İRAN BAHANESİ

İRAN BAHANESİ
*(Bu yazı ikinci bir kirli oyunun sahneleneceği şu günlerde,aynı hataya düşülmemesi amacıyla uyarı niteliğinde yazılmıştır.)
*İranın Şiiliği Şah İsmaille başlar.Ondan öncesinde iranda İmam-ı Azam gibi bir çok alim yetişmiştir.
-İşte Yavuz Sultan Selim buna karşı mücadele etmiştir.
Bugünkü batılıların kışkırtma oyununu o zamandan hissederek girişimde bulunmuştur.
Şah İsmail anadoluyu Şiileştirme girişiminde bulunur.
O zamanda ancak Yavuz gibi birisi mukavemet edebilirdi.
Birde Yavuz gibi birisi bu baş kaldırıya karşı yaptığı girişim,25 tane kürt aşiretinin ve özellikle İdris-i Bitlisi-nin padişaha davet mektubunu göndermesiyle olmuştur.
Bu günkü durumda da Erdoğan-a despot diyenler,Yavuza da demelidirler!
*Türkiye-de yıllardır şiiliğin alt yapısı fikir olarak oluşturuldu.
Daha sonra bu aksiyon haline dönüştürülmeye çalışıldı.
Arkasından sosyal bir olay ve toplumsal bir problem gösterilmeye ve tahrik edilerek toplumda bölünmelere yol açacak kapılar açılmaya çalışılıyor.
Türkiye-nin hassas bir karnıdır Alevilik-şiilik-irancılık.
Dost ve düşmanın kullandığı bir alan.
Her insanın kendine yönelik kullanacağı açık bir alan..
-Şimdiye kadar kaos oluşturmak ve darbelerle darbe vurmak için,içte de dışta da iran faktörü hep öne çıkarılmıştır.
Dün bunu sol kesim ve Avrupa,abd,İsrail yaparken,bugün bunu cemaat yapmaktadır.
-Hoca efendi gücün yanında olmayı tercih etmektedir.
-Yüzünü doğuya değil batıya çevirmiştir.
Diyaloğu doğuyla,İslam dünyası ile kurmayıp,batıyla diğer bir ifadeyle,yüzde bir ortak noktası olanlarla bir araya gelinirken,yüzde doksan ortak noktası olanlarla bir araya gelinmemektedir.
-Hoca efendi tamamen haklı olsa bile,fitnenin kapısını açması hem cemaata ve hem de İslami cemaatlarla birlikte topluma büyük bir yara açtı.

*2 askeri kaçıran pkk karşılık olarak devletin sınır boylarında yapmakta olduğu karakolları yapmaktan vaz geçmesi şartını ve şantajını öne sürdü.
Bunlar ne kadar terörist iseler;
Aynı derecede 17 aralıkta her yeri yakıp yıkarak memlekete ekonomik olarak yüz elli milyon kadar zarar veren eylemciler de devlete teklif ve şantaj olarak sundukları,pkk-nınkinden daha ağır şartlar olan;köprü yapılmasından vaz geçilmesi,havaalanı yapımının terk edilmesi teklifleri de aynen teröristçe,seviyesiz ve kişiliksizce bir tekliftir.
Doğudaki pkk-nın batıdaki terörist versiyonudur.
Ya bunu destekleyenler veya –onların talebleri bizimde taleblerimizdir- diyenler en az onlar kadar teröristtirler.Seviyesiz ve basiretsizdirler.
-Cemaatın önünde duranlar çamura düştü ve kirlendi.
Bir yandan geçmişini bitirirken,diğer yandan da geleceğini lekelemiş oldu.
-Sormak gerekmez mi;chp-ye oy vermek için uğraşanların,pkk-ya oy vermek için uğraşan bdp-den farkı nedir?
Sonuçta ikisi de aynı yolun yolcusu ve aynı noktada birleşmektedirler.
-İran bahanesi ne kadar kof bir iddia ise,başbakanın despot olduğu iddiası da kasıtlı olarak gündemde devirme bahanesi olarak kullanılmaktadır.
-Fethullah Hocanın Papa II. John Paul’a uzunca mektubu çok tartışıldı.Çok tenkid edildi.Tekrar deşmek istemiyorum.
“Pek muhterem Papa cenapları,
Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekan kılma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatialilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.
Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazi yardımlarımızı sunmak için size geldik.
İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslam’ın asırlarla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkanını bağrına basacaktır.”
-İmamı Rabbani 163. MEKTUP-da uzunca;
MEVZUU : İslam ve küfür birbirinin zıddı olmuştur. İkisinin biraraya gelmesi muhaldir. Birini ağırlamak, öbürünü küçük düşürmektir..
Bilesin ki.
İki cihanın saadetini kazanmak; ancak Seyyid’ül-kevneyn Resulûllah’a tabi olmaya bağlıdır. Ona tabi olmak ise, şu şekilde olur: İnsanlar arasında İslâmî hükümleri yerine getirip icra etmek; havastan ve avamdan, küfür âdetlerini kaldırıp iptal etmek..
İslâm ve küfür birbirinin zıddıdır; birarada olamazlar. Taa, kıyamete kadar; hatta kıyamette dahi.. Bunlardan birini isbat etmek, diğerini kaldırmaktır. Birini ağırlamak, diğerini küçük düşermektir.
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, peygamberine hitaben şöyle buyurdu:
— «Ey Nebi küffar ve münafıklarla cihad eyle; onlara sert çık» (9/73)
SübhanAllah, en güzel huyla sıfat alan Resulüne:
— «Küffarla cihad ve onlara sert çıkmak.» (9/73)
Emrini verdiğine göre, bundan bilinir ki: Onlara sert çıkmak en güzel huylar arasındadır.
İslâm dininin izzet bulması, küfrün ve küfür ehlinin zelil düşendedir. Buna göre, bir kimse, küfür ehlini ağırlarsa.. İslâm ehlini zelil düşürmüş olur.
Kâfirleri ağırlamak yalnız onlara tazim edip baş köşeye oturtmak değildir. Onları meclislere almak, onlarla sohbet etmek, onların dili ile konuşmak gibi hareketler dahi onları ağırlamaktır. Asıl uygun olanı: Köpekleri uzaklaştırır gibi onları uzaklaştırmaktır.
Eğer onlarla alâka peydah etmek, dünya işlerine ait zaruretler icabı ise., başka türlü de olmuyorsa., o zaman uygun olan, ancak zaruret mikdarı onlarla olmak vardır. Bu arada onları bir şey yerine koymamak ve kendilerine lüzumsuz yere iltifatta bulunmamaya riayet etmelidir.
Ama, İslâm’ın kemali, böyle bir garazı dahi tamamen terk edip onlara iltifat etmemek ve onlarla karışıp durmamaktır. Zira, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, onları, yani: Küfür ehlini, Kelâmı Mecid’inde zatının düşmanı ve Resulünün düşmanı olarak tanıttı:
— «Ey iman sahipleri, düşmanım ve düşmanınız olan kimseleri; kendilerine sevgi yüzü göstererek dost edinmeyin. Onlar, Hak tarafından size gelene küfretmişlerdir.» (60/1)
— «Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e, Mikale’e düşman olursa., şüphesiz Allah bu gibi kâfirlerin düşmanıdır.» (2/98)”
-Eskiden idi yalancının mumunun yatsıya kadar yanması.Artık yalan mumları anında sönmektedir.
Gerek Ergenekon olaylarıyla ilgili yüzlerce video izledim,paylaştım,downloda açtım.
Bu son 17 aralık kirli oyunları içinde bütün tarafların iddialarını sesli-görüntülü ve yazılı olarak değerlendirdim.
Her ne kadar bu işler basiretle de anlaşılsa bile,delilleri de ortadadır.
Eskiden her bir insanın içindekileri kırk gün kendisinde kalsa bile,bu gün bunlar kırk saniyede dışarı sızıyor.
-Birkaç yıldır cemaattan birileri sürekli Erdoğan hakkında sözlerinin arasına başta despot olduğu,iran yanlısı olduğunu sıkıştırır,memnuniyetsizlik ortamı oluşturmaya çalışırdı.
Aslında buna o kadarda mana veremez,o arkadaşın o anlık çıkışına bağlardım.
Meğer kirlenmenin yolları döşenmekteymiş!!!
-Benim kızgınlığım ayılara değil,!!! Zira yaratılışları gereği ayılar ayılıklarını yapacaklardır!
Üzüldüğüm nokta ayılara dayılık ve dâyelik yapanlaradır!
Ondandır ki büyük bir cürümdür…
*Cemaat eksen kayması içerisine girdi.
(Cemaatın çoğunu tenzih ederim.Belki de yüzde beşlik olan yönlendirici ve etkileyici, diğerlerini suskunluğa ve bazen de tasdike mecbur eden kısma hitab ediyorum.)
Şimdiye kadar doldurduğu altı,boşalmaya ve oda hızla erimeye başladı.
Buna rağmen buna çare aranmıyor,pek de rahatsız olunmadan kuruntulu bahaneler öne sürülüyor.
-“Bir şey daha kaldı; en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında bir enâniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enâniyetlidir; çabuk enâniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da, nefsi, o ilmî enâniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu hâlde, nefsi ise, enâniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adâvet besler gibi, Sözlerin kıymetlerinin tenzilini arzu eder-tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Halbuki, bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:
Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz.“
Acaba hocaefendinin bir kıskançlığı mı vardır?
-Özetle cemaatın bu günkü durumu,günahı,-inançlı kesimlerde dahil-,dünkü susanların vebali ve keffaretidir.
*Cemaate günah olarak bir asırlık zulmüyle ortaya çıkan,chp-ye oy verdirme kampanyası yeter de artar bile.Bir asırlık zulme yapılan ortaklık. Kirli ve şaibeli ittifak.
Bitmişken ölüyü diriltme faaliyeti.
*Cemaat içerisindeki virüsleri temizlemeli.
Virüslere sahip çıkmamalı.
Şahıs merkezli değil,cemaat merkezli bir hizmet olmalı.
Menfi insanlarla ortaklığı bitirmeli,İslami cemaatlerle iş birliği içerisine girilmeli.
-Tekrar ifade edeyim;İfadelerimde cemaat sözünü kullanırken,şüphesiz bundan çoğunluğu tenzih ederken,vitrinde görünen ve aslında gerçek manada cemaatı temsil etmeyen kişiler;bir yandan darbecilerle yan yana gelirken,diğer yandan batılıların alevi-sünni kozunu kullanmasına da adeta çanak tutmakta,zemini kaygan hale getirmektedir.
*Bu gün Erdoğana diktatör diyen insanlar iki kısımdır.Üçüncü kısmı yoktur;
-Ya geçmişte diğer liderlere de aynısının yapıldığını görmeyen basiretsiz kimseler,
-Veya eskiden yapıldığı gibi gibi,yine darbecilerle ortak noktada birleşip,tamamen kötü niyetli insanlardır.
*Allah bazen çalkalıyor,karıştırıyor,halis ile olmayan,samimi olmayanı birbirinden ayırmak için.
Saflar gittikçe safileşiyor,ayrılıp,belirgenleşiyor.
Biri ben çapulcuyum,öbürü geziciyim,öbürü şimdiye kadar yaptığı takiyyeyi yapma ihtiyacını duymuyor.
Niyetler fiillere dökülüyor.
Temenni ederiz ki,aynı yanlışlar devam etmesin.Chp ile ortaklık,gezicilerle olan beraberlik sürdürülmesin…
-Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes
Ey kahpe rüzgar,her nereden esersen es…
MEHMET ÖZÇELİK
30-05-2014




DÜNYA HAYATI VE KARDEŞLİK

DÜNYA HAYATI VE KARDEŞLİK

*Kavga eden çocuklarına bakan baba bir yandan gülüyor,bir yandan şaşırıyor,bir yandan da kızıyor;
Çocuk kardeşini şikayet ediyor;Baba kardeşim benim oyuncağımı aldı,vermiyor.
Öbür kardeş,birazda ben oynayayım,hep o oynuyor.
Aslında bu duruma büyüyünce kendileri de gülecek ve gülüyor.
Bizden öncekilerde hep oynamış,gitmişlerdi.
Şimdi oradan da onlar bize gülüyorlar.
Dünde onlara gülüyorlardı.

*Gelin kavga edelim!!!
Ne için?Kimin için?
Gülmek mi yoksa kendimize güldürmek için mi?
Değer mi?
Eğer evetse?
Hemen!!!

*Geç gelir tez gider deyû safa çekme keder.
Âlemin hâli budur böyle gelir böyle gider.
İçinde bulunduğumuz dünya hayatında safa geç gelir tez gider. Hâlbuki elem sıkça uğrar biraz da zor gider. Dünya hayatının tabiatı o, çünkü ta işin başında “çamurumuz karışırken yağan kırk günlük yağmurun otuz dokuzu gam biri neşeydi” diye takviye ederler manayı.
Göz yum cihâna aç gözünü dem gelir geçer.
Sen göz yumup açınca bu âlem gelir geçer.
Ve şöyle devam eder şair;
Âdem oğlu âleme üryan gelir üryan gider
Nâle vü efgân ile giryân gelir giryân gider
İnsanoğlu dünyaya giyinmemiş olarak gelir ve öylece gider. Ağlaya ağlaya gelir ve yine ağlaya ağlaya gider.:
Hemân ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben.
San ol nilüferim kim suda bittim suda yittim ben
Gelirken de giderken de dökülen göz yaşlarıyla karşılandım ben.Hani nilüfer çiçeği vardır ya suyun içinde doğar ve yine oracıkta ölüverir. İşte ben de geldiğimde de yıkandım giderken de yıkandım, suda bittim suda yittim.
*Ecel emelin önündedir.Emellerimiz sonsuza uzanmaktadır.Ecel ise emeller gerçekleşmeden gelir.
*Hadiste:’İnsanlar uykudadırlar,ölünce uyanırlar.’buyurulur.
Uykuda iken köle de olsan,sultan da olsan,uyandıktan sonra birdir.
Hatta sultan olmanın uyanınca kaybı daha büyük ve elimdir.
Nitekim Behlül Dâna Harun Reşidin koltuğuna birkaç dakikalığına oturmuş ve uyuya kalmıştır.
Adamları apar topar döverek onu tahttan indirirler.
O sırada Harun Reşide dönerek adamlarından şikayetçi olduğunu söyler.
Sebebini sorduğunda,uykusunda Halife olduğunu,etrafında hizmetçiler bulunduğunu anlatınca gülen Harun Reşid-e;
-Neden gülüyorsun ki,seninkiyle benimkinin arasında ne fark var ki?
-Ben gözüm açılınca tahtı kaybettim,sen ise gözün kapanınca tahtı kaybedeceksin.
Ağlamasının sebebini sorduğunda da;
-Ben biraz bu koltuğa oturdum,bu kadar dayak yedim.Acaba kim bilir sen yıllarca oturmaktasın,ne kadar dayak yiyeceksin?
*İnsan oğlu ana rahminden dünyaya gelecek olduğu halde,şartlarda zahiren hazır olup engel olmamasına rağmen,düşük olabiliyor.
Bu durum bu dünyada giderken de söz konusudur.
Âhiret için düşükte olunabilir,sakat da…
*Hangi Güzel Yüz Vardı ki Toprak Olmadı..!
Hangi Ceylan Göz Vardı ki Yere Akmadı..!!

*Bu dünyadan hep gidenler,dünyayı geride ve dünyada bıraktılar.Dünyayı ve içindekileri yine içinde bıraktılar,yanlarına almadılar.
*Dün gitti,yarında elimizde senet yok ki ona sahip olmuş olalım.Bu gün ise meçhul.Bu günü tamamlamak elimizde değil.Nitekim bu günü tamamlamadan ölümle giden milyondan fazla insan var.O halde zamanını bulunduğun an bil.
*****************
KARDEŞLİK
Aynı Âdem ve Havvanın çocukları olup,binlerce kardeşleri birbirine bağlayan bir çok bağlar varken,kavga neyin nesidir?
Ney paylaşılamamaktadır.
Bu tarla benimdi,bu mal benimdi,müdahale etti,kavga ettik,öldürdüm.
Oysa dün baban ve deden de onlar benimdi,demekteydi.Bu gün ise onlar olmadığı gibi,yarın sen de olmayacaksın!
İnsan hatta sahip olduğum dediklerinin dahi gerçek sahibi kendisi değildir.
Kardeşlik fedakârlık ister.
-Allah ihsan edenleri sever,buyurulur.
İhsan ise;Cebrailin insan suretinde ve misafir olduğunu söyleyip sorduğu üç sorudan biri olan ihsana cevaben Peygamberimiz;
-‘En ta’budallâhe Keenneke terahu.Fein lem terahu fe innehu yerâke-,
-Allahı görüyormuş gibi ibadet etmendir.Her ne kadar sen onu görmüyorsan da O’nun seni gördüğünü bilmendir.-
İhsan kendisinin her hangi bir ihtiyacı yokken karşılıksız ve başa kalkmadan bir başkasına vermektir.
İsar ise,kendisi muhtaç olduğu halde ihtiyaç sahibini onu düşünerek vermektir.
Âyetteki;’Kendileri muhtaç oldukları halde kardeşlerinin nefislerini kendi nefislerine tercih ederler.’
* Sanma sakın herkesi sen sadıkâne yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyar olur
Sadıkâne belki ol âlemde serdar olur
Yâr olur ağyar olur serdar dildâr olur.(Y.S.Selim)
*Kimseye bâki değil, Mülk-i dünyâ sîm-ü zer,
Bir harâb olmuş kalbi Tamir etmektir hüner,
Buna fâni dünyâ derler, Durmayıp dâim döner,
Âdemoğlu bir fenerdir, Âkıbet bir gün söner.(K.Kandemir)

Çeşmelerden bardağını doldurmadan bırakırsan,
Bardak bin yıl çeşmenin başında dursa da, kendi kendine dolmaz.(Yunus Emre )
25-10-2011
MEHMET ÖZÇELİK




KAPANAN ESKİ VE AÇILAN YENİ DÖNEM

KAPANAN ESKİ VE AÇILAN YENİ DÖNEM
– TUZ KOKTU –
“Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dahilî adâvetleri unutmak ve bırakmak” olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevî kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-i İslâmiyeye hizmet dâvâ edenlere ne olmuş ki, birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz’î adâvetleri unutmayıp düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar? Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir.

Medar-ı ibret bir hikâye: Bedevî aşiretlerinden Hasenan aşiretinin birbirine düşman iki kabilesi varmış. Birbirinden, belki elli adamdan fazla öldürdükleri halde, Sipkan veya Hayderan aşireti gibi bir kabile karşılarına çıktığı vakit, o iki düşman taife, eski adâveti unutup, omuz omuza verip, o haricî aşireti def edinceye kadar dahilî adâveti hatırlarına getirmezlerdi.

İşte, ey mü’minler! Ehl-i iman aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz? Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Herbirisine karşı tesanüd ederek, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecburken, onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârâne tarafgirlik ve adâvetkârâne inat, hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı? O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehvâl ve mesâibine kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırsla bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var.”
*Erdoğan için dillendirilen diktatör gibi ifadeler,-videosunu da seyrettiğim –yahudilerin ve israilin dillendirdiği sözlerdir.
* Hoca efemdi 4.röportajındaki konuşmasında artık üstaddan biraz daha ismini zikrederek bahsetmekte,belli ki sıkıntılardan bir pay çıkarmaktadır.
Ancak gene de; kendisine aktarılanlardan kaynaklansa gerek ki;hâla gezi olaylarında bir samimiyet aranmakta,basiretli bir bakış sergilenmemektedir.
*Cemaat savunduğu ve sahiplendiği kimselerin olumsuzlukları namına yaptıkları tüm kötülüklere ortak olduklarını unutmamalıdırlar.
Hoca efendinin kime oy verileceği konusunda;”O partinin bunca yaptıklarından sonra içlerine siniyorsa..”şartını koymakla,aslında gerçek niyet ortaya konulmuş oldu.

*Kir üzerine parti kurulamaz.Eğer cemaat bu andan itibaren bir parti kurarsa.önceki kaybından daha büyük bir kayıp yaşar.Zira haklı olarak genel şöyle bir düşünceye varılır:Demek ki cemaat böyle kirli bir iş ve ittifaka kuracakları partiyi öne çıkarmak,muhalifleri kirli ve çirkin entrikalarla bitirerek kendi varlıklarını sürdürmek olacaktır.
Kazanamazlar.Tıpkı kurdukları eğitim sendikalarında olduğu gibi.
Bundan sonra onun kadar bile eleman toplayamazlar.
*Artık tuz da koktu.Et kokmasın diye tuzu kullanırdık artık tuz da kokunca tuz la ma dönemi bitti,yeni bir tuzlama dönemi başladı.
*İşte başkalarına hayat olacak Bediüzzamanın cinayetleri:
-Mert olan cinayete tenezzül etmez.
-Asıl şeriatın meslek-i hakikisi, hakîkat-i meşrûtiyet-i meşrûadır. Demek, meşrutiyeti, delail-i Şer’iye ile kabul ettim, başka medeniyetçiler gibi taklidî ve hilaf-ı Şeriat telakkî etmedim ve Şeriatı rüşvet vermedim. Ve ulema ve Şeriatı Avrupa’nın zünûn-u fasidesinden iktidanma göre kurtarmaya çalıştığımdan, cinayet ettim ki, bu tarz muamelenizi gördüm.
-Husûmette fenalık var; husûmete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zîra, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz…
-“Ey gazeteciler! Edibler edepli olmalı; hem de, edeb-i İslamiye ile müteeddib olmalı. Ve onların sözleri, kalb-i umûmi-i müşterek-i milletten bîtarafane çıkmalı.
-Kaç defa, büyük içtimalarda heyecanları hissettim. Korktum ki; avam-ı nas, siyasete karışmakla asayişi ihlal etsinler. Türkçeyi yeni öğrenen köylü bir talebenin lisanına yakışacak lafızlar ile heyecanı teskin ettim.
-Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlak, ibadet, ahiret ve fazillete aittir; yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir. Onu da ulûlemirlerimiz düşünsünler. Şimdi maksadımız, o silsile-i nûranîyi ihtizaza getirmekle, herkesi bir şevk-i hahiş-i vicdaniye ile tarîk-ı terakkîde kabe-i kemalata sevk etmektir. Zîra; Ila-i Kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakkî etmektir.
-Ben işittim ki, askerler bazı cemiyetlere intisap ediyorlar. Yeniçerilerin hadise-i müthişesi hatırıma geldi; gayet telaş ettim. Bir gazetede yazdım ki; şimdi en mukaddes cemiyet, ehl-i îman askerlerin cemiyetidir. Umum mü’min ve fedakar askerlerin mesleğine girenler, neferden seraskere kadar dahildir. Zîra, ittihad, uhuvvet, itaat, muhabbet ve Îla-i Kelimetullah dünyanın en mukaddes cemiyetinin maksadıdır. Umum mü’min askerler, tamamıyla bu maksada mazhardırlar. Askerler merkezdir; millet ve cemiyet onlara intisap etmek lazımdır. Sair cemiyetler, milleti asker gibi mazhar-ı muhabbet ve uhuvvet etmek içindir.
-“Ey askerler! Zabitleriniz bir günah ile nefislerine zulüm ediyorlarsa, siz o itaatsizlikle otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon nüfûs-u İslamiyenin haklarına bir nevî zulmediyorsunuz. Zîra, umum İslam ve Osmanlıların haysiyet, saadet ve bayrak-ı tevhîdi, bu zamanda bir cihette sizin itaatiniz ile kaimdir. Hem de Şeriat istiyorsunuz, fakat itaatsizlikle Şeriata muhalefet ediyorsunuz.”
Ben onların hareketini ve şecaatlerini okşadım. Zîra, efkar-ı umûmiyenin yalancı tercümanı olan gazeteler, nazarımıza hareketlerini meşrû göstermişlerdi. Ben de takdirle beraber nasihatimi bir derece tesir ettirdim. İsyanı bir derece bastırdım. Yoksa, böyle asan olmazdı.
-İtaatsizlik yalnız bir zulüm değil, milyonlarca nüfûsun hakkına bir nevî tecavüz demektir. Bilirsiniz ki, bu zamanda bayrak-ı Tevhîd-i İlahî sizin yed-i şecaatinizdedir. O yed’in kuvveti de, itaat ve intizamdır.
-Dünyevi bir saadetimiz, bir cihetle fünün-u cedîde-i medeniye ile olacak. O fünûnun da gayr-i müteaffin bir mecrası ulema ve bir menbaı da medreseler olmak lazımdır; ta ulema-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsin.
-“Aslah tarîk, musalahadır”
-Bu ömürden sonra sırf ahireti düşünmek lazım. Dünya seni terk etmeden evvel, sen dünyayı terk et. Zekatü’l-ömrü, ömr-i sanî yolunda sarf eyle.
-Herkesin bir fikri var. İşte sulh-u umûmi, afv-ı umûmi ve ref’-i imtiyaz lazım; ta ki, biri bir imtiyazla başkasına haşerat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın. Fahr olmasın; derim: Biz ki hakîki Müslümanız; aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.
-En büyük hata, insan kendini hatasız zannetmek olduğundan, hatamı îtiraf ederim ki; nasın nasihatini kabul etmeden, nasa nasihati kabul ettirmek istedim. Nefsimi irşad etmeden başkasının irşadına çalıştığımdan, emr-i bilmarufu tesirsiz etmekle tenzil ettim.
-Ey ulû’i-emr! Bir haysiyetim vardı, onunla İslamiyet milliyetine hizmet edecektîm, kırdınız. Kendi kendine olmuş istemediğim bir şöhret-i kazibem vardı, onunla avama nasihati tesir ettiriyordum; maalmemnuniye, mahvettiniz. Şimdi usandığım bir hayat-ı zaifem var; kahrolayım eğer îdama esirgersem, mert olmayayım eğer ölüme gülmekle gitmezsem. Sûreten mahkûmiyetim, vicdanen mahkûmiyetinizi intac edecektir. Bu hal bana zarar değil, belki şandır. Fakat, millete zarar ettiniz; zîra nasihatimdeki tesiri kırdınız. Saniyen, kendinize zarardır; zîra, hasmınızın elinde bir hüccet-i katıa olurum. Beni mihenk taşına vurdunuz. Acaba fırka-i halise dediğiniz adamlar böyle mihenge vurulsalar, kaç tanesi sağlam çıkacaktır?
-Ey paşalar, zabitler! Cinayetlerime ceza ve şimdi suallerime de cevap isterim. İslamiyet ise, insaniyet-i kübra ve şeriat ise, medeniyet-i fuzla (en faziletli medeniyet) olduğundan, alem-i İslamiyet, medîne-i fazıla-i Eflatuniye olmaya sezadır.
Birinci Sual: Haşiye Gazetelerin aldatmalarıyla meşrû bilerek buradaki görenek ve adete binaen cereyan-ı umûmîye kapılan safdillerin cezası nedir?
Haşiye
Bu sualler kırk-elli masum mahpusun tahliyesine sebep oldu.
İkinci Sual: Bir insan yılan sûretine girse, yahut bir velî haydut kıyafetine girse, veyahut meşrûtiyet, istibdat şekline girse, ona taarruz edenlerin cezası nedir? Belki, hakîkaten onlar yılandırlar, haydutturlar ve istibdattırlar.
Üçüncü Sual: Acaba, müstebit, yalnız bir şahıs mı olur? Müteaddit şahıslar müstebit olmaz mı? Bence, kuvvet kanunda olmalı; yoksa, istibdat münkasım olmuş olur ve komitecilikle tam şiddetlenir.
Dördüncü Sual: Bir masumu îdam etmek mi, yoksa on caniyi affetmek mi daha zarardır?
Beşinci Sual: Maddî tazyikler, ehl-i meslek ve fikre galebe etmediği gibi, daha ziyade nifak ve tefrika vermez mi?
Altıncı Sual: Bir maden-i hayat-ı içtimaiyemiz olan ittihad-ı millet; ref-i imtiyazdan başka ne ile olur?
Yedinci Sual: Müsavatı ihlal ve yalnız bazılara tahsis ve haklarında kanunu tamamıyla tatbik etmek, zahiren adalet iken, bir cihette acaba müsavatsızlıkla zulüm ve garaz olmaz mı? Hem de tebrie ve tahliye ile masumiyetleri tebeyyün eden ekser mahpusînin belki yüzde sekseni masum iken, acaba ekseriyet nokta-i nazarında bu hal hükümferma olsa, garaz ve fikr-i intikam olmaz mı? Dîvan-ı Harbe diyeceğim yok; ihbar edenler düşünsünler!
Sekizinci Sual: Bir fırka kendisine bir imtiyaz taksa, herkesin en hassas nokta-i asabiyesine daima dokundura dokundura zorla herkesi meşrûtiyete muhalif gibi gösterse ve herkes de onların kendilerine taktığı ism-i meşrûtiyet altında olan muannid istibdada ilişmiş ise, acaba kabahat kimdedir?
Dokuzuncu Sual: Acaba, bahçıvan bir bahçenin kapısını açsa, herkese ibahe etse, sonra da zayiat vukû bulsa; kabahat kimdedir?
Onuncu Sual: Fikir ve söz hürriyeti verilse, sonra da muaheze olunsa; acaba, bîçare milleti ateşe atmak için bir plan olmaz mı? Böyle olmasa idi, başka bahaneyle mevki-i tatbike konulacağı hayale gelmez mi idi?
On Birinci Sual: Herkes meşrûtiyete yemin ediyor. Halbuki, ya müsemma-i meşrutiyete kendi muhalif veya muhalefet ederılere karşı sükût etse, acaba kefaret-i yemin vermek lazım gelmez mi? Ve millet yalancı olmaz mı? Ve masum olan efkar-ı umûmiye; yalancı, bunak ve gayr-i mümeyyiz addolunmaz mı?
Elhasıl: Şedid bir istibdat ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermadır; güya istibdat ve hafiyelik tenasüh etmiş. Ve maksat da Sultan Abdülhamid’den istirdad-ı hürriyet değilmiş, belki hafif ve az istibdadı şiddetli ve kesretli yapmakmış!
Yarım Sual: Nazik ve zayıf bir vücut ki, sivrisineklerin ve arıların ısırmasına tahammül edemediği için, gayet telaş ve zahmetle onları def’e çalışırken, biri çıksa dese ki: “Maksadı sivrisinekleri, arıları defetmek değil, belki büyük arslanı ikaz edip kendine musallat etmek ister.” Acaba, böyle demekle hangi ahmağı kandıracaktır?
Sualin diğer yarısı çıkmaya izin yoktur. Ey paşalar, zabitler! Bütün kuvvetimle derim ki:
Gazetelerde neşrettiğim umum makalatımdaki umum hakaikte nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mazi canibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adaletname-i şeriatla davet olunsam, neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim; olsa olsa, o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim. “
MEHMET ÖZÇELİK
29-03-2014




KAHTI RİCAL

KAHTI RİCAL
Devletleri kuran kaliteli insanların varlığı olduğu gibi,yıkan da adam!ların yokluğu veya devre dışı bırakılmasıdır.
Şu kirliliğe ve yüzsüzlüğe bakınız ki;fuhuş kirine bulaşanın ve beceriksizin,diğer bir ifadeyle ayağın baş olduğu,eskilerin ifadesiyle kahtı rical yani adam kıtlığı olduğu dönemde yaşamaktayız.
Şu günlerde gündemde olan Deniz Baykal-ın fuhuş kasetini sızdıranlar üzerinde durulurken,fuhşu yapan gayet rahat gezinmekte,insanların içine karışabilmektedir.
Adeta hırsız savunulmaktadır.
Bu kişiye ve bunun gibilere sorsak ki;Kendisi, “bu kasedi yapanların yüzüne bakamayacaklarını…” söylerken,sormak hakkımız değil mi;
Acaba siz yaptığınız çirkin işten dolayı milletin yüzüne nasıl bakmaktasınız?
Yüz kızartıcı bu suçtan dolayı yüzünüz kızarmıyor mu?
Bu milletten ve insanlıktan özür dileyerek köşeye çekilmeyi ve iç muhasebe yapmayı düşünmüyor musunuz?
Yoksa cumhurbaşkanlığına aday olmaya mı hazırlanıyorsun?
Elbette teşhir tasvib edilemez ancak fuhuş ve fahişenin üzeri de örtülemez.Hala ondan bir şeyler bekleme ümidi içerisine girilemez.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç , partisinin İskenderun ilçesinde düzenlenen mitinginde vatandaşlara hitap etti.
Arınç konuşmasında, mecliste şu anda binden fazla fezlekenin, dokunulmazlık dosyasının bulunduğunu bildiren Arınç, bunların büyük bir kısmının BDP’li milletvekillerine ait olduğunu 95’inin de CHP’li milletvekillerine ait olduğunu söyledi.
CHP’li milletvekillerinin dokunulmazlık dosyaları içerisinde 11 tanesinin şu anda Kayseri Milletvekili Şevki Kulkuloğlu’na ait olduğunu ve bunun 11’inin de dolandırıcılıktan olduğunu ifade eden Arınç, şunları kaydetti:
“Kılıçdaroğlu’nun 7 tane fezlekesi bulunuyor. Hele hele CHP’li milletvekilleri içerisinde bir tanesi var ki kendisinin yüzü kızarmıyor da ben dosyayı okuduğum zaman kıpkırmızı olmuştum. Cinsel tacizden dolayı bir CHP milletvekilinin de dosyası var. Allah saklasın Kılıçdaroğlu’nun yerinde ben olsaydım ve bu insanları her gördüğümde ‘vay ırz düşmanı’ diye bağırsaydım, hoşlarına gider miydi Bunların bir kısmı resmi evrakta sahtekarlıktan, bir kısmı hilekarlıktan, bir kısmı soruşturmanın gizliliğini ihlalden, bir kısmı başka sahtecilikten, hileli iflastan, dolandırıcılıktan hakkında dosyası olan CHP milletvekilleri var. Peki onları her gördüğümde her kürsüye çıktığımda ‘vay sahtekar’ diye bağırsam hoşlarına gider miydi Benim Başbakanım hakkında daha bir iddianamenin ‘i’si bile yok. Ama onlar hakkında iddianame, fezleke var. Ben buna rağmen yargılanmadıkları, mahkumiyet giymedikleri için o insanlara bu sıfatları söylemem doğru değil, yakışık almaz. On defa hak ediyorlar ama hukuk kuralı böyle. Çünkü bu adam yargılanmadı henüz, Belki beraat edecek, belki hüküm giyecek. Sen ne hakla belediyeciliği, yarın hükümet olduğunda şunu da yapacağım demiyorsun. Ağzını açıyorsun lağım çukuru gibi hakaret üstüne hakaret okuyorsun. Yazık, böyle bir siyasetçi, genel başkan, böyle milletin başında hakaretler, küfürlerle siyaset yapmak olmaz.”
Allahım! Ne yüz,daha doğrusu ne yüzsüzlük!!!
*Bundan önce bir diğer partinin on uçkuru düşük kişisi,partinin en üst seviyesine çıkmış,partide söz sahibi kişi olmuşlardı.
Bunların bu kirlilikleri açığa çıkmasaydı,koca bir topluluğu yönlendireceklerdi. Hırçın insanlar öne çıkmakta,toplumu yönlendirmektedir.
Hırsız hırsızlık yaptıktan sonra;Yetişin hırsız var-diye bağırırmış.
Bu zamanımız da,arsız ve hırsızların baş olmaya çalıştığı dönemdir.
Hadiste buyrulur:” “Şüphesiz Allah, ilmi kullardan silmek sûretiyle değil, âlimlerin ruhlarını kabzetmek sûretiyle giderecektir. Nihâyet hiçbir âlim bırakmayınca insanlar, câhil kişileri başlarına geçireceklerdir. Bunlara meseleler sorulacak; onlar da bilgileri olmadığı halde fetvâ verecekler. Onlar bu sûretle hem kendileri sapıklığa düşerler, hem de halkı sapıtırlar.” (Buhâri, İlm 35, hadis no: 41; Müslim, İlm 5, hadis no: 13 -2673-)
Ve –maalesef- temiz bilinen insanlar bu kirli insanlarla iş birliği yapabilmekte,-dünya cihetiyle- adeta yaptıkları dünyada kendilerine kâr gibi kalmaktadır.
Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler.
“Ortamda tecrübeli veya ehil insanlar bulunmadığında, tecrübesiz veya toy insanlara hakettiğinin üstünde önem gösterilir”
MEHMET ÖZÇELİK
27-03-2014




CUMA NAMAZI KADINLARA FARZ MIDIR?

CUMA NAMAZI KADINLARA FARZ MIDIR?
-Âyette, “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.” buyrulur.
Buradaki namaza -iman edenler- ifadesiyle umumu ifade ederken,alış verişi bırakın-ifadesiyle hususu ifade eder.Zira alış veriş genelde erkeklere aid bir husustur.
Umumi hüküm tahsis edilmektedir.
*Cuma namazına çağrıldığında namaz kendisine farz olan bir kişinin alış veriş yapması caiz değil,haram olarak kabul edilmiştir.
Kadınlara ise Cuma farz olmadığından onların alış verişi bu kapsamın dışında değerlendirilmektedir.
Ancak bunun hangi vakit olduğu an ise;ezan okunduğunda,hutbe anında ve iki rekatlık farzın kılındığı anlar olarak söylenmiştir.
-Kadınlar Cuma kılmış olsalar,o günün öğle namazını kılmazlar.
-Cuma günü öğle namazını kılmakla da –erkeklerin bir farklılık ciheti olsa da- Cuma sevabı alırlar.
*Hadis:”Cuma namazı köle,kadın,çocuk ve hasta hariç her Müslüman üzerine cemaat içinde yapması gereken vacib bir hakikattır.”
Bu hadise istinadendir ki; Cuma namazının farziyyeti , olan bu umumi hüküm, sünnetle tahsis edilmektedir.
Bu hüküm aynı zamanda icma ile de sabit olmuştur.
Ancak ifade ettiğimiz gibi;bir kadın her ne şekilde olursa olsun, Cuma namazını kılarsa,onun o günkü öğle namazını kılması gerekmez.
Cumanın şartı sıralanırken ilk şart olarak;Erkek olma şartı sıralanır. Cum’a namazı kadınlara farz değildir. Ancak namazı cemaatle kılarlarsa bu yeterli olup, öğle namazını kılmaları gerekmez.
Bu tıpkı misafir olan bir kimsenin müsaid olduğunda cumayı kılması gibi,bir kadın da kendisi için cumayı kılabileceği,fitneden uzak bir ortam olduğunda veya teravihte olduğu gibi uygun bir ortamın hazırlanması halinde mecburiyet olmaksızın kılabilir.
-Kadın ve erkek ihtilatı olmaksızın teravihteki düzenleme gibi sıralanılarak yapılması uygun olur.
“Namazda erkek saflarının en faziletlisi en önde olanı, fazileti en az olanı ise en arkada bulunanıdır. Kadın safların en faziletlisi ise en arkada kalanı, en az faziletlisi ise en önde olanıdır.”
-Peygamberimiz mazeretsiz olarak üç cumayı kılmayan bir kimsenin kalbinin mühürleneceğini söylemiştir. (İbn-i Mâce)
Cumanın fazileti ile ilgili olarak bir çok hadis rivayet edilmektedir.
* Cuma namazının umumi hükmünün peygamberimizin hadisiyle tahsis edilip kadınlara farziyetinin kaldırılmasını tenkid edip,Kur’an varken Rasulullahın uygulamasını nasıl kabul edebiliriz,Kuran bize yeter diyen kişi,aslında kendi kısır görüşünü Rasulullahın görüşünün önüne geçirdiğinin de farkında değildir.
Böylece kendisini peygamberden üstün tutmuş,öncelikli ve de tutarlı kabul etmiş olmaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK
09-06-2014




IRKÇILIK

IRKÇILIK
Irkçılıkta yaratılmışların kendilerini bir başkasından üstün görmesi,yaratanı sorgulaması ve onu tahkir manası yatmaktadır.
Adeta Allah beni farklı,üstün ve ayrıcalıklı yaratırken,sendeki malzemeleri ikinci el ve eksik olarak kullanmıştır.İyi yapmamış ve yapamamıştır,mantığı yatmaktadır.
Muhatabından ziyade yaratanı sorgulamakta,sanattan çok sanatkâr hedef alınmaktadır.
Zira sanattaki farklılıklar,sanatkârın farklılığından,ona vurulan fırçanın farklılığından,isimlerin farklı surette tecellilerinden kaynaklanmaktadır.
‘Hulika min mâin dâfik’ -Atılan bir sudan (meni-sperm) yaratıldı.-
Yani atılmış bir sudan ,diğer bir ifadeyle bir meni ve spermden yaratılan,sonunda bir leşe dönüşen ve toprak olan şu insandaki bu gurur ne?
Nedendir?
Menisi mi çok daha iyi,gübresi mi çok değerli?
*Hacda Afrikalı bir siyahiyi görüp şaşkın şaşkın ona bakan kişiye yaklaşan bu Afrikalı ona sorar;
-Beyefendi,boyayı mı beğenmediniz yoksa boyacıyı mı?
Her iki durumda da o ilahi siyah boyayı vuran boyacı olan ilahi kudret olduğuna göre,kim tenkid edilmektedir?
*Kulluk ırkçılığa manidir.
Kulluktan uzaklaşıldığı nisbette,ırkçılık büyür ve gelişir.
Kulluk tüm ırkları tek bir camide ve bir çatı altında toplar.
-Ben kul olup yandım,kül oldum.Irkçılıkla taş oldum.
-Kulluk da olan başkası için yanıp,mum gibi etrafı aydınlatırken,ırkçılıkta başkasını yakıp aydınlanmaya çalışır.
-“Milletin efendisi, onlara hizmet edendir.”
Kendisini üstün görerek,onları kendisine hizmet ettiren değildir.
-Büyüklere bende olmak,bir yere vali olmaktan daha yeğdir.
-Kim olduğun değil,kiminle olduğun önemlidir.
* Ben insanım diyen insana düşmez şad’ü handanlık
Düşen bi-çareyi kaldırmadır alemde insanlık
Hakikat ehlinin hali durur daim perişanlık
Bir işi etme kim gelsün sana sonra pişmanlık

Celis-i meclis-i ehl-i hakikat ol firar etme
Heva-yı nefsine tabi’olan yerde karar etme
Tekebbürlük eden insana asla i’tibar etme
Sana cevr-ü cefa ederse bir keş inkisar etme
*******
Hazer kıl kırma kalbin kimsenin canını incitme
Esir-i gurbet-i nalan olan insanı incitme
Tarik-i ışkda bi-çareyi hicranı incitme
Sabır kıl her belaya hane-i Rahmanı incitme

Felekde hasılı insan isen bir canı incitme
Günahkâr olma fahr-i alem-i zi-şanı incitme

Hasislikden elin çek sen cömerd ol kan-ı ihsan ol
Konuşma cahil-i nâdan ile gel ehl-i irfan ol
Hakir ol alem-i zahirde sen ma’nada sultan ol
Karıncanın dahi halin gözet dehre Süleyman ol. Alvarlı Efe Hazretleri
*”Yüzde ısrar etme, doksan da olur.
İnsan dediğinde, noksan da olur.
Sakın büyüklenme, elde neler var.
Bir ben varım deme, yoksan da olur!” Mevlana.
MEHMET ÖZÇELİK
15-02-2014




KADER TAHTEREVALLİ GİBİ DENGEDİR

KADER TAHTEREVALLİ GİBİ DENGEDİR

*Kaderden kaçılır mı?
Varsa gücün sonsuzdan çıkmaya,gitte çık.
Zatı gibi ilmi de sonsuz olan Allah-ın ilim okyanusu içerisindedir her şey.
Zaten O’nun her şeyi bilmesi suç değil,bilmemesi bir eksikliktir.
Bilmek,yapmayı zorlayıcı değildir.

*Kader değişir mi?
Allah-ın sonsuz olan ilmi değişirse,kaderde değişir!
Allah olaylara manzar-ı âla-dan yani adeta tepeden bakmakta ve bütün yönleriyle olayları doğru teşhis etmektedir.
Allah-ın zatında bir değişiklik olmayacağı gibi,ilminde de bir değişikliğin olması söz konusu değildir.
Yani –haşa- Allah önceden böyle biliyordu da,şimdi şöyle biliyor,gibi bir tahmin ve değişim söz konusu değildir.

*Kevnî kader ve iradî kader.Biri mecburi diğeri ise insanın cüz-i iradesiyle oluşan kader.
İradî kaderde insanın iradesinin sorumluluğuna bakan yönüyle şekillenmiş olduğundan,sorumluluğu da o insan yüklenmek mecburiyetindedir.
Bir yaprak bile onun ilmiyle düşer.

*Dünyaya kâfir olarak gelenlerin suçu nedir?
Hadiste;-Her doğan İslâm fıtratı yani Müslüman olarak doğar.Ancak daha sonra annesi ve babası onu Yahudi,hristiyan ve Mecusi yapar.”
Fark sadece imtihan ve sınıf farklılığından kaynaklanmaktadır.
Şöyle ki;Her A sınıfında imtihana giren kazanacak, B sınıfına giren ise kaybedecek diye bir kural olmadığı gibi;her Müslüman çocuğu Müslüman olarak ölecek,her gayrı Müslim çocuğu da gayrı Müslim olarak ölecektir,diye bir kural söz konusu değildir.Örnekleri gayet çoktur.
Zaten başlangıç itibarıyla sonuçta hepsi Hz.Âdemin çocuklarıdırlar.

-Milyarlarca spermden biri hayat buluyor.Hayat bir müsabaka ve imtihan.

*Zenginlik ve fakirlik ise;Biri Allah-ın vererek,diğeri de alarak yapmış olduğu bir imtihandır.
Tıpkı Süleyman peygambere vererek onu imtihan ederken,Eyyub peygamberden alarak imtihan etmiştir.
Biri şakirin,diğeri de sabirin olarak imtihanı kazanmıştır.
Rasulullahın fakirlikle iftiharı ve Sa’lebenin durumu bunun ibretli örneğidir.
Nitekim Kasas suresinin son bir buçuk sayfasında anlatılan Karun kıssasında, insanlar bir gün önce Karunun ihtişamını gördüklerinde onun gibi olmayı arzu ederken,ikinci gün sarayı yerinde bulamadıklarında kendilerine yazıklar olsun diyerek,kendi kendilerini kınamışlardır.
“79 – Derken Karun, ihtişam içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, “Keşke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydı. Hakikat şu ki o, çok büyük devlet sahibidir” dediler.
80 – Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, şöyle dediler: “Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah’ın mükafatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.”

-Ve Kehf suresinde Hz.Musa ile Hz.Hızır-ın arkadaşlıkları anlatılırken,soru sormayacağını söylemesine rağmen Hz.Musa dayanamamış üç olaydan sonra ayrılık gerçekleşmiştir.
Hz.Musa-nın bu sabırsızlığından dolayı Peygamberimiz;Keşke Musa sabretseydi-buyurarak,daha çok hikmetli olayları anlama durumumuzun olacağını ifade etmiştir.

*Allah bana danıştı mı ki beni yarattı?Ve bu organlarımı böyle yerleştirdi?
Sen kimsin? Nesin? Ne kadarsın?

Sen dünyaca meşhur en mükemmel bir terzi olsan,seninle kıyasa girmeyecek olan kumaşa ne kadar kulak verirsin?
Oysa usta ve ustalığını sergileyen sensin.
Evvela ustalığını gösterecek terzi ve o işin ustasıdır.Modeli o tayin eder.Sana danışsaydı burnunu nereye koyardın?vs.vs…
Verilenden hesap sorulmaz çünkü ikram ve ihsandır.Yani veren birine küstahça;
-Niye veriyorsun ya hu?
Seni adam kabul ettiği ve adam olasın diye.
Birde insan nisyandan alındığı için,verdiği sözünü unutmaktadır.Ve ruhlar alemini Hz.Ali gibi hatırlayanlar mevcuttur.
Nikah masasına oturan hiçbir kimse –hayır-dememiştir.Hep iyi aile olacaklarına söz vermişlerdir.Rekorlar kitabında bile hayır diyen yoktur.
Bizler ise verdiğimiz sözümüzün ne kadarını yerine getirmekteyiz..hiç olmazsa iyi olma niyetiyle…

*Adamın birisi Ebu Hanife’ye gelip onunla kaderi tartışmaya başladı. Ebu Hanife adama:
“Kadere çok dalan tıpkı güneşin içine baktıkça hayreti artan bir adam gibi olduğunu bilir misin?” dedi.
*”İbnu’l-Cevzi, Ahmed b. Hanbel’in Müsedded’e yazdığı mektuptan rivayet ediyor: “Kaderin hayrına, şerrine, tatlısına ve acısına iman eder…”

*Rabbe karşı kendini savunmak! Hiç kabil mi?

*Kader tahterevalli gibi bir denge sağlamakta ve birer gök kuşağı gibi renk cümbüşünü oluşturmaktadır.Aksi durumda siyaha mahkum olunacak,monotom bir yaşayış içerisine girilmiş olacaktı.
Anlatılır;Adamın birinin iki kızı vardır.Bunlardan birini çiftçiye,diğerini ise inşaatçıya vermiştir.
Çiftçiye verdiğinin hatırını sormak üzere gider.Ne durumda olduklarını sorduğunda kızı;
-Baba dua et de bu sene yağmurlar bol yağsın,kış uzun sürsün de ekinler çok olsun.Ta ki borçlarımızı verelim,ihtiyaçlarımızı alalım.
Baba dua edeceğini söyler ve ayrılır.
Diğer inşaatçıya verdiği kızının hal hatırını sorduktan sonra,isteklerini sorar.Kızı da;
-Baba dua et de bu sene kışlar kısa sürsün,yağmur az yağsın,bahar çabuk gelip,inşaat sektörü açılsın.Ta ki biraz borçlarımızı ödeyelim ve ihtiyaçlarımızı karşılayalım,der.
Bir baba olarak ona da dua edeceğini söyler ve ayrılır.
Dışarı çıkınca şaşkınlıkla;İkisinden biri zarar görecek ama hangisi,der.
İlâhi kader dengeyi sağlamaktadır.Herkesi ya şükre ya da sabra sevk etmektedir.

*Kaderin rüya ile bağlantısı nedir?
Bundan altı yıl kadar önce,kaynın nişanı için Kahramanmaraş-a ailece taksimizle yola çıktık.
Bir Cuma günüydü.Saatler geri alınmıştı.Gölbaşı ilçesine geldiğimizde imama hangi saate göre namazı kıldıracağını sorup,hemen kıldıracağını söylemesi üzerine namazı kılıp yola devam ettik.
Yolda hanıma bir rüya gördüğümü,rüyamda şehir merkezinde taksiyle giderken kaza yapmak üzere olduğumu,bunun üzerine frene bastığımı ancak fren tutmadığından el frenini çektiğimi,onunda tutmaması üzerine tam kaza yapacakken uyandığımı anlattım.
Hanım hayırdır diyerek kendisinin de bir rüya gördüğünü anlattı.
Rüyasında elinde bulunan bir kaşığın bağlantı noktasından koptuğunu söyledi.
Aslında rüya açıktı.Biz işi hayra yorarak temkinli bir şekilde yola devam ettik.
Kahramanmaraş-a 20 km kala yolda tekeri patlayan bir Skoda araba tedbir almamış,arkasında bekleyen 4×4 arabanın şoförü zor fren tuttuğunu söylemişti.
Biz ise onlar durduğundan dolayı sollayalım derken karşıdan araba gelmesi üzerine tekrar sağa kırdık.Öndekilerle aramızda epeyce mesafe vardı.
Ancak yeni yeni çiselemekte olan yağmurdan dolayı yavaş olduğumuz halde,kaygan olan yerde ne fren ne de el freni tutmamış,öndeki arabaya çarpmıştık.
Aynen rüyadaki olay gerçekleşmişti.

*Kaderin ecelle ilgisine gelince;
Rahmetlik babam bekârken göz ilaçlama tedavisi için Adıyaman-ın Çelikhan ilçesine üç arkadaşıyla beraber gidiyorlar.
Orada karşılaştıkları nurani beyaz sakallı birisi;üç arkadaştan birine genç yaşta öleceğini,diğerine trafik kazasında genç yaşta öleceğini, babama ise 73 yaşında öleceğini söylüyor.
İlk ikisinin aynen denilen gibi olduğunu ve kendisinin de 73 yaşında öleceğini birkaç kere bana anlatmıştı.
Babam 73 yaşına girmiş ve bende kendi kendime şunu sormuştum;acaba 73-ün başımı,ortası mı yoksa sonu mu,diye.
Ortalarındaydı,babamda olumsuz bir durum yoktu.Hatta arkadaşını telefonla aramış,o kendisine üç aydır yattığını-ölecek durumda olduğunu söylemişti.
Babam üç gün içerisinde nefes yetmezliğinden vefat etti.
O ölecek durumda olan arkadaşıyla beraber cenaze namazları kılındı ve kabristanda yan yana defnedildiler.

*Kader ve Sadaka.
1980 yılında Kayseri ilâhiyata giderken Malatya üzeri gidiyordum.
Orada öğrencilerin kalması için İhlas dershanesi yapılmakta idi.
Allah kabul etsin bizde birkaç kürek atmıştık.
Bu dershanenin yapılmasında ibretli bir olay gerçekleşti. Olayın şahidi ise rahmetli Hüseyin Bozat ağabeydir..
O kendisi birkaç kere bana anlattı.Olay şöyle;
-İnşaatı yaparken bütün gayretimizle eğitim ve öğretime yetiştirmeyi amaçlıyorduk.
Ancak çimento ve demir yetişmemiş ve alacak paramızda yoktu.
İnşaatın önünde oturmuş,kara kara düşünüyordum.
Birden önümde yan komşudaki yetmiş küsur yaşlarda bulunan komşu durarak bana;
-Hayrola Hüseyin,bir sıkıntın mı var?dedi.
-Para olmadığından inşaatın durduğunu,dershaneyi okullara yetiştiremeyeceğimizi söyledim.
Bunun üzerine cebinden yüz lira çıkarıp bana verdi.Bu azda olsa işimizi görürdü.
Sevincimden adamı tuttuğum gibi sıkmaya başladım.
Büyük bir rahatlama içerisine giren komşu,evden zorla kendisini dışarıya attığını,boğulmak üzere olduğunu,nefessizlikten ölecek durumda olduğunu söyleyip,bu sıkmadan dolayı da çok rahatladığını söyledi.
Bu rahatlamadan dolayı;
-Hüseyin yüz lira daha vereyim,beni bir daha sık,dedi.
Bende yapacağımız işlerin daha çabuk biteceği sevinciyle öncekinden daha fazla bir şekilde sıkmaya başladım.
Bunun ise öncekinden daha fazla kendisini rahatlattığını söyleyerek,beş defa yüzer lira verdi,her seferindeki rahatlığının da bir öncekinden daha fazla olduğunu söyleyerek,rahatlamış olarak çarşıya gitti.
Aradan tam beş yıl geçmiş ve komşuyu kaybetmiştik.
Taziye amacıyla evine gittim ve hanımına baş sağlığında bulundum.
Tam çıkacaktım ki,hanımı durmamı ve oturmamı söyledi.
Ve başladı anlatmaya.
-Beş yıl önce beyimle aranızda geçen olayı,beyim bana anlatmıştı.Gerçekten de ölümcül durumda olup,kendisini nefes almak amacıyla zorla dışarı atmıştı.
O gece ben bir rüya gördüm.
Rüyamda nurani bir zat bana;Senin kocan bu gün ölecekti ancak vermiş olduğu sadakadan dolayı ömrü beş yıl uzatıldı,demişti.
Ve kocam beş yıl sonra aynı gün de vefat etti.
Hüseyin Bozat tabi başından geçen bu olayı yeminle birkaç kere anlatmıştı.
Sadaka ömrü bereketlendirir ve ömrü uzatır.
MEHMET ÖZÇELİK
28-11-2012




IŞİD KİMİN İŞİ ?

IŞİD KİMİN İŞİ ?
-Yeni bir İsrail bölgesi oluşturulmaya çalışılıyor.Böylece israilden nazarları çevirip,israile nefes aldıracak bir oluşum.
Ne kadar kolay çıkış yaptı değil mi?
-Yeni bir haşhaşi bölgesi oluşturuluyor.Bunlar tek bir yörenin insanları değil,farklı yerlerden derlenmiş ve toplanmış,toparlanmış kişilerden oluşuyor.Hapishaneden çıkarılan altı bin mahpus ve suçlularla sürdürülecek yeni bir oluşum.
Kürt devleti kurulması da uzun zamandır planın bir parçası.
Görünen o ki yeni bir sıcak bölge,ısıtılacak bir zemin oluşturulacak,yaz iyice sıcak geçecek.
Mesele,ilâhi plana uygun olarak hileleri defedecek bir çözüm yöntemi ortaya koymaktır.
Bu oluşumun rahat oluşmasını sağlayacak olanlar,bizdeki cumhurbaşkanlığının serin bir ortamda geçmesine müsaade etmezler.
Sakın ışid işi bizdeki cumhurbaşkanlığı seçimini engellemeye ve yıpratmaya yönelik bir iş olmasın!?
Işid işi boşaltılan ve yıpranan,devre dışı bırakılmaya çalışılan pkk-nın boşalan yerini doldurma çabası olmasın?
Ortadoğu bop çerçevesinde küçük devletlere bölünme planını uyguluyor.
Birbiriyle kavga eden,kolay idare edilip yönlendirilen,istenildiğinde başına yetiştirilmiş İsrail-abd-avrupa patentli bir yönetici bu iş için,-geçen yüzyılda olduğu gibi- yine yeni dönemde de az farklılıklarla devam ettirilebilir.
Petrolleri ve yer altı zenginlikleriyle kolay sömürülebilir bir saha oluşturulmaktadır.
Işid-in Musul ve Kerküke girmesi bunun bir işareti değil midir?
İhale başka ellere veriliyor.
Tıpkı ihaleyi alan apo,ermeni kanadının yerini,yeni ihale sahipleri haşhaşilere devrediliyor.
Alevi-sünni alanları oluşturulmaya çalışılıyor.
Çatışma ortamı..küçük güç odakları..Aşiret devletleri..
*Hristiyan dünyası büyük oynuyor.
Yüz yıl önce yaptığı yüz yıllık projesi bitti.Yenileme peşinde.
Daha kapsamlı bir plan üzerinde çalışıyor.
Bir yandan fitneyi canlandırır ve ortamını hazırlarken,diğer yandan islâmın yükselişini durdurma peşinde.
Bunun içinde yapılacak en etkili yöntem;İslâmı içten ve içinden vurmak,çok kapsamlı olarak…
Çevresinden de kuşatarak baskı yapıp tam boğmak…
*One minute bizleri ayağa kaldırdı ancak varlığımızı sürdürmeye yetmedi.
Eziklikten kurtulmaya ihtiyacımız var.
Hala kuzuların sessizliği içerisinde yaşayan aslan yavrusunun kuzu tavrı devam etmektedir.
Asırlık eziklik,asırlık kimliksizlik,asırlık maddi ve manevi fakirlik belimizin kamburunu oluşturmuş.
*Kıtlık döneminde yetişen bu millet önüne gelen herkesi kurtarıcı görmüş,ona sarılmış. Artık şu anda kıtlığın geçmesiyle o kurtarıcı olanların da bir kurtarıcıya muhtaç oldukları görülmeye başlamıştır.
Kamburumuzu atma zamanı gelmiştir.
Olaylar bizi mukadder ve muayyen hedefe sevketmektedir.
Sona yaklaşan dünyada,Allah dünya sahnesini kendi aleyhine kapatmaz.
Bazen kapanışlar açılışlardan daha haşmetli olur.
Ebediyyen unutulmaz.
*Pkk-nın doğuda yaptığı yol kesme olayları,nasıl ki uyuşturucunun hasat zamanı olması sebebiyle nazarları çevirtmek ise,içte ve dıştaki olaylarda,bir üçüncü hedefin oluşması içindir.
Vur kaç taktiği.
*Arı su içer bal akıtır,Yılan su içer zehir akıtır.
Suyun maddesi birdir,değişmez.
Yılan zehirini akıtacak,temiz suyu içse de.
Yılanların zehirine katkıda bulunanlara yazıklar olsun.
*Ayıya kızmıyorum! Çünkü o ayı ayılığını yapacak.
Kızdığım ayıya dayılık ve dâyelik yapanlara.
Kirli yürüyüşçüler yürüsün.Sürü-nen sürünsün.
Ancak onlara yardım ve destek olanlar sefildir,sefihtir..
*Sokak kültürüyle yetişen sokak çocukları,geziler tertipliyorlar.Ne onlarda seviye aranır,ne de onları destekleyenlerde..
Sanatçı da olsa o düzmece sanatçıdır.
*İşte gezinin amaçları:
-Cumhurbaşkanlığı seçimini çıkmaza sokmak.
-Ayasofyanın açılmasını engellemek.
-Türkiye-yi Mısırdan ve Suriyeden daha korkunç hale getirmek.
-Pkk ve Işid gibi örgütlere hareket alanı oluşturmaktır.
MEHMET ÖZÇELİK
12-06-2014




İSTİKAMET VE İRTİFA

İSTİKAMET VE İRTİFA
Risale-i Nur-da iki büyük kavram ve hakikat.İstikamet ve İrtifa.
Risale-i Nur-ları iki kelimede özetlemem istenilmiş olsa bunları;İstikamet ve İrtifa olarak sıralarım.
İstikamet;Nübüvvetin esası,Efendimizi ihtiyarlatan Hud suresindeki âyet,-Emrolunduğun üzere dost doğru ol-
İstikamet en büyük hakikat,gidişat ve hedefe varış.
İstikametle gitmek bir değer ise,onu sürdürüp sonlandırmak kâinat çapında bir değerdir.
İstikameti elde etmek ve sonuna kadar onu muhafazaya çalışmak.O da zikzak çizmeden,ortada değil,ortanın da ortasında gidebilmek.
Risale-i Nurlar kendi sahibine ömür boyu bu istikameti kazandırmaktadır.
Bir Risale-i Nur talebesi âmi de olabilir,çaycı da,çoban ve çiftçi de,bilgi bakımından eksik ve okumamış,madden ve rütbeden yüksekte bulunmayabilir.Ancak o sürekli istikamette giden hakikatlı bir yolcudur.
Çok yüksektekilere rehberlik yapar,onlara da istikamet verir.
İrtifa yani yükseliş öyle bir şekilde gerçekleşir ki;sahibini riya ve kibirden koruyucu,habersiz bir şekilde sürekli yükselişi gerçekleştirir.
Teşbihte hata olmaz;Adeta sahabenin aynı asansör içerisinde her gün Efendimiz ile beraber yükselişi gibi.
En bedevi o yükselişle en medeni hale gelir.En medeni insanlara medeniyet dersi verir.
Mesleğimiz sahabe mesleğidir,diyen Bediüzzaman bu ifadesiyle her bir Nur talebesinin bu Kur’an dersinde evci âlaya sürekli yükselişini hatırlatır.
Sarsmayan Kur’an asansöründe yorgun,uyuklayarak,başka gaileler ile düşüncelere dalan sahibini dahi hiç sarsmadan hakikatlara doğru yol aldırır.Kulaç attırır.Sahili selamete ulaştırır.
O seyahatında bir çok alemlere açılan pencerelerden o alemleri seyreder,tefekkür mesleğini sürdürür.
Risale-i Nur dairesine bir kerede olsa giren bir insan,hayatının son dönemlerinde de olsa o istikameti elde ederek,sahibini terfi ettiriyor.
Hayatı sigortalayan meslek;Risale-i Nur mesleğidir.
MEHMET ÖZÇELİK
19-11-2012




İSRAİL OYUNU

İSRAİL OYUNU
İsrail bulunduğu bölgede hep çıban başı olmuştur.
Kendi adeta imanlarının on şartından biri olan;-Öldürmeyeceksin- ifadesini,-Öldüreceksin- olarak uygulamaktadır.
*Mahir Kaynak-ın ifadesiyle;El-Kaideye mektub göndermek isterseniz,Cıa-ya gönderiniz.
El-Kaide israile karşı gibi gösterilirken.israile şimdiye kadar hiçbir saldırıda bulunmamıştır.
*İsrail dünyayı ateşe vermeyi hesaplamaktadır.Sebeb olarak ise;Tanrıyı Kıyamete Zorlamak. Diğer yandan Mesihin,kurtarıcının gelişini hızlandırmak.
Her din bir kurtarıcı beklemektedir.Yahudiler kral Davud soyundan bir kurtarıcı beklemekte ve bunun da 2025 yılında geleceğini söylemektedirler.
Armegedon yeri olarak Suriyenin bir köyünden başlaması gerektiği savunulur.
*”Biz, Kitap’ta İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik.
Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular. Bu, herhâlde yerine gelmesi gereken bir va’d idi.(Babilin yıkımı)
Sonra onlara karşı size tekrar egemenlik verdik. Mallar ve çocuklarla sizi güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık.
İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide (Beyt-i Makdis’e) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye (üzerinize yine düşmanlarınızı gönderdik.)
Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de (cezaya) döneriz. Biz cehennemi kâfirlere bir zindan yapmışızdır.”
Ekolojik dengenin bozulmasından,genlerin değiştirilmesine kadar bir çok alanda fesat,bozma ve bozulmanın kapısını açacak,dünyayı kana boyayacaktır.
-*İsrailin arap ülkelerini bölmek amacıyla 1980 yılında almış oldukları stratejik kararlar şu anda uygulanmış ve de uygulanmakta olduğu da görülmektedir.
“1980’lerde İsrail İçin Strateji” kararlarını iktibasla aynen veriyoruz.
İsrailli bilim adamları ortadoğuda rahat bir ortamda yaşamaları için geliştirdikleri stratejilerinde:
-“İsrail stratejik düşüncesinde, tüm Arap devletlerinin daha küçük parçalara bölünmesi hep tekrar tekrar görülen bir kavramdır. Örnek vermek gerekirse, Ze’ev Schiff, Ha’aretz’in askeri muhabiri (ve muhtemelen bu konuda İsrail’de en çok bilgiye sahip kişi), bir yazısında Irak’ta İsrail için olabilecek en iyi şeyin:” Irak’ın Şii ve Sünni devletler ve Kürt tarafının ayrılması” (Ha’aretz 6/2/1982)
-“Irak, bir kere daha çoğunluğun Şii ve yönetimdeki azınlığın Sünni olmasına rağmen özünde komşularından hiç farklı değildir. Nüfusun %65’i politik konularda söz sahibi değildir. %20’lik elit bir zümre tüm gücü ellerinde tutmaktadır. Buna ek olarak Kuzey’de büyük bir Kürt azınlık vardır ve yönetimdeki rejimin kuvveti, ordu ve petrol gelirleri olmasa, Irak’ın gelecekteki durumu Lübnan’ın geçmişteki ve Suriye’nin bugünkü durumundan hiç de farklı olmazdı. İç çatışmanın tohumları ve bir iç savaş, özellikle Irak’ta Şii’lerin doğal liderleri olarak kabul edilen Humeyni’nin İran’da başa geçmesinden sonra daha bugünden kendini belli etmektedir”.
-“Bir Irak-İran savaşı Irak’ı parçalayacak ve bize karşı geniş bir cephede çatışma organize etmesine imkan vermeden çökmesine sebep olacaktır. Araplar arasındaki her türlü çatışma kısa vadede bize yardımcı olur ve Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi önemli bir hedef olan Irak’ın parçalanması için yolu kısaltır. Osmanlı döneminde Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da etnik/dini bazda bölgelere bölünme mümkündür. Üç büyük şehir etrafında üç (veya daha fazla) eyalet var olacaktır: Basra, Bağdat ve Musul ve güneydeki Şii bölgeler Sünni ve Kürt kuzeyden ayrılacaktır. Mevcut İran-Irak çatışmasının kutuplaşmayı derinleştirmesi olasıdır.”
-“Körfez ve Suudi Arabistan’daki dengeler içinde sadece petrol olan bir kumdan ev üstüne inşa edilmiştir. Kuveyt’te, Kuveytliler nüfusun sadece %25’ini oluşturmaktadır. Bahreyn’de Şii’ler çoğunluktadır, ancak güç onlarda değildir. Birleşik Arap Emirlikleri’nde Şii’ler yine çoğunlukta olmasına rağmen Sünni’ler yönetimdedir. Amman ve Kuzey Yemen içinde aynı şey geçerlidir. Marxist Güney Yemen’de bile önemli bir miktarda Şii azınlık bulunmaktadır. Suudi Arabistan’da nüfusun yarısı yabancıdır, Mısır ve Yemenlidir ama Suudi bir Azınlık gücü elinde tutmaktadır.”
-“Mısır günümüzdeki politik görünüşe göre ve artan Müslüman-Hıristiyan ayrışması dikkate alındığında zaten hâlihazırda bir cesettir. Mısırı coğrafi olarak farklı bölgelere bölmek İsrail’in Batı cephesindeki politik hedefidir. Mısır birçok otorite merkezine bölünmüş ve parçalanmıştır. Eğer Mısır parçalanırsa, Libya, Sudan ve hatta daha uzaktaki devletler mevcut şekilleri ile varlıklarını sürdüremez ve Mısır’ın çözülmesi ile birlikte onlar da çöküşe katılır.

Mısır’ın yukarı bölümünde Hıristiyan Kıpti bir devlet ile birlikte merkezi bir hükümet olmadan bölgesel güçleri ile bir kaç zayıf devlet düşüncesi, tarihi gelişimin anahtarıdır ve barış anlaşması ile sekteye uğramış olsa bile uzun vadede kaçınılmazdır.”
-“Suriye ve daha sonra Irak’ın feshi ve Lübnan’da olduğu gibi etnik ve dini bölgelere ayrılması İsrail’in uzun vadede Doğu cephesindeki bir numaralı hedefidir ve bunun için kısa vadede bu devletlerin askeri gücünün feshi ana hedeftir. Suriye etnik ve dini yapısına istinaden tıpkı bugün Lübnan’da olduğu gibi birkaç eyalete bölünecek ve kıyıda Şii-Alevi bir eyalet, Halep bölgesinde Sünni bir eyalet, Şam’da Kuzey komşusuna düşman olan bir diğeri Sünni eyalet olacak ve Dürziler de belki bize ait olan Golan’da, mutlaka Havran’da, Kuzey Ürdün’de başka eyaletler kuracaklardır. Bu gelişmeler uzun vadede barış ve güvenlik için garantör olacaktır ve bu hedef bugün bile erişebileceğimiz bir noktadadır.”
-Ürdün kısa vadede stratejik bir hedeftir, uzun vadede ise değildir zira feshinden ve Kral Hüseyin’in uzun hükümranlığının bitmesi ve kısa vadede yönetimin Filistinlilere geçmesinden sonra gerçek bir tehdit. Mevcut yapısı ile Ürdün’ün uzun süre var olması ihtimal dahilinde değildir ve İsrail’in hem barışta hem savaşta sürdüreceği politika mevcut rejim esnasında Ürdün’ün tasfiyesi ve yönetimin Filistinli çoğunluğa devri yönünde olmalıdır.”
-“Arap’lar gibi, bölünmüş olsalar da diğer Müslüman devletler de benzer bir durumla karşı karşıyadırlar. İran nüfusunun yarısı Farsça konuşan bir gruptan oluşur ve diğer yarısı da etnik olarak Türk bir gruptur.

Türkiye’nin nüfusu Türk- Sünni Müslüman bir çoğunluk (%50 civarı) ve iki büyük azınlıktan oluşur; 12 milyon Şii Alevi ve 6 milyon Sünni Kürt. Afganistan’da 5 milyon Şii nüfusun üçte birini oluşturur. Sünni Pakistan’da 15 milyon Şii devletin varlığını tehdit etmektedir. Fas’tan Hindistan’a ve Somali’den Türkiye’ye uzanan ulusal etnik azınlık resmi, istikrarın yokluğuna ve tüm bölgenin hızlı bir şekilde dejenere olmasına işaret eder. Bu tablo ekonomik tabloya eklendiğinde tüm bölgenin nasıl ciddi problemlere karşı koyamayacak kâğıttan bir kule şeklinde inşa edildiğini görebiliriz.”
-“Gelecekteki tüm politik durumlar ve askeri birleşmelerde de açıkça bilinmelidir ki, yerli Arap’ların sorununun çözümü ancak İsrail’in Ürdün nehrine ve ötesine kadar olan bölgede var olması halinde gelecektir. Bu içinde bulunduğumuz çağda ve içine yakında girecek olduğumuz nükleer çağda var olmak için ihtiyacımızdır. Artık Yahudi nüfusunun dörtte üçünün nükleer bir dönemde büyük bir tehlike yaratan ve yoğun bir şekilde yerleşilmiş olan kıyı şeridinde yaşaması mümkün değildir.”
-“Gelecekteki tüm politik durumlar ve askeri birleşmelerde de açıkça bilinmelidir ki, yerli Arap’ların sorununun çözümü ancak İsrail’in Ürdün nehrine ve ötesine kadar olan bölgede var olması halinde gelecektir. Bu içinde bulunduğumuz çağda ve içine yakında girecek olduğumuz nükleer çağda var olmak için ihtiyacımızdır. Artık Yahudi nüfusunun dörtte üçünün nükleer bir dönemde büyük bir tehlike yaratan ve yoğun bir şekilde yerleşilmiş olan kıyı şeridinde yaşaması mümkün değildir.”
MEHMET ÖZÇELİK
30-06-2014




İSA İLE İMTİHAN

İSA İLE İMTİHAN
İsa peygamber sebebiyle kimisi ifrat hareket edip onu ilahın oğlu kabul ederek sapıtırken,diğer bir kesimde tefritte bulunup onun mucizelerini reddetmektedir.
Bunlar Yahudiler olduğu gibi,bir kısım Müslümanlardır.
Adeta İsa peygamber dünyanın önemli bir kesiminin ayrıştırılmasında önemli bir faktör oluşturmaktadır.
*İmam, ehli kitap ile münazara için patrik ve papazların olduğu tartışma ortamında ilk cümlesi şöyle olmuş:
– “Papaz efendi, çoluk-çocuk nasıl?”
Papaz , kibirle yüzünü ekşitmiş;
– “Hıristiyan din adamlarına münâzaraya geliyorsun da, daha papazların, papanın çoluk-çocuk edinmek gibi süflî (aşağılık)işlerle meşgul olmadığını bilmiyorsun öyle mi! Bu ne cehâlet!” …
İmam gülmüş;
– “Bilmediğimden değil… Fakat;
Kendinize bile yakıştıramadığınız, süflî iğrenç bulduğunuz, eş ve evlât edinme vasfını, Allâh’a isnad edişinizdeki tutarsızlığı size söyleteyim dedim.”
*İsa daha çocukken konuştuğunda ilk ifadesi;“Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti.”
*” Bunun üzerine (Meryem, çocukla konuşun diye) ona işaret etti. “Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?” dediler.”
-“ Bebek şöyle konuştu: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni bir peygamber yaptı.”
Mustafa İslamoğlu,Meryem 29. âyette Hz.İsanın beşikte iken konuşmasını kabul etmez.Onun –beşik bebesi-değil,yetişkin olduğunu söyler.
Bütün meallerde burada konuşanın çocuk olduğu özellikle belirtilir.
Âl-i İmran.46,Maide.110-da açıkça çocuk olduğu ifade edilmektedir.
Maide.110-da:” O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa! Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi düşün. Hani, seni Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemiştim. Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun. Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i de öğretmiştim. Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle doğuştan körü ve alacalıyı iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüleri de (hayata) çıkarıyordun. Hani sen, İsrailoğullarına açık mucizeler getirdiğin zaman, ben seni onlardan kurtarmıştım da onlardan inkâr edenler, “Bu, ancak açık bir büyüdür” demişlerdi.”
Burada gayet açıkça – Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun.-ifade edildiğinden olsa gerek ki,herhangi bir izah getirmemiştir.
-“O, beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır.” İfadeler gayet açık ve net iken,yoruma bile gerek bırakmamışken,açıkça inkâr edilmekte,tekellüflü bir tevile gidilmektedir.
-Az bir Arapça bilen,sözlüğe bakan bile anlar ki;Mehd ifadesi beşik anlamına gelmektedir.
Mecaz ve kinaye olmayıp,olayın akış seyri içerisinde anlatılmaktadır.
Zira Âl-i İmran 45-de;” Hani melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.”buyrulurken,bu müjde Hz.Meryeme verilip,akabinde doğan çocuğun evlenmemiş bir kimseden nasıl olacağı konusunda Hz.Meryemin iffeti konusunda (Enbiyâ, 21/91; Tahrîm, 66/12.)şüpheye düşenlere (Meryem, 19/27-28, Nisa, 4/156-158.) cevab niteliğinde bir sonraki âyette ve Maide 110-da:” “O, beşikte de, yetişkin çağında da insanlarla konuşacak, salihlerden olacaktır.”diye beyan edilmektedir.
Her halde buradaki kabul etmeyişin sebebi,mucizeyi reddetmek olsa gerek?
Hayrettir ki kendisi Maide.115.ayetin izahında şu dip notu düşmektedir:”Mucizeden sonra inkârda ısrar edenlerin helaki ilahi bir sünnettir..”
*Zaten âyetlerde mucize ile ilgili olarak açıkça beyanda bulunulmaktadır.
-“Kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescidi Haram’dan (Mekke’den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya (Kudüs’e) götüren Allah’ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.”
-“ (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.”
-“ Kıyamet yaklaştı, kamer (ay ikiye) bölündü. (Kâfirlerin, Hz. Peygamberden bir mucize istemeleri üzerine ayın ikiye bölünme hadisesi olmuştur.)”
-Meryem.30-daki;- Bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni bir peygamber yaptı.-ifadesi ise;” Al¬lah’ın ezelde kendisi için peygamberliği ve kitap verilmesini takdir ettiğini açıkla-masının istendiği anlaşılmaktadır.
)

*İSA ÖLMEDİ
Yasin Suresi 36/79
Al-i İmran Suresi 3/55
Nisa Suresi 4/156-157
Bak. http://tesbitler.com/index.php?option=com_content&view=category&id=99:hristiyanlk&Itemid=27&layout=default
* “Hazret i Üstâd Bediüzzaman’ın 1953 yaz aylarında, hususi şekilde gidip İstanbul Fener Patriği ALT HENAGORAS ile görüşmesini burada kaydetmek lâzım geldi. Üstâd’ın bu görüşmesi manidardı. İslâm ve hakikî Hıristiyanlık dinlerinin barışmasının veya hiç olmazsa esas mes’elelerde ittifakın tebliği gibi idi.
O günlerde Üstâd’la beraber bulunmuş halen hayatta Nur talebelerinden bir çoğu rivayet ederler ki: Bir gün Hazret i Üstâd, yanında Üniversiteli Ziya Arun olduğu halde, Fener’deki Patriğe gitmiş, görüşmüş ve ona:
“Hıristiyanlığın din i hakikisi olan tevhid ve nübüvveti kabul ettiğiniz gibi, Hazret i Muhammedi de (A.S.M) peygamber ve Kur’ân ı Kerimi de Kitabullah olarak kabul ederseniz, ehl i necat olacaksınız.” dedi.
Patrik Althenagoras cevabında: “Ben kabul ediyorum…” deyince Bediüzzaman:
“O halde siz bunu dünyanın diğer ruhanî reislerine de söylüyor musunuz?”
Patrik: “Söylüyorum, amma onlar kabul etmiyorlar.” diye cevab vermiş. Bu hadiseyi nakleden, Üstâd’ın o sıra beraberinde bulunmuş bir çok talebesi hâlâ hayattadır. Ezcümle Ahmet Aytimur, şimdi Almanya’da bulunan Abdulmuhsin, Mehmet Fırıncı vesaire…
Nitekim aynı ma’nada olarak 22 şubat 1951’de, Üstâd’ın izni ve müsaadesiyle Vatikan’daki Hıristiyan Âleminin bir nevi ruhani reisi olan Papa’ya bir Zülfikâr kitabı gönderilmiş.. Papa da buna karşı teşekkür cevabını yazmıştı.(78) Bu eserin Hıristiyan Âleminin bir nevi dini ve ruhani reisi olan Papaya gönderilmesiyle, vahdaniyet i ilâhiyye, Risalet i Muhammediye Aleyhisselâtü Vesselâm ve Kur’ânın kelamullah olduğunu ispat eden bu eser, mezkûr tebliği de yapmış oluyordu.” Mufassal tarihçe-I hayat.Abdulkadir Badıllı.c.3,sh.350.




KAYYUM İSMİ

KAYYUM İSMİ
Allah bi-zâtihi kâim ve kayyumdur.
O’nun varlığı,bir başka varlığın varlığına bağlı olmayıp,tüm varlıklar O’nun varlığı ile var olmakta,ayakta durmaktadır.
Kayyum ismi Kur’an-ı Kerim-de 3 yerde geçer;
Bakara.255,Âl-i İmran.2,Taha.111.
Kur’an-da Hayy yani hayat ismiyle beraber zikredilir.
Âyet-el Kürsiyi öne çıkartan en önemli faktör,Kayyum ismiyle beraber tevhidin on tabakasını zikretmiş olmasıdır.
Âyet-el Kürsideki Kayyum ismini,devam eden ayet açıklamaktadır.
Yani Kayyum olan Allah-O’nu ne uyuklama ve ne de ondan daha ağır olan uyku tutmaz,yerde ve gökte olan her şey O’nundur ve O’nun kontrolündedir.
Kayyum ismi,Arapçada mübalağalı ismi fail olarak isimlendirilir.
Yani fazlasıyla,sonsuza dek var olup varlığı devam etmekte ve varlıkları devam ettirmektedir.
Büyük ve küçük her şeyin kıyamı O’nun iledir.
Yer yüzünde hareket eden hiçbir varlık yoktur ki,O’nun Kayyumiyetinin haricinde bulunmuş olsun!
Allah zatıyla ezeli ve ebedi olduğu gibi,sıfatlarıyla da ezeli ve ebedidir.
Mahlukatın sıfatlarıyla kıyasa girmez.
Sınırsız ve sonsuz olan,sınırlı ve sonlularla nasıl kıyasa girer,ölçülebilir?
Kayyum ismi Allahın zati sıfatlarındandır.
Hz.Ali-nin zikrettiği altı isimden biridir.
Hadis-i şerifte, (Her namazdan sonra, üç kere, Estağfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel-hayyel-kayyume ve etubü ileyh okuyanın, bütün günahları afv olur)”

Yatağa girince 3 defa “Estağfirullah el azim ellezi lâ ilahe illâ hüvel hayyel kayyum ve etubü ileyh” okuyan kimsenin günahları, deniz köpüğü kadar pek çok olsa da, affolur. [Tirmizi] buyurulur.
-Enes bin Malik,Efendimizin Hayy ve Kayyum isimleriyle dua ettiğini nakleder.
-“En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasına çarptırılacaklardır.”
-“Hiçbir şey O’nun benzeri değildir.”
Bütün isimleri bulunup,Kayyum ismi olmasa,varlıklar varlıklarını devam ettiremezler.
Her bir ismin tasarrufu Kayyum ismine bakar.
Her şey Kayyumiyete sunulmaktadır.
-Hayy ve Kayyum isimleri,ismi âzamdır.
-Buhari-de,bu isimlerle isteneni Rabbimizin verdiği belirtilir.
-İnsanın küçük dünyasında ruh ne ise,büyük alemde de Kayyum ismi odur.
Vücutta bulunan trilyonlarca hücre,atom ve farklı duygular tek bir ruh tarafından kontrol edilir,ayakta tutulur,varlığını devam ettirir.
Kayyum ismi de bir ruh gibi alemi ayakta tutar.
-Her bir şeyin oluşumunda üç şey devreye girer;
Var oluş – Devam – Kıyam.
Yani her bir şeyin yaratılışında Allahın üç ismi devreye girer;
İrade-Kudret ve Halk yani Yaratma.
Kayyum ismi ise bu isimlerin ortaya koyduğu oluşumun ayakta kalışını ve devamını sağlar.
Allah Yahudilerin dediği gibi;Allahın alemi altı günde yaratıp yedinci günde dinlenmesi veya varlıkları kendi haline bırakması söz konusu değildir.
-Kıdemi zatın taaddüdüne sebeb olduğunu öne sürerek Allahın sıfatlarını inkâr edenler,kendi sahib oldukları sıfatlardan dolayı kendilerinin birkaç kişi olarak bulunduğunu söyleyebilirler mi?
Bir şeyin sıfatının çok olması,zatının da çok olmasını gerektirmez.
Tıpkı gök yüzünde bir olan güneşin,eşyadaki yansımalarıyla bir çok özelliğe sahip olması,onun birkaç tane olmasını gerektirmediği gibi.
Allah eşyaya tecellisi nisbetinde isimleriyle bilinir.
MEHMET ÖZÇELİK
08-05-2014




KCK OPERASYONLARI

KCK OPERASYONLARI
Türk solunun ve milliyetçiliğinin yerini kck almaya çalışmaktadır.
Türkiye-nin geneline uygulanmaya çalışılan Türk solu ve milliyetçiliği başarılı olamayınca,yerini mevzii ve dar alanda Kürt solu ve milliyetçiliği almaya çalışmaktadır.
Ancak yerine ikame edilecek tam bir İslami duygu ile bunlara son verilebilir.
Zaten gerek Türk milliyetçiliği ve solu ikame edilmeye çalışılırken;ya tamamen ortadan kaldırılmaya veya göstermelik bir din bağlılığı sağlanmaya çalışılmıştır.
Bugünkü kürt solu ve de kürt milliyetçiliği de yerleşmek için dini geri plana atmakta,sürekli dine saldırıda bulunmaktadır.
*1970-lerde kaos çıkaran solcular ve onlara alet olan milliyetçi kesim,ordudaki cunta ekibinin işini kolaylaştırdı.Darbelere zemin hazırladılar.
1980 sonrası solcuların bir kısmı yer altına indi,şimdiki ergenekonun çatısını oluşturdu.
Pkk doğuruldu ve beslendi.Ordunun içinde bulunan cunta ekibi pkk-yı göz ardı etti,adeta gelişmesine göz yumdu.
Bununla da kalmadı,toplumda psikolojik savaş uygulayarak asıl tehdit unsuru olan pkk-yı görmedi,inançlı kesime irtica ve şeriat geliyor yaygaralarıyla tam bir savaş açtı.
*Manisa-daki Tuğgeneral Naim Baburoğlu için halkın;yunanlılar bile memleketi işgal durumunda bu korkuyu yaşamadık,diyorlar.
Fişleme,başörtülülere eziyet,nefret ettirme,devlete düşman yapma,hepsi bir arada.
*Askerin baş örtüsüne karşı almış olduğu tavır,kutlamalarda onları almamaları gayet çirkin,silinmez bir leke ve geçmişini bir inkârdır.
Kahramanmaraş-ta bacımızın baş örtüsüne dokunan fransıza karşı,bugün kendi ordumuzun içinde bir kesim fransızın yapamadığını yapmaktadır.
*Dünyada kendi ordusu tarafından meşru göstermek üzere kaos oluşturup,kendi halkına karşı darbe yapan,kırktan fazla kaos oluşturan internet siteleri oluşturarak; irtica,şeriat gibi kaos ve karalama propagandalarıyla toplumu germekte,psikolojik savaşa zemin hazırlamaktadır.
Kendi halkını her şeyine varıncaya kadar öyle ki evinde Kur’an-ı Kerim bulundurmasından namaz kılmasına hatta yakınlarının kılıyor olmasına kadar fişlemesi tam bir garabet,rusyayı bile geride bıraktıracak seviyesiz bir uygulamadır.
Adeta düşman bulamayan ordu,kendisine yine kendi halkından bir düşman ve hedef bularak onlarla uğraşmakta ve uğraştırmaktadır.
*Milliyetçi geçinenler bilmeden meşru olarak orduya sahip çıkayım derken,gayrı meşru olarak ordudaki cuntaya,mafyaya,ergenekona ve kaosa sahip çıktığının bilincinde olmalıdır.
80 sonrasında,önceki gibi alet olunmaması bir başarı iken,başka yanlışlarla hata tekerrür etmemelidir.
*Pkk-nın problem yaptığı en önemli sebep;Kürtleri azınlık olarak görmek ve göstermek olup,hak almaları için tahrik edilmektedir.
Oysa dinen ve fıkhen azınlık ifadesi gayrı Müslimler için kullanılır.
Oysa Kürtler azınlık değil,Müslüman olup bu vatanın asıl üyeleridir.
*İpin ucu hariçte oldukça bu işte sürmeye devam edecektir.
*Doğuda ajanlar kaynıyor.Provakatörlerin içerisinde almanı,israili,fransızı çoklukla.
*Osmanlı Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, bugün terör örgütü PKK’ya destek veren Fransa’nın 1. Dünya Savaşı yıllarında da Ermenileri silahlandırdığını dile getirerek, Güneydoğu’da 800 bin Müslüman’ı katleden Ermenilerin bunu Fransız silahları ile yaptığını kaydetti. Türkiye’nin misillemede bulunması gerektiğini kaydeden Akgündüz, “Meclis hemen bir karar alıp Fransa’nın Cezayir’de yaptığı katliamı soykırım olarak kabul etmeli” dedi. “
– Dün (10-09-2011)kendisine atfedilen “PKK’ya silah satalım, militanlarına seri eğitim verelim” gibi sözleri yalanlayan İsrail Dışişleri Bakanı Liberman,yalanlasa da yıllardır yaptıklarını dışa vurmuş oldu.
*Mısır/Kahire-deki İsrail elçiliğine girilip yakılarak her şeyin talan edilmesi, sırada suyu ısınan İsrail-in olduğunu göstermektedir.
Bu gün oynanan oyunlar aslında tarihin tekerrürüdür.
* 31 Mart hadisesinin tertipçileri arasında bulunan şair ve filozof Rıza Tevfik’in bu meş’um hadisenin ardında İngiliz parmağı olduğunu itiraf edip, ihtilal hadisesinden sonra İngiliz konsolosluğuna gittiğinde çok soğuk bir şekilde karşılandığını ve o zaman bunun sebebini anlayamayan Rıza Tevfik’in çok sonraları Londra’ya uğrayıp bunun sebebini o dönemin İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Lord Nikılsın’a sorduğunda bu İngilizin çok ibretli bir şekilde”Rıza Tevfik Bey, Biz bilhassa Hindistan’da İslam ülkelerini idaremiz altına alabilmek için milyarlarca altın harcadık ama başarılı olamadık. Halbuki Sultan Abdülhamid, her yıl bir ‘Selam-ı Şahane’, bir de ‘Hafız Osman hattı Kur’an-ı Kerim’ gönderiyor ve bütün İslam ümmetini, hududsuz bir hürmet duygusu içinde emrinde tutuyor.Biz bu ihtilalle siz jön Türkler’den hilafet kuvvetinin ortadan kaldırılmasını bekledik ve aldandık. İşte bundan dolayı siz soğuk karşılandınız?” cevabını vermiştir.
*Gaziantep-te Mehmet Paşa camiinin imamlığını 28 sene bir ermeni yapmış.
*Sultan Ahmet camiinin imamlığını bir rum yapmış.Daha sonra bunu avrupaya giden birisine söylemiş.
************************
*Chp ve Bdp mecliste yemin etmemekle ofsayta düşmüştür.Bunun izahını yapmada zorlanacak ve de mahcup olacaktır.Tıpkı vekillerinin eşlerine,çocuklarına, yakınlarına izahta zorlandıkları ve yüzlerinin kızarması gibi.
Mecliste olunduğu halde yok denilmesi gayet gülünç,küçük düşülmüş ve dürüst davranılmamıştır.
*Chp-nin ruhunda isyan var,şikayet var.Ondandır ki her şeyi devirmek ve devretmek için devrimcilik elbisesini çıkartmama yeminini etmiş bir parti,bir çatıdır.
Allah bu milleti bu isyan ve devrim ateşinde yakmasın.
*Baykalı çok rahat kullanamayacaklarını düşünen Ergenekoncular,onu bir komplo ile devirerek,kullanabilecekleri birisini getirdiler.
Zira kendi içlerindeki memnuniyetsizlik ve daha açık ifadeyle,israilin chp-yi dizayn ettiği ifadeleri çıkan kokulardan bir kısmıdır.
*Evvelden meclisin mızıkçılık yapan mızıkçı çocuğu chp idi,şimdi ona ergenekonun ikizi olan bir de Bdp eklenmiş oldu.
Artık mızıkçılık yoluyla herkesin elindeki topunu alır,oyun bozanlık yapar.bazen de oyun bozmak için oyun kurar!
*Evvelden ergenekonun hamiliğini yapan Chp,bundan sonraki dönemde Ergenekon ve silivriye hamile kaldığından hamilelik yaptığından,iki durumla karşı karşıyadır;
1-Ya düşük yapacak.
2-Ya da diğer seçime kadar doğumu gerçekleştirecektir,o da doğum sancıları ve tutturduğu sancılar içerisinde.
*Chp ve Bdp meclisin açılışında girmeme ve yemin etmeme krizinin temelini önceden atmışlardı.
Chp kriz partisi ve çözümsüzlük partisi durumuna düşmüştür.Oysa yemin edip çözümü mecliste arasaydı daha dürüst,seviyeli ve anlamlı olurdu.
Chp mecliste yemin etmemekle Bdp-nin temsilciliğini,sözcülüğünü ve oydaş-lığını üstlenmiş oldu.
*Chp bu olumsuz hareketiyle kendisini bağlamış oldu,kısırlaştırıp çıkmaza soktu.
Türkiye bu parti ve partililerle yola gidemez ve yolculuğa çıkılamaz.
*Acaba Baykalı yerinden edip,yerine Kılıçdaroğlunu getiren Ergenekon,bu jestinin karşılığını,Chp-yi kontrol etmekle mi kullanıyor?
Yüzde bir bile etmeyen Ergenekon terör örgütü,Chp ve Mhp-yi kontrol altına almakla yüzdesini kırka kadar çıkarmayı hedefliyor.
*Meclise girmemenin veya yemin etmemenin ardında;Akp-ye kurulan bir tuzaktır.Yani Öcalan gibi terör ve suçluların,Silivri-deki Ergenekon üyelerinin, darbecilerin önünü açacak bir yolu sağlamak amacıyla iki Ergenekon terör örgütü ve müebbed hapse mahkum zanlıların çıkarılmasını sağlamakla bu yapılacaktır.
Bugünlerde anayasa yapılmasını Ergenekon zanlılarının serbest bırakılmasına bağlayan chp-nin bu teklifi çok manidardır.
*Pkk-nın temsilciliğini yapanlar,idrarla abdest almaktadırlar.Bazı iyi niyet görünümünde bulunan bağımsızların üzerine de bu idrarı sıçratmaktadırlar.
Bu parti şiddet ve terörle özdeşleşmiş durumdadır.
Bdp-pkk-kck bir piyondur.Mesele onları çözmek veya bitirmekle bitmez.İpin ucunu bulmak gerektir.
Onunda en güzel barındığı yer chp ağırlıklıdır.

*Son yıllarda ve günlerde görülen en hazin bir olay da;kirli,şaibeli,fuhşa bulaşmış insanların,bürokratın,yönetimin başına geçmeleri,geçirilmeleridir.
Daha da ötesi;adeta o makamlara namzet olmanın,bu kirliliklere bulaşmak olduğu cazip hale getirilmektedir.
Bu durum milletvekilliliği için de o hale getirilmeye çalışılmaktadır.
10-10-2011
MEHMET ÖZÇELİK




KİM ÖZÜRLÜ ?

KİM ÖZÜRLÜ ?
Birleşmiş Milletlerin rakamlarına göre dünyadaki 500 milyon kadar engelli insan bulunmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından, dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birinin hayatlarında bir çeşit engelle doğrudan ya da dolaylı olarak karşı karşıya olduğunu belirtilmektedir. Dünyadaki engellilerin yüzde 80‟i düşük gelirli ülkelerde yaşamaktadır ve temel hizmetlere ulaşamamaktadır.
Dünyada yapılan araştırmalara göre, , engellilere çeşitli yaşam kolaylıkları sağlanması amacıyla gerçekleştirilen yerel iyileştirme hizmetleri sayesinde büyük oranda engelli, topluma tekrar kazandırılabilmektedir.
Devlet İstatistik Enstitüsü‟nün 2003 yılında yapmış olduğu araştırmalara göre ülkemiz nüfusunun %12‟si engelli kişilerden oluşmaktadır
* Türkiye’nin nüfusu 2000 yılı DİE Genel sayımının kesin olmayan sonuçlarına göre 67.844.903 kişi. Türkiye’deki ortalama hane halkı büyüklüğü ise 4,64. Bu sonuçlardan yola çıkarak Türkiye’de toplam 15.204.227 hane olduğunu söylemek mümkün. Türkiye’nin 15 yaş ve üstü nüfusu ise 47.799.287 kişi.
Yapılan araştırma sonucunda, Türkiye’nin 100 hanesinin 5,4’ünde 1,23 engelli bir vatandaşa rastlamak mümkün. Bu da yaklaşık 821.028 hane etmekte. Türkiye hane halkı büyüklüğünü 4,64 kabul ettiğimizde, engelli vatandaşlardan ortalama 3,807,293 kişi etkilenmekte. Türkiye’de ailesi ve/veya yakınları tarafından engelli (Bedensel, Zihinsel, Görme ve İşitme) olarak tanımlanan yaklaşık 922.000 kişi olduğu saptandı.
Tespit edilen yaklaşık 922.000 engelli kişinin soru formunda belirtilen kriterlere göre dağılımı yaklaşık olarak aşağıdaki gibi:
. Zihinsel Engelli: 199.000 kişi
. Bedensel Engelli: 536.000 kişi
. İşitme Engelli: 109.000 kişi
. Görme Engelli: 77.000 kişi
*Bu raporlar gayet ürkütücü,asla göz ardı edilecek bir durum değildir.
Özürlü kişi ve sahibi için evvel emirde elbette kolay konuşulacak,onlar adına konuşma kolaylığı elbette söz konusu değildir.
Ancak o özürlü kişi veya sahipleri,yakınları şunu düşünmelidir;
-Bu hayat gibi,sahip olduğumuz her şey bize bir emanettir.Yolda bulmuş da almış değiliz.
Bunları bize verenin hakkı elbette bizden daha çoktur.
Olaya bir yönüyle değil,çok yönleriyle bakarak değerlendirmek gerektir.
Her zaman için bizden alınanlar bir imtihan sebebi değildir. Aynı zamanda verilenler de bir imtihan sebebidir.
Mesela olaya olumsuz bir açıdan bakacak olursak;
-O çocuklarının veya yakınlarının bir Firavun,Nemrud,zalim biri veya bir gayr-ı Müslim olmalarını isterler mi?
Elbette hayır denilecektir..
Bu durumda gerçek özürlüyü değerlendirecek olursak;günah bataklığına batmış,insaniyetini yitirmiş,İslamiyet nimetinden,hidayetten mahrum olmuş insanlar gerçek özürlü ve tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanmış kimselerdir.
Menfi insanların sayısını milyarlara kadar uzatabiliriz.
Nice aileler çocuklarının olmamış olmalarını arzu etmektedir.
İşte bütün bu insanların menfilikleri o derece menfi bir durumdur ki,sadece bu dünyada bir özürlü olarak değil,ebedi alemde,ebedi olarak bir özürlü kalmış demektirler.
Olayın en önemli boyutu;âhiret boyutudur.
Sabır içerisindeki bir özürlünün kazancı ile,sabırsız sağlıklı bir kişinin ödülü ve sevabı aynı olmayacaktır.
Mesela gözü olmayan imanlı bir özürlünün cennetin bahçelerindeki gördükleri ve görüş alanı ile,sağlıklı kimsenin ki elbette bir olmayacaktır.
*Açık Öğretim Lisesi imtihanlarına girdim.Bir kız öğrenci için,özürlü olarak benim okuyup cevaplandırmasını sağlama konusunda yardımcı olmam istendi.
Sürekli moral verip,zeki olduğunu söyleyerek,güzel bir ortam oluşturmama rağmen,arada bir kendisini tutamıyor,ağlıyordu.
Dışarı çıktığında babasıyla beraber birbirlerine sarılmış ağlaşıyorlardı.
Bende en az onlar kadar hislendim.
Ancak kader cihetiyle düşündüm ki;Beşerin hatasıyla beraber,her şeyde kaderin bir adaleti vardır.
O kız bir fahişe olup sağlıklı olmaktansa,bu haliyle benim yanımda çok daha sağlıklı bir kimse idi.
Bizler neticesini bilmediğimiz bir konuda hüküm verirsek,elbette yanlış yapmış oluruz.
MEHMET ÖZÇELİK
16-05-2012




KIRILAN DEMOKLESİN BALYOZU

KIRILAN DEMOKLESİN BALYOZU
Milletin başında 1960-dan beridir Demoklesin kılııncı gibi duran Balyoz-lardan sonuncusu;21 Eylül 2012 yılında hukukun verdiği kararla düşmüştür,kalkmıştır.
Ergenekon Terör Örgütünün askeriyeye uzanan balyoz kolu kırılmıştır.
74 milyonu ağlatanlara,anlatan ve düşündüren bir karar verilmiştir.
Yarım asırlık darbe devrinin kapanmasına,hukukende karar verilmiştir.
Ancak tam kapanma devri ve ihtimali kapanmasa bile…
En önemlisi askeri vesayette bulunan yarım asırlık idare ve yönetim,millete ve milletin seçtiklerine devredilmiştir.
Yarım asırlık darbe,kaos,zulüm,göz yaşı,baskı,nefret,eziyet,kavga üretenler;bin yıllık bitirdikleri maddi ve manevi sermayeyi,tekrar sahiplerine istemeseler de devretmemiş,devralınmıştır.
Milleti temsil etmeyenler ve de o liyakatı göstermeyip ve gösteremeyenler,milleti layık görüp kendilerinin layık oldukları yere gitmişlerdir.
Kararı olumlu görmeyenler onların avukatlığına,savcılığına, ortaklığına, şakşakcılığına soyunmuş kimselerdir.
Veya olmayan ve görmeyen vicdanlarıyla,toplumun vicdanını rencide etmişlerdir.
Millete darbe vuranlara verilen kararı,darbe diye nitelendirenler,karanlık darbe günlerine,darbe-daşlarına geri dönmüş ve hasretlerini dile getirmişlerdir.
Balyoz darbe kararı;yarım asırlık zulüm darbelerinin geri tepmesi,zulmün devam etmeyeceğinin bir göstergesidir.
Allah’ın adını dünyaya yayan ordunun yerine,Allahın adının anıldığı camilere bomba atmayı planlayan,yunanistanla savaşa girme hesaplarıyla milleti tahrik eden ve onlarca kararla tüm darbelerden daha büyük bir darbeye teşebbüs niyetinde olanların,ordudaki ruh tarafından geri püskürtme kararıdır bu karar.
Bu karar;ordunun siyasetten el çekmesi kararıdır.
Bu karar;İran-Irak-Suriye üçlü şeytan çemberinin içine çekmek için,kaos rejimine kaymak isteyenlere dur deme kararıdır.
Arap baharıyla birlikte,bizde başlayan yarım asırlık iyileşme çabalarının,bizdeki orduya yansıyan bahar havası kararıdır.
Bu karar;İsrailin ordu içerisindeki gücünün kırılması kararıdır.
Bu karar;milletin kararlılığının bir kararıdır.
Bu karar;ne bir rövanş,ne de bir sevinme kararı olmamakla birlikte, reddedenlerin gerçek yüzlerini ortaya koyması ve ‘Zulme rıza zulümdür.’ Kararınca,zulme razı olmanın bir göstergesidir.
Bu karar;kararsız milletin kararı ve gelecekten bir umududur.
Bu karar;en iyi kararsızlıktan daha iyi bir karardır.
Bu karar;binlerce bilgi ve belgenin tescilli ve tesbitli bir kararıdır.
Bu karar;4 defa darbe 3 defa da darbeye teşebbüs eden ordunun darbelerden lekelenen sicilinin,tescil kararıdır.
Bu karar;milletin birikmiş âh-ının bir kararıdır.
Darısı bundan daha dehşetli ve bir asırlık gizli komite olan Ergenekon Terör Örgütü kararına…
MEHMET ÖZÇELİK
22-09-2012