GÜL SOLDU

GÜL SOLDU
TBMM’nin 24. Dönem 3. Yasama Yılı açılış konuşmasını yapan Cumhurbaşkanı Gül , konuşmasının bir bölümünde;“Geçen yılki konuşmamda, bu Meclis’in siyasetin tüm renk ve eğilimlerini temsil ettiğini ve bu nedenle çok güçlü olduğunu vurgulamıştım. Bu vesileyle, seçildikleri halde bu yasama yılında da Meclis’te olamayan milletvekillerinin bu tablo içinde bir noksanlık oluşturduğunu belirtmek isterim. Seçimlere yasal olarak katılmış, halkın oyunu almış, milletvekili sıfatını taşımaya hak kazanmış herkesin, haklarında kesin yargı kararları ortaya çıkana kadar yasama faaliyetine katılması gerektiğini düşünüyorum. Ülke ve milletin karşılaştığı bütün sorunların çözüm yeri Meclis’tir. Türkiye’de bütün fikir ve renklerin Meclis’te temsilin önemlidir. Önemli olan bu yüce kurumun kapsayıcı olması ve çoğunluktan farklı düşünenlerin bu çatı altında kendilerine güvenli bir yer bulmasıdır. Meclis kompozisyonunda meydana gelebilecek her türlü noksanlık, geçmişte yapılanları tekrar etmekten ve çok ihtiyacımız olan çözümleri daha da ötelemekten başka bir işe yaramayacaktır.”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül-ü tenkid edeceğim hiç aklıma gelmemişti.
Gül bu ifadesiyle yani Ergenekon Terör Örgütü üyesi olup,mahkeme belge ve kararlarıyla tutukluluğuna karar verilmiş kişilerin salınmasını söylerken,bir yargılamada kendisi yapmış oluyor,yargı makamında olmadığı ve de tüm yetmiş dört milyonu göz önünde bulundurması gerektiği halde.
Memlekette adam kıtlığımı var ki,suç isnad edilmiş olduğu ve de aleyhine karar verileceği bilindiği halde,kasıtlı olarak bunlar aday gösterildi.
Gül bu ifadesiyle;A.N.Sezer-in hapisteki pkk-lıları affetmesinden farkı nedir?
Bunlar yüz yıllık tüm menfiliklerin başını oluşturan Ergenekon Terör Örgütü üyesi olarak suçlanmaktadırlar.
Acaba taşınması güç olan böyle bir yükü taşıyabilecek midir?
Acaba millete danışmadan,kimin adına onları da mecliste görmek istemektedir?
Millete danıştı mı?
Demek ki;bir insanın istikametini ve istikrarını sürdürmesi kolay değilmiş!
Abdullah Gül yara aldı,kendini yaraladı.Bu yara zor kapanır.
Böylece Ergenekon terör örgütü savcı ve avukatlarına bir destek daha katılmış oldu.
Bu tavır onu milletin gözünde düşürmüştür.
Gül-ü soğuk vurdu..Gül soğuk aldı!!!
Gül-ün teklifi soğuk kaçtı.
Bu davranış insancıl bir davranış değil,insanlığı rencide eden bir darbedir.
Kendi şahsına aid olanı affedebilir.
-Bu zamanda ergenekonla mücadele,Çanakkale savaşına denk bir mücadeledir.
Başbakan basiretli davranıp bu teklifi tasvib etmemekle isabetli bir kararda bulunmuştur.
Ne tezattır ki;hukukun hapse attığını,cumhurbaşkanı meclise davet ediyor.
Milletin reddettiği,kendilerinin de milleti reddettiği kimseler meclise alınıyor.
Sadece haberlere yansıyanlardan dahi haberdar olunsa,sağlıksız karar verilmeyecektir.
Unutulmamalıdır ki;Aç olan canavara karşı gösterilecek sevgi,onun iştahını açar ve döner dişinin kirasını ister.
Millet bir asırdır çok çekti,birde diş kirası ödeyecek dermanı kalmadı.
Bu çıkış hala Ergenekon davasını anlamamak ve sulandırmaktır.
MEHMET ÖZÇELİK
02-10-2012




HÜKÜMET YIKILIRSA SEBEBİ AYASOFYADIR

HÜKÜMET YIKILIRSA SEBEBİ AYASOFYADIR
Hükümet asırlık problemlerin üzerine oturmaktadır.
Hükümet on-ca başarısına rağmen eğer yıkılırsa bunun müsebbibi ayasofyanın açılmaması ve bu konuda yavaş hareket edilmesidir.
Niyetin ve samimiyetin iyi olması yeterli değil,icraatın ortaya konulması gerekir.
Ergenekon terör örgütü ayasofyanın açılmasında en büyük engeldi.
Hükümet bunu başarıyla yürüttü.
Şimdi ayasofyayı açma zamanıdır.
Ancak hem problem ve hem de lanete sebeb olan emanete ihanet olan,ayasofyanın kapalı tutulmasıdır.
Ayasofya hükümetinde milletinde namus meselesidir.
Hükümet namusuna sahib çıkmalıdır.
Milletin namusunu korumalıdır.
İstanbulun fethinin sembolünü sevinçten hüzne dönüştürmemelidir.
İstanbulun fethiyle beraber ayasofyanın kiliseden camiye çevrilmesi ne kadar Efendimizin müjdesine bir mazhariyet ise,ona yakın derecede ayasofyanın zincirinin ve kilidinin kırılarak tekrar asliyetine çevrilmesi de müjdeye mazhariyettir.
Ruhban okulunun açılması tavizine gidilmelidir.
Ecdad zaten gayrı Müslime her türlü hakkını vererek idare etmiştir.Önümüzde engel olan ve bahane tutulan bahaneler kaldırılmalıdır.
Bir söylentide olsa;özellikle Atatürkle ilgili ve tarihi bazı gizli bilgilerin deşifre edileceği tehdidi de varsa,bırakın millet kendi tarihiyle yüzleşsin.Gerçekleri öğrensin.
Ayasofyanın kapalı tutulması maddi ve manevi gelişmemizin üzerinde manevi bir engeldir.
Belaların celbine vesiledir.
Fatih gibi bir şahsiyetin lanetine düçar olmaktır.
Milletin bir asırlık hasretidir.
Bizi bağlayan zincirlerin son halkası ve son kilididir.
Halka kırılmalı,kilit açılmalı,millet özgürlüğüne kavuşmalıdır.
Bir faraziyede olsa,bir gerçeğe ışık tutacak bir teoridir;
-Bu millet kendi iradesiyle Halk partisini iktidara geçirmez.O ancak kendisinin de bildiği gibi,darbeyle gelebilir. Ancak bu parti eğer ayasofyayı açsa veya sebeb olsa,kaderin onu başarılı kılmasına,oylarının artmasına, tarihindeki onca şaibeleri bile –geçicide olsa- önemli çapta azaltacağına sebeb olacaktır.
Ayasofyayı açan,bugün de yarında hem dünya yönüyle başarılı olur ve hem de tarih nezdinde unutulmaz bir Fatih gibi rahmetle anılır.
Ayasofya üzerine birkaç yazı yazdım .Bu konuda çokça yazı yazıldı.Sessiz kalınması iki düşünceyi akla getirmektedir;
-İşin vehameti gayet büyük.Doğrudur zira hristiyanlık dünyasının memnuniyeti ve masonluğun memnuiyeti yanı engelleyiciliği sürmektedir.
-İlgisiz ve hissizlik ve ihmal duygusu öne çıkmaktadır.
Basiretli ve cesur adımlar atmalıdır.
Bediüzzamana kulak verilmelidir;
“Nasıl ezan-ı Muhammediyenin (a.s.m.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de, Ayasofya’yı da beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir. Ve âlem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraatine karar verdikleri Risale-i Nur’un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlimane kabahati de onlara yüklenmez fikrindeyim.
Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki gün baktım ve bunu yazdım. “
“Hem Demokrata ezan-ı Muhammedî gibi çok kuvvet vermek ve Risale-i Nur’un neşrine müsaadesi gibi çok taraftar olmak ve âlem-i İslâmı, hattâ bir kısım Hıristiyan devletlerini de memnun etmek için, Ayasofya’yı muzahrafattan temizleyip ibadet mahalli yapmaktır. Bu ise, bu mesele için otuz sene siyaseti terk ettiğim halde, bu nokta hatırı için Namık Gedik’i görmek istedim ve geldim. Adnan Bey, Namık Gedik ve Tevfik İleri gibi zatların hatırı için başka yere gitmedim. “
“Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılıçlarının pek büyük ve antika bir yâdigârı olan Ayasofya Camiini puthaneye ve Meşîhat Dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemek bir suç olması imkânı var mı? “
MEHMET ÖZÇELİK
05-08-2013




HAYA VE HUY

HAYA VE HUY
Başlı başına bir güç,enerji,rüzgar ve güzel koku olan ruh,eşiyle ruh noktasında imtizaç etmesi gerekir ki,beraberlik devam etsin.
Ruh kişinin kendi dünyasında bir bütünlük ve beraberliği sağladığı gibi,eşiyle de adeta bir ruh ve iki beden olarak bütünlüğü ve birliği sağlaması gerekir.
Ruhun bir şubesi olan huyda uyum olmayınca,başta beden olmak üzere başka noktalarda uyumlar aranmaya başlıyor.
Beden beraberliğindeki uyum ve imtizaç yeterli olmayınca veya geçici olunca bu sefer geçici ve suri tedbirlerle uyumluluk aranmaya başlıyor.
Sinemaya veya tiyatroya gitme hevesi bu geçici tedbirin veya uyumun bir yan çözüm yoludur.
Bununda geçici memnuniyetinin geçmesiyle çiftler bu ihtiyaçlarını gidermek için gözlerini memnun edecek ve bir süreliğine hoşlanacakları alış-verişlere yöneliyorlar.
Alış-veriş bir ihtiyaçtan ziyade,bu memnuniyetsizliğin,uyumsuzluk ve imtizaçsızlığın geçici olarak verdiği bir yan etki oluşturmaktadır.
Bu huy haya ile de korunmayınca içte meydana gelen kopukluğa,dıştaki güvensizlik de eklenince,küçükten başlayan tartışmalar büyük boyutlara ulaşıyor.
Önceden kendi aralarında yapılan sulh ve anlaşmalar yerini ince ince geçici olarak bağlanan bağlarında kopmasıyla,daha büyük kopuşlara bırakıyor.
Bu durumda dışarının veya çiftlerin taraflarının devreye girmesi gerekiyor.
Buradan da bir sonuç alınmayınca mahkeme süreci başlamış oluyor.
Burada da son kararı verecek olan merci,ya son kararlarını sorup barıştırıyor veya birbirinden bir daha buluşmamak üzere ayrılmalarına karar veriyor.
Bu karar ilahi kararında tarafların bir daha bütün yolları kapatmaları sebebiyle buluşamayacakları yönünde karara bağlanmış oluyor.
Öyle ki tekrar beraber olmaya niyet etmeleri veya pişman olmaları bile sonucu değiştirmiyor.
Talak demek olan boşayıp salı verme,tekrar beraber olmanın önünü tıkıyor.
Ancak tarafların özellikle hanımın ikinci bir evlilik yapıp da aynı uyumsuzluğu orada da sürdürerek boşanmaları halinde,birinci evliliğe dönmelerine müsaade ediliyor.
Özellikle kadın ve de erkek böylece kendisinin kocasından başkasıyla imtizaç edemeyeceği veya en uygunun o olduğu ortaya çıkmasıyla asgari müştereklerde uyumluluklarını tekrar sürdürmelerine müsaade ve karar verilmiş oluyor.
-Birinci derecede eşler arasındaki huy ve haya tutkalı onları bir arada tutmayınca neseb,güzellik ve mal bağları devreye girerek,onların o aile bağlarını sürdürmelerine önemli sebeb oluşturuyor.
Ancak bu sebebler önemli olsalar bile,birinci,tek ve en önemli ve bağlayıcı güçlü sebebler değildirler.
En kopmaz bağ;ruhtan gelen,hayanın beslemiş olduğu huy bağıdır.
Onun dışındakiler birer teferruattır.
Huy ruhun imtizaç noktasıdır.
İnsanın eşiyle,işiyle,diğer insanlarla olan en keskin bağı onun huyudur.
Onun içindir ki denilmiştir;Huy çıkmayınca,can çıkmaz.
İman huyu korumakta,namaz huyu sürdürmekte,şükür onu mayalamakta,sabır dağılmasını engellemekte,akıl tedbirini almakta,kalb de desteklemektedir.
Musibetleri sabır ve şükür içerisinde aşma,manileri geçme bir üst seviyeye yükselmeyi gerektirmektedir.
Şükür verilene karşı,sabır alınana karşıdır.
Huy ve haya,hayatın ve diriliğin sebebidir.
Hayat huy ve haya ile kaimdir,daimdir,sabittir.
Ruh-da hayat ile vardır.
Böylece;eğer hayattan huy ve haya çıksa gitse hayat gidecek,hayat çıksa ruh gidecektir.
Ruhun ruhu da,iman ve marifettir.
Huy bir karekter işidir.Ruhun tinetidir.İnsanın hamuru ve çamurudur.
“De ki: “Herkes kendi şekline (hüviyetine, karakterine) göre amel eder.” Öyleyse kimin daha çok hidayet yolunda olduğunu en iyi Rabbiniz bilir.”
MEHMET ÖZÇELİK
19-04-2014




HRİSTİYANLIK VE HRİSTİYAN ALEMİ

HRİSTİYANLIK VE HRİSTİYAN ALEMİ
*Hristiyanlara papanın yedirdiği kutsal ekmek ve şarap,kişinin tanrıyla bütünleşmesi,özdeşleşmesi düşünülüyor.Oysa sonuçta o yenilen gübre oluyor.Kutsala gölge düşürülüyor.
-Hristiyanlıkta Allah ve İsa’nın değil,papalığın hakimiyeti sürmektedir.
-Derin devlet ve faili meçhuller hristiyanlık dünyasında az değildir.
-İsa kendi zamanında kilise kurmadı.
-Her şey 325 yılında Hz.İsa-yı görmemiş insanların ve özellikle Pavlus-un dini! uygulanmaktadır.
-İsa-nın;-Benim adıma toplanan üç kişi,benim kilisemdir.Göğsümde ve kalbimdedir.-
*“Hristiyanlığın temel inanç esasları arasında tanrı düşüncesiyle ilişkili olan Teslis doktrini dikkat çeker.
Buna göre “üç unsurdan oluşan bir tanrı” tasavvur edilir. Tanrısal güç; Baba,Oğul ve Kutsal Ruh üçlüsünden oluşur. Bir bakıma Baba, yaratıcı ve düzenleyici tanrısal gücü,Oğul, kurtarıcı ve yargılayıcı tanrısal gücü; Kutsal Ruh ise bir yönden Oğul’u destekleyici ve kişilere bireysel imanı ulaştırıcı tanrısal
gücü temsil eder.”
Oda bir-de toplanır.Yani üçün biri.
Kendisiyle iki saatten fazla konuştuğum petropol papazın ifadesine ve broşür olarak dağıttıkları kitaplarındaki ifadeye göre;Allahın yer yüzüne inerek cennette işlenen günahtan dolayı İsa-nın içerisine girmesi, çarmığa gerilmesi,azap çekmesi ve böylece günahı affettirmesi olarak inanılır.
Böylece aslında üç-de birdedir.Birde üçtür.
*İbrahim hristiyan ve yahudiydi diyen hristiyanlar İbrahim peygamberin şu sözüne kulak versinler;
*” İbrahim: ‘Eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak Alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O’dur. Beni yediren de, içiren de O’dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O’dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O’dur. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.”
*Kaderin tecellisi;1960-larda işsizlikten dolayı Türkiye’den ayrılan özellikle işsiz kesimin Türkiye-yi gerektiği gibi temsil etmemesi,İslamiyet hakkında doğru temsil rolünü gösterememesi büyük zarar verdi ancak o insanlar orada patronluğa kadar yükseldi.
Şimdilerde ise başörtüsünden dolayı burada okuyamayıp avrupaya giden kız öğrencilerinin orada iyi temsil rolü Avrupalıların İslam hakkındaki yanlışlarını da değiştirdi.
*Bugün hristiyanlık dünyası maddi-manevi büyük bir sancı içerisindedir.
İslâmın doğum sancısını çekmektedir..Doğum temennisiyle…
* Avrupa Kiliseler Birliği’nin 5 -10 Mart 1984 tarihleri arasında Avusturya’nın Pölten Şehri’nde gerçekleştirdikleri konferansta Hz. Muhammed’in Hak Peygamber olduğunu ve Kuran’ın Allah Kelamı olduğunu kabul ve tastik ettikleri ortaya çıktı.
Avrupa Kiliseler Birliği Konferansı’nın Pölten’de gerçekleştirdiği konferansta aldıkları kararlar, 1985 yılında Cenova’da basılan “Seküler Avrupa’da Allah’a Şehadet” adlı kitapçıkta yayınlandı.
Kitapçığın orijinal metni, toplantıya hangi isimlerin katıldığı ve tamamının Türkçe çevirisi, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün yayına hazırladığı, Popüler Kitaplar etiketiyle neşredilen Çan’dan Minare’ye Büyük İtiraf adlı kitapta yayınlandı.
Bu kararlara özellikle Müslüman ülkelerden gelen temsilci¬lerin, “Eğer bu kararları dünyaya ilân edersek, İslam dünyasında Hristiyan kalmaz ve hepsi Müslüman olurlar” diye itiraz ettikleri görülüyor.
MEHMET ÖZÇELİK
06-02-2014




HEDEFTEKİ ÜÇ DEVLET

HEDEFTEKİ ÜÇ DEVLET
Suriye bahane,İran şahane!!!
Zira hedefte üç devlet plâna dahil edilmiştir;Irak-Suriye-İran
Irak ile Suriye İran-ın etrafını boşaltma amaçlı.
Neden üç yıl Suriye için beklenildi.Hele bir yüz binden fazla kişi ölsün,bir milyondan fazla kişi de sürülsün,ondan sonra mı düşünürüz denildi?
Çünkü öncede Suriye-de kimyasal silah kullanılmıştı.Herhalde sayı az olduğu için veya düşünülen plân tam olgunlaşmadığı için ses çıkarılmamıştı!
Amaç İsrail-in çıkarları için birinci hedef olan İran vurulacak!!!
İsrail Suriye-den değil,İran-dan rahatsız.Önünde engel…
Arz-ı Mev’ud-a giden yolda en büyük kaya İran olarak durmaktadır.
-Yirmi yıl kadar önce Natonun masasının üzerinde bulunan büyükçe bir harita dikkat çekmekteydi.
Büyük Ortadoğu plânı çerçevesinde yeni oluşturulacak devletlerin plânı.Ve yerleşim projesi.
Pasta bölünür gibi harita yedi parçaya ayrılmış,işaretlenmişti.
Üç bölümlü pastanın üzerinde şu üç devletin ismi vardı;
Irak-Suriye-İran.
Bu dilimler Abd-ye verilmişti.
Bu üçü onun halledeceği devletler listesindeydi.
Aslında hedef belki de sadece İran idi.Ancak etrafının boşaltılması gerekti.
Plân aynen uygulanmaktadır.
Mısır ise bir Avrupa plânı ve Abd-nin anlaşma gereği suskunluğu
-Demokrasi getirmek amacıyla Saddam zalimini devirmek için Irak-a giren Abd,binlerce insanı öldürdü.Kadınlara tecavüz edildi.Petrolün çıkarılması arttırılarak 25 yıllığına % 25-ine el konuldu.
Yıllar sonra çıktı gitti ancak hâla kan dökülmeye devam etmektedir.
Birde yerine gelenler başka plânların peşinde.Abd orada alevi-sünni kozunu oynamaktadır.O amaçla yönetim oluştu.
Sıra Suriye de…
Gelecek ve herkes onu alkışlayacak.Çünkü Esed kırmızı noktaları geçti.
Ancak gidince öncekinden pek de geri olmayan daha büyük bir kaos ortamı oluşturulacak.
Pkk devleti.Nusayri devleti.Kürt devleti.
İsrail ve Abd-nin güdümünde.
Bu gün tüm dünya gelmesini istemekte ve ben de…
Ancak netice problemin büyümesiyle devam edecektir.İşin içine başta İran,yanda Türkiye çekilmeye çalışılacak.
İran şimdiden böyle bir müdahaleye karşı ağır tehditte bulunmaktadır.
Kendisine vurulmuş kabul etmektedir.Çünkü akibetin kendisine döneceğini bilmektedir.
Birinci İran çıkartmasında Türkiye;Avrupa ve Abd-yi frenledi.İkincisi ise öyle olmayacaktır.Çünkü İran frenimizi patlattı.
-En önemli haber ise;Kıyametin on büyük alametlerinden biri olan;Orta doğuda çıkacak olan büyük bir ateşin (savaşın),insanları önüne katıp götürmesidir.
Irak ve Suriye-de yüz binlerce kişi ölmüş,milyonlarca kişi yer değiştirmiştir.
*Mısır ise;Abd.nin ve Avrupanın gerçek kirli yüzünü ve göstermiştir. Müslümanlara,demokratik seçimle gelenlere olan tahammülsüzlük ve hazımsızlığını göstermiştir.
Abd,Sisi-nin,-Abd bizi yarı yolda bıraktı- sözüyle;onun başta darbeye destek olmuşken,sonradan askeri yardımı askıya almış gibi gözükmesi,binlerce insanın öldürüldüğü dört dörtlük darbeye darbe diyememiş,dürüst olamamıştır.
Abd dün olduğu gibi,bizde 1980 ve öncesi darbeleriyle,-Bizim çocuklar başarılı oldu- sözleriyle darbecilerle beraber olduğunu göstermiştir.
Bugünde olmakta ve görünen o ki,yarında kirli insanlarla ortaklığını menfaatı icabı sürdürecektir.
Önce başa getir,sonra baştan gidermek için yüz binlerce insanın öldürülmesine, milyonlarcasının sürülmesine göz yum!!!
Yarım asır ve yüz sene önce getirilenlerin demode olması,eskimesi,şaibeli olmasıyla yeni bir oluşumun içerisine girilmiş bulunmaktadır.
*Dünyadaki değişimler;yüz yıl önce yapılan anlaşmaların yenilenme ve koparma faaliyetleridir.
*Ey bir-leş-miş milletler,Suriye-ye savaş için gelmişken,bir ara Mısır-a da uğrasanız!
*Dünya her şeyiyle yani % 99-uyla hayatın kazanılmasına uğraşırken,çıkan bir zalim ve katil onca insanın ve yaratıcının yaptığını yıkmakta ve ortadan kaldırmaktadır.
*Birileri yakar yıkarken,diğerleri bu olaylara çaresizce bakıp yazmakta,konuşup yorumda bulunmaktadır.

*Türkiye bu durumda yıpratılmaya çalışılmaktadır.Ne olması ve ne de ölmesi istenmemektedir.
*Aslında Türkiye batı dünyasını kendi tarafına çekmektedir.Türkiye-yi yanına çekemeyen ve zorlanan batı,yavaş yavaş Türkiye tarafından çekilmektedir.
Türkiye-nin bir zamanlar eksen kayması içerisinde bulunduğu yaftası ile yaftalanmaya çalışılırken,şimdilerde de yalnızlığından söz edilmektedir.
-Türkiye tamamen olmasa da batının çekim alanından çıkmaya çalışmakta,onları kendi çekim alanına çekmektedir.
-Türkiye devletlerin değil,halkların yanında olmuştur.Bu durumda yanlışlıkla onun yalnızlığına hamledilmektedir.
Bu ise uzun vadede getirisi olan bir politikadır.
-Türkiye-nin devre dışı bırakılmaya çalışılması,onun gücünü ve iradesini toplamasına neden olacaktır.

*Yeni üretilen senaryolardan biri de;ak parti-cemaat kavgasını oluşturmaktır.
*Cemaat oyuna mı geliyor,oyuna mı getiriliyor?
Özellikle dershanelerin kapatılmasına yönelik uygulamaların neticesinde,tamamen hayırlı olan ve yüz yıldır engellenen ve tevhid-i tedrisat zincirinin ortadan kaldırılmasına sebeb olacak olan özel okullaşmalara,sağlık bakanlığındaki uygulama gibi,cemaatların okullarının açılma faaliyetine kapı açmaktadır.
Telaşa gerek yok.Tamamen vehim,korku ve yanıltmacanın bir ürünüdür.
Dershanelerin yeri okuma evleriyle,özel yetiştirme dershaneleriyle yine sürdürülebilir.
Milli Eğitimin kilidi açılmadıkça,toplumun bağları çözülmez.
“Açlığa sabredersin adı oruç olur. Acıya sabredersin metanet olur. İnsanlara sabredersin adı hoşgörü olur. Özleme sabredersin adı hasret olur. Sevgiye sabredersin adı aşk olur.”Mevlana.
‘Kula belâ gelmez,Hak yazmayınca.
Hak belâ yazmaz kul azmayınca.
-Beşer zulmeder,kader adalet eder.
MEHMET ÖZÇELİK
28-08-2013




HASAN SABBAH VE PKK

HASAN SABBAH VE PKK
Her dönemde mutlaka Hasan Sabbah veya onun farklı versiyonlarının gündeme geldiği veya getirildiğine şahit olmaktayız.
Bu da ya o kişilerin dehalarından veya temsil ettiği kişilerin zekasızlıklarından kaynaklanmaktadır.
Üçüncü bir şık olarak da;yıllarca sinsi hesaplar içerisinde kendisini gizlemiş olarak, farklı yapıdaki kimselerin ortak bir noktada buluşmasını tetiklemiş oluyor.
Batinilik adıyla:1090’da,Hasan Sabbah’ın Alamut kalesini almakla başlar.
Her şeyi zahiri manasına göre değil de,iç,gerçek,kendilerince hakiki manasına göre yorumlamaktır.Bunun ise ucu açıktır.
Tıpkı Hurufilikte olduğu gibi,her şeyi batınına göre yora yora olmayacak mana ve yorumlara kapı açılmış olacaktır.
Her dönemde olduğu gibi eskiden beri İran İslam dünyasının çıban başı olmuş,İslam dünyasını karıştıracak kimseler İran-dan çıkmıştır.
Hasan Sabbah da bunlardan biridir.Şiiliği benimsemiştir.
Yerleştiği Alamut yani ölüm kalesinden yıllarca ölüm kusmuştur.
Büyük Selçuklu devletinin gelişiminde engel olmuştur.
Hasan Sabbah ve çevresine baktığımızda,İslam dışı bir tutum görüntüsü vermeyip,insanları uyuşturucu mübtelası yaparak bir cennete götürme ve cennette yaşatma sevdasındadır.
Ancak hiçbir zaman için İslami bir değer olarak değerlendirilmemiştir.
Hasan Sabbah neler yapmıştır;
Hasan Sabbah etrafındakilerin adeta zihnini kendi kontrolü altına almış ve onları dizginlemiştir.İçirdiği haşhaş ve uyuşturucu ile adeta onları düşünmez hale getirmiştir.
Veya Nizam-ul Mülk gibi adil insanların adaletiyle beraber,etrafında oluşan hasım kişilerin devleti yıpratmak amacıyla husumeti sonucu oluşmuştur.
Etrafına topladığı kimselere haşhaş içirerek kendisine bağlayan Hasan Sabbah kartal yuvası denilen kalesinden;birine kendini atmasını,diğerine de kendisini bıçaklamasını emreder ve tereddütsüz yerine getirirler. Ve kendisine vazgeçmesini söylemek üzere gelen elçiye daha bunlar gibi 20 bin kişinin daha bulunduğu mesajını da verir.
Bu gün Şiilerce de kahraman olarak bilinir.
33 yıllık hüküm sürdüğü sürede bir çok su-i kast yapmış,kendisinin ölümünden sonra da uzun süre devam etmiştir.Hülagu tarafından ortadan kaldırılmıştır.
*Bu günde Tarih her zamanki gibi tekerrür etmektedir.Sadece aktörler değişmiştir. Cengizler, Yavuzlar,Kanuniler,Hasan Sabbah-lar gitmiş,yerine farklı senaristler,oyun ve oyuncular,aradaki piyonlarla farklı görünüm vermeye çalışılan aynı senaryolar oynanmaktadır.
Pkk belgelerle sabittir ki,bir zerdüşlük faaliyetidir.
Hristiyanlık propağandası yapmaktan kaçınmaz.Domuz yer,namazla alay eder,inançlı insanları içinde barındırmaz.Sosyalist, marksis,ateist propağandası yapar.
1970-lerdeki türk ateist sol düşüncesinin yerini,kürt ateist sol olarak doldurmaya çalışır.
Pkk-nın en büyük gelir kaynağı ve kontrol alanı uyuşturucu iledir.
O da devlet yöneticilerine ve temsilcilerine su-i kastlar düzenler.
Vücuduna bomba bağlayarak kendisini bombayla beraber havaya uçuran fedaileri vardır.Onları uyuşturucu ile kontrol eder ve istediğini onlara yaptırır.
Pkk-da içerisinde farklı hesaplardaki insanları toplar. Bunlar;iran,Suriye, İsrail,İngiltere ve bir çok batı ülkesi,başta Ermeniler olmak üzere pkk;Türkiyenin önünü tıkamak isteyen farklı hesapların tek bir adıdır.
Küllenen Haşhaşiye ,Sabbahiye,batiniye,İsmailiye,nizamiye,Şiilik Palamut kalesinden Kandil Dağlarında ortaya çıkmıştır.
MEHMET ÖZÇELİK
03-07-2012




HADİS VE HADİS DERSİ KİTABI ÜZERİNE BİR TAHLİL VE TENKİD

HADİS VE HADİS DERSİ KİTABI ÜZERİNE BİR TAHLİL VE TENKİD
Bir asırdır gündemde tutulup,yarım asırdır hız kazanan,sürekli gündemde tutulmaya çalışılan bir hususta;hadisler üzerinde şüphe uyandırmak,sadece bize Kur’an yeter,düşüncesi…
*Batı bir yandan darbelerle toplumları değiştirirken,diğer yandan da b planı olan o toplumun kültür ve değerler yozlaşmasıyla toplum mühendisliği yapmaktadır.
Darbelerle on yılı çalınan toplumlar,kültür yozlaşmaları ile de yüz yılları alınmaktadır.
İnançlarında sarsıntı oluşturmak veya zihinleri bulandırmak,dinleri hakkında şüpheye düşürmekte bu planın bir parçasıdır.
*Dıştan bir yandan peygamberimize hakaretle yüklenilirken,diğer yandan da; Bir,peygambersiz Hz.Muhammed-e imanın olmadığı bir imanın da geçerli olacağı, İki,Peygamberin bir ilâh gibi gösterilme iddiası.
Büyük göstermeme yani insani cihetini bir yandan nazara verirken,aslında diğer yönüyle de diğer insanlardan bir farkı olmadığı iddiasına gidiliyor.
Elbette onun bir beşeri yönü olduğu gibi,diğer yönüyle hiçbir beşer ve beşeri cihetle de kıyaslanmayacak derecede vahye mazhariyeti,vahiyle konuşması,vahiyle cevap vermesi hatta vahiyle evlenip boşanmasına kadar hayatını tanzim eden vahiy kaynaklı ve destekli bir hayat…
Şairin dediği gibi;Muhammed de diğer insanlar gibi bir insandır
Lakin O çakıl taşları arasındaki yakut gibidir.
Oysa peygamberimize olan aşırı sevgiden dolayı tıpkı Hz.İsa-ya olduğu gibi ilâh edinen bir kişi bile gösterilemez.
O’na olan aşırı muhabbet sapıklığa değil,Allah’a götürür.
Allah da bunu O’na olan muhabbet şartına bağlamıştır.
*Bazı konularda yapılan red ve inkârlar da bu kısımdandır. Mesela:
Miraç hadisesinde âyet;Efendimizin ruhen seyahat ettiğini söylemiyor.Hatta gözün şaşmadığını ve aşmadığını ifade ediyor.Cebrailin bile giremediği mahrem alana girişten haber veriyor.
Bir insanın falan yere gittiğini söylediğimizde ,ondan onun ruhen gittiğini mi düşünmemiz gerekir yoksa o kişinin oluştuğu beden ve ruh bütünlüğünü mü düşünürüz?
-Bir şeye -aklım almıyor-,denilmesi halinde;
Evvela o aklın akıl olması gerekir.
Zaten akıl her meseleyi almış olsaydı,şimdiye kadar bir Kur’an-a karşı,üç yüz binden fazla tefsirin yazılmamış olması ve milyonlarca kitabın neşredilmemesi gerekirdi.
Bütün bunlar aklın anlaşılması için gerekli olan basamaklardır.
O kişinin aklı elbette genel bir ölçü değildir.
Akıl nakle göre elbette öncelikli değildir.Elbette nakilde aklın haricinde değildir. Ancak fark,o aklın anlayış kapasitesi nisbetincedir.
Birde bir şeyi milyarlarcasının teslimiyetle beraber aklı alıyorsa,aklım almıyor diyen kişinin önce aklını kontrol etmesi gerekmektedir.
Bu konuyla ilgili olarak;
“Hadisler üzerinde şüphe iras etmek isteyen ve hadisleri Kur’an bahane gösterilerek kaynak kabul etmeyenler;Fazlurrahman,Mısırlı Mirza Bakır,Tevfik Sıdkı,Mısır müftüsü Muhammed Abduh dahi bu rüzgardan etkilenmiş,ittifak edilenlerin kabul edilerek,çoğunun reddini savunur.Ebu Reye sahih hadislerin azlığından bahseder.En çok hadis rivayet eden Ebu Hureyre olup,tüm şüpheler onun üzerine çekilir.O dışarıya atılmaya çalışılarak,hadislerin büyük bir bölümü inkar edilmiş olur.
Hadislerin inkarındaki en önemli sebeblerin başında,akla aykırılığı,zamana ters düşme kuruntusu,hadisleri zamana uydurma düşüncesi,dinde reformu savunma,batı dünyasının etkisi,hadisleri gayet sınırlı sayıda tutma,kısa ömre kısa hadisleri yerleştirip,bu kadar ömre bunca hadisin sığdırılamıyacağını düşünme,rasulullahı kendi zamanıyla sınırlayıp,diğer zamanlarda delil ve kaynak alınamıyacağı,tek kaynağın Kur’an olacağı,böylece kendileride onu çok rahatlıkla yorumlayarak istedikleri yorumu yapmanın önünü açmaya çalışmakta,her şeyi maddi ölçüler ve kalıblarla muvazene etme düşünceleridir.
-“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la berâberliği fazla olanlardan Hz. Câbir (radıyallahu anh)’in de tek bir hadîs için Mısır’a kadar gitmesi meşhurdur. Sâd İbnu’l-Müseyyib gibi Tâbiînden olan büyüklerin de tek bir hadîs için günler geceler boyu devam eden meşakkatli seyahatler yaptıkları, bir hadîs dinleme fırsatı elde edebilmek için hadîs bilen büyüklere “hizmetçilik” ettikleri rivâyetler arasında mevcuttur.
Selef âlimlerinin, sâdece “tek bir hadîs” değil, yerine göre bir “kelime” ve hattâ tek bir “harf” için bile meşakkatli seyahatleri göze aldıkları bilinmektedir. Sünnet’e hizmet aşkıyla yola düşen öyle âlimlerimiz olmuştur ki uzun yıllar gurbette kalmış, Mâverâünnehr, Bahreyn, Mısır, Remle, Tarsus, Hicaz, Yemen gibi ilim merkezlerini yaya dolaşmış, aç kalmış, susuz kalmış, üzerindeki elbiselerini satacak kadar maddî sıkıntılar çekmiş, eşkiyalarca yağmalanmış… ama şevkinden bir şey kaybetmemiştir. İslâm medeniyetinin mimarları Sünnet’e bu nazarla baktılar.“(Hadis meseleleri.İ.Canan)
*Efendimizin vefatından sonra gerek kasıtlı,gerek hıfz ve zapttaki yetersizlikler, mevzu hadislerin oluşmasına,bazen de vaiz ve hocaların teşvik amacıyla uydurmalarına sebeb olmaktadır.
-Dinin edille-i şer’iyye dediğimiz temel kaynakları dörttür;Kitap-Sünnet-İcma-ı Ümmet ve Kıyas.
Burada sadece kitabı esas alıp veya kendi indi ve kısır düşüncesini mihenk yaparak, Kuran-ı kendine göre yorumlayarak,diğer üç delili tanımamak bir hıyanet ve cinayettir.
Dini değildir.Dini bilmemektir.
Dine uymak değil,dini kendine uydurmaktır.
M.Âkif-in dediği gibi;
Kitabı,Sünneti,İcma-ı kaldırıp attık;
Havassı maskara yaptık,avamı aldattık.
Yıkıp şeriatı,bambaşka bir bina kurduk;
Nebiye atf ile binlerce herze uydurduk!
-İmam Hatip onuncu sınıflarda okutulan beş kişilik heyetin hazırladığı kitabın güzel tarafları olsa da,akademik bir çalışma ve lafız zenginliği bulunsa da ,ruh ve mana yönüyle yetersizdir.
Öğrenciyi tatmin edip bilinçlendirmeden uzak,adeta tenkid üzerine oturtulmuş bir görünüm vermektedir.
Bölümlerin sonuna konulan ezber yedi hadis gayet güzel ve yerindedir.
Ancak genel görünüm olarak yetersizdir.Bire bir efendimizle bağlantıyı sağlamaktan uzaktır.
Hadislerin tahlil ve tenkidleri yapılırken;sahih hadisler bile akla aykırı görünümü verilerek reddedilmekte,adeta güvenilir hadis bulunmamaktadır.
Nazarları hadislere çevirmekten ziyade,hadislerden çevirmeye yöneliktir.
Bunlarda akla uygun olmayışı,akılla çelişmesi gerekçe gösterilmektedir.
Yukarda da değindiğimiz gibi;Oysa o aklın akıl olması gerekir.
Eğer her akıl her meseleyi çözmüş olsaydı,başka akıllara ve o akılların ürettiklerine gerek kalmazdı.
Efendimizin asırları kuşatan sözleri,kısır akıllara kurban edilmekte,çok rahatlıkla reddedilmektedir.
Ayrıca mecaz olarak zikredilen hadisler,hakikat olarak değerlendirilip tenkid edilmektedir.
Bir sahih hadis,başka bir sahabenin sözü yorumlanarak kabullenilmemektedir.
Oysa âhad yani bir kişinin rivayet ettiği,Tirmizi de zikredilen,zayıf olarak addedilen,dine ve dinin esaslarına aykırı olmayan bir hadis;hangi makam ve kariyerde olursa olsun tenkid eden kişiye ve görüşüne tercih edilir,ondan da evlâdır.
Öyle bir intiba verilmektedir ki;şimdiye kadar yaşanan din ve peygamber hadislerinin hep yanlış olduğu veya ona aid olmadığı şüphesi uyandırılmaktadır.
Birinin kuruntusuna milyarlar harcanmaktadır.
Hadisler reddedilirken adeta anlamaya değil,anlamamaya ve de tenkide yönelik olarak değerlendirilmektedir.
Vahiyle konuşan,ümmi olup beşerin kırpıntı ve kısır bilgilerine sahip olmayan efendimiz;hadisleriyle dini tesis etmekte,Kur’an-ı birinci elden ve dilden izah etmektedir.
Hadisleri yıkmak,dini yıkmaktır.
Bu konuda hassasiyet gösterilmesi gerekmektedir.
Hadis konusunda Bediüzzaman hazretleri asrın anlayışına uygun bir şekilde izah etmektedir.
Eserlerinde geçen hadisler Abdulkadir Badıllı tarafından yazılan;-Risale-i Nurun Kudsi Kaynakları- adlı eserinde kaynaklarıyla teyid edilmektedir.
Ben de risale-i nurlarda geçen hadisleri internet ortamında tesbit ederek kaynaklarını ve sıhhatlerini belirten bir çalışma yapmış bulunmaktayım.
Aklıma uymuyor,aklım almıyor,diyenler;bu izahlara bakarlarsa,akıllarının seviye ve ölçülerini daha iyi anlamış olurlar.
Hadisleri süzerken veya elerken;nasıl ki yalan isnadda bulunan için, ”Cehennemdeki yerini hazırlasın” tehdidi söz konusu ise;gerek lafız ve gerekse mâna yönüyle efendimize isnad edilen bir hadisi reddetmek de,akla ve aklıma uymuyor diyerek yalan isnad da bulunmak da bu tehdidin kapsamına girer.
MEHMET ÖZÇELİK
15-05-2014




HARAM SEVMEK

HARAM SEVMEK
Haramı sevmekte menhus bir zevk var.
Ondandır ki,şeytan işini zevkle yaptığı gibi,zevkle de yatırmakta ve insanlar da yapmaktadırlar.
İnsanın nefis cihetiyle yapısında harama meyil vardır.
Tıpkı çocuğa bir şeyi yapma dediğinizde,özellikle çocuk onu yapmaya meylettiği gibi.
İnsan harama ve yasağa karşı merak saikasıyla ilgi duymaktadır.
Şeytan ise insanın bu merak duygusunu sürekli tahrik etmektedir.
Haram insanın yapısını ve hayatı bozmaktadır.
*Tevbe hayatı düzenlemedir.Tevbe için günah şart değildir.
Efendimiz ismet sıfatı gereği günahsız olduğu halde,günde 100 defa tevbe etmekte olduğunu söylemektedir.
İnsanın hayatına format atarak,tekrar fabrika ayarlarına dönmesini sağlar.
*Şeytan meşru yolla evlenmez.Onun ki gayrı meşru ve haram bir beraberliktir.
*Şeytanın zürriyetinde nikâh ve mahremiyet yoktur.
Şeytan zürriyeti,nesebsizler zürriyetidir.Akid yok,hukuk yok,ölçü,emir ve nehiy yoktur.Tüm bağlarını koparmışlar topluluğu oluşturur.
İnsanlar içerisinden de öyle olanları,onların topluluğu gibidir.
Nasibsizler zürriyeti.
Nesebsizlik nasibsizliktir.Nesebsizlik kopukluktur.
Bu ise, İblisin telbisi ve tedlisi..İnsanlık suyunu bulandırmasıdır.
*Helal dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir.Harama girmeye hiç lüzum yoktur.
Bediüzzaman tesbitlerinde;
“Onların çoğunun günaha, zulme ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün. ne kötü bir şeydir o yaptıkları! (Maide- 62.)
“Bazı mukaddesatını rüşvet verip, menhus, bereketsiz bir mal-ı haramı kabul eden düşünsün ki, ne kadar muzaaf bir divaneliktir! “
“Bu acip zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lazım ve zaruridir: hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir. “
“Haram sevmekte, bir kıskançlık elemi ve firak elemi ve mukabele görmemek elemi gibi çok ârızalarla o cüz’î lezzet zehirli bir bal hükmüne geçer.”
“Ve madem helâl dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haramdairesindeki bir saat lezzet, bazan bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. “
“Kur’an-ı Hakimin sırr-ı icazıyla, hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu dünyada bir manevi Cehennemi dalalette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada manevi bir Cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde, manevi elim elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-ı şeriatın amelinde Cennet lezaizi gibi manevi lezzetler bulunduğunu ispat ediyor. Sefahet ehlini ve dalalete düşenleri o cihetle, aklı başında olanlarını kurtarıyor.”
“Şeriatça bazı savtlar helal, bazıları da haramkılınmıştır. evet, ulvi hüzünleri, rabbani aşkları iras eden sesler helaldir. yetimane hüzünleri, nefsani şehevatı tahrik eden sesler haramdır. şeriatın tayin etmediği kısım ise, senin ruhuna, vicdanına yaptığı tesire göre hüküm alır.”
“Vacibin mukaddemesi vacip, haramın mukaddemesi haramdır. “
“Kaplan gibi hayvanların halal rızıkları, ölü hayvanlardır. Sağ hayvanları öldürüp rızık yapmak, şeriat-ı fıtriyece haramdır.”
“Müslümanları lehviyat-ı nevmiye mesabesinde olan dünya hayatına davet etmekle, Cenab-ı Hakkın helal ettiği tayyibat dairesinden, haram ettiği habisat mezbelesine teşvik eden adamın meseli öyle bir sarhoşa benzer ki:
Parçalayıcı arslanla, ünsiyetli ehli atı birbirinden tefrik edemiyor. Sehpa ağacıyla jimnastik ağacını birbirinden ayıramıyor. Kanlı yarayı kırmızı gülden temyiz edemediği halde, kendisini mürşid bilerek irşad ve nasihata çıkıyor.”
“Ağyarın malı, ismet-i şeriye için haram olmuştur. İnsanın eti hürmet ve keramet için, zehir zarar için, laşe eti necaset için haram olmuşlardır.”
“Risale-i Nur talebelerinden bir genç hâfız, pek çok adamların dedikleri gibi dedi: “Bende unutkanlık hastalığı tezayüt ediyor, ne yapayım?”
Ben de dedim: “Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme. Çünkü rivayet var: İmam-ı Şâfiî’nin (r.a.) dediği gibi, Haram-ı nazar, nisyan verir.”
Evet, ehl-i İslamda, nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalâtla israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir. “
“Bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takvâ, böyle zamanlarda, binler günahın tehâcümünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzer günah terkinde, yüzer vacip işlenmiş oluyor.”
“Nevafilin ihfası çok sevaplı olduğu halde, şeaire temas eden, hususan böyle bid’alar zamanında ittibâ-ı sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebâir içinde, haramların terkinde takvâyı izhar etmek, değil riya, belki ihfâsından pek çok derece daha sevaplı ve halistir.”
“Şimdi, malda ve rızıkta hilelerle suistimal ile, rüşvetle çok haramkarıştığı ve ekinciler kendi malına hakkıyla sahip olmadığı ve on adamdan iki-üçü tam rahmete müstahak ise, ekincilerin malından istifade edenlerden beş-altısı ya zulümle,haram karıştırmakla, ya şükürsüzlükle rahmete istihkakını kaybediyor. “
“Sa’y, masrafa kafi gelmediğinden, hileye, harama sevk etmekle, ahlakın esasını şu noktadan ifsad etmiştir. Cemaate, nev’e verdiği servet, haşmete bedel; ferdi, şahsı, fakir, ahlaksız etmiştir. “
MEHMET ÖZÇELİK
04-02-2014




HALLAC-IN MARİFETİ

HALLAC-IN MARİFETİ
Biyografik olarak onun hakkında;
“Hallacın asıl adı, Hüseyin b. Mansur b. Muhamma el-Hallac’dır. Künyesi, Ebu Muğis’tir. Ebu Abdillah olduğu da söylenir. Dedesi, Fars’ın Beyda kentinden Muhamma adında Mecusi bir kimsedir. Va¬sıfta yetişti. Tüster’de yetiştiği de söylenir. Ama daha sonra Bağdat’a geldi. Mekke’ye gidip geldi, yazın ve kışın orada mescidin ortasında mücavir olarak yaşadı. Çeşitli senelerde bu halde yaşayışını sürdür¬dü. Nefsiyls mücahede edip zahmetlere katlanırdı. Mescid-i Haram’ın ortasında gök kubbenin altında otururdu. Tam bir sene boyunca iftar vakitlerinde bir parça ekmek yeyip azıcık su içerek gıdasını temin ederdi. Yazın şiddetli sıcaklarda Ebu Kubeys dağında bir kayanın üzerine otururdu.”
*“Oraya varınca kutlu mekândaki vâdinin sağ tarafında bulunan ağaçtan şöyle nida edildi: “Ey Mûsa! Rabbül-âlemin olan Allah Ben’im.”
“Allah bir insana ancak vahiy yoluyla veya bir perde arkasından hitab eder, yahut ona Kendi izniyle dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir. Çünkü O yüceler yücesidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”
*Şibli, Halllac’ın dediğini ben de diyorum, amma beni deliliğim kurtarıyor, onun aklı onu öldürüyor, diyerek Hallac ile hem-fikir olduğunu bildirmiştir. .”
İmam-ı Gazali de Mişkatu’I-Envar isimli kitabında Hallac için uzun bir fasıl tahsis etmiş ve onun sözleri fart-ı muhabbet ve ifrat-ı vecdden ileri gelmişti, ” yani ben ve sevdiğim biriz”, “Ben O’yum O Bendir” demiştir.”
Mevlana Cami de onu rahmetle yad eyleyerek üçüncü tabaka meşayihinden bulunduğunu bildirmiştir.
İbadete düşkün ve keramet sahibi idi.
Şeyhu’l-Kutub Seyyid Abdü’I-Kadir-i Geylani de,
Hallac’ın ayağı kaymış, elinden tutup kaldıracak bulunmamıştı. Ben zamanında olsaydım onun dest-giri olurdum, buyurmuştur. Şeyh Abdü’lKadir’in kelamı da Hallac’ın veli olduğuna delalet eder.”
Hazreti Mevlana Mesnevi’sinde:”Hüküm ve ifna kalemi, gaddar bir kadının elinde bulundukça Mansur dâra çekilir” diyerek onun idamını bir gadr saymıştır.
Yunus Emre (ö. 1320):
Abdü’r-Rezztık ol derviş yoldaş edindi beni
Hallac-ı Mansur ile Ora çekilen benem,
diyerek kendisinin de zamanın Hal1ac-ı Mansur’u olduğunu haber vermiştir. ‘
Asrın şa’irlerinden meşhur Bağdatlı Ruhi;
Çün Hak diyeni eylediler zulm ile ber-dar
Batıl söze tıgaz idelim biz dahi na-çar,
beytinde Hal1ac’ın haksız yere ipe çekildiğine telmih ve takriz etmiştir.
İstanbul’un büyük şeyhlerinden İbnü’l Vefa, “Hal1ac Ene’I,Hak demiş” diyen birine “Ene’l-Batıl mı deseydi?” cevab-ı zarifini vermiştir.
Mevlevi şeyhlerinden ve Mesnevi şarihlerinden İsma’il-i Ankaravi.
Minhacu’I-Fukara’sının tecelli bahsinde ;… Hazreti Eyyüb’e Sabır ismiyle tecelli eyledi, Bu kadar sene belaya sabr kıldı.
Ve evliyau’lIahdan Hazreti Bayezid’e’ Azm şanıyla tecelli eyledi ‘Sübhani ma a’zame şani’ı . Bu sözün anlamı; Ben kendimi tenzih ve takdis ederim, benim şanım ne büyüktür,demektir.) dedi”.
Ve İbn-i Mansur’a vahdet-i mutlaka ile tecelli kıldı ‘Ene’I-Hak’ dedi”
Hallac’m bu sözü söylemiş olması, vahdet-i mutlaka tecellisinin eseri bulunduğunu anlatmıştır.
-Mansur ene’l-Hak söyledi
Hakdır sözü hak söyledi,
diye onun sözü ve sözü doğru olduğunu tasdik eylemiştir.
Ene’I-Hak demiş Olan Yalnız Mansur Değildi
Türk şa’irlerinden Nevres-i Cedid’in şöyle bir beyti vardır:
Çeşm-i hak-bin yok cihanda yoksa şah u meyvesi
Her dırahtı dar ile Mansur şeklin gösterir.
“Dünyada hakikatı gören göz yok. Yoksa her ağacın dalı ile yemişi,
Mansur ile çekildiği dâr-ı gösterir” demek olan bu beytde hem Hallac’ın Ene’l-Hak dediğinden dolayı asıldığına telmih, hem de o sözü yalnız ehlu’llahın değil, ağaç dalı ile yemişine varıncaya kadar bütün mevcudatın manevi bir lisan ile söylemekte bulunduğuna işaret vardır.
-Mevlana; “Bu alemde Mansur’un nüktesi sebebiyle zuhur eden salb-u i’dam vuku’a gelmeden evvel biz ‘a1em-i ervah Bağdad’ında Ene’l-Hak diyorduk” me’illindedir.
Yunus Emre de;
Ezelde benim fikrim Ene’l-Hak idi zikrim
Henüz dahi doğmadan evvel Mansur-ı Bağdadi,
beytiyle ifade etmiştir.
-Mevlana; “Bizim bizliğimiz, ya’ni varlığımız, yok olunca kıdem denizi
dalgalandı. Ben şimdi vaktin Mansuruyum. ‘Aleme karşı vakt vakt Ene’l Hak diyiyorum” demekdir.
* Tecelli şevki didarın Beni mest eyledi hayran
“Enelhak” sırrını canım Anınçün kılmazam pinhan
Acep hayran u mestem kim Bilişten bilmezem yari
Gözüm her kanda kim baksa Görünen suret-i Rahman
Benim her dertlü dermanı Benim her ma’denin kanı
Benim ol durr-i bi hemta Benim ol bahr-i bi payan
Semada sırr eder sırrım Cihanı tuttu envarım
Mukaddesler cemiisi Benim sırrımda sergerdan
Bu ay u gün bu yıldızlar Bu giceler bu gündüzler
Bu yazlar kışlar u güzler Benim emrimdedir yeksan
Çürümüş tenlere bir kez Eğer dirsem “bi izni kum”
Yalın ayak u baş açık Duralar kamusu uryan
Benim ilm-i ledünnümde Hezaran hızr olur aciz
Benim her bir tecellimde Nice bin Musa’lar hayran
Cihan tılsımının bendi Benim elimdedir şimdi
Benim bugün bu meydanda Benimdir top ile çevgan
Benim şahı bu meydanım Benim devri bu devranın
Benim canı bu canların Benimle diridir her can
Benim Mansur’u dar iden Benim ağyarı yar iden
Benim her varı var iden Benim hem giden hem duran
Değilim oddan u sudan Veya toprak veya yilden
Ben irden var idüm irden Henüz yoğidi bu ezman
Zamansız bi zamanım ben Nişansız bi nişanım ben
Dü alemde hemanım ben Benim görünen hem gören
Görürsün sureta adem Benim emrimdedir alem
Feleklerle melekler hep Bana mahkumdur ins ü can
Sanırsın Eşrefoğlu’yam Ne Rumi’yem ne İzniki
Benem ol daim ü baki Göründüm sureta insan (Eşrefoğlu Rumi Divanı)
*Bayezid-i Bestami, hocalara hiıaben; “Siz ‘ilminizi ölüden ölüye intikal etmek süretiyle edindiniz. Biz ise, doğrudan doğruya diri ve ölmez olan Allah’tan aldık. Bizim gibiler;
Kalbim bana Rabbimden rivayet etti” der. Siz ise; fülan, fülandan bana
Nakl-u rivayet etti dersiniz. Size, o fülan nerede? diye sorulacak olsa,öldü cevabını verirsiniz. Rabbinizden rivayet edin de o fulan ve fulanı bırakın. Asıl Vahib ve Mülhim olan Allah ölmemiştir. ‘O size şah damarınızdan daha yakındır,” Feyz-i İlahi ve mübeşşerat kapısı da kapanmamıştır” demiştir.
*Ebu Hureyre; “Rasulullah sallallahu ‘aleyhi ve sellemden iki kab ilm hıfz ettim.
Onlardan birini yaydım. Fakat öbürünü söyleyecek olsam şu boğazım kesilirdi.” demiştir.
– Zeyne’l-‘Abidin hazretleri de;”Ne kadar ‘ilim cevheri vardır ki onu meydana koyacak olsam bana, sen putperestsin! denilir, müslümanlar; benim kanımı dökmeyi helal sayarlar. Yaptıkları çirkin bir işi güzel sanırlardı.”mealindedir.
-Bir hadis-i kudside; “Kulum, feraizi ifadan sonra nafile ibadetlere devam etmekle bana tekarüb eylemekden hali kalmaz. Bu tekarüb neticesinde Ben onu severim. Sevince de onun kulağı olurum Benimle işitir. Gözü olurum Benimle görür. Eli olurum Benimle tutar. Ayağı olurum Benimle yürür.’ buyurulmuştur.
*”Ey Peygamber-i ekber; o taş kırıntılarını attığın vakit sen atmadın,lakin Allah attı.”
*Hazreti Musa Tur-i Sina’da bir ağacın üstünde ateş parladığını görmüş, yaklaşınca, “Hakikaten Ben Allah’ım, Ben’den başka mabud yokdur”hitabını işitmişti.
-Yani “Allah’ın bir ağaçtan tecelli etmesi ve Ena’llah demesi ca’iz olsun da bir insan-ı kamilden tecelli etmesi ve Ene’l-Hak demesi neden caiz olmasın?”
*-Beyazid-i Bestami-Sübhanım
Hallac-ı Mansur-Enel Hak
Muhiddin-i Arabi-İlahınız ayaklarımın altındadır,derler.

*Aşka uçarsan kanatların yanar.Sadı Şirazi
Aşka uçamazsan kanatların neye yarar.Mevlana
Aşka varınca kanadı kim arar.Yunus

*Hoştur bana senden gelen,
Ya gonca gül, yahut diken.
Ya hayattır, yahut kefen.
Narın da hoş, nurun da hoş.
Kahrın da hoş lütfun da hoş..

*Ger ben ben isem nesin sen ey yâr
Ger sen sen isen neyim men-i zâr.Şair Fuzûlî
*Sevmediklerinize sabretmedikçe,Sevdiklerinize kavuşamazsınız.

*”Ne kahrı dest-i âdâdan, ne lutfu âşinâdan bil
Umûrun Hakk’a tefvîz et, Cenâb-ı Kibriyâ’dan bil!”
*Kötü yaradılışlı kişi Allah’a yalvarmasın diye ,
Allah ona dert keder vermez.
Unutma firavunun başı bir kez bile ağrımadı..!

“HAYALİ
Bu konuda anlatılan bir masal vardır ki pek meşhurdur :
“Balıklar deryada sakin ,usulet ve suhuletle yüzerken içlerinden birinin sorması ile şaşırıp kalmışlar.
Su nedir? Soru oldukça basittir.Ama yıllar yılı içinde sürekli yüzüp yüzgeç attıkları suyun hakikatini hiç biri bilemez.Bunun üzere araya araya balıkların pirini bulur ve ona sorarlar;
Ey pirim,üstadımız,bu su nedir,nicedir?diye sorunca balıkların piri hiç düşünmeden
“Ben sudan başka bir şey görmüyorum ki onu size anlatayım”diye muammalı, esrarengiz bir cevap vermiş.
Şairde cihan içinde cihan ara,iç-içedir bilinmezler derken adeta bir kehanette bulunuyor ve şu anda pozitif bilimin bahsettiği iç içe evrenlere işaret ediyor.Aslında fizik ötesi ilimde yani ilmi ledün de sabittir ki;yedi kat gökyüzünden bahsedilir.Bunların her biri farklı bir boyuttur ve zamanın akış hızı,mekanın kesafeti tamamen farklıdır.Bu yüzden birbirlerini göremezler,görseler de ulaşamazlar.
Bu yüzdende uzak,habersiz kopuk yaşarlar.Cihan içinde cihan,olduğunu bugün bilim adamları ispatlıyor. Fakat,önemli olan bu cihanın özünde,maverasında tek bir varlığın olduğunu bilmektir .
O ‘da Allah’tır.İşte O tek olan ilahi varlığın dışında-haricinde kalan ins-cin,melek-şeytan,toprak hava,su,güneş hiçbir şey yoktur aslında.Yani bunların harici bir vücudu yoktur.Hepsi o ezeli ve ebedi varlık güneşinden alır ışığını,müstakil bir ışıkları yoktur.
O ışıksa gerek mecazi,gerekse manevi kainatın ruhu özü olan Allahtır.
Allah evveli batında gizli bir hazine iken,bilinmek istemiş.Ademi bir ayna suretinde yaratmıştır.Alem aynasında esmasını,Adem denilen yokluk aynasında ise ef’al,sıfat ve zatını seyretmek istemiştir.
Yüce Allahın iç içe dört büyük alemi vardır.Mülk,melekut,ceberut ve lahut.
Muhiddin-i Arabi Hz.leri bu dört alemi dört büyük derya olarak görmüş,lahut aleminin coşup açılması ile ceberut aleminin,ceberut aleminin coşup taşmasıyla melekut aleminin,melekut aleminin coşup taşmasıyla mülk aleminin görüntüye geldiğini,aslında var gibi gördüğümüz fani varlığın bir hayal olduğunu,kainat denilen varlığın ezeli ebedi ve tek olan varlığın her an tecellisiyle zuhura geldiğini söyler.Hatta,bazı islam alimleri bu sürekli tecellinin bir an kesilmesiyle kainatın bir anda yok olacağını,kıyametin bu şekilde kopacağını iddia ederler ki doğrudur.Bir öğlen uykusunda gördüğüm rüyada bana şöyle söylendi.Gölgenin hakikati suydu buhar oldu.Bu rüyayı anlattığım bilge inşallah yağmur olup rahmet olup deryaya geri dönersin demişti.
Allah doğruyu söyler hidayet yalnız onun elindedir…şiirin tamamı aşağıya alınmıştır…”

*Bediüzzamanın ifadesiyle;
“Ey şiddeti zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından ihtifa etmiş olan Kadîr-i Zülcelâl”

Cihân-ârâ cihân îçindedir ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

Harâbât ehline dûzah azâbın anma iyi zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt oldu gam-ı ferdâyı bilmezler

Şafak-gûn kan içinde dâğını seyretse âşıklar
Güneşte zerre görmezler felekte âyı bilmezler

Hamîde kadlerîne rişte-i eşgi takub bunlar
Atarlar tîr-i maksûdû nendendir yâyı bilmezler

Hayâlî fakr şâlına çekenler cism-i uryânı
Anınlâ fahrederler atlas ü dîbâyı bilmezler

*Adamın birine veli bir zat,Allahı biliyor musun?
Evet,deyince;
O zaman mesele yok
-Allah seni biliyor mu?
-elbette kuluyum.
O zaman mesele yok.

*Hallacın durumu özel olup,vahdette istiğraktır.Özel bir haldir.
Hal olup,kâl- ile ifade edilecek bir şey değildir.

* Hallac’ın sözlerinden:
Adamın birisi gelerek, Allah kendisine fayda versin diye ondan bir tavsiyede bulunmasını istemişti. Hallaç da ona şu tavsiyede bu¬lunmuştu:
“Nefsine dikkat et, eğer sen onu hak ile meşgul etmezsen o seni haktan alıkoyup oyalar.”
Adamın biri de ona şöyle demişti:
– Bana Öğüt ver.
– Vacip kıldığının hükmü ile, hakla beraber ol.”
MEHMET ÖZÇELİK
06-02-2014




HAKİKAT VE TARİKAT

HAKİKAT VE TARİKAT
Hakikat ve tarikat farkı;
Hakikat ;netice,sonuç,kemal,cemal,kenzi mahfi,O,Allah…
Tarikat ise,O’na giden yol.O’na giden yollar mahlukatın nefesleri sayısınca.
Her yol O’na çıkar.
İman ve marifet,muhabbet ve rüyet birer hakikattır.
Kâinat içindekilerle beraber hakikata gitmektedir.
İnsanlar hakikat yolunun yolcusudurlar.
Bizle gelecek olan iman ve ameldir.Kalacak olan ise,beden,makam,mevki ve mal gibi maddi şeylerdir.
Bir ömür üzerinde kavga ettiğimiz her şey burada kalacaktır.
Vücudumuz için ne masraflar yapmış,hayatımızı ona vermiştik.
Ancak o ve onun gibi şeyleri hep bırakıp da gidiyoruz.
Kendimizle getirmediğimiz gibi,götürmüyoruz da…
Nasıl geldiysek,öyle de gidiyoruz.
Her şeyi burada bırakıyor,hiç biri bizimle gelmiyor.
Allah hakikatın dışındakileri kabul etmiyor.
Bütün enbiyalar,evliyalar,müceddid ve alimler her biri hakikatın bir izini,özünü ve yolunu göstermişlerdir.
Her şey Hak tarafından hakikat olarak yaratılmış iken,İnsan seyriyle hakikatın hakikatına yükselmekte ve yürümektedir.
Allah’ın dışında olan her şey her ne kadar Hak tarafından yaratılıp bir hakikatı olsa da,ancak O’nun varlığının hakikatı yanında bir gölge mesabesindedir.
Ondandır ki,vahdetül vücud ve vahdetüş şühud ehli O’nun varlığının dışındaki eşyaya varlık dememişlerdir.
Aslında gerçek varlık demek değildir.
Zira her şeyin varlığı,O’nun varlığı ile kaimdir.
O’nun varlığı ezeli ve ebedi yani başlangıç ve sonu olmazken,O’nun dışındaki tüm varlıklar belli bir noktada varlığa çıkarken,belli bir noktada yok olmaktadırlar.
O’nun varlığı varlıklara bir vücud vermektedir.
*İbrahim Hakkı Hazretleri şöyle der:
Bulunmaz Rabbimin zıddı ve niddi, misli âlemde,
Ve suretten münezzehtir, mukaddestir Teâlallah.
Şerîki yok, berîdir doğmadan doğurmadan ancak,
Ehaddir, küfvü yok, “İhlâs” içinde zikreder Allah.
Ne cismu ne arazdır, ne mütehayyiz ne cevherdir
Yemez, içmez, zaman geçmez berîdir cümleden Allah.
Tebeddülden, tagayyürden, dahi elvânu eşkâlden,
Muhakkak ol müberrâdır budur selbî sıfâtullah.
Ne göklerde ne yerlerde, ne sağu sol ne ön ardda,
Cihetlerden münezzehtir ki hiç olmaz mekânullah
Hudâ vardır velî, varlığına yok evvelü âhir;
Yine ol varlığıdır kendinden, gayrı değil vallah.
Bu âlem yoğ iken ol var idi, ferdü tekü tenhâ;
Değildir kimseye muhtaç O, hep muhtaç gayrullah.
Âna hâdis hulûl etmez ve bir şey vacib olmaz kim;
Her işte hikmeti vardır, abes fiil işlemez Allah.
MEHMET ÖZÇELİK
15-02-2014




HADİSLERDE YEMEN-ŞAM

HADİSLERDE YEMEN-ŞAM
Dünyanın hassas ayarı çok çabuk bozuluyor,bozduruluyor.
Bizde üç kişi senaryoyu yapanların devreye koymasıyla dehşetli bir darbeye bahane olarak gösterildi.
Haberde” 28 Şubat sürecinde, Aczimendi Tarikatı’nın (Müslüm Gündüz) ağına düşüp iğfal edilmiş mağdur kızı olarak tanınan Fadime Şahin’in aslında pavyonda çalışan bir telekız, TV ekranlarını uzun süre meşgul eden ‘irtica’ haberlerinin başlıca konuğu, Fadime Şahin’in “Bana tecavüz etti” dediği sahte Şeyh Ali Kalkancı’nın da işsiz güçsüz bir alkolik olduğu Yeni Şafak’ın yayınladığı Ergenekon davasına gizli tanık olan kişinin ifadelerinde yer aldı.”
Kirli insanların kirli işlerine alet olan bu üç silahşör,toplumuda kokusu gitmeyecek bir kirliliğe bulaştırdı.
İşleri yapanlar işleri büyüttüler.
Dünya ergenekonu belkide bizden öğrendiği veya bize öğrettiği sistemi dünyaya uyguluyor.
Öyle ki bu olay Suriyedeki ölümleri ve savaşın üzerine örttü,neredeyse dünyanın nazarını oradan başka noktalara çevirmiş oldu.
Efendimize hakareti ifade eden filimle İslam ülkelerini karıştırdı.
Dünyanın yeni Fadime,müslüm,alileri üretildi,türetildi.
Ayağa özgürlük için kalkmış olan İslam ülkeleri ,işin sıcaklığı soğumadan ve de daha oturmadan bir senaryoya kurban edilmeye başlanıldı.Nerelerde mi?
Hadislerde başta Yemen,Şam,Mekke-Medine-ye kıyamet alametleri içerisinde dikkat çekilmektedir.
Efendimizin 12 yaşında iken amcasıyla ilk ticaret amacıyla yolculuğa çıktığı yer Şam-dır.
Mehdi ve İsa şam ile ilişkilendirilmiştir.
Bir çok büyük insanlara beşiklik yapmış,önemli olaylar zuhur etmiştir.
Asırlarca gönüllerde yer tutan Veysel karani Yemenden gelmişti.
YEMEN VE ŞAM
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Size Yemenliler geldi. Onlar, ince ruhlu ve yufka yürekli insanlardır.
İman Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir”(Buhari, Müslim, Tirmizi)
*Süfyan İbnu Ebi Züheyr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Yemen fethedilecek. Bir grup insan, Medine’den oraya aileleri ve kendilerine tabi olanlarla gidecekler. Halbuki bilselerdi, Medine onlar için hayırlıydı. Şam da fethedilecek. Bir kavim Medine’den aileleri ve kendilerine tabi olanlarla oraya göç edecekler. Bilselerdi Medine onlar için hayırlı idi. Irak da fetholacak. Bir grup kimse ailesi ve kendilerine tabi olanlarla Medine’den oraya taşınacaklar. Halbuki bilselerdi Medine onlar için hayırlı idi.”(Buhari, Müslim)
Yine İbnu Abbâs anlatıyor: “Yemen ahâlisi, hacca geliyorlar fakat beraberlerinde azık almıyorlardı. “Biz mütevekkil kimseleriz” diyorlardı. Meke’ye gelince bu davranışlarını halka sordular. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Azıklanın, ancak bilin ki, en hayırlı azık takvâdır” (Bakara, 197).(Buhari,Ebu Davud)
*Ferve İbnu Müseyrk (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e bir gün:
“- Ey Allah’ın Resûlü, kavminden yüz çevirenlere karşı, İslâm’ı benimseyenlerle bir olup mücadele edeyim mi?” diye sordum. Onlarla savaşma hususunda bana izin verdi ve beni emir tayin etti. Ben (Medine’den) ayrılınca:
” Gutayfî ne yaptı.?” diye benden sormuş. Kendisine, gittiğim söylenince hemen peşimden birisini göndererek beni geri çağırdı ve şu talimatı verdi:
” Kavmini İslâm’a davet et. Onlardan İslam gelenlerin Müslümanlığını kabul et. Kabul etmeyenler için savaşmakta acele etme, ben sana yeni bir emir gönderinceye kadar bekle.”
Der ki: Sebe kavmi hakkındaki âyetler nâzil olmuştu. Bir adam sordu:
“- Ey Allah’ın Resûlü, Sebe de ne? Bir yer veya bir kadın mıdır?”
” Ne bir yer, ne de bir kadın değildir. Bilakis bir erkektir. On çocuklu bir Arap. Bu çocuklardan altısı Yemen cihetine gidip yerleşti, dördü de Şam cihetine gidip yerleşti. Şam tarafına gidenler Lahm, Cüzâm, Gassân ve Âmile kabilelerini ortaya çıkardılar. Yemen tarafına gidenler ise Ezd, Es’ariyyun, Hımyer, Kinde, Müzhic ve Enmâr halkını meydana getirdiler. “
Bir adam:
” Enmâr da ne?” diye sordu.
” Enmâr, dedi, Has’am ve Becîle kabilelerinin mensup olduğu cemaattir.”(Ebu Dâvud,Tirmizî)
*İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
“Kıyametten önce, Hadramevt’ten -veya Hadramevt denizinden- bir ateş çıkacak, insanları toplayacak” buyurmuşlardı. (Orada bulunanlar:)
“Ey Allah’ın Resûlü (o güne ulaşırsak) ne yapmamızı emredersiniz?” diye sordular.
“Size Şam(‘ı yani Suriye’ye gitmenizi) tavsiye ederim” buyurdular.”(Tirmizi)
*Resulullah (sav) Hz. Muaz (ra)’ı Yemen’e gönderdi. (Giderken) ona dedi ki: “Sen Ehl-i Kitap bir kavme gidiyorsun. Onları davet edeceğin ilk şey Allah’a ibadet olsun. Allah’ı tanıdılar mı, kendilerine Allah’ın zekatı farz kılmış olduğunu, zenginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılacağını onlara haber ver. Onlar buna da itaat ederlerse kendilerinden zekatı al. Zekat alırken halkın (nazarlarında) kıymetli olan mallarından sakın. Mazlumun bedduasını almaktan kork. Zira Allah’la bu beddua arasında perde mevcut değildir.”(BUHARI MUSLIM TIRMIZI)
* Ebu Musa El-Eş’ari anlatıyor: Resulullah (sav) beni ve Muaz (ra)’ı Yemen’e gönderdi ve şu tenbihte bulundu: “İnsanları dine (tatlılıkla) davet edin. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun geçimsiz olmayın.” Biz Yemen’e vardık. Her ikimizin ayrı birer çadırı vardı, çadırlarımızı müstakilen kullanıyorduk. Birbirimize ziyaretlerimiz olur….
Muaz (ra): “Ey Ebu Musa, Kur’an’ı nasıl okuyorsun?”diye sordu. “Yatağımın üzerinde, namazımda, bineğimde zaman zaman (fırsat buldukça) parça parça okuyorum!” dedi. Sonra Ebu Musa, Muaz’a: “Ya sen nasıl okuyorsun?” diye sordu. “Bunu sana bildireceğim: Ben uyurum, sonra kalkar Kur’an’dan okurum. Böylece uyanıkken ümid ettiğim sevabı uykumda da kazanacağımı ümid ederim” diye cevap verdi.(BUHARI MUSLIM )
* Haris İbnu Amr İbni Ahi’l-Muğire İbni Şu’be, Muaz (ra)’dan naklen anlatıyor: “Resulullah (sav) Muaz’ı Yemen’e gönderdiği zaman kendisine sorar: “Sana bir dava geldiği vakit nasıl hükmedeceksin?” “Allah’ın kitabıyla hükmedeceğim” der Muaz. “(Meseleyi Kitabullah’ta) bulamazsan?” “Resulullah’ın sünnetiyle hükmedeceğim!” “Ne Kitabullah’ta ve ne de Resulullah’ın sünnetinde bulamazsan?” “Kendi re’yimle ictihad edeceğim, (hüküm vermekten) geri durmayacağım.” Hz. Muaz der ki: “Bu cevabım üzerine Resulullah (sav) (memnun kaldı), göğsüme eliyle vurup: “Allah’ın elçisinin elçisini, Allah’ın elçisini memnun edecek usulde muvaffak kılan Allah’a hamdolsun!” buyurdular.”( EBU DAVUD TIRMIZI)
*-Cubeyr bin Mutim’in babasından rivayet ettiğine göre O(r.a.)şöyle söyledi: Bir gün Allah Resulü(s.a.s.) ile beraber Mekke yolunda yürürken O(s.a.s.) şöyle buyurdu: “Size Yemen ahalisi gelecek. Onlar bulutlar gibidir; yeryüzündekilerin en iyisidirler.”
-Yine bunlardan biri de Ebu Hureyre(r.a.)’nin şu rivayeti: Allah Resulü(s.a.s.) dedi ki: “Size Yemen’den gelen insanlar olacak. Onlar en yumuşak kalpli ve merhametli insanlardır. İman Yemen’dedir. Hikmet Yemen’dedir. Ve fıkıh Yemen’dedir.” El-Beğavi, Şerh’us Sunne’de der ki: “Bu, Yemen halkının imana olan düşkünlükleri ve ona iyi bir şekilde girişlerinden dolayı bir övgüdür.”
-Ve İmam Ahmed’in rivayet ettiği bir hadiste, bir bedevi Ebu Hureyre(r.a.)’nin yanına gelip şöyle dedi: “Ey Ebu Hureyre! Bize Allah Rasulü(s.a.s.)’nden bir hadis rivayet et!” Bunun üzerine O(r.a.) da: Allah Rasulü(s.a.s.) buyurdu ki: “İman Yemen’dedir. Hikmet Yemen’dedir. Ve muhakkak Yemen üzerinden size Rabbinizden bir rahmet görüyorum.” hadisini okudu.
*-Ve Abdullah bin Ömer(r.a.)’nın şu hadisinde Allah Resulü(s.a.s.) şöyle demişti: “Allah’ım! Şam’ı ve Yemen’i mübarek kıl! Oradakiler; “Ey Allah’ın Rasulü! Necid’i de…” dediler. Sanırım üçüncü seferde O(s.a.s.), “Orada (Necd) depremler ve fitneler görülecektir. Ve şeytanın boynuzu, oradan ortaya çıkacaktır!” diye cevapladı.
Kıyametin yüzlerce küçün onda büyük alameti sıralanırken,bunlardan birisi de;
Kıyamet kopmadan evvel,Yemen tarafından bir ateş zuhur edecek,bütün insanları mahşer yerine toplarcasına toplayacaktır.
*Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dua etmiştir:
“Ey Allah’ım! Şam’ımızda bize bereket ihsan et! Ey Allah’ım! Yemen’imizde bize bereket ihsan et!”(Buhari 6954, Tirmizi 4210)
-Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Yakında işler sizin muhtelif ordulara ayrılmanız şeklinde olacaktır! Bir ordu Şam’da, bir ordu Yemen’de ve bir ordu da Irak’ta olacaktır.”
Bunun üzerine ibni Havale (Radiyallahu Anh):
−Ya Rasulallah! O zamana yetişirsem benim için onlardan birini seç ki orayı tercih edeyim, deyince Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
−“Sen Şam’ı seç! Orası Allah’ın arzının en hayırlısıdır. Allah kullarından en hayırlı olanları orası için seçer. Şayet Şam’a gitmeyi istemezseniz Yemen’i seçin ve havuzunuzdan için. Şüphesiz ki Allah Şam’a ve ahalisine benim için vekil olmuştur.”(Ebu Davud 2483)
*İkrime ve Mukatil dedi ki: Ye¬men’den mü’min ve itaatkâr olarak yedi yüz kişi gelmişti. Kimisi ezan okuyor, kimisi Kur’ân okuyor, kimisi “Lâ ilahe illallah” diyerek tehlil getiriyordu. Peygamber (sav) buna çok sevindi.

*Resulullah (sav) buyurdular ki: “Yemen fethedilecek. Bir grup insan, Medine’den oraya aileleri ve kendilerine tabi olanlarla gidecekler. Halbuki bilselerdi Medine onlar için hayırlıydı. Şam da fethedilecek. Bir kavim Medine’den aileleri ve kendilerine tabi olanlarla oraya göç edecekler. Bilselerdi Medine onlar için hayırlı idi. Irak da fetholacak. Bir grup kimse ailesi ve kendilerine tabi olanlarla Medine’den oraya taşınacaklar. Halbuki bilselerdi Medine onlar için hayırlı idi.”
*Resulullah, “Irak ehline bir ölçeklik yiyecek ve tek dirhemlik paranın gelmeyeceği zaman yakındır!” buyurmuşlardı. “Nereden?” diye soruldu. “Acem diyarından. Onlar bunu yasaklayacak” buyurdu ve devamla: “Şam ehline de tek dinarlık paranın ve bir ölçeklik yiyeceğin gelmeyeceği zaman yakındır!” buyurdular. Yine: “Bu nereden gelmeyecek?” diye soruldu. “Rum cihetinden!” buyurdular. Sonra (Hz. Cabir) bir müddet sustu [ve ilave etti: “Resulullah (sav) dedi ki: “Ümmetimin sonunda bir halife gelecek; malı sayı ile değil, avuç avuç dağıtacak!]”
*Muaviye İbnu Kurre, babası (ra)’ından naklen anlatıyor: “Resulullah (sav) buyurdular ki: “Şam (Suriye) halkı fesada uğradımı artık (orada) sizin için hayır yoktur. Ümmetimden bir grup, Kıyamet kopuncaya kadar mansur (Allah’ın yardımına mazhar) olmaya devam edecek, onları mahrum bırakanlar onlara zarar veremeyecekler.” [Ali İbnu’l-Medini: “Bunlar hadis ashabıdır” demiştir.]
*Zeyd ibn-u Sabit (r.a) anlatıyor:
“Biz bir gün Resulullah’ın (sav) yanında idik. Parçalar üzerinde Kur’an tanzim ediyorduk. Aleyhisselatu vessellem: “Şam’a ne mutlu” buyurdular. Ben “Bu mutluluk nereden geliyor ey Allah’ın Resulü” diye sordum.
“Çünkü” buyurdular, “Rahman’ın melekleri Şam’ın üzerine kanatlarını geriyorlar.”( Tirmizi, Sünen, Menakıb 3949)
*“O’nun çıkacağı yıl, insanlar hacca, başlarında bir emir bulunmadan gidecekler… Hep birlikte Beyt-i Şerif’i tavaf edecekler, sonra Mina’ya indiklerinde, köpekler gibi birbirlerine saldıracak, hacılar soyulacak, kanlar Akabe Cemresinin üzerine akacak.” (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 168-169)

*Ondan önce Şam ve Mısır melikleri (hükümdar, memleket sahibi) öldürülecektir…” (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 49)

“Ahir zamanda Bağdat alevlerle yok edilir…” (Risalet-ül Huruc-ül Mehdi, Cilt 3, sf. 177)

*Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “…Öyle bela ve musibetler olacak ki, hiçbir kimse, sığınabileceği bir makam bulamayacaktır. Bu belalar Şam’ın etrafında dolanacak, Irak’ın üzerine çökecek. Arabistan yarımadasının elini ve ayağını bağlayacaktır… Onlar belayı bir tarafta defetmeye çalışırlarken, diğer taraftan o yine ortaya çıkacaktır.” (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 38-39)

*“… Irak’a saldırılmadıkça kıyamet kopmaz. Ve Irak’taki masum insanlar Şam’a doğru sığınma yerleri ararlar. Şam yeniden yapılanır, Irak da yeniden yapılanır.” (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 254)

* “Irak halkı üç fırkaya ayrılır. Bir kısmı çapulculara katılır. Bir kısmı ailelerini geride bırakıp kaçarlar. Bir kısmı savaşır ve öldürülürler. Siz bunları gördüğünüz vakit kıyamete hazırlanın.” (Yusuf el-Makdisi, Fera İdu Fevaidi’l Fikr Fi’l İmam El-Mehdi El-Muntazar)
Bediüzzaman-ın;” Eğer çabuk bir kıyamet kopmazsa…”ifadesinde de dikkat çekildiği gibi;dünya imtihanının açılması cennette işlenilen bir günahla olduğu gibi,dünyanın erken kapanması da yine insanın müdahalesi ve el karıştırmasıyla olacaktır.
MEHMET ÖZÇELİK
15-09-2012




İDDİALAR

İDDİALAR
*Önceden olsunda çamurdan olsun,derken,şimdilerde o çamurları temizlemekle meşgulüz.
Çamurların attıkları çamurları da temizlemek,çok kirlenmelerden sonra uzun bir zaman alacaktır.
Ayrık otlarını temizlemek,yeni ürünleri ekmeyi ve sağlıklı dermeyi geciktirmekte ve zorlamaktadır.
Bir zaman insanlar hakkında çok rahat tekfirde bulunuluyordu.
*”Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.”
Önceden çetele tutulduğu için insanlar bilinmekte idi.Ancak şimdi kanlar ve soyla karıştığı için,sağlıklı nesilleri bulmak zorlaştı.
*Cumhuriyetten önceki icazetlerde şecere Rasulullaha kadar giderken,ondan sonra meşrutiyetten sonra sadece resmi onayda kalmıştır.Önceden diplomaları medreseler verir ve devlet onu onaylardı.
Meşrutiyet bu kopuşun başlangıcını oluşturdu.
Şimdi ise bir yandan manevi kıtlıkların olması,engellemelere gidilmesi,farklı nesil ve soyların birbirine karışması gibi bir çok sebepler olumsuzluklara neden olan faktörler arasında idi.
Adeta aklına güvenenlerin vahyi ikinci plana iterek,geleceğin inkâr edilmesiyle yeni uydurmalar ve uydurukçular ortaya ve ortalığa sürülmüş oldu.
” Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken “Bana da vahyolundu” diyenden ve “Ben de Allah’ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim” diyenden daha zalim kim vardır! O zalimler, ölümün (boğucu) dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara: “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!” derken onların halini bir görsen!”
Tarihte farklı çok değişimlere şahit olmaktayız.Mesela;
‘Vahiy katibi Said b.Abdillah?
Halife Osman’ın sütkardeşi. Emeviler’in önde gelenleri arasında yer aldı. Asıl işi maliyecilikti. Peygamber’in vahiy kâtipliğini yaptı. Bir ara islamlıktan döndü ve vahyi, kendi dilediği gibi bozup değiştirdiğini övünerek söylediği için Hz. Muhammet’in öfkesini çekti. Öldürülmekten Osman’ın araya girmesiyle kurtuldu, yeniden islamlığa döndü. Halife seçilişinde Osman’ı destekledi. Mısır’ın fethine katıldı. Osman döneminde Mısır valiliğine getirildi (645/646). Başarılı yönetimiyle Mısır’ın, maliyesini düzeltti, gelirini artırdı. Müslümanlarla Sudan arasındaki ilişkileri düzene soktu. Bizans’ın Afrika eyaletlerine başarılı akınlar düzenledi;
Kartaca’yı aldı (647/648). Zatu’us-Savari deniz savaşında Bizans donanmasını ağır yenilgiye uğrattı. Halifeye karşı başlatılan ayaklanmalarda Osman’ı destekledi ve ona yardım etmek için Mısır’dan ayrıldı. Yolda halifenin öldürüldüğünü öğrenince Muaviye’ye katıldı. Sıffin savaşından önce öldü.’
Aklı esas alan,aklına güvenen mutezileler türedi,türetildi.
*Mevlana Mu’tezile hakkında:”Mezheb-i i’tizal his gözünün mezhebidir.Akıl gözü visalde olan (gerçek) sünnidir.Mutezileler hislerinin maskarası olmuşlardır.Dışı Sünni görünse de (gerçekte) sapıklıktadır.Kim ki,histe kalmıştır,(gerçekte)o,mutezilidir. Her ne kadar sünniyim dese de,cahildir.(farkında değildir.)”
Zamanımız tüm olumsuzlukların havuzu haline geldi.
* Süleyman Ateş-i şaibeli kılan onun tefsirindeki yanlışlıklar ve yazmış olduğu gazetenin durumudur.
*Süleyman Ateş bir yazısında;” İbn Haldun da Tevrat ve İncil’in tahrif edildiğini söylemenin küfür olacağını ifade etmiştir. Kur’an dinlerin ruhuna bağlı iyi niyetli kitap ehlinin cennete gideciğini her vesileyle vurgulamaktadır” (S.Ateş Vatan Gazetesi, 20 Haziran 2005),ifadesiyle,hristiyan ve Yahudilerinde cennete gidecekleri iddiasında bulunmuştur,o da eski bir diyanet işleri başkanı olarak!
Bununla kalmamış,tefsirinde evrimi de savunmuştur.
*”atv haber merkezine konuşan, Süleyman Ateş’in kardeşi Yavuz Ateş, annelerinin Ermeni olduğunu açıkladı.
Bu iddiayı yıllar önce, Prof. Zekeriya Beyaz Hür Gün gazetesinde ortaya atmış, Prof. Süleyman Ateş yalanlamıştı.
*Akit, daha önce Papa’ya mektup yazarak, “Aziz Peder, Hıristiyanlığa çok yakınım” diyen ve PKK aracılığı ile Kürtlere zorla İncil ve Hıristiyanlık propagandası içeren CD’ler dağıttığı ortaya çıkan PKK’nın elebaşısı Öcalan’ın bir papazla samimi görüntülerine ulaştı.
Daha önce Papa II. Jean Paul’e bir mektup yazarak, “Aziz Peder, Hıristiyanlığa çok yakınım. Sizin şahsınıza ve dininize duyduğum saygı benim savaşımın ve düşüncelerimin merkezindedir.” diyen Öcalan’ın Ermeni bir papazla samimi fotoğrafları ortaya çıktı.
*”Mahlukatın olmasıyla, daha evvel olmayan bir sıfatla sıfatlanarak ziyadeleşmedi (sıfatlarında artma olmadı). Nasıl ki sıfatlarıyla ezeli idi; aynı şekilde o sıfatlarla ebediyyen zail olmaz (tükenmez). Mahlukatı yaratmasından beri (sonra) “Halik” ismini almış değildir. Ezelden beri Haliktır.” Tahâvi Akaidi Tercümesinden.
*”Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bekir Karlığa, Hürriyet’e verdiği mülakatta aynen şöyle demiş:
“İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslam. Hatta, Allah’ın varlığından da öte, Hz. Peygamber’i kabul etmeyenlere bile hoşgörülü davranır. Nitekim bir hadiste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur diyenler cennete girecektir’ denilir. Bu hadisten dolayı İslam bilginleri Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul ederler. Halbuki, Kuran tanrıtanımazlığa karşı derin bir hassasiyet göstermektedir. (…). Her çağ, dini metinleri kendisine göre yorumlama yetkisine ve imkânına sahiptir…”
*” İlk karma namazın gerçekleştiği Brandeis Üniversitesi, bir Yahudi üniversitesiydi! 1948’de kurulan bu üniversitenin başkanları hep Yahudi olmak zorundaydı!
İslam tarihinde örneği hiç olmayan “karma namaz”a izin veren üniversitenin başkanı İsrail Hayfa doğumlu Yahudi Yehuda Reinharz’dı.
Yahudilik’te “kadın haham”, Hıristiyanlıkta ise “kadın papaz ve papa” yoktu tabiî. Ama İslam’da yapılmaya çalışılıyordu… Niye?
Cami cemaati, Beyza Hanım’ın imam Ahmet Yılmaz’a giderek, “Bırakın cumayı ben kıldırayım, devrim yapayım” dediğini iddia etti. Bayan Zapsu bu haberi yalanladı; böyle bir şey söylemediğini açıkladı.”
*Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, İsmet İnönü döneminde, CHP döneminde yaklaşık 900 caminin yıkıldığının bilindiğini belirterek, ”Mihrişah Sultan tarafından yaptırılan mescit, 1941’de çıkarılan bir kanundan faydalanılarak CHP ocağına dönüştü ve caminin giriş kısmına CHP’nin simgesi 6 ok konuldu” dedi.
Toplumun besleneceği sağlam ve sağlıklı kanallar kapatılınca,bu gibi olumsuzluklar baş göstermeye başladı ve hala da devam etmektedir.
*Dini olduğu kadar,siyasi,toplumsal,kültürel alanda da bir çok entrikalara ve iddialara şahit olmaktayız.
Üç yıl boyunca internetten gazeteleri tarayarak tuttuğum özellikle Ergenekon terör örgütünün entrikaları bir asırlık karanlık ortamı bir nebzecikte olsa aydınlatmaktadır.
*Kozinoğlu’nun cenaze töreninde bir yakını, “Her şeyi anlatacaktı, ama konuşturmadılar” dedi.
*Taraf’tan Emre Uslu yazısında;
“MİT’in içindeki sola yakın bir kesim ve askerî istihbaratın önemli kesimi KCK operasyonlarından rahatsızdı.
…Özellikle 2009 yılındaki KCK operasyonları o kesimler ile Emniyet’i kimi illerde karşı karşıya getirdi. Şimdilerde bazı aydınların “Devletin bir kesimi KCK operasyonlarına karşı” diye yaygara koparması bundan.
…MİT ve Askerî İstihbarat birimlerinin KCK yapısı içindeki elemanları ‘İl Sorumlusu’ seviyesine çıktılar, serhildan eylemlerinde toplumu galeyana getirmek için yüzleri poşulu en önde yürüyenler arasında onlar da vardı; hatta en önde gidenler çoğu zaman onlardı.
…Hakan Fidan’dan önceki MİT’in içinde bir damarın elemanları ise çoğunlukla Askerî İstihbarat elemanları.
Yeni devlet PKK ile mücadele ederken istihbarat birimlerinin KCK içindeki elemanları şehir sorumlusu seviyesine gelmişti ama asıl görevleri olan PKK’nın şehirlerde yapacağı eylemleri bildirmek bir yana o eylemleri bizzat organize ediyordu. Emniyet’e de aslında hem PKK ile hem de o kesim istihbarat görevlileri ile mücadele etmek düşüyordu.”
Büyük bir iddia ancak yabana atılacak bir şey değil,zira biz bu filmin önceki bölümlerini de bizzat seyretmiştik.Pkk-ya karşı resmi olarak kurulan Hizbullah,yine bu kurum tarafından kurulmakla kalmamış,doğudaki bir çok temsil özelliği bulunan insanlar saf dışı edilmişti.
Hizbullah pkk-nın sağ kolu olarak kullanılmıştı.
Aslında pkk 1970-lerin sol ve devrimci düşüncenin sol kolu iken,Hizbullah sağ kolu idi.
Şimdiki kck ise,pkk-nın pkk içindeki doğu insanını kandırmak amacıyla sağ kolu olarak gösterilmeye çalışılsa da,mızrak çuvaldıza sığmamakta,bunların materyalist,sosyalist,ateist,Zerdüşt olduğu net olarak ortaya çıkmakta,uzun süre gizli kalamamaktadır.
*”Geçtiğimiz günlerde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ünlü spekülatör George Soros’un desteklediği Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) Kurucu Üyesi olduğu ve Mütevelli Heyetinde yer aldığı ortaya çıkmıştı.
Kılıçdaroğlu, TESEV’in Vakıf Senedi metninde 183 numarasıyla kayıtlı olduğu bildirilmişti.
*”Papa Eftim tarafından kurulan Türk Ortodoks Patrikhanesi ve şu an temsilcisi olan Sevgi Erenerol ile samimi ilişkisiyle dikkat çeken Küçük’ün, Ermeni kökenli olduğu ileri sürülüyor.”
…Kazım Karabekir Paşa, Erzurum ve çevresindeki tüm yetimleri toplayıp, onları yurtlara yerleştirdi. İddialara göre, bunların çok büyük bir çoğunluğu Ermeni; dört bini erkek iki bini ise kızdı. Çoğunluğu, Kuleli ve Bursa’da açılan Işıklar Askeri Lisesi’ne kaydedildi. Bu çocuklara daha sonra Gürbüzler Ordusu adı verildi. Kazım Karabekir, bu uygulaması nedeniyle “Ermeni çocukları Türk’leştirdi!” şeklinde eleştirildi. 27 Mayıs darbesini gerçekleştirenlerin içinde bu Gürbüzler Ordusu’ndan yetişen önemli isimlerin olduğu ileri sürülmüştü.
Küçük ileri düzeyde Ermenice bilmesiyle tanınıyor. Kendisi bu durumu “Köydeki komşularımdan öğrendim” şeklinde açıklasa da köyde tek Ermeni görünmüyor.
Araştırmada uzunca deliller serdedilmiştir.
*Son günlerde “Ermeni asıllı olduğu idda edilen” Diyanet Eski Başkan’larından Lütfi Doğan’la meşgulüz. İddialara göre Lütfi Doğan Almanya’daki bir Ermeni Patriği ile kardeşmiş.
Hemen ardından ikinci Ermeni asıllı Diyanet İşleri Başkanı haberi geldi.
Bu defa yine eski bir Diyanet İşleri Başkanı olan Süleyman Ateş’in annesinin Ermeni olduğu ortaya atıldı.
Süleyman Ateş bu iddiaları şiddetle yalanladı. Ancak, Süleyman Ateş’in öz kardeşi Malatya’da kendisine uzatılan ATV haber mikrofonlarına dobra dobra konuştu. “Evet, bizim annemiz Ermeni asıllı bir Müslüman kadındır”
*Yazar Arsen Yarman, bundan üç yıl önce, Ermeni cemaatinde çok konuşulan bir olayı aktardı:
“İstanbul Kumkapı eski Ermeni patriği Şinork Kalustyan ölmeden önce çevresine, Diyanet İşleri eski başkam Lütfî Doğan’ın üvey kardeşi olduğunu açıklamış.”
Almanya Ermeni Cemaati önderi Başpiskopos Karekin Bekçiyan, Yeni Aktüel dergisinden Mehmet Asal’a, “Kalustyan’ın üvey kardeşi din adamı Lütfi Doğan’dır” açıklamasında bulundu. (5 Eylül 2005.)
İddiaya göre, Şuşan Hanını, 1 Kasım 1969’da vefat ettiğinde oğlu Lütfi Doğan da, İstanbul Kumkapı Ermeni Patrikhanesi’ndeki cenazeye katıldı; Balıklı Ermeni Mezarlığı’na defin sırasında kendi inancında dua etti.
Her iki Lütfi Doğan da tüm iddiaları reddettiler.” Efendi.sh.19.Soner Yalçın.
*Mum Söndü;
” İbrahim Alaettin Gövsa’nın, Sebatay Sevi adlı kitabından bir alıntı yapalım:
Bu kuzu bayramı hakkında Sebatay zümresi mensuplarından Karakaşzade Rüştü, 1924 tarihinde Vakit gazetesi muhabirine şu izahatı vermişti: “Kuzu Bayramı 22 adarda (mart ayında) yapılır. Bu bayram geceye mahsustur. Ve her sene kuzu eti ilk defa bu bayram münasebetiyle ve hususî merasimle yenir. Bu merasimde en aşağı ikisi erkek ikisi kadın olmak şartıyla evli dört kişinin bulunması lazımdır. Kuzu ziyafetinde bulunacakların sayısı iki cinse mensup evli çiftlerin artırılması şartıyla istenildiği kadar çoğaltılabilir. Kadınlar iyi giyinmiş ve elmaslarıyla süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar. Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır. Bu bayram vesilesiyle doğacak çocuklar bir nevi kudsiyeti haiz tanınırlar. Ona Dört Gönül Bayramı adı verilir.”
*” 32 İnci Gazioğlu yakın arkadaşı Nadire İçkale’nin organize ettiği ve basında, “Sosyetik umre” başlığıyla verilen haberlere göre birkaç kez bu kutsal görevi yerine getirmişti. “Sosyetik umre”ye katılan diğer arkadaşları şunlardı: Esin Demirören, Esin Çelebi, Hülya Kalkavan, Melek Taranoğlu, Şükran Öztiryaki, Nur Bilici, Yeşim Bilici, Ayşe Akıncı, Gülbin Avcı, Tomris Avşar, Gülay Dağdeviren,

Ramazan ayının ilk pazar günü Çırağan Oteli’nde AKP kurucu su Mehmet Gazioğlu ve eşi İnci Hanım’ın1[F32F] verdiği iftarın konuğu İsrail Başkonsolosu Amira Arnon’du. İftara katılan birçok Yahudi işadamı ile Nihat Boytüzün gibi Müslüman işadamlarına Mehmet Gazioğlu’nun sponsoru olduğu yirmi ciltlik Yeni Bir Anlayış Işığında Kur’an Tefsiri kitabı dağıtıldı.
Yani, kuşkusuz Nihat Boytüzün, bu tefsirleri okumuştur; kızının “karma namaz”a durmasına bu bilgiler ışığında yanıt verecekti; ama kimse sormadı. O da konuşmadı…”

*11 Eylül’ün kahramanı William Rodrigez, olaydan 6 yıl sonra Müslüman olduğunu belirterek, ”11 Eylül saldırıları Amerika’nın Irak’a girmesini haklı göstermek için yapıldı. Saldırının Müslümanlara atılmaya çalışılmasına dayanamıyorum. Daha uçaklar binalara çarpmadan içerde patlamalar oldu” dedi.
*Dünyaca ünlü Time dergisinin foto muhabiri Kuzey Irak’taki bir PKK birimini fotoğrafladı
Yayınlanan fotoğrafların ise birbirinden ilginç hikayesi var. Örneğin bir PKK militanının üzerinde sahte ABD üniformasıyla bölgede hareket ediyor.
*Bazen babalarının ödemediklerini evlatları öder.Birde evlatları borçlanmışsa, ödeme daha çok ve ağır olur.
Suriye-de Esad hem babasının ve hem de kendi borç bedellerini ödemek durumundadır.Ağır bir bedel.Bildiği için pek yanaşmamaktadır.
48 yıldır o insanlardan çalınıp gasbedilmiş,zorla ve zorbalıklarla alınmış.İadesi gerekmektedir.
*İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Alaaddin Burucerdi, ‘İran hava kuvvetleri yeterince güçlüdür’ diyerek PKK’ya karşı İran hava sahasının Türkiye’ye açılmayacağını ima etti.”
*Terörist başı Öcalan’ın, PKK’nın eylemsizlik kararını bitirdiği 15 Temmuz tarihine yakın günlerde yazdığı 10 sayfalık mektupta, PKK’ya ve KCK’ya verdiği talimatlar göze çarpıyor. Öcalan’ın mektubunda, Kandil’i ve KCK’yı pasif davranmak ve eylem yapmamaktan dolayı sıkça eleştirmesi göze çarpıyor.
*”Savcıyı arayıp Öcalan’ı serbest bıraktıran, Org. Turgut Sunalp’ti
KAZIM CANLAN ANKARA, CİHAN – 19.11.2011
AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, 1972 yılında 6 ay hapishanede kalan Abdullah Öcalan’ın serbest kalması için Orgeneral Turgut Sunalp’in Savcı Baki Tuğ’la görüştüğünü söyledi. Tayyar, Orgeneral Sunalp’in telefonla aradığı savcı Tuğ’a “Öcalan adamımızdır, serbest bırakılsın!” dediğini söyledi.”
*Yakalanan teröristlerin içinde bir isim dikkatleri üzerinde topladı. 1972’i doğumlu olduğu aynı zamanda grubun lideri olan Kenan Y. adlı teröristin Mavi Marmara baskınının hemen ardından, İskenderun 7. Deniz Hava Savunma Taburu Komutanlığı’na bağlı askeri araca yapılan ve 7 askerimizin şehit olduğu eylemde görev aldığı tespit edildi. Saldırı zamanlamasıyla dikkat çekmiş ve Mavi Marmara baskınıyla bağlantısı olabileceği iddia edilmişti.

Terörist Kenan Y. hakkında yapılan araştırmalarda kendisinin İsrail’de ikamet ettiği, İsrail’de oturmadığı zaman dilimlerinde ise sık sık bu ülkeye giriş çıkış yaptığı anlaşıldı. Teröristin İskenderun’da 7 askerin şehit edildiği eylem öncesinde deİsrailileTürkiyearasında mekik dokuduğu da tespit edildi.
*”Mısır’ın öldürülen eski devlet başkanı Enver Sedat’ın yakın arkadaşı olan Dr. Mahmut Cami’nnin yazdığı “Bildiğim Sedat” adlı kitabında Hafız el Esed ile ilgili şok bilgilere yer verdi. Kitapta Hafız Esed’in 1967 savaşında 100 milyon Amerikan doları karşılığında Golan Tepelerini İsrail’e sattığı ileri sürülüyor. Bir dönemin en önemli ismi olan Sedat’ın söylediklerini Lübnan eski Cumhurbaşkanı Cemayel de doğruluyor.
Mısır’daki ilk Danışma Konseyi’nin üyesi olan Dr. Cami’nin kaleme aldığı “Bildiğim Sedat” adlı kitabında mezkur anlaşmadaki parayı Rıfat el Esed ile kardeşi Hafız Esed’in aldığı ve bir İsviçre bankasında çek olarak muhafaza edildiğini söyledi. Kitapta şunlar yazılıyor:
“Bir gün sabah Sedat beni yanına aldı özel olarak ve yanımızda hiçbir koruma olmaksızın (Suriye’nin bir parçası olan) Golan Tepelerine gittim. Allah’a yemin ederim ki kendisi elini omzuma koydu ve birlikte Golan Tepelerine karşı duruyorduk. Şunları söyledi: Bak Mahmut. Burası Golan. İsrail bile olsa herhangi bir güç burayı kolaylıkla ele geçirebilir mi? ” Cevaben Sedat’a bunun imkansız olduğunu söyledim. O da bana dedi ki: Sana çok tehlikeli ve gizli bir şey söyleyeceğim. Golan Tepeleri İsrail tarafından 100 milyon dolar karşılığı satın alındı. Hem Hafız Esed hem de Rıfat Esed tarafından alınan bu para bir İsviçre Bankasındaki hesaplarına yatırıldı.”
*”ECEVİT’İN ÖNÜNE BİR ÇANTA PARA KOYMUŞLAR

Canikli, DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in, 20 yıl önce yaptığı bir açıklamada, 1971’de başından geçen bir olayı anlattığı söyledi. Canikli, Ecevit’in, ”Bir yabancı vakfın şube yöneticileri, ellerinde bir çanta dolusu parayla bana geldiler. Bana uluslararası sosyal demokrat hareketi adına yardım etmek istediklerini söyledi, çantayı açıp parayı ortaya koydular. Cevabını hemen verdim, yardımın kanuna aykırı olduğunu söyledim, teklifi reddettim” açıklamasında bulunduğunu söyledi.
*Nasılki Hz.Âdemin dünyaya gelmesinde işlemiş olduğu hata sebep oldu ise hakeza dünyanın kapanışı olan kıyametin kopması da beşer eliyle olacaktır.
Bu da ya onun zulmü sebebiyle veya harici bir tabiat olayının olmasına sebep olmasıyla gerçekleşecektir.
”Elbette, beşerin zulüm ve hatasıyla başına çabuk bir kıyamet kopmazsa, istikbalde hak ve hakikat, âlem-i İslâmda nev-i beşerin eski hatîatına kefaret olacak bir saadet-i dünyeviyeyi de gösterecek inşaallah.”
*”Mehdi-i Al-i Resulün temsil ettiği kudsi cemaatinin şahs-ı manevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz.”
*”Elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıtaları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar.”
Beşer fay hatlarını tetiklemek suretiyle gerek depremlere ve gerekse de tsunamilere sebep olmasıyla da kıyametini çabuklaştırmaktadır.
“Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i ilahiye namına ve hakaik-i İslamiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddi ve manevi kıyametler başlarına kopacak, anarşistlere,Ye’cüc ve Me’cüc’lere teslim-i silah edecekler diye kalbe ihtar edildi.”
*Ayriyeten Bediüzzaman ahirzamanda gelecek olan o zatın zaman ve görevlerinin ne kadar devam edeceğini de eserlerinde belirtmiştir.
*Hadîs-i şerifinin sarahati;
لا تقوم الساعة حتى يقاتل المسلمون اليهود فيقتلهم المسلمون، حتى يَختَبِيءَ اليهودى من وراء الحجر و الشجر فيقول الحجر و الشجر: يا مسلم! يا عبد الله! هذا يهودى خلفى فتعال فاقتله، الا الغرقد فانه من شجر اليهود.
“Müslümanlar Yahudilerle harb edip, Müslümanlar onları öldürmeden kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları öyle öldürürler ki, hatta Yahudiler taşların ve ağaçların arkalarına saklanırlar da, taşlar ve ağaçlar müslümanlara: ‘Ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! İşte bu Yahudi arkamdadır. Gel de onu öldür’ der. Yalnızca ‘Ğarkad’ denilen ağaç müstesna. Çünkü o Yahudilerin ağacıdır”.
13-12-2011
MEHMET ÖZÇELİK




KUR’AN KISSALARINDAN İKİ ADAMIN MİSALİ

KUR’AN KISSALARINDAN İKİ ADAMIN MİSALİ
Kehf suresi 32-49 âyetleri insanlık tarihi boyunca tüm insanların durumu ve dünya hayatını bu iki adamın misalinde özetlenmiştir:
“32. Onlara, şu iki adamı misal olarak anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik.
33. İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de ırmak fışkırtmıştık.
34. Bu adamın başka geliri de vardı. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: “Ben, servetçe senden daha zenginim; insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm.”
Bu iki kişinin kimliği konusunda mevcut görüşler şunlardır: 1.Mahzum kabilesinden Mekkeli iki kardeştirler. 2.Maksat Allah Resulü ile Mekkeli müşriklerdir. 3.Allah’a inanan ve inanmayan herkes için geçerli bir misaldir. 4.Lu’ayne b. Hısn ve ashabı ile Selman, Suheyb ve ashabı arasında bir benzetmedir. 5.Babalarından kalan büyük çapta bir mirası birisi inancının gereği gibi, diğeri de inançsızlığın gereği gibi harcayan iki İsrailli kardeştirler… Hepsinde ortak olan nokta: İman etmeksizin, serveti tek gaye edinerek mal yığma tutkusunun insanı zulme ve hüsrana sürükleyeceği gerçeğidir.
35. (Böyle gurur ve kibirle) kendisine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Bunun, hiçbir zaman yok olacağını sanmam.”
36. “Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Şayet Rabbimin huzuruna götürülürsem, hiç şüphem yok ki, (orada) bundan daha hayırlı bir akıbet bulurum.”
37. Karşılıklı konuşan arkadaşı ona hitaben: “Sen, dedi, seni topraktan, sonra nutfeden (spermadan) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’ı inkâr mı ettin?”
Servetinin ve adamlarının çokluğuyla gururlanan bu kişinin ahireti inkar ettiği, 36. Ayetin başında anlatılmıştı. 37. Ayette ise bu kişi Allah’ı inkar etmekle itham ediliyor. Şu halde, Beyzavi’nin de işaret ettiği gibi, ahireti inkar etmek, bir bakıma Allah’ı inkar etmek demektir. Zira, ahiretin imkansızlığını savunmak, Allah’ın gücünün sonsuzluğundan şüphe etmenin bir sonucudur. Nitekim bu kişiye, kendisinin yaratılış safhaları hatırlatılmak suretiyle bu kudretin sahibi olan Allah’ın kıyameti de gerçekleştirme gücünde olduğu isbatlamak istenmiştir.
38. “Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.”
39. “Bağına girdiğinde: Maşaallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır, deseydin ya! Eğer malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan (şunu bil ki):”
40. “Belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir; senin bağına ise gökten yıldırımlar gönderir de bağ kupkuru bir toprak haline gelir.”
41. “Yahut, bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın.”
42. Derken onun serveti kuşatılıp yok edildi. Böylece, bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü ellerini oğuşturup kaldı. Bağın çardakları yere çökmüştü. “Ah, diyordu, keşke ben Rabbimehiçbir ortak koşmamış olsaydım!
43. Kendisine Allah’tan başka yardım edecek destekçileri olmadığı gibi kendi kendini de kurtaracak güçte değildi.
44. İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah’a mahsustur. Mükafatı en iyi olan O, en güzel akıbeti veren yine O’dur.
45. Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış; arkasından rüzgarın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir.
Allah Teala, 45. Ayetteki teşbih ile dünya hayatının geçiciliğini, ibret nazarıyla bakan insanın, bir bitkide dahi kendi hayatının başlama, gelişme ve tükenip son bulma safhalarını açık bir şekilde görebileceğini belirttikten sonra, insana yaraşanın, dünyanın geçici zinetlerine aldanmak yerine, kısa süren dünya hayatında yapacağı iyi işlerle ebedi saadete erişmek olduğuna şöyle işaret etmektedir:
46. Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit bağlamaya daha layıktır.
47. (Düşün) o günü ki, dağları yerinden götürürüz ve yeryüzünün çırılçıplak olduğunu görürsün. Hiçbirini bırakmaksızın onları (tüm ölüleri) mahşerde toplamış olacağız.
48. Ve hepsi sıra sıra Rabbinin huzuruna çıkarılmışlardır: Andolsun ki sizi ilk defasında yarattığımız şekilde bize geldiniz. Oysa size vadedilenlerin tahakkuk edeceği bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız, değil mi?
Bu ayetle ilgili olarak Kurtubi bir hadis nakleder ve hadisi bu ayete en özlü tefsir sayar: “Kıyamet günü Allah Teala yüksek bir sesle seslenir ve şöyle der: Ey kullarım! Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur. Ben acıyanların en acıyanı, hüküm verenlerin en adili ve hesap görenlerin en süratlisiyim. Bugün size korku yok. Üzülmeyeceksiniz de. Delillerinizi hazırlayın, kolay cevap verin. Çünkü sorumlusunuz, hesaba çekileceksiniz. Ey meleklerim! Hesapları görülmek üzere kullarımı ayak parmakları üzerinde sıra sıra dikin.”
49. Kitap ortaya konmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. “Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş!” BöyIece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”
MEHMET ÖZÇELİK
15-02-2014




İLÂHİYATTA FELSEFE

İLÂHİYATTA FELSEFE
Yök İlâhiyatlarda işlenen Felsefe dersini kaldırmakla çok yerinde bir karar almıştır.
Bunun yerine Hikmet dersleri adı altında bir ders konulabilir.
Ben 1980 yılında iki yıl İslâm enstitüsü ve 1983-den itibaren iki yılda ilâhiyat okudum.
İlâhiyata geçiş okulun adını yükseltti ancak kaliteyi düşürdü.
Bütün ilâhiyatlar Ankara İlâhiyata benzetilmeye çalışıldı.
Erzurum-daki İslâmi ilimlerde de aynı kalite mevcuttu.
İlâhiyatlar böylece bir yönüyle islâmi alanlarda araştırma yapıp gelişen ve geliştiren bir eğitim yuvası olmaktan çıkarılarak,genel olarak dinler sahası olarak genelleştirildi.
Buda seviye ve kaliteyi düşürdü.
İmam-Hatiplerin dışında liselerden gelen öğrencilerde alt yapısı olmadan kısa dönem yüzeysel aldıkları bilgilerle beş sene sonra bir din adamı olarak okullarda ders veriyor,diyanette müftülük ve vaizlik yapıyor.
Münferid şahısların gayreti dışında yeterli olmayan bu eğitim din alanında bir çok kavga ve karışıklığı beraberinde getirmiş oluyor.
*Felsefe karanlıkta bir şeyler arama ancak bulmama sanatıdır.Zira bulunduğu zaman felsefe biter.
Körlerin fili farklı tarifi gibidir.
Aklı esas alıp,kalbi devre dışı bırakan batının çöplüğüdür.
Kısır bir alandır.Tıpkı şu örnekte olduğu gibi;
Bir gün felsefe hocamız derse girer girmez tahtaya yönelip;
-İnsan hayvandır,sözcüğünü yazdı.
Öğrencilere döndüğünde bir arkadaş;
-Hocam siz hayvan mısınız?dedi.
Yüzü kızaran hoca,felsefenin kısır olarak tarif ettiği insanın tanımını;’El insanu hayvanun nâtikun’ yani –İnsan konuşan bir canlıdır-şekliyle anlatmaya başladı.
Felsefenin başına İslâm kelimesi zorla yamalanarak,İslâma aidiyeti sağlanmaya çalışıldı.Zoraki ihtidaya zorlandı.
Oysa bizdeki hikmet,kelâm,mantık ise;aklın ve kalbin bir araya gelerek hakikatın ortaya çıkmasıdır.
Batı felsefesi kîl-ü kâl-lerle uğraşmaktır.Dediydu demediydu.Deyduydu deymediydu…
Hikmet ve Felsefenin farkını daha önce ele almıştık.
Felsefenin babası olarak gösterilen İbni Sina,Haşir meselesinde yetersizliğini ifade ederek,-Akıl bu yolda yol bulamaz-yani akılla çözülemez,demiştir.
İmam-ı Gazali hayatının başlangıcında felsefeyle uğraşmış ve sonuna doğru ‘Tehafutu felasife’ yani –felsefenin tutarsızlığı- adıyla bir eser yazmıştır.
Mücerred manada felsefe veya batı felsefesi,kalbden tecrid edilmiş,aklın ön plâna çıkarılmasıyla her şeyi çözeceğine inanılmıştır.
Akıl her şey değildir.Kalbsiz akıl kördür.
Felsefe tüm ilâhiyatlıların lüzumsuz yere meşgul edilmesinden ziyade,özel manada istekli olan bir kimsenin araştırma alanını oluşturmalıdır.
İlâhiyatlarda İslâmi ilimler üzerine bir yoğunluğa gidilmelidir.
MEHMET ÖZÇELİK
12-09-2013




İMAM-HATİPLER BİR İHTİYAÇTIR

İMAM-HATİPLER BİR İHTİYAÇTIR
İmam-Hatipler en mükemmel olmasa da,mevcut haliyle bir ihtiyacın tezahürüdür.
Daha mükemmel olabilir.O yönde bir şuur ve seviye kazandırılabilir.
Yani gündelik hayatı kurtaran bir kişi değil de,idealist ve dava adamı bilinci kazandırılmalıdır.
Kendi ferdi hayatından daha çok,insanların ebedi hayatlarının kurtarılması yönünde çaba gösteren insanlar yetiştirilmelidir.
Yeterli olmasa da yeni 444 sisteminin İslami derslerin ağırlıklı olması halinde,imam-hatipler daha kaliteli ve ihtisaslı hatta İlahiyatlarında üst seviyesinde eğitim veren yerler haline getirilebilir.
İmam-Hatipler İslami bir boşluğu doldurmaya yönelik olmaktan ziyade, toplumsal boşluğu doldurmaya yöneliktir.
Toplum ilerledikçe,buralarda şu haliyle geri kalacaktır.
Mükemmel olacak olan;tam ve kapsamlı İslami bilgilerin verilmesidir.Seviye arttırılmalı,göstermelik ve günü kurtarmaya yönelik olmaktan kurtarılmalıdır.
Bütün derslerden biraz alarak değil,gerçekten İslami ilimlerde seviyeli bir eğitim verilmelidir.
Buralara imtihanla alınmalı,toplum diğer okullara İslami dersler konularak ihtiyaç giderilmelidir.
Eğitimde süratle yapılacak en önemli iş,tevhid-i tedrisatın kaldırılmasıdır.
Cemaatler eğitime el atmalı eğitime sahip çıkmalıdır.
İmam-Hatiplere hassasiyeti ve seviyesi olan inançlı öğretmenler alınmalı.
Şu anda eğitim üzerine yapılan tüm yatırımlar,asırlık bir binanın rütuşları,boya ve süslemeleri mesabesindedir.
Tıpkı seksenlik bir nineyi,genç bir kız görünümüne kavuşturmaya benzer.
Tevhid-i Tedrisatın kaldırılması eğitimin gelişiminde,kavgaların kalkmasında en birinci öncelik olacaktır.
Aksi takdirde kökleri çürümüş bir ağacın dallarını ilaçlamak gibi olur.
*Şafii olanlara Şafii eğitimi verilmeli yani doğu gibi yoğunlukta bulundukları yerler göz önünde bulundurulmalıdır.
*En iyi Sünni Sünniliği bilen olduğu gibi,en iyi alevi de Aleviliği bilendir.En iyi hristiyan hristiyanlığı bilen olduğu gibi.
Ankaralı bir dede feryadında;”14 bin alevi genci ateist oluyor.”diyordu.
Feryadına tüm alevi cemaatı kulak vermelidir.Alevilerin Alevilikten kopmakta olduğunu görmelidir.
Sünni olduğunu söyleyen,bu kadar imkan ve materyallere rağmen,ne kadar Sünni oluyor ki;sadece görenek ve duyma ile bir bilgiye sahip olan alevi,ne kadar alevi kalmaktadır?
*Türkiye-de bir asırdır azınlıklara haklarının verilmemesinin ana sebebi; çoğunlukları o bahane ile haklarından mahrum etmektir.
*Türkiye-nin ideal İmam-Hatibe geçmesi belki en az on yılı alır.
Şu anda İmam-Hatiplerin bu hali toplumsal bir ihtiyacın neticesidir.
Yetmez ama devam etmeli.
*Bunların açılması bir 28 şubat rövanşı veya diğer okulları kötüleme amaçlı değildir.
İmam-hatiplerin artması 28 şubatın bıraktığı ve oluşturduğu boşluğun doldurulmasıdır.
2012 yılı itibarıyla İmam-Hatiplere doksan binin üzerinde yapılan kayıtlar,bu milletin bu okullara olan ilgi,alaka,teveccüh ve de yıllardır susamışlığının bir ifadesidir.
Toplum mühendisliği yapanlar,toplumla ilgisi olmayan,toplumun ihtiyacı olmayan sahte mühendislik yapmaktadır.
MEHMET ÖZÇELİK
23-09-2012