Aynı Karanlık El: İkinci Sauna Çetesi
Kanlı Danıştay baskınını gerçekleştiren 29 yaşındaki avukat Alparslan Aslan'ın, geçtiğimiz Şubat ayında Ankara'da ortaya çıkarılan "Sauna çetesi" benzeri bir gizli örgütün elemanı olduğu ortaya çıktı. |
|
‘Sauna Çetesi’nde
ilişkiler net olarak ortaya konulabilseydi bu gruplar ortaya çıkarılabilirdi.
Biz Danıştay'a saldırı düzenleyen grubun, belirlediğimiz 11 ayrı gruptan biri
olduğu ihtimalini değerlendiriyoruz. Bu grupların birbiriyle üst noktada
irtibatı bulunuyor.' Bu değerlendirme Zaman gazetesine bilgi veren üst düzey bir
yetkiliye ait. Yukarıdaki ifadeleri dile getiren yetkili, polisin geçtiğimiz
Şubat ayında gerçekleştirdiği Küre Operasyonu sırasında Sauna Çetesi benzeri 11
ayrı grubun faaliyet gösterdiğinin belirleniğini, ama bunların tam olarak
deşifre edilemediğini vurguluyor. Türkiye'nin içinde bulunduğu vahim durumu
gözler önüne seriyor bu sözler.
Geçen hafta, Danıştay'a yapılan saldırı Türkiye'yi karıştırmaya yetti. Saldırgan
bir avukattı. Ve yüksek yargı organının en tepesini, üstelik 'başörtüsü' ile
ilgili hassas bir karar alan daireyi hedef almıştı. Kurşunlar bir Danıştay
üyesinin ölümüne, 4 kişinin de yaralanmasına sebep oldu. Failin kimliğine
bakılarak, önce başörtüsü yargılandı, sonra hükümet hedef yapıldı. Soruşturma
derinleştikçe saldırganın birden fazla ideolojik yönü ve çete ilişkileri ortaya
çıktı. Üstelik saldırgan yalnız değildi. Danıştay ne ilk hedefleriydi ne de son.
Üst düzey bir yetkilinin tabiriyle 'ulusalcı gruplar, mafya ve çete ilişkileri'
ile suç ve suçlularla örülü bir saldırı planı ile karşı karşıya idi Türkiye.
Danıştay'dan sonraki hedefte YÖK'ün olması da bunu gösteriyordu zaten.
Henüz eylem safhasına geçmeden yakalanan Sauna Çetesi’nde, Özel Kuvvetler'e
mensup bir yüzbaşı ile birlikte bazı üst düzey emniyet görevlileri ve çeşitli
sivil kişiler vardı. “Sauna Çetesi gibi” denilen Danıştay baskıncısı çetenin
farkı, eylem aşamasına geçtikten sonra deşifre edilebilmiş olması.
İstanbul Barosu'na kayıtlı 29 yaşındaki Avukat Alparslan, 17 Mayıs Çarşamba
sabahı Danıştay'ın ek binasının beşinci katındaki 2. Daire'nin müzakere odasına
girdiğinde, içeride beş üye ve bir tetkik hâkimi bulunuyordu. 9 Şubat 2006
tarihini taşıyan türban kararında beş değil, dört üyenin imzası vardı ve bu
üyelerden biri de karara muhalif kalmıştı. Saldırgan, odaya girdiğinde içeride
sadece türban aleyhine karar veren üç üyeye değil, kararda oy kullanmayan üye
ile türban lehine görüş bildiren üyeye de ateş açtı. İçeride bir de tetkik
hâkimi vardı. Dolayısıyla hedef alınan kişi sayısı altıydı. Belli ki, ölü
sayısının çokluğu ile ortaya azami derecede bir dehşet tablosunun çıkması
tasarlanmıştı.
Daha önce buna benzer pek çok soruşturmayı takip eden Cumhuriyet Savcısı Hamza
Keleş yönetiminde Ankara polisinin araştırmaları derinleştikçe failin karanlık
bağlantıları ortaya çıkmaya başladı. Bir kere avukat Aslan yalnız değildi.
Ankara'ya iki kişi ile birlikte gelmişti. Üstelik Aslan ve bu iki arkadaşı, 5 ve
11 Mayıs 2006 tarihlerinde İstanbul'da Cumhuriyet Gazetesi'ne üç bombayı atan
kişilerdi. Avukatın arabasından çıkan öteki iki silah da bu üçlünün bir "eylem
timi" olarak hareket ettiğini göstermekteydi. Avukat yakalanınca, kendisini
bekleyen Osman Yıldırım, silahları arabada bırakarak kaçmıştı.
Olayın faili, son yılların en dehşet verici terör olaylarından biri olan
Danıştay baskınında, Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı'nın, "Bu
adam neci?" sorusunu bütünüyle haklı çıkaracak biçimde, ülkücülükten
ulusalcılığa, Hizbullahçılıktan Türk-İslam sentezciliğine ve medyanın ısrarla ön
plana çıkardığı "dinciliğe" kadar geniş bir yelpazede, "çok kimlikli" bir kişi
olarak karşımıza çıkıyor.
Sanık öylesine "dinci" bir avukat ki, oturduğu apartmanda aidat isteyen
yöneticiye kafa atıyor, apartman sakinleri ile aynı mekânda içki masasına oturup
kadeh kaldırıyor. Öylesine "dinci" bir avukat ki, Ankara'daki baskına birlikte
geldiği iki arkadaşından biri olan Osman Yıldırım'ın altı sabıkasından üçü
hırsızlık yapmak, sahte kimlik düzenlemek ve ruhsatsız silah bulundurmak.
Öylesine “dinci” bir avukat ki, 1998'de İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Akın
Birdal'a suikast düzenleyen "Türk İntikam Tugayı" isimli ekipte yer alan
kişilerle Danıştay baskını öncesi ve sonrası telefon görüşmeleri ortaya çıkıyor.
Yine bu çerçevede, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden atılma yüzbaşı Muzaffer T. ile
ilişkisi saptanıyor. Öylesine "dinci" bir avukat ki, AK Parti hükümetini her
şart altında devirmeyi kendisine misyon edinen ve kendilerine "Vatansever
Kuvvetler Güç Birliği Hareketi" adını veren oluşumun üst düzey yöneticilerinden
birinin kartviziti üzerinden çıkıyor.
AĞCA VE KARTAL DEMİRAĞ GİBİ
Fatih Altaylı onun bu kişiliğine vurgu yaptıktan sonra, "Şurası net ki terör ve
şiddete meyilli bu gibileri, sonunda birilerinin eline geçiyor ve kullanılıyor.
Ağca gibi, Kartal Demirağ gibi." değerlendirmesini yapıyor. Gerçekten de tıpkı
1988'de Turgut Özal'a ateş eden Kartal Demirağ'ın kaçakçılık dünyasının
derinliklerine uzanan karanlık bağlantıları gibi, tıpkı Ağca'nın sol devrimci
Teslim Töre ile birlikte Suriye kamplarından İstanbul'daki yeraltı dünyasına
varan ilişkileri gibi, Danıştay baskıncısı avukatın da yıllardır niteliği tam
olarak çözümlenememiş olan 'Türk İntikam Tugayı'na kadar uzanan ilişkileri açığa
çıktı.
Avukat Aslan'ın ideolojik çelişki ve kimlik çeşitliliğine aldırmadan medya aynı
noktaya işaret etti. Olayın ilk saatlerinden itibaren Danıştay baskınına
"laikliğe kurşun" teşhisi kondu. Oysa daha baskının ilk saatlerinden itibaren
avukat Aslan'ın pek çok karanlık bağlantısı ortaya çıkmıştı. Emniyet'in,
Danıştay'ın hemen yanı başına park edilen araçta bulduğu diğer iki silah ve olay
anında kayıplara karışan kişiler, benzer saldırıların sürdürüleceğinin
işaretiydi. Yani saldırı Danıştay ile sınırlı kalmayacaktı. İddialara göre
benzer saldırılar YÖK'e ve diğer kuruluşlara da yapılacaktı. Akın Birdal
suikastını yapanlar da hemen ardından Sarıgazi HADEP ilçe başkanlığına benzer
bir zincirleme saldırı planlamışlardı.
Siyasi yorumculara göre, 1 Şubat 1979'da karanlık kurşunlarla öldürülen Abdi
İpekçi cinayetinin arkasındaki temel sebeplerden biri şuydu: O dönemde İpekçi,
Meclis'teki iki büyük partinin başında olan CHP lideri Bülent Ecevit ve Adalet
Partisi lideri Süleyman Demirel'i bir araya getirip, geniş tabanlı bir sağ-sol
koalisyonu ile Türkiye'yi darbeden kurtarmak peşindeydi. Aynı şekilde Özal
suikastının önemli sebeplerinden biri, o dönemde siyaseti yeniden yapılandırmak
ve Özal'ın Cumhurbaşkanı olmasını engellemekti.
Danıştay baskını sonrasında ortaya çıkan tablo da bu iki olayı hatırlatıyor.
Çünkü kanlı baskının zamanlaması çok ilginç. Ankara’da yine cumhurbaşkanlığı
tartışmalarının körüklediği gergin bir siyasi atmosfer var. Puslu havaları
sevenler için uygun sayılabilecek bir zemin bu. Bir kere, Danıştay 2.
Dairesi'nin söz konusu türban kararı olaydan tam üç ay önce gerçekleşmiş. Ama
baskından kısa süre önce meydana gelen bir dizi başka gelişme var. Ülkü Ocakları
ile Alperen Ocaklarına bomba bırakılması, Cumhuriyet Gazetesi'ne yapılan bombalı
saldırılar aynı zaman dilimine sıkıştırılmış provokatif eylemler. Tabii Danıştay
saldırısı siyasilerle yargı mensupları arasında yaşanan polemiklerinde üstüne
geliyor.
Meclis Başkanı Bülent Arınç, 23 Nisan 2006 tarihinde yaptığı konuşmada laikliğin
yeniden tanımlanmasını istedi. Ardından 11 Mayıs günü Danıştay'ın kuruluş yıl
dönümünde, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı toplantıda Danıştay Başkanı
Sumru Çörtoğlu, "Türban kararını veren Danıştay 2. Daire üyeleri, fotoğrafları
gazetede yayınlanarak hedef gösterildi." açıklamasını yaptı. Danıştay Başkanı
aynı konuşmasında yargı kararlarına yönelik tutumları sebebiyle hükümete de sert
eleştiriler yöneltti. Bunun üzerine Başbakan Erdoğan, aynı gün bu sözlere, "Her
yıldönümünde yapılan konuşmalardan birini dinledik. Bu açıklamalarla ülkenin
yarınlarını değerlendirecek değiliz." cevabını verdi.
“MOLLALAR İRAN’A PANKARTININ DÖNÜŞÜ”
Normalde Türk siyasi tarihi, Başbakanlar ile yüksek yargı organları
başkanlarının bu türden yaptığı sayısız polemik örnekleriyle dolu. Hemen her
iktidar döneminde hükümetlerle Danıştay arasında örtülü çatışmalar oluyor. Çünkü
hükümet tasarrufları aleyhine açılan bütün davalarda son sözü Danıştay söylüyor.
Nitekim, daha 1970'lerde sol kökenli Cumhuriyetçi Güven Partisi Genel Başkanı
Turhan Feyzioğlu'nun, 1961 Anayasası'nı kastederek, "Bu anayasayı biz yaptık,
ama bu anayasa ile ülke idare edilmez. Bir odacıyı bu odadan yan odaya tayin
ediyorsun, Danıştay'dan dönüyor." dediği biliniyor. Aynı şekilde Süleyman
Demirel başbakan iken, "iktidar nasıl gidiyor" anlamında, "Kırat nasıl gidiyor"
sorusuna sonu "tay" ile biten yüksek yargı organlarını kastederek "Üç tay
arkadan çekiyor." cevabını vermişti. Üç tay ile kastedilen kurumlar Danıştay,
Yargıtay ve Sayıştay idi. Turgut Özal'ın, Mesut Yılmaz'ın ve Tansu Çiller'in
başbakanlıkları döneminde de Danıştay-Hükümet çatışmaları yaşandı.
Dolayısıyla AK Parti hükümetinin de çeşitli konularda Danıştay ile karşı karşıya
gelmiş olması ne olağandışı, ne de böylesine kanlı bir katliam girişimine
gerekçe oluşturabilir. Ama anlaşılıyor ki, Danıştay baskınının azmettiricileri,
eylemin zamanlamasını tayin ederken, bu manzarayı da dikkate aldı. Nitekim
baskında ölen Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin için Perşembe günü Ankara'da
yapılan ve Kocatepe Camii'ndeki cenaze töreni ile noktalanan bütün törenlerde
sloganların hedefi hükümetti. "Katil hükümet", "Hükümet istifa" sloganları
atıldı. Kocatepe'deki törene katılan bazı bakanlar fiili saldırıya uğradı.
Ankara'da son olarak 1993'ün Ocak ayında Uğur Mumcu'nun cenaze töreninde ortaya
çıkan “Mollalar İran'a” sloganları da yeniden ortaya çıktı. Oysa Mumcu olayından
sonra gerçekleşen Ahmet Taner Kışlalı ve Necip Hablemitoğlu cinayetlerinde
medyada, öncelikle "provokasyon" vurgusu yapılmıştı. Örneğin Hürriyet gazetesi
Ahmet Taner Kışlalı olayı için, 22 Kasım 1999 günü "Yine o meçhul fail";
Hablemitoğlu olayı için ise, 19 Aralık 2002’de, "Derin suikast" manşetini
atmıştı.
Denilebilir ki, 1993'ten itibaren meydana gelen bütün karanlık olaylarda başta
Türk medyası olmak üzere toplumun her kesiminde bu provokasyonlara karşı ortak
tavır almak gibi bir gelenek oluşmuştu. Nitekim sadece Ahmet Taner Kışlalı ve
Necip Hablemitoğlu olayında değil, 12 Mart 1995 gecesi İstanbul'da Gazi
mahallesinde bir kahvehane baskını ile patlak veren ve Alevi-Sünni çatışmasını
hedefleyen Gazi olaylarında da büyük gazeteler, "Bu hain tuzağa düşmeyeceğiz"
ortak manşeti ile çıktı. Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün kaleme
aldığı bir "sağduyu" çağrısı da büyük gazetelerin birinci sayfasında yer aldı.
Kanlı Danıştay baskınını planlayanların, zamanlama açısından bu noktayı da
dikkate aldığı gözleniyor. Çünkü bir süredir, hükümetle bazı büyük medya
grupları arasında gerginlik olduğu biliniyor. Nitekim Başbakan Erdoğan, bir
büyük gazetenin Ankara temsilcisini yurtdışı gezilerine davet etmiyor.
Erdoğan'ın son aylarda bazı medya organlarına yönelik sert çıkışları da bu
gerginliğin habercisiydi. İşte bu atmosfer, medyanın 1993'ten beri yaşanan
provakatif olaylara gösterdiği sağduyulu yaklaşımı, kanlı Danıştay baskınında
sergilememesini sağlayan faktörlerden biri oldu. Nitekim 1995'te gazetelerin
ortak manşet atmasına öncülük eden ve sağduyu çağrısını bizzat kaleme alan
Ertuğrul Özkök, fail avukatın pek çok karanlık ilişkisi ortaya çıkmışken, bu
ilişkilerin bir bölümüne yer verdiği yazısında, Danıştay baskınını Türkiye'nin
11 Eylül'ü olarak nitelendirdi. Oysa, Güneri Civaoğlu'nun deyimiyle "hafiyesi
Mahmut, özentisi istihbaratçı satırlar" bu gibi olaylarda yazarını her zaman
mahcup etme riskini taşıyor. Civaoğlu'nun da tıpkı Fatih Altaylı gibi Danıştay
baskınını değerlendirdiği yazısında Özal suikastını hatırlatması da bu noktada
önem taşıyor.
Bu aşamada Danıştay baskınındaki karmaşık noktalara dikkat çekmekte fayda var.
Fail avukatın sadece "dini" gerekçelerle harekete geçtiğini kuşkuyla karşılayan
bir üst düzey güvenlik görevlisinin işaret ettiği gibi, bu türden olaylarda
faillerin geçmiş 4-5 yıldaki ilişkileri büyük önem taşıyor. Nitekim Avukat
Alparslan Aslan'ın bu ilişkileri deşildikçe ortaya ilginç bağlantılar çıktı.
Tıpkı Kartal Demirağ ve Mehmet Ali Ağca olayları gibi, avukat Aslan'ın da sadece
yurt içi değil, yurt dışı bağlantıları üzerinde de duruluyor. Nitekim,
soruşturmadan sızan bilgilere göre Avukat Aslan, baskından önce Edirne'den
yurtdışına çıkış yapmış.
BİR KARANLIK PORTRE
Soruşturmayı yapan yetkililere göre sanıkların üç silahla Ankara'ya geldiklerine
bakılırsa aralarında görev dağılımı yapmış olma ihtimalleri büyük. Bu senaryoya
göre avukatın görevi öncelikli olarak silahları Danıştay binasına sokmaktı.
Çünkü avukatlar çoğunlukla hâkimler ve savcılar gibi aranmadan içeri
girebiliyor. Nitekim bir görgü tanığı, baskından bir gün önünce Danıştay'ın
yanında arabanın içinde Aslan ve iki arkadaşını hararetli bir şekilde
tartışırken gördüğünü söyledi. Aynı şekilde avukat Aslan, baskından bir gün önce
Danıştay binasının beşinci katında bazı üyeler ve sekreterler tarafından
görüldü. Öteki iki kişinin o gün avukatla birlikte neden Danıştay binasına
girmedikleri ve baskındaki görevlerinin tam olarak ne olduğu henüz bilinmiyor.
Ama, görgü tanığının "arabada hararetle tartışıyorlardı" sözlerine işaret eden
bir yetkili, "Öteki ikisi içeri girip ateş etmekten vazgeçtiyse, görevi bizzat
avukat tamamlamış oluyor." yorumunu yapıyor. Tabancadaki 11 mermiden beşiyle
odadaki üyelere ateş eden Aslan, odadan çıkınca dikkat çekici biçimde bir el
daha rasgele ateş ediyor ve dışarı çıkmak için merdivenlere yöneliyor. Aslan,
bina çıkışında kendisini yakalamaya çalışan bir polis memuru ile bir süre
boğuşuyor. Ancak bu polis memuru üzerine atlayıp onu etkisiz hale getiriyor.
1977 Bingöl doğumlu avukat Aslan'ın Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeki
yılları ve 1998'de mezun olduktan üç yıl sonra başladığı avukatlık hayatında
izaha muhtaç pek çok nokta yer alıyor. Örneğin üniversite yıllarında bir dönem
"Kürt Apo" olarak da tanınıyor. Ancak daha sonra koyu bir milliyetçi çizgiye
kayıyor. Üniversitede karşıt gruplu öğrenciler arasındaki çatışmalarda, satır
kullananlardan biri olarak ön saflarda yer alıyor. Avukat olunca da Aslan,
avukat kimliği ve pozisyonu ile bağdaşmayacak biçimde, İstanbul'daki pek çok
olayda hızlı bir eylemci olarak yer aldı. Cumhuriyet gazetesine bomba atılması
olayı öncesinde, 25 Eylül 2005 günü Bilgi Üniversitesi'nde gerçekleştirilen
Ermeni Konferansı protestolarına katılan kişilerden biriydi mesela. Yine 3
Aralık 2005 günü İstanbul'da Göztepe Parkı’na cami yapılması için Kadıköy'ün
CHP'li belediyesi aleyhine yapılan gösteride bir eli pankartta, öteki eli havada
slogan atmaktaydı. İlginç olan bu eyleme güvenlik güçlerinin müdahale etmesi
üzerine kalabalığın arasından sıyrılıp kenara çekilmesi.
Avukat Aslan'ın eylem hızı Diyarbakır'a kadar uzanıyor. Nitekim Cumhuriyet'in
bombalanmasından bir süre önce, 16 Nisan 2006 günü Diyarbakır'da ezilmişler
anlamına gelen "Mustazaflar" derneğinin düzenlediği "Kutlu Doğum" gösterisine ön
saflarda katılıyor. Bu etkinliğin özelliği, ilk defa Güneydoğu'da PKK ile
Hizbullah mensuplarının yan yana bir faaliyette bulunması. Hızlı eylemci
avukatın son olayları ise peş peşe gelen Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik saldırı
ve iki arkadaşıyla Ankara'ya gelip Danıştay'ı basması. Bütün bu olaylardaki en
çarpıcı iddialardan biri de Danıştay'ı basarken herkese bir kurşun sıkma
başarısı gösteren Avukat Aslan'ın olaylar öncesinde atış eğitimi almış olması.
Soruşturmanın ilk aşamasında, "siyasallaşmış mafya uzantısı" olarak tanımlanan
bu saldırı ilk belirlemelere göre 10-15 kişilik bir örgütün işi.
Derin ilişkilerde kilit rol oynayan isimlerin başında ordudan ihraç edilen
yüzbaşı Muzaffer T. geliyor. Avukat Aslan'ın, halen yakalanamayan Muzaffer T.
ile sık sık telefonla görüştüğü belirtiliyor. "Aslan'ın bağlantılarını kuran
kişi" olarak ön plana çıktığı belirlenen Muzaffer T.'nin ev ve işyerinde
aramalarda ele geçirilen "İstihbarat ve Gerillanın El Kitabı" adlı dokümanın
"illegal" bir yayın olup olmadığı araştırılıyor. Evde ayrıca, "Vatansever
Kuvvetler Güç Birliği Hareketi, 2005 Ankara" kaşeli bir kitapçık ile Türk Solu
dergisinin bütün sayıları ciltlenmiş halde bulundu.
Saldırgana yardım edenler arasında mafya üyelerinin olması, suç ve suçlularla
örülü bir ağı gözler önüne seriyor. Türk İntikam Tugayı'nın yanında başkentte
geçtiğimiz Şubat ayında ortaya çıkan Sauna Çetesi'yle adı tekrar duyulan Türk
Mukavemet Teşkilatı tipi yapılanmaların da Danıştay saldırısıyla ilişkisi tespit
edildi. Bir başka ilginç iddia ise Alpaslan Aslan'ın Ankara'ya geldiğinde
telefonla konuştuğu Tarkan T. adlı bir avukatla ilgili. Avukat Aslan'la hem
telefonla hem de yüzyüze görüştüğü belirlenen ve halen tutuklu bulunan Tarkan
T.'nin aynı zamanda Yüzbaşı Muzaffer T. ve Vatansever Kuvvetler Güç Birliği
Hareketi ile ilişkisinin olduğunun tespit edilmesi akıllara Sauna Çetesi benzeri
bir yapılanmayı getiriyor.
Şüphesiz ulusalcı gruplar ve çete ilişkileriyle örülü Danıştay saldırısında
olaya karışan, azmettiren, planlayanlarla birlikte saldırının bağlantıları dava
açıldığında ortaya çıkacak. Her durumda Danıştay'a yapılan bu saldırı Cumhuriyet
tarihinde derin bir yara olarak iz bırakacak.
CEYHAN MUMCU: UĞUR’DA DA AYNISI OLDU TAHRİKE KAPILMAYIN
Bombalı saldırı sonucu öldürülen gazeteci Uğur Mumcu'nun abisi Avukat Ceyhan
Mumcu, Danıştay'a yapılan saldırıdan hemen sonra yaptığı açıklamalarla dikkat
çekti. Mumcu geçen Pazartesi günü birisinin yanına gelerek, "Türkiye'de kan
gövdeyi götürecek." dediğini açıkladı. Yaşadıklarını Aksiyon'a değerlendiren
Mumcu, kendisine bu bilgiyi verenin Türkiye kamuoyu tarafından yakından tanınan,
yazan çizen biri olduğunu dile getirdi: "Olayı Pazartesi günü yaşadım. Hukuk
büromdaydım. Çorum Belediyesi katı atık raporunu hazırladım. O kişi gelip bana,
“Türkiye'de kan gövdeyi götürecek. Türkiye'nin İran konusunda ikna edilmesi için
cinayetler işlenecek” dedi. “Türkiye cezalandırılacak, bir savaş ortamına
sürüklenecek” diye devam etti. İsmini açıklamamam için de ikinci kez telefon
etti. Kocatepe'deki cenazeden sonra Uğur'un öldürülmesini müteakip yaşananları
bire bir gözlemledim. Herkes soğukkanlılığını korumalı. İş cepheleşmeye giderse,
korkarım yeni cinayetler gelir. Ana hedef Cumhuriyet'tir, AK Parti zarar gören
hedef konumundadır. Danıştay'da güvenlik zaafı ve hizmet zafiyeti vardır. Adam
bir gün önce gelmiş başkanın odasını yoklamış? Niye salıveriliyor. Niye
izlenmiyor? Güvenlik cihazlarının çalışmaması da ayrıca incelenmeli. Hükümet
kararlılığını sürdürmeli. Savcı Hamza Keleş doğru bir isim. Engel çıkarılmazsa,
iş nereye uzanıyorsa, oraya kadar gider. Cepheleşme olursa, bu olayın
arkasındaki güçler 'iyi gidiyor, devam' diyecekler. Yenileri gelecek. Başbakan
İstanbul'daki sinagog saldırılarından sonra 'bu mesajı ayağımın altına alıyorum'
demişti. Aynı noktada açıklama yapmalı. Sonuna kadar işin takipçisi olmalı.”
DAKİKA DAKİKA SALDIRI
Hukuk okuduğu için siyaset ve yüksek yargı organları, üniversitelerle bezeli
başkent ona hiç de yabancı bir yer değildi. Avukat Alparslan Aslan, sabahın ilk
saatlerinden beri Ankara'daydı. O gün, (16 Aralık Salı) akşam Kızılay'da
arkadaşlarıyla vakit geçirdi. Saat 23.06'da Opel Astra marka 34 BE 0126 plakalı
beyaz aracıyla Ankara Büyükşehir Belediyesi Kocatepe Otoparkı'ndan çıkış yaptı.
Muhtemelen kalacak bir otel aramıştı kendine. Gündüz yorulmuştu çünkü.
Danıştay'ın ek binasının beşinci katına kadar çıkmış, belindeki silahın içindeki
mermileri hedefine/hedeflerine gönderememenin yorgunluğu ve stresi sarmıştı onu.
Ertesi gün aracına atladığı gibi Necatibey Caddesi'ne indi. Saat 09.35'te Adana
Sofrası'nın önüne alelacele aracını park etti. Çantasını da alarak hızlı
adımlarla Danıştay'a yöneldi. Girişte sağdaki küçük kulübeye baktı. 'Haftasonu
kimlik gösterilmesi zorunludur' yazıyordu, güldü geçti. 11 katlı yeni binanın
kapısından girdi. Avukat kimliğini gösterdi, yoluna devam etti. Ek binaya geçmek
için köprüyü kat etti. Asansöre ulaşıp bindiğinde yanında Danıştay 1. Daire
Başkanı Osman Alpak vardı. Selam bile vermedi. Altıncı katta Alpak'la birlikte
asansörden indi; sonra bir kat alta inmek için merdivenlere yöneldi.
Beşinci kata geldiğinde müzakere salonunun kapısına bir gün öncekinden daha sert
asıldı. Kapı açıktı içeriye daldı, sekreter durun nereye gidiyorsunuz diye
bağırdı. Belindeki Glock marka Avusturya yapımı silahı çıkarttı. Mermileri
odadaki altı insanın üstüne boşalttı. Ağzından çıkan kelimeler cinnet haliyle
karışık ifadeler değildi. Düz mesaj veren cümlelerdi: 'Biz Osmanlıyız, devamı
gelecek bunların.' Kimileri sonra bunu 'Allah'ın askeriyiz, hesap vereceksiniz'
şekline dönüştürse de Aslan, soğukkanlı olarak herkese bir kurşun sıkmıştı. Son
5 mermiyle merdivenlere yöneldi. Üçüncü katın sekreterlerinden biriyle göz göze
geldiğinde 'Ne oluyor?' sorusunu 'Gürültü var galiba' diyerek geçiştirdi.
Üzerine atlayan bir görevli ve polis onun için kapıdan çıktığında bitecek film
şeridini adeta yırtarcasına kopardı. Kaçamamış, sıkışıp kalmıştı. Üstelik
arkadaşları da söz verdikleri gibi yanında değildi. Acı olay yarım saat sonra
televizyon ve gazetelerin haber merkezlerine düştüğünde gerçek gürültü kopmuştu.
Danıştay'a saldırı: 1 ölü, 4 yaralı, saldırgan yakalandı...
Türkiye'yi sarsan menfur cinayet başörtüsü, meslek liseleri, denklik gibi son
dönemin kritik ve tartışılan yargı kararlarının alındığı Danıştay 2. Dairesi
Başkanı ve üyelerine yönelikti. Acaba bu saldırı Türkiye'nin düzlüğe çıktığı her
dönemeçte 'siyasi cinayetler' ile sarsılan üçüncü dünya ülkeleri arasından hâlâ
çıkamadığının bir göstergesi miydi? Faili malum olayın arkasında kim ya da
kimler vardı? 17 Aralık Çarşamba sabahı saat 10.30'da Ankara Sıhhiye'deki
Danıştay binasına avukat kimliğini kullanarak silahıyla giren Alparslan Aslan,
Danıştay 2. Dairesi'nin müzakere salonunu ve yüksek yargının koridorlarını kana
bulamıştı. Hacettepe Hastanesi'nde ameliyata alınan başkan yardımcısı Mustafa
Yücel Özbilgin olaydan yaklaşık 7 saat sonra hayatını kaybetti.
ANAP ESKİ MİLLETVEKİLİ FAİK TARIMCIOĞLU:ÖZAL SUİKASTİ DE FAİLİ MALUMDU
Olayda birçok yön var. Son zamanlarda hem hükümet hem muhalefet tarafından
inanılmaz bir gerginlik tırmandırıldı. Bu psikolojik ortamda irrasyonel
(akıldışı), irreguler (sıradışı) olaylar zaten bekleniyordu. Maalesef bu
gerçekleşti. İkinci nokta, Danıştay gibi bir kurumun güvenlik sistemlerindeki
zafiyet çok düşündürücü. Üçüncüsü bir avukat, bu kimliğini kullanarak, hukuk
fakültesi mezunu kimliği ve kişiliğiyle olayı gerçekleştirdi. Örgütsel bir
hadise ortaya çıkarsa çok daha vahim sonuçlar doğacaktır. Dördüncüsü Türkiye'de
tırmanmakta olan gerginlik, arkasından bir sürü sualleri ve cevapları getirecek.
Şahıs bir sürü eylemde yer almış. Bu da bir güvenlik zaafı ve adalet zaafı
demek. Birçok noktada görülen bir provokatör nasıl izlenmez? Bu da çok büyük
zafiyet demek. Beşinci nokta, Türkiye'de bir güvenlik bunalımı doğup
doğmadığıdır. Türkiye bugüne kadar merdivenlerden, ara yollardan kaçırılan bakan
görüntüsü görmedi. İşin bir güvenlik bunalımına götürülmesi engellenmeli. Bu
yüzden hükümet derhal toplumu bu gerginlikten kurtaracak adımlar atmalı.
İdeolojik kaygı gözetmeksizin olayları anlatmalı. Kamuoyu ile olay tüm
şeffaflığı ile paylaşılmalı. Soğukkanlı bir devlet adamı kimliğiyle bizzat
Başbakan bunları kamuoyuna açıklamalı. Faili malum cinayetler bazen özellikle
yapılır. Rahmetli Özal'a yapılan suikastta da fail belliydi, ama arkasındaki el
teşhis edilemedi.
Aksiyon.23-05-2006