TARİH     FIKRALARI

 

 Hz.Süleyman başında tacı ile altın tahtında otururken,rüzgar ters yönden esmeye başladığı gibi,başındaki tacı da eğrildi.Evvela rüzgara seslenen Hz.Süleyman:

-“Ey rüzgar,dedi,neden ters esiyorsun”Rüzgar da şöyle cevab verdi:

-“Sen de ters hareketler yapıyorsun.”Bu sefer Hz.Süleyman başındaki taca:

-“Sen neden eğrildin?”diye sorunca,tac da şöyle cevab verdi:

-“Sen de işlerinde eğrilmektesin.”

 

Hz Süleymanın karşısına getirilen iki kadın,ortalarında bulunan çocuğun kendi çocukları olduğunu iddia ediyorlardı.Hz.Süleyman halkın ve devlet adamlarının önünde bu meseleyi şöyle halletti.Hz.Süleyman kadınlara:

-“Bir çocuğun annesi bir tane olur,ama sizler iki kişisiniz.Gelin bu işi kardeşçe halledelim”dedikten sonra,yanı başında bulunan cellada şöyle dedi:

-Şu çocuğu al,tepesinden ta hayalarına kadar kesip ikiye ayır,bir parça bu kadına,öteki parçasını da öteki kadına ver.”

Cellad,çocuğu aldı,kılıcı ile ikiye böleceği sırada kadınlardan biri acı bir çığlık atarak haykırdı:

-“Allah adı için vurma.”Hz.Süleyman:

-“Neden vurmasın?” dedi.Kadın ağlıyordu,ötekisi gayet sakindi.Hz.Süleyman ağlamayan kadına dönüp:

-“Sen verdiğin hükme razı mısın?”dediğinde kadında”razıyım”diye cevab verdi.Bu sefer Hz.Süleyman:

-“Gerçek ana,ağlayan ve çocuğun öldürülmesine razı olmayandır,çocuğu anasına veriniz.Diyeride zindana atılsın.”

 

 Sezar’a M.Ö.44’te senato içinde bir suikast hazırlanıp,23 yerinden hançerlenerek,feci bir şekilde öldürüldü.Bu sıralar 57 yaşında bulunan Sezar ilk hançer darbesinden sonra arkasına baktığında,evlatlığı Brütüs’ün de hançerini kaldırıp saldırmakta olduğunu gördü.Sezar bunu beklemediğinden kendini tutamayıp:

-“Sende mi oğlum Brütüs?”diyerek,kendini hançerlere teslim etti.

 

 Sinopeli alim Diogenes,bir gün güpe gündüz elinde fenerle Korint şehrinde gezmektedir.Korintler bu güneş ışığında fenerle ne aradığını sorduklarında,alim şöyle vermişti:

-“Adam arıyorum,adam.”

 

 M.Ö 335’de büyük İskender asya seferine giderken Korintos şehrine uğramıştı.Devrin bütün alimleri kendisini ziyaret ettiği halde,Sinopeli Diogenes ziyaret etmemişti.İskender bizzat kendisi alimi ziyarete gitti.Evine vardığında Diogenes kapısı önünde bir fıçı içinde güneşleniyordu.İskender yaklaşıp bir arzusu olup olmadığını sorduğunda Diogenes şöyle cevab verdi:

-“Gölge etme,başka ihsan istemem.”Bu cevaba memnun olan İskender ise şöyle dedi:

-“Zeus adına yemin ederim ki,eğer İskender olmasaydım,Diogenes olurdum.”

 

 Bir gün Hz.Muhammede sormuşlar:

-“Ya Peygamber,Hz.Ali’yi çok seversin bunu sebebi nedir?”

-Öğrenmek istiyorsanız Hz.Ali’yi çağırın da gelsin,o zaman söylerim.”Hz.Ali huzuruna varıncaya kadar Hz.Muhammede yanındakilere:

-“Siz birisine iyilik etseniz,o da tutsa kötülük etse ne yaparsınız?”

-“Yine iyilik ederiz”

-“Ya o yine fenalık ederse”

-“Yine iyilik yapmaya bakarız”

-“Ya yine o fenalık yapmaya devam ederse.”Odada bulunanlar başlarını yere eğip bir şey söylemediler.O anda içeri Hz.Ali girdi.Hz.Muhammed etrafındakilere sorduğu soruyu bu sefer hz.Ali’ye sordu ve tam yedi defa Hz.Ali her defasında da iyilik edeceğini tekrarladı.O zaman odada bulunanlar:

-“Ey peygamberimiz,dediler,Hz.Ali’yi sevmekte haklıymışsınız.”

 

 Hz.Ömer adaletli,hayırsever ve dindar bir kişi idi.Bu yüzdendir ki kimsenin hakkını yememeye çalışır ve daima öbür dünyayı düşünürdü.Hz.Ömer yanına bir adam tutmuş ve bu adam her gün karşısına geçip:

-“Ya Ömer,öteki dünyanın varlığını,ölümü unutma”diyordu.Bir gün adamı karşısına alan Hz.Ömer,şöyle dedi:

-“Bak,işte sakalıma aklar düştü.Artık ölümü onlar hatırlatıyorlar bana.Unutmuyorum ölümü.”

 

 Birgün kadının biri Hz.Ömerin huzuruna girerek:

-“Ah halifem,dedi,dün akşam evime hırsız girmiş ve neyim varsa alıp götürmüş.”

Hz.Ömer kızarak:”Bu ne uykusu kadın,evini baştan aşağı soyup gidiyorlar sen uyanmıyorsun?”dediğinde kadın şöyle cevab verdi:

-“Sizi uyanık biliyordum halifem.”

 

 Hz.Ali,bir gün kardeşi Âkil’i bir meseleden dolayı Muaviyenin yanına göndermişti.Hoş beşten sonra Muaviye Âkil’e:

-“Yanından ayrıldığında Ali nasıldı,ne halde bıraktın?”dedi.Bunun üzerine Âkil’de şöyle cevab verdi:

-“Allah’a ve peygamberi hoşnud eder bir halde bıraktım fakat görüyorum ki sen her ikisini de rahatsız eder haldesin.”

 

 Bir gece Hz.Ömer mektub yazıyordu.Hz.Osman geldi,selam verip oturdu.Ömer selamı almadı.Az sonra önündeki mumu söndürdü,başka bir mum yakıp:

-“Aleyküm selam,dedi.Daha sonra Osman’a;kusura bakma.Demin devletin işlerine aid bir mektub yazıyordum.Mumda devletin malı idi.Hususi işlerimi o mumda yapamazdım.Şimdi kendi mumumdur yanan.”

 

 Emeviler zamanında Tarık bin Ziyad,kendi adı ile anılan Cebel-i Tarık boğazından geçip,İspanya ya çıktı.Gemilerin yarısını askerlerine gizli olarak saklayan Tarık,diğer yarısını da yaktı.Alevler göklere çıkmaya başlayınca askerler koşarak geldiler ve:

-“Gemilerimizi yaktınız,mağlub olursak nasıl geri döneriz.”

Dediklerinde Tarık şöyle cevab verdi:

-“Mağlubiyet bizlere layık değildir.Bir ülke Allah’a aittir. Yürüyünüz ve onu alınız.Allah’a ve kılıcınıza güveniniz.”

Kadis savaşının en kızgın zamanında ise Müslümanlar kaçışmaya başlayınca,Tarık atına atlayıp kaçanların önüne geçip şöyle bir nutuk attı:

-“Ey mağribli gaziler,ey Müslüman kahramanlar nereye kaçmak istiyorsunuz?Düşününüz ki,önünüz derya arkanız düşmandır.Sizin için en çıkar yol sonuna kadar savaş alanında kalmak ve savaşmaktır.Ey süvariler,bana bakın ve benim gibi yapın”

Bu sözlerden sonra Tarık atını dört nala sürüp Got ordusunun ortasına kadar geldi.Burada savaşı idare etmekte olan kral Rodrik’in göğsüne mızrağını saplayıp,onu öldürdü.

 

 Endülüs emevi halifelerinden II:Hakem (961-976) adalet kaidelerine çok değer veren,halkın refahı için son derece çalışan bir kişi idi.Halife bahçesine bir köşk yaptırmak istiyordu.Ancak,tarlasına bitişik mal sahibi malını satmak istemiyordu.Devlet memurları halifeden gizli olarak mal sahibi kadının elinden malını zorla köşkü oraya kondurdular.Kadın da doğruca Kurtuba kadısı Beşir’e giderek halifeyi şikayet etti.II.Hakem,bir gün köşkünde otururken kadı Beşir eşeği ile çıkageldi.Kadı eşeğinden inip boş olan torbasını toprakla doldurmaya başladı.Torba dolunca halifeye hitaben:

-“Bana biraz yardım et de,şu torbayı eşeğe yükleyelim”dedi.Halife bunun sonucunda bir şey olacağını bildiği için,aşağı inip kadıya yardım etti.Ancak halife,torbayı bir türlü eşeğe yükleyemedi.Bunun üzerine kadı Beşir II.Hakem’e:

-“Ya halifem,bak bu  torbadaki  toprak,halkından birinin elinden zorla aldığın tarlanın ancak bir parçasıdır.Sen bugün bu kadarcık toprağı kaldıramazsan,yarın ahirette o koca tarlayı nasıl kaldıracaksın?”dedi.

Halife meseleyi anladığında çok üzüldü ve derhal köşkle beraber tarlayı kadına verdi.

 

 Abbasiler zamanında en büyü alimlerden biri Cahız’dır.(778-868) bir çok ilmi kitab yazan Cahız çok çirkindi ve bu yüzdendir ki,kadınlarla pek ilgisi yoktu.Ancak nasıl olmuşsa,bir gün kadının biri dükkanına gelmiş ve kendisi ile uzun müddet konuşmuştu.Aynı kadın birkaç defa daha dükkana gelince,Cahiz dayanamaz ve:

-“Bana gönül mü verdin sultanım?Nedir bu ziyaretler,bu uzun bakışlar?”diye sorunca kadın şöyle cevab verir:

-“Kuruntuya kapılma ihtiyar.Her gün buraya gelişimin ve sana uzun uzun bakışımın sebebi başkadır.Şu açık tuttuğum gözüm yok mu,işte bu gözle ben bir bir erkek güzeline baktım,eşime ihanet ettim.Şimdi sana ve senin gibi çirkin birine bakmakla gözümü cezalandırıyorum.”

 

 Abbasi halifesi Me’mun (813-833) bir gün özel doktoru Huneyn’i çağırarak:

-“Bir düşmanımı gizlice öldürmek isterim,bana tesirli bir zehir yapabilirmisin?”dedi.Doktor ise buna şöyle cevab verdi:

-“Ben insanlara iyi gelen ilaçları yapmasını öğrendim,şayet izin verirseniz kötü gelen ilaçları da yapmasını da öğreneyim.”

Buna kızan Memun doktoru hapse atar ve aradan bir yıl geçtikten sonra tekrar huzuruna çağırıp:

-“İstemiş olduğum ilaçları yapacakmısın,yoksa ölümümü tercih edersin?”dediğinde,doktor da şöyle cevab vermişti:

-“Ben ölümden korkmam,Benim Allah’ım var,ben de ona sığınırım.”

Memun güldü ve doktoru tebrik etti,kendisini sınamıştı.

 

 Fransa kralı 9.Charles zamanında”Contre Reforme”adında yeni bir akım belirmişti.Bu dini akıma göre Fransa ve ispanyadaki bütün Protestanlar diri diri yakılıyordu.Tarihi kaynaklara göre Fransa kralı memleketine dokuz bin protestanı feci bir şekilde katletmişti.Kral verdiği emirde şöyle diyordu:

-“Hepsini öldürün,ama hepsini yok edin ki,bunu yüzüme vuracak tek bir Protestan kalmasın.”

 

 1096 yılında I.Haçlılar Kudüse girerek 40.000 müslümanı kılıçtan geçirdiler.Gödofroi Buyyon Papa II:Urban’a yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:

-“Kudüste bulunan bütün Müslümanları katlettik.Malumunuz olsun ki,Süleyman mabedinde atlarımızın diz kapaklarına kadar Müslüman kanına batmış olarak yürüyoruz.”

Rene G.Rousset adındaki tarihçi yukardaki fikri doğruladıktan başka,şunları da ilave ediyor:

“Haçlılar kudüste o kadar çok Müslüman kestiler ki,atlarının ayakları kan deryasına battıkça insan etleri duvarlara sıçrıyordu.”

 

 Aşıkpaşaya göre Osman Gazi 1278 yılında şeyh Edebali’nin kızı Malhatun ile evlenmiştir.Genç kayı aşireti reisi bir gece Şeyh Edebali’nin evinde misafir olur.Ancak gördüğü bir rüya şeyhin dikkatini çekmiş ve bundan sonra kızını Osmana vermekten çekinmemiştir.Osman rüyasında Şeyh Edebalinin göğsünden çıkan bir ışığın kendi göğsüne girdiğini ve ondan sonra bu ışıkla beraber bir meşe fidanının dal budak salıp,bütün dünyayı kapladığını görmüştü.Sabahleyin rüyayı şeyhe anlattığında şeyh ona şunları söyler:

-“Oğlum Osman...Sen bir hükümdar olacaksın,padişahlık sana ve senin nesline mübarek olsun,benim kızım da senin helalındır.”

Edebalinin müridlerinden Kumral dede,Osmanın yanına yaklaşıp:

-“Ey Osman,sana padişahlık müjdelendiğine göre bana ne vereceksin?”dediğinde Osman da:

-“Padişah olayım,sana bir köy vereyim”dedi.Bunun üzerine Kumral’da:

-“O halde bu vadini bir kağıda yaz da bana ver,deyince,Osman:

-“Ben yazı bilmem.Ama atamdan kalan bir kılıncım var,onu vereyim.Bu kılınç sen de nişan olarak dursun,benim neslim o kılıcı görür ve köyü senden almaz.”

Tarihi kaynaklara göre Osmanlı tahtına oturan her padişah bu kılıncı görmüştür.

 

 I.Kosova savaşından sonra Sultan Murad yanında vezir ali paşa olduğu halde,savaş alanını geziyordu.Haçlı ordusunda ölenlerin hepsi de gençti.Sultan yerde yatanları göstererek:

-“Görüyorsunuz vezirim,hepsi de genç”deyince ali paşa da şu cevabı verdi:

-“Bunların içinde akıllı bir ihtiyar bulunsaydı,sizinle savaşmaya hiç cesaret edebilirlermiydi?”

Sultan Murad biraz ilerlediğinde Miloş Kabiloviç adında bir Sırplı,yerinden kalkıp yanlarına gelmeye çalıştı.Yeniçeriler kendisine mani olunca da:

-“Gidin...Ben el öpmeye geldim...Kral Lazar’ı tuttular,işte getirirler”deyince,yeniçeriler de geçmesine izin verdiler.Aşıkpaşazade’ye göre Miloş Kabiloviç,sultan Murad’a yaklaştı ve aniden mızrağını sapladı.

 

 Yıldırım Beyazıd bir rüşvet meselesinden dolayı 40 kadı’nın idamını emretmişti.Sadrazam Ali Paşa çok üzgündü.Zira bu 40 Kadı’nın öldürülmesi memlekette büyük bir boşluk yaratacaktı.Nihayet sadrazam,Yıldırımın maskarasını bulup onu araya koydu.Maskara Yıldırımın huzuruna girip:

-“Padişahım,dedi,sizden bir dileğim var.”

-“Ne istersin?”

-“Beni istanbul’a elçi gönder.”

-“Orada ne iş göreceksin?”

-“İmparatordan 40 tane papaz isteyeceğim.”

-“Papazları ne yapacaksın?”

-“Nasıl alsa 40 kadı’yı idam ettireceksiniz,hiç olmazsa onların yerine koyarız.”

-Padişah meseleyi anlamıştı ve kadıları affetti.

 

 Yıldırım Beyazid’in içki içmesi devrin alimleri arasında hoş karşılanmıyordu.Bursada yeşil camii yatıran  Yıldırım,yanına gelen emir Sultan’a:

-“Camiyi nasıl buldunuz hocam?”dedi.Fırsatı kaçırmak istemeyen devrin alimi:

-“Güzel amma dedi,bir kusuru var”

-“Nedir o kusuru?”

-“Bu caminin dört tarafına dört meyhane ister.”Padişah başını yere eğdi ve hiçbir şey söylemedi.

 

 Bursa yerlilerinden biri birini mahkemeye vermişti.Hadiseyede şahit olan sadece Yıldırım Beyazıd idi.Mahkeme günü Bursa kadısı davacıya:

-“Hadiseyi dediğiniz gibi olduğunu gören şahidiniz var mı?”dedi.Davacı da var olduğunu söyleyince kadı da:

-“Gelsin görelim”dedi.İçeri giren Yıldırım Beyazıd idi.Kadı Emir Buhari padişahı tanımıştı.İyi süzdükten sonra:

-“İçki içmeyi itiyad haline getiren bir kimsenin muhakemesi ve şuuru normal olmadığından dava da kendiliğinden sona ermiş oldu.”Niğbolu kahramanı başı önünde mahkemeden çıkıp gitti.

 

 Haçlı ordularının balkanlarda ilerlemesi karşısında II.Mehmet,devlet erkânını tazyik ve isteği üzerine babasını tahta davet etti.Ancak II.Murad,oğlunun prestiji kırılmasın diye ilk teklifi kabul etmedi.Fakat Candarlı Halil Paşanın genç padişahı sıkıştırması karşısında,istikbalin İstanbul Fatihi babasına aşağıdaki tarihi mektubu yazarak onu ikinci defa tahta davet etti:

-“Eğer padişah isek size emrediyoruz,gelip ordunuzun başına geçin.Yok padişah siz iseniz,gelip devletinizi müdafaa edin!”

 

 İstanbul muhasarası sırasında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesi dahi düşünülmüştü.Ancak,Ortodoks kilisesi liderlerinden Gennadias ile başvekil Notares,bu birleşmeye karşı idiler.Hatta her iki lider diyorlardı:

-“İstanbul’un içinde Türk sarığı görmek,Latin serpuşu görmekten evladır.”

 

 Fatih Sultan Mehmed,seferi hümayuna bile çıkarken nereye gidebileceğini kimseye söylemezdi.Türk hakanı gene bir seferi hümayuna hazırlanıyordu.Bir gün kadılardan biri kendisine:

-“Şevketlü sultanım,dedi,acaba seferi hümayununuz hangi tarafadır?”Fatih kızmış ve kadıya şöyle demişti:

-“Hoca efendi,sakalımın tellerinden biri yapmak istediğimi bilmiş olsaydı,onu hemen koparır yakardım.”

 

 Fatih sultan Mehmed,iki mermer sütunun üçer arşın fazla kesip harab ettiği için,bir rum mimarının ellerini kestirmişti.Mimar,kadı Hızır Bey Çelebiye müracaat edip,fatihten şikayetçi oldu.Kadı Hızır bey,hem davacıyı ve hem de davalı olan Padişahı huzuruna çağırdı.Fatih,mahkeme salonuna girince doğruca baş köşeye girip oturmak istedi.Ancak kadı gök gibi gürleyerek:

-“Oturma beyim,dedi,sen de davacı ile beraber karşımda ayakta kalacaksın.”Neticede kadı Hızır Çelebi kanunsuz ve haksız yere el kesen fatihi suçlu bulmuş ve onunda ellinin kesilmesine karar vermişti.

Türk hakanı kararı gayet sakin karşılamıştı ancak rum mimar kadıya yalvardı,hakkından vaz geçtiğini bildirince,kadı kararı iptal etti.

 

 Fatih İstanbulu işgal ettikten sonra şehri geziyordu.Ancak bir yan sokaktan bir inleme işitti.Derhal yanındakilere:

-“Bu inleyen adamı bulup getirin.”dedi.Biraz sonra üstü başı perişan,saçı sakalı birbirine karışmış bir ihtiyar padişahın huzuruna getirildi.Padişah bu zavallıya:

-“Bu ne haldir,sizi neden hapsettiler?”diye sorduğunda,ihtiyar şöyle cevab verdi:

-“Muhasara başlayınca imparator beni çağırdı ve Türkler istanbulu alacak mı idye sordu.Ben de “alacaklar” diye söyleyince,beni bu hale soktular.”Padişah ihtiyara:

-“Peki söyle bakalım,dedi.İstanbul bizim elimizden çıkacak mı?İhtiyar biraz düşündükten sonra şöyle cevab verdi:

-“Bu güzel şehrin düşmanı çoktur.Ancak sizin aranızda fesad artar,şahsi menfaat ön planda düşünülmeye başlanır,elindeki emvali yabancılara satanlar çoğalır ve yabancılardan meded umanlar artar,işte o zaman İstanbul sizin elinizden çıkar.”

Fatih ellerini yukarı kaldırıp şöyle dedi:

-“Dilerim Allahtan ki,bunları yapanlar Allah’ın kahrı gazabına uğrasınlar.”

 

 Aşıkpaşazade’ye göre Yavuz daha Trabzonda vali iken,bir gün aniden İran’a gider.Kendisi bir derviş kılığındadır.Bulunduğu handa satranç oyunu ile kısa bir zamanda isim yapar.Şah İsmail’de güzel satranç bilmektedir.Yavuz’un iyi satranç bildiği Şah’ın kulağına gidince,huzura getirilerek bir oyunda Şah’la oynanması istenir.Yavuz,ilk el Şah’a hürmetten mağlup olur.Bundan sonra Şah’a hiç el vermeden oyunu bitirir.Bu mağlubiyete dayanamayan Şah İsmail,elinin tersi ile Yavuz’un kıllı göğsüne bir darbe indirip:

-“Bre derbeder aşık.Hiç Şah’lar mat edilir mi?Edebin yok imiş?der ve Yavuz’a bir kese içinde bin altın verir.Yavuz Şah’ı selamlayıp dışarı çıkar.Saray havlusuna gelince kimseye göstermeden bin altını binek taşının altına koyar.Aradan yıllar geçer.Çaldıran’da galib gelen Yavuz,büyük bir merasimle Tebriz’e gelince,yanında bulunan Balyemez Osman Ağa’ya:

-“Osman ağa.Şu Şah’ın bindiği binek taşının altında bin altın durur.Onu elimle koymuşumdur,al senin olsun helaldir”dedi.

 

 Meşhur”Tâc-ut Tevarih”adlı eserin müellifi Hoca Sadedin efendinin babası Hasan Can,bir gün Yavuz’un huzuruna girdiğinde padişah kendisine:

-“Söyle bakalım Hasan Can,dedi,bu uzun geceler rüyasız geçmez,ne rüya gördün?”Hasan Can’da:

-“Sultanım ben rüya görmedim,ancak biraz evvel yanından geldiğim Kapı ağası bir rüya görmüş,ben onu dinledim”dediğinde Yavuz’da anlatmasını rica eder.

-“Efendim,nurani kılıklı birkaç kişi Kapı ağasının evine gelir.Bunlar hasan ağaya (Ben Ali bin Muttalibim.Bunlar da Peygamberlerimizin yakınları Ebubekir,Ömer,Osman’dır.Var git selim hana haber ver,Haremeyn hizmeti ona sipariş oldu)

Yavuz hafifçe gülümsedikten sonra Hasan Can’a:

-“Bu rüyayı nasıl tabir edersin?”dediğinde Hasan Can’da şöyle cevab verdi:

-“Tabire lüzum yok sultanım,rüya ortadadır,sizin Mısır’a gitmeniz şart oldu.”

 

 Büyük bir alim olan Zenbilli Ali Cemali Efendiyi Yavuz Sultan Selim çok severdi.Bir gün Yavuz,bir rüşvet meselesinden dolayı 150 kişinin idamını emretmişti.Devlet adamları bunun bir felaket olacağını düşünerek,padişahı fikrinden caydırmak için,Zembilli Ali cemali Efendiyi araya koydular.Zembilli Ali Cemali Efendi doğru padişaha giderek,bu biçarelerin affını istedi.Padişah kaşlarını çatıp:

-“Sizin bu isteğiniz,benim devlet işime ve politikama karşı olmanız dmektir.Bu mesele için bana gelmeniz bile edebe ve terbiyeye aykırı bir harekettir”dediğinde Ali cemali efendi şöyle cevab verdi:

-“Padişahın işlerinde serbest kalmaları lazımdır.Bunun aksi olursa devletin ve milletin zararına olur.Benim isteğim devlet idare etmenize karşı değildir.Ben ahiretinize de yardım ediyorum ve bu benim vazifemdir.Bu biçarelerin kanından vaz geçerseniz ne âla,geçmezseniz Allah indinde mesul olursunuz.”

Padişah biraz düşündükten sonra:

-“Peki hocam,dedi,hepsini affettim.”

 

 Gerek Zembilli Ali Cemali Efendi ve gerekse Yavuz birbirlerini çok sever ve sayarlardı.Müftü içeri girdiğinde Yavuz ayağa kalkacak kadar ona sevgi gösterirdi.Bir gün Ali cemali efendi,Yavuz’un atının dizginlerine yapışıp şöyle demişti:

-“Sultanım,eğer adaletten ayrılır,kendi başına emir verir,şunu bunu keyfince cezalandırırsan,ben de Şeyhulislam olarak senin padişahlığını inkâr eder ve bütün dünyaya yayarım.”

 

 Bir gün Yavuz çok sevdiği Hasan Can’a:

-“Bre Hasan,dedi,arkamda bir diken var,batar canımı acıtır.”Hasan Can,padişahın sırtını açtığında henüz kızarmamış sert bir çıban gördü.Durumu padişaha anlattığında padişah sıkmasını meretti.Bunun üzerine Hasan Can:

-“Sıkmayalım padişahım,biraz merhem sürelim yumuşasın”dediğinde padişah da şöyle cevab verdi:

-“Biz senin gibi çelebi değiliz,bir küçük çıban için doktora gidelim.”Bundan sonra Hasan Can’a sıktırır.Bu çıbana halk arasında”Yanıkara”veya”Şir-i Pençe”deniliyordu.Çıban kısa bir zamanda büyüdü ve padişaha gittikçe sızı vermeye başladı.Doktorlarda bir türlü çae bulamıyorlardı.Padişah bu acılar içerisinde kıvranırken Hasan Can’a:

-“Hasan can,dedi,seni dinlemedik.Fakat kendimizi de harab ettik”Öleceği gün idi.Vücudu ateşler içinde yanıyordu.Başucunda oturup Kur’an okuyan Hasan Can’a bakıp şöyle dedi:

-“Hasan Can,ne haldeyim,nasılım?”Hasan Can yaşlı gözlerle:

-“Devletlim,dedi.Allah’a kavuşmak zamanıdır.Ona teveccüh ediniz.”Padişah gülümsedi ve :

-“Ya,bunca zamandır sen beni kiminle sanıyordun?Allah’a teveccühümüzde bir kusur mu gördün?”dediğinde Hasan Can şöyle cevab verdi:

-“Hayır padişahım,sizin hakkınızda hiçbir zaman böyle bir şey düşünmedim.Fakat şimdi içinde bulunduğumuz zaman başka zamanlarla kıyaslanamaz.Onun içinde böyle konuştum.”

 

 Yavuz Sultan Selim 1512’de askeri bir darbe ile babasından tahtı zorla almıştı.Tarihi kaynaklara göre Yavuz babasının kolundan tutup zorla tahttan indirip yerine oturunca II:Beyazıd şöyle demişti:

-“İlâhi oğul!”Beni berbat edip tahtımdan ettin.Dilerim Allah’tan sen de genç yaşında berbad olup,şir-i pençeler elinde gidesin.”

 

 1532 yılında Kanuni büyük bir ordu ile Almanya üzerine yürüdü.Aylarca Almanyada gezdiği halde,ne Ferdinand ve ne de kareşi Şarlken,Kanuni ile savaşmaya cesaret edemediler.Bunun üzerine Kanuni Şarlkeni savaş alanına çekebilmek için,aşağıdaki mektubu yazdı:

-“Bu kadar zamandır erlik davası yapıp durursun.Ne senden ne kardeşinden nam ve nişan yok.Sizlere saltanat ve erlik davası haramdır.Belki karından dahi utanmazsın.Belki kadında gayret var,sizde yok.Er isen meydana gelesin,takdir ne ise yerine gele.Gel seninle saltanatı Beç (Viyana) sahrasında paylaşalım.Bu kere dahi meydana çıkmazsan avratlar gibi çıkrık alıp padişahlık tacını takmıyasın.”

 

 İran Şah’ı,Sarı Selim’in padişahlığını tebrik etmek için Edirne’ye Şah Kulu adında bir elçi göndermişti.Şah Kulu büyük bir hediye kervanı ile Edirne’ye yaklaşırken,Padişahın emri ile Şemsi paşada,tertipli ve güzel giyinmiş küçük bir ordu ile onu uzak mesafeden karşılamaya çıkmıştı.Şah Kulu Osmanlı askerinin ihtişamını çekememiş ve Şemai Paşa’ya:

-“Uzaktan askerinizi gelin alayına benzettim”deyince Şemsi Paşa’da:

-“Evet,haklısınız.Çaldıran’da gelin almaya gelen bu askerdi”diye cevab vermişti.

 

  III.Murad maskaraların karşısında oynamasını ve kendini eğlendirmesini pek severdi.Bir gün gene maskaranın biri kendisini güldürmekten kırıp geçirmişti.Tam ihsanını vereceği sırada maskara:

-“Yok hünkârım,dedi,bu gün altın istemiyorum.Bana yüz değnek vurunuz.”Padişah sebebini sorduğunda maskara:

-“Hele elli değneği vurun da sonra anlatırım”değince maskaraya elli değnek vuruldu.Maskara yerinden kalktı ve:

-“Padişahım bir ortağım var.Geri kalan elli değneği de ona vuracaksınız” deyince, padişah bunun kim olduğunu sorar,maskara şöyle anlatır:

-“Beni huzurunuza çıkarmak için davete gelen bir bostancı var.Sizin ihsanınızı alıp dışarı çıkarken,beni yakalar ve yarısını benden alır.Bu yüzden yediğim değneğin yarısı onundur.”

Padişah gülmekten bayılır ve maskaraya yüz altın verdiği gibi,bostancıyı da falakaya yatırır.

 

 Sultan III.Mehmet bir gün yanında bulunan devlet büyüklerine:

-“Bu dünyada sözü doğru,hak tanır bir adam bulamadım”deyince,etrafındakiler de sebebini sordular.Bunun üzerine III.Mehmed şöyle dedi:

-“Şeyhulislam Bostanzade efendiye iltifat ettim,derhal cahil bir kardeşini Rumeli Kazaskeri yaptı.Gene cahil bir gence rica ile Selanik kadılığını verdirdi.Bundan sonra babamın hocası Sadettin Efendiye iltifat ettim,doğru ve hakbilir dedim,o da oğlunu Anadolu kazaskerliğine ve bir diğer oğlunu da Edirne kadılığına tayin ettirdi.İşte görüyorsunuz,ben artık kime güveneyim?”

 

 Sultan IV.Murad içkiyi ve afyonu yasak etmişti.Bir gün padişah Hekimbaşı Emir Çelebinin durumundan ve kendisini çağırtıp:

-“Efendi,sen afyon yermisin?”diye sorduğunda,Emir Çelebi’de kellesinden korktuğu için,”Hayır sultanım ben afyon yemem”demişti.Emir Çelebinin düşmanlarından Mustafa paşa,padişah ile Emir Çelebi satranç oynarlarken yanlarına  gelmiş ve oyunu seyre başlamıştı.Emir Çelebi bir ara abdest tazelemek için dışarı çıkınca,Mustafa Paşa padişaha:

-“Efendim görüyorsunuz,gene abdest tazelemek bahanesiyle afyon yemeye gitti”deyince,padişah da:

-“İnanmam,dedi,ben ona sorduğumda afyon yemediğini söyledi”Bunun üzerine Mustafa Paşa:

“Ben size onun bir gün afyon yediğini ispat ederim”diyerek,yanından ayrıldı.Mustafa Paşa,Emir Çelebinin hizmetkârını elde ederek,afyonu nereye sakladığını öğrendi.Gene bir gün padişah ile Emir Çelebi beraber satranç oynarlarken hekimbaşı abdest tazelemek için dışarı çıktı.Fırsatı kaçırmayan Mustafa Paşa:

-“Efendim gene gitti afyon yemeye,deyince padişah:

-“Bre Mustafa ne istersin bu biçareden”dedi.Mustafa Paşa daha ileri gidip:

-“Entarisinin cebini yoklayın eğer afyon çıkmazsa,ben yalancı olayım”dedi.Emir çelebi içeri gelince padişah:

-“Entarinin cebinde ne var?”diye sorduğunda Emir Çelebi’de:

-“Zararı olmayan afyon var”

-“O halde hepsini ye de görelim”

-“Bu hokkanın içindeki panzehir bile olsa insanı öldürür-“Hepsini ye”

-“Emir Çelebi hepsini yedi ve ardından da bir tıbbi müdaheleye meydan vermeyen padişah,kendisi ile birkaç saat satranç oynadı.Ancak Emir çelebi aniden cansız yere yığılınca,satranç oyunu da yarıda kalmış oldu

 

 Sultan Murad bir gün içki yasağına uyulup uyulmadığının kontrolüne çıkmıştı.Uzaktan kahveye benzer bir dükkandan ışık sızdığını gördü.Yaklaşıp pencere deliğinden baktığında,hem sigara içiliyor ve hem de hafiften demlenen de vardı.Yavaşça içeri girdi ve masanın birinde oturdu.Kahveci geleninde tütün ve içki tiryakisi olduğunu zannedip yanına yaklaştı.Padişah kahveciye:

-“Tütün içmenin yaak olduğunu bilmiyormusun?”dediğinde kahveci:

-“Erenler,uzun etme,haydi çek”dedi,padişah biraz daha sesini yükseltip:

-“Padişahın emrine karşı gelmenin ne demek olduğunu bilmiyor musun?”diye tekrar sorunca,kahveci dayanamayıp:

-“Beyzadem,adını bağışlarmısın?”dedi.Padişah da:

-“Murad”diye cevab verince kahveci:

-“Sultanlığı da varmı?”diye sordu.Padişah da”Evet”deyince kahveci yandaki masaya yatıp bağırdı:

-“Öyle ise buyurun cenaze namazına.”

 

 Sultan Murad yanında sadrazam Bayram Paşa olduğu halde,gene tebdili kıyafetle gezmekte idiler.İçkici Mustafa adındaki bir adamın kayığına binerek,Üsküdar’a doğru yol almaya başladılar.İçkici Mustafa biraz yol aldıktan sonra,örtüyü kaldırdı.Rakı destisini çıkarıp başına dikti.Padişah derhal kokusundan anladığı için:

-“Baba,dedi,destiyi uzat da biraz biz içelim”

-“Su değildir evlat,bu rakıdır.”

-“Olsun baba,biz de içmesini biliriz.”

-“Tahammül edemezsin evlat,sonra hem sen yanarsın hem de ben.”

Bir hayli yol alınmıştır.Bir ara padişah:

-“Baba,dedi,sen padişah yasağından korkmaz mısın?”

-“Korkmasına korkarım ama padişah burada beni nasıl görecek?”

-“Ya ben içki içtiğini haber verirsem?”

-“Veremezsin,çünki sen de benimle beraber içtin”

-“Ya ben padişah ve bu da vezirim ise?”Bu söz üzerine içkici Mustafa Kürekleri bıraktı ve gülmeye başladı.

-“Hey köftehor.Ben sana demedim mi içkiye dayanamazsın?Şunun şurasında iki yudum içki içtiniz,biriniz oldu padişah,diğeriniz oldu sadrazam”

Padişah kendisi de içki içtiği için,içkici Mustafayı affetti.

 

 Deli İbrahimin öldürülmesinde birinci rolü annesi Kösem Sultan oynamıştır.Dünyada hiçbir anne oğlunu seve seve bu şekilde ölüme göndermemiştir.Cellad Kara Ali,İbrahimin odasına girince padişahın şaşkın bakışlarla:

-“Beni göz göre göre öldürüyorlar,benim iyiliğimi görenlerden bana acıyanınız yokmu?”dedi.İnsafsız Kara Ali bile bu yalvarma karşısında insafa gelmiş ve oradan kaçmıştır.Sadrazam Sofu Mehmet Paşa,Kara Ali’yi saklandığı yerden bulup çıkarmış ve döve döve Sultan İbrahim’i boğdurtmaya götürmüştür.Bu arada şeyhulislam Abdurrahim efendi de,Sultan İbrahimin öldürülmesini isteyenler arasında idi.Padişah şeyhulislama acı acı bakıp:

-“Bak İbrahim dedi,Yusuf Paşa bana senin için fettan ve dinsiz derdi de inanmazdım.Seni öldürmemi kaç defa istedi ise de ben öldürmedim.Meğer sen beni öldürtecekmişsin.İşte kitabullah,beni ne hüküm ile öldürtürsünüz zalimler”dedi.

Ancak bu konuşmalar bir fayda vermedi,zira cellad Kara Ali’nin yağlı kemendi padişahın boynuna geçmişti.

 

 Sultan IV.Mehmed devrinde namlı eşkiyalarından Katırcıoğlu Mehmed,zamanla affa mahzar olmuş ve devlete de büyük hizmetler yapmıştı.Abaza Hasan paşanın isyanını bastıran Katırcıoğlu,Fazıl Ahmet Paşa ile de Girit savaşlarında bulunmuştu.Bir gün Giritte fazıl Ahmet paşa ile beraber geziyorlardı.Fazıl Ahmet paşa Girit dağlarını göstererek:

-“Bak,Katırcıoğlu,ne güzel eşkiyalık yapılacak dağlar”diyerek,ona eski eşkiyalık günlerini hatırlattı.Katırcıoğlu ise sadrazama şöyle cevab verdi:

-“Haklısın sadrazamım,iyi ama ancak bu dağlarda kervan işlemez ki eşkiyalık yapalım”

 

 Patrona Halil isyanı sonunda III.Ahmed tahtından indirilmiş ve damadı Nevşehir İbrahim paşa da feci bir şekilde öldürtülmüştü.III.Ahmet damadını boğdurup,asilere teslim etmesine rağmen,isyan gene de son bulmamıştı.Devlet adamlarına isyanın neden hala sönmediğini soran III.Ahmede vezirler şöyle dediler:

-“Efendimiz siz saltanattan çekilmedikçe bu fitne bitmez”Bu sözlerden sonra Sultan Ahmed,Şeyhzade Mahmudu dairesinden eliyle çıkardı ve tahta oturttuktan sonra,şöyle dedi:

“Vezirine teslim olma,her işi kendin yapmaya çalış.Vezirlerini de uzun müddet aynı mevkide tutma.Merhamet sahibi ol,tarihimizden ibret al.Senin baban devlet işlerini Feyzullah efendiye,ben de İbrahim paşaya bıraktığım için başımıza bunlar geldi.Sen bizzat idareyi ele al.”

 

 Türkiye tarihinde “Rus düşmanı” diye anılan III.Mustafa sadrazamı Koca Ragıp Paşa ile devamlı münakaşa ederdi.Bu münakaşaya sebeb padişahın Ruslarla savaş istemesi,Koca Ragıp paşanın ise buna mani olmasıydı.Bir gün gene huzuruna Koca Ragıp Paşa’yı çağıran sultan Mustafa kendisine:

-“Neden vezirim,daima savaştan kaçarsın.Şayet kasdın akçe ise,Edirne kapısından rusçuka kadar iki keçeli akçe dizerim”dediğinde koca Ragıp paşa şu tarihi konuşmayı yaptı:

-“Padişahım ben savaştan kaçmıyorum.Bildiğiniz gibi Osmanlı devleti uzaktan kükremiş bir arslana benzemektedir.Bu heybeti ile bir çok Avrupa devletini korkutmaktadır.Bırakalım bu korku devam etsin.Şayet savaşa girecek olursak,düşmanlarımız bu kükremiş arslanla karşı karşıya gelecektir.İşte o zaman kükremiş aslanından ağzında dişi,pençelerinde de tırnaklarının olmadığını göreceklerdir.Dişi ve tırnağı olmayan bir aslanın parçalama gücü varmıdır?”

Sultan Mustafa bu sözlere hak vermemiş değildi.Bilhassa koca Ragıp paşanın ölümünden sonra,devlet adamı bulamamanın ızdırabı içindedir.Esasen kendisi şair ruhlu bir padişahtır.Bir gün aşağıdaki şu dörtlükte hissiyatını dile getirir:

-“Yıkılıptır bu cihan sanma ki bizde düzele

Devleti çarhı deni verdi kamu mübtezele

Şimdi ebvabı saadetle gezen hep hezele

İşimiz kaldı hemen merhameti lem yezele.

Arkadaşım Dr.Tahsin Ünal Bey2in kayın pederinin yazmaları arasında bulunan şu dörtlük ise,III.Mustafanın yukardaki şiirine bir naziredir:

-“Niceler olmadı kâmın bu cihanda tezele

Feleğin devri mutabık yine bezm-i ezele

Sanma ki ey dil,cihan harabatı düzele

Verdi Hallakı cihan mübtezeli mübtezele.”(Yılmaz Öztuna.Türkiye Tarihi)

 

 Fuat Paşa bir gün Beyazıd camiine namaz kılmaya gitmişti.Tam namaza duracağı sırada arkasında bulunan yaverlerine namaz kımalarını emredince,onlar da:

-“Namaz kılmayız,abdestimiz yoktur”diye cevab verdiler.Bunun üzerine Fuat paşa da.

-“Kimin abdesti var ki”dedi

Sen petersburg şehrinde bulunurken Çar Nikola kendisine:

-“Şimdi Fransızca ve rusca öğrenmekte olduğunuzu haber alıyorum.Bu sizin için lüzumsuz bir şeydir.Siz,kendi lisanınızı öğreniniz kâfidir.”dediğinde Fuat paşa şöyle cevab verdi:

-“Yabancı dil öğrenmek bizim için nasıl lüzumsuz olur anlıyamadım.Bugün sizinle tercümansız konuşabiliyorsam bu yabancı dil sayesindedir.”

Fuat paşa avrupada bir diplomatlar toplantısında bulunuyordu.Burada avrupanın en kuvvetli devleti hangisidir diye bir soru ortaya atılınca Fuat paşa şöyle cevab verdi:

-“Avrupanın en kuvvetli devleti Osmanlı devletidir.Zira siz dışardan yıkmaya çalışıyorsunuz,biz de içerden,gene de yıkamıyoruz.”

Rus çarı Nikola”Osmanlı devleti hasta bir adamdır?”sorusuna Fuat paşa şöyle cevab vermişti:

-“Ben Türkiyeyi çar hazretlerinden daha iyi tanırım.Her tarafını vurdum dinledim.İçli dışlı muayene ettim ve şu hakikata vardım ki,Türkiye’nin bünyesi çok sağlamdır.Uzuvlarında da hiçbir hastalık yoktur.Türkiye ancak bir cilt hastalığına yakalanmıştır.Çabuk iyileşmesi için vücuduna sürülecek kükürt yok.”

 

 93 savaşında mağlub olan Türkiye,Berlin kongresinde de tamamen yok edilmek durumu ile karşı karşıya bırakıldı.M.Dr.Blowitz adlı alim,bu mevzu ile yazdığı “Une course a constantinople”adlı eserinde Türkiye’nin Berlin kongresindeki durumunu şöyle izah ediyor:

-“Berlin kongresinde avrupanın tanınmış diplomasi doktorlarından yirmisi,yeşil örtülü masanın etrafında oturmuşlar ve tam otuz gün”Hasta adam Türkiye’yi”incelemişlerdir.Görüşmeler sonucunda yirmi doktor başlarında büyük Hipokrat olduğu halde,ilkin hastanın sağ ayağını,sonra sol ayağını ve daha sonra sağ ve sol elini kesmeye karar verdiler.Bu işlemler başarı ile sonuçlanınca hastaya:

-“Artık rahatsızlığınız geçmiştir,hele biraz yürüyün de görelim”dediler.Çolak ve kötürüm halde getirilen hasta kımıldamamakta ısrar edince,Alim doktor:

-“Şu halde hastanın geri kalan uzuvlarını Avrupanın anatomi müzelerine dağıtıp fizyolozik denmeler yapmaktan başka çare yok”diye bağırdı.

 

 1898’de İstanbula gelen Almanya imparatoru II.Wilhelm bir gün Abdulhamid’e:

-“Kaç hanımınız var?”diye sorduğunda padişah da sekiz hanımım var diye cevab vermişti.Ağzı bir karış açık kalan imparator hayretle:

-“Biz,bir tanesini idare edemiyoruz,siz nasıl olurda sekiz tanesini idare edersiniz?”dediğinde padişah şöyle cevab vermişti:

-“Bu bir sanattır Majeste!”

 

 Namık Kemal bir gün sahaflar çarşısından geçerken,ahbablarından biri yolunu çevirmiş ve:

-“Namık Kemal,demiş.Sen kitaplarında,makalelerinde,konuşmalarında hep imparatorluk ha battı ha batacak dersin.Onun ne battığı,ne yıkıldığı ve ne de öldüğü var.Yaşayıp gidiyor işte.Senin bu telaşına sebeb ne kuzum?”deyince,şair Namık kemal şöyle cevab verir:

-“Ah benim dostum demiş.Sen bu koca imparatorluğunun ölümünü oduncu Ahmed ağa’nın ölümüne mi benzetirsin.Bir kaç saat içinde ölsün,cenaze namazı kılınsın ve defnedilsin öyle mi?Beş senelik bir ömrü olan bu imparatorluğun hastalığı elli,ölümü elli,cenaze namazının kılınması ise elli yıl sürer.Sen 150 sonra bu imparatorluğu ortada bulamazsın.”

 

 II.Abdulhamid devrinin Müneccimbaşılarından Osman efendi bir gece yıldızlara bakmış ve:

-“Bu gece yangın çıkacak ve İstanbul tamamen yanacak”demiş.Bu sözlerden Osman efendi evinin damına çıkmış ve etrafı gözetlemeye başlamış.Ancak ortalıkta yangın belirtisi görmeyince,aşağı inmiş beklemeye devam etmiş.Bir ara dışarıda bir ses duyunca lambayı almış ve pencereden dışarı bakarken,tül perde aniden tutuşmuş.Bu arada duvarda asılı bulunan İstanbul manzarası da tamamen yanıp kül olmuş.Osman efendi gülmüş ve şöyle demiş:

-“Hay Allah iyiliğini versin,demek ki yanacak olan bizim duvardaki İstanbul’muş.”

 

 Abdulhamid devrinin orgenerallerinden Hasan paşa ile oğlu Mareşal Deli Fuat paşa,birlikte bir merasime gideceklerdi.Arabanın yanına gelen baba oğul rütbe icabı mareşalın önce arabaya binmesi icab ederken,Deli Fuat Paşa babasına:

-“Buyurun...”der.Ancak abası da:

-“Siz maraşalsiniz,önce sizin binmeniz gerekir”deyince,Deli Fuat paşa da:

-“Öyle ise paşa hazretleri emrediyorum,arabaya bininiz”der.Böylece askeri adab,hem de ahlaki adab yerine gelmiş olur.

 

 II.Abdulhamid devrinde Bâb-ı Âli’de bir toplantı yapılıyordu.Toplantı bir hayli uzun sürdüğü için Mollacık-zade Ataullah efendi hafiften bir şekerleme yapmıştı.Uyandığı zaman kendini konağında zannedip ellerini çırparak:

-“Çabuk bana bir kahve getirin”dedi.Toplantıdakiler hayretle birbirlerine bakarlarken,Ahmed şakir Paşa zevahiri kurtarmak için:

-“Çok yorulduk.Bir kahve içecek kadar mola versek iyi olacak”diyerek,Molla’yı mahcubiyetten kurtarmıştır.

 

 Namık Kemal,Abdulhamid’i hal’ etmek suçu ile mahkemeye verilmişti.Mahkeme reisi Abdullatif Suphi paşa,Namık kemali suçsuz bulmuş ve serbest bırakmıştı.Evine geldiğinde kızı kendini karşılayıp:

-“Babacığım,Namık Kemal hakkında beraat kararı verirken Abdulhamid’den korkmadın mı?”diye sorduğunda,paşa şöyle cevab verdi:

-“Kızım,Abdulhamid söylendiği kadar kötü adam değildir.Hem sonra,bir hakim vardır ki,yarın o en büyük Hakim Allahın huzurunda ben de Abdulhamid’e varıp hesab vereceğiz.Ben asıl o hakimden korkarım.”

 

 Talat paşa,İttihad ve terakki cemiyetine mensub bir cahil kişiyi vali tayin etmişti.Ancak arkadaşları bu adamın cahil olduğunu,vali tayin edilemiyeceğini söylediklerinde şöyle cevab verdi:

-“Varsın cahil olsun.Bu memleket,hergün fikir değiştiren münevverlerden çok çekti.Bu adam ise cahil olmasına rağmen,Suriye’ye çarpışmaya gitti.Herkes çalıp çırparken o çalmadı ve namusu ile geri döndü.Ona güvenmem de kime bel bağlarım.”

Talat paşa bakanlığı sırasında:

-“Onbeşbin kuruş bir nazır için çoktur.Ben ikibinbeşyüz kuruşla geçinir,hatta bir miktar para da artırırım”demişti.

Ancak kısa bir müddet sonra verilen aylığın az olduğundan şikayet edince arkadaşları kendisine:

-“Siz vaktiyle onbeşbin kuruş çok diyordunuz.Şimdi ise azdır diyorsunuz.Bunun hangisi doğru?”diye sorduklarında Talat paşa şöyle cevab verdi:

-“Şimdiki dorudur azizim.O zaman yanlış düşünmüşüm.Meğer bakanlığın kendine mahsus misafirleri varmış.”

 

 Son Osmanlı Padişahı olan Vahdettin,bilindiği gibi bir İngiliz gemisine binerek İstanbul’dan kaçmıştı.Söğütte yaprağı açılan Osmanlı tarihi,Sen Remoda vahdettin ile son bulacaktı.Ancak Vahdettin,kaçarken bile devlete aid tek bir kuruşu beraberinde götürmemiştir.Nitekim bir hatıratında şöyle diyor.

-“Ben,benden evvelki padişahlar gibi kuş tüyü üzerinde padişah olmadı.Ateş yığını üzerinde padişah oldum.Benden daha iyi veliahd bulunsaydı,vallah billah tallah ben padişahlığı kabul etmezdim.Saltanat ile teneşir arasındaki mesafeyi bilirim.

 

Not:Kaynak.-Tarih Fıkraları-adlı Necati kotan’ın kitabından iktibas edilmiştir.

 

                                                                                              Mehmet  ÖZÇELİK

                                                                                                   07-09-2003