YAVUZ
SULTAN SELİM VE
İTTİHAD – I İSLÂM
Her
zamankinden fazla muhtaç olduğumuz İttihad-ı İslâmın tesisiyle,İslâm alemini
yek-vücud halinde bir araya getirib madden ve mânen kuvvetlendirmesiyle
marufdur Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri...
Çünkü,kendi
zamanındaki en önemli meseleler,iç meseleler idi. Mücadelesi batıyla değil,doğu
ile idi. İran idi. Safevilerin ehli sünnet düşüncesini tehdit eden yayılmacı
hareketlerine İslam alemi çapında tedbirler alan Yavuz,Haleb’de Cuma günü Melik
Zahir camiinde İmamın,Hâkimul Haremeyn- sözüne karşı –Hâdimul Haremeyn- yani
Mekke ve Medine gibi mukaddes beldelerin hakimi değil,Alemi İslâmın hizmetkarı
olduğunu bizzat göstermiştir.
Bediüzzamanın
ifadesiyle:
“Sultan
Selim'e biat etmişim, onun İttihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira o,
vilâyat-ı şarkiyeyi (doğu vilayetlerini) ikaz etti, onlar da ona biat ettiler.
Şimdiki Şarklılar, o zamandaki Şarklılardır. Bu meselede seleflerim; Şeyh
Cemaleddin-i Efganî, allâmelerden Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abdüh, müfrit
âlimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve İttihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal
ve Sultan Selimdir ki demiş:
İhtilâf
ü tefrika endişesi,
Kûşe-i
kabrimde hattâ bikarar eyler beni;
İttihadken
savlet-i a'dayı def'e çaremiz,
İttihad
etmezse millet, dağıdar eyler beni...”[1]
Hayatı
boyunca hedef ve gayesini bu şiirleriyle ifade etmiştir:
Şu andaki doğunun sulh ve emniyeti
için;ya Yavuz gibi biri olacak veya onun uygulamış olduğu İttihad-ı İslâm
uygulanarak,ikazlarda bulunulacak. Aksi takdirde bunun dışındaki
uygulamalar,geçici pansuman ve geçici uyuşturmadan öteye gitmez.
Yavuz Sultan Selim,cesaret ve
haşinliğini sırf milletinin emniyet ve selameti uğruna kullanmış ve
göstermiştir. İmandaki Tevhidin amelde de tezahürünü sağlamak amacıyla düşmana
karşı gayet şiddetli,ehli imana karşı ise gayet merhametkâr idi.
Bu zat aynı zamanda tarihte Dönme ve
Devşirmelerin hakimiyetini de basiretiyle görüb,kaldırmıştır.[2]
Osmanlı Padişahlarının dokuzuncusu
olan bu zat;etrafında ihanet çemberi oluşturan vezirleri
temizleyip,yeniçerilerin keyfi ve zalimane uygulamalarına dirayetiyle son
verib,frenler.
Veli olan Yavuz,fıtratı gereği yavuz
ve atik idi. Daha küçük yaşında iken tahta oturmaya namzed olmak için maddi ve
manevi terbiye ve bilgiyi beraber götürüyordu.
Birdenbire tahta oturtulmuyor. Bir
çok aşamadan geçiriliyor. Tecrübe sahibi oluyordu.
Tarihin hiçbir devir ve
döneminde,Şiiliğin temsilcisi İran’ın evvela Hz. Ömer’in sonra da Yavuz’un
darbesiyle hızını kesib duraklaması olmasa idi,değil İslâm aleminde,belki dünya
çapında hakimiyetini ve tasallutunu sürdürecekti. Hz. Ömer’in darbesinin
intikamını tüm İslâm alemine ödettireceklerdi. İşte Yavuz’un sed olmasıyla bu
intikamlarını gerisin geriye teptirmişti.
Fatih karadan gemileri
yürütürken,Yavuz’da topları dağdan aşırır.
Yavuz;Cemal Paşanın küçük birlikler
ve de motorlu vasıtalarla 12 günde geçtiği o koca Tih çölünü,80 bin askeriyle
13 günde geçer. Çünkü onun muallimi Muhiddin-i Arabi,Rehberi ise,Rasulullah’dı.
Hilafeti getirmekle (20-Şubat-1517)
İslam aleminin birliğini sağlayan bu zat,3-Mart-1924’de:”Halife Hal’
edilmiştir. Hilafet hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç
olduğundan makamı hilafet mülğâdır.” ifadesiyle ortadan kalkmış,eski düzenini
de kaybetmiştir.
Mısır seferine çıkan Yavuz
yolda,tarlada çift sürmekte olan bir ihtiyarla karşılaşır. Kendisini
tanımadığını zannettiği ihtiyara;Baba duydun mu? Padişah sefere çıkmış,Mısır’a
gidiyormuş? İhtiyar ise,inşaallah,hayırlı olur. Emeline nail ve muzaffer olarak
döner. Mevla yolunu açık eyleye.”der.
Yavuz:”dede,uzaktan geliyoruz,ben ve
ordum açız,yiyeceğin var mı?”der. İhtiyar ise;Pilav pişmek üzere,işte
orada,karnın doyuncaya kadar ye. Sen de,askerin de yesin. İnşaallah,hepinize
yeter.”der. Ve bütün ordu pilavdan yer,doyar. Ancak pilavda eksilme yoktur.
Nihayet Yavuz savaşa gider,galib
olur. Zafer elde edilir. Dönüşte ihtiyara uğrar. Çünki kerametini görmüştür.
İhtiyara bir isteğinin olup olmadığını sorduğunda,ihtiyar mendilini ister.
Çünkü Yavuz savaşta kolundan hafif yaralandığında yanındaki askerin mendiliyle
kolunu bağladığını hatırlar. demek ki o er bu zat idi. Kendisini yalnız
bırakmayan,koruyan Veli Dede Molla’nın olduğu anlaşılır. [3]
Yine Yavuz Mısır seferinde iken yanından
hiç ayırmadığı Şeyhul İslâm İbni Kemal’in atının ayağından sıçrayan çamur
Yavuz’un beyaz elbisesini kirletir. O Celalli sultan ise:”Alimlerin atlarının
ayaklarından sıçrayan çamur bizim için süstür. ve bu kaftanımı alın,öldüğümde
tabutun üstüne örtersiniz.” İşte ulemaya hürmet...
İbni Kemal Kur’an âyetlerine
dayanarak,Belgelerle Mısır’ın fethedileceğini ve bunun da ayetteki Cifir
hesabınca Hicretten 922 yıl sonra olacağını genişçe açıklamaktadır. Dayandığı
âyet ise;Enbiya 105’dir. Ve ayriyeten;A’raf.137,127,Kasas.5-6,Maide.21,Yusuf.21.
Ve o ordunun başında da Selim isminde biri bulunacağını belirterek bunu Yavuz’a
arz eder.
Yavuz,İslâm alimlerince de Müceddid
olarak bilinmektedir.
Muhyiddin-i Arabi’nin kerâmetvâri
sözü ki:” Sın – Şin’e girdiğinde benim kabrim ortaya çıkacaktır.” Böylece bu
kerâmet Selim’in 15-Eylül-1516’da (-S- olan Selim’in baş harfinin,Şin olan yani
Şam’ın baş harfi olan) Şam’a girib, Muhyiddin-i Arabi’nin terkedilmiş olan
kabrini ortaya çıkarmakla zahir olmuş,gerçekleşmiştir.
Topkapı hazine dairesinde bulunan 33
satırlık bir kitabe H.880 (M.1475)’de yazılmış olup,Osmanlıların Mısır’a
gireceği haber verilmektedir.[4]
Yavuz çölde giderken atından iner,yayan yürür.
Hayretle sebebi sorulduğunda cevaben:”Görmüyor musunuz? Peygamberimiz önde
yürürken,ben nasıl atla giderim.”der.
Mısır seferine giderken kasıdlı
olarak bir elma bahçesinden geçer. Çölde konakladığında gönlünün elma
istediğini,askerlere bakıp,varsa getirilmesini söyler. Ancak aranır,bir tane
bile elma çıkmayınca:-Bu askerlerle Mısırı değil,dünyayı fethederim.-der.
Yine sefer sırasında üzüm
bağlarındaki tiyeklerin üzerinde içerisine para konulmuş bazı keseler bulunur.
Bunlar ise,ihtiyacı olup üzüm alan askerlerin fazlasıyla koymuş oldukları para
keseleridir. İşte dürüstlük. Çünkü onlar yıkıma değil,yapıma gitmektedirler.
Günlerce süren yolculuk askeri
bî-tâb düşürür,çileden çıkarır. Öyle ki,Yavuz’un çadırı bile oklanır.
Çadırından celadetle çıkan Yavuz,atına atlar o hışımla Mısır’a kadar varılır.
Artık Mısır düşmüş,zafer mukadder olmuştur.
Tâc-ut Tevârih’de belirtildiği
gibi:”Yavuz Selim’e kapu ağası Hasan Can tarafından rüyasında,Davet-i nebeviye
ulaştırılır. Şöyle ki:”Konağın kapısı hızlı hızlı dövülmektedir. Ağa kalkıp da
kapıya baktığında,kapının önünde başı sarıklı,elleri bayraklı pür silah nurani
kimselerle dolup taşmaktadır. Önlerinde de dört kişi bulunup,kapıyı
çalıp,elinde bizzat padişahın sancağını
tutan şahıs ise şöyle demektedir:”Bu dört kişi Ebubekir,Ömer ve
Osman’dır. Ben ise Ali bin Ebi Talib’im. Gördüğünüz kimseler ise Hz. Rasulullah
ve ev halkıdır. Bizi o gönderdi. Selim Hana selam ediyor ve buyuruyor ki;Kalkıp
gelsin ki Haremeyn’in hizmeti ona buyuruldu.”
Bunu Yavuz’a anlatan Hasan
Can’ın,gözü yaşlı Yavuz’dan aldığı cevab ise enteresandır:”Biz sana demez miyiz
ki,biz bir tarafa memur olmadan hareket etmemişizdir. Atalarımız velayetten
behremend idi,kerâmetleri vardı.(Zahirdi) İçlerinde biz onlara
benzemedik.(zahir etmedik)” Mütevazi haşmetli sultanın maddi ve manevi bir
saltanatı...
Dedesi Fatih’in açtığı çağı
kapattırmayan yavuz ruhlu sultan,daha
Trabzon beyliğinde iken tesbit ettiği 40 bin Şii ajanın Osmanlı için bir çıban
başı olduğunu basiretiyle müşahede etmiştir.[5]
Özetle diğer bir keramet ve velayeti
asırlar sonra bile görülür:
-Yavuz’un Türbedârının hanımı hamile
olup,gönlü kiraz ister. Zamanı olmayıp pahalı olduğundan alamaz. Türbeyi
süpürürken süpürge sapıyla Yavuz’un
sandukasına vurarak:”Hey koca sultan! Sana senelerdir hizmet ediyorum,bir
defacık olsun himmet etmedin. Ne olacak şimdi benim halim? Kiraz alacak param
yok. Hanımın hali de meydanda?..”
Ertesi gün Sultan Abdulhamid’in
adamı tarafından çağrılır ve huzura çıkar. Sultan sorar:”Dedem Yavuz Selim
Han’ın türbedarı sen misin?”-Evet-der.
Sultan sorar:”Söyle bakalım,dün
türbede neler oldu? Derdin nedir? Bir meselen olmalı?
Zihnini yoklar,bir çok şeyler
düşünür ve hissederek anlatır:”Sultanım hanımımın üzeri yüklü. Benden kiraz
istedi. Çok pahalı olduğundan alamadım. Bunun için de veli nimetim Sultan selim
Han’ın sandukasına dokundum,bunca yıldır hizmetini görürüm,bir himmetini
görmedim,dedim.”ve Abdulhamid Han ise:
“Sen orada dedemin sandukasına
vurdun,o da burada sabaha kadar benim başıma vurdu. Al şu bir kese altını,bir
daha böyle şeyler için selim Han dedemi rahatsız etme,doğruca bana gel!” Ve
emir subayına dönerek:”Selim han dedemin türbedarının maaşı iki misline
çıkarılsın,sıkıntıdan kurtulsun. Bir derdi olunca da hemen bana gelmesine izin
verilsin.”[6]
Ve maaşının arttırılmasını emreder.
Yavuz;can kardeşi Hasan Can’
O Sultan ki;Çaldıran’da,Mercidabık
ve Rıdaniye’de zaferler elde eden arslan sultan neticede Şirpençe’ye 8Bir
rivayete göre;yarasına sürülen zehirle öldürülerek) mağlub olmuştur.
Şeyhul İslâm İbni Kemal Yavuz’un
vefatına şiirle tarih düşer:
Az zaman içre çok iş itmüşdü
Sayesi olmuş idi alemgir.
Şems-i asr idi,asırda şemsin
Zılli memdud olur müddeti kesir...
-Reis-ül Küttab Hüseyin’in:”Bedayiül
Vakâyi’” adlı eserinde;21-Eylül-1520 tarih Cuma akşamı vefat eden Yavuz;”Naşı
yıkanırken sağ eli ile iki kere setri avret ettiğini müşahede ederek her biri
hayret edip tekbir ve salavat getirdiler.”der.[7]
Yavuz Mısır’dan hilafetle beraber
Kutsal Emanetleri[8]
getirir,Topkapı da 40 hafız 24 saat boyunca orada Kur’an-ı Kerim’i okur ve
kırkıncısı da kendisidir.
Yazar Nezih Uzel Yavuz’a aid olduğu
belirtilen Portrenin Yavuz’a aid olmadığına delil olarak:”1)Başındaki sarık
hiçbir Osmanlı Padişahı tarafından takıldığı görülmemiştir.
2)Boynundaki inci gerdanlık hem yakışıksız,hem de
oğlu Süleymana söylediği sözünde:”Oğlum,süslerin ile anana giyecek elbise
bırakmamışsın.” Buda onun süsü sevmediğini gösterir.
3)Kulağındaki küpe Mengüçlülere aid bir işaret olup,bu
resmin Şah İsmaile aid olduğu ifade edilir.
Bu tablonun bir benzeri İsfehan’da bir caminin
tavanında bulunmakta ve bu resim İngiltere’de basılan:”Atlas of the Islâmic
World”kitabında vardır.
Şah İsmail Erdebil sofilerinden Kutbeddin Haydar’ın
dervişidir.
Yine sakalı kesib,bıyık bırakmak bir İran
geleneğidir. Gerdana inci takmak da bir İran adetidir.”[9]
İttihad-ı
İslâm konusunda Bediüzzaman Hazretleri şu tesbitlerde bulunur:
“Hasmınız
ve İslâmiyet düşmanı olan firenkler dindeki lâkaydlığınızdan pek fazla istifade
ettiler ve ediyorlar. Hattâ diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâma zarar veren,
dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i
millet namına, bu ihmali a'male tebdil etmeniz gerektir. Görülmüyor mu ki,
İttihadcılar o kadar hârika azm ü sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâm'ın şu
intibahına da bir sebeb oldukları halde, bir derece dinde lâübalilik tavrını
gösterdikleri için, dâhildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki
İslâmlar dindeki ihmallerini görmedikleri için hürmeti verdiler.”mesnevi.100.
“Bu vatanda şimdilik dört parti var.
Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâm'dır.”[10]
İttihad-ı İslâmın gerçekleşebilmesi
için ölçü olarak:
“İttihad-ı İslâm Partisi: Yüzde altmış-yetmişi tam mütedeyyin olmak
şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini, siyasete âlet etmemeğe, belki
siyaseti dine âlet etmeğe çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i
İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete
âlet etmeğe mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.”[11]
“Millet Partisi ise: Eğer İttihad-ı İslâm'daki esas olan
İslâmiyet milliyeti ki, Türkçülük onun içinde mezcolmuş bir millet olsa; o
Demokrat'ın manasındadır. Dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur.
Firenk illeti tabir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i
İslâmı parçalamak için içimize bu firenk illetini aşılamış. Fakat bu hastalık
ve fikir, gayet zevkli ve cazibedar bir halet-i ruhiye verdiği için pek çok
zararları ve tehlikeleriyle beraber, zevk hatırı için her millet cüz'î-küllî bu
fikre iştiyak gösteriyorlar.”[12]
Bu vazifenin deruhte edilmesinin,ona
zemin hazır etmenin ve de zor olduğunu şu ifadeleriyle belirtirler.
“Ümmetin
beklediği, âhir zamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimmi ve en büyüğü
ve en kıymetdarı olan îman-ı tahkikîyi neşr ve ehl-i îmanı dalâletten kurtarmak
cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmiha Risale-i Nurda görmüşler.
İmam-ı Ali ve Gavs-ı Âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o
gelecek zâtın makamını Risale-i Nurun şahs-ı mânevîsinde keşfen görmüşler gibi
işaret etmişler. Bâzan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine vermişler, o hâdime
mültefitane bakmışlar. Bu hakikatdan anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek
zat, Risale-i Nuru bir programı olarak neşr ve tatbik edecek. O zâtın ikinci
vazifesi, Şeriatı icra ve tatbik etmektir. Birinci vazife, maddi kuvvetle
değil, belki kuvvetli îtikad ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci
vazife, gayet büyük maddî bir kuvvet ve hâkimiyet lâzım ki, o ikinci vazife
tatbik edilebilsin. O zâtın üçüncü vazifesi, Hilâfet-i İslâmiyeyi İttihad-ı
İslâma bina ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip Dîn-i İslâma hizmet
etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla
tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade
kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir
dairede ve şa'şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avâmın nazarında daha ehemmiyetli
görünüyorlar.”[13]
İttihad-ı
İslâmın tahakkuku alt yapının,İman alanındaki hizmetin tahakkukunun bir
neticesidir. Efradının içtimaıyla vücud bulur.
“Ben kusurlu
fehmimle şu zamanda heyet-i içtimaiye-i İslâmiyeyi, çok çark ve dolapları
bulunan bir fabrika suretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri
kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka çarka tecavüz etse; makinenin mihanikiyeti
bozulur. Onun için, İttihad-ı İslâmın tam zamanı gelmeye başlıyor. Birbirinizin
şahsî kusurlarına bakmamak gerektir.”[14]
“İttihad-ı İslâmı meydana getirmek için çalışan ehl-i İslâma yegâne
çarenin Risale-i Nur olduğu mütehassıs zatlar tarafından kabul ve tasdik
edilmektedir. Hem, bugünkü dünyadaki ihtilâfları halledecek olan; aklen, fikren
terakki etmiş yirminci asır insanlarına hak ve hakikatı anlatabilecek yepyeni
bir ilmî keşfiyatı ve bir teceddüdü Amerika'da, Avrupa'da hususan Almanya'da,
taharri eden cereyanlar meydana gelmiş; eğer idrak edebilirler ve
görebilirlerse, işte Risale-i Nur Külliyatı... Nitekim bu hakikatın idrak
edilmeye başlandığını gösteren emareler bahtiyar Alman Milleti içinde
görülmektedir.”[15]
“Tekraren
söylüyorum ki: İttihad-ı İslâm hakikatında olan İttihad-ı Muhammedî'nin
(Aleyhissalâtü Vesselâm) cihet-i vahdeti tevhid-i İlahîdir. Peyman ve yemini de
imandır. Encümen ve cem'iyetleri, mesacid ve medaris ve zevayadır. Müntesibîni
umum mü'minlerdir. Nizamnamesi Sünen-i Ahmediye'dir (Aleyhissalâtü Vesselâm).
Kanunu, evamir ve nevahi-i şer'iyedir. Bu ittihad, âdetten değil, ibadettir.”[16]
“İhfa
ve havf riyadandır. Farzda riya yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi,
ittihad-ı İslâmdır. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib ve muhit
ve merakiz ve meabid-i İslâmiyeyi birbirine rabtettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle,
onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile
sevketmektir.”[17]
“Bu
ittihadın meşrebi, muhabbettir. Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır.
Gayr-ı müslimler emin olsunlar ki bu ittihadımız, bu üç sıfata hücumdur. Gayr-ı
müslime karşı hareketimiz ikna'dır. Zira onları medenî biliriz. Ve İslâmiyeti
mahbub ve ulvî göstermektir. Zira onları munsif zannediyoruz. Lâübaliler iyi
bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebiye sevdiremezler. Zira
mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu
ittihada tahkik ile dâhil olanlar, onları taklid edip çıkmazlar. İttihad-ı
Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) olan ittihad-ı İslâmın efkâr ve meslek ve
hakikatını efkâr-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba
hazırız.”[18]
Bediüzzaman
özellikle hayatının ilk dönemlerinde İttihad-ı islâm;ittihad-ı İslâm lehinde
çokça mücadele de bulunmuştur.[19]
Ehemmiyetine
binaen bu İttihadı İslâmın vücuduna çalışan Bediüzzaman;önemine binaen bunu
siyaset aleminde değil,Diyanet aleminde aramıştır. İsabet etmiştir. Ölçüyü de
belirlemiştir.[20]
MEHMET ÖZÇELİK
[1] Tarihçe-i Hayat.67.
[2] Bak.Yalan Söyleyen Tarih Utansın. M.Müftüoğlu. 3 / 25.
[3] Bak.Türkiye Gazt.M.K.Öke.18-3-1991.
[4] Bak.Zafer Dergisi.1987.
[5] Bak.Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi.(Heyet) 10 / 293.
[6] Bak.Zaman gazt.Ahmet Şahin.14-12-1993.Türbedarın torunu Hacı Muzaffer Ozak’a anlatmış.
[7] Agg.11-2-1993.
[8] 32 parça.Bak. Menakıb-ı İslam.Ahmed Rasim Bey.
[9] Zaman Gazt.23-11-1992.
[10] Emirdağ Lahikası. 2 / 162.
[11] Age. 2 / 162.
[12] Age. 2 / 163.
[13] Sikke-i Tasdik-i Gaybi.sh.9.
[14] Tarihçe-i Hayat.99.
[15] Age.696,722.
[16] Hutbe-i Şamiye.89.
[17] Age.89.
[18] Age.89.
[19] Şualar.450,456,495,542,562,Kastamonu Lahikası.79.
[20] Bak.Emirdağ Lahikası. 2 / 25,34,101,Tarihçe-i Hayat.54,62,66-68,143,580.