MUSTAFA İSLAMOĞLU’NUN MEAL-TEFSİRİNİN TENKİDİ

MUSTAFA İSLAMOĞLU’NUN MEAL-TEFSİRİNİN TENKİDİ
*Her asırda İslam’a yapılan saldırının tehlikesi dıştan değil içten, batıdan ziyade doğudan.Yani İran ve İran menşeli olmuştur. Kominizmin temelini oluşturan İbahiyye’ den siyasi entrikaların kaynağı Şiaya, inanç ve amelden tarihi değerlere kadar yapılan saldırıların kaynağı hep İran olmuştur.
*Hacı Bektaş-ı Veli,İranın kuzeydoğusunda Horasan eyaletinin Nişabur kentinde doğmuştur.
Türkiye-deki menfilik,ayrımcılık ve olumsuzluk,olumlu da olsa,olumsuzluklarda o Zat alet edilmeye çalışılmaktadır.
Bunun gibi de,olumsuz ve istikametsiz insanlara baktığımızda kuvvetli ihtimalle İran menşeli veya oranın etkisinde kaldığı görülmektedir.
İranın İslam dünyasındaki etkisi,kolayca suyun bulandırılmasında etkili olarak kullanılmaktadır.
20’ nin üzerinde tarihte İran’ la karşı karşıya gelmişiz.
*İslamoğlu’ndan İran konusuna geçişin sebebi, oranın İslam’ a olumsuz geçişi sebebiyledir.
İslami alanda ayrık otlarını toplamaktan , İslami tarlayı ekmeye vakit bulunamamaktadır.Veya tarladan çıkan ürünler verimsiz ve arızalı olmaktadır.
Tefsir-Meal içerisinde kitaptan çıkardığım argo kelime kadar hiçbirisi benim o derece ağırıma gitmemişti. Zira, “ Batıl şeyleri iyice tasvir , safi zihinleri idlâldir.” hakikatınca , hem zihinleri bulandırıp kirletmekte ve hem de kişiyi o çirkin ortama sevk edip atmış olmaktadır.
İslamoğlu, kaba sözler sözlüğüne bakmaya ihtiyaç bırakmamıştır.Mahalle, sokak ağzını ulvi bir tefsir cennetine taşımakla , bahçedeki çiçekleri soldurmuştur. Asıl vebal budur.
İlâhi kelâm, kendisini nezih olarak ifade etmekten ve edilmekten aciz değildir.
Herhalde gül dikensiz olmaz diye düşünmüş olsa gerek!Aslında araştırabilir ! Cennette diken var mı ? Güller nasıl olacak.
*Abdulaziz Bayındır’ ın tutarsızlığı ile ilgili bir araştırma yapıyordum.
Onun hakkında M.Avnullah Özmansur elinde bulunan bir araştırmayı bırakarak Bayındır-a cevap vermek için yazmaya koyulduğunu sitesinde belirtince, teker teker tahlil etmekten vazgeçtim , o Zâtın delillerine atıfta bulundum.
Telefonla kendilerini arayarak yazıma bir takdim yazısı yazmasını teklif ettim.
Umre’ ye gideceğini, yaşlı olduğunu müsait olursa yazacağını söyleyerek; ısrarla şöyle bir teklifte bulundu: Hemen elindeki çalışmayı bırak , Mustafa İslamoğlu-nun ; “ Hayat Kitabı Kuran – Meal – Tefsir” ini al ve incele.İçinde epey yanlış bulunmaktadır. Gerçi pahalı “ 36 Tl” , para vermeni istemem.Ancak bir incelemende yarar var, teklifinde bulunmuştu.
Ben de bu düşünce ile kitabı aldım, tenkid ve tahlilini yaparak okumaya başladım.
*İslamoğlu’ nun Hilal Tv’ deki tefsir sohbetini ve bunları aynı zamanda internetten indirerek ve de sitesinden notlar almak suretiyle tamamen faydalanmaya yönelik olarak takip etmeye başladım.
Faydalandım da …
Kendisini 1980’ lerden itibaren özellikle Kayseri’nin eşrafından Merhum Ali Mutlu abimizin kendisiyle görüşme bilgilerini bize aktarması sonucu bildirmesiyle bir malumatım vardı.
Daha önceki tenkit yazılarımda da kendilerini az da olsa ele aldım.Bu Meal – Tefsir münasebetiyle önemli bulduğum tenkitlerimi kaleme aldım.
*İslamoğlu var olmayı farklı olmaya bağlamaktadır.
1970’ lerde Ali Bulaç’ ın Meal cemaatı’ nın boşluğunu doldurmaya, farklı bir cemaat oluşturmak için farklılaşmaya çalışmaktadır.
*Tefsir ilmi, ilâhi kelâmın beşerin üstün seviyesiyle ortaya konulmalıdır.Ancak argo kelimelerle o ulvi hakikatlar basitçe ifade edilmemelidir.Öyle zannediyorum ki ; bizim yaptığımız gibi bir çok tenkit alan Mustafa İslamoğlu kendisini test ediyor, sığaya çekiyordur.Dilerim bu tenkitte kendisi açısından yapıcı ve düzeltici bir katkı sağlar.En azından muhiblerini teyakkuza sevk etmiş olur.
Uydurukçaların bir kısmını Türkçe öğretmeni arkadaşlara gösterdim. Biraz durakladılar. Cevaplamada zorlandılar.
Bu durumda gel de diğerlerinin anlamalarını düşün ve bekle !
*Öğretmenler odasında bu durum gündeme gelip tenkit yazacağımı söylediğimde arkadaşlarımın tavırlarında şu durum ortaya çıktı : Değmez , zaten biliyoruz, der kabilinden olmakla kalmadı, hepsi dolmuşluğunu ve olumsuz hatıralarını anlatmaya başladılar.
Seçtiğim uydurukçalar ise şunlardır:
– “ Okumak manasındaki tilavetle kökteş olduğu (Sh . 98)
– “Burada İşteşli eylem bağlamında “ (Sh . 126,865)
– “ Tabiat kitabını okuması salık veriyor. ( Sh. 224)
– “ Varsıl görünen gerçekte yoksul olabilir.(sh. 337)
– “ Hem de görülemeyen içkin hakikatıdır.( Sh.790)

Kaba kelimeler ise :
– “Bu Allah’ tan rol çalmaktır.” ( Sh.82,236,790)
– “Ayartıcı cazibe” ( Sh.82,264,533)
– “Allah’ a ayaklaşacak kadar şaşar.” ( sh. 105,224,260,589,665)
– “ Üzerinde bulunduğumuz halin sebebiyle ayartamazsınız.” ( sh.373)
– “ Bu dingin anın ,insanın manevi potansiyeline” ( sh.405)
– “ İnsan benliği kötülüğün daniskasını işletebilir.” ( sh.462,639)
– “ Çocuğunu öldüren anasını ağlatır. (Sh.478)
– “ Allah ile aldatmak” ( Sh. 533)
– “ Allah’ ın bir emrine Kadük muamelesi yapıldığı için vebaldir.” ( Sh. 864)
( Burada Kadük’ ün çirkinliği ve kabalığı ile , vebalin düzgünlük ve nezihliği hiç de bağdaşmamaktadır.Sirke’ nin üzerine şerbet içmeye benziyor.)
Bu kelimeler insanı alıyor,adeta (söylemekte bile zorluk çekiyorum) kirli bir ortama sevk ediyor.Bunu tefsir sohbetinde de yapmaktadır.Hiç de yakışmıyor.
Beş yıl kaldığım Kayseri ağzının farklı olduğunu,ağzını yediğim,gibi ifadeler kullandığını biliyorum ancak böyle nezih ve İslami olmayan kelimeleri duymamıştım.Sayesinde duymuş ve iğrenmiş oldum.
Bazen bilgiç!liğini ortaya koymak için,gereksiz yerlerde de kulaç atmaya başlıyor.Biraz dağıtıyor.
Tenkidimizde de aynı hatalara ve düşüncelere başkalarının da düşmemesini sağlamak amaçlıdır.
*Genel olarak Meal Tefsirinde ; bulandırdığı, içinden çıkamayıp zorlandığı, merkezine doğru gidemeyip çevresinde dolaştığı birkaç nokta sırıtmakta ve öne çıkmaktadır:
1- Cinlerin Varlığı. Adeta cin dememek için elli dereden su getirmektedir. Kelimeler üzerinde çok rahat oynayıp te’vil’de bulunmaktadır.
2- Cehennemin ebediliği konusunu adeta kendi şefkat ve merhametini, Cenab’ ı Hakkın şefkat ve merhametinden fazla gösterircesine öne sürerek; ya kendisinin yorumlamasından kaynaklanan bir sebeple veya zayıf görüşleri delilmiş gibi göstererek kendisini tenzih makamında isnatlarda bulunmaktadır.
3- Hz Adem’ in cennetten ihracı konusunda zikredilen cennetin, kelimede boğularak Türkçe karşılığı olan “ bahçe “ ile dünya bahçesinin olduğunu öne çıkarmaktadır.
Ancak şunu düşünememektedir ki: Ayetteki –İhbitu- “ İniniz” ifadesi, yukarıdan aşağıya inişi ifade etmektedir.Eğer dünyada olsaydı, neden’ ininiz’ denilmiş olsun ?
Hem dünya kelimesi de anlam olarak aşağı ve düşük manasınadır.
Şaibe uyandıran diğer husus ise: Ehli Beyt Okulu kavramının içini boş bırakmasıdır.Bununla Şia’ yı mı kastetmektedir? Bu durum Şia’ nın etkisinde kaldığı ve etkilendiği görüşünü hatıra getirmektedir.
Başkalarının kendisi hakkında hiç de hoş olmayan duyduğum ve okuduğum sözlerini söylemeyi uygun bulmuyorum.
Sadece , vâkıf olduğum merhum Ali Mutlu abimizin kendisine faydalı olmak amacıyla 1984 yıllarında yanımıza gelir giderken ona da uğradığını , telkinlerde bulunup yararlı olmaya çalıştığını söylemesidir.
Demek ki problem o zamandan başlamıştı.
*Peki hiç mi olumlu tarafı yok? denilecek olursa : Yiğidi öldür hakkını yeme kabilinden, hakkını teslim etmek gerekirse ;
Kendisinin tefsir sohbetlerinden faydalandım.Abdulaziz Bayındır ‘ ın 3 Dvd-yi oluşturan sohbetini dinlerkenki gibi hiç de kahredici bir durum içerisinde olmadım.
Kelimelerin tahlilini çok güzel yapmakta futbolcunun topla oynadığı gibi kelimelerle oynayabilmektedir.
Meal tefsirini okurken tamamen teslim olmadan, mayınlı tarlada yürür hassasiyeti içinde yürünürse , faydalı olunabileceğini düşünüyorum.
Bilgi ile istikameti karşılaştırdığımızda ; aynı oranda olmadığı görülecektir.Saf zihinleri bulandırır, araştırmacılar için ise bir araştırma alanı oluşturur.

CİNLER
Hocanın Belli ki cinlerle bir problemi var! Cin konusunda bir netliğe sahip olmadığı gibi , ısrarla kelimenin lafzında boğulup kalmakta, bir türlü cin ifadesini gerçek manasında kolayca izah etmekte zorlanmaktadır.
Sanki bir lafız-perestlik içerisinde dönüp dolaşılmaktadır.Bu da onun lafızlarla çok oynamasından kaynaklanmış olsa gerek.
Meal tefsirindeki tesbit ettiğim yanlışlıkları şöylece sıralayabilirim:
-248,349,351,496,538,640,642 sayfalarıdır.
Bir yandan onların cisim olduklarını söylerken, diğer yandan da görünmez içi doldurulmayan bir ifadeyle ve gözden uzak kavramıyla ifade etmektedir.Kıt görülen varlıklar diyerek sürekli kapalı ifadeler kullanılmaktadır.
Bununla da yetinilmeyip Peygamberimize iman eden Nusaybin cinnilerinin insan olduğu ve uzak mekânların insanları olduğunu ifade etmektedir.
Daha da ötesi; Hz. Peygamberin onlardan haberdar olmadığını ve kendilerini görmeden dinlediklerini söylemekle ayrı bir garabette bulunmaktadır.
Efendimizin Rasulü’s Sakaleyn yani cinlerinde peygamberi olmasının üzeri setredilmektedir.
Hep manadan uzaklaşarak onları gözden uzak, nadirattan , garip ve adeta ne idüğü belirsiz varlıklar olarak nitelemektedir.
Belli ki hocanın zihninde netlik olmayınca zihinleri de bulandırmaktadır.
Mesela: En masum gibi görünen En’am 100. âyeti yorumlarken farklılık olma ve oluşturma adına kelime üzerinde her türlü oynama içerisine girilmektedir;
“Fakat görünmez varlık türlerine Allah’ a denk bir makam yakıp yakıştırdılar, oysa ki onları da o yaratmıştı. Bir de cehaletleri yüzünden ona oğullar ve kızlar peydahladılar.
O’ nun aşkın ve yüce olan zatı, insanların her tür tasavvur ve tahayyüllerinin üzerindedir.”
Sadeleştirmiş olan Elmalı Mealindeki karşılığı ise şöyledir:
“Onlar Allah’ a cinlerden de ortak koştular.Halbuki onları yaratan odur.Bilgileri olmadan ona oğullar , kızlar uydurdular.Onun şanı onların uydurdukları sıfatlardan münezzeh ve yücedir.”
Ancak ‘avuca sığmayan’ , diye tanımladığı bu varlıkları anlatırken; geçmişteki tüm bilgileri bir çırpıda reddetme iddiasında bulunmaktadır.
“Cin Fikirli” deyimini sarih manasıyla değerlendirip, manadan uzaklaştırmaktadır.
Zariyat 56’ daki gayet açık, net ve varlıkların tek sorumlu iki varlığı olan insanlar ve cinler açıkça ifade edilmesine rağmen mâna tahrif edilmektedir.Şöyle ki;
“ Ben cinleri ve insanları yalnızca Bana kulluk etsinler diye yarattım.”âyetini,
“ Yani görünür görünmez hiçbir iradeli varlık , bir anlam ve amaçtan yoksun yaratılmamıştır.”şeklinde anlatmıştır.

CEHENNEM VE CENNET
Hocanın netleşmemiş yanlışlarından biri de cehennem bahsidir.
Bu da başta onun varlığı ve de ebediliği konusunda bir netlik görülmemekte ve zihinleri özellikle de saf ve safi düşünceleri bulandırmaktadır.
Tekasür suresi ayet 7’ de gramer olarak geleceği de ifade eden; “ Siz cehennemi göreceksiniz, âyetini basite ve dar alana irca ederek: “ Elbet (Dünyayı) cehenneme “ çevirdiğinizi” de görürdünüz.” der.
Cehennem konusunda netlik olmayan yerler ise şunlardır:
-63,211,447,448,529,924,707 sayfalarıdır.
-Nebe 23’ te ; “ Onlar orada uzun zamanlar boyu kalacaklar.”
Cehennemin ebedi olmadığını veya en azından bu yönde zihinleri bulandırdığı görülmektedir.Bu konunun tartışılmakta olduğunu söylerken, taraf olduğunu da göstermektedir.
Oysa hem “Huld” kelimesi ve hem de “ Ebeden” ifadesiyle te’yit edilmesi ve hem de Cenâb- ı Hakkın ; “ Allah kendisine eş ve ortak koşulmasının dışında, dilerse diğer günahları bağışlar” ifadesi , şirkin hiçbir surette bağışlanmayacağını , bu da suçun cezasının sürekli olduğunu göstermektedir.
Cenab- ı Hak,şirk koşanları affetmeyeceğini belirtip, bunu istisna ederken, kendisi bu istisnayı ilgisi olmayan hatta kendisi öncekiyle istisna edilen Hud . 107. âyeti delil getirir.
Bununla da kalmaz cennet ve cehennemi ebedi olarak kabul etmenin küfür olduğunu kabul ettirme çabası içerisine girer.Zayıf görüşü benimseyenleri otoriter olarak göstermekle, kendisine destek aramakta, görüşünü kuvvetlendirmeye çalışmaktadır.
İbni Teymiye- yi ön plana çıkararak ehl-i sünnetin dışından kendisine destek aramaktadır.
Ve o sonsuz olan cennet ve cehennemi dünyanın şu dar kalıpları içerisine sığdırmaya çalışır.
Hadislerde ; “ Her bir kişiye verilecek olan 500 sene genişliğindeki bir cenneti”, bu dünyaya kurma iddiasında bulunur.
Okyanusu bir bardağa sığdırma tekellüfü içerisine girer.
O kadar bir tezat içerisine girilmektedir ki ; Allah ‘ın rahmetini ön plana çıkarmak amacıyla cennetin ebedi , cehennemin ise bundan hariç tutulduğu iddiasında bulunur.
Oysa, Allah’ ın rahmetinden fazla rahmet , rahmet değildir.
Allah’ ın rahmeti, adaletiyle rahmet olur.Adaletsiz rahmet, rahmet değildir.
Günahkâr mü’min için cehennemden çıkmanın zaten garanti olduğu garantisini verdikten sonra ( Aşere-i Mübeşşere dışında Peygamber bile verememişken),inanmayan insanları cehennemden çıkarma gayreti içerisine girer.
Hz. Adem’ in cennetten indirilişiyle ilgili olarak; indirildiği yerin yine her zamanki yaptığı gibi lafızda boğularak bahçeye atfetmekte,zayıf delilleri kuvvetli deliller olarak sunmaya çalışmaktadır.
İslamoğlu cehennem ebedi değil derken,bu durumda demek ki niyeti cehennemde bulunan Firavun,Nemrud,Ebu Cehil ve milyonlarca insanları öldürenleri de oradan çıkarmak niyetindedir.
Bu durumda sormazlar mı,kimlerden yanasın?
Öyle zannediyorum k,ebedi olmayan cehennemden bu durumda şeytan bile çıkar.
En basit ifadeyle bu,kırk bin insanı öldüren apoyu hapisten çıkarmaktan daha beter bir zulümdür.
Bu şefkat adaletsiz bir şefkattir.
Su-i istimal edilen bir şefkattir.Allahın şefkatinden daha öte şefkati ileriye sürmek gibi tam bir zulümdür.
Şefkatini bu kadar ileri götürdüğüne göre,bari birde ana rahmine insan olmak için atılan milyarlarca atılan spermleri de insan yaparsa şaşmamak gerekir.
Cehennem hapishanesini kapatıpta firavun ve hatta şeytanları bile çıkartacak bir zihniyete sahip olmak,nasıl bir zihniyet ve nereden çıkarılan bir hükümse,böyle bir hüküm insanlar dünyasında verilecek bir hüküm değildir…
Bu durumda insanın dünyaya gelip,imtihana tabi tutulmasının da bir anlamı olmayacaktır.
Bu insanları cennetin neresine koyacaksınız?
Ebu Cehille Peygamber Efendimizi nasıl yan yana getireceksiniz?
Muhal olan bir şeye kılıf uydurmakta en az o kadar muhal ender muhal bir durumdur.
Oysa küfür insanı tedavisi mümkün olmayan,tamamen tefessüh ettirmişken o insanı hangi vasıfla cennete koyacaksınız?
Elmaslarla kömürler nasıl bir arada bulunacaktır?
-Kur’an-ın kısas cezasında öldürenin de öldürülmesi,öldürülenin hakkını korumaktır.Bu durumda öldürenin hayatını sağlamak,öldürüleni bir daha öldürmek demektir.
Bu kısas cezasının haksız bir uygulama olduğunu da iddia etmesi gerekir!!
Ya Rabbi nasıl bir mantıktır bu?
Böyle bir iddia sadece Allaha bir iftira olmakla kalmaz,hukuksuz bir yola girerek,masumların hakkını gözetmeden canileri affetmek demektir.Bir kişinin olmayan hatırına,milyarlarca,sayısız hatırları kırmak,yok saymak demektir.
Böyle bir iddiadan ve iddia sahibinden ancak Allaha sığınılır…
Eğer mesele direk olarak herkesi değerlendirmeden imtihansız ve de imtihanın sonucunu kale almadan cennete götürmek idiyse; Allah bunu doğrudan yapabilirdi. Kimsede buna itiraz edemezdi.
Bu durumda Allah bu insanları cehenneme atıp zevk mi almaktadır yoksa adaleti mi uygulamaktadır?
Bediüzzaman Hazretleri matematiksel olarak da onların cehennemde ebedi kalacaklarını şu veciz ifadeleriyle izah etmektedir.Öyle zannediyorum ki;insaf ve vicdanla okunsa kabul edilecektir:
“SUAL: Kısa bir zamandaki küfre mukabil, hadsiz bir zaman Cehennem’de hapis nasıl adalet olur?
ELCEVAB: Sene, üçyüz altmışbeş gün hesabıyla, bir dakikada katl, yedi milyon sekiz yüz seksen dört bin dakika hapis iktizası kanun-u adalet iken; bir dakika küfür, bin katl hükmünde olduğundan, yirmi sene ömrünü küfürle geçiren ve küfür ile ölen bir adam, kanun-u adaletle elli yedi trilyon ikiyüz bir milyar iki yüz milyon sene beşerin kanun-u adaletiyle hapse müstehak olur. Elbette خَالِدِينَ فِيهَا اَبَدًا adalet-i İlahî ile vech-i muvafakatı bundan anlaşılıyor.
Birbirinden gayet uzak iki adedin sırr-ı münasebeti şudur ki: Katl ve küfür, tahrib ve tecavüz olduğu için, gayre tesirat yapar. Bir dakikada katl, lâakal zahirî âdete göre onbeş sene maktulün hayatını selbeder, onun yerine hapse girer. Bir dakika küfür, binbir esma-i İlahîyi inkâr ve nukuşlarını tezyif ve kâinatın hukukuna tecavüz ve kemalâtını inkâr ve hadsiz delail-i vahdaniyeti tekzib ve şehadetlerini reddetmek olduğundan.. kâfiri, binler seneden ziyade esfel-i safilîne atar, خَالِدِينَ de hapseder.”
“Madem küfür hadsiz hukuka bir tecavüzdür, elbette hadsiz bir cinayettir. Öyle ise hadsiz bir azaba müstehak eder. Madem bir dakika katl, onbeş sene cezada (sekiz milyona yakın dakikada) hapis azabını çekmesini adalet-i beşeriye kabul edip maslahata ve hukuk-u âmmeye muvafık görür. Elbette bir küfür bin katl kadar olması cihetiyle, bir dakika küfr-ü mutlak, sekiz milyara yakın dakikalarda azab çekmesi, o kanun-u adalete muvafık geliyor. Bir sene ömrünü o küfürde geçiren, iki trilyon sekizyüzseksen milyara yakın dakikada azaba müstehak ve خَالِدِينَ فِيهَا اَبَدًا sırrına mazhar olur. Her ne ise…

EHLİ BEYT OKULU
Sanki bu ifade kamufle edilmiş, muhataba güven aşılama amacıyla icad edilmiş bir kurum olsa gerek.
İçeriye girmek sizi korkutmasın, şaibeli kimseler sizi tedirgin etmesin kılıfına sarılmış…
Acaba bu Şia’nın ayrı bir kolu mudur?
Meal ‘ de geçtiği yerler ise; 81,324,609 Sayfalarıdır.
“ Vahyin İki hedefi vardır:” Tevhid ve Adalet.”
Buradaki Şia’ da ön plana çıkan ve Ehl_i sünnetten ayrılan ve bizdeki iman esasları gibi olan adalet mi ?
Zira bütün dinlerde esas olan Tevhid’ dir.Arkasından , mütemmimi olan ibadet ve ahlak gelir.
İmam’ ı Cafer ‘ e atfedilen şöyle bir söz vardır:
“Peygamber insanın dışındaki akıl, akıl insanın içindeki peygamberdir.”
Acaba bu ifade ile Peygambere ihtiyaç olmayacağı vehmi mi verilmektedir. Açılmaya ihtiyacı vardır.

DİĞER TENKİTLER
*Örtü Konusu; müphem diye ifadelendirdiği mânayı daha da müphem kılmaktadır.(sh.802)
* Namaz Konusu: Hatalı olan yerlerin sayfası ise: 60,64,65,760.
* Namaz konusunda sarih manayı, işari bile olmayan mananın dışına tevcih ederek, tağyir etmiştir.
– Kevser.2. “ Öyleyse Rabbin için Namaz kıl ve Kurban kes.” Sarih manasını ;“O halde desteğini Rabbine tahsis et ve (İnkârcılara göğüs ger).” manasıyla basitleştirmiştir.
– Musallileri korumaya çalışırken mâna,mânanın dışına kaydırılmaktadır.
Oysa burada gerçek huşu içinde namaz kılanla kılmayanlar birbirinden ayrıştırılmış olmaktadır.
Tüm ulema’ nın ittifak ettiği ; “ Salat’ il Vusta” nın orta namaz, yani ikindi namazı olduğu söz konusu iken , bu mâna ,” İdeal Namaz” ifadesiyle hem tağyir,tahrif edilmiş ve içi boşaltılmış olmaktadır.
*İsra Olayının net bir şekilde beden ruh ortaklığı ile olduğu belirtilmemiş,Miraç’ ın ruhani bir seyir içerisinde sürdürüldüğü yönüne çekilmiştir.
Yine her zaman da yapıldığı gibi lafızda boğulunulmuş, Mescid-i Aksa bile yerinden kaldırılarak , zihinlerden uzaklaştırılan bir mescitle yorumlanmıştır.
Oysa Mesela Kudüs’ teki mescit olması bütün deliller ışığında zahir iken batini mânaya bile uymayan bir noktaya çekilmiştir. (Sh. 89,390)

İNSAN
*Sh 111.-İnsan.2. “ İnsanoğlunu katmerli bir karışım olan hayat tohumundan biz yarattık.”
Elmalı’ da ise : “ Şüphesiz biz insanı imtihan etmek için karmaşık bir damla sudan yarattık.”âyetini izah ederken;
“İnsan türüne giren herkesi kapsadığı için Adem’ inde Nutfe’den yaratıldığı anlaşılır.” (Bkz.106/Nisa.1 , Krş. Elmalılı)
Nisa . 1 : “ Ey İnsanlık! Sizi bir tek canlı varlıktan yaratan , ondan da eşini var eden… “
Elmalı Mealinde ise; “ Ey İnsanlar ! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp…”
Hz. Adem’ in bütün âyet , hadis ve İslam bilginlerinin icmaıyla; topraktan, balçıktan yaratıldığı ifade edilirken , Adem’ in de “ Nutfe” den yaratıldığını iddia etmek; ona da bir baba arama çabasından kaynaklanmış olsa gerektir.
Önceki Cin probleminde de dile getirildiği üzere; Hz. Adem’ in ilk baba olmayıp, ondan önceki var olan bir babanın devamı olduğunu iddia etmiş , meleklerinde buna dayanarak kan dökeceklerini söylemiş olduğu iddiasında bulunur.
Farklılaşma çabaları sürekli sürçmeye neden olmaktadır.
Oysa Hz.Adem insanlığın ilk babası ve insanlık onunla başlamıştır.
Hoca İnsanlığı Hz. Adem’ le başlatmaz.Onu başka bir babanın ve zincirin devamı olarak kabul eder.
*İnsanın yaratılışı:(706)
Sütten ağzımız yanınca,ayranı üfleyerek içmek mecburiyetinde kalıyoruz.
İnsanın yaratılışında;gerek başlangıç olarak ve gerekse de devam eden süreçte Kur’an-ın haber verdiği ifadede devreler belirtilmiş,aşama aşama yaratılışı nazara verilmiştir.
-Mealde:”Kuran-da beşerin insanlaşma sürecinin sudan başlayıp çok uzun bir aşamada (etvar) gerçekleştiği ifade edilir.”(64/Nuh.14)
Elmalı Mealindeki karşılığı ise;”Oysa O sizi aşama aşama yaratmıştır.”
Burada insanlaşma! Sürecinden bahsedilmemekte,sadece su,toprak karışımındaki süreçlerle,Nutfe,alaka,mudğa dönemleri anlatılmıştır.
Süleyman Ateş-in,evrimden gelme iddiasını desteklerken,evrimcilere de bir kapı açılmış olmaktadır.
Birde;”Gerçekleştiği ifade edilir.”ifadesiyle mutlak,muğlak ve faraziye ile hüküm verilmeye çalışılmıştır.
Yukarıdakinden daha büyük bir hata ise;”İnsan adlı canlı,kendisini insan yapan “ruh” üflenmeden önce kan dökmüş,fesad çıkarmış olabilir.Eğer durum böyleyse, melekler bu tecrübeye dayanarak bunları söylemiş olmalıdırlar.
Bu açıklamadan bir değersizleştirme indirgeme operatörü olan Darwine asla bir pay çıkmaz.”Allahu a’lem”
Yine problem cinin anlaşılıp kavranılmamasından kaynaklanan bir sebeble, küpten cin çıkarılmaya çalışılmaktadır.
Eğer insan daha önceden var idiyse,neden bir daha yaratılmasına ihtiyaç duyuldu?Yoksa bir eksiği mi kalmıştı?
Oysa insanın halifeliği,selefinden dolayıdır.Yani kendisinin selefi olan cinlerden bir topluluğun isyan etmesinden kaynaklanan ve de insana ek olarak kuvve-i akliyenin -akıl duygusunun- yanında,kuvve-i şeheviyye ve gadabiyye (istek ve kızma) duygusunun verilmesinden kıyasla ve aynı zamanda levhi mahfuzda görerek istifsar yani açıklanmasını isteme makamında Cenâb-ı Hakka cevapta bulunmuşlardır.
İnsan bir noktada tökezleyince,diğerleri kaçınılmaz oluyor.
Bizim yorumda bulunmamıza gerek bırakmadan,girdiği yolun çıkmazlığını bilmese de hissetmiş olacak veya bir kapı açmış olduğunun farkına varmış olacak ki;”Darwine pay çıkarılmamasını” ikrar etmiştir,çıkardığı paydan sonra!!!

*Sahide-547:
Önceki Âdem-in yaratılışı (nutfeden yaratıldığı iddiası ve ilk baba olmasında varılan yanlış),aynı iddianın sürdürülmesi inadına başka yanlışları da beraberinde getirmektedir.
-Zümer-6-daki;”O,sizi bir nefisten yarattı.Hem sonra onun eşini de ondan var etti.”âyeti sarih bir şekilde ilk yaratılışı belirtirken;
Kendisi buradaki Nefsin Âdem olmadığını ve dolayısıyla ondan yaratılan eşinin de Havva olmadığını ifade eder.
Kadın kaburga kemiği gibidir,zorlarsan çabuk kırılır”(Buhari ve Müslim) hadisini zikrederken bunun;”Yahudi kültüründen Araplara geçtiğini” söylemekle de Efendimize gölge düşürmüş,Yahudi kültürünün etkisinde kalarak söylemiş olacağı düşüncesinde bulunmuş olmaktadır.
Devamında yapılan,kadının hassas ve nazik olmasıyla ilgili teşbih ve yorumda bulunulabilir.Bu diğerini inkar etmeyi gerektirmez.

*Sh. 159,827.
-Suyu övmeye çalışırken, aklı ve akıllıyı yermiş olmaktadır. Şöyle ki; “Su akıllıdır, su canlıdır ve su mucizedir.”
Buradaki suyun akıllılığının izaha ihtiyacı vardır.
*Sh.168:
“ Hz. Peygamberin ardından Risalet kesintiye uğramamış , sadece ferdi risaletten içtima-i risalete geçilmiştir. “ Öyle ise sizler, hayra çağıran meşru ve iyi olanı öneren ve kötü ve yanlış olandan da sakındıran bir ümmet olun!” (sh.898/Al’ i İmran 104) Ayeti bunu ifade eder.”
Risaletin kesintiye uğramaması, vahyin devamını gerektirir.
“İçtima-i risalet” ifadesi,meseleyi izah için ihdas edilmiş bir terim olsa gerek.
Oysa peygamberimizin peygamberliği cihan-şümul olup,risalet halkası,”Hatem-ul enbiya”olmasıyla,onunla beraber son bulmuştur.
Dininin hükümleri varlığını ve geçerliliğini sürdürmektedir.
Hadisteki:”Muhakkak ki Allah bu ümmete her yüz sene de dini tecdid eden (zamanın anlayışına uygun olan hakikatları Kur’an-dan alarak aktaran) bir müceddid gönderir.”
“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.”
Bu noktada din kemale ermiş,izahı tecdid hareketleriyle devam etmektedir.

*Sahife-225:
Vakıa-79:”Ona ancak temizler dokunabilir.”
“Bu ayetin mushafa abdestli dokunmama hükmüyle herhangi bir alakası yoktur.”ifadesiyle muhalif bir hüküm belirlerken,muvafık bir görüş olarak belirtip sunmaktadır.
Oysa abdestsiz Kur’an-a dokunulamayacağı ile ilgili hükümler,kendisinin serdettiklerinden daha kuvvetli görüşlerdir.
Hükme delil getirilen Şuara 211-212. Ayetler ise,hükmü desteklememektedir.
Zaten şeytanların recmedilmelerinden dolayı oraya çıkmaları söz konusu olmadığı ve o kapı kapalı olduğu için,Cebrail-den başkasının da yani temizlerden de olsa diğer meleklerinde ona ulaşması söz konusu değildir.
Eğer bu konu insaf düsturları içerisinde ele alınmış olsaydı;meselenin fetva ve takva cihetleriyle değerlendirilmesi gerekirdi.
*Sahife-342:
“İşte alanında böylesine uzman olan Zahiri mezhebinden olan İbn Hazm bu konuda (Hz.Musa-Hızır yolculuğu konusunda) şu hükümde bulunur:”Mehdilik de,Hızır teleakkisi de Yahudi kökenlidir.Hızır ve İlyasın bu güne kadar yaşadığı varsayımı Yahudi telakkilerine dayanır.”
Meğer problemin alanı pek de genişmiş…
Bediüzzamanın şu tesbiti bir çok sorularını halledecektir;
Birinci Sual: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır? Hayatta ise niçin bazı mühim ülema hayatını kabul etmiyorlar?
Elcevab: Hayattadır, fakat meratib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebebden bazı ülema hayatında şübhe etmişler.
Birinci Tabaka-i Hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıdlarla mukayyeddir.
İkinci Tabaka-i Hayat: Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâm’ın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyed değillerdir. Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın, Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Hattâ makamat-ı velayette bir makam vardır ki, “Makam-ı Hızır” tabir edilir. O makama gelen bir veli, Hızır’dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bazan o makam sahibi yanlış olarak, ayn-ı Hızır telakki olunur.
Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa Aleyhimesselâm’ın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüd ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbeder. Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar. Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasılki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de Hazret-i İsa Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal’ı öldürür.. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek.

Dördüncü Tabaka-i Hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur’anla şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarîk-ı hakta feda ettikleri için, Cenab-ı Hak kemal-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Âlem-i Berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.. yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar.. kemal-i saadetle mütelezziz oluyorlar.. ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez. Nasılki iki adam bir rü’yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü’yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. “Ben uyansam şu lezzet kaçacak” diye düşünür. Diğeri rü’yada olduğunu bilmiyor. Hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur.
İşte Âlem-i Berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri, öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve kat’îdir. Hattâ Seyyid-üş şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahü Anh, mükerrer vakıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. Hattâ -ben kendim- Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rü’ya-yı sadıkada, taht-el Arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm. O, beni ölmüş biliyormuş. Benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor; fakat Rus’un istilasından çekindiği için, yer altında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz’î rü’ya, bazı şerait ve emaratla, geçen hakikata, bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.
Beşinci Tabaka-i Hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet mevt; tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir. İ’dam ve adem ve fena değildir. Hadsiz vakıatla ervah-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menamen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delail, o tabaka-i hayatı tenvir ve isbat eder. Zâten beka-i ruha dair “Yirmidokuzuncu Söz” bu tabaka-i hayatı delail-i kat’iyye ile isbat etmiştir.”

*Sahife-424-
Tufan hadisesinin bazı zayıf görüşler doğrultusunda,genel değil de,belli bir yerde olduğu iddiasında bulunulmuş.
Ancak zayıf da olsa bu görüşte bulunanlar da vardır.

*Sahife:464:
Hz.Yusufun kardeşi Bünyamini geçerli bir yöntem,diğerlerinin reddedemeyeceği bir hile ile alışı,adeya Hz.Yusuf-un tebrie edilmesi veya O’na olumsuz gibi görünen şeyler isnad edilmemesi düşüncesiyle hilesiz,hesapsız,plansız,ilahi bir planı reddedercesine bir yorumda bulunulmuştur.
“Hz.Yusuf,kardeşine değerli bir hediye vermek istemiş,bunu ise ondan ve diğerlerinden habersiz yapmıştır. Bu,öz kardeşine bir sürpriz yapma isteğinden kaynaklanmış olabilir.Diğerlerinin kıskançlık duygularını kabartmamak için,bu durumdan onları haberdar etmemesi gayet doğal karşılanmalıdır.Onun bu tasarrufundan haberdar olmayan saray görevlileri,krala ait kayıp bir su kabı olan es-sikaye-yi ararken Hz.Yusuf-un gizlice hediye olarak koyduğu su kabı olan suva’ı bulmuş olmalıdırlar.Hz.Yusuf-un tek yaptığı,her anında ilahi müdahalenin açıkça görüldüğü bu olayın gelip dayandığı noktada,olana bitene müdahale etmemek için,işin aslını açıklamamış olmasıdır.”
Aslınca kolayca ilahi bir proğram ve Hz.Yusuf-un ailesini getirmek için meşru bir bahane ile müdahale ettiği olay,yuvasından çıkarılınca uzunca faraziyeleri de ortaya çıkarmaktadır.
Garib bir durumdur kihediyeyi vermek için,gizlice iş yapmanın ne mantığı vardır?
Oysa Yusuf-69-70.ayetler olayı açıkça ortaya koyarken,Yusuf-76-da da:”…Melik-in kanunlarına göre,kardeşini alıkoymasına imkan yoktu.Ancak Allah dilerse o başka…”
Bu konuya açıklık getiren Bediüzzaman,şu isabetli yorumuyla izah eder:
“Bir sual: “Bazen ehemmiyetli bir hakikat sathî nazarlara görünmediğinden ve bazı makamlarda cüz’î ve âdi bir hadiseden yüksek bir fezleke-i tevhidi veya küllî bir düsturu beyan etmekte münasebet bilinmediğinden, bir kusur tevehhüm edilir. Meselâ, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm kardeşini bir hile ile alması içinde – – diye gayet yüksek bir düsturun zikri belâgatça münasebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?”
Elcevap: Herbiri birer küçük Kur’ân olan ekser uzun sûre ve mutavassıtlarda ve çok sayfa ve makamlarda yalnız iki üç maksat değil, belki Kur’ân, mahiyeti hem bir kitab-ı zikir ve İmân ve fikir, hem bir kitab-ı şeriat ve hikmet ve irşad gibi, çok kitapları ve ayrı ayrı dersleri tazammun ederek rububiyet-i İlâhiyenin herşeye ihatasını ve haşmetli tecelliyatını ifade etmek cihetiyle, kâinat kitab-ı kebîrinin bir nevi kıraati olan Kur’ân, elbette her makamda, hattâ bazen bir sayfada çok maksatları takiben marifetullahtan ve tevhidin mertebelerinden ve İmân hakikatlerinden ders verdiği haysiyetiyle, öbür makamda, meselâ zâhirce zayıf bir münasebetle başka bir ders açar ve o zayıf münasebete çok kuvvetli münasebetler iltihak ederler, o makama gayet mutabık olur, mertebe-i belâgatı yükselir. “

*Sahife-15,483:
Müddessir-1- Elmalı mealinde:”Ey bürünüp örtünen.”
Hocanınkinde ise;”Sen ey içine kapanan kişi.”
Yorumlar tamamen gerçekten uzaklaşarak,lafız odaklı yorumlardır.
Lafızlar irdelenerek netice alınılmaya çalışılmaktadır.Bu da manayı setretmekte,yuvasından çıkarmaktadır.
Tıpkı:””İçine kapanan “ifadesinde,dışa kapalı,böylece içine kapalı,soyutlanmış bir kişi olduğu hissi verilmektedir.

*Sahife-534:
Lokman-34-“Yağmurun yağdırılması konusunda bilgiyi Allaha hasreden bir mana yoktur.Aynı şey bir sonraki “Rahimlerde yer tutanı o bilir.”cümlesi içinde geçerlidir.Diğer üç husustaki bilgi Allah-a tahsis edilirken,bu iki husus tahsis olmadan zikredilir.”
Âyetin sonunda zaten;”Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir,her şeyden haberdardır.
Buradaki her şeyi bilmesi ve her şeyden haberdar olması,hepsini de kapsamaktadır.
“Ve Biz, semadan takdir edilmiş miktarda su indirdik. Böylece onu(nla) yeryüzünde (göller, nehirler, denizler) oluşturduk. Ve muhakkak ki Biz, onu elbette (buharlaştırarak) gidermeye kadiriz.”
Buradaki kader,ilim nevinden olup,ilmi çerçevesinde indiğini ifade etmektedir.
“Hem biz gökten bir su indirdik de orada her güzel çiftten (veya her hoş çeşitten) bitkiler yetiştirdik.”
Zaten atıf harfi kendisini öncekine bağlamış,oradaki bilgi manasını vermiş olmaktadır.
Makam gereği inen şeyler miktar ile takdir edildiğinden,sonuç olarak o da ilim ile bağlantılıdır.
Kıyametin kopma saatini bilmek,ana rahmindeki çocuğun said mi şaki mi olduğunu bilmek gibi,yağmurun miktarını bilmek de bir ilim iledir.
Bediüzzaman tesbitinde;
“Mugayyebat-ı Hamse”ye dair Sure-i Lokman’ın âhirindeki âyetin hakkında mühim sualinize gayet mühim bir cevab isterken, maatteessüf şimdiki halet-i ruhiyem ve ahval-i maddiyem o cevaba müsaid değildir. Yalnız sualinizin temas ettiği bir iki noktaya gayet mücmel işaret edeceğiz. Şu sualinizin meali gösteriyor ki, ehl-i ilhad tarafından tenkid suretinde mugayyebat-ı hamseden yağmurun gelmek vaktine ve rahm-ı maderdeki ceninin keyfiyetine itiraz edilmiş. Demişler ki: “Rasadhanelerde bir âletle yağmurun vakt-i nüzulü keşfediliyor. Onu da, Allah’tan başkası da biliyor. Hem röntgen şuaıyla rahm-ı maderdeki ceninin müzekker, müennes olduğu anlaşılıyor. Demek mugayyebat-ı hamseye ıttıla kabildir?”

Elcevab: Yağmurun vakt-i nüzulü bir kaideye merbut olmadığı için, doğrudan doğruya meşiet-i hâssa-i İlahiye ile bağlı ve hazine-i rahmetten hususî iradeye tâbi’ olduğunun bir sırr-ı hikmeti şudur ki: Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymetdar mahiyet; nur, vücud ve hayat ve rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i İlahiye ve meşiet-i hâssa-i İlahiyeye bakar. Sair masnuatta zahirî esbab, kudretin tasarrufuna perde oluyorlar. Ve muttarid kanunlar ve kaideler, bir derece irade ve meşiete hicab oluyor. Fakat vücud, hayat ve nur ve rahmette o perdeler konulmamış. Çünki perdelerin sırr-ı hikmeti o işde cereyan etmiyor. Madem vücudda en mühim hakikat, rahmet ve hayattır; yağmur, hayata menşe ve medar-ı rahmet, belki ayn-ı rahmettir. Elbette vesait perde olmayacak. Kaide ve yeknesaklık dahi, meşiet-i hâssa-i İlahiyeyi setretmeyecek; tâ ki her vakit, herkes, herşeyde şükür ve ubudiyete ve sual ve duaya mecbur olsun. Eğer bir kaide dâhilinde olsaydı, o kaideye güvenip şükür ve rica kapısı kapanırdı. Güneş’in tulûunda ne kadar menfaatler olduğu malûmdur. Halbuki muttarid bir kaideye tâbi’ olduğundan, Güneş’in çıkması için dua edilmiyor ve çıkmasına dair şükür yapılmıyor. Ve ilm-i beşerî o kaidenin yoluyla yarın Güneş’in çıkacağını bildiği için, gaibden sayılmıyor. Fakat yağmurun cüz’iyatı bir kaideye tâbi’ olmadığı için, her vakit insanlar rica ve dua ile dergâh-ı İlahiyeye ilticaya mecbur oluyorlar. Ve ilm-i beşerî, vakt-i nüzulünü tayin edemediği için, sırf hazine-i rahmetten bir nimet-i hâssa telakki edip hakikî şükrediyorlar.
İşte bu âyet, bu nokta-i nazardan yağmurun vakt-i nüzulünü, mugayyebat-ı hamseye idhal ediyor. Rasadhanelerdeki âletle, bir yağmurun mukaddematını hissedip vaktini tayin etmek, gaibi bilmek değil, belki gaibden çıkıp âlem-i şehadete takarrübü vaktinde bazı mukaddematına ıttıla suretinde bilmektir. Nasıl, en hafî umûr-u gaybiye vukua geldikte veyahud vukua yakın olduktan sonra hiss-i kabl-el vuku’un bir nev’iyle bilinir. O, gaybı bilmek değil; belki o, mevcudu veya mukarreb-ül vücudu bilmektir. Hattâ ben kendi a’sabımda bir hassasiyet cihetiyle yirmidört saat evvel, gelecek yağmuru bazan hissediyorum. Demek yağmurun mukaddematı, mebadileri var. O mebadiler, rutubet nev’inden kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gaibden çıkıp daha şehadete girmeyen umûra vusule bir vesile olur. Fakat daha âlem-i şehadete ayak basmayan ve meşiet-i hâssa ile rahmet-i hâssadan çıkmayan yağmurun vakt-i nüzulünü bilmek, ilm-i Allâm-ül Guyub’a mahsustur.
Kaldı ikinci mes’ele: Röntgen şuaıyla rahm-ı maderdeki çocuğun erkek ve dişisini bilmek ile وَ يَعْلَمُ âyetinin meal-i gaybîsine münafî olamaz. Çünki âyet yalnız zükûret ve ünûset keyfiyetine değil, belki o çocuğun acib istidad-ı hususîsi ve istikbalde kesbedeceği vaziyetine medar olan mukadderat-ı hayatiyesinin mebadileri, hattâ sîmasındaki gayet acib olan sikke-i Samediyet muraddır ki, çocuğun o tarzda bilinmesi, ilm-i Allâm-ül Guyub’a mahsustur. Yüzbin röntgen-misal fikr-i beşerî birleşse, yine o çocuğun umum efrad-ı beşeriyeye karşı birer alâmet-i farikası bulunan yalnız hakikî sîma-yı vechiyesini keşfedemez.
Nerede kaldı ki sîma-yı vechî sikkesinden yüz defa daha hârika olan istidadındaki sîma-yı manevîyi keşfedebilsin.
Başta dedik ki: Vücud ve hayat ve rahmet, bu kâinatta en mühim hakikatlardır ve en mühim makam onlarındır. İşte onun için o câmi’ hakikat-ı hayatiye, bütün incelikleriyle ve dekaikiyle irade-i hâssaya ve rahmet-i hâssaya ve meşiet-i hâssaya bakmalarının bir sırrı şudur ki: Hayat, bütün cihazatıyla ve cihatıyla şükür ve ubudiyet ve tesbihin menşe ve medarı olduğundandır ki, irade-i hâssaya hicab olan yeknesaklık ve kaidelik ve rahmet-i hâssaya perde olan vesait-i zahiriye konulmamıştır.
Cenab-ı Hakk’ın rahm-ı maderdeki çocukların sîma-yı maddî ve manevîlerinde iki cilvesi var:
Birisi: Vahdetini ve Ehadiyetini ve Samediyetini gösterir ki, o çocuk âza-yı esasîde ve cihazat-ı insaniyenin enva’ında sair insanlarla muvafık ve mutabık olduğu cihetle, Hâlık ve Sâni’inin vahdetine şehadet ediyor. O cenin bu lisan ile bağırıyor ki: “Bana bu sîma ve âzayı veren kim ise, bütün esasat-ı âzada bana benzeyen bütün insanların sâni’i dahi O’dur. Ve hem bütün zîhayatın sâni’i O’dur.”
İşte rahm-ı maderdeki ceninin bu lisanı, gaybî değil, kaideye ve ıttırada ve nev’ine tâbi’ olduğu için malûmdur, bilinebilir. Âlem-i şehadetten âlem-i gayba girmiş bir daldır ve bir dildir.
İkinci cihet: Sîma-yı istidadiye-i hususiyesi ve sîma-yı vechiye-i şahsiyesi lisanıyla Sâni’inin ihtiyarını, iradesini ve meşietini ve rahmet-i hâssasını ve hiçbir kayd altında olmadığını, bağırıp gösteriyor. Fakat bu lisan, gayb-ül gaybdan geliyor. İlm-i ezelîden başkası, kabl-el vücud bunu göremiyor ve ihata edemiyor. Rahm-ı maderde iken bu sîmanın binde bir cihazatı görünmekle, bilinmiyor!
Elhasıl: Ceninin sîma-yı istidadîsinde ve sîma-yı vechiyesinde hem delil-i vahdaniyet var, hem ihtiyar ve irade-i İlahiyenin hücceti vardır.”

*Şefaat:(552)
Zümer.43.”Yoksa onlar,Allah-ı bir tarafa bırakıp da (hayali) şefaatçiler mi buldular!”
-Sadeleştirilen Elmalı mealinde ise:”Yoksa Allahtan başka şefaatçiler mi edindiler?
Burada adeta Allaha karşı taraf olma,rakib durumda gibi gösterilmeye çalışılmış,diğer âyet ve hadislerin önü kapatılarak açıklamasında;
“Tüm şefaat ayetleri bu âyet ışığında anlaşılmalıdır.”diyerek,âyetin mâna ve hükmünü takyid etmiş,kısırlaştırmıştır.
*Şefaat yoktur,diyenler;Allahın iznine aid bir tercihi de,Allah-dan alma gibi bir tavır içerisine girmiş olmaktadırlar.
*Gerçek din budur,demek veya doğru bildiğimiz yanlışlar-deyib de,şimdiye kadarki yaşanan dinin gerçek bir din olmadığını veya 1400 senedir bilip yaşadığımızı yanlış olarak değerlendirmek,bu sadece insanlara bir hakaret değil,Allaha ve rasulüne de bir ithamdır.
Şöyle ki;Allah ve Rasulü kendilerini ifade edememişler,açık ve net açıklayamamışlar, insanların yanlış anlayıp düşünerek yaşadıklarının yanlış olup, yanlışa yönlendirdiğini iddia etmek demektir.

*Sh.71-
Ebu Leheb-in karısının “odun hamallığını”izah ederken;”Karısı da;o odun hamalı olan (karısı)”;ya da bunu laf taşımaktan kinaye sayarak;”Laf taşıyan (karısı) “En’am.31 âyetini delil getirmiştir.
Veya kitap yüklü merkeplerde diyebilirdi;yani her yüklenmeyi ona isnad ettirebilirdi.
Ancak böyle bir laf taşımadan ziyade ortada dikenli dalları taşıma söz konusudur.Vakıa budur.Laf taşıma gibi bir durum var mıydı?
Veya Bursevi-nin tasavvufi tefsirinde;Fir’avun nefse,Musa kalbe benzetilmiştir.
Burada biraz zorlanma görülmektedir.

*Sh.73-
Tayr,kuş diğer ifadeyle ebabil kuşları;”onların üzerine katar katar bilinmeyen nitelikte uçan taşıyıcı varlıklar saldı.”(Fil.3)
Elmalı mealindeki karşılığı ise;Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.”
Manayı meçhullendirmekle kalmamış,tayr-ı;”Volkanik bir püskürtünün yakıp kavuran lavlarıdır.”yorumuyla da mana gizlenmiştir.
Adeta normal bir volkanik patlama diye nitelendirilmektedir.

Not: Meali okumadan önce işin bu kadar ciddi olacağını hiç düşünmemiştim.
İstifade ettiğim tenkit ettiğimden az değil. Ancak vereceği zarar faydasından daha büyük zarardır.

MEHMET ÖZÇELİK
20-05-2012




ZULÜMLE BERBAD OLAN İSRAİL

ZULÜMLE BERBAD OLAN İSRAİL
*Zulüm bir yandan kendisini boğacak kanını elde ederken,diğer yandan sönmüş ve sönük.küllenmiş ve donuk duyguları harekete geçiriyor.
Hadiste:-Ez zâlimu seyfullah yentekimu bihi sümme yuntekemu minhu.-
-Zalim Allahın kılıncıdır,onunla intikam alır,sonra dönülür ondan intikam alınır.-
*İşte İsrail ve Işid,filistine vuruyor.Işid kimin işi?
*Hitler Yahudilere zulmetti,Kader ise adalet etti.
-“Hani Rabbin meleklere, ben yeryüzünde mutlaka bir halife yaratacağım demişti. Demişlerdi ki: Orada bozgunculuk edecek ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Biz, sana hamd ederek noksan sıfatlardan arılığını söylemede, seni kutlamadayız ya; ben, sizin bilmediğinizi bilirim demişti.”

Meleklerin bu dediği,fesad çıkaracak,kan dökecek varlıklar’
Yeminle ifade edebilirim ve de kefaret gerekmeksizin söyleyebilirim ki; BUNLAR YAHUDİLERDİR.
MELEKLER BİLE ONLARIN ALEYHİNDE,ONLARA LANETTE…
-“ Haziran ayından bu yana Irak’ın önemli şehirlerinin kontrolünü ele geçiren IŞİD, Filistin bayrağı yaktı. Suriye’nin Halep kentinde oldukları anlaşılan IŞİD militanlarının Filistin bayrağını tekbirler eşliğinde yakmaları dikkat çekti.”
Işid- de israilin sağ koludur.
Orta doğudaki Işid çıkışı İse,tıpkı hariciler gibi.
-“ABD Ulusal Güvenlik Dairesi eski çalışanı Edward Snowden, IŞİD adlı terörist grubu kuran üç istihbarat örgütünü açıkladı.
FarsNews’te yer alan bir habere göre; ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı ve ABD Ulusal Güvenlik Dairesi eski çalışanı Edward Snowden, Amerika, İngiltere ve İsrail istihbaratlarının, terörist Irak Şam İslam Devleti’ni (IŞİD) kurmak için beraber çalıştıklarını iddia etti.
Snowden; ABD, İngiltere ve İsrail istihbaratlarının dünyadaki bütün terör aşırılıklarını “The Hornet’s Nest” yani “Eşekarısı Yuvası” adlı bir strateji ile bir araya getirmeye çalıştıklarını ifade etti.
Eski ajan; İsrail’i korumak için tek yöntemin, Ortadoğu’da İsrail’le fikirleri ters olan grupları kendi kontrollerinde tutarak ,İslam’a karşı yeni düşmanlar yaratmaktan geçtiğini belirtti.
Ayrıca söz konusu haberde, ABD istihbaratına dayandırılan bilgiyle beraber şu ifadeler yer aldı: “IŞİD lideri Ebubekir El Bağdadi bir yıl boyunca MOSSAD tarafından yoğun bir askeri eğitim , Din’i kurslar ve konuşma becerisi kursları aldığı meydana çıktı”
*İçten Türkiye-yi kuşatamıyanlar,dışarıdan ve çevreden yıpratmaya çalışmaktadırlar.
* DUYGUSUZLAŞTIRILMIŞLARDANMIYIZ?
-Arap dünyası,İslam dünyası büyük bir sınav vermektedir.
İslam dünyası israilin yaptıklarına sessiz hatta alkışlamakta ve destek olmaktadır.
*İsrailin yaptığı bu zulümler içte ve dışta ve de dünyada bir yandan kirli çamaşırların ortaya çıkmasına sebeb olmakta,bir yandan da ehli imanın ittifakına ve ittihad-ı islâmın ne kadar gerekli olduğunu göstermektedir.
*’2023′te İsrail olmayacak!’/Kissinger: 10 yıl içinde İsrail olmayacak.
-“ABD’nin 17 istihbarat örgütünün yaptığı açıklamalarda 2020′den sonra İsrail’in olmayacağını söylemektedir.
-Şeyh Ahmet Yasin-de aynı tesbitte bulunmakta.2021-25 yılları arasında israilin olmayacağını bildirmektedirler.
*”İsrailli milletvekili Ayelet Şaked’in Facebook’ta Filistin halkını düşman ilan edip “Filistinli anneler de oğulları gibi ölmeliler” sözlerini paylaşması büyük tepki çekti.
İsrail Parlamentosu’nun aşırı dinci Evimiz Yahudi Partisi üyesi Ayelet Şaked (38), Filistin halkına savaş ilan ettiği sözleriyle büyük tepki çekti. Şaked, önce Facebook’taki kişisel sayfasına şöyle yazdı: “Bu bir savaş, teröre, aşırılığa ve hatta Filistin yönetimine karşı verilen bir savaş değil. Aslında bu iki kişi arasında gerçekleşen bir savaş. Düşman kim? Filistin halkı. Neden? Bu savaşı çıkarttıkları için onlara sorun”.
Bu sözlerden bir hafta sonra İsrailli üç gencin ölümüne “misilleme” olarak Filistinli 17 yaşındaki bir genç Doğu Kudüs’te kaçırılıp diri diri yakıldı. Şaked, geçen pazartesi ise Facebook’tan İsrailli gazeteci Uri Elitzur’ın şu sözlerini paylaştı: “Bütün teröristlerin arkasında onları destekleyen onlarca kadın ve erkek var. Hepsi bizim düşmanımız ve onların kanı elimizde olmalı. Bu oğullarını çiçeklerle cehenneme yollayan anneler için de geçerli. Onlar da oğullarının izinden gitmeli. Yılanların yetiştikleri evler de yıkılmalı ki, daha fazla yılan yetişmesin.”
*Bununla kalmamışlar ve;”Müslüman kadının karnına ateş et, bir kurşun ile iki can” diye tişört yaptırmışlar.
*”Haham Dov Lior, İsrail ordusuna verdiği mesajında ‘Keşke tüm Filistinlileri öldürseler. Gazze’yi tamamıyla yok etseler.’ İfadelerini kullandı. Acımasız İsrail ordusunun yaptığı katliamlara ve akıttığı kana doymayan Lior, Tevrat’taki ‘savaş’ kavramına dikkat çekerek, ‘Tevrat bize, savaşlarda nasıl muamele edeceğimizi öğretiyor’ diyerek yaptığı ırkçı açıklamaları tevrata isnad etti.
Lior, İsrail haber portallarına verdiği röportajda, Kassam Tugayları’nın Gazze halkı içinden çıktığını hatırlatarak, ‘Bu askerler Gazze halkının içinden çıkmışsa bütün Gazze bizim için düşmandır. Her birisini öldürmeliyiz, Kassam ile savaş halinde olduğumuz için Gazze halkının elektriğini kesmek, onlara her türlü zulüm ve baskı uygulamak mübahtır, onlar bunu hakediyor’ şeklinde konuştu.”
-Başbakan Erdoğan, “terör devleti” diye nitelediği İsrail’in Ramazan ayında Gazze’ye saldırdığını ve masum insanları katlettiğini söyledi. Bir İsrailli kadın milletvekilinin de çıkıp “Bütün Filistinli anneler ölmeli” dediğini hatırlatan Erdoğan, Hitler’den dem vuran İsrail’in barbarlıkta onu geçtiğini söyledi.”
*”Gazze’deki soykırıma karşı vicdanını ilikleyen Batı dünyası, İsrail terörünün protesto edilmesine bile izin vermiyor. ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ‘medeni’ ülkeler iki haftadır bebek, çocuk ve kadın ayırımı yapmadan Filistinlileri katleden barbarlara toz kondurmuyor. Bundan cesaret alan Netanyahu, Erdoğan’ı yine ABD’ye şikayet etti. BM’nin harekete geçmesini bloke eden Amerikan yönetimi, bütün kurumlarıyla İsrail’i korumaya aldı. Medyada eleştirel tek satıra bile izin verilmiyor. Fransa’da Gazze protestolarına katılan 38 kişi tutuklanırken İngiltere Başbakanı, ölen İsrailli askerler için başsağlığı diledi. Kızılhaç ise Filistinliler yerine Yahudilere yardım ediyor.”
*İsrailli akademisyen Dr. Mordechai Kedar, İsrailli üç gencin cesetlerinin bulunduğu 1 Temmuz’da bir radyo programında “Teröristleri caydıracak tek şey, mesela gençleri kaçırıp öldürenleri, onların annelerine veya kız kardeşlerine tecavüz etmek” dedi.
Arllan Üniversitesi’nde öğretim görevlisi Kedar’ın, katıldığı “Hakol Diburim” adlı programda, “Hamas liderlerini caydıracak tek şey kafaları ve omuzları arasındaki bağlantıyı tehdit etmek” sözleri üzerine sunucu Yossi Hadar, “Peki sizce bu Hamas’ın rütbelerinde elenmeye yardımcı olur mu?” sorusunu sordu.
Kedar ise soruyu şu şekilde yayınladı: “Hayır, çünkü aşağılara indikçe anlayış tamamen farklı. “Teröristleri caydıracak tek şey, mesela gençleri kaçırıp öldürenleri, onların annelerine veya kız kardeşlerine tecavüz etmek. Ne yapacaksınız, bu içinde yaşadığımız kültür.”
Programın sunucusu Yossi Hadar, Kedar’ın sözlerinin ardından şaşkınlığını gizleyemedi ve “Biz böyle önlemler alamayız tabii ki” dedi. Kedar ise düşüncesini, “Ben ne yapmamız veya yapmamamız gerektiği hakkında konuşmuyorum. Ben gerçekler hakkında konuşuyorum. Bir intihar bombacısını caydıracak tek şey, eğer bu eylemi gerçekleştirirse kız kardeşinin tecavüz edileceğini bilmek. Yalnızca bu şekilde o terörist evine döner ve kız kardeşinin onurunu korumak” sözleriyle savunmaya devam etti. İfadeleriyle İsraillilerin de tepkisini çeken Kedar, konu hakkında yorum yapmayı reddetti. (Haaretz)
-*”Başbakan Erdoğan, Şaron’un İsrail’in başında bulunduğu dönemde bir İsrail ziyareti yaptığını belirterek, şunları kaydetti:
“Bu İsrail ziyaretinde konuşuyoruz, hiç unutamıyorum o zaman Ariel Şaron’un şu ifadesi çok manidardı. ‘Hayatımda en mutlu olduğum an, Filistin topraklarında tankların üzerinde Filistinlileri öldürmekti’ dedi. Şok oldum, dedim ‘Ne diyorsun sen ya?’ Bununla mutlu olunur mu? Bununla şeref duyulur mu? Ama bak 6-7-8 yıl biliyorsunuz nasıl yaşadı. Çünkü o mazlumların ahı yerde kalmayacaktı.”
Aynı şeyi yine bir başka İsrailli’den dinlediğini vurgulayan Erdoğan, “İsmini onun da ayrıca veremeyeceğim. O da ‘tanklarla gireceğiz’ dedi. Bunlar aynı kafada çünkü genler aynı, bunların genlerinde ne yazık ki ciddi manada Müslüman düşmanlığı var. Onlar ahlaklarının meşreplerinin gereğini yapıyorlar” diye konuştu.”
-İslâm dünyası tükürse,tükürüğünde boğacağı israilin başarısının ve varlığının sırerı nedir denilirse?
-” Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeğe müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin mes’elesinde, hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki Enbiya-i Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti.”
MEHMET ÖZÇELİK
26-07-2014




TASAVVUF

TASAVVUF
Tasavvuf;saflık,berraklık,şeffaflık,safiyet,samimiyet,amel,yaşantı,terbiye anlamlarına gelir.
Mutasavvıflar yünden elbise giydikleri için bu adı almış olsalar da,giysileri gibi yaşantılarının dahi farklılığını gösterir.
Tasavvuf erbabı Peygamber Efendimizin yaşayışını örnek alırlarken, alimler, onun ilmine varis olmuşlar,pedagoglar O’nun ahlakını ve güvenilirliğini esas almışlardır.
Her bir ilim ve yaşayış erbabının O’ndan alacağı bir çok örnek ve temel esaslar vardır.
Tasavvuf arınmaktır.Kişinin nefsinin bulandırdığı her türlü bulanıklıktan arınması,duru bir hale gelmesidir.
Tasavvuf yaşamaktır.Yaşayışını hayata yansıtmaktır.Nefsiyle beraber hayatı arıtmak ve arındırmaktır.
Şeytanla mücadelede onun hilelerini bilmek,zikir,tesbih,ibadetlerle,farz,nafile ve teheccüdlerle kalkan oluşturmak,korumak ve korunmaktır.
Tasavvufta söz değil,öz vardır.Göz değil gönül vardır.Kulak değil basiret hükmeder.Kalıp değil kalb hakimdir.
Tasavvuf fasıllarla değil,asıllarla meşğul olmaktır.Asla talib olmaktır.
Tasavvuf doğuştan getirilen günahsızlığın hayat boyu sürdürülmesidir.
Tasavvuf hayattır.Hayat onunla saflaşır,safileşir.
Tasavvuf netice değil,başlangıçtır,bir şeylere başlamaktır.
Tasavvuf O’ndan gelip,O’na gitmektir.O’nunla olmak,O’nda olmaktır.
Tasavvuf bir yol,bir yordamdır.Yordamı olmayanların yolu da olmaz.Yola girmeyenler yol yordam bilemez ve bulamazlar.
Tasavvuf O’nda fani olmak,fena bulmak,toprak olup,benliğinden tecerrüd etmektir.
Tasavvuf olmak için ölmektir.Nefsini öldürmektir.Onunla olmamak ve o nefisle yola çıkmamaktır.
Tasavvuf sormak değil sorgulanmayı seçmektir.
Ölmeden önce ölmek,ölüme hazırlanmak,kefeni giyip kabre girmek,kabir hayatı yaşamaktır.
*Tasavvuf,hakikat değil,tahkikattır.
Kaib hastalıkları tedavi etme merkezidir.
Berzah yolunda ilerlemektir.
Murakabe mesleğidir.
Tasavvuf cennet meyvesidir.Marifet onun gıdasıdır.
Tasavvuf bir Nakşibend,Kadiri ve Mevlevi mesleğidir.Asırlardır insanlar bu yolla irşad edilmişlerdir.Toplum bununla kontrol altına alınmıştır.Zor,uzun ve yorucu bir yoldur.
Tasavvuf kalbi işlettirmek ve çalıştırmaktır.
Safiyet mahiyettir.Tasavvuf mahiyetini bilmek ve bulmaktır.
* “Beşerin havassü’l-hums-u zahire ve batınadan başka, alem-i gayba karşı açılan pek çok pencereleri var. Gayr-ı meş’ur pek çok hisleri var. Hiss-i samia, basıra, zaika olduğu gibi, bir hiss-i sadise-i sadıka olan saika vardır. Hem bir hiss-i sabia-i barika olan şaika var. O şevk ve sevk yalan söylemez. Yanlış gidemez.”
Tasavvuf batini duyguları beslemektir.O duyguları ahirete tevcih etmektir.
*Tasavvuf Allah’a dost olmak ve bu dostluğu sürdürmektir.
Tasavvuf bir tefekkür mesleğidir.Murakabeye dalmak,itikafa çekilmektir.
Tasavvuf;-Men arefe nefsehu fe gad arefe Rabbehu-yani –Nefsini bilen Rabbini bilir-hakikatınca,nefsini bilmek,dış alemden soyutlanarak iç dünyasında seyahat etmektir.
Tasavvuf zahiri ilimlerden ziyade,ledünniyat ilminde ilerlemektir.
Tasavvuf cennet adamı olmayı amaçlar.
03-10-2011
MEHMET ÖZÇELİK




YASAK MEYVE

YASAK MEYVE
-“Ey Âdem, sen ve eşin, cennete yerleşin, ikiniz de dilediğiniz şeyleri yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, çünkü zâlimlerden olursunuz.”
-“Doğrusu bundan önce Âdem’e (bu ağaçtan yeme diye) emrettik, fakat unuttu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.”
-İnsan nisyan ile maluldur.Unutkanlık onun yapısında,hamurunda,çamurunda ve genlerinde vardır.
Zaten insan kelimesi,nisyandan müştak ve alınmadır.
İnsan unutan demektir.
Kur’an zina gibi bazı yasakladıkları yapmayın değil,yaklaşmayın diyerek sakındırmaktadır.
Yani harama ve günaha gidecek yolları kapayarak;önce yaklaşmamayı ve dolayısıyla yapmamayı emretmektedir.
Buradaki yasak ağaçla ilgili olarak çok rivayetler zikredilmektedir;
-“İlim ağacı,hayrı ve şerri bilme ağacı,ebedilik ağacı,buğday ağacı,incir,üzüm, hurma, sünbül,zeytin,kâfur ağacı demişlerdir.
Bazıları şarap ağacı,mihne ve zorluk ağacı,bazıları da bir ağaç cinsi,bazıları meyvesinden yenildiği takdirde büyük abdest ihtiyacı hissettiren bir ağaç,şii müfessirler ise Batıni olarak –Şecere-i ilmi Muhammed,Şecere-i Âl-i Muhammed- demişlerdir.
Elma ağacı olarak da nitelendirilmiştir.
-Kısaca yoruma açık bir ifadedir..
O halde günahı netice verecek her şey bu yasak ağaç kapsamı içerisine girer.
-Gezi olaylarına yaklaşmayın,Taksimdeki çapulculara yaklaşmayın,Hz.Ademi cennetten çıkaran ağaç kesme ayaklanması olaylarına katılmayın.
Onlar şeytanın telkinleridir.Seni zalimlerden yapar.Zalimlerden olursun.Mahrumiyete sebebtir.
Şeytan ve şeytan yapılılara kulak vermeyin.
-Şeytan Hz.Âdem ve Havvayı yemeleri halinde ebedi kalacaklarını söylemiş,şeytan iyiliği ve faydayı telkin edip,sağdan gelmişti.
Taksim olaylarında da –maalesef- şeytan sağdan geldi.Güya iyiliği telkin etti.Ağaçları korumaları tavsiye etti.Milyonlarca ağacın ekildiğini görmeksizin…
Şeytan bütün sol tuzaklarını kullanıp artık yalama olduğundan ve bilindiğinden dolayı artık sağdan gelerek iyilik tuzaklarını kullanma yolunu tercih etmektedir.
Rüşvet bahaneleri de bu kabilden şeytani bir oyundur.
Zararı sadece sana değil,senden sonraki nesillere de sirayet eder.
-Daha geniş açıdan;Işid olayları da bu manadadır.
*-Allah Hz.Âdemi önceden uyarmış,şeytanın kendisini cennetten çıkarabileceğini hatırlatmıştı.
Cennette acıkmayıp çıplak kalmayacağı,susuz kalmayıp,güneşten de etkilenmeyeceğini hatırlatmıştı.
Yaptığı takdirde bunlardan mahrum olacağını hatırlatmıştı.
Nitekim ağaca yaklaşınca;ilk iş olarak avret yerleri açıldı.
Ve cennette sayılan nimetlerden mahrum kaldıklarını dile getirdiler.Kendi kendilerini bu günah sebebiyle mahrumiyete atmış oldular.
-“O ikisi şöyle dediler: Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak hüsrana düşenlerden oluruz!”
Tıpkı Yunus peygamberde öyle demişti.
MEHMET ÖZÇELİK
14-07-2014




YAHUDİLERİN FESADI

YAHUDİLERİN FESADI
*“Allah’ın yaratmasında değişme olmaz.” – Rum Suresi-30.
*“Ve insanlardan, dünya hayatında sözü senin hoşuna giden kimseler vardır. Ve kalbinde olana, Allah’ı şahit tutar, (oysa) O, hasımların (düşmanların) en azılısıdır.
Ve dönüp (gittiği) zaman, yeryüzünde fesat çıkarmak, ekini ve nesli helâk etmek (yok etmek) için çalışır. Ve Allah fesadı sevmez.” – Bakara-204-5.
*“Allah, o şeytana lânet etti ve o da, “Andolsun ki senin kullarından elbette belirli bir pay alacağım” dedi.
“Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim de (putlara adak için) hayvanların kulaklarını yaracaklar. Yine onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o apaçık bir hüsrana düşmüştür.”
*İnsanın soyu birdir / Yaratılırken atılan ortak temeldir / Birimizin acıyı hissetmesi yeterlidir / O acı hepimizindir –Sadi Şirazi
“Biz, Kitap’ta İsrailoğullarına: Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız, diye bildirdik.”
“Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi) aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi.”
“Sonra onlara karşı size tekrar (galibiyet ve zafer) verdik; servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık; sayınızı daha da çoğalttık.”
“Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid’e (Süleyman Mâbedi’ne) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık).”
İsrailoğullannın ilk bozgunculuklarının, Zekeriyya aleyhisselamı öldürmeleri, ilk mağlup oluşlarının ise Buhtunnasr’ın onları öldürmesi ve Kudüsü tahrip etmesi olduğu rivayet edilmektedir.
İkinci bozgunculuklarının ise, Zekeriyya aleyhisselamın oğlu Yahya aleyhisselamı öldürmeleri, mağlubiyetleri de, Allah tealanın, bir kısım insanları kendilerine musallat etmesi, böylece onların bir kısmını öldürüp diğerlerini memleketlerinden kovmaları, yetmiş bin’den fazla Yahudiyi de esir etmeleri hadisesi olduğu zikredilmektedir.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
“Müslümanlar Yahudileflerle savaşıp onları ö1dürmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Öyleki, Yahudiler, taşların ve ağaçların arkalarına saklanacaklar, taş veya ağaçlar “Ey Müslüman, ey Allanın kulu, işte Yahudi benim arkamdadır. Gel onu öldür.” diyecektir. Ancak “Ğarkat” ağacı hariç. Zira o, Yahudi ağaçlarındandır.”
“Belki rabbiniz size merhamet eder. Eğer bozgunculuğa dönerseniz biz de cezalandırmaya döneriz. Biz, cehennemi, inkarcılar için bir zindan kıldık.”
Cenab-ı Hak Yahudilere başka milletlere vermediği kadar fırsat vermiş,fitne ve fesattan vaz geçmeleri konusunda sürekli uyarıda bulunmuşlardır.
Dokuz defa başlarına bela geldiği halde,her seferinde Hz.Musa-ya gelerek,Allahın bunu kendilerinden kaldırmasını istemişlerdir.
Hz.Musa- da Allaha yalvarmış ve bela üzerlerinden kalkmıştır.
*Tarihin sayfalarına baktığımız zaman bir çok kirli işin altında onları görürken,diğer yandan da yine kendilerinin hep hedefte olduklarını da görmekteyiz.
1948 yılında filistine haksız olarak yerleştiği andan itibaren durmaksızın sürekli kan akmış ve bu kan orada kalmamış tüm orta doğuya yayılmıştır.
*Fitne ve fesat yani yer yüzünün denge ve düzenini bozmakla kalınmamış,ondan daha tehlikeli olarak gıda terörü denilecek tehlikeli bir yol olan gıdaların genleriyle oynanmıştır.
Gıdadaki bozulmalar insan genini de bozmaktadır.
Asrımızda bir çok alanda gelişme olmasına rağmen,hastalıkların sayısında ve çeşitliliğinde de çok farklı hastalıklar ortaya çıkmıştır.
Bu da dünyayı tehlikeli bir sona doğru götürmektedir.
Sanal alemde gezen insanlar,kendileri de hakiki insandan çıkıp sanal hale gelmektedir.
Dünya genelde her alanda bir bozulma içerisine sevkedilmektedir.
Dünyanın bir çok etkili kurumlarının başında da güçlü olarak yahudi milletini görmekteyiz.
Terör-fuhuş-savaş-faiz-ilaç sektörü-silah sektörü-uyuşturucu sektörü…
” Bu yeryüzünde bir büyüklük taslamak ve suikast düzenlemek
istediklerindendir. Oysa kötü tuzak , yanlızca sahibinin başına geçer…”
“Ya yeryüzünde gezip , bir bakmadılar mı ? Kendilerinden öncekilerin
sonu nasıl olmuş ?…”
” Onun için , o kafirlere mühlet ver, biraz daha süre tanı onlara…”
Yahudiler adeta meleklerin;-Yer yüzünde fesat çıkarıp kan dökecek varlıklar mı yaratacaksın?-diye Allaha cevap verdikleri kimseler olduklarını göstermektedirler.
MEHMET ÖZÇELİK
06-02-2014




YANLIŞ EMSAL OLMAZ

YANLIŞ EMSAL OLMAZ
“Su-i misal emsal olmaz” (Mecelle)
“Kötü emsal olmaz.”
Birisinin hatasıyla başkası mesul olmaz.
İslâmiyet “ Ve lâ teziru vâziretün vizre uhrâ” sırrıyla,bir kişinin hatasıyla bir başkasının,yakınının günahkâr olamayacağı gerçeği,bir kişinin hayatının dahi ne derece kutsal olduğunu ifade eder.

Nitekim bir gemide dokuz masum bir caninin bulunması durumunda o gemi hiçbir suretle batırılamayacağı gibi,,dokuz cani bir masum dahi olsa ,o bir kişinin rızası olmadıkça adalet gereği o gemi batırılamaz.

Evet,hak haktır. Küçüğüne,büyüğüne bakılmaz. Kimin için olursa olsun. Ve her insan suçu sabit olmadıkça masumdur.
*Apartman olarak Adıyaman-da doğal gaz almak için müracaat ettiğimizde çıkan zorlukları görünce müracaat etmekten vazgeçtik.
-Hemen benim ön blokumda oturan annem-gilin apartman olarak müracaata hak kazanması üzerine,rahatsız olup evde bile zor yürüyen annemin yerine çekine çekine ben müracaat ettim.
Bunu da kendilerine dile getirdim.Ancak ilk müracaatta bu esnekliği gösterdiklerini söylediler.
Doğalgaz saatini almaya gittiğimde ise aynı tedirginlik gene bende sürmekteydi.Hatta bunu anlayan annem;
-Oğlum rahatsız mısın,yemek yemediysen sana yiyecek hazırlayayım,dedi.
Hayır deyip ayrıldım.
Korktuğum başıma geldi. Görevli şefe gönderdi.
Annemin ve benim nüfus cüzdanım mevcut ve de aboneliği ben yapmış olduğum halde muhtardan aynı kağıt içerisinde ben ve annemin aynı apartmanda oturduğumuza dair bir belge istendi.
Durumu arzetmiş olmama rağmen illa böyle bir belgenin gelmesi gerektiği ve bir sahtekârlıkla karşılaştıklarından bunu istediklerini söylediler.
Yani bir sahtekârlık emsal alınarak,bilinmeden tüm müşteriler aynı durumda değerlendirilmiş oldu.
Aslında suyu yokuşa sürüp böyle yapılacağına,o sahtekâr veya sahtekârlıkla uğraşıp,herkes mağdur edilmeseydi,daha mantıklı bir iş yapılmış olurdu.
Acaba soruyorum;Bu durumda her gelen sahtekâr olarak yani bu da sahtekârlık yapar diye düşünülmüş olmuyor mu?
Düşünülüyor olacak ki bu zorluklar çıkarılıyor.
-Neyse muhtardan annemin ve kendimin ikametgâh belgesini aldım ve getirdim.
Bu seferde ikisinin aynı kağıt üzerinde işlenmemiş olmasından dolayı bir daha muhtara gönderildim.
Muhtar bilgisayarda ikisinin aynı kağıtta olamadığını söyledi.Ben de baktım,aynı kağıda ikisinin yazılması mümkün olmuyordu.
Tekrar doğalgaz firmasını aradık.Elle yazma teklifimizi kabul edeceklerini söylediler.
İşin bir garip noktası da elle yazmada başladı.
Kendi ismimin yanına annemin bilgilerini girerken muhtar kapı numaralarını ve bazı şeyleri girmememi söyledi.Yoksa kabul edilmeyebilirdi!
Yani sahtekârlık mı yapayım,dedim.
Oda beni düşünerek,kabul etmeleri ve aynı apartmanda kaldığımız intibasını vermek için bazı numaraları yazmamamı istedi.
Numara yapmam ve sahtekârlık da bulunmam işten değildi.İşler böyle işliyormuş!.
Ben sahtekârlığa itildim,dürüst davranmamak için zorlandım.
Oysa kolay halledilmesi gereken bir mesele de hatta geri kalmışlığın bir uygulamasına sebeb olarak kurban edilmiyor muyduk?.Bu durum internetten bile çözülemez mi?
Neyse ki daha sonra anlaşıldığı üzere doğalgazı çekenlerinde eksikliklerinden dolayı aboneliği yapıp ödemeyi işaretlememeleri üzere sonraya kaldı.
Hantal bürokrasi yürümediği gibi,başkasını da yürütmedi.
Bu gün git,birkaç gün sonra gel…
Kendini aşamayanlar,başkalarını aşağılamaya başlıyorlar.
Peki beni bu sahtekârlığa zorlayanlar sahtekâr olmuyor mu?
Kendilerine şunu dedim;
Hadiste;”Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız,Müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.”
Kurumlarda ve bürokraside sadece bu hakikat uygulansa çözülmeyecek bir mesele yoktur.
*Muhtarda dertliymiş.O da bir olayı anlattı.
Vatandaşın birisi ev alıyor.Tapu,elektirik her şey tamam.Sadece su abonesi alacak.
Belediyeye gidiyor.Su işlerinden kendisine,evi aldığı kişinin ölmesinden dolayı,vereselerinin tümünden imza getirmesini söylüyorlar.
Muhtar bu durumu reise bildiriyor,reis müdürü arıyor;-Neden böyle oluyor,diye.
Ve vatandaş tekrar müdüre gidiyor,böyle bir konuşmanın olmadığını söyleyerek işini yapamıyor.
Bir su abonesi için her tarafa dağılmış olan,tapusu bulunan,elektirik abonesi olan kişi şu an almaktan vaz geçerek suça itiliyor.
*Dahasını anlatmaya gerek yok, sizlerde bilirsiniz.
Deveye demişler;Neden boynun eğri?
Nerem doğru ki!demiş.
Herhalde bir iki neslin daha gitmesi gerekecek…
Devlet ve bürokrasi,zillet içine düşmek istemiyorsa,milleti bağlayan bağları çözmelidir.
Milletin nabzını tutmalıdır.
Devlet alt kademesinden üst kademesine kadar millet bürokrasiye kurban ediliyor ve sahtekârlığa göz göre göre yönlendiriyor.
Başbakanın bile sık sık şikayet ettiği bu bürokrasi samimiyetten uzak,kör bir resmiyetle,kör topal olarak götürülmektedir.
Bu durumlarla karşılaştıkça insanlarla ilişkilerde soğukluk hissediyorum.
Bana güvenmeyene ben de güvenmekte zorluk çekiyorum.
İnsanlara selam vermeme,şüpheli değerlendirmede kendimi mecbur davranmak zorunda kalıyor gibi hissediyorum.
Biriken bu durumlar insanı hayattan soğutuyor…
Devlet bürokraside sahtekâr davranmak ve vatandaşı sahtekâr görmek istemiyorsa buna bir çözüm bulmalıdır.
Resmiyeti değil,samimiyeti ön plana çıkarmalıdır.
Eskisi kadar olmasa da,devlet hala samimi ve dürüst değildir.
Bürokratik bağlar hala bu milletin ayağında bir prangadır.
Bir yandan bu olumsuzluğu görmüş olmam,genel bir problemi değerlendirmeme sebeb oluşturdu.
Bu durum şahsi bir mesele olarak değil,kamunun genel bir problemi olarak kaleme alınmıştır.
İlk ve son sözüm;
-Birisinin yanlışı başkalarına emsal olmaz.
-Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız.Müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.
05-10-2013
MEHMET ÖZÇELİK




TERÖR-FİTNE-ANARŞİ

TERÖR-FİTNE-ANARŞİ

Bu kazanlar sürekli kaynatılmaktadır.
Birilerinin menfaatı burada ve bunlardadır.
Küfrün,günahın,tüm kötülüklerin ortaya çıkışı bunlar iledir.
Tüm güzelliklerin ortaya çıkışı,bunların yokluğu iledir.
İslamın zuhuru,dünyanın sulhu ile olacaktır.
İslâm sulh ve barıştır.
Kötülüğün kökünü daha bil kuvve halinde iken kazıyıp atmalıdır.Tâ ki yeşermesin,yeşertilmesin.

Tarih boyunca bir türlü kavga bitmemiş,gelenler ise hep gitmiş.
Gelenler kavgayı bitirmemiş,gidenlerden devralmış.

Ortadoğu uzmanı gazeteci Robert Fisk, baskının hemen ertesinde olay yerinde gördüğü dehşet verici manzarayı,Lübnan Kasabı Ariel Şaron’un İsrail Başbakanı seçilmesinin ardından yazdığı makalesinde şöyle aktarmaktadır:
“18 Eylül 1982’de Sabra ve Şatilla kampında bulunanlar için Şaron, ardında şişmiş cesetler,tecavüz edilmiş, işkenceye uğramış ve sonra da katledilmiş kadınlar ve bebekler bırakan bir kasaptır. Olaydan 18 yıl sonra bugün bu caddelerde dolaşırken katliam manzaraları hala gözlerimin önünden gitmiş değil. Biraz ötede Sabra Camisi’ne giden yolda 90 yaşında, beyaz sakalı ve pijamaları ile Bay Nouri’yi görüyorum. Ölü bedeninin yanı başında yün başlığı ve bastonu duruyor. İlerideki dar sokakta yemek tencerelerinin yanında yatan iki kadın ceseti var, beyinleri dışarı akmış. Kadınlardan birinin karnı yarılmış. Cesetin birkaç metre ötesinde çürüdüğü için bedenleri morarmış, adeta bir çöp gibi oraya fırlatılmış bebekleri gördüm… Cesetlerin kuruyan kanları üzerinde sinekler uçuşuyor, ölü bedenlerin bileklerindeki saatler ise hala çalışıyordu. Tırmandığım küçük rampayı aşabilmek için etrafa dağılmış ceset parçalarını bir kenara itmem gerekiyordu.
Biraz ötede ise sırtından hala kan süzülen sevimli bir genç kız yatıyordu.”

Bizdeki pkk terörü ise,farklı hesaplardakilerin ortak birlikleridir.
Pkk 1970-lerin farklı olan sol zihniyetin kalıntılarını temsil etmektedir.
Dün fikri kanlı olanların bugün eli ve dili da kanlanmıştır.
Silinmez lekeli bir hal almıştır.
Pkk farklı zihniyetteki kimselerin ortak taşeronudur.
Özellikle uyuşturucu ticaretini kontrol amaçlıdır.
1970-lerdeki gibi,halkı sokağa döküp,karşı karşıya getirmek,kaos oluşturarak darbelere zemin hazırlamak,hiç olmazsa devletin büyümesini geciktirmektir.

Dışarıdan İran tarafından vurulduk,içeriden İran-a benzeme,İranlaşma bahanesiyle vurulduk yıllardır,hep aynı senaryo uygulandı.
Belli gazeteler hep bunu yaptı.
İçerde olan senaryo kurucularının dillerinin bağlanmasıyla,dışarıdakilerinin silahı konuşmaktadır.

Türkiye kültür bakımından batıda Fransa tarafından etkilenmiş,içte İran rüzgarı estirilmiş,İngiliz siyaseti şekillendirmiş,İsrail entrikaları yönlendirmiş,Amerika kuruntusu teskin etmiştir.

Bu gün ortaya çıkmıştır ki;İran ve Suriye,İsrail ve Ermenistan,Rusya ve Irak Pkk-ya destek olmaktadırlar.
Özellikle İran ve Suriye pkk-ya destek olmakla belasını aramaktadır.
Zira Abd oraya saldırmak için bahane aramaktadır.Durumu biz frenlemekle geciktirmekteyiz.
Eğer bizimde frenimiz patlarsa,onlar zarar ederler.
Bitmeye doğru giden pkk,gözden çıkarılmış gibi.
Yerine kurulması ve doldurması düşünülen hesaplar devrede.

Ortadoğu da birbirlerini hazmedemeyip her an istifrağ etmeye ve ettirilmeye hazır hassas nokta olan alevi-sünni ateşi geniş çaplı olarak alevlendirilmeye çalışılmaktadır.
Basiretli olunmalı,oyuna gelinmemeli,üzeri muhabbet,kardeşlik,anlayış,birbirini hazmetme,konuşma ve yaşamalarını sağlayacak serbestlikler ile sarmalanmalıdır.
Bunun dışındakiler uyutmaya ve unutturmaya yönelik hareketlerdir.
Birde bunun içerisinde İran olduktan sonra,sürekli kaşınmaya,kaşındırmaya müsait zeminlerdir.

Terör ve anarşi,Ye’cüc-Me’cücün zuhurudur.
MEHMET ÖZÇELİK
22-08-2012




VUR DE VURALIM!!!

VUR DE VURALIM!!!
Mhp hortladı mı? Hortlatılmaya mı çalışılıyor?
Yoksa bu durum onun zaten kanında mı var?
Yoksa önemsiz deyip,bu onların az bir kısmı mıdır?
1970 yıllarında zaten vurmuş,milletin darbelerle vurulmasına sebep olmuşlardı…
Oysa Mhp-nin 1980-den bu yana en önemli başarısı, oyuna gelmemiş olmasıdır.
Chp-de nasıl ki yüzde beş oranında yüzde doksan beşi dengeleyen ve kontrol eden menfi insanlar var ise,aynı olay Mhp-de de bulunmaktadır. Bunlar diğer yüzde doksan beşi kontrol edip sevketmektedir.
Vur de vuralım,kafası,işte bu yüzde beşin kısır kafasıdır.
Cahiliyet döneminin,güdülme zihniyetinin bir ürünüdür.
Kimi vuruyorsun,kime vuruyorsun!!!
Haddini bil…
Artık 1970-lerde değiliz.Millet uyandı.Komplocuları çok iyi tanıyor.Aynı silahın hem sağ ve hem de sol için kullanıldığı çok açık ve net olarak bilinmektedir.
Ergenekon terör örgütünün sağdaki kolu,Vur de vuralım,zihniyetidir.
“Ey efendiler! Bilirim ki, hak noktasında mağlûp olduğunuz zaman kuvvete müracaat edersiniz. Kuvvet hakta olduğu, hak kuvvette olmadığı…”
*Vur de vuralım…
Dağa çıkalım!
Eşkıya olalım!
Eşkiyaya inat,eşkıya kalalım!
İnenlere inat,dağa kaçalım!
Silah alalım!
Dağdan vuralım!
Herkesi dağ-layalım!
Menfi milliyetçilik yani ırkçılıkta nefsani bir zevk bulunmaktadır.
Irkçılık bir kanser hastalığıdır.Tedavisi mümkün değildir.
Esas olan milliyetçilik midir yoksa mukaddesat mıdır?
Hangisi önceliklidir?Hangisi hangisine basamaktır?
Yoksa mukaddes midir milliyetçiliğe feda edilecek olan?
“Gençlik uykusu içinde öyle bir şarap içiriyorsunuz ki, o şarabın humârı pek elîm, pek dehşetlidir. Acaba bu mudur hamiyet-i milliyeniz ki, o hamiyet-i milliye uğrunda çok mukaddesâtı feda ediyorsunuz? O Türkçülük menfaati, Türklere bu suretle midir? Yüz bin defa el’iyâzü billâh!”
Gençlik sarhoşluğu içinde olanları besleyen bir uyuşturucudur ırkçılık.
“Altıncı kısım ki gençlerdir; onların iyilerine karşı ciddî uhuvvetimiz var, senin gibi mülhidlere karşı hiçbir cihetle dostluğumuz yok. Çünkü ilhâda giren ve Türkün hakikî bütün mefâhir-i milliyesini taşıyan İslâmiyet milliyetinden çıkmak isteyen adamları Türk bilmiyoruz, Türk perdesi altına girmiş frenk telâkki ediyoruz. Çünkü, yüz bin defa Türkçüyüz deyip dâvâ etseler, ehl-i hakikati kandıramazlar. Zira fiilleri, harekâtları, onların dâvâlarını tekzip ediyor.”
“Bu gençlerin gençlikleri eğer daimî olsaydı, menfi milliyetle onlara içirdiğiniz şarabın muvakkat bir menfaati, bir faydası olurdu. Fakat o gençliğin lezzetli sarhoşluğu, ihtiyarlıkla elemle ayılması ve o tatlı uykunun ihtiyarlık sabahında esefle uyanmasıyla, o şarabın humarı ve sıkıntısı onu çok ağlattıracak ve o lezzetli rüyanın zevÂlindeki elem ona çok hazin teessüf ettirecek. “Eyvah! Hem gençlik gitti, hem ömür gitti. Hem müflis olarak kabre gidiyorum. Keşke aklımı başıma alsaydım!” dedirecek. Acaba bu taifenin hamiyet-i milliyeden hissesi, az bir zamanda muvakkat bir keyif görmek için, pek uzun bir zamanda teessüfle ağlattırmak mıdır? Yoksa onların saadet-i dünyeviyeleri ve lezzet-i hayatiyeleri, o güzel, şirin gençlik nimetinin şükrünü vermek suretinde, o nimeti sefahet yolunda değil, belki istikamet yolunda sarf etmekle, o fâni gençliği ibadetle mânen ibka etmek ve o gençliğin istikametiyle dâr-i saadette ebedî bir gençlik kazanmakta mıdır? Zerre miktar şuurun varsa söyle!”
*İnsanlar bir tarağın dişleri gibidir.Hepsi saçın düzeltilmesine hizmet ederler.Tarağın tüm dişleri aynı değildir.
Ve de çarkın dişleri gibidir.Aynı hedefe yönelirler.
Osmanlıyı başarılı kılan Türk milliyetçiliğinin öne çıkması değil,İ’la-yı kelimetullah idi.Allah’ın yüce ismi öne çıkartılmaktaydı.
Osmanlılık çatısı altında 73 millet çok iyi yaşıyordu.
Bugün ateşe benzinle gidilmektedir.
Bunun da zamanı varmış,zamanı gelecekmiş.
1970-ler gibi mi?
Millet düzlüğe çıkınca veya bir çok şey tam deşifre olunca olsa gerek!!!
“Bir mü’min bir delikten iki sefer ısırılmaz.”
Türkiye’nin içte iki ve dıştaki prangaları çatlamaya başladı.
Darbeci zihniyet ve ona çanak tutanlar…
Türkiye;-Vur de vuralım-,-öl de ölelim-lerin değil,-adam olan ve olacakların beldesidir.
*Bu milliyetçilik nasıl bir milliyetçiliktir?
Rahmetlik Muhsin Yazıoğlu’nun temsil ettiği milliyetçilik mi, Alparslan Türkeş’in temsil ettiği mi?Yoksa nasıl bir milliyetçilik???
Türkeş vefat ettiğinde ilk işim hafta başında okula giderek,ülkü ocaklarının ikinci temsilcisi olan arkadaşı ziyaret edip,baş sağlığı dilemekti.
Öyle de yaptım.Ancak çok şaşırtıcı bir durumla karşılaştım.Zira arkadaş;
-‘Boş ver hocam,iyi ki öldü.Yoksa tüm ülkücüleri Atatürkçü yapacaktı.’
MEHMET ÖZÇELİK
30-03-2013




VAZİFEMİZ

VAZİFEMİZ
Bir zamanlar emir ile susanlar,şimdilerde ise yine bir emir ile silahlandılar,hep birden hücuma geçtiler.
Tetikçilerin hedefi toplumda kaos oluşturmaktır.
Bu beni o kadar rahatsız etmemektedir.
Zira herkes kendi tinetinin gereğini yapacaktır.
Ancak bizi üzen durum;temiz görünen ve bilinen insanların bu kirli insanlarla iş birliği yapıp,çamura batmalarıdır.
Cemaatın –inşaallah gerçekte olmasa görüntüde de olsa- bir asırdır kavgalı olduğu chp ile bir araya gelip,ittifak edebiliyor.
Nerede mi?
İnançlı,güvenilir,şimdiye kadar benzeri ve hizmeti olmamış bir insanı al aşağı etmede…
Hoca ta Pensilvanya-dan Taksim yürüyüşüne katılıp ölen bir genç için ballı bir taziye mektubunda bulunurken,ölen şehit polisler için,Suriye için,mısır için aynı hassasiyeti göstermiyor!
Düşündürücü değil mi?
Sen bir devlet adamı mısın?Seni niye ilgilendiriyor?O da çamura bulanmış, şaibeli insanlarla el ele vermek suretiyle ve de hassas bir dönemde.Bu neyin nesi?
Hassas ve dikkatli olması gereken hoca,maalesef ateşe odun taşımaktadır..!!
*Vitrindeki cemaat ile,gerideki cemaatı birbirinden ayırmak gerekir.
Vitrindeki cemaat hiç hoş görünmüyor.Ancak gerideki çok az bir kısmı temsil etmektedir.
Gerideki ya suskunluğundan,ya hayretinden,ya da bocalayışından suskun kalıyor.
Nifak tohumları hızla saçılıyor,maalesef diğer yandan da sulanıyor,bilerek veya bilmeyerek…
*Milletin basireti büyük geçinenlerin basiretini geçti.Memnun edici ve darbeyi zorlaştırıcı bir durum.
Hadiste:”Ümmetim sapıklık üzerine birleşmez.”
Cemaat hiç olmazsa,toplumun nabzını göz ardı etmemelidir.
*30 mart seçimleri için ,bir 31 mart vakası tertiplenmektedir.
Cemaat bunun neresindedir?
Cemaat ve hoca kırk yıllık milletten kazandığı teveccühü zedelemiş,hiç olmazsa yanlışa destek olmamakla tarih nazarında nefretle anılmamalıdır.
Şimdiye kadar menfilere karşı bile savunulan cemaat ve hoca,bundan sonra ne kadar rahat savunulabilecektir?
Destek oldukları mı?Onlar aynı zihniyetlerine devam edeceklerdir.Yüzler yine milletten yana dönülecektir.!!!
Başta hoca ve cemaat taraftırlar.Yakıp yıkan,darbe heveslileri ve dış güçlerin istekleri doğrultusunda taraf olunmuştur.
At izi ile it izi birbirine karışmış,ortak sloganları ise;Erdoğan gitmelidir.
Bir asır önce Abdulhamid aleyhine başlatılan saldırı,bugün cemaatın yayın organları tarafından da aynısı yapılmaktadır.
Abdulhamide yapılan istibdat isnadı aynen Erdoğana da yapılmaktadır.
Bir çok konuda benzerlik arzetmektedir.
Bir cemaatın tüm yayın organlarıyla birlikte 360 derece bu kadar çabuk değişeceği akıl ve havsalanın almayacağı bir durumdur.
“Musa tayin ettiğimiz vakitte kavminden yetmiş adam seçti. Onları o müthiş deprem yakalayınca Musa dedi ki: «Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de daha önce helâk ederdin. İçimizden birtakım beyinsizlerin işlediği (günah) yüzünden hepimizi helâk edecek misin? Bu iş, senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahibimizsin, bizi bağışla ve bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin!”
Asrın sahibi ve sözcüsü olan Bediüzzaman bu hastalıkları önceden teşhis ve tesbit etmiştir.Bir bakalım;
“Dediler: “İttihada şedit bir muarızdın. Neden şimdi sükût ediyorsun?”
Dedim: “Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan. Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azim ve sebattır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatıdır.
“Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”
Dediler: “Fırkacılık lâzım-ı Meşrutiyettir.”
Dedim: “Bizdekilerde hutut-u efkâr telâki için mütemayilen imtidada bedel, münharifen gittiğinden, nokta-i telâki vatanda, belki kürede görülmüyor. Vücut-adem gibi, birinin vücudu ötekinin ademini ister.
“İnat, bazan müfrit fırka müteassıplarına, dalâl ve batılı iltizam ettirir. Şeytan birisine yardım etse, melek der, rahmet okutur. Ötekinde melek görse, libasını değiştirmiştir der, lânet eder. Su-i zan ve hüsn-ü zan nazarıyla, dürbünün iki tarafı gibi leh, aleyhtar… Vâhi emareyi bürhan, bürhanı vâhi emare görür.
“İşte şu zulümdür -“İnsan ise, şüphesiz ki, çok zâlimdir.” -sırrını gösterir. Zira, hayvanın aksine olarak, kuvâ ve meyilleri fıtraten tahdit edilmemiş; meyl-i zulüm hadsizdir. Lâsiyyemâ, ene’nin eşkâl-i habisesi olan hodgâmlık, hodfikirlik, hodbinlik, hodendişlik, gurur ve inat o meyle inzimam etse, öyle ekberü’l-kebâiri icad eder ki, daha beşer ona isim bulmamış. Cehennemin lüzumuna delil olduğu gibi, cezası da yalnız Cehennem olabilir.
“Meselâ, birisinin bir sıfatından darılsa, mecma-ı evsaf-ı mâsume olan şahsına, hattâ ehibbâsına, hattâ meslektaşına zulmünü teşmil eder. ‘ya -“Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.”
-karşı temerrüd eder.
“Meselâ, muhteris bir intikam veya müntakim bir hilâfla bir kere demiş: ‘İslâm mağlûp olacak, kalbi parçalanacak.’ Sırf o mürâi ruhtan gelen, yalancı fikirden çıkan meş’um sözünü doğru göstermek için, İslâm mağlûbiyetini, İslâm perişaniyetini arzu eder, alkışlar, hasmın darbesinden mütelezziz olur. İşte şu alkışı ve gaddar telezzüzüdür ki, mecruh İslâmı müşkül mevkide bırakmış. Zira hançerini İslâmın ciğerine saplamış olan hasım, ‘Sükût et’ demiyor. ‘Alkışla, mütelezziz ol, beni sev’ diyor, onları misal gösteriyor.
“İşte size dehşetli bir günah ve zulüm ki, ancak haşirdeki mizan tartabilir. ” – Buna kıyas et. –
Denildi: “Mağlûbiyet mâlûmdu, biz bilirdik. Bilerek bizi belâya attılar.”
Dedim: “Acaba Hindenburg gibi dehşetli insanlar nazarına nazarî kalmış olan gaye-i harp, sizin gibi acemîlere nasıl malûm ve bedihî olabilir? Acaba fikir dediğiniz şey (el’iyazü billâh) arzu olmasın? Bazan zâlimane intikam-ı şahsî, arzuya fikir suretini giydirir.
“Yahu, pis bir çamura düşmüşsünüz, misk ü anber diye yüzünüze gözünüze bulaştırmaya ne mânâ var?”
İşte misâlîlerin münevver gece meclisinde ve dünyevîlerin muzlim gündüz mahfelinde akıldan akma değil, kalbde çıkan beyanatım: İstersen kabul et, istersen etme; anlamak şartıyla.
İster al gûş-i kabul-i câne, ister hiddet et.
• • •
Bir şey daha kaldı; en tehlikesi odur ki: İçinizde ve ahbabınızda, bu fakir kardeşinize karşı bir kıskançlık damarı bulunmak, en tehlikelidir. Sizlerde mühim ehl-i ilim de var. Ehl-i ilmin bir kısmında bir enâniyet-i ilmiye bulunur. Kendi mütevazi de olsa, o cihette enâniyetlidir; çabuk enâniyetini bırakmaz. Kalbi, aklı ne kadar yapışsa da, nefsi, o ilmî enâniyeti cihetinde imtiyaz ister, kendini satmak ister, hattâ yazılan risalelere karşı muaraza ister. Kalbi risaleleri sevdiği ve aklı istihsan ettiği ve yüksek bulduğu hâlde, nefsi ise, enâniyet-i ilmiyeden gelen kıskançlık cihetinde zımnî bir adâvet besler gibi, Sözlerin kıymetlerinin tenzilini arzu eder-tâ ki kendi mahsulât-ı fikriyesi onlara yetişsin, onlar gibi satılsın. Halbuki, bilmecburiye bunu haber veriyorum ki:
Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz. “
*Zamanın ilcaatıyla zaruretler ortalıkta zannederek bazı hocaların bid’alara taraftarlığından dolayı onlara hücum etmeyiniz. Bilmeyerek “Zaruret var” -Zaruretler mahzurlu şeyleri mübah kılar. -zannıyla hareket eden o biçarelere vurmayınız. Onun için kuvvetimizi dahilde sarf etmiyoruz. Biçare, zaruret derecesine girmiş, bize muhalif olanlardan hoca da olsa onlara ilişmeyiniz. Ben tek başımla daha evvel aleyhimdeki o kadar muarızlara karşı dayandığım, zerre kadar fütur getirmediğim, o hizmet-i imaniyede muvaffak olduğum halde, şimdi milyonlar Nur talebesi olduğu halde, yine müsbet hareket etmekle onların bütün tahkiratlarına, zulümlerine tahammül ediyorum.
Biz dünyaya bakmıyoruz. Baktığımız vakit de onlara yardımcı olarak çalışıyoruz. Âsâyişi muhafazaya müsbet bir şekilde yardım ediyoruz. İşte bu gibi hakikatler itibarıyla, bize zulüm de etseler hoş görmeliyiz.”
*”Aziz kardeşlerim, siz kat i biliniz ki, Risale-i Nur ve şakirtlerinin meşgul oldukları vazife, ru-yi zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için, dünyevi merak aver meselelere bakıp, vazife-i bakiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyvenin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz; kuvve-i maneviyeniz kırılmasın.
Evet, ehl-i dünyanın bütün muazzam meseleleri, fani hayatta zalimane olan düstur-u cidal dairesinde, gaddarane, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle, kader-i İlahi, onların o cinayetleri içinde, onlara bir manevi cehennem veriyor. Risale-i Nur ve şakirtlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları fani hayata bedel, baki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkarlarına gayet dehşetli ecel celladının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kere iki dört eder derecesinde kat i ispat etmektedir. Şimdiye kadar o hakikati göstermişiz.
Elhasıl: Ehl-i dalalet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-u Kur’ân ile cidaldeyiz. Onların en büyük meselesi-muvakkat olduğu için-bizim meselemizin en küçüğüne-bekaya baktığı için-mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsi vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz?”
*”Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lâkaydlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifâkın başına geçecek müthiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tâyin edilseydi, maslahat-ı irşâd-ı umumi zâyi olurdu.”
*”Risâle-i Nur, nifak ve şikâkı, tefrikayı, fitne ve fesâdı kaldırıp, kardeşliği, uhuvvet-i diniyeyi, tesânüd ve teâvünü yerleştirir. Risâle-i Nur mesleğinin bir esâsı da budur.”
*”Ehl-i dünya ve ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekâbetsiz bir sûrette ittifak ettikleri halde, neden ehl-i hak ve ehl-i hidâyet rekâbetli ihtilâf ediyorlar?”
Mühim ve müthiş bir sual: Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde, ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilâf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilâf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?
Elcevap: Bu elîm ve fecî ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hadise-i müthişenin pek çok esbabından, yedi sebebini beyan edeceğiz.
BİRİNCİSİ:
Ehl-i hakkın ihtilâfı hakikatsizlikten gelmediği gibi, ehl-i gafletin ittifakı dahi hakikattarlıktan değildir. Belki ehl-i dünyanın ve ehl-i siyasetin ve ehl-i mektep gibi hayat-ı içtimaiyenin tabakatına dair birer muayyen vazife ile ve has bir hizmet ile meşgul taifelerin, cemaatlerin ve cemiyetlerin vazifeleri taayyün edip ayrılmış. Ve o vezâif mukabilindeki alacakları maişet noktasındaki maddî ücret ve hubb-u cah ve şan ve şeref noktasında teveccüh-ü nâstan alacakları Haşiye1 mânevî ücret taayyün etmiş, ayrılmış. Müzâhame ve münakaşayı ve rekabeti intaç edecek derecede bir iştirak yok. Onun için, bunlar ne kadar fena bir meslekte de gitseler, birbiriyle ittifak edebilirler.
Amma ehl-i din ve ashab-ı ilim ve erbab-ı tarikat ise, bunların herbirisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de taayyün ve ta-hassus etmediği ve herbirinin makam-ı içtimaîde ve teveccüh-ü nâsta ve hüsn-ü kabuldeki hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzet olur. Maddî ve mânevî herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzâhame ve rekabet tevellüt edip vifakı nifaka, ittifakı ihtilâfa tebdil eder.
Haşiye 1:İhtar: Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyâya girer. Şan ve şeref arzusuyla teveccüh-ü nâs ise, ücret ve mükâfat değil, belki ihlâssızlık yüzünden gelen bir itab ve bir mücazattır. Evet, amel-i salihin hayatı olan ihlâsın zararına teveccüh-ü nâs ve şan ve şeref, kabir kapısına kadar muvakkat olan bir lezzet-i cüz’iyeye mukabil, kabrin öbür tarafında azâb-ı kabir gibi nâhoş bir şekil aldığından, teveccüh-ü nâsı arzu etmek değil, belki ondan ürkmek ve kaçmak lâzımdır. Şöhretperestlerin ve şan ve şeref peşinde koşanların kulakları çınlasın!
İşte bu müthiş marazın merhemi, ilâcı, ihlâstır. Yani, hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enâniyetin hatırına galip gelmekle, — “Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah’a aittir.”
– sırrına mazhar olup, nâstan gelen maddî ve mânevî ücretten istiğnâ etmekle Haşiye1 -“Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir.” – sırrına mazhar olup, hüsnü kabul ve hüsn-ü tesir ve teveccüh-ü nâsı kazanmak noktalarının Cenâb-ı Hakkın vazifesi ve ihsanı olduğunu ve kendi vazifesi olan tebliğde dahil olmadığını ve lâzım da olmadığını ve onunla mükellef olmadığını bilmekle ihlâsa muvaffak olur. Yoksa ihlâsı kaçırır.
Haşiye 1: Sahabelerin senâ-i Kur’âniyeye mazhar olan îsâr hasletini kendine rehber etmek, yani, hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-i maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsan-ı İlâhî bilerek, nâstan minnet almayarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır. Çünkü, hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada birşey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakit de “Hizmetimin ücretidir” denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârâne, başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek, “Kendileri ihtiyaç halinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler.” sırrına mazhariyetle, bu müthiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir. “
MEHMET ÖZÇELİK
13-03-2014




TÜRKİYE’DE SOLCULUK

TÜRKİYE’DE SOLCULUK
Türkiye-de ve dünyada ancak müzmin olarak Türkiye-de;Sol düşünceli olanların inançlarında problem gözükmektedir.
Sanki inanç problemi ve zafiyeti,adeta onları sol düşüncede bir araya getirmektedir.
Hala hala bitmeyen bir darbe sevdası yatmakta,bütün darbelerde mutlaka ve mutlaka tuzu,yağı,her türlü malzemesinde katkısı bulunmaktadır.
Fuhuş sektöründe yine çoğunlukla onları görmekteyiz,desteği,savunması,normal görmesi öne çıkan özelliklerindendir.
Belki içlerinde yüzde beş ateist,sefih ve insani,manevi değerlerden uzak kişiler mevcutken,yüzde doksan beşini kendi kontrolleri altında tutmaktadırlar.
Bizdeki solculuk,batıdaki solculuk olmayıp,Rusya-daki ateizm tarzı bir solculuktur.
Dine ve toplumun değerlerine olan karşı tavır her an ve her vesile ile kendisini göstermektedir.
Kur’an-ı Kerim-de kötü insanların amel defterlerinin soldan verileceği, Peygamberimizin;-Sol elle yemeyin,muhakkak ki şeytan sol elle yer.
Ve sol elin taharet gibi durumlarda kullanılması düşündürmelidir.
Türkiye’deki solcular,1970 yıllarında okurlardı.Ancak ondan sonraki dönemlerde;bir kısmı islahı hal ederken,bir kısmı yer altına,uyuşturucu gibi menfiliklere bulaştı,bir kısmı Ergenekon çatısı altında önceki dönemlerdeki olumsuzluklarını sürdürdüler.
1980 yıllarındaki Türk solu,bu gün yerini kürt soluna bırakmıştır.
Türkiye-deki solcular kendilerini yenilememekte,kısır kalıp,toplumu da kısır bırakmaktadırlar.
Avrupa sosyalist enternasyonel bile bu solu içinden ihraç etmeyi düşünmektedir.
Solculuk kavramının içi doldurulmamaktadır.Boşluğa kurşun sıkılmaktadır.
Türkiye-de solculuk,sloganlarla yürütülmeye çalışılan solculuktur.
1980 öncesi sık sık yapılan fakirlik edebiyatı,bu gün tutarlı olmayışını ortaya koymuştur.
Türkiye-deki solcular kendilerini test etmelidirler.
Kavga ve hırçınlıklar ile,üretime değil tüketime yönelik hareketlerle solculuk yürümez.
68 kuşağı solculuğun kemikleşmesinde kötü örnek olmuştur.İyi ve faydalı bir kuşak değildir.Tıpkı İttihat ve terakki üyelerinin yıkıcı tavırları gibi.
Solculuk yapmaya değil,yıkmaya yönelik bir faaliyettir.
Devrim ve devirme hareketi olup,ıslah ve düzeltme faaliyeti değildir.
Solcular içerisinde 40 yaşını aşmış olanlar kabre biraz daha yaklaştıkları için,solculuğun bir dava olmadığını bizzat görüyorlar.
Solcu bir öğretmen 25 yıl sonra,emekli olduğunda arkadaşına şu sözü söylemişti;
-Biz bunca yıl kandırılmışız.Bizim sırtımızdan birileri saltanatını sürdürmüşler.
İnanmıştım,isimli kitabın yazarı olan bir subay,hayalinde kurduğu cennet olan Rusya-ya gittiğinde öyle olmadığını görmüş ve pişmanlığını –inanmıştım-kitabıyla itiraf etmişti.
Nazım Hikmet-te bundan farklı değildir.
Bugün kominizmin beşiği olan rusyanın kremlin sarayının bahçesinde papazlar dolaşmakta,on bin kişilik camiler yapılmakta,hacca binlerce insan gönderilmekte,İslâm birliğine girmek için çaba göstermektedir.
Rusya-daki sol zihniyet bir asır sonrada olsa yıkılmışken,bizdeki solculuk hala kısır bir döngü içerinde dönmektedir.
Türkiye-deki solcular üzerlerindeki olumsuz intibaları silecek,olumlu ve güzel davranışlar içerisinde bulunmalıdırlar.
Halktan ve değerlerinden kopuk yaşamamalıdırlar.
MEHMET ÖZÇELİK
17-11-2012




TESETTÜRDE LİYAKAT

TESETTÜRDE LİYAKAT
Notlarım arasına aldığım tesettürde liyakat konusunu işlemek üzere bekletiyordum.Ancak bir bayan yazarın hem de tesettürlü ve hem de İslami bir gazetedeki yazısı üzerine yazmak için öne aldım.
Geçmişten günümüze,uzun mücadeleler ve yıpranmalar sonucu belli bir mesafe alınmış,ancak kendisiyle beraber bazı problemleri de beraberinde getirmişti.
Farziyetiyle beraber modanın ağırlığı,cazibeliği,çevrenin etkisi ölçüsüzlükleri de beraberinde getirmişti.
Adını vermeyeceğim memleketin birisinde başları örtülü olan bayanlar,eteklerinin kısalığını önemsemiyorlardı.
Bu durum azımsanacak bir düzeyde değil,adeta bir gelenek halinde idi.
Tesettür kadın için gerekli olduğu kadar,erkek içinde gözünün tesettürü ve örtülmesi en az o kadar önemli idi.
Fuhşiyatı engellemek için vazedilen tesettürün,kirlenmeye sebeb olacak derecede yanlış örtünmelerin önüne geçilmesi,toplumun o cihette bilinçlendirilmesi gerektir.
Bu bir ihtiyaçtır.
*-Bir yazar;”Kızıma başını örtmesini asla söylemedim…….
….Bir kaç hafta sonra kızım başını örtmek istediğini söyledi. Bu habere sevineceğimi zannediyordu büyük ihtimal.
…Başını örtmesine izin vermeyeceğimi söyleyince küçük çapta bir şok yaşadı.
Başını örtemeden önce vücut dilinin tesettüre bürünmesi gerektiğini anlattım. Başı açık olduğu halde vücut dili tesettürü içselleştirmiş kişileri değişik vesilelerle dikkatine sundum ve namaz konusunda titizlik kazanıncaya kadar başını örtmesine izin vermeyeceğimi söyledim.
Namazın farz olmadığı yaştaydı. Kıldığı namaz ailenin bütün fertleri için sevinç kaynağı idi. Sabah namazı için en erken kalkandı. Ev ahalisini namazınızı kıldınız mı diye sorgulayandı. Onun bu halleri hepimizin ortak heyecanı idi ne ki bunu ona hiç hissettirmedik.
Aileler kızlarının başını örtmesiyle birlikte hem muhitlerinin baskısından kurtulduklarını düşündüler hem de 90 cm’lik kumaş parçasının her türlü ontolojik sorunu halledeceğine inandılar.”
Tezat değil mi?
Kapanması için ısrar ve tavsiyede bulunmayan,kapanmaması için ısrar ediyor!
Kuruntu ney?
-Alt yapısını yapmadan içten gelen fıtri isteği durdurmak ve frenlemek.
Herhalde Efendimizin 7 yaş tavsiyesini düşünmemiş olsa gerek.
Maalesef ifrat her zaman tefriti doğuruyor.
Belki birilerinin ölçüsüz örtünmedeki tavırları veya üstü örterken dafi’ olması gereken örtünün calib olması tenkid edilirken,yazar kendi ölçüsüzlüğünü ölçü olarak sunuyor.
Örtünmede sınırı aşan,ölçüsüz olan elbette uygulamalar var.
Ancak mecelle hukuku gereği;-Yanlış emsal olmaz.-
Yazar yanlışları kendi yanlışlığı ve yetersizliğiyle düzeltmeye çalışmaktadır.
-İzin vermeme-hissettirmeme-kumaş parçası-ifadeleri yersiz ve seviyesiz ifadelerdir.
-Ben de kızlarıma örtünmelerini dayatmadım,örtünecekleri ortamı hazırladım.
7.sınıfta örtündüklerinde itiraz etmedim,hissettirdim,bayrak –parçası!- olduğunu söyledim.
-Maalesef dün soldan gelen şeytan,ortam değişikliğinden dolayı sağdan gelmektedir.
Tekrar söylüyorum;örtünmenin değil,örtünmenin nasıl ve sağlıklı olması konusunda ölçü konulabilir ve düzeltilmesi gereken noktalar söylenebilir.
-Hz. Peygamber (asm.)’in, “Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”
-“O halde (Habibim) sen yüzünü bir muvahhid olarak dine yönelt. Allah’ın insanları yaratmasında esas aldığı o fıtrata uygun hareket et.”
Fıtratları kirletmeyin,bozmayın,bir şey yapmasanız bile…
-Toplumun bahara girdiği bir dönemde fırtınalar estirmek,çiçekleri soldurur.
Varsa ayrık otları onlar temizlenmeli,çiçekler incitilmemeli,doğmalarına engel olunmamalıdır.
Fıtrat konuşursa,susmalı,susturmamalı.
Hissederse,hislenmeli,hissizlendirmemeli.
Basite irca etmemeli,sembollendirmeli.
Yanlışlar emsal alınmamalı,doğrular emsal ve örnek gösterilmelidir.
-İmamı Azam Ebu Hanife-ye adamın birisi oğlunu getirip,kendi terbiyesinde yetiştirmesini söyler.
İmam yaşının kaç olduğunu sorar.
Adam da 3,5 yaşında olduğunu söyler.
İmam ise,kabul edemeyeceğini,eğer 3 yaşına kadar getirseydi,kabul edeceğini söyler.
Ağaç yaşken eğilir,engellenme olmazsa?
Çocuklara sevdirilmeli,bilinçlendirilmeli,ortam hazırlandırılmalıdır.
Yoksa geç olabilir,kurtlar kapabilir!!!
Kurtlara yardımcı olmamalıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
25-10-2014




TOKAT

TOKAT
*Aslında en sona eklemeyi düşündüğüm şu cümleyi,içimin yanan ateşini bir nebzecik olsun söndürmeye sebeb olur düşüncesiyle ilk cümle olarak başa koydum;
Hükümeti ve Erdoğanı sandıkta değil de gayrı meşru bir şekilde devirmeye çalışan ve özellikle buna içte destek olup çaba gösterenler namerttir ve mel’undur.
Dünya ve ahirette mahcup ve perişandır.
*Bediüzaman bir beyanında şöyle der:”Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”
Türkiyenin on yıldan fazla büyümesine müsaade edilmiyor.Mutlaka büyük bir entrika öne sürülüyor,akamete uğratılıyor.
*Cemaat dersane uğruna çok rahat Erdoğanı devre dışı bırakma senaryosuna sahip çıkacakların menfaatları doğrultusunda taraf olmuştur.
*Bediüzzaman;” Senin mektubunda benim istirahatimi ve eğer iktidarım olsa, benim Şam ve Hicaz tarafına gitmeme dair sizin hükumet-i hazıraya müracaat maddesi ise:
Evvela: Biz, imanı kurtarmak ve Kur’ân a hizmet için, Mekke de olsam da buraya gelmek lazımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptela olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmaya Kur’ân dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.
Saniyen: Bana karşı hürmet yerine hakaret görmek noktasını mektubunuzda beyan ediyorsunuz. “Mısır da, Amerika da olsaydınız, tarihlerde hürmetle yad edilecektiniz” dersiniz.
Aziz, dikkatli kardeşim,
Biz, insanların hürmet ve ihtiramından ve şahsımıza ait hüsn-ü zan ve ikram ve tahsinlerinden mesleğimiz itibarıyla cidden kaçıyoruz. Hususan acip bir riyakarlık olan şöhretperestlik ve cazibedar bir hodfuruşluk olan tarihlere şaşaalı geçmek ve insanlara iyi görünmek ise, Nurun bir esası ve mesleği olan ihlasa zıttır ve münafidir. Onu arzulamak değil, bilakis şahsımız itibarıyla ondan ürküyoruz. Yalnız Kur’ân ın feyzinden gelen ve i caz-ı manevisinin lemeatı olan ve hakikatlerinin tefsiri bulunan ve tılsımlarını açan Risale-i Nur’un revacını ve herkesin ona ihtiyacını hissetmesini ve pek yüksek kıymetini herkes takdir etmesini ve onun pek zahir manevi keramatını ve İmân noktasında zındıkanın bütün dinsizliklerini mağlup ettiklerini ve edeceklerini bildirmek, göstermek istiyoruz ve onu rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz.
*Pakistan Maarif Nazır Vekili Ali Ekber Şah, Üstad’ı Emirdağ’da ziyaret etmiş, kendisini Pakistan’a davet etmişti. Orada kendi emrine her türlü imkân, radyo istasyonu ve matbaa vereceklerdi.
Üstad, “Kardaşım Ali Ekber Şah! Bu hizmetleri göğüs göğüse yapmak icap ediyor. Siperin arkasında hizmet olmaz. Esas hastalık burada başladı. Ben Mekke’de de olsam buraya gelirdim. Asıl hizmet buradadır, cephe buradadır.” cevabını verdi.
*Bir talebesi Hicaz’a yerleşmek istiyordu:
“Hicaz’a gitmek istediğimi söyleyince ‘Niye?’ diye sordu. ‘Efendim’ dedim, ‘memleketin hâlini görüyorsunuz. Gittikçe daha fenalaşacak. Orada olsam çocuklarım da kurtulur, ben de…’ dedim.
“Kardeşim’ dedi, ‘ben orada olsam buraya gelirdim. Âlemi İslâm kapısının kilidi, Türkiye’dir. Bu kilit bu kapıyı âlem-i İslâm üzerine açar. Kat’iyen buradan gitmek için izin yok!’ dedi.”
*Eğer bu memlekete hizmet edilecekse,uzaktan kumandayla değil,bizzat şaibe ve kanırılmalardan uzak bir ortamda hizmetler sürdürülür.
Aksi takdirde çok başlı bir hizmette,çok gürültülü sesler çıkar.
*Mısırda Mübarek-i devirenler,Sisi-nin gelmesini mi amaçladılar.
Mısırdaki 2004 yılında kurulan Kifâya yani –yeter- , -hürriyet – adlı değişim faaliyeti bunun alt yapısını oluşturup,yolsuzluk ve yoksulluğu seslendirdi.
Bu gün Türkiye-de de Ergenekonu devirenler,yerine yolsuzluk bahanesi altında bir Sisi-yi mi getirmeyi amaçlamaktadırlar?
*Reşit Haylamaz Peygamber Efendimizle ilgili eserinde;
…Ancak O’nun hedefi, öncelikle bütün insanları rahmet ve şefkatle kucaklayıp, ümmeti arasında da, kelime-i tevhidin ikinci yarısını söylemekten kaçınarak kendisini kabul etmese bile “La ilâhe illallah” diyen herkesi buraya getirmekti. Çünkü O, “Kim, Lâ ilâhe illallah derse, cennete girer.” buyuracaktı. Daha baştan O (sallallahu aleyhi ve sellem), bunun için yaratılmış ve onun için de, ilk yaratıldığı hâlde gelişi sona denk getirilmiş; peygamberlik güftesine kafiye koyacak Son Sultan olduğu için de, bedeniyle ruhunun buluşması risâlet açısından en sona bırakılmıştı. “
Tashih ve tavzihe ihtiyacı olan bir ifadedir.
Acaba cemaatın çok tenkid edilen gayrı Müslimlerin de cennetlik olduklarını mı seslendirmektedir?
*Şu anda bir-leş-meleri mümkün olmayan çevreler,tam bir kirli ilişkiler içerisinde hareket etmektedirler.
Haberlerde aynı kirli ilişkileri ve taraflı haberleri ön plana çıkararak,tam bir haber kirliliği içerisine girilmiştir.
*Bu operasyonlar devletin ve toplumun önemli gündemlerini değiştirme amaçlıdır.
Mesela bu günlerde ayasofyanın açılması gündemde idi.Belki de ayasofyanın gündem oluşturulmasıyla açılması söz konusu idi.Şu anda o gündem kimsenin gündeminde bulunmamaktadır.
*Dershanelerin gündeme gelmesi ise,eğitimdeki değişimin önünün tıkanması amaçlıdır.
*Türkiye-deki eğitimin sürekli kaportası,vitrini,görüntüsü değiştirilmiştir.Bir asırlık çürük olan motoru indirilip de reflekte edilmemiştir.
Eğitim çürük motorla yürütülmeye çalışılmaktadır.
*Bazı soruları sorup cevap aramak,cemaatın ise buna açık ve net bir cevap vermesi gerektir;
-Cemaat kabuk mu değiştiriyor?
-Cemaat büyük mü oynuyor?
-Cemaat oyuna mı geliyor?
-Cemaat el mi değiştiriyor?
-Cemaatın dönemi mi bitti?
-Cemaat neden batıya açıldığı kadar doğuya açılmıyor?
-Cemaatın abd,Avrupa,İsrail gibi devletlere bakışı nedir?
-Cemaatın atatürke,inönüye,bir asırlık tarihimize,rejime,laikliğe,başörtüsüne, Müslüman olmayıp yani peygamberimize ve Kurana inanmayan ehli kitaba bakışı nedir?
-Diyalogtan kasıt nedir?Dinlerin birleştirilmesi söz konusu mudur,nasıl olacaktır?
-Türkiye-deki eğitime bakışı nedir?
-Dünya kardeşliğine soyunurken,cemaatlere bakışı ve ittihadı İslam düşüncesi var mıdır?
-Baş örtüsü bir füruat mıdır?
-Cemaatın siyasetle ilgisi,ekonomik açıdan büyümenin sonraki safhaları,cemaatın kontrolü nasıldır?Bu doğrultuda cemaat hele hele bu kavgalardan sonra geleceğini nasıl görmektedir?
-Ve Hocam bu beddua sana hiç mi hiç yakışmadı…Bedduanı dua ile tashih et,tadil et.
-Sadeleştirmeye devam edecek misiniz?Bu tahrif işine müdahale etmeyecek misiniz?
*Rejimi korumayı amaçlamanın dışında derde devadan gayrı her çözümü deneme tahtası gibi uygulayan eğitim sisteminin değişiminde en büyük engel sol kesim olması beklenirken,maalesef çözüme ve daha iyi ve köklü eğitime yönelmeyen cemaat kendisini geliştirme değil de,mevcudu koruma derdine düşmüştür.
*1970-lerde sağa ve sola silah veren aynı eller,bugün ergenekonu vurup kuyruk acısını, kin ve nefreti oluştururken,şimdide sağı tahrik edip,sağı vurmakta,birbirine kırdırmakta ve sağdan vurmaktadır.
*İnternete yansıyan Hoca efendinin konuşmaları,bir holdingin patronu gibi görünmektedir.
Belli ki hoca efendi maddi ve siyasi bir platforma iyice çekilmiş.Görüşü alınmak üzere sürekli bağlantı kurulmaktadır.
*Gerçekten Türkiye-deki oyunun tutmaması Mısırı vurdu.
Türkiye mısır-laştırılmaya çalışılmaktadır.Burada da Erdoğan devrilerek belirlenen Sisi devreye konulacaktı.
O Sisi belki de Sarıgül idi.
*Eğer bir iç muhasebe yapmak gerekirse,cemaat millet nezdinde kaybettiği o olumlu kazancını acaba geri ne kadar zamanda kazanabilir hatta kazanabilir mi sorusunu sormak gerektir.
*Durumlar hiç eskisi gibi olur mu?
Veya eskisi gibi olması için ne ve neler yapılmalıdır?
*Rüşvet ve yolsuzluk kaybı üzerinde yapılan yorumlarla beraber,cemaatın kaybı ondan çok daha büyük değil midir?
Cemaat milletin kendileri hakkında konuşulan olumsuzluklarına olumlu ve net cevaplar vermelidir…
*Cemaat ciddi ciddi düşünmelidir;aslında Erdoğana vurulan darbeden daha çok,bu yapılanlardan en çok kendilerine ve millete darbe vurmuş olmuyorlar mı?
*Şu an bitirilmeye çalışılan pkk terörünün bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışanlar,hem içte ve hem dışta kumpaslarını kurup işletmektedirler.
Hem de birkaç cepheden cemaat bu tozlu ve kirli ortamdan çıkmalı,geri durulmalıdır. Zira fatura hep cemaate çıkarılmaktadır.
Hissi davranışlar hisleri tahrik etmekte,aklı örtmektedir.
*Hava durulup tozlar gittikçe;dershanelerin kapatılması,rüşvet ve yolsuzluk olaylarının bir bahane olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu durumda da bunu ön plana çıkarıp savunanların da dürüstlüklerinden şüphe edilir olmaktadır.
Geçmişten günümüze yapılan küçük veya göz ardı edilen hatalarda üst üste konulunca şüpheler ve şüphelenmeler daha da artıp yoğunluk kazanmaktadır.
Haklı insan;milletin hak ve hukukunu kendine feda ettirmez,kendi hakkını millete feda eder.
*Şimdiye kadar söylenenlere karşı millet olarak hep savunmaya geçiyorduk ancak şimdi savunma pozisyonu da çöktü.Sadece ihtiyat ve müsbet hareket tavsiyesinde bulunulmaktadır.
*Sormak gerekmez mi;Çölaşana ve Çevik Bire yazılan o iltifatkâr yazıların amacı ne idi ve neticede bir makes buldu mu?
Oysa verilen cevaplar olumsuz ve yapılan işler menfi olarak devam etmiştir.
Bu bir ölçülü ve müsbet bir davranışa girer mi?
Değer mi?
O seviyeye düşmeye?
*Aslında kendim bu yazının seçime çok yakın bir dönemde yazılabileceğini düşünürken, cevap çok erken geldi.O da hiç saklamadan…
Hocaefendi,The Wall Street Journal’a verdiği röportajda;
“Eğer bir ittifaktan bahsedilecekse bu demokrasi, insan hakları ve özgürlükler etrafında olur -siyasi partiler ya da adaylar için olmaz. 2010 yılındaki Anayasa referandumunda Avrupa Birliği’ne üyelik şartlarına paralel yapılan demokratik reformları daha önce CHP yapmış olsaydı, onları destekleyeceğimi söylemiştim.”
Ve gittikçe netleşen bu taraftarlık,safını ve tarafını belli etme olayı vahametin boyutlarını arttırmaktadır.
Aynı düşüncede olan bir insanın tarafını belirtip söylemesinde elbette bir beis yoktur.Parti kurup terbiye çerçevesinde reklamını yapabilir.
Bu ifade bir asırlık bir zihniyeti tanımamak veya önemsememek anlamına gelmektedir.
Chp-de ne değişti ki hoca efendinin fikrinde birden bire bir değişme oldu.
Acaba bu durum bir değerler yıpranması,akıl kirlenmesi,basiret körlenmesi olmaz mı?
Bir kimlik değişimi midir?
Yoksa bir eksen kaymasımıdır?
*Bediüzzaman bir tesbitinde;” Hem üç mesele var: biri hayat, biri şeriat, biri imandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en âzamı, İmân meselesidir.
Fakat, şimdiki umumun nazarında ve hal-i âlem ilcaatında en mühim mesele hayat ve şeriat göründüğünden, o zat şimdi olsa da, üç meseleyi birden umum rû-yi zeminde vaziyetlerini değiştirmek, nev-i beşerdeki câri olan âdetullaha muvafık gelmediğinden, herhalde en âzam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak; ta ki İmân hizmeti safvetini umumun nazarında bozmasın ve avamın çabuk iğfal olunabilen akıllarında, o hizmet başka maksatlara âlet olmadığı tahakkuk etsin.”buyurur.
Şu an başta Türkiye ve İslam dünyasındaki bu sancı,üçüncü devre olan şeriat yani ittihad-ı İslam yani başta Türkiye olmak üzere zincirleri kırılan İslam dünyasının dünya siyasetinde rol alma zamanıdır.
Bu da sancılı geçmekte,içte ve dıştaki entrikalarla engellenmeye çalışılmaktadır.
*Menderese on yıl direnildi,Özala on bir yıl,Erdoğana ise,on iki yıl direnilerek al aşağı edilmeye çalışılmaktadır.
Hükümet yıkılırsa başta tüm inançlı insanlar,içte de dışta da bunun altında kalır.
En çok da cemaat bu yıkımın altında kalmış olur.
Eskisi gibi olmayacağı bir hakikat iken,geleceği de olmayacak,içte ve dışta kaldırılamayacak ağır itham ve töhmetler altında kalacaktır.
*Hoca efendi başta olmak üzere cemaat istikameti muhafaza edemiyor,zik-zaklar çiziyor.
Ehli sünnetin görüşlerini tam yansıtmıyor.Bazı indi görüşler sırıtıyor.
Şimdiye kadar bu olumsuzluklar hüsnü zandan dolayı tevil ediliyordu ancak bu gün tevil edilecek tarafı kalmamıştır.
*Cemaatın son başbakan Erdoğana dokunmanın öncesine kadar hep müsbet manada değerlendirildiğini görürüz.
Ancak Erdoğanı direk hedef almakla cemaat büyük bir hata yapmış,kendi ipini kendi çekmiş.İçindeki bir çok değerli insanı da hayal kırıklığına uğratmıştır.
Yanlış duvara toslamıştır.
*Ne kadar manidar değil mi? Mısırda meşru hükümete karşı darbeci Sisi-yi destekleyenler ezher hocaları olmuştur.
Türkiyede de hükümete karşı bu durumu üstlenen hoca efendi olmuştur.
Gayrı meşru fiile,meşru kılıf.Zinaya mut’a nikahı.
*1970-lerde yeni asya gazetesinin hizmet amacıyla kurulmasında bir çok insan yüzüğünü,bileziklerini verdiler.
Maddi ortaklığa ve siyasete girildi.İhlas kaçtığından bir çok badireler,kopmalar yaşandı ve hâla da devam etmektedir.
Ondan çok daha büyük olan cemaat ise zenginleşmenin verdiği güçle medyayı, siyaseti, devleti kontrol etmeye,dizayn etmeye çalışıyor.
Çok badire ve kopmalar onu da beklemektedir.Çünkü cemaat içerisinde çok renkleri barındırmaktadır.
*Cemaat bu renk cümbüşü içerisinde tüm birimleriyle gerçek rengini tanımlamalı, netleştirmelidir.
Cemaat bu büyük birimin hangi cephesindedir?
Samimi,fedakâr,himmet sahibi,vs duygularıyla hareket eden;
-Cemaatın her bir ferdinin paralarıyla kurulan tv-sinde yayınlanan iki filimde safi zihinleri bulandıran tecavüz olayını ekrana taşıyan;
-Siyasete müdahale eden;
-Toplumdan ve inanç değerlerinde farklı çıkışlarda bulunan….???
-Yoksa cemaat büyüdükçe kontrolden mi çıkıyor?
Cemaat imaj zedelenmesini hızla tamir etmelidir.İletişimde kopukluk yaşamaması gerekmektedir.
Her konuşanın cemaatı temsil rolü belirlenmelidir.Saf ve samimi olanlar olmayanlardan ayrıştırılmalıdır.Oyuna gelinmemelidir.
*Düşünüyorum da,cemaatın içerisinden sert çıkışlar görülmektedir.Bu durumda,acaba cemaatta mı kirlenme oluyor yoksa cemaat kirlerini mi atıyor?
*Türkiye ye Mursi aranmaktadır.Cemaat buna alet olmaktadır.
Erdoğan yıkılırsa cemaat lanetlenir,lanetlik olur.
Tıpkı hocanın yaptığı lanetin yerini bulması gibi,zira o lanet aksine döndü.Havada kalamazdı.Milletin destek ve teveccühünü almış bir kişiye yapılan dualar bedduayı reddetti.
*17 Aralık öncesi hoca efendi ile,sonrası hoca bir olmayacaktır.
*Aman ha hoca!Bu saatten sonra –hazer et- Türkiye ye gelme!!!Geleceğini de zannetmiyorum.Eski teveccühü bulamazsın.Zira artık onlar tarihte kaldı.Ücretini aldın,geriye beddua kaldı.
*Değerli arkadaşım Eylül ayının başında oğluna;-Oğlum aman ha,Mehmet hocanın yanında her şeyi konuşma,o yazardır,sonra bunları yazar.”demişti.
Doğruymuş…Keşke o konuda gösterilen bu basiret,şu an düşülen duruma düşülmeden önce de görülseydi.
*Önce bu millet aç bırakıldı ve daha sonra da her önüne gelene araştırmadan atlamalarına neden oldu.Bu millet bir asırdır manevi kıtlık yaşadı.Yetersiz ve sağlıksız yaşantı ve inançlar artmaya başladı.
-Aldatanın aldatmasına mı kahrolasın,aldananların aldanmasına mı yanasın?
-Bahçesine su verilmeyen bu millet hem soldu ve hem de sağlıklı sular ile beslenmedi.
Kayıp ve kaybeden,kaybettirilen nesiller oluştu.
*İktidar savaşları tarih boyunca devam etmiştir.
Az bir muktedir olup palazlananlar,devlete baş kaldırmış,iktidarı ele geçirme çabası içerisine girmiştir.
Bunun için de her türlü entrikalar çevrilmeye başlamıştır.
*Türkiye de silkelenmeyen en önemli kurum Mit-dir.
O kadar darbe oldu,mit neredeydi?
Hizbullah ve pkk türedi,mit neredeydi?
Türkiye-de olumsuz gelişmeler olurken,mit bunun öncesinde hangi makamda olduğu bilinmemektedir?
Şimdi ise mit-i kontrol edebilecek,başbakanın en güvendiği Hakan Fidan geldi,bu sefer mit değil,Hakan Fidan hedef oldu.
Önceden neden mit hiç hedef alınmamıştı?
Birileri mit-in iyi kullanamamasından mı rahatsız?
Yoksa cemaat onun için mi devreye konuldu?
Önceden ordu devreye giriyor,ordunun mit-e atadığı kişi devreye giriyor,darbe oluşuyordu.
Ya şimdi?
Özel sektöre işler verildi?
Cemaat iyi senaryoydu!!!
*Maalesef,tarih hep tekerrür ediyor.
Senaryo hep aynı,oyuncular değişik…
-Kılıçlar çok önceden çekilmişti.Dershane ve yolsuzluklar sonradan çıktı ve devirmeye bahane oluşturuldu.Başka bahaneler de her an zihniyeti gerçekleştirmek için devreye konulacaktır.
Tarih yapanları da buna alet olanları da affetmeyecek,tel’in edecektir.
Öyle hazin bir durumla karşı karşıyayız ki,bazılarının;-sanki hoca bugünler için hazırlandırılmış,bekletilmiş görüşünü seslendirmesine sebeb oluyor.
*Başbakan Erdoğan’ın siyasi danışmanı Yalçık Akdoğan Yeni Şafak gazetesindeki yazısında yaptığı tesbitte cemaatın tavrını şöyle izah etmektedir:” Nasıl (PKK’nın Suriye kolu) PYD radikal örgütlerle savaşıyoruz diyerek kendisine uluslararası meşruiyet sağlamaya çalışıyorsa bu yapı da radikal/siyasal İslamcılıkla mücadele ediyoruz diye kendisini pazarlamaya çalışmaktadır.
Klasik Nurculuk hareketinin böyle bir hedefi, amacı veya yöntemi söz konusu değildir.”
*Cemaatta iktidar kavgaları erken başladı.
*Farklı renkleri içinde barındıran cemaatın,renkler kavgası başladı.
*İsraili otoriter gören cemaat,neden başbakanı otoriter olarak görmemektedir?
*Cemaatın yaptığı;Osmanlıdaki kardeş kavgasını hatırlatmaktadır.
*Hoca efendi Türkiyenin iç işlerine yaptığı bu müdahalenin onda birini,İslam dünyasına zulmü reva görenlere neden yapmamaktadır?
*Askeri Darbe yolları kapanınca cemaat bacasından hatta kapısından girme yolu denenmektedir.
*Cemaat nisbeten siyasete müdahil olmakla ölümcül yara alırken,siyasete girmesi halinde de kapanmaz yara ile kendi ipini çekmiş olur.
Cemaatın intiharı olur.
Elmas gibi hakikatları,cam parçalarıyla değişmiş olur.
*Paralel yapı,yumuşak geçişlerle yaptığı büyümesini,ani bir değişim ve düşünceyle sert geçişe döndürmesi kırılma noktasını oluşturdu.
Beddua da onun kopmasına sebeb oldu.
Oysa Bediüzzamanın dediği gibi;” O vâiz ve âlim zâta benim tarafımdan selam söyleyiniz. Benim şahsıma olan tenkidini, itirazını, başım üstüne kabul ediyorum. Sizler de, o zâtı ve onun gibileri münakaşa ve münazaraya sevk etmeyiniz. Hatta tecavüz edilse de bedduayla da mukabele etmeyiniz. Kim olursa olsun, madem imanı var, o noktada kardeşimizdir. Bize düşmanlık da etse, mesleğimizce mukabele edemeyiz. Çünkü, daha müthiş düşman ve yılanlar var.
Hem elimizde nur var, topuz yok. Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar. Ve bilhassa ehl-i ilim olsa, ilimden gelen enaniyeti de varsa, enaniyetlerini tahrik etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar,- ve izâ merrû bil lağvi merrû kirâmâ- . düsturunu rehber edininiz.
“Boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhâfaza ederek oradan geçip giderler.”
*Bugünlerde gündemde olduğu üzere; Şeyzade Mustafa-nın öldürülmesi meselesinde olduğu gibi;Osmanlıyı dışarıdan yıkamayanlar,Şeyzade Mustafa-yı kandırarak, babasının yerine göz dikmesini sağlayarak bunu yapmaya çalıştılar.
Şehzade Mustafa bunu canıyla ödedi.
Şimdiki hükümeti dışarıdan yıkamayanlar,onu cemaatla yıkmaya çalışmaktadırlar.
Cemaat ise bunu telafisi mümkün olmayan bir kayıpla ödediler.
*Türkiyede ergenekonun yeri boşaltıldı.Yeri doldurulmaya çalışılıyor.Bu konuda cemaat öne sürülüyor.
Cemaat sayesi altında yine hükümet hedef alınıyor.Önce onu devirip,sonra farklı bir kaos planı uygulamak.
Seyyid Kutup ve ihvanın Kral Faruk-u devirmek üzere Abdun Nasır-la ortaklık kurup darbenin gerçekleşmesinden sonra ilk icraat olarak Seyyid Kutup ve kırk bin ihvan üyesi idam edilmiştir.
Oyunlar hep aynı oyun,oyuncular değişik,basiretler bağlı.
*Kirli insanlarla ittifak kuruluyor.
Solun yapamadığı yapılıyor.Sol kesim bu durumdan çok memnun hatta cemaatın avukatlığını bile yapıyor.
*Dilim pek varmıyor,teşbih biraz ağır da gelse anlaşılması için şu bir gerçektir ki;dün Osmanlıya karşı Şerif Hüseyin-i kullanan İngiliz ve Fransızlar,bugün İsrail ve bir çok Avrupa ülkesi hükümete karşı Hoca efendiyi kullanmaktadırlar.
Korkarım ki akibette ondan daha ağır olabilir.
*Korkarım ki şeytanın avukatlığı yapılıyor!!!
Hak yola batıl araçla gidiliyor.
Yıkıma ortak olunuyor.Kirli insanlara alet olunuyor.Hakim ve savcıların işini yapmaya koyulunuyor.
1980 ihtilali için kullanılan Mhp ne ise,bu gün cemaat aynı ve daha korkunç bir pozisyondadır.
Dünya ergenekonunun değirmenine su taşınıyor.
* Askeriye de ,adliyede,dış işleri gibi bir çok kurumda tasfiye yapılmış,mit de ise pek duyulmamıştı.
Oysa olan tüm darbelerde,darbeleri haber vermeyen veya kamu oyuyla paylaşmayan mit nerede idi?
Mit-in de darbelerde payının olmaması elbette mümkün değildir..
Sadece Kozanoğlu deşifre olmuş,oda hapis süresinde mahkemeye çıkmadan öldürül-müş idi.
O halde içinde tasfiye olmayan mit-in şimdiki durumu nedir?
Mit nerede durmaktadır?
Bir çiçekle bahar gelir mi?
Bir Hakan Fidan-la bu iş rayına girer mi?
Buna bile tahammül edilmemektedir?
Mit darbelerin,rejimin kara kutusudur.
Yaptığı hizmetlerle askerin önüne çıkan,önde giden emniyetin yerini,şimdi de mit mi alacak?
Kirli işleri çözen emniyette,kirli işlere rastlanması düşündürücüdür?
Şimdi ise bu kirli işleri mit-in çıkarması ise ibretlidir.
*Şimdilerde başta emniyet içinde yapılan cemaata aid kişilerin menfilikleri elbette cemaata mal edilemez.
Ancak cemaat burada bunu bazen yarım ağızla bazen susarak tekzib etme yoluna gitmemektedir.
Çoğu zaman suskunluğunu tercih etmekte,bazende savunma pozisyonunda bulunmaktadır.
Cemaatın yayın organları bunun peşine düşmeyi bırakmış,düşenlerin peşine düşmeye başlamıştır.
Her ne kadar ok yaydan çıksa da,yol yakınken dönülmeli,telafi yoluna gidilmelidir. Yoksa bu iş daha da kirlenecek ve tehlike boyutları daha da büyüyecektir.
-Hakkın hatırı âlidir,hiçbir hatıra feda edilmez.
MEHMET ÖZÇELİK
26-02-2014




TIKAÇ

TIKAÇ
*’Yeter, Atatürk’ü korumayın artık’
(AB İlerleme Raporu’nda, Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlamada sıkça kullanıldığı uyarısı yer aldı )
Yukarıdaki ifade,Avrupa İlerleme 2011 raporundan.
Dünyada hiçbir devlet adamı ve özellikle hayatından sonra bizdeki gibi ve de firavun ve nemrutlar da dahil olmak üzere kanunla korunan bir kişi yoktur.
Kanuna konulan Atatürkü koruma kanunu,aslında onu korumak değil, korumaya muhtaç ve aciz bir kimse olduğunu ima etmektir.
Toplum ve tarih tarafından kabul edilen ve kabul gören bir kimse,asla ve asla kanunla korunmaz ve de korunmaya da ihtiyacı yoktur.
Bizdeki bir asırlık tezatlar hariç olmak üzere.
*Atatürke bağlı ve bağımlı kalınarak tanınamaz ve gelişilemez..
*Atatürkün devleti,az olsun benim olsun,demiştir.Kaybedilenleri kazanma yoluna gitmemiştir.
*Bundan olsa gerek ki;Afet İnan başkanlığındaki bir heyet 1935-38 yılları arasında Anadolunun bir çok yerlerinden ve türbelerinden getirilen 64 bin kafatası tarihe karıştı.Irkçılık zihniyetiyle kafatası avcıları,içinde Mimar Sinan-ın da bulunduğu kafataslarını müzeye koyacağız bahanesiyle tarihe ve o insanlara saygısızlık yapmakla kalmamış,denaetlerini göstermişlerdir.”
Kafatası avcılığı yapılmıştır.
*Atatürk Avrupacı,İnönü Atlantikçidir.
Bundan dolayı Atatürkle milletin karşı karşıya getirilmesinden ve de gelmesinden önce,Atatürkle İnönü karşı karşıya gelmişlerdir.
Paraların üzerinden Atatürk resminin kaldırılarak,yerine İnönü-nün resmi konularak başlanmıştır bu kavga.
*Türkiye-de kurulan laiklik ılımlı bir islamın doğması için değil,ölmesi için planlanmıştır.Ancak içten yükselen manevi dinamikler,İslam ülkelerindeki yerinin farklı olmasında önemli rol oynamıştır.
Hesap tutmadı ve tersine tepti.
Bunun delili lozan-da yapılan anlaşmada ve Türklere verilen tavizin bedelidir.
Elimize kelepçe vurmayanlar,akıl ve kalbimize prangalar vurdular.
*Vatanın kurtulmasında adeta yediden yetmişe,kadın erkek,yaşlı genç herkesin başarısını görmeyerek,bütün başarıyı bir şahsa vererek zulmedilmekte,milletin kahramanlığı gölgelenmektedir.Veya Atatürke insan üstü bir özellik verme çabalarıdır.

” MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK PAŞA’NIN SIRRI:
Fevzi Pasa… bu ifşayı, refikası Fitnat hanıma söyle açıklamıştır:
«Fitnat. Öyle birşey biliyorum ki ortaya çıkıp söylememe bugüne kadarki tutumumuz ve davranışlarımız müsait değil. Mecburum, bu sırrı kendimle beraber mezara götürmeye»
Ve iste Mareşalin senelerce sakladığı büyük sır ki, Sultan Vahdettin’in vatansever bir insan olduğunu ve kurtuluşu (İstiklal savasın kazanılması) Anadolu’da gördüğünü apaçık göstermektedir.
Dinleyelim Fevzi Paşayı:
«Mütareke senesinde, bir Cuma selamlığından sonra Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti.
“Pasa, dedi. Durumu görüyorsunuz. Bu işler anca Anadolu’da teşkilatlanarak kurtarılabilir. Bana Anadolu’da teşkilat kuracak, memleketi şu karanlık durumdan kurtarabilecek Paşaların bir listesini yapıp getirin”
Ertesi Cuma, yine selamlıktan sonra huzuruna girip hazırladığım listeyi verdim. Dikkatle okuduktan sonra, bir müddet sustu. sonra yarı kapalı gözleriyle ağır ağır, tane tane konuşmaya başladı: “Paşa, Mustafa Kemal Paşa hırsız mıdır” “Haşa Padişahım”
“Bir namuzsuzluğu, ahlaksızlığı var mıdır ?” “Haşa Padişahım” “Beceriksiz ve kabiliyetsiz midir?” “Hayır efendim. O hepimizden bilgili, kabiliyetli ve dinamiktir” “O halde bu listeye niçin onun adını yazmadınız?..” “Hiç düşünmeden cevap verdim: “Padişahım, Mustafa Kemal Pasa yenilik, bilhassa öteden beri Cumhuriyet taraftarıdır” Padişah elindeki kağıdı atar gibi masanın üzerine bıraktı…Ayağa kalkıp pencereye döndü. Limanda demirli İtilaf devletleri (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan) gemilerini göstererek:
“Paşa, Paşa…Bu gemileri görmek kanıma dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun…Kendine selamla birlikte tebliğ ediniz, haftaya Cuma günü Mustafa Kemal Paşa’yı göreceğim »
Vatanın kurtarılmasında tüm Anadolu ayaktaydı.
*1918-de Vahdettin başa geçince ordu komutanı olan M.Kemal,büyük övgülerle onu tebrik eder.
*Şakir Paşa Vahdettine iki defa;M.Kemali anadoluya göndermemesini zira onun saltanat ve hilafet düşmanı olduğunu söylemesine rağmen Vahdettin;memleketin selametinin önemli olduğunu,kendi saltanatının gitmesinin önemli olmadığını söyleyerek, her türlü yetkiyle donatarak anadoluya gönderiyor.
*Atatürk samsuna çıktığında kendisine verilen yetki kimseye verilmemiştir.
*Savaşa girip bir çok silah atmadan sahip olduğumuz yerleri terk etmemizin müsebbibi ittihat ve terakkidir.Vahdettin bunu gazete ile duyurmuş ve sadrazamlıktaki bu ekibi tehditlere rağmen devre dışı bırakmıştır.
*Özellikle Cemal-Talat-Enver üçlüsünün ihmali büyüktür.
Felaketin sorumlusu olan bu kişiler,bir sabah deniz yoluyla Almanyaya kaçarken,memleketi de düşmanın kucağına atmışlardır.
Suriye-de bulunan İsmet İnönü de burayı bırakarak merkeze geçer.
*Türkiye nasıl bir Türkiye?Kimin hakim olup hükmettiği bir Türkiye?
Atatürk mahkumu Türkiye mi,Atatürk hakimiyeti Türkiye mi,Atatürkün hükmettiği Türkiye mi,Olmayan bir Atatürk sultası mı hakim,Korkutulan Atatürkle mi karşı karşıyayız,Hayali Atatürk korkusu mu üretilmekte,Korku devletinin başı mı Atatürk,Büyütülen dev mi Atatürk,Zamanımıza değil,zamanın kendisine taşındığı bir Atatürk mü,Ismarlama Atatürkçülük mü,Kahramanları setreden hayali kahraman mı?Resmiyeti aşamayan bir Atatürk mü?Bunların hangisi?
Ölmüş gitmiş,dünyadan bağlantısı kesilmiş,günah ve sevabıyla huzuru ilahiyeye varmış bir kişiye bu milleti adeta mahkum etmek,olsa olsa bir azınlığın çoğunluğa hakimiyet kurma çabasından başka bir şey değildir.
*Cumhuriyet devleti miras yedi bir devlettir.
Geçmişine sahip olmadı,olmamakla kalmadı,ona aid ne kadar değerler ve birikim varsa,hoyratça,şuursuzca,kin ve nefret içinde ortadan kaldırdı.
17-10-2011
MEHMET ÖZÇELİK




YORGUN EĞİTİM

YORGUN EĞİTİM
Bir asırlık formatlanmayan,resetlenmeyen,kimsenin rest çekemediği,yorgun bir eğitimle geleceğe yürümeye çalışmaktayız.
*Öğrencinin öğretmene olan ihtiyacını hissetmediği,günü ve işi kurtarma amaçlı bir eğitim sistemi.
Öğretmenin de yeterli derecede idealist olmayıp,geçim derdiyle adam yetiştirme gayretine giremediği bir eğitim sistemi.
*Şu andaki eğitimin gidişatının düzeltilmesi için eğitime çokça bütçe ayıran on tane Erdoğan da gelse,Tevhid-i Tedrisat kalkmadığı yani insanların aynı tornadan çıkar gibi,rejimi ve Atatürk-ü koruma zihniyeti içerisinde devam eden bir eğitimden hayır gelmez,netice de alınamaz.
Temel üretim şablonunda bozukluk olan,sürekli defolu ürün üreten eğitim; pansuman tedbirlerle,gündelik heveslerle,göz boyamalarla düzeltilemez.
Medrese sistemini ıslah etmeksizin geçmişe dair ne varsa söküp atan yeni sistem, sürekli rejimi koruma uğruna insanları öğütmeye gitmektedir.
Tevhid-i Tedrisatla;tek tip insan modeli üretip,insanları kısırlaştırmaktadır.
Herkes rejimin istediği tipte çıkacak!
Böyle bir eğitimden kötü değil,iyi bir insanın çıkması mucize ve anormaldir.
Eğitimin paletleri altında ezilmeden,ufak tefek de değil,ciddi yaralarla çıkıp hayatını devam ettirebilen insan,harika belki de anormal insandır.
En iyi yatırımın yapıldığı bu 12 yılda bile köklü değişim olmamış,rütuşlarla görünüm değiştirilmiş,vitrinde farklı çehreler yer almaya başlamıştır.
Milli eğitim vitrin eğitimidir.
Milli eğitim toplumun değerlerine göre biçimlenen değil,toplumu kendine göre biçimlendiren bir sistemdir.
Atatürk üzerine endekslenmiş bir eğitimdir.
Milli eğitim birleştirici değil,ayrıştırıcı bir yöntem uygulamaktadır.
Deneme yanılma sistemidir.Deneme tahtası…
Sistemi köklü değil yüzeyseldir.
Öğrencileri sınıf ortamında kontrol etme adına,kontroldekileri kontrolden çıkarma yöntemiyle feda etmektedir.
Milli eğitim çoğunluğun azınlığa feda edildiği bir sistemdir.
Milli eğitim Atatürkü aşamayan,aştırılmayan,aşmak istemeyen bir ideoloji sistemidir.
Aslında milli eğitim sistem değil,sistemsizliktir.
Atatürkün dışındaki düşünceye yer verilmeyip mesafeli duran donuk, bulanık, monoton bir yöntemdir.
Milli eğitim memnuniyetsiz gruplar oluşturur.
Yeni hamama eski tasla devam edilir.
Antika! Eğitim sistemi…
*Dini eğitim bir terbiye yöntemi değil,bir kültür olarak verilmektedir.
Yaşanmak ve uygulanmak için değil,bilgi kabilinden verilmektedir.
Bil ama yapma!
-“Tanrıyı ! göğe hapsetme! “ Yere indirmeme sistemi.
Öyle ki,insanların hayatlarıyla ilgilenmeyen bir tanrı!!!
Biraz ateist,biraz sosyalist,biraz materyalist,biraz feminist,biraz terörist,biraz eyyamcı,biraz da iyi çocuk!!!
Yavaş değişen,toplumu hızla olumsuzlukta değiştiren…
Verir gibi görünüp vermeyen,aslında verileni de alan.
Dünyayı aşamayan,ahirete de ulaşamayan bir sistem.
İki arada bir derede…
*Bizdeki din dersi sosyal bilgilerin yumuşatılmış,din yüzlü eğitimi.
Örnekler dini değil,batılı örneklerdir.
Örneklendirici değil,yönlendiricidir.
Milli eğitim hala prangalarla doludur.
Şu an da bile müsbet olarak yapılanlar prangaların kaldırılması değil, gevşetilmesidir.
Çözülmesi değil,ümitlendirilmesi,ümit uyandırılması faaliyetleridir.
Eğitim sistemi yağmursuz bulutlar üretmek,yağmadan gürlemekten ibarettir.
Özetle;Yangından ve selden neyi,ne kadar kurtarabilirsek koşturmacasıdır.
“Bir gün ormandaki hayvanlar bir araya gelip okul açmaya karar verirler.
Bir tavşan, bir kuş, bir sincap, bir balık ve yılan balığı yönetim kurulunu oluşturdu.
Tavşan, müfredatta koşmanın bulunmasını istemektedir.
Kuş, uçmanın dahil olmasını, balık yüzmenin dahil olmasını ve sincap, ağaca tırmanmanın mutlaka zorunlu dersler arasında olması gerektiğini söylemektedir. Bütün bunları bir araya getirip,bir müfredat programı yaptılar ve bütün hayvanların bu dersleri görmesini istediler.
Tavşan koşu dersinden A alıyor olmasına rağmen, ağaca tırmanmak onun için çok ciddi bir sorundu. Sürekli kafa üstü düşüyordu.
Bir süre sonra beyni hasar gördü ve eskisi gibi koşamadı.
Artık koşuda A almak yerine, C alıyordu. Ve tabii, ağaç tırmanmada ise her zaman zayıf alıyordu. Kuş, uçmada çok başarılıydı,ama sıra toprak kazmaya geldiği zaman, o kadar başarılı değildi.
Sürekli gagasını ve kanatlarını kırıyordu. Bir süre sonra toprak kazma notu hala F olmasına rağmen, uçma notu C’ ye düşmüştü. O’ da ağaca tırmanmada çok zorlanıyordu.
Sonuçta sınıf birincisi olan hayvan her şeyi yarım yapabilen, geri zekalı yılan balığı oldu. Ancak eğitimciler çok mutluydu, çünkü herkes bütün dersleri görüyordu.
Ve buna “Geniş Tabanlı Eğitim Sistemi” dediler.”
MEHMET ÖZÇELİK
06-05-2014




YÜZDE ALTMIŞ-YETMİŞ OLMADIKÇA…

YÜZDE ALTMIŞ-YETMİŞ OLMADIKÇA…
“Mısır’da halkın yüzde 63,8’inin desteğini alan ülke tarihinin ilk demokratik anayasası Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Anayasanın yürürlüğe girmesiyle Mursi, daha önce bir kararname ile üzerine aldığı yasama yetkisini Şura Meclisi’ne devretti. Şura Meclisi, kanun çıkarmakla görevli olan alt kanat Halk Meclisi seçimleri yapılıncaya kadar bu görevi üstlenecek. Mursi’nin kısa süre içinde Halk Meclisi seçimleri için de bir tarih açıklaması bekleniyor. Dün toplanan Şura Meclisi’nde Mursi’nin atadığı 90 milletvekili yemin ederek görevine başladı. Daha önceki yasalara göre 270 sandalyeli Şura Meclisi üyelerinin üçte biri cumhurbaşkanı tarafından atanıyor.
İki ayak olarak gerçekleştirilen anayasa referandumunda halkın yüzde 63,8’i ‘evet’ oyu kullanırken, ‘hayır’ oyları yüzde 36,2’de kaldı. Ancak katılım oranının yüzde 32 civarında olması muhalifler tarafından anayasanın halkın genel teveccühünü kazanmadığı şeklinde yorumlanıyor. Muhalifler yeni anayasanın İslamcı ve antidemokratik olduğunu, anayasayı hazırlayan Anayasa Komisyonu üyelerinin tüm toplum kesimlerini temsil etmediğini öne sürüyor.”
İslâmın zeki bir evladı olan Mısır,İngiliz siyasetine denk bir siyaset sürdürmektedir. Çünkü siyaseti,dünya siyasetini elinde tutan İngilizden öğrenmektedir.
Türkiye ise,aynı manadaki bir başarıyı elde edebilmesi için,mevcut % 51-lerdeki oyunu, % 60-70-lere çıkarması gerekmektedir.
Bunu başarırsa,islâm alemi çapındaki bir İttihad-ı İslâmın tesisinde de başarılı olabilir.
Buda halkın üçte ikisine yakını demektir.
Olumsuz bir görüşte olan bir insan dahi,başındakinin dürüst ve iş yapan,kendi rahatını temin eden bir kişi olmasını ister,onu destekler.
Bu konu ile ilgili tesbitinde Bediüzzaman şöyle der:
“İttihad-ı İslâm Partisi, yüzde altmış, yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini siyasete âlet etmemeye, belki siyaseti dine âlet etmeye çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.”
Bediüzzamanın da belirttiği gibi; Yüzde altmış yetmiş tam mütedeyyin ve dindar olmadıkça İslâm namına bir parti kurulamayacağı gibi, zarar da verecektir. Yıllardır şahit olunan uygulamalar da bunu te’yid etmektedir. Bu bir övmek veya diğerini yermek değildir. Bir gerçeği söylemek gerekirse; Kur’an Kursları ve İmam-Hatipler Rahmetli N. Erbakan’ın döneminden ziyade, diğer dönemlerde açılmış, aksine onun döneminde kapattırılıp, zarar görülmüştür.
Şimdiki ifadeyle; Demokrasi denilen normal aletin işleyişi Menderes ve Demirel dönemlerinde uygulamaya konulmuş, Turgut Özal’ın dönemindeki ANAP’ıyla da Menderes döneminde aralanan kapı açılmıştır.
Erdoğan dönemi ise bu demokrasinin maddi ve manevi her iki dönemdekini de katlayarak sürmesidir.
*Türkiye’deki zincirler çözülünce,İslâm dünyasında özellikle arap dünyasındaki zincirlerde çözülmeye başladı.
-1920-23 arasında yüzde 2,5 katılımla mecliste kabul söz konusu iken,öncesi ve özellikle sonrasında büyük artışlar olmaktadır.Yüzde yüzlere kadar.
1931-de ’20 milletvekili köylü ve ameleden seçiliyor,sırf halka sempatik görünüp,mesaj vermek için,amaçlı olarak.
Atatürkü benimsemeyen bir kısım ittihatçıların seçimlere girmesinin önü kesiliyor.Böylece 1923-te istenilen sonuç elde edilmiş oluyor.
Tam bir çalkantılı ve entrikalı dönem.
Grup toplantıları gizli yapılarak,sesin dışarıya sızması engelleniyor.Ve seslerin kısılması sağlanıyor.İtiraz yok.
Tam bir senaryo.İstenilen seçiliyor,mecliste muhalefet olmuyor.
Mecliste balkan doğumlu çok sayıda insanın olması düşündürücü. Selanik, Manastır gibi.
Meslekleri;Hakim,Savcı,asker,avukat,üniversite hocası.
Meclis gibi bir çok arşivin açılmamasına rağmen,sızan sızıntılar neticesinde (bak.Tek partinin iktidarı.Ahmet Demirel) görülmektedir ki;
“Doğu ve güneydoğunun tek parti döneminde tamamen meclis dışına itildiğini görüyoruz.DP’yle birlikte yeniden kuruluyor bu bağ”
Dp-nin başarısının sırrı da burada yani millete ve doğuya dönmesindedir.
Süleyman Demirel de bunu çok iyi kullandı.
Bugünkü Chp,hala tek partinin chp’sidir.
“Cumhuriyet rejimi kurulurken,dindarlar ve Kürtler siyaset dışında kaldı.”
Daha doğrusu zorla ve cebirle bırakıldı.

*Üstadımızdan, niçin Demokrat Partiyi muhafazaya çalıştığını sorduk.
Cevaben: “Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki, Halk Partisi İttihatçıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem Cumhuriyetin birinci reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icbariyle on beş senede yaptığı icraatının kısm-ı âzamı tamamıyla eski partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek.
Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki, bir Müslüman kat’iyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebîlerle mukayese edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’ân ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.
“Milletçilere gelince: Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa, Haşiye Demokrat Partiye yardım ettiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz. Eğer bu parti, ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise, birden hakikî Türk olmayan bu vatandaki ekseriyetin ancak onda üçü Türktür, kalan kısmı da başka milletlerle karışmıştır. O zaman, Hürriyetin başında olduğu gibi, bu asil ve mâsum Türk milleti aleyhine bir milliyetçilik tarafgirliği meydana gelecek. O vakit hakikî Türkleri, ecnebîler boyunduruğu altına girmeye mecbur edecek. Veya Türkleşmiş sair unsurdan olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve unsurculuk damarıyla bir ecnebîye istinad ile masum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar. Bu durum ise, dehşetli, tehlikeli olduğundan, Kur’ân ve vatan ve millet hesabına, dindar ve dine hürmetkâr Demokrat Partinin iktidarda kalmasını temin etmeleri için ders veriyorum” dedi. “
* Dediler: “Dinsizliği görmüyor musun, meydan alıyor. Din namına meydana çıkmak lâzım.”
Dedim: “Evet, lâzımdır. Fakat kat’î bir şartla ki, muharrik, aşk-ı İslâmiyet ve hâmiyet-i diniye olmalı. Eğer muharrik veya müreccih, siyasetçilik veya tarafgirlik ise, tehlikedir. Birincisi hatâ da etse, belki ma’fuvdur. İkincisi isabet de etse, mes’uldür.”
Denildi: “Nasıl anlarız?”
Dedim: “Kim fasık siyasetdaşını, mütedeyyin muhalifine, su-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki siyasetçiliktir. Hem umumun mâl-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslektaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavî bir ekseriyette dine aleyhdarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise, muharriki tarafgirliktir.
“Meselâ, iki adam dövüşürler. Biri, zayıf düşeceğini hissederken, elindeki Kur’ân’ı kavîye uzatmakla himayesini davet edip, kavî bir ele vermek lâzımdır. Tâ beraber çamura düşmesin, Kur’ân’a muhabbetini, hürmetini göstersin, Kur’ân’ı, Kur’ân olduğu için sevsin. Eğer kavînin karşısına siper etse, himayet damarını tahrik etmeye bedel, hiddetini celb eder. Kur’ân’ı kavî bir hâdimden mahrum bırakmakla, zayıf bir elde beraber yere düşerse, o Kur’ân’ı kendi nefsi için sever demektir.
“Evet, dine imale etmek ve iltizama teşvik etmek ve vazife-i diniyelerini ihtar etmekle dine hizmet olur. Yoksa “Dinsizsiniz” dese, onları tecavüze sevk etmektir. Din dahilde menfi tarzda istimal edilmez. Otuz sene halife olan bir zat, menfi siyaset namına istifade edildi zannıyla şeriata gelen tecavüzü gördünüz. Acaba şimdiki menfi siyasetçilerin fetvalarından istifade edecek kimdir, bilir misin? Bence İslâmın en şedit hasmıdır ki, hançerini İslâmın ciğerine saplamıştır.”
* “Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalplerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: Nurdur, nur göstermektir ki, kalpler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır: nifaka inkılap eder. Hem nur, hem topuz.. ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor. Amma maddî cihadın muktezası ise: o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına set çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!”
*Şeriatta devlete isyan edilmez. İsyan edenlere bâği denilir. Kendileri ikaz edilir, dinlemezlerse öldürülürler.
*Bu gün islâm dünyası tam bir parçalanmışlık içerisinde baharı beklerken adeta kışa döner gibi bir görünüm vermektedir.
*”Alem-i insaniyette ve İslamiyette, üç muazzam mesele olan, îman ve şeriat ve hayat’tır. İçlerinde en muazzamı îman hakîkatleri olduğundan, bu hakaik-ı îmaniye-i Kur’aniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tabî ve alet edilmemek ve elmas gibi o Kur’an’ın hakîkatlerini, dîni dünyaya satan veya alet eden adamların nazarında, cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan îmanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur’un has ve sadık talebeleri gayetşiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar. Hatta sizin bu kardeşiniz, siz de bilirsiniz, bu on sekiz senedir, o kadar muhtaç olduğum halde, siyasete, hayat-ı içtimaiyeye temas etmemek için hükûmete karşı birtek müracaatım olmadığı gibi, bu sekiz-dokuz aydır, küre-i arzın bu herc ü mercini birtek defa ne sual ve ne de merak ettim.”
İnşaallah bu sancı yeni bir doğumun ve doğuşun sancısı olacaktır.
Türkiyedeki hükümet-cemaat kavgaları da,üç mesele olan iman-hayat-şeriattan üçüncüsü olan şeriata yani İslam dünyasının yönetimde etkin olmasına geçişteki bir sancıdır.
Genelde de İslam dünyasının ittihadına doğru bir gidiştir.
Ancak -maalesef- bunun gerçekleşmesini engellemek için içte ve dışta öncesinde yapılan entrikaların daha kapsamlı olarak yapıldığı görülmektedir.
Hükümet sağdan vurulmaktadır.
Şu durumda siyasetçilerin yani hükümetin yapması gereken ayak bağı olacak durumları göz ardı etmeden % 60-70 – i yakalamasıdır.
MEHMET ÖZÇELİK
25-01-2014