EVRİM   TEORİSİ

EVRİM   TEORİSİ

Evrim; Varlıkların bir halden başka bir hale yani özellikle insanın başlangıçta maymun iken şimdiki hale dönüştüğünü iddia eden bir teori ve faraziyenin adıdır.

Evet evrim; her şeyden önce bir teoridir. Yani ispatlanmamış kof bir fikir yığınıdır. Evrim, teoriden de öte bir ideolojidir. Her devirde belli bir şekil almış düşüncenin, şekil değiştirerek sahneye çıkışıdır. Yani iman ve küfür mücadelesinin değişik boyut ve görüntüsünden ibarettir. İflas eden düşüncelerin yerine konulan, yeni bir avutmaca ve avunmadır.

Çıkış ve gelişmesi kısaca şöyledir: En belirgin manasıyla putperestlik, haçlı seferleri, maddiyyunluk; yani maddenin asıl ve esas oluşu düşüncesi, maddeyi ilah edinip, maddeye taparcasına bağlılık, materyalizm, para ve menfaat üzerine bir şeyi oturtturmak. Zenginlerin tasallutu. Hâkimiyet kurup ezme düşüncesinden hareket eder. İşte bundan hareketle de komünizm çıkmıştır. Yani eşek sıpa doğurmuştur. Başta sâfiyane ve samimi gibi fakirlerin, ezilmişlerin hakkını koruma edebiyatı yapıp, tam tersine daha büyük zulümlere kapı açmıştır. Feminizm kandırmacası da diğerlerinden geri kalmamaktadır. Kadını koruma yerine bir meta olarak kullanmaktadır. Frued; şefkat duygusuyla annenin şefkatini, hayvani ve behimî duygularla ifadeye çalışır.

Ehliyetsiz biyologlar tarafından ortaya atılan evrim ise; sahneye konulan,150 yıldır devam ettirilmeye çalışılan en uzun süreli oyundur. Ancak sadece bizde…

Diğerleri gibi evrim teorisi de Din ile çatışma halindedir. Zira din, fıtrata uygun olup ilahi bir özellik taşırken, bu izimler; dinin karşısında yer almayı kendine meslek edinmiş beşerî, hakikati olmayıp, faraziyeden ibaret düşünce sistemleridir.

Darwin-i Darwin-den dinleyelim:” Ben metafizik ve matematikte hiçbir zaman muvaffak olamadım.”

Her iki dal da insanın kalb ve akıl yönüyle ilgili olup, metafizik ağırlıkla kalbi çalıştırıp kalp ve akla hizmet ederken, matematikte ağırlıkla aklın çalışmasına hizmet eder. Darwin ise bu her iki duygudan da mahrumdur. Okulda olduğu gibi, hayatta da devamlı başarısız bir kişi olduğunu her vesile ile ifade eder. Ancak ateist düşünceye hizmet edenler için bulunmaz Bursa kumaşı gibi değerlendirilip, kıymetlendirilmeye çalışılarak, mal bulmuş mağribi gibi bu teoriye sarılır, sahip çıkarlar.

Evrimin altında tesadüf yatar. Yani her şeyin olduğu gibi, insanında bir tesadüf sonucu olarak yaratıldığı ifade edilir. O halde bunu iddia edenlerce yapılacak ilk iş de, teoriyi değil, Allah’ın varlığı konusunu ele almakla ancak mesele bir çözüme kavuşturulmuş olur. Aksi takdirde, havanda su dövme gibi, yapılacak açıklama da bir dereceye kadar manasız kalacaktır.

Oysa kâinatın intizamlığına baktığımızda tesadüfe tesadüf edemeyiz. Yunus’umuzun ifadesiyle:” Yerden göğe kadar küp dizseler, altından birini çekseler, seyreyle gümbürtüyü, seyreyle…”

Kâinat da, yerden göğe kadar dizilen küp misali aynı düzen içerisinde, zincirleme olarak dizilmiştir. Bu düzen içerisinden birisinin çıkması demek, -zincirleme trafik kazası gibi- kâinatın herc-ü merc içerisinde bir karışıklığa girmesi demektir. O halde nesil olurda bu koca kainat sahipsiz ve tesadüf eseri olabilir? Böyle bir fikre atomların içerisinde dayanak ve mesned teşkil edecek bir atoma rastlanamaz.

New York ilimler akademisi başkanı A. C. Morrison:”Niçin Allaha İnanıyorum? ” başlığı altında Readers Digest mecmuasında yedi sebeb olarak imanın sebeblerini (şöyle) izah ve ispat ediyordu: ”Henüz fen çağının fecrinde bulunuyoruz. Artan her ışık kudretli bir yaratanın elinden çıkan sanat eserini daha parlak bir şekilde meydana çıkarıyor.

Darwin zamanından beri doksan yıl içinde akıllara durgunluk veren keşiflerde bulunduk. İlmi aciz bir bilgiye dayanan bir imanla Allah mefhumuna daha fazla yaklaşmaktayız.

“Beşincisi: Darwin bilmedi, fakat biz bugün biliyoruz ki, irsi müktesebat her zihayat için hadiseler halinde açıklanmıştır. Gen harikaları gibi…

Bu genler o kadar küçük ve mikroskobiklerdir ki, şayet dünyada her yaşayan insan için mesul olan bu mahlukçukları bir yerde toplamak mümkün olsaydı, bir küçük dikiş yüzüğü geniş gelirdi. Buna rağmen bu ultra mikroskobik genler ve arkadaşları kromozomlar her canlı hücreyi istila eder; insan, hayvan ve nebat hususiyetlerinin mutlak anahtarlarını teşkil ederler. Bir dikiş yüzüğü iki milyar insanın karakterlerini içinde tutmak için küçük bir yerdir. Fakat keyfiyet münakaşa dışında bir hakikattir. Nasıl oluyor da genler bu kadar sonsuz bir küçük yerde bunca gelmiş ve geleceklerin verasetini kilitleyebiliyor ve her birinin ruhi haletini saklayabiliyor?

İşte burada istihsale; genleri muhafaza ve nakleden bir mevcud hücrede hakikaten başlıyor. Ultra mikroskobik gen halinde kilitlenmiş birkaç milyon atomun yer yüzündeki canlılığı mutlak surette nasıl idare edilişi, ancak yaratıcı bir zekadan gelebileceğini gösteren gizli maharetin bir misalidir; başka türlü faraziye ile izah edilemez.” [1]

Kur’an-la karşı karşıya olan evrim, aynı zamanda ilimle de karşı karşıyadır. Din ve ilmi reddeden aklı dinler mi? Çünkü, hiç kimse varlıkların başlangıçlarında Allah tarafından o işe mühendis tayin edilmemiş, kimse de kâinatın veya hayvanların başlangıçtaki yaratılışını görmemiştir. Yani balığın kurbağaya, insanın maymuna, maymunun insana dönüştüğü ne deneyle ne de müşahedeyle sabit değildir.

Bunu evrimci Theodosius Dobzhansky’de şöyle söyler:” Yer yüzü tarihinde evrimin meydana gelmesi insanlar tarafından gözlenemeyen olaylardandır.”[2]

Devamla. Evrim olayları tekrarlanamaz ve geriye dönüşlüde değildir.”

Yazar N. Papatya’nın dediği gibi:” Evrimciler gerçekten vefasız insanlar. Çünkü kendileri lüks hayat yaşarken, maymun dedeleri hala mağaralarda sürünüyor.” Hayret değil mi? Bu nasıl maymun oğlu maymunluk? Maymun çocukları utansın!

-Her bir varlığın başlangıcı bir baba ile başlayıp r oğulla biter. Ve keza ilmul hayvanat ve ilmun-nebatatta isbat edildiği gibi, envaîn sayısı iki yüz bine baliğdir. Bu neviler için birer âdem ve birer evvel baba lazımdır. Bu evvel babaların ve ademlerin daire-i vücubda olmayıp ancak mümkünattan olduklarına nazaran, behemehâl vasıtasız, kudreti ilâhiyyeden vücuda geldikleri zaruridir. Çünkü bu nevilerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri batıldır. Ve bazı nevilerin başka nevilerden husule gelmeleri tevehhümü de batıldır. Çünkü, iki neviden doğan nevi’, alel ekser ya akimdir veya nesli inkıtaa uğrar; tenasül ile bir silsilenin başı olamaz.

Hülasa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebde-i en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir.

Evet; şuursuz, ihtiyarsız, camit, basit olan esbabı tabiyenin bütün akılları hayrette bırakan o enva silsilelerin icadına kabiliyeti olduğu daire-i imkândan hariçtir. Ve keza, kudret mucizelerinden birer sanat-ı acib taşıyan o envaîn ihtiva ettikleri efradında ihtira ve yaradılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalatın en hurafesidir. Binaenaleyh silsileleri teşkil eden enva’ ile efrad, hudus ve imkan lisanıyla, Haliklarının vücubu vücuduna kati bir şehadetle şehadet ediyorlar.”[3]

Her şeyi maddede arayanlarca iddia edilen diğer bir husus ise; Hayatın bir mücadele oluşudur. Yani bir tepinme. Aynı zamanda güçlülerin zayıfları yutması…

Tabiatta mücadele olmadığına dair Paris üniversitesinde Biyolog Prof. Etiene Rabaud şöyle der:” Darwin’in düşünceleri doğru çıkmıyor. Zira hayat kavgasında güçlülerin seçilip ayıklanması diye bir durum yoktur. Mesela bahçe kertenkelesi uzun dört ayağı ile hızlı koşar. Ayakları sayesinde çok çeviktir. Oysa ayakları çok kısa, sanki sürünen, kendini zor taşıyan kertenkelelerde vardır. Hele bir kertenkeleden başka bir şey olmayan kör yılanın ayakları hiç yoktur. Bu üç kertenkele tipi, ayaklarına varıncaya kadar aynı vücut yapısına sahiptir. Aynı gıdayı alırlar. Aynı hayat şartları içinde, aynı ortamda yaşarlar. Bu hayvanlar çevrelerine uymuş olsalardı, organlarının bu derece birbirinden farklı olmaması gerekirdi. Bahçe kertenkelesi, ortam ve gıda şartları aynı olduğu halde, ötekileriyle karşılaştırılınca daha çok uygun durumdadır. Yaşamaya daha kabiliyetli gibi görünmektedir. Ötekileriyse, organlarının izin vermeyişine rağmen, yok olup gitmemişlerdir. Temizlenmeye uğramamışlardır. Daha üstün ve imtiyazlı durumda olan bahçe kertenkelesi gibi yaşamayı ve üremeyi sürdürmektedirler. Bu örnekte, iyilerin ortama, çevreye uyduğunu, kötülerin, istidatsızların ayıklandığını gösterecek hiçbir delil, hiçbir işaret yoktur.

Uyma ve ayıklanma probleminde esas mesele şuradan kaynaklanır: Canlılar, hareket etmek zorunda oldukları için mi ayaklara sahiptirler? Yoksa ayakları olduğu için mi hareket etmek zorundadırlar? Canlıların görmek için mi gözleri vardır? Yoksa gözleri olduğu için mi görmektedirler?

Mesela, ev farelerinin gözleri kör olduğu anlaşılmıştır. Buna rağmen çarpmadan yıldırım gibi koşarlar.

Yazar der:” Bir vernikle gözlerini kapattığım bir örümceğin ağa düşen sinekleri, gözleri kapatılmamış örümceklerin ustalığı ve çevikliğiyle avladığını gördüm.”

Bütün bunlar şunu gösteriyor ki; organlar canlıların hayat şartlarına uymalarından meydana gelmemiş, aksine gördüğümüz gibi, hayat şartları bu organların önceden var olmuş olmalarından ve organların fonksiyonlarından doğmuştur. Yani insan tabiata göre değil, tabiat insana göre ayarlanmıştır.

“Evrim Teorisi”12 kelime olup, eğer bunun tesadüfi olarak yan yana gelmesi mümkün olsaydı,12’nin 29 harfle çarpılıp (yani 29’un kendisiyle 12 defa çarpımı, neticede ^ün arkasına 17 tane sıfır koymak demektir ki, buda kainatın yaratılışından bu yana 15 milyar senedir maymunun devamlı tuşa vurması ve bir ihtimalle –Evrim Teorisi- yazması ancak mümkün olabilir…

O halde tesadüf bunun neresinde?

Demek ki: Dine karşı yöneltilen ve bir haçlı harekatı olan bu evrim teorisinin revaç bulup, kabul görmesi için ilim maskesine bürünmüş olması gerek. Yani kiralık katil olurda, kiralık ilim adamı olmaz mı?

  1. Kutub’un ifadesiyle: ”Darwin, Marx ve Freud üçlüsü –insanları asmak için- darağacının üçlü ayağı gibidir. Der.

“…Bırakın onları, ilmin emirleri diye kandırdığımız oyunların baş rolünü oynasınlar. Basınımız vasıtası ile bu teorilere körü körüne itimat uyandırıyoruz.

…Bir an bile, bu ifadelerimizi boş sözler sanmayın. Bizim tertip ettiğimiz Darwinizm, Marx izim, Freudizm’in başarılarını dikkatle düşünün.”[4]

Tam bir tertip…

Böylece evrim; her şeyi maddeye oturtturan ve dünya görüşü materyalist olan Darwin ve dolayısıyla Darwin’iz; ahirete giden yol üzerinde kurulmuş bir tuzaktır.

Mevlana’ya göre:” Maymunlar inatçıdırlar. İnanmayanlar da inatçılıkta ona benzerler. Ve maymun taklitçidir. İnsan emre uyduğu için yapar, ötekiyse inat olsun diye…”

Charles Robert Darwin (1809-1882) de öyle haylaz, tenbel, maymunlara karşı hayran, aynı zamanda kumarbaz. Bundan olsa gerek ki, teorisinde de bir kumar oynamış kaybetmiş ve birçoklarına da kaybettirmiştir. Darwin Asa Gray’a mektubunda:” Evet biliyorum ümitsiz bir vaziyette çıkmaz sokakta dikiliyorum. Dünyanın, bizim tespit ettiğimizi zannettiğimiz şekilde tesadüf yoluyla gelebileceğine inanamıyorum. Diğer taraftan bütün ayrıntıların, bir plan ve program etrafında geliştiğini de kabul edemiyorum. Söz konusu ettiğim görüşlerin çoğu spekülatiftir. ve bunların bazılarının yanlış olduğu hiç şüphesiz ispatlanacaktır. Ama ben, önceki ve çok yayılmış olan, her türün maksatlı yaratıldığı inancını tamamen bertaraf edemedim. Diyordu.[5]

Avustralyalı biyolog Michael Denton’un ifadesiyle:” Bilinen 329 omurgalı hayvan türünden 261’inin yani %-80’inin fosili bulundu. Eğer iddia edildiği gibi geçit forumları olsaydı, mutlaka bulunmaları gerekirdi. ”der.

O halde insan doğrudan doğruya geçitsiz insan olarak yaratılmıştır. Ancak eksik olan insanların sanatlarında, eksiklikten mükemmele doğru gitme olur. Fakat her şeyiyle ezeli ve ebedi olan Allah için ilk ve son birdir. İlk nasılsa, mükemmellik de son da odur.

İlim adamlarının Sibirya’da yaptıkları araştırmada bir milyon sene öncesine ait ortaya çıkardıkları yerleşim merkezi hakkında şöyle demektedirler: ”Burada yaşayan insanlar ateş yakıyor ve elbise giyiyorlardı. Yani:” İlk insanlar ”dediğimiz bu insanlar vahşi değildirler. Dolayısıyla bunların vahşi olduğu yolundaki teorilerde geçersiz kalıyordu.

Allah Hz. Âdem’e ve onun şahsında onun zürriyetine eşyanın isimlerini talim etmiştir. O halde bu ilk insanlar hayat şartlarına yabani değil, belki bir aşinalık var. Elbette mükemmel seviye de olmayabilir. Şimdi bizim gibi tarlayı traktörle değil de, demir bir aletle ve basitçe sürmüştür. Böylece ortada bir sürme ve ekme olayı mevcuttur. Zaten Hz. Âdem çiftçilerin piri ve başıdır.

İnsanların sahip olduğu bir boyun şekli ve boğaz kısmında yer alan Larinx (Larink) in varlığı sadece canlılar içerisinde insanda var olan bir özellik olup, insanın konuşmasını sağlar.

O halde evrim insanın konuşmasını ve kazandığı bu kabiliyetlerini ne ile izah edecektir?

Rutgers üniversitesinde bir Paleontolog Robert Blumenschine şöyle diyor:” Fosiller hominidlere (ilk insanlara) dair bir malumat hazinesidir. Biz şimdi sadece onların sırlarını çözmeye başladık. Gerçek soru, onların hayatını yeniden inşa etmek için kafi derecede tasavvur gücüne sahib olup olmadığımızdır. ”der.

Antropologların çoğunun kabul ettiğine göre, bizim ilk atalarımız çilek, kiraz gibi meyveler, bitki kökleri ve patates gibi yumru sebzeler yediler. Şartların durumuna göre ette yediler. Ve bunun iki milyon sene evvelden başlamış olmasıdır.”

Telaviv üniversitesinden Baruch Arensburg ve ekibinin, İsrail’de Kebora mağarasını kazarlarken çıkarttıkları kemik; biçim, büyüklük ve yer olarak şimdiki insanlarınkinin tam aynısıdır. ”diyor.[6]

William F. Allman” İlk insanlar insan vasıflarına, uygun beyine başlangıçta sahiptiler. Yani sağ ve sol yarı kürelere ayrılmış ve her biri farklı fonksiyonlar icra eden bir beyin yapısı…

İnsanlar ses tellerini ihtiva eden gırtlak yönünden hayvanlardan kıyas kabul etmeyecek şekilde farklıdır.[7]

Patt ise:” İnsanlar sadece bir aleti ağaca taşımıyorlar. Yer ile zaman arasında bir bağ kuruyorlar. İlk insanlar bir zihni harita yapabilecek kadar mesafeyle ilgili maharet sahibiydiler. ” der.

Tabiat ve canlılar bir fabrikanın çarkları gibidirler. Canlısıyla-cansızıyla, insanıyla ve hayvanıyla… Birinde meydana gelecek bir bozukluk, çarkın tümünü etkiler. Mesela bir gün bir arkadaşın evinde otururken televizyonda dikkatimizi çeken şöyle bir belgesel gösteriliyordu. Ormanda bir Arslan, yabani atların otladığı yere süzüle süzüle yaklaşmakta iken, hayvanlar bunun farkına varınca kaçmaya başladılar. Arslan’da arkalarından koşmaya başlarken, yabani atlardan biri diğerlerinden geri kalmıştı. Onlarla mesafeyi açarken, Arslanla olan mesafe yaklaşmaktaydı. Kısa bir süre sonra koşuyu kazanan Arslan pençesini vurarak yabani atı devirdi. Spiker burada şunu söyledi: Bu at bulaşıcı bir hastalık taşımakta idi. Hastalıklı olduğundan geri kalmıştı. Bu durumda arslan için gıda olurken, hem de hastalığın diğerlerine geçmesi engellenmiş oldu.

İşte tabiattaki Nizam ve İntizamlı denge…

Bu ne tesadüfün işidir ne de bir ayıklamadır. Belki belli bir düzenin sağlanmasından ibarettir…

Varlıklara şöyle bir baktığımızda görürüz ki: Taşlar toprakları himaye eder, topraklar bitkilere analık eder, bitkiler hayvanların imdadına koşar, hayvanlar da insanlara hizmet eder. Bu da her şeyin bilerek yapıldığını, birbirlerinin yardımcısı olduğunu gösterir.

Yerle gök devamlı bir yardımlaşma içerisindedirler. Birinden buhar çıkarken, diğerinden su iner. Gök büyüklüğüne güvenip, yer yüzünün aleyhine olacak bir faaliyette bulunmaz. Çünkü o varlıkların kendileri söz sahibi değildirler. Ancak Allah’ın iradesiyle olmaktadırlar.

Bitki oksijen çıkarır, gıdası ise karbondioksittir. Hayvan karbondioksit çıkarır, gıdası ise oksijendir.

Ve kuru bir kum ve tuzlu bir suda bir balığın milyonlarca, gayet çok olarak yumurta yumurtlamasına rağmen, hem ihtiyacı olan varlıkların ihtiyacı karşılanırken, ölüp denizin yüzünü kaplayıp, denizi kokutmamaktadır. Aksi takdirde denize bakarken rahatlama yerine nefret edecektir.

Senede bir-iki sefer kuluçkaya yatıp, bunun içinde otuz yumurtaya ihtiyacı olan tavuğun devamlı yumurta yumurtlaması elbette kendisi için değil, şerefli bir misafir olan insan içindir.

İnsanın sahip olduğu organizmalar, birbirleriyle mücadele etmez, yardım ederler.

Tabiattaki birçok böcek ve kuşların, bir yandan tabiatı temizlemek gibi sebeplerle vazife taksimi yapmaları da yardımlaşmanın olduğunu gösterir.

Arıların bir yandan kendilerinin ihtiyacından fazla insan için bal yaparken tozlaşmaya olan yardımları…

Bunlar yardımlaşmaya birer delil olduğu gibi; zamanımızdan 150 milyon sene evvel nesli tükenen dinozorların sırtlarındaki dev dikenler; bir koşu veya boğuşma sırasında çok fazla ısınan hayvanın vücudundaki kanı soğutmaya yarayan bir çeşit havalandırma sistemidir.

Denge unsuru olarak görürüz ki, anne karnındaki milyonlarca yumurtanın yarısı – Y – erkeklik, yarısı da – X – dişilik tayin eden kromozomu taşır. Bunun gibi, her zamanda dişi ve erkek sayısının doğumlarda birbirine eşit bir durumda olarak dünyaya gönderilmesi, erkekle-dişi arasında gözle görülür derecede bir farklılığın olmaması…

Yine atmosferde hidrojen ve oksijenin dengeli bir şekilde yaratılmaları…

Ve develerin kurak mıntıkalara müsait bir durumda uyum sağlayıcı bir şekilde yaratılmış olmaları da Darwin’in özetle şu üç görüşünü de çürütmüş olmaktadır. Bunlar:

1)Bir türün yeni nesillerinde bazı bakımdan yeni ve farklı fertlerin teşekkül edişi…

2)Bu farklı fertler arasındaki hayat mücadelesi…

3)Hayat mücadelesinde muvaffak olmuş fertlerin seleksiyona uğrayarak farklı değişme ve türlerin meydana gelişi…

Her varlığın temel taşı demek olan, kendi varlığını ve mahiyetini belirleyici kromozomu farklı farklıdır. Bir fark başka bir türün ortaya çıkması demektir. Mesela Kromozom sayısı 45 olan insan hemen ölür. Çünkü kromozomu 23 çift, yani 46’dır. 47 olan ise, bir sene veya erginlik çağına kadar yaşayabilir. Ancak el ve göz kapakları büyük olup, dudakları küçük olur. Hatta Darwin’in 48 yaşındaki karısının 10 çocuğu da böyledir.

  1. asrın sonlarında İngiltere’de bir koyun sürüsünde hasıl olan bir mutasyonla çok kısa bacaklı bir koç meydana gelmiş ve bu koyundan –Ancon- adı verilen kısa bacaklı koyun ırkı elde edilmiştir. Bu ise ayrı bir tür olmayıp, türün içinde bir ırktır. Buna rağmen ancak 100 yıl kadar süre devam edebilmiştir.

İki ayrı türden meydana gelen üçüncü bir türün nesli devam etmez. Yani atla eşekten meydana gelen katır türünün nesli kesiktir. Attan eşeğe, eşekten ata bir geçiş yoktur. Ancak geçişte katır vardır ki onun da nesli devam etmemektedir.

Bunun gibi de maymunla-insan arasında da böyle bir geçiş söz konusu değildir.

Ne kadar garipse, geçişin olduğuna dair hiçbir şahit ve tarihi belge olmadığı halde bu kabul edilirken, nasıl oluyor da bu geçiş en azından 1500 senedir hiç görülmüyor? O zamanda maymun vardı, şimdi de?… Neden böyle bir şeye tek bir örnek bile gösterilmemektedir? O halde olan gösterilir, olmayan gösterilmez ve gösterilemez.

Bunlarla beraber, serçe yüz bin yıldır hiç değişmeden yine serçe…

İnsan milyonlarca yıldır aynı insan… Değişen ise sadece hücreler… Daha…

Tabiatta denizlerin tuzu, akarsuların mecrası. Bitkilerin görünüşü art arda yenileniyor.

Ve yine insanın kafa ağırlığının 1300 gr. olmasına rağmen, maymunun ki sadece 130 gr. dır. Peki ya aradaki on nesil? Nerede? Bir-iki-üç nesil kaybolduğunu düşünelim. Neden ara geçitten hiçbir varlıktan eser yok?

Çok tırnaklı atın evrimle tek tırnaklı oluşu fikri ise; Araştırmalara göstermektedir ki, tek tırnaklı at, günümüzden 120 milyon yıl önce, çok tırnaklı at ise 40 milyon yıl önce yaratılmış, belli bir devirde yaşayıp-dinozorlar gibi-ortadan kalkmıştır.

Şu safsatada garabetin diğer bir yönü, Neandethal adamı ki, bunun kemik hastalığından dolayı kambur yürü yen bir kişi oluşunun da insanın maymundan geldiğini ifadeye çalışan diğer bir saçmalığını oluşturmaktadır.

Vah kamburlara vaahh…

Afrika’da araştırmalar yapan Wolf Schnider ise; maymunların beyin yapılarının milyonlarca yıldır değişmediğini, konuşma dillerinin de bulunmadığına dikkati çekerek, bu yönleriyle insandan kesinlikle ayrıldıklarına işaret eder.

Evrimin diğer bir tutarsızlığı –hayvan ve insandan müteşekkil, yinelenmiş “Piltdown adamı” olup, bu da uydurma olarak sonuçlanmıştır. Şöyle ki:

“1953’de Oakley ve iki arkadaşı bu sefer “X” ışınlarıyla kemikleri teste tabi tuttukları zaman şu hususu hayretle tespit ettiler: Kemikler çok eski devirlere ait olduğu zannı versin diye sun’i olarak potasyum dikromat ile lekelen dirilmiştir… Aslında bu ilim adamı geçinenlerin suratlarının lekesi idi. Bu husus science News’in 1961 Ocak sayısının 110’uncu sayfasında şöyle açıklanır: ”İlmi araştırmalar neticesi bulunduğu tespit edilen meşhur sahte iskeletlerden birisi de İngiltere’de Sussex’de bulunan Piltdown insanıdır. O zamanlar bu kafatasının beş yüz bin sene evveline aid olduğunu iddia etmişlerdi. Üzerinde bilahare yapılan inceleme bu kafatasının beş yüz sene evveline aid olmayıp, normal bir insan kafatası olduğunu, alt çene kemiğinin ise bir maymuna aid olduğunu ortaya koydu. Alt çene kemiğinin krom asiti kali içinde bırakılarak taşlaşmış bir fosil olduğu kanaatinin uyandırılmaya çalışıldığı anlaşıldı.”[8]

Onca diriltmeye çalışmalara rağmen ”İçlerinde nobel ödülü almış Prof’ların da bulunduğu 200 ilim adamı, insanın maymundan türediği iddiasını son buluşlar ışığında geçersiz kıldı.”[9]

40 günde 300 ayrı zirveye tırmanan iki alman dağcı:” Alplerin tepesinde 4000 yıllık (Türkiye gazt),5300 (Milliyet Gazt) yıllık, hiç çürümemiş bir insan cesedi buldular.[10]

Ve yine evrimcilerin iddia ettikleri gibi Termitlerin hamamböceğinden türediği iddiaları da:” Dominik Cumhuriyetinde yapılan bir kazıda 25 veya 30 milyon sene evveline aid bulunan bir termit parçası da, onların bu iddialarını yıkmış oluyordu.[11]

Ve ”İlim adamları, darwinin iddia ettiği gibi insanların maymundan geldiğini tamamen çürüttüler. 1974 yılında 3 bin yıl önce yaşayan iki ayaklı türlerin yürüyerek ortaya çıkması Darwin teorisini de sona erdirmiş oldu.”[12]

Etyopya da Rift vadisinin Afar bölgesinde bulunan,95 parçadan aynı kişiye ait,4.400 yıl öncesine ait bir iskelet bulunmuştur.

Nitekim 1975’te 3,5 milyon yıl öncesine ait olduğu söylenilen “Lucy” adı verilen bir kadın iskeleti bulunduğu da belirtilmiştir.

Gün be gün yapılan araştırmalar bir çok yenilerini de gün yüzüne çıkarmaktadır. İngiltere’de yayınlanan Nature dergisi, kuzey Kenya’da Amerikalı, Kenyalı ve Avusturyalı arkeologlar;4 milyon yıl(ki fazla olarak belirtilmiştir.) öncesine ait kafatası, çene ve dişleri insana ait bir fosil bulunmuştur. Bunun da 46-55 kilo ağırlığında olduğu tesbit edilmiştir. The New York Times haberinde: ”Hz. Adem insanların babasıdır.”[13]derken, Amerika’nın ünlü U.S.News dergisi de; ilk insanların ilkel olmayıp sanat ve av aletleri yaptıklarını belgeleriyle keşfetmiştir.[14]

Tabii –Fıtri- seleksiyonla tabiat temizleniyor, dengeleniyor. Varlıkların aynı maddeden yani atomdan olmaları, birbirlerinden olmasını gerektirmez. Madde aynı, model değişik…

1938’de ümit burnu açıklarında 15 metre boyunda yakalanan balığın Coelacanth olduğu, bunun ise 70 milyon yıl önce tükendiği sanılıyordu. Güney Afrikalı deniz biyoloğu S. L. B. Smith araştırarak 15 yıl sonra ikincisini buluyor. Bu yüzgeçli balık 150 m. derinlikte 15 ile 17 derece sıcaklıkta yaşar. Bunun üzerine Prof. Hans Fricke:” Fosilleşmiş bir canlı günümüze dek neslini devam ettirmişse bu düşündürücüdür. ”der. Evrim ile bu balığın ortadan kalkması gerekirdi.

Bazı nesilleri tükenmiş, fosilleri kalmış hayvanlar gibi, bunu savunanlar da artık tükenmiş, geriye fosilleri kalmıştır.

Bir piltdown safsatası ile ilim adamlarını 40 yıl uğraştıran bu Darwin- bazlar, acaba şu harikaları ne ile izah edebilirler:

a)Sivrisineğin doğmasıyla hedefini bulup, hemşire maharetinde, kan emmesi…

  1. b) Senelerdir karıncaların gıdalanmak üzere yaprak kesmeleri…

c)Bal arısının çiçeklere konması ve bal yapma sanatı hangi evrimin işi…

d)Yeni doğan bir çocuğun, kendisine lazım olan meme emme sanatı hangi evrimle açıklanır.

  1. e) Örümceğin ağını, kuşun yuvasını ve karıncanın yaptığı ev ve apartman hiçbir evrimle izah edilebilir mi?
  2. f) Okyanusun derinliklerindeki balıkların elektrik jeneratörlerini, yunus balığının radar, yarasanın soner sistemini, çıngıraklı yılanın infrared ışın tertibatını evrim teorisi izah edemez.
  3. g) Gül ile bülbül, çiçek ile arı ve kelebek arasındaki bağlılık ve sevgiler evrimle izah edilebilir mi?
  4. k) Kuşlarda ve balıklardaki göç hadiseleri, hatta sandık içerisine konulup uzak yerlere götürülseler dahi, gidecekleri yeri bulmaları evrimin işi değildir.

m)Her canlıya has, gıdaların içine miligramla hesaplanarak konulması yine evrimin işi olamaz.

  1. n) Darwin bile bu kadar intizam karşısında kendisini alamayarak şöyle demiştir:”Galapagos seyahati hatıralarımda bir Brezilya ormanının ihtişamını seyrederken, insanın zihnini dolduran ve yücelten; hayret, takdir ve sadakat gibi ulvi hisleri yeterince ifade edilmeye imkan yoktur. ” diye düşündüğümü yazmıştım. İnsanın içinde, maddi vücudundan daha başka bir şeylerinde bulunduğuna o zamanlar inandığımı hatırlıyorum. Fakat şimdi en muhteşem manzaralar bile bende böyle hisler ve böyle bir kanaat uyandırmıyor. Haklı bir şekilde Renk Körlüğüne mübtela olmuş bir adama benzetilebilirim. ” demektedir.
  2. o) İnsanın bir tek hücresinde bulunan ve onun bütün özelliklerini kodlar halinde ihtiva eden 46 adet kromozomda saklı bilgileri,46 ciltlik bir ansiklopedi haline getirdiğimizi farz etsek bu ciltlerden her birisinin hacmi 20 bin sayfayı aşacaktır. Bu, insan vücudunun trilyonlarca hücresinden sadece bir tanesinde görülen hadsiz sanat eserlerinden yalnız bir tanesi. Bir de bütün olarak hücreyi ve diğer duyguları düşünün…

Gelelim insan beynine. Bu da değil yıldız, galaksi ve trilyonlarca atom sayısı, belki umumu geride bırakacak kabiliyetlerle donatılmıştır. Mesela bir beynin mesaj nakletme kapasitesi 2 üzeri 1, on sıfır olarak hesaplanır. Kainattaki atom sayısı ise 10 üzeri 79 civarında tahmin edilmektedir. Evrim bunun neresinde?

ö) Kuşların kanatlarındaki az bir değişiklikle uçuş tarzı değişecekti. Aynı şekilde gagalarındaki değişmede taneleri parçalayamayıp beslenememelerine sebeb olacağından, ölümü söz konusu olacaktır.

  1. p) Organizmaların kromozomları değişik olup, aralarında ise bir münasebet olmaması…
  2. r) La Mark’ın hipotezinin zıddı olan bir husus ki,1400 senedir Müslümanlar sünnet oldukları halde, sünnetli doğan bir çocuk görülmemiştir.

Aynı şekilde kuyruğu kesilen farelerin neslinden kuyruksuz bir fare doğmamıştır.

O halde meselenin gerçek yüzüne baktığımızda şunu görürüz: Müslümanların temelde bağlandıkları ve dinlerinin temelini oluşturan, kendilerini yaratan yaratıcının kelamı ve konuşmaları olan Kur’an ile İlmin çatışması halinde olduğunu söylemek ve göstermeye çalışmaktır. Zira evrimi iddia eden kişi de başlangıç da dinin karıştırılmamasını istemekle bunu isbat eder. Buda konuya Allah’ın, Peygamberin ve dinin bildirdiği şekilde, dinsizlik gözlüğünü takarak bakmak demektir.

Zira Kur’an’a baktığımızda ilk insanın Adem ve onun da topraktan yaratılmış olduğunu görürüz.[15]

“Elest Bezminde”, (Ruhlar aleminde) insanlardan Rabbi olduğuna dair söz almıştır.[16] Ve insanı mükerrem kılmıştır.[17] Maymunun neresinde mükerremlik? Bu kâinat onun için yaratılmış ve bu dünya o maymun için tefriş edilmiş, öyle mi? Noksandan mükemmel çıkmaz. Böyle mükemmel bir varlık olan insanın; eksik, kusurlu, insanla kıyaslanmayacak kadar duygulardan, maddi ve manevi organ yönüyle nakıs olan maymundan değil, belki her yönüyle mükemmel olan Hz. Âdem’in zürriyetinden gelmekte ve kendisine koca kâinat sofra olarak nimet halinde sunulmaktadır.[18]

Ancak insan çok zalim ve cahil [19] bir insan olduğunu, belki insan olarak doğduğunu, Allah’ın kulu olduğunu unutup [20] bu kusurunun neticesi olarak maymunu kendisine dede edindi!

Arapça ’da, İslam’dan öncede Araplarda çokça kullanılan bir hesaplama vardır ki buna: Ebced- Cifir- hesabı denir. Burada her bir harfin rakamsal bir değeri vardır. Bundan hareketle: Âdem isminin rakamsal değeri 46’dır. Yani başta iki elif iki, dal dört, mim ise kırktır. Toplam 46 eder. Buda insanın 46 kromozomuna denk gelmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak insanı yarattık değil, Âdem’i yarattık, der. Yani ilk insanın ismi Âdem olarak geçer. Ki; kelime anlamı –ilk baba- demektir.

Marifet Name de ise: ”Kâinatın yaratıldığında en son insanın yaratıldığı ve varlıklar arasında aracı bileşik cisimlerin olduğunu yani hayvan bitkiden aldığı maddelerle, insanda gerek hayvan, gerekse bitkiden aldığı gıdalarla vücudun, yani dış yapısının hücrelerini, vücut taşlarını oluşturmaktadır.” Elbette bu durum insanı hayvan ve bitki seviyesine indirmez.

Ve varlıklar hakkında; birbirlerine geçmeyi engelleyen Berzahların olduğundan da bahseder. Nitekim biri acı, diğeri tatlı su olan iki denizin birleştikleri halde birbirlerine katışmalarını engelleyen arada bir perde, engel ve berzah vardır.[21]

Bu izahtan sonra Ma’rifetnâme’de; madenler ile bitkiler arasında vasıta geçit olan Mercandır. Bitkiler ile hayvanlar arasında geçit hurma ağacıdır. Hayvanlar ile insanlar arasında geçit olanların en açığı maymundur. Çünkü bütün organları, kıl ve kuyruğundan başka, dışı ve içi insana benzer… Zamanın devrinin ikmali ve cihan eczasının özü insanın var olmasıdır.

…Belki iki cihandan sebeb ve gaye, ancak hazreti insandır. Gökleri basit ve bileşik cisimler, hepsi insanın kışrı, zarfı ve kabıdır. İnsan hepsinin iliği ve özünün özüdür. Bütün eşya insana hizmet etmektedir. İnsan hizmet ve ikram edilendir. Aziz, şerif ve muhteremdir. Çünkü o hepsinden güzel ve bilgilidir. ”der.[22]

Buradaki varlıkları arasındaki benzeyiş yönünden olup, aynı olmayı ifade etmemektedir. Maymun insana taklid yönüyle benzer. İnsanında herhangi bir hayvanı taklid etmesi, hayvan olmasını gerektirmez. Nitekim hurma hayvandır, aynısıdır, diyemeyeceğimiz gibi, insanda aynen maymundur, diyemeyiz. Organ bakımından tipsiz de olsa bir benzeyiş olabilir. Hurma gıda olması yönüyle hayvana, gıda olmayıp lezzet için yenilmesi yönüyle de bitkiye benzetilmiştir.

Yine Marifet Name’de Cinnilerin atası, ilk babası Mârici, ondan da zevcesi olan Mârice’yi yarattığını, insanların babası olarak Adem’i ve ondan da Havva annemizi yarattığına dair geniş tafsilat vardır.[23]

Yahudilerin ortaya attığı bu evrim teorisinde, maymun suretine döndürülen ecdadlarının hasreti vardır. Onları yad edip, onlara karşı bir özentinin belirtisidir.

Büyük müfessir Elmalı’lı bu konuyla ilgili olan şu ayetin:”…İçinizden Sebt (tatil günü-cumartesi) –istirahat- günü tecavüz edenleri elbette bilirsiniz. Biz onlara sefil sefil maymunlar olun,dedik. Ve bu ukubeti (azabı) önündekilere ve arkasındakilere ve bir dersi ibret ve korunacaklara bir va’z-u nasihat olmak üzere yaptık.”[24]

Açıklamasında şöyle der:” Sure-i A’raf-da beyan olunduğu üzere deniz kenarında vaki bir karyede (Eyle kasabası)[25] cumartesi gününün hürmetine riayet etmeyerek dinin hududunu tecavüz etmişlerdi.: “Bizde onlara maymun olunuz, sürününüz dedik. Ve orada hazır olanlara ve arkalarından gelen haleflerine ibreti müessire, muttakilere de şayanı zikir ve mev’ıze ve muhtıra yaptık.” Onlar verdikleri sözde durmadılar, ahde vefa, vazifeyi ifa insanlığın şiarı ve muktezası iken onu yapmadılar ve bu sebeble insanlığın levazımından olan ilmu idrakten, marifeti ikandan (inançtan) derhal mahrum edilerek maymun kılıklı, sefil, sergerdan oldular ki buna “Mesh” tabir edilir…

Mücahide göre bu hükmün temsili olduğuna ve binaenaleyh meshi maneviye (manevi şekil ve suretlerinin değişmesine) olduğunu söylemişlerdir. Gerçi hakikatte dış yüzlerinin değişmesi, manevi yönlerinin değişmesinden daha müşkül ve daha mühim değildir. İnsanlık şiarlarının söndüğü bir bedenin zahiren dahi maymun suretini alı vermesi iyi düşünülürse hemen hemen tabii bile görülebilir. Allah korusun, pis hastalıklar (günahlar ile),kılığını değiştirmiş ne kadar bedenlere tesadüf edile gelmiştir. Fakat hayvan suretleri içinden bilhassa maymun suretinin zikredilmesi her halde meshi manevinin ehemmiyetine bir karine (delil) gibidir.

İnsan ile maymun arasındaki hakiki fark, bir kıl ve kuyruk farkı değil, aklu mantık ve ahlak farkıdır. Maymunun bütün hüneri hissi taklidindedir. İnsan ne hareket yaparsa gören maymun onu derhal taklid eder ve bu taklid keyfiyeti birçoklarının nazarında maymunu insana adeta yaklaştırır. Halbuki maymunun önünde günlerce ateş yakınız, soğuk günlerde karşısında ısınmayı öğretiniz, sonra onu alıp bir kıra götürünüz, yanına kibrit, çıra, kömürde koyunuz, o, üşüdüğü aman bunları bir yere getirip de bir ateş yakarak ısınmasını bile düşünemez, bu kadarcık bir mantık bile gösteremez, artık bu aklı mantığın üzerine terettüp edecek diğer muamelatı ahlakiyeyi tasavvur ediniz.

İşte manevi çehresinin değişmesine uğramış olan insanlar da böyledir. Onlar kör bir taklidden başka bir şey yapamaz ve hayvani duygularından başka bir histe gösteremezler, bir bakışa insan gibi görünürler, hakikatte ise maymundan başka bir şey değildirler. Fındığı kırar, yerde bir fındık ağacı dikmesini idrak edemez. (Onlar hayvandırlar. Belki onlardan daha aşağıdırlar.) ayetine layıktırlar.”[26]

Hayatın başlaması ancak bir ilk ata ve babanın varlığını kabul etmekle ve özel bir yaratılışla mümkündür. Bu konuda araştırmacılar ise: ”ilk canlının ortaya çıktığı zaman, üreme planlarının, çevreden madde ve enerji sağlamanın, büyüme sırasının ve bilgileri büyümeye çevirecek mekanizmaların tamamına ait talimatnamelerin o anda bir arada bulunmaları icab etmektedir. Bunların hepsinin kombinasyonları tesadüfen gerçekleşemez. Dolayısıyla bütün bunların yapılabilmesi ancak ilahi bir güçle mümkündür. ” derler.[27]

Elbette yaratıcı yarattığı her çeşit canlı için bir gaye gözettiğine göre, o canlının varlığını sürdüreceği bir sistemi de yapısına yerleştirmiştir.[28]

Gerçekten evrimciler, her şeyi gayesiz, amaçsız değerlendirip inandıkları gibi, iddia ettikleri evrim delillerini görmeyi de, hiçbir zaman beklemediklerini de söylemektedirler. Çünkü, evrim, geçmişte hızlı vuku bulmuş, hızla maziye karışarak ihtiyarlamıştır, derler.[29]

Bundan dolayı iddia ettikleri teorinin delillerini örtbas etmek düşüncesiyle, yer kürenin milyarlarca yıllık bir yaşının olduğunu söyleyerek abartmışlardır.[30]

İlmi araştırmalarda ise; Dünyaya 4000-6000 yaş yılı biçilip, öncesine dair delil olmadığı da belirtilmiştir.[31]

Oysa aslında evrimin olabilmesi için trilyonlarca ve katrilyonlarca yıl dahi yeterli değildir.[32]

Özetle: Evrimi kabul edenlerle etmeyenler arasındaki en açık fark şudur:” Evrim modeli, en azından prensip olarak, kainatı, tabii kanunlar ve olaylarla idare edilen ve dışarıdan hiçbir tabiat üstü müdahalenin yapılmadığı ve kendi kendine yeterli bir sistem olarak kabul eder.”[33]

Yaratılış modeli, insanın da dahil olduğu bütün varlıkların sonsuz bir kudret ve nihayetsiz bir ilim sahibi yaratıcı tarafından yaratıldığını kabul eder. Evrim modelinden farklı olarak, yaratılış modeli, ilmi bir kanun olan sebeb-etkiyi dikkate alır. Yaracı ilk sebebtir. Ve insan; zeki, ahlaki, değerlere sahib, bir gayesi ve inanma ihtiyacı bulunan varlık olarak yaratmıştır.[34]

“Kibirlerinden dolayı kendilerine yasak edilen şeylerden vaz geçmeyince onlara –Adi maymunlar olun.-dedik.” [35]

Hasılı: eski milletlerde olduğu rivayet edilen bu şekli değişmede olsa, bu ümmetten kaldırılmıştır. Yalnız insan, ahlakını korumalıdır ki, insan ahlakından çıkıp herhangi bir hayvan huyuna bürünmesin Nefsinin esiri olmasın.

“Deki Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın lanetlediği ve gazab ettiği, aralarında maymunlar, domuzlar ve şeytana tapanlar çıkardığı kimseler; yeri (durumu) daha kötü olan ve doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.” [36]

Cumartesi’yi tatil olarak kutlamadıkları yani emre itaat etmedikleri için kadın-erkek maymun ve hınzır suretine çevrilmişlerdir. Bu durum hakkında:

“a) Maymun, şekli zahirisiyle insana benzeyip, hakikatiyle değildir. Zahirde müşabehet olup, batında muhalefet vardır.

  1. b) Bunlar maymun suretine çevrildikten sonra üç günden fazla yaşamayıp, yememiş, içmemiş, çoğalmamışlardır.

c)Kavmin gençleri maymun, ihtiyarları hınzır olduklarına artık kesin olarak inandılar. Birbirlerine üreyerek, bağıran maymun oldular.

d)Sakınanlar bu insanların yanlarına girip biz sizi sakındırmamış mıydık? dediklerinde onlar başlarıyla (mahzun olarak) –Evet-dediler.

  1. e) El- Ceza-u min cinsil amel- (Ceza yapılan işin cinsindendir.) Yahudilerin bu durumu da amellerinin karşılığıdır.[37]

Ve bu Beni İsrail Davud (AS)ın bedduası üzere lanetlenmiş (Maymun olmuştur.) İsa’(AS) nın bedduası üzere (Hınzıra) dönüşmüşlerdir.[38]

Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de; İnsanları tek bir nefisten yarattığını söyler:” Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten rabbinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”[39]

“Sizi bir tek nefisden (Âdem’den) yaratan, gönlü ısınsın diye ondan da eşini (Havva’yı) yaratan O’dur. Eşini sarıp örtünce (onunla birleşince) hafif bir yük yüklendi. (Hamile kaldı.) Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allah’a:”Andolsun bize kusursuz bir çocuk verirsen muhakkak şükredenlerden olacağız. ” diye dua ettiler.”[40]

Hz. Âdem’in topraktan yaratıldığına dair ayetlerde ise:” Allah nezdinde İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona “Ol” dedi ve oluverdi.” [41]

“Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık.” [42]

“O (Allah)ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır.” [43]

“Allah sizi (önce) topraktan, sonra meniden yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek-dişi) kıldı. Bir dişinin gebe kalması ve doğurması hep O’nun bilgisiyledir. Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı) dır. Şüphesiz onlar, Allah’a kolaydır.”[44]

“Şimdi sor onlara! Yaratılış bakımından kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Zira biz kendilerini yapışkan bir çamurdan yarattık.” [45]

“Rabbin meleklere demişti ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım.” [46]

“O sizi bir cins topraktan, sonra bir meniden, sonra bir kan pıhtısından yaratıp, sonra bebek olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da yaşlılar olmanız için yaşatandır. İçinizden kimi de daha evvel öldürülmektedir. Allah yaşatmayı belli bir vakte ulaşmanız ve olur ki aklınızı kullanmanız için yapar.” [47]

“Ufak tefek kusurları dışında, günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınanlara gelince, şüphesiz Rabbin, affı bol olandır. O sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O kötülükten sakınanı daha iyi bilir.” [48]

Allah insanı, pişmiş çamura benzeyen bir balçıktan yarattı.” [49]

“Allah sizi de yerden ot (bitirir) gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeniden çıkaracaktır.” [50]

Peygamber Efendimizde Veda Hutbesinde:” Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem ise topraktandır. ” buyurarak veciz bir şekilde insanın ilk atasını bildirmektedir.

Seyyid Kutup tefsirinde:” İnsan ve canlıların aslı bu dünya toprağıdır. Toprakta mevcut olan belli başlı elementler insanın organik yapısında da bulunmaktadır. Hatta bütün canlıların bileşiminde bu elementlere rastlamak mümkündür.

Suhreverdi’de:” İnsanın sıfatları aslı yaratılışından kaynaklanıyor. Çünkü O, topraktan yaratıldı. Topraktan yaratılması ile ilgili sıfatları vardır. İnsanın zaaf sıfatı topraktan gelen bir özellik, cimriliği ise çamurdan, şehvet sıfatı şekillenmiş balçıktan (Hemein Mesnun),cehalet özelliği de kuru çamurdan (Salsal) yaratılmış olmasındandır. “ Fahhar denen çamurun yakıcı vasfından da şeytani özelliği yaratılmıştır. Şeytani karakterinden hile, aldatma, hased nitelikleri ortaya çıkmaktadır.”[51]

Ve Hz. Âdem peygamberdir. Kendisine 10 suhuf indirilmiştir. Elbette bunu evlatlarına bildirmesi için konuşması, okuması, düşünmesi, emredip yasaklaması için bilmeye, bildirmeye, anlatmaya ihtiyaç vardır. Buda başlangıç da insanların insan olarak yaratılmış olduğunu gösteren delillerdendir.

İki asırdır tutmayan evrim teorisi; neticede tam tersine dönerek değişik bir iddiaya yerini terk etmektedir.

Öyle ki; Darwin’in dindar bir Hristiyan olduğu, öyle bir teoride bulunmadığı, ancak insanın, insan çerçevesi içerisinde geliştirilmesinin yollarını arayıp, teklifte bulunduğu iddia edilir. Bu konuda birkaç kaynakta verilir.

Ancak iki asırdır insanlığı meşgul eden böyle bir teori ve ideoloji de hiçbir surette Darwin’in temize çıkması mümkün değildir.

Bugün bu teoriyi, ABD’de Tennesse eyaletinin Dayton kentinde evrimi teori olarak değil de gerçekmiş gibi öğreten öğretmenin işlerine son verilmekle beraber;70 yıl önce bu iddiada bulunup kesinliliğini ifade eden John Scop’un da tekrar gündeme getirileceği bildirilmiştir.

Batıda çöpe atılan böyle bir kof iddianın bizde devam ettirilmeye çalışılmasında iyi niyet aranamaz.

Hücredeki harikalık evrimin tutarsızlığını ortaya koymaktadır.

Bunlar kurdukları düzensiz düzenleriyle kendilerini aldatmaktadırlar.[52]

Evrimin bir safsata olduğu her yönüyle aldatmaca ve safsata olduğu zahir iken, bunun sürdürülmesi ayetlerdeki şu gerçeği doğrular:

“Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah’ın dilemesi müstesna yine de inanacak değillerdi, fakat çokları bunu bilmez.” [53]

“Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, yine de:” Gözlerimiz döndürüldü, bil’ akis biz büyülenmiş bir milletiz!” derlerdi.”[54]

24-9-1992

MEHMET ÖZÇELİK

[1] Son Şahitler. Necmettin Şahiner. 5 / 195.

[2] Yaratılış, Evrim ve halk eğitimi. Prof. D.T. Gish. Terc. Adem Tatlı,E.Keha.Sh.4.

[3] İşarat-ül İ’caz. B. Said Nursi. Sh.98-99.

[4] Siyon Liderlerinin Protokollerinden.

[5] Zafer Dergisi. 1987.Sefa Saygılı.

[6] 1989-Ekim-National Geographic.

[7] Agg.29-7-1989.

[8] Tercüman Gazetesi. Ergun Göze.19-5-1987.

[9] Türkiye Gazetesi.31-10-1991.

[10] Agg.22-10-1992.

[11] Tıme.5-10-1992,10-101992.

[12] Türkiye Gazt.Agg.31-10-1991.

[13] Türkiye Gazt.28-11-1995.

[14] Agg.19-5-1996.

[15] Al-i İmran.59.

[16] A’raf.172.

[17] İsra.70.

[18] Meryem.58.

[19] Ahzab.72.

[20] Taha.115.

[21] Rahman.19,Furkan.53.

[22] Ma’rifetname. Erzurumlu İbrahim Hakkı. Sadeleştiren. F. Meyan.Sh.62.

[23] Age.Sh.46-48.

[24] Bakara.65-66.

[25] Bak. Hz. Süleyman’dan Hz. Muhammed’e Peygamberler Halkası. Doç. A.L. Kazancı.Sh.277-280.

[26] Hak Dini Kur’an Dili. E. H. Yazır. 1 / 378-379, (Yahudilerin Maymun ve Domuza çevrilmeleri ile ilgili) 2 / 280, 3 / 275. (Çevr. Heyet) Bak. Çağımızda bir Asrı Saadet Müslümanı. Bediüzzaman Said Nursi. C. Kutay. Sh. 333-338,Zafer Dergisi. Nisan-1997.Sh.16-17,agd.H.Karaman.Sh.24-25.

[27] Yaratılış Modeli. Dr. H.M. Morrıs. M.E. Bakanlığı.Sh.51.

[28] Age.Sh.55.

[29] Age.27.

[30] Age.Sh.123.

[31] Age.138.

[32] Age.128.

[33] Age.27.

[34] Age.82.

[35] A’raf.166.

[36] Maide.60.

[37] Bak.Bakara.65,İbni Kesir Muhtasarı (Arapça) 1 / 73, 2 / 58,Tefsir-i Kebir. Fahreddin-i Razi. Tercüme. Heyet. 3 / 66-69.

[38] Celaleyn (Arapça tefsir.)( I ) Maide.78.

[39] Nisa.1.

[40] A’raf.189.

[41] Al-i İmran.59, bak.İslam Ansiklopedisi. TDV. 1 / 358-363.(Adem maddesi)

[42] Mü’minun.12.

[43] Secde.7.

[44] Fatır.11.

[45] Saffat.11.

[46] Sad.71.

[47] Mü’min.67.

[48] Necm.32.

[49] Rahman.14.

[50] Nuh.17-18.

[51] İslam’da Eğitim.B.Bayraklı.Sh.107.

[52] Bak.Tur.42, En’am.123,Bakara.9,Nisa.76,173,Al-i İmran.120,54,Neml.50-51.

[53] En’am.111.

[54] Hicr.14-15.

 

Loading

No ResponsesOcak 2nd, 2015