Suikastın parti bağlantısı var
mıydı?
İddiaların sahibi iki eski ANAP'lı.
Buna göre Özal suikastından sonra
üst düzey bir ANAP'lı sorgulandı ve
iki gün yurtdışına çıkamadı. Bir
ANAP’lı ise olaydan önceki kuşkulu
hareketleri sebebiyle mercek altına
alındı. |
|
Dönemin başbakanı Turgut Özal’ın 18 Haziran
1988 tarihinde Ankara’da Atatürk Spor
Salonu’nda yapılan Anavatan Partisi
kongresinde uğradığı suikast hakkında bugüne
kadar pek çok senaryo yazıldı. Bu
senaryolarda, suikastla doğrudan ya da
dolaylı bağlantı içinde oldukları ileri
sürülen birçok isim ortaya atıldı.
Üzerinden 18 yıl geçmesine rağmen hâlâ
aydınlanmamış pek çok boyutu olduğu
düşünülen Özal suikastındaki tartışmalar
özellikle birkaç noktada odaklanıyor.
Bunlardan birincisi o gün kongre salonunda
güvenliğin gevşetilmesini kimin ya da
kimlerin sağladığı. Çünkü, başbakanın
katılıp salonu turlayacağı ve kürsüye çıkıp
konuşma yapacağı bir kongreye hiç uymayacak
şekilde lahmacun ve su satan kişiler bile o
gün salona girebildi.
İkinci nokta, Özal’a ateş eden Kartal
Demirağ’ın silahı salona nasıl soktuğu. O
gün kongrede divan başkanlığı yapan Metin
Emiroğlu ve geçtiğimiz hafta Aksiyon’a
çarpıcı açıklamalar yapan dönemin ANAP
Milletvekili Faik Tarımcıoğlu’nun işaret
ettiği gibi, Özal’ın konuşması sürerken
içeriye üç kişinin taşıdığı üç gözlü,
olağandışı büyüklükte bir çelenk giriyor.
Çelenk tam da gazetecilerin olduğu ve Kartal
Demirağ’ın Özal’a ateş ettiği bölgeye yakın
bir noktaya bırakılıyor ve Demirağ’ın Özal’a
ateş etmesi bu olaydan bir-iki dakika sonra
gerçekleşiyor.
NATO TOPLANTISINA GİDEMEYEN KİŞİ
Suikast tartışmalarındaki bir diğer önemli
nokta, o gün kongre salonunda bulunan
ANAP’lı milletvekillerinin salonda Kartal
Demirağ dışında ikinci, üçüncü kişileri
gördüklerini belirtmiş olmaları. Örneğin
Faik Tarımcıoğlu, suikasttan hemen sonra
elindeki makineli tüfeği elbisesinin içine
saklayarak kaçan bir kişiden bahsediyor.
Vehbi Dinçerler, birinin elinde büyük silah,
diğerinin elinde tabanca olan iki kişiyi
gördüğünü, ikinci kişinin sarı tişörtlü
olduğunu belirtiyor. Kartal Demirağ mavi
tişörtlü olduğuna göre bu ya Tarımcıoğlu’nun
sözünü ettiği ikinci kişi ya da bir başka
şahıs.
İşte bu gibi boyutlarıyla hâlâ tartışılan
Turgut Özal suikastı hakkında dönemin etkin
iki ANAP’lısı Aksiyon’a çok çarpıcı iki ayrı
açıklama yaptı. Bunlardan biri Özal’ın
1983’te iktidara geldiğinde Milli Savunma
Bakanı yaptığı ve dört yıl boyunca bu
görevde kalan Ankara Milletvekili Zeki
Yavuztürk. Diğeri, Turgut Özal’ın suikasttan
hemen sonra Başbakanlık Konutu’na çağırıp,
“Bana kim ateş etti?” sorusunu yönelttiği
sıkıyönetim eski askerî savcısı ve dönemin
ANAP Ankara Milletvekili Faik Tarımcıoğlu.
Özal’a suikast olayı yaşandığında Yavuztürk,
Milli Savunma Bakanlığı görevinden ayrılmış
ve NATO Asamblesi Türk Grubu Başkanlığı
görevini üstlenmişti. Grupta, yedisi ANAP’lı
olmak üzere 13 milletvekili vardı. Bu grubun
özelliği sık sık yurtdışı programlara
gitmesi. O yüzden özellikle gezme meraklısı
milletvekillerinin çok rağbet ettiği bir
grup. İşte bu grubun o tarihteki başkanı
olan Zeki Yavuztürk, grup üyesi bir
ANAP’lının Özal suikastından sonra
sorgulandığını Aksiyon’a şöyle açıkladı:
“Birçok toplantı oluyor. Sağa sola
gidiliyor. Arkadaşlardan biri, illa söyle
beni de davet etsinler dedi. Ben de orada
çok etkiliydim. Söyledim. Böyle böyle, bu
arkadaş da gelmek istiyor. Bir davet
gönderin de o da gelsin. Davet olunca
Meclis’ten harcırah almayacak filan. Davet
yazıldı, bu gelmedi gününde. İki gün sonra
geldi. Hayrola dedim. ‘Ya, Özal suikastında
ifade vermek zorunda kaldım’ dedi. Ne
ifadesi ya dedim, senden mi şüphelendiler?
‘Yok ama, bu işi bulacağımı tahmin ettiler’
dedi.”
TELEFON EDEN TELAŞLI MİLLETVEKİLİ
Zeki Yavuztürk, bu ANAP’lının ismini
vermekten kaçınırken, o tarihte ANAP’tan,
NATO Asamblesi Türk grubunda görev yapan
başkan Yavuztürk dışındaki yedi kişi şöyle:
“İstanbul Milletvekili Doğancan Akyürek,
Tekirdağ Milletvekili Ahmet Karaevli,
İstanbul Milletvekili Cavit Kavak, Bursa
Milletvekili Fahir Sabuniş, Çankırı
Milletvekili İlker Tuncay, Denizli
Milletvekili İsmail Şengül, Ankara
Milletvekili Göksel Kalaycıoğlu.”
Peki, Özal suikastından sonra sorgulandığı
için iki gün yurtdışına çıkamayan ANAP’lı
milletvekili bu yedi kişiden hangisi? Bu
sorunun cevabına geçmeden önce Faik
Tarımcıoğlu’nun açıklamalarına da bakmak
gerekiyor. Tarımcıoğlu, suikasttan hemen
sonra, Kartal Demirağ henüz yerde
yuvarlanırken elindeki makineli tüfeği
gizleyip kaçan ikinci kişiyi kovalarken
yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Tribünden
atlayıp arkasından koştum. Ayaklarım
rahatsız olduğu için fazla koşamadım. Ama o
kalabalığın arkasından, yazlık elbiseli o
adam merdivenlerden kayboldu. Müthiş bir
kalabalıktı. Herkes oraya hücum etmiş,
kaçıyorlardı. O kalabalık çekildi
merdivenlerden, merdivenlerin başında
ankesörlü bir telefonda bir milletvekilinin,
isim vermeyeyim, birilerine telefon ettiğini
gördüm. O zaman Milliyet gazetesinden Kemal
Balcı, merdivenlerden aşağı indiğimi
görünce, “Abi ya bu niye telefon ediyor’
dedi. Ya belki eşine, kongrede ben yara
almadım, bana bir şey olmadı demiştir
cevabını verdim. Ve tekrar salona dönüp
tribündeki yerimi aldım. O arada Özal ayağa
kalktı, ölmediğini anladık. Allah’ın verdiği
canı ancak Allah alabilir diyen o nefis ve
dramatik konuşmayı yaptı.”
Olağan olmayan bir zamanlama içinde
ankesörlü telefonda telaşlı bir şekilde o
görüşmeyi yapan milletvekilinin aynı zamanda
bir parti yetkilisi olduğunu vurgulayan
Tarımcıoğlu, bu kuşkusunu yıllar sonra Özal
soruşturmasını yapan çok üst düzeydeki bir
güvenlik yetkilisine aktarmış. Söz konusu
yetkili Tarımcıoğlu’na, bu kuşkularını
pekiştiren bir cevap vermiş. Tarımcıoğlu,
bir adım daha ileri giderek o gün bu ANAP’lı
yetkilinin, salonda güvenliğin gevşetilmesi
için dönemin İçişleri Bakanı Mustafa
Kalemli’ye hakaret edercesine çıkıştığını
öne sürüyor. Tarımcıoğlu’nun çarpıcı bir
iddiası daha var. O gün ANAP’lı bir il
başkanının, “Kongrede olaylar olacağı
haberini almıştık.” dediğini öne sürüyor.
Üstelik bu il başkanı, suikastın hemen
ardından ankesörlü telefonla o sır görüşmeyi
yapan ve İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli’ye
çıkışan üst düzey ANAP’lıya yakın bir
kişiymiş.
İLKER TUNCAY: O KİŞİ BENİM
Zeki Yavuztürk ve Faik Tarımcıoğlu’nun bu
açıklamalarından sonra ortaya şu soru
çıkıyor: Acaba, suikasttan sonra sorgulanan
milletvekili ve o ankesörlü telefon
konuşmasını yapan aynı kişi mi? Aksiyon’un
yaptığı araştırma, Zeki Yavuztürk’ün sözünü
ettiği ANAP’lının İlker Tuncay olduğunu
ortaya çıkardı. Tuncay, o tarihte Anavatan
Partisi’nde Basın ve Propaganda’dan sorumlu
genel başkan yardımcısıydı, dolayısıyla
kongrenin düzenlenmesinde Genel Sekreter
Mustafa Taşar ile birlikte en yetkili iki
kişiden biriydi. Aksiyon’a açıklamalar yapan
İlker Tuncay, “NATO toplantısına iki gün
gecikmeli giden kişi benim. Ama ankesörlü
telefonda konuşan ve İçişleri Bakanı Mustafa
Kalemli’ye çıkışan ben değilim.” dedi.
Biyografisinde 1945 Çankırı doğumlu olduğu,
Kara Harp Okulu’nu bitirdiği, emekli asker
ve pilot olduğu bilgileri yer alan İlker
Tuncay, ilk olarak 1983’te milletvekili
seçilmiş. Milletvekilliği öncesinde
Başbakanlık Plan ve Prensipler Daire
Başkanlığı’nda müdür olarak görev yapmış.
İlker Tuncay, “Ben rahmetli Özal ile
görüşmek için kaldım. NATO toplantısına iki
gün sonra gittim. Kalışım ifade ile alakalı
değil. İfade vermedim. Bu hadise büyütülüyor
biraz.” açıklamasını yapıyor.
Peki İlker Tuncay, Özal ile ne konuşmuştu?
Bunun sebebi, kongre öncesi meydana gelen
bir gelişme. İddialara göre, kongre
öncesinde ANAP Genel Merkezi’ne, Tuncay’a
bir telefon geliyor. Bu telefonda, kongrede
Özal’a bir suikast yapılacağı bilgisi yer
alıyor. Ancak bu telefon ihbarına rağmen,
kongrede güvenlik tedbirleri yok denecek
düzeyde oluyor. Tuncay, bu konuda şu
açıklamayı yapıyor: “Güya daha önce genel
merkeze telefon edilmiş de, Özal’a suikast
yapılacak diye bazı haberler alınmış da, biz
de bunu kaale almamışız, tedbirini
almamışız. Onun ispatı yok, öyle deniyor.
Kim kime demiş, nasıl demiş, kimsenin haberi
yok. Benim ismim verilerek söylendi. Ya
İlker Tuncay’ı aramışlar. Konut’ta Özal ile
görüştüğümde sakın üzülme diye beni teskin
etti. NATO’ya da üzüntümden gitmedim.”
DEMİRAL: KOMİTEDEKİLERİN İFADESİNİ ALDIK
İlker Tuncay, Faik Tarımcıoğlu’nun sözünü
ettiği ANAP yetkilisinin kendisi olmadığını
anlatırken; “Mümkün değil. Çünkü ben suikast
sırasında sahnede, Özal’ın biraz
arkasındaydım.” diyor: “Ondan sonra Özal
kürsünün altında yatarken mikrofonu ben
aldım. Sayın başbakanımızın sağlık durumu
iyidir, herhangi bir panik yapmayınız dedim.
Teskin etmek maksadıyla o konuşmayı yaptım,
ondan sonra ortalık sakinleşti… Erkal Zenger
de oradaydı. O da anons yaptı. Tam
hatırlamıyorum. Ya ben ondan önce anons
ettim, ya da ondan sonra.”
İlker Tuncay’a göre, suikastçı Kartal
Demirağ; Metin Emiroğlu ve Faik
Tarımcıoğlu’nun sözünü ettikleri çelengi
taşıyan üç kişiden biri olarak salona girdi:
“Ben tertip komitesinin başıydım. Partinin
basın ve propaganda başkanıydım. Kongrenin
tanzimi bana ait, ama tabii Ankara Emniyet
Müdürü Mehmet Ağar’dı, İçişleri Bakanı
Mustafa Kalemli’ydi. Onlar kendi
aramalarını, taramalarını yapıyorlar. Normal
bir güvenlik vardı, aradan sızmış oluyor
tabii. Milletvekili yanında birkaç kişi ile
geliyor, aranıyor, aranmıyor. Tam
aranmıyorlar tabii… O arada girmiş o arkadaş
(suikastçı Kartal Demirağ), sonradan
öğrendiğimize göre bir çelenk getirme
operasyonunda içeri girmiş, çelengi getiren
görevli olarak girmiş… Elindeki tabanca da
çakar almaz bir tabanca. Pek iyi bir tabanca
değil yani. Nerden bulunduysa bulunmuş. O
günkü şartlar altında yapılan incelemelerde
bana iletilen budur. Biz de soruşturduk
kongrenin düzenleyicisi olarak. Çelenkle üç
kişi girmiş. Bir çelengi üç kişi taşırsa,
bunun bir tanesi suikastçıdır. O günkü
şartlar altında başka birileri olsaydı belli
olurdu. Zaten arkadaş ifadelerinde tek
başına olduğunu her zaman söylemiş. İkinci
bir isim yok. Ama gizli varsa bilemeyiz.
Benim kanaatime göre bir kişiydi, bu arkadaş
yalnızdı.”
İlker Tuncay’ın, “Ben ifade vermedim ve
sorgulanmadım.” sözleri üzerine, Özal
suikastı soruşturmasını yapan dönemin Ankara
Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nusret
Demiral’ı aradık. Soruşturmayı Ankara
DGM’nin dört-beş savcısı ile birlikte
yaptıklarını belirten Demiral, kongreyi
düzenlemekle görevli komitedeki kişiler
başta olmak üzere pek çok ANAP’lının ve
salonda bulunan 12-13 civarında gazetecinin
ifadesini aldıklarını belirtiyor. Ancak,
özel olarak sorgulanan üst düzey bir ANAP
yetkilisi olup olmadığını hatırlamadığını
vurguluyor.
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi
savcılarının soruşturmaya olaydan bir süre
sonra el koydukları biliniyor. Ama ilk
aşamada, soruşturma birçok devlet birimince
parçalı olarak yürütülmüş. Nitekim, dönemin
İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli, anılarında
bu hususu şöyle belirtiyor: “Ertesi günden
itibaren bütün mesaimizi olayın
aydınlatılması yönünde teksif ettik. Mehmet
Ağar, saldırganı konuşturacaklarından,
onların tabiriyle çözeceklerinden emindi.
Ama iki veya üçüncü gün ne olduysa oldu,
daha yasal gözaltı süresi dolmadan, benim
hatırladığım kadarıyla, tahkikat DGM’ye
geçti. Nusret Demiral ve ekibi olayı
devraldılar. Bundan sonra da biz İçişleri
Bakanlığı olarak takip edemez olduk.”
Kalemli, salon girişinde güvenliğin
gevşetilmesini sert bir çıkışla kendisinden
isteyen ANAP’lı yetkilinin ismini vermiyor.
Bu anlatımlardan çıkan sonuç şu: İlker
Tuncay, eğer ifade vermek zorunda kaldıysa,
bu ifadenin hangi makama verildiği, yazılı
mı, sözlü mü olduğu net değil.
MUSTAFA TAŞAR: BEN DEĞİLİM
Eğer o gün olaydan hemen sonra ankesörlü
telefon konuşmasını yapıp şüpheli
davranışlar sergileyen ANAP’lı İlker Tuncay
değilse kim? Faik Tarımcıoğlu’nun, “O da
gördü.” deyip tanık olarak gösterdiği ve
halen Anotolian News gazetesi Meclis
muhabiri olarak görev yapan Kemal Balcı, o
gün kongreyi Milliyet gazetesi muhabiri
olarak izliyordu. Balcı, Aksiyon’a şunları
anlattı: “Özal’ın konuşma yaptığı kürsünün
solunda basına yer ayrılmıştı. Konuşma
uzayınca salonun havasını almak için
gazeteciler oradan ayrıldı. Döndüğümüzde
başkaları oturmuştu. Biz de salonun ortasına
indik. Birden, kurşun yağmuru başladı. Panik
havası. Silahlar susunca, hızla salonun bir
adım dışındaki basın merkezine doğru koştum.
Gazeteyi arayıp haber verecektim. Peşimden
Mustafa Taşar koştu. ‘PKK yaptı, PKK’lı’
diye bağırdığını duydum. Telefonuma Derya
Sazak (Dönemin Milliyet Ankara Temsilcisi)
çıktı. Bu sözleri aktarınca, kaynağımı
sordu. Taşar olduğunu söyledim. Ancak, ben
konuşurken Taşar, ‘Ben görmedim, öyle
söylediler. Benim adımı karıştırma’ diye
bağırdı. 60 saniye içinde gelişti her şey.
Şahit olduğum telefon olayı budur. Ankesörlü
telefonla konuşan birini hatırlamıyorum.
Ancak, Faik Tarımcıoğlu söylüyorsa doğru
olabilir. Ankesörlü telefon bizim tarafta
yoktu. Protokol ve diğer girişlerde vardı.”
Özal konuşurken içeri giren çelengin
taşıyıcılarından birinin Demirağ olduğu,
silahın da çelengin içinde içeri sokulduğu
tezine ilave olarak gazeteci Balcı şu tezi
de öne sürüyor: “Güvenlik kontrolü sırasında
beraberindeki kalabalığa zorluk
çıkarılmasına sinirlenen bir milletvekilinin
‘Bunlar benim adamlarım’ diye bağırdığı,
Demirağ’ın o kalabalığa karışarak içeri
girdiği anlaşıldı. Doğrusu, olayın tam
manasıyla aydınlatıldığı da söylenemez.”
Bu durumda, acaba telefonda konuşan kişi,
dönemin ANAP Genel Sekreteri ve kongrenin
baş sorumlusu Mustafa Taşar mıydı? Kongrede
o gün güvenliğin gevşetilmesinde etkili
olduğu eleştirilerine muhatap olan
kişilerden biri Mustafa Taşar. Taşar, İlker
Tuncay ile birlikte kongrenin
organizasyonunda en tepedeki kişiydi.
Özal’ın salona gelişine yakın saatlerde
kapıdaki yığılma üzerine, “partili
arkadaşlarımız” dediği kişilerin polise emir
verdiğini belirtiyor, ama “Emri veren ben
değilim” diyor. Taşar’a göre bu emri veren
kişi İlker Tuncay: “Kapıların güvenliğinden
sorumlu kişi İlker Tuncay ve şu anda ismini
hatırlayamadığım başka bir milletvekiliydi.
İkisini koymuştuk oraya. Güvenliği
sağlamakla görevli İlker Tuncay’dı.
Kapıların açılmasından sorumlu olan da o.
Dışarıda delegeler tek tek aranarak giriyor
ya, İlker ve diğer arkadaş kapıda, tabii
delegeler de bunları tanıyor. Artık
kongrenin başlamasına yakın, bu delegeler,
içeri giremiyoruz, deyince böyle bir
pozisyon çıkıyor. İçeride seçimde bu
delegeler bize oy vermez düşüncesiyle ve
delegenin baskısına dayanamayıp polise
kapıları açın demişler. Bunda da bir
kasıtları olduğunu zannetmiyorum. Tamamen
delege ve seçimle alakalı bir şey.”
Taşar, ankesörlü telefonda konuşan kişinin
kendisi olmadığını anlatırken ise şöyle
konuşuyor: “O Kapıda değildim. Olaylar
olduğunda gazeteci Canan Gedik’le beraber
salonda sohbet ediyorduk. Salonun dışındaki
oturma yerlerinin kapısında. Hatta olay
olduğunda annemle babam da salondaydı.
Onların yanına koştum. Babam yere yatmıştı.”
Taşar, olaydan sonra gazetecilere, “PKK’nın
işi” dediğini ise doğruluyor: “Öyle bir şey
dediğimi hatırlıyorum. Dev-Sol mu, PKK’ mı,
öyle bir şey dedim. Sonradan ülkücü çıkınca
Allah Allah diye şey ettim. Ama özellikle
gazetecilerin yanına gidip de demiş
değilim.”
ŞIVGIN: İKİ METREDEN VURACAKLARDI
Mustafa Taşar, İlker Tuncay’ın suikast
olayından sonra sorgulanıp sorgulanmadığı
hakkında bir bilgisi bulunmadığını
belirtiyor: “Kapıda güvenlikten sorumlu
olduklarına ve kapıyı açın dediklerine göre
onlara bir şeyler sormuşlardır. Ama bir
bilgim yok…” Taşar, o günlerde yine kendi
ismiyle birlikte gündeme gelen bir başka
konuyu ise şöyle anlatıyor: “Kartal Demirağ,
Afyon cezaevinden Çanakkale kapalı cezaevine
nakledilmiş. O arada, Alparslan’la
(Pehlivanlı) Mustafa nakil için aracı
olmuşlar diye bir iddia çıktı. Onun da öyle
olmadığı meydana çıktı. Çünkü cezaevi, polis
ve gümrükçü nakillerine asla aracı olmamak
gibi bir prensibim vardı. Alparslan da benim
yardımcımdı. Ben genel sekreterdim, o genel
sekreter yardımcısıydı.” Ancak Taşar’ın bu
sözlerine karşılık Faik Tarımcıoğlu,
“Kartal’ı açık cezaevine aldıran kişi
Pehlivanlı’ydı. Bu o günlerde ortaya
çıkmıştı.” diyor. Kırıkkale Milletvekili
Pehlivanlı, 14 Nisan 1994 günü Kırıkkale’nin
Keskin ilçesinde uğradığı silahlı saldırı
sonucu hayatını kaybetti.
İlker Tuncay ve Mustafa Taşar’ın ortak
özelliği 1991 yılında ANAP Genel Başkanı ve
Başbakan olan Mesut Yılmaz döneminde
hükümete girmeleri. İlker Tuncay, Tarım ve
Orman Bakanı; Mustafa Taşar, Devlet
Bakanı’ydı. Taşar sonraki yıllarda yine
Yılmaz hükümetlerinde Çevre ve Turizm
bakanlıkları da yaptı.
ANAP’lı bakanlardan Halil Şıvgın, Özal’ın en
yakınındaki isimlerden biriydi. ANAP’ın
kurucularından olan Şıvgın, kongrede
güvenlik tedbirlerinin kaldırılması ile
suikast olayı arasında ilişki olduğunu dile
getirenlerden. Şıvgın, Aksiyon’a yaptığı
açıklamalarda, o gün kongre salonunda
güvenlik açısından ihmalin tespit edildiğini
belirtiyor: “İşte, sıkışıklık yaşandığı
gerekçesiyle güvenlik tedbirleri 30-40
dakika kaldırılmış. İnsanlar, kontrolden
geçirilmeden içeri alınmış. Mesela, büyükçe
bir çelenk getirilmiş, hiç kontrol
edilmemiş. Demirağ’ın, böyle girdiği iddia
edildi. O zaman, bütün bu iddialar parti
içinde sorgulandı. Kongrenin güvenliğinden
sorumlu arkadaşlara, hata yaptıkları
söylendi. Evet, İlker Tuncay ve Mustafa
Taşar güvenliği sağlayamamışlardı. Bu kadar
güvenlik önlemi niye alındı da, kaldırıldı?
Efendim, polis partililere eziyet etmiş.
Oysa, tedbir tedbirdir.”
Özal’ın suikast olayını çözdüğüne inanan
Şıvgın, olayın “ihanet” ile “dalalet”
arasındaki bir çizgide geliştiği gibi çok
çarpıcı bir imada bulunuyor: “Basın rahat
çalışsın diye, salonun ortasına platform
konulmuştu. Bezle de örtülmüştü. Suikastçı,
önce o örtülerin arkasında gizlenmeyi
planlamış. Özal solanda tur atıp kendisine
ayrılan yere oturacak, o da iki metre
mesafeden ateş edecek. Ancak, Özal, zar zor
tur atınca kendisini kürsüye çıkardım. Semra
Hanım, ‘Ameliyat geçirdi. Bir daha inip
çıkmasın, konuşmasını yapsın.’ dedi. Özal
inmeyince plan değişti. 2 metrelik mesafe
uzadı. Yine de adam, iyi atış yaptı ama
kurşun mikrofona çarpıp yön değiştirdi. Özal
elinden yaralandı. Aslında, Özal olayı çözdü
kafasında. Ancak, fazla üzerine gitmedi.
ANAP’a yönelik bir operasyon söz konusuydu,
ihanet ve dalalet arasındaki çizgiyi
kendince yorumlamıştı.”
POLİS HÂKİMİYETİ KAYBETMİŞTİ
ANAP’lı bakanlardan Hasan Celal Güzel ise
Özal’ın kardeşi Korkut Özal’ın suikast
konusunda bildiklerini açıklamasını istiyor:
“Dönemin Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar
suçlanınca, ‘Sıkı güvenlik uyguladık.
Herkesi arıyorduk, delege dışında kimseyi
içeri almıyorduk. Ancak, ANAP’lı bazı
yöneticiler, milletin dışarıda kaldığını,
siyasi parti olduklarını söylediler’
demişti. Kartal Demirağ’ı değil de,
insanları Mustafa Taşar’ın aldırdığı da
söylenmişti. Böyle olunca, polis hâkimiyeti
kaybetti. Salonun içi o gün, lüzumsuz
adamlarla doluydu. Seyyar satıcılar bile
vardı. Bu, bilinçli mi yapılmıştı? Şimdi,
koskoca emniyeti ve kongre güvenliğinden
sorumlu partilileri suçlayamam. Bunu
söyleyecek delil sahibi değilim. Suikastın
perde gerisiyle ilgili olarak Özal bana,
‘Teşhis edebiliyorum ama karıştırmaya lüzum
yok’ demişti. Yalnız, ideolojik bir terör
örgütünün işi olmadığını, menfaatine
dokunulanlar ya da büyük ekonomik menfaat
peşinde koşanlar olduğunu düşünüyordu.
Korkut Özal’a açıkladığı söyleniyor. Hâlâ,
niye saklandığını anlamış değilim. Benim
ağabeyime yapılmış olsa, hukukî yollarla
canına okumak için elimden geleni yapardım.”
Korkut Özal, ağabeyi Turgut Özal’ın,
ölümünden önce suikast olayının arkasındaki
isimlerden birini kendisine açıkladığını
belirtiyor. Nitekim, konuyla ilgili olarak
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı
Cevdet Volkan’a 1998 yılında ifade verdi.
Bir süre sonra Milliyet gazetesi, Korkut
Özal’ın bu ifadesini ele geçirip 24 Haziran
1998 tarihinde yayımladı. Habere göre
Özal’ın DGM’ye verdiği isim, Hürriyet
gazetesinin eski sahibi ve halen İsviçre’de
yaşayan Erol Simavi’ydi. Simavi haricinde, o
dönemde ANAP’ta politika yapan Kaya Erdem
de, örtülü suçlamaların hedefi oldu. “Özal
gitseydi yerine o gelecekti.” iddialarına
karşılık Erdem, “O tarihte benim Özal’ın
yerine genel başkan ve başbakan olma şansım
yoktu.” diyerek bu suçlamaları kesin bir
dille reddetti. Yine suikast olayı ile
dolaylı olarak ilişkilendirilmeye çalışılan
kişilerden biri emekli Orgeneral Sabri
Yirmibeşoğlu oldu. Yirmibeşoğlu da bu
iddialara, “Özal beni tutan biriydi. Ona
karşı olmam söz konusu değildi. Bu iddialar
deli saçması.” cevabını veriyor.
|