FERDİYYET-VAHİDİYET-EHADİYET

FERDİYYET-VAHİDİYET-EHADİYET

Bir,tek,yekta,eşsiz,tek ve bir,iki ve ikincisiz bir tek olan,müstakilli bizzat..bizzat müstakil,istiklal ve hakimiyet sahibi.
İki tane sonsuz düşünülemez..biri birisini sonlandıracaktır..son olan yok ve fani olmaya mahkumdur.
Ferdiyet sahibi ikinci bir teki,ferdi kabul etmez.Sonsuzlukta tek olup,bir başkasının kendisini sonlandırmasını kabul etmeyendir.
Ferdiyette nihayetsiz kemal vardır..gölge ve zgölgeliliği kabul etmez.
Ferdiyet halikiyet,uluhiyet,rububiyet gibi bütün sıfatlarda başkasının müdahalesini reddeder.
“İnnallahe vitrun,yuhibbul vitre.”’Muhakkak ki Allah tektir,teki sever.”
Ferdiyet vahidiyet ve ehadiyetle kaimdir.
Bu isme mazhar olan şahsiyetlerde Allahın izniyle eşsiz ve tek başına büyük şahsiyetlerdir.Başkasının tasarrufu altına girmezler.
Bu isme mazhar olan Muhyiddin-i Araba,Veysel Karani asırlarında tektirler.Ferdiyet ismine mazhar olup adeta başkasının hükmü altında değil,ferdiyetin hakimiyeti altında süluk etmişlerdir.
Adeta özel terbiye edilmiş,o ismin tecellisine öncelikle ve galiben mazhar olmuşlardır.
Muhyiddin-i Arabî Hazretleri eşya arasındaki farklılıkları, a’yan-ı sabitelerin farklı oluşlarıyla izah eder.
Bundandır ki biraz ifratta olsa,O’nun dışındaki varlıkları kabul etmez,reddeder..kendine has makamın gereği olarak.
Muhyiddin İbnü Arabi ”Kâinatta ne varsa hepsi vehim ve hayal…yani aynalara vuran akisler veyahud gölgeler…
..” bir de riyazet halindeyken Allah a hitaben “ne kadar merhametli olduğunu halka yayarsam ibadet edecek kul bulmazsın” dediği anlatılır ve naz makamının olağanlarından addedilir ki havassa dairdir. “
“Vefat ettiğinde kabre konulup da insanlar yanından ayrılınca kendisi gibi Allah Dostu keşif ehli bir zat yanından ayrılmaz ve –Allah’ın izni ile- O’nun Münker ve Nekir ile diyaloğuna şahit olur.
“Rabbin kim?” sorusuna Muhyiddin şu cevabı verir:
“Biz bizle beraberken bizi bize sordular. Biz bizden hiç ayrıldık mı ki bizi bize sorarlar? Biz, bizden başka mıyız ki bizi bize sorarlar?”
Melekler, kaydı nasıl tutacaklarını şaşarak Allah katına başvurduklarında Cenab-ı Hak şöyle nida eder:
“Muhyiddin kulumu dünyada kimse anlamadı. Ölünce de melekler anlamadı. Onu bana bırakın. Ben anladım. Cevap tamamdır”..

Ferdiyet makamının şahsiyetlerinden olan Bediüzzaman,asırlar içerisinde gelen tarzdan farklı,fark edilen bir tarzla ortaya çıkmıştır.Öncekilere benzememektedir.Bu şahsında görüldüğü gibi,hizmetinde ve eserlerinde de kendini göstermektedir.
“Fâş etmek hâtırıma gelmeyen bir sırrı, fâş etmeye mecbur oldum. Şöyle ki:

“Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı mânevîsi “Ferîd” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki -ekseriyet-i mutlaka ile- Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu.. ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımağa mecbur olmuyor. Ben eskide Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum.
Şimdi anlıyorum ki; Gavs-ı A’zam’da kutbiyet ve gavsiyetle beraber “ferdiyet” dahi bulunduğundan, âhirzamanda şâkirdlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azîme binaen, Mekke-i Mükerreme’de dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur’un aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse; Risale-i Nur şakirdleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medar-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.
O ferdiyet makamının sahibi kendi izni olmayan bir başkasının o zamanda tasarrufu ve revacı mümkün olmaz.
“Ben Üstadımdan işittim ki: “Hazret-i Mevlana (k.s.) Hindistan’dan tarik-ı Nakşiyi getirdiği vakit, Bağdat dairesi, Şah-ı Geylani’nin (k.s.) badel-memat, hayatta olduğu gibi, tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlana’nın (k.s.) manen tasarrufu cay-ı kabul göremedi. Şah-ı Nakşibend’le (k.s.) İmam-ı Rabbani’nin (k.s.) ruhaniyetleri Bağdad’a gelip Şah-ı Geylani’nin ziyaretine giderek rica etmişler ki: ‘Mevlana Halid (k.s.) senin evladındır, kabul et. Şah-ı Geylani (k.s.) onların iltimasını kabul ederek, Mevlana Halidi’ kabul etmiş. Ondan sonra birden Mevlana Halid (k.s.) parlamış. Bu vakıa ehl-i keşifçe vaki ve meşhud olmuştur. O hadise-i ruhaniyeyi o zaman ehl-i velayetin bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüya ile görmüşler.”
Vahidiyet;Allah’ın tüm varlıklarda umumen tekliği,hepsinde birden bir ve tek olarak görülmesidir.Tıpkı güneşin hiçbir şey hariç kalmaksızın tüm varlıklarda bir ve birden görünmesi ve onlarda bir birlik ve bütünlük içerisinde varlığını sürdürmesidir.
Vahidiyette kesretten vahdete bir gidiş vardır.Kesretin mayasını oluşturur.. kesretin tutkalıdır..vahdet gitse,kesret dağılır.
Kesrette vahdet ve vahidiyet öndedir..hakimiyet külli manada tam tecelli eder.Herkes tarafından görüşür,ihata edilemez.
Vahidiyet eşyanın ruhudur.Ruh gitse bir çok şeyden teşekkül etmiş olan cesed dağılır,ölür.
Eşyaya hayat veren vahdettir.
İslamiyet Tevhid esası üzerine kurulmuştur.

‘Ben tevhid meyveleriyle yüklü bir ağaç dalıyım. Tevhid incileriyle dolu bir denizin damlasıyım.’

Vahdette hep vahid görünür..Muhyiddin-i Arabi her şeyde vahdeti gördüğünden, kesreti inkâra kadar gitmiştir.
Kesretteki gidişler hep biri ve bir şeyi bulmak için değil midir?Biri bulan Muhyiddin,başkaları bulmaya ihtiyaç duymamıştır.
Kur’an da bazen Cenâb-ı Hak kendisini Vahidiyet kipiyle ifade edip,ben yerine biz der.Orada Vahidiyetin hakimiyeti vardır.
Bazende ben der,Orada ise ehadiyet tecellisi vardır.

Ehadiyyet ise her bir varlıkta ayrı ayrı olan hakimiyet ve terbiyedir.Umumunda birden olmayıp,teker teker her birinde ayrı ayrı görülmesidir.
Ehadiyyet sonunda vahidiyyete gider.Vahidiyyette ferdiyette son bulur.
İhlas,’Sülüsühül Kur’an’dır..Kur’anın üçte biri..üç ihlas bir Kur’an..
İhlasta Ehadiyyet sırrı vardır.
‘De ki O Allah Ehaddir,Sameddir.Ne kendisi bir başkasından doğmuştur,ne de kendisinden bir başkası doğmamıştır.Hiç bir şey de O’nun misli,meseli,küfvü,şebihi ve benzeri değildir.
Her bir varlıkta ayrı ayrı hatta her bir varlığın her bir ahvalinde ayrı ayrı tecelli eder.
Sameddir zira hiçbir varlığın,hiçbir şeyine muhtaç değildir belki her bir varlık başlı başına O’na muhtaçtır.
Varlıklardaki farklılıkla beraber bütünlük O’nun ehadiyet tecellisindendir.
Heme ost değil,heme ezost-tur.Yani her şey O değil,her şey O’ndandır.Her bir şeyde ayrı ayrı görülür,bilinir,anlaşılır.
Güneşin bir olduğu halde,ışığıyla,rengi ve özellikleriyle her bir varlıkta ayrı ayrı tecelli etmesi gibi…
Hepsinin bir kaynaktan beslenmeleri,aralarındaki uyumu da oluşturur.
Varlıklar arasında ehadiyet tecellisi azalıp gittikçe,bağlantısı kesildikçe varlıklar ölüme giderler..o bütünlüğü muhafaza edemezler.

*’ La ‘ süpürgesi ile , yolu temizlemeden,’ İllallah ‘ Sarayına varamazsın !
‘Uful edip sönenleri,kaybolup varlığını devam ettirmeyenleri sevmem’diyor İbrahim Peygamber…
Yıldız,ay,güneş hep gidip kayboluyor,demekki gidip kaybolmayan,birliğini ve tekliğini koruyan birsi var ki,işte ben ancak O’nu severim ve sevmeye ve de sevilmeye layık ancak O’dur.

Akşemseddin der:
Gördüm çü Hakkın vechini aynel yakin Ya Hu derim.
Ki,sufi La’dan dem vurur,ben herdem İlla Hu derim.

Vahidiyyet,Ehadiyyet,Ferdiyet süpürge gibi O’nun gayrını süpürüp,O’nun bir ve tekliğini şüphesiz ifade eder.Hiç bir şeyde,hiçbir şeyi O’na şerik yapmaz.
Allahın affetmediği tek suç,kendisine olan şerik ve şirktir..ortak koşulmasıdır.
‘İnnallahe lâ yağfiru en yüşreke bihi ve yağfiru ma dune zalike limen yeşâ’’Muhakkakki Allah kendisine eş ve ortak koşulmasını affetmez,onun dışında ise dilediğini bağışlar.’
Zıddı yönüyle en aşağı dereke şirk olduğu gibi,yükseklik ve yücelik yönüyle de en yüksek makam,ferdiyet,ehadiyet ve vahidiyyettir.

Kalblerde ancak O Bir-le tatmin olurlar.

Sadi-i Şirazî’nin dediği gibi,
( Uyanık ve zeki gözler nazarında, her yaprak Allah’ın marifetine dair bir delildir.)
Bir-den gelen her şey,yine Bir’e gider ve Bir’i gösterirler.

O Vahidir,Ehaddir,Ferddir.

MEHMET ÖZÇELİK
11-08-2008

Loading

No ResponsesOcak 2nd, 2015