ZAMANDA BEDİÜZZAMAN

ZAMANDA BEDİÜZZAMAN
İnsanlık tarihine bakınız;Hz.Âdem insanlığın ilk noktası,Bediüzzaman son noktası,Efendimiz kâinatın veciz ve Mu’ciz bir cümlesidir.
Hz.Âdem kâinat kitabının önsözü,Bediüzzaman son sözü,Rasulullah O’nun sözü,tüm sözü,hep sözü,en sözü,sonsuz sözü…
Hz.Âdem insanlığın fihristesi,Bediüzzaman hatimesi,Peygamberimiz kitabın tafsilatı,manası,sonun habercisidir.
*İmandan bahsetmesiyle,İslâm sarayının içine insanları dahil edip,hayreti temaşa ile taçlandırmıştır.
İmanın odalarında bulunan esmaları tanımlaması ile,kâinattan Halıkını soran seyyahın elinden tutarak,esmanın tezahür ve tecelli odalarını seyrettirmektedir.
*Evrensel olmasıyla,sadece Müslümanların ihtiyaç duyacağı problemlere çözüm üretmemiş,aynı zamanda anarşi,sefahet,ateizm,materyalizm gibi ideolojilerin çıkmazlığını göstererek,çıkar yolu göstermiştir.
*Aklı ve kalbi barıştırmış,taraflar tarafından devre dışı bırakılan bu duyguları devreye koymuştur.
*Hayatın ve yaratılışın şifrelerini çözmeye çalışmasıyla,hayata anlam katacak hakikatların şifresini vermiştir.
*Nübüvvet zincirinin son halkasını oluşturan peygamberimizden sonra,Velayet zincirinin son halkasını oluşturmuş olmasıyla,fıkıh ve tefsir gibi,İslam alimlerinin ihtilaf ettikleri noktalara açıklık getirmiş,yapılması gerekenlerin ölçüsünü vermiştir.
“Üstad’ın duvarda asılı duran uzun bir şecere listesi vardı.Üstad her gece onların ismini zikrederek dua ederdi.Akşam bize tembih ederdi:’Hazırlanın,yarın falan yere gideceğiz’Biz arabayı hazırlar,sabahı beklerdik.Sabah olunca şecereye işaret ederek,’Bunlar izin vermedi’derdi.Şecerede ben bir kadın ismi gördüm.O da Rabiat-ül Adeviye idi”dedi.”
SADELEŞTİRME ÜZERİNE
Sadeleştirme konusunda aslında az şey söylenmedi.
Tümüyle tasvib görmeyip,bunun nur hizmetine bir darbe olduğu kanaatı oluştu.
Şu gerçeğin bilincinde olunmadı;
Risale-i Nur sadece dinin değil aynı zamanda dilin de muhafazasına çalışmıştır.
Dinin muhafazası ve de zenginleşmesinin dil ile mümkün olacağını,bunun sadece Türkiye için değil,tüm İslam dünyasının ortak bir dili olduğu gerçeğini,gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Ortak dil kavgaları da ortadan kaldırır.Bugün içte ve dışta Müslümanların kavgası,birbirlerini anlamama ve kendilerini anlatamamadan kaynaklanmaktadır.
Sadeleştirme tamamen hissi olup,Bediüzzaman yerine kişinin kendisini,kendi kapasite ve kısır seviyesiyle olaylara bakmasını getirir.
Bir defa okunur,ikincisi okunmaz.
Ben üç Mesnevi-i Nuriye-yi de okudum.
Arapçası,gayet zengin.
Abdulmecid Nurs’nin tercümesi,üstadın onayından geçmiş,bazı yerler tercüme edilmemiş ancak onlarca defa okuduğum,yüzlerce defa dinlediğim halde,binlerce defa daha tekrar edilse,yine yeni okuyor gibi tazeliğini görürüm.
Yazar adını vermeyeceğim,tercüme edilmeyenlerde dahil olan Mesnevi-yi aynı iştahla okumadım ve bir daha okuma ihtiyacını kendimde görmemekteyim.
Sadeleştirme bir şeyin asliyetini bozmadır.
Süte su katma faaliyetidir.
Ancak eserin aslı ve cümle cümle alınarak şerh ve izah yoluna gidilseydi,daha fazla yararlı ve ilgi çekici olurdu.
Risale-i Nur Kur’an dilini kullanmaktadır.
Risale-i Nurun her bir kelimesi bir kitap yazılacak derinlik ve zenginliktedir.
Sadeleştirme ise bunu kısırlaştırma,bulandırma,cemaat oluşumunu,ilmi araştırmayı ve de ibadet manasını ortadan kaldırmaktır.

*YILDIZLARI KONUŞTURAN BİR YILDIZNÂME
Allahın sadık kulu adlı üstad ile ilgili çizgi filimde tercüme edilen yıldızname çok basit düşmüş.
Ne bir ağırlığı ve ne de bir ciddiyeti söz konusu olmaktadır.

MEHMET ÖZÇELİK
17-03-2013




ZULMÜN LEŞ-KERLERİ-LİDERLERİ

ZULMÜN LEŞ-KERLERİ-LİDERLERİ
Pkk-yı kimler besledi.
İrticayı pkk-dan daha tehlikeli gören zihniyet ve mensupları.
Beşli çetenin mahsulü.
Bin yıllık islamın bayraktarlığını yapmış olan ordu,camiler kurarken,birden camisini bombalayan,i’layı kelimetullahta bulunurken,birden içinde bulunan namaz kılanları,eşleri örtülü olanları,dine bulaşmış! olanları içinden attı.Bununla da kalmadı,hiçbir hayat hakkı tanımaksızın,başka kurumlarda çalışmasına müsaade etmedi,atıldığında eşi hastanede yatarken,hastaneden çıkarıldı ve on beş gün içinde ölmesine sebeb olundu.
*Tarihte eşkiyaları ortaya çıkaran en büyük âmil,adaletsiz yönetim,halktan kopuk bir idare ve dıştan desteklenerek içi zayıflatmak amacıyla sürekli olmuştur.
Devlete karşı açılan bir bayrak! tır.
16.ve 17.yüzyıllar bunun yaygın dönemidir.
Kuralsız da olsa, devlet gibi büyük bir güce sahip olmanın gururu insanları baştan çıkarmış,keyfi hareketlere sevketmiştir.
Tarihteki “Celali İsyanları” devleti 14 yıl kadar uğraştırmıştır.
Geçmişten günümüze bu milletin en hassas ve yumuşak karnı;Şia ve ermeni olmuştur.Birini İran beslemiş,diğerini Ermenistan…
Eşkiyalığın en büyük zararı;devletin gücünü dağıtıp,toplamasını ve toparlamasını engellemektir.Onun için çoğu zamanda dış destek bulmuştur.
Her dönemde çıkmış,devleti dışarıdan ve içerden zayıf düşürerek darbeye ve yıkmaya hazır hale getirmiştir.
Tıpkı bizdeki pkk-nın içte Ergenekon,dışta ise Ermenistan,Avrupa ülkeleri, Suriye,iran, Almanya,Abd gibi devlet destekli olması gibi…
Kandırılan gençler,para vaat edilen ve Hasan Sabbah gibi cennet vadedilen insanların kandırılmasıyla oluşturulmuş bir çapulcu güruhudur.
Bütün bunların özeti;cehalet,fakirlik ve toplum ve kabile ihtilaflarıdır.
Bu üçünün olduğu yer olan doğu bölgeleri ise,tam da buna müsait bırakılmış,tetiklemeye hazır yerlerdir.
Ordunun içinde bulunan Ergenekon terör örgütü mensupları,sırf darbe yapma uğruna teröristleri beslediler.
1970-lerin sol zihniyeti buna eleman sağladı.Boşluğunu bunlarla doldurdu.
*Her dönemde kaosla oluşturulan darbe ortamları,28 şubatta da geniş bir katılımla yani en üstteki Demirel-den en alttaki işçiye kadar destek oluşturuldu.
28 Şubatı kurgulayanlar,yapanlar ve alkışlayarak maddi ve manevi destekte bulunanlar;bu milletin kiri ve döküntüsü olan bir asırlık çöplükleridirler.
Bunlar toplumu da kendi çöplüklerine çekmektedirler.
Rahmetle değil,lanetle anılacak kimselerdir.
İsrailin ortamı hazırlama planıyla beraber,Abd-nin kriptolu emriyle içteki maşaların devreye konulmasıyla oluşturulmuştur.
Menfi insanların ortak noktada buluştukları bir zemin olmuştur.
*Kader cihetiyle ise;Kader her şeyin güzel cihetine bakar.Bu da olumlu olan yönleridir.
Kimlerin ne olduğu,ne kadar samimi olup olmadığı bu ateş ve ateşleme ile ortaya çıkmıştır.
Samimi Müslümanlar için bunlar ve yaptıkları birer gübre ve gbrelemelerin yapıldığı gübrelik oldu. (Epey yaksa da…)
İnançları insanları bu ateş pişirdi ve biledi.Bir kısmını yaktı kül etti.
Hz.Âdem-den beri devam eden iman ve küfür mücadelesinin şiddetli bir safhası oldu.
Dün 28 şubatı yapıp sürdürenler,bugün zillet içerisinde hesap vermekte,içeride yatmaktadırlar.
Burada kendi illet,zillet ve mahcubiyetleri içerisinde yanmaktadırlar.
Geçmişten beri unutulmadan süre gelen Dakyanuslar,Firavunlar,Nemrudlar ve Hülâgular kafilesine,28 şubatçılarda eklenmiş oldu.
Bu lekeli tabloya zulmün lider kadrosu denilmesi layık ve yerinde oldu.
MEHMET ÖZÇELİK
28-Şubat-2013




ŞÜPHE Mİ EDİYORSUNUZ?

ŞÜPHE Mİ EDİYORSUNUZ?
“Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O’dur. Bir de O’nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz.”
Allah’ın varlığından şüphe duyanların,ahiret konusunda şüphe duymaları normaldir.
Çünkü,sahibini kabul etmiyor.
“Allah’ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapma. Eğer bunu yaparsan, o takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun.
Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini geri çevirecek de yoktur. O, hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Ve O bağışlayandır, esirgeyendir.”
O inanmayan insanlar Allah hakkında yalan söylemektedirler.Bunun karşılığı için bile olsa Allah;
“Hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açıklaması ve kâfir olanların da kendilerinin yalancılar olduklarını bilmeleri için (Allah onları diriltecek).”
Âhireti var edecektir.
*Kuranda kuşku ile alakali tahmini 20 ayet geçiyor.
2:147 – O hak, Rabbindendir. Artık şüpheye düşenlerden olma sakın!

3:60 – Bu hak (gerçek) senin rabbindendir, o halde şüphecilerden olma.

6:2 – Sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Tayin edilen bir ecel de (kıyamet zamanı) O’nun katındadır. Sonra bir de şüphe ediyorsunuz.

6:114 – Allah, size Kitab’ı (Kur’ân’ı) açıklanmış olarak indirdiği halde, ondan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine kitap verdiklerimiz, o Kur’ân’ın, gerçekten Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O halde sakın şüphe edenlerden olma.

9:45 – Senden izin isteyenler, olsa olsa Allah’a ve ahiret gününe inanmayanlar olabilir. Onların kalbleri hep işkillidir. Bundan dolayı şüphe içinde bocalayıp dururlar.

10:94 – Sana indirdiklerimizde herhangi bir şüpheye düşersen, senden önce kitap okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olma!

10:104 – De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimde bir şüpheniz varsa, şunu bilin ki, Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam. Lâkin sizin de canınızı alacak olan Allah’a taparım. Bana müminlerden olmam emredilmiştir”.

15:63 – Elçiler dediler ki: “Bilakis biz sana onların şüphe ettiği azabı getirdik.”

24:50 – Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüphe ve tereddüd içinde midirler? Yoksa Allah ve Resulünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!

29:48 – Sen bundan önce, ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.

34:51 – Onları telaşa düştükleri zaman görsen: Artık kaçamak yoktur. Yakın yerden yakalanmışlardır.

34:52 – Ve: “O’na iman ettik” demektedirler. Fakat onlar için (âhiret gibi) uzak bir yerden (imana) el sunmak (ulaşabilmek) nerede?

34:53 – Halbuki daha önce (dünyada) O’nu inkâr etmişlerdi. Uzak yerden gayba taş atıyorlardı.

34:54 – Artık kendileriyle arzularının arasına set çekilmiştir. Tıpkı bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi. Çünkü hepsi işkilli bir şüphe içinde bulunuyorlardı.

40:34 – Bundan önce size delillerle Yusuf gelmişti. O zaman da onun size getirdiğihakikatte şüphe edip durmuştunuz. Nihayet vefat ettiğinde de “Bundan sonra Allah asla peygamber göndermez” dediniz. İşte aşırı şüpheci olanları Allah böyle şaşırtır.

43:61 – Gerçekten o, (İsâ’nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur.

44:50 – İşte sizin inkâr edip durduğunuz şey budur.”

49:15 – Gerçek müminler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.

57:14 – (Münafıklar) onlara: “Biz sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler. (Müminler) de derler ki: “Evet ama, siz kendi canlarınıza kötülük ettiniz, gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan (şeytan) sizi, Allah hakkında bile aldattı. Nihayet Allah’ın emri gelip çattı.

74:31 –

Biz o ateşin muhafızlarını hep melekler yaptık. Bunların sayılarını da ancak kâfirler için bir imtihan kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, iman edenlerin de imanı artsın. Kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlarla kâfirler de: “Allah bu misalle ne demek istedi?” desinler. İşte böyle, Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını ancak Rabbin bilir. Bu, insanlar için uyarıdan başka bir şey değildir.
Bir şey ki eğer o Allah-dan ise şek ve şüpheyi ortadan kaldırır.O’nunla şüphe bir arada bulunmaz.
Şüphe şeytana ve nefse aid bir aldatmacadır.Aklın,kalbin ve duyguların bulandırılmasıdır.
İman ve yakîn şüpheyi tardeder.
MEHMET ÖZÇELİK
22-02-2014




ŞÖHRET

ŞÖHRET

Zirvelerde olma sevdası.Fırtınadan,boyrazdan,kar ve tipiden habersiz olarak…
Ancak zirveyle kişi arasında bir tenasübün olmaması,düşüşleri de hızlandırmaktadır.
Bu günlerde şöhretli,3 günde meşhur olmuş sanatçıların emniyetin uyuşturucu operasyonuyla, uyuşturucu kullanan insanların bir arada yakalanması,nazarları meşhurlara !!! çevirdi.
Şöhretle yapılan sanat birbirleriyle bağdaştırılmadı.
Oysa yıllardır görülmektedir ki;insanlar ya meşhur olmak için kaybetmektedirler veya şöhret olduktan sonra kaybetmektedirler.
Kişiye bir alkış uğruna elli takla attırmaktadır şöhret.
Desinler ve alkışlasınlar diye yapılan işler,köksüz ve ağırlığı,kıymeti devam etmeyen ve de kıymet kazandırmayan işlerdir.
Şöhret çok şeyi vermeden ve de bazı şeyleri kaybettirmeden elde edilecek bir meret değildir.

*Şöhret gdo-lu ürün gibidir.Olduğundan veya olması gerekeninden daha fazla şişirmek veya göstermektir.Altı ayda olacak bir ürünü hormon yoluyla altı haftaya belki de altı güne indirerek gerçeği gizlemektir.
Bu bir hızlandırılmış eğitim gibi olmayıp,gizlenmiş bir büyümedir.Gelişmemiş bir insanın aksine fazla gelişmişliği demektir ki;bu da obezite gibi hastalıklara davetiyedir.
Anne karnında dokuz ay on gün de olacak bir çocuğu altı aya indirmek için hariçten yapılan bir müdahaledir.Bu da yumurtanın içten gelişip oluşarak kırılması değil, dışarıdan müdahale ve kırmayla ölümüne sebep olmadır.
Gelişimi kısa olanın,hayatı da kısa olur.Çabuk büyüyen,çabuk ölür.İnsanın da gdo-lusu hastalıklara davetiye çıkarır.
Kısa sürede merdivenleri çıkarak şöhret olanın inişi de kısa sürede olur.

*Şöhret aynı riyadır,riya ve gösterişin ta kendisidir.
Şöhret,makam,mevki,mal;kişinin kendisi olmasına mani ve kendisini kaybetmesine önemli sebeblerdendir.
Kişiyi başkası ve başkaları olmaya sevkeder.
Bir türlü kendisi olamaz.
Hayat boyu başkası olmaya ve başkaları gibi yaşamaya,başkalarının beğenisini kazanmaya çaba sarfeder.
Esas olan ise,kişinin kendisi olması ve kendisi olarak kalmasıdır.
-Şöhret kişiye aid olmayanı kişiye mal eder.Bunu hazmedemeyip taşıyamayan bu kişi,bu yükün altında ezilir.

*Gerçek alim ve sanatçılar –hafâ turabı- altında kendilerini gizlemişler,olmuş ve olgunlaşmışlardır.
Şöhret olgunlaşmaya engeldir.
Riskli ve kaygan bir zemindir.
Şöhret şeytani bir sıfattır.
Gerçek şöhret,gözlere değil,gönüllere taht kurmaktır.

*Aldanma insanların samimiyetine ,
Menfaatleri için gelirler vecde ,
Vaad etmeseydi Allah cenneti ,
O ‘ na bile etmezlerdi secde ..
MEHMET ÖZÇELİK
31-01-2013




ŞEYTAN SAĞDAN GELDİ

ŞEYTAN SAĞDAN GELDİ
*Cemaatın hasenatı seyyiatından gayet çoktur.Hükümde ekseriyete göredir.
*Milli eğitimin devletin değil,cemaatın olmasını bütün gönlümle istemekteyim.
*Cemaatın sayılamayacak kadar başarıları vardır.
*Pandoranın kapağı açıldı.
*Kanalizasyon kapağı aralandı.Kokular ve sızmalar başladı.
*Düşmana gerek yok.Dostun düşmanlığı düşmana ihtiyaç bırakmıyor.
*Şimdi ve bundan sonra da devletin her yaptığı,alıp yerine getirdiği kadroların cemaatle ilişkilendirilmesi yoluna gidilecektir.
*Cemaat üzerlerine oynanan oyundan tam çekilmiş değil,çekileceğe de benzemiyor.
Birileri sürekli ateşe odun taşıyor,üflüyor.
Sıkıntı oynayanda.
*Oyuna gelindi.
Ben takdim ettiğim bu cemaata bu tevakkuf halinden kurtulmaları,durumlarını bir daha düşünmeleri için bir tavsiye niteliğindedir.
Cemaatın şimdi masumca!;”Değerleri hakkıyla temsil eden bütün siyasi partiler tercih sebebidir.” Açıklaması kaçışın bir göstergesi, seviye dışı bir tavırdır.
Bu bir Cibali baba tavrıdır.
Allah elbet bir Akşemseddin gönderir.Biz de amin deriz.
Fethullah Gülen yaptığı bir açıklamada şöyle diyor; “Ahirette eğer Allah imkan verirse Sefaatçı olacağım ilk kişi Ecevit olacak”.
1997 yılında hizmet içi amacıyla Denizliye gittiğimizde hoca efendinin yurtlarını da ziyaret ettik.Bizi bilmelerine rağmen,birbiriyle bağdaşmayan önce Atatürkün sonra da Bediüzzamanın slaytını gösterdiler.
Takiyye mi yaptılar yoksa öyle mi inanıyorlardı.
Dürüst olmak gerekmez mi?
Cemaatın rengi nedir?Yoksa çok renklerden oluşup,şimdi bu renklerin karışıklığı ve renksiz! leşme mi oluyor.!!!?
*Hoca efendi kendisini açık hedef haline getirdi.Ağırlığını korumalı,işi alt seviyeye indirerek hissi ve etrafının dolduruşuna gelerek değerlendirmemeli idi.
*Şimdi ise olur olmaz,doğru yanlış şeyler gündeme getirilerek,kendisi hakkında hüsnü zanlar su-i zanna dönmektedir.
*Önceden hüsnü zannı olanların şimdi söylediklerini buraya taşımak ağır gelir.Yine de yumuşatmaya ve bazı noktalarda müdafaaya mecbur kalıyoruz.
*Kirli işe alet olunuyor.Kirli işin eli ve dili olunuyor.
Bunun vebalini dünya taşımaz.
Sağ kesimi kendisinden koparan cemaat,neredeyse sol kesim tarafından savunulur duruma gelmiştir.
Düşünmek gerekmez mi?
*Operasyon büyük.Amaç devletle cemaatın ötesinde bir durum.
Cemaatle cemaatları karşı karşıya getirmek.Birikmiş hesapları nüksettirmektir.
*Bu iş zaman-sız olmadı.Zaman çok öncesinden hazırlanmıştı.İçtekiler dışa akıtıldı,kan kaybedilmeye başlandı.
*Oradan ayrılacak olan öğretmenlerin durumu ne olacak?
Peki ya,öküzünü satarak birkaç sene üst üste dershaneye göndererek yinede kazanamayan, ekonomik kayıp yaşayan milletin durumu ne olacak?
O halde bırakın eğitime dokunulsun,kapalı yollar açılsın.
Kapalı tutularak birilerine rant sağlanmasın…
Tamda özelleşme,okullaşma,sağlık bakanlığındaki gibi özel cemaatlara aid okulların açılması zamanıdır.
Nimet ve imkân tepiliyor.
*Yine Denizlide Süleyman efendi gilinde yurtlarını ziyaret ettik.Muhteşemdi. Kendilerine;neden burayı üniversite yapmıyorsunuz,dediğimde;
-Üniversiteye bugün izin çıksın,buraları hemen okula çevireceğiz.Yurtlarımızı ona göre yapıyoruz,dediler.
Bu durumu dayıma anlattığımda dayım;sen birde Ankaradakini bir gör, dedi. Sevinmiştim.
İşte imkan ve tam da sırası.
Solcuların itiraz edeceği noktaya cemaat oturdu,Onlara ihtiyaç kalmadı.
şeytan sağdan geldi.
*Mesele dershaneler meselesi olmaktan çıkmıştır.
*Cemaat akp-yi ne kadar etkiler sorusundan daha önemlisi,bu durum cemaatı çok ama çok etkiler.
Akp-nin oyunun her düşmesi,cemaata eksi büyük bir puan olarak yansıyacaktır. Arkasına birde beddua eklenerek.
Kaybeden cemaat olur.
*Sahabeler bile sıffin ve cemel vakasında hata yapmışlar.Binlerce insan şehid olmuş.Bir çok evliya ve alimlerin hak yolda iken saptıklarını ve sapıttıklarını görmekteyiz.Hak namına haksızlığa taraftar olan insanlar az değildir.Her insan hata yapabilir.
Meczub olan cibali babalar –gavurcuklarım-diyerek,dostlarına muhalefet etmiştir.
*Hoca efendi hayattayken yapılan bu kontrolsüz hata,acaba ya gidince nasıl bir hal alır?
Onda külli miras ve onları yönetme kavgaları.İnşaallah olmaz.
Ancak her olmaz olmaz değil.
*Tayyib İsraillilere dokunmakla yanlış yaptı-diyerek buradan vurmaya çalışanlara sormak lazım,kimden yanasınız?Ayıdan mı,dayından mı?
*Şimdiye kadar fitne tohumları ekildi,şimdiden sonra ise sulanacaktır.Bir müddet sonra da dermek için.
Yaralanmalar oldu,bu yaralar gittikçe hemen kapanmazsa daha da açılacaktır.
Bu durum başta cemaatın bölünmesine sebeb olacak,hizmet ehli ile,medya ve ekonomik yönetimdekilerin ayrıştırılması başlayacaktır.
Maddeye çok dalındı.
1970-lerde Süleyman efendigil tenkid edilir,köylerden yiyecek toplamaları kınanırdı.
Bu cemaat onları çoook geride bıraktı.Holdingleşti.Siyasallaştı.
Allah daha ziyade versin,istikamet çerçevesinde…
Basiretli olana düşen ise;ekmemek,ekilmemek,biçilmemek,biçimlenmemek.
*Cemaatten bir dosta şunu söyledim.Erdoğan chp ve mhp-den yüzde bir almak için çok ince noktalara dikkat ediyor.Siz ise oyunuzun yüzde sekiz olduğunu söylüyorsunuz. Erdoğan bunu nasıl göz ardı edebilir?
Erdoğana doğrudan varamayanlar,onun çevresini boşaltmaya çalışıyorlar.
Yandan ateşe başlanmaktadır.
*İstemeyerekte olsa iki yazı kaleme aldım,sırf ateşe odun taşımamak için.Ancak ateşin devam ettiğini görünce karınca misal su taşıyayım dedim.Bu tehlikeler olmayacak değil,izmirde söylentide olsa yapıldı.Ecevite verildiği söylendi
*Cemaatın belki de çok az bir kısmı,biz akp-ye mahkummuyuz, diye diğer partilere işaret etmektedir.Hele hele İstanbul! belediye seçimleri.
Bazı sözlerimi şimdilik mahfuz tutuyorum.Sonraya bırakıyorum.
Eğer gerçekten böyle bir durum olursa,zaten kan kaybetmeye başlayan cemaat bu durumda söner.Chp-ye oy vermesi halinde kendisiyle ters düşmekle kalmaz,şimdiye kadarki gösterdiği kişiliğini,kaybetmiş olur.
Şimdi erken de görünse parti kurma düşünceleri hizmeti hezimete götürür.
Sol partilere vermemeye mahkumsunuz.Düşmanla bir olup mevcut partiyi yıkmamaya mecbur ve de mahkumsunuz.
Bu işin şakası bile insanı ürpertmektedir.
*Cemaatın güç denemesi ve nabız yoklaması mı?Yoksa onun da mı üzerinde bir durum?
*İfrat hareket kimde olursa olsun vasatı bulamaz.Tefrite gider.
*Benim Erdoğana bir oy yakınlığım var.Bir duam var.Biri tesbit ikisi tenkidden oluşan üç tanede yazım var.
*Bu kavgada bir basiret körelmesi görülmekte,basiret bağlanması yaşanmaktadır.
*Cemaatın bir imtihanıdır bu olaylar.Bir silkelenmedir.İçteki arınma ve alınma faaliyetidir.
*Bölünmelere yol açabilir.
Müsbet bir değerlendirme ile bu durum bir görev taksim-idir.
*Münafıklar her boşluğu değerlendirip alevlendirmeye,masumca görünüm altında üfleyerek şişirmeye çalışmaktadırlar.
*Bu kavgadan her iki tarafta zararlı çıkar.Ancak en çok zararı cemaat görür ve de gösterir.
Hükümet yıkılırsa,cemaat onun altında kalır.
Abdulhamidi yıkanlar,bir asırdır onun altında inlemektedirler.
Ne hazin değil mi?Tarih tekerrür ediyor…
At iziyle it izi birbirine karıştı.
Basiretli olmak gerek…
*Bu yazı yazmasını istemediğim.zamana bırakmayı düşündüğüm halde,dostça yazılmış bir yazıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
21-12-2013




SÜLEYMAN EFENDİ

SÜLEYMAN EFENDİ
*Devlet gittikçe belli ki olgunlaşıyor.Dersimle başlayan özürler inşallah devam eder.
Ancak kendilerinden özür dilenecek epey yıldız insanlar vardır.bunlar Bediüzzaman Said Nursi,Süleyman Efendi,Nakşisi,Kadirisi gibiler.
Ancak millet devletten çok daha önce olgunlaştı.
*İrinler deşilmeli,tarihle yüzleşilmelidir.Yoksa hastalık ve koku gittikçe artarak yayılır,gelecek nesilleri de hasta eder.
*Kim istemiyor?
Yarası olan.
Suya sabuna dokunmayın,kirli kalsın,diyenler.Yarasa gibi karanlıktan ve kirlilikten medet umanlar.
Veya aşağıya tükürse sakal,yukarı tükürse bıyık,pozisyonunda olanlar.
*Bu gibi zatlardan özür dilenmeli.Hayatlarında iken rahat vermediğimiz bu insanları kabirlerinde dahi rahat bırakmamışız.
Nitekim;O’nun hayatından korkanlar,ölümünden dahi korktular.Fatih camii haziresine gömülecekken bırakmadılar,zorla Karacaahmed-e gömdüler.
*Devletten darbe yiyen bu insanlar devlete kurşun sıkmamış,darbe yapmamışlardır.
*Cemaatları birbirine kırdırmaya çalışanlar bu gün bunun kirli bir örgüt işi,psikolojik hareketlerin bir sonucu olduğu ortaya çıkmıştır.
*Süleyman Efendinin hedefi Kur’an-ı Kerim-i öğretmekti.
*Resmi olanlar devlet adına o ve o gibilerden özür dilesinler,ben de buradan millet adına onu tanıtmam özür yerine geçsin.
*Bu yazı onun ve onun gibilerin ruhaniyetinden istimdad ve bir özür manasınadır.
*Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri 1888-1959 (16 Eylül) yılları arasında yaşamıştır.
*Osmanlı medreselerinde yetişmiş alim bir zattır.
*Zahiri ilimler gibi,batini ilimlere de vukûfiyeti tâmdı.
*Cami gibi abide bir şahsiyettir.
*Cami duvarına bevledenlerin hedefi olmuştur.
*Manevi kıtlık döneminde insanları Kur’an etrafında toplamıştır.
*Kendileri Süleyman-cı adını kendilerine vermemiş ve o düşünceyle bir hesaplı cemaat değil,millet tarafından verilen bir addır.
*Bunlara isnad edilen,peygamberlik iddiasında bulunması gibi isnadlar tamamen bir iftira ve cehaletten kaynaklanmaktadır.
*Kendisi Dâr-ul Hilafet-il Âliye-nin Tefsir ve Hadis bölümünü birincilikle bitirir ve Medreset-ül Mütehassisin-den doktorasını tamamlar.
*Cumhuriyetin kuruluşunda geçmişe aid değerler yıkılmaya çalışıldığı gibi,değerliler de değersizlendirilmeye çalışılmıştır.
*Babası oğlunu doğmadan önce gördüğü rüya ile daha da sevmeye ve saymaya başlar.
Rüyasında vücudundan ayrılan bir parçanın göğe yükselerek etrafı aydınlatması,dünyaya gelecek çocuğunun münevver ve münevvir olacağına yorar.Öyle de olur.
*Şehadetname ve icazetnameye sahiptir.
*O şöyle diyordu:”Bizim hiç duracak zamanımız yok.Ümmeti Muhammedin evlatları cehenneme bir sel gibi akıp giderken,biz onlara seyirci kalamayız.Bu selden ne kütük kurtarırsak kârdır.”diyordu.
*Hz.Ebubekir-in;”Ya rab vücudumu öyle büyüt ki,ehli imana yer kalmasın.”
*Bediüzzamanın,” Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”sözleri gibi…
*Ehli sünnet çizgisindedirler.
*Nakşi tarikatına mensubiyetleri vardır.
*Kendileri 33.soy ağacı zincirinde Hz.Ebubekir-e dayanır.
*15.soyda Muhammed Bahaeddin Nakşibendiye bağlanır.
*23.soyda İmamı Rabbaniye dayanır.
*Eser yazmamış,canlı eserler yetiştirmiştir.
*Yurtlardaki öğrencilerine İbtida-i ve Tekamül dersi verirler.
*1936 yılı onun çile yılıdır.
*Oda Bediüzzaman gibi hapse girdi.
*Vaazlık belgesi elinden alındı.
*Süleyman Efendi;Kur’anın lafzının muhafazasına,Bediüzzaman ise mânanın muhafazasına çalışmıştır.Kuranın etrafındaki surlar yıkılınca bunlar sahip çıkmışlardır.
*1951 yılından itibaren kurslar açılmaya başlanır.İlk Konya ve Üsküdar-da faaliyet gösterir.
*İstanbul-dan Ankara-ya iki bilet alır,gidiş-dönüş bileti ve yolda öğrencilerine Kur’an öğretir.
*Amele pazarından getirttiği işçilere ücretlerini öder,iş yerine onlara Kur’an-ı Kerim-i öğretirdi.
*Bu dönemler Kur’an-ı Kerim-in yasak edildiği,okuyanların ise cürm-ü meşhud gibi yakalanarak hapse atıldığı dönemlerdir.
*Kayserili bir büyüğümüz olan Ali Mutlu abimiz bununla ilgili bir hatırasını şöyle anlatmıştı;
-Babam bize Kur’an-ı öğreteceği zaman ben kapıda durur, gelip gidenin olup olmadığına bakar, babam abime Kur’an öğretirdi.
Sonra abim kapıyı gözler babam bana Kur’an-ı öğretirdi.İşte Kur’an-ı böyle öğrendim.”
Bunlar binlerce örnekten biridir.
*Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, İsmet İnönü döneminde, CHP döneminde yaklaşık 900 caminin yıkıldığının bilindiğini belirterek, ”Mihrişah Sultan tarafından yaptırılan mescit, 1941’de çıkarılan bir kanundan faydalanılarak CHP ocağına dönüştü ve caminin giriş kısmına CHP’nin simgesi 6 ok konuldu” dedi.
*1959-da Süleyman Efendinin,1960-da da Bediüzzaman Hazretlerinin vefatıyla bu memleket iki büyük değerini kaybetti ve bu boşluktan yararlanan yarasa tabiatlı kimseler ilk darbeyi yaptılar.
*16 Eylül 1959 tarihiydi. Bediüzzaman Hazretleri aniden şiddetle rahatsız oldu. Bu rahatsızlığı üç gün devam etti. Gazete okumadığından ve radyo dinlemediğinden hâl-i âlemden haberi yoktu. Üç gün sonra İstanbul’dan Rüşdü Bey isimli talebesi geldi. Onu görünce hemen ahvâl-i âlemden ve İstanbul’da ne olup bittiğinden sordu. O da “Üstadım, Süleyman Efendi vefat etti” deyince, üstad birden kalkarak “Kardeşim, Şeyh Süleyman mı? Şeyh Süleyman mı?” diyerek dikkatle sordu. “Evet üstadım, Şeyh Süleyman” deyince Bediüzzaman şöyle dedi: “Kardeşim ne zaman vefat etti?” Bu soruya verilen cevap bizi daha da hayrete düşürmüştü. Zira tam vefat ettiği saat Bediüzzaman hastalanmış ve bu manevi elemi hissetmişti. Bediüzzaman, devamla “Kardeşim, Allah rahmet eylesin, Allah rahmet eylesin, mübarek veli bir zattı, mühim hizmetler ifa etti. Allah rahmet eylesin.”
Süleyman Efendinin bendelerinden Arif Hikmet Köklü beyefendi 14.09.2001’de şu enteresan hatırayı anlatmışlardır; “Bazı kimseler Bediüzzaman Said Nursi aleyhinde neşriyatta bulunuyorlardı. Onların tesirinde kalarak Şeyh Süleyman Efendi hazretlerine “Biz Said Nursi’yi nasıl bileceğiz?” diye sordum. “Bu Bediüzzaman hazretleri Türkiye’de en sevdiğim zattır” dediler. Yanından bir zat çıkıyordu, onu kast ederek “Siz gelmeden önce bir zat gelmişti. Said Nursi hazretlerinin yanından gelmiş ve sohbetinde bulunmuş. Sohbette bizim bahsimiz olmuş. Ayağa kalkarak: “Ne kadar sevap kazanmışsam yarısını Şeyh Süleyman efendiye veriyorum” dediğini bize nakletti. Biz de o zata dedik:”Biz de bu güne kadar sevap ve hayır namına ne kazandı isek hepsini Said Nursi hazretlerine hediye ediyoruz. Bunu kendisine bildirirsiniz.” …Yine Arif beyin nakline göre Süleyman Efendi şöyle buyurmuş: “Said Nursi’ye makamını bizzat Resulullah vermiştir. En yüksek dereceye çıkmıştır. Hz.Allah’ın ilham ettiği şekilde yazacak, onun hizmeti de öyle…”
Değerli âlimlerimizden Abdullah Tekin Hocaefendi, Konyalı bir büyüğümüz. Süleyman Hilmi Tunahan Efendi’den ders görmüş, Konya’nın medar-ı iftiharı Hacı Veyiszade Efendi’nin de yakınında bulunmuş çok tatlı bir insan. Merhum Şahin Yılmaz Hocaefendinin cenazesinde görüştüğümüzde çok güzel şeyler anlattı. Sizlerle paylaşırken, Cenab-ı Hak’dan kalplerimizin birbirine daha sıkı perçinlemesini niyaz ederiz;Süleyman Efendi-de 56-59 arası okudum. Çamlıca-da, Bediüzzaman Hazretlerinden zaman zaman bahsedilirdi. “Eğer Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleri ile aranızda bir ihtilaf çıkarırsanız huzur-u ilahide iki elim iki yakanızdadır derdi. “
“Mehmed Kırkıncı Hoca, dersiamlardan Dursun Efendi’nin Süleyman Efendi hakkındaki bir sözünü de şöyle anlatmaktadır: “1970-li yıllarda dersiamlardan ve Mahmud Efendi’nin hocası olan Of-lu Hacı Dursun Efendi, Erzurum-daki Kümbet Medresemizi ziyaret etmişti. Her yönüyle büyük bir alim olan Dursun Efendi-ye herkesi sordum ve o da anlattı. Mesele Silistreli Süleyman Efendiye gelince, aynen şu cümleleri söyledi:Süleyman Efendi de dersiamdır; ancak o Allah-ın hususi bir inayet ve ihsanına mazhardır ve akranlarından farklı bir simadır. Başından beri onun böyle olduğunu hissediyorduk.”
11-12-2011
MEHMET ÖZÇELİK




SURİYE DUYGUSUZLUĞUN BİR BEDELİDİR

SURİYE DUYGUSUZLUĞUN BİR BEDELİDİR
Suriye-de akan kan,İslam dünyasının,Müslümanların duygusuz,hissiz ve şuursuzluğunun ağır bedelidir.
İslam dünyası bedel ödüyor.
İstiklal savaşında verdiğimiz bedel kadar bir bedel verilmektedir.Ve hala da verilmeye devam etmektedir.
Bedeli hem İslam dünyası ve hem de bil-fiil Suriye yaşayarak ödemektedir.
Suriye-de insanlığın en büyük vahşeti yaşanmaktadır.
Duygularımız adeta yok olmuş..depreşmiyor..Hislerimiz kabarmıyor..aklımız durmuş..vicdanlara kilit vurulmuş.
Meğer ölüymüşüz..kan kaybetmişiz.
Kan-sız-mıyız?
Kan siz-siniz…
İnsanlığın kaldıramayacağı,dünyanın taşıyamayacağı ağır bir yük.
Dünyanın kapanmasına sebeb olacak faktörlerden.
Çocuk-kadın-yaşlı-hasta demeden..55 bin resimle belgeli zulüm örnekleri.. hayvanlar dünyasına rahmet okutacak bir hal var…
Hal-siz-lik…bit-miş-lik…Çürümüş-lük hüküm sürmekte…
Ancak cehennemin temizleyebileceği bir kirlilik…
-İslam dünyası iyi bir imtihan veremezken,batı çok mu temiz?
Bir köpeği için dünyayı ayağa kaldıran batı,bu duruma sessiz,hissiz,sahipsiz…
İnsanın değeri hayvandan çok aşağı düşmüş.
Batı yine medeni değil,deni…
İnsan hakları savunucuları ile,hayvan hakları savunucuları yer değiştirmeli…
-İnsan suriyedeki vahşeti duyup gördükçe söyleyecek kelime bulamıyor.
İnsanlık ve bizler her şeyin bittiği yerdeyiz.
Belanın gelmemesi için hiçbir sebeb kalmamış!!!
Gerçi insanlık daha nasıl belasını bulsun ki?!
Vuranlar ve susanlar…
İslam coğrafyası yanıyor..yangın büyük..efendimizin buyurup haber verdikleri gibi;ahirzamanın en âhirindeyiz.
Belalar hak ettiğimiz için mi geliyor yoksa çöken duygularımızı ayağa kaldırmak için mi?
Göz yaşları denizi yükseltip gemileri götürmek için mi?
Akan kanlar bir kefaret ve bir diyet mi?
Masum ve mazlumu anladım da,ya zalim,ya suskun,ya bir karınca misal olamayan için?
Bütün kapılar kapanmış,sadece sema kapılarının açık olduğu bir zamandayız…
Allahım!rahmetini indir,merhametimizi kabart,basiretimizi aç,kardeşliğimizi pekiştir,ittihad ve ittifakımızı tesis et.
Bizi ayağa kaldır…Amin…
Mehmet Özçelik
16-04-2014




SEVGİ-ANNE ŞEFKATİ VE KÜRTAJ

SEVGİ-ANNE ŞEFKATİ VE KÜRTAJ
*Hz.Alinin:”Kur’an besmelede,besmele ba harfinde,ba harfi de altındaki noktadadır.”der.
Sırrı ise; Kur’an-da Allah lafzı;ötre olarak;980,esre olarak 1125,üstün olarak 592 ve toplam; 2697 defa en çok geçen kelimelerdendir.
Allah-elihe kökünden;şefkat,sevgi manasınadır.
Rahman ve Rahim aynı kökten,sevgi ve şefkat manasınadır.
Rahman rızık veren manasıyla beraber,daha çok dünyada,rahim ise daha çok âhirette tecelli edecektir.
*Ana rahmine bir damla su olarak düşmesi Alak olarak isimlendirilir.
Alak iki manaya gelir;1-Ana cidarına,duvarına yapışma ve asılma.
2-Alaka ve ilgi manasınadır.
İnsan bir alaka ve ilgi,anne babanın sevgisiyle var olur.
-Ana rahmi,rahmı mader.Rahim Allahın isimlerindendir.Anne karnına ana rahmi veya rahmi mader denilmiş zira Allahın rahmetinin en fazla tecelli ettiği,hayata mazhar olunduğu yerdir.
*Güzel adetlerimizden olan sılayı rahim,akraba bağlılıklarının sürdürülmesi de rahmi sürdürmek olarak isimlendirilmiş.Yani aynı ana karnından dünyaya gelenlerin birbirleriyle olan iletişimlerini sürdürmeleri demektir.
*Varlıkların yaratılışı sevgi üzerinedir.
*Efendimiz buyurur;“Evvelu mâ halakallâhu nûri
– Evvelu mâ halakallâhu cevhereten”
-Allahın ilk yarattığı şey benim nurumdur veya bir cevherdir.
O cevher ise maddenin aslıdır.
Fizikteki Big-Bang- büyük patlama o ilk nurun açılımıyla gerçekleşmiştir.
Zira o zat Habibullahtır.Allahın sevdiği zattır.
“Sen olmasaydın,sen olmasaydın alemi yaratmazdım”hadisi kudsisi bu manayı açıklar.
-Bütün İlâhî isimler ilk defa nur-u Muhammedî’de tecelli etmişler. Meselâ, onda Muhyi isminin tecellisi var ve o nur hayat sahibi. Sonraki safhalarda yaratılacak olan bütün hayatlar, ilk defa onda tecelli eden bu ismin ayrı tezahürleridir. O nurlu hayat, bütün hayatların başlangıç noktası ve çekirdeğidir. Ama, bütün hayat çeşitleriyle Resulûllah Efendimizin (asm) o pâk ve münezzeh ruhu arasında bir ilişki kurmaya kalkışmanın da yanlışlığı ortadadır.
Muhabbetten Muhammed oldu hasıl
Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl!
*İbrahim peygamberin lakabı,Ebu Rahimdir yani şefkat ve sevgi babası.O halilullahtır,Allahın dostu ve sevdiği.
*Habbe-hububat yani tohum,muhabbet ve sevgi kökünden türetilmiş olup,muhabbetin maddi şekle girmiş halidir.Sevgi ve muhabbet manasınadır.
Bedenimizi devam ettiren şeye habbe yani muhabbet manasına bu ismi vermişiz.
Habbe olan muhabbetle bedenimizi devam ettirmekteyiz.
*Yaratılışın ilk tohumu muhabbettir.Kâinat muhabbet üzerine bina edilmiştir.
*İnsan kelime anlamı yöneyle iki manaya gelir:1-Nisyan kökünden unutan anlamınadır.Yani Ruhlar aleminde Rabbisine vermiş olduğu sözü unutmuştur.
2-Üns,enis ve ünsiyetten gelir.Kendisiyle alışılan,uyumlu,sevimli varlık manasınadır.
*Sevgisi büyük olanın hazmı da büyük olur.
Sevgisiz insanlar hazımsız insanlardır.
Hazımsızlık ise yenilen şeylerden değil,yiyenden ve midesinden kaynaklanır.
*Mevlana-nın;Bâza bâza her an ki çi hesti bâza-Gel gel her ne olursan ol yine gel,deyip tüm insanlığı kuşatması,onun Vedud ,sevgi ve aşk ismine olan mazhariyetindendir.
*Anlatılır;Kayseri-de bir inek çalan şahıs pişman olup sahibini bulamayınca tavsiye üzerine Nevşehir-de bulunan Hacı Bektaş-ı Veliye çalıntı olduğunu söyleyerek kabul etmesini söyler.
O kabul etmez ve Konya-da bulunan Mevlana-ya götürmesini söyler.
Mevlana kabul edince o kişi bunun çalıntı olup neden Hacı Bektaş kabul etmemişken kabul ettiklerini sorunca Mevlana;
-Bir yerde bir leş olunca oraya kargalar hemen üşüşür,işte biz öyleyiz.Şahin ise tenezzül etmez.Hacı Bektaş ise şahin gibidir,der.
Merakını yenemeyip Hacı Bektaş-a vararak Mevlana-nın alıp kendilerinin neden almamalarının sebebini sorunca Hacı Bektaş cevaben;
-Bir okyanusa bir leş düşse,okyanus onu eritir,bir zararda vermez.Mevlana da okyanus gibi olup,ona bir zarar vermez.Biz ise göl gibi olup en küçük bir şey düşse hemen bulanır.Ondan kabul etmedik.
Büyükler kavga insanı değil,sevgi ve yücelik insanıdırlar.
*Atomların bile arasındaki cazibe muhabbetten ileri gelir.
*Peygamberleri başarılı kılan sevgiyi takip etmeleri,firavun gibiler ise kin ve nefreti sürdürmeleridir.
Âyette:”Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet.”
*Toprak ana.Her şey o ananın kucağına sığınır.Orada hayat bulur,sıcaklık bulur.
*İnsanlar niçin dünyayı çok sever?diye sorulduğunda şu cevap verilmiştir;
-İnsanlar dünyanın çocuklarıdır.Çocukta ise yaratılış itibarı ile ana sevgisi vardır.
Toprak ana..İlk yaratılış ondan,hayatı devam ettiren her şey ondan,öldükten sonra dönüştüğümüz şey yine odur.
*Yumurta bile sıcaklıkla civciv oluyor,hayat buluyor.
*Anne şefkati muhabbetle öne çıkar.
*Ailenin temeli muhabbet ve hürmet üzerinedir.
*Kızlar zayıftır ancak anneler kuvvetlidir.
*1989 yılında meşhur bir sanatçının her şeyi varken intihar etmeden bıraktığı son not düşündürücüdür;
‘Eğer anne olsaydım intihar etmeyi düşünmezdim.’
Annelik insanı hayata bağlayan en kuvvetli bağdır.
*Anne kendisi için değil,başkası için,yaratılışa annelik yapması için var edilmiştir.
*Annenin rızası elde edilmelidir.
Efendimizin israiloğulları zamanındaki anlattığı mağarada kalan üç kişinin güzelliklerini vesile ederken,üçüncü kişinin annesine yaptığı iyilik hürmetine kurtarılmalarını istemeleri üzerine mağaranın kapısı açılmıştır.
*Beyazıd-ı Bestami Hazretleri şöyle der:
-Halk bulunduğum mertebeye beni erdiren hususla ilgili olarak değişik yorumlar yapıyorlar. Ne o, ne bu? Ben neye erdimse “annemin rızasını” kazandığım için erdim.
*Şefkat su-i istimal edilmemeli.Dünya hayatını kurtarmaya çalışırken,ebedi hayatının kurtarılmasında anne ihmal etmemelidir.
*Sevgiyi temsil eden Güneşle,şiddeti ve nefreti ifade eden rüzgar mücadelesi sonucunda güneş adeta kişiyi mestetmiş,etkili olmuştur.
*Mevlana;Hamdım-Piştim-Yandım der.Muhabbet insanı hamlıktan kurtarıp pişirir.
*Kürtaj diyanetinde fetvasıyla cinayettir.
Çocuk anne karnında 24-25 günde tamamen teşekkül etmektedir.
Efendimizin hadisinde ise; insanın oluşumu üç kırkta tam teşekkül edip,120 günden sonra ona ruh üflenir.
-Kişi vücut benimdir,istediğimi yapabilirim,diyemez.
Çünkü ne kendisine ne de çocuğa o organları kendi vermemiş,bir yerden de almış değildir.
İstediğimi yaparım diyen kişi ne kendisine ne de karnındaki çocuğa gerçek sahip değildir.Zira o duyguları ona ve kendisine kendisi vermemiş ve takmamıştır.Kontrolü de elinde değildir.
Benim deyip kolunu kesemezsin.Zira hürriyet odur ki;Kişinin ne kendine ne de başkasına zarar vermesin.
*Cehalet asrındakilerin kızlarını diri diri gömüşünü anlatan Kur’an;’Ve izel mev’udetü suilet,bi eyyi zenbin kutilet.’
-Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman’
-Yamyamların hep çirkin hareketlerinden bahsettik.Meğer medeni geçinen insanlar kendi çocuklarını dişleriyle parçalar gibi daha doğmadan öldürmekte ve de işin en acibi okumuş ve aydın geçinen doktorlarında bu cinayete ortak olmalarıdır.
*-Japonyada ve Çinde -40-50- dolar karşılığında kadınlar hamile kalıp 4-5 aylıkken cenini lokantalara satarak,müşterilere sipariş etmektedirler.
Tam bir vahşet örneği.
-Anne karnındaki çocuğun feryadına kulak vermeli.
-Akrep kadar da olsa şefkat göstermelidir.
Bu durum çocuğu değil,annenin şefkatini öldürmektir.
*Âyette:”Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.”
MEHMET ÖZÇELİK
08-06-2012




SIRMA SAÇLIYDI!!!

SIRMA SAÇLIYDI!!!
İnsan, abartmayı seven bir varlıktır. Bundan dolayı kişi, elinden giden basit, kusurlu birçok şeyi çok önemli, çok güzelmiş gibi anlatır.Onu göklere çıkarır.
Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur.
Rahmetli çok iyiydi.
O kadar filimde rol aldı ki,yüzlerce defa kendisine tecavüz edildi ancak o bıkmadan sanatını sürdürdü!!!
Rahmetli sanatında taş gibiydi,hep kötü rollerde oynadı ama çok iyi bir insandı.
Ölürken bile şaka yapmaktan geri kalmadı.
Rahmetliyi görseydin ne güzel içki alemlerinde roller aldı,ömrünün yarısından sonrasını ise özellikle okullara giderek içkinin zararlarını anlatmakla geçirdi.
Solcuydu ama tok bir insandı.Ömrünün sonlarına doğru hep günah çıkarmaya çalıştı.
28 şubat ve öncesinde evet hatalar yapmıştı ama bir an boş durmamış,iyilik yapmaya bir an durmadan and içmişti.
Rahmetli olacak koç ve yiğit ve de sevecendi.Hep filimlerde de sevilen ! kişi rollerinde oynardı.
Nice sanatçılarımızın öyle kötü rol oynadıklarına bakılmamalı, arada sırada iyi rolleri oluyor,sonunun iyi bitmesi için mecburen kötü rollerde oynuyorlardı.
Hayat filimlerinin sonlarına yaklaşılınca güzel roller almaya çalışıyorlardı.
Ortasını bir türlü yakalayamayıp,hem ağlayıp hem de gülen bir millet olduğumuzdan;
Kemal-i Şen ve neş-e içerisinde gülen ve güldürülmeye çalışılan,gülmeye hasreti gideren bir millet haline her akşam getirilişimizde işin cabası.
Evlere şenlik bir Kemal!!!
Siyasetçilerimize de öyle kötü bakmayın.Onlarda sırma saçlı!!, al yanaklı !!,badem gözlü!!,inci sözlü!! insanlardı.
Kara kuru bir oğlan olsa da,kalbi çok temizdi!Bazen gürlerdi.Kömür dudaklı,sol bileği kuvvetli Bülent bir deli! Kanlı idi.
Hele biri vardı ki mesut yaşayışlı,derin ! bir kişiliğe sahipti.
Daha çevik gibi olanlarımızı da söylemiyorum.Onlar devamlı yedekte bulunur,yedek parça lazım oldumu kullanılırdı. İşi bitince de bir kenara atılırdı.Ama namı yaşardı.
En zirveye çıkan bile vardı.Sezgisi kuvvetli,her şeyi sezer ve ezer geçerdi.Bir kükredi mi soldan ve sağdan kimseyi bırakmazdı.
Öyle biri vardı ki yumruğunu demir eliyle masaya vurdu mu,kırk yılda topladıklarını bile dağıtırdı.
Türkü koruyan,evreni kuşatanlarımızda sadet harici girmiş kimselerdi.
Özel olarak çıkanlarımızda vardı ancak onlarda çok yaşamıyor ve yaşatılmıyordu.
Hepsinin amacı kadayıf pişirmekti.Kadayıfın altını kızartanlar,yakanlar,şekerini unutanlar,fazla kaçıranlar,velhasılı her bahçenin dikenlerinden,şeyy yanlış söyledim galiba-güller ve gül-de vardı.Ne ararsan….
Tanrı ?! gül-leri dikenlerden korusun!!!
*Kelin sırma saçlı badem gözlü olması için,mutlaka ölmesi lazım!!!.
Hele diğer sanatçılarımız ve siyasetçilerimiz de bir lsün,siz görün o zaman ne de çok sırma saçlılarımız varmış da,hayat-tayken kıymetlerini bilememişiz!!!
Yazık oldu bize,şey yani yazık olsun bize!!!Meğer değerlerimizi!!! Bilememişiz….
-Kimler geldi kimler geçti bu felekten
Kalbur ile un elerken,deve geçti bu elekten…
-Zorlamayın ağlayamam,ölü benden olmadıkça
Birer birer tükenir mi,biner biner ölmedikçe…
-Ben niye sırma saçlı olmuyor muşum?.Bari bir atasözü söyleyeyim de,hiç olmazsa onunla,ata sözlü,badem gözlü olayım.Hiç olmazsa şimdi olmasa da,sonradan hatırlanırım!!!
-Katıra sormuşlar;-Baban kim?
-Dayım attır-demiş.
-İlhamım devam ettiğinden bir tane daha söyleyeceğim;
-Bana geçmişini söyle,sana kim olduğunu söyleyeyim…
MEHMET ÖZÇELİK
20-01-2013




ŞİRKİN HEDEFİ;ALLAH’I ACİZ BIRAKMAK

ŞİRKİN HEDEFİ;ALLAH’I ACİZ BIRAKMAK
Müşrikler Allahı sürekli taciz etmişlerdir.Ta’ciz,aciz bırakmak demektir.
Allahın acziyyetini ifade edip kabul etmek için Allah’a çocuk isnad etmişlerdir.Öyle ki bunu yaparken de kendilerini güçlü,Allah’ı ise güçsüz göstermek amacıyla,Allaha kızlar ve kendilerine ise oğlanlar isnad etmişlerdir.”
Allaha inanıp,putlara ise kendilerini Allaha ulaştıran bir vasıta olarak gördüklerini söylemişlerdir.
Bunu yapmalarındaki önemli sebeplerden biri de;Allahı bilip sıfatlarında hataya düşmelerindendir.Allahın sıfatlarını anlayamadıklarından dolayı,kolay gördükleri inkâr yoluna girmişlerdir.
“Allah’ı inkâr etmek, kâinatı inkâr etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kâfirler Allah’ı inkâr etmiyorlar, yalnız sıfâtında hatâ ediyorlar.”
Oysa tüm” Mevcudat, Cenab-ı Hakkın vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ettiği gibi, celâlî, cemalî, kemalî olan cemî sıfâtına da delâlet etmekle, Hâlıkın zatında naks ve kusur olmadığını ve şuûnatında, sıfâtında ve esmâsında ve ef’âlinde de naks ve kusur bulunmadığını ilân ediyor.”
Kendilerinin bir evi idare etmekten aciz kalmalarına rağmen,Allah nasıl oluyor da bütün bu kâinatı birden,hiç yorulmadan,kolaylıkla idare edebiliyor?
Bundan olsa gerek ki;Yahudiler Allahın kâinatı altı günde yarattığını,yedinci günde ise yorulup dinlendiğine inanmışlardır.
Cumartesi gününü kendilerine tatil ve dinlenme günü yapmaları bu düşünceden kaynaklanmaktadır.
Müşrikler Allaha çocuk isnad etmişlerdir.Bir yandan cinleri Allaha ortak kabul etmişler,diğer yandan da kız ve erkek evlat isnadında bulunmuşlardır.Yani hoşa gidenlerini kendilerine,hoşa gitmeyenleri de Allaha vermişlerdir.
Rabbimiz bu konuda:’Em lehul benât ve lekümül benûn.’,”Yoksa kızlar Allahın,erkekler sizin mi?”
*Yahudilerde melekler Allahın kızlarıdır,diyerek O’na evlat ve çocuklar isnad etmişlerdir.
*Hristiyanlar da Hz.İsa’nın Allah’ın oğlu ve hatta daha da ileri giderek,Allah’ın Hz.Âdemin işlemiş olduğu suçtan dolayı,bunu affettirmek amacıyla İsa’nın bedenine hulul edip girmiştir,diyerek Allah’a bir de cesed isnad etmişlerdir.
İsa ibnullah yani Allah’ın oğludur,demişlerdir.
Ehli Sünnet Allahı tüm beşeri sıfatlardan tenzih ederek,tevhide safiyeti esas almış,tüm yaratılmışlardan tecrid ve tenzih etmiştir.
Hatta öyle ki,sebepleri bile devre dışı bırakarak, Mehmet Feyzi Efendi-nin ifadesiyle;”Allah Taala ef’alini bil-esbab değil,indel esbab halk buyurur.”
Yani sebeplerle,sebepler vesilesi ile değil,onların yanında,oluşumu esnasında onlarında yanında bulunmasıyla yaratır.
Yani sebeplere cüz-i bir ücret verilmiştir.
“Hem siz, ne yerde ne de gökte Allah’ı âciz bırakacak kimseler değilsiniz. Ve sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.
-Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler yok mu; işte onlar, benim rahmetimden ümîdi kesmişlerdir; işte onlar için (pek) elemli bir azab vardır.”

31-10-2011
MEHMET ÖZÇELİK




SIRADAKİLER

SIRADAKİLER
Yaratılışa uygun olmayan hiçbir idare ve yönetim,sürekli iktidarda kalamaz.
Tarihte nice Dakyanuslar,Firavunlar,Nemrutlar,Buhtun-nasırlar gelip geçmiş, kendileri gibi rejimleri de çökmüştür.
Peygamberler sevgiyi,firavun gibiler ise korkuyu esas almışlardır.
Sevgi ve korku merkezli insanlar ise,başkalarına kendilerini sevgi ile bağlatıp geliştirirken,korku ile de sindirirler.
Yetmiş küsur yıl tam bir baskı,takip,tehdit ve ölümle ve öldürdüğü milyonlarla ayakta durmaya çalışan kominizm ve onun temsil ettiği ülke olan Rusya,bugün neredeyse inancın temsilciliğini yapmaya,İslam ülkeleriyle ortak hareket etme yoluna gitmektedir.
Rejimlerin ömürleri,en fazla rejim sahiplerinin ömürleri kadardır.
Kominizm ve sosyalizm düsturları menfaat yönünden kendilerine uygun geldiğini ifade edenlere verdiği cevapta Bediüzzaman şöyle diyor:
” Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir.
Evet, ben neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren, müsavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adaletle, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için, bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.
Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır. Çünkü Fâtır-ı Hakîm, kemâl-i kudret ve hikmetini göstermek için, az birşeyden çok mahsulât aldırır ve bir sayfada çok kitapları yazdırır ve birşeyle çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nevi ile de binler nevin vazifelerini gördürür. İşte o sırr-ı azîmdendir ki, Cenâb-ı Hak, insan nevini, binler nevileri sümbül verecek ve hayvânâtın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvânat gibi kuvâlarına, lâtifelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidat verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki, arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.”
*Ancak nifak perdesi altında hareket eden bazı devletler bu varlıklarını biraz daha fazla perdeler altında götürmektedirler.
Bu ise maskelerin düşmesi ve ortaya çıkan gerçek yüzlerin görünmesiyle yıkılmaya mahkum olacaktır.
Arap baharı bu münafık yüzün perdelerinin düşmesidir.
*İslam ülkelerinin başlarına getirilen insanlar,dikkat edilirse görülür ki;o toplumu temsil etmekten uzak kimselerdir.
Sürekli kavga ortamını oluşturacak bu kimselerin getirilmesiyle,o devletlerin güdülmesinin önü açılmış olmaktadır.Türkiye,Mısır,Libya,Suriye,Tunus,Yemen bunların en belirginlerindendir.
Toplum böylece sürekli kavga ortamında tutulmuş,atılacak tüm adımlar baştan kesilmiş olmaktadır.Oraları işgal edip de yüklenmeye gerek kalmadan,siyasi yollardan esir alınmışlardır.
Bu ülkelerde kominizm,sosyalizm denendi ve şu anda pamuk ipliğiyle bağlanmaya çalışılan milliyetçilik sürdürülmeye çalışılmaktadır,kopana kadar.
“Ey sarhoş hamiyetfuruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istilâ ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor. Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da, İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez.
Evet, muvakkat aşılamakta bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor; fakat pek muvakkat ve âkıbeti hatarlıdır. “
Kanser hastalığı gibi yayılmacı olan milliyetçilik akımı,toplumları bölen, ayrıştırılmaya müsait bir alandır.
Sırada toplumun fıtratına uygun olmayan milliyetçilik ve materyalizm akımları bulunmaktadır.Avrupa-dan gelen çatırtı sesleri,hem materyalizmin ve hem de milliyetçilik akımının dökülüşüdür.
Bu asır fıtrata uygun olmayan ideolojilerin ve rejimlerinin çöküş asrı olacaktır.
Köleliği reddeden insanlık ücretlilik dönemine geçmiş,buradan da tam özgürlüğünü elde ederek,sadece firavunların değil aynı zamanda firavuncukların dönemine de son verecektir.
İnsanlık gerçek çarenin nerede olduğunu büyük bir bedel neticesinde öğrenecek ve onu hayata geçirecektir.Tıpkı şu misaldeki gibi;
“Tito’dan Müthiş İtiraflar:
Ömrünün elli yılını komünist ideoloji yolunda harcayarak bu batıl davasında şöhreti yurt dışına taşmış bir insan olan Salih Gökkaya’nın daha sonra İslam’la müşerref olduğunu, komünizm fırtınalarının bütün dünyayı kasıp kavurduğu o günlerde, Salih Gökkaya’nın da “Türkiye Komünist Talebe Teşkilat Başkanı” sıfatıyla Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Tito’nun şeref misafiri olarak Belgrad’a gittiğini, Ömrünün son günlerini geçirmekte olanTito’yu ziyaretlerinde, bu ihtiyar liderin büyük bir pişmanlık içerisinde;
“Yoldaş ben ölüyorum artık… Ölümün ne derece korkunç olduğunu size anlatamam. anlatsam bile sihhatli ve genç olan sizler, bu yaşta bunu anlayamazsınız. Düşünün ölmek.. yok olmak.. Toprağa karışmak ve dönmemek üzere gidiş… İşte bu beni çıldırtıyor.
Yoldaşlarım sizlere açık bir kalple itirafta bulunmak istiyorum: Ben öldükten sonra toprak olacaksam, diriliş, ceza veya mükafaat yoksa, benim yaptığım mücadelenin değeri nedir? söyleyin bana? Ha yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim veya unutulmayacakmışımı neye yarar? Ben öldükten sonra sizin alkışlarınız, takdirleriniz yılanları çıyanları insafa getirir mi? Bunun izahını Lenin,Engels,Marks yapamıyor. Artık Allah’a ve Peygambere inanıyorum ben. Dinsizlik çare değil. Düşünün kainatın bir yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir kanun koyucusu olmalıdır. bence ölüm son olmamalıdır..mazlumca gidenlerle, zalimce ölenlerin hesaplaşma yeri olmalıdır. Mazlumların ve haksızlığa uğrayanların “ah”larına kulak verece bir mercii olmalıdır. Marks bu mevzuda halt etmiş, uyuşturmuş beynimizi. Neden ölüm kapımıza dayanmadan bunu idrak edemiyoruz? belki makam, mevki ve şöhret bize engel oluyor. siz ne derseniz deyin ben inançtayım yoldaşlar” demiştir.”
“Benim ümmetim yağmura benzer; onun ilki mi daha hayırlıdır,sonrası mı daha hayırlıdır, bilinmez.”
Bunun içinde dünyadaki kavgaların bitmesi şarttır.
İslâmın zuhuru,dünyanın sulhu ile olacaktır.

13-11-2011
MEHMET ÖZÇELİK




SIR PERDESİ

SIR PERDESİ
*Her şeyin oluşumu intizamla yapılan bir tahrik iledir.
Allah kâinat gibi,insanın da duygularını tahrik ediyor.Bu tahrik bazen musibetlerle, bazen merakla,bazen şeytan ve görevleriyle,menfiliklerle, düşmanlarla, yangın,sel gibi afetlerle gerçekleşiyor.
Bir yandan şeytana kıyamete kadar kulların aldatılmasında müsaade edilmekle, kıyamete kadar bu tahrik,duyguların açılımı devam etmekte,diğer yandan da dünyanın öbür tarafında meydana gelen bir tsunami tüm dünyanın şefkat duygularını tahrik ediyor,onları onlara tahrike koşturuyor.
*Afrika-da açlıktan kırılan insanlara karşı dünyayı ayağa kaldırıp,şefkat ve yardım duygularını müsbet manada tahrik edip ortaya çıkarırken,diğer yandan da duygusuz insanların duygusuzlukları deşifre olmuş oluyor.
Bazen de unutulmuşları bu gibi vesilelerle hatırlatıyor.
Bir anlık şeytanın olmadığı düşünülecek olursa,imtihan fevt olur,ortadan kalkar.
Zira şeytan bir yandan menfi insanları deşifre ederken,diğer yandan da hakka taraf olan insanların Allah’a yakınlaşmalarını ve şeytandan kaçmalarına sebep olmuş oluyor.
Şeytan ve menfilikler olmasaydı,bu durumda da cennet ve cehennem,insanın yaratılması,peygamberlik müessesesi,duygulara ekilen farklı kabiliyetlerin neşv-u neması gerçekleşmemiş olurdu.
Aynı zamanda Peygamber Efendimizin yaratılması gibi,farklılıklar da ortaya çıkmamış olurdu.
Eğer gerçekten yapısı itibarıyla tamamen şer olan şeytan,nice sayısız hayırların ortaya çıkmasına vesile olduğunu idrak etseydi,şeytanlığı bırakırdı.
Bir vakıadır ki;Bir gün öğretmenler toplantısında baş örtüsü meselesinin gündeme getirilerek karıştırılacağını duymuş,durumu müdüre söyleyerek tedbirli olmasını hatırlatmıştım.
Müdür bunu gerçekleştiremedi.Menfi olan insanlar içlerindeki kirleri dışarıya akıttılar.
Sonunda ben kalkarak,birazda ağır ifadelerde suskunluğu sağladım.
O sırada sürekli sessiz kalıp,dinlemekte olan felsefe öğretmeni kalkıp ilk ve son cümle olarak şunu söyledi;
-Müdür bey,lütfen bu meseleleri gündeme getirmeyin.Açıldıkça örtünen insanların sayısı da artıyor.
Doğru söylemişti.Bu tahrik insanların içinde bulunan inanç duygusunun ortaya çıkmasına vesile olmuştu ve hala da olmaktadır.
*Allah alemde her şeyi tahrik ediyor.Yani her şeyi harekete geçiriyor.Hareket neticesinde hayat varlığını sürdürüyor.
Tıpkı kışın şiddetli hareketinin,baharın güzel görünümünü oluşturmaya sebep olması gibi.
Savaş olmasaydı,askeri gelişmeler,hastalık olmasaydı tıbbi gelişimler gerçekleşemezdi.
Böylece hem müsbet ve hem de menfi oluşumların ortaya çıkması,eşyayı tahrik iledir.
*Urfalı büyük şâir Yûsüf Nâbî (vefat 1712), çağdaşı olan Çorlulu Ali Paşa’nın kararıyla evi yıkılıp perîşân olunca aşağıdaki gazeli yazmış.
Derler ki; “Keşke yüz evi olup yüzü de yıkılsaydı da Nâbî’den, böyle yüz eser kalsaydı.”
Bu şiire çok sonraları yapılan nazire ve tahmisler cidden kayda değer evsaftadır.

Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz.
“Zaman bağının baharını da gördük güzünü de; üzerimizden neş’e rüzgârları da geçmiştir gam fırtınaları da.”
*Nitekim Mehmet Akif-e tekrar İstiklal Marşı yazıp yazamayacağı sorulduğunda cevaben;
-Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın,der.
Zira öyle bir istiklal marşının bir daha yazılabilmesi için,bir istiklal savaşının daha olması gerektir.
*Kendimde Bosna-Hersek-de Sırpların zulmünün film yapılıp seyretme sonucunda yazmış olduğum –Belene-adlı şiiri bir daha yazmaya çalışsam yazamam.
Yazılabilmesi için bir Bosna savaşı daha olması gerekir.
Kâinatta her şeyde hayrın ortaya çıkmasında,netice ve değer itibarıyla şerrin de çıkmasında bu tahrik durumunun ne kadar önemli olduğunu Bediüzzaman şöyle izah ediyor:
“ Demek bu rahmet ve irade-i nimeti çalıştıran, terahhum ve tahannündür. Yâni “acımak ve şefkat etmek” mânâsı, rahmet ve nimeti tahrik ediyor. Ve o müstağni ve hiç kimseye ihtiyacı olmayan zâtta olan terahhum ve tahannün mânâsını tahrik eden ve izhara sevkeden, elbette o zâttaki mânevî cemâl ve Kemâldir ki, tezahür etmek isterler. Ve o cemâlin en şirin cüz’ü olan muhabbet ve en tatlı kısmı olan rahmet ise, san’at âyinesiyle görünmek ve müştakların gözleriyle kendilerini görmek isterler. “
*Bütün mevcudatın hakaiki, bütün kâinatın hakikati, esmâ-i İlâhiyeye istinad eder. Herbir şeyin hakikati, bir isme veyahut çok esmâya istinad eder. Eşyadaki san’atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor. Hattâ, hakikî fenn-i hikmet Hakîm ismine ve hakikatli fenn-i tıp Şâfî ismine ve fenn-i hendese Mukaddir ismine, ve hâkezâ, herbir fen bir isme dayandığı ve onda nihayet bulduğu gibi, bütün fünun ve kemâlât-ı beşeriye ve tabakat-ı kümmelîn-i insaniyenin hakikatleri esmâ-i İlâhiyeye istinad eder. Hattâ, muhakkıkîn-i evliyanın bir kısmı demişler: “Hakikî hakaik-i eşya, esmâ-i İlâhiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikin gölgeleridir. Hattâ, birtek zîhayat şeyde, yalnız zâhir olarak yirmi kadar esmâ-i İlâhiyenin cilve-i nakşı görünebilir.”
*“Öyle de: Küfür ve masiyet, adem ve tahrib nev’inden olduğu için, cüz’-i ihtiyarî bir emr-i itibarî ile onları tahrik edip müdhiş netaice sebebiyet verebilir.”
*“İşte “İmam-ı Mübin”in imlâsı ile, yani kaderin hükmüyle ve düsturu ile kudret-i İlahiye, icad-ı eşyada herbiri birer âyet olan silsile-i mevcudatı, “Levh-i Mahv-İsbat” denilen zamanın sahife-i misaliyesinde yazıyor, icadediyor, zerratı tahrik ediyor.”
*” Nasılki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her taife-i nebatatın, tohumların, ağaçların istidadlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; herbiri kendine mahsus çiçek açar; fıtrî birer vazife başına geçer.”
* Sahabe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidadları tahrik edip kamçıladı; “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!”
“Güya dest-i kudret, celal ile o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi.”
*“Tergib ve terhibin devamı ancak vicdanda mevcud tahrik edici bir âmirin vücuduyla olur.”
“Akılları; marifete, dikkate tahrik eder.”
“ Nurlar Külliyatının ekserisinde tam bir muharriklik vazifesini deruhde eden Üstad-ı Sâni Hulusi Beyefendimi, teşbih ve tabiri caiz ise, saatçilerde bulunan yıldızvari sekiz-on ağızlı saat anahtarlarına benzetiyorum ki, o müteaddid ağızlı anahtar, âlemde mevcud her saatı tahrik eder, işletir.”
Hulusi abiyi risale-i nurun birinci talebesi kılan olay,bu tahrik meselesidir. Hakikatların ortaya çıkmasına bir muharrik olmuştur.
“O ihtiyaca işaret etmek, hem ihtiyacı uyandırıp teşvik etmek, hem iştiyakı ve iştihayı tahrik etmek için, Kur’anda bazı kıssalar tekerrür ediyor.”
02-10-2011
Mehmet ÖZÇELİK




TAKSİM-AT/BÖLME İŞLEMİ

TAKSİM-AT/BÖLME İŞLEMİ
*Nemrudun ateşini söndürmeye giden karıncaya nereye gittiği sorulduğunda cevaben;
Nemrudun ateşini söndürüp,İbrahimi kurtarmaya,demiş.
Bu ağzındaki bir damla su ile mi? dediklerinde;
En azından tarafımı ve safımı belli edip,Nemruttan yana olmadığımı gösteririm,demiştir.
-Taksim yürüyüş parkı olayları da safları belli etti.
Kaynak yapanlar hep deşifre oldu.
On yıldır içindeki kirliliklerini biriktirenler,bir defa da kusmuş oldu.
Faiz lobisi,uyuşturucu,pkk,dış sermayedarları,içki sektörü hep aynı noktada birleştiler.
*Dağı terk eden pkk,eğer taksime gitseydi,Kızılay-a girseydi,şimdikinden farklı ne olurdu.Bundan daha korkunç olmazdı.
*Bunlar kendilerini afişle çapulcu tanımlamaktadırlar.
*1960-70 yıllarında kaldığım,1980 ve 2007-de gittiğim İstanbul-da gezilecek gayet çok yer var.Gezi bahane,sessiz darbe şahane!!!
*Maksad Tayyib Erdoğan ve hükümetinin devrilmesi amacıyla kirli ellerin işi karıştırmasıdır.
*On yılda bir darbe yapmaya alışmış olanların,tahammül edememeleriyle, kudurmalarıdır.
*İşin planlı bir senaryo içerisinde yürütüldüğü açıkça görülmektedir.
*Cnn-in 7-9 saat süren tahrik edici haber yapması.Yalan haber sunması,Cıa ajanlarının cirit atıp,işi 4 ay öncesinde planlanması her şeyi gün yüzüne çıkarmaktadır.
*İranda bulunan bir spiker,televizyonda yaptığı konuşmada,Çalıştığı televizyon yöneticisinin,Türkiye-deki olaylar için,-Türkiye Baharı-demesini isteyip,zorlaması üzerine,görevini bırakmak zorunda kalmıştır.
*Taksim olaylarında ilk sevinen,İsrail olmuştur.
*Kuyruğu yakalanan Ergenekon terör örgütünün,baş ve gövdesinin kıpırdanmasıdır.
Taksim talebi,seviyeli bir taleb değil,tam bir oyun ve senaryodur.
Biz bu filimleri bir asırdan fazladır hep seyrediyoruz.Abdulhamid-den beri sahnelenmektedir.
*Özellikle 1950-den beri onar yıllık darbeler,on yıllık gelişmeler hep kesintiye uğramakta,yapılanlar da ortadan kalkmaktadır.
*Orduyla darbe yapamayanlar,sivil darbeye soyundular.
*Dünyaca darbeleriyle meşhur Soros-a,başarısız olan azerbeycan darbe teşebbüsünden sonra,-Kendisinin mi yaptığı sorulduğunda cevaben;
-Ben sadece para veriyorum.-demiştir.
Taksim olaylarında da Soros vardır.Ekibi bulunmaktadır.
*İçki sınırlaması,Bazı kararların alınması,Suriye zulmünün unutturulması,ört bas edilmesine yöneliktir.
*Eğer yüz bin insanı öldürüp,milyonları yerinden eden Esed ,trilyonları ödeseydi bu kadar başarılı olamaz,kendini unutturamazdı.
*Özgürlük hava,su,gıda gibidir.
*Haklar haksızlık yapılarak aranmaz.
*Trilyonlarca maddi zarar verilmiştir.
*Eğer başörtüsü,imam hatiplerin haksızlığa uğramasından dolayı,haksızlığa düşülmüş olsaydı,Taksim olayları gibi olmazdı,daha dehşetli olurdu.
Hak ihlal edilerek, hak aranmaz.
*Maalesef cennette ağaçla başlayan –ağaca yaklaşmama günahı,şeytanın fısıldamasıyla başlamış,yine şeytanın birilerinin kulağına fısıldamasıyla ,dünyanın sonuna doğru yine ağaç bahane yapılmıştır.Her halde kıyamette ağaçtan kopacaktır.
Oysa 2.711.637 ağaç dikilmiştir,on yılda. milyarca ekilen ağaçlar görülmemektedir.
*Bu durumda Başbakan Erdoğan-a yüklenenlerin misali şuna benzer;
Bir mahalle bekçisi her ne kadar tembel ve suçlu da olsa,görevini yapmasa dahi, dağdan saldıran ayı sürülerine karşı tedbir almayıp bekçinin sorgulanması yoluna gitmek,ayılara yardım etmektir.
Şu anda saldıranların unutulması,hırsızın değil,ev sahibinin sorgulanması,tam bir insafsızlık,cehalet ve seviyesizliktir.
Bu olaylardan bir ay önce veya bir ay sonra bazı hatalarının tenkid edilmesi gayet normaldir.
Ancak yapılanları sezmeden,yapanlara manen destek olmak,tam bir basiretsizlik örneğidir.
*Bediüzzamanın dediği gibi;” Biz ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz-fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler.”
*Muhalefetin seviyeli bir muhalefet yaparak teklifler vermemesi,hükümetin gazını almaması,taraftarlarının ve muhaliflerinin gazı almaya çalışırken,her tarafı kokutmalarına sebep olmuştur.
Hala da burnumuza pis kokular gelmeye devam etmektedir!!!
Zira muhalefetin iktidar olmasının tek yolu darbelerdi.O da elinden gidince gayrı meşru her yolu,kendince meşru görmektedir.
Pembe devrim.Devrim ve darbe el değiştirdi.
*”Onlar öyle (fâsıklar) ki, Allah’a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah’ın, ziyaret edilip hal ve hatırının sorulmasını istediği kimseleri ziyaretten vazgeçerler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte onlar gerçekten zarara uğrayanlardır.”
*”Hakîki bir Müslüman, samîmi bir mü’min hiçbir zaman anarşîye ve bozgunculuğa taraftar olmaz. Dînin şiddetle menettiği şey, fitne ve anarşîdir. Çünkü, anarşî hiçbir hak tanımaz; insanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhirzamanda ‘Ye’cüc’ ve ‘Me’cüc’ komitesi olduğuna Kur’ân-ı Hakîm işaret buyurmaktadır. “
MEHMET ÖZÇELİK
17-06-2013




TARİH BOYU ARANAN İLÂH

TARİH BOYU ARANAN İLÂH

Allah insanlık tarihi boyunca hep aranır olmuştur.
O’nu kaybetmekten korkulmuş,korkmakta da haklı olduğu anlaşılmıştır.Zira kaybedenlerin akibetlerinin korkunç olarak sonlandığını görmüşlerdir.
Allah-da bu hikmet ve ihtiyaca binaen sürekli kendisiyle irtibatın sağlanması için din bağlantısı,peygamber elçisi ile o irtibat sağlanmıştır.
Zaman içerisinde O’nu gerçek mânada bulamayanlar bu ihtiyacını gidermek için farklı yollara baş vurmuşlardır.
Tevfik Fikret’in “Beşerin böyle dalâletleri var/Putunu kendi yapar, kendi tapar”der.
İlk put perestlikte öyle olmuştur.
Bu da iki sebebten ağırlıklı olarak gerçekleşmiştir;
Korkudan veya aşırı sevgi ve menfaattan dolayı….

*Kimisi de inanmayışını idrak edemeyip anlayamayışına bağlamıştır.
Nihal Atsız;Allaha inanmadığını şöyle dile getirir;İnanamıyorum.
Bir sebebi ise,Kafatascıdır.

*Kimileride aradaki bağlantıların yetersizliğinden hedefe yanlış yoldan gitmeye başlamışlardır.Nitekim;
*Baba İlyas-ın müridi Baba İshak müridleri tarafından son peygamber olarak kabul edilmeye kadar varmıştır.
Baba ishak ise;Şamlı kabul edilip,Adıyaman yöresinde yaşamış ve propağandalarını yürütmüştür.
*Bedreddin,kominizmdeki ortaklığı savunmuştur.
-Akıl ve iradeyi yanılmaz kabul eder.
-İnsanın tanrıyla birliği,vahdeti vücudu kabul eder.
-İnsan tanrıdan parçadır,der.
-İbadette kural kabul etmez.

*O’nu bulma ve buldurma uğruna bazı yanlışlara da tevessül edilmiştir.
* …Ancak O’nun hedefi, öncelikle bütün insanları rahmet ve şefkatle kucaklayıp, ümmeti arasında da, kelime-i tevhidin ikinci yarısını söylemekten kaçınarak kendisini kabul etmese bile “La ilâhe illallah” diyen herkesi buraya getirmekti. Çünkü O, “Kim, Lâ ilâhe illallah derse, cennete girer.” buyuracaktı. Daha baştan O (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bunun için yaratılmış ve onun için de, ilk yaratıldığı hâlde gelişi sona denk getirilmiş; peygamberlik güftesine kafiye koyacak Son Sultan olduğu için de, bedeniyle ruhunun buluşması risâlet açısından en sona bırakılmıştı.”

Bazen de inanmamak için veya şeytani bir vesveseden dolayı olmayacak bir hedef gösterilmiştir.
Bu inanmak için ve tatmin olma amacıyla sorulmuşsa,faydalı neticeler alınabilir. İnanmamaya bir mesned oluşturmak amacıyla sorulmuşsa,cevabı imkânsız değildir.
-Birisi soruyor,Allah kendinden daha büyük bir taş yaratabilir mi?
Buna evvela şöyle cevap vermeli.Böyle bir taş niçin yaratılsın ? Buradaki büyükten kasıt nedir?
Mesela,iki sonsuz düşünülemez.Eğer bir sonsuz,bir diğer sonsuz tarafından sonlandırılıyorsa,o takdirde öncekine sonsuz denilemez.
Madem Allah zatında ve sıfatlarında sonsuzdur,elbette kendisini sonlandıracak ikinci bir varlık düşünülemez,düşünüldüğü takdirde O’nu sonlandırmak demek olur ki,bu durumda O’nun sonsuzluğundan bahsedilemez.
Hem sonsuz olan O zatı,sonlandırmaktaki amaç,O’ndan daha büyük birini devreye koymanın sebebi nedir?
Bir rakib mi aranmaktadır?

*Kendimize kimi daha yakın hissediyoruz;Allah-ı mı,Rasulullahı mı,her ikisini mi?
Yoksa bunların ötesinde tabiatta korktuğumuz veya sevip fayda gördüğümüz bir şeyi mi?
Allah rasulüne olan sevgi,Allah-a olan sevgiyi azaltmamakta,tam tersine arttırmaktadır.
Her şeyin ifratı zararlı iken,Rasulullaha olan aşırı sevgi,Allah-a olan sevgiyi de arttırmaktadır.

*Allah Teala ef’alini bil-esbab değil,indel esbab halk buyurur.” Mehmet Feyzi Efendi.
Sebeblere kendi yerine geçecek büyük bir rol biçmez,belki sebeblerin oluşumunun yanında olarak var eder.
İnanmayan kişi ise esbabı görüp,onun arkasındaki kudreti görmemekte ve de görememektedir.

*Sofestailer her şeyi Hâlıkı bulamadıklarından dolayı inkâr etmekle kalmaz, kendi varlıklarından daha kesin olan Allah-ın varlığını inkâr etmeye mecal bulamadıklarından dolayı,O’nun karşısında kendilerini inkâr ederler.
Bir Osmanlı paşasının oğlu sürekli hiçbir şeyin var olmadığını ve de kendisinin de olmadığını söyleyince,sofrada yemek yerken bu duruma dayanamayan baba,tabağı alarak oğlunun kafasına vurur.
Büyük bir bağırtıyla acısından feryad eden oğluna;
Madem yoksun,tabakta yok,olmayan şeyden neden elem ve acı duymaktasın?

*Eğer siz ve eşya yok iseniz,ben size ve değer verdiğiniz eşyalarınıza,söylemiş olduğunuz;”Hiçbir şey yoktur,ben de yokum’gibi olumsuz sözünüze neden itibar edeyim.
Bu durumda,siz,sözünüz ve eşyalarınız muteber değilsiniz!demektir.

*Muhyiddin-i Arabî Hazretleri eşya arasındaki farklılıkları, a’yan-ı sabitelerin farklı oluşlarıyla izah eder.

*Batıl dinlerin çoğunda sapkın bir inanış olarak bedene zarar vermek makbuldür.Bazen bu kızların kurban edilmesi,bazen kurbanların putlara adanması şeklinde olur.

*Bilimin sahibinden ve proğramlayıp yaratanından uzaklaşması ve sonuçları neticesiz kalmaktadır.
Her şey yaratanla değerlendirilirse bir kıymet,değer alır ve ilim adı verilebilir.

*Öyle bir yâr ile yâr ol yâr ola her dü serâ
Hurşid-âsâ her zamanda eyleye irşâd seni**

*Geminin Tek Kaptani Olur,
Gerisi Murettebatir…
Yüreğin Tek Sahibi Olur,
Diğerleri Teferruattir…!
MEHMET ÖZÇELİK
12-12-2012




TARİKAT

TARİKAT
Tarikat gidilecek yollar demektir.Tarikat bir yoldur.
‘Etturuku ilallâhi bi adedil enfâsil halâik.’
‘Allah’a giden yollar mahlukatın nefesleri sayısıncadır.”
Tarîkatlar da,bütün bu yollar içerisinde hakikatlerin yollarıdır.
*’İmam-ı Rabbânî ve Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Farukî (r.a.) demiş: “Hakaik-i imaniyeden birtek meselenin inkişafı ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve kerâmâta müreccahtır. Hem bütün tarikatlerin gayesi ve neticesi, hakaik-i imaniyenin inkişafı ve vuzuhudur.
*Tarikatın belli bir sistem içinde ortaya çıkması, hicri III. asra dayanır. Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistami gibi zatlar, tarîkatın ilk önderlerindendir. Daha sonraki dönemlerde gelen Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir-i Geylanî, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, İmam-ı Rabbani gibi zatlar ise, tarîkatın en meşhur kahramanlarıdırlar.
*Keramet,süluk-nefsi emmare-nefsi levvame-nefsi mutmaiNne,radiye-mardiyye gibi ifadeler tarikattaki ritüellerdir.
Mürid manevi yolculuğunda süluk edip giderken bazı mertebeleri aşarak, hakikata ulaşmayı esas alır.
‘Şeriat,tarikat yoldur varana
Hakikat marifet andan içeru.’
Tarikatta esas olan;Takva,ihlas ve marifettir.
*Tarikat son makam değildir.Bir vesile ve ilk adımdır.
*Nakşi-Kadiri-Rufai-Şazeli-Mevlevi-Yesevi gib bilinen tarikatlar vardır.
*Bin yıllık tarihimize baktığımız zaman islâmiyetin yayılışı tarikatlar,dergâh, zaviye ve medreseler eliyle olmuştur.
Bunların kaldırılması iyi niyetinde ötesinde büyük bir hata ve cürüm olmuştur.
*Ortada bir yanlış durum var idiyse,bu onun tamamen kaldırılmasını değil,ıslah edilmesini ve tekmil edilmesini gerektirirdi..
*Tarikatta nefis bütün kötülüklerin başı olup,onları emrettiği için öldürülmesi cihetine gidilir.Bu ise isabetli ve doğru bir durum değildir.
Zira çölde devesiyle giden bir insanın devesinin yapabileceği her türlü hırçınlık ve hayvanlığa karşı onu öldürmek demek,yolda aç,susuz ve yayan kalmak demektir.
Nefsin öldürülmesinden çok,terbiyesi önemlidir.Zira insanı esfel-i safiline, aşağıların en aşağısına atan nefsi olduğu gibi,ala-yı illiyyin olan en üstün mertebeye çıkaran da yine nefsidir.
* “Bilin ki, Allah’ın dostları için ne bir korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar.”
Tarikatta Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket edilerek,Allah’ın dostluğu aranır.
Hadiste;’Ceddidu imaneküm bi lâ ilahe illallah’yani-İmanınızı Lâ ilahe illallah-ile yenileyiniz.”buyurulur.
Tarikatta zikir ve fikir esastır.
Tarikatlarla ilgili Mektubat adlı eserinde ‘Telvihat-ı Tis’a –namıyla bir eser yazan Bediüzzaman en sağlıklı bilgiyi vermektedir.
‘Bu seyr ü sülûk-i kalbînin ve hareket-i ruhaniyenin miftahları ve vesileleri, zikr-i İlâhî ve tefekkürdür. Bu zikir ve fikrin mehâsini tâdâd ile bitmez.
Velâyet bir hüccet-i risalettir; tarikat bir bürhan-ı şeriattır. Çünkü risaletin tebliğ ettiği hakaik-i imaniyeyi, velâyet bir nevi şuhud-u kalbî ve zevk-i ruhanî ile aynelyakin derecesinde görür, tasdik eder. Onun tasdiki, risaletin hakkaniyetine katî bir hüccettir. Şeriat ders verdiği ahkâmın hakaikini, tarikat zevkiyle, keşfiyle ve ondan istifadesiyle ve istifazasıyla o ahkâm-ı şeriatın hak olduğuna ve haktan geldiğine bir bürhan-ı bâhirdir. Evet, nasıl ki velâyet ve tarikat, risalet ve şeriatın hücceti ve delilidir; öyle de, İslâmiyetin bir sırr-ı kemâli ve medar-ı envârı ve insaniyetin, İslâmiyet sırrıyla bir maden-i terakkiyâtı ve bir menba-ı tefeyyüzâtıdır.”
Daire-i takvâdan hariç, belki daire-i İslâmiyetten hariç bir suret almış bazı meşreplerin ve tarikat namını haksız olarak kendine takanların seyyiâtıyla tarikat mahkûm olmaz. Tarikatin dinî ve uhrevî ve ruhanî çok mühim ve ulvî neticelerinden sarf-ı nazar, yalnız Âlem-i İslâm içindeki kudsî bir rabıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en birinci, tesirli ve hararetli vasıta tarikatler olduğu gibi, Âlem-i küfrün ve siyaset-i Hıristiyaniyenin, nur-u İslâmiyeti söndürmek için müthiş hücumlarına karşı dahi, üç mühim ve sarsılmaz kale-i İslâmiyeden bir kalesidir. Merkez-i hilâfet olan İstanbul’u beş yüz elli sene bütün Âlem-i Hıristiyaniyenin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul’da beş yüz yerde fışkıran envâr-ı tevhid ve o merkez-i İslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük camilerin arkalarındaki tekkelerde Allah Allah diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve marifet-i İlâhiyeden gelen bir muhabbet-i ruhaniye ile cûş u huruşlarıdır.”
İşte, ey akılsız hamiyetfuruşlar ve sahtekâr milliyetperverler! Tarikatin, hayat-ı içtimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi seyyiatlardır, söyleyiniz.
..Tarikatte “seyr-i enfüsî” ve “seyr-i âfâkî” tabirleri altında iki meşrep var.
Enfüsî meşrebi, nefisten başlar, hariçten gözünü çeker, kalbe bakar, enâniyeti deler geçer, kalbinden yol açar, hakikati bulur. Sonra âfâka girer. O vakit âfâkı nuranî görür. Çabuk o seyri bitirir. Enfüsî dairesinde gördüğü hakikati, büyük bir mikyasta onda da görür. Turuk-u hafiyenin çoğu bu yolla gidiyor. Bunun da en mühim esası enâniyeti kırmak, hevâyı terk etmek, nefsi öldürmektir.
İkinci meşrep âfâktan başlar, o daire-i kübrânın mezâhirinde cilve-i esmâ ve sıfâtı seyredip sonra daire-i enfüsiyeye girer. Küçük bir mikyasta, daire-i kalbinde o envârı müşahede edip, onda en yakın yolu açar. kalp âyine-i Samed olduğunu görür, aradığı maksada vâsıl olur.
…Velâyet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zengini, Sünnet-i Seniyyeye ittibâdır. Yani, a’mâl ve harekâtında Sünnet-i Seniyyeyi düşünüp ona tâbi olmak ve taklit etmek ve muamelât ve ef’Âlinde ahkâm-ı şer’iyeyi düşünüp rehber ittihaz etmektir.
…İşte bu cadde-i kübrâ, velâyet-i kübrâ olan ehl-i veraset-i nübüvvet olan Sahabe ve Selef-i SÂlihînin caddesidir.”
Sünnet-i Seniyye ve Kur’anın açtığı yol ana yol ise,tarikatlar ona çıkan tali yollardır.
“Tarikat ve hakikat, vesilelikten çıkmamak gerektir. Eğer maksud-u bizzat hükmüne geçseler, o vakit şeriatın muhkemâtı ve ameliyâtı ve Sünnet-i Seniyyeye ittibâ, resmî hükmünde kalır, kalp öteki tarafa müteveccih olur. Yani, namazdan ziyade halka-i zikri düşünür; ferâizden ziyade evrâdına müncezip olur; kebâirden kaçmaktan ziyade, âdâb-ı tarikatin muhâlefetinden kaçar. Halbuki, muhkemât-ı şeriat olan farzların bir tanesine, evrâd-ı tarikat mukabil gelemez, yerini dolduramaz. Âdâb-ı tarikat ve evrâd-ı tasavvuf, o ferâizin içindeki hakikî zevke medar-ı teselli olmalı, menşe olmamalı. Yani, tekkesi, camideki namazın zevkine ve tâdil-i erkânına vesile olmalı; yoksa, camideki namazı çabuk, resmî kılıp, hakikî zevkini ve kemâlini tekkede bulmayı düşünen, hakikatten uzaklaşıyor. “
NAKŞİLİK
Abdulhalik-ıl Güjdevani tarafından sistemleştirilen, Muhammed Bahauddin Şah-ı Nakşibendi’nin isim babası olduğu İslam dini tarikatı.
*Hz.Ebubekire dayanır.
“Nakış yapan” anlamına gelen Nakşibend; Nakşibendi mürşitlerinin, kalbi dünyadan ahirete bağladığı düşünüldüğü için bu adı almıştır.
Nakşibendi tarikatında sessiz zikir uygulanır.
“Der tarîk-ı Nakşibendî lâzım âmed çâr-ı terk:
Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hesti, terk-i terk. ”
Nakşi tarikatında dört şey terk edilir:Dünya,Allah namına ahiret yani ne cennet sevdası,ne de cehennem korkusu olmaksızın onu ve onu düşünmeyi dahi terk etmek,varlıkları ve mevcudatı ve hatta o terk etme işinin kendisini dahi düşünmeksizin her şeyi terk etmek.
Kalbi direk olarak Allah’a müteveccih kılmaktır.
ABDULKADİRİ GEYLANİ
*Onun dergahında gayri Müslimlerde bulunurdu.
*Onun için;aşk ile doğdu,kemal ile ömür sürdü,kemali aşk ile Rabbine vasıl oldu.
*Tasarrufu hala devam etmektedir.
*’Üstadımız kendisi söylüyor ki: “Ben sekiz-dokuz yaşında iken, bütün nahiyemizde ve etrafında ahali Nakşî tarikatında, ve oraca meşhur Gavs-ı Hizan namıyla bir zattan istimdat ederken, ben akrabama ve umum ahaliye muhalif olarak “Yâ Gavs-ı Geylânî” derdim. Çocukluk itibarıyla elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz birşey kaybolsa, “Yâ Şeyh! Sana bir Fatiha, sen benim bu şeyimi buldur.” Acaiptir ve yemin ediyorum ki, bin defa böyle Hazret-i Şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiş. Onun için bütün hayatımda umumiyetle Fâtiha ve ezkâr ne kadar okumuşsam, zât-ı Risaletten (a.s.m.) sonra Şeyh-i Geylânî’ye hediye ediliyordu. Ben üç-dört cihetle Nakşî iken, Kadirî meşrebi ve muhabbeti bende ihtiyarsız hükmediyordu. Fakat tarikatla iştigale ilmin meşguliyeti mâni oluyordu.’
*’Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) Şeyh Geylânî’nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın birtek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş:
“Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!”
Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum biiznillâh!” O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.”
İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.”
*’Hazret-i Gavs, o derece yüksek bir mertebeye mâlik ve o derece harika bir keramete mazhardır ki, kâfirlerin bir kısmı demiş: “Biz İslâmiyeti kabul edemiyoruz; fakat Abdülkadir-i Geylânî’yi de inkâr edemiyoruz.” Hem evliyayı inkâr eden Vahhâbînin müfrit kısmı dahi Hazret-i Şeyhi inkâr edemiyorlar. Evliya, onun derece-i celâletine yetişmediği bütün ehl-i tarikatça teslim edilmiştir.’
*Kadiri-de sesli zikir uygulanır.
17-12-2011
MEHMET ÖZÇELİK