Sülemi ve Tasavvufi Tefsir ( süleyman ateş )
|
SÜLEMİ ve TASAVVUFİ TEFSİRİ Yazar: Süleyman ATEŞ
GİRİŞ Tasavvuf: Zühd ve takva ile ruhu temizlemek, kendi varlığını Allah'ın sevgisinde eritmek, kalbini masivadan boşaltıp Hak'ka tahsis etmek, kendini yok bilip onun varlığında yaşamak böylelikle Allah'ın cemalini müşahadeye Allah'ın cemalini müşahaseye ermektir.
Tasavvufun Menşei: Hz. Peygamber döneminde tasavvuf kelimesi kullanılmıyordu. Ama bir ruh hayatı olan tasavvufu Efendimiz ve ashabının yaşayışlarında bulmamız mümkündür. Hicri iki yüz yılından önce dünyayı bırakıp, nefislerini Allah ile geçiren riyazet yoluyla ruhi kabiliyetlerini geliştiren yoluna tasavvuf dendi. Efendimizin risaletden önce Hira mağarasına çekilip tefekkür etmesi, insanlığın halini düşünmesi onun hayatında tasavvufun olduğunun göstergesidir. Efendimizin dünyaya kapılmamayı salık vermesi, nefis tezkiyesi için İHSAN'ı tarif etmesi ve Hz. Aişe'nin "geçmiş ve gelecek günahların bağışlanmış değil mi" sözüne karşın "Allah'a şükredici kul olmayım mı" sorusunla cevap vermesi onun hayatında ruhi hayata ve nefis tezkiyesine verilen ehemmiyetin bir göstergesidir. "O gün ne mal, ne de oğullar fayda vermez, ancak Salim kalp getiren felah bulur" (Şuara 88) (Üç defa kalbini işaret ederek) "Takva buradadır, takva buradadır, takva buradadır" (Buhari, Müslim) "İyi bilin ki vücut da bir et parçası vardır ki, o düzelirse bütün vücut düzelir, o bozulursa bütün vücutda bozulur, dikkat edin o kalbdir" (Buhari, Müslim, İbn Mace) "İnsanların kalblerinin Allah'ı anması ve O'ndan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar, onların üzerinden uzun zaman geçti de kalbleri katılaştı, çoğu yoldan çıkmış kimselerdir" (Hadid 16) "Kalbleri Allah'ın zikrinden katılaşmış olanlara veyl!"(Zümer 22) Bu ve benzeri ayet ve hadisler İslâm tasavvufunun Kur'an ve Hadiste ki tohumlarıdır. Tasavvuf, zühd hareketinin gittikçe gelişen bir neticesidir. Kur'an da Zahid şöyle tavsif edilir. "Tevbe edenler, ibadet edenler, Allah uğrunda seyahat edenler, secde edenler, iyilikle emir ve kötülükten nehyedenler, Allah'ın sınırlarını koruyanlar işte o mü'minleri müjdele" (Tevbe 112) Zikir kelimesi sadece namaz anlamında kullanılmamıştır. "Onlar ki ayakta, oturarak, ve yanları üzerine yatmışken Allah'ı anarlar" (Al-i İmran 191) ayeti ve hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah'ın gölgelendireceği yedi kişi sayılırken "ve Allah'ı tenha bir yerde zikredip de gözleri dolan adam" (Buhari) hadisi zikrin sadece namaz olmadığını gösteriyor. İslamda ruhban hayatı yoktur. Dünya ukba muvazenesi vardır. Tıpkı efendimizin yaşantısı gibi. Kılı kırk yarar derecesinde yaşanan çıhar-ı yar-ı güzin efendilerimizde zühdün timsalleridir. Tasavvufun Gelişmesi Sahabe ve tabiin devrinde ruhlara hakim olan Mehafetullah ve zühd hareketi, teba-i tabiin döneminde tasavvufa inkılap etti. Hasanü'l Basri ve Rabiye-i Adeviyye taavvuf ekolünün ilk temsilcileridirler. Mehafetullah'ın temsilcisi H. Basri (ra) zerre miktar salim vera bin miskal oruç ve namazdan hayırlıdır" derken Mehafetullah'ın yanı sıra Muhabbetullah'ın da temsilcisi olan Rabiye (ra)"istiğfarımız da istiğfara muhtaçtır" ilahi seni seven kalbi cehennem de yakar mısın?" diyerek eriştikleri aşk-ı ilahi seviyesini göstermektedir. İslâm tasavvufu nev-i şahsına münhasır bir mistisizmdir. Bir takım mistisizmlerden İslâm tasavvufu çok da az olsa etkilenmiştir. Ama tasavvufun özünü bozacak mahiyette değildir. Tasavvufun tekamülüyle bir ilim haline gelen ilm-i tasavvuf İbn-i Haldun'a göre ikiye ayrılır. 1- Mücahede ve riyazat ilmi ki buna muamele ilmi denir. 2- Mükaşefe ve batın ilmi (ilm-i ledün) Attara göre Sufilerin ilmi Eddebeni rabbi (Rabbim beni terbiye etti) nevindendir. Ancak ilm-i tasavvufu, tasavvuf erbabı anlayabilir. O yüzden tasavvuf büyükleri avama anlattıkları dilden konuşmayı salık vermişlerdir. Ancak sufilerin sekir halinde söylediklerini ehl-i tasavvuf hoş karşılamayıp buna ŞATH demişlerdir. Bayezid'in "öyle bir deniz geçtim ki, peygamberler onun kıyısında durdu" sözü bu kabildendir. Tasavvufi Tefsirler Kur'an'ın manasını ilm-i ledünnle anlayan ehl-i tasavvuf kendilerine has tefsir ilminin doğmasına neden olmuşlardır. Ancak zahiri ulemadan çekindikleri için bu fikirlerini açıkça sarfetmemişlerdir. Bundan dolayı remiz, ima ve işaret yolunun tutmuşlardır. Ameli ve nazari olarak ikiye ayrılan tasavvuf iki ayrı tefsir ekolü geliştirmiştir.
1- İşari Sufi tefsiri: Sülûk erbabının bulunduğu makamda kendisine doğan ilham ve işaretlere göre mâna vermesidir.
2- Nazari Sufi tefsiri: Tetkiklere ve felsefi öğretilere dayandırılıp sufilerin kendi görüşlerine uygun düşecek şekilde manalandırmalarıdır. İşari tefsire "Allah size zahir ve batın ni'metlerini bolca ihsan etti" (Lokman 20) ayetiyle işaret edilmektedir. Yani Kur'anın bir zahiri birde batın yönü vardır. Ayrıca Efendimizin "ilim ikidir: Biri kalpte gizli bir ilimdir ki faydalı olan da odur." Hadisi sure tefsir için delildir. Ayrıca Hz. Ömer'in Efendimizden "Bugün size dinimizi tamamladım" ayetini duyup bunun aslında efendimizin irtihali anlamına geldiğini anlayıp hıçkıra hıçkıra ağlaması Kur'anın zahiri manası Mücerred arapça mavhumudur. Batıni manası ise lafızlar ve terkiplerin arkasında kastedilen manasıdır. Zahiri manayı anlamak için iyi bir Arapça bilgisi gerekirken batıni manayı anlamak için Allah'ın kalbe atacağı nura, basirete ve kalb ehli olmaya bağlıdır. Batın mananın sıhhatli olabilmesi için: a) Batın mananın zahir manayla çelişmemesi b) Bu mananın doğruluğunun başka bir yerde de ispatlanması c) bu manaya Şer'i ve akli muarizin bulunmaması d) Bu mananın tek mana olduğunun ileri sürülmemesi gerekir. Kabul şartlarına haiz olmayan işari tefsirler olduğu gibi tamamen Kur'anın zahiri yönünü inkar eden batıni tefsirler vardır: Bilhassa ihvan-ı safa ekolü bu ekolün temsilcisi sayılır. Görüşlerini kabul etmek mümkün değildir. Bunları birbirinden tefrik etmek için yukarıdaki şartlarla mukayese ederek sağlıklı bir sonuca varabiliriz.
BİRİNCİ BÖLÜM SÜLEMİ'NİN HAYATI, İLMİ KİŞİLİĞİ, ŞEYHLERİ TALEBELERİ VE ESERLERİ Sülemi'nin yaşadığı Miladi 10. asır hilafetin, Abbasi, Ermeni ve Fatımi olmak üzere üçe ayrıldığı İslâm aleminde birliğin sarsıldığı bir asırdır. Ebu Abdurrahman es-Sülemi, Hicri 325. Senesinde doğdu (M. 936) Anne ve Baba tarafı da arap olan çok sağlam ve ehl-i takva ve ehl-i Sufi bir ailede dünyaya gözlerini açtı. Çor erken yaşta zamanın hocalarından kitabet dersi almaya başladı. Sülemi zahiri ilimleri öğrenip icazet aldıktan sonra kendini tasavvufa verdi. Tasavvufta asıl üstadı Ebu'l-kasım en-Nasrâbâdi'dir. Tarikati ve süluk merhalelerini es-Su'lûki den aldı. Yine onun yanında Erbain halvetine girdi. Şeyhi Cenab'ı hakkın Süleminin kalbini açtığına muttali olmasıyla Sülemiye icazet verdi. Böylece hırka giyip şeyh olan Sülemi müritleri terbiyeye başladı. Tasavvuf çizgisinde hayatını sürdüren Sülemi Nişaburda 412/1023 te ebedi hayata gözlerini açtı. Sülemi'nin İlmi: Sülemi tasavvufta bir çığır açabilecek kadar geniş bilgiye sahip çok insanı etkilemiş ve örnek olmuş bir kişiydi. Sülemi Mutasavvıfların şeyhi, tarih, tabakat, hadis ilminin üstadıdır. Çoğunlukla döneminde ilim otoritesi olarak kabul edilen Sülemiyi tenkid edenler de vardır. Bunlar dahası çok mutasavvıflara muhalif olan Hanbeli'lerdir. Sülemi için yapılan tenkitler iki maddedir. 1- Sülemi Sufiler için Hakikü't-Tefsiri'i telif etti 2- Sûfiler için hadis uydurdu. Sülemiye hücum eden İbn-i Cevzi, Hakaikü't-Tefsir için, içindekilerin hiçbir asla dayandırılmadan yazıldığı, sufilerin hallerine göre yazıldı, Kur'anın özünden uzaklaşıldığını söyler. Oysa Sülemi bu kitabında kendi görüşlerine yer vermemiştir. Çeşitli Sufi tevillerini bir araya toplamaktan başka birşey yapmamıştır. Bu ilim alemine büyük hizmettir. Yoksa Hallac gibi bir sürü Sufinin görüşleri kaybolup gidecekti. Süleminin Sufiler için hadis uydurmasını Goldziher, Prof. Afifi ve Ömer Rıza Doğrul da kabul etmişlerdir. Sülemi Tabakatında yer verdiği 103 Sufiden 60 ının hadisi vardır. Bunların rivayetleri başka kaynaklarda da geçmektedir. Süleminin hadis çağında hadis uydurması mümkün değildir. Süleminin tabakatında zayıf hatta mevzu hadisler de vardır. Ama kendisi katiyyen hadis uydurmamıştır. Tabakatına aldığı hadislerin hepsinin kaynağı vardır. Süleminin Eserleri: 53 Şeyhi ve 24 talebesi olan Süleminin çok zengin bir kütüphanesi vardı. Hadis, tasavvuf ve tefsire dair eserler yazdı. Eserlerinin çoğu tasavvufi kitaplardır. Abdül Gafir'in beyanına göre 100'den fazla toplam 1000 cüz eseri vardır. Bize ulaşan eserleri: 1- El-uhuvve ve'l-Ahavât Mine's Safiyye 2- Âdabü't-Ta'azi 3- Âdâbü's sahabe ve Hüsnü'l üşre 4- Âdâbü's-Sufiyye 5- Âbâdül fakri ve Şara'ituh 6- El-Erbain fi'l Hadisi (Zühde dair kırk hadis 7- El-İstişhâdat 8- Emsalü'l-Kur'an 9- Beyanu Ahvali's-Sufiyye 10- Beyanu'l Züleli'l fukara 11- Cevami-ü Atabisarfiyye 12- derecâtü'l Mu'ameaat, 13- Deliü'l Afifin 14- el-fark Beyne ilmi'ş-şaria ve'l Hakika 15- el-fütüvve 16- Meseletü Deracâti's Sâdikun 17- Makamatu-l evliya 18- Menahicül arifin 19- Mihanü's Safiyiye 20- Mukaddime fi't-Tasavvuf 21- El- Meknun 22- Es-Sema ve toplam tasavvuf ağırlıklı 34- eseri elimizde mevcut.
II. BÖLÜM SÜLEMİ TEFSİRİ I. Sülemi Tefsirinin Kaynakları Hakaikte Hz. Peygambere Hz. Aliye, Abdullah İbn Abbasa ve bazı sahabelere ait tefsirler vardır. Sülemi referans olarak bunlardan yararlandıkları sonra başta Abdullah ibn-i mübarek, er-Razi, Ebu Muhammed olmak üzere toplam 74 müfessirden istifade etmiştir. II. Sülemi'nin Tefsirdeki Metodu 1- Rivayet Yönü: Sülemi, tefsirinde kendi fikirlerine çok az yer vermiştir. Açıkladığı bir ayet hakkında o zamana kadar sufilerin söyledikleri bütün sözleri cemetmiştir.
2- İsnad Zincir: Sülemi'nin isnat zincirini üç grupta toplayabiliri. 1. Nakledilenden zayıf ve şüpheli nakiller câfer-i sadıktan yaptığı nakiller gibi 2. Nakledilenden sahih fakat söylenenin hatta ettiği nakiller. 3. Sahih ve söyleyenin de isâbet ettiği nakiller. Sülemi tefsirinde hüküm bildiren ayetleri yorumlamaz kıssalar üzerinde pek durmamıştır. Söylediklerine Kur'an ve hadisten örnekler vermiş şiir ve fenafillah seviyesine çıkmış sufilerin hayat hikayeleriyle desteklemiştir. Çok az da olsa bilhassa Hz. Ademin yaratılışı cennet ve melekler gibi konularda israiliyattan etkilenmiştir. Dirayet Yönünden Sülemi Tefsiri Süleminin tefsiri re'ye dayandığı için dirayet tefsirlerine girer. Başlıca dirayet özellikleri şunlardır.
a- Fıkıh Hükümleri: Sülemi fıkıh hükümleri üzerinde durmaz. "İyilikle emret, gibi çok az ayette fıkıh usulü üzerinde durmuştur. b- Gramer: Müfessir bazı ayetlerin gramer açıklamasını yapar. Sülemi Sufi büyüklerine duyduğu tazimden onların söylediği şeylerin çoğunu tenkitsiz almıştır. Tenkit ettiği çok az hadise vardır.
c- Kendi görüşünü izah ettiği yerler: Sülemi genelde eserinde sufilerin görüşlerine yer vermekle birlikte az da olsa kendi fikirlerine yer vermiştir. "Rahman ve Rahim"i izah ederken: "Rahman; velilerin sırlarını gözetlemek, peygamberinin ruhlarına tecelli etmek. Rahim ise mahlukatın iyi kötü hepsinin nefislerine şefkat edip dünyada geçimleri vermektir" ifadesi tamamen kendine aittir: Bunun dışında "Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz" Namaz kılarlar, "De ki Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun" "Sizi ve amellerinizi Allah yarattı" gibi ayetlerin tefsiri kendini aittir. d- Huruf-u Mukatta'a hakkındaki görüşleri: Allah ve rasulü arasında bir şifre olan bu harflere sufiler çok indi tevillerde bulunmuşlar ve haklı hücumlara maruz kalmışlardır. Mesela Şibli "Allahtan başka kimse "Allah" diyemez. Çünkü Allah diyen kimse bunu hazz ile söylemiştir. Hakikatler hazzlarla idrak edilmez. Elif Lam Mim için: Bu kitap sana levha mahdariyyet, lam için uluhiyyet, mim için de müheymeniyyet diyenler olmuştur. Elif Lam Ra için; elif Allah'ın âlası, Lam lütfu ra, Re'fetidir, denmiştir. Sufilerin bu "sır" lar hakkında yorumlar yapmaları kendilerini rasih alim saymalarındandır: Rasih alimler: "Ruhlarıyla gaybın gaybına, sırrın sırrına vakıf olmuşlardır. Her harfin altında yatan mana onlara âyan olmuştur. Süleminin tefsirinde antropomorfizm vardır. Kainattaki olaylar insana tatbik edilmektedir. İnsanın vücudu arza, doğa, cennete, yağmura, cennet meyvelerine vs. Benzetilmiş. "Biz beyti (Kâbe'yi) sevap kazanma ve güvenlik yeri yaptık" ayeti için Beyt, Muhammed (sav) dir. "Ona inanan güvenliğe kavuşmuş olur" denmektedir. Safa ve Merve için, Safa, ruh merve de nefistir denmiştir."Gökte borçlar yaratan Allah kutlu oldu" ayetinde Semaya yüksekliğinden dolayı sema denmiştir. Kalbde Semadır denmiştir. "O gün pâk, apaçık bir duman çıkarır" (Duhan 10) ayetindeki dumanı kalb kararması ve zikirden gaflet olarak yorumlamışlardır. "iki meşrikin ve iki mağribin rabbı" (Rahman 17) ayetini: Rab kalbin meşriki ve mağribi, lisanın meşriki ve mağribidir" diye yorumlamışlardır. "Göklerin ve yerin hazineleri Allah'ın'dır ayetini: Allah'ın gökteki hazineleri gayblar, yerdeki hazineleri ise kalblerdir. Yorumunu yapmışlardır.
III. Sufi Görüşler Karşısında Sülemi Tefsiri a) Zahiri ve batıni ilim: Sülemi bu konuda, zahirin ilmi şeriat ilmi, batının ilmi hakikat ilmi demektedir. O'na göre zahir ve batıni ilimler ruh ve beden gibi birbirini tamamlarlar: Şeriatin takibetmediği hakikat küfürdür. Zahire dayanmayan batın, batıl olduğu gibi, batına dayanmayan zahir de bâtıldır. Mü'minlerin Ledünni ilmine muttali olacaklarını "Mü'minin ferasetinden sakının, çünkü o, Allah'ın nuruyla bakar" hadisiyle desteklenmiştir. b) Nefis: Sülemiye göre sufi nefs halinden kalb haline geçer: Nefs ruhun en alt tabakasıdır. Sufiler nefs deyince "emmare" yi kastedmişlerdir. "Sana isabet eden her iyilik Allahtandır, ve sana isabet eden her kötülük nefsindendir" ayetindeki işaret edilen, hadisin ifadesiyle de insanın en büyük düşmanı olan iki omuzun arasında nefistir. c) Ruh: Ruhlar latif cevherlerdir. Yeme-içme, uyku ölüm gibi halleri yoktur. Ruh hakikat ışığıdır. Ruh bir mahluktur.
d) İman: Sufilere göre iman, Allah'ın ezeldeki takdiri ve kalbe koyduğu nurudur. Kulun kendi elinde değildir. Gaybe imanı ise: bazılarına göre Allah, bazılarına göre herşeyi hak gözüyle görme, bazılarına göre de evliyanın kerametidir. e) Kaza ve Kadere iman: Vukua gelecek olayları Allah'ın ezelde levh-i mahfuzuna yazmış olmasına kader, zamanı gelince bunları dünyada yaratmasına da kaza denir. İkisi de Allah'ın programıdır. Bu onun ilim kudret ve irade sıfatlarıyla alakalıdır. Kul'a verilen cüz'i irade den dolayı, kul yapmak isterse Allah yaratır.
f- Şeriat: Sülemi, şeriatla tasavvufu bağdaştırmada baş rolü oynamıştır. Ona göre şeriat emir, hakikat hakkın o emirdeki muradıdır. Şeriat umum, hakikat husustur. g- Makam ve Hal: Makam kulun ibadet, mücahede ve riyazet gibi hususlarda herşeyden kesilip layıkı vechile huzur-u ilahi de durmasıdır. "Bizden her birimizin belirli bir makamı vardır" (Saffat 64) ayeti bunun delilidir. Hal ise kasıt ve kaybolmadan kendiliğinden kalbe gelen muhabbet, yakınlık, reca, şevk, üns vs gibi şeylerdir. Onun için efendimiz "Benim kalbim de bulutlanır, hergün Allah'a yetmiş defa istiğfar ederim" buyurmuştur. h- Tevbe: Gerçek tevbe bütün varlığı Allah'a vermek, kendinden geçmek, yalnız onu görmektir. Sufi tevbesi fenafillahtır. Tevbe şehvetleri terk ile nefisleri öldürmektir. "Allah tevbe edenleri sever" (Bakara 222) "rabbınızdan bir mağfirete konuşunuz" (Ali imran 123) "kullarından tevbeyi kabul eden odur" (Şura 25) ayetleri tevbenin ehemmiyetini gösterir.
1- Takva: Takva haramdan ve şüpheli şeylerden nefsini korumak demektir. Önce şirkten, sonra günahlardan sonra şüpheli şeylerden sakınmaktadır. k- Tevekkül: "Hiç ölmeyen diriye tevekkül et" (Furkan 36) tevekkül Sufice; Çöl ile sarayın bir olmasıdır. Allah'a, Allah'tan başka bir sebeple tevekkül etmektedir. Ağyardan el çekip hakka güvenmektedir.
l- Fakr: Fakr, nefislerini karşılıksız olarak Allah'a vermiş olanların sıfatıdır. Sufilere fukara da denir. Fakr; sözlerini, fiillerini, zikir ve ibadetlerini kendine mal etmemektir.
m- Zikir: Zikir, sofiye ıstılahında bazı kelimelerle Allah'ı anmak demektir. Sufilerin esas gayesi, Allah'ın sıfatlarında ve zatında fani olmaktır. Allah'ta fani olmak için ilk vasıta aşktır. Zikir aşkı celbeder. Bunun için sûfilerce sülükun en önemli umdesidir. n- Velâyet: "İyi bilin ki Allah'ın velilerine korku yoktur. Ve onlar üzülmeyeceklerdir de. (yunus 6) veli işlerini Allah'ın gördüğü, onu nefsine bırakmadığı kimsedir. Veli, veli olduğunu bilmeyebilir. Sülemi velinin halktan birisi olarak kalmasını ister.
o- Mürşid: Sülemiye göre mürşid, kavmin imamlarından bir imama, bir mürşide bağlanıp onun ahlakıyla ahlaklanmak gerekir. "Bize kendi katından bir veli ver" ayetini "Bize senden sonra gitmemizi gösterecek bize kılavuzluk edecek bir veli ver" şeklinde anlıyorlar. Aynı yorumu "Onlar Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Onların hidayetine uy" ayeti için de yapmışlar. Bütün sufiler, bir mürşide bağlanmak, onun terbiyesi altında yetişmek gerektiğini belirtmişlerdir. Bu kanaatin yerleşmesiyle tarikatlar doğmaya başlattı. Bistami "Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır" demektedir. ö- Tevhid: Sufiler tevhidin akıl yoluyla değilde ancak tecrübe, his ve vahiy yoluyla elde edileceğine kani idiler. Hiçbir şey onun hakikatini ifade edemez. Hiç birşey o'nu idrak edemez. Zira herşeyde bir illet ve eksiklik vardır. Eksikler o kemali nasıl izah edebilir. O "Evvel, ahir zahir ve batın O'dur." p- Fena: Sufilere göre insan Allahtan geldiği için kendisinden kutsal bir varlık taşımaktadır. İnsan kendi varlığını kaybetmekle ilahi varlığına dönebilir. Allah ile beraber olma haline erer. Bunun için insanın kendinden geçmesi, kendini unutması, varlığının farkında olmaması gerekir. Buna fena fillah denir. Allah ile beraber olma haline de "Beka billah" denir. Buna ulaşmanın tek yolu ibadet ve Riyazattır. "Nefislerinizi öldürün" ayetini nefsi yok etmek şeklinde anlamışlardır. Ama yorumu "Nereye dönerseniz onun yüzü var orada" ayeti ve buna benzer çok ayet içinde yapmışlardır. r- Vahdet-i Vücud (Panteizm) ilk sufilerde panteizm yoktur. Panteizm ibn-i arabi den sonra başlamıştır. Sülemi'nin Tesirleri: Sülemi Sufi tabûkat kitaplarının ve işari tefsirlerin babasıdır. Sülemi Sufi ekolünde bir çığır açmıştır: sufi tarihi ve tasavvufi tefsirler üzerinde çok büyük tesiri vardır. Kuşeyri, Bakli, Gazali, İbni Arabi ve Abdürrezzak Kaşaniye tesir büyüktür. SONUÇ
"Eğer Ebu Abdurrahman abdal değilse demek dünyada Allah'ın velisi yoktur" Rahmetullahi aleyhim Ecmain! Amin |
AVARİF-ÜL ME’ARİF
(TASAVVUFUN ESASLARI)
Yazar: Sühreverdi
GİRİŞ
SÜHREVERDİNİN HAYATI VE ESERLERİ
1.Hayatı:
Müellifin yaşadığı çağ Abbasi hilafetinin yıkılışına tekaddüm eder.
Bu dönem aynı zamanda İslam dünyasında medreselerin ve tekkelerin kurulup yaygınlaşmaya başladığı dönemdir.
İbn-i Arabi, N. Kübra, A. Geylani, Razi gibi büyük kametler bu dönemde boy gösterir.
Adı Ömer bin Muhammed Künyeleri Ebu Hafs, Ebu Abdullah, Ebu Nasr, Ebul Kasım Nesebi Ebubekir (ra)’ e dayanır. Sühreverdi 6 aylık çocukken babası kadılık makamında bir iftira sonucu idam edilir.
Lakabları, Şihabuddin, Şeyh-ül İslam, Şeyh-uş Şuyuh,
Doğum yeri Irak-I Acem bölgesinin kuzey batı köşesinde Cibal eyaleti, Zencan’a bağlı küçük bir kasaba olan Sühreverdi 16 yaşına kadar burada, geri kalan ömrünü Bağdat’ta geçirdi. Doğum tarihi H. 539 Şabanın ilk gecesi (27 Ocak 1145)
1.Abdulkahir Es-Sühreverdi (d.488) Sühreverdi’nin amcasıdır.
Ebulkasım b. Fadlan (ö. 565)
Ebul Muzaffer Hibetullah eş Şibli (ö. 563)
Ebul Feth ibn-ul Batti (ö.564)
Ma’mer bin El Fahir (ö.564)
Ebu Zür’a el Makdisi (ö.566)
Ebul Fütuh et Tai (ö. 555)
A. Kadir Geylani (ö. 561)
Bir ara uzlete çekildi. Daha sonraları irşad ve vaazlara başladı. Zamanın halifesi (Nasır) kendisine ciddi hürmet gösterdi. Halife tarafından muhtelif yerlere (Harezm, Konya vs.) elçilik vazifesi ile gidip gelmiştir. Hayatının sonlarına doğru gözlerini kaybetti. 26 Kasım 1234’te vefat etti. Bahauddin veled, İbnu Farid, İbni Arabi’lerle mülakatı olmuştur. Münziri, Hafız Zeynettin gibi kimseler kendisinden icazet almışlardır.
1. Ebu Cafer Muhammed bin Ömer es Sühreverdi ( ö.655)
2. Bahauddin Zekeriyya el Multani (ö. 661)
3. Necmuddin Alibuzguş eş Şirazi (ö.678)
4. Kemaleddin İsfahani (ö.635)
5. İzzeddin b. Abdüsselam (ö.660)
6. Sadi-i Şirazi (ö.691)
2. Eserleri:
1. Avarif-ül Mea’rif
En meşhur eseridir. 63. Bölümden meydana gelir. Muhtelif konuları bakımından Kuşeyri Risalesi, Kut-ul Kulup ve İhya ile ciddi benzerlik gösterir. Yıllarca tekkelerde hassaten okutulmuştur.
2. Nuğbet-ül Beyan Fi tefsir-ül Kur’an
3. Reşf-ul Nesayih-il İmaniye ve Keşf-ul Fadayih-il Yunaniye
4. İrşad-ül Müridin ve Mecd-ad Talibin
5. İ’lamül hüda Akidetü Erbaa’tü-t Tüka
6. Er-Rahik-ul Mahtum
MÜELLİFİN ÖNSÖZÜ
Allah (cc) kalp temizliğine ermiş olanlara kendini tanımaya bahşeder. Onlar zikirle hoş ve derin nefes alırlar. Dünyayı ve menfaatini hor görür geceleri kaim, gündüzleri saimdirler. Dünyevi lezzetlere bedel Kur’an’dan tad alırlar. Kur’an ve sünnete bağlılıklarından ötürü. Onlara taraf-ı ilahiden halkı irşad, Hakk’a davet vazifesi verilmiştir.
Bir kavmin sayısını arttıran onlardan olur.
İlmi Tasavvuf, saf gönüllere, ihlaslı kalplere inen Rabbani bir hak vergisidir.
1. BÖLÜM
TASAVVUF İLMİNİN MENŞEİ
Tasavvuf hali, zevki ve keşfi bir ilimdir.
İnsan tabiatının devamlı değişen istekleri cehaletin, gafletin, bir çeşitidir. Sufilerin kalpleri ise Allah ile doludur.
Her ilmin kendi sahasında temel dinamikleri belirlenip usulleri tayin edilmiştir. Tasavvuf da bu tasniften nasibini almıştır.
Allah gökten su indirdi, demek nurları taksim etti, dereler onunla dolup taştı ayeti ise Allah Teala’nın ezelde taksim ettiği nur kalplerde dolup taştı manasına gelir. Fıkıh, dünyada tam manasıyla züht hayatı yaşayan tasavvuf aliminin ilmidir. Birinci dereceden ilim, istikamet ve hidayet kaynağı Peygamberimiz (SAV) dir.
Aşağıda olan her şey mütevazi olur. Din insanın kendisini Rabbine adaması onun karşısında varlık iddia etmemesidir.
İlim pınarlarının suyu kalbe ulaşınca kalp gözleri tam manasıyla açılır. Kişi hakkı batıldan ayırdeder.
İbn-i Abbas: En iyi ibadet dini anlamaktır.
Efendimiz (SAV)’in ilim ve marifeti, bütün varlıların isimleri kendisine öğretilen Hz. Adem (AS)’den intikal etmiştir.
Gerçek sufi mukarrebdir.
Ebrar, mukarrebin haliyle hallenmedikçe “mutasavvuf”, hal kendilerinde tahakkuk ederse “sufi” olur.
2. BÖLÜM
SUFİLERİN DUYDUKLARINI ANLAMALARI
İşitmenin hayırlı oluşunun alameti, kişinin Hakk’tan duyduğunu bütün özellik ve vasıflarıyla anlayarak işitmesi ve dinlemesidir.
Sufi anlatılan ve ilham edilene kulak verir.
Şibli: “Kur’an’ın nasihatleri kalbi Allah ile beraber olan ve göz açıp kapayıncaya kadar da olsa O (cc)’ndan gafil olmayanlar içindir.”
Anlayış makamı, sohbet ve konuşma yeridir. O da kalbin işitmesinden ibarettir. Müşahade makamı ise kalbin basiretli olmasıdır. Anlayış, ilham ve semain tabi neticesidir.
Kalbin ölümü nefsin şehvetlere dalmasındandır.
Allah Teala’ya kulak vermeye mani olan her şey nefisden kaynaklanır.
Anahatlar umumi bir bakışla idrak edilir. Tefarruat ise insan yaratılışının kifayetsizliği sebebiyle tamamiyle idrak edilemez.
Tohum eken hakime benzer, tohum ise doğru söze benzer.
Heva ve hevesten tad almak asalak bir dikenin gelişmekte olan bir bitkiye mani olması gibidir.
Sufinin kalbi ilahi sevginin bütün lezzetleriyle konakladığı yerdir. Saf sevgi ruhu huzur-u ilahiye ulaştıran bir bağdır.
Rasulullah (SAV) kainat yaratılmadan önce makam-ı istikrara en yakın kişi olmuş, temkin sohbetine katılmış bulunduğundan bütün hal ve davranışlarında ilahi n urlar apaçık görülmüştür.
Fehimden ilme, ilimden amale ulaşılır.
Ayetler, ilahi hususiyet ve vasıflar taşır. Okunması ve dinlenilmesiyle ilahi tecelliler yenilenir ve kişi Allah’ın azamet ve cemalinin aksettiği bir ayna olur.
Cafer-i Sadık “Allah kullarına kelamı ile tecelli eder, fakat onlar bunu idrak edemezler.”
Duydukları ve dinledikleri Allah katından olunca, duyduğu gördüğü, gördüğü duyduğu olur. Sonu evvelki haline döner. Evveli sonu olur.
Konuşana sözünü bitirinceye kadar mühlet vermek, dinlerken sağa sola bakmamak ve hatibin yüzüne bakmak iyi dinleme adabındandır.
Rasulullah (SAV)’tan gelen haberleri, salihlerin hayatını, ahiret ahvalini dinlemek, ilim öğrenmek isteyene gereklidir.
3.BÖLÜM
TASAVVUF İLMİNİN FAZİLETİ
Ulema, ümmetin yol göstericisi, delili, dinin direğidir.
Süfyan b. Uyeyne “İnsanların en cahili bildiği halde yapmayan ve en faziletlisi ise Allah’tan en çok korkandır.”
Farz ilim, ihlas ilmidir. Tehlikeli davranışları incelikleriyle bilmektir. Vakit ilmidir. Helali bilmeye yarayan ilimdir. Alış-veriş, nikah ve talak ilmidir. Cahili olduğu ilmi elde etme ilmidir. İlmi tevhidi öğrenmek, yerine getirilmesi farz olan şeyleri amel etmeyi bilecek kadar öğrenmek, emir ve nehy ilmini öğrenmek farz olan ilimdir denilmiştir.
Ebu Ali el Cüzcani: Allah’tan istikamet üzere olmayı isteyenlerden ol, keramet sahibi olmayı isteyenlerden değil.
Kırık kalpli ve amelinden ötürü kendini sorumlu tutmak, nefsini itham etmek, keramet ve keşiften üstün tutulmalıdır.
Yakin bir defa hasıl oldumu yeni harikuladeliklerle yakin artmaz. Bulunduğu makam istiğna makamı olduğundan ilahi kudretin harikuladelikler vasıtasıyla bilinmesine ihtiyacı olmadığı gibi, bunda ilahi bir hikmet de yoktur.
Eğer kişi marifet yolunda ilerlerken keramet ve harikuladeliklere rastlarsa bu caiz ve güzeldir, rastlamazsa bu mühim olmadığı gibi eksiklik de değildir.
Bütün ilimlerin tahsili esnasında dünya muhabbeti ve takvanın hakikatlerinden uzak kalmak tahsile mani olmaz hatta bazen bu ilmi elde etmeye (çünkü ilimle uğraşmak çok zordur) yardımcı olur.
Ehl-i tasavvufun ilmi, dünya ile elde edilmez, heva ve hevesten kaçınmadıkça bu ilmin hakikatlerine ulaşılmaz. Takva medresesi dışında da öğrenilemez.
Sufiler, muhabbetin her çeşidine vakıftırlar. Muhabbet-i Zati’den muhabbet-i sıfatı, kalbi muhabbetten ruhi muhabbetin farkını bilirler.
Saf bir takva ve zühdde kemal, ilimde üstün olmakla elde edilir.
Kalp aynası cilalanmış kimse, Levh-i Mahfuz’dan bazı bilgilere sahip olabilir. Külli ilimleri ihata eden, cüz’i ilimlere dönmeye onlarla uğraşmaya ihtiyacı yoktur.
Yaşanmayıp çok ilim elde etme düşüncesi şeytanın bir aldatmacasıdır.
İlm-ül verase ilm-ül diraseden geçer. Hakka’l yakin derecesi ilimleri vicdanidir. Müşahade makamından üstündür.
Sahabe yakin ilmini kendileri hallederken, fetva ilmini tabiine havale ediyordu. Mufassal bilgi, kalp temizliği, üstün seciye ve kabiliyetle elde edilir. Mücmel bilgi ilmin aslıdır.
Allah (cc) kuluna hayır murad ettimi onu taate muvaffak kılar.
Salih amel, salih amele götürür. Alim ve zahid sufi kendini kimseden üstün görmez. Tercih edildiğinde aleyhinde bir fitne olmasından korkar.
4. BÖLÜM
SUFİLERİN HALLERİ VE TARİKATLERİ
En mühim şey, her türlü kin ve düşmanlıktan arınma. Kin adavete saik dünya sevgisi, makam ve mevki tutkusu.
Kötü sıfatlar değiştikçe perdeler kalkar, sünnete muvafakat mümkün olur. Resulullah (sav)’ a intiba eden ilahi muhabbetten en çok nasib dar olandır.
Resulullah (sav)’intiba etmekle elde edilen başarıların en şereflisi Allah (cc)’a sığınma ve ilticadır. Bunda ruhi bit istiğrak ve dua makamına yakın olma gizlidir.
“ Murad” ilahi yardıma mazhar olmuş, şuhum aleminin kötülüklerinden korunmuş demektir.
Tasavvuf nefsin tabii arzularına sed çekme, açlık ve dünyayı terkle elde edilir. Mutabakat yolu dışındaki bir hareket mahrumiyet, sünnete ittiba ise hikmetli konuşmayı netice verir.
Sehl b. Abdullah: Kitap ve sünnetin kabul etmediği bütün vecd halleri batıldır.
5. BÖLÜM
TASAVVUFUN MAHİYETİ
Tasavvufun mahiyeti “fakr” oluşturur. Fakrın sıfatı; yokluk anında sükunet ve rıza, varlıkta dağıtma ve isar.
Fakir, Allah’ a arzedilecek haceti olmayandır.
Fakir, hiçbir şeye malik olmayan, hiç bir şeyin de kendisine malik olmadığıdır.
Fakir, kulluk vazifesiyle meşguldür. Rabb’isinin hacetini bildiğini bilir.
Tasavvuf, fakr ve zühdü cem eden bir isimdir. Tasavvuf edeptir, güzel oydur.
Sadık müridin izn-i ilahiye olan bağlılığı sağlamlaşmadıkça zenginliğe dalıvermesine izin verilmez.
Tasavvuf iyi geçinme, alınana üzülmeme, altınla toprağı bir görmedir.
Tasavvuf, kendinde ölüp Hakk’la dirilmedir.
Sufi toprak gibidir, ona her şey atılır, ama ondan sadece güzel ve hoş şeyler çıkar.
Tasavvuf çiledir, sıkıntıdır, ıstıraptır.
6. BÖLÜM
SUFİ KELİMESİNİN KÖKÜ
Sufiler yün giyerler yün (suf) e izafeten “sufi” denir.
Huzur-u ilahide ön safta bulunduklarından “saff”a izafeten
Safevi kelimesinden türemiştir. Eshab-ı suffe’ye izafeten.
Horasanlılar yerleştikleri mağaraya izafeten “Şikufiyye”, Şamlılar ise “Cuiyye” ile adlandırılırlar.
Tercihe şayan ise “suf” ( yün) e nisbet edilenidir.
Sufi, H.200’üncü yıla kadar kullanılan bir kelime değildir.
7. BÖLÜM
MUTASAVVIFLAR VE ONLARA BENZEYENLER
Kişi sevdiği ile beraberdir.
Müteşebbihin sufilere olan sevgisi, sufilerin ruhlarının kendisini anladığı gibi kendi ruhunun da onları anlaması ve yakınlaşmasından kaynaklanır.
Sufiyye yolunun basamakları; iman, ilm, zevk.
Sufinin telvini (halden hale geçmek) kalbini bulma, mutasavvıfınki kalp mertebesinden nefis mertebesine düşerek, nefsini görmekle gerçekleşir. Müteşebbihin telvini yoktur.
Sufinin şarabı saf ve halis, mutasavvıfınki biraz karışık, müteşebbihin şarabı ise daha katkılıdır.
İbn- i Ata: “Cenab-ı Hakk’ı dünyevi endişe veya menfaatı nedeniyle seven zalim, ahiret için seven muktesid, iradesini Cenab-ı Hakk’m iradesine terkeden sabıktır.
Cüneyd: “Marifete ihtiyacı olanla karşılaştığın zaman ona ilimle değil, rıfk ve hilmle yanaş.” Sufilerle veya müteşebbihlerle beraber olan şaki olmaz.
8.BÖLÜM
MELAMETİLİK VE MELAMETİLER
Melameti, halis, sadık kimselerdir ki amellerine başkalarının vakıf olmasını istemezler. Amelinin ortaya çıkmasından, günahının ortaya çıkmasından korktuğu gibi korkar.
Sufi ise ihlasından dolayı kendi ihlasını da unutmuştur.
Osman el Mağribi: “Melameti; halkı aradan çıkaran, fakat nefsine karşı bunda muvaffak olamayan kimsedir. Bu “muhlis”tir. Sufi ise kalbinden ve amelinden halkı çıkarıp nefsini de bertaraf eden kimsedir ki bu da “muhlas”tır.”
Arif gerektiğinde amelini maslaha için izhar eder.
Melameti, mutasavvıftan ileri, sufiden geri bir mertebededir.
Melamatiyye Usulüne Göre Zikir:
9. BÖLÜM
SUFİ OLMADIKLARI HALDE SUFİ GÖRÜNENLER
Fitneye tutulmuş çarpık kimselerin zannettiği şeyler melametilerde yoktur.
“Kalenderiyye”, kalp temizliğinin verdiği sarhoşlukla şer’i hudutları bozan, bir arda oturma ve birlikte olma konusundaki her türlü kayıtları ve adabı ortadan kaldıran gruptur.
Allah ile beraber olduğuna inandıkları kalplerinin güzelliği ve temizliği ile yetinirler.
Kimisi ibahilerin yolunu tutarak içlerinin Allah’a ulaştığını iddia ederek, bunun da ulaşılması gereken hedef olduğunu savunmuşlardır.
Şeriatın reddettiği her şey zındıkadan başka bir şey değildir.
Aldatılmış olan bu tür kimseler, şeriatın kulluğun gerektirdiği bir hak ve vecibe, hakikatin da kulluk görevinin inceliklerine vakıf olmak, demek olduğunu bilemediler.
Hz. Ömer (ra): “Kendisini töhmet altında bırakacak duruma sokan kimse, bu yüzden hakkında da kötü düşünen kimseleri kınamasın.”
Allah(cc) her hangi bir şeye hululdan münezzeh olduğu gibi, kendisine de her hangi bir şeyin hululünden münezzehtir.
Hakikat derecesine ermiş bazı muhakkiklerin, sohbetlerinde duydukları gibi konuşmaya ve yanlış anlamaya sebep olacak sözler söylemeye cesaret etmelerinin sebebi, uzun muamele ve mücahade neticesinde zahiri ve batıni olarak bu sözlerin kendilerine gelmesi, sufiye topluluğunun esasları olan takvada sadakat, dünyaya karşı gösterilen zühd ve kemal gibi prensiplere sımsıkı sarılmalarıdır.
10. BÖLÜM
ŞEYHLİK MAKAMI
Şeyh, Allah’ı kullarına gerçek manada sevdiren, kullarını da Allah(cc)’a sevdiren ve yaklaştıran kimsedir.
Şeyh, ittiba-i Resul(sav)’u şart koşar ve oraya götürür.
Tezkiy-i nefis yoluyla Cenab-ı Hakk’ı bildirir ve sevdirir.
Şeyhin üzerinde Cenab-ı Hakk’ m verdiği bir vakar vardır.
Şeyhlik yolundaki salik nefsini iradesiyle iyiliğe sevkeder.
Kalbin biri nefse diğeri ruha bakan iki yüzü vardır.
Şeyh, kendi nefsini daha önce nasıl düzeltmiş ise müridini de öylece düzeltir.
Hz. İsa: “İkinci doğumu gerçekleştiremeyen kimse, semanın melekutuna yükselemez.”
Akıl, mülk aleminde tasarrufa sahip olduğu için matematik ilminin delillerine vakıf olabilir. Fakat, melekut alemine yükselemez.
Şeyhlik konusunda salih salikin durumu
1-Mücerred Salik: Cenab-ı Hakk’ın kendisine lutfettiği kadar nasibini alır. Nefse ait bazı sıfatlardan dolayı şeyhliğe erişemezler.
Şeyhlik makamına eren;
Hakkal yakine ulaşmış bir arif ,
Maddi - manevi, nurani ve zulmani perdelerden sıyrılmış,
Hakk tarafından sevilen, nazarı deva, sözü şifa,
Sukutu Allah’la
Lutf-u kahrı bir gören kimsedir.
Avarifil Muarifin ( 11 ile 21. Bölüm Arası )
11.BÖLÜM
HADİMLER VE ONLARA BENZEYENLER
Cenab-ı Hakk: Davut (as) ‘a “ Ey Davut bana talip olan ve beni isteyen birini gördüğün zaman onun hizmetçisi ol” diye vahyetmiştir.
Şeyh her konuda Cenab-ı Hakk’ın muradını, hadim ise niyetini bilir. Hadim her işini Allah için, Şeyh ise Allah ile birlikte, O’ ondan gafil olmaksızın yapar.
Hizmet, kişinin Allah ile beraber olabilme halini düzeltmek ve devamlı yaptığı nafileler hariç sair nafilelerden daha hayırlıdır.
Yapılan hizmet ne olursa hepsi de kendi arzuları ile başkalarına hizmeti tercih ettiği ve sufiler grubuna benzemeye çalıştığı için onların bereketine nail olur.
“ Onlar kendileriyle bulunanların şaki olmadığı bir topluluktur”
12.BÖLÜM
SUFİLER GÖRE HIRKANIN HÜKMÜ
Hırka giymek, Şeyh ile mürit ile arasında bir bağlantı kurmak, müridin nefsi ile kendi arasında şeyhin hakemliğini kabul etmesi ve şeyhine ait elbise ile talibin nefsinde şeyhin iradesinin hakimiyet tesis etmesi demektir.
Kendiliğinden yetişen ağaç, yapraklansa da meyve vermez, meyve verse de bakımlı meyve gibi olmaz.
Hırka giymek sünnet-i Peygamberi’de açıkça yoktur. Kabulü maslahata dayanır.
*Batını yönü ile şeyhine itiraz eden bir müridin feyz alıp, felaha ermesi pek nadirdir.
Şeyh, hırkanın şartlarını yerine getireceğine ve edebine riayet edeceğine dair müritten söz alır.
Mürit, şeyhe bir emanettir, heva ve hevesle tasarruf edilmez. Müridin şeyhin sohbetinden izinsiz ayrılması uygun değildir. Müridin süt emme zamanı şeyhin sohbet vakitleridir.
Hırka
1.Müritlik hırkası Sadece gerçek müridlere giydirilir.
2.Teberrük hırkası Mürid olmayıp onlara benzemeye çalışanlara giydirilir.
Hz. Yusuf (as)’un gömleği Hz. Yakup (as)’un gözlerini nasıl açmışsa şeyhin giydirdiği hırka da müridde aynı tesirleri yapar.
Teberrük hırkası giydirilene şeriatın sınırlarına sıkı sıkıya bağlı kalması tavsiye edilir. Bu haldeki kimse müridlik hırkası giyme seviyesine yükselebilir. Hırka konusunda yapılan tercihler (renk, cins) dinden ve hakikatten bir şey değildir. Hırka giydirme ve giydirmemede bir beis yoktur.
13.BÖLÜM
RİBAT (TEKKELER)’DE YAŞAYAN DERVİŞLER
Ribat ve tekkelerde yaşayan dervişler “ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah’m zikrinden alıkoymadığı” kimselerdir.
Ribatın aslı, atların bağlandığı yer idi. Sonraları ardından gelecek tehlikelere karşı, içindekileri korumak için hudut boylarındaki tekkelere “ribat” denilmiştir. Salih bir müslüman vesilesiyle çevresindeki nice kimseler ıslah olur. Ribat; bir ibadetin ardından diğerini gözlemektir. Ribat, nefisle savaştır.
*Masivayla ilişkiyi kesen, bütün organlara hakkını tam veren, kefalet-i ilahi ile yetinen... kimse hakiki murabıttır.
14.BÖLÜM
SUFFE ASHABI VE RİBATLARDAKİ DERVİŞLER
Çokça temizlenmeyi severler. Ribat onların evi ve ikametgahıdır. Ribatlardaki dervişlerin içlerinden kin sökülüp atılmıştır. Zahidler halveti, sufiler halvet de- encümeni tercih ederler.
* Cemaat evlerindeki kaidelerle gençler üzerindeki nefsin hakimiyeti daraltılır. Gözlerin ona çevrilmesi, üzerimde davranışlarını kontrol eden bakışların çoğalması ile gençler cemaat içinde murakabe altına alınır ve terbiye edilirler.
Hizmet, başkalarına karşı davranmanın ve hizmet etmenin lezzetini almış, muamelenin tadına varmış, ribatlara ilk defa giren, acemi ve mübtedilerin yapacağı iştir. Kalp kazanma bereketine ve abidlere yardım sevabına böylece nail olur.
15.BÖLÜM
MURABITLAR VE SUFİLERİN ÖZELLİKLERİ
Mevzii ve arizi bir takım kusurların varlığı, işin ruhuna zarar vermez. Mü’min seven ve sevilen, iyi geçinen ve iyi geçinilen insandır. Zıddında hayır yoktur. Karşılıklı murakabe altındadırlar. Tefrika nefsin zuhuruyla ortaya çıkar.
Ruveym: “Sufiler aralarında anlaştıkları ve kınamayı kaldırdıkları vakit helak olurlar.”
Nefis, kalple karşılaştığında ondan kötülük ve şer def’olur.
Şikayet eden de şikayet edilen de şeyh tarafından tekdir edilir.
Dervişler kusurlarından dolayı istiğfar ederler, kusurda ala ısrar etmezler.
Af ve özür dilendiğinde kabul edip reddetmezler. Af diledikten sonra kardeşlerine bir şey takdim etmek sünnettendir.
Sufi yapılan bir iltifattan dolayı kalbine bir gurur gelirse, kendini bundan alıkor.
Ribatlardaki dervişlerin dünyevi tasa ve meşgaleye düşmemeleri için ihtiyaçları giderilir.
Şeyh, vaktini bütünüyle Hakk’a veremeyen dervişlerin ribatlardan yedirilip içirilmelerini uygun görebilir.
Sufiler ve şeyhler, gençleri başı boşluktan korumak için onları istihdam ederler. Hakiki derviş ve mürid döner dolaşır gene ribata gelir.
16.BÖLÜM
SEFR VE İKAMET ADABI
Nazarı ve vakarı fayda sağlamayanın sözü de tesir ve fayda sağlamaz. Sözün nuraniliği kalp nuraniyeti kadardır. Kalp nuraniyeti de istikametin ve ubudiyyetin hakkıyla ifasıyla gerçekleşir.
Eğer kişi doğduğu yerden başka bir yerde ölürse, kendisine cennetten doğduğu yerle izinin bulunduğu yer arası mesafe ölçülür.
Hüsn-ü teveccüh ayakların kaydığı bir makamdır. Eğer teveccüh nefsin müdahalesi olmaksızın geliyorsa bunda mahzur yoktur, bilakis sıhhat-ı hale işarettir.
B-Başlangıçta ikameti tercih edip, nihayette sefere yönelenler.
Sefere çıkmadan istihare namazı kılmak adabtandır.
17.BÖLÜM
SEFERİN FARZLARI VE FAZİLETLERİ
Sefere karar veren sufinin;
Teyemmümün,
Namazın kasr ve cem durumunu,
Mest üzerine mesh ahkamını bilmesi gerekir.
Sefer adabı:
Tek başına yolculuk uygun değildir.
Üç kişi olunduğunda biri imam tayin edilir.
Tasallut ve cah düşüncesiyle riyasete talip olma heva ve hevesten kaynaklanır
Bu kaidelere bağlı kalanlar reddolunmaz. Kabul etmeyenlerin görüşü de büsbütün atılmaz.
18. BÖLÜM
SEFERDEN DÖNME ADABI
İkamet edilecek yerin ölü ve dirilerine selam vermek.
Kardeş edindiği kimseyi ziyaret edenin yolu asan olur.
Mescidlerden birine girince iki rekat namaz kılmak.
Tekkeye girince hususi ve maslahata dayalı bazı sebeplerden dolayı selam vermek bazen terkedilir.
Seferden dönene hoş amedide bulunmak.
Sefer dönüşü geridekilere hediye getirmek.
Seferden dönen kimsenin istirahatı için hazırlık yapmak.
Gelir gelmez konuşmaya dalmama, sorulmadıkça konuşmama
Ziyaret ettiklerinin yanından izinsiz ayrılmama
19. BÖLÜM
ESBABA TEVESSÜL VE SUFİLER
Aslolan kimseden bir şey istememektir.
Yakin durumuna göre esbaba tevessül farklılık gösterir.
Tevekkülde vesvese maruz kimseler, esbaba kafi miktarda tevessül edebilirler.
Gerçek miskin insanlardan bir şey istemeyendir.
Sufiler Hz. İbrahim (as) vari Allah (cc)’dan bir şey istemekten haya ederler. O (as) “Allah (cc) beni biliyor mu ?” demişti.
Bazen rızka meyil Cenab-ı Hakk’ın verdiği bir intibah, bazen de bir günahın cezasıdır. Rızık bazan hikmet yollu, bazen de kudret - Hz. Meryem’e olduğu gibi- yollu gelir. Rızık ve borç konusunda daim sabır hazinesine müracaat edilmelidir. Bütün bu tevekkül ve esbab dairesinde bir şey gelmiyorsa zaruret miktarı istenilebilir. Veren el alan elden üstündür.
Kendine verilen mala emanet nazarıyla bakan fakr-ı lisanıyla, kendi malı gibi seyre dalan, fahr lisanıyla ve hayalperestlerin diliyle konuşur.
Gerçek fakir indirileni değil, asıl indirenin yakınlığını taleb eder.
20.BÖLÜM
FETH-İ MANEVİ VE İHSAN-I İLAHİ
Sufi Allah ile meşguliyetin kemaline ererek takvada kemal sahibi olunca, hali onu esbaba tevessülü terke mecbur edebilir.
Bunun mebdeinde bir kapı açılır ki, gerek kendinin gerekse şeriatın günah saydığı şeye duçar olursa yaptığının cezası olarak telakki eder. “Günaha düştüğümü çocuğumun kötü ahlakından anlıyorum.” sözü meşhurdur.
Allah (cc), bahşedeceği idrakle onu tevhide ve Hakk’la meşgul olmaya muvaffak kılar.
Allah(cc)’m tecelliyat-ı ef’alinden kendisine münkeşif olan hadiseleri tarassut ve mülahazaya devamla kul, tecelliyat-ı ef’alden tecelliyat-ı zata yükselir.
Tecelli-i ef’al; rıza ve teslimiyeti doğurur.
Tecelli-i sıfat; heybet ve üns kazandırır.
Tecelli-i zat ; fena ve beka duygularını bahşeder.
Fena, terk-i ihtiyar ve fiil-i ilahiye vukufun adıdır.
Cenab-ı Hakk’ın zatının bizzat tecellisi ancak ahirette olacaktır.
Resulullah (sav), ashabını tedricen ve nefsin tedbirinden, fiil-i ilahiyi müşahade ve Hakk’ın hüsn-ü tedbirine yönelmeye hazırladı.
Cenab-ı Hakk’ın kendisine sevkettiği rızkı kabul hususunda ilm-i ilahiye vakıf olan kul, korktuğundan emindir.
Feth-i ilahinin farkında olan da vardır olmayan da.
Mükaşefeye mazhar olanlar ;
Allah’tan ilm sunularak,
Ef’alden tecrid ile ilim sunularak,
Her ikisi de olmaksızın mükaşefeye ulaştılar.
Rızık alırken de verirken de işaret beklenir. Nefis endişesi kalkarsa işaret beklenmez.
Dervişlerin bazısına musallat olan sıkıntılar, kalplerin Allah ile meşguliyetini, kulluk hukukuna riayetini kemale erdirmek içindir.
Kul, Allah(cc) ile olan meşguliyetinden hali olduğu ölçüde dünya sevgisine müptela olur.
Zühd, ehlinin son adımı, tevekkül ehlinin ilk adımı mesabesindedir.
Feth-i ilahiye mazhar olana, hikmet veya kudret elinden merzuk olması müsavidir.
İhtiyacından ve zaruret miktarından fazlasını isteyenin sufilikle alakası yoktur.
21. BÖLÜM
SUFİLERE GÖRE EVLİLİK VE BEKARLIK
Sufi’lere göre her ikisinin de bir gaye ve zamanı vardır. Herhangi bir halin (evlilik-bekarlık) ihtiyar edilmesi, Allah (cc) içindir.
Nefsin isyanından emin olundukça, bekarlık tercih edilir. Nefis, ilimle dizginlenir.
Evlenme adına şehevi bir acelecilik, erkeklerin manevi yolda gerilemesi demektir. Sadık mürid buluğa ermedikçe evlenmez. Buluğu ise ‘Rical’ olmasıdır.
Evlilik ve bekarlık hakkındaki haberlerin farklılık göstermesi, muhatabın farklılığındandır. Fazileti muhataba göre değişir.
Evli sufiye yardım edilmelidir.
Mücerred yaşamak, dervişini işini kolaylaştırır. ‘Bizim arkadaşlarımızdan evlenip de manevi derecesini muhafaza edeni görmedim. S. ed Darani Evlenmek, azimetten, ruhsata düşmektir.
Sıkıntıya sabır, refaha sabırdan daha kolaydır.
Oruç tutulmalı, nefis, ibadete alıştırılmalı.
Müridin evliliği düşünmemesi, hüsn-ü edebdendir. Kadın ve şehvet akla gelince tevbe edilmelidir.
Kalbi namaz ve ibadetten meşgul olacak derecede evlenme düşüncesi arız olunca, şeyhe müşkil arzedilir ve duası talep edilir.
Bazen keşfen, yakazaten veya bir zatın işareti ile evlilik telkin, bekarlık men’edilir. Evliliğe basiretle gidilir; gözü kapalı gidilmez.
Tezkiye olmuş nefisler, nasibi olan hazlara eriştiğinde kalblerin inşirahı artar.
Süfyan b. Uyeyne; ‘Çok kadınla evlenmek, dünya sevgisinden değildir. Çünkü Hz. Ali (ra) Peygamber Efendimiz (sav)’in Ashab’ının en zahidi olduğu halde, dört hanımla evli idi, on yedi kariyesi vardı’.
Evlilik nedeniyle hanımdan gelen iki fitne vardır:
1-Maişet derdi
2-Kadınla ihtilat ve mübaşerette ifrat, hizmetten uzaklık.
Evliler için büyük bir gizli fitne de, fuhuş cemal lütfunda sükunet bulması ve neticede ruhta bir donukluk hasıl olur ki, bunun farkedilmesi çok zordur.
Ariflerin gönlüne zina düşüncesinin arız olması, onu işleyenin durumuna düşmeleri demektir.
EL MUNKIZU MİNED DALAL
Yazar: İmam-ı GAZALİ
1. İMAM-I GAZALİ HAZRETLERİNİN KISACA HAYATI VE ESERLERİ
Asıl adı Muhammed’dir. Künyesi Ebu Hamid’dir. Lakabları Hüccetü’l-İslam ve Zeynü-d-Din’dir. Gazali Hazretleri hicri 450/1058 yılında Horasan’ın Tus şehrinde doğdu. Bir müddet memleketi Tus’da Ahmed b. Muhammed er-Redegani’den fıkıh dersleri aldı. Sonra Curcan şehrine gitti. Orada ise, İmam Ebu Nasr el İsmail’in talebeliğini yaptı. Sonra memleketine döndü. Daha sonra İmam Gazali Hazretleri tahsilini devam için Nişabur’a gitti. Orada zamanın allamesi, müçtehid İmam-ül Harameyn Ebu-meali el Cuceyni’nin talebesi oldu. Nişabur’dan ayrıldıktan sonra Selçuklu Devletinin başveziri Nizamü’l Mülk’ün ısrarı üzerine Bağdat’ta Nizamiye Medresesi’ne Ebu İshak eş Şirazi’nin yerine tayin oldu. Fakat hicri 488 yılında ruh aleminde büyü kibir sarsıntı oldu ve neticede bu parlak hayatı terketti.
Bu ruhi sarsıntı, bir şüpheden kaynaklanıyordu. Yerine kardeşi Ahmed’i bırakarak Bağdat’tan ayrıldı. 10-11 senesini riyazat, mücahade, manevi terbiye, kalbi amel ve ilimle geçirdi. Evvela Şam’a gitti. 2 yıl kaldı. Sonra Kudüs’e gitti. Kudüs yakınındaki Halilu-r rahman’ı, Mekkey-i Mükerreme’yi ve Medine-i Münevvere’yi ziyaret etti.
Şüpheleri gitti, yakin hasıl oldu. Bağdat’a tekrar geri döndü. Bu uzun uzlet günlerinde yazmış olduğu İhya-yı okutmaya başladı. Bu arada İslam aleminde fitneler çoğalmış, fikirler bozulmuş, sünnet hayatı unutulmuştu. İnsanlara bir mürşid, bir imam lazımdı. Bu arada Selçuklu veziri Fahru’l Mülk’ün ısrarı üzerine 499/1105 yılında tekrar tedris hayatına döndü. Ömrünün sonuna doğru tekrar vatanı olan Tus şehrinde avdet etti.
İmam Gazali Hz.’leri hicri 505/1111 senesi cemaziyevvel ayının 14. Pazartesi günü sabah namazı vaktinde abdest tazeleyip namaz kıldı. Yanındakilerden kefen istedi, kefeni öpüp yüzüne sürdü, odasına gitti. Vefat etmiş olarak odasında bulundu.
Gazali Hz.’lerinin kaynaklardan bin kadar eserlerinden söz edilmekle beraber elimizde yüz civarında eseri mevcut bulunmaktadır. Başlıcaları: Cevahir’ul Kur’an, Fedailu’l Kur’an, Kavaidu’l Akaid, El Akidetu’l Kudsiyye, El Esmaü’l Hüsna, Ed-dureru’l Fahira, Kitabu’l İktisad, Fi’l İtikad, Er-risaletü’l Kudsiyyei İhya’u Ulumu’id Din, Biyadetü’l Hidaye, Mizanu’l Amel, Kimyay-ı Saadet, Kitabu Eyyuhel Veled, El Basit, El Vasit, Makasıdu’l Felasife, Miyaru’l İlm, Tehafütü’l Felasife, Mişkatu’l Enva, Mukaşefetu’l Kulup, Hakikatu’r Ruh.
SAFSATA YOLUNU TUTARAK İLİMLERİ İNKAR EDİŞ
Gazali Hz.’leri il önce duyu organları aracılığı ile elde ettiği ilimler ile zaruri akıl prensiplerinden başka güvenilecek bir ilim bulamıyor. Hissiyatın verilerini, ilim olarak kabul etmiyor. Daha sonra tecrübelerle duyu organlarının da yakini bilgiyi veremediğine hükmediyor. Böylece çok dediği ve açık olan akli ilimlerde başkasına güveni kalmıyor. Sonra hissiyatına kulak veriyor. Hissiyatı sen benim verilerime aklın galip gelmesi sonucu güvenimi kaybettim. Oysa elinde aklın verilerini yürütecek bir hakimin gelemeyeceğine dair delilim yok diyor. Uykuyu ve rüyayı sadıkayı hatırlatıyor. Uykudayken gördüğün şeylerin hakikatliğinden şüphe etmiyorsan diyor. Yahut bu hakim sofilerin duyu organlarının etkilerinden sıyrılıp aklın çözemeyeceği halleri yaşadıklarını söyledikleri şeydir diyor. ‘İnsanlar uykudadırlar. Ölünce uyanacaklardır.’ hadisesi de bu düşünce üzerinde etkili oluyor. Bu hallere açık ve zaruri akıl prensibi delil teşkil edemez. Gazali üzerinde iz bıraktığını söylediği bu haline safsata üzerindeydim diyor.
Nefsinin normale dönmesi ve zaruri bilgileri onun nazarında güvenilir hale gelmesi, bir delil veya deliller numunesi ile değil, ancak Allah’ın kalbine atmış olduğu bir nur sayesinde olmuştur. Bu konuya vakıf olmanın, bir şeyin hakikatını keşfetmenin, yalnız delillere bağlı olduğunu zanneden kimse, muhakkak ki Allah’ın geniş olan rahmetini daraltmıştır.
Allah kimin hidayetini isterse, onun kalbini İslam’a açar. Burada açmaktan maksat alameti aldatıcı dünya yurdundan uzaklaşmak ve ebedi olan ahiret yurduna yönelmek olan, Allah’ın kalbe akıttığı bir nurdur.
HAKİKATI ARAŞTIRANLARIN SINIFLARI
Gazali hakikatı arayanların dört grup olduğu kanaatindedir.
1. Kelamcılar: Bunlar rey ve nazariye sahibi olduklarını iddia ederler.
2. Batıniler: Bunlar kendilerini talim ehli olduklarını, hakikatı masum olan imamdan aldıklarını ileri sürerler.
3. Felsefeciler: Bunlar mantık ve kesin delil sahibi olduklarını zannederler.
4. Sofiler: Allah’ın has kulları, müşahade ve keşif ehli olduklarına inanırlar.
KELAM İLMİNİN MAKSADI VE ÖLÜ HAKKINDA
Kelam ilminin gayesi ehli sünnetin akidelerini bidat ehlinin karışık ve çarpık itikadların karşı korumaktır. Kelam ilmi bidatçıların sünnete aykırı olarak uydurdukları yanıltıcı ve vesveselere mantıklı ve düzenli sözlere karşı çıkarak sünneti savunan bir grup olarak ortaya çıkmıştır. Kelamcılar bu vazifelerini yaparlarken mücerred olan delilleri (Kur’an ayetleri - Hadisi şerifler - İçtimayı-ı ümmet) onlara hasımlarının mukaddimelerini kabule zorlamışlardır. Onların en fazla meşgul oldukları konular hasımlarının sözlerinde birbirine ters düşen şeyleri meydana çıkarmak, kabul ettikleri esasların ortaya çıkardığı yanlışlarla onları azarlamak idi. Bu metod akli zaruretlere dayandığından akıl ötesi delilleri de kabul eden İmam-ı tatmin etmemiştir.
Kelamın özü cevher-araz ve bunların hükümlerinin araştırılmasıdır. Bu öz kelam ilminin gayesi olmadığından bu ilim gayesine ulaşamadı.
FELSEFENİN ÖZÜ HAKKINDA
Bir ilimdeki fesad ve bozukluğu ancak, o ilme derinliği ile vakıf olanlar anlayabilirler. Bu mezhebi hakikatına vakıf olmadan bunu reddetmek kendini karanlığa itmek gibidir.
Felsefecilerin eskileri ile en eskileri, sonrakilerle öncüleri arasında hakka uzaklık ve yakınlık bakımından büyük farklılıklar olmakla beraber hepsi de küfür ve dinsizlik özelliği taşırlar.
FELSEFECİLERİN SIRLARI
Felsefeciler üç kısma ayrılırlar:
a-) Dehliler: Kudret ve ilim sahibi herşeyi idare eden yaratıcıyı inkar ederler. Alemin ezelden yaratıcısı vasıtası olmadan, şimdiki haliyle kendiliğinden olduğunu kabul ederler, zındıktırlar.
b-) Tabiiler: En çok tabiat aleminden, hayvan ve bitkilerin şaşırtıcı hallerinden bahsederler. Bu alemdeki mükemmel düzenden dolayı Allah’ı kabul etmek zorunda kalırlar. Ancak bunlar hayvandaki mizacın itidal üzere olmasını, hayvandaki güçlere etkisi olduğuna kanaat etmişlerdir. İtikadlarına göre yok olduktan sonra bir daha geri dönme olmayacağından, ahireti, cenneti ve cehennemi inkar ederler.
c-) İlahiyyum: Sokrat Eflatun’un hocasıdır. Eflatun ise Aristo’nun hocasıdır. Bu grup dehliler ve tabiilerin fikirlerini çirkinliklerini ortaya koyarak reddettiler. Sonra Aristo kendinden önce gelen bütün ilahiyyum felsefecilerini reddetti. Fakat bunların çirkin küfründen ve bidatlerından kendi fikirleri arasında kırıntılar kalmıştır. Bundan dolayı gerek bu ilahiyatçı felsefecilerin, gerekse bunların peşinden giden İbn’i Sina ve Farabi’nin kafir olduğunu hükmetmek vacib oldu.
FELSEFENİN BÖLÜMLERİ
1-Riyaziye: Riyaziye, matematik, geometri, astronomi ilimlerinden ibarettir. Müsbet veya menfi bu ilimlerin din ile ilişkisi yoktur. Kesin delille sabit olmuş şeylerdir. Anlayıp öğrenildikten sonra inkara mahal kalmaz. Bu ilimlerde iki bel ve musibet doğmuştur:
Birinci musibet: Bu ilim erbabı, onlarda gördüğü incelik ve açık delilleri felsefenin tüm bilgilerinde var zanneder. Felsefe hakkında güzel bir inanca sahip olur. Matematikçilerin şeriatı küçümsediğine dair görüşe aldanıp dinden uzaklaşabilir.
İkinci musibet: Bu musibet dinde samimi fakat cahil olan kimselerden doğmuştur. Bunlar felsefeciler tarafından ortaya atılan her türlü bilginin reddedilmesini ve felsefecilerin cahil olduklarını iddia etmeyi İslam’a hizmet sandılar. Güneş-Ay tutulması hakkındaki kesin delile dayanan iddiaları dahi şeriata aykırı addettiler. Fakat bu hususta kesin delile dayananlar bilgilerinde şüpheye düşmediler. İslam’dan uzaklaşıp felsefeye olan muhabbetleri arttı.
Şeriatta bu ilimlerle ilgili müsbet ya da menfi bir hüküm yoktur.
2-Mantık: Mantık ilmi, deliller ile kıyasların şartlarını, burhanı, mukaddimelerin şartlarını ve birleşme şartlarını ‘haddi-sahih’ denilen doğru tanımın meydana gelmesini ve bunların birleştirme keyfiyetini araştırır. Dinle bir ilgisi yoktur. Kelamcılara oranla daha fazla detayla ilgilenmişlerdir. Mantığı iyi bilenlerin fesefenin küfre varan meselelerinin açık delil ile takviye edildiği zannına kapılma tehlikesi vardır.
3-Tabiat İlimleri: Tabiattan ve buradaki tahavvülattan bahseden ilimdir. Bilinmesi gereken tabiat Allah’u Teala’nın emrindedir. Kendi hareket edemez. Ancak Allah yaptırtır.
4-İlahiyyat: Felsefeciler ilahiyyat bahsinde yirmi yerde hataya düşmüşlerdir. Üç hatalarında onlara kafir diyenleri de bidatçı saymak gerekir. Küfre düştükleri hatalar:
- İnsanlar öldükten sonra tekrar cesetleriyle dirilerek haşredilmez. Mükafat ve mücazat yalnız ruh içindir.
- Allah külliyatı bilir, cüzziyatı bilmez.
- Alem ezeli ve ebedidir.
5-Siyasiyat: Felsefecilerin, kaynağını ilahi kitaplardan ve velilerden aldıkları devlet adamlarına dünya işleri ile ilgili söyledikleri sözlerden ibarettir.
6-Ahlak: Bu ilmi sufilerden almışlardır. Sufilerin güzel sözleri ile kendi batıl düşüncelerini kabul ettirmeye çalışmışlardır. Onlara göre ahlak, nefsin sıfatlarını saymak, huyların nevilerini belirtmek, nefis terbiyesinin ve onunla mücadele keyfiyetini ortaya koymaktır.
Felsefecilerin peygamberlerin ve sufilerin sözlerini kendi sözleri arasına koymaları iki afeti doğurmuştur.
Birinci afet: Bazı cahiller bu sözleri ilk defa felsefe kitaplarında gördüklerinden zayıf akıllarıyla batıl olduklarını zannettiler.
İkinci afet: Bu sözlerle birlikte felsefenin diğer batıl düşüncelerini de kabul etme tehlikesidir.
TALİMİYE MEZHEBİ
Bu mezhebin mensupları ‘herşeyin manası, hak ile kaim olan masum imamdan öğrenilir’ diyorlardı. İşin doğrusu şudur: Masum bir öğretmene ihtiyaç vardır. Fakat bizim masum öğretmenimiz Hz. Muhammed (sav)’dir. O davetçilerini her yana dağıtmıştır. Kendinden sonra başvurulsun diye bir din bırakmıştır. Doğruyu bulmada önce nass’a sonra istihada başvurulur. İtikadın temel konularında bütün mezhepler ortak olduğundan küfre düşmez. Taksilatta delili kuvvetli olana uyulur.
TASAVVUF YOLU HAKKINDA
Tasavvuf ilminin özü nefsin ağır gelen zorluklarına katlanmak, onun kötü huy ve çirkin sıfatlardan arınarak Allah’tan başka herşeyi kalpten boşaltarak kalbi Allah’ın zikri ile süsleyip güzelleştirmektir. Ahiret saadeti nefsi men ve dünyayı terk etmekle mümkündür.
KUBETTÜ’S SAHRA
Sufiler gerçekten Allah’u Teala’nın yoluna süluk edenlerdir. Bu öyle bir yoldur ki bu yolun birinci şartı olan temizlik, kalbi tamamen Allah’tan gayri şeylerden temizlemektir. Anahtarı ise kalbi Allah zikri ile kaplamaktır. O’nun nihayeti ise tamamiyle kendinden geçip Allah’ın azametinden fani olmaktır.
Bir şeyi kesin delilleriyle gerçekleştirmeye ilim denir.
Bir hali doğrudan doğruya yaşamak ise zevktir.
PEYGAMBERLİĞİN HAKİKATI
İnsan yedi yaşında temyiz vasfına sahip olur. Bu safhada duyularla idrak edilenden daha fazla şeyler idrak etmeye başlar. Daha sonra akıl ve şuur sahibi olur. İnsan akıl ile vacibleri, caiz olna şeyleri, muhal olan şeyleri ve daha evvelki muhalelerle bulunmaya birtakım halleri idrak eder aklın ötesinde bir devir daha vardır ki, o devrede insan gayb aleminde olanları, ileride olacak olayları, aklın kavrayamayacağı şeyleri görebilir. Bir önceki merhaledekiler bir sonraki merhaledekileri anlayamayabilirler. Muhal kabul ederler. Bu yüzden bazı akıl sahipleri nübüvveti akıldan uzak kabul ediyorlar. Oysa ellerinde peygamberlerin söyledikleri nevden başka delilleri yoktur. Oysa Allah rüya ve uyku ile nübüvveti insanlara yaklaştırmıştır.
Nübüvvetin mümkün olmasına delil, onun varolmasıdır. Var olmasının delili ise dünyada akıl aracılığıyla elde edilemeyen ilimlerin mevcut olmasıdır. Astronomi gibi.
Mucize peygamberliği ispata bir delilden sadece biri olmaktan ileri gitmemelidir. Senin peygamberlere imanın çok delile dayansın. Cemaatin tevatür meselesi.
TEKRAR DERS VERMEYE BAŞLAMASI
Aklın faydası, bize nübüvveti tanıtmak, peygamberleri tasdik ettirmek ve nübüvvetin doğruluğuna şehadet ettirmek, nübüvvet gözüyle idrak edilen sırları anlatmaktan aciz olduğunu itiraf ettirmek, bizi elimizden tutup, körleri rehberlerine, şaşkına dönmüş hastalar şefkatli doktora teslim eder gibi nübüvvet makamına teslim etmektir.
Halktaki gevşekliği, iman zayıflığını araştırdığında şu dört esasa dayandığını gördüm ;
- Felsefe ilimleri ile meşgul olanlara dayanan sebep
- Tasavvuf yoluna girenlere dayanan sebep
- Talim iddiasına mensup olanlara dayanan sebep
- Halk arasında ulema diye tanınmış kimselere dayanan sebep
Saydığımız sebeplerden dolayı halkın imanının bu derece zayıfladığını tesbit edip bu şüpheleri gidermeye kendimi yeterli gördüm. Bu vazifeyi yerine getirmek farz oldu dedim. Bu konuda kalpleri nurlu, keşif ve müşahade ehli bir cemaatle istişare ettim. Cemaatin uzleti bırakmamı, halkın içine girmemi ittifakla söylemeleri üzerine yeniden ders vermeye başladım.
Hakiki alim, günahı ancak hata ve yanlışlık suretiyle işler. Kesinlikle isyan ve günah işlemekte ısrar etmez. Çünkü hakiki ilim, günahların öldürücü zehir olduklarını ve ahiretin dünyadan daha hayırlı olduğunu bildiren ilimdir. Mümin kişi hataya düşebilir, fakat hemen tevbe edebilir. Günaha devamda ısrar etmez.
İLİM-AMEL SEYRU SULUK
Yazar: Aziz Mahmut Hüdayi
CAMİ’UL FAZAİL VE KAMİLİR-REZAİL
İlim sahipleri, insanlara peygamberlerin getirdiği ahkama göre yol gösterir. Bu yüzden halk. Daima alimlere muhtaçtır. Nitekim cennete, ehl-i cennete “Bir şeyler isteyin” denildiğinde onlar ne isteyeceklerini yine alimlerden öğreneceklerdir.
Muaz b. Cebel (ra) derki: İlim öğrenin zira Allah rızası için ilim öğrenmek nimet, ilim talep etmek saadet, ders okumak tesbih, ilim mubahsesi cihat, bilmeyene öğretmek sadakadır. Hasılı ilim imam, amel de ona tabi olan cemaat gibidir.
Öğrenilmesi farz olan ilim, Hakk’ı arayan kimseyi, Allah Teala’ya yaklaştırandır. İlimlerin en yükseği marifetullah (Hak bilgisi)’dir. Tam ve külli yakınlığı sağlayan ilim, süfiyyenin ilmidir. Tasavvuf yolunda kurtuluş arayanların evvela ilim öğrenip sonra sufilik yoluna girmeleri gerekir.
İlim iki çeşittir. Biri ilim-i ubudiyet, diğeri ilm-i rububiyettir. Kişi ilm-i ubudiyeti, yani sağlam inanç ve salih amel için gerekli olan din bilgisini öğrendikten sonra ilm-i rububiyet, yani tarikat tahsiline yönelir.
Zikir yolunu tutmak sevaba nail olmaya vesile olduğu gibi, nefs perdelerin kalkmasına da müessir olur.
Temizliğin altı derecesi vardır.
Farz namazların fazileti hususunda Efendimizin (sav) şöyle buyurur:
“Allah Teala’nın insanlara farz kıldığı şeylerden kendi katında tevhidden sonra en sevimli olanı namazdır. Eğer Allah Teala katında namazdan daha efdal bir ibadet olsaydı, melekler onunla ibadet ederlerdi. Halbuki meleklerin kimisi rükuda, kimisi secdede, kimisi kuû ddadır.”
Teravih namazı; sünnet olup yirmi rekattır. Ramazan ayında yatsı namazını müteakip kılınır. Efendimiz (sav) “Allah Teala size Ramazan gecesi namazın sünnet kılmıştır.” Buyurarak sünnet ve Allah rızasının sebep olduğunu belirtmiştir.
Teheccüd namazı, geceleyin bir miktar uyuduktan sonra kılınır. Uyumadan kılınan namaz teheccüd olmaz. Teheccüdün en güzel şekli önce iki rekat tahiyyetül-vudü kılınır. Bu iki rekatın ikisinde Fatiha’dan sonra Nisa suresinin 64. Ayeti ikincisinde yine Nisa suresinin 110. Ayeti okunur. Sonra ilkinde Ayetel kürsü ikincisinde Amenerrasulü okunan iki rekat namaz daha kılınır. Sonra da ikişer rekat olmak üzere on iki rekata tamamlanır. Teheccüd sekiz rekat kılınabileceği gibi yirmi, otuz, kırk, elli, rekata kadar kılınabilir.
Teheccüd namazını adab ve erkana riayet ederek kılana Allah Teala beşi dünyada, dördü ahirette olmak üzere dokuz ikramda bulunacaktır. Dünyadakiler, afetlerden korumak, kıldığı namazın eserinin yüzde görülme, salih kulların muhabbetine nail olmak, sadır olması ve iffet duygusudur. Ahirettekiler ise yüz aklığı, hesap kolaylığı, sıratı rahat geçmek, kitabının sağ elden verilmesi gibidir.
İşrak namazı, iki rekattır. Güneş iki mızrak yükseldikten sonra kılınır. Efendimizin (sav) “Bir kimse” sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra oturup güneş doğuncaya kadar zikir ile meşgul olsa, güneş doğuncaya kadar iki rekat namaz kılsa bir nafile hac ve umre sevabına nail olur.” Buyuruyor.
Güneş doğarken, müstehab olan zikrullahtır. Çünkü bu değerli vakitte zikrullaha devam etmenin nefislerde büyük bir tesiri vardır.
Kuşluk namazı iki veya dört rekattan on iki rekata kadar kılınabilir. Kuşluk vaktinde dört rekat ile Allah Tealaya hatırlayan kişinin o günün akşamına kadar mekruhlardan uzaklaştıracağı rivayet edilir.
Evvabin namazı, altı rekattır. Akşamla yatsı arasında kılınır. Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur. “ Bir kimse akşam namazından sonra hiç konuşmadan altı rekat namaz kılarsa, o namaz on iki yıllık ibadete denk olur.”
Bu namazların haricinde Tesbih, istihare, Tevbe, Hacet, Regaib, Berat Gecesi, istika, yolcu, Küsuf namazları da anlatılmıştır.
Hz. Peygamber (sav) buyurmuştur ki, “oruç tutan kimsenin iki sevinci vardır. Bir sevinmesi iftar vaktindedir. Bir sevinci de Rabbına kavuştuğu zamandır.”
Şevval ayında altı sonuç tutmak sevaptır. Zilhicceden dokuz gün, zilkadenin son günü ile birlikte oruç tutmak müstehabdır. Ramazan orucundan sonra Aşure günü orucunu diğer günlerde tutulan oruçların hiçbiri tercih edilmemiştir. Pazartesi ve Perşembe oruçlarda müstehabdır. Çünkü ameller Allah Teala’ya Pazartesi ve Perşembe günleri arz olunur.
Müslüman’a yakışan çok mükafat olmak için bol bol sadaka vermektedir. Sadaka verirken minnet ve eziyetle verilmemesi gerekir. Yoksa dileyiciye güzele “Allah versin” diyerek göndermek, yaptığı iyiliği boşa çıkarmaktan daha iyidir. Emr-i bi’l maruf sadakadır. Nehyi anil-münker sadakadır. Zar hangi şeyi Allah rızası için sarf edersen elbette onunla memur olursun. Yani Allah onun ecir ve sevabını sona ihsan eyler.
4- Haccın Faziletleri: Hz. Peygamber (sav) “ Bir kimse cima ve fısktan hazar ederek Kabe’yi ziyaret etse anasından doğduğu zamanki gibi günahından tertemiz olur” buyurmuştur.
Hacc’da esas olan kişinin kalbindeki niyetini riyadan halis kılması, ticaret ve emsali dini ve dünyevi maksatlardan temizlenmesi tertemiz mal ile yola çakmasıdır. Yine hacıya yakışan ve gerekli olan Allah’ın hukuku ile mahlukatın haklarına riayettir.
Allah için evlenen ve Allah için müminleri evlendiren Allah Teala’nın dostluğuna hak kazanır.
Evlenmenin Afetleri:
Evlenmenin Faydaları:
Evlenilecek kadında aranan şartlar:
2- Karı-Kocanın Hak ve Vazifeleri
Erkeğin kadın üzerindeki hakları:
Kadının Kocası Üzerindeki Hakları:
3- Ana-Baba- Evladın Hak ve Vazifeleri:
Evladan Ana-Baba Üzerindeki Hakları:
Evladın Ana-Babaya Karşı Vazifeleri:
Ana-babaya ölümlerine kadar iyi bakmak yeterli değildir. Ölümlerinden sonra çocuğunun iyi halinden dolayı kabirde ferahtır. Dirilerin ölülere hediyesi dua ve istiğfardır.
Sıla-i rahim, ömrü uzatır, rızkı arttır, rızkı artırır. Efendimiz (sav) “Sıla-i rahmi terketme sıla yap, sana zulmedeni bağışla, sana kötülük yapana bile iyilik yap” buyurmaktadır.
Köle ve hayvanların Hakları:
Amme hukuku denilince insanların ırz ve namuslarına dil uzatmaktan sakınmalı ve dedikodu, kovuculuk, yalan ve benzeri dil ile işlenen günahlardan çekinmek akla gelir.
Gıybet, müminin duyunca hoşlanmayacağı sözleri ortasından söylemektir. İstir dini ister dünyevi ne olursa olsun gıybet yapılmamalıdır. Bir Müslüman’ın şerefine dil uzatmak en büyük günahlardan biridir. Gıybete şu dört yerde başka çare kalmadığı zaman izin verilmiştir.
Kovuculuk, açıklanması, istenmeyen sırların açıklanmasıdır. Efendimiz (sav) “ Korucu cennet giremez” buyurmuştur. Akıllı olana yakışan gördüklerini söylemektir. Bir fayda sağlamak veya günah önlemek siz konusu ise caizdir. Mesela birinin tasallut ederken gördüğün kimse hakkında şahitli yapma mecburiyetin vardır.
Doğruluk mutlaka hayra götürür. Efendimiz (sav)’e “Mümin yalancı olabilirim:” diye sorulunca “Hayır asla olamaz! Buyurmuşlardır. Çünkü yalan uyduranlar Allah’ın ayetlerine inanmayanlardır. Yalan bütün kötülüklerin temeli, günahların esasıdır.
Yalan ancak bir kaç yerde mübahtır.
Müminin yalan vaadden kaçınması gereklidir. Çünkü yalan vaad münafıklık alametidir.
Kul, nefsin azgınlık ve taşkınlığından kurtularak itiminan makamına erince nefs insana güzel bir binit olur. En büyük cihad ile mücadeledir. Nefsin kötü ahlakı pek çoktur. Bunların başlıcaları, kibir, vebriya, öfke, hased, mal sevgisi ve makam tutkusudur.
Tevazu ile kul nefsini kibir ve ucbün çirkinliğinden uzak tutmalıdır. Efendimiz (sav); “Dünyada böbürlenip büyüklük taslayanlar, kıyamet gününde küçük karınca suretinde yaratılacak ve halk onların üzerine basarak çiğneyecektir.” Buyurmaktadır.
Yusuf b. Esbat tevazu şu güzel sözleri açıklıyor, “Evinden çıktıktan sonra karşılaştığın herkesi kendine üstün görmektir.”
Küçük şirk sayılan riyanın nefisten uzaklaştırılması ancak yapılan her şeyin Allah rızası için olduğunu bilmekle mümkündür. Kişi bir amele yöneldiği zaman aklında sadece Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır.
Efendimiz (sav) yumuşak huyluluğu da şu sözlerle açıklıyor,
“ Sizin en hayırlınız öfkelendiği zaman kendine hakim olandır. En yumuşak başlı olanınızda elinde intikam alma imkanı olduğu halde insanların kusurlarını bağışlayandır.
Hased, Allah’ın kullarına ihsandan memnun olmamak manasına gelir. Bu ise insanı günahla götürebilir. Bir kimse dünyaya aid bir şey için hassal ediyorsa bu tutumu ona hiç bir şey kazandırmaz. İbn Şirin derki: “ Hased ettiğim kimse Cennet ehliyse onun ehl-i cennet olduğunu kıskanmayayım da dünyalığını mı kıskanayım? Zira dünya cennet nazaran çok hafiftir. Eğer hased ettiğim kimse cehennemlik ise, onu cehenneme götüren dünyasını niye kıskanayım?
Müminlerde olması gerekli olan güzel huylardan biride isar’dır Yani kendine verilmesi gerekin ihsanın başkasını arzu etmektir. Nitekim Allah Teala bu konuda Haşr suresinde “ Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, kardeşlerini kendilerinden önce tutarlar” buyurmaktadır.
Nefsin kötü huylarından olan hırs kişiyi hasrete götürür. Bunu önüne geçmek amacıyla müminlerin kanaatkar olması gereklidir. Kanaat konusunda aslolan iktisatlı, tutumlu olmaktır. İktisat, harcamada tutumlu, vermede minnetsiz davranmaktadır.
Bilmek gerekir ki, makam sevgisi ve şöhret tutkusu, nefse en çekici gelen özelliklerdendir. Bu sebeple sıdk makamına ermiş kimselerden en son çıkan nefsani duygu, “makam sevgisi” veya “baş olması” arzusundadır. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur. “Siz baş olmaya çok meraklısınız, fakat bu duygu, kıyamet gününde size pişmanlık sebebi olacaktır.
Nefsin arzularına karşı koyabilmek için gerekli bazı hususlar vardır.
Ebül Abbas es-Seyyari derki: “ Tevhid; kalbin Hakk’tan başka bir şey hatırlamamasıdır.”
MİFTHU’S-SALAT VE MİRKATÜN-NECAT
(Namaz Anahtarı ve Kurtuluş Merdiveni)
Namazı kılacak kişi yemek ve içmekle ilgili ihtiyaçlarını görmüş, kalbi huzur ve teveccühünü bozabilecek düşünceleri zihinden çıkarmış olmalıdır. Bedeninin ve kalbini tevbe ile temizlemelidir. Burada temizlenmesi gerekli olan en önemli şey kalptir. Çünkü kalp nazargah-ı ilahi’dir.
Bedenen kıbleye, batınen ise Cenab-ı Hakk’ın huzur-u ilahisine yönelmeli ve son namaz imiş gibi kılmak gerekir.
Niyetten sonra tekbir alınır ve namaza durulur. Burada mümin bir miraçtadır. Bunu hiçbir an unutmamalı ve Allah’ın huzuruna yakışır şekilde namaz eda eylemelidir.
Tekbirden sonra sağ ele elin üzerine konularak bağlanır. Yeni ise insanın iki denizinin kavuştuğu yer olan göbeğin biraz aşağısındadır. Göbeğin üst kısmı (kalp ve daha yukarısı) semavi sırlar hazinesi, alt kısmı ise nefsini orduların karargahı ve arzın sırları deposudur. Eller bu şekilde bağlanınca nefsini duygu ve güçlerin yukarı çıkması önlenmiş olur. Nefsle mücadele ve ihtilaf ortadan kalkınca ellerin birleştirilmesi ihtiyacı ortadan kalkan ve eller yana salıverilir. Bu konuda görüş ayrıcalığı çıkmaktadır.
Bu durum namaz kılan kişinin ahvalinin farklığından kaynaklanır.
Namaz kılana yakışan, padişahlar padişahı Allah’ın huzurunda zelil bir kulun oluşu gibi huşu ve hudu halinde bulunmaktadır. Ruküdan doğrulunca belini ve sırtını dümdüz yapmak gereklidir. Yoksa Allah Teala nazar buyurmaz.,
Secdeye giderken dizler, eller sonra alan ve burun sırasıyla yere konur. Dirsekler yere yapıştırılmaz. Secdede sünnet ve farzlara riayetle özen gösterilmelidir. Çünkü kulun Cenab-ı Hakk’ın en yakın olduğu an secde anıdır. Secdeden kalkınca sol ayak üzerine oturulur ve sağ ayak parmakları kıbleyi gösterecek şekilde dikilir. Eller açılıp kapanmaya zorlanmadan uyluklar üzerine konur.
Teşehhüdde et-Tahiyyat okunurken Mirac’ın sırrı düşünülmelidir. Çünkü namaz Mi’raç çıkmak için sağ ve solda bulunan meleklerle, Müslüman ins ve cinlere selam verilmelidir.
İkindi namazı çok önemlidir. Bu namazı kılana büyük mutluluk vardır. İyiliklerin kötülükleri giderdiği gibi namazda dünya karanlıklarını giderir. Beş vakit namaz Cenab-Hakk’a açılan baş huzur kapısıdır.
Nefsin namazı insanı kötü huylardan, kalbin namazı gaflet ve gereksiz uğraştan, sırrın namazı da masivaya iltifattan alıkor.
Namaz lugatta dua demektir. Çünkü tam anlamıyla Allah’a yönelince bütün organları sanki dil kesilir ve Allah Telalaya zahirin ve batınen dua eder.
Allah Teala buyuruyor ki.
“ Cuma günü namaza çağrıldığında hemen Allah’ın zikrine koşunuz. Alış verişi terkediniz. Eğer bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır. (Cuma-9)
Cuma namazını terk etmek kalbin nurlanıp inkişaf etmesine sebep olur.
Cuma namazında gerekli olan adabdan birinin de sessizce hutbe dinlemek olduğu bilinmelidir. Çünkü Allah Resulü (sav) “imam minbere çıktığında zaman namaz kılmak da, konuşmak da caiz değildir.” buyurmuşlardır.
Günlerin en hayırlı olan Cuma günüdür.
Cemaatle namaz, sünnet-i müekkededir. Cemaatle kılının namazın yirmiyedi kat sevabı olduğu unutulmamalıdır.
Saf bağlayıp namaz kılan mü’minler, nefs gibi haramilere şeytan misli hırsızlara karşı mücadele etmek için birbirlerine destek olarak kenetlenmiş binalar gibidir. Namaza duran cemaatin zahirleri şartlarını taşıyarak bir araya gelirse batınlarıda onlara uyar. Takva ve iyilik hususunda birbirlerine karşılıklı olarak yardımcı olurlar. Birbirlerine nur ve bereket sirayet eder.
Tenbih
Namaz, kalbi ve kalple ilgili amelleri, cehri ve hafi zikri toplayan ve kulu yüksek derecelere ulaştıran bir ibadettir.
Ammelilerin bir ruhu, bir cesedi vardır. İnsanoğlu dünyada bulunduğu sürece onun amellerinden yüz çevirmesi azgınlık ve isyanın ta kendisidir. Ameller haller ile tezkiye görür. Haller (ahval) ammelileri gelişir.
Dinin ikamesi için gayret göster., lakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbına kulluğuna devam et.
İSLAM TASAVVUFU (EL-LÜMA)
Yazar : Ebu Nasr Serrac Tusi
Yayınevi : Altınoluk Yayınları
TASAVVUF İLMİ VE SUFİLER
Sufiler inanç konusunda hadisçiler ve fakihlerle aynı görüşü paylaşan, onların ilimlerini benimseyerek onların esaslarına karşı çıkmayan kimselerdir. Çünkü sufiler, bid’atlerden ve nefsin kölesi olmaktan kaçınan, güzel örneğe bağlı ve ona uymaya hazır, her türlü bilgide fakih ve muhaddislerle ortak görüşlere sahiptirler. Sufilerden bilgi ve anlayışta muhaddis ve fakihlerin derecesine ulaşamamış olanlar, ahkam-ı şer’iyye ve hudud-u islamiyye konusunda karşılaştıkları müşkillerin halli için mutlaka muhaddis ve fakihlere başvururlar. Alimlerin icma ettikleri konuda sufilerde icma ederler. Ulemanın ihtilaf ettiği konularda ise sufiler, ihtiyatlı olmak için en güzel, en evla ve en mükemmel olanı seçerler ki böylece Allah’ın kullarına emrettiği şeyi yüceltmiş, nehyettiğinden de sakınmış olurlar.
“SUFİ” ADI NEREDEN GELİYOR?
Sufilerin diğer ilim erbabından farklı ilk özellikleri, farzları yerine getirmekten ve haramlardan kaçınmaktan başka malayani denilen boş ve anlamsız meşguliyetleri terk etmek, maksadları ile aralarına giren her türlü alakadan sakınmaktır. Onların Allah’dan başka gaye ve maksadları yoktur. Sufilerin bundan başka muhtelif adabları vardır. İşte bunlardan bazıları: “Dünya nimetinin azına kanaat etmek; zaruri olan yani olmazsa olmaz ölçüsündeki bir azıkla yetinmek, zaruri olan giyim-kuşam, yiyecek ve istirahat imkanını sağlayacak bir şeyle iktifa etmek, iradi olarak fakirliği zenginliğe tercih etmek, aza koşup çoktan kaçmak, açlığı tokluğa tercih, üstünlük ve büyüklüğe rağbet etmemek, itibar ve makamda feragat gösterebilmek, yaratıklara şefkat ve merhamet, büyük-küçük herkese tevazu, ihtiyaç anında bile başkalarını kendine tercih etmek (isar), dünyaya dalanlara aldırış etmemek, Allah hakkında daima hüsn-ü zan sahibi olmak, taate koşarken ve hayırda yarışırken daima ihlas üzere bulunmak, her şeyden kesilip Allah’a yönelmek, O’nun kazasına rıza, belasına sabır göstererek nefsindir.” Buyurmuştur.
Hz. Peygamberimiz (sav) tasavvufla alakalı başka bir takım hadislerinde de şöyle buyurmaktadır:
1-”Ümmetimin içinde ilham ve keşfe mazhar (mükellem-muhaddes) bazı insanlar vardır. Ömer’de bunlardan biridir.”
2-”Nice yüzü gözü tozlu, saçları dağınık, kılık kıyafeti eski kimseler vardır ki, Allah adına yemin ederler, Allah onların yeminlerini kabul eder. Bera b. Aziz onlardandır.”
3-”Ümmetiminden bir zata vardır ki onun şefaati sayesinde Rebia ve Mudar kabilesi kadar insan cennete girecek tir.” Bu zat Üveys Karani’dir.
4-”Ümmetimden Kur’an okuduğunda huşu duyan kimseler görürsün. Talk b. Habib bunlardan biridir.”
5-”Ümmetimden yetmiş bin kişi hesap görmeden cennete girecektir.” Ashab sordu: “Onlar kimlerdir Ya Rasulullah ?” Cevaben buyurdular: “Afsun ve dağlama gibi işlerle meşgul olmadan Rablarına dayanıp güvenenlerdir.”
Tasavvuf Allah’ın dostlarının gönlüne kelam-ı ilahisini anlamak, hitab-ı ilahisinden hüküm çıkarmak üzere açtığı bir keşf ve ilham ilimidir.
“SUFİ” ADI NEREDEN GELİYOR?
Sufiler sadece bir ilimde teferrüd etmiş, sadece bir makam ve hale bürünmüş kimseler değildir. Aksine onlar bütün manevi ilimlerin kaynağı, halleri barınağı, eskilerin ahlakının mazharıdırlar. Onlar mahiyet-i ilahiyye sayesinde bir halden bir hale intikal etmede ve daima daha iyi ve güzele koşmadadırlar. Halleri böyle değişken olan ve devamlı ilerleyen kimselerin bu hallerden sadece birinin adıyla anılması uygun olmaz. Onları sadece bir hal ve makamla kayıtlamamak için bu hallerden biriyle isimlendirmekten kaçınmalıyız. Şayet onları içinde bulundukları en etkili hal, makam ilim ve ahlaka izafe ederek isimlendirecek olursak, her zaman ayrı bir isimle adlandırmamız gerekirdi. Bu olmayacağına göre onları giydikleri şeye izafe ederek sufiyye adıyla adlandırıyoruz. Çünkü suf (yün) giymek nebilerin adeti, peygamberlerin ve asfiyanın şiarıdır.
Allah Teala hazretleri İsa(as.)‘ın ashabını giydikleri beyaz elbiseye nisbetle “Havariler” diye yad etmiştir. Allah Teala onları sahip oldukları ilim, davranış ya da hal ile anmak yerine bu adla anmayı tercih etmiştir. Sufilerin durumu da aynıdır. Sufiler zahir libasına nisbetle bu adı almış, büründükleri bir hal ve ilimle anılmamışlardır.
BAZI TASAVVUF TARİFLERİ
Muhammed b. Ali Kessab: “Tasavvuf, seçkin bir toplulukla birlikte seçkin bir adamdan güzel bir zamanda zuhur eden güzel ahlaktır.”
Semnun: “Tasavvuf hiçbir şeyin sana, seninde hiçbir şeye malik olmamandır”.Amr b. Osman Mekki: “ Tasavvuf kulun içinde bulunduğu vaktin gereğine göre, o an ne yapılması gerekiyorsa onu yapmaktır.”
SUFİ KELİMESİNİN ANLAMI
Abdulvahid b. Zeyd: “Üzüntü ve tasalarını akılları ile çözen, kalpleri ile onlardan uzaklaşan, nefislerinin şerrinden Efendilerine sığınanlardır.”
Zünnun Mısri’sen: “Onlar o kimselerdir ki Allah’ı herşeye tercih ederler. Allah da onları herşeye tercih eder.”
Sufi kelimesinin aslı “Safevi”dir. Telaffuz zorluğu sebebiyle safevi, sufi olmuştur. Bir de bunlardan başka tasavvufun şu tarifleri yapılabilir.
İlmi Tarif: Tasavvuf kalplerin kirlerden temizlenmesi, yaratıklara karşı güzel muamele, şer’i meselelerde Allah Resulu’ne tabi olmaktır.
Hakikat Lisanıyla Tarif: Mülkiyet ve varlık iddiasından uzaklaşmak, göklerin yaratıcısına bağlanarak beşeri sıfatların esaretinde kurtulmaktır.
Marifet aslında bir Hakk vergisidir. Ma’rifet nardır, iman nurdur. Ma’rifet vecddir, iman ihsan-ı ilahidir. Mü’min ile arif arasındaki fark şudur: Mü’min Allah’ın nuruyla bakar, arif ise Allah ile nazar eder. Mü’minin kalbi vardır. Arifin yoktur. Mü’minin kalbi zikr-i ilahi ile mutmain olur. Arif ise Allah’dan başkasından itminan duymaz. Ma’rifet üç çeşittir.
1-Ma’rifet-i ikrar (söylenen ma’rifet)
2-Ma’rifet-i hakikat (gerçek ma’rifet)
3-Ma’rifet-i müşahede
Zahidler üç tabakadır:
1-Mübtediler: Elinde avucunda bir malı olmayan elinde bulunmayan malın sevgisi gönlünde yer tutmayanlar.
2-Tahkik Ehli: Dünyanın tamamından nefsen ait hazları tektir. İşte bu tahkik ehlinin zühdüdür.
3-İstiğna Ehli: Bu grupta yer alanlar, “dünyanın tamamı kendi mülkleri olsa, bundan dolayı ahirette herhangi bir sualle karşılaşmayacak ve Allah nezdinde kendilerine ayrılan ecirden de bir eksilme olmayacak” olsa bile yine zühd içinde yaşarlar.
Tevekkül üç çeşittir:
1-Mü’minlerin Tevekkülü: Tevekkül, ubudiyette bedeni devreden çıkarıp kalbi rububiyete bağlamak mikdar-ı kafi şeyle yetinmektedir. Böyleleri verilince şükreder, verilmeyince kadere olan rızaları sebebiyle sabreder.
2-Havasın Tevekkülü: Allah’a bir sebep ve vasıta ile tevekkül eden kimse, tevekkülünü Allah’a, Allah ile ve Allah için yapıp sebeplere bağlanmadan mütevekkil olmadıkça gerçek tevekkül ehli sayılmaz.
3-Havassü’l-havasın Tevekkülü: Tevekkül, olmadan (keynuyet) önceki gibi, senin varlığının Allah’a aid olmasıdır. Bu taktirde Allah Teala da daima senin için olur.
“Onların yüzlerinde sevinç ve mutluluğun sevincini görürsün.” Yani ehli cennet, cennet nimetleri sebebiyle yüzlerinde meydana gelen sevinç hanesinden tanınır. Bu ehli cennet arasında kendilerine has kılınan nimetlerden dolayı ebrar için böylesine bir şerbetin sunulacağı anlaşılmaktadır. Tesnim sadece mukarreblerin içtiği bir kaynaktır. Ebrarın içkisi olan rahik-ı mahtum, bunlardan bir karışım taşıdığı için ehli cennetin diğer içeceklerine üstün sayılmıştır.
Kitap ve sünnete uyma konusunda insanlar üç kısımdır:
1-Ruhsat, mübah, tevil ve genişlik yolunu tutanlar.
2-Farz, sünnet, dini had ve ahkam bilgisine bağlananlar.
3-Farz ve sünnet konusunu sağlamlaştırdıktan sonra, dini ahkamda hiçbir cehaleti kalmayan, bunlara ilaveten hal, amal, ahlak ve yüce duygulara gönlünü bağlayan, hukukun gerçeklerini araştıran sıdk ve tahkik ehli kimseler.
TASAVVUFTA ADAB
Allah Teala buyurur. “ Ey iman edenler, canlarınızı ve ehlinizi (çoluk-çocuğunuzu) cehennem azabından koruyunuz.” İbn Abbas bu ayete şöyle der: “Çoluk-çocuğunuzu eğiterek; edeple yetiştirerek onlara cehennemden kurtulmayı öğretin.” Efendimiz (sav) “Hiçbir baba evladına edepten daha değerli bir armağan veremez.” “Beni Rabbim terbiye etti ve edebimi güzel yaptı.” Buyurmuştur. Hasan-ı Basrı’de: “Önce dinde ince kavrayış (tefakkuh) lazımdır. Çünkü böyle bir anlayış, taliplerin kalplerini cezbeder. Sonra dünyaya karşı zahid davranmak, çünkü bu da insanı Allah’a yaklaştırır. Son olarak da Allah’ın kul üzerindeki hakkını bilmek. Bu da kamil manada bir imanı içine alır.”
YEMEK, TOPLANTI VE ZİYAFET ADABI
Ebu’l-Kasım Cüneyd şöyle der: “Dervişler üzerine üç yerde rahmet-i ilahiye iner:
A-Yemek yerken, çünkü onlar tam ihtiyaç duymadıkça yemek yemezler.
B-İlmi toplantılarda, çünkü onlar böyle yerlerde sıddık ve evliyanın halinden başka birşey konuşmazlar.
C-Sema (güzel sesle okunan bir ilahi vs.) anında, çünkü onlar, dinlediklerini
ancak Hakk’tan dinlerler ayağa kalkacak olurlarsa da vecd tesiriyle kalkarlar.
SEMA’A DAİR MESELELER
Allah Teala buyurur: “O yaratmada (halk) dilediği arttırmayı yapar.” Müfessirler ayette geçen “Halk “ ın güzel huy ve güzel sese demek olduğunu belirtmişleridir. Nitekim Hadis-i Şerif’lerde şöyle buyurulmuştur:
1-Allah’ın gönderdiği nebilerin her biri güzel seslidir.
2-Allah, güzel sesli nebisini dinlediği gibi hiçbir şeyi dinlememiştir.
3-Allah güzel sesle okuyan kimseyi, sahibinin şarkıcı bir cariyeyi dinlemesinden daha güzel dinler.
4-Hz. Peygamber (sav) fetih gününde Kur’an okudu ve sanki şarkı söylüyor gibi uzatarak okudu.
İKİNCİ KISIM
* Sağlam bir tasavvuf çizgisinde hangi özellikler bulunmalıdır?
a-Ehli sünnet ve ve’l-cemaat çizgisinde sağlam bir inanç.
b-Kitap ve sünnete uygun derin bir ibadet hayatı.
c-Düzgün bir muamelat,
d-Muhammedi bir ahlak.
* Tasavvuf hangi ölçüleri içinde taşır?
a-Tasavvuf manevi tecrübe ile anlaşılan hal ilmidir.
b-Tasavvufi bilginin konusu Marifetullah’tır.
c-Tasavvuf tatbiki bir ilim olduğundan mürşid vasıtası ile öğrenilir.
d-Tasavvuf tecrübi olduğu için kitaptan öğrenilmez.
e-Tasavvufun bilgi kaynağı felsefe ve kelam gibi akılla sınırlı değildir. İlham ve keşf de bilgi kaynağı kabul edilir.
f-Tasavvufi eğitim tarikat denilen özel yollarla katedilir.
* İslam’ı tasavvuf, cihad ve nur gibi ekol ve fırkalara ayırmak acz ifadesi değil midir?
Farklı yapıdaki bu cemaatle, birbirleri ile uğraşmadığı ve önündeki hizmet planına göre birşeyler yaptığı sürece faydalıdırlar.
* Günümüzün bozuk şartlarında, herşeyin nefse ve şehvete hitab ittiği bir zamanda sadece tasavvuf yeterli olur mu?
Günümüzde tasavvufa belki her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Fakat islami ilimleri birbirine alternatif görmek yanlıştır. Herşeyden tecrid edilmiş sırf tasavvuf diye birşeyden söz edilmez.
* İlmiye sınıfı tarikatlara itiraz ediyor veya soğuk bakıyor avam hemen teslim oluyor ve mesafe katediyor. Sebep ve hikmeti ne olabilir?
İlmiye sınıfının tamamen karşı çıktığını söylemek yanlış olur. Bazıları kişisel hataları genelleştiriyor. Bazıları ise enaniyetin altında kalıp eziliyor.
* Bugün tasavvufi cemaatlerde görülen sarığın hizmete engel olduğunu söyleyenler var. Düşünceleriniz nelerdir?
Tasavvuf grupları arasında sosyal olaylara ve kılık-kıyafete bakış farkı vardır. Sakalın, cübbenin ve sarığın sünnet olduğu unutulmamalıdır. Kılık-kıyafetle nefse bir pay çıkarılmamalı. Sakalsızlarla da “bunların bu hali müslümanlara zarar veriyor” diye uğraşılmamalıdır.
* Bediüzzaman hazretleri “üveysi” olarak yaşamıştır. O’nun gerçek şakirtleri de bilerek ve bilmeyerek “üveysi-meşreb” midirler?
Üveysilik: Bir mürşidle görüşmeden manevi yolla, rüya tarikıyla yol almaktır. Üveys Karani’ye nisbetle ortaya çıkmıştır. Bediüzzaman’ın bazı tarikat şeyhlerinden ders aldığı bilinmektedir. Bütün Risale-i Nur şakirtlerini üveysi saymak doğru değildir.
* Bediüzzaman Risalelerinde tasavvufu bir meyve; tasavvuf ehli ise Ankara’dan İstanbul’a gitmek için bir vasıta olarak tanımlıyor ve bu zamanda kişinin mutlaka bir yere bağlanması gerektiğini savunuyor. Ne dersiniz?
İkisi çelişkili değildir. Bakış açılarının farklılığından kaynaklanmaktadır. Tasavvufun iki boyutu vardır; biri tahalluk (eğitim ve terbiye) diğeri tahakkuk ‘(ma’rifet ve bilgi)’tur. Bediüzzaman tahakkuk tarafına bakmıştır.
* Bir cemaat: “Zaman; tarikat zamanı değildir, imanı kurtarma zamanıdır.” diyerek tarikat ve tasavvufa karşı çıkıyor. Ne söylersiniz?
Bu söz XX. Yy. ın ilk yarısında söylenmiştir. O yıllar pozitivist ve materyalist düşüncenin egemen olduğu yıllardır ve ülkemizde bu rüzgarların tesirinde kalmıştır. Din, devlet eliyle toplum hayatının dışına itilmiş ve tekkeler tarikatlar kapatılmıştır. O günün öncelikli konusu iman idi.
* Şeyhin sahtesi ile gerçeği nasıl ayırt edilir?
En önemli ölçü şeriata riayet ve İslami esaslara bağlılıktaki hassasiyettir.
* “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” sözünü izah eder misiniz?
Bu söz Beyazıd-ı Bestami’ye atfedilir. Bir üstadın yanında tasavvufi eğitim görmeden kendi kendine sufilik yapmaya kalkışan bir kimse mutlaka yanılır ve şeytanın oyuncağı olur.
* Kadınlar da intisab etmeli midir?
Kur’an da kadınların İslam, iman, taat, sıdk, sabır, huşu, tasadduk, oruç, namusu koruma ve zikir konusunda erkeklerle aynı olduğu vurgulanmaktadır. Cihad dışında erkeklerin muhatab oldukları bütün konulara onlar da muhatabdırlar.
* Salik ve meczub kime denir?
Salik: Seyr-u süluk’a girmiş, riyazat, mücahede ve muamele ile nefsini arıtıp ruhunu yüceltmeye ve müşahedeye eremeye çalışan kimse.
Meczub: Hakk’ın tecellileri kendisine seyr-u süluksuz olarak zuhur eden kimsedir.
* “Peygamber dururken mürşide rabıta yapılmaz, biz peygambere rabıta yapıyoruz” diyenler var. Bunların durumu nedir?
Zaten Peygambere rabıta yapacak seviyeye gelmiş bir kimsenin şeyhe rabıta yapmada ısrar etmesi şirk sayılır. Esas olan peygambere yapılan rabıtadır.
LEMEZÂT-I HULVİYYE
Yazar : M. Cemaleddin el-Hulvi
Yayınevi : İFAV ( M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı )
Baskı : İstanbul / 1993 / 656 shf.
Lemazat’ın telifine 1018h. (1609) da başlanmış ve eser 1030h. (1621) de tamamlanmıştır.
Tertib bakımından da bir “Mukaddime”, 23 “Lemza” ve her lemza üçer “Zaika”ya ayrılmıştır. Bir de “hatime”den terekküb eden eserin “Mukaddimesi”sinde ilk dört halife ve dört mezheb imamları, oniki imam; lemzalarda ise, Halvetiliğin isnad halkasını teşkil eden büyük şeyhleri; zaikalarda ise bunların halifelerinin menkıbeleri, doğup vefat ettikleri yerler, yaşadıkları devrin hükümdarları ve bazı siyasi olaylar da kaydedilmiştir.
Mü’minlerin Emiri Hz. Ebu Bekri’s Sıddık (ra)’ı Beyan Eder.
Sultan-ı Resül “-Gayb aleminin askerleri bizimledir ve bizi gözlemektedirler” buyuruyor. Hz. Sıddik; “Ey Allah’ın Resulü ben de onları görebilseydim” diye niyazda bulunurlar. Hazret de; “- Onun görülmesi zikre devam ile olur” demesi üzerine “Ey Allah’ın Resulü, ben Allah zikrinden uzak değilim” der. Hazret “- Doğru söylüyorsun ya Ebu Bekir.... ama, bu ancak zikir telkini ile olur” diyerek “ahfa” (gizlilikle, gizlice) ile “hafi zikir”i kendisine verip öğretir ki bu tarz zikir, “Nakşibendiyye” azizlerinin ve “Hacegan” taifesi ve azizan taifesinin zikirleridir.
“- Ya Ebu Bekir, sizi, sık oruç ve namazınızla değilse, daimi zikrinizle diğerlerinden faziletli kılar ve o hal sende yerleşmiştir. “- Hazret-i Ebu Bekri’s-Sıddık’ın İslamla şereflenmesi de vahiy emrine benzer.
Diğer bir kerameti ise vefatında Hz. Ebu Bekir (RA) “- Benim tabutumu Resulullah’ın ravzasına arzeyleyin ve; - Ya Resulullah, Ebu Bekir huzuruna geldi, deyin. İzin verilirse, hücreye defin edin” dedi. Defin esnasında hücrenin kapısı açılıp, “- Dostu dost’a ulaştırın” diye bir nida geldi.
Ashabı toplayarak halkın ve Hakkın rızasını kazanmış birisini halife bırakayım deyince, ashab “ O zat kimdir?” diye sordular. O, “Ömeru’l- Hattab’dır” dedi. Abdurrahman İbn Avf: “- Güzel düşünmüşsün, ama Ömer asabi mizaçlı bir kişidir” diye cevap verince; Hz. Ebu Bekir “- Ömer benim yavaşlıkla işleri hallettiğimi gördükçe ızdırap çekerdi. Ama iş kendi başına gelince, o halinden vaz geçer”dedi.
Bazı güzel sözleri şöyledir:
“- Mülkün sahibine baş kaldırılmasın ve O kişi o yere hakim tayin edilmesin. İdareci, halkın makbülü olmazsa zayi olmuş eşyadan sayılır”
“- Sözünü yakıcı eyleme bağış ve ceza’da sana güveneni ümitsizliğe düşürme, senden o çekinsin fakat sen onu korkutma”
Mü’minlerin Emiri Hz. Ömer b. El Hattab (ra)’ı Beyan Eder .
Sahabenin süsü, hakkın ve hukukun koruyucusu, Resulullah (SAVS) Efendimizin can dostu olan Hz. Ömer’e Efendimiz “Kelime-i Tevhidi” cehrile (Açıkça, seslice) Hz. Ömer (ra) na ayakta iken telkin buyurdu. Hz. Ömer (ra) ayakta duramayıp düşerek oturdu. “Kübreviyye” azizleri otururlarken tevhid ve zikr ederler. Resulullah Efendimiz “- Şeytan, senin gölgenden kaçtı ya Ömer”dedi. Onun devrinde Medine-i münevvere’de, deprem meydana gelir hak korkuya düşer. Onları teskin için Hz. Ömer (ra) hemen o anda hilafet asasını eline alarak arza bir kere vurup; “Ey! arz! hareket etme” der ve deprem o anda durur.
Naklolunur ki; vefat ettiği gün, hava aniden karardı, güneş görünmez oldu. Hak kıyamet kopacağını sandı.
“Kendinden küçüklerden çekinen, büyüklerden bağış görür”
Mü’minlerin Emiri Hazret-i Osman b. Affan (ra)’ı Beyan Eder.
Resulullah’ın dostu ve ashab’ın ulusudur. “el-Haya ü Minel-İman vel-Osman mine’l- haya” (Haya imandandır ve haya Osman’dandır) diye kendisini Efendimiz (sav) hazretleri överlerdi.
Efendimiz “Batının tahliyesi” emr olunarak karşılıklı olarak yüz yüze sessizce oturup, harfsiz ve sözsüz, kalbi bir ifade ‘tarzı ile “Kelime-i Tevhid”i Hz. Osman’a talim ettirdiler. “Nurbahşiyye” tarikatı bu yolu izler.
Şehit edilince “fesilefikunum” ayet-i kerimesi üzerine mübarek kanı aktı.
Bazı güzel sözleri şöyledir:
“- İbadetin halavetinin vecdine dört şey sebep olur; 1) Farzların edası 2) Haramlardan kaçınma,3) Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker (Allah’ın emrini yerine getirip, yasaklarından kaçınma) 4) Sevabları Hakka ulaştırıcı ve Hakk’ın gazabından korkmaktır”
“- İman ve yakinin işareti beş şeydir; 1) Dinde, ihlas sahibi olmak, 2) Galip olmak 3) Lisanını kötülüklerden korumak 4) Dünyayla ilgili bir murad nail olsa, o şeyi vebal görüp olmasa nimet bilmek, 5) Karnını helal lokma ile dahi doyurmamak, içine haram karışmış olacağından kuşku duymak ve halkı dahi doyurmamak, içine haram karışmış olacağından kuşku duymak ve halkı kurtuluşta, kendini helakta görmektir” .
Mü’minlerin Emiri Ali b. Ebi Talib Kerremallahu Vechehu Hazretlerini Beyan Eder.
O safa esrarının ve Mustafa’nın varisi, bağış ehlinin yücesi fena ikliminin seçkini, “Allah’ın galip arslanı” (Esedullahü’l-galip) Ali b. Ebi Talib “Kerremallahü l-veche” diye bilinir. Zikir’de “Cehri” yolunun kurucusu, batın şeyhlerinin nur ışığıdır. Hiç putlara tapmadığı için kendisine “Kerremallahu veche” denirdi.
Hz. İmam Ali Efendimiz, çocukluğundan erginliğe kadar Hz. Resul (sav) un yanında ve sohbetlerinde bulundu. Onun terbiyesinde yetişti.
Nakledilir ki, manevi hilafet ihsanına sebep bu gaza’nın fethidir.(Hendek gazası)
Kerametlerinden biri şöyle naklolunur: “- Birgün Hz. Resul ü Ekrem (sav) Hz. Ali (ra) ın evinde otururken, Hz. İmam’ın dizleri üzerinde yatıp uyudu. İkindi namazı vakti geçip akşam namazı vakit geldi. Hazret uyanınca: “- Ya Ali, ikindi namazı geçti mi?” diye sorunca, Hz. Ali (ra)” Evet, ey Allah’ın Resulü, ama ben ima ile namazı eda ettim” dedi. O zaman Hz. Resülü Ekrem (sav); “- Ya Ali sen dua et ben amin diyeyim. Allah Teala güneşi geri döndürsün ki, ikindi namazı eda edebilelim diye buyurdu.
“- Akıl sahiblerine bir günah bin ibadetten çoktur. Zira günah ihmalle büyür taat ise gururla heba olur.”
“- Kişinin lisanı kalbindeki kavl ve fiilindekilerin aynasıdır. Ve onun niyetine delil olur.”
İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)’yi Beyan Eder.
İnsanların faziletlisi, keremli sıfatlarla mevsuf, abid ve asrının seçkini sır ehlinden bir kişidir.
Münşi ve yüksek seviyede bir alimdir.
İmam-ı Azam “Benim ilmimin yükselmesine sebep, İmam-ı Ali (ra) hazretlerinin hayır duasıdır”dedi. On yaşlarında iken babasıyla birlikte Hacc’a gitti. Geri kalan zamanında ise geceleri bin rek’at namaz kılarak ihya ederdi. Yeni bir elbise giyse ona eşdeğerde birini mutlaka alimlerden fakih birisine verirdi.
Hz. İmam Şafi’i (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O ulemanın seçkini hadisçilerin müceddidi Şafi mezhebinin kurucusudur. İsmi “İmam Muhammed b. İdrisü’ş- Şafi’i dir.
İmam Şafi’i’nin geceyi üç kısma ayırdığı nakledilir. Bir kısmını ilme, diğeri ibadete öbürünü uyku ve istirahate ayrılırdı. Her gün Kur’anı hatm ederek okurlardı. 16 yaşından sonra karnı doyuncaya kadar yemek yemedi ve nefsinin arzularına uymadı. Bütün ömrü boyunca gerçek için dahi yemin etmedi. Her hangi bir şeyi elde etmediği için üzülmez ve bunun için konuşmazdı.
Bir keresinde İmam hayattayken onu sınamak için bir zat kasden biri zayıf biri kuvvetli iki ferace dikmiş, götürüp İmam Şafi’ye giydirmişdi. Buna karşılık imam ne kadar iyi bir terziymişsin ki birini kitap okurken, diğerini de kitaplarımı yerine yerleştirirken giyerim” dedi. O sırada halifeden gelen on bin akçeyi de bu zata hediye edince terzi İmam Şafi’ye intisab etti .
“Oğul adaba riayet eyle ki, seri’at sahibi seni korusun”
Yine “Riya” hakkında soranlara; “- Nefsin neyi isterse ondan kaç senden kaçan şeyin peşinden git. Zira nefsine muhalif olduğun her an riyadan uzaksın demektir.” diye buyurdu.
Hz. İmam Malik (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O hak yoluna bağlıların seçkinlerinden dinin sünnetinin koruyucularındandır.
Zamanın en yüksek alimi, fakihi, akli, ve nakli ilimlerin üstadı, hadis ilimlerinde devrinin en seçkini idi. “Muvatta” adlı bir hadis kitabı te’lif etmişti. Bu kitab, mücahid ve müctehidlerin yegane sığınağıdır.
LEMEZÂT-I HULVİYYE
Yazar : M. Cemaleddin el-Hulvi
Yayınevi : İFAV ( M. Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı )
Baskı : İstanbul / 1993 / 656 shf.
Lemazat’ın telifine 1018h. (1609) da başlanmış ve eser 1030h. (1621) de tamamlanmıştır.
Tertib bakımından da bir “Mukaddime”, 23 “Lemza” ve her lemza üçer “Zaika”ya ayrılmıştır. Bir de “hatime”den terekküb eden eserin “Mukaddimesi”sinde ilk dört halife ve dört mezheb imamları, oniki imam; lemzalarda ise, Halvetiliğin isnad halkasını teşkil eden büyük şeyhleri; zaikalarda ise bunların halifelerinin menkıbeleri, doğup vefat ettikleri yerler, yaşadıkları devrin hükümdarları ve bazı siyasi olaylar da kaydedilmiştir.
Mü’minlerin Emiri Hz. Ebu Bekri’s Sıddık (ra)’ı Beyan Eder.
Sultan-ı Resül “-Gayb aleminin askerleri bizimledir ve bizi gözlemektedirler” buyuruyor. Hz. Sıddik; “Ey Allah’ın Resulü ben de onları görebilseydim” diye niyazda bulunurlar. Hazret de; “- Onun görülmesi zikre devam ile olur” demesi üzerine “Ey Allah’ın Resulü, ben Allah zikrinden uzak değilim” der. Hazret “- Doğru söylüyorsun ya Ebu Bekir.... ama, bu ancak zikir telkini ile olur” diyerek “ahfa” (gizlilikle, gizlice) ile “hafi zikir”i kendisine verip öğretir ki bu tarz zikir, “Nakşibendiyye” azizlerinin ve “Hacegan” taifesi ve azizan taifesinin zikirleridir.
“- Ya Ebu Bekir, sizi, sık oruç ve namazınızla değilse, daimi zikrinizle diğerlerinden faziletli kılar ve o hal sende yerleşmiştir. “- Hazret-i Ebu Bekri’s-Sıddık’ın İslamla şereflenmesi de vahiy emrine benzer.
Diğer bir kerameti ise vefatında Hz. Ebu Bekir (RA) “- Benim tabutumu Resulullah’ın ravzasına arzeyleyin ve; - Ya Resulullah, Ebu Bekir huzuruna geldi, deyin. İzin verilirse, hücreye defin edin” dedi. Defin esnasında hücrenin kapısı açılıp, “- Dostu dost’a ulaştırın” diye bir nida geldi.
Ashabı toplayarak halkın ve Hakkın rızasını kazanmış birisini halife bırakayım deyince, ashab “ O zat kimdir?” diye sordular. O, “Ömeru’l- Hattab’dır” dedi. Abdurrahman İbn Avf: “- Güzel düşünmüşsün, ama Ömer asabi mizaçlı bir kişidir” diye cevap verince; Hz. Ebu Bekir “- Ömer benim yavaşlıkla işleri hallettiğimi gördükçe ızdırap çekerdi. Ama iş kendi başına gelince, o halinden vaz geçer”dedi.
Bazı güzel sözleri şöyledir:
“- Mülkün sahibine baş kaldırılmasın ve O kişi o yere hakim tayin edilmesin. İdareci, halkın makbülü olmazsa zayi olmuş eşyadan sayılır”
“- Sözünü yakıcı eyleme bağış ve ceza’da sana güveneni ümitsizliğe düşürme, senden o çekinsin fakat sen onu korkutma”
Mü’minlerin Emiri Hz. Ömer b. El Hattab (ra)’ı Beyan Eder .
Sahabenin süsü, hakkın ve hukukun koruyucusu, Resulullah (SAVS) Efendimizin can dostu olan Hz. Ömer’e Efendimiz “Kelime-i Tevhidi” cehrile (Açıkça, seslice) Hz. Ömer (ra) na ayakta iken telkin buyurdu. Hz. Ömer (ra) ayakta duramayıp düşerek oturdu. “Kübreviyye” azizleri otururlarken tevhid ve zikr ederler. Resulullah Efendimiz “- Şeytan, senin gölgenden kaçtı ya Ömer”dedi. Onun devrinde Medine-i münevvere’de, deprem meydana gelir hak korkuya düşer. Onları teskin için Hz. Ömer (ra) hemen o anda hilafet asasını eline alarak arza bir kere vurup; “Ey! arz! hareket etme” der ve deprem o anda durur.
Naklolunur ki; vefat ettiği gün, hava aniden karardı, güneş görünmez oldu. Hak kıyamet kopacağını sandı.
“Kendinden küçüklerden çekinen, büyüklerden bağış görür”
Mü’minlerin Emiri Hazret-i Osman b. Affan (ra)’ı Beyan Eder.
Resulullah’ın dostu ve ashab’ın ulusudur. “el-Haya ü Minel-İman vel-Osman mine’l- haya” (Haya imandandır ve haya Osman’dandır) diye kendisini Efendimiz (sav) hazretleri överlerdi.
Efendimiz “Batının tahliyesi” emr olunarak karşılıklı olarak yüz yüze sessizce oturup, harfsiz ve sözsüz, kalbi bir ifade ‘tarzı ile “Kelime-i Tevhid”i Hz. Osman’a talim ettirdiler. “Nurbahşiyye” tarikatı bu yolu izler.
Şehit edilince “fesilefikunum” ayet-i kerimesi üzerine mübarek kanı aktı.
Bazı güzel sözleri şöyledir:
“- İbadetin halavetinin vecdine dört şey sebep olur; 1) Farzların edası 2) Haramlardan kaçınma,3) Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker (Allah’ın emrini yerine getirip, yasaklarından kaçınma) 4) Sevabları Hakka ulaştırıcı ve Hakk’ın gazabından korkmaktır”
“- İman ve yakinin işareti beş şeydir; 1) Dinde, ihlas sahibi olmak, 2) Galip olmak 3) Lisanını kötülüklerden korumak 4) Dünyayla ilgili bir murad nail olsa, o şeyi vebal görüp olmasa nimet bilmek, 5) Karnını helal lokma ile dahi doyurmamak, içine haram karışmış olacağından kuşku duymak ve halkı dahi doyurmamak, içine haram karışmış olacağından kuşku duymak ve halkı kurtuluşta, kendini helakta görmektir” .
Mü’minlerin Emiri Ali b. Ebi Talib Kerremallahu Vechehu Hazretlerini Beyan Eder.
O safa esrarının ve Mustafa’nın varisi, bağış ehlinin yücesi fena ikliminin seçkini, “Allah’ın galip arslanı” (Esedullahü’l-galip) Ali b. Ebi Talib “Kerremallahü l-veche” diye bilinir. Zikir’de “Cehri” yolunun kurucusu, batın şeyhlerinin nur ışığıdır. Hiç putlara tapmadığı için kendisine “Kerremallahu veche” denirdi.
Hz. İmam Ali Efendimiz, çocukluğundan erginliğe kadar Hz. Resul (sav) un yanında ve sohbetlerinde bulundu. Onun terbiyesinde yetişti.
Nakledilir ki, manevi hilafet ihsanına sebep bu gaza’nın fethidir.(Hendek gazası)
Kerametlerinden biri şöyle naklolunur: “- Birgün Hz. Resul ü Ekrem (sav) Hz. Ali (ra) ın evinde otururken, Hz. İmam’ın dizleri üzerinde yatıp uyudu. İkindi namazı vakti geçip akşam namazı vakit geldi. Hazret uyanınca: “- Ya Ali, ikindi namazı geçti mi?” diye sorunca, Hz. Ali (ra)” Evet, ey Allah’ın Resulü, ama ben ima ile namazı eda ettim” dedi. O zaman Hz. Resülü Ekrem (sav); “- Ya Ali sen dua et ben amin diyeyim. Allah Teala güneşi geri döndürsün ki, ikindi namazı eda edebilelim diye buyurdu.
“- Akıl sahiblerine bir günah bin ibadetten çoktur. Zira günah ihmalle büyür taat ise gururla heba olur.”
“- Kişinin lisanı kalbindeki kavl ve fiilindekilerin aynasıdır. Ve onun niyetine delil olur.”
İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)’yi Beyan Eder.
İnsanların faziletlisi, keremli sıfatlarla mevsuf, abid ve asrının seçkini sır ehlinden bir kişidir.
Münşi ve yüksek seviyede bir alimdir.
İmam-ı Azam “Benim ilmimin yükselmesine sebep, İmam-ı Ali (ra) hazretlerinin hayır duasıdır”dedi. On yaşlarında iken babasıyla birlikte Hacc’a gitti. Geri kalan zamanında ise geceleri bin rek’at namaz kılarak ihya ederdi. Yeni bir elbise giyse ona eşdeğerde birini mutlaka alimlerden fakih birisine verirdi.
Hz. İmam Şafi’i (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O ulemanın seçkini hadisçilerin müceddidi Şafi mezhebinin kurucusudur. İsmi “İmam Muhammed b. İdrisü’ş- Şafi’i dir.
İmam Şafi’i’nin geceyi üç kısma ayırdığı nakledilir. Bir kısmını ilme, diğeri ibadete öbürünü uyku ve istirahate ayrılırdı. Her gün Kur’anı hatm ederek okurlardı. 16 yaşından sonra karnı doyuncaya kadar yemek yemedi ve nefsinin arzularına uymadı. Bütün ömrü boyunca gerçek için dahi yemin etmedi. Her hangi bir şeyi elde etmediği için üzülmez ve bunun için konuşmazdı.
Bir keresinde İmam hayattayken onu sınamak için bir zat kasden biri zayıf biri kuvvetli iki ferace dikmiş, götürüp İmam Şafi’ye giydirmişdi. Buna karşılık imam ne kadar iyi bir terziymişsin ki birini kitap okurken, diğerini de kitaplarımı yerine yerleştirirken giyerim” dedi. O sırada halifeden gelen on bin akçeyi de bu zata hediye edince terzi İmam Şafi’ye intisab etti .
“Oğul adaba riayet eyle ki, seri’at sahibi seni korusun”
Yine “Riya” hakkında soranlara; “- Nefsin neyi isterse ondan kaç senden kaçan şeyin peşinden git. Zira nefsine muhalif olduğun her an riyadan uzaksın demektir.” diye buyurdu.
Hz. İmam Malik (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O hak yoluna bağlıların seçkinlerinden dinin sünnetinin koruyucularındandır.
Zamanın en yüksek alimi, fakihi, akli, ve nakli ilimlerin üstadı, hadis ilimlerinde devrinin en seçkini idi. “Muvatta” adlı bir hadis kitabı te’lif etmişti. Bu kitab, mücahid ve müctehidlerin yegane sığınağıdır.
Hz. İmam-ı Ahmed Hanbel (ra)’ ı Beyan Eder.
“- İmam Ahmed’in meclisi, ahiret meclisi idi. Dünyaya dair kelimeler olmazdı. Ticaret ehli ve nakliyatçılarla sohbet etmezdi. Zühdü ve takvası o derece ileri idi ki, kendi oğlu “Salih,” Isfahan velayetine kadı olduğundan pişirdiği ekmeği yemezdi.
Nakledilir ki: Hiç bir zaman Bağdad havalisinde ekilip biçilen buğdaydan yapılan ekmekten yemezlerdi. Bu şehirde küfür ve haram çoktur, ihtimal ki birbirine karışmıştır” dedi.
“- İhlas odur ki yaptığın hayırlı işden bir karşılık beklemeyesin ; Rıza odur ki, kendi karını, Allah’a adayasın ve Zühd odur ki, seni Allah’tan uzaklaştıran her şeyden uzaklaşasın.”
Hz. İmam Ali’nin İkinci Halifesi Olan Kümeyl b. Ziyad (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
Hz. İmam’ın ikinci halifeleri, Hz. Ali’den tarikatlara intikal eden batın sırlarının ve velayet ışığının kaynağıdır.
Hz. İmam Ali’nin Üçüncü Halifesi Cabir-i Ensari (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O, fakir haline sabırlı, Hakk’a şükürde seçkinlerden bir kişiydi. Kendisi “Ensar” dandır. Hz. Resulü Ekrem (sav) ile yakın sohbetleri vardı.
İkinci İmam Hz. İmam Hasan (ra)’ı Beyan Eder.
Nur çeşmesinin sakisi Peygamber (sav) in sevgilisi, cennet ehlinin seçkini, beşer neslinin en hayırlısının torunudur.
Nakledildiğine göre; İmam-ı Hasan Hazretlerinin bedenlerinin yukarısı Hz. Resul ü Ekrem (sav)’e bilhassa yüzü ona çok benzerdi. Hz. İmam Ali (kv)’nin vefatından sonra İmam Hasan’a biat edilmiş ve kendileri 6 ay halifelik yapmışlardır. Vefatında 46 yaşında idi. Cesedi yeşil renkteydi.
Üçüncü İmam Hz. Hüseyin (ra)’ı Beyan Eder.
O Allah’ın tebcil ettiği Resulünün canından çok sevdiği torunu ve yolunun rehberidir. Akıl sahibi, reşid vefa ehlinin İmamıdır. “- Cibril-i Emin gelerek bunun da ikinci oğul gibi Musa’ya Harun ne ise İmama ve Resule bu çocuğun da o olduğunu müjdelemiş ve yücelikler Sultanının selamını iletmiş lisanında “Hüseyin’in (Hüseyn) manasının bu olduğunu”bildirmişti.
Dördüncü İmam Zeynelabidin (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O, imamların seçkini Murtaza’nın gözünün ışığı, Mustafa (sav)’nın torunu, imamların dördüncüsü, cihad hazinesinin gerçek eridir. Abdest almaya kalksa çehrelerinin rengi hemen değişir, va’z etmeye kalksa vücuduna huşudan doğan bir titreme gelirdi.
“- Nasıl korkmayayım salat (namaz) mü’minin mi’racıdır. Kimin huzuruna çıktığınızı biliyor musunuz? Herkesin korkusu ve saygısı Hakkı bildiği ve anladığı ölçüdedir” derdi .
Nakledilir ki vefat ettiği gece Ehl-i Beyt’den yüz kişi daha vefat ettiler.
İmam Muhammed Bakır Hazretlerini Beyan Eder.
O, temiz kişilerin kutbiyyetinin delili, temiz soyu herkesçe bilinen, Murtaza’nın vasiyetini yerine getirmeye muktedir, bütün ilimlerde kudret sahibi olan beşinci imam Muhammed Bakır adıyla tanınan kişidir. İlk ve sonraki ilimlerin tek temsilcisi olduğundan, kendisine “Bakır” ismi verildi.
İmam; “- Allah’a hamd olsun bana öyle bir ilim verildi ki, bir derya kenarına varsam deryanın içindekileri isimleri ve şekilleriyle soy ve soplarını bilip söyleyebilirim” derdi.
Altıncı İmam Ca’fer Sadık (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O şeriate ve tarikata sözüyle ve yaşayışıyla tam manasıyla uyan imamların seçkini, velayet bağının çiçeği cefr ve hakikat ilminin imamı, gizli gerçeklerin ulaştırıcısıdır. Nakledilir ki, tarikatlerin ekseriyeti bu zata muntehi olur.
Yedinci İmam-ı Musa Kazım (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O, cezbedici imamların seçkini Hak yoluna yönelenlerin rehberi Hakk’a tapanların faziletlisi, Mustafa (sav)’nın esrarının varisi, Murtaza’nın velayetinin eli, ilim ve hikmet sahibi imamların yücesidir. “Hacı Bektaş Veli’nin kurduğu “Bektaşi Tarikatı” bu İmam’da müntehi olur. Keza soyu da “İbrahim Mücab”dan buna ulaşır.
Sekizinci İmam Ali Musa Er-Rıza (ra) Hazretlerin Beyan Eder.
O, doğru imamların seçkini vefa ehlinin önderi gönüllerin sevinci, yücelik ikliminin habercisi, seyyidlerin ve gariplerin bayraktarı idi.
“Cehri silsile”nin serçeşmesi olan Ma’rüf Kerhi, İman’ın kemer bestesi (kemer kuşanmış) dir. Nice yıllar, İmam’ın mutfak hizmetini yapmıştır. Biatı da İmam’dan olmuştur.
Dokuzuncu İmam Muhammed Cevad (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O, ilm-i Ahmedi’nin varisi, Muhammedi soyunun seçkini, Ahmed’in gözünün nuru, aba ve ecdadının esrarının kaşifi ve aşıkların şifa dağıtıcısıdır. Kendisine “Reyhane” de denirdi.
Hazret-i İmam Muhammed Cevad, küçük yaşta iken zahir ve batın ilimlerde seçkin bir yere sahipti. “Cemaleddin Mücerred-i Kalenderi tarikatı” imam Muhammed Cevad’a bağlanır.
Onuncu İmam Aliyyü’l- Hadi (ra) Hazretlerine Beyan Eder.
O, seçkin soyun evladı, şeri’atın koruyucusu tarikat ehlinin yol göstericisi, Hakk dostlarının şefaatçısı idi.
Onbirinci İmam Hasan Askeri (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O, biat ehlinin rehberi aşk erbabının serdefteri, Peygamber ilimlerinin varisi, Hazret-i Haydar’ı soyunun seçkini, cefr (cifir) ilminin senedi, Ca’feri soyunun sonuncusudur.
Onikinci İmam Muhammed Mehdi (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O, nurun tecellisi hayrın zuhuru, İmam’ların seçkini, halkın hidayet rehberi ve hidayet sanatının Mehdi’sidir.
Tabi’nin Seçkini Şeyhü’ş-Şüyuh Hasan Basri (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O, nübüvvet makamının hizmetkarı fütuvvet ehlinin yakını, şeriatin efendisi ve tarikatın rehberidir. “Şeyh Hasan Basri” hazretleri, “Basra” şehrinde, Hz. Ömer (ra) nın halifeliği zamanında Ümmü seleme (rah.) hazretleri onu kendi oğulları gibi bakıp gözetmişlerdi. Hatta bir gün annesi ortalıkta yokken Hasan ağlayıp feryad edince; Hz. Ümmü seleme buna dayanamayarak, bebeği bağırlarına basarak, susması için memesini ağzına vermesi üzerine kurmuş memeden bir iki damla süt gelerek, Hasan’ın ağzına akmıştı. Bu sebeple Hasan Basri Hazretleri, gizli ve güç ilimlerle, şeri’at ve tarikatte yed-i tula sahibi olmuştur.
Hasan Basri Hazretleri inabe etmezden önce ticaretle uğraşıyordu ve ticaretin zevkine kapılmıştı. Kendisine “Hasan Lu’lu” veya “Süslü, şatafatlı Hasan” denilmekteydi. Rivayet edilir ki, bu hikaye Şeyh Hasan Basri’ye çok tesir edip, onun tevbe ve hidayetine sebeb oldu. Dönüşünde şehre girer girmez, biat ehlinden olup, bundan böyle mal karı yerine ahiret karı için ibadetle uğraşmaya kara verdi. Basra hakimi olan Muhsin Ali’den el alarak, tarikat ve tasavvuf vadisine yöneldi. Tarikatı tamamlayıp esmanın esrarına yol bulunca, mücahede ile o derece çalışıp seçkin hale geldi ki, zamanında onun mertebesine ulaşabilen bir başka kişi görülmedi. Öyle ki yetmiş yıl abdestsiz yere basmadı. Hiç bir zaman halkdan bir şey kabul etmedi.
Kendisi dervişliği irşad’ı ve kendinden geçişi beş kişiden aldım der. Biri bir oğlancık, biri bir kadın, biri hennes, biri sarhoş, biride bir zenci araptır. Bunlar dervişliği almama ve öğrenmeme sebeb ve vesile oldular.
Dört halifesi vardır: Bunlar sırasıyla: “Malik b. Dinar, Utbe-i Gulam, Ebu Haşim Mekki ve postnişini olan Habib Acemi’dir.
Malik b. Dinar (ra) Hazretlerini Beyan Eder.
O, itikat sahibi şeyhlerin ve doğruluk ehli mürşidlerin seçkini, Hakkın dostu, gayrinin düşmanıdır.
Rivayete göre, gençliğinde mal mülk sahibi, zengin ve yiğit bir kişiydi. Şeyh Hasan Basri’ye intisabdan sonra, bütün mallarını ve parasını vecde gelerek, şeyhine ve dervişlere harcamış, gönlünde Allah aşkından gayri bir şey bırakmamıştı. Bu zühd, ibadet ve niyaz hali tam bir yıl aralıksız sürdü. Bu olay ona Malik-i Dinar denilmesine sebeb oldu .
Halil Kürdi, Abdullah Kudsi, Habib Rai ve postnişin’i ve kaim-i makamı Davud Tai’dir.
Şeyh Halil Kürdi Hazretlerini Beyan Eder.
O tevhid bağının virdi ve derd ehlinin bülbülü idi. Halil Kürdi hazretleri asrının arifi, kürt taifesinin Hüseyni (seyyid) lerindendir.
Şeyh Halil Kürdi’ye Alevi olduğu için düşmanlık göstermeye başladılar. Üstündeki tek elbisesi arslan postlarındandı. Kabrini halen arslanlar bekler.
Şeyh Abdullah Kudsi Hazretlerini Beyan Eder.
O, Hakk ile ünsiyet eden, ehl-i hakkın seçkini zamanın kutbu ve halkın hadi’sidir.
“Allah Teala hazretlerinin lütfü şu kimselere müyesser ve deruni sıfatlarına uygun olur ki, o kişinin fena-yi vücudla gerçek mevcudu anlayıp, gayretullahi afak ve enfüsde ma’düm ve mevküd bilmesi gerekir. Zira bir saat fikr, zikr erbabı yanında daha hayırlıdır. Dünya ve mafihada, çalışma ve çabalaması ukbaya dönük olmalıdır. Zira sülukün önü zikr ve şükr sonu tahayyur ve tefekkürdür. Açlık ve tecerrütle fazla meşgul olan zikr ve şükür de tereddüt etmez. Şükür zikri olduğu gibi tahayyürde mevcuttur.”
Şeyh Davud Tai Hazretlerini Beyan Eder.
O, ilim erbabının danişmendi, yegane kaynağı nur güneşinin ışığı şeri’atın bayraktarı, tarikatın rehberi, hakikatin önderi, fenn-i fetvada zahir ve batın ilimlerinin kamili, alim, fakih, nur yüzlü ve devrinin kutbu olan bir şeyhdir.
“Sana ibadetinde ihtimam gereklidir; İbadette bayraktarlık ve evladiyet fayda vermez. Halktan uzlet eyle ve arzularını terk et. Halvete sıkı sarıl” Kendisi o derece riyazet ve takva üzere idi ki kırk yıl dünya nimetlerini ağzına almadı ve evinden dışarı çıkmadı. Güzel ve yeni elbiseler giymedi. Halkın getirdiği yemekleri fukaraya bağışlayıp, orucunu kimseye söylemedi. Annesi dahi onun oruçlu olduğunu bilmez, gelen yemekleri yediğini zannederdi.
Halifelerinin seçkinleri dört tanedir: Bunlar; “Haris-i Muhasibi” “Ahmed el-Antaki” “Sa’dün-ı Mecnun” ve kaim-i makamı “Ma’ruf-i Kerhi”dir.
Ebu Abdullah Muhasibi Hazretlerini Beyan Eder.
Bir salik kendi nefsinde riyazet üzere olmaksızın, ahlakını güzelleştirmeye çalışsa ona makamatın seyri nasip olmaz.
Ahmed b. Asem El-Antaki Hazretlerini Beyan Eder.
Fadıl b. Iyaz ile ekseri birlikte olup sohbet etmişlerdir. İmam Musa Kazım (ra) ile görüşüp, ondan sayısız mana inceliklerini öğrenmiş İmam Ahmed Hanbel (ra)’dan fıkıh okumuştur. Bişr-i Hafi’nin dostları arasına girmiştir.
Her işini Allah için işleyip karşılığını beklemeyesin ki, o işinden dolayı azab olunmayasın. İşlediğin işte, halkın seni iyiliklerinle anmasını ummayasın. İşte ihlas budur”
Şeyh Ma’ruf Kerhi (ks) Hazretlerini Beyan Eder.
O, ulaştırıcı ve diriltici meltem rüzgarı misilli nefesin ve gizli olgunlukların sahibi ve mahremi, cemal makamlarının varisi, tarikat yolunun muktedası, hakikat yolunun rehberi ve ulaştırıcı şeyhlerin seçkini, kutbü’l-arifin Şeyh Ma’rüf Kerhi hazretleridir. İranlı ateşperest iken, İslamla şereflenmişti. Ana-babası Ma’rufu biraz büyüdüğünde mecusi ayini için “Tersa”ya verdi. Ona hocalığa gelen her öğretmen, “Allah üçtür” demesi için ısrar ettikçe ‘Ma’ruf ezeli neşvesiyle “Allah birdir derdi. Bir gece şafak sökerken evden kaçan Ma’ruf adını ve namını önceden duyduğu imam-ı Ali Musa er-Rıza’nın yanına gelerek elini öpüp, iman ve islamla şereflendi. Kendisi musikide üstaddı.
“Şeyh Cemal Yunus hırka-ı şerifeyi Mekke’de Şeyh Abdülkadir Geylaniden giydi. Geylani ise Saidü’l-Mübarek’den giydi. O da Ebi Bekri’ş-Şibli’den O da Cüneyd-i Bağdadi’den hırka giydiler, Cüneyd, Seriyyis-Sakati’den hırka giydi. O Ma’ruf u Kerhi’den o da Aliyyü’l- Rıza’dan, o atası Musa Kazımdan o atası Ca’fer’den, Ca’fer ise Muhammed el- Bakır’dan, o babası Zeyne’l-Abidin’den o babası Hüseyin’den o babaları Aliyyü’l Murtaza’dan ve o da Resul u Ekrem (sav) den alıp hırka giymişlerdir” der.
“Civanmertliğin işareti üçtür ve hadis ile sabittir. Bunlar ahde vefa etmek, kendisi hazır değilken bir kişiyi medh etmek, istemediği bir şeyi bağışlamak, vermektir. Bedbahtlığın işareti ise şaka, Hüda’nın hısmını çekecek işler azap ve cefa gibi üç şeydir ki, kendi nefsini lüzumsuz meşguliyetlerden dinini ve dünyasını yaramaz işlerden temizlememek şer-i şerifin emirlerine sarılmakta tereddüt etmek veya kaçınmaktır.”
“Tasavvufun alameti şudur ki; halkın elindekinden ümidi kesmek, masiva ve havatır’ın ihracı ile muhabbeti sağlamaktır”.
Kendisinin dört halifesi: “Hayrü’n- Nessac, Şeyh Tüsteri, Ebu İshak, kaim-i makamı ve baş halifesi Sırriyyü’s Sakati”dir.
Şeyh Hayrü’n-Nessac Hazretlerini Beyan Eder.
O, mücahede de halkın üstazıdır. Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer (Sançar)’in akrabasından ve evladlarındandır.
İmam Ahmed el-Hanbel (ra)’in fıkıhda herhangi bir müşkülü olsa buna sorardı. Kendisini dövseler, arkasından tutup hakaret etseler yüzüne söyleseler elini öpmüş gibi davranırdı.
“Allahu ve ardu ani’l-cahilin” buyurmasının hikmeti nefsin arzularından kaçınmaktır. Zira nefs cahillerin en cahilidir. Doymaz oburların en oburudur. Nefsiyle uğraşmaktan ve onun isteğiyle konuşmak ve yaşmaktan dikkatle kaçınmak şiddetle sakınmak gerekir. Zira nefis mücadelesi cihad-i ekber (büyük cihad) dir.
Dinliyenlerde o derece vecd ve istiğrak hali zuhur etti ki bir çokları canlarını Hakk’a teslim ettiler. Kendi de bu coşkun vecd hali içinde minberden düşüp ruhunu Hakk’a teslim eyledi.
Şeyh Ebu İshak İbrahim Hazretlerini Beyan Eder.
Aşk hastalığının yegane hekimidir.
Şeyh Abdullah-i Tüsteri Hazretlerini Beyan Eder.
Şeytan vesvesesinden emin olmayı dileyen kişi gönlünü zikrullah’dan hali komasın.
Bir kimse Hak ile halkın arasında geçen olayları iyi anlamalıdır. Keşf-i zemair’e inanmaz ise gafildir ve o daire içinde kalırsa atıldır.
Şeyh Sırriddin Es-Sakati Hazretlerini Beyan Eder.
O, nefsini mücahede ile öldürmüş, gönlünü müşahede ile diriltilmiş, hazret-i melekte yol bulmuş, izzet-i ceberut’a şahid olmuş, arif-i billah ve mürşid-i ebedi olan şeyhlerin seçkinlerindendir.
Şeyh Sakati: “Muradım halkla oturup, halka olmak, şehirde gezinip şer’i ikamet ile Hakkın rızasını kazanmaktır. Yoksa tenhaya çekilip mağarada havassın tutmak kuvvesini can ve gönüle bağlamak kolaydır” derdi.
Gönlü 40 yıl hurma istedi. Nefsine karşı çıkıp istediğini vermedi. Halkın gönlünde olan gam, benim gönlümde olaydı da halk kurtulsaydı diye Hakk’a niyaz eylerdi.
Kıymetli sözlerinden biri şöyledir: “Ademoğlu üç kısma ayrılır; Biri dağ mesabesindendir. İkinci ağaç mesabesindedir. Üçüncüsü ise ot mesabesindedir. Birincisi: şiddetli rüzgar ve demir gibi şeylerin vuruşları onun birliğini bozamaz. İkincisi: En şiddetli rüzgarlardan dahi müteessir olmaz. Ama kaza ve kader okunun değmesinden korkup, titremekten uzak duramaz. Üçüncüsü ise ot mesabesinde olup her hava ile etkilenir. Savrulup dağılır, bazen da kopup rüzgarın önünde sürüklenir ve rüzgara hükmedemez.”
Kendisinin dört seçkin halifesi vardır. Bunlar: “Hasan Mesuhi”, “Nuri”, “Şeyh İbrahim ve postnişini Şeyh Cüneyd-i Bağdadi dir.
Şeyh Hasan Mesuhi Hazretlerini Beyan Eder.
O, Keşf aleminin fatihi cisimler aleminin ruhu aşıkları mesteden aşk iksirinin sunucusu Şeyh Hasan Mesuhi Hazretleridir.
Şeyh Ebu’l-Hasan En-Nuri Hazretlerini Beyan Eder.
O, insanlık aleminin serveri ve gönül köşkünün bülbülüdür. Cüneyd-i Bağdadi ile aralarında ve fikirleri arasında ihtilaf vardı.
Şeyh Ahmed B. İbrahim El-Mesuhi Hazretlerini Beyan Eder.
O velayet ehlinin hayırlı halefi Hak yoluna canını feda eyleyip, yüksek sırlara ulaştıranların üstadlarındandır. Kuvvetli hal sahibidir.
Menfaat karşılığı olmaksızın verileni reddedeni Allah Teala o şeye muhtaç eder. O şeyin bir bilini rica etmemelidir. Aksi halde dervişe Allah indinde sual ve vebal vardır.
Şeyh Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerini Beyan Eder.
O, şeyhlerin seçkini, kutbiyyet makamının sahibi, afakı saran nurun kaynağı aşk sırlanın mazharı ve sufi taifesinin seyyidi ve efendisidir. Kendisi “Seyyidü’t-taife” diye anılırdı. Şeyh Sırriddin-ı Sakati nin kız kardeşinin oğludur.
Kendisi erbab-ı selefçe önder kabul edildiğinden “Tavusü’l-ulema” diye anılırdı. Bütün ilimlerdeki yüksek mertebesi yanında işaret ilimler de bu zattan yayılmıştır. Bir gün şeyh Sırriyyü’s-Sakati’den sordular. “Ey şeyh hiç mürid kendi şeyhinden ileri gidebilir mi?” Evet gider. Buna misal bizim Cüneyd’dir. Kendisi müridimiz iken makamı bizden yüce mertebeler ulaşmıştır. dedi.
Şükür meselesi tartışma konusuydu. Bütün ümmetin alimleri bu mesele üzerinde farklı görüşlerle çekişmekte idi ve ortada şüphe ve kararsızlık vardı. Dört yüzden fazla alim toplanmış her biri ayrı bir mana vermekteydi. Şeyhi Cüneyd-i Bağdadi’ ye seslenerek “Sende söyle, istidadını göster” deyince O da cevap verdi.
Şeyhin dört halifesi sırasıyla şunlardır: “Ebu Bekri’ş-Şibli, Ebu Ali er-Rudbarı, Rüyem-i Bağdadi ve kaim-i makamı Mümşad ed-Dinevere’dir.
Şeyh Ebu Bekri’ş-Şibli Hazretlerini Beyan Eder.
O, alevi yolunun üstazı velayetinin piri hafi ve celi sırların kaşifidir.
Cüneyd, yakınlarına “- Ey dervişler birbirinize baktığınız gibi Şıbli’ye bakmayın. Zira Şibli, yeryüzünde Hüda’nin esrarının yakini, evliyanın ve seçkinlerin has dostudur.”dedi.
Şeyh Ebu Ali Rudbari Hazretlerini Beyan Eder.
Kendisinden; Kemalin noktası sorulduğunda: O, “Kemal’in Kavli fiilinden çok olan kişinin davasının noksanlığındandır. Allah Teala bir kulundan uzaklaşırsa bunun işareti kişinin kendine faydalı olmayan eşyaya bağlanması ile tezahür eder.
Şeyh Ebu Muhammed Rü’yem-i Bağdadi Hazretleri Beyan Eder.
O, sıddık ehlinin serdarı, gönül ehlinin yolbaşı idi.
“- İflas kişinin iyi işlerinin sevabının karşılığını görmemesidir.” Fakr’ın hürmeti vardır O hürme “setr” (örtü) ve ahfa (gizlilik) dır. Halini keşfedip, halka gösteren ehl-i fakr değildir. Öyle kimselerin fakr’ın kerametinden nasibi yoktur.
Şeyh Mümşad Ed-Dineveri Hazretlerini Beyan Eder.
Kendisi ulema arasında “Miftahü’l-mezheb” diye tanınmıştır. Fıkıhda fetva sahibidir. Cüneyd-i Bağdadi’ye “Vahdet-i vücud” esnad ve iddiasında idi. Bu sebeple İlhad akidesi üzere olup mülhedler (dinsizler) tayfasındandır, derdi. Bir ara kendisi sıkıntıya düşünce Hızır ona: “Senin çaren Cüneyd-i Bağdadi dendir” deyince ona intisab etti .
Riya ehlinin zararı kendinedir. Ama talibin onu inkar ve küçümsemesi kendi hüsran ve helakine sebep olur.
Kendisinin dört halifesi: “Ebi Ahmed, Hafıf-i Şirazı, Ebu Amir ve kaim-i makamı olan Şeyh Muhammed Dineveri dir.
Şeyh Ebu Ahmed Hazretleri Beyan Eder.
Şafi’i mezhebinden olduğu için kendisine “Şafi’i’l-asgar” adı verilmiştir. Kendisi bütün hayatınca hücresinde oturup dışarı bir zenbil sarkıtıp halkın sorunlarını ve dileklerini fetva tarzında alır ve onları cevaplayarak yine onlara zenbil içinde verirdi. Kendisine gelen nezir ve sadakaları ne kendisi yer, ne de ailesine yedirirdi.
Şeyh Hafif Şirazi Hazretlerini Beyan Eder.
Tasavvuf gaflet anında Hakkı bulmaktır. Herkes gafletle ağlaşırken, yari müşahede edip onunla hemhal olmaktır derdi.
Şeyh Ebu Amir El-Mekki Hazretlerini Beyan Eder.
Kendisi o günlerdeki şüpheyi gidererek, ruhları şevki getiren şeyhlerin seçkinlerindendir. Künyesi “Ebu Amir”dir.
Şeyh Muhammed Dineveri Hazretleri Beyan Eder.
Devrin Şeyhü’l-İslamı tarikat ehlinin de imamı idi. “Bu tac hırka kemer ve asa neden tarikatlara konulmuştur? Bundan ne maksat umulmuştur? Diye sorulunca ; Bir çoğunuz bilirsiniz ki, şeri’ati bilip aynı zamanda tarikat ehli olan kişi vaktin sultanına erişip ab-ı hayatı içerek kalbi hayat bulmuş cahilce ölümden kurtulmuştur. O, Ölmeden önce ölünüz sırrına ulaşmış olan azizlerin sembolleri, remizleridir ” diye buyurmuştur. Şeyh hazretleri; Bazı iddiacılar tac ve hırka giymekle halkın kendilerini sufi sanacaklarını izzet ve ikram edeceklerini düşünmek küstahlığını göstermezlerse hırka ve tac kaydından uzaklaşarak hakkın emirlerin duyar, her fiili hakkın emri ve tecellisi telakki ederlerse bu kişiler gerçek hak dostlarından olurlar diye buyurmuştur.
Meşayih bir arıtıcı mesabesindedir. Ona layık olmayan sohbet ettiklerin de layık olmaz. Onların kendileri temiz olduğu gibi çevreleri de temiz kılınır.
İnsanın gıdası onun karakterini oluşturan şeydir. O, eğer helal lokmada karar kılarsa o helal lokma onun azasına kadar uzanır. Ondan ibadet etmesine vesile olacak kuvvet ve irade doğar.
Dört halifesi şunlardır: Şeyh Bilal Mağribi Şeyh Abdü’l-Mu’ti, Şeyh Muhammed Bekri ve postnişini şeyh Vecidüdin Kabi’dir.
Şeyh Bilal Mağribi Hazretlerini Beyan Eder.
Kendisi Abbasi Halifesi olan Harunü’r-Reşid’in haciblerinden biri iken ilahi cezbeye yakalanıp akl-ı maaşını kaybetmiş ve bu halde nice zaman meczub bir kişi olarak gezip dolaşmıştı. Sonradan Şeyh Muhammed’le karşılaşıp ona biat edip, inabe almış bu halden kurtularak Hak dostları arasına girmiştir.
Şeyh Abdü’l-Mu’ti Hazretlerini Beyan Eder.
Kendisi Şafi’i fakihlerindendi ve dört mezhep üzere fetva vermeye muktedir bir zattı.
Şeyh Muhammed Bekri Hazretlerini Beyan Eder.
O, Hakkı aşk ve sevk ile zikredenlerin piri Hüda’yı fikredenlerin üstazıdır. Ana tarafından Hz. Ebu Bekri’s-Sıddık (ra) neslindendi.
Şeyh Kadı Ömer Vecihüddin Hazretlerini Beyan Eder.
O, alemin emini Resul-i Kibriya’nın şeri’atinin kadısı hal ve temkin ehlinin sultanıdır. Ebu Bekri’s-Sıddık (ra)’ın neslindendir. Bazı kollardan bi’atı onda son bulur.
Kendisi önceleri ; Bir saat adalet yetmiş yıl ibadetten hayırlıdır. Ben hükmümde adalet etmiş isem bu benim gufranım için kafidir derdi. Şeyh Muhammed Dineveri’de kendi nefsini ıslah için ibadet etmen daha uygun olur dedi.
Kendisinin dört halifesi sırasıyla; Ömerü’l- Bekri, Osmanü’l-Harraz, Macid-i Şirvani ve Kaim-i makamı olan Ebu’n- Necib hazretleridir.
Şeyh Osman Harraz Hazretlerini Beyan Eder.
O, temiz itikat sahibi şeylerin seçkini san’at ehlinin üstazı idi.
Şeyh Ebu’n- Necib Es-Sühreverdi Hazretlerini Beyan Eder.
O, ibadet ehlinin gönüllerinin nur, tarikat bahçesinin çiçeği velayet ehlinin ve Hak bahçesinin gülü inabet ehlinin sırlarının kaşifi icabet sahiplerinin rehberidir.
Lakabı “Ziyaüddin” dir. Adabü’l-Müridin adlı kitabı ehli arasında çok meşhurdur. Kısaca şeyh hazretleri akli ve nakli ilim ve fenlerde eser sahibi alim ve arif bir zattır.
Nasıl ki ilme talib olan kişi divit ve cerağ tutmayı iyi yazı yazmayı öğrenmeden ilme nüfüz edemezse, bir derviş’de Zikrullah nurunu “Haps-i nefs”le yutup bu hali kaybetmeksizin havf üzere olarak halkdan kendini tecrid etmeden zühd ve vera ehli olamaz diye buyurmuşlardır.
Kendisinin dört halifesi şunlardır. Şeyh Ömerü’s-Sühreverdi, Şeyh Ammar Vaiz Şeyh Ruzbehan-i Mısri ve postnişin’i aynı zamanda baş halifesi olan şeyh Kutbüddini’l-Ebheri’dir.
Şeyh Ammar Yaser Hazretlerini Beyan Eder.
Run’da Şeyh Ali es-Semerkandi’nin tarikatı bu yoldan gelir.
Şeyh Kutbüddin Ebheri Hazretlerini Beyan Eder.
O, tahkik ehli şeyhlerin üstazı tedkik ehli pirlerin seçkini tarikat ve şeri’at yolunu öğretenlerin rehberidir. Tarikat erbabı içinde de “Ebheriyye Tarikatı” nın kurucusu ve piri olarak seçkin bir yere sahiptir.
“İki fırka dünyada gönül hoşluğuyla ömür geçirirler. Biri daima ukba özlemi ve gammı ile olup dünya ile ilişkisi olmayandır. Diğeri ise bildiği ilmi ile amel eden kişidir ki bunun bir ameli ahiret kaygısını düşünen kişinin bir amelinden üstündür. Bin sözden bir amel üstündür. Amelsiz kişinin sözü kıymetsiz bir boncuğa benzer. İlmiyle amil alimin sözü ise, paha biçilmez mücevhere benzer. Mücevher devenin ayağında bile olsa yine cevherdir. Boncuk ise asil bir atın ve bir katırın başında olsa yine boncuktur.”
“Zakir her şeyden fena bulunca dille zikir ona gına hali verir. Böylece o artık gına ile fena’dan baka iklimini müşahede eder. Hayat-ı tayyibe ile hayat bulur. Böylece “Seyr-i li-Maallah Seyr-i Billah ile seyr-i Fillah’ı müşahede eder. Hatta neyi müşahede etmek istese o nasib olur diye buyurdu. Sonra devamla; Gafil odur ki dili ile zikr edip kalbi dünya ve nefs ile beraberdir. Ne zikri bilir, ne zakiri ve nede mezkur’u diye buyurdu.”
Kendisinin dört halifesi sırasıyla şunlardır; “Mahmud Fakih, Muhammed Mübarek-Şah, Rüknüddin-i Kirmani ve kaim-i makamı ve postnişini olan “Rüknüddin-i Sincasi’dir.
Şeyh Rükneddin-i Kirmani Hazretlerini Beyan Eder.
O, şeylerin seçkini eman ehlinin kurtarıcısı nurlu yolun rehberidir.
“Ben efendisinden başka dünya ve ahiret arzu ve isteği bulunan gönülden Allah’a sığınırım. Zira o Hazret’e aşık olanın gönlünde muhabbetten gayri her şey, kalbi karartan bir yüktür. Dehr alakası seyr ehli olana küfürdür. Küfürden gayrisi ise mağfirettir. Çünkü onlar gerçek şükür ehlidirler” diye buyurmuştur.
Şeyh Rüknüddin Sincasi Hazretlerini Beyan Eder.
O, alem bağının hoş kokulu gülü tevhid bahçesinin bülbülü aşıkların ve sadıkların hamisi olan şeyhlerin büyüklerindendir.
Bir kimse eğer halk içinde istenen ve ehlullah katında hisse sahibi olmayı diliyorsa şu üç şeyden kendilerini korumalıdırlar:
1- Kendisi gibi mahluk olan bir şeyin meydana gelmesine sözüyle ve davranışıyla mani olmamalıdır. Zira hakikatte o mani ve Allah’a itaat edendir.
2- Bedenini iç ve dış azalarını ahlakını temiz ve yüksek tutan kişi hakkında dedikodu yapıp kötü sözler söylemekten kaçınmalıdır. Hatta ona eziyet dahi etseler ihsan sahibi kişiler gibi davranıp bu hareketini sözüyle yüzüne vurup hatırlatmamalıdırlar.
3- Davetsiz kimsenin evine misafir olunmamalıdır. Belki o fakir olup yoksul halini gizlemek ister ve misafiri yeterince ağırlamaya kudreti olmayacağından mahcub ve rencide olur. diye buyurmuşlardır.
Kendisinin değerli sözlerinden:
“Salik üç kısma ayrılır. Birincisi Mübtediler. İkincisi Mutavassıtlar, Üçüncüsü Müntehalardır. Mübtedi’ye gerekli olan teslimiyet ve rızadır. Mutavassıt’a ilm-i kaza ve Müntehi’ye ise Allah’la seyr ila’llah ve sefa etmektir” diye buyurdu.
Kendisine Muhyiddin ibn Arabi hazretleri ile çağdaştı. Dört meşhur halifesi şunlardır. Birincisi Şeyh Evhadüddin ikincisi Şeyh Şahabüddin el Maktül; üçüncüsü Şeyh Şemsüddin-i Tebrizi, dördüncüsü ve postnişini Şeyh Şahabüddin-i Tebrizi hazretleridir.
Şeyh Şahabüddin Maktül Hazretlerini Beyan Eder.
O, hakkın dergahında makbul velayet erbabı arasında usul sahibi olmakla meşhurdur. Şeyh hazretleri daima seyahat ederdi. Bilmediği ilim yok gibi idi. Dostları pek çoktu. İşrakıyyun mesleğinin ve Işrak ilminin büyüklerinden olup asrında bu ilimle tekti. Kemal sahibi bir şeyhdi. Büyük islam alimi ve hekimi Ebu Ali Sina bu işrak ilmini ondan tahsil etmişti.
Şeyh Şemsüddin-i Tebrizi Hazretlerini Beyan Eder.
O, tahkik erbanın müşküllerin halledici temyiz ehli olan ulemanın rehberi velayet ehlinin aşk sultanıdır. Kendisi Kutbü’l-arifin ve aşıkların imamı Mevlana Muhammed Celalüddini’r-Rumi hazretlerinin irşadına sebep olmuştur.
Şeyh Rüknüddin’in vefatından sonra Şeyh Kemal hazretlerinden Meratib seyrini tamamladı. Erbain’de bir şişe ile çeşitli manalar ona açılıp Mevlana’nın irşad edileceği kendisine müjdelendi.
Şeyhin vasiyeti üzerine kendilerine sağrak sunduğu kaseyi Mevlana’ya teslim ettiler. Mevlana o sağraktan bir yudum alınca hemen kendinden geçti ve Şems’i kendi eline kesin başını almış evinin önünde latif bir şekilde sema ederken gördü. Kendisi de sema ile şems’in yakınlığını bulurdu.
Şeyh Şahabüddin-i Tebrizi Hazretlerini Beyan Eder.
O, tarikatte ve şeri’atte devrinin üstazı hafız-ı Kur’an, Cehri tarikatlerin sırlarına vakıf şeyhlerin büyüklerindendir. Babası Şeyh Sühreverdi hazretleridir. Kendisi Kur’an esrarının tefsirinde devrinin seçkinlerindendi. İki rek’at namazda bir hatm-i şerif’i tamamlardı. Kendisi ayrıca Kur’an ilimlerinden mütehassıs olup bu cümleden olarak Kıraat-i seba ve Rivayet-i aşariyye ilimlerinde de kendi asrında bir benzeri yoktu.
Tevekkül ehlinin rızkı muhassıldır. Takva erbabının ise kanaati ona kafidir. Bu halde onlar diğer halkdan kişilerden daha faziletli ve mükemmeldirler.
Sadık rüyası olmayan kişi mevta hükmündedir. Zira tebşir edilen kişinin rüyası zahiri alemde enbiyanın rüyası gibidir. Bunlar vahdetin aynasıdır. Sadık rüya ise nübüvettin bir cüz’üdir. Sadık rüyası olmayan kişilerle birlikte oturmamak gerekir. Zira mevtaya tecelli olmaz hükmünce salih kişinin amil olması gerekir diye buyurmuştur.
Kendisine Bağdad halkından o kadar çok kişi biat etmişti ki, şeyh bu kalabalıktan bunalıp, Tebriz’e dönmeye karar verdi. Kalabalık müridleri de şeyle; Hepimiz seninle birlikte geliriz dediler. Şeyh Sadık dervişi Cemalüddin’e Hazır ol sabahleyin erkenden yola çıkacağız dedi. Vakti gelince hemen namaza durdu. Arkasına beş-altı yüz mürid toplanıp namaza durdular. Şeyh adeti üzere hatimle namaza başlayınca ekserisi buna dayanamayıp namazı terkederek savuşup gittiler. Şeyh sabah namazını tamamlayıp da selam verdikten sonra ardına baktığında Cemalüddin’den başkasını göremeyince İlhamdülillah nazarımız ve sınamamız sona erdi.
Şeyhin dört halifesi şunlardır. Şeyh İbrahim-i Hemedani Şeyh Hüseyin-i Sa’dad Şeyh Muhamedü’l Yemeni postnişini Şeyh Cemalüddin dir.
Şeyh Muhammed El Kesire Hazretlerini Beyan Eder
O, fakir ve zenginleri lutf üzere eşit tutan, ibadet ehli olan şeyhlerin seçkinlerindendir.
Şeyh Seyyit Ali Hazretlerini Beyan Eder
O, velayet ve keramet ilimlerinde kadri yüce celi(cehri) ve hafi zikir yollarının esrarının sahibi ve “Sırrı Ali’nin” üstazıdır. Soyu baba tarafından “İmam Muhammed Cevad’a “çıkar.
Seyyid Ali Hazretleri gördüğü rüyanın etkisiyle kadılıktan istifa ederek seyahat etmeye başladı. Potesta köyüne geldiğinde karşılaştığı şeyh ona rüyasından bahsedince elini öpüp biat etti. Ondan seyr-i esmayı tamamlayıp “On iki esma” ve “Seyr-i tis’a” ile müsemma, nefs’i esma makamlarını tamamlayıp, “Hilafet” le kendisini Horasan’da görevlendirdiler.
Şeyh Ebu’l Kasım Hazretlerini Beyan Eder
O, hidayet yolunun büyük şeyhlerindendir.
Şeyh siyah imame ve siyah sarık sarar ve giyinirdi. Kendisinden bunun sebebi ve manası sorulduğunda, şeyh:”-Mü’min dünyaya sığamaz. O’na dünya dar gelir. O sebeple dünyada mesud ve bahtiyar olamaz. Zira burada mesud ve neşeli olan kişinin ahirette gamlı ve üzüntülü olacağı kesin bir gerçektir. O ahiret yurdunda safalı olabilmek için bu süfli dünyada matem tuttuğumuzdan, siyahlara bürünüyoruz.”diye cevap verdi.
Şeyh İbrahim Zahid-i Gilani Hazretlerini Beyan Eder
O, alem ve Ademin sultanı şeriat ve tarikat ilimlerinin rehberi, Hak yolunun abid ve zahit hizmetkarı olan şeyhlerin kutuplarındandır.
Bir gün şeyh dervişleriyle birlikte çiftçiler arasından geçmekte iken çiftçiler geçenleri görüp alay ederek birbirlerine seslenip;”- Pilav düşmanları geçiyor. Kim bilir nereye yağlı pilav yemeye gidiyorlar. Allah bilir ama tenhada ne işler yapıyorlardır” deyince şeyhe ilahi kudret gelip,”-Eğer biz öyle olmayıp, Allah yolunda davete memur ve hidayete mazhar olup, nefsinin arzularını hakir görüp, Hakka şükredenlerden isek, ayaklarınız dökülsün mü?” der demez, o çiftçiler hemen kötürüm olup, elem ve üzüntüler içinde can verdiler. Bu kerameti bütün halk görüp öğrendi.
Şeyh İbrahim Zahid’in sayısız halife ve dervişleri içinde en seçkin dört halifesi ve postnişinleri şunlardır.”Şeyh Safi, Şeyh Ahi Yusuf, Şeyh Pir Hikmet ve postnişini Şeyh Ahi Muhammed Hazretleri’dir.
Şeyh Safiyuddin El-Erdebili Hazretlerini Beyan Eder
O, Hakk’ın zikriyle celi ve hafi, halkla muamelelerinde vefa ehli şeyhlerin seçkinlerindendir.
“İbn İsa risalesi”nde kaydedildiğine göre:”Yeşil imame ve Kisve giymekte iken seyyidlik nesebinde şüpheye düşüp beyaz kisve giydiler. Soranlara da:”- Bizde siyadet var gibi, amma babamı aslı üzere bilemedim, onun için terk eyledim” derdi. nitekim oğulları da yeşil imame sarınmamışlardır. Torunu olan Şeyh Alaeddin Ali el Erdebili ise siyah kisbe giyip siyaha sarınırdı. Torunları ise uzun zaman sonra siyadet davasına kalkışıp “Hayderi kızıl Tac” giyip ona tabi olan dervişleri iki fırkaya ayrılarak, bir kısmı “Kızıl kisbe” giymeleri sebebiyle “Kızılbaş”, bir kısmı da “Siyah kisbe”giymeleri sebebiyle “Karabaş” dendi. Sonraları “Karabaş” sünni olanlarına,”kızılbaş” da “Haydar”ın şakilerine tabi olanlara verilen bir ünvan, bir ıstılah oldu.
Şeyh Ahi Yusuf El-Halveti Hazretlerini Beyan Eder
O, Hakk katında Hakkın izzetine talip, celvet ve halvet ehlinin mürşidi muhterem bir şeyhtir. Kendisi sahih nesebli “Seyyid” bir kimse idi.
Şeyh Pir Hikmet-i Şirvani Hazretlerini Beyan Eder
O, nurani alemin merdi, derd ehlinin dermanıdır.
Hoca Hikmet gençliğinde Şeyh Zahit hazretlerinin pirinç tarlaları ve bağlarında hizmet etmekte idi. Hatta gece yarısı kalkar gider bağda çalışırdı. Bir dervişi gece tarlaya giderken görse, hemen kalkar teheccüd namazı kılardı. O zaman toprak namazın ve zikrin etkisiyle hemen rutubetlenip, sulanır ibadet ve zikrin son bulmasıyla eski haline dönerdi. Bu hali o derviş görüp şeyhine anlatınca şeyh”-Bu keşif ve esrar onun manevi hilafetine delildir “diyerek onu hilafetle memleketine gönderdi.
Şeyh Muhammed Harezmi Hazretlerini Beyan Eder
O, evliyanın delili, ulemanın seçkini, salihlerin merhametlisi, Nebilerin sultanı ve Pir’in ışığı, tarikat ve hakikatte asrın seçkini eşyanın hakikatinden haberdar olan şeylerin büyüklerindendir.
Kendisinin yetişkin dört halifesi şunlardır:”Şeyh Muhammed Karsi, Şeyh Kutbüddin-i Tebrizi, Şeyh Osman-ı Şirvani, vekili ve kaim-i makamı Şeyh Pir Ömerü’l Halveti” hazretleridir.
Şeyh Muhammed El-Karsi Hazretlerini Beyan Eder
O, ilahi hikmetlerin talibi, Rabbani nurların tecelligahı, izzet ve irfan sahibi azizlerdendi.
Kütbü’d-Din-i Tebrizi Hazretlerini Beyan Eder
O, meşayihin temyiz ehlinden olup, aslen “Alaşar’lı” dır.
Bu zatın halveti olmadığını iddia edenler, Şeyh’in Halveti meşayihinin kisvesi olan “Dal kisve” yerine “Sahtiyan kisve” giymesinden dolayı yanılmaktadırlar. Kendisinin Halveti olduğunda Halvetiye silsilenameleri ittifak etmektedir.
Şeyh Osman-ı Şirvani Hazretlerini Beyan Eder
O, halkı keşf ve kerametlerle Hakk’a ulaştıranların seçkini, taliplere irfan yolunu gösteren azizlerin büyüklerindendir.
Şeyh Pir Ömerü’l-Halveti Hazretlerini Beyan Eder
O, fena fi’llah ehlinin seçkini, beka bi’llah erbabının rehberi, İlahi esrarın sahibi, sonsuzluklar şeri’atinin hikmeti, izzet ehlinin baştacıdır.
Necmettin Hasan Efendi’nin nakline göre Pir Ömer Efendi kırk erba’hini ardı ardınca çıkarıp, sırr-ı Resulullah(sav) tarafından “kırk adet dal işaretli bir Tac-ı Şerif” kendisine ihsan olundu. Bu tacın kırk dal olması ve dört terk üzerine dikilmesi “ihlas Suresi”nin dört ayet olup, beş dal olmağa işarettir.
Şeyh Pir Ömer Hazretleri, hayvani gıdaları ağzına koymazdı. Daima tevhid ve zikr üzerine olur, tevhide kalktığında, dağlardaki hoş sesli kuşlar ve diğer hayvanlar, ağaç kovuğu içindeki savmasının içinde oturan Pir Ömer’in etrafını sarıp, halka oluşturarak, tevhidi sonuna kadar dinlerlerdi. Geceleri savma sabaha dek, mum gibi etrafa nurlu ışıklar saçardı.
Kendisinin inci değerindeki sözlerinden:”-Derviş olanın dört türlü ölümü vardır. Salik, ölümü görüp ondan ders almazsa, dervişlik ona haramdır.”derdi. Nakledildiğine göre: “Kızıl ölüm(Mevti Ahmer ) şudur;-Salik daima nefsine karşı çıkmalı ve bu hale devam üzere olup, arzularını gemlemelidir.” “Siyah ölüm(Mevt-i Esved) ise;-Gizli ve açık ta olsa her türlü eza ve cefaya sabr edip, tahammül göstermektir.” “Yeşil Ölüm(Mevt-i ahdar) ise;-Eski ve yamalı giysilerle iktifa edip “bu eskidir dememelidir”” “Beyaz Ölüm(Mevt-i Ebyaz) ise açlığa ve riyazete devam etmesidir.” Eğer Salik, bu dört ölümü nefsinde yaşatamaz, aşamazsa asla Hüda-yı Lemyezel’e yol bulamaz. Sırrı fukaraya ulaşamaz” derdi.
Şeyh Seyfeddin El-Halveti Hazretlerini Beyan Eder
O, ilim ehlinin piri, kalem ehlinin mürşidi Hakk’ın izzetine talip olan saliklerin rehberidir. Şeyh seyfeddin El-Halveti hazretleri, Pir Ömer’ül Halveti hazretlerinin halifesidir. Tarikatte önce Şeyh Muhammed el-Harezmiye hizmetten sonra tekmil-i esmayı tamamlamış, fakat Zat-ı Müsemma tekmiline muvaffak olamadığından, sülukunu tamamlayamadan şeyhi vefat ettiği için yarım kalmış, sülukunun kalan kısmını Pir Ömer hazretlerinden tamamlamıştır.
Şeyh Ebu Yezid-i Pürani Hazretlerini Beyan Eder
O, dervişlerin sultanı, şeyhlerin burhanı ve hikmet ehlidir.
Şeyh Zahireddin El-Halveti Hazretlerini Beyan Eder
O, zahiri ve batini ilimlerden izzet sahibi, halkın mürşidi ve rehberi olan şeyhlerin azizlerindendir.
Kendilerinin naklettiğine göre “-Allah Sübhanehu ve Te’ala bu naçize kıra’at-ı seb’a ile Kur’an-ı Azim’i ve müteaddit rivayetleriyle Kur’an’ı hıfz etmeyi bana nasip kıldı. İsti’dadımı kavi kılıp, Şeyh’ül Kurra eyledi. O gece manevi mecliste bana icazet verildi. Alem’in sultanı Resülullah(sav) bana görünerek”-Ey Zahir, gel kelam-ı izzetin(Kur’an’ın) kıraati nasıl olur benden öğren” deyip, zarif bir üslupla kıraat buyurdu. Sonra bana bazı harflerin mahreçleri ve esrarını telkin eyledi ki, onları hiçbir kurra şeyhinden duymamıştım” diye buyurdu.
Şeyh Ahi Mirem El-Halveti Hazretlerini Beyan Eder
O, insanların ve cinlerin kutbu, beşerin Mürşid-i Kamili, fikre ve zikre yol gösteren “Rabbi zidni tehayyera” ayetinin mazharı, mücadele ve riyaz ehlinin seçkinidir. Timur istilası sırasında Her’den göçmüş ve Kırşehir’e yerleşmiştir.
Kendisinin inci tanesi değerindeki sözlerinden:”-Derviş eğer tarikat yolu ve meleğinin saliki ise, dünya işlerine gönlünün meylini önlemelidir” derdi. Yine buyurdular ki “-Bir domuz otlağın köklerini söküp atarak, otlarken berbat eder. Koyun ise, otlağın taze sürgünlerini yiyerek, otlağı biçmiş gibi daha gür çıkmasına sebep olur. Bu yüzden koyunun eti hoştur, yiyen kişiyi kamil kılar. Domuzu ise, kalender tabiatlı, şaraba düşkün bir millet olan Hıristiyanlar kebap edip yerler.” diye buyurmuştur.
Şeyh hazretlerinin meşhur dört halifesi şunlardır: “Ebu Talib, Pir Tevekkül; Amr-i Rabbani ve postnişini İzzeddin hazretleridir.
Şeyh Ebu Talib El-Mekki Hazretlerini Beyan Eder
O, akranına galip, Hak yoluna talip, kamil bir şeyh idi. Şeyh Ebu Talib hazretleri “Mekke-i Mükerreme”de doğmuştur. Babası Kabe’ye hacc seferleri tertip ederdi. Şeyh Ahi Mirem hazretlerinin hizmetinde bulundu. Şeyh hazretleri kısa zamanda onu, hilafete layık bulup, onu Mısır’a hilafetle görevlendirdi. Daha sonra geri dönüp şeyhinin yerine oturdu.
Kendisinin inci değerindeki sözleri ve nasihatleri: “-Müptadi salikin arkadaşlarına hürmeti ve riayeti olmalıdır. Onlara saygıda kusur etmemelidir.” diye buyurmuştu.
Şeyh Pir Tevekkül Hazretlerini Beyan Eder
O, gönül ehlinin piri, hidayet yolunun rehberi, hilkat sırlarının kaşifi, büyük şeyhlerden biridir.
Şeyh Amr-ı Rabbani Hazretlerini Beyan Eder
O, kudretli şeyhlerin ve Hakk’ın veli kullarının seçkinlerindendir.”-Akli ve nakli ilimleri bildiğim halde, tasavvuf ilimlerinden haberim yoktur. Bu hal benim gibi bir kişi için züldür” diyerek Şeyh Ahi Mirem hazretlerine gitti.
Kalbi hakikatleri keşfle, kabirlerden sırları açıklayıp bildirirdi. Kendisi daima keşf alemi ile meşgul idi. Şeyhinden haber istediklerinde “Amrı çağırın” derdi ve onların hallerini sorardı. Oda murakabeye varıp, sonra başını kaldırarak, o sualin karşılığını mazide, halde ve istikbalde her ne ise söylerdi. Söyledikleri aynen gerçekleşirdi.
Şeyh İzzüddin Türkmani Hazretlerini Beyan Eder
O, yakin ehlinin mürşidi, şer’i metinlerin müfessiri, Kelam-ı Kadimin hafızı, Tarikat ehlinin delili ve ulaştırıcı şeyhlerin kutbudur.
Şeyh hazretlerinin vefatı yaklaştığında, kendisi.”-Ben, filan gün vefat edeceğim, beni musallaya koyunuz. Tam o esnada bir arabi gelecek, cenaze namazımı o kıldıracak. Ona ittiba ediniz” diyerek, vasiyetde ve sıkı tembihde bulundu. Aynen dediği gibi oldu. Namazdan sonra o arabi ortadan kayboldu. Etrafı aradıksa da onu hiç bir yerde bulamadık.
Kendisinin dört halifesi “ Şeyh Ömer-i Şirvani, Şeyh İbrahim-i Kubadi, Şeyh Baba Resul-i Rumi ve kendisinin vekili ve postnişini olan Şeyh Sadruddin-i Hıyavi” hazretleridir.
Şeyh Ömer-i Şirvani Hazretlerini Beyan Eder
O, ruhani şeyhlerin seçkini, Rabbani nurların merkezidir.
Şeyh İbrahim El-Kubadi Hazretlerini Beyan Eder
O, halka kurtuluş yollarını gösteren, azizan taifesinin rehberidir.
Şeyh İbrahim-i Kubadi’nin kıymetli sözlerinden: “-Salih kişinin malı da salihdir”hadis-i şerifinin ifadesi olan; Mal, helalden kazanıp Allah ehli için sarf olunandır. Elhamdülillah bize miras kalan malda öyledir. Allah kapısı olan tekkeler ve mescitlerde dervişlere ve fukaraya fi sebilillah sarf olunmaktadır.”diye buyurmuştur.
Şeyh Baba Rasul-İ Rumi Hazretlerini Beyan Eder
O, usul sahibi şeyhlerin büyüklerinden, Resulullah’ın yolunun rehberlerindendir. Kabri Niğde’dedir.
Mürşid-i Kamil “Şeyh Sadrüddin-i Hıyavi Hazretlerini Beyan Eder
O, ilahi vecd sırlarının kaşifi, Hakk dergahının ve sonsuzluk ikliminin rehberi ve Resulü Ekrem (sav) hazretlerinin ilim ve hikmetinin varisi idi. Kendisi zahirde “ümmi”ise de, hakikat ilimlerinde devrinin “Kutbu” idi.
Şeyh İzzeddin Hazretlerinin huzurunda ne zaman adı geçse Şeyh Sadreddin’i hürmet ve ta’zimle anardı. Şeyh onun bulunduğu diyara davet edilse: “-Orada Şeyh Sadreddin vardır. Bize ihtiyaç yoktur.”derdi. Nefesi tesirli bir kimse idi.
Kendisinin dört halifesi sırasıyle: “-Şeyh Pir-Zade, Şeyh İbrahim, Şeyh Pir İlyas El-Amasi ve postnişini ve vekili Şeyh Seyyid Yahya Eşşirvani haretleridir.
Şeyh Pir-Zade Hazretlerini Beyan Eder
O, azizanın seçkini, aşıkların rehberidir. Şeyh İzzeddin Halveti hazretlerinin evladıdır.
Pirzade gençliğinde mecazi aşka düşer ve meyhanelere düşer. Şeyh İzzüddin va’z etiği camiden bu hali görür ve dervişlerinden birini gönderir. Dervişde pirzadeye uyar ve ikisi beraber içmeye başlarlar. Bunun üzerine şeyh kendisi meyhaneye gelir ve bu durum karşısında herkes tevbe eder. Meyhane camiye çevrilir.
Şeyh İbrahim-i Şirvani Hazretlerini Beyan Eder
O, müctehidlerin faziletlisi, muvahhidin ve vera ehlinin nuru olan azizanın yolunun rehberidir.
Pir İlyas El-Amasi Hazretlerini Beyan Eder
O, halkın ve insanların muktedası, şeyhlerin azizanı, ariflerin gönül tacı ve sultanıdır. Pir İlyas hazretleri Amasyalı’dır.
Kendisinin nasihat verici sözlerinden: “-Evliyaullah olan kişinin üç alameti vardır. Biri: Bir söz söylese, o söz mutlaka nasihat verici olur. Boş yere konuşmaz. İkincisi, dünya nimetlerine meyletmez ve dünya işleriyle ilgili işlerden sakınır. Onun bu halini gören halkın ona sevgi ve saygısı artar. Üçüncüsü, kur’an-ı hakim okunduğunda veya huzurunda Kur’an okunduğunda dinleyenlerin kalbinde rik’at ve merhamet duyguları uyandırır” diye buyurmuştur.
Seyyid Yahya Eş-Şirvani Hazretlerini Beyan Eder
O, nakiblerin nakibi, neciblerin necibi, şeyhlerin şeyhi, seyyidlerin seçkinlerindendir.
Şeyh Pir Şükrullah Halife Hazretlerini Beyan Eder
Buradan itibaren Halveti tarikati şubelenmeye başlar. Bunlardan biri Sünbüliyye Kolu diğeri de Gülşeniyye koludur.
O, esrarullaha ve ilahi esrarın keşfine giden yolların talibi, azizanın seçkinidir. Pir Şükrullah Halife ensarın neslindendir.
Şeyh Alauddin Er-Rumi Hazretlerini Beyan Eder
O, alimlerin ve velayet ehlinin tahkik ve tedkik edicisi, ledünni sırların ulaştırıcısı, hak yolunun rehberi azizanın seçkinidir. Kendisi cezbe ehlinden ve tevbesi kuvvetli bir zat idi. Her kim onun meclisinde bulunsa onun va’z ve nasihatini dinlese hemen tevbe edip ona biat ederdi.
Cezbe-i aşk-ı Hüda mazharı kim ola gönül
Menzili dergah-ı Hakk’da olur etse rıhlet
Şeyh-i Kamil ki alaüddin denilir namına
Vasıl-ı cezbe idi nola ki bulsa izzet
Şeyh Habib-i Karamani Hazretlerini Beyan Eder
O, dertli gönüllerin tabibi, nesebi ve soyu pak olan azizlerin seçkinidir. Şeyh Habib-i Karamani hazretlerinin soyu babası tarafından Hazret-i Ömer(ra)’a ve annesi tarafından Hazret-i Ebu bekr-i Sıddık (ra)’a çıkar. Akşemseddin Hazretleri’nin hizmetinde bulunmuştur.
Şeyh Pir Muhammed El-Erzincani Hazretlerini Beyan Eder
O, şeyhlerin kamili aşk ehlinin rehberi ve maneviyat ehlinin piridir.
Uzun Hasan, Fatih Sultan Mehmet Han ile harbe karar vermişti. Şeyh Uzun Hasan’a: “-Onların üzerlerine varmaman senin için daha iyi olur. Çünkü o ve onun askerleri İslam gazileridir ve Ni’mel-ceyş (fetih askeri ) dirler. Olaylar Şeyh hazretlerinin dediği gibi çıkıp, Uzun Hasan’ın ordusu dağılıp perişan olmuş, atları yorulup yaralanmıştı. Ayrıca oğullarından biri de harp meydanında kalmıştır.
Kendisinin dört seçkin halifesi: Pir Ahmet el-Erzincani, Pir Fethullah, İbrahim Mükemmel, postnişini Çelebi Halife (Şeyh Pir Cemali-i Halveti) hazretleridir.
Şeyh Pir Ahmed El-Erzincani Haretlerini Beyan Eder
O, velayet ehlinin ruhu ve semedani şeyhlerin seçkinidir. Pir Ahmet el-Erzincani hazretleri önce hafız oldu. Sonra henüz küçük bir çocukken esma zikri ve sülukunu tamamlayıp hilafet aldı. O diyarlarda irşadla görevlendirilerek Erzincan’a gelmişti. Pir Ahmet Efendi zahir ve batın ilimlerinde kamil, mükemmel ve fazıl biri idi.
Şeyh Pir Fethullah Hazretlerini Beyan Eder
O, Hakk dergahının makbulü, vuslat ve Hakk ikliminin mücahididir. Şeyh Muhammed’in hizmetindeki alimlerin en seçkini idi. Şeyhinin vefatında irşad seccadesine o oturdu.
Kerametlerinden birisi şöyle nakl edilir: Vefatı yaklaştığında şeyh dervişlerini etrafına toplayıp nasihat etti. Dervişleri: “ Vefatınızda hangi dervişinizin seccadenize oturup irşat hizmetinize hayrul halefiniz olarak devam eder ?” diye sorunca Şeyh hazretleri “Vefatımızdan sonra cenazemizi musallaya koyduklarında dikkat ediniz. Dağ yönünden bir zat gelip postumuza oturarak halimize varis olacaktır. Ona tereddüt etmeden tabi olup her emrine itaat ediniz” dediler.
Şeyh Tacuddin İbrahim El-Halveti Hazretlerini Beyan Eder
O, kemal sahibi pirlerin seçkini, Hakk yolunun nurani delili velayat bahçesinin seçkin gülüdür. “Seyyid” neseblidir.
Nakl edildiğine göre bir gece rüyada ecdadı Hazret-i Ali’yi görüp, İmam-ı Ali nazarlarını İbrahime çevirip O’nun başına siyah şemleli bir Halveti tacı giydirdi. Sonra:” Bu izzeti ve tarikatimizi bulmak istersen Murtazavi ve Mustafavi nurumuza mazhar olan Halveti taifesidir. Onlardan birine biat edersen bize biat etmiş olursun “ dediler.
Şeyh Çelebi Halife Hazretlerini Beyan Eder
O, yakin nurlarının ulaştırıcısı, mürşidlerin mert ve emini, hidayet ehlinin seçkini, akıl sahiplerinin imamı ve nefs yolunun mücahididir.
Bu arada Şeyh Alaeddin-i Rumi halifelerinden “ Şeyh Abdullah-i Kurbani” ile uzun süre sohbet etti. Ondan “Keşful Kubur” ilmini ve manevi sırları talim etti.
Çelebi efendi ile birlikte kırk adet sufi ile erbaine girdi. Riyazet çok sertti diğerleri riyazet ve halveti terk ederek yarım bırakmak zorunda kaldılar. Bitkin ve perişan bir halde tekkeyi terk ettiler. Halvet’de sadece Çelebi Halife kaldı ve erba’ini tamamladı. Hatta bazı yakınları çelebinin riyazetini hafifletmesi için niyazda bulundular. “Çelebi nede olsa bir insandır, ölmek ihtimali vardır” dediler. Şeyh:”-Hakk’ı talepte ölmek noksan olarak yaşamaktan yeğdir” diye cevap verdi.
Kendisinin dört seçkin halifesi sırasıyla:”Kasım Çelebi, Şeyh Sinan- Erdebili, Şeyh Üveys Dede ve postnişinleri Sünbül Efendi”dir.
Şeyh Kasım Çelebi Hazretlerini Beyan Eder
O, revende ve ayende olan şeyhlerin hamisi, hakikat erlerinin ruhudur.
Şeyh Sinan Erdebili Hazretlerini Beyan Eder
O, cavidani ilmlerin arifi, alem ve ademin canıdır.
Şeyh Üveysi Mudurni Hazretlerin Beyan Eder
O, keşif ehli şeylerin ve irfan mürşitlerin seçkini ve asrının kutbudur.
Müderrislerinden “Mevlana Davud”, şeyhin keramet gösterdiğini işitip onu mat etmek üzere onun va’z etmekte olduğu yere gitti. Müfti efendinin aklına her zaman şöyle bir soru gelirdi: “- Tesbih sırasında Sübhanallah demek, hamd ve Tekbir’den, Tekbir’de hamd ve tesbih etmekten daha önce gelmesi gerekmez miydi ? Bunun hikmeti ne idi ?”diye düşünürdü. O bu düşüncesini Şeyh Üveys Hazretleri’ne nakletmeden önce Şeyh bunu keşfederek:”- İslam mülkünün Resulu(sav)’nün bu husustaki haberi şöyledir:-Masiva’llah’dan abidlerin kalplerini temizledikleri gibi temizlemeyenler Hakk’ı kemaliyle anlayamazlar ve Hakk’a layıkıyle şükredemezler. Onun için böyledir” dedi.
Sümbül Efendi Hazretlerini Beyan Eder
O, Resulün varisi olan tarikat ehlinin mürşidi şeriatin müftisi, şeriat ve tarikat bahçesinin misilsiz gülü ve bülbülü, zikir ve tevhid ehlinin seçkinidir.
Zamanın müftisi İbn Kemal, Kemalpaşazade Ahmet Şemseddin efendiden devrinin seçkinlerinden biri tarafından acaip bir mesele hakkında fetva istenmişti. Müfti efendi bu konuda birçok kitapları tetkik ettiği halde hiçbir bilgiye rastlamadı. Müfti efendi bu sıkıntı ve ıstırap içinde bir taraftan o konuyu araştırırken birden o konuyu keşfediverdi. O kadar sevindi ki aşka gelip üç kere semah etti. fakat o halini hiç kimseye söylememişti. Sümbül Efendi şeyhülislama Meşihat makamına vararak müftiye: ”- Sema haram mı yoksa helal mi? diye açıkça sordu. Müfti efendi: ”- Halal değildir, şüphelidir” deyince, Sümbül Efendi; ”- Dünya işlerine ait bir mesele üzerine tereddütsüz sema etmeyi caiz görüp kendinizi buna mecbur kılıp, dervişanın Allah kapısı olan uhrevi mertebelerin keşfi ve fethine tahammül edememeleri sebebiyle sema ve deveran etmelerini mazur görmemek insaf ehline yaraşmaz “deyip, kerametini izhar etti.
Meşhur dört halifesi sırasıyla Şeyh Cemaleddin-i Akşehri, Şeyh Maksut Dede, Şeyh Çavdarlı Ahmet Dede ve postnişini Şeyh Merkez Muslihiddin Musa Efendi’dir.
Şeyh Cemalüddin-i Akşehri Hazretlerini. Beyan Eder
O, ukba yolunun mürşidi, dünya saltanatını terk eden azizanın seçkinidir.
Hilafetle Akşehir’e görevlendirildi. Kendisine gelen sadaka nezir ve hacet erbabının yardımlarıyla bir zaviye bina etmeye kalkmış fakat çatının yapımı için gerekli kalas bulunamamış, bunun üzerine ustalardan birine kısa bir kalasın ucunu tutturarak kendisiyle beraber çekmiş ve sırık uzamış. Bunu gören halk ve hrıstiyan ustalar şeyhe ittiba etmişler.
Şeyh Maksut Dede Hazretlerini Beyan Eder
O, halkı Hakk’ irşad eyleyen ve batın sırlarını halka apaçık gösteren, feleğe hükmeden Hakk dostlarının seçkini Allah’ın Vedud isminin mazharı olan Şeyh Maksut Dede hazretleridir.
Şeyh Ahmet Çavdarlu Hazretlerini Beyan Eder
O, gönül ikliminin sultanı Hakk’a giden yolların mihmandarı ve irşad ehlinin seçkin mürşididir.
Kerametlerinden biri şöyle nakledilir: “- bir gün bir yerde dervişleriyle sohbetler ederken aniden dağdan büyük bir kaya parçası çığ gibi kopup şeyhin ve dervişlerinin üzerine gelirken dervişler feryad edip, şeyhe gösterdiler. Şeyh hemen kayaya dönüp: “- Ey dağ Allah’ın emriyle şu kayayı tut, onu durdur.” Dedi. Allah’ın kudretiyle birhayli yer inip, hızlanmış olan o kaya parçası yerinde donup kaldı. Halen o kaya orada durmaktadır
Şeyh Merkez Muslihüddin Hazretlerini Beyan Eder
O, vücut dairesinin merkezi olup şahadet ve kayıtlar aleminden daima uzak kalan azizan taifesinin kutbudur.
Dervişleri, Sümbül Efendiye “-Beka alemine göçtüğünüzde, yerinize kimi layık görürsünüz?”
dediklerinde, Şeyh hazretleri, “ Kim olursa olsun, taşradan hangi halifemiz daha önce zaviyemize girerse seccademiz onundur” dedi. Hüda’nın hikmetiyle o gece vefat etti. Vefatının sabahı erkenden Merkez Efendi zaviye avlusunda göründü.
Bir gün Ebu-l Feth Mehmet Han Camiinde bir hintliye rastlar. Kulağına birşeyler söyler ve o kişiyi kendisine halife yapar ve hindistana irşad için gönderir.
Kendisinin dört halifesi vardır: “- Oğlu Merkezzade Şeyh Ahmet Efendi, Köse Muhyiddin Efendi, damadı Müslihüddin Efendi, postnişini ve Kaim-i makamı Şeyh Yakub Efendi Hazretleridir.
Merkezzade Şeyh Ahmet Efendi Hazretlerini Beyan Eder
O, Ahmed(sav)’in nuru, sırlar aleminin ve vecd ikliminin sultanıdır.
Şeyh Köse Muhyiddin Efendi Hazretlerini Beyan Eder
O, yakin ehlinin gözünün nuru, din erbabının sevinci idi. Merkez Efendi: “-Bunca zamandır dörtyüz halife yetiştirdim, amma Köse Muhyiddin Efendi gibi kamil olanını görmedim” dedi.
Şeyh Muslihuddin Hazretlerini Beyan Eder
O, hayırlı ulaştırıcı şeyhlerin temiz soyundan ve Şeyh hazretlerinin damad-ı muhteremleridir zahiri ilimlerde akranına üstün olduğu gibi, tarikat ve hakikatte de seçkinlerdendir. Tarikati tamamladığı sırada Merkez Efendi Hazretleri kendisini damat edinip, onu taşradaki bir zaviyeye şeyh olarak görevlendirmiştir.
Şeyh Yakub Efendi Hazretlerini Beyan Eder
O, rağbet ehlinin sultanı, burhan ehlinin matlubu, saliklerin kalplerinin nuru ve hak yolunun gerçek rehberidir.
Sülukunun ilk yıllarında idi. Bir kere ikindi namazının sünnetini ihmal etmiştim. O gece şuhul haline girdiğimde, karşıma çıplak bir zat geldi. Ben: “-Edep yerini ört, niçin böyle çıplak dolaşıyorsun,?” diye sordum. O zat bana: ”- Beni sen çıplak bıraktın. Üzerimdeki elbiseleri aldın, birde bana çatıyorsun” dedi. Ben: “-Allah saklasın ben bir şey yapmadım” dedim. O zat: “- Ben ikindi namazının sıfatıyım. Sünnet benim elbisemdir, sünneti kılmadın ve bende böyle çıplak kaldım. Bu halimin sebebi sensin” dedi. Ben bu halden sonra beş vaktin sünnetlerinden hiç birini terk etmedim” diye buyurmuştur.
Şeyh Sinan Efendi Hazretlerini Beyan Eder
O, devrinin müfessir ve alimlerinin mürşidi ve tevhid ehlinin ve yakin ehlinin rehberidir.
Şeyh Mehmed Şuhudi Efendi Hazretlerini Beyan Eder
O, ahlak ilminin tabibi ve piri merd-i Habibin Sultanı, Şeyh Şuhudi Efendi’dir.
Şeyh Mahmud Dede Hazretlerini Beyan Eder
O, pirlerin piri nasihat ehlinin ve tarikat yolunun rehberi, aşık şeyhlerin seçkinidir.