırlarlar. Dışarıda yolda az ileride de askeri karakol vardı eğer devam etseydi hem kitaplar ele geçecekti hem de tevkif edilecekti. Ertesi gün ev sahipleri başka bir noktadan geçirerek Adilcevaz’ a ulaşmasını sağlarlar. Nevruz Ağabey Adilcevaz’a ulaştığında cebine bakar ki giderken cebindeki para ile dönüşündeki para aynıdır…
Üstadımızı görmüş olmanın şevki ve gayretiyle Bekir Ağaya eşlik ederek hizmet eder. Fakir ve geniş bir aileye sahip olmayan bir köylünün etrafında genişleyen nur halkası muarız kıskanç hocanın nüfuzunu kırar. Bu hocanın marifetiyle aleyhte olanlara fitne vererek engellenmek istenir ve vücudunun kaldırılmasına karar verilir. Bu iş için iki tane katil tutulur. Köylüler tehlikeyi anlarlar Nevruz Ağabeye dikkatli ve temkinli olmasını rica ederler. Kendisi hizmet yolunda şehadeti arzulamaktadır. Mübarek üç aylardır ve kendisi o gün oruç tutmuştur. Sırf davası uğruna sıcak bir yaz gününde kendisine ait üzüm bağında çalışırken 30 Ağustos1961’de silahla vurularak şehit edilmiştir. Kabri Adilcevaz Erikbağı köyündedir.
Katilleri olan o iki kişi samanlıkta saklanırken samanlık tutuşur ve feci şekilde can verirler. Azmettiricisi olan Karamolla namlı hoca da yatağında uzun zaman yattığından derisi lime lime olarak acı içinde can vermiştir.
Bekir Ağa da bu zorlu şartlarda hizmetine ve hayatına devam ederken 1961 yılında 91 yaşında Nevruz Ağabey ile aynı yılda vefat etmiştir. Kabri Adilcevaz Cevizli Mahallesi Karaveli Mezarlığındadır. Kendisine Allah’tan rahmet diler, şefaatlerine mazhar olmayı Rabbimizden niyaz ederiz.
* Dr. Zeki Tan
Bekir Ağa

ADİLCEVAZ’DA BESLEYİCİ BİR NEFES
“BEKİR AĞA”
Tarih boyunca insanların sadece maddi ihtiyaçlarını karşılayarak bununla insanların bütün problemini çözeceklerine inananlar aldanmışlardır. Çünkü insan sadece yiyip içen ve sindirim sistemine sahip bir varlık değil. İnsanlara verilen bütün maddi imkânlar hep birer vasıta, yani araç olup amaca ulaşmak içindir. Amaç; insanı ruhen kâmil hale getirmedir. Ruhu beslenmeyen bir insanın yapacağı tahribatı binlerce hayvan yapamaz.

İnsanlar maddeten beslenmedikleri zaman nasıl etrafı tahrip ediyorlar, çalıp çırpıyorlarsa ruhen de beslenmeyen insanların yapacağı tahribatı önlemek oldukça zor olsa gerektir. Bu sebepten insanların din ile tanıştırılmaları kaçınılmaz hale gelmiştir. Kutsalı dışlayan bir fert veya toplumun onun yerine dolduracağı hiçbir nesne yoktur. İnsanları ruhen besleyen gıda dindir. Dinden nasibini almayan fertlerin çıkaracağı problemleri önlemek oldukça zordur. Eğer insanların halim ve selim olmalarını istiyorsak onları ilahi irade tanıştırmak lazımdır.

Cemaatten birisi bir gün hocam, benim çocuk beni dinlemiyor, takmıyor, anne ve baba hakkına riayet etmiyor. Geçen gün o kadar çok kızdım ki nerede ise öldürecektim dedi. Kendisine senin çocuğun yaratıcı kudret olan Allah ile arası nasıl diye sorunca hocam sorma o zaten Allah’a ibadet etmediği gibi ibadet edenleri de engeller.

Şimdi anlaşıldı. Senin çocuk Allah’ı dinlemiyorsa, inanmıyorsa, kulluk yapmıyorsa seni dinlememesi son derece tabiidir, normaldir. Sen sadece kendi evinin idarecisisin. Allah bütün kâinatın hâkimidir. Kâinatın sahibini, hâkimini, yaratanını, rızkı vereni tanımayanın, ibadet etmeyenin insanları tanıması zor olsa gerektir.

İnsanların itaatkâr olmalarını temin etmenin yolu, önce Allah’a kulluktan geçer. Allah’a kul olmayan kula kul olur. Nefsine kul olur. Bu da onu isyana götürür.

Bütün bunları şunun için söyledim. Adilcevaz’ın Atatürk Mahallesi mezarlığında yatan bir gönül ehli, besleyici bir nefes insanların kula kul olmalarından kurtarıp Allah’a kul olmalarını temin eden bir Allah dostu yatıyor.

Bu zat Osman Yüksel Serdengeçti’nin ifadesi ile “Allah diyenlerin, Yallah diye hapishaneye yollandığı” yıllarda bu işe baş koymuş kahraman, dini bilginin “kuduz köpek” gibi kovalandığı günlerde Adilcevaz’lıyı bilgi ile tanıştırmış bir gönül insanı.

Abdulcelil oğullarından, Adilcevaz’lı Emrullah oğlu Bekir. Bediüzzaman’ın özel iltifatını ve ilgisini kazanmış bir fedakar ve cefakar. Onun için şu ifadeler kullanılır:”Ümmi fakat allâmelerin işini gören ve esrar-ı Kur’aniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebeb olan, âhiret kardeşim Âdilcevaz’lı Bekir Ağa…”

Bir insan ümmi -doğal hal üzere kalmış okuyup yazarak tahsil görmemiş- olup ta “allame” -büyük bilgin-lerin işini görme potansiyeli vardır. İşte Bekir Efendi böyle bir özelliğe sahip ihlâs eri.

Kur’an’ın güzelliklerini anlatmada Isparta gibi bir vilayetin “İntibahına” uyanışına vesilelik etme güzelliğine ermiş bir erdemli insan.

Bediüzzaman gibi bir zatın “ahiret kardeşim” iltifatına ve alakasına mazhar olma şerefine eren bir dost.

Kendisine ismi ile değil “Bekir Ağa” diye hitap edilmesi ona olan alakanın ve onu yetiştiren Bediüzzaman’ın insanı nasıl onure ettiğinin en güzel ifadesi. Geçmişte kendisine hizmet edilen, insanları kendisine hizmet ettirenlerin “ağa” sıfatı ile anılması zihniyetini değiştirip, asıl ağalığın insana ve insanlığa hizmet etmekten geçtiğini anlatıyor.

Geçmişte bu bölgeyi -doğuyu- güzelleştiren intibaha getiren devletine isyan ettirmeyen “Rus askerine selam dur Türk askerini arkadan vur” menhus ve çirkin zihniyetinin karşısında sıradağlar gibi duran nefes ve sesin sahipleri kalmadı. Bu gün problemleri bu sebepten çözemiyoruz.

Ahmet Selim: “Toplumsal problemleri yatırımlarla, zenginleşmeyle bu iş halledilir diyorsanız aldanırsınız. Fikri –kalbi psikolojik meseleler parayla çözülmez. “Besleyici” sesler üsluplar aydınlatmalar yok oldu. Ruhları, zihinleri gönülleri besleyici ışıklar çok fersizleşti… Fikri problemler fiille çözülmez…” Derken ne kadar haklıdır.

Doğuyu ve doğulu insanı bir arada tutacak yegâne çimento dindir. Bekir Efendi aslında Bekir Ağa bu muhabbet çimentosunun harcını yapan sevgi ustası. Eğer yeniden bu bölgenin insanını çok güzel bir tatlı çeşidi olan aşure gibi farklı olanı bir arada yaşatacaksak, yaşatmalıyız, başka çaremiz yok. Yapılacak iş Bekir Ağa gibi sevgi aşuresini pişirecek insanların olması gerekir. Mutlaka vardır da… Bu gök kubbenin altı boş değil.

Bekir Ağa sahip olduğu merkebi ile köy köy dolaşıp insanları iman hakikatleri ile tanıştıran hakikat eri. Belki onun mezarını bile tanımayanlar vardır. Fakat geçmişte bu toprakları imanla yoğuran, ilahi rahmetin celbine vesile kılıp bela ve musibetin giderilmesini sağlayan bu besleyici sesler ve nefeslerdir. Bu sese, nefese ve ruha yeniden bu toprakların ihtiyacı vardır. Tarihçi Cemal Kutay’ın gönül insanı için kullandığı bir ifade var “Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslüman’ı”, İnsanımızı yeniden ruhu ile tanıştıracak asr-ı saadet ruhunu taşıyan nefese ihtiyacı vardır. Bunlar da inşallah vardır. Rabbim nasip etsin. Gelin hep beraber gönül ehl-i Bekir Ağaya fatiha gönderelim. Ruhu şad makam-ı ve mekan-ı cennet olsun. Amin.

*
Celiloğullarından Bekir Ağa
Celil Oğullarından Emrullah Oğlu Adilcevaz’lı Bekir Ağa,Bedizzaman’a uzun yıllar hizmet etmiş bu uğurda hapis yatmış bir nur kahramanıdır
Celil Oğullarından Emrullah Oğlu Adilcevaz’lı Bekir Ağa 1869 yılında Bitlis-Adilcevaz’da doğan Bekir Ağa hayvancılık ve çiftçilikle uğraşan Emrullah Bey’in oğludur. Adilcevaz Cevizli mahallesinde ikamet etmiş olan ailenin diğer iki erkek çocuğundan biridir.Diğer kardeşi ise Sadık’tır.
Gençlik dönemini Adilcevaz’da geçiren Bekir Ağa, Abbas oğullarından Elif hanımla evlenmiş ve bu evlilikten Neşet ve Saadet isminde iki çocuğu olmuştur.
Bekir Ağa, Sultan Vahdettin döneminde Batum’da yaşamış, Birinci Dünya Savaşı çıkınca Batum’dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Şarkta, Rus ve Ermenilerin işgaline ve mezalimine maruz kalan Müslüman halk seferberlikte göç etmek zorunda kalınca Bekir Ağa seferberlikteki halkın güvenliği sağlamaya katkıda bulunmuştur. Bu vesile ile de Bekir Ağa ve ailesi Isparta’ya kadar gelmiş ve Isparta’ya da yerleşmiştir. Bununla ilgili Adilcevazlı ve mahallelisi İbrahim KANAR şu hatırayı aktardı. Amcam Süleyman KANAR, Bekir Ağa ile Batum’da çalıştıklarını söyledi ama niçin bulunduklarını anlatmadı. Amcam bana derdi ki biz Bekir’le Batum’da çalışıyorduk. Birinci Dünya Savaşı çıkınca oradan kaçarak vatanımıza avdet ettik. Dönüş yolunda Rus askerlerle karşılaştık. Onları görünce yol üzerindeki buğday tarlasına kendimizi atmak zorunda kaldık. Rusların buğdaya olan hürmetlerinden tarlalara girmediklerini biliyorduk. Aynı kanaate Müslümanların da sahip olduklarına inanıyorlardı. Biz tarlalara girince bunlar Müslüman değil, Müslüman olsalardı tarlaya kendilerini atmazlardı diyerek bizden vazgeçtiler. Böylece kurtulmuş olduk. Adilcevaz’a gelerek ailelerimizi alıp seferberlikten dolayı göçe katıldık. Ahlat’ın Yamlar mahallesine geldiğimizde Türk askerleriyle karşılaştık. Orada Bekir Ağa, hem askerlerimize hem de halkımıza kılavuzluk yaparak çok fedakârlıklar gösterdi. Bekir Ağa çok akıllı ve zeki idi. Muktezay-ı hale göre davranmasını ferasetiyle bilirdi. Türk askerleri Ruslardan habersiz ilerlerken saldırıya uğrama ihtimali varmış. Çünkü Ruslar yol üzerinde savunma amaçlı olarak mevzilenmişler. Asıl amaçları olan Müslüman halkı kırmak için planlar yapmışlar. Bekir Ağa bunu fark ederek Türk ordusunu Ahlat’ın Tunus Mahallesi tarafına mevzilendirerek askerlerimizin büyük bir zayiat vermesini engellemiş Rusların da ilerlemesine engel olmuştur. Halk da bu sayede güvenli bölgelere aktarılmış oldu.Bekir Ağanın o yıllarda kırk yaşında imiş.
Bekir Ağa, artık Isparta’nın Bahçeler Mahallesinde Ayşe UZUNOĞLU isimli bir hanımın evinde kiracı olarak ikamet etmektedir. Çerçicilik (merkep üzerinde seyyar satıcılık) yaparak geçimini sağlamaya başlamıştır.
Bekir Ağa, şarktan hemşerisi bir hocanın Isparta’ya sürgün geldiğini duyunca ziyaret eder. Bu hoca şarkta Molla Said-i Meşhur diye namlaşan Bediüzzaman Hazretleridir. Bediüzzamana artık talebe olmuştur.
Bekir Ağa, ümmi idi okur yazar değildi. Risale-i Nurun ruhunda uyandırdığı heyecan ve feveranla Risale- Nurları müştakların eline yetiştirme hizmetinde bulunur. Risale-i Nurları dinledikçe bu hakikatleri muhtaçlara mutlaka ulaştırmalıyım diye ruhunun ve kalbinin “Haydi! Haydi! “ nidalarına lakayt kalamaz, Merkebinin üzerine yerleştirdiği heybelerin alt kısmına Risaleleri üst kısmına patates ve soğanları yerleştirerek bir irfan abidesi olarak en uzaktaki köylere varıncaya kadar köy köy dolaşmaya başlar. Vardığı köylerde “Burada alim bir zat, hoca veya okuma yazma bilen yok mu?” diye sorar nerde iseler bulur yanlarına yaklaşırdı. Onlara kendisinin okuma yazması olmadığını, eline bir kitap geçtiğini söyler ”Siz okuyun ben dinleyeyim neden bahsediyor?” derdi. Kitabı eline alıp okumaya başlayanlar “Dert vardı derman yoktu. Derman ayağımıza geldi. Hasta olanın ayağına Allah doktoru gönderirmiş.” Diyerek aradıkları hakikati ma-i zemzem gibi kana kana içmeye başlarlar. Sen bu kitapları nerden aldın, nereden elini geçti” diye sorarlar. Bekir Ağa da Bediüzzaman Hazretlerini tanıtarak onların da talebe olmasına vesile olur. Bu şekilde Isparta’da mühim ve kadım Risale-i Nur talebeleri ortaya çıkmaya başladı. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu hizmetinden dolayı kendilerine “Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrâr-ı Kur’âniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, âhiret kardeşim Âdilcevazlı Bekir Ağa” diye iltifat etmişlerdir.**
Bediüzzaman’ a uzun yıllar hizmet eden Bekir Ağa, 1935 te Eskişehir hapishanesinde de diğer nur talebeleri ile birlikte tevkif edilmiştir. Bekir Ağa, 1937-1938 yıllarında Üstadımızdan izin alarak memleketine geri döner.
İsparta’dan geldikten sonra beraberindegetirdiği ayakkabılarla dükkân açar bir muddet bu işi yaptıktan sonra başka birine devrederek bu işi bırakarak baba mesleği olan hayvancılık ve çiftçilikle uğraşmaya başlar. Bu hususta komşusu olan İbrahim KANAR’ın Bekir Ağanın bu iş ile ilgili olarak anlattığı hatırasında- Benim Bekir Emmi ile yakın komşuluğumuz vardı.1958 yılında bir ortaklığımız oldu.İki öküz benim vardı, iki öküz de Bekir Emminin vardı.Bana iki öküzün hakkını vererek Bekir Ağa ile o yıl onun tarlalarında çalıştım.Hiç unutmam bana o yıl çalışmamın karşılığında 30 lira verdi.Bana hep nasihat ederdi.Bir gün bana dedi ki sana iki şey tavsiye edeceğim.Birisi namazını mutlaka kıl diğeri seni idama götürseler de yalan söyleme. Çünkü doğru söylersen seni idam etmezler. Yaşlılar kendisine Bekir Ağa diye hitap eder. Biz gençler de kendisine Bekir emmi derdik. Bekir Ağa hep beyaz giyinir bazen beyaz bir cüppe ile de dolaşırdı. Sözünde hep bir tesir vardı. Sanki başka bir yerden alıp anlatıyordu. Dargın olan aileleri barıştırırdı. Muvaffak olduğu işlerinde bunu hep üstad yapıyor derdi. Oğlu Neşet ile başı hep sıkıntılıydı.Bununla.alakalı bir hatırasında bir gün neşetVan’da kaza yapar. Suçlu bulunur ve hapse atılır. Bekir Ağa tarlasını satarak Van’ a gidip oğlunu kurtardı. Ben dedim ki Bekir Emmi bu çocuk senden ayrı ve sana da hayrıda yok. Niye böyle yapıyorsun? Bunun üzerine Bekir Emmi hafiften tebessüm ederek dedi ki o bana emanettir. Nasıl emanettir dedim. Isparta’da kaldığımız günlerde iken Neşet çok yaramazdı o zaman 15 yaşında idi.Bir gün üstada dedim ki bu çocuklarıma dua et. Üstad bana dedi ki Cuma günü hutbeden sonra dua saati var. Şu saatin şu dakikasında bana hatırlat. Onlara dua edeyim. İnşallah Allah kabul eder. Ben 3 Cuma o saatte saati elime aldım bekledim. Fakat o dakikada o üç Cumada da bana unutturuldu ve üstada söyleyemedim. Ondan sonra üstad bana dedi ki bunun mukadderatı böyledir, böyle gidecek.Ama Kızım benim kızımdır. Ama oğluna dua yok dedi. Onun için benim ona bakmam lazım. Onu kendi başına bırakamam dedi .Diyebilirim ki mülkünün büyük bir kısmı oğlunun yüzünden hiç yere gitti.
Bekir Ağa Memleketi Adilcevaz’da da Risale-i Nur hizmetine devam eder. Özellikle köylerde hususan Erikbağı ve Aydınlar köyüne çok gider oradaki müştaklara ulaşır. Bu arada Erikbağı köyünden hizmetine engel olmak isteyen hainler tarafından 1961 de vurularak şehit edilen ve nurun ilk şehidi olan Nevruz ÇAKAN’ DAN bahsetmemek olmaz.Rahmetli muzaffer abi bize hep anlatırdı, Bu zat Adilcevaz’da çarşıda dolaşırken Bekir Ağaya rast gelir. Kendisine ”Ben bir tarikata girmek istiyorum, ne yapayım .(Bizim burada yaygın inanışa göre tarikatsız ölen imansız ölür.) Ben ne yapayım, hangi tarikata gireyim, bana yol göster.”der. Bekir Ağa, “Kardeşim ne tarikatı ne yolu artık tarikat zamanı mı ,bir zat çıkmış ki onun eserlerini okuyan imanını kurtarıyor işte Bediüzzaman ve eserleri Risale- i Nur onları oku.” Der kitap verir. Nevruz ÇAKAN Ağabey, evine gider okumaya başlar.”Aman Ya Rabbi! Bu ne feyiz, bu ne ilim, bu ne büyük bir eser!” Der. 40 yılda tahsil edilemeyen mesafeyi 40 dakikada vasıl olur. Ruhunda bir inkişaf ve inşirah bir kemalat, ciddiyet, ihlâs ve sadakat… Artık yerinde duramaz her akşam evinde ders olur. Kendisi fakir, geçimini zor sağlayan ayağında eski bir çarık üzerinde bir köylüdür ama büyük bir fedakârlıkla hizmet eder. Risale-i Nurları okur, kendinden geçer, ağlar, kitap elinden düşer, alır yine okur. Köylü ona meftun, dinlemeye koşarlar. Nurun âşıkları çoğalır. Bekir Ağaya muavin olur. Köy köy dolaşırlar. Üstadını ziyaret etmek ister, fakirdir. Tevekkeltü Alellah der yola düşer. Isparta’ ya yetişir üstadı sorar bir kahvede oturmaya başlar. Kahveye gelen biri Adilcevaz’dan gelen kimdir der Nevruz Ağabey şaşırır nerden geldiğini kimselere söylememiştir. Benim der. Üstadımız seni bekliyor derler ve peşine düşer. Üstadı görmeye, elini öpmeye ve duasına muvaffak olur. Üstadımız Bekir Ağayı sorar, cebine bir şeyler koyar, kitap verir ve der ki”Hemen çık araba hazır.” Şarka giden araba yoldadır. Atlar ve birkaç aktarma ile kışın gece vakti Bitlis Tatvan ilçesine ulaşır. Dışarıda 1 metreyi aşmış kar var. Gidecek yeri yok. Yolda tipide yürümeye başlar. O esnada Tatvan da saliha bin kadın rüyasında üstadı görür. Üstadımız ”Kalk benim bir misafirim var dışarıdadır adı Nevruz’dur onu çağır”. Der ve evsafını tarif eder. Bu rüyaya bir anlam veremez yine yatar ama rüyayı yine görür. Uyanarak evlatlarını kaldırır durumu anlatır. Dışarıya bakmalarını ısrarla ister. Oğulları dışarı çıkarak “Nevruz Abi! Nevruz Abi!” diye bağırırlar. Nevruz Ağabey, gece karanlıkta ve tipide kendisine seslenenleri duyar ve sese doğru hareket eder. Eve ulaşır muhterem saliha kadının rüyasındaki evsafa uyduğu görülür. Misafir ederler, ağırlarlar. Dışarıda yolda az ileride de askeri karakol vardı eğer devam etseydi hem kitaplar ele geçecekti hem de tevkif edilecekti. Ertesi gün ev sahipleri başka bir noktadan geçirerek Adilcevaz’ a ulaşmasını sağlarlar. Nevruz Ağabey Adilcevaz’a ulaştığında cebine bakar ki giderken cebindeki para ile dönüşündeki para aynıdır…
Üstadımızı görmüş olmanın şevki ve gayretiyle Bekir Ağaya eşlik ederek hizmet eder. Fakir ve geniş bir aileye sahip olmayan bir köylünün etrafında genişleyen nur halkası muarız kıskanç hocanın nüfuzunu kırar. Bu hocanın marifetiyle aleyhte olanlara fitne vererek engellenmek istenir ve vücudunun kaldırılmasına karar verilir. Bu iş için iki tane katil tutulur. Köylüler tehlikeyi anlarlar Nevruz Ağabeye dikkatli ve temkinli olmasını rica ederler. Kendisi hizmet yolunda şehadeti arzulamaktadır. Mübarek üç aylardır ve kendisi o gün oruç tutmuştur. Sırf davası uğruna sıcak bir yaz gününde kendisine ait üzüm bağında çalışırken 30 Ağustos1961’de silahla vurularak şehit edilmiştir. Kabri Adilcevaz Erikbağı köyündedir.
Katilleri olan o iki kişi samanlıkta saklanırken samanlık tutuşur ve feci şekilde can verirler. Azmettiricisi olan Karamolla namlı hoca da yatağında uzun zaman yattığından derisi lime lime olarak acı içinde can vermiştir.
Bekir Ağa da bu zorlu şartlarda hizmetine ve hayatına devam ederken 1961 yılında 91 yaşında Nevruz Ağabey ile aynı yılda vefat etmiştir. Kabri Adilcevaz Cevizli Mahallesi Karaveli Mezarlığındadır. Kendisine Allah’tan rahmet diler, şefaatlerine mazhar olmayı Rabbimizden niyaz ederiz.
_____________________________________________________________________
** Bu mübarek zat diyar diyar geziyor. Çerçicilik yapıyor. Takip var, zulüm var, sürgün var, tehdit var! Buna rağmen “heybesinden” hiç eksik etmediği Risâle-i Nurları neşrediyor. Muhtaç gönüllere ulaştırıyor. Tebligatından asla ve kat’â vazgeçmiyor. Muhataplarını arıyor ve buluyor! Evet, aklın durduğu, iz’ânın kavramakta güçlük çektiği, idrakin tartmakta âciz kaldığı anlar, olaylar ve şahıslar bu kudsî hamurun içerisinde. (Vesile olduğu Üstadın saff-ı evvel talebelerinden Halil İbrahim Çöllüoğlu ‘nun beyanı üzerine Nejat EREN – Yeni Asya)

Hazırlayan: Fikret SAYICI




BÂTILI TASVİR…

BÂTILI TASVİR…
Bizim sanatımız bir asırdır avrupadaki gibi,bâtılı tasvir üzerine bina edildi.
“Bâtıl şeyleri iyice tasvir,safi zihinleri idlaldir.”Yani bozmaktır,hakikatından uzaklaştırıldı.
Adına dini kanalda denilse,sanat adına batıl tasvir edilmektedir.
Mesela,Samanyolu tv;-Hakkını helal et-,-Tek Türkiye-,-Kollama- ve özellikle ve özellikle,Çanakkale savaşına denk gördüğüm,Ergenekon terör örgütünün deşifresi konusunda cesurane adımları hayrı ve başarıyla yâdedilecek çalışmalarındandır.
Ancak Özellikle –Osmanlıda derin devlet-adlı dizinin 4.dizisinde çirkin bir tecavüz olayı sahnelenmiştir.
Zihinlerde kalacak çirkin bir tasvir.
Gerçekleri söylemek için,illa ki çirkini fiiliyata mı dökmek gerekir.
Bu bana sanatçı geçinen bir sinema sanatçısının;sinema sahnelerinde kendisine sekiz yüzden fazla tecavüz olayının sahnelendiğini,tecavüze uğradığını çok rahat bir şekilde anlatışı ve bunun medyaya yansıyışı geldi.
Bu durum bu tv-kanalını kirletir.Temizlenmesi de zor olur.
Dizi furyası içerinde tüm tv-ler bir yarışa girdi.
Dizi yapma yarışı.Bu yarışta çok yanlışları da beraberinde getirmektedir.
Bu kanal diğer dizilerde de aynı hassasiyeti gösterip,bir şeyler vereyim derken,bir şeylerin kaybedilmesine sebep olmamalıdır.
Safi zihinlerin bulandırılmamasına dikkat edilmelidir.
Hayatı ve düşünceleri bozanlar çokken,birde saf zihinler böyle güvenilen kanallar tarafından bozulup kirletilmemeli,bulandırılıp saptırılmamalıdır.
Her halde anlaşılmıştır.
Sanat sanat için değil,toplum ve değerleri içindir.
Gerisi angarya ve yorulmadır.Vebali kalır.
MEHMET ÖZÇELİK
22-05-2013




BEDEVİLER

BEDEVİLER
Kur’an-ı Kerim-de Bedeviler ifadesi 4 surede,10 ayette geçer.
Bedevi;çölde yaşayan,şehrin özelliklerinden uzak ve uzakta,medeni ve medeniyetin kurallarından uzak yaşayan kimselerdir.
Bir kişi en medeni devlet ve mekânda da olsa,medeni olmadıktan sonra bedevidir.
Kur’an-da Bedeviler tanımlanır ve onların özelliklerinden bahsedilirken,şu özellikleri ortaya çıkar;
-Yalan söyleme.
-Cehaletten kaynaklanan sebeble inanmama,yontulup düzenlenmeme cihetiyle de nifak ve münafığa teşbih edilmiştir.
Zira Kur’an-da Münafıklardan bahsedilirken,onların;Huşubun müsennedeh-“Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler.”
Yontulmaya ihtiyaçları vardır.
-Kendimenfaatlarını,başkalarının zararına tercih ederler.
-Misafir-perverdirler.
-Azap ve sıkıntı üzerlerinden eksik olmaz.
-Peygamberde olsa,kendi canlarını ve hayatlarını tercih ederler.
-Uğrak yerlerde bulunduklarından haberin kaynağına sahiptirler.
-Mal ve ailelerine düşkün olup,kalbleriyle dilleri arasında bir fark yoktur.
-Kalblerini doldurma ve doyurma yoluna gitmezler.
-Sözlerinden dönme özelliğine sahiptirler.
“Bedevîlerden mazeret ileri sürenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah’a ve Resûlüne yalan söyleyenler ise (mazeret bile belirtmeden) oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara elem dolu bir azap isabet edecektir.”
“Bedevîler inkâr ve nifak bakımından daha ileri ve Allah’ın peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bedevîlerden öyleleri vardır ki, (Allah yolunda) harcayacakları şeyi bir zarar sayar ve (bundan kurtulmak için) size belâlar gelmesini beklerler. Kötü belâlar kendi başlarına olsun. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
Bedevîlerden kimileri de vardır ki, Allah’a ve hret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almağa vesile sayarlar. Bilesiniz ki bu, (Allah katında) onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
“Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.”
“Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah’ın Resûlünden geri kalmak, kendi canlarını onun canından üstün tutmak yaraşmaz. Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay yoktur ki karşılığında kendilerine iyi bir amel(in sevabı) yazılmış olmasın. Şüphesiz Allah, iyilik yapanların mükâfatını elbette zayi etmez.”
“Düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar. Düşman birlikleri (bir daha) gelecek olsa, isterler ki, (çölde) bedevilerin arasında bulunsunlar da size dair haberleri (gidip gelenlerden) sorsunlar. İçinizde bulunsalardı da pek az savaşırlardı.”
“Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanları sana, “Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu; Allah’tan bizim için af dile” diyecekler. Onlar kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah, sizin bir zarara uğramanızı dilerse, yahut bir yarar elde etmenizi dilerse, O’na karşı kimin bir şeye gücü yeter? Hayır, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
“Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanlarına de ki: “Siz, güçlü kuvvetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır.”
“Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
Bedevi yontulmamış kişi.
Doğudaki cehaletten kurtulmamış insanlarda böyledir.Kabadır,yontulmamıştır.
Ondandır ki çok çabuk oyuna gelmektedirler,Sürekli kaşınan yaralardan irinler akmakta,ihtilaflar bir tavuk bahanesiyle bile çok rahat körüklenmektedir.
MEHMET ÖZÇELİK
17-03-2013




BÖREKÇİNİN İDAMI

BÖREKÇİNİN İDAMI
Rahmetlik pederim çalışmak amacıyla 1960 yılında İstanbula gitmişti.Orada iş yerine yakın olan mekanda,şahit olduğu bir olayı şöyle anlatmıştı;
Yıl 24 Aralık1960 yılıdır. İdamın gerçekleştiği tarih.
1955’in 27 Eylül sabahı üsküdar sinanpaşa mahallesinde oturanlar kesif bir yanık et kokusu ile uyanırlar.
*Bir börekçi Ali vardır.Börek yapar satardı.
Yanında çalıştırdığı çocuk yaşta genç birde işçisi bulunmaktaydı.
Bu börekçi haftanın belirli günlerinde işçisini erkenden gönderir ve kendisinin doğuya iş amaçlı olarak gideceğinden dolayı belirlediği gün üzerinden birkaç gün gelmemesini söylerdi.
Bu işlemi arada bir yapardı.
Yine bir gün işçisini erkenden göndermişti.
İşçi bir ara dükkanın önünden geçince,dükkan darabasının tam kapanmadığını görür ve içeriye doğru bakınca korkunç bir kokuyla karşılaşır. Durumu hemen emniyete bildirir. Emniyet mensubları gelip uzun araştırma ve soruşturma sonucunda şu raporu tutar;
Börekçi parasının çok olduğunu düşündüğü kimseleri alış veriş bahanesiyle dükkanına çağırır ve orada öldürerek,tanınmaması için onu fırında yakardı.
Uzun süren soruşturma sonucunda;
Börekçi Ali idam edilir ve 5 saat 23 dakika ipte kalır ve sonra belediye tarafından gömülür.
Pederimin ise yıllardır hayret içerisinde dile getirdiği durum ise;onun sarkan dilinin o kadar nasıl uzun olduğu idi.
Onun asılı olarak gördüğü halinin gözünün önünden hiç gitmediğini söylerdi.
Olayın detayı gayet uzun ve farklı olarak da anlatılmaktadır.
Börekçi Ali’nin idamlık olmasına rağmen hukukun ya işlemeyişi veya yavaş işleyişi bu gün olduğu gibi,hapishanelerde 129 bini aşkın insan yatmaktadır.
En kolay yapılan iş,suç işilemek olmuştur.Herkeste bundan şikayet etmekte,ancak bir türlü çözüm ortaya konulmamaktadır.
Çünkü suçun caydırıcılık durumu yoktur.
Börekçi Ali’nin durumunu gören ve bunun işleyişine şahit olan insanlar,hiç insan canının kıyılmasına cesaret edebilirler mi?
MEHMET ÖZÇELİK
21-05-2012




BU OYUN BİTMEZ

BU OYUN BİTMEZ
Kurtlar vadisi dizisi bitmez.Oynanmaya ve oyunlara devam edilir.Oyuncular da bitmez.Ne de olsa meraklısı ve isteklileri vardır,olur da.
Türkiye-deki entrikalar bitmediği sürece bu da devam eder.
Ve bitmeyeceğe de benzemekte ve görünmektedir.
-Nizama adanmış ruhlar-da öyle.
-Tek Türkiye- şimdilik bitti.
Ve bizlerde bunları yazmaya ve kitaplar basmaya da devam edeceğiz.
Türkiye kaypak zemin üzerindedir.
Bir asırlık bu milletin damarlarında kan gibi dolaşan virüsler bu milletin kanını bozmuş,dna-sını değiştirmiştir.
Onu hasta etmiş,hastalığa meyyal hale getirmiştir.
Farklı renklerde ortaya çıkmaktadır.
Türkiye-nin kaymış olan ekseninin düzeltmesine mani engeller her yola döşenmiştir.
Mesela; Ortada tam bir tezad hüküm sürmekte ki; samanyoluhaber-in önceleri topa tuttuğu kişileri şaibeli olmalarına rağmen şimdilerde görüşüne baş vurması ve öne çıkarması gayet düşündürücüdür.Ortada tam bir kirlilik ve şiddetli bir şaibe sürmektedir.
Şu bir gerçektir ki;fitneyi karıştıran nifak odakları,davaları için her vesileyi kullanırken,kullandıktan sonra da ister başarılı olunsun isterse de olmasın,o eli kırar,yalnızlığa itip,tereddüt göstermeden harcarlar.
MİLLET KAZANDI
Cemaat destekli chp-nin seçim sonucunda artma değil düşmenin olması, cemaatın bulunduğu manevi cepheyi terk ederek,maddi iktidar düşüncesinin bir hezimetidir.
Hz.Ali,Hasan ve Hüseyine yaramayan maddi saltanat,bu zamana kadar kendisini göstermiş ve Bediüzzamanın;”Euzü billahi mineş şeytani ves-siyaseti” yani siyasetin ve şeytanın şerrinden Allah-a sığınırım.-hakikatını doğrulamıştır.
Böyle şahsiyetleri diskalifiye eden siyaset,onların eline su dökemeyecek olan kimseleri hayda hayda eleyecektir.
Belli ki bunlardan hala ders alınmış değil.
Manevi saltanattaki yerini terk eden hoca efendi,etrafının da yanlış telkinleriyle maddi köşke talib olmuş,bu da kendisinin ve cemaatının;hayalen,fikren,ruhen,madden ve manen kaybına sebeb olmuştur.
Eğitimde kurduğu sendika denemeleri sonuç vermeyen cemaat,iktidar denemesinde ise daha büyük kaybı yaşamış ve de yaşatmıştır.
Bundan sonraki zaman süresi içerisinde bu durum hırs ve hınca düşmemeli, tekrar manevi hizmete dönülmelidir.
Cemaatın bu maddi kaybı;kendilerinin de ve genelde toplumun da maddi manevi kaybına sebeb olmuştur.
Sonuç olarak cemaat kaybetti,toplum kazandı.
Kirlenmenin yerini arınma almalıdır.
*Haberlerden de gün be gün takip ettim ve kızımdan da üniversitedeki arkadaşlarından aktardığı bilgiye göre;cemaat temiz ve iffetli kız öğrencileri,kirli ve lekeli yollara,sokağa ve menfi propağandaya sevk etmiştir.
Bu affedilmeyecek bir zulüm ve cürümdür.Bir kirlenmedir.
Bunu tükürük bile temizlemez.
Artık muhasebe zamanıdır.
Cemaat siyasetten elini çekmeli.
Kirli ve şaibeli insanlara maddi manevi desteğini bırakmalıdır.
İçindeki kirli ve lekeli insanların,gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasından sonra, bütün bu olayları kaderin bir tecellisi olarak görüp,temiz insanlarla yoluna devam etmelidir.
Bu seçimde ne chp ne mhp kaybetmiş değildir.Kazananda akp olmamıştır.
Kaybeden cemaat birimleri olmuştur.
*Bundan sonraki dönemde ise başbakan kazandığı % 50 başarısını, cumhurbaşkanlığına adayını koyarak % 70-e çıkaracak,yerine de muhtemelen Numan Kurtulmuş-u getirecektir.
Aslında kavganın altında ve cemaatın saldırısında yatan bu planı engelleme olsa gerek…
*Dünya güzel olsa idi doğarken ağlamazdık.
Yaşarken temiz kalsa idik,ölünce yıkanmazdık.
*Bir nar ağacı vardır, bir de dar ağacı; Namerde nar düştü, yiğide dar ağacı…! (N. F. Kısakürek)
“Dünya bir misafirhânedir. İnsan ise, onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımâtı tedârik etmekle mükelleftir. En ehem ve en elzem işler takdim edilecektir. Halbuki, siz ekseriyet itibâriyle şu fânî dünyayı bir makarr-ı ebedî nokta-i nazarında ve gaflet perdesi altında, dünyaperestlik hissiyle işlenmiş bir sûret sizde görülüyor. Öyle ise, hakperestlik ve âhireti düşünmeklik esasları üzerine müesses olan ubûdiyetten hisseniz pek azdır.”
*”Ben nefsimi tebrie etmiyorum. Nefsim her fenalığı ister. Fakat şu fâni dünyada, şu muvakkat misafirhanede, ihtiyarlık zamanında, kısa bir ömürde, az bir lezzet için, ebedî, daimî hayatını ve saadet-i ebediyesini berbat etmek, ehl-i aklın kârı değil. Ehl-i aklın ve zîşuurun kârı olmadığından, nefs-i emmârem ister istemez akla tâbi olmuştur.”
MEHMET ÖZÇELİK




CHP’YE YAKIŞTI VE DE YAKIŞIR!!!

CHP’YE YAKIŞTI VE DE YAKIŞIR!!!
İnsanın ve insanlığın seviyesine çıkamayanlar,insanları kendi seviyesi (zliği )ne indirirler.
Chp yüzde beşin partisidir.kökü bereketsiz bir partidir.Üreten değil,tüketen bir partidir.
O yüzde beşin içerisinde de ateistinden sefihine,şaibeli bir çok kimseye dâyelik yapmaktadır.
Chp mecliste tesettürlü girenlere karşı terör estirecekmiş.Onlara yakışır.
Çünkü o meclisin ve mahallenin huysuz çocuğudur.
Chp hem oyun kurar! Ve hem de oyun bozar.
Onun yapısı ve görevi muhalefette kalmak,sürekli her şeye istemezük kafasıyla muhalefet etmektir.
Ancak bu sefer akıllılık etti,ucuz patırtılarla geçiştirdi.Demek ki onda da bir olgunlaşma var.
-Bu milletin seçmiş olduğu bir milletvekilini –Merve Kavakçı;-dışarı dışarı –diyerek terör estiren Bülent Ecevit –toprağı bol olsun – geriye pek olumlu olmayan,kötü hatıralar bıraktı.
Kıyamet kopana kadar sadece bunun sorgusunu bile bitiremeyecek bir sorumsuzluğa imza atmış oldu.
Şimdikiler yani eceviti takip edeceğini gösteren chp lanetlenmek asırlar boyu lekeli kalmamak istiyorsa –ki şimdiye kadar aldığı lekeler büyük okyanus tarafından bile temizlenemez.- böyle bir yanlışa tevessül etmesin.
Chp ve üyeleri bukalemun gibi bir türlü rengini –ki bilinse bile –belli etmemekte,renksiz kalmaktadır.
Chp-nin savunduğu ve peşinden gittiği kimselere bakıldığında,çoğunun tartışmalı kimseler olduğu görülmektedir.
*Rahmetlik dedem derdi;Evlat,evelden eşkıya dağda idi,şimdi şehre inmiş.
Dedem bir kalksın şimdi baksın!
Meclise mi inmemiş,askeriyeye mi girmemiş,adliyeye mi sızmamış,milli eğitime mi müdahil olmamış?
Ki;adam çapulculuğuyla şeref ! duyuyor.Çapulcular partisi kuruyor.
Eğer yarında;-Namussuzlar partisi – kurupta;
-Ne var yani?Namussuz olduysak,insanlıktan çıkmadık ya!!!
Denilirse de şimdiden şaşılmasın…
İşin garibi de aslında aynı zamanda pek de bilineni;halkın partisi olduğunu söyleyen chp,bunlara yani travestilere,şaibeli ve kirli insanlara,ergenekona sahip çıkmaktadır.
Bu millet gerçekten de chp-yi bu yanlış işlerinden dolayı kendi iradesiyle hiçbir zaman başa geçirmeyeceğini bir kere daha isbat etmiştir.
Bu da onlar tarafından çok iyi bilindiği içindir ki;gayrı meşru yollara tevessül etmektedirler.
*Evvelden bir Fransız maraşı işgal ediyor,bacımızın örtüsüne dokunuyor ve ona ve onun sürülerine bir sütçü imam yetiyordu.
Şimdi ise bu durum bir kişiyle değil ve de milletin meclisinde yapılıyor.
*Dün zahmetli Ecevit gibi,dünden bu güne chp-de rahmetsiz ve çok zahmetli bir parti olduğunu katmerli olarak gösterdi,göstermekte ve de gösterecektir.
Kuruluşunda bu var.
*Fransız olanlar ve kalanlar,meclisi işgal ediyor.
İzmirde denize döküldü denilen yunan,bu gün hepsi birden;eşkiyasıyla, çapulcusuyla, travestisiyle,bilmem ne menemiyle artık kurumsallaşıyor,siyasallaşıyor.
Tükürün zalimlerin o hayasız yüzüne tükürün…
Yaşasın zalimler için cehennem..yaşasın…
MEHMET ÖZÇELİK
31-10-2013




Dosyalar-İndir

Yeryüzünün Yürüyen Yıldızları

veciz sozler

Vaaz ve Hutbe Örneği

Tesbitler

Teklif ve Projeler

Tarih-Osmanli

Tahliller

Şuurdan Damıtmalı Şiirlerim

snnet- senyye

rhkaynaklar

Peygamberimizi ve Bediüzzamanı Rüyada Görenler

orijinal tesbitler

Kalem ve Kelâm

kafiye_avamil

İŞARAT-ÜL İ’CAZ-DA GEÇEN GRAMERLER VE İFADE ETTİKLERİ MÂNALAR

İslamda Kadın ve sosyal hayat

İslâm ve Kur’an

İslam Hukuku-Sorular ve Cevablar

imza

İktibaslar-2-

Hakikat Pınarı

Haftalık Makaleler

gündem ve harman

Fıkıh-Kelâm

Edib ve Yazarlar

Düşündüren Olaylar-2-

Düşündüren Olaylar

Dini Hikayeler

Belgeler

Asırların Özeti Asrımız

allahin varlii

Allaha-Kadere-Peygamberlere iman ve Hz.Muhammed

Akıllı Hamdi

ahret ahval

Ahirete İman

Adıyaman Nur Röportajlari