Türk Solu Neden İktidar Alternatifi Olamıyor?
Türk solu, 50 yıldır neden Bülent Ecevit dışında ikinci bir başbakan çıkaramıyor? Aynı sürede sağ kulvarda Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan iktidara gelirken, Türk solunun lider adayları hangi sebeplerle bunu başaramıyor? |
|
Ağır
Ceza Reisi Şevki Bey, İstanbul’da görev yaparken bir gün Ankara’dan haber gelir.
Adalet Bakanlığı Teftiş Heyeti Reisi Sezai Bey, bir davada yakını lehine karar
verilmesini istiyordur. Şevki Bey, “Yetim hakkı yedirtmem.” deyip restini
çekince teftişe tâbi tutulur, hakkında görev hataları gerekçesiyle dava açılır.
Üstelik maaşı yarıya indirilir. Ardından iki küçük oğlu Galatasaray Lisesi’nde
öğrenci olmasına rağmen Aydın’a sürgün gönderilir.
Bu olay, 1939 Türkiye’sinde gerçekleşti. Şevki Bey davadan beraat etmesine
rağmen İstanbul’daki görevine iade edilmedi. Meslek hayatında hep en iyi
sicillerle mümtazen terfi ettiği için Yargıtay üyesi olmaya hak kazanmasına
rağmen ondan bu hak da esirgendi. 43 yıl boyunca hâkim olarak Türk adaletine
hizmet eden ve yüksek hâkim olamadan emekli edilen Şevki Bey, Turgut Özal’ın
çalışma arkadaşlarından Mükerrem Taşçıoğlu’nun babasından başkası değil. O gün
İstanbul’da tren garından babası ve annesini ağabeyi Muharrem ile birlikte
Aydın’a uğurlayan Mükerrem 11 yaşındaydı ve artık okula yatılı olarak devam
etmek zorundaydı.
Babasının yaşadığı bu olaylar, Mükerrem Taşçıoğlu’nu öğrencilik yıllarından
itibaren CHP karşıtı siyasi faaliyetlere yöneltti. 1950’lerde milliyetçilerin
öğrenci lideri oldu, ardından da ANAP’ın kurucusu. Sonraki yıllarda Süleyman
Demirel’in yanında Dışişleri Bakanlığına kadar yükselen Hayrettin Erkmen’i CHP
karşıtı yapan şey de benzer bir olaydı. Köyde vergisini veremeyen bir köylünün
jandarma dipçiği ile uçurumdan yuvarlanışını gören küçük Hayrettin, bu olayın
etkisiyle siyasete girmeye karar verdi. Gerek Taşçıoğlu ve Erkmen gibi
okumuşlar, gerekse CHP’nin karşısındaki partilere yönelen geniş halk kitleleri,
sağ ile sol arasında bir tercih yapmıyordu. Çünkü Türkiye’de henüz “sağ-sol”
ayırımı yoktu. Nitekim 1950’de Demokrat Parti’yi iktidara getiren Anadolu insanı
“Demokrat” kavramının ne olduğunu bilmediği için bunu “Demirkırat” olarak
telaffuz etti. CHP, devletin “ceberrut” partisiydi, Demirkırat ise halkın
partisi olacaktı.
1960’lı yıllara kadar CHP solcu bir parti olarak görülmüyordu. Zaten ben
solcuyum demek, “komünistim” şeklinde algılanıyordu ve ağır bir suçtu. Her türlü
sol hareket devletten “komünizm” muamelesi görüyordu. 1965 ortasına kadar bu
böyle sürdü. O yıl Türkiye genel seçimlere gidiyordu. 29 Temmuz 1965 günü İsmet
İnönü, CHP genel başkanı olarak Milliyet gazetesine şu açıklamayı yaptı: “CHP
bünyesi itibariyle devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda
bir anlayıştadır… Adalet Partisi sağcıdır. Onlara söylüyorum, siz sağı koruyun
aşırılardan, ben solu koruyayım. O zaman memlekette korkuya yer kalmaz. Onların
karşısında biz sol bir partiyiz. Bizim solumuzda da bir tehlike var; biz
kendimizi onlardan koruruz.”
“ORTANIN SOLU MOSKOVA’NIN YOLU”
İnönü’nün bu sözlerinden sonra, solculuk Türkiye’de günah olmaktan çıktı, legal
hale geldi. CHP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapan Ecevit’in
yakın arkadaşı Ahmet İsvan’ın deyimiyle, o tarihe kadar sol öylesine ağır bir
suçtu ki söyleyeni çarpardı. Bunu ancak İnönü gibi devletle özdeşleşmiş kimliğe
sahip, dokunulmaz bir kişi dile getirebilirdi. Ama Demirel’in Adalet Partisi’ne
göre, “ortanın solu” da komünizmden başka bir şey değildi. “Ortanın solu,
Moskova’nın yolu” sloganı böyle doğdu.
“Ortanın solu Moskova’nın yolu” tartışması bir yana gerçekte CHP’nin hâlâ sosyal
demokrat bir kimliği yoktu. 1972’de Bülent Ecevit, İsmet İnönü’yü yenilgiye
uğratıp CHP genel başkanı olunca gazetelerin “şef partisinden halk partisine”
başlıklarını kullanması bu açıdan hayli ilginçti. Bir yıl sonra, 1973
seçimlerinde “Halkçı Ecevit” ve “Karaoğlan” sloganları böyle doğdu. Ecevit’e
Karaoğlan lakabı, Sivas’ta kendisini dinlemeye gelen yaşlı bir Anadolu kadını
tarafından takıldı. Ecevit’in bakanlarından Orhan Birgit’in deyimiyle, CHP ile
halk arasındaki 50 yıllık duvarları ilk defa Ecevit yıktı. 1973 seçimlerinde
yüzde 33 oyla birinci olan CHP, 1977 seçimlerinde yüzde 41,4 oyla yine birinci
oldu.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra eski partilerin kapatıldığı, Özal’ın iktidar
olduğu dönemde, Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrat Halkçı Parti, 1989
belediye seçimlerinde yüzde 28,7 oyla birinci parti olup Ankara, İstanbul ve
İzmir büyükşehir belediye başkanlıklarını kazanınca; solun yeniden iktidar
alternatifi haline geldiği düşünülmeye başlandı. Ne var ki, 1993 yazında patlak
veren İSKİ skandalı her şeyi alt üst etti. Bunun en çarpıcı yansıması Hürriyet
Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün 19 Ağustos 1993 tarihli
köşesinde yer alan şu cümleydi: “Sadece sağcılar namussuzluk yapabilir, solcular
günahtan arınmış varlıklardır safsatası artık bitmiştir.” O yılların tek özel
televizyon kanalında yorum yapan Engin Ardıç, ekranlardan SHP’ye “Sosyal
Hırsızlar Partisi” diye bağırıyordu.
“Müteahhitler SHP’yi ele geçirmiş. İSKİ skandalı bu müteahhitler takımıyla parti
içindeki işbirlikçilerinin ortak ürünü.” tezi o günlerde yoğun taraftar buldu.
Nitekim, o sıralarda yapılan araştırmaya göre SHP’nin 76 il başkanından 28’i
müteahhitti. İstanbul, İzmir ve Adana gibi büyük illerin başkanları da
müteahhitti. Bir yıl sonra meydana gelen bir başka olay, solun halk nezdindeki
imajını bir daha yerle bir etti. SHP’li Bayındırlık Bakanı Mustafa Yılmaz, “SHP
örgütü benden usulsüz taleplerde bulunuyor.” gibi zehir zemberek bir açıklamayla
bakanlıktan istifa etti. Yılmaz, SHP’li müteahhitlerden gelen talepler
karşısında bakanlık koltuğunda ancak iki ay dayanabilmişti.
ECEVİT’İN İNANÇLARA SAYGILI LAİKLİK SÖYLEMİ
Durum böyle olunca, potansiyel sol oylar olarak görülen varoş oylarının yeni
talibi Necmettin Erbakan’ın Refah Partisi oldu. SHP eridikçe, 1994 seçimlerinden
itibaren Refah Partisi oy patlaması yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanlığını Recep Tayyip Erdoğan’a kaptıran SHP, öteki büyük şehir
belediyelerini de kaybetti. SHP bu şekilde eriyip varoş oylarını RP’ye
kaptırırken, 1990’lı yıllar tıpkı 1980 öncesindeki gibi yeniden Ecevit’in
yükselişine sahne oldu.
Daha 19 Mayıs 1958’de CHP Ankara milletvekili iken Ulus gazetesinde yazdığı
yazıda “İrtica, demokratik bir düzen içinde önlenmesi imkânsız bir tehlike
olmaktan çıkmıştır.” diyen Ecevit, “inançlara saygılı laiklik” anlayışıyla hem
1999 seçimlerinde yüzde 22 oyla solun birinci partisi oldu, hem de Cumhuriyet
Halk Partisi’ni barajın altına itti. “Laikliğe en yakın din İslam dinidir. Yeter
ki laiklik barbarca uygulanmasın, inanç özgürlüğü kısıtlanmasın.” diyen
Ecevit’in bu yaklaşımı, 1980 öncesi siyasi galibiyetlerinde de etkiliydi.
Örneğin 1973 seçimleri öncesinde şöyle demişti: “CHP, Türk halkının dinî
inançlarının, dine bağlılığının, demokratik yollardan ve sosyal adaletle
kalkınma için bir engel değil, tersine kolaylaştırıcı bir etken olduğu
inancındadır.”
1999’daki seçim zaferinden sonra Milliyetçi Hareket Partisi ile koalisyon kuran
Ecevit, Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın Ankara Kocatepe Camii’nde yapılan cenaze
töreninde bazı sol gurupların “Başbuğ Ecevit” sloganlarına muhatap oldu.
ECEVİT NEDEN DSP’Yİ KURMA İHTİYACI HİSSETTİ?
Bu eleştirileri dikkate almayan Ecevit, 1980 sonrasında yeniden CHP’nin başına
geçmek yerine neden Demokratik Sol Parti’yi kurduğunu şöyle açıklıyordu: “CHP
zaten bir burjuva partisiydi. O misyonunu tamamladı. Sosyal demokrat bir parti
olamadı.” İlginç olan yıllar sonra aynı sözlerin bugünkü CHP için, Koç
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Prof. Fuat Keyman tarafından
da dile getirilmesi. Prof. Keyman, “CHP bir an için yok olsa siyasette eksikliği
fark edilmez. Avrupa Birliği’ne giren bir Türkiye’de, hâlâ sırtını devlete
dayamış bugünkü CHP’nin yeri olamaz. Sosyal demokrat bir parti ancak CHP dışında
bir partiyle oluşur.” diyor.
Aslında CHP lideri Deniz Baykal da Ecevit’i başbakanlığa taşıyan sırrın farkına
varmış durumda. Nitekim, Ecevit’in “inançlara saygılı laiklik” anlayışına
paralel olarak 2002 seçimleri öncesinde “Anadolu solu” kavramını ortaya attı.
Baykal, 28 Şubat süreci dönemindeki bir röportajında, “Paylaşım solculuğu değil,
üretim solculuğu yapacağız.” sözleriyle de toplumun belirli kesimlerine açılma
çabasına girdi.
Ama, 28 Şubat süreci olarak bilinen 1997’den bu yana CHP’nin bazı söylem ve
yaklaşımları, partinin “sosyal demokrat” kimliğini yine tartışmaya açtı.
Örneğin, 28 Şubat sürecinde partinin genel sekreteri olan Adnan Keskin’in, yer
yer dindar insanları rencide eden ağır söylemleri hafızalardan silinmedi.
Keskin, bugün Baykal’ın yanında değil, ama onun boşluğunu zaman zaman Ali Topuz
dolduruyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidar olduğu son yıllarda da CHP,
yine sert laiklik çıkışlarını ana siyasi malzemesi haline getirdi. CHP’nin
özellikle Avrupa Birliği ve Güneydoğu sorunu ile ilgili yaklaşımları
tartışmaların odağında.
Türkiye’de başbakan olan liderlere bakıldığında, “Sırtımızda arpa tozu var”
diyen Demirel, halkın Çoban Sülü’süydü. Ecevit Karaoğlan’dı. Özal, karşıtları
için ne kadar “Çankaya’nın şişmanı” ise, halk tabanında o kadar Tonton Amca’ydı.
Aynı kitleler, ‘Kasımpaşalı Tayyip’te bir şeyler buldu. Daha sonra Deniz
Baykal’dan kopup kendi partisini kuran Yaşar Nuri Öztürk, CHP’de iken Baykal
için “Yağızoğlan” lakabını kullanmıştı. Eğer günün birinde bu tabir halk
tabanında da makes bulursa o zaman Baykal’a başbakanlık yolu açılır.
DENİZ BAYKAL BAŞBAKANLIK KOLTUĞUNA OTURABİLİR Mİ?
Eğer bu gerçekleşirse Baykal, Başbakanlık koltuğuna oturabilir. Ama eğer seçmen
Baykal’a “Yağızoğlan” lakabını vermezse, halkla bütünleşme potansiyeline sahip
soldaki öteki lider adaylarına sıra gelecek. İlginç olan bu adayların çoğunlukla
Ecevit profilini andırması. Bunların başında Murat Karayalçın, Ertuğrul Günay ve
Mustafa Sarıgül geliyor. 1980 öncesindeki Ecevit hükümetlerinde Köy İşleri
Bakanı Ali Topuz’un müsteşar yardımcılığını yapan Karayalçın, Turgut Özal’ın
Anavatan Partisi’nde görmek istediği bir kişiydi. Özal, 1984 belediye seçimleri
öncesinde Karayalçın’a danışmanı Adnan Kahveci’yi gönderip, “Seni Ankara
Büyükşehir Belediye Başkanı yapmak istiyorum.” demiş, Karayalçın “Ben sosyal
demokratım.” diyerek bunu kabul etmemişti.
Henüz bir parti lideri olarak ortaya çıkma zemini bulamamış olan Şişli Belediye
Başkanı Mustafa Sarıgül de alışılmış klasik “sosyal demokrat” çizginin dışında
bir siyasetçi. Annesinin cenazesine DYP lideri Mehmet Ağar’ın katılması bunu
gösterdi. Geçmiş’te Deniz Baykal’a karşı genel başkan adayı olmuş Ertuğrul Günay
da klasik bir solcu değil. Günay o günlerde, “Eğer CHP’ye genel başkan olsaydım,
Fazilet Partisi’nden bile CHP’ye geçmeye hazır olan belediye başkanları vardı.”
demişti. Fakat solun giderek genişleyen parçalı yapısı içinde ne Karayalçın, ne
Sarıgül, ne de Günay, şu ana kadar gelecekteki tek lider adayı olarak güçlü bir
pozisyon elde edebilmiş değil.
Aksiyon’a konuşan Prof. Keyman’ın söylediği gibi, bu yapısıyla Türk solunun
gelecekte iktidara gelmesi tamamen imkansız mı; yoksa Hürriyet gazetesi yazarı
Tufan Türenç’in dediği gibi sol partiler birleşirse yeniden AKP’ye karşı iktidar
alternatifi olabilir mi? 28 Şubat’ın “yargısız infazlarına” sahip çıkan ve katı
bir “laiklik koruyuculuğu” misyonunu üstlenen CHP’nin, 60 yıl sonra yeni
Mükerrem Taşçıoğlu, Hayrettin Erkmen vakıalarıyla özdeşleştiğini söyleyenler
haklıysa Prof. Keyman’ın kehaneti doğru çıkacak. Bunca lider adayı uzlaşmayı
başarıp solda birliği sağlarsa belki de Tufan Türenç’in kehaneti gerçekleşecek.
“SOL BİRLEŞMEDEN İKTİDARA GELEMEZ”
Hürriyet gazetesi yazarı Tufan Türenç, sorularımızı cevaplandırdı:
-Bülent Ecevit’in ölümü ile CHP’nin önümüzdeki seçimlerde birinci parti olma
şansı arttı mı?
Pek öyle bir değerlendirme yapmak doğru olmaz. Çünkü daha sandığa epeyce var.
Anketlerde AKP yüzde otuz diyen var, yüzde 21 diyen var. CHP’ye yüzde 13 diyen
var, yüzde 20 diyen var. Şu anda kararsızlar çok geniş bir yelpazeyi
oluşturuyor. Gerçek eğilimler sandık yaklaştıkça daha çok belirginleşir, ama
CHP’nin ve solun iktidar olması için solun birleşmesi lazım. Birleşirse bir
alternatif olabilir. Kesin tek başına bir iktidar çıkarabilir demiyorum; ama
AKP’ye karşı bir alternatif olabilir.
-Solu iktidara taşıyacak olan lider Deniz Baykal mı?
Üst kesimde, elit kesimde, aydın kesimde Deniz Baykal’a karşı bir tepki olduğu
gerçek. Ama bu tepkinin halkta, ne oranda olduğunu kestiremiyorum. Tabanda o
tepki var mı, yok mu, onu da seçim yaklaştıkça göreceğiz. CHP’ye olan eğilimi
mitingler, kamuoyu yoklamaları gösterecek. Ayrıca, AKP’deki gerileme devam mı
edecek; yoksa AKP toparlanacak mı, onu da göreceğiz.
-CHP’nin şu andaki söylemleri ile Milliyetçi Hareket Partisi’ni andırdığını
söyleyenler var.
Saçma sapan bir şey. Olur mu öyle şey? CHP’nin politikası belli, geçmişi belli,
ideolojisi belli. MHP ile uzaktan yakından ilgisi yok.
-Bu eleştiri Avrupa Birliği (AB), Güneydoğu gibi sorunlara yaklaşım bakımından
dile getiriliyor
AB bakımından da CHP ile MHP’nin görüşlerinde dünya kadar farklar var. CHP AB’ye
girmeyelim demiyor. Belli şartlarda girelim, kimliğimizi koruyalım, belli
ödünleri vermeyelim diyor. MHP öyle demiyor. Genelde AB’ye karşı. -Türk solu
neden tek başına iktidar olamıyor?
Cumhuriyet tarihine bakarsanız, Türkiye’de sol hiçbir zaman sağ kadar şanslı
olmamıştır. Genelde yüzde 65 sağ, yüzde 35 sol arasındadır bu iş. Çok partili
yapıya geçtiğimizden bu yana hep sağcı iktidarlar daha kuvvetli, daha büyük oy
oranına sahip. Avrupa’da sol partiler iktidara geliyor, ama ideolojiler oralarda
bizdeki kadar keskin değil. Bizde de bu düzeye geliyor. Sol ideoloji yumuşadı.
Merkeze daha çok kayma oldu. En aşırı sol partiler bile merkeze kayıyor.
-Ama Ecevit 1980 öncesinde iki defa iktidara gelebildi…
Ecevit bunu tersine çevirmeyi başaran bir adam oldu. Solu halka indirdi ve halka
sevdirdi, ama o bile solu tek başına iktidar yapamadı. Yüzde 41 oya ulaşmasına
rağmen. Solcu olarak yine azınlıktasınız. Bu artık yerleşmiş bir şey. Sol bir
partinin iktidara gelmesi sağ bir partinin gelmesinden çok daha zor. 40 yıldır
bunu izledik.
-Ecevit’in inançlara saygılı laiklik anlayışı vardı. Bir ara Deniz Baykal da
Anadolu solu söylemini ortaya attı. Solun böyle bir dönüşüme ihtiyacı yok mu?
Anadolu hoşgörüsü, Anadolu aydınlanması zaten solun kendi felsefesi içinde var.
Sol emeğe saygılı, yoksuldan yana, dar gelirliden yana. İnsanları daha mutlu
yaşatma rejimine dönük. 1973, 1977 seçim kampanyalarını incelerseniz oradaki
sloganların ne kadar çok insancıl olduğunu, Ecevit’in hangi toplum kesimlerine
hitap ettiğini görürsünüz. Ecevit her iki kampanyada da dar gelirli kesimlerin
kadınlarını çok etkiledi ve onların sayesinde solu bu oylara taşıdı…
-Peki şu anda CHP’nin söylemlerinde bir problem yok mu?
Bana göre yok. CHP Türkiye’nin birliği, bölünmezliği, toplumun birliği konusunda
tabii ki duyarlı. Bunlarda duyarlı ve tek bayrak, tek millet, tek toplum dedi
diye MHP ile özdeşleştirmek doğru bir değerlendirme değil. Onu her aklı başında
insanın kabul etmesi lazım…
-Ama 28 Şubat süreci ve onu izleyen dönemdeki benzer söylemlerle CHP 1999
seçimlerinde barajın altında kalmadı mı? Erbakan’a karşı çıkalım derken işin
dozu kaçmadı mı?
Eğer o zaman CHP Erbakan’a karşı durmasaydı kendi varlığını inkâr ederdi. Çünkü
CHP’ye göre Erbakan’ın partisi Cumhuriyete karşı bir partiydi. Ne diyor CHP?
Cumhuriyetin korucusu bir partiyim, bunu daima korurum.
-O tarihlerde Adnan Keskin gibi CHP’lilerin yaklaşımları partinin barajın
altında kalmasında etkili olmadı mı?
CHP’nin barajın altında kalması, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından kaynaklandı.
DSP ve MHP’nin oyları patladı. CHP’nin oyları yüzde onun altında kaldı.
-Mustafa Sarıgül, solu tek başına iktidara getiririm diyor.
Sarıgül’ün solu tek başına iktidara getirmesini ben ciddiye almam. İddia güzel
bir şey de, yere basması lazım. Öyle bir şeyi görmüyorum. (Aksiyon
dergisi.07-12-2006)