SELAMETİMİZ ERMENİLERLE SULHTATIR

SELAMETİMİZ ERMENİLERLE SULHTATIR
30 Yıldır pkk belası bilinmektedir ki dışarıda bizzat Ermenilerin katılımı,avrupanın kışkırtması ve içteki ergenekonun kullanmasıyla yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Bunun da en büyük maddi olarak çöreklenip destek bulduğu,organize edilip planlanıp uygulanmaya konulduğu yer ise;az bir kesimde olsa ordunun içindeki bir kısım cunta ekibi ve İsrail destekli grubun işidir.
Ses kayıtlarıyla ortaya çıktı ki,bir Yargıtay üyesi;tam apo ve pkk-dan yararlanılacak zamandır demiş ve İsrailli ekip tarafından eğitildiği tesbit edilmiştir.Yakalananlar içerisinde sünnetsiz Ermeniler olduğu ortaya çıkmıştır.
Bu gün artık hiçbir şey gizli kalmamıştır.
Yapılacak iş ise;bunu kökünden kesmektir.Bu da;
-İçte Ergenekon ve bağlantılarının bitirilmesi ve de dışta Ermenilerle zillete düşmeden izzeti koruyarak barış yolunu seçmektir.
Yoksa Ermeniler kullanılmaya,batı kullanmaya devam edecektir.Pkk illeti de bitmeyecektir.
Bu gün ermeni soykırımı yalanını gündeme getiren Fransa-nın arkasından diğer Avrupa ülkeleri devam edecek,Almanya-daki saldırılar sürdürülecektir.
Bu konuda Bediüzzamanın yüz sene önceki tesbitleri çok dikkat çekici ve çözümü hızlandırıcı sebeplerdir.
Hem hastalık gösterilmekte ve hem de tedavi reçetesi sunulmaktadır.
“Suâl: “Ermeniler zimmîdirler. Ehl-i zimmet, zimmettarlarıyla nasıl müsâvi olur?”
Cevap: Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bihakkın adâlet-i şeriatı gösteremedik. Şeriat dairesinde, hukuklarını istibdâdın sünnet-i seyyiesiyle muhâfaza edemedik; sonra da istedik, kuvvetimiz kalmadı. Ben şimdi Ermenilere bir nevi zimmî-i muâhid nazarıyla bakıyorum.
Suâl: “Ermeniler bize düşmanlık edip, hile ve hıyânet ediyorlar. Nasıl dostluk üzerinde ittifak edeceğiz?”
Cevap: Düşmanlığın sebebi olan istibdat öldü. İstibdâdın zevâliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir. Fakat mütezellilâne dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhâfaza ederek, musâlaha elini uzatmaktır.
Birşey söyleyeceğim: Eğer mümkündür, Ermeniler birden sahîfe-i vücuttan silinsin. Olabilir. Yalnız, size husumetin bir faydası olsun. Yoksa, mutlaka husumet zarardır.”
*”Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.”
Âyetteki ifade umumi değil,mutlaktır.Mutlak ise kayıt altına alınabilir.
Oysa bir Müslüman ehli kitaptan olan bir eşini islama zorlayamayacağı gibi,elbette onu karı kocalık cihetiyle sevecektir.
Buradaki ifade,onları hristiyan veya Yahudilik dini üzerine sevmeyiniz demektir.Hristiyan ve Yahudilik cihetiyle sevmekten nehiydir.
*Ermenilere Osmanlıda bazı hizmet görevlerinin verilmesi,aynı zamanda onların belalarını defetmek ve toplumun dışında bırakmayıp içine çekerek kontrol etmek içindir.
Bu gün Ermeniler başkasının kontrolündedir.
“Hem acaba, eskiden beri bu vatan ve millete zarar niyetiyle, Avrupa’nın dinsiz komiteleri hesabına ve Rum, Ermeniler cemiyeti vasıtasıyla dinsizlik ve ihtilaf ve fesad tohumlarını saçan mülhidlere karşı müdafaat-ı ilmiyem, hangi sûretle hükûmet aleyhine alınıyor.”
*”Kürt siyasetçi Kemal Burkay, terör örgütü PKK ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu. PKK’nın 1977 yılında derin devlet tarafından kurulduğunu, 1980’den sonra ise Suriye’nin kontrolüne girdiğini belirten Burkay, Abdullah Öcalan’ın, yakalandıktan sonra Ergenekon üyesi komutanlar tarafından yönlendirildiğini kaydetti.
Burkay, PKK’nın 1977 yılında devlet tarafından diğer örgütleri etkisiz kılmak amacıyla kurulduğunu ve finanse edildiğini savundu.
PKK’nın 1980 yılından 1999’a kadar Suriye’nin kontrolünde olduğunu belirten Burkay, Öcalan’ın kendisine Hafız Esed’ın kardeşine bağlı olduklarını söylediğini, bu kişiyle iki kez birlikte görüştüklerini anlattı. 1999’da yakalanan Öcalan’ı 12 yıl boyunca Ergenekon’a bağlı paşaların yönlendirildiğini kaydeden Burkay, teröristbaşının tutuklandıktan sonra PKK güçlerini sınırın güneyine çekmek istediğini ancak bir komutanın, “En azından 500’ü içeride kalsın, belki bize lazım olur.” diyerek karşı çıktığını kaydetti. Burkay, 2004 yılına kadar neredeyse silah bırakma durumuna gelen örgütün, darbe planlarının yapıldığı bu dönemde yeniden eylemlerine başladığını kaydetti.”
*”Meclis İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde kurulan ve terörden kaynaklanan ihlalleri araştıran alt komisyon, Kemal Burkay’ın ardından bir başka Kürt aydın ve siyasetçi İbrahim Güçlü’yü ağırladı. Hayat hikâyesini ve Kürt sorununa bakışını anlatan Güçlü, “Sağımdakiler öldürüldü, solumdakiler öldürüldü. Bugüne kadar hayatta kaldığıma şaşırıyorum. Bir zamanlar Kürt sorununun çözümü için sosyalizme güveniyorduk. İnsanlığın geldiği son noktayı sosyalizm sandık. ‘Allah razı olsun sosyalizmden’ diyorduk.” ifadelerini kullandı.”
MEHMET ÖZÇELİK
23-01-2012




NASIL BİR MEŞVERET Kİ ?

NASIL BİR MEŞVERET Kİ ?
Nasıl bir meşveret ki;
Sürekli alınan kararlar topluma muhalif oluyor.
Oysa Hadiste:”Ümmetim dalalet ve yanlışlık üzere birleşmez.”
Bu meşverettekiler hangi ümmetten,nasıl bir ümmettendirler?
-Nasıl bir meşveret ki;
Meşveret; manası yönüyle de bal yapmayı ifade eder.
Meşveret ne yapıyor? Hani ballar? Neden müşteri bulunmuyor,eriyor?
Yoksa eşek arısı gibi vız vız edip,bal üretilmiyor mu?
-Nasıl bir meşveret ki;
Hep mağlup oluyor,mahcup oluyor!!!
İsabetli bir karar çıkmaz mı bu meşveretten?
-Meşveret yoksa isabetsiz kararlarda ısrar etmek demek midir?
-Hayret ve hayret ki;
Bu meşvereti alanlar hayatı içtimaiyeyi çok bildiklerini iddia ettikleri halde,hayatın dışında mı yaşamaktadırlar?
Hala 50 yıl öncesinde yaşayıp,akıllarını mazide ve mazidekilerin cebinde mi bırakmaktadırlar?
Allah aşkına nasıl bir meşveret ve meşveret sahibidirler ki;
Hiç mi düşünmezler,bu gidiş nereye?
Az olsun,biz olalım,mazide kalıp müstakbele geçmeyelim!!!
Bir inad ve yaftalama üzerine hareket edilebilir mi?
Türkiye-nin ve dünyanın gidişatından hiç mi haberdar değiller?
Muhalif olup muhalefette kalmayı kendilerine yol edinmiş,her aldıkları kararda etrafındakileri dağıtan bir meşveret,dengeli bir meşveret midir?
Hayır yapmayıp,şerde hayrı gören bir meşveret uyumlu ve uyulacak bir meşveret midir?
Tüm iyi niyet taşlarını yola düzüyorum bir sonuç çıkmıyor.
Bu durum bende şüphe uyandırıyor?
Birin ve birilerinin boyunduruğu altında mı yaşanıyor?
Hala kör siyasetin gözlüğüyle mi bakılıp değerlendiriliyor?
Koca kâinat çapındaki bir hizmete Demirel gibileri biri ölçü olabilecek ne kapasitede ve nede seviyededir.
Neden o da hizmete feda edilemiyor,hizmet ona ve onun gibiler için harcanıyor?
Vicdani mi? İnsani mi? İmani mi? İçtimai mi? Siyasi mi?
Hangi şeye sığar? Hangi mantık tartar?
Artık yeter!!!
Hizmetin terbiye etmediği kimseleri,zaman faturası ağır bir şekilde terbiye eder.
Geçmişe bir bakıp,ferdi ve cemaatla muhasebe zamanıdır.
İttihad-uhuvvet-muhabbet zamanıdır…
Üç mesele var;İman-Hayat-Şeriat.
El’an şeriat yani siyasi ve idare dönemi başlamıştır.
Millet dizginini onun elinden almış,ilk defa cumhurbaşkanını seçmekle,hakimiyetine kavuşmuştur.
Bir devre kapanmış,yeni bir devre açılmıştır.
Dağılan su damlaları ve tanecikleri gibi olmayın ki,kuvvetiniz dağılmasın.
Hayırlı olsun…

MEHMET ÖZÇELİK
10-08-2014




MİLLİ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI BEYE

MİLLİ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI BEYE
Sayın Bakanım,ben 31 yıllık meslek hayatımda gördüğüm aksaklıkları ve tekliflerimi bir öğretmen olarak zat-ı âlilerinize arz edeceğim;
1-Neredeyse bir asırdır eğitimin temeline inilmedi.Hep eğitimin kaportasıyla, fiziki yapısıyla,vitrini ve geçici tedavi yöntemleriyle uygulama yapıldı.
Adeta eğitimin motoru indiril de reflekte edilmedi,bir asır sonraki insanları taşıyamaz oldu.
Bununda en büyük sebebi ;Rejim uğruna eğitimin dokunulmaz kılınmasıydı.
2-Tevhid-i Tedrisat eğitimi kısırlaştırdı.
Farklı kabiliyetler tek bir tornadan çıkmış gibi adeta nesiller harcandı ve budandı.
Farklı kabiliyetlerin ortaya çıkması engellendi.
3-Eğitimin motoru durumunda olan öğretmenin yetiştirilmesine ağırlık verilmedi.
Öğretmen değil,eğitim desteklendi.
Bu hükümet döneminde eğitime en büyük bütçeden pay ayrılırken,eğitimden öğretmene en az –maddi ve manevi- bütçe ! ayrıldı.
-Öğretmenlerin görüşüne ciddi manada baş vurulmadı.
Bütün iş öğretmenin üzerine yüklenirken,onun görüşüne önem verilmedi.
4-Fatih projesi kapsamında,verilen tabletlerle beraber;
-Bakanlıkta,Milli Eğitim müdürlüklerinde ve okullarda danışman mesabesinde tecrübeli öğretmenler seçerek,diğer öğretmenlere gerekli olan tüm alt yapıyı oluşturmaları sağlanmalı.
Bunlar;yazılı sorularını hazırlamadan görüntülü dvd-ler hazırlamaya,akademik çalışmalar yapıp bilgi ve tecrübelerin öğretmenlere aktarılmasına,adeta öğretmene lazım olacak olan her türlü materyalleri temin etmede görevlendirilmelidir.
-Müfettişler gördükleri eksikleri ve tecrübelerini öğretmenlere bir kitapçık halinde ulaştırmalıdır.
-Gerekirse müfettişlik sistemi akademik araştırma merkezlerine dönüştürülerek, branşlar halinde sürekli öğretmenleri materyallerle,araştırmalarla destekleme merkezleri haline dönüştürülmelidir.
-Öğretmenlere kendi branş ve eğitim alanında akademik çalışma yapma imkanı sağlanmalıdır.
İl Merkez Milli eğitim müdürlüklerinde ve bakanlıkta branşlara göre birimler oluşturmalı,bunlar il merkezlerinde üç ayda bir,bakanlık görevlileriyle birlikte altı ayda bir araya gelmeli,gelişmelerden haberdar edilip yeni tekniklerle, metotlarla, materyallerle desteklenmelidir.
Öğretmen güncellenmelidir.
-Yayın evleriyle anlaşılıp Eba-dan öğretmen ve öğrencilerin sürekli okuması sağlanmalıdır.
Hatta her ay bakanlıkça öğretmenlere –gerekirse istek ve tercihlerine de bırakılarak – kitap gönderilmelidir.
Milli Eğitimin kendi yayınları da öğretmenlerin istifadesine ve indirmesine sunulmalıdır.
-Proğram yapıcılarıyla bakanlık anlaşma yaparak derslerin görüntülü ve flaş olarak işlenmesi sağlanmalı,indirilmesine müsaade edilmelidir.
Bunların yapımında öğretmenler ve öğrenciler de teşvik edilmelidir.
Verilen tabletler mutlaka içleri doldurularak öğrencilerin faydalı şeylerle meşgul olmaları sağlanmalıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
27-03-2014




MÜNAKAŞA

MÜNAKAŞA
Uzun yıllar toplumda bir birlik olmadığından dolayı,çok alanda münakaşayı netice verecek konular sürekli olagelmiştir.
Sadece gündeme göre konular farklılık arz etmektedir.
1970-lerde birinci derecede iman-küfür tartışmaları sürerken,1980-lerden sonra siyaset,ekonomi gibi sürekli farklılık arz eden konular üzerinde tartışmalar sürmüştür.
Bu da toplumda her alanda bir vahdet ve birliğin olmamasından kaynaklanmaktadır.
Münakaşada,benim doğrularım senin doğrularını döver,yener,seninkinden daha çoktur ve doğrudur.
Münakaşanın genelde yenen tarafı yoktur.
İlim erbabı ve öğrenme arzusu içerisinde olan kimsenin araştırmasına sebebtir.
Münakaşanın bütün boyutlarını Bediüzzamanın bakış açısından, eserlerinde örnekler vererek izah edeceğiz.
*”İkinci Suâlinizin meâli: Hazret-i Ali (r.a.) zamanında başlayan muharebelerin mahiyeti nedir? Muhariplere ve o harpte ölen ve öldürenlere ne nam verebiliriz?
Elcevap: Cemel Vak’ası denilen Hazret-i Ali ile Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyr ve Âişe-i Sıddîka (rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn) arasında olan muharebe, adalet-i mahzâ ile adalet-i izafiyenin mücadelesidir. Şöyle ki:
Hazret-i Ali, adalet-i mahzâyı esas edip Şeyheyn zamanındaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihad etmiş. Muârızları ise, Şeyheyn zamanındaki safvet-i İslâmiye adalet-i mahzâya müsait idi; fakat mürur-u zamanla İslâmiyetleri zayıf muhtelif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye girdikleri için, adalet-i mahzânın tatbikatı çok müşkül olduğundan, “ehvenüşşerri ihtiyar” denilen adalet-i nisbiye esası üzerine içtihad ettiler. Münakaşa-i içtihadiye siyasete girdiği için muharebeyi intaç etmiştir.”
-Münakaşanın en geniş alanı siyasettir.İslam dünyasının en büyük imtihanı da,siyasi münakaşalarla süre gelmiştir.
*”Meselâ, semâvâta başı temas etmiş pek yüksek bir minare ve o minarenin altında, küre-i arzın merkezine kadar bir kuyu kazılmış farz ediyoruz. İşte, ezanı umum memlekette umum ahaliye işitilen bir zat minare başından ta kuyu dibine kadar hangi mevkide bulunduğunu ispat etmek için, iki fırka münakaşa ediyorlar.”
-Münakaşanın önemli bir sebebi de;seviye ve bakış farkıdır.
Burada münakaşa edenlerin bulundukları mevki bakış açısı açısından gayet önemlidir.
*”Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm, Hazret-i Azrâil Aleyhisselâmın gözüne tokat vurmuş, ilh.” meâlindeki hadise dair ehemmiyetli bir münakaşayı kaldırmak ve halletmek için yazılmıştır.
Eğirdir’de bir münakaşa-i ilmiye işittim. O münakaşa, hususan şu zamanda yanlıştır. Hattâ münakaşayı bilmiyordum. Benden de sual edildi. Muteber bir kitapta, hadis-i Şeyheynin ittifakına alâmet olan işaretiyle bir hadis bana gösterildi; “Hadis midir, değil midir?” sual edildi.
Ben dedim: Böyle muteber bir kitapta Şeyheyn hadisinin ittifakına hükmeden bir zâta itimad etmek lâzım. Demek hadistir. Fakat hadisin, Kur’ân gibi bazı müteşabihâtı var; ancak havass onların mânâlarını bulabilir. Şu hadisin zâhiri dahi, müşkülât-ı hadisin müteşabihat kısmından olmak ihtimali var, dedim. Eğer bilseydim medar-ı münakaşa olmuş; öyle kısa değil, belki böyle cevap verecektim:
Evvelâ: Bu çeşit mesâili münakaşa etmenin birinci şartı, insafla, hakkı bulmak niyetiyle, inatsız bir surette, ehil olanların mabeyninde, sû-i telâkkiye sebep olmadan müzakeresi caiz olabilir. O müzakere hak için olduğuna delil şudur ki:
Eğer hak, muarızın elinde zâhir olsa, müteessir olmasın, belki memnun olsun. Çünkü bilmediği şeyi öğrendi. Eğer kendi elinde zâhir olsa, fazla bir şey öğrenmedi; belki gurura düşmek ihtimali var.
Saniyen: Sebeb-i münakaşa, eğer hadis ise, hadisin merâtibini ve vahy-i zımnînin derecâtını ve tekellümât-ı Nebeviyenin aksâmını bilmek lâzım. Avam içinde müşkülât-ı hadisiyeyi münakaşa etmek, izhar-ı fazl suretinde, avukat gibi kendi sözünü doğru göstermek ve enaniyetini hakka ve insafa tercih etmek suretinde deliller aramak caiz değildir.
Madem şu mesele açılmış, medar-ı münakaşa edilmiş, biçare avâm-ı nasın zihninde sû-i tesir ediyor. Çünkü şu gibi müteşabih hadisleri aklına sığıştıramadığı için, eğer inkâr etse, dehşetli bir kapı açar; yani küçücük aklına sığışmayan katî hadisleri dahi inkâra yol açar. Eğer zâhir-i hadisin mânâsını tutarak öyle kabul edip neşretse, ehl-i dalâletin itirâzâtına ve “Hurafattır” demelerine yol açar. Madem bu müteşabih hadîse, lüzumsuz ve zararlı bir tarzda nazar-ı dikkat celb edilmiş ve bu çeşit hadisler çok varid olmuş. Elbette şüpheleri izale edecek bir hakikati beyan etmek lâzım gelir. Şu hadis katî olsun veya olmasın, o hakikati zikretmek gerektir.”
(Meseleyi izaha kavuşturmak üzere devamında açıklaması yapılmaktadır.)
Münakaşa çözüme kavuşmazsa,çok münakaşaları da beraberinde getirir.
*Kimler tarafından ve hangi konularda münakaşa edildiği ve bunun önemini belirtmek babında sadece münakaşa konularını arz etmekle yetindik:
“O gece benden sual ettiniz; ben cevabını vermedim. Çünkü, mesâil-i imaniyenin münakaşa suretinde bahsi caiz değildir. Siz münakaşa suretinde bahsetmiştiniz. Şimdilik, münakaşanızın esası olan üç sualinize gayet muhtasar bir cevap yazıyorum.”
“Mütefennin bâzı dostların münâkaşa ettikleri üç meseleye dâir üç suâllerine muhtasar üç cevaptır.
BİRİNCİ SUÂL: “Hazret-i Âdem’in Cennetten ihrâcı ve bir kısım benî âdemin Cehenneme idhâli hikmeti nedir?” suâline, gâyet katî bir cevap veriyor.
İKİNCİ SUÂL: “Şeytanların ve şerlerin halk ve îcâdı şer değil mi, çirkin değil mi? Cemîl-i Mutlak ve Rahîm-i Ale’l-Itlakın cemâl-i rahmeti nasıl müsaade etmiş?” suâline karşı gâyet katî bir surette cevap veriyor.
ÜÇÜNCÜ SUÂL: “Mâsum insanlara ve hayvanlara musîbet ve belâları musallat etmek, zulüm değil mi? Âdil-i Mutlakın adâleti nasıl müsaade ediyor?” diye suâlin cevabında gâyet muknî ve katî bir tarzda cevap veriyor. “
-Bilgi sahibi insanların münakaşa konuları,seviye bakımından değerli ve kale alınacak hususlardır.
*Ve özetle fetva makamında şu ölçüyle hüküm verilmektedir;
*“İşte, münakaşanızın içindeki üç sualinizin muhtasar cevapları bu kadardır. İzahları otuz üç adet Sözlerdedir.
Aziz kardeşim,Sen bu mektubu Eczacıya ve münakaşayı işitenlerden münasip gördüklerine oku. Benim tarafımdan da, yeni bir talebem olan Eczacıya selâm et, de ki:
Mezkûr mesâil gibi dakik mesâil-i imaniyeyi, mizansız mücadele suretinde cemaat içinde bahsetmek caiz değildir. Mizansız mücadele olduğundan, tiryak iken zehir olur. Diyenlere, dinleyenlere zarardır. Belki böyle mesâil-i imaniyenin itidal-i demle, insafla, bir müdavele-i efkâr suretinde bahsi caizdir.”
-Münakaşayı kaldırmak için ehline sorulmalıdır.
*Münakaşa ölçü dairesinde oldukça ayrışmaya ve gerçeklerin ortaya çıkmasına da sebebtir.
*“Semânın, sükût ve sükûneti ve intizam ve ıttırâdı ve vüs’at ve nurâniyeti gösterir ki, sekenesi, zeminin sekenesi gibi değiller; belki, bütün ahalisi mutîdirler. Ne emrolunsa onu işlerler. Müzâheme ve münâkaşayı icâb edecek bir sebep yoktur. Zîrâ, memleket geniş, fıtratları sâfî, kendileri mâsum, makamları sabittir.
Evet, zeminde ezdâd içtimâ etmiş, eşrâr ahyâra karışmış; içlerinde münâkaşât başlamış. O sebepten, ihtilâfât ve ıztırâbât düşmüş; ve ondan, imtihânât ve müsâbakât teklif edilmiş; ve ondan, terakkiyât ve tedenniyât çıkmış.”
*Allahın yarattıklarında ise bir münakaşa söz konusu değildir.
*“Evet, Kur’ânı Mu’cizü’l-Beyânın sûrelerine ve âyetlerine ve hususan sûrelerin fâtihalarına; âyetlerin mebde’ ve makta’larına dikkat edilse, görünüyor ki, belâgatların bütün envaını, fezâil-i kelâmiyenin bütün aksâmını, ulvî üslupların bütün esnâfını, mehâsin-i ahlâkiyenin bütün efrâdını, ulûm-u kevniyenin bütün fezlekelerini, maarif-i İlâhiyenin bütün fihristelerini, hayat-ı şahsiye ve içtimâiye-i beşeriyenin bütün nâfi düsturlarını ve hikmet-i âliye-i kâinatın bütün nurânî kanunlarını cem’ etmekle beraber, hiçbir müşevveşiyet eseri görünmüyor. Elhak, o kadar ecnâs-ı muhtelifeyi bir yerde toplayıp bir münâkaşa, bir karışık çıkmamak, kahhâr bir nizâm-ı i’câzînin işi olabilir.”
*Münakaşa hakkı olmayanlar ise şunlardır;
“Mâdem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyâde iyi olmasını ister; ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münâkaşa yok. Zîrâ münâkaşa, ya gıpta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münâkaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.”
*Kardeşlerime tavsiye ediyorum ki, inşikaka ve iftiraka sebebiyet veren münakaşa etmesinler. Yalnız müdavele-i efkâr suretinde, nizâsız mübahaseye alışsınlar.”
-Ayrılmanın ilk kapısı münakaşa ile başlar.
*”Sahabenin Abâdile-i Seb’a-i meşhuresinden olan Abdullah ibni Ömer Hazretleri ki, Halife-i Resulullah olan Faruk-u Âzam Hazret-i Ömer’in (r.a.) en mühim ve büyük mahdumu ve Sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zât-ı mübarek çarşı içinde, alışverişte, kırk paralık bir meseleden, iktisat için ve ticaretin medarı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir Sahabe ona bakmış. Rû-yi zeminin halife-i zîşânı olan Hazret-i Ömer’in mahdumunun kırk para için münakaşasını acip bir hısset tevehhüm ederek, o imamın arkasına düşüp, ahvâlini anlamak ister.
Baktı ki, Hazret-i Abdullah hane-i mübarekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi, ayrıldı, gitti.
Uzaktan bakan o Sahabe merak etti. Gitti, o fakirlere sordu: “İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?”
Her birisi dedi: “Bana bir altın verdi.”
O Sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde iki yüz kuruşu kimseye sezdirmeden, kemâl-i rıza-yı nefisle versin!” diye düşündü. Gitti, Hazret-i Abdullah ibni Ömer’i gördü, dedi:
“Ya imam, bu müşkülümü hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın.”
Ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemâl-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir hâlettir, hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemâlinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır.”
-Münakaşa hak namına olmalıdır.Hakkın hatırı âlidir,hiçbir hatıra feda edilmez.
*”Ehl-i hakkın ihtilâfı hakikatsizlikten gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakikattarlıktan değildir. Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mektep gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cemiyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezâif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u cah ve şan ve şeref noktasında teveccüh-ü nâstan alacakları mânevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzâhame ve münakaşayı ve rekabeti intaç edecek derecede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler.”
-Hak ehli hakkı düşünürken,gaflet ehli menfaatı esas alır.Bir menfaatına,onlarca değerini feda eder.
*”Hadis-i sahihle, âhirzamanda İsevîlerin hakikî dindarları ehl-i Kur’ân ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacakları gibi; şu zamanda dahi ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat, değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimî ittifak etmek, belki Hıristiyanların hakikî dindar ruhanîleriyle dahi, medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve nizâ etmeyerek, müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.”
-Ortak noktalarda ittifak edilmeli,asgari müşterekler ön plana çıkarılmalıdır.
*”Haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz.”
– Büyük şerden korunmak için,küçük meseleler göz ardı edilebilir.
*”Kıskançlık ve hasedin sebebi: Birtek şeye çok eller uzanmasından ve birtek makama çok gözler dikilmesinden ve birtek ekmeği çok mideler istemesinden, müzâhame münakaşa, müsabaka sebebiyle gıptaya, sonra kıskançlığa düşerler.”
-Münakaşa bir tarafın diğer tarafa üstünlük oluşturması sebebiyle çıkar.
*”Bir fennin veya bir san’atın medar-ı münakaşa olmuş bir mes’elesinde, o fennin ve o san’atın haricindeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve san’atkâr da olsalar, sözleri onda geçmez, hükümleri hüccet olmaz; o fennin icma-ı ulemasına dahil sayılmazlar. Meselâ büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabip kadar hükmü geçmez. Ve bilhassa, maddiyatta çok tevağğul eden ve gittikçe mâneviyattan tebâud eden ve nura karşı gabîleşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir filozofun münkirâne sözü mâneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir.”
Münakaşayı kaldırmak için o meselenin ehline sorulmalıdır.
*”Evet, intizam tam bir vahdettir, birtek nazzâmı ister. Münakaşaya medar olan şirki kaldırmaz.”
-Aslında tüm münakaşaların sebebi;gerek fikirde,yaşayışta,bulunulan mevki ve makamda vahdeti,birliği muhafaza edememeden kaynaklanır.
*”Madem biz böyle sarsılmaz ve en yüksek ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiyat takdir edilmez derecede kıymettar ve bütün dünyası ve canı ve cânânı pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakikatin uğrunda ve yolunda çalışıyoruz; elbette bütün musibetlere ve sıkıntılara ve düşmanlara kemâl-i metanetle mukabele etmemiz gerektir. Hem, belki karşımıza aldanmış veya aldatılmış bazı hocalar ve şeyhler ve zâhirde müttakîler çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi, tesanüdümüzü muhafaza edip onlarla uğraşmamak lâzımdır, münakaşa etmemek gerektir.”
-Çoğunlukla münakaşa –birde karşıdaki ehli insaf ve hakikatı arayan bir kimse değilse- netice alınmadan sonuçlanır.Geriye kırık kalbler kalır.
*”Sakın, sakın münakaşa etmeyiniz; casus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa, haksız olsa bu halimizde münakaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa, münakaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir.
Bir zaman Eskişehir hapsinde titiz kardeşlerime söylediğim bir hikâyeyi tekrar ediyorum: Eski Harb-i Umumîde Rusya’nın şimâlinde doksan zabitimizle beraber bir uzun koğuşta esir olarak bulunuyorduk. O zatların bana karşı haddimden çok ziyade teveccühleri bulunmasından, nasihatle gürültülere meydan vermezdim. Fakat birden asabiyet ve sıkıntıdan gelen bir titizlik, şiddetli münakaşalara sebebiyet vermeye başladı. Ben de üç dört adama dedim: “Siz nerede gürültü işitseniz, gidiniz, haksıza yardım ediniz.” Onlar dahi öyle yaptılar, zararlı münakaşalar kalktı. Benden sordular:
“Neden bu haksız tedbiri yaptın?”
Dedim:
“Haklı adam, insaflı olur. Bir dirhem hakkını, istirahat-i umumînin yüz dirhem menfaatine feda eder. Haksız ise ekseriyetle enâniyetli olur; feda etmez, gürültü çoğalır.”
-Genel itibarla münakaşa etmemelidir.Çözümsüzlüğe ve inada sebeb olmaktadır.
*”Dikkat ediniz, küfr-ü mutlakı müdafaa eden gizli komite içinize parmak sokmasın. Benim komşudaki koğuşa parmağını soktu, beni azap içinde bıraktı. Şimdi siz, mâbeyninizde münakaşasız bir meşveret ediniz. Kararınızı kabul ederim.”
-Özellikle küfür cephesi bunu çokça kullanmaktadır.
*”Risale-i Nur’un talebesi olmayan ve yanında yalnız âdi bir mektubumuz bulunan Eğirdirli bir adamın bir jandarma çavuşuyla vukuatsız bir münakaşa-i lisaniyesi yüzünden beni ve yüz yirmi adamı tevkif ile dört ay mahkeme tahkikinden sonra, on beş bîçareden başka, bütün beraat kazanmakla mâsumiyetleri tahakkuk eden yüzden ziyade adamlara binler lira zarar vermek, hangi kanun iledir? Böyle imkânatı vukuat yerinde istimal etmek hangi usul iledir? Ve Denizli’de dokuz ay tetkikten sonra, beraat kazanan yetmiş bîçarelere binler lira zarar vermek, adaletin hangi düsturu iledir?”
-Münakaşa haksız olanın eline bir koz vermeye sebebtir.
*”Çok zaman evvel Dârü’l-Hikmet-i İslâmiyede iken ve daha evvel aslı yazılan Beşinci Şua, farz-ı muhal olarak, dünyaya ve siyasete baksa ve bu zamanda da yazılsa, madem gizlidir ve taharriyatta bizde bulunmadı ve gaybî haberleri doğrudur ve imanî şüpheleri izale eder ve âsâyişe dokunmuyor ve mübareze etmiyor ve yalnız ihbar eder ve şahısları tâyin etmiyor ve ilmî bir hakikati küllî bir surette beyan ediyor. Elbette o hakikat-i hadîsiye bu zamanda dahi bir kısım şahıslara mutabık çıksa ve münakaşaya sebep olmamak için mahkemelerin teşhir ve neşirlerinden evvel bizce tam mahrem tutulsa, adalet cihetinde hiçbir vecihle bir suç teşkil etmez.”
-Münakaşanın kapısını ve kapağını mümkün mertebe açmamalıdır.
*Halbuki bu zaman kadar, hiç bir zaman, din âlimlerinin ittifakına ve münakaşa etmemesine muhtaç olmamış. Şimdilik teferruattaki ihtilâfı bırakmaya ve medar-ı münakaşa etmemeye mecburuz.”
-Bu zaman ihtilafı kaldıracak ittifakı, münakaşaya gitmemekle temin edebiliriz.
*”Bitlis vilâyetine tâbi Nurs köyünde doğan ben, talebe hayatımda rastgelen âlimlerle mücâdele ederek, ilmî münakaşalarla karşıma çıkanları inâyet-i İlâhiye ile mağlûp ede ede İstanbul’a kadar geldim.”
-Münakaşalar kişinin önünde birer engeldir.
*”Evet, o zat (a.s.m.) vazifesi itibarıyla, hakkın bürhanı, hakikatın ziyası, hidayetin güneşi, saadetin vesilesidir. Şahsiyet ve hüviyet cihetiyle, muhabbet-i Rahmâniyenin misali, rahmet-i Rabbâniyenin timsali, hakikat-i insaniyenin şerefi, şecere-i hilkatin en kıymettar ve kıymetli bahâdar bir semeresidir. Tebliğ ettiği dini de harika bir sür’atle şark ve garbı ihata etmiş, nev-i beşerin beşte biri kabul etmiştir. Acaba böyle bir zatın dâvâlarında nefis ve şeytanın münakaşa ve itirazlarına bir imkân var mıdır?”
-Başta tüm peygamberler ve özellikle peygamberimiz getirdikleri ve gösterdikleriyle münakaşayı kaldırmıştır..Susturmuştur..
*”Kezâlik, bu risalelerin ibarelerindeki işkâl ve iğlâkın, keyif için ihtiyarımdan çıkmış olduğunu zannetme. Çünkü, bu risale, dehşetli bir zamanda, nefsimin hücumuna karşı yapılan âni ve irticâlî bir münakaşadır. Kelimeleri, o müthiş mücadele esnasında zihnimin eline geçen dikenli kelimelerdir.”
-Münakaşa bilmemekten kaynaklanır.
*”Arkadaş! İnsanın vücudu, bedeni, emvâl-i mîriyeden bir neferin elinde bulunan bir hayvan gibidir. O nefer, o hayvanı beslemeye ve hizmetine mükellef olduğu gibi, insan da o vücudu beslemeye mükelleftir.
Aziz kardeşlerim! Burada bana bu sözü söylettiren, nefsimle olan bir münakaşamdır. Şöyle ki:
Mehâsiniyle mağrur olan nefsime dedim ki:
“Sen birşeye mâlik değilsin, nedir bu gururun?”
Dedi ki: “Madem mâlik değilim, ben de hizmetini görmem.”
Dedim ki: “Yâhu, bu sineğe bak. Gayet küçücük zarif elleriyle kanatlarını, gözlerini siler süpürür. Her işini görür. Sen de lâakal onun kadar vücuduna hizmet etmelisin” diye ikna ettim.
Takdis ederiz o Zâtı ki, bu sineğe nezafeti ilhamen öğretir, bana da üstad yapar. Ben de onunla nefsimi ikna ve ilzam ederim. “
-Kişinin ilk münakaşası nefsinde ve nefsiyle başlar.Bunu aşmak büyük bir aşamadır.
*Nefs-i emmare, devekuşu gibi aleyhine olan şeyi lehine zanneder. Veya Sofestai gibi münakaşa edenleridir ki, vekilleri birbirini reddeder. Tearuzan, tesakutan kabilinden, “Hiçbirisi de hak değildir” diye hükmeder.”
-Münakaşada hakikata göz kapanmamalıdır.
*”Ümmi bir adam, bir fennin ulemasıyla münakaşaya girişerek, beyne’l-ulema ittifaklı olan meseleleri tasdik ve ihtilaflı olanları da tashih ederse, o adamın bu harika olan hali, onun pek yüksekliğine ve onun ilminin de vehbi olduğuna delalet etmez mi?”
-Kişi münakaşada haddini bilmelidir.Her önüne gelenle münakaşa etmemelidir.
*”Zerre gibi küçük şeyler veya adi fiiller, Halıkın halkıyla vücuda geldikleri için, onun daire-i ilminde dahil oldukları bedihidir. Bu itibarla, onlardan bahsetmekte, bilbedahe, müşahhat (münakaşa etmek) yoktur.”
-Kadere teslimiyet imanın bir gereğidir.Kul Rabbisiyle nasıl münakaşa edebilir ki?
*”Evet hayat, bir zerreyi bir küre gibi yapar; ashab-ı hayatın herbirisi, “alem benimdir” diyebilir. Aralarında müzahame ve münakaşa da olmaz. Müzahame ve münakaşa, yalnız nev-i beşerde olur. İşte, hayatın ne büyük bir nimet olduğu anlaşıldı.”
-Vücudun bütünlüğü,vücutta münakaşa olmamasındandır.Ruhun üstünlüğü,vücutta bu birliği ve beraberliği sağlamasındandır.Münakaşa yolunu kapatmak için,hepsini tek bir hedefe tevcih etmiştir.
*”Aşağıda işiteceğin gibi, istifadede müzahemet ve münakaşa yoktur. Nasıl ki Zeyd diyebilir ki, “Şems benim lambamdır, dünya benim evimdir.” Ömer de öyle diyebilir ve aralarında münakaşa da olmaz. Evet, Zeyd, mesela dünyada tek farz edilirse, istifadesi nasılsa, bütün insanlar içinde iken istifadesi yine öyledir-ne fazla olur ne noksan. Yalnız “gareyn”e ait olan kısım müstesnadır. Zira yiyecek, içecek ve saire şeylerde münakaşa olur.”
-Güneşin her yere ve herkese tarafsız ışığını ve ısısını karşılıksız vermesi,münakaşayı kaldırmıştır.
*”Risale-i Nur şakirtleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakitte münakaşa etmesinler, aldırmasınlar. Aldanan ehl-i ilim ve imansa, dost olsunlar, “Biz size ilişmiyoruz. Siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla kardeşiz” deyip yatıştırsınlar.”
-Münakaşada ihtiyat elden bırakılmamalıdır.Fevrilikten kaçınılmalıdır.
*”Hem Nur Müellifi bir mektubunda “Dahilde tarafgirâne adâvet ve münakaşalara vesile olan fürûatı değil, belki bütün nev-i beşerin en ehemmiyetli meselesi olan erkân-ı imaniyeyi ve beşerin medar-ı saadeti ve umum İslâmın esas ve rabıta-i uhuvveti bulunan Kur’ân’ın hakaik-i imaniyesini bulmak ve muhtaçlara buldurmaya hayatımı vakfettim” demek suretiyle, hizmet-i İslâmiyenin ve mesâil-i diniyenin umumunu tazammun eden vüs’at ve camiiyeti hâiz bulunduğunu, dinî hizmetlerin her nev’ini teyit ve teşvik ettiğini ve bir cadde-i kübrâ-yı Kur’âniye olan Risale-i Nur dairesinin umum ehl-i İmân ve İslâma şâmil bulunduğunu ifade ediyor.”
-Teferruatta farklılık münakaşa sebebi olmamalı,temeldeki ittifak esas alınmalıdır.
*”O vâiz ve âlim zâta benim tarafımdan selam söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını, başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de, o zâtı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hatta tecavüz edilse de bedduayla da mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü, daha müthiş düşman ve yılanlar var.
Hem elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa, ilimden gelen enaniyeti de varsa, enaniyetlerini tahrik etmeyiniz.”
-Münazarayı kesmenin ve de karşıdakini mağlub etmenin en güzel yolu;insaf,tevazu, hürmet elden bırakılmamalıdır.
*”Biz, değil onlar gibi ehl-i diyanet ve tarikata mensup Müslümanlar, şimdi bu acip zamanda, imanı bulunan ve hatta fırak-ı dâlleden bile olsa onlarla uğraşmamak ve Allah’ı tanıyan ve ahireti tasdik eden Hıristiyan bile olsa, onlarla medâr-ı nizâ noktaları medâr-ı münakaşa etmemeyi, hem bu acip zaman, hem mesleğimiz, hem kudsi hizmetimiz iktiza ediyor. Ve Risale-i Nur’un âlem-i İslamda intişarına karşı hayat-ı içtimaiye ve siyasiye cihetinde mâniler çıkmamak için, Risale-i Nur şakirtleri musalâhakârâne vaziyeti almaya mükelleftirler.”
-Küçük tamirler yapayım derken,büyük zararlar açılmamalıdır.
*”Risale-i Nur’un hatırı için Risale-i Nur şakirtlerinin mabeynindeki tefani, birbirini tenkit etmemek, kusurunu affetmek düsturuyla bu iki kardeşim, dünyevi ve cüz i ve hissi şeyleri medar-ı münakaşa etmesinler. Pederlik ve veletliğin iktiza ettiği hürmet ve şefkatle beraber, Nur’un şakirtliği iktiza ettiği kusura bakmamak ve affetmek ve benim çok sevdiğim iki kardeşim, benim hatırım için, birbirini tenkit etmemek lazım geliyor.”
-Tefani ve bir birlik içerisindeki bütünlük münakaşayı kaldırır.
*”Sakın, sakın hocalarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musalahakarane davranınız. Enaniyetlerine dokunmayınız. Bid at taraftarı da olsa ilişmeyiniz. Karşımızda dehşetli zındıka varken, mübtedi lerle uğraşıp, onları dinsizlerin tarafına sevk etmemek gerektir. Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rastgelseniz, mümkün olduğu kadar münazaa kapısını açmayınız. İlim kisvesiyle itirazları, münafıkların ellerinde bir senet olur. İstanbul da ihtiyar hocanın hücumu ne kadar zarar verdiğini bilirsiniz. Elden geldiği kadar Risale-i Nur lehine çevirmeye çalışınız.”
-Münakaşada benlikler tahrik edilmemelidir.Karşıdakinin gururuyla oynamamalıdır.
*”Perde altında Nurcuların kuvve-i maneviyelerini kırmak için bazı hocalar vasıta oluyorlar. Aldanmayınız ve sarsılmayınız ve onlarla münakaşa etmeyiniz. Mümkün oldukça dostane muamele ediniz, “Biz onlarla kardeşiz” deyiniz. Ve bu pusuladaki noktaları unutmayınız, ta sizi aldatmasınlar.”
-Münakaşa manen yıkmaya ve yıkılmaya,zihinde şüphelerin oluşmasına sebebtir. Pusulanın sapmasına neden olur.
*”Ankara da, divan-ı riyasetinde Mustafa Kemal le münakaşa zamanında, ona karşı dedim: “Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.” Yüzüne şiddetli mukabele ettiğim halde bana karşı ihanet ve hakarete cesaret edemediği halde, burada küçük bir zabit ve bir çavuş, o ihaneti ve hakareti yaptılar. Maksatları beni hiddete getirip bir mesele çıkarmak olmasından, hıfz ve inayet-i İlahiye bana sabır ve tahammül verdi.”
Münakaşa hiddet ateşini tutuşturur.Ateş ise şeytandandır.
*”Madem bu zamanda zındıka ve ehl-i dalalet ihtilafdan istifade edip, ehl-i imanı şaşırtıp ve şeairi bozarak Kur’ân ve İmân aleyhinde kuvvetli cereyanları var; elbette bu müthiş düşmana karşı cüz i teferruata dair medar-ı ihtilaf münakaşaların kapısını açmamak gerektir.”
-Münakaşa daha büyük kopmalara ve sapmalara neden olur.
*”Madem zemmetmemek ve tekfir etmemekte bir emr-i şer i yok, fakat zemde ve tekfirde hükm-ü şer i var. Zem ve tekfir, eğer haksız olsa, büyük zararı var; eğer haklı ise, hiç hayır ve sevap yok. Çünkü tekfire ve zemme müstehak hadsizdir. Fakat zemmetmemek, tekfir etmemekte hiçbir hükm-ü şer i yok, hiç zararı da yok.
İşte bu hakikat içindir ki, ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve Ehl-i Beytin Eimme-i İsna Aşer olarak Ehl-i Sünnet, mezkur hakikate müstenid olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip, İslamlar içinde o eski zaman fitnelerinden medar-ı bahis ve münakaşa etmeyi caiz görmemişler, menfaatsiz, zararı var demişler.
Hem o harplerde, çok ehemmiyetli Sahabeler, nasılsa iki tarafda bulunmuşlar. O fitneleri bahsetmekte o hakiki Sahabelere, Talha ve Zübeyir (r.a.) gibi Aşere-i Mübeşşereye dahi tarafgirane bir inkar, bir itiraz kalbe gelir. Hata varsa da tevbe ihtimali kuvvetlidir. O eski zamana gidip lüzumsuz, zararlı, şeriat emretmeden o ahvalleri tetkik etmektense, şimdi bu zamanda bilfiil İslamiyete dehşetli darbeleri vuran, binler lanete, nefrete müstehak olanlara ehemmiyet vermemek gibi bir halet, mü min ve müdakkik bir zatın vazife-i kudsiyesine muvafık gelemez.
Hatta Sabri ile küçücük münakaşanız, hem Risale-i Nur a, hem hakaik-i imaniyenin intişarına ehemmiyetli zarar verdiğini senden saklamam. Aynı vakitte burada hissettim, müteessir ve müteellim oldum. Sonra senin gibi ehl-i tahkik bir alimin Risale-i Nur a oraca ehemmiyetli bir hizmete vesile olacak Sabri oraya gelmesi, ikinizden büyük bir hizmet-i Nuriye beklerken, bilakis üç cihetle Nura zarar geldiğini hissettim ve gördüm. Acaba neden bu zarar olmuş diye, iki üç gün sonra haber aldım ki, Sabri, manasız, lüzumsuz seninle münakaşa etmiş; sen de hiddete gelmişsin. “Eyvah!” dedim. “Ya Rab! Erzurum dan imdadıma yetişen bu iki zatın münakaşasını musalahaya tebdil et” diye dua ettim. Risale-i Nur’un İhlâs Lem alarında denildiği gibi, şimdi ehl-i iman, değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hıristiyanın dindar ruhanileriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilaf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor. Senin, hamiyet-i diniye ve tecrübe-i ilmiye ve Nurlara karşı alakanızdan rica ediyorum ki, Sabri ile geçen macerayı unutmaya çalış ve onu da affet ve helal et. Çünkü o, kendi kafasıyla konuşmamış; eskiden beri hocalardan işittiği şeyleri, lüzumsuz münakaşa ile söylemiş. Bilirsin ki, büyük bir hasene ve iyilik, çok günahlara kefaret olur.
Evet, o hemşehrimiz Sabri, hakikaten Nura ve Nur vasıtasıyla imana öyle bir hizmet eylemiş ki, bin hatasını affettirir. Sizin alicenaplığınızdan, o Nur hizmetleri hatırı için, dost bir hemşehri ve Nur hizmetinde bir arkadaş nazarıyla bakmalısınız.”
-Menfi şeyler zulmani olup,nur ve nurani şeyler gibi olumlu yayılma göstermez.Olumsuz bulutlar oluşturur.
*”Bazı misyonerler de, din-i İsa nın (a.s.) hakiki ruhanisi de o daireye gireceklerine emareler var. Birbirine hücum değil, belki bir tesanüt, bir musalaha lüzumunu hissedip medar-ı münakaşa meseleleri ortaya atmıyorlar.”
-Münakaşa en yakınındakini kaybetmeye neden olurken,münakaşa etmemek en uzakta bulunanı bile kazanmaya sebebtir.
*”Hem münakaşa, münazaa ve mesail-i diniyede damarlara dokunacak tarafgirane mübahese etmemek lazımdır ki, Nur aleyhinde garazkarlar çıkmasın.”
-Münakaşa eden taraftır.Bi-taraf olan ber-taraf olur.Münakaşa da tarafını haklı çıkarma hırsı oluşur.
*”Medâr-ı hayrettir, duamda Nurcular dairesinde her gün isimleriyle yâd ettiğim iki sofî meşrep, kendilerini satmak fikriyle bana ve Nura iliştiklerine dair mektup geldi. Ben gücenmedim, onları daha ziyade duama aldım. Aynen eskiden İstanbul’da eski partinin desiseleriyle bize ilişen malûm ihtiyar şeyh gibi, onları hem kendime mübarek kardeş, hem dost bildim, hakkımı helâl ettim. Fakat iki İhlâs Lem’alarını okumalarını arzu ediyorum.
Kardeşlerim, siz dahi böylelerden gücenmeyiniz, münakaşa etmeyiniz.”
-Münakaşa sadece münakaşa edileni kaybettirmez,çevresinin de kaybına,yanlışın sahiblenmesine sebeb olur.
*”Meşrebimiz münakaşa ve münazara olmadığından ve kusurumuzu hakikî olarak gösterenlerden memnun olduğumuzdan, bu meçhul zatın mektubunda üç esasın hakikatini gösterip yanlışını tashih etmek istedim.”
-Mesleği müsbet olanlar münakaşa etmezler.
*”Türk milleti Müslümandır. Ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvelâ kendine ve gelecek nesillere dinini telkin etmesi, onun esasını ve kaidelerini öğretmesi, ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır.”
-Hüküm ve kararlar münakaşayı kaldırır.
*”Kürtlerin tabiat-ı meşrûtiyetperverânelerine binâen, dersi münâzara ve münâkaşa sûretinde okuyorlar. Onun içindir ki, medreseleri küçük bir meclis-i mebusân-ı ilmiyeyi andırıyor.”
-Bazı kişiler,bazen bu bazı ırklar halinde yapılarında münakaşa damarı sürekli faal haldedir.Vaz geçmez.
*”Evvelâ umur-u uhreviyede haset ve müzahemet ve münakaşa olmadığından, bu cemiyetlerden hangisi münakaşaya, rekabete kalkışsa, ibadette riya ve nifak etmiş gibidir.”
-Ahiret işleri kesin ve sonuç bildiren işlerdir.Zıtların birbirinden ayrılmasıdır.Her şeyin fâş olup,hakikatların açık ve net göründüğü yerler olduğundan,münakaşa söz konusu değildir.
*”Sakın sakın münâkaşa etmeyiniz; câsus kulaklar istifâde ederler. Haklı olsa, haksız olsa, bu hâlimizde münâkaşa eden haksızdır; bir dirhem hakkı varsa, münâkaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir.”
*İlk ve Son söz olarak münakaşa etmemeli,münakaşa kapısını açmamalı,münakaşayı alevlendirmemelidir.
MEHMET ÖZÇELİK
27-06-2014




MÜJDELENEN SEVGİ PEYGAMBERİ

MÜJDELENEN SEVGİ PEYGAMBERİ
Her peygamber bir sıfatla vasıflandırılmıştır.
Hz.Adem Safiyyullah,İsa Ruhullah,İbrahim Halilullah,Muhammed (asm) Habibullah…
Yani sevilen zat..hakiki mahbub…
İnsanlığın insanlık vasfını kendisinde bulunduran Efendimizi seven Allah,o sevgiyi alemin yaratılışında bir çekirdek kılıyor ve alemi var ediyordu.
Kâinatın mayası O’dur ve sevgidir.
Asırlar o zatı bekledi.
Hz.Âdem onu vesile kıldı tevbesine…
İsmail O’nun hürmetine kurban edilmedi.
Abdullah O’na bedel olarak yüz deveyle bağışlandı.
O’ndan İncilde Ahmed,Tevratta Ahyed,Kur’an-da Muhammed ismiyle isimlendi.
O ismen,cismen,ruhen övülmüş idi.
Hz.İsa sanki üç yıllık peygamberliği süresinde sadece O’ndan haber vermek,O’nu müjdelemek için gelmişti.
İncilde O’ndan İbranice Faraklıt diye bahsedildi.
Yani Hakkı batıldan ayıran…
-Geleceği yer bile tarif edilmişti;Faran dağları.
Tıpkı Toros ve Himalaya dağları gibi,silsile halinde devam eden Mekke-deki Faran dağları geleceği yer olarak tarif edilmişti.
-O zat daha yeni dünyaya gelmişti.Dedesinin bile haberi yoktu.İsmi de kurulmamıştı.
Oysa dışarıda bir Yahudi alimi gök yüzünde ilk defa görmüş olduğu parlak bir yıldızı göstererek;İşte Muhammedin yıldızı,diyordu.
-Doğumu anındaki olaylar artık herkesçe bilinmektedir.
-Amcası Ebu Talible Şama giderken yolda uğradıkları Busra köyünde bulunan Rahib Buheyra,kervanın üzerinde şemsiyelik yapan buluttan O’nu tanımış,simasından fark etmiş,kaburga kemiği ortasındaki peygamberlik mührüne işaret etmişti.
-Gençlik dönemindeydi.Ukaz panayırındaki konuşmaya katılmıştı.
Panayırda Necranın ünlü şair ve hatiplerinden belağat sahibi Kus bin Saide doksan küsür yaşına rağmen kızıl devesinin üzerinde topluluğa hitab ediyordu.
Dinleyenler arasında genç Muhammed ve arkadaşı Ebubekir –de vardı.
Uzunca konuşmasında her şeyin fani olduğunu, insanlara, gelecek olan peygambere iman etmeyi tavsiye ediyordu. Allah’ın varlığı ve birliğine inanan, insanları putlardan uzak tutmaya, ölümden sonra dirilmeye inanmaya davet ediyordu.
Kısaca giriş konuşmasında:” “Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız. Yaşayan ölür. Ölen fenâ olur. Olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter. Çocuklar doğar, analarının babalarının yerini tutar. Sonra hepsi mahvolup gider. Hadiselerin ardı arkası kesilmez. Hemen birbirini takib edip kovalar. Kulak veriniz, dikkat ediniz! Gökte haber, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü bir ferş-i eyvân, gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur…
“Yemin ederim Allah’ın indinde bir din vardır ki, şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir ve Allah’ın gelecek olan bir peygamberi vardır ki, gelmesi pek yakın oldu. Gölgesi başınız üstüne geldi. Ne mutlu o kimseye ki, ona iman edip de o dahi ona hidayet eyleye. Vay ona isyan ve muhalefet eden bedbahta. Yazıklar olsun ömürleri gaflet ile geçen ümmetlere!
Evet..O beklenilen peygamberin gelmesinin yakın olduğunu,gölgesinin üzerimizde bulunduğunu ve belki de şu an içerinizdedir,diyordu.
Ve o gelecek olan peygamberden şöyle bahsediyordu;“Bize, gönderilenlerin en hayırlısı, peygamberlerin en üstünü olarak Ahmed’i gönderdi. Kafileler onu ziyaret için yollara düştükçe ve bu teşvik edildikçe, Allah ona salat eylesin!”(Mektubat, 2000,s.172)
O derece kesin konuşuyordu.
Peygamber olduktan sonra Necran halkından Müslüman olmaya gelenlere Kus bin Saideyi sorduğunda,onlar o konuşmayı dinlediklerini söylüyor,Hz.Ebubekir ise noktası noktasına o konuşmayı ezberinden okuyordu.
-Beni Kureyza gibi Medine Yahudi kabileleri,birbirleriyle kavga ederlerken;-Siz görürsünüz,o beklenen peygamber gelsin,sizi O’na şikayet edeceğiz,diyorlardı.
-Kırk yaşında yeni peygamber olmuş.Hira-dan o heyecanla eve gelmiş,eşi Hz.Hatice teselli ve güven verdikten sonra,amca-zadesi Varaka bin Nevfel-e gitmeyi tavsiye etmişti.
Doksan küsür yaşındaki Varaka,daha duyar duymaz çocuk gibi coşmuş,O’nu müjdelemiş,beklenen peygamber olduğunu söylemişti.
Bununla da kalmamış,on iki yıl sonra vuku bulacak hicret olayını haber vermiş,on iki yıl sonra inecek ayetin ifadesi olan –Saniyesneyni -– ayetinde belirtildiği üzere,ikinin ikincisi yani Hz.Ebubekir yerinde olmayı temenni etmiştir.
O gelmeden böyle bir sevgiyi ve bekleyişi hak ettiği ve gösterdiği gibi,geldikten sonra da gönüllerdeki odunları ateşlemiş,ısı ve ışık olarak yansımasına sebeb olmuştu.
Sahabe O’nun için en sevdiği anne ve babasını –Fedake ümmi ve ebi – , -anam babam sana feda olsun ya rasulallah – demiştir.
-Veysel Karani içinde yanan ateşi Efendimizin evine kadar geldiği halde,üç beş adım ötesi olan mescide gitmemiş;bir yandan annesine verdiği sözünü tutarken,en önemlisi ise,içinde yanan peygambere olan aşk ateşini söndürmek istemiyordu.
Görseydi belkide görmüş olmanın yanan ateşini bir su döküşü gibi söndürecek,ölene kadar onu yakmayacaktı.
O hem yandı ve hem de sonraki asırlardakileri de yakmış oldu.
-Urfalı Şair Yusuf Nabi O’na olan sevgisini,ayağını efendimizin ravzasına uzatan kafiledeki beye hitaben içinden;
“Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-i Hüdâdır bu;

Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafâdır bu.”diyordu.
*Fuzuli su kasidesiyle,Suyun peygambere olan kavuşma aşkını;
Başını taştan taşa vurur,avare su,diye tanımlamıştır.
-Kayseri Talas ilçesinden rum asıllı Yaman dede bu ateşini kırk yıl boyunca en yakın eşine ve kızına söylemeden;
-Dahilek ya Rasulallah..diyerek,Allahın rasulüne sığınıyor,O’na olan aşkını uzunca dile getiriyordu.
Bununla o yanan dede değil yakan dede oluyordu.
-Asırların anlatıp bitiremediği o zatı,kısa bir sohbet ne kadar ifade edebilir.
Şairin dediği gibi;Vema medehtü Muhammeden bi makaleti
Ve lakin medehtü makaleti bi Muhammedin (asm)
-Ben sözlerimde Muhammedi öevemedim,Belki O’nu överken kendi sözlerimi övmüş oldu.
Benim sözlerim O’na bir şey katmazken,belki O benim sözlerime bir kıymet kazandırmıştır.
Binler salat ve selam olsun a zat aleyhis salatu ves-selama…
MEHMET ÖZÇELİK
25-04-2014




MÜJDE! MATERYALİZM YIKILIYOR

MÜJDE! MATERYALİZM YIKILIYOR

20.asır izm-lerin asrıdır.
Avrupanın İslâm dünyasını değiştirmek amacıyla liderlerini kendine göre biçimlemesi,halklarını biçimlendirmesi,şimdilerde teker teker yıkılıyor ve yırtılıyor.
İnsanlık tarihinin en büyük tehlikesi olan kominizm,fıtrata uygun olmadığından, fıtrat tarafından reddedildi,yıkıldı.
Zira kominizm bütün dinlere düşman idi.
*Bu asır insanı adeta putlaştırdı.İnsan egosunu ön plana çıkardı.Yazılan onlarca insanı geliştirmeye,insan kaynakları eserleriyle insanın adeta yıkılmazlığı nazara verildi.
Mevlana ve Yunus gibi şahsiyetler insanın acziyetini işlerken,batı insanı adeta Firavun-un veziri Haman-a;Bir kule yap da,gerçekten Musa-nın dediği gibi bir Rab var mı,bakayım!,deme durumuna getirildi.
Bu asırdaki deprem,sel,hastalık gibi durumlar insanların yaptıklarının bir anda nasıl yıkıldığını ona gösterdi.
Allah insanlığa bir kere daha acziyyetini hatırlatıp,kendisine yöneltti.
*Bütün insan tabiatına aykırı olan izm-ler teker teker yıkılmaktadır.

Sırada materyalizm vardır.
Maddeye hakim olan Avrupa,Afrika gibi fakir ülkelere ve islâm ülkelerine haksızca hakim oldu,hükmünü sömürerek sürdürdü.
Küfür devam ederken,zulüm devam etmemektedir.
Avrupa maddeyi zulüm aleti olarak kullandı.Kendisinin refahına,başkalarının ölmeyecek kadar geçinmesine harcadı.
Parayı,maddeyi köleleştirmek için kullandı.
Alışmış olduğu bu rahat yaşamayı sürdürmek için,devlet olarak borçlanmalara gitti,yerini perçinleştirmek amacıyla savaşlara harcadı.

İngiltere siyaseten,Fransa kültür ve yaşayış olarak,Amerika silah gücü olarak,İsrail ve Yahudiler ise bunları kullanarak dünyaya hakim olmaya ve şekillendirmeye başladılar.
Avrupa-nın sicili lekeli ve kirlidir.Katliamlarla elini kirletmiştir.
Kendisinden olmayanları dışladılar.
Tıpkı Fransa-da müslümanlara Melon ağır ifadesinin kullanılması gibi.Bizdeki gavur manasınadır.
Yunanistan-la başlayan ekonomik sıkıntı,Fransa,İtalya ve ağzına kadar borçlanan ve dünyanın en borçlu devleti olan Amerika sallanmakta,öyle görünüyor ki,aynı gemide olan bu insanların yıkılışı da toplu olarak devam edecektir.

Teknoloji ve iletişimdeki ilerleme,maddenin ötesine geçme,maddeyi bitiren diğer bir sebeptir.Madde her şey değildir.
Varlığın sebebinin varlık sahibi olmayanlara sahip olmaktan geçtiği açıkça görülmüş oldu.Paylaşımlar,ortaklıklar,pastadan herkesin faydalanması ön plana çıkmış oldu.
Madde ilahının yapılan kulesi çatırdamaya başladı.
Bu insanlığın aslına,ruhuna dönüşünün bir göstergesidir.
Maddenin bir amaç değil bir araç olduğu,rahat ve huzurun sebebi olmadığı yaşanılarak,birazda fazla bir bedel ve maliyet ödenerek öğrenilmiş oldu.
Bir taraftan Rusya mâna ve ruhu kaldırırken,diğer taraftan batı onun yerine maddeyi alternatif olarak ikame etti.
İslâm dünyası ise her iki kutup arasında ezilmiş,imha edilmeye çalışılmıştır.
Ancak her ikisinin akamete uğramasıyla işler tersine dönmüş,aslını bulmuş oldu.
Materyalizmin yıkılışı insanlığın hayrına olacaktır.
Maddenin asıl olmadığı bilinmesiyle,insanlık ön plana çıktı.
Dinin zincirinden başını çıkaran insanlık,gerçekleri asırlar sonra yaşayarak, yaşatarak, ağır bedeller ödeyerek öğrenmeye başlamaktadır.
Geride kalan ise feryatlar,kanlar,kavgalar,savaşlar olmuştur.
Kominizmin arkasından materyalizmin yıkılışı,insanlık için bir müjdedir.
Müjdeler olsun!Materyalizm yıkılıyor.
MEHMET ÖZÇELİK
21-12-2011




MUHALİF VE AYKIRI BİR YAZI

MUHALİF VE AYKIRI BİR YAZI
Herkesin şikayet olarak baktığı noktaya,birde ben muhalif noktadan bakıp ve baktırmak istiyorum.
*Tv.Dört köşe bir kutu.Herkes neredeyse içerisine girecek gibi çerçevelenmiş,hayatını çerçeveletmiş..
Çerçeveye hapsetmiş.
Gözünü bir noktaya dikmiş,çevresinden habersiz,dünyaya açılamıyor.
-Oysa dünya ona açılıyor.Tv dünyayı kendisine açıyor.
İçine kapanık veya gerçek anlamda içine dönük.
Saatlerce geçen zaman..Ne yeme ne uyku hiç aklına gelmiyor.
Birde bakmışsın saatler geçmiş.Oysa eve ekmek almak meselesi olsa,-vaktim yok,siz gidin-der.
*İnternet mi?
Tatlı belâ.Püsküllü mü püsküllü…
Bir zamanlar tek bir tv-ye mahkum olanlar,uyduyla binlerce kanala sahipler.
İnternette ise yüz binlerce siteye hakim.
Dünyayı download-layabiliyor.
Dünyaya download-lanabiliyor.
*Cep telefonu ise;içten içe,en içe geçiş.
Tv-ile dünyayı evimize,internetle odamıza,cep telefonuyla da dünyayı cebimize ve elimize taşıdık.
-Tenkidlerimizi arttırabiliriz.Belki kendi penceremizden görülenler açısından doğrudur da…
Ancak bu acziyetin ve ulaşamamanın bir feryadıdır.
Her şey için genel ölçü,mecellenin şu ölçüsüdür;”Eşyada aslolan ibahedir.”
Yani varlıklarda esas olan helallik ve meşruluktur.
Tıpkı akidle yapılan işlerle,akitsiz yapılan işler arasındaki farklı farklar gibi.
Akidsiz olunca hırsız,zinakâr olması gibi.
Arizi durumlar hükümleri de değiştirmektedir.
-Sayılan bu teknolojik aletler;medeniyetin ve medeniyete giden yolun birer kapısıdırlar.
Zaten medenilik,şehirliliktir.Köyün dar kalıp ve dar düşüncelerinden kurtulmaktır.
Şehrin dar düşüncelisi köylü sayılırken,köyün geniş düşüncelisi de şehirli sayılır.
İlmin son sürat yükselişine vesiledir bunlar.
İnsanın dağınık dünyayı,bir noktaya odaklaması ve insanın odaklanmasıdır.
-İnsan neden büyüktür?
Allah neden insan kalbi için:”Ben yer ve göğe sığmam,mü’min kulumun kalbine sığarım.”buyurmuştur.
Zira kalb;İlâhi bir tv,bir monitör,bir cep telefonu,bir uydu ve bir radardır.
Bir insanı binlerce insana,sayısız varlıklara bağlıyor,kendi kapsam alanına alıyor.
Bir-lere değil,bin-lere ulaştırıyor.
Rabbiyle 18 bin alem arasında uydu görevini görüyor.
Bunlar medeniyetin binlerce yılının mahsulatıdır.
Allah’ın alim isminin bir tezahürüdür.
Dünyayı bir oda,bir köy haline getiren bu medeniyet, insanın ayağına dünyayı ve dünyaları getirmektedir.
Mesele seçmek sürçmemek,süzmek sönmemektir.
Evini sağlam yapmayanlar,yağmura kızıyor.
MEHMET ÖZÇELİK
03-04-2013




MISIR

MISIR
Mısırlı filolojide okumuş akademisyen bir zat konferans için Adıyaman-a gelmişti. Mısır hakkında öğretmenler olarak genel bir kaç soru sorduk. Aldığımız cevaplar ilginçti.
*Mısırın şu andaki hali nasıldır?
Bir güç kavgası var. Dış ve içte ittifaklarla yıpratma var.
Kıptiler eskiden beri olduğu gibi,şimdide güçlüler.Dış güçlerle iş birliği yapmaktadırlar.
-Türkiye-de ki gibi, gerek azınlıkların ve gerekse de Ergenekon çatısı altındaki tüm menfi grubların birleşerek aynı tarzda hareket ettiklerini görmekteyiz.
Bir el aynı merkezden tüm İslâm dünyasını istediği gibi şekillendirmekte ve istediği hedefe yönlendirmektedir.
Arap ülkelerinin bu gün geldiği durumu biz 1950-lerde başlatmış olmamıza rağmen,büyük bir yol aldığımız söylenemez.
*İslâmi cemaatler var mı,durumları nasıldır?
İslâmi cemaatler çok olmasa da varlar. Ancak onlarda birbirleriyle anlaşamıyor. Birbirleriyle kavga halindeler.
-Mısırdaki bu tablo anlatıldığında,Türkiye-nin özellikle 1970-lerdeki durumuna çok benzediğini gördük.
Aynı durumun tüm İslam ülkelerinde de cereyan ettiğini söylemek hiç de zor olmasa gerek.
*Şianın etkisi nedir?
Şianın ve İranın orada pek etkisi yok. Ancak Türkiye-de görüldüğü gibi,yeni yeni gündeme gelmeler ve kendini göstermeler olmaktadır.
*İsrailin etkisi nedir?
Eskisi kadar olmasa da hala devam etmektedir.Her hafta meydanda yapılan protestolarda onlarda bulunmaktadır.Hatta bir müddet önce elinde Mursi-yi ve Mısır yönetimini protesto eden bir İsrail ajanı yakalandı.
*Mısırın Gazze kapısı açıldı mı?
Mısırın Gazze kapısı açık. Yardımlar yapılıyor.
*Medrese eğitimi var mı?
Köylerde hala medrese eğitimi yapılan yerler var.Oralarda kısmi olarak sürdürülmektedir.
*Risale-i nurlara halkın bakışı nasıl? Haberdarlar mı?
Arapçaya basılmış,okunulmaktadır. Tanınmaktadır.
*Medyanın durumu nasıldır? Müsbet mi menfi mi?
Türkiye-deki diziler çoklukla izlenmektedir.Her evde hemen hemen uydu kanallarıyla Türkiye-deki dizilere rağbet çoktur.
Tıpkı sizdeki medya gibi,bizde de müsbet medya dengelemektedir.
*Dini eğitim,İmam Hatip ve İlâhiyat gibi eğitim okulları var mı?
Dini eğitim,dini tedrisat kreş döneminden itibaren verilmektedir.
İmam-Hatip ve İlâhiyat tarzında bir dini eğitim okulu yok.
Sadece Ezher Üniversitesi bu manada bir eğitim vermektedir.
Ezher üniversitesinin de şu an Türkiye ile denkliği kabul edilmiş durumdadır.
*İnsanlarda dünyevileşme oranı nedir?
Önemli çapta dünyevileşme söz konusu olmaktadır.
-Bizdeki mücahidlerin mütait olması gibi…
*İhvan-ı Müsliminin durumu nedir?
İktidardan önce büyük çapta teveccüh vardı ancak şimdi o kadar değil. Menfaatlar ön plana çıkmakta,samimilik tartışılır durumdadır.
*İttihad-ı İslâm konusunda Mısır-da durum nedir?
Türkiye-deki gibi revaçta değil.
-Belli ki şu an Mısır kendi derdinde. İslâm ülkelerinin derdiyle dertlenmeye daha zaman var.
-Mısır İslâmın zeki bir evladıdır. İngilizlerin siyaset tarzını ders almış,usta bir millettir.
İnşaallah kısa sürede İslâmın bayrağını dalgalandırmada önemli roller üstlenir.
17-02-2013
MEHMET ÖZÇELİK




MU’CİZELER VE SIRADAKİLER…

MU’CİZELER VE SIRADAKİLER…
Mu’cizeler peygamberlerin tasdikidir.
Peygamberleri doğrulayan onların insanlara karşı belgeleri durumundaki mucizelerdir.
-Bu memleketin ayrık otları durumunda olan kişiler,sırf mucizeyi kabul etmemek için inkâr ediyor ve arkasından inkârına tekellüflü,akıl ve mantık dışı deliller aramaya çalışıyorlar.
*”(Resûlüm!) Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse (yadırgama); gerçekten, senden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalancılıkla itham edildi.”
*40 alimi bir delille yendim/Bir cahili 40 delille yenemedim.
-Kur’an-ı Kerim-de peygamberlerin gösterdikleri mucizeler o kadar açık ve nettir ki, yoruma bile gerek kalmamaktadır.
Cenab-ı Hak (c.c), Neml suresi 12-14. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor:
12-“Hem elini koynuna sok; Fir‘avun’a ve kavmine (gönderilen) dokuz mu‘cizeden biri olmak üzere kusursuz, bembeyaz (parlayan ve ışık saçan bir el) olarak çıksın! Çünki onlar bir fâsıklar topluluğu oldular!”
13-İşte mu‘cizelerimiz onlara (hakikati) açıkça gösterir bir şekilde gelince: “Bu apaçık bir sihirdir” dediler.
14-Kendileri de bunlara (bu mu‘cizelerimize) kat‘î olarak inandıkları hâlde, zulüm ve kibir yüzünden onları inkâr ettiler. Ama bak, o fesad çıkaranların âkıbeti nasıl oldu!
Ve devamı 15-19.ayetlerde mucizeler anlatılmaktadır.
Peygamberlere Allah’ın izniyle ,mucizeler verilmiştir.
Peygamberimizin mucizeleri;Miraç ,Ayın ikiye bölünmesi dir.
-Hz.İsanın mucizeleri, Hz.Musanın mucizeleri, Hz.Davudun mucizeleri, Hz.Süleymanın mucizeleri, Hz.Salihin mucizeleri, dir.
Her peygamber aslında bir mesleğin piri olmalarıyla da beşeriyetin önüne mucize yoluyla bir çığır açmıştır.
************
İlk nazil olanın surenin Fatiha olduğu görüşü zayıf bir görüştür.
“Âyet itibariyle ilk nâzil olan “İkra’ın başından Malem Ya’lem”e kadar beş âyet olduğu şüphesizdir. Sonra Müddessir’in başı veya Nun Velkalem’dir. Tam sûre olarak Fatiha’nın nüzulü ilk olarak gösteriliyorsa da Beyhakî’nin, bu rivayeti mürseldir. Hadîsin senedinden sahabe düşmüştür. Câbir Bini Zeyd de evvel nâzil olan “İkra’ sonra Nun Vel-kalem, sonra Müzzemmil, sonra Müddessir, sonra Fatiha sûresi” olduğunu iddia etmişti. Kur’an’da da bu sıra ile işaret olunmuştur.”
Sebebine gelince,mantıken de anlaşılır ki; -Eğer Fatiha önceden nazil olmuş ise;Neden –oku –emri geldiğinde peygamberimiz ben okuma bilmem desin?Eğer önceden ayet gelmiş ve okuyor idiyse….
-Neden korku,telaş ve heyecana kapılıp eve gelerek hanımı Hz.Hatice-ye,-Üzerimi ört,üzerimi ört-desin?
-Surelerin sıralanışı ilk gelmesi itibarıyla değil,Cebrailin yerlerini belirtmesi iledir.
*****************
SIRADAKİ…..
Soldaki elemanlarını aldığı yaradan dolayı içe çeken Ergenekon,B planı olan elemanlarını sıraya ve devreye koymuştur.
Kaypak olan zemin,eksen bozukluğu,dini kişiliğin oturmaması da bunu adeta mecbur kılmaktadır.
Tıpkı darbeci Kenan Evren-in dediği gibi ki;Bir sağdan astık,bir soldan…
Ne yani!Asmayıpta beslesemiydik!!!
-Ergenekon avı sırasında ümüğü sıkılan,ağzının fermalı kapanan birkaç dini ot-o-riter birden bire susuverdi!
-1980 öncesi furyasında önce kominizm,sonra da İran siyasi rüzgarı ve tehlikesi devredeydi.
Şimdilerde ise,iran zihin ve düşüncesi yani Şiilik ekilmeye çalışılmaktadır.
-O zaman iranın dini lideri Humeyni devredeydi,şimdi ise Mustafa İslamoğlu-nun pederi emekli vaiz Ahmet İslamoğlu-nun oğlu için yazdığı reddiyede de söylediği gibi;Tüm odası iran kitaplarıyla dolu,Humeyninin birinci adamı….-gibi..
Yenilir yutulur cinsden olmayan ağır ithamlarla şeytani oyuna dikkat çekiyor.
Dünkü tehlike Humeyni idi,şimdi ise çömezleri…
-Toplum fikren çözülmeye çalışılıyor.
******************
Bir gün bir arkadaş Mustafa Öztürk nasıl bir adamdır,dedi?
Acele etmedim,hissi davranmak istemedim,susup ihtiyatla yaklaştım.
Daha sonra İstanbul emekli vaiziyle habertürkteki sohbetini indirip izledim.
Emekli vaiz yumuşak bir ifadeyle bazı görüşlerine özellikle katılmadığını ifade ediyordu.
Daha sonraki bir konuşmasında Said Nursi ve Cevşen gibi konularda ileri geri konuşması,ölçüsüz çıkışları haddini bilmezliğinin bir göstergesi olarak kendisini göstermiş oldu.
Demek ki bu adam Sıradaki adamdı.
-Kendisini ne aşırı ne gelenekçi,ikisinin ortasında göstermeye çalışıyordu.
Geçmişi gelenekçilikle itham edip,basite irca ederek sulandırıyordu.
O da belli ki İslamoğlu-nun dümen suyundaydı.Aynı ağzı biraz daha masum görüntüler içinde göstermeye çalışıyordu.
-Mesela anlaşılmayan bir nokta şudur ki;Bir iddia da,cevşenin şimdiye kadar gün yüzüne çıkmamasının sebebi olarak;Hz.Ali silsilesinden ve şia alimlerince nakledilmiş olması gösterilmekteydi.
Şu anda bu şia taraftarı olanlar cevşeni neden tenkid ediyorlardı?
Bu bir tezad değil midir?
O halde mesele cevşen olmayıp,cevşeni öne çıkaran nurlu cemaat hedef alınıyordu.
Toplum dün olduğu gibi bu günde,kokmuş ve kokuşmuş heveslere itibar etmemektedir.
Ondandır ki,bir kısım ilahiyat mensubu,isminin başında simgesi olanlar,güvenilirliğini yitirmiş,toplumu ikna edememiştir.
Yapılanlar toplum cami ve camiasını değil,kendilerini kirletmişlerdir.
Toplumdaki ayrık otları bu İslam bahçesinin gücünü biraz alsa da,meyve vermesine engel olamamıştır.
-Sürekli ihtilafi konuları gündeme getirip,gündemde kalmaya çalışan insanlar;seviyeli insanlar değillerdir.
Geçmişte konuşulup çöpe atılan,ulemanın itibar etmediği görüşleri ortaya atanlar, muteber değillerdir.
Engelleyici görüş,destekleyici görüş değildir.
İmam Hatipler ve İlahiyatlar bulandırılmaya,yaralanmaya çalışılıyor…
-O kadar ittifaki noktaları kör olup görmemek,ilim meclislerinde ve hususi dairede konuşulacak hususları toplumun önünde konuşmak basiretli ve ilmi bir çıkış değildir.
-En önemli çıkış noktası ise;aklı ön plana çıkarmak,doğruluğunun kendi aklına göre ölçümlendirilmesidir.
Ancak o aklın da akıl olması gerekir.
Nitekim bu zat Ye’cüc-Me’cüc konusunda ilk defa farklı ve mantıki yorum getiren Bediüzzamanın;onların anarşistler – olduğu görüşünü benimsemektedir.
Bir müddet toplum bununla ve görüşleriyle meşgul edilip tarihin mezarına gömülecektir.
-Peki bundan sonra sıradaki kim?
Sıradaki gelsin!!!
MEHMET ÖZÇELİK
16-09-2014




MİT NER (E) DE (YDİ) ?

MİT NER (E) DE (YDİ) ?
Mit sol’da mı sağ’da mı,orda burda mı?
Ancak herhalde pek merkezde değil!
İş- in içinde mi dışında mı?
Mit neden 1960-dan beri gerçekleşen darbelerde engelleyici bir rol oynamadı?Darbelerin içinde miydi?
1980 ihtilalinin olmasında,kaosun oluşumunda hangi pozisyonda idi?
Kaosu önlemede pek önemli ve ciddi bir katkısı olmadığı tam bir gerçek olarak görülmektedir.
Zira ihtilalden sonra kaosun biçak kesilir gibi kesilmesinde aktörler geri mi çekildi yoksa o aktörler bildirilip yakalanması mı sağlandı.
O halde neden bu önceden sağlanmadı?
İstihbarat işi yapan mit-in yoksa haberi mi yoktu?
*28 Şubatın neresindeydi?Tertipçileri engelleyip,gerekli mercilere bilgi verdi mi,yoksa onlarla beraber mi oldu?
28 şubatın içinde miydi, dışında mıydı?
*Jitem var mı yok mu,bir türlü halk bilmesine rağmen,resmi devlet,ordu da dahil,hep yok dedi.
Mit ne dedi?
Hiçbir şey demedi mi?Çünkü bir türlü devlet var demedi.Bu mitin görüşümü idi?
Neden bildirmedi?
Acaba bilmiyor muydu?
*Mit sola mı yakın sağa mı?
Ortada olmadığı gerçek…
*Kck’nın üst düzey yöneticisi durumuna gelmiş bir kişi,eğer mit elemanı ise;acaba içinden mi yoksa içten haber vermek için mi?
Eğer haber vermek için ise;neden şimdiye kadar kck hakkında büyümesi durdurulmadan beklenildi?
*Apo’nun mit elemanı olduğu,mit tarafından desteklendiği gibi iddialar ve eşi Kesire Öcalan-ın bir mit elemanının kızı olduğu artık bilinmektedir.
Kemal Berkay-ın dediği gibi,pkk-yı mit mi kurdurdu?
Daha sonra onu devre dışı bırakmak düşüncesiyle Hizbullahı da mit mi kurdurdu?
Veya bu iki zıt kutbu kurdurup kavga ve kaos ortamı oluşturarak darbeye zemin oluşturulmada çalışıldı mı?
*30 yıldır bitirilemeyen pkk meselesinde mit ne kadar bir çözüm üretmiş yoksa üretememiş yayılmasında ihmali mi olmuş?
Pkk-nın doğup gelişmesinden,kök salıp dal budak salmasına kadar gelişme sürecinde mit neredeydi?
*Mitin içinden gelen bir kişi olmamasına rağmen Başbakan ve millet tarafından güven kazanmış olan Mit Müsteşarı Hakan Fidan devre dışı bırakılmaya mı çalışılıyor?
Son günlerde daha net olan haber almadaki kusurlar acaba Hakan Fidan-ı içine sindiremeyen mit içindekiler tarafından sindirememe çabaları mıdır?
*Son on yıldır ortaya çıkarılan ve özellikle emniyetin gayretiyle ortaya çıkan yüzlerce suç örgütlerinin oluşumundan mit haberdar değil miydi?
*Mit ergenekonun neresindedir?
Ergenekonun mit-e uğramaması ve destek bulmaması elbette mümkün değildir.
Kaşit Kozinoğlu bunun kilit adamı idi ve öldürülerek susturuldu.
Onu destekliyor mu?İçinde ordudaki bir kısım cunta ekibi gibi destekleyenler var mı?
Yok demek saflık olur.
*Mit yapılan onca faili meçhullerde,meçhullerde miydi,malumunda mıydı?
Mit Türkiye-de oynanan oyunlardan ne kadar haberdardır?
Orada da rejimi koruma uğruna pkk gibi menfi insanlara ve topluluklara destek olunup,göz mü yumuluyor?
*Mit-de de bir şeffaflaşma olacak mıdır?
*Bütün bu sorular ve haberler mit-i yıpratmak için değil,üzerindeki tozları ve şaibeleri gidermek içindir…
Elbette her kurumda az da olsa menfi insanlar bulunur.Hepsini aynı katagoride değerlendirmek insafsızlık olur.
Ordu gibi mit-de içindekileri cunta yanlısı olanlar ortaya çıkarılmalı,irin torbasına dokunularak irin deşilmeli,millet rahatlatılmalıdır.
40 yıldır kavgadayız ancak kimse niçin kavga ettiğini bilmemektedir.
Burada bilgi kirliliğinin ve de bilgisizliğin hiç mi suçu yoktur?
*Bu iddia çok konuşulacak hatta mit ve tsk-yı bitirecek bir iddiadır:
“Prof. Dr. Sedat Laçiner İsrail’in TSK ve MİT’e sızdığını iddia etti. Prof. Laçiner yayınlanan son kitabı “Dışımızdaki PKK İçimizdeki İsrail” isimli kitapta en stratejik kurumlar olan TSK ve MİT’e girmeyi başarmış ayrıca PKK ile de ilişkisi olan İsrail’i anlatıyor.”
Bu iddia şu iddiayı tetiklemektedir;
Mit-teki İsrail tsk-daki ergenekonu kurtaramayınca,Mit-deki ergenekonu kurtarmak için harekete geçti.
BİR HATIRA:
1980 yılının başları idi.Kayseri-de öğrenci olarak bulunmaktaydık.
Zekimi zeki,hareketli,bilgili idi. Adını Abdullah olarak tanıtan Malatyalı bizden birkaç yaş büyük olan bu yakışıklı gençle ben ve şu anda akademik kimliği olan bir arkadaşım kısa zamanda bizimle irtibat kuran bu kişiyle arkadaşlığımızı başlattık.
Fikir bakımından da bizden farklı düşünmüyordu.
Arkadaş ve ben sırf İngilizce öğrenmek için yanına gidiyorduk.Faydalı da oluyordu. Bizim bu zaafımızı bilip,bize öğretmeye de çalışıyordu.
Bekâr olup,evde tek başına kalıyordu veya bize öyle söylüyordu.
Birkaç ay sonra Malatyalı dostların uyarısı ve o kişinin bir mit elemanı olduğunu söylemesi üzerine,kendisine artık şüpheli baktık ve gidişimizi azaltmaya başladık.
Bizim bu durumumuzu sezen,sonradan adının Abdullah da olmadığını öğrendiğimiz bu şahıs aniden ortadan kayboldu.Bir daha da bu kişiden haber alamadık.
Yoksa Mit-de mi fişliyor?
Fişlemediğini mi zannettiniz?
MEHMET ÖZÇELİK
10-02-2012




MİSYONER İMAMLAR

MİSYONER İMAMLAR
Misyonerler özellikle İngilizler her alana el atmışlardır.
İngiliz casusu Hempher-de bunu itiraf etmektedir.
-1.bin yılda Avrupa hristiyanlaştı.
2.bin yılda Afrika
3.bin yılda hedef asya dır.
“Şimdi (2006) 68 yaşında olup, uzun yıllar Heybeliada’da ikamet eden Ali Durmuş anlatıyor:
1971 yılında küçük kardeşim, Fatih İmam Hatip Lisesinde okurken, velisi olarak okula gitmiş ve öğretmeni ile görüşmek için okul bahçesinde beklemekteydim. Oradan Balat’taki Patrikhaneyi seyrederken ürperdim. “Ne hayalet bir bina! Küfrün merkezi burası olmalı!” diyerek kendi kendime azıcık yüksek sesle vah vah demişim. Az ilerde bir bankta oturan 90 yaşında ak sakallı, gün görmüş ihtiyar bir zat benim sesimi işiterek, bana; “Evlâdım neden vahlanıyorsun?” diye seslendi.
Patrikhaneyi göstererek, “Bu hayalet binada kim bilir ne kadar casus vardır.” dedim.
Ak sakallı amca; “Evlâdım bu ne ki?.. Ben bu gözlerimle gördüm, bu kulaklarımla işittim. Ben Süleymaniye Câmisinin cemaatindendim. İngilizlerin İstanbul’u işgal ettiği günlerdi. Bizim 20 yıllık imam efendi, yani Süleymaniye Câmisinin imamı, başında sarığı, cübbesi ve uzun sakalları ile bildiğimiz imam ortadan kayboldu. Kime sorsak hiç kimse bilmiyor. “İmam efendi nereye gider!” diye cemaat merak içinde idi. Bir iki ay sonra öğle namazını kılıp bahçede oturduğumuz bir günde, bir manga İngiliz askeri, önlerinde yüzbaşıları ile birlikte çıkageldi. Ellerinde tüfekleri ile sağa sola dikkatlice bakarak kontrol ediyorlar, herhangi bir saldırı olmasın diye. Önlerindeki yüzbaşı yüksek sesle seslendi: “Ey Cemaat! Beni tanıdınız mı?”
Kimseden bir ses çıkmayınca, bir müddet sonra tekrar; “Ey Cemaat beni tanımadınız mı?” diye seslendi. Tanıyan çıkmamıştı. Bir müddet sonra başındaki askerî miğferini çıkarıp cemaate karşı; “İşte ben 20 yıllık imamınız!..” deyince, herkesin aklı başına geldi ve onu tanıdık. Dedi ki: “Ben bir İngiliz yüzbaşısıyım. Vazifem bitti, şimdi gidiyorum. Şunu da söyleyeyim, sizin dininizi biliyorum, benim arkamda namaz kılanlar namazlarını iade etsinler.”
Ve geldiği gibi manga askeri ile çekip gitti. Kim bilir bunun gibi kaç casus daha vardır…”
*”Hartford Seminary Papaz Okulu’dur. 1833’te kurulmuştur. Bu okulda hem Hıristiyanlık eğitimi ve papaz yetiştirmesi yapılmaktadır. Aynı zamanda bu okulda “Müslümanlık” eğitimi verilmekte ve imamlar yetiştirilmektedir. Burası en eski misyoner okuludur.”
*“The Muslim World dergisi” , 2006 yılında bu dergide şöyle bir haber yayınlanmıştır.
“Hartford Seminary papaz okulunun öğretim üyesi olan Bayan İngrıd Matson, bu okulda başı kapalı olarak görev yapmakta ve söz konusu dergide yazılar yazmaktadır. İşte bu bayan 2006 yılında Amerika’daki Müslümanların en büyük kuruluşu olan, İslamic Society of North America‘nın (ISNA’nın) yani İslam şurasının başkanlığına getirildiği dikkat çekici…
AFGANİSTAN’DA, IRAK’TA ABD ADINA BEYİN YIKAYAN İMAMLAR DA MI BURADAN YETİŞMİŞTİR?
ABD’nin Müslümanlara yönelik “sahte imamlar“ görevlendirme programları vardır.
Özellikle ABD ordusunun, Afganistan ve Irak’ta zulüm ve işkencelerini yaparken, Müslümanların cihad direnişini kırmak için, hapishanelerde tutsakların beyinlerini Kur-an‘ı Kerimden ayetler ileri sürerek beyin yıkayan özel yetiştirilmiş “gâvur imamlar” ve din adamları görevlendirilmişti.”
-Salman Rüşdi-nin yazdığı –Şeytan ayetleri- bunun çirkince bir denemesidir.
“Salman Rüşdi’ye İngiliz Kraliçesi tarafından şovalyelik nişanı verildi. 1988 yılında yayınlanan Şeytan Ayetleri romanı özetle Hz. Muhammed’in okuduğu Kuran’a şeytan tarafından putlara övgüler karıştırıldığı iftirasını içeriyordu. Dolayısıyla ödül müslüman ülkelerin büyük tepkisine neden oldu. Pakistan ve İran’ın İngiltere büyükelçileri ünvanın verilmesini kınadılar. Malezya ve Pakistan’da protesto gösterileri düzenlendi, Rüşdi’nin kuklaları yakıldı. Hatta Rüşdi hakkında Ayetullah Humeyni’nin verdiği ölüm fetvasını hatırlatanlar oldu.”
*”Milli İstihbarat Teşkilatı, bilgi notunda Türkiye’deki C5 yapılanmasının faaliyetleri ve sızma girişimleri hakkında şu bilgileri aktarıyor: “Başbakanlık Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı- ABD merkezli misyoner organizasyonlarda kendilerine “Müslüman Hıristiyanlar” adı da verilen C-5’ler hakkında, ayakkabılarını kapıda çıkardıkları, ellerini ayaklarını yıkadıkları, dizleri üstüne çöküp başlarını yere koydukları, Arapça ilahiler okuyup günde beş vakit namaz kıldıkları, Pazar günleri değil Cuma günleri ibadet ettikleri, diğer Müslümanlara benzedikleri, ancak onlardan farklı olarak İncil’in Tanrısına ibadet ettikleri, İsa Mesih’e inandıkları… Mezkur grubun girişimleri neticesinde 100.000’den fazla Müslüman’ın İsa Mesih’e 100’den fazla camide ibadet ettiğinin belirtildiği yönünde bilgilere ulaşılmıştır.”
*Bir dostum Gümüşhane-nin Kelkit köyünde 7 yıl imamlık yapan bir misyonerin 7 yıl sonra insanlara;
“Ben sizin iyiliğinizi çok gördüm.Ben hristiyanım.
Şimdiye kadar kıldırdığım 7 yıllık namazlarınızı kaza edin.”demiştir.
*”İngilizler[Only Registered Users Can See Links] Türklerden bazı satılmış aileler bularak misyonerleri küçüklükten itibaren onların yanında bir Türk çocuğu gibi yetiştirmişler ve bunlardan bazıları cami imamlığı[Only Registered Users Can See Links] medrese müderrisliği yapmışlar ve hatta Hariciye Nazırlığına kadar yükselebilmişlerdir. Bunlar arasında Bektaşi tarikatına girip post sahibi olanlar bulunmaktadır.”
-Batı dünyası ve başta İngiltere İslam dünyasını karıştırmak veya temelleri olan inanç noktasından vurmak için dini alana da önemli çapta el atmıştır.
Bir yandan ılımlı İslam,diğer yandan da sürekli tartışma konularını gündemde tutarak, ihtilafları körüklüyor.
Bu gün ilahiyatların bir kısmı-başta Ankara ilahiyat olmak üzere- ve imam hatipler tartışılıp tarihin çöplüğüne atılan hususları tekrar yeniymiş gibi gündeme getiriyor,İslama doğrudan hizmet yerine,ayrık otlarıyla uğraşmaya mecbur bırakılıyor.
İslam dünyasına sürekli ayrık otları ekilip,beslenip destekleniyor.
Yüz sene önce islamı kaldırma çabalarının sonuçsuz kalması sonucu bu gün,İslam sulandırılıyor ve bulandırılıyor.
MEHMET ÖZÇELİK
25-09-2014




MISIRDA DARBE

MISIRDA DARBE
Yarım asırdır Mısır-ı despot bir yönetimle yöneten,bereketsiz Hüsnü Mübareğin gitmesiyle yerine gelen Mursi,bir yıl içerisinde kendisinden beklenen bir asırlık boşluğu dolduramaması ordunun darbesine davetiye çıkardı.
Bir yıldır rant musluğunun suyu azalan ve kesilmesinden korkan rant çevresi ve derin devlet darbe yaptı.
Mısırı soyut olarak değerlendirmek eksik olur ve anlaşılmaz.
Bizdeki 1960 darbesini yaşayan mısır,yine bizdeki çapulcu ve ordu birleşmesiyle 1971 darbesini gerçekleştirdi.
Bizdeki Özal sonrası Mesut Yılmaz döneminin kısır yönetimini yaşamaktadır.
Bizdeki 1997 28 şubatın benzeri olan farklı kesimlerin ittifakıyla siyasi İslamcı olarak görülen Mursi,sessiz darbe ile seçilmiş bir cumhurbaşkanı olduğu halde,kendisi ve üç yüzden fazla yakınları göz altına alındı.
Darbeler dönemi bitmedi.Rehavete gelmemek gerektir.
Mısırdaki darbe girişimi tıpa tıp ve bire bir önce şimşeğini Taksim Gezi parkı olaylarıyla bize çarptı.
Sarstı ancak yıkamadı.On buçuk yıllık ekonomik,siyasi,toplumsal başarıların arkasındaki toplumsal destek onu ayakta tuttu.
Ordunun içerisindeki Ergenekon uzantıları temizlenme yoluna gidildi.Belli yerler kontrol altına alınıp,polisin başarıları darbeyi durdurdu.
Mısırda bunlar olmamıştı.
Ortadoğunun iki büyük devleti olan Türkiye ve Mısırın gelişmesinden rahatsız olundu.
Bizdeki gibi mısırın çapulcuları devreye konularak yeni atılacak adımların önü tıkandı ve yeni boyunduruklar devreye konulacaktı.
İmf-ye başvurulacak,anayasa rafa kaldırılacak,çapulcuların teklifleri uygulamaya konulacaktır.
Mısırı Türkiyeye kıyasla,Mursinin İslami görünümünü kısır laiklikle yorumlayanlar, mısırı ve dünyanın gerçeklerini bilmeyenlerdir.
Aslında İhvan-ı Müslimin bu ayak oyunlarına karşı ve siyasi entrikalar karşısında deneyimli olmasına rağmen,-bir yıl gibi az bir süre olsa da- kendisini garantiye almadı.
Menderesin iyi niyeti gibi,darbe yapılacağını düşünmedi.
Oyun kirli oyundur.
İslamın zeki bir evladı olan Mısır,inşallah bizdeki 28 şubat sonrası gibi liderini ve birliğini oluşturacaktır.
Avrupa bu darbe karşısında cılız ve sessiz kaldı.
Her zamanki gibi sınıfta kaldı.Aslında istediğini elde etti.
Darbeden Suriye,İsrail,Arabistan,Avrupa,Amerika,İran farklı şekillerde memnun göründü.
Arabistanın anlaşılması zor gibi görünmektedir.Oysa selefi olan Arabistan, mısırın siyasi İslam ihraç etmesinden ve zamanla kendisinden de halkının hesap sorma yolunun açılmasından korkmaktadır.
Bir asırdır sefalet içerisinde yaşayan mısır halkı,bu darbeyle ümitlerine de darbe vurulmuş oldu.
Aslında bu darbe insanlığa vurulmuş bir darbedir.Şimdi herkesin rengini ve tavrını ortaya koyma zamanıdır.
Bizdeki darbeci zihniyet hemen kusmuklarını kusmaya başladı bile…
Burnunuzu kapatın!Ne kadar pis kokuyor değil mi?
İnsanlar değişse de zihniyet değişmiyor…
Bir asır önceki –islam terakkiye manidir-düşüncesi farklı yorumlarla hala devam etmektedir.
İrtica ve şeriat geliyor yalanları ve yaftaları hala sürdürülüyor.
Ortadoğu ve İslam dünyası İslami hassasiyeti olanlarla olmayanların ayrıştırıldığı yola itilmektedir.
Ortadoğu büyük bir ateşin içine çekilmeye çalışılıyor.
Dünya değişmesine rağmen,bir asır önce başa getirenlerin kalıntılarının sıkıntısı devam etmektedir.Tıpkı bizdeki kalıntılar ve döküntüler gibi.
Mezarı müteharrikler…
-Bir kişi bile olsa haklar gözetilmeli.
Ortadoğu bir asırlık hürriyet hasretini gözü görmez bir şekilde ölçüsüz ve yersiz olarak kullanmaktadır.
Hakkını haklı olarak değil,hürriyet hasretini çapulculukla elde edeceğini düşünmektedir.
Osmanlı güzel modeldi.
Gayrı Müslimlere kendi mahkemelerini bile açmaya müsaade etmiş,isteyene istediği yerde mahkeme olma hürriyetini vermiştir.
Bir asır önce gasbedilen farklı kesimlerin hakları,haksızlığa mahal vermeden,su-i istimale yol açmadan verilmelidir.
MEHMET ÖZÇELİK
04-07-2013




NE ZAMAN???

NE ZAMAN???
-İnsan ne zaman yanmaz?
İbrahim gibi teslimiyet içinde olup,korkuyu içerisinden attığı zaman.
-İnsan ne zaman boğulmaz?
O’na yönelip,O’na sığındığı zaman.
Okyanuslarda yüzüp gezeni,damlalar ancak topuklarını bile ıslatmaz.
-Kimler yenilmez?
Davud gibi gerçek gücü bulup,O’na dayananlar.
Demiri hamur gibi yoğuranlar.
Demirin ezdikleri değil,demiri ezenler olduktan sonra…
O’nu bulan neyi kaybeder ve O’nu kaybeden neyi bulur…
-Kimler ölmez?
Hayatı ve hayatın hayatı imanı bulan lokmanlar.
Ölümü öldürenler,ölüme merdane göğüs gerenler ölmezler.
-Kimler yükselir?
İsa gibi bedenden tecerrüd edip soyutlanarak,her şeyiyle ruh olanlar.
-Kimler zindana girmez?
Yusuf gibi gönül bahtına taht kuranlar.
-Kimler vuslata erişir?
Yakub gibi sevenler.
-Kimler aşıktır?
Aklı olmayıp,Mecnun olanlar.
-Kimler büyüktür?
Mütevazi olup,büyük olduğu halde küçük görünen,büyüklenmeyenler.
-Kimdir alim?
Nefsini ve Rabbisini bilen.
-Kimdir müflis?
Âhirete hiçbir şeyi kalmayıp,tüm sermayesini bu dünyada bitiren,burada bırakandır.
-Kimdir Muhlis?
Bu dünyayı ve faniyi bırakıp,gözünde cennet sevdası bile olmadan,O’na talip olmaktır.
-Kimdir zamanın mahkumu?
Zamanın altında kalan..zamanın kendisini aşındırdığı kimse.Tıpkı suyun içindeki gemi değil de,suyun üzerinde yüzendir.
MEHMET ÖZÇELİK
27-02-2014




NEFSİN TATMİNİ

NEFSİN TATMİNİ
İnsan bir dakikalık tatmin uğruna,adam öldürmekte,25 yıl dünya hapsinde yatmayı kabul etmekte,yılları bir dakikaya feda etmektedir.
Âhirette göreceği de cabası…
Şeytanda öyle idi.Bir anlık kibir ve nefsini tatmin uğruna alemlerin yaratıcısına kafa tuttu.
Sınırsız bırakılan duygularını kontrollü kullanması gerekirken,kontrol dışı kullandı,kontrolden çıktı.
İnsanlar bir dokun,bin âh işit,kabilinden tam bir dolmuşluk içerisinde bulunmaktadırlar.
Kavga etmemek için değil,adeta kavga etmek için bahane aramaktadırlar.
Maneviyattan mahrum bırakılan ve de maddiyata dalarak menfi duygularla doldurulan insanlar,patlamaya hazır hale getirilmektedirler.
Dünya her zamankinden daha büyük bir buhran geçirmektedir.
Hem maddi hem de manevi bir sıkışıklık içerisine itilmektedir.
Bu bir ümitsizliğe itmek değil,fecri sadıkın evvelindeki fecri kâzib halidir.
Dünya maddi ve manevi bir buhranla beraber,bir değişim içerisindedir.
Değişimin fıtrata uygun yapılması gerekmektedir.
Türkiye hapishanelerinde 130 bine yakın insan yatmaktadır.
Bütün bunlar bir anlık nefse mahkumiyetin sonucunda bu hale düşmüşlerdir.
Kendilerini kontrol edememişler,yoldan çıkarak bir anlık gaflet sonucu kaza yapmışlardır.
Maddi ve manevi kazalar arttı.Kayıplarda büyük oldu.
Helal dairesi geniş,harama girmeye gerek yokken,insanlar bir anlık tatmin uğruna dünyalarını da âhiretlerini de heder ettiler.
Sonsuz âhiret hayatına nisbeten dünyanın bin senelik hayatı bir ân iken,insanlar o bir ân-a aldandılar.
Ruhlarını unutup,nefse mağlub oldular.
İnsanların bükemedikleri elini kırdılar.
Bükemediğin eli öpeceksin.
Cinleri temsilen iblis önce yaratılmış olmasına rağmen,Hz.Âdem-e hürmetle emredildi.
İblis mağlub olduğu Âdemin elini öpmedi,diretti ve düşmanlığını sürdürdü…
Bir anlık hata neye mal oldu,ne maliyetler çıkardı.
Hz.Âdem bir anlık tatmin uğruna cennetten çıktı,evlatlarının çıkmasına sebeb oldu.
İnsanlık tarihi harpleriyle darpleriyle hep bir anlık tatminiyetin bedelini ağır ödemekte ve de ödetmektedir.
Bu durumda ya kalbe bir yasakçı konulacak veya cezalar arttırılacaktır.
Ya kişi kendisini kontrol edecek veya devlet o insanları kontrol edecektir.
Ben buluşmak şey yani bulaşmak istemiyorum,diyerek,insanlar;-ben orucum,bana sataşma demelidir.
Hz.Meryem orucuna niyet etmeliler.
*Hadisde:”Canım kudretinde olana andolsun ki,eğer siz suç işlemeseydiniz, elbette Allah sizi yok ederdi de günah işleyip Allaha istiğfar eden ve O’nun da kendilerini bağışlayacağı bir toplum getirirdi.”
Çünkü cennet ucuz değil,cehennem dahi lüzumsuz değildir.
MEHMET ÖZÇELİK
24-11-2012




NETLEŞEN SAFLAR

NETLEŞEN SAFLAR
*Şimdiye kadar Müslümanların elindekileri alarak onlara sahib olmaya çalışan batı dünyası,bu sefer yöntem değiştirip vererek ve eski mallarını satarak ve sürekli yenileyerek hakim olmaya,mahkum etmeye,oralarda Pazar oluşturmaya çalışıyor.
Bu daha kârlı,severek bağlanma olsa gerek ki bunu tercih etmektedir.
*Bir asırdır bu milleti fakirlik ve yoksullukla avladılar.
Bu gün İslâm dünyası ise gasbedilen o özgürlük ve fakirliğin kaldırılması ve refah ve huzuru elde etme çabası içerisine girmektedir.
*Aleviler statü isteyip maaş verilmesini istiyorsa,bu durumda Nakşi-Kadiri-Nurcu-Süleymancı olanlarında aynı statü içerisinde değerlendirilmesi gerekir.
Cumhuriyetin kuruluşunda alınan azınlık hakları tekrar verilerek,tekke-zaviye ve dergahların kurulmasına müsaade edilerek buna bir çözüm bulunmuş olur.
Alevilik bir din değildir.
*Osmanlı geride ne kadar iftihar edilecek bir geçmiş bırakmışsa,Türkiye cumhuriyeti de en az o kadar utanılacak bir geçmiş bırakmıştır.
Cumhuriyet rejiminin sicili kirli ve lekelidir.
Utanç tablolarıyla dolu olup,büyük okyanus bile onları temizleyemez.
İnşaallah yeni yetişen nesil o utanç tablolarının yerine iftihar tablolarını dikecek,ecdanının günahına yaptıklarıyla kefaret olacaktır.
Yeni nesil,eski neslin keffaretidir.
*Chp Mısıra giderek hem darbe tecrübelerini anlatma imkanı bulmakta ve hem de darbe hasretini gidermiş olmaktadır.
Şimdiye kadar darbe idhal eden chp,artık gelişmişliğini ihraç etmektedir.
İhracatta bulunmakla da güçlenmeye çalışmaktadır.
*Suriyenin bize saldırma tehdidine karşı,Zaten biz 30 yıldır suriyenin pkk ayağıyla çarpışmaktayız.
Bundan sonra da suriyede sular durulmayacaktır.Esed kalsın kalmasın!!!
*Yüz yıldır Türkiye-nin hantallığı;chp-nin despotluğundan,milliyetçi geçinenlerin içi boş rejim bekçiliği,Atatürkçülük ve laiklik hastalığından kaynaklanmaktadır.
Zihninde oluşturduğu yanlış imajla,ümmetçiliğe karşı çıktığını ifade etmekte,İslamiyet ile arasına mesafe koymakta,yaşayışıyla ve düşüncesiyle onu dışlayıp,yetersiz kalmaktadır.
İslâmiyeti Türkçülüğüne payanda olarak kullanmakta,onun sayesinde gölgelenmektedir.
*Habertürk-ün miliyetçi olanları proğrama çıkarmaları üzerine adeta barış akdi imzalayan ve sitemde bulunan bu kişiler için;
-İyi ki şimdiye kadar çıkarılmamış,yoksa 70-ler yeniden hortlar,solculara meydan açılırdı.
80-den beri 70-lere dönülmemesinin hikmeti demek ki buymuş!
*Ezhere ne oldu?
Mısır ergenekonu onlara hakim mi oldu?
Bizdeki eski üniversitelerin halini aldı.
*Bediüzzaman Hazretleri’nin Hutuvat-ı Sitte’de işaret ettiği “Hile ve fitne, perde altında kaldıkça tesir eder, Zahire çıkmakla iflas eder, kuvveti söner”
*Öcalan, “Bizi istihbarat kurdurdu. Devlet korudu. Başımıza bir şey gelirse karakolun ön kapısından girip arkadan çıkıyorduk.”
Ve, “Önce Suriye Askeri İstihbaratı’na bağlıydım şimdi Cemil Esed’e” diyor.
*Haydar Baş:” Daha önce Suriye ve Ortadoğu’daki son durumu değerlendirirken Esed’in günümüzde Hazreti Hüseyin rolünde olduğunu savunan Haydar Baş, Atatürk hakkında çok tartışılacak bir iddia attı ortaya. Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş attığı twitinde: ” Türkiye cumhuriyeti devletinin kurucusu, büyük önderimiz M. Kemal Atatürk 7 yaşında Kur’an-ı Kerim’i hatmetmiş, 8 yaşında hafız olmuştur.” dedi.
Zalim olmak sadece zulmederek olunmaz,zalime ortaklık da en büyük zulümdür.
Basiret ve feraset imanın bir şubesidir.
Bu da nacak basiret ve ferasetle anlaşılabilir.

MEHMET ÖZÇELİK
03-11-2013